1-16 Ekim 2013

Page 1

sf 12-13

Devlet ‘destanı’ kanla yazıyor Hak arama yollarını kapatan, sokağa çıkanı katleden bir devletten demokrasi beklemek, gölü mayalamakla eş değerdir. Haziran direnişinde devlet terörü sonucu Mehmet Ayvalıtaş(20) , Abdullah Cömert(22), Ethem Sarısülük(26) , Medeni Yıldırım(18), Ali İsmail Korkmaz(19), Ahmet Atakan(23) hayatını kaybetti. AKP devlet terörüne “destan” dedi. Yargı ise madalya takıyor kasf 06-10 tillere, Ethem davasında olduğu gibi . Hemde oluk oluk akan gençlerin kanıyla

Halkın Günlüğü

1-16 EKİM 2013 Yıl: 3 Sayı: 70 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

geç olmadan şimdi hep bir ağızdan söylemenin zamanıdır

hasta tutsaklar serbest bırakılsın

‘Çözüm’ sürecinde ağır basamaklar f GÜNCEL 04-05 KUH cephesi uzun zamandan beridir AKP iktidarının adım atmasını talep ederek, görev ve sözlerini yerine getirmeyen iktidarın bu yaklaşımının süreci tıkayan zemin olduğunu ifade ederek defalarca çağrılarda bulundu. Çabalar gösterdi. Bunları ciddiye almayan AKP iktidarı adım atmak bir yana, Kürt ulusunun iradesini hiçleştiren eğilimi terk etmedi. Kürt düşmanlığı köklü olan Türk hakim sınıflarının Kürt ulusal sorununda ciddi ve samimi bir ilerlemeden yana olmayacakları açıktır.

Punto Deri’de direnenler anlatıyor

14

‘Demokrasi cenneti’ içinde tutuklu öğrenciler

16

İstihdam paketi: kadının özgürleşmesi mi?

22


02 Abdullah Kalay’a özgürlük güncel haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

best bırakılsın” sloganlarını attı. DHF adına yapılan açıklamada Kalay’ın mevcut sağlık sorunlarının onarılamaz bir hal aldığı ifade edildi.

Kalbinin yüzde 70’i çalışmıyor Doktorların ağır kalp yetmezliği, solunum güçlüğü, şok gibi sorunlar yaşayacağına dair uyarılarını yaptığı Kalay’a 12 Ağustos 2013 tarihinde yeniden anjio yapıldığı belirtilen açıklamada tekrarlanan tetkiklerde Kalay’ın kalp ritminin bozulduğu, kalbinin %3’unun çalıştığı, damarlarında %70 daralma ve tıkanma riski tespit edildiği vurgulandı.

Adli Tıp Kurumu: Kalbi çalışıyor (!)

Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) kalbinin yüzde 70’i çalışmayan Yeni Demokrasi tutsağı Abdullah Kalay’ın serbest bırakılması için başlattığı kampanya çerçevesinde birçok ilde eylemler düzenliyor Devlet bir yandan tecrit politikalarıyla devrimci tutsakları ‘ıslah’ etmeye, bu yolla onları düşüncelerinden ve ideallerinden uzaklaştırmaya çalışırken diğer yandan ise hasta tutsakların tedavisini engelleyerek, hapishane koşullarında tedavileri mümkün olmadığı halde onları serbest bırakmayarak resmen katlediyor. İçerde tutularak katledilmek istenen tutsaklardan biri de kalbinin yüzde 70’i çalışmadığı halde serbest bırakılmayarak tedavisi engellenen Ölüm Orucu

gazisi Abdullah Kalay. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) “Hasta tutsaklara özgürlük” şiarıyla başta Abdullah Kalay olmak üzere sayıları yüzleri bulan tüm hasta tutsakların serbest bırakılması için bir kampanya başlattı. Yürütülen kampanya çerçevesinde İstanbul, Denizli, Dersim, Antalya gibi birçok yerde eylem ve çalışmalar düzenleniyor. DHF, 5 Eylül günü İstanbul Galatasaray Lisesi önünde hasta tutsak Abdullah Kalay’ın derhal serbest bırakılması için eylem düzenledi. Kalay’ın tedavisinin engellenerek yaşayacağı zorunlardan bizzat AKP ve onun emrindeki Adli Tıp Kurumu’nun sorumlu olduğunu açıkladı. “Abdullah Kalay’a özgürlük” pankartını ve “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın. Abdullah Kalay’a özgürlük” dövizlerini taşıyan kitle sık sık “Abdullah Kalay’a özgürlük”, “Hasta tutsaklar ser-

Adli Tıp Kurumu’nun bu rahatsızlıkları nedeniyle iki kez başvuruda bulunan Kalay’ın başvurularını hiçbir inceleme ve muayene yapmadan ‘kalbi çalışıyor’ diyerek reddettiği belirtilerek bu durumun Adli Tıp Kurumu’nun hasta tutsaklara yönelik ‘intikamcı’, ‘ölüme terk etme’ yaklaşımının sonucu olduğu vurgulandı. Açıklama “Başta Abdullah Kalay olmak üzere tüm hasta tutsakların derhal serbest bırakılmasını istiyoruz ve tüm kamuoyunu bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz. Hasta tutsaklara özgürlük! Abdullah Kalay’a özgürlük!” sözleriyle sonlandırıldı. Açıklamanın ardından oturma eylemi yapıldı. Eyleme Halk Cephesi de destek verdi.

TKMP: Abdullah Kalay’a özgürlük istedi 6 Eylül’deyse DHF’nin de bileşeni olduğu Tecride Karşı Mücadele Platformu (TKMP) Kandıra 2 No’lu F Tipi Hapishanesi önünde bir araya gelerek bir eylem gerçekleştirdi. “Hapishanelerde Tecrite İşkenceye Son

Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın” pankartının açıldığı eylemde, hasta tutsakların serbest bırakılması talep edildi.

İstanbul’un semtlerinde Kalay için özgürlük çağrısı yayılıyor DHF’nin yürüttüğü kampanya dâhilinde İstanbul’un Gazi, Nurtepe, Sarıgazi, Okmeydanı, Bağcılar, Avcılar gibi semtlerinde afiş ve stant çalışmaları yürütülerek yürüyüşler düzenlendi. DHF’nin de içerisinde yer aldığı Okmeydanı Dayanışması 18 Eylül’de hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle bir yürüyüş düzenledi. Saat 20.00’de Okmeydanı Sağlık Ocağı önünde “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın” pankartı arkasında toplanan kitle, Dikilitaş Parkı'na yürüdü. Dikilitaş Parkı çevresinde bulunan ara sokaklarda “Abdullah Kalay serbest bırakılsın, “Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük”, “İçerde dışarıda hücreleri parçala”, “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı. Nurtepe’de DHF’nin çağrısıyla bir yürüyüş düzenlendi. Saat 19.00’da Hacı Ethem İlköğretim Okulu önünde “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın- Abdullah Kalay’a özgürlük” pankartı arkasında bir araya gelen kitle buradan Sokullu Caddesi üzerinden Güzeltepe’ye yürüdü. DHF adına yapılan açıklamada “Yoldaşlarımız faşizmin zindanlarından alacağız” denildi. Eyleme SODAP, Halk Cephesi, SYKP, Partizan ve BDP destek verdi. Abdullah Kalay’a özgürlük talebiyle DHF tarafından örgütlenen bir diğer yürüyüşse 28 Eylül’de Sarıgazi’de yapıldı. Kitlesel geçen eylem saat 19.00’da Vatan İlk Öğretim Okulu önünde başlayarak Demokrasi Caddesi girişinde yapılan basın açıklamasıyla sonlandırıldı. 29 Eylül’de Gazi Ma-

Kalay: Devlet devrimcileri Abdullah Kalay yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle hapishanede yaşayamayacak durumda. Tecritin ağır koşullarına direnen ve “direnmek yaşamaktır” şiarına sarılan Kalay’la yaptığımız röportajı paylaşıyoruz HG: Okuyucularımız için kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Abdullah Kalay: Binlerce devrimci tutsaktan biriyim. 1992 yılında Marmara bölgesinde genel bir operasyonda MKP davasından tutuklandım. 9 yıl iki ay hapishanede tutulduktan sonra 2002 yılında tahliye oldum. 2010 yılında siyasi kararla tekrar tutuklandım. Halen Kandıra 2 Nolu F Tipinde tutulmaktayım.

HG: Sağlık sorunlarınıza gelmeden daha önce kaldığınız hapishanelerden ve yaşananlardan kısaca bahseder misin? Kalay: 19.22 Aralık Katliam saldırısından önce çok konuşulan, devletin bir şekilde sürekli gündemde tuttuğu Bayrampaşa Hapishanesi’nde kaldım. Tabii ki Bayrampaşa’yı bütünüyle anlatmak burada olanaksız. Devrimci hareketin birçok önder kadrosu da dâhil devrimci tutsakların tutulduğu yerdi. Bizim açımızdan da önemli bir tarihi barındırıyor Bayrampaşa… Bizden önce Baba Erdoğanlar birlikte kaldığımız dönemde Cafer Cangöz, Aydın Hanbayat, Taylan, Ökkeş, Berna, Cemal Keser, İsmet Polat, Polat İyit, Selda, Seyit K… gibi mücadelede şehit düşen değerli yoldaşlarımız ve ismini sayamadığım yoldaşlarla aynı havayı soluduk, paylaştık. Birçok direnişin içinde yer aldık. Devrimci tutsakların müca-

delesi her şart altında devam eder. Özgürlük tutkusu ve direniş geleneğinin iç içe geçtiği, önemli deneyimlerin yaşandığı bir yerdi.

HG: Ölüm Orucu’nun sizde bıraktığı rahatsızlıklar nelerdir? Ölüm Orucu’nda yer alan her insanda kalıcı ve önemli tahribatlar oluşur. Bende de tahribatlar oluştu. Beyinde ve buna bağlı fiziksel olarak kalıcı sakatlık yaratan; unutkanlık, hafızaya kaydedememe, hatırlamamayı içeren Wernicke Korsakoff hastalığı bende de var. Bunu yanı sıra bağırsaklarda sürekli ağrı, sık sık ishal , %27 duyma kaybı, sesten aşırı rahatsızlık duyma, şiddetli , sık sık baş ağrısı, reflü, romatizma, kollarda ve bacaklarda uyuşma ve ağrı, alerjik astım gibi hastalıklar var.

HG: Kalp krizi geçirdiğinizde karşılaştığınız sorunları anlatır mısınız? Kalay: 13 Nisan 2012’de kalp krizi geçirdim.

Fenalaşınca hapishane idaresine haber verildi. Beni aldılar bir süre koridorda beklettiler. Son kapı altı denilen dış kapıya götürdüler. Hapishanede doktor yoktu, ki olması gerekir. Dış kapıda yarım saatten fazla bekletildim. 112 acil çağrıldı. Yarı baygın olmama rağmen kendileri doğrudan sevk etmediler. 112 acil serviste de doktor yoktu. İki tekniker sevk edilmemi söyleyip geri gittiler. Sevk işlemleri başladı. Askerin gelmesi de yarım saat sürdü. Derken en yakın hastane 12 dakika çekmesine rağmen beni en uzak hastaneye götürdüler. Nihayetinde 2.5 saat sonra hastaneye yetiştirildim. Hemen anjiyoya alındım. 1.5 saat anjiyoda kaldım. Ana arter damar açıldı. Stent takıldı. Bir damar da geç müdahaleden dolayı ölü duruma geldi. Hastanede kalırken aileme dahi haber verilmedi. Doktor tedaviyi tamamlamadan hapishaneye yolladı. İdeolojik yaklaştı. Geç müdahaleden dolayı kalp kaslarını besleyen


03 mücadelesi her yerde 1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

hallesi’nde DHF tarafından yapılan yürüyüş saat 19.30’da Eski Karakol Durağı’nda başlayarak Gazi Cemevi önünde yapılan açıklamayla sonlandırıldı. Oldukça kitlesel ve coşkulu geçen eyleme hasta tutsak Murtaza Dağ’ın annesi de katılırken, Partizan, BDP, ESP, Halkevleri, Kaldıraç, SDP ve SYKP gibi kurumlar da destek verdi.

Devletin faşist menşeli ‘infaz’ kurumları teşhir ediliyor DHF 24 Eylül’de saat 13.30’da Adli Tıp Kurumu önünde bir eylem yaparak bu kurumu teşhir etti. Adli Tıp Kurumu önünde “Tecrit öldürüyor Adli Tıp onaylıyor! Hasta tutsaklar serbest bırakılsın! Abdullah Kalay’a özgürlük!” pankartını açan DHF’liler “Abdullah Kalay’a özgürlük, Hasta tutsaklar serbest bırakılsın, İçerde dışarıda hücreleri parçala, Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganlarını attı. DHF adına yapılan açıklamada, Abdullah Kalay’ın devletin tüm kurumlarıyla işbirliği içerisinde nasıl öldürül-

güncel haber

mek istendiği aktarıldı. Devletin infaz kurumlarından biri gibi çalışan Adli Tıp Kurumu’nun hasta tutsaklara karşı ideolojik yaklaştığı ve ölümleri onayladığı belirtti. Çevredeki halkın da alkışlarla destek verdiği eylem sloganlarla sonlandırıldı.

Çağlayan Adliyesi’nde özgürlük sesleri DHF, “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın, Abdullah Kalay’a özgürlük” pankartı açarak Abdullah Kalay’ın serbest bırakılması için 27 Eylül’de İstanbul Adliye Sarayı’nın önünde basın açıklaması yaptı. Saat 13.00’de Adliye Sarayı’nın önünde toplanan kitle “İçerde dışarıda hücreleri parçala”, “Abdullah Kalay serbest bırakılsın” , “Hasta tutsaklar onurumuzdur” sloganlarını attı. Basın açıklamasının ardından kitle Adliye binasına yöneldi. Çevik kuvvetin kalkanlarla sürgülü demir kapının bulunduğu yere barikat kurması üzerine polisle kitle arasında arbede yaşandı. Arbede sırasında, kitlenin barikata

yüklenmesiyle sürgülü demir kapı yerinden söküldü. Sürgülü demir kapının yerinden sökülmesiyle kitle yeniden polis barikatına yüklendi. Halk Cephesi’nin de destek verdiği eylem sloganlarla sonlandırıldı.

Dersim, Antalya ve Denizli’de Abdullah Kalay’a özgürlük çağrısı Dersim’de 30 Eylül’de DHF’nin çağrısıyla Sanat Sokağı’nda “Abdullah Kalay’a özgürlük Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” pankartı arkasında bir araya gelen kitle “İçeride dışarıda hücreleri parçala” ,“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın’’ , “Abdullah Kalay’a özgürlük” sloganlarıyla Seyit Rıza Meydanı’na yürüdü. Dersim halkının kitlesel bir şekilde katıldığı yürüyüş sonrasında Seyit Rıza Meydanı’nda DHF adına bir açıklama yapılarak eylem sonlandırıldı. Eyleme Partizan, Halk Cephesi ve ESP de destek verdi. Antalya'da hasta tutsak Abdullah Kalay ve bütün

katletmek istiyor hücreler ölmüş. Kalbimin yüzde 652i çalışmaz duruma geldi.

HG: Şu an ki durumunuz nasıl? Kalay: Kalp hücreleri kendisini yenileyemediğinden dolayı iyileşme durumu yoktur. Tam tersine hapishane koşullarında daha da kötüleşmekteyim. 22-23 Temmuz ‘13’te sintigrafi sonucunda damarlarımda daralma ve kalp yetmezliğinin başladığı tespit edildi. Kalp çalışma oranı %32 ‘ye düştü. Yine horter tahlilinde kalpte ritim bozukluğu oluştuğu söylendi. 12 Ağustos’ta yeniden anjiyoya alındım. İki damarımda “70 daralma ve diğer damarlarda %30-40 daralma olduğu tespit edildi. Şu anda 9 çeşit ilaç kullanıyorum . bu ilaçların var olan hastalıklar ve zayıflayan bünyem üzerinde ciddi yan etkileri oluyor.

HG: Adli Tıp Kurumu’na başvuru sürecinizi aktarımısınız?

Kalay: Evet, böyle bir yasal hak var. Fakat mahkemelerde var olan siyasi yaklaşımın aynısı Adli Tıp Kurumu’nda da mevcuttur. İki kez Adli Tıp’a başvurdum. İkisinde de reddedildi. Hem de “kalbi çalışıyor” diyerek reddettiler. Adli Tıp’ta herhangi bir işlem yapılmıyor. Direk dosya üzerinde karar veriliyor. Ayrıca dava dosyasını en öne aldıklarını söylememe gerek bile yoktur. Şuanda beş yüze yakın hasta tutsak vardır. Adli Tıp rapor vermiyor. Hatta rapor verilenler bile “toplum için sakıncalı” denilerek tahliye edilmiyor. Kısacası devlet hasta tutsakları öldürme politikasını terk etmiyor. Adli Tıp bir savaş kurumu gibi çalışmaktadır. Tıpla ilgisi yoktur. İnsan sosyal bir varlıktır. İnsanı tecrit etmek işkencedir. En sağlıklı insanlar üzerinde uzun vadede etkileri vardır. Geniş aile çevresinden, yoldaşlarından, dostlarından, halktan yalıtılan bizlerin karşılaştığı zorluklar sağlığımızı etkiliyor. En insani ihtiyaçlar bile tretmana tabi tutul-

maktadır. Normal sağlıklı insanlar üzerinde hapishane koşullarının etkisi vardır. Tıbbi olarak ağır hastalığımdan dolayı hapishane koşullarında yaşama olanağım yoktur.

HG: Son olarak söylemek istedikleriniz var mı? Kalay: Hasta tutsakların bırakılmayarak öldürülmelerini engellemek için daha geniş cephede sürekliği olan mücadeleye ihtiyaç vardır. Devlet devrimcileri katletme politikası güdüyor. Hasta tutsakları da bu gerçekten kopuk düşünmemek gerekir. İnsani duygu ve beklentilerle yanılmamak gerek. Bu konuda mücadeleye ihtiyaç vardır. Halkımızın hapishanelere, hasta tutsaklara karşı duyarlı olmasını istiyorum. Size de ilginizden dolayı yoldaşça duygularla teşekkür ediyorum.

devrimci hasta tutsaklar için DHF ve Halk Cephesi tarafından ortak bir basın açıklaması yapıldı. 15 Eylül günü saat 19.00’da Attolos Heykeli önünde yapılan eylemde Abdullah Kalay ve onun gibi yüzlerce hasta tutsağın hapishanelerde yaşam mücadelesi verdiğine değinilerek “Abdullah Kalay'ın ve devrimci tutsakların katledilmesine izin vermeyelim” dendi. Eyleme ESP de destek verdi. Denizli’deyse 29 Eylül’de DHF, Halk Cephesi ve ESP tarafından “Tecride son ! Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” pankartı açılarak Abdullah Kalay ve diğer hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle ortak bir eylem gerçekleştirildi.


04

güncel haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

‘Barış’ ve ‘Çözüm’ sürecinde ağır Barış’’ sürecinin AKP iktidarının gerçek amacını açığa çıkarıp KUH’un yanılgıları ve ideolojik kırılganlıklarının açığa çıkarılarak gösterilmesi önemli bir kazanım olacaktır. Kürt düşmanlığı köklü olan Türk hakim sınıflarının Kürt ulusal sorununda ciddi ve samimi bir ilerlemeden yana olmayacakları açıktır AKP iktidarı, ayaklanmalar atmosferinin ağır baskı ve korkusuyla birlikte Suriye özgülünde yaşanan gelişmelerin yükü altında ‘’Barış, Çözüm’’ sürecini unutup arka plana atmakla yüz yüze kaldı. AKP iktidarını aklama anlamı taşımaz bu tespitimiz. Bilakis AKP iktidarının içinde bulunduğu acizliği, çelişkiyi ve gerçeği resmeder niteliktedir. Suriye konusunda izlediği ‘’sıfır sorunlu dış ilişkiler’’ politikasındaki savaş saldırganlığı ve savaş kışkırtıcısı emperyalist maşa pozisyonu, AKP iktidarının doğrudan ve severek üstlendiği pozisyondur. Ayaklanmaları tetikleyen “yaşam tarzı dayatması’’ ve kapsamlı baskı politikaları ve katliamlarla derinleşen faşist saldırılar, AKP iktidarının bilinçli uygulamalarıdır. Kısacası AKP iktidarını acze sürükleyerek ‘’Barış’’ sürecinde bocalamasına ve hatta unutarak bir kenara bırakmasına yol açan zemin doğrudan AKP iktidarının inisiyatifinde ve onun sınıf karakterinin ürünü olan bir durumdur. Dolayısıyla durumun tespit edilmesi onun aklanması veya anlaşılmasını gerektiren değil, onun gerici karakteri ve faşist uygulamalarına dikkat çeken önemdedir. AKP iktidarının ‘’Barış’’ sürecine karşı kayıtsızlığı Kürt Ulusal Hareketi (KUH) cephesinden haklı olarak bir tavrın gelişmesine yol açtı. Bu eğilim KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın bilinen açıklamasında nispeten ciddi bir tavra büründü. Cemil Bayık ateşkesin devam etmesine karşın, geri çekilmeyi durdurduklarını ve gerektiğinde güçleri tekrar geri

göndereceklerini açıkladı. KUH’un bu tavrı hükümet tarafından süreci sabote etme biçiminde değerlendirmelere yol açsa da bu açıklamalar demagojiyi aşmaz. Çünkü KUH cephesi uzun zamandan beridir AKP iktidarının adım atmasını talep ederek, görev ve sözlerini yerine getirmeyen iktidarın bu yaklaşımının süreci tıkayan zemin olduğunu ifade ederek defalarca çağrılarda bulundu. Çabalar gösterdi. Bunları ciddiye almayan AKP iktidarı nereye dayandığı açık olmayan bir rahatlıkla adım atmak bir yana, süreci tıkamaya götüren yaklaşımını ısrarla sürdürüp Kürt ulusunun iradesini hiçleştiren eğilimi terk etmedi. Nitekim ilerleyen bu tablo karşısında KCK ilgili açıklamayı haklı zeminde yapmış oldu. Bu durumda AKP iktidarının ulusal harekete dönük suçlamalarının demogoji olduğu ve Kürt Ulusal Hareketi’nin haklı zeminde olduğu her bakımdan açıktır.

AKP iktidarı Kürt Ulusal Hareketi’ni karşısına almayı göze alamadı Sözün özü, “Barış, Çözüm” süreci denen süreç sancılı eşiğe gelerek ilerlemeyip durdu. Bu zeminde KCK’nin geri çekilmeyi durduran açıklaması AKP iktidarını sarsarak uykudan uyandırdı. Derhal yeni bir ‘’Demokratikleşme Paketi’’ gündeme getirildi. Konjonktürel şartlar tamamen AKP iktidarı aleyhine geliştiği için, AKP iktidarı KUH’u karşısına almayı göze alamadı. Aktüel olarak gündemde olan kitle hareketleri zemini dinamik olmakla birlikte AKP iktidarına önemli bir tehdit oluşturuyor. Bu zeminde bir de KUH’un bu dinamiklere katılması, AKP iktidarını iyice köşeye sıkıştıran gelişme olurdu. Nitekim bu durumu doğru okuyan AKP iktidarı, “Demokratikleşme Paketini’’ devreye sokmak zorunda kaldı. “Demokratikleşme Paketi”ni dillendiren bazı unsurlarının KUH’un taleplerine dönük düzenlemeler öngördüğü söylenebilir. Ancak es geçilemez ki, bu içeriğin gerçekte KUH’un taleplerini karşılamaktan uzakta olduğudur. Farklı bir beklentiye girmek de gerçek dışıdır zaten. Öcalan ile görüşme faktörünü rahat davranma zemini olarak kullanan AKP iktidarı, Öcalan’ın da süreç karşısında iktidarın adım atması ge-

rektiğini, gelinen ikinci aşamaya uygun adımların atılmasını isteyerek, aksi takdirde kendisinin gelişmelerden sorumlu olmayacağını vb açıklaması, AKP iktidarını baskı altına alan başka bir zemindi. İşte, MİT tarafından Öcalan’a götürüldüğü söylenen ‘’Demokratikleşme Paketi’’ hızla görüşülüp açıklanma aşamasındadır. Paketin bu açıklanışı açık ki, KUH’un tavrını boşa çıkararak KUH’u oyalama taktiğine başvurması anlamına gelmektedir. AKP iktidarının oyalama taktiği esas olarak yakın olan yerel seçimlere dönük politikayı da içermektedir. KUH’la sürdürülen bu süreç seçimlerde her bakımdan AKP’nin lehine işleyecektir. AKP iktidarı bu zemini kaçırmak istemiyor ve tamamen buna dönük politikalar izliyor. Seçimlere dönük hesaplar söz konusu olduğundu pakette Alevilere dönük bazı maddelerin olması ve bunların öne çıkarılmasından da bellidir. Alevi kitleleri de bu paketle yerel seçimlere bir biçimiyle yedeklenmek isteniyor. İzzettin Doğan Fetullah Gülen patentli ‘’Cami-cemevi-aşevi’’ konsepti olarak yürürlüğe konan proje de yerel seçimlerden bağımsız değil, doğrudan ona

Berkin Elvan için mücadele sürüyor Kafasına isabet eden gaz bombası sebebiyle hala yoğun bakımda olan 14 yaşındaki Berkin Elvan’ı unutmayan halk eylemlerle Berkin’in mücadelesini sahiplendi T.C.’yi ve kanlı faşist yüzünü tanımak için ülkemizde insanların nasıl katledildiğine bakmak yeterli. Sokak ortasında polis kurşunuyla, zindanda işkenceyle, gaz bombasıyla ve daha nice türlü vaziyette..İşte 14 yaşındaki Berkin Elvan da bu örneklerden biri yapılmak istendi. Berkin 16 Haziran’da Gezi Parkı’nın polis zoruyla halkın elinden alınarak işgal edilmesinin ertesi günü sabah saatle-

rinde fırına ekmek almaya giderken polis terörünün hedefi oldu. Kafasından ağır şekilde gaz bombasıyla yaralanan Berkin o günden beridir hastanede yoğun bakımda ve durumunda herhangi bir iyileşme olmadı. Berkin’in ailesi ve devrimci, demokratik ve ilerici kurumlar Berkin’i hedef alarak onu göz göre göre katletmek isteyenlere karşı mücadeleyi aralıksız sürdürüyor. Okmeydanı’nda barikatlar Berkin için tutuştu 9 Eylül günü Berkin'i vuranlarla emri verenlerin cezalandırılması talebiyle Sağlık Ocağı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Halkın Hukuk Bürosu adına açıklamayı okuyan Av. Evrim Deniz Karatana Berkin Elvan davasıyla ilgili hukuki süreci aktararak Berkin

için adalet aramaya devam edeceklerini söyledi. Avukat Karatana’nın ardından bir açıklama yapan Halk Cephesi’yse Berkin Elvan’ı ağır şekilde yaralayan polislerden hesap sorma çağrısı yaptı. "Umudun çocuğu Berkin Elvan" ile "Berkin Elvan için adalet istiyoruz" yazılı pankartlar açılan eylemde bazı gençler Berkin Elvan maskesi takarken Aile Sağlığı Merkezi'ne “Diren Berkin Okmeydanı seninle!” pankartı asıldı. Esnaf da eyleme destek vermek için kepenk kapatma eylemi yaptı. Yapılan açıklamaların ardından daha önce planlandığı gibi 84 gündür yoğun bakımda olan Berkin Elvan için İstanbul Adliyesi’ne yürünecek ve adliye etrafında “Adalet için el ele” şiarıyla eylem

hizmet eden bir taktiktir. ‘’Barış’’ sürecinde görülen tıkanma boyutu, sürecin stratejik olarak tıkandığı anlamına gelmez. Çeşitli sorun ve sıkıntılar yaşansa da son tahlilde uzlaşma zemini geçerliliğini koruyor. Taktik problemlere karşın stratejik süreç değişmemiştir. KCK açıklamaları da bu zeminden farklı değildir. Silahlı mücadeleye dönülmeyeceğinin vurgulanması sürecin stratejik olarak geçerli olduğunu teyit eden bir gerçektir. “Barış’’ süreci denen sürecin, KUH’un kısmi taleplerinin cılız olarak karşılanmasını ihtiva etse de ve bu bakımdan elde edilen kazanımlar karşı çıkılmayarak olumlansa da, sürecin büyük niteliğinin tasfiyeci olduğu, KUH’un talepleri ya da Kürt ulusunun hak ve özgürlükleri karşısında gerici olduğu açıktır. Sürecin mantalitesi içinde haklı konumda olan KUH’un desteklenmesi ilkesel bir tutumken, sürecin çürük olan iç yüzüyle eleştiriye tabi tutulması da doğrudur. Burada AKP iktidarının sinsi politika ve taktiklerinin teşhir ve deşifre edil-

yapılacaktı. Ancak sabahın erken saatlerden itibaren mahalleyi ablukaya alan polis, kitleye saldırdı. Polisin TOMA’lar, gaz bombaları,ses bombaları e plastik mermilerle saldırması üzerine kitle kendini taşlarla, havai fişeklerle ve molotofkokteyleriyle savundu.Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’nde birçok sokakta yaşanan çatışmalarda mahalle sakinleri de tencere ve tavalara vurarak eyleme destek verdi. “Katil polis mahalleden defol!” sloganlarıyla süren eylemde barikatlar Berkin için tutuşturuldu. Plastik mermilerle çok sayıda kişi yaralandı Polis kitleye yeniden saldırırken, kitle Sağlık Ocağı yönüne doğru çekildi. Polis saldırısı burada da devam etti. Polisin hedef gözeterek attığı plastik mermilerden çok sayıda kişi kafasından ve vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandı. Gün boyunca çatışmalar yoğunla-


1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

05

basamaklar mesi esastır. Hatta AKP iktidarının KUH’un taleplerini karşılamaya dönük baskı cephesinde birleşmek görevdir. KUH’un girdiği sürecin tasvip edilmemesi ayrı bir şeydir ama ulusal sorun ve dolayısıyla KUH karşısındaki görevlerimiz ayrı şeylerdir. Bu ayrımı titizlikle yapıp ulusal sorun karşısındaki sağlam politikamızı somut pratiklere dökmemiz zorunludur. İçinden geçilen süreçte esas hedefimiz ‘’TC’’ devletinin teşhir edilmesi ve KUH’un desteklenmesi prensibi üzerinden biçimlenmelidir. Tasfiyecilik deyip ulusal sorun konusundaki görevlerimizi unutmamız doğru olamaz.

“Barış” süreci mevcut iktidarın zayıf halkalarındandır Reel politikte AKP iktidarını sıkıştıran, yıpratan ve darbeleyen demokratik ve devrimci nitelikteki her eylemin desteklenmesi gerekir. Siyasetin sahası burada yoğunlaşır. Burada ketum durmak siyasette güdükleşmekten başka bir yere çıkmaz. ‘’Barış’’ sürecinin içinden geçtiği durum ve bu eksendeki gelişmelere de bu bakış açısıyla yaklaşmak durumundayız. AKP iktidarı faşist niteliğiyle ve pratik yöntemiyle demokratik devrimci mücadelenin önündeki somut engeldir. Buna vurulan darbeler objektif ve sübjektif olarak karşı-devrimci sınıflara vurulan darbedir. Salt anti-AKP’ci yaklaşım elbette eksiktir. Ama anti-AKP’ciliğin gerici faşist düzen partileri ve kliklerinden bağımsız olan kesimleri objektif olarak reel politikada müttefik kılar. Bu ayrımı yapmamız zorunlu ve doğrudur. Elbette antiAKP’cilik yetersizdir ve ilerletilmesi gereken dinamiktir. Ama devrim ile karşıdevrim arasındaki mevcut çatışma zemininde göz ardı edilemez bir ittifak kuvvetidir. Bundan daha da önemli olan nitelikli ittifaklardır. Bu ittifak alanı devrimci demokratik kuvvetlerden teşekkül olan bileşendir. Devrim ve demokrasi adına yürü-

şarak devam ederken polis de saldırılarında sınır tanımadı. Mahalleyi adeta gaza boğan polis Mahmut Şevket Paşa Aile Sağlığı Merkezi önüne kadar ilerleyerek Berkin Elvan pankartını yırtarak indirdi. Kitle ise Sibel Yalçın Parkı civarındaki ara sokaklar çekilerek polisle çatışmaya devam etti.

Antalya’da Berkin için eylem 18 Eylül’deyse Antalya’da Halk Cephesi’nin çağrısıyla bir yürüyüş düzenlendi. Saat 18.30'da Halk Bankası’nın önünde bir araya gelen kitle Attolos Heykeli’ne yürüdü. Heykelin önüne gelindiğinde Berkin Elvan'ın babasının Berkin'e yazdığı mektup okundu. Eyleme DHF ve ESP destek verdi.

tülen mücadelenin sağlam zemini bu kesimdir. Dolayısıyla bu kesimle ittifak ve eylem birlikleri devrimci görevin önemli unsurudur. ‘’Barış’’ süreci mevcut iktidarın zayıf halkalarındandır. ABD emperyalizmine endeksli dış politikası ve buna bağlı olarak Suriye somutunda uygulanan savaş saldırganlığı bu iktidarın başat önemli bir halkasını temsil etmektedir. Yaşam tarzı dayatmaları, sömürü, talan ve baskıya dayalı faşist uygulamaları yine bu iktidarın zayıf karnıdır. Tüm bu konularda etkili mücadele platformları oluşturulabilir ve etkili bir mücadele profili ortaya konabilir. AKP iktidarının geriletilmesi veya düşürülmesi bir devrime çıkmasa da, halk kitlelerinin devrimci rolünün açığa çıkması, direniş geleneğinin güçlenmesi, kitlelerin başkaldırıya cüret etmesi gibi kazanımlar önemsenmesi gereken kazanımlardır. Devrimimizin toprağını tava getirerek kitleleri hazırlayan bu süreçlerdir. Meseleye günlük kazanım ve çıkarlar ekseninde yaklaşmak yetersizdir, stratejik kazanım ve gelişmeler açısından bakmak gereklidir. ‘’Barış’’ sürecinin AKP iktidarının gerçek amacını açığa çıkarıp KUH’un yanılgıları ve ideolojik kırılganlıklarının açığa çıkarılarak gösterilmesi önemli bir kazanım olacaktır. Kürt düşmanlığı köklü olan Türk hakim sınıflarının Kürt ulusal sorununda ciddi ve samimi bir ilerlemeden yana olmayacakları açıktır. Egemen Türk ulusu argümanıyla dokunulmaz kabul edilen tekçi anlayış, Kürt ulusal sorunu ve diğer azınlıklar sorunundaki yaklaşımın temelden gerici olduğunu gösteren yeterli kanıttır. Ulusal sorunda “Ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı” tanınmadan geliştirilen her çözüm özünde gerici ve burjuvadır. Her düzeydeki ulusal demokratik hakların elde edilmesi reddedilmeden bağımsızlık hakkı temel şiar olarak korunması gereken kılavuzdur.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

HAPİSHANELER

D

evrimci tutsakları selamlamadan, hasta tutsaklara direnişçiliklerini düşmanına karşı direnişlerine de yansıtmalarını isteyerek onları özellikle selamlamadan geçemeyiz! Uzun ya da kısa olsun, yaşam direnişle anlamlı, yüce amaçlardan aldığı niteliğiyle saygındır. Sizler bunun emsallerindensiniz. Sizler karanlıkta duran umut öğelerisiniz. Geride bıraktığınız yaşam onurlu, pırıl pırıl ve pişman olunmaz bir yaşam. Bedelin simgesidir tutsak yaşamınız. Siz kavganın ortasında dimdik duranlarsınız. Sizlerle solumaktan vazgeçmeyeceğiz. Sizi büyük bir sevgiyle, özlemle kucaklıyor, bir kez daha saygıyla selamlıyoruz! Hapishaneler öldürüyor. Öldürtmemek için direnelim, mücadele edelim. Devrimci ve komünist tutsaklar kalıcı ve ölümcül hastalıklarla içerde tutuluyor. Bu hastalıklar hapis koşullarından bağımsız gelişen sonuçlar değil, bizzat oranın ürünü olan hastalıklardır. Yani hapishaneler komünist ve devrimci tutsakları tüketmeye dönük kullanılıyor, devrimci tutsaklar ağır hapis cezalarıyla en ağır şartlarda yaşamaya zorunlu bırakılıyor, en ağır sağlık koşullarıyla yüz yüze getiriliyor, işkence ve baskının sistemli hedefleri oluyor ve neticede sağlıklı girdikleri hapishanelerde ölümcül hastalıkların pençesine itiliyor tutsaklar. Bu da yetmiyormuş gibi, hasta tutsaklar beslenmeden tedaviye kadar hiç bir biçimde sağlıkları önemsenmeden ölüme terk ediliyorlar. Bunun devletin bilinçli politikası olduğu her bakımdan açıktır. Devlet öldürmeden yakaladığı komünist ve devrimcileri bu politika dahilinde sinsice öldürüyor. Katlediyor. Buna sessiz kalmak cinayete ortaklık olmasa da, ağır bir yükümlülüktür. Devletin bilinçli öldürme politikasına karşı mücadele etmek, tutsakları sıkıca sahiplenmek hiç bir tartışmaya kurban edilemez. Ölümcül hastalığın pençesinde yaşamın son anına gelmiş, kalp krizi geçirmiş, yaşamını tek başına sürdüremeyecek durumda ağır hastalıklara yakalanmış, hastalık sonucu ölmüş tarzındaki haberlere sürekli tanık olmaktayız. Göz ve kulaklara sahip olan herkes bu dramı görüyor, duyuyor. Ama buna duyarlılık ise tam ölüm döşeğinde. Bu duyarsızlık hali de ölümlere seyirci kalmaya zemin hazırlıyor. Komünist ve devrimci tutsakların ölümüne, öldürülmesine izin verilemez. Bunu konu alan mücadeleler geliştirmek her devrimcinin, devrimci yapının görevidir. Elbette siyasi olmayan tutsaklar da benzer sorunlarla karşılaşıyor, bunlar da sahiplenmek durumundadır. Ne var ki, komünist ve devrimci tutsaklar üzerinde devletin bilinçli bir politikası söz konusu olduğu için buna karşı keskin mücadelelerde bulunmak daha da önem kazanıyor.

Ak saçlı analar yılmadan mücadele ediyor. Devrimciler bu alandaki görevine zayıf da olsa sahip çıkıyor. Ancak bu mücadelede somut kampanyalara eğilmek şarttır. Nitekim bu yönlü pratikler başarı sergiliyor, hasta tutsakları öyle ya da böyle çekip alıyor ölüm merkezlerinden… Mücadelemizden hareketle gerici faşist düzenden bir beklentimiz olamaz. Mücadelemize güvenmekten başka tercihimiz olamaz. Kampanyalar geliştirerek hasta tutsakları kurtarmamız tamamen mümkündür. Sağlık koşulları son derece ciddi olan tutsaklardan biri Abdullah Kalay’dır. Ciddi kalp yetmezliği sorunuyla karşı karşıya kalan Kalay, kaderine terk edilemez. Demokratik kurumların daha etkili çalışmalar ve kampanyalarıyla Kalay ölüm merkezlerinden alınıp sağlık ve tedavi haklarına kavuşturulabilir. Somut mücadelelerde sağlanan her kazanım bir ilerlemedir, bir zaferdir. Bu zafer için, Kalay’ın yaşam ve tedavi hakkı için daha duyarlı mücadelelerin sergilenmesi şarttır. Elbette her hasta tutsak bu mücadelemizin kapsamındadır. Bu zeminde demokratik kurumların ortak mücadelesi mümkünken, demokratik kurumların kimliklerine uygun olarak bu mücadelelerde birleşmesi doğru ve zorunludur. Kurtarılan her hasta tutsak, yaşamın üretilmesidir. Aynı zeminde doktorların bu mücadeleye dahil olması ve dahil edilmesi olağan olanıdır. Yaşam ve sağlık hakkında en duyarlı olması gereken ve duyarlı olan kesimlerden biri de doktorlardır. Tabipler odası düzeyinde girişimlerde bulunularak gerekli desteğin sağlanması mümkündür. Elbette emekçi halk kitleleri başta olmak üzere, toplumun bütün demokratik güçleri, ilerici sanatçı ve tüm aydınları demokrasi mücadelesinin dinamikleri olarak bu mücadelenin kuvvetleridir. Dolayısıyla hasta tutsaklarla ilgili hassas bir meselede seferber olmaları-edilmeleri olanaklıdır. Nasıl ki, mevcut iktidarın gerici politika ve yaşama müdahale adımlarına karşı büyük kitleler ayağa kalkıyorsa, aynı şekilde kitleler hasta tutsakları ölüme mahkum eden gerici katliamcı politikalara karşı da ayaklanabilirler. Önemli olan gerekli duyarlılığı geliştirmektir. Bu da haklı zeminde bulunan hasta tutsaklar meselesini kamuoyunun gündemine taşımakla mümkündür. Bunun için özel kampanyalar temelinde çalışmalar yürütmek önemlidir. Israrlı bir protesto eylemi sorunun kamuoyunun gündemine taşınmasında etkili olacaktır. Hiç bir mücadele sınırlı tarihe ve tek eyleme düşürülemez. Sistemli ve ısrarlı bir mücadele çizgisi-pratiği kazanımlara ulaşmanın temel unsurlarındandır. Hasta tutsaklar için daha duyarlı ve yoğun mücadeleye!...


06

güncel haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

Polis katletme destanına Ahmet Atakan Hatay’da 9 Eylül günü ODTÜ, Tuzluçayır ve Okmeydanı’nda devam eden direnişin selamlandığı eylemler sırasında polisin hedef gözeterek attığı gaz bombasıyla hayatını kaybetti 9 Eylül’de ODTÜ, Tuzluçayır ve Okmeydanı’nda devam eden direnişin selamlandığı eylemler gerçekleştiren Hatay halkı, sokaklara çıkarak polisle çatıştı. Ahmet Atakan polisin yakın mesafeden hedef gözeterek attığı gaz bombası sonucu başından ağır yaralanarak Hatay Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Atakan, doktorların bütün müdahalesine karşın hayatını kaybetti. Hastane önünde nöbet tutmak isteyen Hatay halkına polis saldırırken, 2 kişiyi yaraladı. Saldırının ardından Armutlu’ya dönen halk, Atakan’ın vurulduğu yerde nöbet tutmaya başladı. 10 Eylül’de Adana Adli Tıp Kurumu’nda otopsi işlemleri tamamlanan Atakan, Hatay’a getirilerek binlerce kişi tarafından sonsuzluğa uğurlandı. Cenazeye Gezi direnişi sırasında katledilen Abdullah Cömert ile Ali İsmail Korkmaz’ın aileleri de katıldı. İlk olarak Hatay’ın Çekmece semtine getirilen Atakan’ın cenazesi, evinin önünde binlerce kişi tarafından “Armutlu’da düşene dövüşene bin selam” sloganlarıyla karşılandı. Cenaze aracına yerleştirilen Atakan, “Ahmet

Atakan ölümsüzdür” , “Katil devlet hesap verecek” sloganlarıyla Pınarbaşı Mezarlığı’na götürülerek törenle toprağa verildi. Cenazenin ardından Armutlu Mahallesi’nde bir anma düzenlendi. Anmanın ardından polis halka TOMA’lar ve akreplerle saldırırken, çatışmalar saatlerce sürdü.

Kadıköy’de Atakan için sokak sokak direniş Atakan’ın katledilmesinin ardından ülke geneline yayılan eylemlerin yanı sıra, İstanbul’un Kadıköy, Taksim, Gazi Mahallesi ve Sarıgazi başta olmak üzere çeşitli semtlerinde protesto eylemleri düzenlendi. Polis yapılan protesto eylemlerinde, saldırılarına ara vermeden devam ederken, kitlenin kararlılığı sonucu her saldırının ardından halk yeniden sokaklara çıkarak direnişi sürdürdü. Kadıköy’de 10 Eylül gecesi sokaklara çıkan halk, Ahmet Atakan’ın katledilmesinin protesto edildiği eylemlere başladı. Kadıköy Boğa Heykeli’nde toplanarak AKP Kadıköy İlçe Binası’na yürümek isteyen kitleye polis, gaz bombaları ve plastik mermilerle saldırırken halk direnişini sürdürdü. Polis Kadıköy’ün ara sokaklarında ve Bahariye Caddesi’nde attığı yoğun gazın ardından ara sokaklara girerek çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Polis saldırılarına karşın her gün yeniden sokaklara çıkan Kadıköy halkı, üç gün boyunca polise karşı sokak sokak direndi. Polisin eylemlere gaz bombaları, tazyikli su ve plastik mermilerle saldırılarını artarak devam ederken, devlet yetkilileri direnişçileri hedef alan

açıklamalarıyla dikkat çekti.

Vali Mutlu: “Ohoh oh harika” İçişleri Bakanı Muammer Güler yaptığı açıklamada, eylemlerde şiddet uygulanmadığı sürece polis saldırılarının olmayacağını iddia ederek şunları söyledi: "Belli gruplar kendi amaçlarını başkalarının protestoları üzerine yığarak çabalarına ulaşmaya çalışıyorlar. Bizim de bu organizasyonlarını yayan kişilere yönelik operasyonlarımız oluyor" Güler açıklamalarına Ahmet Atakan’la ilgili yeni görüntülerin ortaya çıktığı yorumuyla devam etti. Atakan’ın protesto eylemleri sırasında hayatını kaybettiği gerçekliğini gör-

mezden gelen Güler, Atakan’ın yüksek bir yerden düşerek öldüğünü iddia etti. Ardından 11 Eylül gecesi Kadıköy’de yapılan eylemlerdeki polis saldırılarını savunan mesajları twitter’da paylaşan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu da direnişçileri hedef aldı. Polis saldırılarını “Ohoh oh harika” ifadeleriyle paylaşan Vali Mutlu’ya tepkiler twitter’den çığ gibi büyüdü.

Gaz bombası bir can daha aldı Kadıköy’deki polis saldırılarında atılan yoğun gazdan çok sayıda kişi etkilendi. Kadıköy’de bir barda çalışan Serdar Kadakal, ev ve işyerinin bulunduğu yere polis tarafından atılan

Futbol asla sadece futbol değildir* Egemen güçler açısından kitleleri yönetmek için bulunmaz bir araç olan futbol, yaşanan Gezi Parkı Direnişi’nde çeşitli taraftar gruplarının toplumsal muhalefete verdiği güçlü destekten kaynaklı ülkemiz hakim sınıflarını mevcut muhalefet boyutuyla rahatsız eden bir hal aldı Simon Kuper ‘in futbolun politikayla ilişkisini anlattığı kitabı günümüz futboluna ve futbolun politikayla olan ilişkisine, bazı farklılıklar oluştursa da ışık tutmaya devam ediyor. Kuper, kitabında özellikle Franko ve Mussoluni gibi diktatörlerin futbolun politikayla olan ilişkisini çok iyi kavradığını ve ezilenlere karşı bir afyon olarak başarılı bir şekilde kullandığını anlatır. Bu durumun 1970-1980 yılları arasında da geçerliliğini koruduğunu özellikle Latin Amerika ülkelerinde başta olmak dünya genelinde futbolun, diktatörlerin kitleleri yönetme konusunda başvurduğu araçlardan bir tanesi olduğuna dikkat çeker.

1453 Kartallar, Çarşı grubuna alternatif olarak kuruldu Kuper kitabında 1970 Dünya Kupası’nı kazanan Brezilya’nın, ülkedeki diktatörlüğün ömrünü uzattığını anlatır. Hiç kuşkusuz ülkemiz özgülünde de futbol aynı işlevi görmektedir. Ezilenlerin öfkesini boşaltıp deşarj olması, apolitikleşmesi için futbol her zaman kullanılan bir argüman olmuştur. Kürt ulusuna yönelik linç kampanyalarının çoğu zaman tribünlerde örgütlendiği, kadınlara yönelik şiddetin kültürel biçimlenişinin yine buralardan oluşturulduğu gerçekliği tazeliğini korumaktadır. Egemen güçler açısından kitleleri yönetmek için bulunmaz bir araç olan futbol, yaşanan Gezi Parkı Direnişi’nde çeşitli taraftar gruplarının toplumsal muhalefete verdiği güçlü destekten kaynaklı ülkemiz hakim sınıflarını mevcut muhalefet boyutuyla rahatsız eden bir hal aldı. Yapılan ev baskınlarından taraftar grupları da nasibini aldı. Özellikle Çarşı, FenerChe, Ultra Arslan gibi genelde sol muhalefetin yükseldiği gruplar hedef tahtasına oturtuldu. Ancak bu durum AKP iktidarına yönelik gelişen toplumsal muhalefeti geriletmediği gibi AKP’yi de tatmin etmemiş olmalı ki lig maçlarının başlamasıyla beraber iktidar ve uşağı burju-

va feodal basın ‘futbola siyaset karışmasın’ söylemiyle bu gruplara yönelik gelişecek yeni baskıları meşrulaştırmanın yollarını aramaya başladı. Bir yandan tribünlere yönelik siyaset yasağı hedefiyle çeşitli önlemler alınırken, bir yandan da bu gruplara alternatif gruplar oluşturulmaya başlandı. Özellikle Gezi Parkı Direnişi’nde simgeleşen Çarşı’ya alternatif olarak kurulan ‘1453 Kartallar’ grubunun ‘futbola siyaset karışmasın, futbol ayrı şey siyaset ayrı şey’ söylemiyle yaptığı propaganda ve kurucularının bazılarının AKP Gençlik Kolları’yla olan politik bağları hazırlanan komplonun resmidir.

‘Futbola siyaset karışmasın’ söylemleri direnişi hedef alıyor Olimpiyat stadında oynanan Beşiktaş-Galatasaray maçı öncesi kamuoyuna yansıyan ‘çıkabilecek olaylara’ yönelik bazı savcıların da maçı tribünde izleyeceği

ve olağanüstü önlemlerin alınacağına dair resmi açıklamalar gelişecek olayların habercisi durumundaydı. Beklenen


1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

07

devam ediyor yoğun gazdan etkilenerek işyerinde kalp krizi geçirdi. Arkadaşları tarafından Kadıköy Şifa Hastanesi’ne kaldırılan Kadakal, 13 Eylül gecesi hayatını kaybetti. Kadakal’ın kalp rahatsızlığının olduğu ve kalp piliyle yaşadığı öğrenildi.

ve gaz bombasıyla saldırırken, kitle polise havai fişeklerle direndi.

Atakan’ın Güvenpark’taki anmasına polis saldırdı

İstanbul Gazi Mahallesi’nde 10 ve 11 Eylül gecesi sokaklara çıkan halk, Eski Karakol Durağı’nda toplanarak "Ahmet Atakan ölümsüzdür" pankartıyla yürüyüşe geçti. Gazi Karakolu’na yürümek isteyen kitleye gaz bombalarıyla saldıran polis, bir kişiyi gaz bombasıyla başından, üç kişiyi de kol ve bacaklarından yaraladı. Gazi Mahallesi’nde direnişçiler polise molotofkokteyliyle direnirken, barikatların kurulduğu İsmetpaşa Caddesi ve karakola çıkan sokaklarda çatışmalar gece geç saatlere kadar sürdü. Çatışmalarda MKP militanları da yer alarak “Yaşasın partimiz Maoist Komünist Partisi” , “Ağa patron devletini yıkacağız halk iktidarı kuracağız” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganlarını attı. İstanbul’da yapılan eylemler 10 Eylül gecesi Sarıgazi Dayanışması’nın çağrısıyla yapılan yürüyüşle devam etti. Polis Demokrasi Caddesi’nden yürüyen kitleye kaymakamlık önünde TOMA’lar

10 Eylül gecesi Ahmet Atakan için Kızılay Meydanı’nda anma etkinliği düzenlenmesi kararı alındı. Ankara’nın Mamak Tuzluçayır Meydanı, Dikmen Kavşağı, Batıkent Kent Meydanı, Keçiören Danişment, 100. Yıl Mahallesi Migros önü, Seyranbağları Özgürlük Parkı ile Eryaman 3. Etap’ta toplanan halk, bu kollardan Güvenpark’a yürüme kararı aldı. Güvenpark’a gitmek üzere yola çıkan, Dikmen, Tuzluçayır ve Mamak’tan gelen yürüyüş kollarına polis saldırırken, Dikmen ve Tuzluçayır’da çatışmalar saatlerce sürdü. Çarşı grubu “Ölmek Ne Güzeldir Anne Ölmek Özgürlük İçin” yazılı pankartla Güvenpark’a gelirken, Başbakanlık ile Meclis önünde yoğun polis yığınağı dikkat çekti. Polis gece saat 21.00 sıralarında Kızılay Meydanı’ndaki kitleye saldırırken, Ziya Gökalp Caddesi, Karanfil Sokak ve Selanik Caddesi girişine yoğun gaz attı. Polis ara sokaklara girerek çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Bu illerin yanı sıra, İzmir, Adana, Kocaeli, Antalya, Eskişehir, Bursa, Mersin, Çanakkale halkı da sokaklara çıkarak Ahmet Atakan’ın katledilmesini protesto eden eylemler gerçekleştirdi.

‘olaylar’ da AKP tarafından kurulan 1453 Kartallar grubunun ‘Allahu ekber’ sesleriyle sahaya girmesinin sonucunda yaşandı. Yaşanan bu olaylar sonrası burjuva feodal basın holiganizmin kimler tarafından örgütlendiğini gizlemek için, yine Gezi Parkı Direnişi’ne atıfta bulunarak ‘futbola siyaset karışmasın’ türküsünü koro halinde yeniden seslendirmeye başladı. Yaklaşık bir hafta süren bu kara propaganda sonucunda bu taraftar gruplarına yönelik yaptığı komplonun başarıya ulaştığını düşünen AKP iktidarı, meşhur ‘operasyonlarını’ geciktirmedi. Yapılan ev baskınlarında bu taraftar gruplarına üye onlarca kişi gözaltına alındı. Nedenleri farklı olarak açıklansa da bu baskınların sebepleri Gezi Parkı Direnişi’nde toplumsal muhalefete verdikleri destek nedeniyle, taraftar gruplarına ‘ayar vermektir’ Kuper’in de altını çizdiği gibi ‘futbol asla sadece futbol değildir.’ Futbol, daha önce olduğu gibi günümüz üretim ilişkilerinde de mevcut ekonomik sistemin ekonomik, politik, kültürel olarak kendini defalarca kez ürettiği bir endüstriyel alandır. Bu endüstriyel alanın yeni yatırımlarla canlı tutulmaya çalışılması bundan kaynaklıdır. Ülkemizde ve dünyada bu sektörde harcanan paralar eğitim ve sağlık gibi ihtiyaçların karşılanması için harcanan paralardan daha fazladır. Örneğin

2022 Dünya Kupası’nın yapılacağı Katar, bu organizasyona hazırlık için 62 milyar dolarlık bir bütçe ayırdı. Bütçenin çoğunluğu yeni yapılacak stadyumlar, AVM’ler,oteller ve metroların yapımına ayrılırken, burada modern kölelik şartlarında çalıştırılan çoğunluğu Nepal ve Hindistan kökenli göçmen işçiler açısından ise tam bir vahamet tablosu söz konusudur. İngiliz Guardian Gazetesi’nin yaptığı araştırmaya göre: “1. 2 milyon işçi 50 derece sıcaklık altında çalıştırılıyor, maaşları aylarca ödenmiyor, pasaportlarına zorla el konuluyor, bazıları ise 24 saatten fazla aralıksız çalıştırılıyor. Hatta işçiler açlık çekiyor ve içme suyundan dahi yararlanamıyor. Bunun sonucunda haftada ortalama 12 işçi ölüyor.” Gazetenin haberine göre 4 Haziran-8 Ağustos tarihlerinde 44 Nepalli işçi kötü çalışma şartlarından dolayı hayatını kaybetti. Katar’da bulunan Hindistan Büyükelçiliği’nin açıklamasında ise bu yılın ilk beş ayında 82 Hindistanlı işçi hayatını kaybetti. Konuyla ilgili FİFA ve Katar hükümetine uyarıda bulunan Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu ise bu organizasyonun bitimine kadar dört bin işçinin katledileceği tahmininde bulunuyor. *Orjinal adı ‘Futbol Aganist Enemy’ olan ve Türkçe’ye ‘Futbol Asla Yalnız Futbol Değildir’ adıyla çevrilen Simon Kuper’e ait kitabın adı

Çatışmalarda MKP militanları da yer aldı

SINIF TAVRI

≫ ismail uçar

SEBEP VE SONUÇLAR ÜZERİNE

K

endimizi kötü hissetmek için değil ama iyi hissetmek için çok sebep var. Sebep/sonuç ilişkisi düşünüldüğünde, sebeplerin tayin edici önemi diyalektik düşünen kimse tarafından atlanamaz. Sonucu esasta sebepler yaratıyorsa, kendimizi iyi hissetmenin sebepleri elbette pozitif sonuçlar doğurur. Sebeplerden ötürü kendimizi iyi his etmemiz olumlu sonuçları koşullar bir anlamda. O halde kendimizi iyi hissetmek genel olarak olumlu bir durumdur. Peki nedir kendimizi iyi hissetmenin yeterli sebepleri? Son derece verimli ve canlı tam da istediğimiz politik bir atmosfer egemendir. Kitleler ayakta, eylemde, gerici sınıf klikleri arasında dalaş had safhasında, kitle hareketi siyasi dönüşümlere yol açacak baskılanma düzeyinde süreklilik arz etmekte, devrimin düşmanı durumundaki faşist devlet ve sınıfların iktidar kliğini zorlamaktadır. Devrimimizin baş düşmanı iktidar kliği kitlelerin baskısı altındadır. Can bedellerine rağmen hareket kararlı çizgide yükselmektedir. Devrimin çıkmasından-çıkacağından söz etmeden kitle hareketinin devrimci sonuçlarından söz ediyor, eylemde olan kitleleri alkışlıyoruz. Alkışlamakla sınırlı bir görev almıyoruz. Fakat kitleler hiç bir engeli tanımadan, hiçbir iradeyi beklemeden eylemdedir ve bu muazzam bir pratiktir. Onların eseri olacak şeyde onların bu eylemi bizlerce yakalanamamış bir seviye olsa da onu kendi hareketimiz olarak sahiplenip içinde yer almak sorumluluk ve görevimizdir. Kendi zaafımızı kitlelerin devrimci ruhunun önüne çıkaramayacağımıza göre, ondan öğrenerek onlarla birlikte olmaktan daha düşük vazife edinemeyiz. Yetersizliğimize rağmen devrimci kitle hareketi gündemdedir. İsterse bundan gerici faşist klikler nemalansın , yine de kitlelerin hareketi devrimcidir ve her türlü görev ve sorumluluk da omuzlanarak alkışlanmalıdır. Güçsüz de olsak bu hareketin bir parçası durumundayız. Şu ya da bu oranda içindeyiz. Bu devrimci dinamiği zeminimiz olarak görüyoruz, bu avantajı devrimci mücadele adına yakalamış durumdayız. Güçlü sonuçlar çıkaramasak da kazanımlar küçümsenmemelidir, devrim lehinedir. Bunları tanıyan hareket olarak kendimizi iyi hissetmekte haklıyız. Kitlelerin haklı temelde ortaya koyduğu pratik elbette gelişmelere yol açacak dinamiktedir. Önemli sonuçlara yol açacak bu hareket, yeni sonuçlar da doğuracak niteliktedir. O zaman sonuçları görmek önemlidir. Öngörünün sağlam temeli olan kitle hareketi doğru derslerle sentezler çıkarma olanağına sahiptir. Ama sonuçlar sınırlansa da önemli olan sebeplerde yaşanan dinamizmdir. Sonuçlar sebepleri gölgeleyemez. Faşist diktatörlüğün kat-

liamları engelleyebiliyor mu hareketi? Hayır! Faşist diktatörlüğün azgın saldırı, baskı ve katliamları kitle hareketini bastırsa da kitlelerin devrimci eylemi ve ruhu yok sayılabilir mi, kendiliğinden kazanım olan bu devrimci hareket olmamış kabul edilebilir mi? Hayır! O halde doğru orantılı sonuçlar doğmasa da sebepler kendimizi iyi hissetmek için yeterlidir. Zira bu sebepler devrimi besleyendir. Bizlerin siyasi gelişmelere yön vermesi en iyisidir. Fakat kitlelerin devrimci eylemde olması bundan kötü değildir. Bizleri terbiye edecek olan kitlelerin ta kendisidir. Onlar her şeyin kaderini tayin eden gerçek güçtür. Evet, bu bizlerin rolünü inkar etmeyi gerektirmez. Rolümüz proleter devrimci doğrultu ve sonuç açısından kesindir. Şimdi değilse, yarın mutlaka bu rol oynanacaktır. Çünkü bunun nesnel zemini vardır. Teorik, siyasi ve ideolojik temeli vardır. Bunun iradeleşmesi bilimsel yasalar gereğidir. Emperyalist dünya gericiliğinin iç çelişki ve çatlakları keskin ve aktüeldir. İç çelişkisi onun savaş ve saldırganlık içinde batmasına müsaittir. Kitle hareketleri dünyayı kuşatan eğilimdedir. Devrimci dinamikler serpilerek gelişmektedir. Devrim kuvvetlerinin dünyayı sarmalaması da kendimizi iyi hissetmenin güçlü gerekçeleri-sebepleridir. Toplumsal sistemlerde gelinen düzeyi ta nihai amaca kadar geliştirmek, ilerletmek istiyoruz. Diyalektik yasalar bu eğilimi taşıyor. Nesnel dünyanın devinimi bu doğrultudadır. Toplumsal sistemler ve çelişmeleri bu gidişatı destekliyor. O halde kendimizi iyi hissetmek temelsiz değil. Stratejik tüm sebepler buna uygundur. Eksik olan rolümüze uygun güç olamayışımızdır. Bu basit bir sorun değildir, bilakis önemlidir. Küçümsemeden üstüne gidilmesi gereken tayin edicilerdendir. Ama bu bile kendimizi iyi his etmemizin önünde engel değildir. İyi hissedersek ve bunu bilinçli bir yönelim olarak ele alır, bilimsel desteklerle birleştirirsek olumlu gelişmelere ulaşabiliriz. Kendi dinamiğimizi de göz ardı edemeyiz. Kendimizi en kötüyle kıyaslayarak kendimize önem biçemeyiz. Ama tasfiyeciliğin etkileri, reformist eğilimin gelişim düzeyini, devrimdeki tüm kırılmaların boyutunu göz önüne alarak duruşumuzu olumlu tarif edebiliriz. Her şeye karşın bir duruşu net olarak temsil ediyor, taşıyoruz. O halde kendimizi iyi hissetmek için yeterince sebep var. Ki, bu sebepler sonucu koşullayan önemi itibarıyla devrimci zemini ifade eder. Onlarca yıl geçirilse de bu zaman devrim için göğüslenmeye değerdir. Kısacası, sebepler üzerine sonuç olarak kendimizi iyi hissediyoruz!


08 ODTÜ öğrencileri direniyor güncel haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

Ankara Büyükşehir Belediyesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın işbirliğinde ODTÜ arazisinden yasa dışı olarak otoyol geçirilmesi projesine karşı ODTÜ’de başlatılan direniş eylemleri ülke geneline yayılarak devam ediyor Ankara Büyükşehir Belediyesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın işbirliğinde hazırlanan projeye göre, ODTÜ arazisinden otoyol geçirilmesi planlanıyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi Haziran 2012’de ihaleye çıkan projeyi Nisan 2013 tarihinde başlattı. Otoyol projesi gerekli yasal izinler alınmadan, onaysız ve plansız bir şekilde hayata geçirildi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yasa dışı olarak başlatılan projeyi yasal zemine oturtmaya çalışıyor. 19 Eylül tarihinde Anadolu Ajansı’na projeyle ilgili açıklamalar yapan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, halkın kafasını karıştırmaya çalışan ifadeleriyle dikkat çekti. Bakanın sözleri burjuva-feodal basında “ODTÜ’lülerin Zaferi” başlığıyla duyurulurken, bakan “Kampüs bütünlüğünü bozmayacak şekilde, batı-doğu doğrultusundaki tünel geçişinin onaylanacağını” açıkladı. Bakan Erdoğan Bayraktar, 23 Eylül’de yeni bir açıklama daha yaparak Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ODTÜ’den geçirmek istediği otoyol projesi ile tünel projesi için hazırlanan 4 bin 85 hektarlık imar planına son halinin verildiğini açıkladı. Bu planla birlikte ODTÜ’de bulunan inşaat alanı genişletilerek ODTÜ Yerleşkesi’nde yeni rant alanlarının önü açılıyor.

Ankara Belediyesi’nin yeni hedefi Eymir Gölü Bu planla birlikte ODTÜ’de inşaat alanı 750 bin metrekareden 1 milyon metrekareye kadar genişletiliyor ve ODTÜ Yerleşkesi’ne ilave yeni binalar yapılmasının önü açılıyor. AKP iktidarının Ankara Büyükşehir Belediyesi üzerinden formüle ettiği bu planla birlikte ODTÜ’de binlerce ağacın kesilmesinin yanı sıra, ODTÜ Yerleşkesi talan projelerinin uygulandığı bir alana dönüştürülüyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin rant için gözünü diktiği alanlardan biri de Eymir Gölü. Hazırlanan imar planına göre Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak işaretlenecek bu alanın dönüşümü için tek yetkili, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olacak. Bakan Bayraktar’ın rant projesi öylesine iştahını kabartmış olacak ki, yaptığı açıklamalarla ODTÜ’deki ağaçların ömrünün tamamlandığı şeklinde traji-komik yalanlara başvurmaktan da çekinmiyor.

Projede yansıtılan bilgilerle gerçekler arasındaki çelişki Bakan Bayraktar’ın açıklamalarına karşın projenin neyi içerdiğini iyi incelemek ve bu projenin ODTÜ’ye vereceği zararları iyi kavramak gerekiyor. Çünkü esasta devlet yetkililerinin kamuoyuna yansıttığı bilgilerle gerçekler arasında çelişkiler bulunmaktadır. AKP iktidarının talan projesinin hedefi yalnızca ODTÜ’yle sınırlı değil. AKP iktidarı gö-

zünü Eymir Gölü’ne de dikmiş durumda. Buradaki doğal hayatı da yerle bir edecek bu proje, uzun vadede doğaya ve insan yaşamınıa önüne geçilemez zararlar vermesinin yanı sıra, yeni rant alanlarının önünü açacak.

Otoyol projesinde çalışmalar yasa dışı olarak başlatıldı Binlerce ağacın kesilmesinin planlandığı doğal sit alanı olan ODTÜ’de hayata geçirilmek istenen otoyol projesine karşı, ODTÜ’lü öğrenciler,100. Yıl Mahallesi ile Çiğdem Mahallesi halkı inşaat alanının yakınında nöbet tutmaya başladı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, henüz gerekli izinleri tamamlanmadan başlayan yolun yasal hale getirilmesi için Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan kararın çıkarılması gerektiğini bilmektedir. Fakat henüz böyle bir karar yoktur. Koruma Kurulu henüz kararı vermemişken Bakan twitter hesabından 10 gün içinde kararın çıkarılacağını söyledi. Yani yasal izinleri tamamlanmadan yasa dışı olarak çalışmaları yürütülen yol, Çiğdem ve 100.Yıl yönünden başlatılarak ODTÜ’nün kapısına kadar getirildi.

ODTÜ Rektörlüğü’nden projeye destek açıklamaları ODTÜ Rektörlüğü, önce 1995 tarihli SİT kararından haberdar olduğunu, sonra kesilecek ağaçların sayısını bildiğini açıklarken, şimdi de koruma amaçlı planı kurula ilettiğini gecikmeli olarak kamuoyuna yansıtmakta ve parça parça anlatmaktadır. Ancak Rektörlüğün görmezden geldiği gerçek 5226 sayılı kanunla tanımlanan Koruma Amaçlı İmar Planı’nın “Meslek odalarının, sivil toplum kuruluşları ve hemşerilerin katılımı ile oluşturulabileceği” ifadesini yok saymaktadır. Ankara’da direnişi sürdüren halk, ODTÜ’den geçirilmesi planlanan ikinci yolun da hazır-

landığını, otoyolun Konya yolu bağlantısında başlayan AVM inşaatının, otoyol çevresinde rant amaçlı girişimler olduğunu bilmektedir. ODTÜ’de direnişi sürdüren 100. Yıl ile Çiğdem Mahalleleri halkı ile ODTÜ’lü öğrencilerin mücadelesi, Ankara’nın nefes almasını sağlayan ODTÜ ormanının talan edilmesine karşı büyüyerek devam ediyor. Otoyolun inşaat alanının yakınında direniş çadırları kurarak 26 Ağustos günü eylemlere başlayan ODTÜ’lülere Ankara’nın dört bir yanından gelen halk destek verirken, 100. Yıl Mahallesi ile Çiğdem Mahallesi’nde de nöbet başladı. Direnişin devam ettiği 5 Eylül günü inşaat alanının yakınında nöbet tutan yaklaşık 15 kişiden oluşan ekip, TOMA’lar, akrepler ve çevik kuvvet polislerinin eşliğinde yıkıma başlandığını görerek inşaat alanındaki çalışmaları engellemeye çalıştı. İnsan zinciri oluşturarak yasa dışı olarak başlatılan çalışmaları protesto eden direnişçilere saat 07.30’da saldıran polis 14 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan direnişçiler Balgat 10 Nisan Karakolu’na götürülürken, yıkım ekiplerinin yol açma çalışmalarının devam etmesi dikkatlerden kaçmadı. Polis saldırısı ve gözaltıları protesto etmek için İzci Parkı’nda bir araya gelen kitleye polis yeniden biber gazıyla saldırı düzenledi. Direniş alanında ayrılmamakta kararlılığını sürdüren kitle, saat 12.00’de İzci Parkı’nda toplanma kararı aldı.

ODTÜ ile 100. Yıl Mahallesi’nin direnişi kararlılıkla devam etti ODTÜ’lü öğrenciler, 100. Yıl Mahallesi halkı ve Başkent Dayanışması 6 Eylül’de ODTÜ çadırlarına yönelik saldırı ile ağaçların kesilerek yol inşaatına başlanmasını protesto eden bir basın açıklaması gerçekleştirdi.100. Yıl İnisiyatifi adına yapılan açıklamada kaçak inşaatın ruhsat bilgilerinin bile olmadığına dikkat çekilerek, "Günde 40 bin aracın geçeceğini

söylüyorlar, yaşam alanlarımızı zapt etmesine izin vermeyeceğiz. Yaşam alanlarımıza sahip çıkacağız. Bu alanda iş makineleri çıkmadığı sürece bu direniş asla bitmeyecek. Bu sorun tüm Ankaralıların sorunudur. İnsanca yaşamak isteyen herkesi mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz" denildi. İnsan zinciri oluşturarak barikatları aşıp inşaat alanına giren kitleye polis yeniden gaz bombalarıyla saldırdı. Saldırı sırasında Halil İbrahim adında bir kişi başından aldığı cop darbeleriyle beyin kanaması geçirerek hastaneye kaldırıldı.

ODTÜ’ye destek eylemleri ülke geneline yayıldı ODTÜ’deki direniş 7 Eylül günü de devam etti. Saat 17.30’da 100. Yıl Mahallesi’nde bulunan Migros’un önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklamanın ardından mahalle halkına yol çalışmalarının engellenmesi için yapılacak yürüyüşe katılım çağrısı yapıldı. Yürüyüşün ardından yol çalışmasının yapıldığı alana doğru ilerleyen kitle, “Hepimiz Ali’yiz öldürmekle bitmeyiz” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” , “Mahallene, ormanına, doğana, sahip çık” sloganlarını attı. Kitlenin önünü TOMA’lar, akrepler ve çevik kuvvetle kesilirken, kitleye gaz bombası ve tazyiki suyla müdahale edildi. Saldırı sonucu birçok kişi çeşitli yerlerinden yaralanırken çatışmalar ara sokaklarda sürdü. ODTÜ’de direnişin sürdüğü günlerde başta İstanbul Taksim, Kadıköy, Gazi Mahallesi ve Sarıgazi olmak üzere çok sayıda semtte protesto eylemleri düzenlendi. Bu eylemlere de polis saldırıları artarak devam etti. Polis saldırılarında onlarca kişi gözaltına alınırken, halkın direnişi devam ediyor. İstanbul’un yanı sıra İzmir, Mersin, Eskişehir, Denizli, Kocaeli gibi illerde de ODTÜ direnişine yönelik polis saldırılarının protesto edildiği eylemler düzenlendi.


09 Devletin sinsi asimilasyon politikası güncel haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

İzzettin Doğan’ın kurduğu Cem Vakfı Alevilere hizmet etmekten çok devlete hizmet ediyor. Her dönemde Alevileri, SünniTürk egemen anlayışına adapte etmek için devletin asimilasyon politikalarının bir parçası oldu. Alevi katliamlarının sorumlusu olan devlete toz kondurmamakla kalmadı, Alevileri katleden ve katletmek için her zaman devletten bir işaret bekleyen milliyetçi ve koyu faşist bir parti olan MHP’yi de siyasi seçenek ve adres olarak gösterdi Mamak Tuzluçayır’da “cami-cemevi-aşevi”nin bir arada olacağı bir kompleksin yapılacağının duyurusunun yapılmasını şaşkınlıkla karşılamamak elde değil. Zira devletin, Cemevlerini ibadet yeri olarak kabul etmediği bir dönemde böylesi bir projeye yeşil ışık yakması abesle iştigal teşkil eden bir durumdur. Alevilerin çok büyük bir kesiminin tepkisini alan bu projenin mimarlarının ismini öğrendiğimizde, devletin neden bu kadar çok desteklediğini daha iyi anlamış olduk. Projenin amacı Alevi inancına olan saygıdan kaynaklanmıyor. Tam tersi Alevilere saygısızlık yaparak ve istedikleri Alevi’yi yaratmak için bu

projeye giriştiler. Devlet, Fethullah Gülen ve İzzettin Doğan üçlüsünü bir araya getiren amaçtan ‘hayırlı’ sonuç çıkarmak mümkün mü? Cem Vakfı Alevilere hizmetten çok devlete hizmeti kendine görev bildi İzzettin Doğan her dönem Alevileri devletle barıştırmak için büyük çaba içine girmiştir. Fethullah Gülen ise Alevilerin Sünnileştirilmesi için devlete hep akıl hocalığı yapmıştır. Bu iki şahsı bir araya getiren ise devletin Alevilere

yönelik asimilasyon politikalarını hayata geçirmek için üstlerine düşen rolleri layıkıyla yerine getirmeleri oldu. Gülen, okyanus ötesinde, dünya halklarının baş düşmanı ülkenin kolları arasında emperyalist hegemonyanın Ortadoğu’ya egemen olması için yoğun çalışma içindeyken, yine efendisinin çıkarları için ülkeye çeki düzen vermeyi hiç ihmal etmiyor. İnsanların dini duygularını sömürerek kendine saraylar yaratan bu din bezirganı, Pensilvanya’dan Alevileri Ilımlı İslam Projesi’ne adapte etmek için seslenir de, derin Alevi dedesi devletin bekasında sessiz kalır mı?

Zaten ezelden beri onun kafasında benzer planlar hep vardı. Kurduğu Cem Vakfı Alevilerin hizmetinden çok devletin hizmetinde oldu. Her dönemde Alevileri, Sünni-Türk egemen anlayışına adapte etmek için devletin asimilasyon politikalarının bir parçası oldu. Alevi katliamlarının sorumlusu olan devlete toz kondurmamakla kalmadı, Alevileri katleden ve katletmek için her zaman devletten bir işaret bekleyen milliyetçi ve koyu faşist bir parti olan MHP’yi de siyasi seçenek ve adres olarak gösterdi. Tüm bunları yaparken olup bitenlerin hesabının sorulmasını bir kenara bırakarak, her şeyin üstünü örterek böyle bir yönelim içine girdi.

Bırakalım Osmanlı döneminde Alevilere yönelik gerçekleştirilen kıyımlarla yüzleştirilmesini, Cumhuriyet döneminde Alevilere yönelik gerçekleştirilen katliamları da hiç dert etmedi. Ama bu şahsiyet, Alevilerin dini ‘önderi’ olmaktan ve kendisini her fırsatta Alevi dedesi olarak sunmaktan hiçbir zaman geri durmadı. Bu şahıs şimdilerde yine devletin kendisinden beklediği rolü oynamak için büyük çaba içine girdi. Alevileri düzene entegre etmek ve Sünnileştirmek için devreye sokulan bir projenin hayat bulması için canhıraş bir çaba içerisinde hareket ediyor.

Projeye karşı tepkiler çığ gibi büyüdü Birçok Alevi Derneği devletin desteklediği bu projeye karşı gerek yazılı açıklamalar yaparak gerekse de alanlara çıkarak tepkilerini ortaya koydu. Temel atma töreninin yapıldığı 8 Eylül günü, Mamak Tuzluçayır’da bir araya gelen binlerce kişi, tepkilerini ortaya koymak için eylemlere başladı.

Tören öncesi ise Mamak Tuzluçayır’da akşamdan başlayan eylemler açılış günü de devam etti. Polis göstericilere biber gazı ve plastik mermilerle saldırdı. Törenin başladığı saatlerde Süleyman Ayten Caddesi’ne gelen Pir Sultan Abdal Kültür Derneği üyeleri de “cami-cemevi-aşevi” projesine tepkilerini gösterdi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Kemal Bülbül “cami-cemevi-aşevi” projesinin “asimilasyon projesi” olduğunu, Alevilerin bu Cemevine gitmeyeceğini söyledi. Bülbül, “Bizim Sünni vatandaşlarla bir sorunumuz yok. Biz asimilasyoncu, ırkçı devlete karşıyız. Bu cami ve cemevi yoksulun ekmeğinden çalınarak yapılıyor. Burası ibadethane değil. Cem Vakfı Genel Başkanı İzzettin Doğan yol düşkünüdür” dedi. Başta İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana olmak üzere birçok ilde bu asimilasyon projesine karşı binlerce kişi alanlara çıkarak protesto eylemleri yaptı. Bu tepkiler karşısında bazı devlet yetkilileri Mamak’ta temeli atılan projenin sembolik olduğunu söylese de buna benzer bir projenin İzmir’in Çiğli ilçesinde de yapılacak olması, projenin hiç de sembolik olmadığını gösteren önemli bir veridir.


10

güncel haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

Katil polis el üstünde tutuluyor Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Ethem Sarısülük davası, hakim sınıflar tarafından provokasyonların devreye konulduğu bir zeminde görülürken, mahkeme yargılamanın yapılamadığı gerekçesiyle duruşmayı 28 Ekim 2013 tarihine erteledi Duruşma öncesi bir araya gelen Ankara’daki demokrasi güçleri dava için duyarlılık çağrısı yaparak davanın sahiplenilmesini istedi. Çağrıcı kurumlar adına bir açıklama yapan KESK Ankara Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Mevlüt Çakmak, Ethem Sarısülük'ün katledilmesinin üzerinden 3 ay geçtiğini hatırlatarak, "Katil hala aramızda dolaşıyor. Pazartesi görülecek olan dava biz emekçiler açısından çok önemlidir. Katilin yakalanması, tutuklanarak yargılanması gerekir. Biz KESK Ankara Şubeler Platformu, DİSK Ankara Bölge Temsilciliği, TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu ve Ankara Tabip Odası olarak Ankara'daki bütün emek ve demokrasi güçlerini, 23 Eylül Pazartesi sabahı saat 10.00'da Ankara Adliye Sarayı önünde buluşmaya çağırıyoruz." Diyerek duyarlılık çağrısında bulundu. Açıklama esnasında Sarısülük ailesinin avukatı Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Ankara Şube Başkanı Murat Yılmaz da "Hukuki olarak Ethem'in katili Ahmet Şahbaz'ın tutuklu olması gerekiyordu. Şu ana kadar katilin tutuklu olmaması bile bu ülkede hukukun işlemediğini gösteriyor. Bu siyasi bir karardır. Katilin tutuklanmaması iktidara bir jesttir" diye konuştu.

‘Devlet her zaman katilleri aklıyor’ Ethem Sarısülük'ün ağabeyi Mustafa Sarısülük ise 23 Eylül'de başlayacak davada üç perdelik bir ilahi komedya izleyeceklerini düşündüğünü söyledi. Soruşturma sürecinin

davanın sonucunu gösterdiğini kaydeden Sarısülük, devletin her zaman katilleri akladığını gördüklerini söyledi. Öte yandan duruşmayı izlemek için Ankara'ya giden kitle Sıhhiye'den sloganlarla Ankara Adliyesi'ne yürüdü. Kitle, adliye önünde bekleyenlerle buluştu. Kitle Adliye önünde "Komünist Ethem Sarısülük ölümsüzdür" pankartını açarken, sık sık "Katil devlet hesap verecek" sloganını attı. Devletin sanık polis Ahmet Şahbaz’ı koruyacağını önceden belliydi. Başta Başbakan ve devlet yetkilileri, polisin saldırısını yerlere göklere sığdıramıyordu. Adeta 6 kişinin ölümüne ve onlarca kişinin yaralanmasına neden olan polis şiddeti kutsanarak mahkemelere gereken mesaj verilmiş oldu. Sarısülük davasını yakından takip eden kamuoyu, devletin bu tutumu karşısında dava öncesi duyarlılık çağrısında bulundu. Ethem Sarısülük davası 23 Eylül günü Ankara Adliyesi’nde olaylı başladı. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi başkanının kamuya kapalı

DHKC’den eylem DHKC Haziran ayaklanmasında ölümsüzleşenler için eylem yaptı. Eylemde DHKC savaşçısı Muharrem Karataş ölümsüzleşirken, Serdar Polat ise yaralı olarak tutsak düştü Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi bir açıklama yaparak, Ankara Dikmen’de Emniyet Müdürlüğü’nün yanındaki polisevine yönelik roketli saldırıyı üstlendi. 20 Eylül Cuma akşam saat 21.30 sıraların-

da Haziran Ayaklanması’nda katledilen Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, İrfan Tuna, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, 95 gündür komada olan 14 yaşındaki Berkin Elvan'ın hesabını sormak için, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne roketatarlı eylem düzenledi. Eylemden 3 saat sonra DHKC savaşçıları Muharrem Karataş ve Serdar Polat, devlet güçleri tarafından ODTÜ ormanları ile Konya yolu mevkiinde kuşatmaya alındı. Kuşatmada Muharrem Karataş ölümsüzleşirken, Serdar Polat da ağır yaralı olarak tutsak düştü.

duruşmaya devam kararı, salon içinde ve salon dışında tepkilere neden oldu. Aynı zamanda salonda izleyicilere yer bırakılmaması amacıyla, salonun büyük kısmının sivil polisler tarafından doldurulması da tepki çekti. Sanık bölümüne 5 sivil polisin konulması ise aile avukatının tepkisine neden oldu. Ankara'daki Gezi Parkı eylemleri sırasında Sarısülük'ün ölümüne ilişkin polis memuru Ahmet Şahbaz hakkında, "meşru savunmada sınırın aşılması suretiyle adam öldürme" suçundan açılan davanın ilk duruşmasında, sanık polisin güvenliği gerekçesiyle mahkeme başkanı, duruşmanın kapalı yapılmasına karar verdi.

‘Polisler aileye düşmanca yaklaşıyor’ Katil zanlısı polis ile Ethem Sarısülük’ün yakınları arasında çıkan tartışma esnasında polisin başından düşen peruk ve taktığı kalın çerçeveli gözlükler oldukça dikkat çekiciydi. Şahbaz, polis tarafından duruşma salonun-

dan çıkarıldı. Duruşmanın gergin başlamasına neden olan mahkeme başkanının kararı ve salonda bulundurulan çok sayıda sivil polise ilişkin aile avukatı Murat Yılmaz, polislerin duruşmada yer almasının adil yargılamayı etkilemek amaçlı olduğunu ifade ederek şu açıklamayı yaptı: "Çünkü polisler aileye ve avukatlarına düşmanca yaklaşıyor. Kapıda saldırı olmuştur. Bu gözünüzün önünde oldu ama bunu tutanaklara geçirmediniz. Arbedenin sorumluları bu kadar polisi yığan, duruşmayı provoke eden mahkeme heyetinden kaynaklanmaktadır. Mahkeme heyeti polisin salona girmesi için bize teklifler getirdi. CMK 182. madde çok açık. 'Genel ahlak ve kamu güvenliğini tehdit ediyorsa' şeklindedir. Hükümler açık. Arbedenin asıl sebebi neden tutanaklara geçirilmedi? Karar alınırken, talepler dikkate alınmalıydı" Dava sağlıklı yargılama yapılamadığı gerekçesiyle 28 Ekim 2013 tarihine ertelendi.


güncel haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

PKK tutsaklarından özgürlük eylemi 18 PKK dava tutsağı Bingöl M Tipi Hapishanesi’nden tünel kazarak özgürlük eylemi gerçekleştirdi. 18 tutsaktan 17’si yakalanırken, Ekrem Taş ise halen aranıyor Bingöl M Tipi Hapishanesi’nde tutulan PKK dava tutsakları özgürlük eylemi gerçekleştirdi. 25 Eylül tarihinde yapılan sabah sayımında 18 tutsağın tünel kazarak hapishaneden firar ettiğİ ortaya çıktı.

Tünel 70 metre uzunluğunda 65 santimetre genişliğinde Firari tutsakların hapishane duvarına 40 metre uzaklıkta son bulan tünelin 70 metre uzunluğunda ve 65 santimetre genişliğinde olduğu öğrenildi. Tutsakların tünelden çıktıktan sonra Kaleönü Mahallesi girişinde elbiselerini değiştirerek hapishane çevresinden uzaklaştığı bilgisi alındı. Özgürlük eylemine katılan tutsakların isimleri şöyle: Baran Günana (Kars), Selami Kızıl (Mardin), Diren Yaşa (Amed), Veli Taşkıran (Amed), Şeref Gülen (Amed), Ahmet Oyunlu (Amed), Ramazan Benice (Amed), Rıdvan İpek (Amed), Ali Nergis (Amed), Devrim Kavak (Batman), Diyar Kaydu (Amed), Ekrem Taş (Bingöl), Hüseyin Barsak (Siirt), İbrahim Engin (Amed), Emrah Ubiç (Kars), Cemil Doster (Amed), Osman Kılıç (Bingöl), Ozan Alpkaya (Mardin). PKK tutsaklarının firar etmesinden sonra hapishanedeki baskıların daha da arttı. Sabah saatlerinde asker ve gardiyanlar koğuşlara baskın düzenleyerek arama yaptı. Arama sırasında tutsaklar darp edildi. Hapishanede darp edilen tutsaklar kapıları yumruklayarak yapılan baskıları protesto etti. Firar sonrası Bingöl M Tipi Kapalı Hapis-

“Muharrem Karataş ölümsüzdür “ Açıklamada eylem sonrasında yaşananlara ilişkin “Eylemden yaklaşık 3 saat sonra savaşçılarımız Balgat Yüzüncü Yıl Mahallesi’nde kuşatılmış ve savaşçılarımızdan Muharrem Karataş çatışarak şehit düşmüş, bir savaşçımız da yaralı olarak tutsak düşmüştür. Şehitlerimizin hesabını sorarken yeni şehitler veriyoruz. Şehit olmak ikiyüzlülüğü, işkenceciliği katliamcılığı ahlak edinmiş bu düzene karşı savaşın bir gerçeğidir. Savaşı şehitlerimizle büyüteceğiz.” ifadelerine yer verilirken zulme, sömürüye, haksızlıklara karşı direnmenin, bunun için silaha sarılmanın işçi ve emek-

hane Müdürü, 3 müdür yardımcısı ve bir başmemur görevden alındı.

Firar eden tutsaklara hava desteğinde saldırı düzenlendi Bingöl Merkez’e bağlı Ortaçanak Köyü kırsalında 2 kobra, 1 skorsky helikopteriyle yapılan takiple, yerleri tespit edilen tutsaklara yoğun bombardıman yapılarak saldırılar düzenledi. Hava saldırısının yanı sıra karadan da polis ve jandarma timlerinin saldırıları devam etti. 18 PKK’li tutsaklardan 17’si, Ortaçanak Köyü kırsalında bulunan Karacehennem Ormanı’nda yakalandı. Ekrem Taş ise halen aranıyor. Bingöl Merkez’de firar eden tutsaklara yardım ettikleri iddiasıyla Vedat Bozan ve MEYADER Temsilcisi Alper Aksoy gözaltına alınıp, savcılık tarafından sorgusu yapıldıktan sonra tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi. PKK Dava Tutsaklarından 13’ü yapılan sorgularının ardından Van M Tipi Hapishanesi’ne, 4’ü ise Ankara F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildi. Tutsakların sürgün edilmesinin ardından Bingöl M Tipi Hapishanesi’nde tutulan bütün PKK Dava Tutsaklarının 29 Eylül’de Erzurum H Tipi Hapishanesi, Bolu F Tipi Hapishanesi, Ankara 2 No’lu F Tipi Hapishanesi ile Van F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildiği açıklandı. Adalet Bakanlığı'na bağlı müfettişlerin yürüttüğü soruşturma gerekçe gösterilerek avukatları tutsaklarla görüştürülmedi. Görevli müfettişin “Gizli” yürütülen soruşturma kapsamında hapishanede görev yapan asker, gardiyan ve tutukluların ifadelerini aldığı öğrenildi. Daha önce de 24 MKP dava tutsağı 17 Mayıs 2013 tarihinde Malatya E Tipi Hapishanesi’nden özgürlük eylemi girişiminde bulunmuş, tünelin yarısına gelindiğinde tutsakların kazdığı tünel hapishane yönetimi tarafından fark edilmişti. Tünelin ortaya çıkmasıyla 12 MKP tutsağı Tokat Hapishanesi’ne sürgün edilmişti

çi sınıfların meşru bir hakkı olduğu ve bu hakkın kullanıldığı vurgulandı. Açıklama “Şehitlerimizin hesabını mutlaka soracağız. Muharrem Karataş ölümsüzdür! Kahrolsun halk düşmanları” ifadeleriyle sona erdi.

Karataş Çorum’da toprağa verildi DHKP-C üyesi Muharrem Karataş, Çorum’a bağlı Yoğunpelit Köyü’nde sonsuzluğa uğurlandı. Hacı Bektaş-i Veli Anadolu Kültür Vakfı Çorum Şubesi morguna getirilen Karataş için, burada bir tören düzenlendi. Karataş törenin ardından, Yoğunpelit Köyü’nde sonsuzluğa uğurlandı.

11

Rojava’da MLKP militanı şehit düştü Rojava’da Kürt ulusunun iktidar mücadelesine destek vermek için MLKP’yi temsilen Serêkaniye’de bulunan Serkan Tosun, karşı devrimci güçlerle yaşanan çatışmada şehit düştü Rojava’da Kürt ulusunun isyanına destek için Serékaniye’de bulunan MLKP savaşçısı Serkan Tosun, karşı devrimci güçlerle yaşanan bir çatışmada ölümsüzleşti. Tosun, İstanbul Gazi Mahallesi’nde düzenlenen törenle son yolcuğuna uğurlandı. Rojava’da 14 Eylül günü yaşamını yitiren MLKP savaşçısı Serkan Tosun’un naaşı İstanbul’da Gazi Cemevi’ne getirildi. Burada Serkan Tosun’un kızıl bayrağa sarılı MLKP ve YPG bayrakları olan tabutu karanfillerle süslendi.

Tosun’un naaşını MLKP milisleri taşıdı İsmetpaşa Caddesi trafiğe kapatılarak yapılan yürüyüş sırasında, MLKP milisleri gelerek Serkan Tosun’un naaşını omuzladı. Silahlı milisler, “Rojava’da devrim savaşçısı Serkan Tosun ölümsüzdür” pankartı ile MLKP bayrakları taşıdı. Yürüyüş boyunca milisler “Biji parti me MLKP”, “Serkan Tosun ölümsüzdür”, “Çetelerden hesabı MLKP soracak”, “19. yılında şan olsun partiye MLKP’ye”, “Serkan Tosun yaşıyor MLKP savaşıyor”, “Disa disa serhil-

dan MLKP Kürdistan”, “Kadınlar partiye MLKP’ye” sloganlarını attı.

MLKP: Rojava devriminin militanları olmalıyız Gazi Mezarlığı’na gelindiğinde MLKP adına bir açıklama yapıldı. Milisler, Serkan Tosun’un Kürt halkının mücadelesinde savaşırken şehit düştüğünü söyleyerek, Tosun’un hiçbir zaman bencil bir hayat sürmediğini, adanmışlığın temsili olduğunu, IMF’ye karşı barikat barikat direndiğini ve her zaman parti ve devrimin ihtiyaçları doğrultusunda yaşadığını açıkladı. Milislerin yaptığı açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Yeri geldi batıda barikatlarda savaştı, yeri geldi gönlünü dağlara vurdu, yeri geldi Rojava’da Kürt halkının yanında silahıyla yer aldı. Partimiz MLKP devrimin sadece Türkiye yüzünü görmemekte. Partimiz MLKP Ortadoğu’da, Kürdistan’da, Kafkasya’da devrim perspektifiyle enternasyonel devrimi savunmaktadır. Yoldaşımız, onun militanı olarak enternasyonal devrimci görevini yerine getirirken şehit düştü... Bugün onu son yolculuğuna uğurlarken Yılmaz’da ettiğimiz yemini, Yasemin’de ettiğimiz yemini, Hasan’da ettiğimiz yemini tekrarlıyoruz. Biz kazanacağız,biz kazanacağız,biz kazanacağız.” Serkan Tosun’un defin işlemi sırasında,“Şehitlere devrim sözümüz var” sloganı hep bir ağızdan haykırılırken, devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı.


1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

Sanat cephesine s Halkın kültürünü taşımayan ondan kopuk olan bir sanat düşünülemez. Özellikle halkın kültürüyle iç içe geçen temelini yitirmemelidir ki, onlarla buluşmanın güçlü aracı olarak kendi etkisini gösterip rolünü sergileyebilsin. Halk için sanat, toplum için sanat anlayışını temel alan sanat anlayışı da bu yolu izlemek durumundadır Yıkıp geçen bazı süreçler yaşanabilir. Toplumlar tarihinin ilerleme tecrübesi gibi, siyasi parti veya çeşitli kurumların süreçleri de tahrip edici gelişmelere sahne olarak bazı süreçlerin mecazen de olsa yıkıp geçtiğini doğrular. Daha dar çerçevede hatalı politika ve yanlış uygulamaların da kendi çapında ‘’yıkıp geçme’’ pratiği, geride bıraktıkları bilinir. Bu yıkıp geçen tahrip edici süreçler siyasi düzlemde yaşandığı-yaşanacağı gibi, doğa şahsında, kültürel alanda, ideolojik ve örgütsel vb alanlarda da en geniş pratik yelpazede vuku bulabilirbulur da. Ama bu tahrip edici süreçler üzerinde bulunduğu çürük zeminden ötürü miadını uzun ömürlü koruyamaz. Karşıt devrimci dinamikler her düzlemdeki müdahalelerle yeni süreçleri açarlar. Ya da yaşanan tahribatı telafi eden adımlar geliştirirler. Yani, yıkan faktöre tezat ikinci ve esasta da stratejik olan faktörler devreye girerek, tahribe-yıkma sürecine karşı olumlu işlevleriyle bu harabenin toparlanıp onarılmasını omuzlarlar. Ve tahrip edilen zemini daha sağlam temellerde tesis ederleredebilirler. Bu diyalektikte birçok sorun örneklenebilir. Güncel toplumsal çelişki ve pratikten öğrenirsek, griye boyanan merdiven basamaklarına inat yüzlerce belki binlerce merdiven gök kuşağı rengine boyanır… Bir ağacı kesersiniz binlerce ağaç dikilir ya da büyük bir reaksiyonla yanıtlanır bu ağaç kesimi… Öğrenmeyi sürdürürsek, örneklerdeki bu karşıt reaksiyon ve reaksiyonun kuvveti salt bir davranışa indirgenemez, belli bir birikim sürecinin ya da özel bir çalışmanın ürünü olabilir. Nicel birikimler nitel patlamalara yol açar! ‘’Irmaktaki bir kulaç buz bir günlük soğuğun işi değildir.’’ Bütün bunlar dönü-

şüm hareketlerinin bir birikim zemininde gelişeceğini anlatır. Ağacın en taze filizi en yoz yerinde fışkırır ve tohum çürüyerek yeşerir. Bu vecizler siyasal yaşamımıza ışık tutmalıdır. Dahası yaşanan sorunların, yaşanan tahribatların baki olmadığını-olamayacağını kuvvetli bir bilinçle taşımamız lazım. Aksi halde zayıflıklar, yaşanan yıkımlar ve tahribatlar karşısında bizlerinde yıkımın bir parçası olmamızı olanaklı kılar. Asıl realite süreçlerin kendiliğindenciliğe bırakılmamasıdır Gözden kaçırmamız gereken nokta, süreçleri kendiliğindenciliğe bırakamayacağımız gerçeğidir. Yukarıdaki yaklaşımlar genel yaklaşım olarak tüm temel sorunlarda da geçerliyken, meselenin daha iyi ifade edilmesi daha çok somut meselelere uyarlanmasıyla olanaklıdır. Bu bakımdan bazı politikaları ve bazı özgün çalışmaları değerlendirmek açıklayıcı olur. Kültür sanat alanındaki politikamız ve bunun kurumlarda uygulanması genel olarak sorunlu ele alınmıştır. Genel yaklaşımımızdaki problemler uygulama alanlarında daha katı biçimlere yol açmış, bu uygulama alanlarındaki hatalı yaklaşımlar önemli tahribatlar yaratmıştır. Bütün sorunlar son tahlilde kolektif iradenin zayıflık veya yetersizlikleri üzerinde anlam bulsa da, bazı alanlardaki yaklaşımların daha dar biçimlenmesi abartılı deyimle yıkıp geçen tahribata yol açmıştır. Sol sekter yaklaşım ve anlayışlar özgün biçimlenmiş ve kolektifin zaafları da zemin yapılarak dağıtıcı fonksiyon oynamıştır. Kültür sanat cephesinde sağlam bir politikanın egemen kılınmaması, bunu yerelde dar sekter yaklaşım ve anlayışlarla buluşması hem var olan gücün dağılmasına yol açmış, hem de bu alandaki çalışmalarımız rolünü oynayamayarak kan kaybına yol açmıştır. Dahası kültür sanat cephesinde doğru politikalar uygulanmadığı için bu alanda mümkün olan gelişmeler sağlanamamış, buluşabileceğimiz birçok sanatçı, aydın gibi kesimlerle birleşmemiz mümkün olmamıştır. Elbette bu alan gibi başka alanlarda da benzer sorunlar, darlıklar vb yaşanmıştır ve hepsi bizlerin sorunudur. Asla kişilere yüklenerek izah edilecek meseleler değildir. Buralardaki sekter yaklaşımlar, hatalı yaklaşımlar, darlıklar tamamen kolektif görüş adına uy-

gulanmış ve elbette kolektifin denetimine tabi olan çalışmalar kapsamında yaşanmıştır. Yanlış algı ve yaklaşımların zararları görüldükçe sorunun görülmesi daha kolay olmuş ve birçok mesele daha çıplak ortaya çıkmıştır bu süreçlerde. Kolektifin sorunu olan bu sorunlar tabii ki kolektif tarafından ve kolektif bilinç içinde aşılabilirler. Sorunun somutlaşmasından söz ettik. Buna gelelim. Ne yaptık? Sanat alanı gibi bir alanı dar örgütçü yaklaşım ve disiplinle terbiyeye tabi tuttuk adeta. Hatta bu tutumumuzla onları kitlelerden de kopardık. Falan saatte kuruma gelip falan saatte ayrılmasını çalışma disiplini vb olarak uyguladık. Oysa sanat kitlelerden kopuk düşünülemez. Dahası sanat gibi nazik ve özgün hassasiyetler taşıyan bir meseleyi kural ve disiplinlerin katı çemberine alarak böyle üretim yapılmasını istedik-bekledik. Ağır ve sanatın ruhuna aykırı olan boyutlardaki katı ağır disiplinle yanımızdaki insanları resmen kaçırdık. Pratiğimiz, anlayışımızla onlara resmen kaçın dedik-demiş olduk. Bu duruma kolektiften daha önce itiraz eden insanları alan disiplini özgülünde ko-

lektifle çatıştırmış ve neticede uzaklaşıp gitmelerine neden olduk. Genel anlayışımızda fikirlerin ifade edilmesinin önünde engel yokken, sanat alanında fikirlerin, farklılıkların ifade edilmesi kabul edilmemiş. Birçok değerli sanat çalışanı hatalı ve sekter yaklaşımlarla itilip uzaklaştırılmış… Meselemiz günah çıkarmak olmadığı için daha fazla detaylandırmayacağız. Hata, yaklaşım ve eksikliklerimiz bizleri sanat cephesinde zayıf tutmuş, geri itmiştir. Bu alan kurumsal çalışmalarımızda bir harabeyle karşı karşıya kaldığımız inkâr edilemez. Bu yıkıntı içinde diri dinamiklerin olması ve yaratılan yıkımdan sonra toparlanmaların olması olumludur. Ancak bu durum daha da ileriye taşınabilir. Sanat’ın güçlü bir silah olduğu, yerinde ve doğru kullanıldığında küçümsenemeyecek etkiler yarattığı tüm sınıflar mücadelesi pratiğinde olduğu gibi daha güncel pratiklerle de sabittir. İşte devrimci etkisiyle kendi cephesinde doğru orantılı yıkıp geçme kuvveti temsil eden sanat cephesi ya da silahı bizler tarafından gerekli değeri görmediği gibi, kurumsal çalışma uygulamalarımızda sekter yaklaşımlar maharetiyle


perspektif

somut bir bakis

fiilen tersi işlev görmüş ve güçlerimizin dağılması gibi bir yıkım yaratmıştır. Disiplinden muaf hiçbir çalışma, hiçbir girişim, hiçbir plan ve eylem düşünülemez. Sanat çalışmaları da bu disipline mutlaka gereksinim duyar. Dolayısıyla bu cephede disiplini tamamen reddetmek de tersten bir hata ve yıkım nedeni olarak yanlıştır. Tüm mesele bu cephenin disiplinini bu cephenin özgünlüklerine, üretim ve verimliliğine engel olmayacak biçimde ele alınmasıdır. Buradaki disiplinin özgünlüğüne uygun olarak daha esnek ve geniş bakış açısıyla biçimlenmesi doğru olandır. Sanatın estetikten koparılmak suretiyle keskin sloganlar ve tamamen siyasi karakterle biçimlenmiş bir algı içinde ele alınması hatalarımızdan görülebilir ki, bu aşılması gereken problemdir aynı zamanda. Sanatın siyaset dışında bir şey olduğunu iddia etmek demagoji ve çarpıtmadır elbette. Dolayısıyla siyasi karakteri kesinlikle vardır. Zira o sınıflar mücadelesinde sınıfın elindeki bir silahtır. Fakat kendi alanının özgünlükleriyle biçimlenmiş bir silahtır. Dili, üslubu, propagandası, çalışmaları tamamen bu biçime uygun özellikler taşır-taşımalıdır.

Bireysel alana çıkan sanat esasta zayıf olandır Halkın kültürünü taşımayan ondan kopuk olan bir sanat düşünülemez. Özellikle halkın kültürüyle iç içe geçen temelini yitirmemelidir ki, onlarla buluşmanın güçlü aracı olarak kendi etkisini gösterip rolünü sergileyebilsin. Halk için sanat, toplum için sanat anlayışını temel alan sanat anlayışı da bu yolu izlemek durumundadır. Örgütsüzlüğe kaçan, bireysel alana yönelen sanat esasta zayıftır. Elbette örgütsüz sanat zayıflıklar taşır. Bireysel alana çıkan sanatta bu zayıflığı taşır. Bu alanda demokratik niteliklerle birlikte halk için sanat anlayışı içinde yer alan sanat çalışmaları asla ötelenemez. Demokratik nitelikler taşıyan bu sanat zemini, bizlerin birleşmesi ve ortaklaşması gereken zemindir. Dolayısıyla bu kesimlerle iyi ilişkiler kurup birlikte çalışmalar yürütmek, sanat cephesinin de görevidir. Tek doğru temsili mutlaka biziz, bizim dışımızda doğru yoktur anlayışı sakattır, sekterdir, gelişmeyi tıkayandır. Örgütsüz olmasına karşın demokratik nitelik taşıyan, halk için sanat yapan, sanatı ilerici olan kesimleri inkâr etmek

mümkün olamaz. O halde bunlarla birleşme perspektifi kesinlikle edinilmesi gereken perspektiftir. Bizlerle birebir uyum göstermeyen, aynı doğrultu ve hedefler taşımayan kesim ve kimselere kayıtsız kalamaz, onları dışlama ve daha da uzaklaştırma yaklaşımına sahip olamayız. Tersine onlarla ortak noktalarda buluşmamız mümkün olup gereklidir de. Sanat cephesi ideolojiden, siyasetten, sınıftan bağımsız değildir. Ancak sanatsal çalışmalar kesin bir ideolojik-siyasi ve hatta örgütsel birlik zemininde ifade edilecek çalışmalar değildir. Daha geniş bir perspektif ve çalışma sahasıdır. Bundandır ki, sanatsal faaliyet ve çalışmalarımız dar ölçülere sığdırılmadan, bu kesimlerle birleşme siyaseti gütmek ve bu siyaseti pratikte gerçekleştirmek hedefine sahip olmalıdır. Bu hedefi benimsemeyip ideolojik-siyasi birlik şartı sanatsal çalışmalarda hatalıdır. Buna indirgenmiş dar disiplin içinde geniş kesimlerle birleşmek bir yana, örgütlü kesimi güdükleştirmek kaçınılmaz olur. Eleştirilerde ifade edilip yaşanan da aslında budur. Halk için/toplum için sanat anlayışı, halk saflarında bulunan sanatçı ve sanat çalışmalarıyla birleşmek durumundadır. Bu birlikler elbette başka bir muhteva taşımaz. Sanatsal üretim ve çalışmalarda birliği ifade eder. Yani bu birliğin çeperleri de disiplini de ölçüleri de doğal olarak esnek ve geniştir. BU kesimler karşımıza alınması gerekenler ya da karşımızdaki sanat çalışmaları değil, bizleri güçlendiren ve ortaklaşmamız gereken çalışmalardır. Özde kendi güçlerimiz olan bu dinamikleri dışlamak kendimizi zayıflatmaktan başka işlev görmez. Gerçek yaşamda görünen şu ki, bizlerle sanat cephesinde çalışmaya yatkın ve ‘’hazır’’ olan belli bir potansiyel vardır. Kaypakkaya’nın savunulması ve sahiplenilmesi tutumu üzerine açılan mahkeme ve yapılan yargılamalara karşın geri adım atmadan tavırlarının arkasında duran değerli ve belli sayıda aydın sanatçı bu bileşen içinde bizlere yakın en ileri olan kesimi ifade eder. Gerek bunlar ve gerekse de daha geniş çerçevede yakın olan bu kesim elbette ki, hatalar taşıyabilirler vb… Ama temelde bunlarla birleşme zemininiz vardır. Özellikle Kaypakkaya geleneğini sahiplenen kesimle güçlü birleşme zemini vardır. Açıktan Kaypakkaya yol-

daşı sahiplenen, sahiplenmekte bir çekince göstermeyen bu kesimin sanat çalışmalarımızın dışında kalması-tutulması anlaşılır bir şey değildir. Birleşebilmek için hangi temel aranabilir. Eğer kendimiz hatasız ve zaafsız isek onlardan da bunu isteme hakkımız olabilir. Ama kendi hatalarımıza rağmen bu kesimin hata ve eksikliklerini onların karşısına dikerek dışta tutmamızın mantıki hiçbir haklılığı yoktur. Genişleme perspektifimiz kesinlikle olmalıdır, bu amaçlarımız gereğidir de. Genişleme siyaseti kesinlikle bu bileşenleri hedeflemeli ve hatta zaman yitirmeden bu kesimlerle ilişkilenerek doğru anlayış ve yaklaşım temelinde birleşme tavrı geliştirilmelidir. Reel olarak bağımsız pozisyonda oldukları halde, Kaypakkaya yoldaşı tüm nitelikleriyle sahiplenip savunan, etkinliklerimize çağrıldıklarında tereddüt etmeden katılan ve katkı sunan kesimleri daha fazla ihmal etmek, ötelemek kabul edilemezdir. Sanat çalışmalarımız içinde yetenek, üretim ve inisiyatiflerin köreltilmemesi dikkat edilmesi gereken temel bir sorundur. Gelişip öne çıkanların önünde engel oluşturulamaz. Farklı farklı yetenek ve inisiyatiflerin gelişmesi kötü değil, iyidir, teşvik edilmelidir. Genel bir insiyatif zemininde özel yeteneklerin ve inisiyatiflerin gelişmesi iyidir ve bu dışımızdaki bir gelişme olarak ele alınmadan bizlerin gelişmesi olarak telakki edilmeli-ele alınmalıdır. Sanatsal çalışma, üretim ve yetenekte yetki meselesi ikincildir. Esas olan kolektif üretimin her biçimde gelişmesidir. Kolektif üretim kolektif içindeki tek tek yetenek ve inisiyatifleri dışlamaz, bilakis kapsar. Belli bir zeminde farklılıkların korunarak ortaklaştırılması şarttır. Ne genelkolektif disiplin ve zemin reddedilmelidir, ne de kişisel yetenekler reddedilmelidir. Birincisinin esas olması ikincinin tamamen ötelenmesi anlamına gelmez. Belli bir birlik ve disiplin zemininde kişisel yetenek ve inisiyatifin gelişmesi ortak zemin olarak sağlanmak durumundadır. Kolektif zeminde bulunup onun birer parçası ve bileşeni durumundaki sanatçılar kişisel faaliyetler ve üretimler de yapabilmelidir. Sanatsal yetenek ve üretimi sınırlayan engeller ortadan kaldırılmalıdır. Elbette ortaklık hukuku da genel zemin olarak göz ardı edilmemelidir.


14

emek röportaj

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

Punto Deri’de direnenler 45 günden bu yana Zeytinburnu’nda bulunan Punto Deri Fabrikası’nın önünde direnişe devam eden Deri-İş üyesi Punto Deri işçileriyle, direnişlerinin taleplerine dair röportajlar gerçekleştirdik. Bu röportajları okurlarımızla paylaşıyoruz Deri-İş Sendikası’na üye Punto Deri işçileri, sendikalı oldukları için işten atılan 19 işçi için, Nişantaşı’nda bulunan Punto ve Ermenegildo Zegna Mağazaları önünde 21 Eylül günü basın açıklaması yapıldı. Anayasal haklarını kullanan işçilerin işe geri alınmasının talep edildiği basın açıklamasına, Yeni Demokratik Sendikal Birlik (YDSB) da destek verdi. İşten atılarak 45 günden bu yana direnişe devam eden Punto Deri işçileri, Zeytinburnu’nda bulunan Punto Deri Fabrikası’nın bulunduğu yerde dört farklı noktada direniş alanları oluşturdu. Bu alanlar işyerinin mağazasının önü, yönetim binasının girişi, SHOWROM ve defile yapılan mağaza önü olarak belirlendi. Salı ve Cuma günleri sabah saat 10.00’da fabrika önünde sloganlarla direnişe devam etme kararlılığını sürdüren direnişçi işçilere, fabrikada çalışan işçiler de destek veriyor. Punto Deri işçilerine YDSB ile Halkın Günlüğü Gazetesi olarak ziyaret ederek röportajlar gerçekleştirdik. Yaptığımız röportajları okurlarımızla paylaşıyoruz.

İşten atılma gerekçeniz nedir? Ramazan Aygün: Sendikalı olduğumuz için iş akdimiz feshedildi. Biz de direnişe başladık.

Kaç arkadaşınız işten atıldı? Ramazan Aygün: 2 Ağustos’ta bayram adı altında tatile çıkarken, bir bayan bir de ben, iki arkadaş işten atıldık. 35 gün boyunca 2 arkadaşla direnişimiz devam etti. 35. Günden sonra 17 arkadaşımızın daha iş akdini feshettiler. Bugün de 19 kişiyiz, tamamıyla sendikalı olduğumuz için işten atıldık.

Direnişteki taleplerinizi öğrenebilir miyiz? Ramazan Aygün: Taleplerimiz önce insan gibi yaşayacağımız, eş ve çocuklarımıza zaman ayırabileceğimiz bir şekilde mevcut anayasadaki tatil ve istirahat haklarımızı istiyoruz. Anayasanın bize tanımış olduğu haklarımızın, maaşlarımıza bordroda yansımasını istiyoruz. Biz 14-15 saat çalışıyoruz ama 2 saat 3 saat çalışıyor gibi bordrolarımızı yapıyorlar. Hem devletten çalıyorlar hem de çalışan insanların, işçilerin emekliliğinden ve geleceğinden çalıyorlar. Hırsızlara yol vermemek adına direniyoruz. Kenan Kalkan: Bordrolarımız aldığımız maaştan görünsün, yıllık ve haftalık izinlerimizi düzgün kullanalım, biz bunları istiyoruz. 2013’ün şubat ayı itibarıyla toplam dört buçuk senedir burada çalışıyordum. Ayın 26 günü buradaydık, bazen 28 oluyor, 29 oluyor,

her gün buradaydık. Her cumartesi pazar çalışıyorduk. İş yoğunluğundan çocuklarımızı tanıyamıyoruz.

Ücretlerinizle ilgili yaşadığınız sıkıntılardan söz edebilir misiniz? Ramazan Aygün: Ben burada yaklaşık dört buçuk senedir çalışıyorum. Emekli oldum, emekli olalı 6 ay oldu, devlet bana 750

Ramazan AYGÜN lira maaş bağladı. Arkadaşım var aynı durumda, bütün ödemeleri, asgari ücret üzerinden sadece üç sene boyunca aldığı maaş üzerinden ödenmiş. O 1.250 TL alıyor ben 750 TL alıyorum. Niye? Punto Deri’de benim aylığım 1800 TL, 1800 TL’den önce bizi sigortaya asgari ücretten gösteriyordu. Emekli olduktan 5 ay sonra sigortam yapıldı. Şimdi sigortaya maaşımı 460 lira gösteriyorlar. Patronun eli her taraftan cebimizden çıkmıyor. Biz bu durumu SSK’ya bildirdik. 2 aydır SSK’dan, Çalışma Bakanlığı’ndan bir kişi bile gelmedi. Kuzey kutbunda olsak gelirdi yani kim olursa olsun vatandaşa telefon et gelir. Unkapanı’ndan buraya gelmediler. Kenan Kalkan: Şu anda ben ayda 500 lira eksik para alıyorum. 500 liramı Punto Deri gasp etti. Mesailerimizi eksik hesaplıyorlardı. Her ay yaklaşık 400-500 lira eksik para alıyorduk sadece mesailerden, bizi çok çalıştırıp az para veriyorlardı. Ayda beni 90 saat çalışıyor gösteriyorlar şu an 90 saat çalışıyormuşum ben, arkadaşlar emekli olmadan önce 87 buçuk saat çalışıyor görünüyordu bordrolarda. 2009’un 2 Şubat’ındaki zamanlarda biz 180 saat üzerinden maaş alıyorduk. Biz ilerde emekli olacağız, yüksek ödeyin dediğimiz zaman biz bunu ödüyoruz ama üstünü ödemek istiyorsanız ‘sizde fedakârlık yapın’ dediler. Biz de tamam dedik, 225 saate dönüştürdüler. 45 saat çalışarak 1800 TL çıplak maaş alıyoruz. Makineci artı kesici 45 saat 617-620 lira para yapıyor. 2009’dan beri bir kişiden kestiği 32 bin lira, bunu bankaya yatırdığı, SSK’ya yatırdığı bütün haklarımızı vermek adına 45 saatimizi kesti. Bu alacağımız dışında haklarımızı almak için iş mahkemesine dava açacağız. Mücadelemiz sürecek.

Direniş sürecinde yaşadığınız zorluklar nelerdir, patronla gö-

rüşmeler yaptınız mı, patronun size olan tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ramazan Aygün: Direniş’in iki ayağı var. İçerdeki mert ve iyi duran arkadaşlarımıza ikna odalarında baskılar var, artı tehdide varıncaya kadar içerde bu baskıları uyguluyorlar. Dışarıda ise çadır kurduğumuz alanları zift dökerek, araç park ederek, kamunun malı olan ağaç ve dubaları keserek… Onu da biz kamudaki yöneticilerle görüşerek giderdik ancak başarılı olduk sayılmaz. Yine buralarda sıkıntı yaşıyoruz. Mücadele bu, kimse altın tepside kendi bugüne kadar saltanatını teslim etmez. Kesinlikle de müsaade etmeyeceklerini söylüyorlar. Burada anayasal haklarımızı tanımıyorlar. Devlet yöneticilerinin bu duruma seyirci kalarak suç ortağı olduklarını düşünüyoruz. Sendikadan istifa edersen sorun yok, sendikadan istifa eden Punto’da ağa, paşa ve bey muamelesi görüyor. 10 yıldır burada çalışıyorum. İçerideyken orjinaldik şimdi marjinal olduk. Ancak tecrübelerle öğrenmenin yaşı olmadığını bir defa daha gördüm. 44 yaşındayım. Bazen haberlerde izlerken, gerçekten şöyle diyorlardı marjinal gruplar müdahale etti. Şimdi anladım ki bulunduğun işyerinde, bulunduğun devlette kafayı eğiyorsan, arkanı da açıkta bırakıyorsan orijinalsin, kafayı kaldırdın zaman marjinalsin. Mehmet Mustafa Özaydın: Patronlar, ‘Hülya ve Ramazan’ı içeriye almayacağız ama sendikayı kabul edeceğiz’ diye sendikamızla oturup konuştu. ‘Biz ya hep ya hiç’ dedik. Biz Ramazan’la ve Hülya’yla bu yola beraber girdik, beraber gideceğiz. Sonuna kadar böyle devam edeceğiz dedik, onlar da taleplerimizi kabul etmedi.

İçeride sizi destekleyen arkadaşlarınıza da baskılar olduğunu duyduk. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

yukarı 110 kişiyiz dışarıdaki arkadaşlar 19 kişi, içeride 90 kişi var. 86-87 gibi, 80 gelmese bile 70’i muhakkak yanımızda, Anayasayla yönetilen bir devlet ama bakıyorsun yasalar Punto deri patronları gibi zengin işverenlere geçmiyor yasa onlara muaf, bir ay iki ay şikayetler oldu. İki ay geçmiş hiçbir inceleme yok bir şey yok, biz işçiyiz bizim maddi durumlara ihtiyacımız var. Bu maddi durumu kullanarak içerdeki arkadaşlara baskı yapıyorlar. Mesaisinden tut pek çok haklarımıza kadar, ‘şu kadar para verelim istifa et’ diyorlar.

Direnişinizin kaçıncı günündesiniz ve yaşadığınız ekonomik sıkıntılar nelerdir? Kenan Kalkan: Direniş’in 45. Günündeyiz. Çalışırken de ekonomik sıkıntı yaşıyoruz, borçlarımız var, borçsuz insan yok aramızda. Zaten bizim maaşımızı aldığımız ücretten göstersin diye, maaşımızı biraz iyileştirsin diye, yıllık iznimizi doğru dürüst versin diye, bir de haftada bir gün en azından tatilimiz olsun diye direniyoruz. İsteğimiz bunlar fazla da bir şey istemiyoruz. Patron bu taleplerimize bile tahammül etmedi.

Kenan KALKAN Kenan Kalkan: Dün yine bir arkadaşı caydırdılar. Müdür çekiyor odaya, o olmuyor patron, tekrar müdür, tekrar patronun arkadaşı falan derken direnişten vazgeçirdiler. Mehmet Mustafa Özaydın: Aşağı

Deri işinde çalışan işçileri ne tür işler yapıyorlar? Lokman Güven: Deri bölümünde kesim dikim vizyon bazı makineler var kimyasal maddeler içeren maddeleri kullanmaması lazım. Vizyonların bazı hayvansal şeyleri kimyasalla temizliyorlar müşteriye temiz gitmesi için, müşteriyi düşünüyorlar ama çalışanı kimse düşünmüyor. İşçi hastalanmış 10 ay


1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

emek haber

15

anlatıyor FEDAŞ işçileri direniyor Dersim’de elektrik dağıtımı yapan AKSA şirketinde direnişe devam eden Enerji-Sen üyesi işçiler, Enerji-Sen Genel Başkanı Ali Duman’ın da katıldığı bir eylemle direnişte kararlılık mesajı verdi. Eylemlere Demokratik Haklar Federasyonu'nun (DHF) da aralarında bulunduğu devrimci demokratik kurumlar destek veriyor Dersim Merkez ve ilçelerinde elektrik dağıtım şirketi AKSA’da çalışan EnerjiSen üyesi işçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, insanca bir yaşam için maaşlarının arttırılması ve sendikal faaliyet yürüten üyelerinin keyfi bir şekilde sürgün edilmesini protesto etmek için yaptığı greve devam ediyor.

‘Taleplerimiz karşılanıncaya kadar direnişimiz sürecek’ hastanede yatmış önemli değil bu şekilde görüyorlar. Bizim yıllık izinlerimizi ‘iş yoğundur bu sene kullandırtmıyoruz’ diyorlar. Bizim zaten rahatsızlığımız buydu. Sonumuz ne olacak, biz nasıl emekli olacağız. Biz 700-800 liraya

mızı işten attılar.

Devrimci demokratik kurumların size desteği var mı? Bu kurumlardan beklentileriniz nelerdir? Ramazan Aygün: Şimdi bu devrimcileri de marjinal öğrettiler ya bize maalesef. Geliyorlar, desteklerini dile getiriyorlar, hepsine teşekkür ediyoruz. Onların desteği ve ziyareti bize moral oluyor.

Basın yayın organlarının direnişinize yönelik tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kenan Kalkan: 200 metre aşağıda

Lokman GÜVEN emekli olursak 60 yaşına kadar çalışacak mıyız diye. Bu şekilde sendika dediğimiz en iyi haklarımızı arayan yanımıza olacak Deri-İş Sendikası’na başvurduk. İyi ki de yapmışız keşke bu işi 10 sene 20 sene öncesinde yapmış olsaydık da bu gibi haklarımıza sahip olsaydık. Karşılanmayacak talepler değildir. Bunları kesinlikle yapabilirler ama Zeytinburnu havzasındaki bütün işverenler bir araya gelip bu talepleri karşılamayacağız. Buraya kesinlikle sendika sokmayacağız diyerek toplantı yapmışlar. Bu toplantı sonucunda 19 arkadaşı-

FOX TV var. İki defa kapısına gittik. Körleri, sağırları ve üç maymunu oynuyorlar. Haberimizi yapmadılar. Hayat TV’den gelen çok, İMC TV’den gelen sağ olsunlar en azından bir parça da olsa sesimizi duyurmaya çalışıyor.

Lokman Güven: Anayasal haklarımızı savunuyoruz. İçerde olan arkadaşlarımız da bize destek veriyor. Çaylarını içmiyorlar dışarı çıkarak bizi destekliyor, slogan atıyorlar, korkmuyorlar kesinlikle. Arkadaşlarımız işe geri dönene kadar mücadeleye devam edeceğiz. Kenan Kalkan: Direnişe devam edeceğiz, gittiği yere kadar gücümüz yettiği kadar gideceğiz. Onun dışında eylemler yapacağız. Hangi eylemleri yapmaya karar verirsek onu yapıcağız.

Elektrik dağıtım şirketinde greve devam eden işçiler, AKSA önündeki çektikleri halaylarla direnişin coşkusunu yaşadı. Basın açıklamaları düzenleyerek direnişi kitlelere taşıyan Enerji-Sen üyesi işçiler, talepleri karşılanıncaya kadar direnişte kararlı olduklarını açıkladı. 20 Eylül’de saat 15.00’da Enerji-Sen Genel Başkanı Ali Duman’ın da katıldığı bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da aralarında bulunduğu çok sayıda devrimci demokratik kurumun destek verdiği eylemde, Gezi direnişine selam gönderildi. Eylemde Gezi Direnişi sırasında hayatını kaybedenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.

‘İşçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmıyor’ Enerji-Sen üyesi işçiler adına yapılan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Fırat Aksa Tunceli il ve ilçelerinde ciddi sıkıntılar yaşamaktayız. Başta ücretlerimizin düşüklüğü, çalışma koşullarının ağırlığı, işçi sağlığı ve güvenliğimizin göz ardı edilmesi olmak üzere, fazla mesai ücretlerimizin Dersim iline özel olarak ödenmemesi, sorunlarımızı dile getiren arkadaşlarımızın rızaları olmadan keyfi olarak sürgüne gönderilmesi bizi zorunlu olarak eyleme sürüklemiştir ve bu şartlarda iş edinimimizi yerine getiremeyeceğiz.” Açıklama AKSA şirketinin kölece çalıştırma koşullarına karşı mücadele edileceği ifadeleriyle sona erdi. Yapılan eylem sırasında işçiler, “Direne direne kazanacağız” , “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganlarını attı.

DHF, FEDAŞ işçileriyle dayanışmayı büyütüyor Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) Dersim örgütlüğü 27 Eylül’de FEDAŞ işçilerini ziyarette bulundu. Saat 15.00 ‘de direnişin sürdüğü AKSA şirketi önüne “Direne Direne Kazanacağız”, “Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez” sloganlarıyla yürüyen kitle işçilerin alkış ve sloganlarıyla karşılandı. 18 Eylül’den bu yana grevde olan; talepleri karşılanana kadar mücadelede kararlı olan direnişteki FEDAŞ işçileriyle sohbet edildi, halaylar çekildi. Daha sonra DHF adına yapılan açıklamada “ Onurlu direnişleriyle bizlere yol gösterenler, emekçi FEDAŞ işçileri Demokratik Haklar Federasyonu olarak direnişinizi selamlıyoruz” denildi.


16 ‘Demokrasi cenneti’ içinde gençlik haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

tutuklu öğrenciler

Ülkemiz egemen güçlerinin, sömürü düzenine isyan eden, bilimsel demokratik anadilde eğitim isteyen üniversite gençliğine yönelik sindirme politikaları sonucu yüzlerce öğrencinin tutuklanması yetmezmiş gibi tutuklu öğrencilerin sınav hakları da keyfi bir şekilde gasp ediliyor Hapishane olgusu egemen sistemin kendisine karşı ‘suç’ işlediği varsayılan insanları etiketleyip,terbiye etmeyi amaçladığı bir ihtiyacın sonucu doğmuştur. Bu ‘terbiye’ amacı salt ‘suçu’ işlediği varsayılan kesimler açısından değil aynı zamanda toplumun ‘terbiye’ edilmesini de hedeflediği için mevcut iktidar açısından vazgeçilmez araçlardır hapishaneler. Sistemin bekası açısından toplumsal normlara uyum olmazsa olmaz bir ge-

mokratik mücadele yürüten öğrenci gençlik de nasibini almıştır.

‘Demokrasi cennetinde’ yüzlerce öğrenci tutuklu Ülkemizde 31 Ocak 2012 tarihi itibariyle 2.824 öğrenci hapishanede. Bunlardan 1778’i tutuklu, 1046’sı ise hükümlü. Hükümlü öğrencilerin 178’i de silahlı terör örgütü üyeliğinden hüküm giymiş. Son dönemde gerçekleşen öğrenci tutuklamalarındaki iddialar bir hayli ilginç: Sivas’ta 27 Mart 2012 tarihinde Cumhuriyet Üniversitesi 13 öğrencinin keyfi ve asılsız tutuklanmalarına dair iddianamede öğrencilere yöneltilen suçlamalar şöyle; 8 mart’a katıl-

Ankara’da 18 Haziran tarihinde 26 ayrı adrese düzenlenen ev ve kurum baskınlarında yaklaşık 30 kişi ile birlikte gezi eylemlerine katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınan Erdal Kozan, girdiği YGS sınavında ilk 20 bine girmişti. Kelepçeli olarak götürüldüğü LYS sınavında Ege Üniversitesi psikoloji bölümünü kazan-

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciler gelip sınavlarına sorunsuz girebiliyor. Dicle Üniversitesi’nde öğrenciler sınavlarına girebiliyorlar. Ancak Amed’deki hapishane dolu olduğu için öğrenciler genellikle Karadeniz’deki hapishanelere gönderiliyor. Birçok öğrenci sevk paralarını ödeyemediklerinden sınav yerlerine gidemedikleri için eğitim hakkından mahrumlar. Ankara hapishanesinde olan Barış Onay’ı Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ne götürmek için istenen sevk ücreti

750 TL. Öğrenciye bu bilgi verilmemiş. Barış Eskişehir’e götürüldükten sonra 750 TL talep edilmiş. Bu parayı ödeyemeyen öğrenci Eskişehir hapishanesinde 15 gün rehin tutuldu.

reklilik iken, toplumsal normlara karşı gelenleri bekleyen son ise bu ‘cezalandırmaya’ tabi tutulmalarıdır. Ülkemiz hapishaneler tarihi de aynı zaman da ezilenlerin çeşitli kesimlerinin bu yolla ‘terbiye’ edilmesinin tarihidir. Özellikle sisteme karşı verilen politik mücadelenin bastırılma yollarından biri de hapishaneler üzerine kurgulanmıştır. Bu durum hala güncelliğini keskin bir şekilde korumakta, toplumun çeşitli kesimlerinden yüz binlerce insan hapishanelerde tutulmaktadır. Bu konuda güvenli bir gelecek için akademik de-

mak, 1 mayısa katılıp türkü söylemek, top oynarken telefonu üzerinde bulundurmamak, pikniğe katılıp piknikte örgüt talimatıyla halay çekmek gibi karikatürize suçlamalar…. 2 mayıs 2013 tarihinde Malatya 3. Ağır Ceza mahkemesinde görülen duruşmada öğrenciler toplam 109 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Bunun yanında öğrencilerin hapishanede karşılaştıkları hak gaspları da ülkemizin ne kadar demokratik olduğunun bir göstergesidir(!)

mıştır. Ankara Sincan 1 No’lu F Tipi hapishanesinde bulunan Erdal Kozan kazandığı bölümün devam zorunluluğu olduğu için okuluna kayıT yaptırıp dondurmak zorunda kalmıştır ve tutuklu bulunduğu sürede eğitim hakkı gasp edilmiş olacaktır. Üniversiteden üniversiteye farklı uygulamalar olsa da Tutsak Öğrencilerle Dayanışma İnsiyatifi’nin 2012’de hazırladığı rapora göre uygulamalardan birkaçı şöyle; Marmara Üniversitesi hapishanelere asistanlarını göndererek orada sınav olmalarını sağlıyor. Kocaeli Üniversitesi bir öğrencinin kaydını yaptı. Hapishaneye asistan yollayıp sınav yaptırmasına rağmen sonrasında öğrenci devam zorunluluğuna uymamış denilerek sınavlarını iptal etti.

Tutuklu Öğrencilerle Dayanışmayı Yükseltelim! Başta halk gençliği olmak üzere bütün duyarlı kesimleri; kelepçelenen, dört duvar arasına hapsedilmeye çalışılan geleceklerine daha fazla sahip çıkmaya çağırıyoruz. Tutuklu öğrencilerle dayanışma kapsamında örgütlenecek eylemlerin ve etkinliklerin, hakim sınıfların saldırılarına verilecek en önemli cevap olacağı bilinmelidir. Dolayısıyla bu kapsamda atılacak en küçük adımın dahi büyük bir anlamı vardır. Bu dayanışma eylemleri hem tutuklu öğrencileri mücadelenin önemli bir bileşeni olarak gündeme taşıyacak hem de gerici-faşist saldırılara karşı bir irade beyanı olacaktır. Emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayan burjuva feodal gericilik; halk gençliğini gözaltına alabilir, tutuklayabilir, sokak ortasında infaz edebilir ama devrim yolunda inançla ve sebatla ilerlemesini engelleyemez! Gerici-faşist düzene karşı isyanı ve ezilenlerin yüzlerce yıllık başkaldırısını dizginleyemez!


gençlik haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

17

'İleri demokrasi' safsataları Bunu söylemeden geçemeyeceğim: Düşünüyorum da; İktidar partisi ve devlet kurumları dışında kalan neredeyse bütün kurum ve kuruluşlar; siyasi partiler, muhalif medya, Alevi dernekleri, yöre dernekleri, devrimci işçi sendikaları, memur sendikaları ve tabi bizim derneğimiz gibi kurumlar 'illegal örgütler' ise demokratik tepkilerimizi dile getireceğimiz kurum hangisidir?

Murat KARAMAN* ünyada ve ülkemizde, ezilen sömürülen yoksul halkımızın, demokratik haklar mücadelelerinin çeşitli yöntemler kullanılarak bastırılmaya çalışıldığı ve şiddetini her geçen gün arttırarak halkımıza onarılmaz acıların yaşatıldığı günlere tanıklık ediyoruz. Fazla laf kalabalığına gerek duymadan 2 Ekim saat 09.30’da İzmir Bayraklı Adliyesi 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek olan davamızın hakkımda hazırlanan dosyasından bir kaç örnek vererek, bizlere her gün defalarca Tv'lerde, çeşitli gazetelerde, radyolarda, internet sitelerinde servis edilen 'ileri demokrasi' safsatalarının ne menem bir şey olduğunu bir kez daha göstermek istiyorum. Ben Murat Karaman. 13 Kasım 2012’de sabaha karşı onlarca sivil ve resmi giyimli polisin evime yaptığı Türkiye genelinde bir çok ilde eş zamanlı olarak; ismi 'Maoist Komünist Partisi Operasyonu' olan, Demokratik Haklar Federasyonu ve ona bağlı Demokratik Haklar Derneği, Demokratik Gençlik Hareketi, Demokratik Kadın Hareketi üye ve yöneticilerine ayrıca Halkın Günlüğü Gazetesi temsilci ve muhabirlerine yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda İzmir'de 22 diğer illerde toplam 58 arkadaşımla birlikte hukuksuzca gözaltına alındım. Gözaltında tutulduğumuz 4 günlük zaman dili-

D

minde kimi arkadaşlarımız gece yarıları polisin 'sohbet' teklifini, şiddetle reddetmesine rağmen zorla görüşme odalarına götürülerek psikolojik işkence ve çeşitli hakaretlere maruz kaldılar. Bize yönelik uygulanan bu işkenceye karşı çıkmamız nedeniyle yaşanan tartışmaların ardından, defalarca tuvalet ihtiyacımızın olduğunu dile getirmemize rağmen bu ihtiyacımız karşılanmayarak polis tarafından bir kez daha işkenceye maruz kalmış olduk. Böylesine hukuksuzca başlayan bir sürecin devamı da aynı derecede hukuksuzca sürdürüldü elbette. 4 günlük gözaltı süresi sonrasında sabahın erken saatlerinde savcılık sorgusuna çıkarılarak aynı günün gece yarılarına kadar süren ve tutukluluğumuza karar veren mahkeme sürecimiz ve karşılaştığımız sorunların en özet hali şu şekildedir: Bizlerin ‘terörist’ olduğuna kendilerini tamamen inandırmış olan polis ve savcı, yasadışı örgüt üyesi olduğumuza dair tek bir tane somut delil bulunmamasının sıkıntısını; katıldığımız tümüyle yasal ve polis gözetiminde hatta, polisin tek bir uyarısı dahi söz konusu olmayan, tek bir şiddet olayı dahi cereyan etmemiş 1 Mayıs, 8 Mart, 18 Mayıs İbrahim Kaypakkaya anmaları gibi tamamen yasal ve meşru olan protesto ve anmaları 'illegal eylemler' gibi göstererek çıkarmıştır. Örneğin; bu zamana kadar hiç basın metni okumamış olmama rağmen iddianamede basın metni okuduğum yazılmış, yine hiç köy çalışmalarına katılmamama rağmen aynı şekilde köy çalışmalarında aktif rol aldığım iddia edilmiş, yine hiç yazılama yapmamış olamama rağmen yazılama yaptığım kayıtlara geçmiştir. Katıldığım tüm yasal eylemler işaret edilerek; tek bir somut delil sunulmaksızın illegal eylemlere katıldığım iddia edilmektedir. Ortam dinlemelerinde dernek içerisinde gerçekleştirilen toplantılarda katılan herkes tespit edilmiş olmasına rağmen "isimleri tespit edilemeyen 'x kişi'" gibi kodlamalarla üzerimizde şaibe yaratılmaya çalışılmaktadır. Kimimizin okul zamanlarında, kimimizin çalışma yaşamında ağ-

zımıza hitap şekli olarak yapışmış "hoca, bayım, kardeş" gibi kelimeler üstelik çoğu isimle yan yana kullanılmış olmasına rağmen kod adı olarak değerlendirilmiş ve savcılık sorgusunda karşımıza çıkmıştır. Gerçekleştirdiğimiz telefon görüşmeleri üzerinde kırpmalar, oynamalar yapılarak öyle anlam değişiklikleri yaratılmıştır ki polisin yaratıcılığını takdir etmemek büyük bir saygısızlık olur sanırım. Dernek faaliyetçilerinden arkadaşımla yaptığımız telefon görüşmesinde arkadaşımın "Yasemin(eşim) ile Dora(köpeğimiz)'yı da alır gelirsin" demesi kayıtlara "Yasin ile Roza" olarak geçmiş ve bu görüşme savcılık sorgusunda karşımıza çıkmıştır. Bu yetmezmiş gibi teknik takipte çekilen bir fotoğrafta köpeğim şüpheli gibi çember içine alınıp "Golden isimli köpek" olarak fişlenmiştir. Bir de maddi durumum konusunda köpek beslemem bir kriter olmuştur. Şu ana kadar aktardıklarım dosyamın %5'i bile değil. Düşünün ki bu sadece bana ayrılan kısım. İzmir dosyasında bulunan diğer 21 arkadaşımın dosyasındaki bu tip 'suçlamaları' düşünürsek durumun vahameti anlaşılabilir. İşte bu nitelikte bir dosya nedeniyle şu an İzmir 1 Nolu F Tipi Hapishanesi'nde 9, Şakran Kadın Hapishanesi’nde 4 kişi olmak üzere 11 aydır bir kere bile söz hakkı tanınmaksızın tutuklu bulunmaktayız. Ben bu dosyanın ülkemizdeki "ileri demokrasi" gerçeğini teşhir edebilecek davalardan biri olduğunu ve halkımızın yürüttüğü demokratik haklar mücadelesinin mahkum edilmek niyetinin en açık tezahürü olduğunu düşünüyorum. Bunu söylemeden geçemeyeceğim: Düşünüyorum da; İktidar partisi ve devlet kurumları dışında kalan neredeyse bütün kurum ve kuruluşlar; siyasi partiler, muhalif medya, Alevi dernekleri, yöre dernekleri, devrimci işçi sendikaları, memur sendikaları ve tabi bizim derneğimiz gibi kurumlar 'illegal örgütler' ise demokratik tepkilerimizi dile getireceğimiz kurum hangisidir? Bir kez daha sizin aracılığınızla ifade etmek istiyorum. Sonucu ne olursa olsun hiçbir baskıya

boyun eğmeyecek; sömürüsüz, özgür, yaşanılabilir yarınları görme hedefimden asla vazgeçmeyeceğim. Sizleri de 2 Ekim saat 9.30’da İzmir Bayraklı Adliyesi 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde sesimize ses katmaya, bizlerle birlikte olmaya çağırıyorum. En içten, en samimi duygularımla yüreğinde demokrasi özlemi ile yaşayan herkesi selamlıyorum. Sevgiyle, umutla ve dirençle kalın... *Murat Karaman Buca Kırıklar F Tipi Hapishanesi/İzmir

Polis yeni eğitim-öğretim yılına hazır! Üniversitelerin yeni eğitim-öğretim yılının açılışının öncesinde ‘zirve’ yapan polis üniversitede mücadele yürüten öğrencilere karşı hangi etkili saldırı yöntemlerini geliştireceğini masaya yatırdı Ülkemizde son dönemlerde toplumsal mücadelenin dinamiklerinin ivmelenmesi egemenleri korkutmaya devam ediyor. ‘Direnişi’ nasıl sindireceğini bilemeyen egemenler kah ısmarladıkları elektrikli TOMA gibi alet edevatlarla kah geliştirdikleri yeni yöntemlerle kitleleri yıldırmaya

çalışarak korku yaymaya devam ediyor.

Haziran direnişi alevlenebilir endişesi(!) Bunun son örneklerinden biri de Emniyet Genel Müdürlüğü’nün düzenlediği ve başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 10 büyük kentten polis müdürleri, EGM İstihbarat Dairesi ve siyasi polis yetkililerin de katıldığı çalıştay oldu. Üniversiteleri ve üniversitelerdeki öğrenci hareketlerini ‘masaya yatıran’ ‘ devletin güvenlik yetkilileri’ ne gibi önlemlerle toplumsal mücadeleye daha ‘etkili’ bir şekilde karşı koyabileceklerini konuştular.

ODTÜ’de yaşananlar ‘incelendi’ Çalıştayda ‘masaya yatırılan’ konu başlık-

larından biri ODTÜ öğrencileri ve mahalle halkının ODTÜ'den geçirilmesi planlanan yol yapımına karşı başlattığı eylemlerdi. Polisin olaylara nasıl ‘müdahale’ ettiğini inceleyen ‘yetkililer’ müdahalenin ne kadar başarılı olup olmadığını ve eksiklilerini tartıştılar. Çalıştayda aynı zamanda üniversite yönetimlerinin aynı ‘suçlara’ karşı farklı cezalar uygulaması sebebiyle yaratılan ‘çift başlılıktan’ duyulan ‘rahatsızlıkların’ konuşulduğu belirtilirken bazı üniversitelerde üniversite yönetimlerinin öğrencilere gösterdiği ‘hoşgörünün’ olayların artışına neden olacağı öne sürüldü. Bu sebeple polis yöneticilerinin üniversite yönetimleriyle ‘yakın temasta’ bulunarak olaylara zamanın-

da ‘müdahale’ etme karara bağlandı (!).

Polis kampüse yerleşiyor Bir diğer dikkat çarpıcı konuysa İçişleri Bakanlığı'nca bir süre önce il valiliklerine gönderilen ve üniversitelerde alınacak ‘güvenlik önlemlerini’ içeren genelge çerevesinde üniversitelerdeki eylemlere karşı kampüslerde konuşlandırılan polislerin 24 saat müdahale edilecek biçimde hazır bulunması kararı oldu. Bu kapsamda eylemler sırasında öğrencilerin kampüslerden toplu olarak çıkmasına nasıl izin verilemeyeceği ve hangi ‘güvenlik önlemlerinin’ alınması gerektiği tartışıldı. Bu çalıştayla birlikte ‘dersini’ iyi ezber eden ‘emniyet yetkilileri’ yeni eğitim-öğretim yılına hazırlıklarını tamamladı(!).


18

dünya analiz

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

ABD ve Rus emperyalizmi dalasinda Suriye ’ ABD ve Rus emperyalizminin Suriye üzerinde yaptığı pazar dalaşı, Rus emperyalizminin yaptığı diplomatik manevrayla şimdilik uzlaşma noktasına geldi. Bu dalaş içersinde ABD emperyalizminin gönüllü piyonluğuna soyunup, savaş çığırtkanlığı yapan AKP kitleler nezdinde teşhir olmaya devam ediyor BD ile Rus emperyalizmi hegemonya uğruna girdikleri Suriye serüveniyle emperyalist dengelerde yeni bir döneme girildiğinin işaretlerini vermiş oldular. Bununla ABD emperyalizminin emperyalist dünya gericiliği ve sisteminin jandarması olarak egemen güç olma pozisyonu da tartışmalı hal alarak, Rus emperyalizminin onunla açıktan yaraştığı ve ondan geri kalmadığı görülmüş oldu. Emperyalist kapışma ve yarışın baş aktörleri ve dünya gericiliğinin baş haydutları bu iki güç olsa da, bu iki emperyalist kamp özgülünde süren dalaş sadece bunlarla sınırlı olmayıp, kamplaşma özelliğinde ve bunlar etrafında kümelenen güçleri de kapsamaktadır. Hatta bağımsız üçüncü emperyalist blok olan AB emperyalistleri de bu dalaştan ayrı değildir. ABD emperyalizminin başını çektiği emperyalist gerici bloğa yakın duran AB’li emperyalist blok, Suriye dalaşında esasta ABD bloğuyla hareket etti. Buna karşın Suriye dalaşı esas olarak Rus emperyalizmi ve bloğu lehine bir çizgi izlemektedir. Bu dalaş Rus emperyalizmi ve onun temsil ettiği bloğun diğer bloklara göre daha avantajlı olduğunu göstermektedir. Pazar dalaşı emperyalist savaşın eşiğinde söndü Emperyalist blokların Suriye’de girdikleri pazar dalaşı ve buna bağlı güç denemesi, emperyalistler arası savaşın eşiğinden söndü. Askeri müdahale denilen emperyalist işgal ve saldırganlık gündemde olup bu saldırının başlamasının eşiğine geldiği koşullarda Rus emperyalizminin devreye soktuğu taktikle diğer emperyalist planlar esasta boşa çıktı. Rusya diplomasisi de rakiplerine çelme atarak prestij kazandı. Buna karşın ABD emperyalizmi imajının zedelen-

A

mesi ve geriye düşmesi gerçeğiyle yüz yüze kaldı. Elbette ne Suriye’deki dalaş bitti ne de emperyalist bloklar arası dalaş. Bilakis yeni adımların atılması ve atağa geçilerek avantaj elde etmek üzere daha derin bir sürece girildiği söylenebilir. İbre Rus emperyalizmi lehine de olsa, ABD emperyalizminin egemen

konumundan kolayca geri çekileceği ve pazarlar üzerindeki hesaplarından-stratejilerinden vazgeçeceği düşünülemez. Suriye raundunu Rus emperyalizmi ve bloğu kazanmış görünse de bu durum esasta kalıcı bir durumu göstermez. Aslında bu raundun kazanılması, ABD emperyalizminin yeni stratejilerle devreye soktuğu stratejik politikalarında Rus emperyalizminin pazarlarına girip onları eline geçirmesi stratejisinin Suriye ayağında ters tepmiş olduğuyla anlamlıdır.

Elbette buradaki denge ya da başarı diğer stratejileri de etkileyen ve güç dengesi durumunda önemli bir basamak durumundadır. Ama her şeye rağmen bu basamak her şey değildir. Dalaş tüm nedenleri ve zemi-

niyle geçerlidir. Muhtemelen daha farklı politika ve stratejilerde gündeme gelecek ve belki daha keskin çehreye bürünecektir. Çelişkiyi ertelemek, dalaşı uygun şartlarda yürütmek emperyalizmin karakteridir. İlgili emperyalist güçler karşılıklı çıkarlar temelinde ortak uzlaşma noktasında olmadığı için aralarındaki çelişki askeri çatışma-savaş noktasına kadar geldi. (Bu durum tamamen ortadan kalkmış da değildir.) Ya açık bir çatışma ve savaşa girilecekti ya da bir uzlaşma sağlanarak hazır olunmayan bir savaş ertelenecekti. Nitekim belli noktalarda geçici bir uzlaşma sağlanarak bunun taktiği devreye sokuldu. Bu taktik iki emperyalist gücün iradesini de tamamen kırmayan bir dengeye de sahipti. Rus emperyalizminin, ‘’Esad’ın kimyasal silahlarını BM’nin denetimine sunmayı kabul etmesi ve kimyasal silahların kullanılmaması anlaşmasına imza atması’’ çerçevesindeki önerisi an meselesine dönüşen askeri saldırıişgali elbette ABD ile Rusya arasında patlak vermesi olası olan bir savaşın ertelenmesine yol açtı. Ama sorunun köklü olarak aşılmadığı açıktır. Rusya’nın savaş gemilerini Akdenize çıkarması ve savaş gemilerinin çıkmaya devam etmesi de bunu gösterir… Kısacası ABD ile Rus emperyalizminin bölge halkları açısından bir felakete yol açma aşamasına gelen dalaşa sadece virgül konuldu… Suriye’deki dalaşın ABD emperyalizminin dünya ve bölge stratejilerinden bağımsız olmadığı açıktır. Suriye’deki muhalefet gibi, diğer ülkelerde yaşanan ayaklanmaların ABD emperyalizminin stratejik planları dahilinde devreye sokulduğu ve kullanıldığı genel doğrudur. Rus emperyalizminin bütün bu ayaklanmalar dalgasında hiç bir muhalif kesim ya da gücü desteklememe tavrı da bu gerçeği işaret eden, kanıtlayan bir emaredir.

AKP iktidarı teşhir olmaya devam ediyor Bu süreçte ‘’TC’’nin pozisyonu, ABD emperyalizmine tetikçilik yapma gerçeğine uygun olarak savaş çığırtkanlığı ve son tahlilde burnunun sürtünmesi oldu. Emperyalist güçler dalaşlarında AKP iktidarını kullanırken, kendi aralarında yaptıkları uzlaşmayla bu piyonun tüm pozisyonunu yerle bir ederek çiğneyip geçtiler. Suriye düşman ilan edildi, “gireceğiz, izin vermeyeceğiz, vuracağız” kuru gürültüsünden vazgeçmeyen AKP iktidarı, ABD emperyalizminden üstün hizmet madalyası beklerken ve bunun rüyalarıyla yaşarken, ABD emperyalizmi Rus emperyalizminin kararlı tavrı karşısında hedeflediğinin daha gerisinde uzlaşma yaparak AKP iktidarının tüm cakasını boynuna astı. AKP iktidarı bu pozisyonuyla uluslararası sahada gözden düşüp teşhir olurken, hemen tüm komşu ülkeleriyle çatışmalı noktaya gelirken, diğer taraftan ülke içinde de teşhir olup büyük bir muhalefetle yüz yüze kaldı. Yani haklı olarak teşhir oldu ve kan kaybetti denebilir. Bu durum AKP iktidarı için kötüyken, devrimci dinamikler için son derece uygun olumlu gelişmedir elbette. AKP iktidarının ABD emperyalizmine endeksli politikası onun gerçek yüzünün kitleler tarafından görülmesini daha da derinleştirdi. Onun savaş kışkırtıcısı, saldırgan ve uyruk dış politika gerçeği ile faşist niteliği daha bir açığa çıkmış oldu. Rojava gelişmesi karşısında El Kaide ve onun yerel kolu olan El Nusra gericiliğini destekleyerek, Rojava Kürtlerine dönük katliamların arkasındaki güç olması gerçeği de AKP’nin gerici hülyalarıyla Kürt düşmanlığını ve Kürt fobisini açıkça ortaya serdi.


dünya haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

ADHK: Emperyalistler Suriye’yi

19

yıkmak için fırsat arıyor

Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK) başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin Suriye’ye saldırı planlarına karşı bir açıklama yayınladı ADHK başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler ve TC gibi uşak devletlerin Suriye’ye saldırmak için fırsat kollamasına karşı bir açıklama yayınlayarak “Suriye halklarına yapılan saldırı, tüm halklara yapılmış saldırı olarak algılanmalı ve karşı çıkılmalıdır” dedi. ADHK’nın açıklaması şu şekilde; “Emperyalist haydutlar, sermayelerine yeni sermaye katmak amacıyla yeni bir savaş sahası açmak için her türlü kirliliğe ve küstahlığa başvuruyorlar. Son 10-15 yıllık dönemde, hedef haline getirdikleri ülkelerin insanlarını önce birbirlerine karşı savaştırıp kin, nefret ve güvensizliği geliştiriyor; yönlendirdikleri terör grupları aracılığıyla, katliamlar düzenlettiriyor. Kendilerinin eseri olan dikta rejimler, artık gelinen noktada işlerine yaramıyor ve neo-liberal sisteme ayak uyduramıyor ve dolayısıyla neo-liberal kapitalizmin çıkarlarına zarar veriyor olduğundan, değişmeleri gerektiğini dayatıyor. Ancak özellikle İslam ideolojili ve en ufak bir burjuva demokrasisinden bile uzak olan bu rejimlerde, kolay bir deği-

şimin olması mümkün değil. Bu rejimler, babadan oğula geçen, aşiret sistemiyle yönetildikleri için, 30 ile 50 yıl arasında değişen dikta yönetimlere sahne olmaktadır. Ülkenin her yanında otoritesini hakim kılmış böyle bir yönetimin,“ haydi değiştirin“ demekle değişmeyeceğini bilen emperyalistler, halkların memnuniyetsizliklerini de kullanarak, ülke içinde kışkırttıkları savaş aracılığıyla hem dikta rejimini zor durumda bırakıyor, hem de çoğunlukla „kimlerden geldiği meçhul!“ katliam saldırılarıyla halkları (ki emperyalizm uşağı terör örgütlerinin, çetelerin bu saldırıları gerçekleştirdiği çoğu kez de açığa çıkıyor) zor duruma sokuyor, yerinden ve yurtlarından ediyorlar. Son yıllarda çokça kullanılan „kendi halkına karşı kimyasal silah kullanmak bu ülkeye müdahaleyi gerektiren bir gerekçedir ve bu bizim kırmızıçizgimizdir“ yalanı, dünya halklarının gözünü boyamak ve söz konusu ülkeyi yakıp-yıkmayı meşrulaştırmak içindir. „Kimyasal silah üretiyor, engellemek için müdahale ettik“ dedikleri Saddam rejimi, 1988 yılında Halepçe’de Kürt halkına karşı kimyasal silah kullanarak 5 bin insanın ölümüne sebep olduğunda; yine Türk devleti, Kürt gerillasına karşı yıllarca kimyasal silah kullandığında niye kırmızıçizgiler ortada yoktu? Bu kimyasal silahların üretiminin ABD, Rusya, Almanya, Fransa, Belçika, İngiltere, İsviçre, Hollanda vb. emperyalistler tarafından yapıl-

dığı ve satıldığı defalarca ispatlanmadı mı? Bugün müdahale edilmek istenen Suriye’de Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Batılı emperyalist devletlerin parmağının olduğu aşikar değil mi? Evet, Afganistan, Irak ve Libya’ya yapılan emperyalist saldırıların amacı nasıl ki halkları zulüm ve sömürüden kurtarmak için yapılmadıysa; bugünlerde yapılması planlanan Suriye saldırısının amacı da halkları gerici Esad rejiminin baskısından kurtarıp demokrasiye kavuşturmak değil. Amaç, diğerleri gibi burayı da yakıp-yıkarak kapitalist tekellere(sanayi, inşaat, de-

mir-çelik satışı vs…) yeni Pazar açmak, ülkeyi Uluslararası Para Fonu(IMF), Dünya Bankası ve diğer bankalara borçlu hale getirmek, bu pazarı engelsiz sömürmek; kısaca neo-liberal kapitalist sisteme entegre etmek içindir. Dolayısıyla, bu sömürü ve zulmün çarkının dönmesi için yapılan her düzenlemeye olduğu gibi; bu savaşa da hayır diyoruz ve karşı duracağız! Suriye halklarına yapılan saldırı, tüm halklara yapılmış saldırı olarak algılanmalı ve karşı çıkılmalıdır! Nerde yaşıyorsak yaşayalım, her savaş hepimizin yaşamından bir şeyler alıp götürüyor!

Yunanistan’da anti faşist sanatçı katledildi Yunanistan’da Hrisi Avgi taraftarları hip-hop sanatçısı Pavlos Fissas’ı katletti Yunanistan’da 19 Eylül günü faşist Altın Şafak partisi (Hrisi Avgi) taraftarları antifaşist Yunan sanatçıyı katlettiler. Olay üzerine başlatılan soruşturma kapsamında polis, Yunan Neo Nazileri olarak bilinen ırkçı Altın Şafak partisinin Atina’daki binalarına baskın düzenleyerek arama yaptı. Baskınlar sonucu Altın Şafak üyesi 45 yaşındaki bir saldırgan gözaltına alındı. Gözaltına alınan saldırganın suçunu itiraf ettiği şeklinde haberler basında yer aldı. Katledilen Pavlos Fissas isimli hip-hop sanatçısı ile Altın Şafak Partisi taraftarı arasında bir maç izleme esnasında tartışma çıktığı ve sonrasında bu cinayetin gerçekleştiği şeklinde haberi gündemde yerini aldı. Bu durum bu olayın bir zihniyetin dışa vurumdan kopuk olarak ele alındığını göstermektedir. Olay kendiliğinden ve ani gelişen bir olay olarak kamuoyuna sunulsa

da son yıllarda bu faşist partinin özellikle mültecilere karşı yükselttiği şiddet vakalarına bakıldığında durumun hiçte öyle olmadığını görebiliriz. Başta ferdi olarak gelişen olay, sonrasında bir organizasyona dönüşüyor. Şiddetin bu boyutunun gözlerden gizlenmesi bu olayın başka bir tarafıdır.. Özellikle mültecilere karşı uyguladığı şiddeti görmezden gelen Yunan devleti, adeta bu partinin sırtını sıvazlamaktadır. Ama duyarlı Yunan kamuoyu bu partinin faşist söylemelerine ve pratiklerine karşı tepkisiz durmuyor. Fakat daha önce mültecilere karşı yapılan saldırılar karşısında ortaya konulan tepkiler ile bu olay sonrasında ortaya konulan tepkilileri kıyasladığımızda duyarlı Yunan kamuoyunun büyük bir handikabın içinde olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle bu tespiti Yunan solu ve devrimcileri için yapmak daha isabetli olur.

Olaydan sonra 10 güne yayılan tepkiler halen devam ediyor Olaydan sonra Atina, Selanik ve Pire’de alanlara çıkan binlerce kişi bu faşist saldı-

rıya karşı sessiz kalmadılar. Olayı gerçekleştiği günün ertesi günü alanlara çıkanlara karşı polis ise tahammülsüzdü. Atina ve Selanik’te yapılan eylemlere karşı polis şiddet kullandı. Olaylar esnasında bazı bankalar ve büyük mağazalar zarar gördü. Ama polisin şiddetine rağmen ertesi gün yine yüzlerce insan caddelere çıktı, yürüyüşlere katıldı. Olaya ilişkin Yunan solu ve devrimci partiler ise kamuoyuna dönük açıklamalarda bulunarak bu faşist saldırıyı kınadılar.

Altın Şafak partisine baskınlar düzenledi Bu olaydan sonra hemen hemen her gün alanlara çıkan çeşitli Anarşist grupların, Yunan solu ve devrimci örgütlerinin her geçen büyüyen tepkileri karşısında Yunan devleti bazı operasyonlar yapmak zorunda kaldı. Gezi sonrası ülkemizde ortaya çıkan tepkilerin benzerinin Yunanistan’da ortaya çıkmasından endişelenen Yunan devleti Altın Şafak partisine karşı başlattıkları operasyonla parti lideri Nikolaos Michaloliakos ‘kriminal suç örgütü kurma’ suçla-

ması ile gözaltına aldı. Altın Şafak’a yönelik operasyonda Michololiakos ile birlikte 4'ü milletvekili çok sayıda parti yönetici ve üyesinin de gözaltına alındı. Gözaltına alınan milletvekillerinden Altın Şafak Partisi’nin lideri ve üç milletvekili tutuklanırken, Christos Pappas ve Nikos Michos isimli milletvekilleri ise aranıyor. Tutuklamalar üzerine Altın Şafak, üyelerini Atina’daki emniyet müdürlükleri önünde gösteri yapmaya çağırdı. Öte yandan aynı operasyon kapsamında Fissas’ın nın katledildiği Nikia Mahalesi’nin hücre lideri Yorgos Pandelist gözaltına alınanlar arasında. Pandelist, katili olay yerine çağıran kişi ve yabancılara karşı saldırılar örgütlemekle suçlanıyor. Pandelist’in kurduğu motorlu saldırı grubunun içinde oldukları iddiasıyla iki polis de gözaltına alınanlar arasında. Yunanistan parlamentosunda 18 sandalyeye sahip Irkçı Altın Şafak partisi ödeneğinin kesileceği ve suça karışmış milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılacağı basına yansıyan gelişmeler arasında.


20

güncel haber

Salih Memecan Gezi direnişçilerini hedef aldı Salih Memecan 18 Eylül’de Sabah Gazetesi’nde yayınladığı karikatürle, AKP iktidarına yaranmak için nasıl yöntemler kullandığını bir kez daha gösterdi. Salih Memecan 18 Eylül’de Sabah Gazetesi’nde yayınladığı karikatüründe Gezi Parkı direnişinde katledilen direnişçileri hedef aldı. AKP iktidarının sözcülüğüne soyunan Memecan, eylemciler arası iş bölümü adını taşıyan karikatüründe, Gezi direnişçilerine yönelik ifadeleriyle tepki topladı. Karikatürde bir kişi dört eylemciyle konuşarak “Sen taş atacaksın sen Molotof kokteyli, sen barikat kuracaksın,sen de öleceksin” ifadelerini kullanıyor. Halk Salih Memecan’ın sosyal medyadaki adresiyle, Memecan’ın çizim yaptığı Sabah Gazetesi’ni de arayıp protestolarını dile getirdi. Sabah Gazetesi daha önceden yaptığı yayınlarda da Gezi direnişçilerini hedef almış ve gazete dire-

nişçiler tarafından yapılan eylemlerle protesto edilmişti.

Memecan katledenlerin taşeronluğuna soyundu Medyatava'ya konuşan Memecan, "Bugünkü karikatürüm ile ilgili olarak gelen tepkilerin farkındayım. Ben sadece genç birilerinin ölümü üzerinden siyaset ve prim yapmanın aşağılık bir şey olduğunu dile getirmek istedim. " diyerek Gezi direnişine yönelik saldırılarına devam etti. Gelen tepkilere karşın geri adım atmayan Memecan, AKP iktidarını savunmaktan geri durmayarak halk düşmanlarının safında yer almayı tercih etti. Ülke geneline yayılarak büyüyen Gezi Parkı eylemleri sırasında, polis saldırıları sonucu Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan ile Lice’de Medeni Yıldırım’ı katledenlerin savunuculuğuna soyunan Memecan yaptığı açıklamayla ancak bu düşmanlığa ortaklığını tescillemektedir. Gerisi laf ü güzaftır.

‘Dayanışma direnenlerin inceliğidir’ Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri, "Dayanışma Direnenlerin İnceliğidir" şiarıyla Gezi direnişinde şehit düşenlerin aileleriyle dayanışma etkinliği düzenledi. Etkinliğe Grup Munzur da katılarak ezgilerini halka ulaştırdı Balgat’ta bulunan Anadolu Gösteri Merkezi’nde 21 Eylül akşamı düzenlenen etkinliğe, Gezi direnişinde katledilen Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz ve Mehmet Ayvalıtaş’ın aileleri ile Roboski Katliamı’nda akrabalarını yitiren Encü ailesi, Sivas Katliamı’nda yakınlarını kaybedenlerin aileleri, OSTİM’de yaşanan işçi katliamında hayatını kaybeden işçilerin aileleri ile Gezi dire-

nişi sırasında tutuklanan direnişçilerin aileleri katıldı. Etkinlik saygı duruşuyla başladı. Etkinlikte söz alan aileler dayanışma etkinliğine katılarak destek veren halka teşekkür etti. Çocuklarını katledenlerin halen cezalandırılmadığını anlatan aileler, adalet için sonuna kadar mücadeleyi sürdüreceklerini açıkladı. BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder etkinlik sırasında yaptığı konuşmada, hayatını kaybedenlerin hesabının sorulacağını belirterek halka “Yan yana duralım. Ancak bu şekilde başarıya ulaşabiliriz” dedi. Önder’in ardından söz alan İhsan Eliaçık, Roboski Katliamı’nı hatırlatarak, “Hiç bir katliamı, ölümü unutmadık, unutturmayacağız” dedi. Etkinlikte Grup Munzur, Bandista, Tolga Çandar, İlkay Akkaya, Mehmet Celal, Yasemin Göksu ve Pınar Aydınlar sahne alarak ezgilerini kitleyle paylaştı.

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

Tuncel Kurtiz Başta Yılmaz Güney’in Umut, Sürü ve Duvar filmleri olmak üzere çok sayıda filmdeki başarılı karakteriyle dikkatleri çeken sinema oyuncusu Tuncel Kurtiz, 27 Eylül’de Etiler’deki evinde hayatını kaybetti Çok sayıda sinema filmi ile televizyon dizisinde başarılı oyunuyla dikkat çeken Tuncel Kurtiz, 27 Eylül Cuma günü Etiler’deki evinde 77 yaşında hayatını kaybetti. Oynadığı 70’den fazla filmden çok sayıda ödül alır. Yılmaz Güney’in Umut, Sürü ve Duvar gibi unutulmaz filmlerinde başarılı rolleriyle dikkat çeken Kurtiz, oynadığı karakterlerle bütünleşerek gerçekliği hissettirmesi boyutuyla da sinema sanatına katkılar sunar. Sanatçının Etiler’deki evine sabah sporunu yaptıktan sonra geldiği ve sabah kahvaltısı yaparken, sandalyesinde düşerek hayatını kaybettiği öğrenildi. Sanatçının hayatını kaybetmesinin ardından çok sayıda sanatçı arkadaşı evine geldi. Kurtiz için 28 Eylül’de Harbiye Muhsin Ertuğrul

sahnesinde saat 11.00’de bir anma töreni düzenlendi. Kurtiz’in cenazesi Erdemit’e bağlı Çamlıbel köyünde yapılan törenin ardından toprağa verildi. Yılmaz Güney tarafından sinema sanatına kazandırılarak uluslararası alanda tanınan Kurtiz, tiyatrodaki başarılı performansıyla da dikkat çeker. 1 Şubat 1936’da Kocaeli’nin Bahçecik nahiyesinde doğan Kurtiz, ilk olarak ortaokul yıllarında sahneye çıkar. Ancak asıl hayali yazar olmaktır. Haydarpaşa Lisesi’ni bitiren Kurtiz, babası tarafından Hukuk Fakültesi’ne yazdırılır ancak 15 gün sonra okulu bırakarak İngiliz Filolojisi bölümüne girer. Profesyonel sahne hayatına 1959’da Dormen Tiyatrosu’nda başlayan Kurtiz, tiyatro yaşamına ABD, İsveç, Danimarka, Hollanda, Almanya gibi ülkelerde devam eder. Haldun Taner, Özdemir Asaf, Münir Özkul, Can Yücel gibi isimlerle dostluk kuran Kurtiz, aynı zamanda sahne amirliği görevini yapar. Edebiyat matinelerini de sahneye koyan Kurtiz, Keşanlı Ali Destanı ile Devr-i Süleyman oyunlarında rol alırken, özellikle Şeyh Bedreddin Destanı’yla akıllarda kalır. Kurtiz’in o dönemlerdeki hedefi Bedreddin hikayesini sinemaya taşımaktır.

Apolitik diye bilinen gençlerimizin haklarına sahip çıkmak için verdikleri mücadeleyi yürekten destekliyorum. Onların üzerindeki ölü toprağının kalkması ile, artık bir şeylerin daha güzel olacağı umudunu taşıyorum. Diren Gezi Parkı diren. Çok güzelsiniz. Çok güzelsiniz çocuklar TUNCEL KURTİZ


1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

21

yaşamını yitirdi Kurtiz, sinemaya ilk olarak 1964 yılında Orhan Günşiray’ın yönettiği Şeytanın Uşakları filmiyle başlar. Ardından sinemadan hiç kopmayan Kurtiz, oyunculuğa devam etmesinde Yılmaz Güney’in büyük etkisi olduğunu söyler. 1967 yılına kadar 30’dan fazla filmde rol alan sanatçı, Yılmaz Güney’in senaryosunu yazıp yönettiği, Konyakçı ve Krallar Kralı adlı filmlerde rol alır. Vedat Türkali’nin yönettiği Sokakta Kan Vardı adlı filmde Güney’le birlikte kamera karşısına geçer. 1966 yılında Yılmaz Güney’in yönettiği At, Avrat ve Silah filminde rol alan Kurtiz, 1970 yılında Umut filminde rol alır. Bu filmdeki başarılı oyunuyla dikkat çeker. Bu film o dönemde sinemamızda bir kırılma noktası olarak görülmektedir. Yurt dışına çıkması yasaklanan film Tuncel Kurtiz ile ‘Çiçek Arif ‘tarafından yurt dışına gizlice çıkarılır ve Cannes Film Festivali’nde büyük ilgi görür.

Umut filmiyle dünyaca tanınarak ödüller alır Yine sinema tarihimizin klasiklerinden Tunç Okan’ın yönettiği Otobüs filminde rol alır. 1974’de Sürü filmindeki başarılı oyunuyla dikkat çeker. Yılmaz Güney’in senaryosunu yazıp Zeki Ökten’in

yönettiği film Berlin’de Protestan Film Jürisi ödülünü alır. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) tarafından yılın filmi seçilen Sürü, Locarno’da da en iyi film ödülünü kazanır. Kurtiz bu filmle, Antalya Film Şenliği’nde “En İyi Yardımcı Oyuncu” ödülünü alır. Film çeşitli ülkelerde yoğun ilgiyle karşılanırken Kurtiz’e Shimon Dotan tarafından, Hiuch Hagdi filminde rol teklif edilir. Arapça çekilen filmde Kurtiz’e Berlin Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülü verilir. Erden Kıral’ın 28 yıl sonra ülkemizde gösterim izni alabilen ve senaryosu da Orhan Kemal’in hikâyesinden Tuncel Kurtiz tarafından uyarlanan Bereketli Topraklar Üzerinde filminde oynar. Yılmaz Güney’in son filmi Duvar filminde de başarılı oyunuyla dikkat çeker. Senaryosunu yazıp yönettiği ve oynadığı Gül Hasan adlı filmiyle En İyi Senaryo Altın Portakalı’nı alır. Bu filmlerin yanı sıra çok sayıda yönetmenle çalışan Tuncel Kurtiz, Muhteşem Yüzyıl dizisindeki Ebu Suud karakterinin yanı sıra, Ezel dizisindeki Ramiz karakteriyle de dikkat çeker. Tuncel Kurtiz’e 2011 yılında Altın Portakal Film Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı ödülü verilir.

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

BUDALA

B

üyük düşünceler geç anlaşılır, anlaşıldığı zaman da eskir,” diye mırıldandı Budala. Bastonuna dayanarak ufuk çizgisine, metafor ışıltılarına, yaratıcılığın ruhuna sızan ışığa doğru yürüdü. Tözsüz, tarihsiz, insani bir noktada durdu. Maddesine yabancılaşan büyülü bilinçle göz göze geldi. “Ölüme, başkalarının ölümüyle mi meydan okuyorsun?” Sesin nerden geldiği belli değildi. Bastonuna dayanarak, büyüklü bilincin içinden geçti. Nesneyi onun doğuş ve oluşum bilgisine bakmadan kavrayan yaşlı orospuyla karşılaştı. Kerametini ters yüz ederek kürk gibi giymişti. Parmağını kaldırdı, “Doğurduğum zaman kırıntılarıyla oyalanma,” dedi. “Gel içime gir, kuyu hafriyatıyla ocak aç,” Bastonuna dayandı, öneri üzerine düşündü. “İçimde kat kat istiflenmiş insan ruhlarına vur kazmanı,” diye sürdürdü. “Boşluğunu, geçirdiğin boş vakitlerle doldurduğun için bunalıma girmiyorsun. Bunalıma gir. Sidik rutubetinden dibi küflenmiş bir direkten farkın yok senin.” Bastonunu kırdı. Kiraz bahçelerine girdi. Yeryüzüne, ölülerin delirdiği vakitlerde inen kızıl öküzle karşılaştı. Ayaklarında rugan iskarpinler vardı öküzün. Gözyaşlarını miskten bir mendille siliyordu. “Sonsuzluğun ötesinden geliyorum ,” dedi. “Ordan bakınca, çabalarınız boş ve anlamlı görünüyor. Güneş gürz gibi inip, göğün kara tulgasını parçaladığı zaman, anlamınız daha iyi görünüyor, etkiliyor her şeyi. Karşıma çıkan her insan, fikrini yontuyor yontuyor, getirip önüme yığıyor, içinden çıkamıyorum. Ne güzel, sen susuyorsun. “ Söyleyeceği bütün fikirleri iptal etti Budala. Ölüler delirmeye başladığında yürüdü. Devlet ve aile kemiklerinin topraktan uç verip çıktığı tarih mezarlığını teğet geçti. Tilki, her zamanki yerinde duruyordu. Karşıdaki kayaya altın harflerle yazılmış Haşr Suresi’ne bakıyordu: “Savaşlarda elde edilen ganimet ve fey’den Allah’a da ayırın.” Budalayı görünce sıçradı kayanın üzerine çıktı, “Savaştan mı geliyorsun?” dedi. Basit, havai arzuların nüfuz edip parçalayamadığı bir iradeyle uğraşamayacağını düşündü Budala. “Ben Medmuğ’un oğluyum ,” dedi. Babam gibi benim de dimağım yaralıdır, savaş neyime benim.” Tilkiyi geçti. Budalanın gidişini arkadan seyreden Tilki, “Beni yarım bıraktın,” dedi. “Unutma, yaptığın küçük ve zararsız kötülükler, yapacağın büyük kötülüklere taşır seni.” Uçurumda geyik gölgesi, titrek, rüyamsı renkler, kuş şamatası. Dibe

doğru işedi Budala. Aklın bilişsel düzenini iğfal eden ve arkasında izsiz, manasız şimdiler bırakan zamanı sildi. Köstebek höyüklerini geçti, uçurum şafağına doğru çevirdi alnını. Körlerin Şahı’nı çağırdı yanına. Boynunda sırları çözen gayb anahtarları vardı, çan sesleri çıkarıyordu yürüdüğünde. “Ben ne olacağım?” dedi budala. Körler Şahı bozuldu. “Ne olursan ol. Bilgisiz inanır, inanan bilgili de derin kuşkular içinde olur, uzak dur ve bir daha da çağırma beni.” Uçurum kapandı. Çıplak bir Horasan Melametisi çıktı kapanıştan. Kollarını havaya kaldırdı, gülümsedi Budala’ya: “Bir kadın sevdim, beni kendi evimde muhacir durumuna düşürdü, deldi. Sonra ne olduysa, bende açtığı deliği seyretmekten vazgeçip, onu geçirdiği boş vakitlerle doldurma çabası içine girince bunalımdan çıktı, rahatladı, sevdi beni.” Budala, Horasan Melametisine dikkatle baktı, aynada kendi suretini gördüğü sanısına kapıldı. Yağmur, Budala’nın sakalına yağdı. Mumlu çıralar söndü, Pir-i Piran mağaraya girdi. Budala’ya kılavuz oldu çıplak bir civciv. Onu aldı, geyiklerin kaldığı bir kaya kovuğuna götürdü. Kovukta, Yaşlı Orospu, Kızıl Öküz, Tilki, Körler Şahı ve Horasanlı oturuyordu geyiklerle birlikte. Budala’yı görünce Tilki’nin dışında herkes ayağa kalktı. “Zaman, Hin ve Dehr, üç büyük güç,” diye mırıldandı Tilki. “Bu üçünden hiçbiri, bir diğerinin önünde ayağa kalkmaz.” Budala geçti, geyiklerin arasında oturdu. “Beni yokluk ayağa kaldırdı,” dedi Horasanlı. Kızıl Öküz kovuktan çıktı, giderken, “Dirilen her ölünün önünde ayağa kalkarım,” dedi . Civciv’le göz göze geldi Orospu. Bütünlük ve sonsuzluk algısı derinleşti. “Her hassas vicdanın önünde ayağa kalkarım,” diye mırıldandı . Körler Şahı, aydınlık dünyasını konuşturdu. Sağırların dışında kimse duymadı. Geyiklere baktı Budala. Geyikler susuyordu. “Buyruğu altına girdiği şeyi, alttan yıkan bir suskunluk,” diye iç geçirdi Budala. Yağmur dindi. Geyikler kovuktan çıkıp, gökkuşağının altından geçti. Öküz, kökleri kokladı, iğne deliğinden geçti. Tavuk suretinde, kovuktan çıktı Tilki, sırtında Civciv’le. Orospu, gülden bir köprü kurdu kendi uçurumuna. Körler Şahı, dikenlerinden arındırıp karşıya geçti. Ruhun mimarisini bozan sesler çoğaldı. Budala, ak bir sakal olarak kovukta asılı kaldı


22

kadın haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

İstihdam: kadının özgürleşmesi mi piyasaya Son dönemde ülke gündemini işgal eden ‘kadın istihdam paketi’ de bu saldırının bir parçasıdır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in ‘Hem genç nüfus olacak hem sağlıklı bir aile olacak hem de kadının istihdamını, çalışma hayatına katılımını sağlayacak.’ diyerek övdüğü bu paket, mevcut ekonomik sistemin, kadına biçilmiş toplumsal roller ışığında beklentilerinin sonucu olarak hazırlandı Ülkemizde kadın sorunu kadınlara yönelik gelişen fiziksel, cinsel, ekonomik ve sosyal saldırılar neticesinde kadınların öldürülmesi, yaralanması, taciz ve tecavüze uğraması, emeğinin gasp edilmesinin neredeyse toplumsal bir bakış açısı olarak ‘mübah’ görüldüğü bir durum yaratmıştır. Yaşanan bu durumlar karşısında devlet ‘erk’inin gösterdiği saldırganları koruma, mağdurları cezalandırma mantığı çerçevesinde aldığı taraflı tutum, kendisini ekonomik anlamda kadın emeğinin değersizleştirilmesi ya da piyasaya sunulmasını hazırlayan bir konuma getirmiştir. Bu durum, kadına yönelik oluşturulan toplumsal algıdan ve kadına dayatılan toplumsal rollerden bağımsız ele alınmayacağı gibi bu saldırıların maddi temelini oluşturan kadınların tarihsel sınıf-cins (kimi zaman da ulusal baskıyla birleştiğinde daha katmerleşen) bağlamındaki ezilmişliklerinin ger-

çekliğini de öteleyemez. Egemen sistem, bu bağlamda mevcut durumu kadınlar aleyhine daha da derinleştiren bir dizi hazırlık içersindedir. Son dönemde ülke gündemini işgal eden ‘kadın istihdam paketi’ de bu saldırının bir parçasıdır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in ‘Hem genç nüfus olacak hem sağlıklı bir aile olacak hem de kadının istihdamını, çalışma hayatına katılımını sağlayacak.’ diyerek övdüğü bu paket, mevcut ekonomik sistemin, kadına biçilmiş toplumsal roller ışığında beklentilerinin sonucu olarak hazırlandı.

Kadınların bedenleri üzerinde söz söyleme hakkı gasp ediliyor Daha önce bir dizi gerici yasayla birlikte

kadın bedeni üzerine söz söylemeye çalışan gerici sistem, bunu bir denetim mekanizması haline getirerek orta ve uzun vadeli ucuz ve genç iş gücü yaratmanın telaşındadır. Bilindiği gibi daha önce kürtajın yasaklanması veya kısıtlanması üzerinde tartışmalar yaşanmış, bu duruma yönelik toplumsal muhalefetin eleştirileri dikkate alınmadan, hazırlanan bu yasalar yürürlüğe girmişti. Bunun ardından gelen kadınları doğurmaya teşvik eden, aynı zamanda esnek çalışma koşullarıyla kendince ‘piyasaya entegre eden’ bir anlayışla ele alınan bu paket, kadınların bedenleri üzerinde söz söyleme hakkının gaspının daha da derinleşmesi anlamına gelecektir. Kadınların kaç çocuk doğuracağına, onların içersinde

bulunduğu ekonomik koşulları onlara karşı bir zor ve şantaj aracı olarak kullanan AKP iktidarının bu çalışmasını kitleler nezdinde meşrulaştırmak için sıkça ‘ sağlıklı aile’ vurgusu yapması büyük bir çelişki barındırmakla beraber anlaşılmaz değildir. AKP iktidarı bir yandan aileyi kutsallaştırıp, kadınlara geleneksel roller biçip ülkemizdeki feodal kültürel biçimlenişten olabildiğince yararlanmayı hedeflerken bir yandan da asıl amacını gizleme telaşındadır. Sıkça dillendirilen ‘2023’ hedefi doğrultusunda ihtiyacı olan genç ve ucuz iş gücü yaratarak uluslararası sermaye guruplarının ilgi odağı olmayı hedefleyen AKP iktidarı, bizzat Başbakan tarafından sloganlaştırılan ‘üç çocuk’ söylemiyle

Bizi polisten kim koruyacak? Adana’da kendilerinden yardım isteyen 16 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz eden iki polis serbest bırakıldı Siyasi iktidar erkinin bizi inandırmak istediğidir tüm mekanizmalarıyla ‘halka hizmet’ için var olduğu, polisinden yargısına halkı ‘korumak’ için canını dişine taktığı. Oysa bunun koca bir yalan olduğu, sınıflı toplumlar gerçekliğinde devletin tüm organlarının ve mekanizmalarının siyasi iktidara sahip olan burjuva-feodal sınıflara hizmet ettiği tarafımızca aşikâr. İşte bu sebeple başımıza gelen kötülüklerin, haksızlıkların, hakaretlerin, tecavüzlerin, tacizin ve şid-

detin her biçiminin bizzat karakollar, hapishaneler, okullar ve devletin hakim olduğu diğer alanlarda yaşanması bizi şaşırtmıyor. Çünkü onlar toplumun erkek egemen anlayışını koşullayan sistemin bizzat yürütücüleri. İşte bunun son örneklerinden biri de burjuva-feodal basında ‘kan donduran hikaye’ olarak kamuoyuna servis edilen, Adana’da 16 yaşındaki bir kız çocuğuna iki polis tarafından tecavüz edilmesi olayı oldu.

Kendilerinden yardım isteyene tecavüz ettiler Adana’da meydana gelen olayda iki polis kendilerinden yardım isteyen 16 yaşındaki H.P.’yi üç saat gezdirerek ekip aracında kendisine tecavüz ettiler. An-

tep’te evinden kaçan H.P.’nin kendisine tecavüz eden polisle halk otobüsünde tanıştığı ve ailesine göndermesi için yardım istediği ancak polislerin kendisine tecavüz ettiği, dışarıda kalan H.P.’ ye daha sonra da bir kişi tarafından araçta tecavüz edildiği öğrenildi. H.P. yaşadığı tecavüz sonrasında 2’si polis 4 kişi hakkında şikâyette bulunurken, bu kişiler hakkında 7 yıl ile 29 yıl arasında değişen hapis cezaları istemiyle dava açıldı.

Hepsi H.P.’ye ‘yardım etmiş’ (!) Haklarında ‘çocuğa cinsel istismar ve hürriyetinden yoksun bırakma’ suçlarından dava açılan ikisi polis dört kişi 13 Eylül’de mahkemeye çıkarıldı. 38 ya-

şındaki polis D.T. iddiaları reddederken H.P’nin kendilerine iftira attığını öne sürdü. 14.5 yıl hapis istemiyle yargılanan polis H.İ. ile 7 yılla yargılanan A.K. de suçlamayı kabul etmeyerek sadece H.P.’ye ‘yardım ettiklerini’ iddia etti. 29 yıl hapsi istenen kebapçı C.G. ise H.P.’nin yolda giderken kendisine el kaldırdığını, ancak kendisinin H.P.’yle kendi rızasıyla ilişkiye girdiğini savundu. Hâkim tüm bu ‘savunmaları’ aralarında ‘devlet memurlarının da’ bulunmasının etkisiyle fazlasıyla inandırıcı bulmuş olacak ki H.P.’yi dinlemeden sanıkların tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına karar verdi. H.P. ise ancak önümüzdeki mahkemede dinlenebilecek.


kadın haber

1-16 EKİM 2013 Halkın Günlüğü

23

entegresi mi? Elif Kaya’nın uzun bir süredir bu süreci hazırlamaktadır. Hatta Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Bakan Fatma Şahin, pakete yönelik Sanayi Odaları başkanlarının eleştirilerini cevaplarken “Başkanlar buna itiraz ederse ileride çocukları çalıştıracak erkek bile bulamazlar” diyerek paketin hazırlanış amacını açıklıkla ifade etme aymazlığını göstermekten geri durmadı.

Pakette kadınların doğum yapması teşvik ediliyor Gündemdeki taslakla bir yandan kadınların doğum yapması teşvik edilirken, kadının çalışma hayatındaki rolü onun annelik sıfatı üzerinden ya da ne kadar doğum yaptığıyla doğru orantılı olarak belirlenecektir. Buna göre artan doğum sayısına göre annenin kademeli olarak yarı zamanlı çalışması ve belli bir süre tam maaş ödenmesi de öngörülüp işe dönme hakkı verilmektedir. Ancak bu durum evde çalışma, çağrı üzerine çalışma, yarı zamanlı çalışma, parça başına çalışma gibi esnek çalışma modellerini de beraberinde getirip genel anlamda çalışma hayatının esnekleştirilmesi hedefleniyor. Bu esnekleşme sadece kadın emeğinin ‘piyasaya entegresini’ amaçlamayan aynı zamanda uzun bir süreden beri çalışması yapılan ‘istihdam büroları’ kıdem tazminatının işsizlik fonuna devredilip işverenlerin de yararlanabileceği bir niteliğe bürünmesi,’’Ulusal İstihdam Stratejisi’ gibi olgularla genel anlamda emekçilerin özelde de kadın emeğinin daha rahat gasp edilebileceği bir saldırı konseptinin parçasıdır. Bu saldırılar karşısında bizlere düşen acil görev; esnek, güvencesiz, taşeron ve kuralsız çalışma biçimleriyle emek sömürüsünün daha da derinleştirilmek istendiğini görüp, bu saldırılara karşı birleşik bir mücadele örerek işçi sınıfı içerisindeki çalışmalarımızı daha da derinleştirmektir.

Kadın örgütlerinden eylem Tecavüzcülerin serbest bırakılması ‘klasiğinden’ sonra çok sayıda kadın örgütünün mensup olduğu İzmir Kadın Platformu, karakollarda yaşanan cinsel işkenceyi protesto etmek için Alsancak Vapur İskelesi’nden Kantar Polis Karakolu'na yürüdü. "Tecavüzcü polisler yargılansın" pankartını açan kadınlar "Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop, inadına isyan, inadına isyan, inadına özgürlük" , "Tecavüzcü polis, hesap verecek" sloganlarıyla karakola yürüdü. Kadınlar adına yapılan ortak açıklamada H.P. de dâhil son bir yıl içerisinde karakollarda yaşanan polis kaynaklı cinsel işkencelere değinilerek “Can ve mal güvenliğiniz tehlikeye düştüğünde sakın polisi aramayın! Çünkü karakolda taciz var, çünkü karakolda tecavüz var" denildi. Açıklamada Gezi Direnişi sırasında gözaltına alınan ve tutuklanan kadınların hapishanede, karakollarda ve polis otolarında yaşadığı cinsel işkencelere de değinilerek tacizci, tecavüzcü polislerin yargılanmak bir yana taltif maaşı ile devlet tarafından ödüllendirildiği belirtildi.

duruşması görüldü Gezi Parkı Direnişi sırasında İzmir’de tutuklanan ve hapishanede zorla çıplak arama işkencesine tabi tutulan Elif Kaya ilk kez mahkemeye çıkarılırken, dışarıda çok sayıda kadın örgütü ile devrimci-demokratik kurumun Elif’e destek eylemleri sürdü Bilindiği gibi Elif Kaya Gezi Parkı Direnişi sırasında Gündoğdu Meydanı’nda bulunan direniş çadırlarına yönelik polis baskınında gözaltına alınarak tutuklanmış ve Şakran Hapishanesi’ne konulmuştu. Daha sonra hapishanede gardiyanlar tarafından zorla çıplak arama işkencesine tabi tutulan Yeni Demokrat Kadın (YDK) üyesi Elif Kaya’ya, yaşadığı saldırının üstüne bir de disiplin cezasına’ verilmiş ve yaşadıklarıyla ilgili mahkemeye suç duyurusunda bulunmuştu. Kaya’nın ilk duruşması 3 Eylül’de görüldü.

Elif’e dışarıdan destek Duruşma görüldüğü esnada Narlıdere Halk Forumu, Karşıyaka Halk Forumu, Bornova Halk Forumu, Konak Meydanı Halk Forumu ile çok sayıda devrimci, demokratik ve ilerici kurum da Karşıyaka Adli-

yesi önünde beklemeye başladı. Adliye önünde bekleyişini sürdüren kitle, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!", "Gezi tutsakları onurumuzdur!" , "Bu daha başlangıç mücadeleye devam!" sloganlarıyla Elif’e destek verdi. Mahkemenin görülmesinin ardından açıklama yapan Elif’in avukatları, Elif’in durumunun iyi olduğunu söyledi. Avukatlar, Elif’in mahkemede hapishanede yapılan çıplak aramanın keyfi ve onursuzca olduğunu söyleyerek bu aramaların amacının mücadele edenleri yıldırmak olduğunu ifade ettiğini aktardı.

Abla Kaya: Kardeşim bütün kadınlar adına direniyor Avukatların ardından konuşan Elif’in ablası Aysel Kaya ise “Kardeşimle gurur duyuyorum. Onun arkasındayım. O bütün kadınlar adına direniyor. Çıplak aramaya maruz kalan tüm kadın tutsaklar için direniyor. O sessiz kalmadı ve bu uygulamaya maruz kalanlar da kardeşim gibi seslerini çıkarsınlar. Çünkü gelecek biziz. Hapishaneleri değiştirecek olanlar biziz. Kardeşim bir bedel ödüyor. Neden cezaevinde olduğunu biliyor. Mücadele etmekten başka seçenek olmadığını biliyor” sözleriyle kardeşinin mücadelesini sahiplendiklerini açıkladı.

Kadın örgütleri Elif’in yanındaydı Elif Adliye’den çıkarılırken dışarıda bekleyişini sürdüren kurumlar Elif’i taşıyan ring aracının önünü keserek "Gezi tutsakları onurumuzdur!" , "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganlarıyla Elif’e destek olurken, Elif de ring aracından attığı sloganlarla dışarıya selam gönderdi. Elif’e destek amacıyla duruşmaya gelen İzmir Kadın Platformu bileşeni olan çok sayıda kadın örgütü de bir açıklama yaparak kadın tutsakların tacize karşı direndikleri için cezalandırıldıklarını belirterek hapishanelerde tacize ve işkenceye son verilmesi istedi. “İnce arama adı altında tutuklu ve hükümlülere dayatılan çıplak arama insanlık onuruna aykırı bir muameledir. Çıplak arama işkencedir. Hapishanelerde, gözaltında kadın bedenine yönelik her türlü şiddet, taciz ve çıplak arama son bulmalıdır. Yüksek güvenlikli cezaevleriniz, her şeyi gören MOBESE’leriniz, dinleyen ‘böcekleriniz’, bunlar yetmeyince ellerinizle dokunduğunuz bedenlerimiz ve hayatlarımız bizimdir” sözleriyle sonlandırılan açıklanın ardından eylem “Yaşasın kadın dayanışması!” , “Vardık, varız, var olacağız!” , ”Diren Elif, İzmir seninle!” sloganlarıyla sona erdi.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL

Ahmet Atakan di têkoşina gel de dije Berxwedanên ku li ODTU, Tûzlûçayir û Okmeydanê berdewan dikir,di çalakiyê ku li Xatayê ji bo silavkirina wan berxwedanan de bi nişanî polisan guleya gazê avêtin di 9’ê İlonê de Ahmet Atakan jiyanê dest da. Piştî mirina Ahmet Atakan ji her derê welêt çalakiyên şermezar hatin kirin, li Kadikoyê lihevxistin 3 roj domiya. Li Kadikoyê ji bandora gazê de krîz dil derbas kir û Serdar kadakal hat kuştin. 9’ê İlonê qada Ûxûr Mûmcû de gela Xatayê dimeşiyan, li ber BPê çalakiya rûniştinê li dar xist in. Piştî çalakî polîsan êrîşê gel kir lihevxistin heta derengê şevê berdewam kir. Polisan bi Tomayan re ji barîkatan derbas bûn û bi akrepan ketin kolanên paş êrişê gel kirin. Dû êrişan endama Halkev-

lerî Firat Nîşlî birîndar bû, berxwedêrek jî bêhntengî derbas kir. Berxwedêrek din jî ji hişê xwe çû û rakirin nexweşxanê.

Di dûrînga nêzik da bi nîşanî hat kuştin Di êrîşa polisan de endama Halkevlerîyê Ahmet Atakan di dûrînga 5 metreyê de bi guleyan gazê re li seriyêjê rakirin Nexweşxaneya Dewletê ya Xatayê. Ahmet Atakan ji mûdahaleya nexweşxanê jî rizgar nebû. Gel dixwest li ber nexweşxanê dor û nobet bigire, lê piştî êrîşa polisan 2 kes birîndar bûn. Piştî êrîşan gel vegeriya Armûtlûyê , cihê ku Atakan hatibû kuştin dest bi nobetê kirin. Li vir dû deqeyekê rêzgirtinê mûm û find hatin vexistin û gel dest bi panê kirin. Nobet heta seatên sibehan berdewam kir lê êrîşên polîsan jî hemû şev domiya. Laşê Atakan di destê sibehê de şandin Edeneyê. 10’e İlonê de otopsi hat kirin, ew anîn Xatayê û bi hezeran kes ve ber bi bêdawîtî ve rê kirin. Berê,termê Atakan anîn Çekmeceyê, li vir bi hezaran kes re bi dirûşma ‘silav kesen ku li Armutlûyê şerdi-

kin û dikevin erdê ‘ re hat peşwazîkirin. Piştî merasima Goristana Pinarbaşiyê li Armûtlûyê bîranînek hat kirin. Polisan bi TOMA û akreban êrîşê gel kir lihevxistin bi seatan berdewam kir. Piştî kuştina Atakan ji her derê çalakî hatin kirin, di serî de Stenbol gelek bajar û navçeyan de li çalakiyan de di navbera gel û polisan de pevçûn pêk hat. Polîsan çalakiyên ku dihat kirin bê navber êrîş dikir, piştî wan êrîşan gel biryardarî ji nû ve derketin kolanan berxwedêriya xwe dan xuyandin.

Gela Kadikoy’ê sa(ji bo) Ahmet Atakan kolan bi kolan ber xwe dan 10’e İlonê li Kadikoyê bo şermezarkirina kuştina Ahmet Atakan gel derket kolanan û dest bi çalakiyan kirin. Gel li ber peykera gayê civiyan û dixwestin ji aliyê navenda navçeya Kadikoy a AKP ve bimeşin bi guleyên gazê û bi guleyên plastikan rasti êrişê polisan hatin û gel bi seatam ber xwe da. Gel sê roj li hemberî êrişan dîsan der-

ketin kolanan,him cadeya Bahariyeyê him jî kolanên din lihevxistin dewam kir ku polisan gelek kes binçav kirin. Polisan ligel gaza îsotê, bi guleyên plastîk û bi ava şid tundtir êrişê gel dikir, di heman demê de nûnerên dewletê li diji çalakvanan daxûyanî didan. Gela kadikoyê li paş biryarê xwe man û li di barîkatan de şer kirin. Gelek kes ji bandorê gaze man. Serdar Kadakal ku di barêkê de dixebitiya li bin bandorê gaze da krîza dil derbas kir û jiyana xwe ji dest da. Ji hevalên Kadakal wî birin nexweşxweneya Şifayê jê jiyana li vir winda kir. Piştî mirina wî hevalekê/î wî daxuyaniyek da ‘ Serdar 3 roj bû bandora gazekê giran dima. Polîsan ji kolana wî ya karxanê û kolana mala wî domdar gaz diavetin. Nexweşiya dil a Serdar hebû. Ji herkesi re digot ‘gelo ez dimirim pir nebaş im ‘ digot. Min jî wî re got bila heke wer e hevsera bigire û werin mala me bisekinin. Hemû hevalên xwe re qala nexweşbûyina xwe ya ji gazê dikir. Beşdarê çalakiyan nedibû lê dîsan jî di dawiya dawî de xebatxanê de hişê xwe çû û erdê ma.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.