1-15 TEMMUZ 2014

Page 1

Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım!(10)

sf 12-13

YÖK Yasa Tasarısı neyi içeriyor? Bilimsel bir eğitim ve özerk üniversiteler cilasıyla ilan edilen Yeni YÖK Yasa Tasarısı, gerici eğitim sistemini daha da geriye götürmeyi ve üniversiteleri sermayeye ve patronlara peşkeş çekmeyi hedefliyor. 12 Eylül askeri faşist cuntasının şekillendirdiği yükseköğretim yasasıyla ortaya çıkan ve o günden bugüne siyasi iktidarın üniversitelerdeki sopası işlevini gören YÖK, bu tasarıyla birlikte daha geniş yetkilere kavuşuyor. sf 18-19

Halkın Günlüğü

1-15 TEMMUZ 2014 Yıl: 4 Sayı: 85 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

LGBTİ “bizde varız” f GÜNCEL

16-17

Yaşam hakları ellerinden alınarak katledilen, her türlü ayrımcılığa ve baskıya maruz bırakılan LGBTİ bireyler bu yıl da 5. Trans Onur Haftası ve 22. LGBTİ Onur Haftası etkinlikleri kapsamında paneller, etkinlikler ve yürüyüşler düzenleyerek “Alışın gitmiyoruz” dedi. Kitleselliğiyle dikkat çeken eylemler sırasında sokaklara çıkarak taleplerini dile getiren LGBTİ bireyler, yaşam hakkını tehdit eden anayasal eşitsizliğin güvence altına alınmasını, nefret yasasının cinsel yönelim ve cinsel kimliği kapsayacak şekilde çıkarılmasını talep etti.

‘Mercan’da bir ses 17’ler ölmez’

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Ortadoğu’da emperyalist çatışmalar derinleşiyor 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere yönelik saldırıların hemen akabinde başını ABD emperyalizminin çektiği ve diğer emperyalist blokların da bu yörüngeye dahil olarak ‘terörizme karşı topyekün savaş’ adı altında başlatılan emperyalist saldırılar sonucu Afganistan işgalinden tutalım da Irak, Libya vb ülkeler ve diğer birçok coğrafyaya yö-

02

Hasta tutsaklar serbest bırakılsın

04

nelik ekonomik ve politik girişimleri Suriye, Ukrayna, Irak özgülünde artarak devam etmektedir. Emperyalist devletler Ortadoğu halklarının kanını hiç çekinmeden döktüğü derin bir siyasi çatışma içerisindedir. Musri, Maliki, Esad, ÖSO, IŞİD ve El Nusra vb. lider ve örgütlerin arka planında da bu gerçeklik yatmaktadır.

Şişecam grevi ‘milli güvenliğe tehdit’miş

08


02 güncel haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

‘Mercan’da bir ses 17’ler ölmez’ Mercan’da katledilen 17 kızıl karanfil, Dersim, İstanbul Cebeci Mezarlığı ve Yeni Sarıgazi Mezarlığı’na yapılan yürüyüş ve mezar ziyaretleriyle anıldı MKP 2. Kongresi’nin örgütlenme sürecinde 17 Haziran 2005’te faşist T. C. Ordusu tarafından Mercan’da katledilen 17’ler, Maoist Komünist Partisi (MKP)’nin önder kadrolarından oluşuyordu. 17’lerin katledilmesiyle birlikte düşman Maoist Parti’nin bitirildiği yönünde anti propagandalara girişti. Maoist Partiye yönelik bütün bu saldırılara ve tasfiye girişimlerine karşın 17’lerin mücadelesini büyütme kararlılığını kuşanan parti iradesi, 2 yıl sonra MKP 2. Kongresi’ni yeniden örgütledi. 17’lerin mücadelesini büyütme kararlılığını bütün dünya komünist partileri ile kamuoyuna ilan eden MKP, 17’lerin mücadelesini büyütme sorumluluğuyla hareket ederek tasfiyeci saldırılara mücadele kararlılığıyla yanıt verdi. Mercan’da katledilen 17’ler Dersim, İstanbul ve Avusturya’nın Innsbruck şehirlerinde düzenlenen eylem ve etkinliklerle anıldı. Anmalar sırasında “Mercan’da bir ses 17’ler ölmez” , “Mercan şehitleri ölümsüzdür” , “İbrahim’den Cafere Sosyalist Halk Savaşı’yla zafere” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Anaların öfkesi katilleri boğacak” sloganları atıldı. Anma eylemleri sırasında yapılan basın açıklamalarında faşist Türk devletinin baskılarının giderek arttığı bir dönemde 17’leri anmanın öneminin vurgusu yapılırken, 17’lerin mücadelesini sahiplenerek büyütme çağrısı yapıldı. Açıklamada savaşın karşılıklı bedeller ödeme yasası nedeniyle 2005 Haziran’ında katledilen 17’lerin yanı sıra, 2011 Haziran ayında Ozan Derman, İsmail Perktaş ve Abidin Demir’in de sonsuzluğa uğurlandığı kaydedildi.

17’ler umutsuzluğu ve karamsarlığı parçaladı Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Emperyalistlerin ve onların yerli taşeronlarının topyekün saldırılarıyla devrimi tasfiye etmek istediği günümüz şartlarında, her zamankinden daha geçerli ve yaşamsal bir mevzi olarak, şehitlerimizin tarihsel çağrısını anlamak elzemdir! Şehitlerimizi anmak demek, sınıf savaşında MLM biliminin silahını kuşanıp cesaretle yürümekten geçerken, bu tarihsel kavgada saf tutmak ise insanlığın ertelenemez görevidir. Şehitlerimiz devrim davasına yıllarını vermiş ve büyük sınamalardan geçmiş devrimciler ve komünistlerdi. Onlara şekil veren Kaypakkayacı duruşun ideolojisi, kültürü ve ruhudur. Herkesin devrimci mücadeleye sırtını çevirdiği koşullarda, yoldaşlarımız ülkedeki ve dünyadaki sınıf mücadelesine yön vererek umutsuzluğu ve karamsarlığı parçalamanın zaferiydi. Lafla gemi yürümez. Unutmayalım; kadrolar devrimci savaşın içerisinde yetişir. Eğer böyle olmasaydı, sosyalist mücadelenin olduğu her yerde, kürsülerde bol keseden atıp

tutanlardan tutalım da çeşitli yetenekte edebiyatçı ve akademisyenlere kadar herkesin, iyi birer Marksist, Leninist, Maoist olması gerekirdi. Ya da onlara patent ve mevki verilmesi gerekirdi. Fakat böyle olmadığını biliyoruz. Bilgi ve çeşitli yeteneklere sahip olmak, iyi birer MLM, birer kadro ve önder olmak için asla yeterli değildir. Kavramlarla yeni dünyalar kurup-yıkanlara karşı devrimci halk kitleleri, komünistler önderliğinde muazzam kahramanca savaşımıyla somut bir dünya kurmuş ve onlara büyük tarihsel dersler vermiştir.”

‘Devrimin görevlerine halkın örgütlü gücünü yaratarak yüklenelim’ Basın açıklaması umutsuzluk ve karamsarlığa düşmeden halkın örgütlü gücünü yaratarak devrimin ertelenemez görevlerini yüklenmek için mücadele vurgusuyla bitirildi. DERSİM: 17 Haziran günü Yeni Demokrasi Aileleri Birliği’nin çağrısıyla Demokratik Haklar ve Kültür Derneği’nde bir araya gelen aileler, Dersim Merkez’de bulunan 17’lerin mezarlarının bulunduğu yerde anma düzenledi. Anmada 17’ler şahsında tüm dünya ve coğrafyamız devrim ve demokrasi şehitleri için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. YDAB adına yapılan basın açıklamasında 17 Haziran 2005’te Mercan kırsalında Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne yönelik faşist Türk devletinin düzenlediği saldırıda, aralarında ADHK Genel Konsey Üyesi ve Demokratik Kadın Hareketi’nin kurucusu Berna Saygılı Ünsal'ın da olduğu 17 komünist ve devrimcinin katledildiği belirtildi. Lokma dağıtımının ardından anma sona erdi.

‘17’ler ölümsüzdür’ İSTANBUL: Gazi Mahallesi: Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) Gazi Örgütlülüğü, 17 Haziran 2005'te, Mercan'da katledilen 17’leri anmak

için 15 Haziran Pazar günü etkinlik düzenledi. Etkinlik tüm devrim ve komünizm şehitleri anısına bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından DHF temsilcisi 17’lerin mücadelesine dikkat çekerek, “Vartinik’ten Mercan’a bu tarih bitmez” şiarıyla 17 komünistin bıraktığı kavga bayrağının göklere çıkarıldığını söyledi. DHF temsilcisinin konuşmasının ardından, 17 komünistin MLM ideolojisine katkıları ve işkencehanelerde komünist tavrını anlatan sinevizyon gösterimi yapıldı. Daha sonra kavga şiirleri okundu. Etkinlikte kısa bir konuşma yapan Grup Munzur, 17’lerin Türkiye-Kuzey Kürdistan’da bir manifesto olduğunu belirterek 17’lerin bıraktığı mirası ileriye taşımak için daha fazla cüret etmek gerektiğini ifade etti. Etkinlikte 17'lerin yaşamı ve mücadelesini anlatan konuşmalar yapıldı. Ardından Grup Munzur’un söylediği kavga türküleriyle etkinlik sona erdi. Cebeci: Mercan’da katledilen 17 kızıl karanfili anmak için Gazi Demokratik Haklar Derneği’nde bir araya gelen kitle, Cebeci Mezarlığı’na araçla gitti. Mercan şehitlerinin mezarlarının bulunduğu yere “17’ler Ölümsüzdür” pankartını açarak sloganlarla yürüyen kitle, yürüyüş sırasında 17 kızıl karanfilin isimleri okunurken, “Yaşıyor” sloganlarını hep bir ağızdan haykırdı. Yürüyüş sırasında O vacık’ta şehit düşen Ozan Derman,Abidin Demir ve İsmail Perktaş da anılarak mezarların bulunduğu yere gidildi. 17’ler şahsında tüm devrim şehitleri için yapılan bir dakikalık saygı duruşunun ardından 17’lerin mücadelesini anlatan basın açıklaması okundu. Açıklamanın ardından konuşan şehit analarından biri,“Onların yolunu terk etmeyin, onlar gibi savaşın” diyerek duygularını kitleyle paylaştı. Anma eylemi kavga türkülerinin söylenmesinin ardından sona erdi.

‘Vartinik’ten Mercan’a bu tarih bizim’ Sarıgazi: 22 Haziran günü Bölge Hastanesi önünde bir araya gelen kitle, üzerinde 17’lerin fotoğrafları ile 2011 Haziranında şehit düşen Ozan Derman, İsmail Perktaş ve Abidin Demir’in fotoğrafları ile Ali Çelik’in fotoğrafının bulunduğu, “Vartinik’ten Mercan’a Bu Tarih Bizim. Devrim ve Komünizm Şehitleri Ölümsüzdür-Yeni Demokrasi Aileleri Birliği” yazılı pankart arkasında toplanarak sloganlar eşliğinde Yeni Sarıgazi Mezarlığı’na yürüdü. Yürüyüş kortejinin önünde kızıl bayrakla, DHF, Mao Zedung ve İbrahim Kaypakkaya flamalarını taşıyan kitle, ellerinde 17 kızıl karanfilin fotoğrafları ile Cüneyt Kahraman, Kazım Çelik, Ozan Derman, Ahmet Perktaş, Abidin Demir ve Ali Çelik başta olmak üzere çok sayıda devrim şehidinin de fotoğraflarını taşıdı. Coşkulu bir şekilde gerçekleştirilen yürüyüş sırasında 17’ler ile devrim şehitlerinin isimleri okunurken, “Yaşıyor” sloganları hep bir ağızdan haykırıldı. Yürüyüşte Dersim'de kış üstlenmesi sırasında barınaklarının çökmesi sonucu şehit düşen beşlerin (TİKKO gerillaları Nurşen Aslan, Gülizar Özkan, Fatma Acar, Sefagül Keskin ve Derya Aras) yanı sıra, Paris'te katledilen üçlerin (Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez) anıldığı sloganlar da atıldı. Cemal Çakmak’ın mezarı başında anma Yeni Sarıgazi Mezarlığı’nda yürüyüşü sonlandıran kitle, Mercan’da katledilen 17 kızıl karanfilden biri olan Cemal Çakmak’ın mezarı başında anma düzenledi. Anmada devrim şehitleri anısına yapılan saygı duruşu sırasında kavga şiirleri okunurken, atılan sloganlarla mücadelede kararlılık mesajı verildi. Kavga şiirlerinin okunmasının ardından anma sona erdi. 17’lerin anma eylemine, Partizan, BDP, Mücadele Birliği, Kaldıraç ve Halkevleri katılarak destek verdi.


1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

03

SINIF TAVRI

FAŞİST DEVLETİN KORKULARINI, TASFİYECİLİĞİN ALDATICI YANLARINI DA DOĞRU KARŞI DEVRİMCİ MİLİTAN ÇİZGİ VE MÜCADELEMİZLE BÜYÜTELİM!

Ç

MKP/HKO militanları

17’leri selamladı MKP/HKO militanları Mercan’da katledilen 17 kızıl karanfil anısına eş zamanlı eylemler gerçekleştirirken, Maoist Komünist Partisi de 17’lerin katledilmesine ilişkin bir açıklama yayınladı MKP/HKO militanları, 17’lere atfen Dersim’de eş zamanlı olarak üç ayrı eylem gerçekleştirdi. MKP/HKO militanlarının ilk eylemi, 16 Haziran gecesi Hozat Elazığ Karayolu’nun 15.Kilometresine bombalı pankart asılarak gerçekleştirildi. Eylemin yapılmasının ardından kontrollerini sıklaştıran faşist T.C ordusu halk üzerinde baskı kurmaya çalışırken, militanlar güvenli bir şekilde geri çekildi.

MKP/HKO militanları Hozat’ta bombalı pankart astı İkinci eylemde ise MKP/HKO militanları, Hozat’ın Ağevnik ile Peyik (Çağlarca) arasında bulunan yola, 17’lerin fotoğraflarının bulunduğu bombalı pankartı astı. Yolu barikatla kapatan HKO militanları, eylemi başarıyla gerçekleştirmesinin ardından kayıp vermeden çekildi.

Karakol noktasında parça tesirli ses bombası atıldı MKP/HKO militanları üçüncü eylemde ise, 16 Haziran gecesi Hozat Merkez’de bulunan karakol noktasını hedef aldı. Karakol noktasına parça tesirli ses bombası atan militanlar, ateşe uzun süre devam etti.

MKP’den 17 kızıl karanfil açıklaması Maoist Komünist Partisi (MKP) Merkez Komitesi-Siyasi Büro, “TKP(ML)’den MKP’ye bu tarih bizim! Şiarıyla Vartinik’ten Mercan’a uzanarak ölümsüzleşen 17’ ler, sosyalizm ve komünizm mücadelemizde yaşıyor- savaşıyor!” başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı. Açıklamada 1. Kongre ve onun önderli-

ğinde somutlanan 17’lerin, MLM hareketin tarihinde bilimsel ideolojisinin daha ileri kavranması ve komünist hareketin bütünlüklü olarak ele alınıp değerlendirilmesinde önemli bir nitel adım olduğu belirtildi. Açıklama şu ifadelerle devam etti: “Türkiye- Kuzey Kürdistan komünist hareketinin geçmiş tarihsel süreçlerinden süzülüp gelen 15'ler, 9`lar, 10’lar, 11’ler, 13’ler ve 1. Kongre irademizin kolektif bir iradeyle seçtiği fakat düşmanın stratejik saldırısı sonucu katledilen 17'ler, Türkiye-Kuzey Kürdistan'da sınıf bilinçli proletarya ve çeşitli milliyetlerden halkların sosyalizm ve komünizm mücadelesinin baş eğmez önderleri olarak kanlarıyla yazılan tarihimizde önemli yerlerini almıştır.”

‘17’lerin bilimsel tutumu ve ruhuna sarılarak ilerleyelim’ 17’lerin bilimsel tutumu ve ruhuna sarılarak ilerlemenin önemine dikkat çekilen açıklama şu ifadelerle sona erdi: “ İbrahimlerden Caferlere herkesin gözleri önünde yükseklere çekilen sosyalizm ve komünizm bayrağımız, 3. Kongremizle şimdi daha da berrak olarak somutlaşmış ve güncellenmiş durumdadır. Vartinik’ten Mercan’a dalgalandırılarak bayraklaşan sosyalizm ve komünizm bayrağının daha da yükseklere çekilmesidir. Burjuva medeniyetçi paradigmanın ve onun her türlü resmi düşünce, tarih, çizgi ve yöneliminden koparak ezilen ve sömürülenlerin ilerici ve devrimci komünist özüne ve ruhuna sarılarak devrimci hünerlerimizle sınıflar mücadelesine doğru ve bilinçli teorik pratik politikalarımızla müdahil olarak, objektif koşulları sosyalizm ve komünizme varana dek sürdürme kararlılığıdır. Vartinik’ten Mercan’a, ideolojik, politik, örgütsel ve askeri olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan halk kitlelerine sınıfsız ve sömürüsüz komünist topluma kilitlenen ve bizzat kendi savaşı ve kurtuluşu için Sosyalist Halk Savaşı'na katıl çağrısıdır. Halkla birleş, Maoist Komünist Partisi'yle bütünleş ve Sosyalist Halk Savaşı'na hizmet et çağrısıdır.”

≫ ismail uçar

ok uluslu emperyalist kutuplaşmalar içerisinde ABD önderlikli küresel hegemonya bloğunun yarı- sömürgesi komprador tekelci kapitalist Türk devleti, faşizm karakterinden hiçbir şey kaybetmeden statükosunu devam ettirmektedir. Çünkü devletin faşizm niteliği, bizzat ekonomik ve sosyal, sınıfsal ve siyasal açıdan temel harçlarından biri olarak vücut bulmaktadır. Bu durum Türk devletinin aynı zamanda Türkiye- Kuzey Kürdistan ezilen ve sömürülenlerinden korktuğunun da bir işaretidir. Zira bir azınlık diktatörlüğüdür ve on milyonlardan öcü gibi korkmaktadır. Yoksa “koskoca” devlet aygıtını elinde bulunduran mezalim, niye faşist bir karakterde varlığını koruma güdüsüyle hareket etsin ki. Faşist devlet, ‘nasıl olsa şunun şurasında güllük gülistanlık geçinip gidiyoruz’ dememektedir. Aksine kendi gerici sistemini yaşatarak varlığını sürdürmek için tam da karakterine uygun olarak faşizmi teorik ve pratik politikalarında tekçiliği hayata geçirerek sağlamaktadır. Bunda yadırganacak ya da şaşılacak bir durum olmasa gerek. Yani tamamen kendi faşist karakterine uygun olarak rolünü oynamaktadır. Demek ki devleti elinde bulunduran egemen sınıf klikleri ve düzen partileri, devletin bekası için tekçi ve ötekileştirici korku duvarlarını da yaratarak durumunu korumak istemektedir. Bu açıdan “devlet babanın şefkati” de “tokadı” da onlar için kutsaldır. Ve kim devlete, askeri ve güvenlik birimleri başta olmak üzere onun temel kurumlarına yönelik saldırı gerçekleştirirse “cezalandırılmayı” hak etmektedir. Bunun içinde faşist niteliği gereği Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki halk kitlelerine vahşice saldırmaktadır. Burada önemli olan yanılgılı bir yaklaşımı vurgulayacak olursak. Kimileri parlamento ve onun bir işlevselliği olunca faşizmin söz konusu olmadığı- olamayacağı, feodalizm ya da yarı- feodal yapıdan kapitalizme geçince demokratikleşildiği ya da faşizmin geride kaldığı şeklinde subjektivizme düşmektedir. Ve özellikle ‘yetmez ama evetçilerden’ bazıları gerici devletin rüzgarına kapılarak faşist diktatörlüğün dümenine su taşımıştır. Aynı şekilde emperyalizme bağımlılık temelinde ekonomik gelişmeler karşısında burjuva demokratik devrim niteliğinde bir değişim yaşanarak ülkede faşizmin ortadan kalktığı şeklinde önemli yanılgılar içerisindedir. Bilmeli ve kabul etmeliyiz ki burjuva diktatörlüklerinin ve tabii ki burjuva demokrasisinin bir biçimi de faşizmdir. Yoksa ondan köklü ve temelden ayrı ve bağımsız bir olgu kesinlikle değildir. Onun bir çeşit türevidir sadece. Bunun için “demokratikleşme” adları altındaki teorik ve pratik konseptlere ve uygulamalara aldanılmamalıdır. Hepsinin altında yatan, faşizm karakterinin hasıraltı edilerek gizlenmesi için algı yönetimleri ve manipülasyonlar yaratılarak kitlelerin aldatılmasıdır. Tasfiyeciliğin farklı versiyonlarda yürütülüp, ideolojik politik olarak uzlaşmacı reformizmin çizgisi ve yöneliminin geliştirilerek düzeniçileştirme hamleleridir. Bu kapsamda özellikle Türk devletinin kendisi faşist karakteri gereği bir yan-

dan şiddet, baskı ve zulümlerinden bir adım geri atmazken, kitlelere ise bizzat halk sınıf ve tabakalarının Gezi- Haziran Ayaklanması’ndaki ve son süreçteki Kürt ulusu ve kitlelerin, devletin kurum ve kuruluşlarına yönelik son derece demokratik, meşru, doğru bir hak ve görev olarak şiddetinin ne kadar da “kötü ve asla affedilebilir yanı olmayan” bir şey olduğu yanılsaması yaratmaktan da asla vazgeçmemektedir. Öyle ya faşist Türk egemenlerinin “devlete şiddetle karşı gelenlerden hayır gelmez” ilkesi işlemektedir. Türk devleti havuç sopa siyasetini de sürekli izlemektedir. Bu bilinçle hakim sınıf kliklerinin hükümete geldiklerinde devletçi ve aşırı merkeziyetçi muhalefete düştüklerinde ise hür teşebbüsçü ve özgürlükçü kesilmelerinin aldatıcı yanı iyi görülmeli ve doğru kavranmalıdır. Ayrıca Türk hakim sınıf kliklerinden Sünni İslamın muhafazakar kesiminin hükümete gelmesiyle birlikte yaklaşık yüz yılllık geçmiş süreçlerinde kendilerine yönelik gerçekleştirilen baskı ve yaptırımlara karşı mağdur rollerine bürünerek var olan statükoyla artık sürdürülemez durumun yerine tekçiliğin yeniden üretimi kapsamındaki “Dersim Katliamı, ‘demokratikleşme’ ve ‘çözüm’ paketleri, Alevi Çalıştayları” vs şeklinde kullanılan argümanlar eşliğinde devreye konulan tasfiyecilik merkezli aldatıcı yanlar kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır. Bilinmelidir ki dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da sömürü ve zulüm düzenleri, devrimci şiddetle paramparça edilip yıkılmadıkça, gerçek özgürlük ve kurtuluşa asla ulaşılamayacaktır. Mevcut sömürü ve zulüm düzenleri ve hükümetinden muhalefetine iktidarlarının devrimci şiddetle yıkılarak proletarya ve emekçilerin iktidarının kazanılması için “iktidar namlunun ucundadır” şiarı günümüzünde objektif zorunlu bir gerçeği ve doğru görevidir. Özellikle son yıllarda “demokratik açılım, demokratik çözüm, barış, Kürt açılımı, demokratikleşme” vb argümanlarıyla çeşitli paketler enflasyonu kitlelere servis edilmekte ve bu yönlü politikalar hayata geçirilmektedir. Aynı öze sahip ve eskisinden esasta farklı içeriklerde olmayan ancak farklı cilalar ve soslarla pembeleştirilmiş “yenileri” de tedricen günbegün devreye konulmaktadır. Meclise getirilen son paket de tasfiyeci sürecin yasal hale getirilmesinden başka bir anlam ifade etmemektedir. Bunun mahiyetini ayrıca değerlendirme durumunda olacağımız için şimdilik geçiyoruz. Sünni Türk İslam bayrağı altında emperyalizmin ve onun şubesi haline gelen Türk devletinin tekçiliği yeniden üretme sürecinin yaşandığı şimdiki objektif koşullarda, tüm silahlı güçleriyle halk kitlelerine yönelik şiddetin hızından- yoğunluğundan bir şey kaybettirmeden sürmekte olduğu yeterince açıktır. Ama halkımızın da deyimiyle korkunun ecele faydası yoktur. Zira ölümün ve zulmün üstüne yürüyerek gerçek başarı ve kazanımlar elde edilecektir. Bunun için de radikal devrimci militan çizgi ve yönelimden kopmamalıyız. Sosyalist Halk Savaşı stratejisi merkezi göreviyle devrimci militan bir duruş, konumlanış ve mücadele aşağıya değil daha da yükseltilerek ancak temsil edilebilir.


04

güncel haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

İnsan Hakları Derneği aktivistleri hasta tutsaklar için Ankara'ya yürüdü İnsan Haklar Derneği (İHD) Cezaevi Komisyonu, hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle çeşitli illerde bulunan hapishanelerin önünde basın açıklamaları gerçekleştirerek Ankara’ya yürüdü İnsan Hakları Derneği ve şubeleri hasta tutsaklar için önemli bir kampanya düzenledi. Zira 235 ağır hasta olmak üzere 700'e yakın hasta tutsak hapishanelerde tutulmaktadır. 23 ve 27 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilen eylemlerle, hasta tutsaklar sorununa dikkat çekildi. İHD Cezaevleri Komisyonu tarafından organize edilen eylemlerle içerdekilerle dışardakilerin sesi birleşirken, duygulu ve çoşkulu anlar yaşandı. İHD şubeleri 23 Haziran’da bulundukları illerde bulunan hapishaneler önünde yaptıkları basın açıklamalarıyla Ankara yürüyüşüne başladı. İllerde yapılan eylemlerden sonra 27 Haziran günü Ankara’da da bir araya gelen İHD şubeleri, Adalet Bakanlığı önünde yaptığı basın açıklamasıyla eylemlerini bitirdi.

‘Tecridi kaldırın ölümleri durdurun’ İstanbul: İHD İstanbul Şubesi üyeleri, hasta tutsakların serbest bırakılması için Ankara’ya yapacağı yürüyüşün startını, Bakırköy Kadın Hapishanesi önünden verdi.

Eyleme İHD üyelerinin yanı sıra, hasta tutukluların yakınları ve Devrimci Anarşist Faaliyet (DAF) üyeleri de katıldı. Hasta tutsakların isimleri ve “Hasta Mahpuslar Serbest Bırakılsın” yazılı pankart açıldı. Eylemde ayrıca hasta tutsakların fotoğraflarını taşıyan kitle, “Tecrit işkencesine son” , “Tedavi haktır engellenemez” , “ATK elini mahpuslardan çek” , “TMŞ elini mahpuslardan çek” , “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” , “Tecridi kaldırın ölümleri durdurun” sloganları attı. İHD üyeleri ile tutsak yakınlarının hasta tutsaklar için başlattığı yürüyüşün ikinci adresi Metris T Tipi Kapalı Hapishanesi oldu. Burada İHD üyesi Ümit Efe, Metris T Tipi Hapishanesi’nin işkencenin merkezi durumunda olduğunu ifade ederken, diğer illerden gelen hasta tutsakların bu hapishaneye getirildiğini hatırlattı. Hasta tutsakların serbest bırakılması ve seslerinin duyurulması için bu eylemi yaptıklarını ifade eden Efe, Metris T Tipi Hapishanesi’nde bulunan 21 hasta tutsağın isimlerini okudu. Metris T Tipi Hapishanesi’nden sonra Ümraniye Hapishanesi önünde bir araya gelen İHD üyleri ve tutsak yakınları burada da bir basın açıklaması yaptı. Ümraniye Hapishanesi'nde bulunan hasta tutsakların isimleri açıklanarak hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle sloganlar atıldı.

Gebze’de kadın tutsakların sağlık sorunlarına dikkat çekildi

Eylemlerin 3. durağı Gebze'ydi. Gebze merkezde yürüyüş yapıldı. Yol kapatılarak yapılan yürüyüşün ardından, araçlara binilerek Gebze Hapishanesi’ne gidildi. Gebze Hapishanesi önünde yapılan açıklamada kadın tutsakların yaşadığı sorunlar anlatıldı. Eylem boyunca “Hasta mahpuslar serbest bırakılsın” , “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganları atıldı. Hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle Ankara'ya yapılan yürüyüşün İstanbul ayağında İHD İstanbul Şubesi üyeleri ve tutsak yakınları, yürüyüş güzergahında bulunan Kandıra F Tipi Hapishanesi Kampüsü önünde basın açıklaması düzenledi. "Hasta Mahpuslar Serbest Bırakılsın" yazılı ve KandıraHapishanesi'nde bulunan hasta tutukluların resimleri ve isimlerinin olduğu pankartının açıldığı basın açıklamasına, hapishane yakınlarının görüşüne gelen tutsak yakınları da destek verdi. "Hasta tutsaklar serbest bırakılsın" , "ATK elini mahpuslardan çek" sloganlarının atıldığı eylemde, basın açıklamasını İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu adına Sevim Kalman yaptı. Ankara'dan önce son durak Bolu'ydu. Hasta tutsakların serbest bırakılması için Ankara'ya yürüyen İHD İstanbul Şubesi üyelerinin yürüyüş güzergahında bulunan Bolu Hapishanesi önünde yapmak istediği yürüyüş polis engeline takıldı. Bolu Hapishanesi önüne doğru yürüyüşe geçen ve önlerine polis barikatı

çekilerek engellenen İHD üyeleri ise, polis barikatı önünde basın açıklaması yaptı. "Hasta Mahpuslar Serbest Bırakılsın" pankartının açıldığı ve hasta tutukluların resimlerinin taşındığı açıklamada,"Yaşasın devrimci dayanışma" , "Hasta tutsaklar serbest bırakılsın" sloganları atıldı.

‘Hasta tutsaklar serbest bırakılsın’ Mersin: İnsan Hakları Derneği (İHD) Mersin Şubesi, genel merkezlerinin ülke genelinde hasta tutsakların bırakılması talebiyle başlatmış olduğu eylem ve etkinlikler programı çerçevesinde Mersin E Tipi Hapishanesi önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamada "Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın" pankartını taşıyan kitle, "Tutsaklar onurumuzdur" , "Baskılar bizi yıldıramaz" sloganları attı. İHD adına konuşan Hasan Gülbahar, Türkiye genelinde hasta tutsakların serbest bırakılması için tüm bölgelerde İHD şubelerinin gerçekleştireceği, hapishaneler önündeki açıklama, Adalet Bakanlığına yürüyüş, Mecliste Grubu bulunan partilerle görüşmeler yapmak kararı doğrultusunda bir araya geldiklerini söyledi. İzmir: İnsan Hakları Derneği ve Tutuklu Aileleri Yardımlaşma Dayanışma Derneği İzmir Şubeleri, hasta tutsakların durumuna dikkat çekmek için Kırıklar F Tipi Hapishanesi önünde basın açıklaması düzenledi. Grup adına basın açıklamasını yapan İHD İzmir Şube Sekreteri Caner Canlı, hasta tutsakların gözden çıkarıldı-


1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

ğına dikkat çekerek, tüm hapishanelerin insan öğüten birer kurum haline getirilmeye çalışıldığını belirtti. İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi, İzmir Şakran 3 Nolu T Tipi Hapishanesi’nde yaşanan hak gasplarına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Düzenlenen basın toplantısında, tutsakların havalandırma haklarının kısıtlandığı ve keyfi uygulamalara maruz kaldığı belirtildi. Bu uygulamaların tutsakları açlık grevine girmeyi zorladığının belirtildiği basın açıklamasında, kamuoyuna duyarlılık çağrısı yapılarak içeride dışarıda tutsaklarla dayanışmayı yükseltme çağrısı yapıldı.

Tutsak aileleri polis barikatlarıyla engellenmek istendi Ankara: Hasta tutsakların serbest bırakılması için İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu tarafından başlatılan yürüyüş kapsamında ülkenin birçok yerinden Ankara'ya gelen aileler, Yüksel Caddesi’nde bir araya gelerek, Meclisin Dikmen Kapısı’na yürüyüş düzenledi. Yüksel Caddesi'nden Meclis'e yürümek isteyen ailelerin önü Karanfil Sokak'ta çevik kuvvet polisleri tarafından kesildi. Buna tepki gösteren aileler ve insan hakları savunucuları ıslık ve sloganlarla polisin tavrını protesto etti. Yapılan görüşmelerden sonra polis barikatı aşılarak yürüyüşe başlandı. Yürüyüşte, hapishanelerdehastalıklardan dolayı yaşamını yitiren tutsakların isimleri ile büyük siyah "Ji girtiyê nexweş re azadî" yazılı pankart taşındı. Meclis'in önüne gelen ailelere HDP milletvekilleri Selma Irmak, İbrahim Binici, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan ile KESK Genel Başkanı Lami Özgen de destek verdi. Meclis önünde açıklama yapan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Türkiye hapishanelerinde tecride dayalı koşulların tutuklu ve hükümlülerin ruh ve beden bütünlüklerini tehdit ettiğini belirtti. Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından yeniden rapor düzenlenmesinin sorunlara yol açacağını söyleyen Türkdoğan, 14 hasta tutsağın ATK'den rapor beklerken yaşamını yitirdiğini söyledi. Açıklamadan ardından toplanan yaklaşık 60 bin imza ise oluşturulan iki heyetle biri Meclis Başkanlığı'na diğeri ise Adalet Bakanlığı'na teslim edildi. Hasta tutsakların aileleri Meclis önünde

05

oturma eylemi yapmasının ardından dağıldı.

Hasta tutsağa yiyemediği yemekten dolayı soruşturma açıldı Mardin Hapishanesi’nde kalan müebbet hükümlüsü çölyak hastası tutsak Nesimi Kalkan hakkında hastalığı nedeniyle yiyemediği karavana yemeği nedeniyle soruşturma açıldı. Bilindiği gibi ülkemizde bir kısmı ölüm sınırında olmakla birlikte yüzlerce hasta tutsak devlet tarafından bilinçli bir şekilde tahliye edilmeyerek tedavileri engelleniyor ve bu şekilde katledilmek isteniyor. Bunlardan biri de 18 yaşında tutuklanan ve 22 yıldır tutsak olan Mardin Hapishanesi’nde kalan çölyak hastası müebbet hükümlüsü Nesimi Kalkan. Kalkan hakkında hapishane yönetimi tarafından hastalığı nedeniyle yiyemediği karavana yemeğini almadığı için soruşturma başlatıldı. Doktorların kendisine karavana yemeğini yasakladığı Kalkan hastalığı nedeniyle diyet yemek dışında yemek yiyemiyor. Üstelik hapishane yönetimi daha önce de Kalkan’dan hastalığı nedeniyle yediği diyet yemeklerin ücretini talep etmiş.

ATK 'bakımı yapılırsa hapishanede kalabilir' raporu veriyor Kalkan’ın kızı Beritan Kalkan bu duruma babasının durumunu ve yaşadıklarını şöyle aktardı: “Babam hastalığı nedeniyle cezaevinde kalamayacak durumda olmasına karşın, Adli Tıp Kurumu (ATK) raporlarıyla cezaevinde tutuluyor. Bu işkence yetmezmiş gibi yiyemediği yemekleri almıyor diye hakkında soruşturma açılıyor.” Babasının çölyak hastalığı dışında reflü, faranjit, nörolojik denge bozukluğu ve Hepatit-B hastalıkları da bulunduğunu kaydeden Beritan Kalkan,daha önce üç kez ATK’ya başvurduklarını ancak iki kez ‘hapishanede kalabilir’ raporu verildiğini ve 2012’deki üçüncü başvuruda ise “bakımı yapılırsa hapishanede kalabilir” şeklinde rapor verildiğini açıkladı. Beritan Kalkan babasının ayrıca, ATK her götürülüşünde mesai boyuca bekletildiğini ve mesai biterken doktor kontrolüne alındığını ve doktor kontrolünde ya ‘mesai bitti’ denilerek muayene yapılmadığını ya da basit ve yüzeysel bir muayeneden geçirilerek ‘hapishanede kalabilir’ raporu verildiğini kaydetti.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

DEMOKRASİNİN AVANTAJLARI ANTİDEMOKRATİK AYMAZLIĞA HASREDİLEMEZ!

B

izle mücadele etmek isteyen hiç kuşkusuz ki edebilir. Bu, bizlerin onayına tabi değil, bilakis mücadele edecek olanın bağımsız tavrıdır, fikri ve tutumudur. İdeolojik mücadele dostlar arasında kullanılan geçerli mücadele yöntemlerindendir. İdeolojik mücadele kimsenin birbirine onay vermesiyle yürütülecek bir lütuf değildir. Gelişmenin dinamiklerinden olan ideolojik mücadele veyahut eleştiri/öz-eleştiri metotları asla yadırganacak, ötelenecek ve tepkiyle karşılanacak sorunlar değildir. İdeolojik mücadele ile eleştiri/öz-eleştiri hem gerekli, hem yararlı ve hem de bağımsız düşüncenin engellenmez ve engellenemez eylemleridir. En önemlisi de, bunlar, demokrasinin varlığı-yokluğu, demokrasinin niteliği ve kavrayışı gibi meselelerle doğrudan alakalı özelliklerdir. Eleştiri/özeleştirinin bir parti veya toplumsal herhangi bir mekanizmada yokluğu ya da varlığı o mekanizma ve Parti hakkında elimize iyi bir değerlendirme verisi sunar. İdeolojik mücadelenin, dolayısıyla da iki çizgi mücadelesinin, daha da basit biçimiyle doğru ile yanlış arasında mücadelenin olmadığı yerde demokrasinin sorunlu olduğu açıkken, gelişme ve ilerleme dinamiğininde son derece zayıf olduğunun saptanmasında bir sorun olmaz. Evet, demokrasi anlayışımız ve ideolojikpolitik felsefi kavrayışımız bizlere karşı mücadele etmek isteyenlere hiçbir tepki duymadan mücadele etmelerini demokratik bir hak olarak telakki etmeyi emretmektedir. (Tekrar altını çizelim ki mücadele ifadesinden ideolojik mücadeleyi kastediyoruz. Elbette siyasi mücadele yürütecek olan düşmanlarımıza da açıktan meydan okuyarak bu mücadeleyi kabul etmenin ötesinde öncelikle bizler yürütüyoruz. Dolayısıyla bunda da bir sorun yoktur. Siyasi mücadele yürüten düşmanlarımız dışında, dost cepheden gelen örgütsel mücadeleler vardır ki, bunlar da son derece sorunlu ve sığ fikrin tezahürü olmakla birlikte, suratımıza savrulan yumruğa karşı kendimizi müdafaa etmekten geri durmayacağımız için bu yanlışta ısrar edenlere de eleştiriden öteye söyleyecek sözümüz yoktur. Her halükarda bizlerle mücadele etmek isteyenler elbette edebilir, bu bizlerin iznine tabi değildir, muhatapların bağımsız iradesi ve tavrıdır. Düşmanla aramızdaki mücadeleyi ayırdıktan sonra, dost güçler arasında da dostluk adabını taşmayan tüm dostlar arasında verilebilecek her mücadeleye karşı hoşgörümüz kesindir. Bizlere karşı mücadele edenlere demokratik anlayışımız ve demokrasi kültürümüze uygun olarak hak tanımalı, bu mücadeleyi tepki ve öfkeyle karşılamamalıyız. Bizleri eleştirmek ve hatta bizlere dönük değerlendirmelerde olumsuzlama anlamında ideolojik-politik tanımlamalar yapmak ve bunları yaparken

bizleri öyle ya da böyle incitmek vb vs, bizlere katılmayan veya görüşlerimizi benimsemeyip bizle ideolojik mücadele yürüten herkesin hakkı ve doğal davranışıdır. Bizlere karşı ideolojik mücadele edenleri veya görüşlerimize katılmayıp bizi eleştirenlerin bu yaklaşımları asla tepkiyle karşılanmamalıdır. Dediğimiz gibi bu onların demokratik hakkıdır ve öte yandan bizlerin demokratik anlayışımız gereği hoşgörüyle karşılayacağımız bir tutumdur. Bizlere yönelik eleştiri ve ideolojik mücadelede, muhataplarımıza has gördüğümüz hak ve bu anlamda demokrasi anlayışımıza uygun ve muhataplarımızın hakkına saygılı yaklaşımımızın ürünü olarak onlara irademizle tanıdığımız mücadele kapsamı, doğru, sorumlu ve dostluk değerlerini iğdiş etmeyen mecrada yürütülmek durumundadır. Bunlara karşı hoşgörülü olup, bu zeminde bizlere karşı yürütülen mücadeleye saygı gösteririz. Ne var ki, bu sorumluluk sahasından taşan, dostluk hukukunu zedeleyen, devrimci gelecek için somut hedef ve iddiası olmayan ve sınıf mücadelesi karşısındaki pozisyonu itibarıyla dürüst olmayan, kendileri dahil olmak üzere genel olarak devrimcilere zarar veren pratiklere girmeleri halinde, bu mücadele ve tavra zerrece saygı göstermeyeceğimiz de bilinmek durumundadır. Evet demokrasi ama demokrasinin bencil duygular temelinde soysuzlaştırılması mı, buna kesinlikle hayır! Her şeyde bir kural, bir adap ve ilke vardır. Mücadelenin de ahlakı vardır. Mücadelede dürüst olmak durumundadır. Düşmanlık bile mertçe olmalıdır sözü anlamlıdır, eğiticidir. Düşmanın bile mert olanı yeğ olduğuna göre; dostun mert olması, arkadan hançer kullanmayı bilmemesi ve bilmeyecek kadar saf olması, proletaryanın davasına karşı büyük bir titizlikle zarar vermekten sakınması, komünist veya devrimci partiyi karalama ve ona karşı mücadeleyi esas alan pozisyondan sıyrılması, devrimin zorlukları karşısındaki falso eğilimi taşıyanlara zemin hazırlamaktan kaçınması, parti veya örgütün örgütsel ilkelerini koruyup kollamayı devrimci ödev olarak addetmesi, devrimci bir partiyi gözden düşürme, teşhir etme aymazlığından uzak durması, devrimci çalışma ve faaliyetleri boşa düşürmekten özenle kaçınması vb vs özelliklere sahip olması gerekir. Belirsiz yönelim, duygusal reaksiyon ve karamsar ruh haliyle zarar vermekten bir milim ileriye geçilemez. Demokrasinin yükümlülükleri vardır ve bunları üstleniyoruz. Mücadelenin de yükümlülükleri var; bunları da üstleniyoruz. Ama demokrasiyi sahiplenen veya ondan yararlanan herkesin de demokrasinin yükümlülüklerine uyması gerekmektedir. Mücadele yükümlülüklerine herkesin de uyması gerek. Sadece bizlerin uyması yetmez. Muhataplarımıza demokratik davrandığımız kadar muhataplarımız da dürüst ve anti-demokratik tüm hukuksuzluklardan sakınmalıdır.


06

güncel haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

AKP’den yolsuzlukların üstünü örtme hamlesi Yolsuzluklara adı karışan AKP'li Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar hakkında hazırlanan fezlekelerin Meclis gündemine gelmesi AKP'yi oldukça rahatsız etti. AKP bir yandan bu rahatsızlığını gizleyemezken, öte yandan fezlekeleri oldu bittiye getirmek için sürekli gündemi değiştirerek yolsuzluklarını örtme çabasını Mecliste de devam ettirdi AKP ve Gülen Cemaati arasında gelişen çelişki gün yüzüne çıkınca her iki taraf da birbirlerinin pisliklerini ortaya saçmaya başladı. Cemaat daha çok AKP'lilerin yaptığı yolsuzluklar üzerinden AKP'ye vurmaya çalışırken, AKP ise cemaatin yaptığı 'yasa dışı' dinlemeler ve fişlemeler üzerinden Cemaate yöneldi. Tabii ki Cemaatin ardında İsrail benzeri dış güçlerin olduğunu söylemeyi de eksik bırakmadı. 17 Aralık operasyonuyla ifşa edilen yolsuzluklar karşısında bir şaşkınlık içine giren AKP, ortaya çıkanların üstünü de örtmeyi başaramayınca 4 bakanını istifa ettirdi. Ama sonra karşı atağa geçerek, bunun bir sivil darbe olduğu şeklinde bir kanaat oluşturma çabası içine girdi. Böylelikle gündemin rotasını değiştirerek dikkatleri başka yöne çekme ve hırsızlığını örtme çabası içine girdi. AKP'nin bu amacının hayata geçirilmesinde AKP’yi destekleyen medyanın oldukça büyük katkıları oldu. Medya öyle bir algı yarattı ki en yalın soru olan “ortada bir yolsuzluk yoktuysa bakanlar neden görevden alındı?” sorusunu bile sorulmayacak hale getirdi. AKP benzer taktiği mecliste de uyguladı. Yolsuzluklara adı karışan AKP'li Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar hakkında hazırlanan fezlekelerin Meclis gündemine gelmesi AKP'yi oldukça rahatsız

etti. AKP bir yandan bu rahatsızlığını gizleyemezken, öte yandan fezlekeleri oldu bittiye getirmek ve sürekli gündemi değiştirerek yolsuzluklarını örtme çabasını mecliste de devam ettirdi.

Yolsuzlukları araştırma komisyonu başka bahara kaldı Bilindiği gibi AKP, 30 Mart seçimlerinden önce muhalefete karşı soruşturma önergesi hamlesi yaparak 4 eski bakanla ilgili verdiği önergeyi, seçimlerden sonra 5 Mayıs’ta TBMM Genel Kurulu’nda kabul ederek komisyon kurdu. Ancak aradan 1.5 ay geçmesine karşın AKP yönetimi, komisyon üyelerini TBMM Başkanlığı’na bildirmedi. Bu süreçte muhalefetin bildirdiği isimlere de itiraz etti. AKP kendi kurduğu araştırma komisyonuna üye vermeyerek mecliste yolsuzlukların üstünü örtmeye ve zamana yayarak yolsuzlukları unutturmaya çalışıyor. Konuya ilişkin gazeteciler Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a AKP’nin neden üye bildirmediği hakkında soru sorar. Arınç bu soruya şu yanıtı verir: “Eğer bir hafta içinde isim bildirilmezse o zaman bir kasıttan söz edilebilir, o zaman sorumlu AK Parti Grubu olur” demişti. Daha sonra yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı akabinde bir gazetecinin“Üzerinden iki hafta geçti ama bildiğimiz kadarıyla bir isim bildirilmedi. Hâlâ aynı düşüncede misiniz, AK Parti’nin isim bildirmemesini nasıl değerlendirirsiniz?” sorusuna kaçamak bir yanıt vererek şunları söyler: “Söylediğim sözleri dün gibi hatırlıyorum, bana bunu hatırlatmanıza da gerek yok. Böyle bir durumda ne yapılması gerektiğini muhalefet partileri çok iyi bilirler, sizler de gazeteci olarak yazarsınız, kamuoyu duyarlılığını her gün göz önüne getirirsiniz. Benim kendi grubumla ilgili olarak bundan fazla söyleyebileceğim ne olabilir. Mademki bildirilmemiştir, onlara soracaksınız. Ben artık devrede değilim”demişti. Tüm bu olanlar AKP'nin hem yolsuzlukları unutturmak için hem de Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bu tür tartışmaların kendi aleyhlerine olacağını hesapladığından çeşitlli taktiklerle bu durumdan kurtulmak istiyor.

Velev ki mezhepçiyiz Devrimciler ve komünistler açısından dini bir topluluk olan Alevilerle ilişkilenme genelde sıkıntılı olmuştur. Materyalist dünya görüşüne sahip devrim cephesi, Alevi halkının inançlarından kaynaklı uğradığı inkar ve asimilasyon politikalarına çözüm olmak yerine, kâh materyalizm propagandası yapmış, kâh mücadele için insan kaynağı gözüyle bakmıştır Türkiye-Kuzey Kürdistan'daki başlıca örgütlü güçleri kaba bir şekilde sıralayacak olursak; Kürtler, Sosyalistler, İslamcılar, Ulusalcılar ve Aleviler anabaşlığı yeterli gelecektir. Son 12 yıllık süreç İslamcıların devlet erkini ele geçirme ve kendi çıkarıları doğrultusunda yeniden restore etmesi olarak özetlenebilir. İslamcıların hakim olma serüveni 12 yıldan çok daha eskiye dayanır.1950'lerde ABD'nin SSCB'ye karşı ”Yeşil Kuşak” yaratma projesi dengelerin İslamcıların lehine değişmesine başlangıç alınabilir. Sonrasında ülke genelinde gelişen sol-sosyalist uyanışı ezmede, ulusalcı-Kemalist-cuntacı kliğin politikası sola saldırırken, siyasal İslamın önünü açmak, İslamcı bir taban yaratmada zorunlu din dersi, imam-hatiplerin yaygınlaştırılması,mahalle aralarına kadar giren Kur'an kursları vb ile sürdü. Bugün AKP iktida-

rıyla cisimleşen siyasal İslam bu mirasın varisidir. Saltanat özentisi bu zevatın ilk işi çokça öykündükleri Osmanlı gibi kardeşlerini katletmek yani sağ partileri tasfiye etmek oldu. Erbakan, Erkan Mumcu, Ağar, Cem Uzan, Yazıcıoğlu, Numan Kurtulmuş vb pek çok safi gürbüz kimler tarafından tasfiye edildi ya da satın alındı?

Kürt ulusuna yönelik saldırılarda PKK’ye bakıp tavır belirlemek hatadır Burjuva siyasetin sağ aktörlerinin sahne dışı bırakılması sonrasında, Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargahve KCK saldırılarıyla Kürt ve ulusalcı kesimler tasfiyerehin alma cenderesine hapsedildi. AKP kendi tabanını kontrol etmede temel hareket tarzı ötekileştirdiği bir düşman yaratmak ve bu düşmana karşı birlik olunmazsa toptan mahvolacakları algı yönetimi pompalamaktadır. Yaratılan düşmanlık ortamında Ulusalcılar ve Cemaat faşist gerici karakteri nedeniyle biz devrimcilerin lehte konumlanış-taraf olma perspektifi dışındadır. Kürtler ve Aleviler içinse ezilen pozisyonlarıyla alakalı olan demokratik, ilerici duruşları gereği doğrudan taraf olmamız zorunlu bir görevdir. Kürtlerin halihazırda güçlü bir örgütlü yapıları vardır. Bu yönüyle faşist gerici rejimin pek çok saldırısını boşa çıkarma yetisine sahiptir. Bu durum tabii ki Kürt ulusunu imha, inkar ve asimilasyon saldırılarında yalnız bırakmayı getirmemelidir. Lice'deyaşanan son olaylarda direnişçiler, Türkiye Devrimci hareketi dışında BDP / KCK tarafından da büyük oranda yanlız


1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

07

YÖNELİM OYUN KURUCULAR VE ÖZGÜR KÜRDİSTAN

M

bırakılmıştır. Bu durum faşist rejimin halka ateş açmasını cesaretlendirmiştir. Kürt ulusuna yönelik saldırılarda PKK'ye bakarak tavır belirlemek ciddi bir hatadır.Bizim doğru ve yanlış kriterimiz MLM bakış açımızdır.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkını en başta komünistler savunmalıdır Kürt Ulusal Hareketi’nin iç politikaları gereği sessiz kaldığı ve sineye çektiği saldırılarda, hareketimiz gücü oranında tavır belirleme refleks gösterme zorunluluğunu kazanmalıdır. Ulusların tam hak eşitliği ve kendi kaderini tayin hakkını tavizsiz her platformda, en yüksek savunması gereken komünistlerdir. Zora dayalı devrim iddiasında olan Türkiyeli devrimci hareketlerden HalkCephesi bu konuda sosyal şovenbir hat izlerken, ESP ve Partizan ise büyük oranda kuyrukçuluğa düşmüştür. Kürt ulusuyla doğru ilişkilenme sadece ilkeli devrimci bir çizgiyle olanaklıdır.Gerisi sağdan sola savrulmalardan öte bir yere çıkmaz.

Sınıf siyaseti diğer etnik toplulukları gördüğü oranda gelişir Devrimciler ve komünistler açısından dini bir topluluk olan Alevilerle ilişkilenme genelde sıkıntılı olmuştur.Materyalist dünya görüşüne sahip devrim cephesi, Alevi halkının inançlarından kaynaklı inkar ve asimilasyon sıkıntılarına çözüm olmak yerine kâh materyalizm propagandası yapmış, kâh mücadele için insan kaynağı gözüyle bakmış-

tır. 1 ay içinde iki cemevine silahlı saldırı yapılması ve bir kişinin ölmesi dahi normal karşılanmıştır.Alevi halkının kendini tanımlamada (İslam içi-dışı ),ortak hareket etmede, geleceğine ilişkin bir rota çizmede kafası oldukça karışıktır. Bu durum öz örgütlülükleri içerisinde devrimci bir özne yaratılamamış olmasıyla da doğrudan ilgilidir. Egemen sınıflar krizlerini aşma ve gündemi değiştirmede bu mazlum ve savunmasız toplumu katletmeyi huy edinmiştir. 12 Eylül öncesi Maraş, Çorum, 90'lar yükselen gerilla mücadelesi veKürt ulusal mücadelesi ile Sivas ve Gazi Katliamları doğrudan bağlantılıdır. "Mezhepçiliğe" düşmemek adına politika geliştirmemek devrimci özne misyonunu askıya almaktır. Zorunlu din derslerinin sonlandırılması, diyanetin kapatılması ve cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi kadar meşru ve demokratik talepler ortada dururken, bu bayrağı en yüksekte sallaması gereken komünistlerin kaygılı ruh hâli kabul edilemez. Alevilere yönelik şiddet eylemlerine devrimci şiddetle karşı durmak , bu toplumun devrim cephesiyle ilişkisini tahmin edilemez oranda arttırır. Sınıf siyaseti, diğer ulus ve etnik toplulukları gördüğü oranda gelişir, güçlenir.Ortadoğu coğrafyasında IŞİD gibi barbar çeteler sırf etnik kökenden dolayı katleder veTC’de bu durum onay-taraftar bulurken, Alevi halkın silkinmesi yeni rotada siyaset yapması zorunludur. Bu rota komünistlerle kesişsin diyorsak, zaman kaybetmeden somut adımlar atmalıyız.

≫ kazım cihan

ezopotamya’nın kökleri çok eskilere dayanan yerleşik kadim toplumlarından olan Kürtler, Sümerlerden bugüne, zulmünişgallerin hedefi oldu. Asur-Pers-İskenderTürk-Arap saldırılarına karşı onları seven ve dost olan dağlardı.. Dağlar “modern” bir tasfiye seferberliğiyle karşı karşıya… Hem de Malazgirt-Mercidabık-Çaldıran-Lozan tecrübelerine karşın. Oralardaki ‘ittifak’ların, daha doğrusu hile ve kazıkların güncelleştirilmesini isteyen çizgilerin, mutabakat stratejilerinin en fazla tek sonucu olacaktır… Bazı sivriliklerini törpüleyerek, ilhakçı egemenliğin güncel üretimi!... 16.Yüzyıl’da Osmanlı-İran sonra yani 20. Yüzyıl’da İngiliz-Fransa’nın Skey-Picos Antlaşması’yla yapılandırılan Ortadoğu çerçevesinde, parçalanmış- paylaşılmış- ilhak edilmiş ve bu temelde, Türk- Fars- Arap egemenlerinin kontrolüne verilmiş statüko, fiilen çökmüşken! ABD’nin, BOP projesi yenilmişken! Irak- Suriye fiilen bölünmüşken, Kuzey Kürdistan serhildanlarla T.C. egemenliğini dize getirmişken! Artık durum, yani Kürtler ve Kürdistan’ın paylaşılması, “tarihi haksızlıklar” kategorisinde protesto edilip lanetlenerek geçiştirilecek bir şekilde ele alınamaz… Çöken 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası, İngiliz-Fransız-Ortadoğu düzeni,yırtılan fiilen hükümsüz hale gelmiş Lozan gerçekliğinde, Rojava-Güney-Kuzey Kürdistan, Kürt ulusunun dirilişi ve istemlerinde, TürkArap-Fars egemenlerinin sürdürülemez statükosunda, bağımsız-Birleşik-Demokratik-Sosyalist Kürdistan, programatik somut bir eylem yönelimidir… MKP 3. Kongresi, egemenlerin sunduğu 6 ya da başka türlü ilhakı sürdüren çerçeve yasalarının değil, stratejik planın bu olması gerektiğine dikkat çekti… Kimlik- bireysel hak- kültürel bazı taleplerle sınırlandırmanın ötesinde, paylaşılmış-parçalanmış bir Kürt milli meselesi ve Kürdistan sorunu var. Egemenlerin sürdürülemez statükolarına çekilerek “Kürt sever” (!) makyajlarına biat edip, eğilemeyiz. Fıtratımızda bu yok! Devrim; “İslam kardeşliği” , “Ortak vatan” , “Demokratik ulus” vitrinli tasfiye planına, bütün demokratik Kürt taleplerini desteklese de itirazdır! İlhakçı egemenlik sisteminin her biçimine, tüm uluslar için tam hak eşitliği, hiçbir ulus-din ve dile imtiyaza, “resmiyet” örtüsüne hayır diyen, köklü bir meydan okuyuştur. Dün, Güney Kürdistan gelişmelerini, kabul edilemez “Aşiret reisliği”, Rojava atılımını yine kabul edilemez “Güvenlik riski”, Kuzey Kürdistan’ı “Törer tehdidi” olarak karşılayanlar, şimdi elleri mahkum, ıslah etme planına gelmiştir… İŞID, El Nusra hamilerinin, T.C’nin, stratejik yalnızlık kabusunu atlatmarına yardım etmek, ezilenlerin işi olamaz. Kürt egemenler, feodal otonom ayrıcalıklarla, genel egemenlerle antlaşma siyasetine yatkındır.. Komünistlerin bağımsız ideolojik-siyasi-çözüm programı bayrağını kaldırmaları, acil bir sorumluluktur!. Emperyalist stratejist teorisyenler bile, Newyork Times Gazetesi’nde, Ortadoğu’da “5 ülkeden 14 devlet çıkabilir” , “Eski

sınıflar dayanamaz” derken, hangi reel durumu-reel politik adına, yapay stotüko sınırları içinde düşünülebilinir ki? Kürdistan’ın bağımsızlığına “Yeni İsrail” diyen Perinçek’lere karşın, ABD emperyalistleri Oratadoğu turlarında, “Toprak bütünlüğü, mutabakat hükümeti” konseptleriyle devrededir… Ki bunlar, güçler dengesine göre, değişebilir de. Kısaca durum şudur.. “Bağımsız-Birleşik-Demokratik-Sosyalist Kürdistan” olmayacak bir kehanet değildir.. Tarihin objektif gerçeklerinin gerçekleştirilebilir hükmüdür.. Bu hükme karşın, evet gerçekleşmesinde olmazsa-olmaz bir önderlik boşluğu vardır.. Bu durum, objektif gerçekliğin sunduğu fırsatları, bu temelde stratejik bir çizgiyle başaramasak bile, sorumluluk üstlenmeyi yadsımayı gerektirmez!.. Sorun şimdi de şudur… Toprağa pire mi-ejderha mı ekeceksin.. Objektif şok dalgalar Ortadoğu harita mühendislerinin “yıkılmaz eserlerini”(!) paçavraya çevirmişken, saatleri dönemlerin verili, tarihsel koşullarına göre duran çelişkiyi-değişimi anlamayan, doktorinci, dinci değişmezler, objektif koşullar zemininde elbette ki yükselmesi gereken, tarihe yön verecek sentezlere ulaşamaz. Kürdistan’ın tarihi haykırışı nettir. Özgürlük!.. Türk egemenlerinin daha önceki “çözüm planları”nın oyalama-tasfiye etme mahiyeti son derece açıktı. Kalekollarıyla topyekün savaş hazırlıkları, Gezi-Lice Katliamlarında deşifre olmadı mı? Ulusal-inanç-sınıf-cins baskılarını “yeni” “İslam milleti” söylemleriyle meşrulaştırılıp, tekçi kooperativist faşizmi güncelleştirmeye, ümmeti de biata çağırdı. Hızını alamadı, IŞİD-El Nusra gibi Cihadistan mobilize birliklerini her yönüyle donatarak bölgesel Sünni hegemonya seferberliğine girdi. Köprüler, anıtlar, 2071 stratejisi planlarıyla zorba fetihçi ecdatlarını, kindar ve dindar nesiller projelerinde yoğunlaşarak hatırlattı. Yenilen bu Neo-Osmanlıcı plan, şimdi yeniden gözden geçirilerek Kemalistlerle ittifak yörüngesinde güncelleştirilmeye tabi tutuldu. İsrail’in güvenliği, bölgenin kontrolünde, Afganistan-Irak’taki tecrübelerden (yenilgilerden) sonra, ABD’nin şimdiki stratejisi, kaos planıdır. Ezilen ulusların ayrı devlet kurma hakkı, “tarihi-tarihsiz, medeni-barbar, ileri-geri, yetenekli-yeteneksiz” gibi sömürücü egemenler paradigmasının ayrımlarına tabi tutularak ihlal edilemez. Elbette sorun nüfus oranı da olamaz. Nüfusları on binlerle ifade edilen Lichtenstein-Monako-Malta için hak da, Kürtler için neden değil? Toprak bütünlüğü hükmü yürümediğinde; SSCB’de 17, Yugoslavya’da 7 devletin ortaya çıkmasında geçersiz de, Kürdistan için niye değil? Ne adına olursa olsun, ezilen ulus ve azınlıkları, zoraki devlet sınırları içinde tutmaya-ilhaklara kesinlikle karşıyız. Evet biz eşit-özgür, kendi-kendini yöneten bölge ve yaygın özerk yönetimlerin büyük gönüllü birlikteliklerinden yanayız. Komünizm bir yerel alan tapusu değildir. Bu hedefe ulaşmak, sömürücü baskının her türünü göğüslemeyi gerektirir.


08

emek haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

Şişecam grevi ‘milli güvenliğe tehdit’miş Kristal-İş Sendikası, Şişecam işvereniyle sürdürdüğü toplu sözleşme görüşmelerinde uzlaşma sağlanamaması üzerine grev kararı aldı Şişecam işvereni ile yetkili Kristal-İş Sendikası arasında süren ve Şişecam’a bağlı 10 işyeri ile 5800 cam işçisini kapsayan 24. dönem toplu sözleşme görüşmelerinde uzlaşma sağlanamadı. Kristal-İş Sendikası, uzlaşma sağlanamaması üzerine grev kararı aldı. Karar Paşabahçe Cam Sanayi A.Ş’nin Kırklareli, Mersin ve Eskişehir fabrikaları, Anadolu Cam Sanayi A.Ş’nin Mersin fabrikası, Trakya Cam Sanayi A.Ş’nin Trakya Düz Cam, Trakya Otocam ve Mersin fabrikaları ile Anadolu Cam Yenişehir Sanayi A.Ş., Trakya Cam Yenişehir Sanayi A.Ş. ve Cam Elyaf Sanayi A.Ş. işyerlerinde uygulandı.

‘Milli güvenliği tehdit’ ettiği gerekçesiyle yasaklandı Grevin uygulanmasıyla atağa geçen AKP işçilerinin grevini ‘milli güvenlik’ tehdidi saydı. Şişecam'a bağlı iş yerlerinde Kristal-İş Sendikası'nın uyguladığı grev, genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden Bakanlar Kurulu kararıyla 60 gün ertelendi. Resmi Gazete'deki kararda şu ifadelere yer verildi: "Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları Anonim Şirketine bağlı işyerlerinde Kristal-İş Sendikası tarafından uygulanmakta olan grevin, genel sağlığı ve millî güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden 60 gün süreyle ertelenmesi; 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Kanunun 63 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 25/6/2014 tarihinde kararlaştırılmıştır." Yapılan grevin nasıl olup da milli güvenliği ya da genel sağlığı bozduğu konusunda şaşıran işçiler, “Pencere ve otomobil camı, çay ve su bardağı ile meşrubat şişesi üreten fabrikalarda uygulanan grevin milli güvenlik ve genel sağlığı bozucu olduğunu iddia etmek akılla, mantıkla, hukukla ve bilimle bağdaşmaz. AKP hükümetinin bu kararının temel nedeninin başta Şişecam olmak üzere sermaye gruplarından gelen talepler olduğunu ve “genel sağlık ve milli güvenlik” gerekçesinin sadece bahane olduğu biliyoruz.” ifadelerini kullandı.

Eski maaşla çalışmaya devam Karara tepki gösteren Şişecam işçileri; 60 gün boyunca bir şey yapamayacaklarını, aldıkları eski maaşla işe devam edeceklerini söyledi. Gün içinde iş başı yapmak zorunda olduklarını belirten işçiler, “Artık elimiz bağlı. İşveren sırtını devlete bağlamış. Yapacak bir şeyimiz yok. Yılbaşından beri düşük ücretle çalışıyorduk. 60 gün daha bu şekilde, yani

eski maaşla devam edeceğiz. Hepimiz mağduruz. İki ay sonra ne olacağı da belli değil. Her şey işverenin lehine. İstediği gibi hareket edecek. Moralimiz bozuk. Moral bozukluğuyla mecburi iş başı yapacağız.” dedi.

İş güvenliğimiz yok eşit maaş olsun Özellikle fabrikada iş güvenliğinin olmadığına dikkat çeken işçiler, 600 derece sıcaklıkta camı şekillendirdiklerini ve hastalandıklarında dahi primlerinden kesildiği için çalışmaya devam ettiklerini belirtti. Fabrikada en büyük sorunlardan bir tanesini de ücretler arasındaki uçurum oluşturuyor. Aynı işi yapan işçiler, çok düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Ayda ortalama 225 saat çalışan işçilerin saat başı aldıkları ücret 5 tl., eline geçen maaşın bin lira olduğunu ifade eden bir işçi, ev geçindirmenin imkansızlaştığını söylüyor. Şişecam’ın dünya piyasasında dördüncü olduğu düşünüldüğünde, işçilerin üzerindeki sömürü apaçık ortaya çıkmaktadır. Kendi internet sitesinde yapıcı olduğunu iddia eden Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A. Ş. acaba neyin hesabı üzerinden yapıcıdır.

Bir emek düşmanlığı da SÜTAŞ’tan 1 Mayıs'ta işçi hakları bildirisi yayımlayıp "Emeğe ve çalışan haklarına saygı demokrasi kültürünün vazgeçilmezidir" diye açıklama yapan TÜSİAD'ın Başkanı Muharrem Yılmaz'ın patronu olduğu SÜTAŞ fabrikasında tezek skandalı patladı. Çalışanların e-devlet şifrelerini alıp sendikaya başvuranları belirleyen fabrika yönetimi, işçileri teker teker işten atmaya başladı. Son olarak 15 çalışan daha işten atılınca Tek Gıda-İş Sendikası fabrikada grev kararı aldı. Bu sü-

reçte Bursa-Karacabey ve Aksaray'daki SÜTAŞ fabrikalarındaki 56 çalışanın işe iadesi için 40 gündür fabrika önünde eylem yapan işçileri yıldırmak için ilginç bir taktiğe başvuruldu. İşçileri gözdağı olsun diye tezek döküldü İlk günlerde fabrika önünde oturan işçilerin görülmemesi için tesisin etrafını tırlarla kapatan yönetim, işçileri dağıtamayınca eylem alanına 13 ton sıvılaştırılmış tezek döktü. Eylemdeki işçilerin kokuya dayanamayıp alanı terk etmesini bekleyen yönetim, fabrika kokuya gelen sineklerle dolunca döktüğü pisliği temizleyip, civar köyleri de ilaçlamak zorunda kaldı. Fabrika yönetimin işçileri yıldırmak için elinden geleni yaptığını belirten Tek Gıda-İş Sendikası Bursa Bölge Örgütlenme Sorumlusu Suat Karlıkaya, "Önceleri eylemimiz duyulmasın diye TIR'larla etrafımızı sardılar. Trafik polislerini aradık, gelmediler. Sonra da pislik döktüler. Burası bir gıda fabrikası hayvan pisliği dökülmesi büyük hata" dedi.

Bu ilk değil İlk tezek vakası Sütaş’ta yaşanmadı. Patronların bu ilginç girişimi, 2008 yılında çalıştığı DESA fabrikasından atılarak tek başına günlerce fabrika önünde direnen Emine Arslan’ın (solda) başına da geldi. Arslan’ın, Düzce Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan DESA fabrikası önünde işten atıldığı için grev yaptığı yere “hayvan pisliği” dökülmüştü. Bir diğer tezek dökme olayı ise işçiler tarafından gerçekleştirildi. Bu bir protesto eylemiydi. Amerika merkezli kargo devi UPS’in Türkiye’deki aktarma merkezleri ve şubelerinde sendikal örgütlenme yapan işçiler, 2010 yılında işten atılma tehlikesine karşı İstanbul, İzmir ve Balıkesir’de direniş başlatmıştı. İşçiler, Türk-İş’e bağlı Türkiye Motorlu

Taşıt İşçileri Sendikası (TÜMTİS)’nda örgütleniyordu. TÜMTİS’in üyesi olduğu uluslararası üst örgüt; Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu, Türkiye’deki işçilere destek için eylem kararı aldı. UPS işçileriyle dayanışma amacıyla gerçekleştirilen eylemlerden biri de Hollanda’daki UPS Genel Müdürlüğü önüne bir kamyon gübre dökülmesiydi. UPS yönetimi bu şekilde protesto edildi.

E-devlet şifresini vermeyen kovuluyor Sütaş işçisinin talebi sendikalı, toplu iş sözleşmeli bir çalışma hayatı. Buna ulaşmak için Sütaş bünyesindeki 850 sendikalı sayısının 1000'e ulaşması gerekiyor. Sütaş yönetimi sendikalı sayısının artmaması için işçilere baskı yapmaya başladı. Sütaş’ın Aksaray ve Karacabey fabrikalarında idari personel de dâhil toplam 2 bin 500 kişi çalışıyor. E-devlet sistemine geçilmesinin ardından Sütaş’ın her iki fabrikasında toplam 850 işçi sendikaya üye oldu. Suat Karlıkaya, Sütaş’ın bu durum karşısındaki tutumunu ise şöyle anlattı: “İnsan Kaynakları Bölümü, işçileri e-devlet şifreleriyle odasına çağırıyor. Sonra da sendikadan istifa ettiriyor. İstifa etmeyenleri işten atıyor.”

İşten atılan Sütaş işçileri konuştu Yönetimin işten attığı çalışanlardan Recep Bulut, sendikal hakkını kullandığı için ekmeğinden olduğunu söyledi. Bulut, "e-devlet şifremi istediler. Vermeyince mazeretsiz işten çıkardılar. Dışarıda bulunduğumuz alana tonlarca hayvan pisliği döktüler. Kokudan duramaz olduk." dedi. İşten çıkarılan bir diğer çalışan Cumhur Şentürk de tek amacının sendikal haklarını kullanarak çalışmak olduğunu söyledi.


emek haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

09

Şişecam işçileri yasağı protesto etti Şişecam’da greve başlamalarının 8. Gününde Bakanlar Kurulu’nun kararıyla grevi yasaklanan Cam işçileri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde yaptığı eylemle kararı protesto etti Şişecam'a ait 10 fabrikada 5 bin 800 işçinin başlattığı grev, 8. gününde Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararla yasaklanmıştı. Bakanlar Kurulu, "Genel sağlığı bozduğu ve milli güvenliği tehdit ettiği" iddiasıyla grevi 60 gün süreyle "ertelediğini" duyurmuştu. Çok sayıda şehirden gelerek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde bir araya gelen Kristal-İş Sendikası üyeleri, Bakanlar Kurulu’nun grevi yasaklama kararını protesto etti.

‘Grev haktır engellenemez’ Çalışma Bakanlığı önünde bir araya gelen işçiler, "Grev Haktır Engellenemez" pankartını açtı. İşçi ailelerinin de katıldığı eylemde açıklama yapan Kristal-İş Sendikası Genel Başkan Bilal Çetintaş, şu ifadeleri kullandı: "Grevi yasaklama kararı, hükümetin işçi hakları karşısında ne kadar keyfi, hukuk tanımaz ve hasmane tutum içinde olduğunun açık kanıtıdır. Hükümetin demokrasiye, işçi haklarına, sendikal hak ve özgürlüklere zerre kadar saygısı yoktur. Mazlumun, mağdurun değil, paranın ve sermayenin yanındadır. AKP hükümeti, 5 bin 800 cam işçisini, ailelerini, çocuklarını, onların geleceğini değil Şişecam'ın çıkarlarını düşünerek hareket etmiştir." ‘AKP hükümeti hukuksuz uygulamalarına devam ediyor’ Grevin yasağının kaldırılması için

Danıştay’a başvurduklarını hatırlatan Çetinbaş son olarak şunları söyledi: "AKP hükümetinin bu hukuksuz, keyfi ve grev düşmanı kararını sendikanın anahtarını Çalışma Bakanlığı'na teslim ederek protesto edeceğiz. Madem sendikanın temel işlevi olan grevi yasaklıyorlar, buyursunlar sen-

dikayı da onlar yönetsinler."

Grevdeki Şişecam işçisi için destek eylemi Şişecam grevini desteklemek için Taksim’de bir araya gelen Sendikal Güç Birliği Platformu üyesi yaklaşık 150 kişilik grup, Tepebaşı’ndaki gruba ait bir satış mağazasının önüne kadar slogan

atarak yürüdü. Taksim-Fransa Konsolosluğu önünde saat 14.00’de "Şişe-Cam Grevini Destekliyoruz" yazılı pankart açan Sendikal Güç Birliği Platformu üyeleri, "Şişe-Cam işçiye hesap verecek", "İşgal, grev, direniş", "Kahrolsun ücretli kölelik düzeni" sloganlarını attı.

Binlerce maden işçisi alanlara çıktı Eskişehir ve Bursa başta olmak üzere birçok ilden maden işçileri katıldı. Üçyüzevler Meydanı’nda toplanan binlerce maden işçisi, "İş Cinayetleri Önlensin Özelleştirmeye Taşeronlaştırmaya Hayır" , "Taşerona Hayır" ,"Kömür Bitti" pankartıyla önce Beşyol’da bulunan Madenci Heykeli’ne ardından da mitingin yapılacağı Cengiz Topel Meydanı’na yürüdü. Binlerce işçi “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” , “Susma haykır taşerona hayır” , “Her yer Soma her yer direniş” , “Maden işçileri burada katiller nerede” sloganlarını haykırdı.

Haklarımızı alana dek mücadelemiz sürecek

Türkiye Maden İşçileri Sendikası (Madenİş)’nın çağrısıyla bir araya gelen binlerce maden işçisi “İş cinayetlerine özelleştirmeye talana ve soyguna hayır” şiarıyla alanları doldurdu Her geçen gün sömürünün dozu giderek artarken, işçi katliamları da hız kesmeden devam ediyor. İşçilerin emekleri üzerinden palazlanan patronlar, açılan tazminat davasında istenen miktara, “Felaketi özlenir hale getirecek kadar çok” diyecek kadar pervazsızlaşarak katliamı meşrulaştırırken, insana ne kadar değer verdiklerini göstermiş oldu. Katliamdan birinci derece sorumlu olan Soma Holding sorumluları halkın tepkisini çekmemek için göstermelik de olsa yargılanıyor gözükse de esasında iktida-

rın getirdiği yasalar tarafından korunuyor. Soma’da maden işçileri başta olmak üzere binlerce işçi, işçi katliamlarına, güvencesiz çalışmaya, sendikal ve grev haklarının gasp edilmesine karşı miting alanında bir araya geldi. Demokratik taleplerini haykıran işçiler, polis ablukası altında psikolojik baskı altına alınmaya çalışıldı. Baskılara karşı yılmayan işçiler alanlarda sesini duyurdu.

Polis maden işçilerini fişledi Türkiye Maden İşçileri Sendikası (Maden-İş), 301 maden işçisinin katledildiği Soma’da “İş cinayetlerine ,özelleştirmeye ,talana ve soyguna hayır” şiarıyla miting düzenledi. Patronlar tarafından öne sürülen güvencesiz çalışma koşullarına karşı ve gasp edilen haklarını sahip çıkmak için mitinge gelen işçilerin otobüsleri kent girişinde polis tarafından durduruldu. Polis otobüsteki işçileri kameraya çekerek baskı kurmaya çalıştı. Mitinge Yatağan, Elbistan,

Yürüyüş güzergahında bulunan Ege Linyit İşletmeleri (ELİ) Müessese Müdürlüğü’ne gelen işçiler, sloganlarla ELİ Müessese Müdürü Hakkı Duran’ın istifasını istedi. İşçiler patronlarla işbirliği yapan Türk-İş yönetimine, “Katil Sendika” , “Türk-İş dışarı” sloganlarını atarak sendikayı protesto etti. Yürüyüşün ardından binlerce işçi, katliamda hayatını kaybeden madencilerin isimlerinin yer aldığı baretlerle miting alanına girdi. Miting alanında toplanan işçiler, Soma Katliamı’nda hayatını kaybeden işçilerin anısına 1 dakikalık saygı duruşunda bulundu. Mitingde Maden-İş Ege Bölgesi 1 Nolu Şube Başkanı Ali Gökmen, ülkenin birçok yerinden gelen işçilerin özelleştirmeye ve işçi katliamlarına karşı bir araya geldiklerini, hükümetin özelleştirme politikasının 300’den fazla maden işçisinin katledilmesine neden olduğunu belirterek şunları söyledi: “Bu taleplerimiz yerine getirilinceye kadar mücadele edeceğiz, haykıracağız, gerekirse Ankara’ya yürüyeceğiz.” Miting, Yatağan işçilerinin Türk-İş’e genel grev çağrısı yapmasıyla sona erdi.


10

güncel haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

Hasta tutsaklara özgürlük mücadelesi Hapishanelerde gözardı edilmemesi gereken en önemli nokta, ölümcül derecede hasta tutsakların yaşatılmasının mücadelesini vermektir Türkiye-Kuzey Kürdistan hapishaneleri kelimenin gerçek manasıyla birer zindandır. Elbette zindan olmanın ötesinde de işlev görmektedir. Tutsakların fiziksel ölümüne koşut olarak ideolojik-siyasi-kültürel ölümleri sistematik olarak ve sistemli stratejik planlama saldırılarıyla sinsi bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Dahası insan olmanın doğal davranışı olan düşünme, sorgulama, sosyal yaşam gereksinimleri ve insan olma özelliğinin tartışmaya kapalı temel hakları sıfır töloransla şeriatın raflarına kaldırılmış-kaldırılmaktadır. Birer devlet politikası olarak sistemli süreğenlikle yürürlüğe sokulan ve tutsakların teslim alınmasına yönelik gerçekleştirilen toplu fiziksel katliamlar, işkenceler, psikolojik baskı-işkence ve kişiliğin erozyona uğratılarak canlı ölüye çevirme saldırıları dünden bugüne uygulanmaktadır. Siyasi kimliğin yok edilip, yabancılaşma ve kimliksizleştirmeyle teslimiyet biçiminde siyasi ölümün dayatılması aktüel olarak devrede olan temel devlet politikasıdır. Tutsakların ateşli silahlar, gaz ve bombaları eşliğinde, demir çubuk ve özel sopalarla kafaları-beyinleri parçalanması için son derece vahşi ve barbar katliamlar en yakın tarihimize kadar dayanır. Ki, daha inceltilmiş sinsi katliam ya da öldürmeler hala hapishanelerin başlıca sorunu olarak devam etmektedir. Devam etmenin ötesinde F Tipleri süreciyle bu sinsi biçime ağırlık verilerek hapishaneler birer zindan ve kıyım evlerine dönüştürülmüştür. F Tiplerine geçiş süreci ise adeta bir darbeydi. Saldırı odağı çok net ve ‘‘bilinçli‘‘ olarak belirlenip, yoğunlaşma anlamında daraltılırken, bu saldırıyla tüm topluma korku salındı ve ‘‘post modern‘‘ olarak tabir edilen bir darbe süreci yaşandı. O tarihten sonra hapishaneler sorunları daha da ciddileşip ağırlaşarak devam etti. Bugün birçok hasta tutsak ölümcül hastalığın pençesine teslim edilerek ölüme mahkum edilmektedir. MKP dava tutsaklarından ve önemli kalp yetmezliği Abdullah Kalay ve tek başına ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmayan Kamil Turanlıoğlu bu hasta tutsaklardan sadece ikisidir.

Saldırıların yoğunluğu ve faşist devlet gerçekliği Yukarıda özetle tarif etmeye çalıştığımız hapishaneler gerçeğinin bu denli vahşi olması, hakim sınıflar ve dolayısıyla devletin faşist karakterde olmasının doğrudan sonucudur. Faşist devlet ve hakim sınıfların hapishanelere veya tutsaklara yönelik bu insanlık dışı saldırısı iki zeminde anlam kazanır. Birincisi, özgür tutsakların esaret şartlarında olup bir bakıma “savunmasız” olmaları ya da sınırlı savunma imkanlarına sahip olarak düşmanın elinde tutsak-esir durumda olmalarıdır. İkincisi ise, hapishane

veya tutsakların komünist ve devrimci güçlerin en diri, militan ve dinamik tabakasından oluşup, belli düzeyde rollerini oynama gerçeklikleridir. Kısacası, faşist devlet ve hakim sınıflar demokratik devrimci ve komünist güçlere karşı yürüttüğü mücadelede tutsaklara “elinin altındaki” saldırı hedefi olarak görmekte ve faşist karakterinin yanı sıra intikamcı duygularla tutsakları işkence ve katliamlardan geçirmekten sakınmamaktadır. Bilakis sıklıkla başvurup, devletin gücünü ispatlamaya çalışmaktadır. Aynı biçimde tutsaklara yönelik saldırılarla topluma, toplumsal dinamik ve muhalefete de mesaj vererek yarattığı korku ikliminde yönetme imtiyazı ve kolaylığını sağlamaktadır. Hapishanelerde uygulanan işkence, vahşet ve devlet terörünün dayandığı önemli bir husus da budur. Altı kesinlikle çizilmesi gerekir ki, devletin hapishanelere ve tutsaklara yönelik saldırılarının en temel amacı demokratik devrimci ve komünist devrimci alternatif mücadeleyi bastırmak, toplumsal mücadele ve muhalefeti sindirmektir.

F Tipi hapishaneler ve devrimci tutsaklar F Tipi hapishaneleri “fiziki koşulları veya mimari yapısıyla Avrupa standartlarına uygundur” yanılsamasıyla birer işkence ve ölüm merkezleri olarak meşrulaştırılmak istenmektedir. Bu zindanlarda uygulanan tecrit-tredman politikaları emperyalist politikalar olmakla da buraların Avrupa standartlarına uygun olduğu rapor edilmektedir. Ancak gerçek farklıdır. Avrupa emperyalistleri sömürge / yarı-sömürge bağımlı ülkeleri sömürüp talan ederek elde ettikleri astronomik karlarla kendi ülkelerinde ekonomik-demokratik şartlarını bu ülkelere göre kat be kat daha ileride tutmakta, kendi ülke halklarına belli düzeyde kırıntılar vermektedir. Dahası uyguladıkları burjuva demokrasisi ve insan hakları normları yine bu bağımlı geri ülkelerden çok daha ileri düzeydedir. Bura devletleri ve yönetimleri nispeten yasalarla yönetilmekte ve keyfi yönetim ve uygulamalar sınırlı olmaktadır. Buna karşın bizim gibi ülkelerde devlet ve yönetim biçimi burjuva demokrasisinin tersine faşist karakter taşımaktadır. Dahası devlet geleneği ve yönetim biçimi esas ola-

rak illegal ve yasa dışı örgütlenmeye dayanmaktadır. Her türden yasa dışı faaliyet, katliam, işkence ve insanlık dışı uygulamalar, yasal ve yasa dışı zeminde yürütülmektedir. Yasalar onu yapanları bağlamamakta, yasalarını çiğneyerek terör ve faşist şiddete başvurmakta, katliamlar ve işkenceler gerçekleştirilmektedir. Kısacası Avrupa şartlarında hapishane katliamlarından bahsedilmezken,‘TC‘ devletinde hapishane katliamları ve işkenceler meşhurdur. İşte F Tiplerinin Avrupa standartlarına mimari olarak da olsa uygun olduğunu savunarak bu zindanlara onay veren uluslararası kurum ya da emperyalist güçler, bu farklılığı bilerek gözardı edip çarpıtmaktadır. Demokrasisi ya da devlet ve yönetim biçiminde aynı standartlara sahip olmayan devlet veya ülkelerin hapishane standartları da aynı olamaz-olması düşünülemez. Avrupa hapishanelerini ölçü alarak TürkiyeKuzey Kürdistan coğrafyası hapishanelerini olumlayanlar, gerçekleri saklamaktan başka bir şey yapmamaktadır. Hapishanelerde gözardı edilmemesi gereken acil bir durum, ölümcül derecede hasta tutsakların yaşatılması sorunudur. Adı geçen tutsaklar öldürülmekle karşı karşıya, bizler öldürülmek istenen tutsakları yaşatma sorunuyla… Elbette bütün demokratik mücadele yöntem ve araçları sonuna kadar kullanılmalı ama daha da önemli fedakar bir mücadele ortaya koyulmalıdır. Yani çok çalışmakla birlikte, bedel ödemeyi göze alarak hasta tutsakları gündeme oturtarak sonuç almak için ne gerekiyorsa onu yapmak gerekiyor. Açıkçası demokratik eylemden militan devrimci eyleme kadar her türden meşru eylem biçimi kullanılmalı ve tüm olanaklar zorlanarak seferber edilmelidir. Zira geçen her dakika tedavinin yapılmayıp geciktirilmesi veya malum koşulların hastalığı ilerleterek tutsağı ölümün eşiğine getirmesi anlamına gelmektedir. Kaybedilen en kısa vakit diliminin manası ölümcül risk altındaki hasta tutsakların yaşatılmasının olanaksızlaştırılması demektir. Ki, bunun örnekleri daha önce yaşandı! Ölme anında tahliye edilen tutsaklar oldu ve tahliye olup dışarı çıktıklarında birkaç gün içinde şehit düştü. Bu tecrübeler çabamızı daha fazlalaştırmayı ve gerektiğinde daha ileri eylem biçimlerini

kullanmaya götürmektedir.

Sözde olan duyarlılık halinin esas hali! Hayvan haklarından doğa sorunlarına ve daha bir yığın demokratik hak-hukuk-adalet mücadelesi verilmektedir. Demokrasi tartışması liberal aydınların, demokratlar ve aydınların azıcık esneklik göstermediği kadar sağlam savundukları bir tartışma durumundadır. Akla gelmeyen sorunlara ilişkin duyarlılıklar gösterilmekte ve aslında bu durum sevindirici ve olumlu bir tablo ortaya koymaktadır. Ancak bu kesimlerin tüm bu duyarlılıklarına karşın hapishanelerde ölüme terk edilen veya bilinçli olarak öldürülen tutsaklara-tutsakların durumuna karşı aynı hassasiyete sahip olmayıp büyük bir kayıtsızlık gösterilmektedir. Ünvanı farklı aydın, aydın niteliğinde yazar, sanatçı, gazeteci, sinemacı, tiyatrocu ve siyasetçi vb vs kesimlerden tutsakların öldürülmesi ya da ölmesine ilişkin olması gereken duyarlılık maalesef yok. Demokratik haklar mücadelesinde görece etkin oldukları halde, yaşatma mücadelesinde son derece zayıf kalmaktadır. Abdullah Kalay uzun yıllardır hapishane yatmaktadır. İçerde rahatsızlıkları büyüyerek yaşam riskini aşmış durumdadır. Diğer rahatsızlıklarının yanı sıra, kalbi yüzde yetmiş (%70) çalışmamaktadır. Yetkili tıbbi kurum ve hekimlerin bu yönlü raporlarına ve adı geçen tutsağın gerçek durumuna karşın, Abdullah Kalay tahliye edilmemektedir. Abdullah Kalay‘ın hapishanede ölmesi durumunda bunun sorumlusu kim olacaktır? Adı geçen tutsağın her türlü sorunundan ve tutsakla ilgili her türlü gelişmeden onu hapseden veya hapiste tutanlar sorumludur. Bu açıdan sorumlular açık ve bellidir! Hasta tutsaklara yönelik mücadele geliştirilerek büyütülmeli, ilgili tüm kesimlere ulaşılarak demokratik tepki yelpazesi genişletilmelidir. İnsanın ölümü karşısında kayıtsız olanların değil aydın-ilerici-demokrat-devrimci olması, insani değerler açısından bile durumu tartışmalıdır. Başta Abdullah Kalay olmak üzere, tek başına yaşamını sürdürecek durumda olmayan Kamil Turanlıoğlu ve adını sayamayacağımız tüm hasta tutsaklar derhal serbest bırakılmalıdır.


kadın haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

11

Erdoğan Viyana’da protesto edildi

Başbakan Erdoğan, Avusturya Demokratik Haklar Federasyonu (ADHF)’nun da bileşenleri arasında olduğu Avusturya Güç Birliği’nin organize ettiği kitlesel yürüyüşle protesto edildi

Tecavüzcü polis olunca Yakut Bağraç adlı bir polis, imam nikâhıyla evlendiği Ş.N.B. isimli bir çocuğa silah zoruyla aylarca tecavüz etmesine karşın hakkında hala dava açılmadı Ülkemizde kadına yönelik cinsel saldırılar, şiddet ve katliamlar çok kapsamlı olmasının yanı sıra, özellikle çocuklara yönelik cinsel saldırılar ve tecavüzler de oldukça yaygındır. Üstelik bu tecavüzler “imam nikahı” gibi kılıflar altında kolaylıkla perdelenebiliyor. Bilinir ki bu cinsel saldırıları ve tecavüzleri gerçekleştiren polisler, askerler ve bilimum devlet memurları ise haklarında ya hiç dava açılmıyor ya da göstermelik olarak açılsa dahi tecavüzcüler değil adeta mağdurlar ‘yargılanarak’ çeşitli ceza indirimleriyle davalar hasır altı ediliyor. İşte böylesi bir cinsel saldırı ve tecavüz olaylarından biri daha yaşandı. Yakut Bağraç adlı bir polis 14 yaşındaki Ş.N.B. isimli bir çocukla imam nikahıyla evlenerek aylarca silah zoruyla tecavüz etti. Eren Keskin’in avukatlığını üstlendiği Ş.N.B., Boğraç hakkında suç duyurusunda bulunurken, Ş.N.B. hakkında ruh sağlığının bozulduğuna ilişkin Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin verdiği raporu olmasına karşın Yüksekova Cumhuriyet Savcılığı tarafından 6 ay boyunca herhangi bir dava açılmadı. Ş.N.B. ve annesinin ifadelerine göre yaşananlar şöyle gelişti: 14 yaşındaki Ş.N.B Mayıs

2013 tarihinde 30 yaşındaki trafik polisi Yakup Bağraç’la tanıştı. Annesinin itirazlarına karşın görüşmeye başlayan Ş.N.B ve Bağraç bir süre sonra evlenmeye karar verdi. Bunun üzerine Bağraç’ın amiriyle görüşen anne kızının yaşının küçük olduğunu belirterek Boğraç hakkında soruşturma başlatılmasını istedi. Ancak amir elinde çok sayıda soruşturma bulunduğunu ifade ederek ret cevabı verdi.

Kafasına silah dayayarak tecavüz etti Annesinin bütün itirazlarına karşın evlilik kararı alan Ş.N.B ve Bağraç bir süre sonra imam nikahıyla evlendi. Evlendiği sırada Ş.N.B’nin yaşı dolup resmi nikah kıyılana kadar cinsel ilişkiye girmeyeceğini söyleyen Bağraç, nikahın ertesi günü Ş.N.B’ye silah zoruyla tecavüz etti. Daha sonra da silah zoruyla defalarca tecavüze devam eden Bağraç’ın, en sonunda Ş.N.B. ‘yi ölümle tehdit etmesi üzerine annesiyle birlikte Tekirdağ’a kaçtı. Anne kız daha sonra da evleri basılarak Bağraç tarafından silahla tehdit edildi. Anne kız yeniden Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine yedi saat boyunca ifadesi alınan Bağraç silahına el konulmasının ardından serbest bırakıldı. Ancak Bağraç hakkında adli kontrol kararı sadece birkaç ay sürdü ve Bağraç’a silahı teslim edilerek işine geri dönmesi sağlandı. Ş.N.B yaşadıklarının ardından şunları söyledi: “Tek istediğim bana aylarca tecavüz eden bu canavarın cezalandırılması. Adalet istiyorum. Benim hayatımı altüst etti. Ben bu kadar hızlı büyümek istemiyordum.”

ÖNCÜ KADIN

Avusturya’yı ziyaret eden Başbakan Erdoğan, başta göçmen örgütleri olmak üzere birçok kurumun katılımıyla düzenlenen kitlesel protesto yürüyüşü ve mitingle karşılandı. Başbakan Erdoğan’ın konuşmasını yapacağı salona çok yakın bir yere kadar yürüyen kitle, bu alanda bir araya gelerek protesto eylemine devam etti. Sahnedeki program sırasında, katılımcı kurumların temsilcileri konuşmalar yaptı. Eylem müzik dinletisiyle devam etti. Ardından “Faşizme karşı omuz omuza” , “Katil Erdoğan” , “Her yer Taksim her yer direniş” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” , “Yaşaşın halkların kardeşliği” sloganlarını coşkulu bir şekilde atan kitle, AKP iktidarı ile Başbakan Erdoğan’a öfkesini gösterdi.

AKP'li sivil faşistlerden provokasyon AKP'nin yönlendirdiği sivil faşistler, ara sokaklardan gelerek dağılan kitleye yönelik provokasyon düzenledi. Kitlenin bir bölümü otobüslere bulunduğu yere giderken, aralarında ADHF, ATİGF, FEYKOM gibi kurumların da yer aldığı kitleye, AKP'li faşistler saldırdı. Kitlenin karşılık vermesinin ardından çatışma başlarken, AKP’li faşistler geri püskürtüldü. Avusturya polisinin sert saldırısı sonucu gerek AKP'nin yönlendirdiği sivil faşistlerden, gerekse de devrimci demokratik kurumlardan yaralananlar oldu. Avusturya polisi yaşanan arbede sırasında aralarında bir ADHF aktivistinin de bulunduğu 4 kişiyi darp ederek gözaltına aldı. Gözaltıları protesto eden kitle, kısa süren bir oturma eylemi gerçekleştirdi. Kitle temsilcileri polisle görüşme yaparak gözaltındaki aktivistlerin durumuna dair bilgiler aldı. Ardından otobüslere binilerek alandan uzaklaşıldı.

≫ rojda demir

SOSYALİZMİN RENGİ KADININ KIRMIZI FULARI

G

ezi ve Soma işçi katliamıyla başlayan sürecin yarattığı dalga her kesimde farklı algılandı ve farklı yankısını buldu. Kapitalist sistem toplumu farklılıklara bölerek ‘’ötekiler’’yarattı. Yine zenginlerle yoksullar arasında açılan uçurum, devlet kasalarını kendileri için doldurup boşaltılması, yasanın ve hukukun sermaye sahiplerine göre düzenlendiği gerçeği artık gözden kaçmıyor. İktidar partisine tepkiyle protestoya katılan her kesimden kitleye devletin uyguladığı şiddet, kitledeki öfkeyi daha da büyüttü. Oysa bileşenin çoğunluğu sisteme değil düzen partisine isyan ediyordu. Yani radikal herhangi bir talepleri yoktu ya da pratik eyleme sahip değildi. Bunun içerisinde toplumun ‘ötekileri’ olanlar farklılıklarıyla dikkat çekti. Kadınların çocuklarıyla eylemde olması, kadınlıklarının ya da anneliklerinin burjuva medya tarafından gündemleştirilmesi, sistemin kadının yerini belirlemesidir. İsyan etmesi meşru olmayan, bilgiden

ve birikimden uzak durması gereken mesleki eğitim dışındaki bilgiyi boşa zaman kaybı olarak gösteren dolayısıyla politikadan da uzak durması gereken, mağaza gezen nesne halini alma anlayışıdır. Devlete ‘isyan’ edenleri terbiye etme merkezi olan hapishaneleri ziyaret edenlerin sayısı giderek çoğalıyor. Basit bir protesto gösterisinden ya da herhangi bir eylemde tutuklananlara kapitalizmin çıkarlarını uygulayan devletin adaleti ve hukukuyla tanışan herkes, kendisine biçilen haksız ‘cezalara’ daha bilinçli tepki verir ya da öfkesini keskinleştirir. Panzere taş atan çocukları hapishaneye tıkan ardından ‘ terörist’ yaftasını yapıştıran adaletin sonucudur ‘çocuk’ gerillalar ya da bir protesto eylemine katıldığı için beş yıl ‘ceza’ alan, ‘adaletin’ yarattığı sonuçtur kırmızı fularlı genç kadın. Kapitalist sistemin mağduru olan kadın adaleti nerde arayacak? Düzen içi adalet arayışı çözüm olsaydı tip tip hapishanelere ihtiyaç da olmazdı. Özgürlüğüne kavuşan Deniz, ‘birey olarak

kadının özgürlüğü nedir ve bu özgürlüğü nerede aramalıdır?” sorusuna toplumsal mücadelede değiştirici rol oynayıp, kendi geleceğinin öznesi olmaya aday olduğunu ilan ederek cevap verdi. Ancak kapitalist sisteme karşı sınıfların ve cinsler arası hiyerarşinin, kadın erkek çelişkisinin ortadan kalktığı bir toplum projesi, kadının özgürlüğünü garanti altına alır.. Kadının birey olarak tercihlerinde mahalle baskısının ortadan kalktığı ve ekonomik sosyal yapının engelinin olmadığı bir toplumda özgürlükten bahsedebiliriz. En bariz zengin ile yoksul çelişkisini, ezen ile ezilenin çelişkisini fark eden yani kapitalist sistemi algılamaya başlayan kadının yaşamı nitelikli bir dönüşüme uğrar. Kendi ideallerinin mümkün olduğunu ve bu düzenin değişmesi için sistemi reddedip radikal bir noktada duruş sergilemesi ve onu özgürlüğe götürecek gerçeğin sistemi parçalamak olduğunu bilir ve tercihini de ona göre yapar. İşte günlerdir burjuva medyada konu olan ‘kırmızı fularlı kız’ın hikayesi de budur.


1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

Kongre kararlarını kavr Maoist hareketimiz, Ermeni, Dersim vd soykırımlara, Kürt vd. katliamlara karşı çıktı. Jön- Türkçü, İttihatçı ve Kemalist cumhuriyetçi mirası, kökleriyle reddetti. Maoist hareketimiz, Pir Sultanların, Şeyh Bedrettinlerin, Babailerin, ezilen Kürt ulusunun isyanlarının vd. lerinin ilerici, demokratik ve devrimci mirasına sahip çıkmaktadır 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı’nın 21.Yıl dönümündeyiz. Bu anlamıyla Aleviler başta olmak üzere ezilen inançlara yönelik MKP 3. Kongre kararlarını ve ulaştığımız seviyeyi açıklamayı, sürecin önemi açısından da gerekli görüyoruz. Aynı şekilde güncelde dünyadaki azınlık milliyetler ve özellikle faşist ‘TC’ devleti başbakanı Erdoğan’ın ‘Ali’siz Alevilik’ argümanıyla tartışmaların daha da yoğunlaşması, Irak ve Suriye’de Şii ve Sünni Araplar arası mezhep farklılıkları ve çelişkileri de dahil olmak üzere, genel olarak azınlık milliyetler ve ezilen inançlara ilişkin yaklaşımımızın ortaya konması açısından da önemli bir zemin sunmaktadır. MKP 3. Kongresi, daha önce Maoist hareketimiz tarafından yapılan teorik tespitlerin doğruluğunu bir kez daha ilan ederek şunun vurgusunu ısrarla yapar: Türk hakim sınıflarının Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki TürkSünni İslam sentezli faşist niteliği diğer ulus, azınlıklar ve inanç gruplarına baskı uygulamaktadır. Ermeniler, Araplar, Süryaniler, Lazlar, Ezidiler, Rumlar, Çerkezler vd. azınlıkların yanı sıra, Aleviler başta olmak üzere diğer inanç gruplarına uygulanan baskı, şiddet ve katliam devletin egemen niteliği durumundadır. Söz konusu azınlıklar ve inanç gruplarına dair siyasal bir perspektifimiz bulunmaktadır. Bu siyasal perspektifimizin güncelleştirilerek örgütsel çalışmalarımızda özgünlüğünün ele alınarak politik- pratik bir tavrın hayata geçirilmesini 3. Kongre karar altına almıştır. Ezilen çeşitli milliyetlere ilişkin sosyalist çözüm yönelimimiz “yerinde kendi kendini

yönetme“ perspektifidir. Bu perspektif ışığında Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasındaki azınlık milliyetlerin demokratik taleplerini karşılayabilecek alt ve özgün programların oluşturulması ve bu alanlarda bu programların siyaset olarak örgütlenmesi yöneliminin oturtulması üzerine belirlemede bulunmuştur. Bu bağlamda genel olarak özel yayınların çıkarılması, yayınların çok dilli hale getirilmesi gerektiğini belirten MKP 3. Kongresi, ezilen milliyetten azınlıkların sorunlarında “kendi kendini yönetme“ perspektifinin bu kitlelerin yaşam alanlarında politik örgütlenmelerde dikkat edilecek ana husus olarak işlenmesi gerektiğini ve tüm partinin bölgesel özerklik ve kendi kendini yönetme perspektifinin teorik olarak kavrayışa çıkarılması ve pratikte işlerlik kazanılmasına özel bir önem verilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamıştır.

TC’de fiili iktisadi ve kültürel eşitsizlik Yine Maoist Partinin 3. Kongresi, Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyasında yaşayan ulus ve azınlıkların tespit edilerek, bunların durumlarının açığa çıkarılması için bilimsel kaynaklar ve çalışmalarla TürkiyeKuzey Kürdistan’daki ezilen inançlar, farklı milliyet ve ulusların tespit edilmesini Parti Merkez Komitesi‘nin önüne görev olarak koymuştur. Ortaya çıkan gerçeklik karşısında genel anlayışımız çerçevesinde hareket edilerek bu milliyetlere ve inançlara ilişkin de somut yönelimlerin ve politikaların oluşturulmasını karar altına almıştır. Türk- İslam (Sünni) merkezli faşist uygulamalar karşısında ezilen inançlar sorununda MKP’nin somut politikaları bulunmaktadır. Bu bağlamda MKP 3. Kongresi, ezilen inançların Sünni baskılanması altında tutularak uğradığı faşizan baskılara karşı inançlara eşitlik ve vicdan özgürlüğü ilkesinden hareket etmektedir. Maoist hareket inanç sorununu kişisel tercih ve inanış olarak yasaklamazken, ideolojik olarak dine karşı mücadeleyi asla ertelemez. Ezilen inançların taleplerine sessiz kalınmaması ve sosyalizm koşullarında inançlar sorununa ilişkin yaklaşımı-

mızın devrim mücadelesi süreci içerisinde uygulanmaya çalışılması gerektiği, faşist Türk- İslam (Sünni) sentezi üzerine yükselen devlet gerçekliğine maruz kalan kitlelerin, faşist diktatörlüğe karşı örgütlenmesi gerekliliğini özenle belirterek, pratik politikada etkin tavır oluşturulması gerektiğinin altını önemle vurgular. Yine dünyanın mevcut siyasal ve ekonomik koşullarının sonucu olarak kitlesel göç hareketlerindeki süreklilik, düne oranla gelişmiş durumdadır. Mülteci pozisyonuna düşen yığınların siyasal hakları tanınmalı, bulundukları yerlerde bu şartlar oluşturulmalı, eğitim, sağlık, konut hakları, çalışma ve örgütlenme hakları sağlanarak hiçbir statüleri olmayan sığınmacılar olarak

yaşamalarına devam etmeleri durumuna son verilmelidir. Maoist Partinin 3. Kongresi, GeziHaziran Ayaklanması sürecinde ortaya çıkan halk kitlelerinin birliği zemininden daha güçlü öğrenilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Farklılıkların, kitlelerin birliğinin önemli bir halkasını teşkil ettiğini, sosyalist demokrasi tutumundan önemli nüvelerin Gezi- Haziran Ayaklanması pratiğinde ortaya çıktığı belirlemesinde bulunmuştur. Buna göre karar alma yöntemleri, forumlar ve oluşturulan kolektif yaşamın pozitif örgütlenmeleri olarak doğru incelenmesini, ayaklanmaya katılan kitlelerin önemli bir kısmının yaşam tarzı ve anlayışının ötelenmesinin sonucu olarak ayaklanma pratiğine


perspektif

rayalım, kavratalım!(10)

katıldığı tespitlerinden hareketle, ezilen inançlar ve ezilen azınlıklar ve ulus özgülünde “bölgesel özerlik ve yerel kendi kendini yönetim“ çözümünün sosyalist demokrasinin güçlü bir karakteri olduğunu, bunun için kitlelerin bu perspektif ışığında öz örgütlenmelerini oluşturmalarına özel önem atfeder. Burjuva aydınlanmacı felsefe ve tarih anlayışının yükünden kurtulamayan komünist hareketin tarihindeki gidişatında azınlıklar ve ezilen inançlara yaklaşımda da çeşitli problemler görmekteyiz. Batıcı ve Avrupa merkezci 2. Enternasyonal konseptinin sömürgeci kapitalist medeniyeti ve kapitalist ulus devleti devrimcilik diye değerlendiren yükü, coğrafyamızda

muazzam bir sistem göstermiştir. Kemalist cumhuriyet ve ordusu, bir devrimci dinamik olarak ele alınmış ve onların Kürt, Alevi, Ermeni, Rum, Süryani ve diğer ezilenlere yönelik katliamları ve tekçi ulus- devlet yaratma operasyonları desteklenmiştir. Ermeni, Dersim gibi soykırımlar ‘feodalizme karşı bir uygarlık’ ve ‘hızla demokratikleşme’, ‘gericiliğe karşı savaş’ girişimleri ve eylemi olarak değerlendirilmiştir.

Kemalist cumhuriyetçi mirasa karşı Kaypakkaya 24 Nisan 1972’de Türkiye- Kuzey Kürdistan’ da kuruluşu ilan edilen MKP’nin ideolojik, siyasi ve örgütsel önceli TKP(ML), tüm bu hatalara karşı keskin bir kopuşu ifade etmek-

tedir. Maoist hareketimiz, Ermeni, Dersim vd soykırımlara, Kürt vd. katliamlara karşı çıktı. Jön-Türkçü, İttihatçı ve Kemalist cumhuriyetçi mirası, kökleriyle reddetti. Maoist hareketimiz, Pir Sultanların, Şeyh Bedrettinlerin, Babailerin, ezilen Kürt ulusunun isyanlarının vd.lerinin ilerici, kahraman, demokratik ve devrimci miraslarına sahip çıkmaktadır. Bu, dünya ve Türkiye- Kuzey Kürdistan gerçekliğinde yeni nitel bir tarih bilinci ve tarihsel doğruluştur. Bu doğruluşun önderi ve komünizmin özüne sarılan Kaypakkaya, devrimci metotla gerçeği, tüm dünyada ve tarihte ilk kez formüle etmiştir. Türk hakim sınıflarının TürkiyeKuzey Kürdistan’daki Türk-İslam (Sünni) sentezli faşist niteliği diğer inanç gruplarına baskı uygulamaktadır. Ezilen inanç kesimlerine baskı, şiddet, asimilasyon ve katliamlar da devletin egemen niteliği durumundadır. Alevi, Hristiyan, Yahudi vd tüm ezilen inanç gruplarına yönelik baskılara tam hak eşitliğiyle meydan okuyan, hiçbir dile, millete, inanca, mezhebe, özel imtiyazı reddeden Maoist Komünistler, özgül programlarla ezilen inanç kesimlerinin Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı meşru demokratik taleplerini destekler, dine inanan ve inanmayanların özgürlüğünü savunur. Asgari programımız olarak Sosyalist Cumhuriyetler devletinde, din ile devlet işleri kesinlikle birbirinden ayrılacak, kişinin inanç özgürlüklerine herhangi bir kısıtlama getirilmeyecektir. Diyanet İşleri Teşkilatı tasfiye edilecek, bütün mezhepler üzerindeki dini baskılara ve bazı mezheplere tanınan imtiyazlara son verilecektir. Irk, renk, dil, dini inanç, cinsiyet, siyasal düşünce ve ulusal kökenine bakılmaksızın bütün vatandaşların yasalar önünde tam eşitliği garanti altına alınacak, eski devletin bütün yasaları lağvedilip tüm yasalar halkların özgürlüklerini yaygın bir şekilde kullanmalarına olanak sağlayacak şekilde yeniden düzenlenecektir. Halk mahkemeleri herkese açık olacak, yargıçlar halk tarafından seçilecek ve yine seçmenlerin çoğunluğunun kararıyla görevden alınabileceklerdir.

Sosyalist inşa ve içerik olarak proleter kültürün geliştirilmesi Çok uluslu ve aynı şekilde çeşitli inançlara sahip coğrafyamızda, bugün gericilerce ‘tek bayrak- tek millet- tek vatan- tek dil- tek din’ bayrağı altındaki tek ulus ve tek inanç(Sünni) eksenli cumhuriyet epistemolojisi uygulanmaktadır. Böyle bir tekçilikte efendilere mutlak itaat istenmektedir. Boyun eğmeyenlere ise‘katli vaciptir’ yasası işlemektedir. Özgün kimlik- kültür- inancın inkar edilerek egemenlere adapte olmayanlara baskı, Osmanlı ve devamcısı Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyasındaki TC’nin önemli tarihsel ve güncelde devam eden özelliğidir. Fiziksel- kültürel- beyaz asimilasyon, inkar ve imhanın her türüne karşı özgür yaşam ve özgür düşünce temel yönelimimizdir. Komünistler, Kürdistan, azınlıklar ve ezilen inanç grupları sorununun ele alınışında Türk ve Kürtçü, Sünni ve Alevici, Şiici ve Sünnici vb ulus- devletçi ve tek inançlı bir anlayışa sahip olamazlar. Ulus- devlet cumhuriyetçisi kapitalist paradigmayı kökleriyle reddederiz. Komünistler, ezilen ulus, azınlıklar ve ezilen inançlara ilişkin her konudaki problemleri tam hak eşitliğiyle göğüsleyen Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bayrağını yükseltir. Komünist devrimci çizgi, çelişkilerin her bir özgülde aldığı biçim ve özgün niteliğinin ortaya çıkarttığı özgün görevleri enternasyonalist içerikteki komünist yürüyüşünün biçim itibarıyla özel görevler olduğu sorumluluğunu kavrayarak hareket eder. Kürdistanlı, Türkiyeli ve her bir yerdeki komünistler, milli devlet- milli parti- milli din ve inanç peşinde olamazlar. Onlar, her bir yerde ilhak ve işgalin, ulus, azınlık ve inaçlara yönelik inkar, imha ve asimilasyonların ve tüm haksızlıkların protestosunda ve aşılmasında sosyalizm ve komünizmin gereği olarak en önde olmak durumundadır. Ezilen ulusun ayrılma hakkı, azınlık milliyetler ve ezilen inanç gruplarının özgürlüğü, her miliyetten halkların sosyalizm ve komünizm için birliğinin temel koşuludur. Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyasında asgari hedefimiz bölgesel özerklik ve yerel ye-


14

analiz yorum

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

Çok kutuplu emperyalist blokların

Dünyanın bugünkü objektif koşullarında emperyalist çok kutuplu blokların küresel hegemonyası sürmektedir. Değişik coğrafyalardaki ekonomik ve siyasal, sınıfsal, etnik ya da inanç farklılıkları ya da eşitsizlikler vb gerekçeler üzerinden bölgesel düzeylerde çelişki ve savaşlara yenileri de eklenerek tüm sıcaklığıyla savaş halleri devam etmektedir Sömürgelerde emperyalist siyasetin özü Çok kutuplu emperyalist dünyanın esasta ABD eksenli emperyalist bloğu, Çin ve Rusya eksenli Şanghay Beşlisi ve AB emperyalist blokları arasında bölüşüldüğünü ve emperyalistler arası çelişki ve savaşların da bölgesel düzeylerde bu şekilde yansıyarak devam ettiğini ifade edebiliriz. Bugün dünyanın değişik coğrafyaları ve bölgelerinde yaşanan çelişki ve savaşların esas olarak doğrudan çok kutuplu emperyalist bloklar arası çelişki ve savaşların ürünü olarak geliştiğini vurgulamak isteriz. Genel olarak bu durum doğruyken tali ya da cılız da olsa ilerici, meşru ve devrimci mücadele ve savaşların hiç olmadığı ya da yaşanmadığını söylemiyoruz. Meselenin bir yanı buyken bir de emperyalist- kapitalist sisteme karşı komünist ve devrimci ilerici güçler önderliğinde dünyanın bazı bölgelerinde farklı nitelik ve çapta karşı isyanlar ve mücadeleler mevcuttur. İlerici Rojava Özerk yönetimini de bu kapsamda değerlendirmekteyiz. Yani haklı ve meşru mücadele ve savaş sonucu Batı Kürdistan’daki Kürt ulusunun PYD önderliğindeki kendi kaderini tayin hakkı anlamında son derece meşru ve demokratik Rojava Özerk yönetiminin gerçekleştiğini söyleyelim. Uluslararası emperyalist devletlerin kendi aralarındaki rekabet, çelişki ve savaşların bölgesel ve her bir yerel düzeydeki varlığıyüz, yüz elli yılı aşan- eskiden beri var olan bir durumdur. 1916’da İngiliz ve Fransız emperyalistleri kendi aralarında Osmanlı devletini bölmek için Sykes- Picot Anlaşması imzalamış ve bunu hayata geçirmişlerdir. Daha sonra ABD’nin önderliğindeki emperyalist blok Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve akabinde Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP)’yle Ortadoğu konseptlerini sürekli yeni koşullara göre geliştirmiştir. Ortadoğu’ya yönelik BOP ilişkin dönemin ABD dışişleri bakanı Condolezza Rice “24 ülkenin sınırları ve rejimi değişecek’’ şeklindeki açıklaması da şimdiki gelişmeleri anlamak için belirli veriler sunmaktadır. Rus ve ABD emperyalistlerinin Müslüman ülkelerdeki işbirlikçi Baasçı rejimleri iktidara taşımaları, Müslüman Kerdeşler, İslami Cihad, Taliban, Hizbullah vd örgütlenme ve hareketlerin bizzat desteklenerek rakip emperyalist devletlerin ve her bir coğrafya ve bölgedeki etkinliklerini zayıflatmak ve ortadan kaldırmak için karşılıklı savaşları,

El Kaide tehlikesi argümanlarıyla küresel düzeyde güçlendirilerek uluslararası emperyalist devletlerin küresel hegemonyası için manipülasyonlar yaratılarak saldırı ve işgallerin daha fazla ‘meşru’ hale getirilerek bilfiil saldırıların gerçekleştirilmesi vb vd gelişmeler aşikar bir durumdur. Bugün Ortadoğu’da Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan gibi ülkelerdeki değişik inançlara ve mezhep farklılıklarını kullanarak çatışmalar ve savaşlar yaratarak çok kutuplu uluslararası emperyalist blokların etkinlik kurma yönelimi tüm yoğunluğuyla sürmektedir. Sünni ile Şii, Türkmen ile Kürt, Alevi ile Sünni, Alevi ile Selefi, Müslüman ile Hristiyan, Müslüman ile Yahudi vd inançlar ve mezhepler arası çelişkilerin körüklenerek emperyalist hegamonyanın icrası için Ortadoğu ve dünya genelinde özgün farklılıklarıyla şiddeti boyutlandırarak kullanılmaktadır.

Ortadoğu’da emperyalistlerin itici güçleri!!! Bilindiği gibi 11 Eylül 2001’de Amerika’da İkiz Kulelere yönelik saldırıların hemen akabinde başını ABD emperyalizminin çektiği ve diğer emperyalist bloklarında bu yörüngeye dahil olarak ‘terörizme karşı topyekün savaş’ adı altında başlatılan saldırı kampanyası sonucu Afganistan işgalinden tutalım da Irak, Libya vb ülkeler ve diğer birçok coğrafyaya yönelik ekonomik ve politik girişimleri Suriye, Ukrayna, Irak özgüllerinde artarak devam etmektedir. Bura ülke ve coğrafyalarında birden fazla milliyet ve oldukça çeşitli inançlara mensup kesimlerin olması uluslararası emperyalist çok kutuplu bloklar arası rekabet, çelişki ve savaşların gerekçesi olarak kullanılmak için adeta biçilmiş kaftan biçiminde olup, bu saldırganlığa güçlü bir zemin sunmaktadır. Tabii ki bu emperyalistlerin bakış açısı olan bir durum,bunun altını çizelim…Zira Ukrayna’da birden fazla milliyetin varlığı ve eşitsizliklerin devamı, Suriye’de Esad’ın azınlık diktatörlüğü ve yine birden fazla milliyet ve oldukça değişik inançlar arası eşitsizliklerin sürmesi, Irak’ta aynı şekilde birden fazla milliyetin yaşadığı ve farklı inançlar arası çelişki ve savaşların varlığı koşulları tabii ki çok kutuplu emperyalist bloklar arası ekonomik ve politik çıkarları için kullanılan gerekçeler olarak hayata geçirilmiştir. Yoksa Ukrayna’nın doğusundaki farklı milliyetlerin bölgesel özerklik ya da yerel kendi kendini yönetim mekanizmaları, Kırım’ın bağımsızlığı, Güney Kürdistan Özerk Yönetimi, Rojava Özerk Yönetimi vd ezilen ve sömürülenlerin kendi kaderlerini tayin hakkı bağlamında her ne kadar sınırlı ve dar kapsamdaki içeriklerine karşın, son derece haklı ve meşru temeldeki kendi kaderlerini tayin etmeleri gayet anlaşılır bir durumdur. Ancak mevcut süreçteki uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak çok kutuplu dünyanın emperyalist blokları arasında da bu derinleşme ve merkezileşmeye koşut olarak geliştirilen bölgesel düzeylerdeki savaşların gelişme gösterdiği de görülmek durumundadır. Bu

düzlemde ABD emperyalist bloğu güdümündeki Barzani önderliğindeki KDP, Talabani önderliğindeki KYB ve Talabani’nin Irak cumhurbaşkanlığına getirilmesi, Maliki önderliğindeki Şiilerin Irak’taki merkezi yönetimin başına getirilmesi, AKP önderliğindeki Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Sünni Türk İslam bayrağı altındaki etkinliğinin arttırılması gayet manidardır. Esad’a ve tabiiki Rusya’ya karşı, muhalefetin bir araya getirilerek Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) vb adlarıyla örgütlendirilerek harekete geçirilmesi, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve El-Nusra çetelerinin bizzat ABD ve AB emperyalist blokların rızası ve organizesiyle Katar, Suudi Arabistan ve Türk devleti tarafından finanse edilerek insan unsuru başta olmak üzere toplantı, transfer ve ulaşımı, silah ve teknik donanımı vb Rus emperyalist bloğuna ve bunun Suriye’deki Esad azınlık diktatörlüğüne karşı savaştırılması kaçınılmaz olandır. İslami Kardeşlere karşı topyekün harekete geçilerek Mursi’nin devrilerek Sisi’nin iktidara ve cumhurbaşkanlığına getirilmesi, Libya’da bir türlü istikrarın sağlanamaması gerçekliği… Suriye’ de Rus ve Çin emperyalist bloğu güdümündeki Esad önderliğinde Baas rejiminin diktatörlüğü, IŞİD ve El Nüsra’nın Esad karşısında Suriye’de görece askeri başarısızlığı ve özellikle Cenevre Konferansı 1-2’deki Rus emperyalizmin ve Esad’ın etkinliğinin siyasal manevra vb üzerinden artarak devamı mevcut durumun özetidir. Bütün bu gelişmeler karşısında ABD emperyalist bloğunun Ortadoğu’ya yönelik etkinlik kurmak için manevra yaparak Arabistan ziyareti paralelinde El Nusra’yı ‘terörist’ örgütler listesine dahil etmeleri, akabinde Türk devletinin de çaresizlik içerisinde ElNusra’yı aynı şekilde değerlendirmeye gitmesi ve hatta kısa bir süre önce 1 ay içerisinde bu listeden çıkarıp bir daha listeye dahil etmesi, IŞİD ve El- Nusra’nın Batı Kürdistan’daki Kürt ulusu başta olmak üzere Suriye’de Türkmen vd milliyetler ve

çeşitli inanç kesimlerine yönelik saldırıları ve katliamları, IŞİD’in ayan beyan ABD ve kuklaları Arabistan, Katar ve Türk devleti tarafından besiye çekilerek kullanıldıkları ortadayken şimdilerde ‘terörist’ listesine dahil etmeleri, İran ile Arabistan ve Türk devleti arasındaki görüşmeler, karşılıklı jestler ve iltifatların beyanı, IŞİD’in Felluce’den sonra Musul’u ele geçirmesi vb, vd bütün gelişmelerin günümüz objektif koşullarındaki çok kutuplu emperyalist bloklar arasındaki rekabet, çelişki ve savaşların doğrudan bölgesel düzeylerde yansıması olarak kavranmak durumundadır.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı El- Nusra’nın bütün emperyalist güçler tarafından ‘terörist’ ilan edilmesinin aldatıcı yanı görülmelidir. IŞİD’in de ABD ve AB emperyalist blokları tarafından bizzat kullanılması göz önüne alındığında daha yeni ‘terörist’ listesine dahil etmeleri aslında gayet açık olan gerçek durumlarını gösterir niteliktedir. Özellikle ABD ve AB emperyalist blokları, Rusya ve Çin emperyalist bloğundaki güçlerin ve bu kapsamdaki İran’ın etkinliğinin artması karşısında çeşitli siyasi manevralar geliştirerek etkinliğini arttırmak istemektedir. Buradan hareketle Maliki ile Barzani arasında petrol vb üzerindeki ekonomik çıkarlar eksenli gelişen husumete yönelik ve adeta savaşa ramak kala, eksen kaymasına gitmeden IŞİD’in daha fazla devreye sokularak bu husumeti minimalize etme girişimi olarak da görebiliriz. Zira Rus ve Çin emperyalist güçleri İran üzerinden Ortadoğu’da daha fazla başat bir güç olma yolunda yoğunlaşmışken, Güney Kürdistan’da Barzani önderliğindeki Özerk Yönetimin Türk devletiyle petrol transferi anlaşmalarına girip aktarıma başlamış ve Irak’daki Maliki yönetiminin buna itiraz edip uluslararası mahkemelere başvurmuşken, zaten hali hazırda var olan Irak’taki Sünni örgütlenme ve çetelerin daha fazla harekete geçirilerek karşılıklı husumet içerisinde olan iki uşak


1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

analiz yorum

15

Ortadoğu’daki savaş durumları tam da tekçiliğe boyun eğme ve bizzat emperyalist kapitalizmin esaretine kendini kaptırarak özgür iradeyi yitirerek özgüven ve özgücünü kaybetmiş bir bağımlılık ilişkisine girmek olacaktır. Bu şekilde demokratik komünal ve ekolojik bir toplum yaratma ham hayaldir.

Proleterya ve ulusal kurtuluş hareketi

kesimin birbirlerine kerhen de olsa yakınlaşmasını sağlamanın koşulları zorlanmaktadır. Nitekim Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin öngünlerinde Irak resmi yönetimi ve Güney Kürdistan yönetimi arasında yakınlaşma ve bir arada olma yönlü girişimlere başlamış ve Musul gerçekliği de bu durumu hızlandırmıştır. Böylesi bir koşulda Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesi akabinde, Maliki önderliğindeki Irak ordusunun geri çekilip, Kerkük’ün bir silah dahi patlatılmadan Güney Kürdistan Yönetimine mensup Peşmergelere teslim edilmesi de aynı şekilde emperyalistler arası çelişki ve gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. Kısa bir süre önce kanlı bıçaklı bir halden karşılıklı jestler ve ortak çıkarlar eksenli bir arada olunarak sözde IŞİD’e karşı gelme yönelimi, öylesine basit gerekçelerle açıklanacak bir durum değildir. Haıtrlatma babında 2004 yıllarında Barzani ile Irak federe yönetimi arasında bizzat ABD emperyalizmi denetiminde yapılan 10 yıllık anlaşma gereği Güney Kürdistan Özerk yönetimi kabul edilmiş, fakat Kerkük başta olmak üzere bazı bölge ve alanlar ise tartışmalı halde kalmıştı. Ve özellikle bu yıl içerisinde Barzani’nin ayrı bir devlet olarak uluslararası arenada var olma yönelimi Maliki yönetimindeki Irak federe yönetimi tarafından oldukça yoğun bir tepkiyle karşılanmış ve kesinlikle kabul edilemeyeceği beyanlarıyla restleşmeye gidilmişti. Tam da böylesi bir süreçte Güney Kürdistan Özerk yönetimi ile Türk devleti arasındaki petrol anlaşması ve transferi de Maliki yönetimindeki Irak federe yönetimini daha da kızdırmış ve karşılıklı askeri güç kullanma beyanlarıyla ipler iyice gerilmişti. Bu durum fazla sürmemiş ve Musul’un IŞİD tarafından kolayca ele geçirilmesi karşısında husumetin yumuşamaya evrilerek IŞİD’e karşı ortak politika ve birlikte savaşa ve savunmaya kadar gidilmiş ve hatta Kerkük’ün Peşmergelere tepside sunulur gibi servis edilmesi de bizzat emperyalist politikalar ve projelerden bağımsız ele alın-

maması gereken gelişmeler olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Batı Kürdistan’daki PYD ve Kuzey Kürdistan’daki PKK güçlerinin de IŞİD’e karşı Güney Kürdistan’a destek beyanlarıyla dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğratılan Kürdistan’ın birleşme ihtimalini de biraz daha fazla güncellemiştir. Zira Rojava Özerk yönetimiyle zaten her bir parçadaki gelişmelerde Kürdistan’ın birleşme ihtimalinin geçmiş süreçlere göre daha fazla güncel bir durum haline geldiğini göstermekteydi. Emperyalist devletlerin ellerinde bir kart olarak dört parçaya bölünen Kürdistan’ın her bir parçasını da kapsayacak toplamda kendine bağımlı bir Kürdistan konsepti de ihtimaller dahilinde görülmelidir. Yalnız bu emperyalist konsept içerisinde bir türlü entegre olma yolunda belirli sakıncalar ve tehlikeleri içeren özellikle PKK’nin emperyalist projeler ekseninde eritilerek uluslararası emperyalist çok kutuplu dünya sistemine ve onun burjuva medeniyetçi paradigmalarına entegre edilmesi süreci dayatılmaktadır. Aynı şekilde Batı Kürdistan’daki PYD’ ye de dayatılan bu konsepttir. Bütün bunların birer nüvesi olarak Sünni Türk İslam bayrağı altında tekçiliğin yeniden üretimi sürecinin parçası olarak ‘demokratikleşme, açılım, Kürt açılımı, demokratik çözüm, barış’ vs gibi aldatmaca ve manipülasyonlarla Kürt Ulusal Hareketi’ne dayatılan politikaları da bu eksende kavramak durumundayız. Hiç kuşku yok ki Barzani ve Talabani önderliklerindeki Kürt ulusal gerçekliği çoktan bu konsepte tav olmuştur. Şimdi sırada PKK ve PYD güçleri söz konusudur. Dolayısıyla tekçiliğin ve bu kapsamdaki tabii ki ezen Türk ulusunun çıkarları ya da imtiyazları korunarak eşitsizliklerin hüküm sürdüğü bir ‘çözüm’, tam da çözümsüzlük ve tasfiye de derinleşme durumu olacaktır. Ayrı bir devlet kurma hakkından vazgeçme durumu açık ki tekçiliğe ve eşitsiz bir konsepte rıza göstererek geri bir statükoya çakılıp kalmadır. Sözde ulus devlet konseptine ve uygarlıkçı paradigmaya karşı gelme adına

Son güncel gelişmeler karşısında özellikle ABD emperyalizmi başta olmak üzere Güney Kürdistan Özerk yönetimi, Türk devleti ve PKK ile PYD’nin bazı politikalarında ortak eğilimlerin geliştiğini de görebiliriz. ABD emperyalizmi Maliki dışında da Irak’ta alternatiflerin olabileceğini ve Maliki’siz bir çözümün de gündemlerinde olduğunu dile getirirken, Barzani ise Irak’ta Sünnilerin de kendilerinde olduğu özerk bir yönetimin olabileceğini, Türk devleti de aynı şekilde Irak’taki Şiiler, Sünni ve Kürtlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkı olduğunu dillendirmektedir. Bu noktada PKK ve PYD’nin de bilindiği gibi demokratik özerk yönetim kapsamındaki görüşleri ayan beyan ortadayken sürecin gelişen bu yönü de görülmek durumundadır. ABD emperyalizminin BOP ve GOP projeleri kapsamındaki yönelimi de dikkate alındığında, Ortadoğu’ya ilişkin yeni emperyalist politikaların devreye sokularak geliştirileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Saddam sonrası Irak’ta zaten Sünni, Şii ve Kürt kesimlerinin ağırlıkta olduğu bölge ve alanların korunarak- zaten geçmişte de var olan bu yoğunluğun-bugünlere kadar geldiği bilinmelidir. Bugün IŞİD’in güçlü bir Sünni tabana dayanarak gelişmesinin arka planında yatan gerçekleri de görmek durumundayız. Bunun bir tarihsel geçmişi ve kitle temeli olduğu unutulmamalıdır. Bağdat ve Hewler yönetimlerinin bizzat ABD emperyalizmin eliyle yönetim dışına ittiği Sünni Arap toplumuna dayanarak IŞİD etkinlik sağlamıştır. Musul’dan başlattığı saldırılarını Irak’ın tüm Sünni Arap bölgelerine yayarak genişletmiş durumdadır. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’yla birlikte özellikle savaşın galibi İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin güdümünde oluşturulan ve çizilen Ortadoğu siyasal coğrafyası ve tabii ki Irak ve Suriye fiilen eski statükosunu yitirmiş durumdadır. Daha şimdiden Irak üç parçaya bölünmüş durumdadır. Bu durum Suriye’de de aynı şekilde hızla ilerlemektedir. 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen bitiminde Ortadoğu’ya emperyalist devletler tarafından dışarıdan bir ulus-devlet dayatmasıyla oluşturulan sınırlar, Kürdistan ve Arabistan başta olmak üzere birçok coğrafyanın parçalanarak sınırların oluşturulmasına dayanıyordu. Ve fakat ulus-devletçi paradigmalar eksenli statükoyla sürdürülemez ve istikrarın sağlanamaz bir hal alması karşısında derinleşen ve merkezileşen uluslararası emperyalist sermaye daha rahat ve serbest dolaşacağı ve daha çok kar elde etmek için dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu’ya yönelik de BOP, GOP vs çeşitli projeler öngör-

müşlerdir. Şimdi yaşanan gelişmeleri belirli boyutlarıyla bu kapsamda da ele alarak görmek ve değerlendirmek gerekmektedir. Özellikle yakın tarihimizdeki Kürt isyanları ve son yıllardaki yerel diktatörlüklere karşı Arap halklarının isyanı ve mücadelesiyle yaşanan gelişmelerde göstermiştir ki dünya ve Ortadoğu değişmektedir. İçerisinden geçtiğimiz somut ve güncel gelişmelerle nesnel gerçeklikler göstermektedir ki, tarihi haksızlıklara uğrayan Ortadoğu halkları, ezilen uluslar ve azınlıkları, ezilen inanç grupları kendi kaderlerini her ne kadar dar çerçeveli taleplerle de olsa belirli boyutlarıyla kendileri çizmek istemektedir. Bu kapsamda dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğrayan Kürt ulusu ve Kürdistan’ın birleşme ihtimali şimdi daha da güncel olarak diridir.

İçinde bulunulan aşamada devrimci perspektif Bütün bu farklılıkların varlığı kuşkusuz her bir renkten, milliyetten ve mezhepten kesimlerin kendi kaderlerini tayin hakkı anlamında bölgesel ve yerel kendi kendini yönetim mekanizmaları son derece meşru, demokratik ve doğru bir durumu ifade etmektedir. Rojava Özerk yönetimi de bu kapsamda ilericidir ve meşrudur. Bizim bu perspektifi dile getirirken, çok kutuplu emperyalist blokların kendi ekonomik politikaları çerçevesinde çıkarlarına uygun olarak bağımlılık ilişkilerini geliştirecek yönelimine, anlayış ve pratik politikalarındaki tehlikelere dikkat çekmemizi de vurgulamak isteriz. Bizzat emperyalist kapitalizmin yarattığı tarihsel ve güncel somut olumsuzlukların farkına vararak emperyalist güçlerden medet umulmadan, kendi bağımsız bayrakları üzerinden özgürlük ve kurtuluş mücadelesi verilerek özgür iradelerini doğru temelde maddileştirmelerini istemekteyiz. Fakat bütün bunlara karşın emperyalistlerle işbirliği yaparak dahi bir irade beyanı ortaya koysalar da ve bunu kendi tercihleri olarak görsek de gerici ilişkileri deşifre edip doğru temelde olması gerekenleri de dile getirerek ideolojik mücadele yürütmemiz gerekliliğini vurgulamakla yükümlüyüz. Ortadoğu’nun hangi bölgesi, coğrafyası ya da ülkesinde olursa olsun ezen ulus şovenizmine asla prim verilmemelidir, ezilen ulus ve milliyetlerin hakları dikkate alınarak bir değerlendirme ve yönelimde bulunulmalıdır. Irak, Güney Kürdistan, Suriye’de yaşananlar çok kutuplu emperyalist bloklar arasındaki bölgesel savaşların doğrudan yaşandığı gerçekliğini belirtirken başka bir objektif gerçeklik de bizzat buralarda iktidarsız iktidarların olduğudur. Buralardaki işbirlikçi uşak rejimler, göbekten uluslararası emperyalist devletlere ve bloklara bağlıdır. Bu gerçekliktendir ki çözümü emperyalist efendiler arası görüşme ve girişimlerde görmektedirler. İstisnasız olarak hepsinin ağzı açık pür dikkat kulaklarını, emperyalist efendilerinin ağızlarından çıkacak politikalara bakarak hazır ve nazır halde beklediklerini söyleyebiliriz.


16 LGBTİ’ler “Biz varız” dedi güncel haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

tan, normatif güzellik yarışmalarına karşı “Alternatif Güzellik Yarışması” düzenleyerek “Translar güzeldir” şiarıyla herkesi kazanan ilan etti. Ardından basın açıklaması yapıldı.

Yaşam hakları ellerinden alınarak katledilen ve her türlü ayrımcılığa ve baskıya maruz kalan LGBTİ bireyler bu yıl da 5. Trans Onur Haftası ve 22. LGBTİ Onur Haftası etkinlikleri kapsamında paneller, etkinlikler ve yürüyüşler düzenleyerek “Alışın gitmiyoruz” dedi Ülkemizde kadınların, işçilerin, emekçilerin, ezilen inanç ve milliyetlerin yaşam hakları tanınmazken ve her türlü baskıya maruz kalırken, onlar gibi ve hatta daha çok baskıya maruz kalan bir diğer toplumsal kesim ise LGBTİ bireyler. Sokak ortasında katledilen, evlerinden sürülen, her türlü baskı ve aşağılanmaya maruz kalan, tacize ve tecavüze uğraması ‘hak görülen’, iş alanlarından dışlanan kısacası varlığı inkar edilen ve ‘hayatlarının hiçbir değeri olmayan’ LGBTİ’ler yıllardır varolma mücadelesi veriyor. Bu mücadele kapsamında LGBTİ’lerin düzenledikleri en önemli eylem ve etkinliklerden olan Trans Onur Haftası ve LGBTİ Onur Haftası bu yıl da binlerin katılımıyla paneller, çeşitli etkinlikler ve yürüyüşlerle gerçekleştirildi. 16-22 Haziran’da “Faili Devlet” temasıyla düzenlenen 5. Trans Onur Haftası kapsamında çeşitli paneller düzenlendi. “Erkek Seks İşçiliği” başlığıyla Harbiye Mekan Artı’da düzenlenen panele Kırmızı Şemsiye Derneği’nden Ferhat Yıldız ve Kim ki D’agata konuştu. Deneyimlerini paylaşan “erkek seks işçileri” sorunlarını ve taleplerini aktardı. “Erkek seks işçilerinin” LGBTİ hareketi tarafından dahi görülmediğini vurgulayan Yıldız “Trans seks işçileri çalışma alanları bakımından daha görünür olduğu için daha çok şiddete maruz kalıyor olabilirler. Ancak seks işçiliği, işçilik olarak kabul edildiği zaman biz, erkek seks işçileri de faydalanacağız bundan. LGBTİ hareketinin ya da hareket dışından kimselerin artık erkek seks işçilerinin taleplerine kulak verme vakti.” D’agata’ysa, hemcinsler arası ilişkinin zaten kötü görüldüğünü ve bir de “seks işçisi” olmanın iki katı bir baskı yarattığını vurguladı. Trans Onur Haftası kapsamında“Medya ve Nefret Dili”, “Trans Mahpuslar” ve “Sosyalist Örgütlerde Transfobi ile Mücadele Yöntemleri” konu başlıklı paneller de düzenlendi.

‘Trans cinayetleri sistematik ve politiktir’ Trans Onur Haftası etkinlikleri 21 Haziran’da Taksim Tramvay durağından Tünel’e gerçekleştirilen yürüyüşle tamamlandı. Binlerin katıldığı ve sloganların hiç eksik olmadığı yürüyüşte trans katliamları, translara yönelik ayrımcılık ve transfobik saldırılar protesto edildi. İstanbul LGBTİ Derne-

‘Sadece son 2 yılda 49 trans kadın nefret cinayetine kurban gitti’

ği’nin çağrısıyla gerçekleştirilen yürüyüşe aralarında Demokratik Kadın Hareketi’nin de bulunduğu devrimci, demokratik kurumlar katıldı. Taksim Meydanı’nda toplanmak isteyen kitle polis engeliyle karşılaşınca yürüyüş, İstiklal Caddesi girişinde Fransız Kültür Merkezi önünden başladı. “Faili Devlet” pankartı arkasında yürüyen binler “Velev ki dönmeyiz” , “Anayasada cinsiyet kimliği” , “Trans candır” dövizlerinin yanı sıra LGBTİ sembolü olan gökkuşağı bay-

rakları ve Gezi şehitlerinin resimlerini taşındı. Yürüyüş sırasında, “Polis fuhuş yap onurlu yaşa” , “Susma haykır translar vardır”, “Travestiyiz buradayız alışın alışın gitmiyoruz” , “Nefrete karşı ses çıkar” , “Transfobik devleti yıkacağız elbet” , “Tayyip kaç kaç kaç dönmeler geliyor” , “Velev ki dönmeyiz alışın her yerdeyiz” sloganlarını atan kitle, yaklaşık iki saat süren yürüyüşün ardından Taksim Tünel’e ulaşarak burada heteroseksist güzellik anlayışını daya-

Burada yapılan basın açıklamasında sadece son 2 yılda 49 trans kadının nefret cinayetleriyle katledildiği, son 10 yılda ise 70 trans kadının katledildiği belirtildi. Açıklamada Avcılar Meis sitesinde Translara yönelik başlatılan sürgün kampanyası sonucu dövülerek cami bahçesine atılan ve yoğun bakımda hayatını kaybeden Seda’nın davasının sonuçlandığı ve katili müebbetle yargılanırken sözde maktulün trans olması gerekçe gösterilerek cezanın 15 yıla düşürüldüğü kaydedildi. Seda’nın katilinin ceza infaz sistemine göre 8 yıl cezasını yattıktan sonra denetimli serbestlikten faydalanarak serbest bırakılacağı belirtilen açıklamada, “Seda gibi yüzlerce trans kadın bu coğrafyada devletin sistematik şiddeti yüzünden can veriyor. Çünkü erk devlet bizlere, şiddeti, küfürü, ayrımcılığı, ırkçılığı, ötekileştirmeyi, zulüm ve zorbalığı bir yaşam biçimi olarak dayatıyor.” denildi. Trans cinayetlerinin sistematik ve politik olduğu belirtilen yürüyüşte şu ifadelere yer verildi: “Açık ki bu ilk değil ve maalesef son da olmayacak. Sokaklarda, meydanlarda, alanlarda, barikatlarda yıllardır söylüyoruz: Trans cinayetleri sistematik ve politiktir. Devlet, katillere verdiği her türden taviz ve teşvikle; trans katliamlarına kapı aralamaya devam etmektedir. Adeta nefret içinde boğmaya çalıştığı topluma “Bunlar stres topudur, tüm hıncınızı translardan çıkarabilirsiniz”demektedir. İktidar sahipleri, egemenler, efendiler! Sesimizi duymayanlar, bizi üçüncü sayfalardan, yandaş medyanın taraflı haberlerinden tanıyanlar. Ardı ardına yaşanan bu cinayetlerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz. Bu hukuksuzluğu ve katliamı sadece transların yaşamadığını biliyoruz. Gezi Direnişi başladığı günden beri kaybettiğimiz 8 canı, Lice’de karakol yapımına karşı çıktığı için katledilen 2 canımızı, Dersim’de Yeni Demokrasi mücadelesi verirken tutuklanan ve onlarca yıl cezaya çarptırılan Evrimlerin, Muratların, onlarca tutuklunun, kaybın ve gözaltının da takipçisiyiz. Artan kadın cinayetleri, tecavüz dâhil her türden erkek eziyetini yaşayan ve yaşamaya devam eden kadınlar ve çocuklar aynı kıyımın farklı yüzleridir. Transseksüeller ise olağanlaştırılmaya çalışılan bu kıyımın en kolay hedefidir. Bu cinayetlerin tümü milliyetçilik, namus, aile, ahlak ve din adına yapılmaktadır.” “Nefret cinayetlerini ve trans cinayetlerini durduracağız” denilen açıklamada


güncel haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

LGBTİ’lerin talepleri şöyle sıralandı: “Eşcinsel, biseksüel, trans ve intersekslere yönelen nefret suçlarıyla mücadelede, “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerini de bünyesinde barındıran bir nefret suçları mevzuatı oluşturulmalıdır. Trans seks işçilerini güvenliksiz çalışma alanlarına iten ve bizzat şiddetin mağduru olmalarına vesile olan “fuhuş” ile ilgili mevzuat değiştirilmelidir. Herkesin istediği işi yapabildiği bir hayat garanti edilmeli ve LGBTİ bireylerin istihdamıyla ilgili iyileştirici uygulamalar yapılmalıdır. Kolluk kuvvetleri ve yargı birimlerinin trans bireylere yönelik önyargılı ve ayrımcı tutumuyla mücadele edilmeli; katillerine “haksız tahrik” veya “iyi hal” gerekçeleriyle verilen ceza indirimleri derhal son bulmalıdır, cinayetlerin nefret boyutuna mutlaka vurgu yapılmalıdır.”

Hormonlu Domates Ödülleri verildi Lambdaistanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nin 2005 yılından beri homofobik ve transfobik kişi ve kurumlara verdiği “Hormonlu Domates Ödülleri” Onur Haftası Etkinlikleri kapsamında İstanbul Şişli Kent Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerini buldu. 10. Hormonlu Domates Ödülleri’nde siyaset dalındaki ödülü açık ara farkla Recep Tayyip Erdoğan aldı. TBMM de meclisin internet bağlantısı üzerinden sansür uygulayarak Lambdaistanbul ve Kaos GL gibi LGBTİ örgütlerinin sitelerine erişimi engellediği için “sansür” dalında Hormonlu Domates Ödülü’nün sahibi oldu. Hormonlu Domates Ödülü’nü bu yıl medya dalında

alan gazete ise Yeni Akit oldu. Ödülü IMC TV Muhabiri Michelle Demishevich verdi. Öte yandan bu yıl büyük tartışmalara yol açan BDP Gençlik Meclislerine verilmesi düşünülen “Genel Ahlaksız Özel Ödülü”yse gecede anons edilmedi. Geceye katılan Esmeray bu konuyla ilgili BDP Gençlik Meclisleriyle konuşmayı önererek “BDP bizimle aynı yolda yürüyen bir örgüttür” dedi.

Binler LGBTİ onur yürüyüşünde buluştu 23-29 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilen 22. LGBTİ Onur Haftası etkinlikleri kapsamında bu yıl 12.si düzenlenen İstanbul LGBTİ Onur Yürüyüşü, 29 Haziran’da binlerin katılımıyla yapıldı. Taksim Tramvay Durağı’nda toplanmak isteyen kitleye polis TOMA ve kurduğu barikatlarla engel oldu. Fransız Konsolosluğu önünü ve Taksim’in girişini kuşatma altına alan polis onlarca kişi tarafından “Polis fuhuş yap onurlu yaşa” sloganıyla protesto edildi. ‘12. LGBTİ Onur yürüyüşü’ yazılı pankart arkasında yürüyüşe geçen kitle “Homofobik devlet yıkılacak elbet” , “Alışın gitmiyoruz”,“Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarını atarak, “Çocuğuma dokunma” , “Kardeşimin yanındayım” , “Velev ki ibneyiz” , “Kadın kadına aşk” , “Alışın her yerdeyiz” ve “Genel ahlaksız” yazılı dövizleri taşıdı. LGBTİ ailelerinin de katılımıyla gerçekleşen ve yaklaşık 2 saat süren yürüyüşte, LGBTİ’nin dev gökkuşağı bayrağı açıldı.

‘Onurlu bir yaşam sürmenin yolu direnmekten geçiyor’

Taksim Tünel’de son bulan yürüyüş ardından yapılan basın açıklamasını LGBTİ örgütleri adına LİSTAG annelerinden Sema Yakar ile Şevval Kılıç okudu. 2013 Gezi Ayaklanması’yla büyüyen direnişe dikkat çekilen basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: ‘2013 yazında zaman ve mekan tüm anlamını yitirmişti, zira kısacık bir aya bir ömür, küçücük bir parka bir dünya sığdırmıştık.Ufkumuzun ne kadar dar, çemberimizin ne kadar geniş olduğunu fark etmiştik. 2013 Onur Haftası başladığında temamız ‘Direniş’ti, tüm hayatımız direnişti, hala da öyle. Hepimiz birer direnişçiydik çünkü onurlu bir yaşam sürmenin yolu direnmekten geçiyordu. 2013 İstanbul LGBTİ Onur Yürüyüşü sona erdiğinde, bir daha hiç yalnız hissetmeyeceğimizi biliyorduk.’

AKP nefret cinayetlerine teşvik ediyor! LGBTİ hareketinin 2014 yılında ivme kazanarak büyümesini 22 yıllık mücadele tarihi içerisinde bir kazanım olduğunun ifade edildiği basın açıklaması şöyle devam etti: “Ancak nefret tohumunun nasıl da rahat ekildiğini, hızla yeşerdiğini yıllardır biliyoruz.Buna karşı, homofobik transfobik şiddetle mücadelemiz devam ediyor. Çok değil bundan bir yıl önce anayasa yazım sürecinde AKP hükümetinin LGBTİ gerçekliğine yaklaşımını hep beraber gördük. Demokratikleşme adı altında sunulan ayrımcılık yasasında LGBTİ’leri görmezden gelmesi ise hepimizin malumu. Bugün hala yaşam hakkımız başta olmak üzere, ba-

YOLA YOLCU

17

rınma ve çalışma gibi temel insan haklarımız güvenceye kavuşturulmuyor. AKP hükümetinin LGBTİ varoluşları tanımaması, hedefi olduğumuz nefret suçlarının teşviki anlamına geliyor.” Basın açıklamasının ardından binlerce kişi halaylar çekerek eylemi sona erdirdi. LGBTİ Onur Haftası kapsamında İskenderun, İzmir ve Samsun’da da yürüyüş gerçekleştirildi. İskenderun Özgürlüğün Renkleri LGBTİ Topluluğu bu yıl ilk kez Onur Yürüyüşü düzenledi. 28 Haziran’da yapılan Onur Yürüyüşü‘nde “Baskılara boyun eğmeyerek onurumuzla yürüdük ayol” açıklaması yapan İskenderun Özgürlüğün Renkleri LGBTİ üyeleri, “İktidar ve Düzen Bizi Sevmese de Gökkuşağında Birleşiyoruz” pankartını açtı. Samsun’da ise LGBTİ’ler ve genç kadınlar, Onur Haftası kapsamında ilk defa eylem yaptı. Liseli Öğrenci Birliği (LÖB)’nin düzenlediği eylemde, "Okulda, işte, mecliste eşcinseller her yerde" denildi. Homofobi ve transfobinin devlet eliyle meşrulaştığını dile getiren LGBTİler, "Homofobik devlet yıkacağız elbet" , "Hasta değil homoseksüeliz" , "Zeki Müren’in askerleriyiz", "Okulda işte mecliste eşcinseller her yerde" , "Kabul et ya da etme eşcinseller her yerde" sloganlarını attı. Basın açıklamasında, "Nefret söylemi, yaşama hakkımızı tehdit ettiği için anayasal eşitliğimizin güvence altına alınmasını, nefret yasasının cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini kapsayacak şekilde çıkarılmasını talep ediyoruz” denildi.

≫ hıdır uludağ

GÜNDEM

Ö

zellikle Ortadoğu ve genel olarak İslam dünyasında yaşananlara yetişmek ve yaşananları takip etmek neredeyse imkansız hale geldi. Bu coğrafyada gündemin özeti; kan, zulüm ve katliamlarla ifadelendirilirse yanlış olmaz. On yıllardır emperyalistlerin Ortadoğu coğrafyasında halkları birbirlerine kırdıran politikalarının devamı olarak,bunun bugün çok daha acımasızca yürütüldüğünün tanığı durumundayız. Üç-beş yaşındaki bebelerden tutun, yetmiş-seksen yaşındaki yaşlılara varana dek insanların sokak ortasında koyun keser gibi kellelerinin kesildiği ve topluca kurşuna dizildikleri gerçeğiyle yüzyüze bulunuyor insanlık. Şeklen insana benzeyen, ama insanlıktan zerre kadar nasibini almamış bu kıyımcılar, bu kelle avcıları emperyalistlerin taşeron katil çeteleridir. İnsan haklarından, demokrasiden bolca dem vuran Batılı egemenlerin, besledikleri IŞİD gibi canavarların cinayetleri ve katliamları karşısında sus pus olabilmektedir bunlar. Her gün yüzlerce kelle kesip, kestikleri kellelerle sokak ortasında “top” oynayan bu canileri emperyalistlerin, çeşitli İslam ülkelerinden toplayıp getirdikleri ve silahlandırdıklarını sağır sultan bile biliyor. Bu çetelerin silahlandırılmaları,

her türlü ihtiyaçlarının giderilmesi için Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi devletlerin görevlendirildiği de ayrı bir gerçektir. Ortadoğu’da, emperyalistlerin pazar dalaşı, bu coğrafyada sınırların yeniden çizilmesi, daha küçük devletcikler yaratılarak sömürü ve talanın iyice kolaylaştırılması adına sürdürülmektedir. Örneğin Irak şimdiden üçe böldürtülmüş durumdadır. Bir yandan tarihsel olarak bile hiçbir haklılığı olmayan IŞİD çetelerine işgal ettirilmiş topraklar, yani “İslam Şeriat devleti”, öte yandan Şiilerin hakim olduğu bölge ve Güney Kürdistan. Kürtlerin elbette ki kendi kaderlerini tayin etmeleri tartışılamaz. Ama ya IŞİD’e kurdurtulmak istenen sözde devlete ne demeli. Diyelim ki, Avrupa’nın çeşitli coğrafyalarından insan kanı içmektan zevk alan çeteler kurup, bu çetelere Almanya’nın bir bölgesi işgal ettirilse sonuç acaba Irak’takiyle aynı mı olur? Olmayacağı kesin. Peki söz konusu Ortadoğu olduğu zaman bu suskunluk, bu sessizlik niye. Nedeni çok açık; sömürü ve talanı pervasızca sürdürmek ve kolaylaştırmak için. Ortadoğu yeniden şekillendirilirken, hiç kuşkusuz Türkiye K. Kürdistan’da payına düşeni alacaktır. Ama bu pay, AKP iktidarının “Yeni Osmanlıcılık”

olarak hayallerini kurduğu bir pay olmayacaktır. Büyük bir ihtimalle yaratılmak istenen tarikat devletlerine, emperyalistlerin işine yarayacak bir Kürdistan’da eklenecektir. Doğal olarak bu Kürdistan Güneyle sınırlı kalmayacak, Kuzey, Doğu ve Batıyla da birleştirilecektir. Yani Türkiye’nin “Misak-ı Milli” sınır taşları da yerlerinden oynayacaktır. Yeni Osmanlıcıların hayallerinin tersine, herhangi bir büyümeden, topraklarına yeni topraklar katmaktan ziyade, daha da küçüleceği gerçeği önemli bir ihtimal olarak orta yerde durmaktadır. Emperyalist efendiler, Faşist TC’nin yayılmasına, topraklarını genişletmesine izin vermeyecektir. Sonuç olarak bir yandan emperyalistlerin devşirmeleri IŞİD, El Kaide, El Nusra gibi çetelerin yarattıkları gayri insani durum; Bir yandan emperyalistlerin ‘böl, parçala, yönet’ politikalarının sonucu olarak Ortadoğu coğrafyasının yeniden paylaşımı; Türkiye K. Kürdistan’da gündemde olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, Rusya ve Çin’in Irak; İran ve Suriye’ye açık destekleri gibi gündemler dünya halklarının geleceği açısından büyük öneme sahip meseleler olarak gündemimizi işgal etmektedir. Körlere, dilsizlere ve sağırlara oynanılan bu sorunlar, komünistlerin omuzlarına binmiş ağır birer yük olarak durmaktadır.


18

gençlik haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

Yenİ YÖK Yasa Tasarısı neyİ İçerİyor resi 6 yıl olan lisans programlarının 9 yılda bitirilmesi gerekiyor. Bu süreler içerisinde diploma alamayan öğrenciler okuldan atılacak. Yasa tasarısıyla hazırlık bölümlerine de sınırlama getirilmektedir. Hazırlık okuyanlar, en fazla 2 yıl öğrenim görebilecek. 2 yıl içerisinde hazırlığı geçemeyen öğrencilerin üniversiteyle ilişiği kesilecek.

Bilimsel bir eğitim ve özerk üniversiteler cilasıyla ilan edilen Yeni YÖK Yasa Tasarısı, gerici eğitim sistemini daha da geriye götürmeyi ve üniversiteleri sermayeye ve patronlara peşkeş çekilmesini ifade etmekten öteye gitmiyor

AKP iktidarının ‘parasız üniversiteler’ söylemi çöktü

2012 yılında yoğun olarak tartışmaya açılan ve üniversitelerin yeniden yapılandırılması adı altında kamuoyuna sunulan Yeni Yükseköğretim Yasa Tasarısı yeniden gündeme geldi. Kamuoyuna sunulduğu dönemde üniversite öğrencilerinin yoğun tepkisi ve Gezi Ayaklanması’nın bir getirisi olan üniversitelerde yükselen akademik ve demokratik mücadelenin sonucu itibarıyla, taslağın kısmi yetersizlikleri ileri sürülerek uzun bir süre rafa kaldırılmıştı. Yeniden gündeme getirilen Yeni YÖK Yasa Taslağı, hakim sınıfların temsilcisi AKP’nin gerici çıkarları doğrultusunda özellikle vurgulanan 2023 vizyonuyla yeniden şekilleniyor. 12 Eylül askeri faşist cuntasının şekillendirdiği yükseköğretim yasasıyla ortaya çıkan ve o günden bugüne siyasi iktidarın üniversitelerdeki sopası işlevi gören YÖK, bu tasarıyla daha geniş yetkilere kavuşuyor. YÖK içerisinde kadrolaşmasını tamamlayan AKP iktidarının, gerici çıkarlarını birer birer hayata geçirdiğinin bir kanıtı da yeni yasa tasarısıdır.

Yeni tasarı sermaye ve şirketler için bilimi şart koşuyor 12 Eylül askeri cuntasının şekillendirdiği mevcut yükseköğretim yasasının ülkemizin ve dünyanın gelişen koşullarına uymadığını söyleyen TYÖK( Türkiye Yükseköğretim Kurulu) başkanı Gökhan Çetinsaya, bir yasanın tasarlanıp uygulanacağını ve bu yasanın aynı zamanda anayasada bazı değişikliklerle mümkün olacağını açıkladı. Bilimsel bir eğitim ve özerk üniversiteler cilasıyla ilan edilen Yeni YÖK Yasa Tasarısı, gerici eğitim sistemini daha da geriye götürmeyi ve üniversiteleri sermayeye ve patronlara peşkeş çekmeyi hedefliyor. Neo-liberal politikaların bir sonucu olarak üniversiteleri piyasanın ihtiyaçlarının karşılanacağı alanlara dönüştüren hakim sınıflar, ülkemizdeki üniversiteleri Bologna süreci olarak bilinen eğitimin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi anlamına gelen sürece hızla yedekledi. 2011’den beri üzerinde yoğun olarak çalışıldığı söylenen yeni yasa taslağı, bu amaçlar doğrultusunda üniversitelerin yeniden yapılandırılması adı altında hazırlandı. Taslak beş temel ilke üzerinden şekillendi: “Çeşitlilik, kurumsal özerklik ve hesap verilebilirlik, performans değerlendirilmesi ve rekabet, mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı, kalite güvencesi.” Bu beş temel ilke üzerinden hazırlanan Yeni YÖK Yasa Tasarısı, esas olarak daha fazla kar ilkesiyle hareket edileceğini

gösterdi. Yeni taslakla birlikte üniversitelere yönelik kamu desteği giderek daha fazla kısıtlanmakta ve mali esneklik ilkesiyle birlikte özel finansmanın ağırlığı arttırılmaktadır. Bunların sonucunda bilimsel çalışmalar ve faaliyetlerde özgürlükler sermaye lehine sınırlanmaktadır. Yeni tasarı halk için bilimi değil, sermaye ve şirketler için bilimi şart koşmaktadır.

Tasarıyla halk gençliğinin eğitim hakkı gasp edilecek Aynı zamanda mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı ilkesiyle birlikte üniversitelerin bütçesinin oluşturulmasında öğrenci katkı payları yeniden gündeme ge-

tirilmektedir. Üniversite harçlarının kaldırıldığı riyakarlığı yeni tasarıyla bir kez daha ortaya çıktı. Bu ilkeyle yoksul halk gençliğinin eğitim hakkı gasp edilerek üniversitelerin özelleştirilmesinin önünün açılacağı öngörülmektedir. Yeni yasa tasarısına göre daha önce kaldırılan üniversiteden atılma uygulaması tekrar gündeme getiriliyor. Taslakta yer alan 27. Maddeye göre her dönem için kayıt yaptırıp yaptırmadığına bakılmaksızın; öğrenim süresi 2 yıl olan ön lisans programlarının 4 yılda, öğrenim süresi 4 yıl olan lisans programlarının 7 yılda, öğrenim süresi 5 yıl olan lisans programlarının 8 yılda, öğrenim sü-

Üniversiteden öğrenim süresi içerisinde mezun olamayan öğrencilere de ek olarak ceza sistemi getiriliyor. Buna göre 2,4,5 ve 6 yıllık lisans programından bu süreler içerisinde mezun olamayan öğrenciler, ilgili dönem için öngörülen katkı payı ya da öğrenim ücretinin yanı sıra, hesaplanan kredi başına ödenecek katkı payı ve öğrenim ücreti; dersin alınacağı dönem için belirlenen kredi başına katkı payı ve öğrenim ücretinin yüzde 50 fazlasıyla hesaplanarak alınacak. Bu uygulamayla birlikte AKP iktidarının “parasız üniversiteler” propagandasının yalandan ibaret olduğu açığa çıkmaktadır. AKP iktidarı ve Cemaat arasındaki krizin ve dalaşın bir ürünü olarak vakıf üniversitelerinde mütevelli heyetlerinin oluşturulması da YÖK’e tabi kılındı. Bu doğrultuda vakıf üniversitelerinin eğitime devam edip etmeyeceği de YÖK’ün kararıyla belirlenecek. Tıp Fakültelerinin Sağlık Bakanlığı’na bağlanması, öğretim üyelerinin atanmasından üniversite konseylerinin oluşturulmasına, unvan yetkisinin YÖK’e devredilmesinden tutalım da özel üniversitelerin yasallaşması ve yaygınlaşmasına kadar bir dizi “reform ve yeniliğin” gündeme geldiği Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın halk gençliğine tek getirisi “geleceksizleştirilme”dir. Gerici iktidar üniversitelerin piyasaya endeksli yeniden dizaynıyla birlikte, rekabete dayalı bir eğitim sistemi oluşturulmasını ve bu sistemin yetiştireceği rekabetçi- bencil bireylerin yetiştirilmesini hedeflemektedir. Emperyalizmin çıkarları doğrultusunda ilerleyen AKP iktidarı, yeni yasa tasarısıyla birlikte ulusal ve uluslararası konjöktüre bağlı olarak üniversiteleri baştan aşağı yapılandırmaktadır. Üniversiteler eğitim kurumları olmaktan çıkarılıp birer şirkete dönüştürülmek istenmektedir. Hakim sınıflar her alanda halkın demokratik haklarına saldırırken, halk üzerindeki baskılarını da günden güne arttırmaktadır. Öğrencilerin geleceksizleştirilmesi de bu durumdan bağımsız değildir. Bundan kaynaklı üniversitelerde yürütülecek akademik- demokratik hak mücadelesi, ülkemizdeki demokratik haklar mücadelesinden ayrı ele alınamaz. “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim” taleplerimiz etrafında “ Halk için eğitim” , “Halk için üniversite” şiarlarımızı daha da yükselterek demokratik halk üniversiteleri mücadelesini büyütmeliyiz. Üniversiteler gerici iktidarın eliyle değil, üniversite öğrencilerinin mücadelesiyle ilerleyecek ve özgürleşecektir.


1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

gençlik haber

19

‘Berkin, Ali’ dedi birinciliği alındı

Kocaeli Gazi Lisesi’ni bu yıl birincilikle bitiren Işıtan Önder adlı öğrenci, mezuniyet töreni konuşmasında Berkin Elvan ve Ali İsmail Korkmaz’ı andığı için okul birinciliği elinden alındı

velinin katıldığı mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada Berkin Elvan ve Ali İsmail Korkmaz’ı sahiplenerek şunları kaydetti: “Onların yaşama hakkını ellerinden aldılar. Kimsenin aklına Berkin Elvan ya da Ali İsmail Korkmaz’ın gelmemesi mümkün değil. Biliniz ki Ali İsmail Korkmazlar, Berkin Elvanlar bu sıralarda hep oturuyor olacaktır.”

Ülkemizde gençliğin politize olmasına tahammül edemeyen ve öğrencilerin toplumsal mücadelenin bir parçası olmasını istemeyen siyasi iktidar, okullarda her türlü araç ve kurumlarıyla, üniversitelerde ise öğrenciler üzerinde baskı mekanizmaları oluşturarak sindirmeye çalışıyor. Bunun son örneği Kocaeli Gazi Lisesi’nde okuyan ve okul birinciliği mezuniyet töreninde yaptığı konuşma nedeniyle elinden alınan Işıtan Önder oldu. Önder’in okul birinciliği mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada, Gezi Ayaklanması sırasında hayatını kaybeden Berkin Elvan ve Ali İsmail Korkmaz’ı andığı için elinden alındı. Kocaeli Gazi Lisesi’nin 12 Haziran’da düzenlenen mezuniyet töreninde konuşan Önder, Gezi Ayaklanması’na değinerek “Ali İsmail Korkmaz ve Berkin Elvan her zaman aramızda olacak” dedi. Önder yüzlerce öğrencinin ve

‘Öğrenci törende amacı dışında konuştu’

Üniversite öğrencilerine soruşturma terörü

Önder’in yaptığı konuşma nedeniyle, ‘öğrenci törende amacı dışında konuştu’ diyerek Önder hakkında soruşturma açan okul yönetimi, Önder’in birinciliğini düşürdü. Dsiplin soruşturmasın doğrulayan okul müdürü Ahmet Kemal Saral ise şöyle konuştu: “Okullar henüz kapanmadı. Eğitim dönemi devam ediyor. Öğrenci törende amacının dışında konuşma yapmıştır. Hakkında da disiplin soruşturması açıldı. Soruşturma devam ediyor. Disiplin cezası alması halinde, böyle bir disiplinsizlik cezası da öğrencinin okul birinciliğini etkiler.” Açılan soruşturma sonuçlanarak okulu birincilikle bitiren Işıtan Önder’in okul birinciliği elinden alındı. Kararı çok önceden aldığı belirtilen disiplin kurulu, kararı Önder’e tebliğ etti.

Soma Katiamı’nı protesto etmek için Ege Üniversitesi Hazırlık Fakültesi’ni işgal eden Ege ve Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencilerine üniversite rektörlükleri tarafından soruşturma açıldı Ege Üniversitesi Hazırlık Fakültesi’ni Soma’da yaşanan işçi katliamını protesto etmek için işgal eden öğrencilere Ege Üni-

Okul birinciliğinin elinden alınmasından

sonra bir televizyon programına konuşan Önder yaptığından pişman olmadığını, bu konuşmayı yaparak okul birinciliğinden daha mutlu olduğunu belirterek şunları söyledi: "Bana, okul birincisi olduğum birkaç gün önce söylendi. Konuşma hazırlamam gerektiği söylendi. Teşekkür dolu sade bir konuşma olsun istemedim. Bazı yanlışlara değinmek istemiştim. Bu yanlışların okul birinciliğimi elimden almış olması beni hiç etkilemiyor. O konuşmayı yaparak kendimi daha da mutlu ettim okul birinciliğinden." Yaptığı konuşmadan sonra salonda yüksek bir alkış koptuğunu ve kitleden destek aldığını da belirten Önder, "Öğretmenlerinden nasıl tepki gördün?" sorusu üzerine, "Öğretmenlerimden büyük çoğunluğu yaptığımı destekledi. Fakat bir kısmı siyasi bir konuşma yaptığım için beni tehdit etti" dedi. Kesinlikle pişman olmadığını belirten Önder şöyle devam etti: "Kesinlikle pişman değilim. Zaten amaçları beni pişman etmek ve beni bastırmak. Okul birinciliğimi elimden almaları hiçbir şeyi değiştirmiyor. Ben istediğim üniversiteye gidecek kadar başarılı bir öğrenciyim. Arkadaşlarımdan ve çevreden büyük destek görüyorum. Tebrik telefonları alıyorum".

versitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü tarafından soruşturma açıldı. Rektörlüğün Soma’da yaşananların kaza değil katliam olduğunu kabul etmesini, üniversitelerdeki polis baskısının ve ablukasının kaldırılmasını ve işgal eylemine katılan hiçbir öğrenci hakkında soruşturma açılmaması talebiyle 22 Mayıs günü Hazırlık binasını işgal eden öğrenciler, gece yarısı polis helikopteri, plastik mermi ve biber gazlarıyla polisin saldırısına maruz kalmıştı.

Saldırı sırasında darp edilen 38 öğrenci ters kelepçe takılarak gözaltına alınmıştı. İfadeleri alındıktan sonra serbest bırakılan öğrencilere, daha sonra üniversite rektörlüğü tarafından soruşturma açıldı. Açılan soruşturmada öğrencilere yöneltilen suçlamalar ise şöyle: “Ders gören öğrencileri fakülte dışına çıkarmak, giriş kapılarını zincirle kapatıp, kapı arkalarına yığınak yaparak Yabancı Diller Yüksekokulu’na giriş çıkışları kapatmak.”

‘Hakkımızı arayacağız’ Işıtan Önder’in babası Mustafa Önder ise oğlunun yaptığı konuşmadan kaynaklı birinciliğinin elinden alınmasına tepki göstererek haklarını arayacaklarını ifade etti. “Yaptığı konuşma nedeniyle okul birinciliğinin elinden alınması onun psikolojisini olumsuz bir şekilde etkilemedi. Çünkü zaten okul içerisinde gösterdiği gayret ve başarıyla mezuniyet töreninde onun birinciliği tescillendi, plaketini aldı. 4 yıl içerisinde uygunsuz bir davranışta bulunsaydı, mezuniyetinde ona zaten birincilik verilmezdi. Oğlumuzun başarısı ortadadır. Kendisi de zaten, kağıt üzerinde kalacak olan birinciliğin alınma cezasının onun başarısının önüne geçemeyeceğini düşünüyor.” diyen Mustafa Önder, itiraz dilekçesiyle okula giderek oğlunun kazanılmış hakkının elinden alınmasına karşı her türlü yasal haklarını kullanacaklarını söyledi. Disiplin kurulunun kararına itiraz eden Eğitim-Sen Kocaeli Şubesi ve öğrenciler tarafından basın açıklaması yapılarak karar protesto edildi.

Öğretmenler Önder’i tehdit etmiş

Öğrencilere soruşturma açıldı


20

güncel haber

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

HDP 2. Kongresi gerçekleştirildi

Son dönemlerde yoğunlaşan tartışmalar eşliğinde kongreye giden Halkların Demokratik Partisi(HDP), yeni yönetimini seçerek eş başkanlığa Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı getirdi. Kurulduğu günden itibaren yoğun eleştiri ve tartışmaların muhatabı olan HDP, 22 Haziran 2014 tarihinde “Yarın artık bugündür“ şiarıyla 2. Olağanüstü Kongresi‘ni gerçekleştirdi. Ankara’da düzenlenen kongrede yeni yönetim belirlenirken, eş genel başkanlıklara da Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ seçildi. Parti Meclisi, Merkezi Disiplin Kurulu ve Uzlaştırma Kurulu üyelerinin seçimlerinin yapıldığı kongreye, birçok kurum ve kişi katılım göstererek destek mesajlarını iletti.

Kürkçü’den kongreye dair konuşma Kongrede yapılan açılış konuşmaları sonrası HDP Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü bir konuşma yaptı. Kürkçü yaptığı konuşmada şunları söyledi: “İnsanlar birbirlerinin seslerini işittikçe halklarımızın mücadelesi birleşebilir ve engelleri aşabilir. Evet, yarın artık bugündür. Türkiye' nin 21. yy' da bir geleceği olacaksa bu, bugün burada olacaktır. Halkların ortak geleceğinin kapısıdır bugün. Bu kapıyı açabildiğiniz için bu kapı sizin eserinizdir...Çatışmasızlığa çok çabuk alıştık. Sanki bu ülkede hiç kan akmamış gibi olduk. Bilelim ve hatırlayalım. Türkiye'nin batısı meydanlara inip, Kürt kanı içmeye yemin eden fanatiklerle dolmuyorsa, Soma' daki madenci katliamının arkasından on binlerce Kürt, Soma' daki ölümler için sokağa çıkıyorsa bu kendi kendine olmuyor. Hayatın bu yönde akması için bilinçli bir çabayı sürdüren, hakarete ve dışlanmaya kararlılıkla göğüs gerenlerin eseridir bu durum. Bu Kürdistan halkının ve sevgili yoldaşım Öcalan' ın eseridir... CHP ve MHP'den etkin bir biçimde ülke partisi olduğumuzu göstereceğiz. Biz ülke çapında faaliyet göstermeyi ve her yere ulaşmayı her şeyden daha çok istiyoruz. HDP, 30 Mart seçimlerinde Türkiye'nin her yerinde aday gösterdi, her kentten ve ilçeden seçime girdi. Türkiye'nin her yerinde faaliyet gösteren ikinci parti biziz. İktidarın adayı olmamız bundan dolayıdır... Okmeydanı'nda, Pazarcık'ta Alevi, Kürdistan'da Kürdüz, Karadeniz'de Lazız. Bize Türkiye partisi olmayı öğütleyenler kendilerine bakmalılar... HDP aslında yükselen değer oldu. HDP'nin çağrısını görüyorsunuz ve işte bütün bunları ondan yapıyorsunuz. Beyhude korkularınızla sizi baş başa bırakıyoruz. İşte kongre, işte meydan, işte hayat. HDP burada ve burada olmaya devam edecek. Kürtlerin gösterdiği değişim birilerini korkutmuştur. Bu modern bir halk isyanıydı. Kürdistan İşçi Partisi'nin öncülüğünde gelişen bir isyandı. Artık o Kürt sizin bildiğiniz Kürt değil. Onun devletteki işini hallettiğiniz için size oy verecek olan

Kürt değil. O yüzünü dünyanın ve Ortadoğu'nun devrimcilerine çeviriyor. Bizim işbirliği yaptığımız, ortaklık yaptığımız kitle budur. Kürtler bugün Ortadoğu'nun yükselen gücüdür. Orayı değiştirecek en büyük dinamiktir. Bize öğüt vermeyin. Gelin bakın madenlerde kim çalışıyor, evlerinizi kim yapıyor, kim topluyor tarlanızdan ürünleri. Kim? Bu soruya cevap verdiğiniz zaman, işçi sınıfının Kürtlerden kopamayacağını görürsünüz...Adını bir kez daha anmaktan gurur duyduğum Sayın Öcalan'ın demokratik özerklik programı Kürt halkı için olduğu kadar Türkiye'nin bütün halkları için ortak mücadele rehberidir." Kürkçü, Öcalan'ın ve onun yol arkadaşlarının Türkiye devrimci hareketini kendi hareketlerinin başlangıcı olarak hep kalplerinde muhafaza ettiklerini hatırlattı... sözlerinin devamında ’’İlk defa Türkiye' nin önünde yepyeni bir imkan mevcut. Ezilen halkların ortaklığını, ortak kurtuluş için, ortak vatan için kurmaya hazırız talibiz. O yüzden solcu, yurtsever ve demokrat arkadaşlar size sesleniyorum. HDP sizin de geleceğinizdir. Onu anlayıp tanıdıkça seveceksiniz. Bugün HDP yeni bir yolda...Biz bayrağı teslim ediyoruz bayrak elden ele dolaşacak ve eninde sonunda Ankara'nın burçlarına dikilecektir. Eğer Türkiye, Türkiye olarak bir gelecekten bahsediyorsa gözünü HDP'ye çevirmek zorundadır. Bütün halkları bir araya getirecek başka parti yoktur. Bize 'bu işin içinden kim çıkacak' diye soruyorlar var işte o parti HDP.’’ diyerek sözlerini tamamladı. HDP Kongresi’nde eş başkanlığa seçilen Figen Yüksekdağ ise yaptığı konuşmada HDK ve HDP’ nin fikri zamanı gelmiş bir hareket olduğunu ifade ederek, ‘Tarihte zamanı gelmiş bir hareketi ve fikri, hiçbir güç durduramamıştır. Bunu bildikleri için HDP'nin önünü her kirli yöntem ile çizmeye çalıştılar. Bu kimlik ayaktadır. Türkiye ve Mezopotamya hareketlerinin yeni birlik hareketidir. Burada emeğin, özgürlüğün ve

toplumsal değerlerin, mücadelenin farkı vardır. Yarını kazanacak olan, geleceği kuracak olan da işte bu güçtür. Bu salonda olanlar ve bu salonda olmasa bile burayı can kulağıyla dinleyenlerin yarattığı bir güçtür… Demokrasiyi biz kuracağız. Demokrasiyi bu çoğul, kolektif güç kuracak. Barışın ve özgürlüğün olmadığı yerde direnenler de olacaktır. Direnişlerin onurlu temsilcileri de olmaya devam edecektir… Bugün IŞİD'den bahsediyorlar. Biz bu karanlık karşısında aydınlıktan bahsediyoruz. Yüzümüzü Rojava'ya dönüyoruz. Ortadoğu halklarının, bütün Türkiye halklarının umudu olan bir düzeni kurduğunuz için selam olsun size. Sizin yanınızda Serkanlar hep olacak, kırmızı fularlı kızlar gibi.’ vurgusunu yapmıştır.

Eşbaşkanlar: Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş Figen Yüksekdağ ile birlikte eş genel başkanlığa seçilen Selahattin Demirtaş da kongrede bir konuşma yaptı. “Bütün Ortadoğu coğrafyasının alt-üst olduğu, içeride otoriter karakteri ile vatandaşa korku salan iç yönetimin olduğu süreçte umutsuzluk ortamında gerçek umudun adresi olarak bu kongreyi gerçekleştiriyoruz” diyerek konuşmasına başlayan Demirtaş, büyük alkış toplayan konuşmasında şu vurguları yaptı:”HDP çalışmalarına ilk günden bu yana destek olan Sayın Öcalan'a bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Irkçılığın ve faşizmin kucağına düşmeden, mezhepçiliğin dayattıklarına prim vermeden daha fazla dayanışma zamanıdır. Yüzyıl önce sınırları çizen egemenlerin şimdi bir kez daha kaderimize el atmalarını istemiyorsak, birlik olmaktan başka çıkış yoktur. Bunun en somut örneği Rojava'dır. Egemenliğin paylaştığı modeller, Ortadoğu için en gerçekçi modellerdir… Tek tek diyerek tekleyen zihniyete karşı ortak vatanda, demokratik ulusu hep birlikte inşa edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti'nin her yurttaşı bu devletin gerçek sahibi oluncaya

kadar, bu toplumun onurlu bir ferdi olarak özgür oluncaya dek ilkelerimizden taviz vermeden mücadeleye devam edeceğiz.’’ diyerek sözlerini tamamlamıştır. HDP 2. Olaganüstü Kongresi’nde bir mesaj gönderen PKK lideri Abdullah Öcalan ise demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve ortak vatan paradigması etrafında birleşmenin gerekliliğine işaret etti. Pervin Buldan tarafından okunan mesajda şu ifadeler yer aldı: “Değerli yoldaşlar, 1970' lerin çıkışına dayalı olarak ortaya çıkan hareketimizin Türkiye devrimci demokratik ve sosyalist hareketlerinden hiçbir dönemde ayrı düşünmedik. Kendimizi hep bu çıkışın ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirdik. Her zaman bütünsel olarak hareket etmeye özen gösterdik. Çağrı yaptık, adım attık. Bilinen veya az bilinen nedenlerle ayrı düştük… Yakın dönemde HDK’nin ve HDP’nin oluşumuna tüm gücümüzle katkı sunmaya çalıştık. Hegemonik sistemin tüm karşı çabalarına rağmen geri adım atmadık. ‘Ülke, millet ve devlet bütünlüğünden’ bahseden hegemonik, oligarşik güçler ardına kadar ayrılıkçılığı, bölücülüğü dayatmakla maskelerini düşürmek durumunda kaldı. Çok karşı çıktıkları Kürtçülüğün arkasındaki temel güç oldu. Hatta Kürt ulus devletçiliğinin mimarisini oynadı. Oyunlarına her gün yeni halkalar ekledi, gerçek bölücüler olduklarını kanıtlamaya devam etti… Türkiye’de artık tutacak dikişi kalmayan baştan itibaren kurumsal faşizm ile malul ulus-devlet aşılırken, alternatif model olarak demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve ortak vatan paradigmasını her türlü tekçi anlayışlara karşı sahiplenmek yeniden yapılanmaya bu espiriyle gitmek, HDP’ yi daha işlevsel ve tarihi kılacaktır… HDP ortak, pratik politikayı TBMM içinde ve dışında resmi olarak üstlenirken, muazzam bir sinerjiye yol açacaktır. Statüko karşıtı demokratik sosyalist güçlerin 1960'lardan hatta 1920'lerden beri hep komplo ve imhalarla


güncel haber

1-15 TEMMUZ2014 Halkın Günlüğü

engellenen birliği ve bütünlüğü bu temelde başarı imkanını daha da çoğaltacaktır. En önemlisi de bu yönlü gelişmeyi tarihi ‘demokratik diyalog ve müzakere süreci’nin ayrılmaz bir parçası olarak geliştirmek zorundayız. Bu tarihte bir ilktir, önemle ele alınmalı ve gereği yapılmalıdır. Eğer Türkiye’de sosyalizme ve açık bir demokrasiye gideceksek bu demokratik müzakere süreciyle yakından bağlantılı olacaktır. Bu düşünce ve önerilerimi şüphesiz daha derin, teorik ve pratik tartışma ve önerilerle zenginleştireceğinize ve dolayısıyla başaracağınıza dair inanç ve umudumu belirtir hepinizi saygıyla selamlarım.” sözleriyle mesajını tamamlamıştır. HDP kongresinde Selma Irmak, Gencay Gürsoy, Sebahat Tuncel başta olmak üzere birçok siyasetçi, kurum ve kişi konuşma yaptı. Bilinmeli ki Kürt ulusal sorunu ve Kürt Ulusal Hareketi tarihseldir, köklüdür, stratejiktir, ilkeseldir ve günceldir. Bizzat Türk ulus- devlet konseptinde tek millet- tek vatan- tek dil- tek bayraktek devlet argümanlarıyla emperyalizmin uşağı faşist Türk devleti tekçiliği karşı-devrimci şiddetle hayat geçirmedi mi? O halde hangi demokratik özerklik, ortak vatan ve demokratik ulus’tan bahsedebiliriz. Uluslararası emperyalist devletler ve ona yarı- sömürge temelinde bağımlı komprador tekelci kapitalist Türk devletine karşı, cepheden bir devrimci savaş dışı bir ’ortak vatan’, ham hayaldir. Tekçiliğin faşizm karakteriyle devam ettiği böylesi koşullarda hangi demokratik özerklikten ve demokratik ulustan bahsedebiliriz? Sünni Türk İslam eksenli tekçiliğin imtiyazı ya da lehine eşitsizliklerin varlığı koşullarında açık ki ortak vatan vb gibi argümanlar faşist Türk egemenlik sistemine ve onun eşitsizliğine dümen kırmadır. Evet HDP kongresi, reformlar ekseninde mücadele ve kazanımlar halkasının bir parçası olarak mevcut durumda bir işlev görebilir. Ve evet bu yönüyle ilerici talepleri savunarak bir mücadele yürütebilir. Ve fakat kabul edilmelidir ki tumturaklı sözlerle ve boş vatlerle Türkiye- Kuzey Kürdistan ezilen ve sömürülenleri manipülasyonlara tabi tutulmamalıdır. Aynı şekilde bir yandan Beşir Atalay ’’Öcalan’ın söyledikleri bizimde düşüncemizdir’’ diyecek diğer yandan bunun yani bizzat faşist Türk devletinin arka planında yatan tasfiyeciği ve tekçiliğin yeniden üretimi kapsamındaki ötekileştirici politkalarını göremeyeceksiniz. Sorun salt anayasal güvencede olmamalıdır ya da buna bel bağlanmamalıdır. Zira aynı Türk devleti değil miydi ki Lozan’da Kürtlerin haklarını vereceğim diyen ama hemen akabinde kısa bir süre sonra herkesin sadece Türk’e hizmet hakkı olduğunu beyan eden, bu temelde inkar, imha ve asimilasyonlarla Anadolu ve Mezopotomya’nın çoraklaştırmaktadır. Türkiye- Kuzey Kürdistan ezilen ve sömürülenleri belleklerini sürekli olarak diri tutmalıdır.

21

EMEP HDP’den ayrılırken süreci nasıl kavramalıyız? Emek Partisi (EMEP), HDP sürecine dair sunduğu eleştiri ve önerilerin dikkate alınmaması üzerine HDP kongresi öncesi bir açıklama yaparak HDP’den ayrıldığını açıkladı Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bünyesinde kurulan ve yoğun tartışma ve eleştirilerin muhatabı olan Halkların Demokratik Partisi (HDP), 22 Haziran 2014 tarihinde oldukça tartışmalı bir atmosferde 2. Olağanüstü Kongresi‘ni gerçekleştirdi. Kurulduğu andan itibaren oldukça yoğun tartışmalara vesile olan HDP, özellikle Gezi ve 17 Aralık süreci ve son olarak yerel seçimler döneminde sergilediği politik-pratik hat nedeniyle eleştirilere maruz kalmıştı. Yerel seçimler sonrası BDP’nin sadece Kuzey Kürdistan’da bölgesel bazda çalışma yürütüp kendisini feshederek HDP’ye katılma kararı başta HDP’nin bazı bileşenleri tarafından olmak üzere, geniş bir kesimde eleştiri konusu olmuştu. Yaşanan bu sürece karşı olduğunu ifade eden EMEP de bu yanlıştan dönülmesi yönlü bir çağrıda bulundu fakat eleştiri ve önerileri dikkate alınmayınca HDP’den ayrıldı. EMEP, 22 Haziran’ da yapılacak olan HDP kongresi öncesi bir açıklama yayınlayarak HDP’de yer almayacağını beyan etti. Pollyannacılık oyununun mücadelede açtığı gedik!!! HDK bünyesinde çalışmalarına devam edeceğini ifade eden EMEP’in konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Emek, demokrasi ve halk güçlerinin birliği ve ortak mücadelesi sorunu öteden beri Türkiye devrimci hareketinin temel gündemlerinden birini oluşturmuştur. Partimiz kuruluşundan itibaren bu soruna büyük önem vermiş, çözümü için elinden gelen çabayı göstermiş, özveriyle hareket etmiştir. Diğer yandan herkes birliğin önemini vurgulamakla birlikte bu birlik ve ortak mücadelenin hangi zeminde ve hangi biçimle sağlanacağı noktasında görüş farklılıklarının olduğu bir gerçektir. Bir araya gelecek güçlerin ideolojik, siyasal referans ve öncelikleri dikkate alındığında bu normal karşılanması gereken bir durumdur. Bununla birlikte; farklılıkları öne çıkararak birlik sağlamanın çok zor olacağı da bir başka gerçektir. Partimiz bu gerçeklerden hareketle, emek ve demokrasi güçlerinin mücadele birliğinin ideolojik bir kitle partisi formunda bir araya gelinerek sağlanamayacağını savunmuştur. Böyle bir kitle partisinde her şeyden önce “program sorunu” öne çı-

kacak ve doğası gereği ideolojik, siyasi farklılıklar birleşmenin önünde başlıca engeli oluşturacaktır. Oysa bu ortamda demokrasi talepleri etrafında oluşacak güç birliği ve ittifaklar emek ve demokrasi güçlerinin ortak mücadele yürütmelerinin en uygun zemini olarak karşımıza çıkmaktadır. Partimiz 2002 yılında gerçekleşen Emek, Barış, Demokrasi Bloğu’ndan HDK- HDP örgütlenmesine bu anlayışla var gücüyle katılmıştır. HDK- HDP farklı siyasi çevrelerin, etnisitelerin, inanç, kültür gruplarının, çevre, kadın örgütlenmelerinin, emek güçlerinin talepleri etrafında bir araya gelerek ortak demokrasi mücadelesi verdikleri ittifak zemini olarak biçimlenmiş, örgütsel işleyiş ve hukuku bu çerçevede oluşmuştur. Fakat HDKHDP bileşenlerinden BDP tarafından yerel seçimler öncesinden başlayarak HDP’nin, “BDP’nin ideolojik, siyasi hedeflerine bağlı olarak toplumun radikal demokrasi temelinde dönüşümü için politika yapan bir kitle partisi olarak kendisini yeniden örgütlemesi” gündeme getirilmiştir. Partimiz BDP tarafından gündeme getirilen ve HDP’ yi örgütsel norm ve siyasi program açısından yeni baştan biçimlendirmeyi hedefleyen bu tutumunu doğru bulmamış; bu konuda yaptığı değerlendirmeleri 11 başlık altında HDK- HDP bileşenleriyle paylaşmıştır. Geride kalan yaklaşık 2 aylık süre içerisinde yapılan görüşme ve tartışmalar belirli bir olgunluğa ulaşmıştır. Burada temel bir gerçeğin altını bir kez daha çiziyoruz: Partimizin, HDP’nin bir ittifak ve seçim partisi olarak; emek, barış ve demokrasi güçlerinin ortak mücadele zemini olmasına hiçbir itirazı yoktur. Başta BDP olmak üzere HDK- HDP bileşenleriyle yaptığımız değerlendirmelerde bütün çabamız ve ısrarımız, HDP’nin, kuruluş ilkeleri temelinde yoluna devam etmesi yönünde olmuştur. Bu konudaki tutumumuza bileşenlerin büyük çoğunluğu, aydın, sanatçı ve bilim insanı dostlarımız hak vermiştir. Ancak başta BDP olmak üzere kimi HDP bileşenleri, HDP’yi kendi politik değerlendirmeleri ve hedefleri açısından yeniden biçimlendirmekte ısrarcı olmuştur. Gelinen aşamada BDP tarafından gündeme getirilen ve partimizin de temel itiraz noktası olan ‘HDP’nin belirli bir ideolojik yaklaşıma sahip bir kitle partisi olarak kendisini yeniden örgütlemesi‘ konusunda net bir karar alma ihtiyacı doğmuştur. Partimiz, değerlendirmeleri sonucunda, bu anlayış ve tutumla örgütlenecek olan yeni HDP’ye katılmama kararı almıştır. Partimiz, mevcut koşullarda, emek, barış ve demokrasi güçleriyle olan ittifakını, ortak mücadele tutumu ve sorumlulu-

ğunu HDK içerisinde yer alarak devam ettirecektir. Kürt Ulusal Hareketi ve onun siyasi temsilcileriyle, demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi ve ittifakı temelinde birlikte yürüme kararlılığımızı da HDK başta olmak üzere her zeminde sürdüreceğiz.’’ Mevcut ısrarın sınıf eksenli paradigması EMEP ayrıca HDK ve HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde gösterecekleri ortak aday etrafında ortak bir çalışma içerisine gireceklerini de ifade etmiştir. Yukarıda da ifade edildiği gibi HDP bileşenleri arasında önemli çelişkilerin olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Ancak gelinen aşamada EMEP’in BDP ve bazı bileşenlerinin HDP’yi kendi politik değerlendirmeleri ve hedefleri açısından biçimlendirmedeki ısrarcılığını gerekçelendirmesi aslında uzun süredir var olan bir gerçekliğin dışa vurumu olarak algılanmalıdır. Kaldı ki esaslı ve köklü gerekçelerle de EMEP’in HDP’ye katılmama durumu da söz konusu değildir. Zira başta EMEP‘li dostlarımız olmak üzere gerek HDK gerekse de HDP içerisinde yer alan bileşenlerin bir bölümünün epeydir mevcut olgunun bizzat öznesi ve örgütleyicisi değil salt destekçisi pozisyonundan kendini kurtaramadıkları ve Kürt Ulusal Hareketi‘nin arkasından sürüklendiklerini vurgulamak isteriz. Öyle ki emek, barış ve demokrasi güçleri vb argümanlarıyla HDK ve HDP içerisinde yer alan bazı bileşenler, BDP ya da daha doğrusu Kürt Ulusal Hareketi‘yle yatıp Kürt Ulusal Hareketi‘yle kalkmakta ve hatta ayan beyan ortada olan son derece önemli olumsuz gelişmeler karşısında dahi insiyatiflerini tanıdıkları sürecin öznesi olarak önderliği ele geçiren dostlarına en küçük eleştiri getirmekten bile sakınır hale gelmişlerdir. Ancak ve ancak HDK ve HDP‘de yer almayan devrimci, sosyalist ve komünist güçlere ise haksız saldırılar, sansürler, ithamlar vb gerçekleştirmekten de geri kalmayarak tutarsızlıklarını sergilemiştir. Sözü hiç dolandırmadan ifade edelim ki devrimci dayanışma ve eylem birliktelikleri, platformlar öylesine tekleştirme ve ötekileştirmelerle gerçekleştirilecek meseleler değildir, olamazlar. Aynı şekilde ne zamandan beri reformistler devrimci ve komünistlere doğru demokrasi bilincini ve bizzat onların önderliğinde birlikteliklere biat eder oldu. Bu bilinçle başta sosyalizmin güçleri olmak üzere tüm dost güçlere birbirini ötelemeden ve tekleştiriciliğe asla prim vermeden doğru devrimci eylem birlikleri ve platformları için eyleme geçerek göreve çağırıyoruz.


22 Halk gençliğin kültür ve sanat kültür sanat

1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

Genç sanatçı adayları öğrenmenin zorlu ve çetrefilli yollarından kaçınarak kolaycı ve estetikten uzak bir sanattan faaliyet içerisine girme eğilimini göstermemeli, emek harcayarak, ağır da olsa geleceğe yönelik sağlam adımlar atarak ilerlemeli ve gelişimini düz bir çizgiden ziyade, yaratıcı yöntemler, yeni araç ve gereçler, üsluplar üzerinden belirli bir rotaya kavuşturmalıdır Gençliğin sanatın ve edebiyatın çeşitli dallarıyla günümüz itibarıyla olan ilişkisi irdelenmeye değer bir konudur. Geniş gençlik yığınları, mevcut düzenin kendisine sunduğu “kültür sanat edebiyat”la yetinmek zorunda bırakılıyorken, genç yürekler ve beyinler TV ekranlarından, sahnelerden, çeşitli yayın organlarından vb. yayılan piyasa değeri yüksek, sanat değeri olmayan “sanat ve edebiyat”la dumura uğratılırken, bu konuda kapsamlı tartışmalar yürütmek ve sağlıklı sonuçlara ulaşmak gerekmektedir. Esas itibarıyla irdelemek istediğimiz kendisine sunulana karşı durma eylem ve bilincinde olan alternatif sanat ve edebiyat anlayışı ve pratiğiyle geniş gençlik yığınlarına ulaşma iddiasında olan genç sanatçı adaylarının konuyla ilişkisidir. Hayatın çeşitli alanlarında (politika, siyaset, eylem vb.) yeniliklerle donanmış, iddialı bir geleneğin gençliğinin de diğer alanlarda olduğu gibi sanatsal alanda da yenilenme iddiasını taşıması, yaşaması ve yaşatması gerekli ve kaçınılmazdır. Bu iddiaya denk düşen bilgi, birikim, deney tecrübe ve en genel anlamda sağlam bir formasyona kavuşmak bunu yaşamsallaştır-

‘Yağmur Kıyamet Çiçeği’

manın en temel ayağı olmaktadır.

Sanat insan bilincinden bağımsız olarak ortaya çıkmaz Var olan şeylerden yeni imgeler yaratmak olarak tanımlayabileceğimiz sanat, bir tasarım sürecidir. Bireyin siyasal, entelektüel bilinç sıçramasının ürüne dönüşeceği en son noktadır. Bununla birlikte, çevre ve doğayla yaşamsallık ilişkisi sağlayarak onu estetize edip, anlamlandırmayı amaçlar. İnsan bilincinden bağımsız olarak ortaya çıkmaz sanat. Sanatın belirli amaçları ve bu amaçlara gidecek belirli araçları vardır. Bazen bir kâğıtta, bazen bir montaj masasında, yağlanmış bir tuval bezinde, bir mermer parçasında ve bir parça kilde hayat bulur. Bu süreç gözlem, tasarım, üretim olarak tanımlanabilir. Sanatçı çevresindeki olay ve olguları gözlemler, veriler toplar, bu olay ve olgulardan kendi duyguları, içselliği ve bilinç düzeyiyle yepyeni olay ve olgular üre-

Kazım Koyuncu'nun hayatını anlatan "Yağmur-Kıyamet Çiçeği" adlı film, bu yıl sanatçının doğum günü olan 7 Kasım’da vizyona girecek Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan patlamanın ardından SSCB başta olmak üzere ülkemizde de çok sayıda kişi yayılan radyasyondan etkilenmiş ve yakalandığı kanser hastalığından hayatını kaybetmişti. Sanatçı Kazım Koyuncu da yakalandığı kanser hastalığına karşı sürdürdüğü mücadelesini kaybederek 25 Haziran 2005 tarihinde aramızdan ayrılmıştı.

terek sanat ürününü ortaya çıkarır. Bu süreç, estetiğin ortaya çıktığı süreçtir ki, düşünsel ufkun genişliği ortaya çıkanın niteliğinde belirleyicidir. Lenin, 2 Ekim 1920’de Tüm Rusya Genç Komünistler Kuruluşları 3. Kurultayı’nda “… Gençliği bekleyen görevlere bu açıdan bakıldığında şunu söylememiz gerekiyor ki, genel olarak gençliğin, özel olarak da genç komünist kuruluşlarının ve öbür örgütlerin görevleri, şu tek sözcükte bağlanmaktadır: Öğrenmek! Evet, sade bir sözcüktür bu. Neyi öğrenmeli ve nasıl öğrenmeli?” diye sorup, “biz komünizmi ancak bizi, eski toplumdan kalmış olan, bilgi, örgüt ve kurumların tümüne dayanarak, insanoğlunun elimizdeki güç ve araçlarından yararlanarak kurabiliriz. Onun içindir ki, sadece komünizme ilişkin kitap bilgisini özümlemiş olmak son derece yanıltıcıdır…” demektedir. Genç sanatçı adayları için buradan iki temel sonuç elde ediyoruz: Öğrenmek ve tarih boyunca insanlığın yarattığı kültürel ve

sanatsal mirastan beslenebilmek yetisine ulaşmak! Bilgiyi, bu değerli değerler bütününü eskiyi yıkıp yeniyi inşa etme sürecinde kullanabilme yeteneğine ulaşmak yani. Tarihsel materyalist bir anlayışla, insanlığın çeşitli dönemlerinde ortaya çıkardığı değerleri algılamak ve yeniyi yaratmada buradan beslenmek bizi sanatsal anlamda da çok daha güçlü, seviyeli ve yaratıcı kılacaktır. Primitif dönemden Antik Yunan’ın Sophokles, Aristophanes, Aiskhilos’una, Rönesans’ın Michelangelo, Da Vinci, Donetello’suna, Klasik Dönem’in Sheaskepeare, Moliere, Racine’ne, Romantik Dönem’in Delacroix, Goya, Jacques Louis David, Stendhal, V. Hugo, Goethe’sine Cezanne, Munch, Van Gogh, Rodin, Tatlin, Eisenstein, Gogol, Çehov, Gorki’den Mayakovski’ye Aragon’dan Lorca’ya, Muhsin Ertuğrul’dan Sabahattin Ali’ye, Nazım’dan günümüze… Oldukça geniş bir mirasa sahibiz. Önemli olan Lenin’in belirttiği gibi öğrenmek ve

Çekimler Koyuncu’nun köyü olan Pançol’da yapıldı

Kazım Koyuncu’nun hayatından bir kesit

Onur Aydın’ın "Yağmur-Kıyamet ÇiçeğiKazım Koyuncu, Trabzonspor ve Çernobil Faciası" adlı kitabından beyaz perdeye aktarılan ve kanser hastalığı nedeniyle 33 yaşındayken aramızdan ayrılan Kazım Koyuncu’nun hayatından bir kesiti anlatan, “Yağmur-Kıyamet Çiçeği” filmi, sanatçının 43. doğum günü olan 7 Kasım 2014 tarihinde vizyona girecek. “Yağmur - Kıyamet Çiçeği” filminin çekimleri Hopa'da, Kazım Koyuncu'nun doğup büyüdüğü köy olan Pançol'da devam ediyor. Çekimlere Kazım Koyuncu’nun annesi Hüsniye Koyuncu ile babası Cavit Koyuncu da eşlik ediyor.

Yapımcılığını Gülay Kuriş’in üstlendiği filmin yönetmenliğini, kitabın da yazarı olan Onur Aydın üstlendi. "Yağmur-Kıyamet Çiçeği" filminde, Kazım Koyuncu’nun hayatının yanı sıra Çernobil’de yaşanan nükleer patlama, yabancı kadın ticaretinin doğuşu ve Trabzonspor’un 1995-1996 yılında bir golle şampiyonluğu kaçırması konu ediliyor. Filmin rol alan oyuncuları ise şöyle sıralanıyor: Engin Hepileri, Altan Erkekli, Devrim Saltoğlu, Sevtap Özaltun, Erkan Köstengil, Sait Genay, Settar Tanrıöğen, Hüseyin Avni Danyal, Elena Viunova ve Serap Aksoy.


1-15 TEMMUZ 2014 Halkın Günlüğü

sorunsalı bunlardan yeniyi yaratmak için, ileri ve geliştirici özellikleri alarak kendi sanatsal sürecimizi niteliğe ve yaratıcı üretime kavuşturmaktır. Genç sanatçı adayları öğrenmenin zorlu ve çetrefilli yollarından kaçınarak kolaycı ve estetikten uzak bir sanattan faaliyet içerisine girme eğilimini göstermemeli, emek harcayarak, ağır da olsa geleceğe yönelik sağlam adımlar atarak ilerlemeli ve gelişimini düz bir çizgiden ziyade, yaratıcı yöntemler, yeni araç ve gereçler, üsluplar üzerinden belirli bir rotaya kavuşturmalıdır.

Lenin genç sanatçılara izleyeceği yolu göstermiştir 1920’lerde Sovyet Rusya’da yaşanan Prolet-kültür deneyimi ve Lenin’in Prolet-kültçülerle olan tartışmalarını bilmek konuya yaklaşıma oldukça faydalı olacaktır. Lenin, geçmişin kültür mirasını, insanlığın atılım ve birikimlerini hiçe sayan, proletkült anlayışına karşı önemli polemikler yürüterek, ezilenlerin yeni toplumun inşasında izleyecekleri Marksist yol ve yöntemi açıkça ifade etmiştir. Dar, kapalı, alışageldik, kendi kendini tekrar eden, gelenekselleşmiş kurumlaşma ve bireysel üretim tarzları günümüz itibarıyla da aşılması gereken yaklaşımlar olmaktadır. Nitelik ve estetik sorunları genç sanatçı adayları için sürekli tartışılması ve aşılması gereken sorunlar

23

olmaktadır. Toplumcu gerçekçi sanatı biçim, içerik ve özden koparıp bayağılaştırmak, bayağılaştırıcı, basitleştirici yaklaşımlar içerisinde bulunmak ulaştığı düzey itibarıyla ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Niyetten bağımsız, bilgi, birikim ve düşünce ufku darlığından ötürü böylesi üretim hatalarına düşmemek için Lenin’in belirttiği iki nokta üzerinde önemle durup tartışmak, anlamak ve güncelliği içerisinde hayata geçirmek genç devrimci sanatçılar için elzemdir. Kültür-sanat-edebiyat alanında yeni ve yenileyen olabilmek, bunun genç dinamik, verimli ayağını oluşturabilmek için bize sunulan olanak ve birikimi en olgun şekilde değerlendirmesini bilerek geniş gençlik yığınlarını kucaklayabiliriz. “Yüz Çiçek Açsın Yüz Düşünce Yarışsın” diyerek sanat ve edebiyat alanında denenmiş, yıpranmış, tüketilmiş, aşılmış, aşınmış tarzların ve kaba, slogancı söylemlerin yerine, gençliğin tahrip edilmiş duyguları ve düşüncelerine ulaşmak ve onları uyandırıp ayağa kaldırmak sanat ve edebiyatta yeni bir gençlik dalgası yaratmak için estetiğin, bilimin olanaklarından, Toplumcu Gerçekçi Sanatın hayatla olan bağlarından yararlanarak sahnede, tualde, kâğıt üzerinde, kilde ve sözde yepyeni ufuklara ulaşmalıyız.

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

KALKTIM

K

uş curcunası. Gözlerimi açtım, sırtımı kaldırdım döşekten. “Her günkülüğün varlık minvalini,” hayatı Ti’ye alarak, kimseye minnet etmeden kendim tayin edeceğim yine. Düşünme ve yazma melekesini yitirinceye kadar böyle sürecek bu. Yüksünmeden, hayata rağmen ve hayata karşı yaşamak, tatlı ve eğlendiricidir. Her zaman olduğu gibi bakışlarım duvardaki resimlere takılıyor; yarattıkları olayların kahramanı ve kurbanı olan kalabalıklara. Hepsinin bir geçmişi var ama, nakledenleri olmadığı için hiçbirinin geleceği yok. Yekiniyorum. Her geçen gün ağırlaşıyor kalkışım. İçimde, sır küpü bir ağırlık. Çelişik, çifte bir devinim. Zaman ötesi bir aşkınlık. Birbirlerinin içinde kutup yaratan kutuplar... Çözemiyorum. Çözsem ne olacak sanki. Sonsuzu haddinden fazla sıkıştıran bir hırs. Şu düşkünleşen kanlı mekâna teslim olmadan, saf, derin zamansal imkânlar içinde arayışa girmenin bir yolu olmalı. Bedenin ruha, ruhun bedene hapsolmadığı bir durum. Güneş, banyo odasına girmiş. Işık capcanlı, bağırgan. Karınca yukarılara doğru tırmanıyor. Yirmi yıldır öldürmüyorum hiçbir canlıyı. Yakalayıp bahçeye bırakıyorum. Pencerenin önünde kuşlar; kendilerini mesafeye ve cevvaliyete yayan bakışlar. Hiçbir hayvanın fikrini sormadan, onayını almadan merkeze koymuşuz kendimizi varlık aleminde. Tanrıyı her gün yeni baştan yaratıyor ve onun sıfatlarını zırh gibi kullanıyoruz. Bilgi, kişilik ve özgüven sorunu. Her yerde sürekli görünen ve olmayan bir yüze ihtiyacımız var. Kadın bağırtısı geliyor arka cepheden. Kevin’in possum yüzlü karısı olabilir. Kevin dövebilir mi? Sanmıyorum, dövmez. Duyarlıdır, kalbine sığınmış bir halde yaşıyor. Henry Lawson’a benziyor, pala bıyıklı, yakışıklı. Ayağının altındaki toprakla kendisi arasındaki mesafenin açılmasına izin vereceğini sanmıyorum. Kadın, sevişirken de

bağırabilir. Son yüz yılda bu gelenek yaygınlaştı. Bağırtıları mizaçlarına göre eskisi gibi ayırt edemiyorum artık. Bağırabilecek bir yapıdadır kadın. Sardunya pembesi, çilli bir yüz ve dağılmış, sihirli bir zaman. ‘Ne derler’ çekincesinden ari, özgür bir davranış silsilesi. Kendi bedeni üzerinde hukuksuz bir hak sahibi. Nefsini ahlak prangasının tasallutundan kurtarmış bir tip. Bağırabilir. Bu bağırtı, sabah sabah milleti uyandırır, mahalleyi panayır yerine çevirebilir diye düşünmez. Mancınıkla uzaya fırlatılmış sanki. Bağırıyor, sabah ışığını yaralamadan, özgür bir ruhla. İnsan henüz özgür değil, özgür olduğu anda, şimdiki acılara hiç benzemeyen çok derin acılar çekecek. Hayırlısı. Bağırtı, komşunun horlanan, insan yerine konulmayan fukara yaşlı köpeğini takatsiz havhavlarla harekete geçirince moralim bozuldu. Yüzümü yıkamadım. Salona geldim. Her kahvaltıda yediğim şeyleri dolaptan çıkardım. Ekmek, zeytin, peynir ve domates. Bir insanın kahvaltıları birbirine benziyorsa, romanları da benzer birbirine. Çiğniyorum. Duygu kırılmaları. İnsan, duygularındaki çatlaklara sığınabilir, çatlamış bir ışık gibi. Oradan tüm evreni dinleyebilir. Pencereden, yolun karşısındaki kırmızı erik ağacına bakıyorum. Erik kadar papağan tünemiş dallarına. Kaç gündür Gazze’den gelen iki Arap, mahallenin dikkatini çekercesine durmaksızın erik yiyor. Papağanların bu adamları seyretmek için geldiklerini sanıyorum. Şu çiğneme işini savuşturabilirsem, çıkıp gezineceğim erik ağaçlarının altında. Gökyüzünde dinlenen taze gücü içime almadan bir şey yazamam.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Hezaran kes tev li meşa LGBTÎ bûn

Danzdehemîn Meşa Rûmetî ya Stenbol a LGBTÎ, îsal bi tevlêbûneke girseyî ve li kolana Taksîmê pêkhat. Tevgera Jinên Demokratîk jî di meşê de cihê xwe girt û êrişên li dij LGBTÎ ya nijadî û homofobîk hate protestokirin Meşa Rûhetî ya LGBTÎ ku her sal li Stenbol tê pîrozkirin, îsal jî li Stenbolê bi tevlêbûna hezaran kes ve pêk hat. Kesên ku ji bo vê meşê dixwastin li Rawestgeha Tramvayê Taksîm kom bin, polês bi TOMA ve berbestiyan ve astengî derxist. Polêsan ku li ber Navenda Çanda Fransî û têketina Taksîmê girt, ji aliyên hezaran kes ve bi dirûşmên "Polês toltî bike birûmet bijî" ve hate protesto kirin. Meşvanan di bin pankertê "12. Meşa Birûmetî ya LGBTÎ" de meşiyan. Girse, gelek car diruşmên bi vî rengî qêriyan: "Dewletê homofobîk dê hilweşe", "Bi me hîn bin, em naçin", "Ev hê destpêk e, tekoşîn didome..." Li destên meşvanan dowîzên nivîskî jî hebûn, di wan dowîzan de, "Destê nede zarokên min", "Cem biraderên xwe me", "Heta ku em nermik in", "Evîna jin bi jin", "Hîn bin, em li her der in", "Tevahî bêehlaq" hatibû nivîsandin. Di meşê

de malbatên LGBTÎ"yan jî hebûn û tevahî meşvan qasî 2 seatan di bin ala LGBTÎ ya mezin pêkhat.

Rê ya jiyaneke birûmet di qada berxwedaniyê de ye. Meşê ku li Tunêl a Taksîmê bidawî bû, daxuyaniya vê meşê jî ji aliyê tevgera malbatên LGBTÎ binav LİSTAG ve hate xwandin. Daxuyanî, dayika LİSTAG"îyan Sema Yakar û Şevval Kiliç xwandin. Di daxuyaniyê de li ser çalakiya Gezî ya 2013 hate balkişandin û wiha hat gotin:: "Di havîna 2013'hê de dem û erdnîgarî wateya xwe wenda kirî bû. Ji ber ku di mehekî de temenek, di parqekî de dinyayek hatibû jiyandin. Em têgihîştîbûn ku asoya me çiqasî teng e û çembera mi çiqasî fireh e. Dema ku Meşa Hefteya Rûmetiyê ya 2013 destpê kir, naverok "berxwedanî" bû, û tevahî jiyana me berxwedanî bû, hê jî wisa ye. Em her yek wek berxwedêr bûn, çi ku jiyaneke burûmet bê berxwedanî nadibû. Demu ku Meşa Hefteya Rûmetiyê ya 2013 bidawî bû, em fêr bûbûn ku di hêstên me de tu car tenêtî nema bû."

AKP kujertiya hovitiyê teşwîq dike! Di daxuyaniyê de hate bilevkirin ku Tevgera LGBTÎ, di sala 2014'an de bi hêzeke qewîn ve

hê jî mezin bûye û ev mezinbûn bi pêmayî ya tekoşîna 22 salê ve grêdayî ye. Daxuyanî wiha domiya: "Lê belê, bi salane em dizanin ka tova tolitiyê bi çi rengî tê çandin. Dijî van yekan tekoşina me ya le himberî şîdeta homofobîk û transfobik jî didome. Ne zêde, salek berê, nêzîkahiya AKP ya li rastiya LGBTÎ'yê me dît. Em tev zanin ku salek berê di bin nava "demokratbûnê" de çavên xwe ji LGBTÎ girtin û me nedîtin. Di serî de maha me ya jiyanê, mafa xebatkirin û mafa xweparastin jî îro hê jî wek bi awayekî zagonî nehatiye misoger kirin. Her ku AKP rastiya me nebîne û nasneke, ev yek tê wateya teşwîqkirina sucên tolitiyê ya li himberî me." Piştî daxuyaniya çapemeniyê, hezaran kes govendan girtin û bi vî rengî çalakî bidawî kirin.

‘Kujertiya transan polîtîk û bipergal e’ Îsal "5. Hefteya Rûmetî ya Taransan" ji di roja 21'ê Pûşber'ê li Taksîm, li rawestgeha Tramwayê hate pîrozkirin. Pîrozbahî, li wir heta Tûnêlê bi meşeke girseyî ve bidawî bû. Çalakî bi hezaran kes ve hat lidarxistin û di vê meşê de qêrîna dirûşmên li himberî kujertiya transan, tenêhîştina transan û êrişên transfobîk hate protesto kirin. Ew çalakî ku bi bangawaziya "Komela LGBTÎ ya Stenbolê" ve hate ve-

rastkirin, gelek tevgerên şoreşger û demokratîk ku wek Tevgera Jinên Demokratîk (DKH) jî di nav de tevlê bûn. Piştî meşê, daxuyaniyek hat xwandin û di vê daxuyaniyê de hate aşkere kirin ku va 2 salên dawî de 49 jinên trans, bi kujertiya tolitiyê ve hatiye kuştin, di vê 10 salên dawî de jî 70 jinên trans hatiye qetilkirin. Daxuyaniyê de hat diyarkirin ku, Li Avcilar, li wargeha MEİS'ê, bi nava Seda jineke trans, ji şeniyê MEÎS'ê ve hatiye qawirandin, ew jin di hewşa mizgeftekî de ji aliyê kesekî kujer ve hatiye kuştin, doza vê kujertiyê jî bi neheqtiyê encam daye. Ew kujer bi dozeke heta temenê cezadayîn ve dihat dozkirin, lê di encamê de, bi sedema ku ew jin transe heta 15 sal ceza girtiye. Ew kujer jî heta 8 salan, bi mafa "serbestiya pişkinandî" dê ji girtigehê derbikeve. Ev yek hate bilêvkirin û daxuyanî bi vî rengî domkir: "Wekî Seda bi hezaran jin, bi şîdeta pergalî ya dewletê ve jiyana xwe ji dest dide. Ji ber ku, dewletê mêranî, jiyaneke bişîdet, biçêr, cihêbûnîtî, nijadperestî, biyanîkirin, zilm û zordarî wek şêwazeke jiyanî hînî me dide." Di daxuyaniyê de wek bi awayekî binîxezkirî hate gotin ku, "kujertiya transan bi zanebûn polîtîk û pergalî pêk tê. Dawiya daxuyaniyê wiha hate girêdan: "Dê emê kujertiyên bitol û kujertiya transan rawestînin."


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.