1-16 EKİM 2014

Page 1

Devrim devrimci sorumlulukla gelişir!

sf 12-13

MKP/HKO gerillası Tugay Akdemir şehit düştü Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne bağlı Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) gerillalarından Tugay Akdemir, Dersim’in Ovacık kırsalında 20 Eylül günü yağmurdan korunmak için girdiği çadırdan çıkarken elinde bulunan silahın ateş alması sonucu, kafasına aldığı kurşun nedeniyle şehit düştü. Hozat’ın Pakire Köyü’nde sonsuzluğa uğurlanan MKP/HKO gerillası Tugay Akdemir için Hozat’ın yanı sıra, İstanbul Gazi Mahallesi’nde de eylemler düzenlendi. Akdemir’in şehit düşmesi üzerine MKP ile HKO birer açıklama yayınlayarak devrimci şiddetten bir an dahi vazgeçmeden Sosyalist Halk Savaşı’na yüklenme çağrısı yaptı. Sf 2-3

Halkın Günlüğü

1-16 EKİM 2014 Yıl: 4 Sayı: 89 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.org

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Mevsimlik işçilerle röportaj f KADIN

10-11

Minimum insani yaşam standartları altında yaşamlarını devam ettirmek zorunda kalan mevsimlik tarım işçileri, bulunduğu çalışma alanlarında sağlıktan eğitime, ulaşımdan sosyal güvenceye kadar birçok sorunla yaşamak durumunda bırakılıyor. Kadının ikinci cins olarak nitelendirildiği, tarlalara döktüğü terine yabancılaştırılmak istendiği günümüz koşullarında, mevsimlik işçi olarak çalışmak zorunda bırakılan kadınlarla bir araya gelerek yaşadıkları sorunlara dair röportajlar gerçekleştirdik.

Hasta tutsakların mücadelesini büyütelim

Kobane direnişini büyütelim IŞİD çetelerinin Kobane’ye yönelik saldırılarına başladığı 15 Eylül’den bu yana direnişi sürdüren Kürt ulusu, saldırılara karşı YPG ve YPJ savaşçıları ile Kobane halkının mücadelesiyle direnişe devam ediyor. Kobane’deki direnişe destek vermek için ülkenin dört bir yanında bir araya gelen halk kitleleri, Kobane sınırında bulunan Urfa’nın Suruç ilçesinde nöbet eylemlerine başladı. AKP iktidarının IŞİD çetelerine verdiği desteği de protesto eden eylemciler, çetelerin sınırdan geçirildiği haberlerinin alınması

04

Öğretmenler alanlara indi

09

üzerine sınırdaki nöbet eylemlerini 160 km’lik alana yayarak genişletti. Faşist T. C. ordusunun bütün engelleme çabalarına karşın Mürşitpınar Sınır Kapısı’nı aşan eylemciler, Kobane şehir merkezine ulaşarak YPG savaşçılarıyla ve halkla bir araya geldi. Kobane’ye yönelik IŞİD saldırıları, Kuzey Kürdistan’ın birçok ili ve İstanbul başta olmak üzere ülke genelinde sokaklara çıkan kitleler tarafından protesto eylemleriyle karşılanırken, yapılan eylemlere polis saldırıları yaşandı.

Faşist saldırılar devam ediyor

16


02 güncel haber

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

MKP/HKO gerillası Tugay Akdemir Dersim Ovacık kırsalında yaşanan kaza sonucu Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne bağlı Halk Kurtuluş Ordusu gerillası Tugay Akdemir şehit düştü Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne bağlı Halk Kurtuluş Ordusu gerillalarından Tugay Akdemir, Dersim Ovacık kırsalında 20 Eylül Cumartesi günü saat 13.30 civarında yağmurdan korunmak için girdiği çadırdan dışarı çıkarken, elinde bulunan silahın ateş alması sonucu kafasına aldığı kurşun nedeniyle şehit düştü. Akdemir’in şehit düşmesi üzerine Hozat’tan Ovacık’a giden ailesi, cenazeyi almak için araç konvoyu oluşturarak cenazenin olduğu mevkiye hareket etti. Tugay Akdemir (Derman)’in cenazesi, gerillalar tarafından düzenlenen törenle ailesine teslim edildi.

Ovacık halkının yoğun katılımıyla kızıl bayrağa sarıldı Alınan cenaze kızıl bayraklı tabuta yerleştirildikten sonra, Ovacık Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Hastaneden Ovacık halkının da yoğun katılımıyla omuzlarda taşınan kızıl bayrağa sarılı cenaze, “Yaşasın partimiz Maoist Komünist Partisi” , “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganlarıyla hastane morguna taşındı. Morgda aile fertlerinin teşhisinin ardından işlemleri tamamlanan Akdemir’in cenazesi, otopsisi yapılmak üzere Malatya Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Tugay Akdemir Hozat’ta

yapılan törenle defnedildi Malatya Adli Tıp Kurumu’na gönderildikten sonra Cemevine getirilen cenaze MKP/HKO bayrağına sarılarak “Gerillalar ölmez yaşasın Sosyalist Halk Savaşı”, “Şehit namırın”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak”, “Tugay yoldaş ölümsüzdür”, “Derman yoldaş ölümsüzdür” sloganlarıyla karşılandı. Burada düzenlenen törenin ardından Tugay’ın cenazesi halkın omuzlarında, “Tugay Yoldaş Ölümsüzdür” Yeni Demokrasi Aileleri Birliği imzalı pankart arkasında Hozat’taki evinin önüne getirildi. Burada düzenlenen kitlesel törende, tüm dünyadaki devrim ve komünizm şehitleri anısında saygı duruşunda bulunuldu. Ardından cenaze konvoy eşliğinde Pakire Köyü’ne götürüldü. Tugay Akdemir (Derman)’in cenazesi Pakire’de MKP/HKO gerillaları Besime Doğan, Zeynel Aslan ve Alaaddin Ataş’ın yanına defnedildi. Tören sırasında kitle “Şehit

namırın” , “Derman yoldaş ölümsüzdür” , “Gerillalar ölmez yaşasın Sosyalist Halk Savaşı” sloganlarını atarken, Yeni Demokrasi Aileleri Birliği adına bir açıklama yapıldı.

‘Devrimci zor ve şiddetten bir an dahi vazgeçmeden Sosyalist Halk Savaşı’na yüklenelim’ Yapılan açıklamada bugüne gelişin her safhasında şehitlerin önemli emekleri bulunduğu, şehitlerin alın teri ve kanlarıyla yoğurdukları tarihi birikimin ve mirasın yapı ustaları olduğu kayde-

dildi. Komünizm yürüyüşünde şehitlerin ideallerini her bakımdan yaşamsal kılmak için, öncelikle devrimci zor ve şiddetten bir an dahi vazgeçmeden Sosyalist Halk Savaşı’na yüklenmenin zorunluluğuna değinilen açıklamada, Tugay Akdemir’in şehit düşmesiyle ilgili şu ifadelere yer verildi: ”İşte bugün değerli yoldaşımız Tugay Akdemir’i, kavgadaki adıyla Derman yoldaşımızı elim bir kaza sonucu toprağa vermenin derin üzüntüsü ve büyük bir öfkesini yaşıyoruz. Yoldaşımız 20 Eylül Cumartesi günü saat 13.30 civarında yağmurdan korunmak için girdiği çadırdan dışarı çıkarken, elinde bulunan silahın ateş alması sonucu kafasına aldığı kurşunla şehit düşmüştür. Evet, yoldaşımızı bir kaza sonucu toprağa veriyoruz. Tugay yoldaşımız; halkına, devrimci dostlarına ve yoldaşlarına karşı engin bir sınıf sevgisiyle doluyken, yine aynı bilinçle sınıf düşmanlarına karşı engin bir sınıf kinine sahipti. Yakaladığı bu bilinç berraklığı ve kavrayışla, amaç ve araç, esas ve tali, ilke ve taktik arasındaki ilişkileri tereddütsüzce uygulayandı. Tugay yoldaşımız; komünizm yürüyüşümüzde ayak bağı olan her türden burjuva değer yargılarına acımasızca meydan okuyandır. Salt bu gerici değer yargılarına meydan okumakla kalmamış, bilakis mücadelemizin kızıllığına zarar verebilecek her türden burjuva ideolojisine karşı da yerinde ve zamanında kavga bayrağını en yükseklerde dalgalandırmıştır. Tugay yoldaşımız; işkence hanelerde “ser ver sır vermeme” geleneğini ete

kemiğe büründürerek düşmanı kendi inlerinde rezil rüsva edip, yenilgiyi yaşatan bütünün değerli bir parçasıdır. Tugay yoldaşımız; çeşitli alanlarda yürütülen mücadelede kırılmalar yaşayan yoldaşlarına ve dostlarına el uzatarak onları hata ve zaaflarından arındırmak için uğraş vererek yeniden ayakları üzerine dikenlerdir. ‘Yılgınlık yok direniş, mücadele ve zafer var’ diyerek düşmanın üzerine yürüyerek ölümü yenenlerdir. Tugay yoldaşımız; halka zarar veren azılı halk düşmanlarını cezalandırmak için, hiçbir tereddüde düşmeden hayatlarını ortaya koyarak kendilerini siper edip halkımızın adalet anlayışını pratikleştirenlerdir.”

‘Gerillalar ölmez yaşasın Sosyalist Halk Savaşı’ Yere düşen şehitlerin intikamını almak için büyük bir sınıf kiniyle kavgaya atılmanın zorunluluğuna değinilen açıklama, “Gün; Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarıyla birleşip bütünleşerek Sosyalist Halk Savaşı’na hizmet etme günüdür. Halk kitlelerinin kendiliğinden gelişen ekonomik, demokratik ve sosyal bütün talepleri uğruna verilen mücadeleyi sosyalist iktidara taşıyacak isyanı olan Sosyalist Halk Savaşı’na dönüştürelim. Tarihten gelip yeni tarihler yazarak ilerleyen şehitlerimizle birlikte; Tugay yoldaşımızın değerli anısı önünde saygıyla eğilirken naaşı önünde ant içiyoruz; Biz kazanacağız, Halk kazanacak, Halk Savaşı kazanacak! Tugay Akdemir yoldaş ölümsüzdür! Şehid namırın! Yaşasın Sosyalist Halk Savaşı!


1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

03

şehit düştü

Gerillalar ölmez yaşasın Sosyalist Halk Savaşı” ifadeleriyle sonlandırıldı. Cenaze törenine BDP, ESP, Partizan ve Halk Cephesi gibi devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlar da katıldı.

‘Derman yoldaş mücadelemizde yaşayacak’ HKO Savaşçısı Tugay Akdemir, İstanbul Gazi Mahallesi’nde de yüzlerce kişinin katıldığı yürüyüşle anıldı. Eski Karakol Durağı’ndan başlayan yürüyüşte, “Tugay Akdemir Ölümsüzdür. Yeni Demokrasi Aileleri Birliği” imzasının bulunduğu pankart taşındı. Yapılan yürüyüşte “Tugay Akdemir ölümsüzdür” , “Bedel ödedik bedel ödeteceğiz”, “Gerillalar ölmez yaşasın Sosyalist Halk Savaşı”, “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı. Kitlesel yapılan yürüyüşte Tugay Akdemir’in fotoğrafının bulunduğu dövizlerin yanı sıra, meşaleler de taşındı. Halk savaşçısı Tugay Akdemir ile tüm devrim ve sosyalizm şehitleri adına 1 dakikalık saygı duruşunun ardından Gazi Cemevi önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. YDAB adına okunan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya yaratma uğruna can bedeli mücadelenin kızıl mevzilerinde emperyalizm

ve kapitalizmi parçalamanın adıdır toprağa düşenlerimiz. Karanlığı parçalamak, güzel günler yaratmak uğruna ömürlerini feda edenlerden biriydi Tugay Akdemir (Derman) yoldaş. Yaşamı boyunca emek ve sermaye arasındaki çelişkinin yarattığı eşitsizliği, adaletsizliği ve modern köleliği görerek yönünü dağların doruklarına çevirip hayatını halkların kurtuluşu, özgürlük, devrim, sosyalizm ve komünizm davasına adamıştı.” Mücadeleyi yükseltme ve devrimin kızıl bayrağını dalgalandırma çağrısı yapan YDAB, açıklaması şu ifadelerle devam etti:“Ve sözümüzdür Derman’a, bıraktığın kızıl sancağı biz devralıp bize gösterdiğin yolun takipçisi olacağız ta ki yeryüzü ezilenlerin zaferine tanıklık edinceye, sınıfsız, sömürüsüz bir toplum, yeni bir dünya yaratılana kadar.” Halk Cephesi, ESP, Partizan, Mücadele Birliği, BDP ve SYKP’nin desteklediği yürüyüş sloganlarla sona erdi.

Tugay Akdemir için taziye çadırı açıldı Yeni Demokrasi Aileleri Birliği tarafından, Tugay Akdemir’in evinin önünde taziye çadırı açıldı. Akdemir’in yoldaşları ve halk, açılan taziye çadırına gelerek Akdemir’in ailesine taziye ziyaretinde bulundu. Tugay Akdemir için açılan taziye defterine, çadıra gelen halk ve yoldaşları tarafından duygu ve düşüncelerini yazdı.

Tugay Akdemir için mezarı başında anma Öğleden sonra aynı köyde bulunan Enver Ay(Mahir)’ın mezarının ziyaret edilmesinin ardından Tugay Akdemir’in mezarı başında bir anma yapıldı. Aynı mezarlıkta bulunan Zeynel Aslan ( Pala İsmail), Aladdin Ataş (Şerif) ve Besime Doğan’ın da mezarları ziyaret edilerek karanfil bırakıldı. Tüm devrim ve komünizm mücadelesinde yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşunun ardından anma sona erdi. Yapılan anmadan sonra 1995 yılında Şişik ormanlarında çıkan çatışmada 12 yoldaşıyla birlikte şehit düşen Suna Bozkaya’nın mezarı da ziyaret edilerek karanfil bırakıldı.

MKP’den açıklama Maoist Komünist Partisi Merkez Komitesi-Enformasyon Büro “Tugay Akdemir (Derman) yoldaş Sosyalist Halk Savaşımızda yaşıyor- savaşıyor” başlığını taşıyan bir açıklama yayınlarken, Maoist Komünist Partisi’ne bağlı Halk Kurtuluş Ordusu Dersim Bölge Karargah Komutanlığı ise yaptığı açıklamada kazanın gelişim seyrini anlattı Dersim’in Ovacık kırsalında Maoist Komünist Partisi’ne bağlı Halk Kurtuluş Ordusu gerillası Tugay Akdemir (Derman), kendi silahıyla kaza sonucu vurulması üzerine 20 Eylül günü şehit düştü. Akdemir’in şehit düşmesi üzerine MKP Merkez Komitesi- Enformasyon Büro “Tugay Akdemir (Derman) yoldaş Sosyalist Halk Savaşımızda yaşıyor- savaşıyor” başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı. Yapılan açıklamada insanlığın, işçi sınıfı başta olmak üzere tüm ezilen ve sömürülenlerin bağımsızlık, halk demokrasisi, devrim, sosyalizm ve komünizm perspektifiyle sınıflar mücadelesinin çeşitli alanlarında nice şehitler verildiğine ve verileceğine değinen Maoist Komünist Partisi, tüm şehitlerin mücadele içerisinde bayraklaştırıldığını ve savaş siperlerinde can bedeli yaşatılarak mücadelelerinin ilerletildiğini ifade etti. 3.Kongre’den sonra partinin ilk şehidi olarak onurlu bir yer alan Akdemir için MKP şunları ifade etti: “Tugay Akdemir (Derman) yoldaş, her tür yasalcı ve düzeniçi reformizme ve tasfiyeciliğe karşı düzen sınırlarını aşarak devrim, sosyalizm ve komünizm ufkuyla dolu bilinci ve yüreğini burjuva devlet aygıtını parçalayacak devrimci zor ve görevin Sosyalist Halk Savaşı’yla gerçekleşmesinin temel araçlarından biri olarak Halk Kurtuluş Ordusu saflarına katılmıştır. Ve Maoist hareketimize yönelik her türlü yalan ve demagojik kirli saldırı politikalarına karşı savaş siperlerinde onurla kızıl bayrağı dalgalandırmıştır. Derman yoldaş, inançları uğruna kavgamızın kor ateşinde sıcak savaş gerçekliğiyle düşmana karşı mücadelede şehit düşmüştür. Emperyalizme, komprador kapitalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı Sosyalist Halk Savaşımızda daha nice şehitler vererek ilerleyeceğiz. Derman yoldaşa verilecek en iyi söz ve yeminimiz; lafta değil özde ve içerikte, salt teori ve düşüncede değil onun sınandığı bilinçli pratik eylemde ideolojik- politik- örgütsel ve askeri olarak köklü ve temelden Sosyalist Halk Savaşı’nı yaşamda somutlaştırıp politik iktidarı fethederek olacaktır. Bu bilinçle Derman yoldaşın bıraktığı mirası düşmana darbeler vurarak yaşatacak ve yeni zaferler yaratarak ilerleyeceğiz. Ulusal ve uluslararası alanda tasfiyeciliğin dayatıldığı, reformizmin yüceltildiği, sınıfsal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin ‘terörizm’ olarak damgalandığı bu tarihi süreçte yekinip yeniden ayağa kalkmak vazgeçilmez tarihi sorumluluğumuzdur. Bu bilinçten hareket eden Partimiz Maoist Komünist Partisi, Marksizm-Leninizm-Maoizm rehberliğinde düşmanın imha çabalarını ve her türden revizyonist ve reformist bentleri bir bir alt ederek yoluna devam etmekte kararlı olduğunu, Derman yoldaş özgülünde bir kez daha dosta da düşmana da ilan eder.” Her bir şehidin, her türden politik gericiliğe darbe vurduğu kadar aynı zamanda düzen içi teslimiyetçi- reformist fikir ve ideolojik akımlara da darbe vurduğunun belirtildiği açıklama şöyle devam etti: “Bundandır ki devrim yolunda toprağa düşen şehitlerimiz, halklarımızın tarihiyken geleceğimize ise umut ve güvenle bakmamızın garantörüdür. Bu onurlu ve şanlı tarihe daha güçlü ve görkemli bir şekilde sahip çıkmak için, bugün her zamankinden daha çok Sosyalist Halk Savaşı’nın her cephesinde yerimizi almak zorundayız. Şehitlerimiz, bu ölüm-

süzleşme ve daha büyük tarihler yaratmanın çağrısını yapıyor. Aksi duruşlar karamsarlık ve umutsuzluktur! İşte bizim tarihimiz budur. Onurla ve gururla dalgalandıracağımız bir bayrak varsa şehitlerimizin göndere çektiği komünizm bayrağıdır. Bizler onların emir erleri olarak bu kızıl bayrağı asla yere düşürmeyecek ve daha yükseklere çekeceğiz.” Mücadele içerisinde ölümsüzleşen şehitlerin hiçbir zaman unutulmayacağını ifade eden MKP, faşist diktatörlüğün döktüğü kan deryasında er geç boğulacağını ifade etti. Son olarak açıklamada şöyle denildi: “Sosyalist Halk Savaşı’nın temel bir bileşeni olan Halk Kurtuluş Ordusu’nun bilinçli bir neferi olarak yerini alıp şehit düşen Türkiye-Kuzey Kürdistan halkının yiğit gerillası- evladı Tugay Akdemir (Derman) yoldaşımıza sözümüz ve andımız olsun ki; Biz kazanacağız, Halk kazanacak, Sosyalist Halk Savaşı kazanacak!”

‘Sen rahat uyu genç gerilla, düşmanla büyük çarpışmaların militanlığını ve umudunu yoldaşların devraldı’ Konuya ilişkin Maoist Komünist Partisi’ne bağlı Halk Kurtuluş Ordusu Dersim Bölge Karargâh Komutanlığı ise yaptığı açıklamada, savaş koşullarında doğayla mücadele etmek zorunda kalan gerillaların bazen zemheri kışı koşullarında donarak hayatını kaybettiğini bazen de kopan çığların altında şehit düşerek ölümsüzleştiğini belirterek yaralanan ve şehit düşen devrimcilerin tarih sayfalarında yazılı olduğunu ifade etti. Doğayla yaşanan mücadelenin savaş gerçeğinin bir parçası olduğunun belirtildiği açıklamada, bu gerçeğin gerillanın da gerçeği olduğu vurgulandı. Yapılan açıklamada Tugay Akdemir’in ölümsüzleştiği kazanın seyri şu şekilde açıklandı: “Yağmurlu bir günde açılmış olan yağmurluğunun ( çadır) altından çıkarken Derman yoldaş, silahı sağ elinde iken namlusu şakak ve kulak üstündeki bölgeye denk bir vaziyettedir. Silahının emniyetinin açık olduğunu fark etmeyen veya kontrol etmeyi unutan yoldaş, yağmurluktan yarı çıkmış vaziyette iken, büyük ihtimalle ya elinin tetiğe gitmesi sonucunda ya da etrafında bulunan küçük dalların tetiğe takılması sonucu ateşlenen silahından, kafatasının sağ üst tarafından aldığı kurşunlar sonucu şehit düşmüştür. Kendisine yapılan ilk müdahaleye karşın kurtarılamamıştır. Yoldaşın silahının kontrol edildiğinde emniyetin oldukça gevşek olduğu için çadırın altında çanta vb. eşyalara takılarak açılma olasılığı güçlüdür. Emniyet şeridi açık olan yoldaşın silahından ateşlenen mermi sayısı 4 adettir. Kaç merminin yoldaşa isabet ettiği, kafasının yaralanmasından anlaşılmamıştır. Bazı mermilerin boş olarak ağaçları delip geçtiği incelemede tespit edilmiştir. Dolayısıyla kaybın biçimi maalesef bu şekilde gerçekleşmiştir. İhmalden, tedbirsizlikten kaynaklı bu tür durumları azaltmak için dikkati yoğunlaştırıp temkinli davranarak asgariye indirebiliriz. Derslerin bedeller üzerinden oluştuğuna dair yaşanan bu acı kayıp da bir örnek oluşturmuştur. Yoldaşın şehit düşme şekli bu biçimde gerçekleşmiştir.” Gerillanın bu dünyanın değiştirilmesi ve insanlığın kurtuluşu için en olunmaz ve göze alınması zor şeyleri kabul ederek mücadele ettiğinin ifade edildiği açıklama şu şekilde devam etti: “Dünyanın ezilen halklarının ve onun öncülerinin, halkımızın, ailemizin ve partimizin başı sağ olsun. Rahat uyu, güler yüzlü genç gerilla. Senin amaçlarını geliştirmek ve gerçekleştirmek bizim evrensel insan aklımızın bir sorumluluğudur. Sen rahat uyu genç gerilla, düşmanla büyük çarpışmaların militanlığını ve umudunu yoldaşların devraldı. Ve hiç kuşkusuz ki bu umudunu hayata geçireceğiz.”


04

güncel haber

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

Hasta tutsaklara özgürlük mücadelesini yükseltelim Aralık ayında “kaçak elektrik kullandığı” gerekçesiyle tutuklandı. Yargılandığı 3 davadan toplam 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Vardar, duruşmalarda yoksul olduğu ve ihtiyaç duyduğu için elektriği kaçak kullanmak zorunda kaldığını anlattı. Her geçen gün sağlığı bozulan ve ölüme yaklaşan Vardar, 2011 yılının Aralık ayında cezası ertelenerek tahliye edildi. Ancak hapishane günleri, sağlığını geri dönüşü olmayan bir yola soktuğu için 25 Eylül günü hayatını kaybetti.

Kalbinin % 70’i çalışmayan hasta tutsak Abdullah Kalay’ın uzman kardiyologun olmadığı heyet kararıyla tahliyesi engellenirken, ring araçlarında katledilmeye çalışılıyor. 2007 yılında kalp krizi geçirerek kısmi felç olan hasta tutsak Salih Tuğrul ise uzun süren mücadelenin ardından tahliye edildi Hasta tutsaklar sorunu birkaç kişiyle sınırlı olmadığı İnsan Hakları Derneği’nin raporlarında açıkça ortaya konuluyor. Hasta tutsakların yaşadığı sağlık sorunlarının hapishane koşullarında çözülmesinin mümkün olmadığı ayan beyan ortadadır. Hasta tutsakların tahliye edilmesinin de bu sorunu ortadan kaldıramayacağını tahmin etmek zor değildir. Zira devletin hapishaneler politikası mahkumları hasta etmektedir, etmektir. Ama ağır hastaların tahliyesi için verilen mücadele önemlidir.

Kalay’a reva görülen hastane ve ring işkencesi iki yılını doldurdu Abdullah Kalay 2012 yılında geçirdiği kalp krizinden sonra sağlığından çok şey kaybetti. Kuşkusuz bu sorunla dışarıda karşılaşmış olsaydı, bu kadar ağır tahribatı olmazdı. Ama Kalay’a reva görülen kalbinin % 70’ninin ondan koparılması oldu. O şimdi yaşamını % 30’la sürdürüyor. Bunu da Kalay’a çok görüyorlar. Fakat devletin böyle istemesi, yaşananların böyle gideceği anlamına gelmiyor. Başta Abdullah Kalay olmak üzere hasta tutsakların başlattığı bir mücadele var. Onun yanında olan duyarlı bir kamuoyu var. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) Kalay için birçok eylem yaptı. Bu hukuksuzluğa karşı sessiz kalınmayacağı açıktır. Ve tabii ki ailesi var. Abdullah Kalay’ın göz göre göre öldürülmesine izin verilmeyecektir. Abdullah Kalay yeniden Adli Tıp Kurumu’nun kararını bekliyor. Daha önce iki defa “Cezaevinde kalmasının hayati tehlike oluşturabileceği, cezasının infazının resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde devam edilse dahi hayati tehlike oluşturabileceği, hastalığın kronik bir rahatsızlık olduğu, hayat boyu devam edeceği göz önünde bulundurulduğunda cezanın ertelenmesinin gerekeceği, bir yıl sonra tıbbi durumunun tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı…” şeklinde Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Adli Tıp Ana Bilim

Özgür Çelik’in iletişim hakkı gasp ediliyor

Dalı Heyeti’nin verdiği raporları dikkate almayan ATK, ortaya koyulan ısrarlı mücadele sonucu yeniden araştırma yapılması yönünde karar aldı. Bu karar gereğince Kalay, Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildi. Bu hastaneden gelecek sonuçlara göre ATK’nın karar vermesi bekleniyor.

Kalay ailesinden basın açıklaması Kalay ailesinin kamuoyuna yaptığı açıklamada şu vurgular yapıldı:“Üniversite heyetlerince ciddi derecede hayati tehlikesinin bulunduğu raporlanan Abdullah Kalay ısrarla Adli Tıp Kurumu tarafından oyalanıyor. Ocak 2014’den bu yana Adli Tıp Kurumu Üst Kurulu’na yapılan itirazla Anayasa Mahkemesi ve Cumhurbaşkanlığı’na yapılan başvurular hâlâ sonuçlanmadı.

Kardiyologun bulunmadığı heyetle ret cevabı Eylül ayının sonuna gelindi, Kocaeli Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı heyetinin iki raporu da dikkate alınmadı. “%30 oranında çalışan kalp hastalığının” önemiyle, ısrarla verilen “cezaevinde kalamaz” uyarılı heyet raporlarına karşılık Adli Tıp Kurumu, bir kardiyologun bile bulunmadığı heyet ciddiyetsizliğiyle “cezaevinde kalabilir” demekle yetindi. Fakat tekrar 4 Temmuz 2014 tarihli “cezaevinde kalamaz” uyarılı üniversite

heyet raporu sonrasında Adli Tıp Kurumu anında ret vermeyip, Kartal Koşuyolu Hastanesi’nde tetkiklere girmesini istedi. Tetkik sonuçlarına göre tekrar değerlendirmede bulunulacağı belirtildi.

Hasta mahpus Salih Tuğrul tahliye edildi 16 yıldır hapishanede bulunan 58 yaşındaki Salih Tuğrul, 2007 yılında iki kez kalp krizi geçirerek kısmi felç olmuştu. 2012 yılının Aralık ayında hapishanede dengesini kaybederek düştü. Ardından bütün reflekslerini ve hafızasını yitirdi, en temel kişisel ihtiyaçlarını bile tek başına karşılayamayacak duruma geldi. İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin uzunca bir süredir tahliyesi için girişimlerde bulunduğu ağır hasta tutsak Salih Tuğrul, tahliye edildi. Hiçbir ihtiyacını tek başına karşılayamayan Tuğrul için Adli Tıp Kurumu’ndan en son gelen raporda, “Cezaevinde kalamaz” denildi. Daha önce “Toplum güvenliği için tehlikelidir” diyen Mersin Emniyet Müdürlüğü ikinci raporunda ise “Tehlikeli değildir” dedi. Bu raporların ardından Tuğrul, Diyarbakır D Tipi Hapishanesi’nden tahliye edildi.

Basri Vardar tahliyesinin ardından hayatını kaybetti İnsan Hakları Derneği, sağlık sorunu olarak en kritik olan tutsaklardan arasında Basri Vardar’ı gösterirken, tahliye edilmesi için uzun bir mücadele vermişti. Vardar tahliye edilmesine edilmişti ancak hastalığının ölüm sınırına gelmesinden sonra serbest bırakılmıştı. İlik kanseri olan Basri Vardar, 2010 yılının

Edirne F Tipi Hapishanesi’nde tutulan MKP dava tutsağı Özgür Çelik, kendisine yönelik hak gasplarına dikkat çeken mektubunu gazetemize gönderdi. Çelik mektubunda, 15 Eylül’den bir hafta önce gazetemize gönderdiği mektubuna hapishane idaresi tarafından el konulduğunu belirtti. El konulan zarfın içerisinde bir makale ile Kürtçe çevirisi yapılmış bir de marş olduğunu ifade eden Çelik, son bir aydır gönderdiği mektuplara sistematik olarak el konulduğunu kaydetti. Çelik, gazetemize gönderdiği yeni mektubunda ise gönderdiği mektuplarla kendisine gelen postalara keyfi olarak el konulmaya devam edildiğini ifade etti.

‘Hasta tutsaklar serbest bırakılsın’ Ankara Konur Sokak’ta bir araya gelen kitle hasta tutsakların serbest bırakılması için Güvenpark’a yürüdü. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında, Sincan Kadın Hapishanesi’nde devrimci tutsaklardan Zeliha Bulut ve Evrim Konak’ın hapishaneden hastaneye giderken ring aracında yaşadıklarına ve hastanedeki kelepçeli tedaviye zorlanmalarına vurgu yapılarak tutsakların saldırılara karşın mücadeleyi sürdürdüğü ifade edildi. Bir diğer devrimci tutsak Abdullah Kalay’ın durumuna da değinilen basın açıklamasında, Kalay’ın hastalığının her geçen gün tehlike oluşturmaya devam ettiği ve tedavisinin mümkün olmadığı, Adli Tıp Kurumu tarafından bu yönde rapor verilmeyerek tahliyesinin engellendiği, Cumhurbaşkanlığı’na ve Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruların ise hala sonuçlanmadığı belirtildi. Yine hasta tutsak olan Giyasettin Sevmiş’in, Wilson hastalığına yakalandığı yine buna bağlı olarak karaciğer sirozu hastası olması nedeniyle ‘hapishanede kalamaz’ raporu aldığı halde serbest bırakılmadığı belirtildi.


1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

05

SINIF TAVRI YOL AYRIMI

H

Aleviler zorunlu din dersine karşı eylem düzenledi Alevi Dernekleri Federasyonu, AKP iktidarının zorunlu din dersi dayatmalarına karşı İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü önünde basın açıklaması yaptı

tümünü imam hatip okulları haline getirmeye çalışmak gibi bir tehlikeli ortamın yaratılmasına ve ayrıca Alevi-Sünni kardeşliğine de ciddi bir biçimde balta vurmaktadır. Biz Alevi kurumları ve bireyleri olarak, bu tekçi, ırkçı, mezhepçi yaklaşımların karşısında tavizsiz duracağımızı bildirmek için burada toplandık.”

Alevi Dernekleri Federasyonu, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü önünde bir araya gelerek yaptığı basın açıklamasında zorunlu din derslerini protesto etti. Eylem sırasında “Mezhepçi Eğitime Karşı Demokratik Mücadele” pankartı açıldı. Alevi Dernekleri Federasyonu adına yapılan basın açıklamasında, zorunlu din dersleriyle dayatma yapılmasının farklı inançların yok sayıldığını ifade edilerek şöyle denildi: “Eğitim emekçilerinin çağ dışı yaşam koşullarını çağa uydurmak, okullarımızın fiziki yapısını düzeltmek, bilimsel eğitim önündeki engelleri kaldırmak ve daha bir dizi öncelikli sorunlar varken, iktidarın tüm bu sorumluluklardan kaçıp, yeni bir ötekileştirici politikası hepimizin bilgisi dahilindedir. İktidar, zorunlu din derslerinin ardından, 4+4+4 sistemini uygulamaya sokan ve adım adım bu ülkenin değişik inançlarını bitirmeye çalışan bir politikayı bize reva görmektedir. Ancak, tekçi eğitimi okul müfredatına yerleştirmekle tatmin olmayan AKP iktidarı, giderek orta öğretimin

‘Hiç kimse inancını değiştirmeye zorlanamaz’ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Alevilere yönelik ihlali belirtmesinin kendilerinin haklılığını ortaya koyduğunu belirten Eroğlu konuşmasını şu ifadelerle bitirdi: “Her şeyden önce ‘Hiç kimse inancını değiştirmeye zorlanamaz’ hakkının ihlali, Anayasal suçtur. Bu nedenle iktidara çağrımızdır; Öncelikle zorunlu din dersleri eğitimden derhal kaldırılmalıdır. Orta öğrenim, imam hatiplere indirgenmekten vazgeçilmelidir. Alevi çocuklarını, inançlarından şüpheye düşüren, Sünni müfredata mahkum etmekten vazgeçilmelidir. Bugün burada çocuklarımızı okula göndermeyerek tepkimizi dile getirmenin yanı sıra şunu da söylemek istiyoruz ki, bu eylemlerimiz çoğaltarak büyüteceğiz. İktidarınızı rahatsız etmeye devam edeceğiz ve bedeli ne olursa olsun çocuklarımızı din dersleri eğitimine göndermeyeceğiz.” Açıklamanın ardından Milli Eğitim Müdürlüğü önüne siyah çelenk bırakıldı.

≫ ismail uçar

er tarihsel sürecin aynı zamanda bir yol ayrımı olarak algılanması ve ayrım çizgilerinin daha fazla netleşerek niteliklerin daha da belirgin bir hal alması kaçınılmaz bir yasadır. Özellikle emperyalist dünya sistemi ve onun bir parçası olarak radikal Sünnidinci gericiliğin vahşi eli Kobane’ye kadar uzanarak yol ayrımında, herkesin kendini sorgulayarak yönelimini belirlemesini daha da önemli bir koşut haline getirmiştir. Kobane ve çepeçevre bir zulüm deryasına dönüşen Ortadoğu’daki somut güncel gelişmeler, uzun süredir yaşanan ideolojik, politik, örgütsel ve askeri sorunların da yeniden gözden geçirilerek burjuva devlet aygıtı ve sistemini devrimci şiddetle parçalama evrensel gerçeğinin bir kez daha zorunlu doğru ve bilimsel bir ilke olduğunu göstermiştir. Kendiliğinden ezen ve sömüren sistemlerin yıkılacağını ya da düzen sınırlarına yedeklenerek sözde sömürü düzenini alaşağı edeceklerini ve yahut da yetmez ama ille de evet diyenlerin yanılsamaları ve safsataları şimdi daha da net ortadadır. Uluslararası tekelci sermayeye balansa ayarında rol oynama figüranlığı artık gizlenemez gerçekliklerdir. Burjuva devletiyle aramızdaki temel farkların köklü, tarihsel ve stratejik her türlü ayrım çizgileri ve yönelim olarak daha da berraklaştırılıp insanlığa, dünya halkları ve ezilen uluslara karşı teorik pratik görevlerimizin bilinciyle komünizme kadar tüm uğrakları da dikkate alarak devrimci savaşı sürdüreceğiz. Bu noktada taktiklerin stratejiyi, araçların amaçları yememesi için komünist ufkumuzu daraltmadan somut güncel politik mücadelelerde yoğunlaşmalıyız. Bunun için ideolojik sağlamlık kadar pratik kararlılık ve andaki tüm yaşam gözeneklerinde güncel gelişmelerin somut öznesi olunarak ilerlenebilir. Kendiliğindencilik batağını kurutmak için artık karşı- devrime dolaylı Salvo atışlarıyla değil doğrudan silah- kurşun olarak akmalıyız. Sınıf mücadelesinin tüm alanlarında düzen sınırlarını aşan radikal devrimci çizgi ve militanlığın göstergesi, mazluma ilişkin görevlerimizin ne kadar yerine getirildiğiyle doğru orantılıdır. Kobane’de DAİŞ(IŞİD) terörünün vahşetinin arkasında doğrudan emperyalist dünya sistemi ve onun birer bileşeni olarak da tüm emperyalistler, komprador kapitalistler, faşistler ve her türlü gericilik vardır. Bu yönüyle Kobane’ de Türk devletini mi arıyorsunuz, IŞİD’ in içerisindedir o. ABD ve AB emperyalistlerini mi arıyorsunuz, IŞİD’in içerisindedir onlar. Suudi Arabistan, Katar vs bilcümle IŞİD vahşetinin birinci dereceden yataklık eden kaynaklarıdır ve tamamı bizzat içerisindedir. Emperyalistler, ılımlı İslam’la başaramadıklarını şimdi radikal Sünni- İslam’la halletmeye çalışıyor. İdeolojik politik olarak düzeniçi- reformist-leştiremediklerini şiddetle, yok

etme- bastırma ve hizaya getirme tasfiyeci saldırılarını devreye sokarak amaçlarına ulaşmak istiyor. Bu anlamda bizzat kendilerinin yarattığı canavarı şimdi sözde yok etmek istiyorlar. Ve hiç şıracının şahidinin bozacı olduğunu- olabileceğini tasavvur edebilir misiniz? Kobane’de DAİŞ(IŞİD) terörü ve vahşeti karşısında Maoist komünistlerin tüm enerjisiyle Kobane halkı başta olmak üzere ezilen ve sömürülenlerin saflarında yer alarak durmaksızın devrimci savaşı taşıması gerekmektedir. Maoist hareketimizin 5. Genel Sekreteri Cafer Cangöz yoldaş bir anısını anlatırken Amed’de yoksul bir Kürt yurtseveri “Şu duvarlara bakıyorum da bir tane Kürtçe sloganınız yok, o halde ben niye size destek vereyim ki” diyerek bir gerçeğe işaret etmiştir. O halde içerisinden geçtiğimiz şimdiki koşullar ve gelişmeler karşısında tüm yoldaşlarımız, savaşçı ve militanlarımız, taraftar ve sempatizanlarımızın Kobane için seferber olması gerekiyor. Asla unutulmamalıdır ki ezilen ve sömürülen, işgal ve ilhaka maruz kalan, dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğratılan Kürt ulusu ve Kürdistan gerçekliği, her bir Maoist komünistin görevlerine daha fazla sahip çıkması gerçeğini ve gerekliliğini ertelemeksizin koşulluyor. Kürdistan mazlumu olduğumuzu asla bilinçlerimizde silikleştirmeden pratik görevlerimize sahip çıkalım. Kurucu komünist önder Kaypakkaya’yla daha köklü, doğru ve bilimsel temellere oturan genetik kodlarımızla Maoist hareketimiz Kobane halk kitlelerinin lafta değil özde ve içerikte, salt destekçi pozisyonunda değil teorik ve eylemsel olarak doğrudan içerisinde, pasif ve izleyici değil bizzat aktif ve savaşın öznesi olarak pratikte yanında kol kolaomuz omuza olduğumuzu açıkça beyan etmektedir. Bu beyanı yerine getirmek için seferber olalım. Bunun için yeterli düzeyde doğru ve bilimsel tarihsel tecrübeye, Marksist- Leninist- Maoist ideolojik politik yönelime sahibiz. Kobane’deki DAİŞ(IŞİD) özgülünde gerçekleşen haksız ve kirli savaşa karşı Kobane halkının son derece haklı- meşru- ilerici ve demokratik direnişi ve savaşına bizzat mazlumun savaş siperlerinde yer alarak katılalım. Sonra değil şimdi, bakarız- olabilir değil hemen seferber olup harekete geçerek, uzağında değil bizzat fiiliyatta yan yanaomuz omuza savaşarak Kobaneleşelim. Emperyalizme, komprador kapitalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı Kobane halkının çığlığına ses verip devrimci savaşı yükseltelim. Kısa bir süre önce yaşanan savaş kazasında şehit düşen Derman yoldaşın bıraktığı mirasa Kobaneleşerek cevap olalım. O halde durmaksızın harekete geçelim ve gereklerini yerine getirmek için görevlerimize sarılarak savaşalım.


06

güncel haber

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

Urfa Suruç’ta Kobane için direniş Urfa’nın Suruç ilçesinde Rojava sınırını korumak için nöbet eylemine devam eden halka askerlerin ve polislerin saldırıları artarak devam ediyor. Halk günlerce süren nöbet eylemlerinin ardından 160 km’lik alana yayılarak başlattığı eylemlerde Kobane’deki direnişe sahip çıkmak için sınırı geçerek Kobane merkezine ulaştı. Direnişi büyüten halkı YPG savaşçıları karşıladı Demokratik Bölgeler Partisi (DBP)’nin, 19 Eylül günü Kobanê’deki IŞİD saldırılarına karşı koymak ve Kobane direnişine sahip çıkmak için tüm ilçe ve il örgütleriyle halkı Suruç’a çağırmasının ardından çadır eylemlerinin ilk adımı atıldı. IŞİD çetelerinin saldırısı altındaki Kobanê halkının verdiği direnişi büyütmek için Kobanê’ye sınır olan Kuzey Kürdistan’ın çeşitli il ve ilçelerinden Urfa’nın Suruç ilçesine giden binlerce kişi, protesto eylemlerine başladı. Çağrılar üzerine İstanbul başta olmak üzere çeşitli illerden Kobane’ye destek için Urfa’nın Suruç ilçesine gitmek isteyen halk, polis baskıları ve engellemeleriyle karşılaştı. İstanbul’da Kadıköy’den Suruç’a gidişleri engellemeye çalışan polisin baskısına karşın halk, İstanbul’un çeşitli semtlerinde toplanarak Suruç’a gitmek üzere yola çıktı. DBP ve HDP il, ilçe ve belde yöneticileri de sınıra giderek halkla birlikte eylemleri başlattı.

Suruç’ta nöbet eylemi yapan halka saldırı 20 Eylül’de Urfa’nın Suruç ilçesinde sınırda savaşmak için Kobanê’ye geri dönmek isteyen Rojavalıların geçişine izin vermeyen asker ve polisler, sınırda nöbet eylemine devam eden halka saldırdı. Sınırı tutan kitlenin taşlarla karşılık verdiği çatışmalarda çok sayıda kişi yaralandı. Kobanê’ye yönelik saldırıların ardından yapılan seferberlik çağrısı üzerine Suruç Edmanik Köyü’ne açılan çadırlarda geceyi geçiren kitle sabahı, “Bijî berxwedana YPG’ê” , “Bijî serok Apo” sloganlarıyla karşıladı. Aynı gün sabah saatlerinde sınıra sevk edilen yüzlerce asker, Kobanê halkının geçiş yaptığı noktaya yığınak yaparak halkın geri çekilmesi yönünde anons yaptı. Sınırın diğer tarafında bekleyen Rojavalıların geçişlerini sağlamak için Türkiye tarafında bulunan kitlenin geri çekilmesini bahane eden askerler, kitleye gaz bombalarıyla saldırdı. Saldırıdan sınırın iki yakasında bulunan halk da etkilenirken, yüzlerce askerin gaz bombalarıyla saldırısı devam etti. Saldırıya karşı halk kendini taşlarla savundu. Kobanê tarafında kalan halk ise sloganlar, zılgıtlar ve alkışlarla askerlerin saldırısını protesto etti. Tarlaların içinde ve Edmanik

Köyü’nde geniş bir alana yayılan çatışmalarda askerlerin halka hedef gözeterek ateş açması dikkati çekti. Askerlerin saldırısında Edmanik Köyü’nden çok sayıda ev de hasar gördü.

2’si ağır çok sayıda yaralı var IŞİD saldırılarından önce Kobanê’nin boşaltılması temelinde bir politika izleyen askerlerin 20 Eylül’de ise sadece Kobanê’den gelenlerin geçişine izin verileceğini belirtmesine karşın, 19 Eylül’de ailelerini Pirsûs’a geçirdikten sonra 20 Eylül’de geri dönmek isteyen gençlerin dönüşüne ise izin vermeyen askerler halk tarafından protesto edildi. Saldırı sırasında HDP Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Saldırılarda birisi ensesinden aldığı gaz kapsülüyle olmak üzere en az 2’si ağır çok sayıda kişi yaralandı. Yaralılar ambulanslarla hastanelere sevk edilirken, çatışmalar şiddetlenerek devam etti. Urfa merkez ve ilçelerden de çok sayıda çevik kuvvet polisi Pirsûs’a sevk edildi.

‘Sınırda insan zinciri oluşturalım’ Sınırda bekleyişini sürdüren halk, askerlerin saldırısıyla açıkça IŞİD’e destek verildiğini belirterek IŞİD’in Kobanê’yi kuşatma girişimine karşı Kobanê’yi sahiplenmek için mücadele çağrısı yaptı. Eylemlere devam eden halk kentlerde eylemlerin etkili olabileceğini ancak şu anda önemli olanın sınırda insan zinciri oluşturmak olduğunu belirterek halkı bu eylemlere katılmaya çağırdı. Asker ve polisin saldırısı ve çatışmalar gün boyunca devam etti.

Kobanê sınırında halka gerçek mermilerle ateş açıldı

Kobanê sınırında Türk askerler tarafından kaldırılan çadırların bulunduğu alanda toplanan halka askerler ve polisler, 21 Eylül’de gaz bombalarıyla yeniden saldırdı. Saldırı sırasında halka gerçek mermilerle ateş açılırken, TOMA ve panzerlerin saldırılarına karşı halk kendini taşlar ve havai fişeklerle savundu. Gün boyu süren saldırılarda 30’u ağır olmak üzere 100’e yakın kişi çeşitli yerlerinden yaralandı. Gaz bombasının kapsülü ve kokusundan etkilenen 30 kişi, Urfa’da çeşitli hastanelere kaldırılırken, geriye kalan yaralılar ise Suruç Devlet Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Polis saldırılar sırasında özellikle basın emekçilerini hedef alırken, çekim yapmalarını engellemeye çalıştı. Polis saldırısında ayağına gaz bombası kapsülü isabet eden Turabi Kişin adlı kişi yaralandı.

Kadıköy ve Taksim’den Kobane’deki direnişi büyütme çağrısı 21 Eylül’de Kobane’deki IŞİD saldırılarına dikkat çekmek için Kadıköy ve Taksim’de yürüyüşler düzenlenerek Kobane halkının direnişi selamlandı. Kobane’ye yönelik IŞİD saldırılarını protesto etmek için Taksim Tünel’de bir araya gelen kitlenin yürüyüşü polis tarafından barikatlar kurularak engellenmeye çalışıldı. Binlerce kişinin toplanmasıyla birlikte polis barikatları geriye çekti. HDP ve HDK’nin çağrısıyla yapılan yürüyüşün ardından Galatasaray Lisesi önünde yapılan basın açıklamasında IŞİD çetelerine karşı savaşan Kobane halkının direnişi selamlanarak AKP iktidarının IŞİD’e verdiği destek teşhir edildi. Yapılan eyleme devrimci demokratik kurumlar da destek verdi.

Aynı gün akşam saatlerinde Kadıköy’de yapılan eylemde HDK Kadıköy Gençlik Meclisi’nin çağrısıyla Boğa Heykeli önünde bir araya gelen devrimci demokratik kurumlar, Kobane’ye yönelik IŞİD saldırılarını protesto eden bir yürüyüş gerçekleştirdi. Kadıköy Boğa Heykeli civarını ablukaya alan polis kitle üzerinde baskı kurarak eyleme katılımı engellemeye çalıştı. “Diren Kobane Kadıköy seninle” , “Kobane’de düşene dövüşene bin selam”, “Biji YPG/YPJ” sloganlarının atıldığı yürüyüş sırasında YPG bayrakları, Öcalan posterleri ile çeşitli devrimci demokratik kurumların flamaları taşındı. Bahariye Caddesi’nden Caferağa Mahallesi’ne yürüyen kitle, yeniden Boğa Heykeli’nde bir araya geldi. Heykel önünde yapılan basın açıklamasında IŞİD saldırılarına karşı Kobane’deki direnişe vurgu yapılarak mücadeleyi büyütme çağrısı yapıldı. İstanbul’un yanı sıra Adana, Mersin, Hatay, Amed başta olmak üzere çok sayıda ilde sokaklara çıkan kitleler, IŞİD’in Kobane’ye yönelik saldırılarını protesto ederek AKP iktidarının IŞİD’e verdiği desteği teşhir etti.

Kürt halkı 160 km’lik alanda nöbete başladı IŞİD’e desteğiyle kamuoyunda iyice teşhir olan faşist Türk devletinin sınırdan çeteleri geçirdiği haberlerinin basına yansımasının ardından Urfa Suruç’ta nöbet eylemine devam eden halk, 23 Eylül’de eylemlerini 160 km’lik alana yayarak genişletme kararı aldı. Faşist T. C. ordusunun baskısına karşın bölgeyi terk etmeyen kitle, eylemlerini Etmanik Köyü’ndeki direniş çadırından Dewşan Köyü’ne taşıdı. Eylemciler faşist Türk devletinin sınırdan tren, otobüs ve araçlarla IŞİD çetelerine geçirdiği haberlerinin ardın-


1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

07

sürüyor dan 160 km’lik alanda nöbet eylemini genişleterek Urfa-Kobane sınır hattındaki araziye yayıldı. Eylemlerin genişletilmesi kararının ardından binlerce kişi sınır hattına dağıldı. Dewşan Köyü’nde eylemlerine devam eden halka polis ve askerler saldırırken, kitlenin etrafını ablukaya alarak direnişi sürdüren halkı, “Hepinizi geberteceğiz, askerler size vur emri veriyorum” sözleriyle tehdit etti. Seyir halindeki araçlara da gaz bombası atan polis ve askerler çok sayıda kişinin yaralanmasına neden oldu. Saldırılar ve çatışmalar gece geç saatlere kadar devam etti. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP)’nin çağrısıyla Kuzey Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinden Suruç Merkeze gelen yüzlerce kişi araçlarla Kobanê’ye doğru yola çıktı.

Binlerce kişi Kobane’ye ulaştı Sancaktepe HDP binasından Urfa’nın Suruç ilçesi sınır köyüne gitmek için hareket etmek isteyen kitle, 26 Eylül’de polis tarafından engellendi. Kitlenin bulunduğu araç Sarıgazi Festival alanında bağlandı. Ardından halk parça parça Mehmetçik Vakfı’na gidip, diğer yerlerden gelen kitleyle birleşerek Suruç’a hareket etti. Kitlenin bulunduğu araç Suruç ilçesi girişinde özel harekat polisleri tarafından durdurularak arama yapıldı. Suruç merkezde bir araya gelen halk, HDP konvoyunu coşkulu bir şekilde karşıladı. Bedxê Köyü’ne gelindiğinde ise sınır hattında çatışmalar yoğunlaşırken, gece boyunca devam eden çatışmalar yoğunlaşarak devam etti.

Kadınlar direnişte en önde IŞİD saldırılarına karşı Kobanê’ye sahip çıkmak için binlerce kişinin sınır hattında yaptığı eylemler devam etti. 25 Eylül gecesini sınırda geçiren binlerce kişi, 26 Eylül günü sabah saatlerinde yaklaşık 3 kilometrelik sınır boyunda insan zinciri oluşturdu. Kadınlar sınır eyleminde ve direniş nöbetlerine öncülük ederken, sınır hattında nöbet noktaları oluşturdu. IŞİD çetelerinin geçişini engellemek için gözcülük yapan kadınlar, ellerindeki dürbünle uzak mesafelerdeki hareketliliği izledi.

IŞİD saldırıları ve çatışmalar üç cephede devam ediyor Kobanê’de 3 cephede çatışmaların şiddetlenmesi üzerine sınırda insan zinciri oluşturan halk, 30 km’lik alandan Mürşitpınar Sınır Kapısı’na

yöneldi. Sınırın öbür yakasında Kobanê’de ise, IŞİD çetelerinin 25 Eylül gecesiyle birlikte üç cephede ağır saldırılara başladı. Şiddetli çatışmalar devam ederken, IŞİD çeteleri top ve mermilerle sınır hattında bulunan direniş nöbetlerini de hedef aldı. Suruç’un Siwêdê ve Mirana Köylerine ise havan ve top atışı yapıldı. Mürşitpınar Sınır Kapısı’na yönelen binlerce kişi, sınırı geçerek Kobane’ye yöneldi. Kobane ilçe merkezine ulaşan kitleyi YPG gerillaları coşkulu bir şekilde karşıladı. Kobanê’deki çatışmaların 26 Eylül’de şiddetlenmesi üzerine sınır tellerini kaldırarak Rojava’ya geçen eylemciler, aynı gün akşam saatlerinde geri dönerek gece boyunca eylemlerine devam etti. Kobanê’de çatışmaların yer yer şiddetlenmesi üzerine sınırın sıfır noktasındaki Kobane’ye bağlı Siwêdê Köyü’ne giden kitle, çete saldırısıyla birlikte askerlerin boşalttığı mevzilere yerleşerek slogan ve zılgıtlar eşliğinde YPG/YPJ savaşçılarına destek oldu.

Çeteler halka ateş açtı YPG savaşçılarının düzenlediği kapsamlı saldırı sonucu ağır darbe alan IŞİD çetelerinin, çatışma bölgesinden araçlarla ölü ve yaralılarını uzaklaştırmaya çalıştığı gözlenirken, çeteler aldığı ağır darbenin ardından Siwêdê Köyü’ndeki halka ağır silahlarla üç kez ateş açtı. Jandarma araçlarının bulunduğu tepeye de çeteler tarafından onlarca mermi isabet etmesine karşın, askerlerin hiçbir karşılık vermemesi dikkat çekti. Akşam saatlerinde Zorava Tepesi’nde YPG ve IŞID çeteleri arasında yaşanan çatışmalar şiddetlenirken kitle, gece de askerlerden boşalan mevzileri terk etmedi. Gece boyunca ağır silahların kullanıldığı çatışma sırasında “Bijî berxwedana YPG” , “Bijî berxwedana Kobanê” sloganları atarak YPG’li savaşçılara destek veren halka çeteler yeniden ateş açtı. IŞİD çeteleri Suruç’un Dewşan Köyü’nde direniş nöbeti tutan halkın üzerine de havan topuyla ateş açarken, araçlar da saldırıda isabet aldı. Kobanê kentinin doğusunda kalan ve Suruç ilçesine bağlı Dewşen, Bedhê, Kop ve Elîzêr köylerinde de gece boyunca nöbet tutuldu. Sınırda beş kişilik gruplar halinde belli aralıklarla nöbet tutan halk sınıra giden yollarda da devriye nöbeti tuttu. Gazetemiz yayına hazırlandığı sırada halkın sınırdaki nöbet eylemleri devam ediyordu.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

ÖLÜMSÜZ GERİLLA TUGAY AKDEMİR YOLDAŞIN ANISINA

B

ir kez daha kelimelerin ağırlaştığı, yitiklerimizin kahredici sessizlikle bıraktığı hatıraların dayanılmaz yükü altındayız… Bir kez daha dilin yıkıcı öfkeye tutulduğu… gözlerin hüznün derinliğine gömüldüğü andayız! Yeminde, isyanda ve devrim uğruna savaştayız!… Bir adım ileride… elimiz tetikte… bazen pusuda, bazen baskındayız!... Vakitsiz düştü çoğumuz… Lakin kalmadı kanamamış yürek yerimiz özgürlük için ölümüne verdiğimiz kavgada! Gün düştü üstümüze. Islak ve çıplak… ve kor sıcak ve ölümcül karanlık… Doğacak aydınlık… etekleri buzul… Bağrı isyan… Zirvesinde zafer dağların… Bir kez bir kez daha yeterdi… kavga yerinde buluşmak... Göçüp gitmeden… son kez sarılmak… Ne hacet acıları deşmeye… daha işimiz var hüznü dindirmeye… Durmak yok… Kalkışma yerinde kalsa da genç bedenler… Vurulsak da vurulmasak da ölmekteyiz sabahın tanında… Çiğ düşmeden yeşile. Gün vurmadan toprağa… Işın çalmadan karanlığa… yırtmaktayız gecenin gizemli zulasını… Ve döşümüze saplıdır yağmurla silinmiş O genç kama… Sonsuz sızıyla uğurlamaktayız sonsuzluğa, tutunduğumuz yiğit yoldaşlarımızı… Sevdamızdan koparılırcasına boğuluyoruz karanlığın kasvetinde… Ölmekteyiz yoldaş… tutanağımız devrimin dosyasında yoldaşlara emanet!... *** Tarih 20 Eylül 2014, bir yıldız daha kaydı Dersim dağlarında! Bir gerilla daha düştü, gencecik yaşında! Adı Tugay Akdemir. Ölümü saygın… Dersim’de annesinin köyünde uğurlandı Amed’li gerilla… Lakin susmadı, susmayacak silahı… Yoldaşları düştüğü yerde, mevziler artık nöbette… Yaşamı köreltenlere inat, tatmadan terk edip gidiyor yaşamı O gencecik gerilla. Silahı omzunda gülerek bakıyor giderken… Yiğitçe, mertçe göçüyor bu dünyadan. Kimsenin kem laf etme şansı olmadan… o kadar mağrur, o kadar

temiz ve o kadar onurlu!... Hesapsız, hilesiz ve korkusuz… Sarılmadan yoldaşlarına, uğurlamaya bırakmadan, zamansız ve acele gitti genç gerilla… Devrimci başkaldırı ve komünist mücadelenin sadık yatağı gerilla siperlerinde bir kez daha yükseldi zifiri karanlığı yırtan O çığlık… Bir yıldız daha kaydı.. bir yıldız daha kaydı Dersim diyarından Amed’e!.. İsyanlara, direnişlere, zulümlere ve kıyımlara tanık olmuş Dersim’de düzenlendi tören. Şehirler nümayişe çıkarak uğurladı... Yemin etti hepsi… yoldaşları yemin etti o gün… Bugün Sosyalist Halk Savaşı mevzilerinden keskin bir mızrak daha fırladı göğe. Bir HKO gerillası silahının ihanetiyle düştü toprağın bağrına… Bir gerilla daha… Düşüşü savaş siperlerine çağrı, yoldaşlarına işaret fişeği... *** Adil olmayan dünyada ölüm de adil gelmedi yine… Biz kez daha hüzün tuttu Munzurlar… Yaşlı sakallarını döktü eteklerine. Yeşili mat oldu ormanların…Munzur akmaz oldu gece… Vadiler ıssız kaldı, uçurumlar geyiksiz… patikalar kimsesiz… Elleri damar damar ananın… çaydanlıkta kaldı çayı… O gece havlamadı köpekler,gideni yok.. .sahipsiz kaldı yıkık evler.. yoksul köyler… *** Karanlıktan korkmadık, ölümden asla! Yorulmak bilmedik… yolumuzu bildik… Uyumadık uykusu gecede…Nöbet tutuk, yoldaşlar korumamızda… İlerledik durmadık… devrim kararlı adımlarla yürümede… Canımızdan korkmadık… halka feda ettik… Sakınmadık gençliğimizi.. yaşamın güzeli çocukların olsun diye… Biz güneşin zaptına koşarken ölüm arkadan gelmiş kendi gibi kalleşçe… Bizlere talimattır silaha sarılman… artık emanetindir düştüğün yer… Ve Eylülde bıraktığın kavgan alaz alacaktır hazan tutmadan!...


08 emek haber

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

Vanlı depremzede işçiyle röportaj tük. Faruk Çelik’in bize söylediği şey ise Van’da mağduriyetin kalmadığıydı. Büyükşehir belediyesi yapmakla gözümüzü boyayamazlar ve o işsizliği, mağduriyeti gideremezler. Bize bin bir vaat sunuldu. ‘İşinize geri alınacaksınız’ denilerek kandırıldık. ‘Gidebilirsiniz gerekeni yapacağız’ dediler ve biz bu sözlere, vaatlere inandık. Ama hiçbir şekilde çözüm bulunmadığını gördük ve çözümü Ankara’ya yürümekte bulduk. Van’da sesimizi duyuramadığımız için Ankara’ya geldik. Arkamızda medya desteği yoktu bu yüzden sesimizi duyuramadık.

2011 Van depremi sonrası Toplum Yararına Çalışma Programı (TYÇP) kapsamında işe alınan ve geçtiğimiz Haziran ayında işten atılan Van Depremzede Türkiye İşçi Kurumu (İŞKUR) üyesi Nurcan Ürper, Van’dan Ankara’ya uzanan direniş sürecini gazetemize aktardı Van’da 90 günlük direnişin ardından beş günlük yürüyüşle Ankara’ya ulaşan depremzede işçiler, bütün engelleme çabalarına ve olumsuz hava koşullarına karşın direnişini sürdürüyor. Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda soğuk ve yağmurlu hava şartlarına karşın direnişi sürdüren depremzede işçilere karşı polisin saldırısı da devam ediyor. Parkta direnen işçilerin çadır kurmasını ve şemsiye açmasını engelleyen polisin tüm baskılarına karşın direneceğini söyleyen işçiler, soğuk hava koşullarına karşın gece de parkta bekleyişini sürdürüyor. Direnişteki işçilerden Van Büyükşehir Belediyesi İŞKUR işçisi Nurcan Ürper Van, Ankara’ya uzanan direniş sürecini gazetemize aktardı.

2011 Van depremi hayatınızı nasıl etkiledi, kısaca aktarır mısınız? Nurcan Ürper: 2011 yılında Van’da 7.2 büyüklüğünde bir deprem oldu. Bu depremde çocuğunu kaybeden, ailesini kaybeden, evini kaybeden oldu. Resmi devlet kaynaklarına göre 600 kaybımız var. Bu depremden iki ay geçtikten sonra halk, Van’ı hızla terk etmeye başladı. Van’da maddi durumu ve imkânı olmayanlar kaldık. Yıkılan binalar ve enkazlar olduğu gibi duruyor. Hiçbirine dönük herhangi bir çalışma yapılmıyor. Mağduriyetimiz hala devam ediyor.

Deprem sonrası işe alınma sürecinizi ve sonrasını aktarabilir misiniz? Nurcan Ürper: Deprem sonrası Toplum Yararına Çalışma Programı (TYÇP) adı altında Van İŞKUR bünyesinde 7 bin 286 işçi işe alındı. Bu işçiler deprem sonrası mağdur olan aileler-

Maden işçilerinin yürüyüşüne polis saldırdı

Direnişinizi Van’dan Ankara’ya taşıma sürecinizde ne yaşadınız ve taşıma amacınız nedir?

dendi. İŞKUR’da işe girerken 6 aylığına alındık. Ertesi yıl ise 8 ay ve bu yılda 9 aylığına işe alındık. 9 ay mevsimlik işçi gibi çalıştırılıp, 3 ayda çıkışımız verildi. Çalıştığımız süre zarfı içerisinde asgari ücrete tabiydik. Ciddi sıkıntılarımız ve mağduriyetimiz var. Çünkü işten atılan arkadaşlarımızın çoğu evli ve çocukları var. Öğrenci sayısı çok fazla ve çocuklarını okutamıyorlar. Aldığımız asgari ücretle çocuk mu okutalım, kömür mü alalım, kirayı mı ödeyelim? Kalıcı olsun asgari ücret olsun. Bizler ayağımızı yorganına göre uzatmayı biliriz.

İşten atılma nedeni olarak sizlere hangi gerekçeler sunuldu? Nurcan Ürper: Biz işe alınırken TYÇP adı altındaki projeyle Van İŞKUR bünyesinde işe alındık. 13 Haziran 2014’de ise çıkışlarımız verilirken bize gerekçe olarak TYÇP projesiyle alındığımız ve bu sürenin sona erdiği söylendi. Yapacak hiçbir şeyin olmadığı belirtilerek bundan sonra işe alınacak arkadaşların 6 aylık sürelerle işe alınacağı söylendi. Çalıştığımız süre zarfında sürekli yetkililerle ve bakanlarla görüşmeler yapıldı. Her seçime yaklaşıldığı dönemlerde, kadro alacağımız ve sözleşme yapacağımız söylendi. C4 kapsamına alınacaksınız diye ümitler verildi ve

Zonguldak’ın Ereğli ilçesine bağlı Kandilli beldesi Özel Hema Kömür İşletmesi’nden işten atılan işçiler için, Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) ve maden işçileri tarafından eylemler yapılırken, Aydın’da da işten atılan 138 işçi için yapılan eyleme polis saldırdı Ereğli Özel Hema Kömür İşletmesi’yle, Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) arasında yaşanan anlaşmazlık nede-

umut ışığı yakıldı. Verilen hiçbir söz tutulmadı ve 13 Haziran 2014’de işimize son verildi.

Direniş sürecinizi nasıl örgütlediniz bu süreci aktarabilir misiniz? Nurcan Ürper: İşten atıldıktan sonra Van Yararına Çalışma Derneğimizde işten atılan arkadaşlarımızla bir araya geldik. Ve Feqiye Teyran Parkı’nda oturma eylemimizi başlattık. Oturma eylemine başladığımız süre içerisinde yol kesme eylemleri yaptık. Valiliğe ve AKP il binasına yürümek istedik. Yaptığımız eylemlerde polis engeliyle karşılaştık. Her seferinde önümüz emniyet tarafından kesildi ve yürümemiz engellendi. 90 gün boyunca Van’da direnişimizi sürdürdük. Dört kişiden oluşan ekiple Ankara’ya geldik ve burada görüşmeler yaptık. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Van’a geleceğini öğrendik. AKP milletvekilleri gelip bizlerle görüştü ve olay çıkarmamamızı istedi. Bizi onlarla görüştüreceklerini söylediler. Biz de bununla ilgili bir metin hazırladık ve o metni götürdük. Başbakanla görüştürdüler ve hazırladığımız evrakı başbakana verdik. Bize ‘gereken neyse yapılacak’ denildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’le görüş-

niyle özel kömür işletmesi yönetimi üretimi durdurma kararı almış ve işçilerden 18’inin iş akitlerini feshetmişti. TTK ile özel maden ocağı yönetimi arasında yapılan görüşmelerden sonuç çıkmamış ve geçtiğimiz günlerde de 13 işçinin daha iş akitlerinin feshedileceği duyurulmuştu.

Yürüyüşe geçtiler Genel Maden İşçileri Sendikası Armutçuk Şubesi tarafından alınan eylem kararının ardından eylemler sabah vardiyasıyla başladı. Kuyu başında toplanan yaklaşık 300 işçi işten atılan işçi arkadaşlarının yeniden işe alınmasını sağlamak için sendika başkan ve yöneticileriyle yürüyüşe geçti. İşyerinden

Nurcan Ürper: Bin 600 arkadaşla 10 Eylül’de yola çıktık. Yola çıktıktan sonra Van’ın Edremit ilçesinde polis engeliyle karşılaştık. Polisin saldırısına maruz kaldık. Otuza yakın arkadaşımız biber gazından ve cop darbelerinden yaralandı. Saldırı sonrası dağlardan ve patikalardan yürüyerek Van sınırını geçtik. Belli bir yerde toplanınca sayımız yüz elliye düştü. Yolumuza devam ederken il ve ilçelerde polis saldırısıyla karşılaştık, gitmemiz engellendi. Malatya’ya kadar yol güzergâhında fenalaşan arkadaşlarımız oldu. Muş’a kadar 15 işçi kadın arkadaşım bana eşlik etti ama yolda fenalaşınca geri dönmek zorunda kaldı. Ayak ağrısı çektik ve aç kaldık, taziye evlerinde ve camilerde konakladık. 406 km yol yürüdük. Sonra kamyon ve TIR kasalarında yolculuk yapmak zorunda kaldık. Beş gün beş gece yürüdükten sonra Ankara’ya ulaştık. Sonuçta bir emekçi kadın da bir işçi kadın da bunu yapabilir. Her şeyi erkeklerden beklemeyelim. Çünkü erkekler de yapabilir ama kadınlar daha iyi yapabilir. Bir kadın ‘şunu yapamaz bunu yapamaz’ diyorlar ama bence bu yanlış. Ben bir kadın olarak bunların hepsinin üstesinden geldim. Umarım işçi kadın arkadaşlarımız da bu bilincin farkına varır. Onlar da davalarına, özgür yaşantılarına sahip çıkabilir. Özgürce yaşamak isteyenler de benim yaptığımı yapabilir, bu çok zor değil yeter ki kendilerine güvensinler.

başlayan yürüyüş esnasında Jandarma ekipleri geniş güvenlik önlemi alındı. Kandilli Yol Ayrımı mevkiinde jandarma robocoplarının da beklediği alanda, jandarma ekipleri ile sendika yöneticileri arasında yapılan görüşmeler sonrasında tek şeridi kapanan yolda yürüme kararı alındı. Yürüyüş nedeniyle Zonguldak-İstanbul Karayolu’nun Ereğli yönü ulaşıma kapatıldı. Yürüyüş sırasında işçiler, “Ankara Ankara duy sesimizi, bu gelen madencinin ayak sesleri” sloganını attı.

Eylemler devam edecek Yürüyüş öncesinde basın emekçilerinin sorularını yanıtlayan Genel Maden İşçileri Sendikası Armutçuk Şube Başkanı


emek haber

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

09

Öğretmenler alanlara indi Ülkenin dört bir yanında alanlara çıkan kamu emekçileri, kamusal, bilimsel, demokratik, laik, anadilde eğitim hakkı, kadrolu çalışma, güvenceli gelecek, zorunlu rotasyonlar, aday öğretmenlere sözlü sınav dayatmasından vazgeçilmesi, baskılara, sürgünlere, soruşturmalara dur diyebilmek için eylemdeydi Ülke genelinde yapılan eylemler sırasında, “Parasız bilimsel demokratik eğitim” , “Gerici, ırkçı eğitime hayır” , “Zorunlu rotasyon istemiyoruz” , “Çocuk gelinler istemiyoruz” , “Kadrolu iş güvenceli gelecek” sloganları atıldı. Ankara’da yapılan basın açıklamasında Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca, eğitimin günden güne sorunları artırdığını ve hiçbir sorunlarının çözümüne ilişkin tek bir adımın dahi atılmadığını belirtti. Karaca konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Ortadoğu’nun IŞİD gibi çetelerce gerçekleştirilen katliamlarla kan gölüne çevrildiği, Türkiye’yi yönetenlerin iç ve dış politikadaki tutumlarından dolayı sorunların ağırlaştığı, eğitim alanında çok yönlü saldırıların ve dayatmaların hat safhada olduğu bir dönemde sesimizi duyurmak ve sorunlarımıza kalıcı çözümler üretilmesi için bir kez daha alanlardayız. Toplumun farklı kesimlerinin giderek artan ve acil çözüm bekleyen sorunları sürekli geri plana itilirken, eğitim sistemi üzerinden tüm toplum iktidarın siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirilmek istenmektedir. Eğitimde ve yükseköğretim alanında bugüne kadar yapılan bütün yasal düzenlemeler, hayata geçirilen fiili uygulamalar sadece eğitim sistemini değil, çocuklarımızın, velilerimizin ve

İsa Mutlu, Zonguldak’ taki eylemin sonuç alınıncaya kadar devam edeceğini söyledi. Mutlu açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Sorunumuz belli. Burada işveren ile Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) arasındaki sorundan dolayı işveren sürekli olarak işçilerimizi işten atmakla ve işçileri tasfiye edeceğini söyleyerek tehdit etmesiyle birlikte bu süreç başladı. Biz o günden bugüne kadar işçi arkadaşlarımızın işten atılması durumunda eylem yapacağımızı hep kamuoyuyla paylaştık. Nihayetinde 16 arkadaşımıza ayın 16’ sı itibarıyla iş akitlerinin feshedildiği bildirildi. 13 arkadaşımızın da iş akitlerinin feshedileceği tarafımıza duyurulmasından itibaren Cuma günü yaptığımız basın açıklamasından sonra işçi arkadaşları-

bütün toplumun geleceğini ipotek altına almaktadır. Yıllardır eğitim sistemine yönelik olarak atılan her adım, yapılan her yasal düzenleme ve fiili uygulama, okulöncesinden yükseköğretime kadar eğitimin bütün kademelerinde piyasalaştırma ve ticarileştirme uygulamalarını arttırmış, kamu kaynakları özel okullara aktarılırken, devlet okulları kendi kaderine terk edilmiştir.” Eğitimde yıllardır çözülmeyen ekonomik yetersizliklerin giderilmesi yerine özel sektöre peşkeş çekilmesi, zoraki imam hatip uygulamalarıyla toplumda kutuplaşma ve ayrışmalara zemin hazırlanması, 4+4+4 dayatması gibi bitmek tükenmek bilmeyen sorunlarla işçi ve emekçilerin geleceği karartılmaktadır.

İktidarın bir sonraki hedefi karma eğitimi ortadan kaldırmaktır

mızla beraber bugün eylem başlatma kararı aldık. Bu eylemde en isabetli şeklinin buradan Zonguldak’a kadar yürüyerek ve Valilik önünde oturma eylemi yaparak ses getirmeyi planlıyoruz. Biz kimseye bizi zorla çalıştır demiyoruz. Burada çalışılacaksa iş huzuru ve barışı içerisinde hep beraber çalışmak istiyoruz. Çalıştırılmayacaksa da devlet burayı devralır ya da başka bir çözüm bulur. Devlet yetkilileri nasıl bir çözüm bulursa bulsun. Ama biz artık her gün işten atılacağız korkusuyla yer altında çalışmak istemiyoruz. Zonguldak’taki eylemimiz, işten atılmaların son bulacağına dair devlet yetkililerimizin söz verilene kadar, işten atılan arkadaşlarımız geri alınana kadar sorunun netleştiği kararını alma-

Ülkenin her yerinde imam hatip okullarına yeterli talep olmamasına karşın normal ortaokullar içinde imam hatip sınıfları açılmış, bazı okullar tel örgü ve duvarlarla bölünerek öğrenciler mağdur edilmiştir. Doğrudan inanç istismarı şeklinde gündeme getirilen her lisede ibadethane (mescit) açılmasının zorunlu hale getirilmesi ve son olarak kılık kıyafet yönetmeliğinde yapılan değişiklikle bütün okullarda başörtüsünün serbest bırakılması, okullarda velileri ve öğrencileri karşı karşıya getirecek uygulamalar olarak dikkat çekmektedir. İktidarın bir sonraki hedefi, karma eğitimi tamamen ortadan kaldırmaktır. Yıllardır toplumda yaratılan kutuplaşmanın bir benzeri okullarda, hatta sınıflarda yaratılmaya çalışılmaktadır. AKP iktidarı, her alanda olduğu gibi, eğitim alanındaki siyasal hedeflerine ulaşmak

için halkın dini duygularını istismar et-

dan dönmeyeceğiz.”

Şube Başkanı Süleyman Girgin, burada yaptığı açıklamada, “İşçiler Torba Yasa’yla daha iyi haklara sahip olmayı beklerken, patronlar yükümlülüklerinin ağırlaştığını belirtip ocakları kapattı. İşçiler mağdur oldu. Yanlıştan bir an önce dönülmesini bekliyoruz” dedi. Açıklamanın ardından işçiler, İŞKUR Aydın İl Müdürlüğü’ne yürüdü. Yaklaşık 5 kilometre yürüyen işçiler Yeni Dörtyol Kavşağı’na ulaştıklarında, burada polis saldırısıyla karşılaştı. Biber gazından etkilenen işçilerden biri fenalaşarak ambulansla Aydın Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. İşçiler saldırıyı Yeni Dörtyol Kavşağı’nda oturma eylemi yaparak protesto etti. Çevrede bulunan halk da polis saldırısına tepki gösterdi.

Aydın’da işçilere polis saldırdı Aydın’da, Atay Holding’e ait kömür işletmesinin 138 işçinin işine son verip ocağı kapatma kararı alması üzerine, Aydın merkeze yürümek isteyen maden işçilerine polis saldırdı. Aydın’da Atay Holding’e ait özel kömür işletmesi, Torba Yasa’dan sonra maliyetlerin artmasını gerekçe göstererek ocağı kapattığını açıkladı. 247 işçisi bulunan işletmede 138 işçi işten atıldı ve kalan işçilerin de kasım ayı sonunda işine son verileceği duyuruldu. İşten atılan işçiler Aydın-Muğla Karayolu’nda bulunan Atay Holding’in önünde toplandı. Maden-İş Sendikası Yatağan

mekten çekinmemektedir. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, bu yıl da anadilde eğitim hakkı talepleri yok sayılmış, anadilinde eğitim almak isteyen çocuklar ve aileleri yine karşılarında devletin kolluk güçlerini bulmuşlardır. Eğitimde ayrımcı ve dayatmacı olmayan, farklı kimliklerin, dillerin ve inançların yok sayılmadığı bir eğitim sistemi için herkesin anadilde eğitim alma hakkına saygı gösterilmesi gerektiği açıktır. Kamu emekçileri yaşanan bu baskılara karşı sözünü söylemek için alanlara inmiştir. Ve tek tipleştirme politikalarına karşı direnecektir.


10 Mevsimlik işçilerle röportaj kadın röportaj

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

Mevsimlik işlerde çalışan tarım emekçisi kadınlarla yaşadığı sorunlarla ilgili Halkın Günlüğü Gazetesi olarak bir röportaj gerçekleştirdik Her yıl, Karadeniz’e, Çukurova’ya, Ege’ye ve Akdeniz’e hasat dönemlerinde gelen tarım emekçisi işçilerin mevsimlik iş için geldiği, yerlerden bir tanesi de Antalya’ya bağlı Elmalı’nın Akçay Mahallesiydi. Meyveciliğin yoğun olarak yapıldığı Akçay’a elma toplamak için gelen işçiler, yaşadığı zorlukları ifade ederken yaşama bağlılıkları ve pratikleriyle bir o kadar önemli bir yerde durmaktadır. Demokratik Haklar Federasyonu faaliyetçisi de çalışmalara katılarak tarım emekçisi kadınlarla verimli sohbetler gerçekleştirdi. Çalışırken zamanın kısıtlı ve dar olmasından kaynaklı akşam evlerine misafir olunarak yaşanan sorunlar dile getirildi. Gonca, Birgül ve 14 yaşındaki Turgay’la yaptığımız röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz. Öncelikle kendinizi biraz tanıtarak buraya geliş nedeninizi ve sürecinizi anlatabilir misiniz? Gonca:18 yaşındayım, Aydın’dan geliyorum. Evli ve dört aylık hamileyim. Eşimle ekonomik koşullarımız nedeniyle çalışmak için geldik. Buraya gelmeden öncede Alaşehir’de üzüm toplamaya gitmiştik. Evlenmeden önce de çileğe, portakala gidiyordum. Binnaz: 49 yaşındayım. 35 yaşımda eşimden ayrıldım, kısacası eşim bizi terk etti. Üç çocuğum var. Üçü de benim yanımda ve hep beraber çalışıyoruz. Biz de, Aydın’dan geliyoruz. Yaşımdan dolayı yapamadığım işler oluyor ama mecburum çalışmak zorundayım. Turgay:14 yaşındayım. Annem, babam buraya çalışmaya geldi. Ben de onlarla beraber çalışıyorum. Maddi durumumuz iyi olmadığı için buraya geldik. Buraya gelmeden önce de üzüm toplamaya gitmiştik. Okula gidiyorum ama geçen yıl devamsızlıktan kaldım. Buraya çalışmak için geldiğiniz ilk günlerde ne gibi sorunlarla karşılaştınız? Gonca: Kalacağımız yeri dayı başı ayarlamıştı ama kaldığımız yerde su yok. Suyu 2 km uzaktan getiriyoruz. Yürüyerek, yoldan geçen kimse de bizi almıyor. Bakkal da çok uzak, ihtiyaçlarımızı karşılayamıyoruz. Sağlıksız ortamlarda yaşamımızı devam ettiriyoruz. Binnaz: Dayı başı bizi getirdi ama bizi dinlemiyor. Suyumuzu 2 km uzaklıktaki köy mezarlığının çeşmesinden getirmek zorunda kalıyoruz. Ayrıca gittiğimiz her yerde ilk sordukları ırkımız, mezhebimiz oluyor. Hatta burada da Çingene olduğumuz için bizi çalıştırmak istemeyen in-

sanlarla karşılaştık. Gonca hamile olduğunu söylüyorsun, çalışırken hangi zorluklarla karşılaşıyorsun? Gonca: Evet, dört aylık hamileyim ama çalışmaya da mecburum. En çok ağacın yüksek dalına uzanırken ve ağır olan kovaları kaldırırken zorlanıyorum. Tüccara çalıştığımız için dayı başı da çok acımasız davranıyor. Bazen çalışırken rahatsızlanıyorum ama dinlenmek yasak olduğu

için oturamıyorum. Sizden önce gelip (yerli de olabilir) çalışmaya başlamış işçilerin size karşı davranışları nasıldı? Gonca: Bizi Çingene olduğumuz için çok fazla yanımıza gelmiyorlar. Bize yaklaşımları bu. Binnaz: Çingene ve Alevi olmamız nedeniyle bizi önemsemiyorlar. Farklı illerden gelmiş işçilerle de beraber çalışıyoruz. Hatta çalışmaya gittiğimiz bir tarlada

bardaklarından su içtiğimiz için azarlandık. Bunun dışında bizimle oturup sohbet edenler de oluyor. Şimdiki çalışma koşullarınız ve erkeklere göre aldığınız ücret oranı arasında fark var mı? Gonca: Hamile olduğum için biraz zorlanıyorum, erkeklerle aynı ücret verilecekmiş ama dayı başı bizim emeğimiz üzerinden de para kesiyor. Hem tüccardan hem de bizden. Dayı başı üzümde de bizim üzerimizden aynı şekilde para kesiyor. Binnaz: Sabah yedi buçukta tarlada oluyoruz akşam beş buçuğa kadar çalışıyoruz. Turgay: Bileklerim kovaları taşırken çok ağrıyor, elma toplarken merdivenden düştüm. On dakika oturduğum için tüccar o günkü ücretimi keseceğini ifade etti. Ağır yük kaldırmaktan dolayı da bedenim ağrıyor. Kadın olmanızdan kaynaklı karşılaştığınız sorunlar nelerdir? Gonca: Evlilik büyük bir sorumluluk istiyor. Tarlada beraber çalışıyoruz, eve gelince de biz kadınların işi daha bitmemiş oluyor. Yemek yapıyoruz, tenekelerde su ısıtıp bulaşık, çamaşır yıkıyoruz. Kısacası evde de çalışmaya devam ediyoruz. Binnaz: Çok fazla sorunla karşılaştım. 35 yaşında eşim bizi terk etti ama ben yaşam savaşı içine girdim. İş bulamadım, çöp topladım. Bize en yakın kurumlara gittik, iş istedik ama vermediler. Çingene olmamız nedeniyle çok dışlandık ve haklarımız hep gasp edildi. Naylon ve bez evlerde çok kaldık. Ekonomik olarak durumumuz iyi olsaydı kilometrelerce yol kat edip buralara gelmezdik. Elmadan sonra nereye gideceksiniz? Gonca: Daha neresi olduğu tam kesin değil ama portakal toplamaya gideceğiz. Binnaz: Portakal toplamaya gideceğiz. Yaşadığımız coğrafyada siz de biliyorsunuz ki yaşananlar çok çabuk unutuluyor. Günde resmi rakamlara göre dört kadın öldürülüyor, kadın katliamlarında son dönemlerde özellikle hızlı bir artış olduğu biliniyor. Öte yandan işçi katliamları sonucunda birçok insan yaşamını yitiriyor, patronların kar hırsı yüzünden birçok insanımız sefalet koşullarında yaşamaya mecbur bırakılıyor ve bunlara karşı duranlar sokak ortasında öldürülüyor, coplanıyor, dövülüyor. Bunlara ilişkin neler söylemek istersiniz? Binnaz: Mesela biz ağaçtan düşsek herhangi bir sağlık güvencemiz de yok. Ağaçtan düşüp ölebiliriz de. Kadınlar en fazla emeği harcıyor. Bizi yönetenler çok rahat bir şekilde yaşarken biz karnımızı doyurabilmek için kilometrelerce yol gidip nerede iş varsa oraya gidiyoruz. Manisa Somada maden ocağında birçok insan öldü. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu ki?


kadın haber

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

11

Kadınlardan katledilen Ugandalı Jesca için eylem

DKH: Kobane direnişine destek devrimci dayanışmanın gereğidir

Ülkemizde yaşam mücadelesi sürdüren göçmen kadınlara yönelik cinsel şiddet ve tacizlerin giderek arttığı bir dönemden geçtiğimiz bugünlerde, Sultangazi’de yaşayan Ugandalı Jesca Nankabirwa tecavüze uğrayarak katledildi. Ugandalı Jesca’nın katledilmesiyle birlikte göçmen kadınların yaşam koşulları ve ülkemizde yaşadığı baskılar yeniden gündeme geldi. Kadın Cinayetleri Acil Önlem Grubu’na bağlı Sınır Tanımayan Kadınlar Grubu, 21 Eylül’de Ugandalı Jesca Nankabirwa’nın tecavüze uğrayarak katledilmesini protesto eden bir eylem gerçekleştirdi. Kurtuluş Son Durak’ta bir araya gelen kadınlar, “Kadın Cinayetlerine Tacize Tecavüze Son Göçmen Kadınlar Yalnız Değildir Kadın Katliamı Var” pankartını açarak kadın katliamlarını protesto eden dövizler taşıdı. Eylem sırasında kadınlar, “Göçmen kadınlar yalnız değildir”, “Jesca’nın katili hala serbest”, “Erkek adalet değil gerçek adalet” sloganlarını attı. ‘Göçmen kadınların uğradığı her türlü cinsel şiddetin takipçisi olacağız’ Sınır Tanımayan Kadınlar Grubu adına yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Yolu Türkiye’ye düşen yüzlerce göçmen, sadece göçmenlik konumu, cinsiyeti ve tenlerinin renginden dolayı ayrımcılık ve kötü muameleyle karşılaşıyor, ucuz ve güvencesiz çalışmaya, en izbe mekânlara fahiş kiralar ödemeye mahkum ediliyor. Yetmezmiş gibi erkeklerin cinsel şiddet ve tacizine maruz kalıyor. Jesca gibi yüzlerce kadın her gün aynı baskı ve yaşam tehdidiyle karşı karşıya var olma savaşı veriyor. Biz kadınlar, Jesca’yı öldüren kişinin cezasız kalmamasını, başka davalara da örnek ve caydırıcı olacak şekilde adaletin gerçekleşmesini istiyoruz. Başta Jesca’nın davası olmak üzere bundan sonra göçmen kadınların maruz kaldığı her türlü cinsel şiddetin takipçisi olacağız ve bunu yapanları teşhir edeceğiz.” Kadınlar basın açıklamasının ardından Kurtuluş Caddesi üzerinden yürüyerek sloganlarla kadın katliamlarını protesto eden broşür dağıtımı da yaptı. Yürüyüşü gerçekleştiren kadınlara yoldan geçen sürücüler araçlarından korna çalarak, evlerin pencerelerinden çıkan kadın ve erkekler ise alkışlarla destek verdi.

Demokratik Kadın Hareketi (DKH) “Kobane direnişine destek devrimci dayanışmanın gereğidir” başlığını taşıyan bir açıklama yaptı “Rojava devrimini boşa çıkarma, bu direnişin yayılmasının önüne geçme ve bu alanı tampon bölge haline getirme projesinin devşirdiği IŞİD çetelerinin, Ortadoğu’daki saldırısında binlerce insan katledildi, göçe zorlandı ve bugün Kobane sınırında insan olmanın kimliğine sahip çıkmanın en zorlu sınavlarından biri verilmektedir. Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi arayışında Kürtleri barış söylemleriyle oyalayıp, bir yandan da sermayenin çıkarları gereği IŞİD zulmünün katliamını aba altından besleyen AKP zihniyetinin ikiyüzlülüğü, bu gün yine Kürt hareketinin halkını onurlu ve kararlı bir şekilde sahiplenme ve savaşma tavrının karşısında teşhir olmuştur. Bugün Türkiye- Kuzey Kürdistan’da demokratikleşme yönündeki her türlü girişimin faşizan bir şekilde bastırıldığı, ama IŞİD sempatizanlarının üniversitelere satırlarla girip devrimci muhalefeti boğma girişimlerinin görmezden gelindiği, IŞİD’e mühimmat yardımı yapan ve savaşçı gönderen kurum ve kişilerin YPG Basın İrtibat Bürosu tarafından teşhiri yapıldığı halde, IŞİD’e yönelik ülke çapında tek bir operasyonun gerçekleştirilmemesi aksine buna karşı çıkan kitleye dönük saldırılar bize de gösteriyor ki, AKP ta-

rafından palazlandığı açık olan eli kanlı çeteler Kürt halkına yüz yıllardır reva görülen saldırıların ve zulümlerin bir parçasıdır. Irak’a bir günde ‘demokrasi‘ götüren ABD’nin, bugün hava saldırısı yapıldığı yönündeki açıklamalarının YPG tarafından yalanlanması da insanlar katledilirken, kadınlar tecavüze uğrarken meclis binalarında saldırıları durdurma yönündeki tartışmalarının kamuoyunu oyalama girişiminin ötesinde olmadığı gerçeği de bize gösteriyor ki bugün Rojava’da yaşananlar uluslararası bir hesabın bir restorasyon projesinin sonucudur. Şengal’de tecavüze uğrayan, köle olarak satılan, Kobane’de en ön saflarda savaşan kadınlarımızın yanında olma sorumluluğu devrimci dayanışmanın gerektirdiği bir sorumluluktur. Kürt kadınlarının yanında olmak ve dayanışmayı büyütmek Türkiye -Kuzey Kürdistan’da tecavüzcüleri teşvik eden

hukuki düzenlemelere, kadını eve kapatan, kadının misyonunu mutfak ve yatak odasından ibaret görenlere, kadın katliamlarının önünü açan kadınların kahkahasından kaç çocuk doğuracağına karar verecek kadar pervasızlaşanlara ve kürtaj hakkını tartıştıran söylemlerin altına imzasını atanlara karşı verilen var olma mücadelesinden bağımsız değildir aksine bu mücadelenin bir parçasıdır. Bugün Kobaneli kadınların yanında olma tutumu Türkiye Kuzey Kürdistan kadınlarının var olma ya da yok olma arasındaki tercihlerinin belirleyeceği bir tutum ve ısrardır. Demokratik Kadın Hareketi olarak Kobane’de savaşan kadınların gücünü ve kararlılığını selamlamakla birlikte yoldaşlarımızı Kobane sınırında nöbet bekleyen halkımızın yanında olmaya ve her alanda Kobane halkıyla dayanışma eylem ve etkinliklerinde aktif rol almaya çağırıyoruz.”

Mazgirt’te cinsel istismar davası görüldü Dersim’in Mazgirt ilçesinde evli ve 2 çocuk babası Haydar Tursun’un 4 yaşındaki Ö.T.’ ye yönelik cinsel istismarıyla ilgili görülen davanın karar duruşmasında Tursun’a, 13 yıl 9 ay hapis cezası verildi Dersim’in Mazgirt ilçesinde evli ve iki çocuk babası olan Haydar Tursun, akrabası olan 4 yaşındaki Ö.T. adlı kız çocuğuna geçtiğimiz yıl 10 Kasım’da cinsel istismarda bulunmuştu. Çocuğun ailesinin şikayeti üzerine Bursa’da gözaltına alınan Haydar Tursun, çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanmıştı. 17 Eylül’de görülen beşinci duruşmada telekonfe-

rans yoluyla mahkemeye katılan Haydar Tursun’a, cinsel istismar suçundan 6 yıl 3 ay, tehdit suçundan 7 yıl 6 ay toplamda ise 13 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Hiçbir caydırıcılığı olmayan 13 yıl 9 aylık cezanın yanında, cinsel istismara yönelik biçilen 6 yıl 3 aylık cezanın tehdit suçuna biçilen 7 yıl 6 aylık cezadan az olması, bugün kadın katliamları, çocuk istismarı ve cinsel istismar suçlarına yönelik torba yasa düzenlemelerinin sözde iyileştirilmelerinin ne derecede etkili olduğunu kanıtlayan iyi bir örnek oluşturmaktadır. Demokratik Kadın Hareketi (DKH) tarafından yapılan açıklamada, bir senedir takipçisi olunan davanın sonucunun DKH açısından, kadına ve çocuğa yapılan cinsel istismar, taciz ve tecavüzün devlet eliyle desteklendiğinin göstergesi olduğu belirtildi.


1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

Devrim devrimci sorum Komünizm perspektifi olmayan bir devrimci yönelimin sınıfları ortadan kaldırma gerçeği de objektif olarak olmaz. Aynı biçimde proletarya enternasyonalizmi, halkların kardeşliği, sınıfın birliği gibi tez ve temel argümanlar da objektif olarak gündeminin dışında kalır Dünyanın üstüne çökmüş bir karabasan varsa bağrında da göz kamaştıran parlaklıkta bir aydınlık vardır. Bütün mesele bu karabasan ya da karabulutu kaldırıp o muazzam aydınlığı gün yüzüne çıkarmaktır. Özel mülkiyete dayalı sömürü ve zulüm sistemlerinin temsil ettiği emperyalist gericilik, insanlığın özgür ve aydınlık geleceği karşısında başat bir düşman durumundadır. Dünya sistemi olarak dünyaya hükmetmesi onun dünya halklarını açlık, sefalet ve acılara boğan başat düşman olduğunu gösterir. Tüm gericilikleri besleyerek varlıklarını sürdüren bizzat emperyalist gericiliktir. Bundandır ki, ancak emperyalist gericilik yere serilerek diğer gericiliklerin bertaraf edilmesi sağlanmış olur ve büyük özgürlük yürüyüşünün önü esasta açılmış olur. Tersinden emperyalist gericilik yenilmeden önce diğer niteliklerdeki gericiliklerin bertaraf edilmesi olası değildir. Ki bağımlı ülkelerde emperyalist gericilik ile bağımlı konumdaki gericiliğin hedeflenerek yenilgiye uğratılması meselesi karşı karşıya konacak şeyler değil, bilakis birinin varlığı ötekinin varlığı ve tersinden birinin yok edilmesi diğerinin yok edilmesi anlamına gelir. Ancak emperyalist gericiliğe dokunmadan ya da onu esas ve somut düşman olarak hedeflemeden salt yerel-yerli gericilikleri hedef almanın yanlış olacağı ortadadır ve esas olarak kast ettiğimiz de bu gerçekliktir. Emperyalist gericiliğin bir dünya sistemi olduğu kabul edilirse, her türden gericiliğin yenilmesinin emperyalist gericiliğin yenilmesiyle mümkün olduğu da kabul edilmiş, anlaşılmış olur. Elbette bu, tek tek ülke devrimleri-parça devrimleri açısından böyledir. Somutta tek dünya devrimi biçimi söz konusu olmadığından devrimlerin de esasta tek tek ülkelerde gelişeceği ve bu devrimlerin geçerli-aktüel olduğunu söyleyelim. Yani her parça devrim emperyalist gericiliği hedef alarak onu yenmek zorundadır. Onu kovmadan diğer gerici sınıf iktidarını yenemez. Ya da emperyalizmi yenerek onun kuklası olan yerli gerici sınıf iktidarlarını da fiilen yıkmış olur. Bu anlamda söylediklerimiz emperyalist gericiliğin dünya ölçeğinde yenilgiye uğra-

tılmasıyla parça devrimleri mümkündür şeklinde yorumlanamaz, yorumlanmamalıdır. Açık ki, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da komprador tekelci burjuvazi göbek bağı taşıdığı emperyalist gericilikle birlikte Sosyalist Halk Savaşı’yla yenilgiye uğratılacaktır.

Emperyalist gericilik her tür katliam kıyım ve sömürünün temelidir Emperyalist gericilik ve onunla varlığını sürdüren bilumum gericilik insanlığın başına çöreklenmiş bir kötülük ve acı kaynağı, katliam ve kıyımlara kadar uzanan her türlü zulüm ve sömürünün temelidir. Bu zulümler, bu nitelikteki sistem ve sistemlerin dayanağıdır. Ne var ki, bu kötülük kaynağı her geçen gün karşıtını geliştirerek büyüten bir handikaba sahiptir. İşte dünya ya da insanlığın bağrındaki göz kamaştırıcı aydınlık bu gericilik zincirinin handikabı olarak kaçınılmaz olan ve yoksul dünya kitlelerinin veya emekçi halk kitlelerinin teşekkül ettiği devrimci dünyanın ta kendisidir. Gericiliğin tezadı olarak onunla var olan bu ilerici-devrimci dünyanın nihai zaferi kesindir. Bu kesinlik gericilik dinamiklerinin niteliği ile devrimci dinamiğin niteliklerinde anlam kazanır. İlerici dinamik veya nitelik kendiliğinden bir devrime götürmez. Dolayısıyla kaçınılmaz olan şey bahsi edilen nesnel zeminde proleter sınıf önderliğinde siyasi mücadele ve savaşımın devreye girmesi sonucu devrimin gerçekleştirilmesinin tecellisi olarak okunmak durumundadır. Yani emperyalist gerici zinciri paramparça etmek üzere siyasi iktidar hedefi ve komünizm perspektifiyle devrimci sınıf savaşımının proletarya önderliğinde yürütülmesi şarttır. Aksi halde nesnel şartlar kendiliğinden bir devrime varmaz. Demek ki, mesele gelip bizlere dayanıyor. Bizler bugün ne yapmış durumdayız? Emperyalist zinciri en zayıf halkalarından parçalayarak buralarda göz kamaştıran aydınlığı gün yüzüne çıkarmak için savaşmaktayız. Bu bağlamda emperyalizme karşı verilen savaşın parça devrimlerinde verilen savaş dışında düşünülemeyeceği açıktır. Emperyalizme karşı verilen savaşın tabii olarak tüm devrimci güçlerin ortak paydası olduğu da aynı derecede açık ve doğrudur. Bu gerçeklik devrimci güçlerin buluştuğu ortak mücadele paydalarından biridir. Elbette emperyalizme karşı mücadele paydası gibi, somut parça devriminin diğer sınıf düşmanları zümresi de devrimci güçlerin ortak düşmanı olarak başka bir paydayı oluşturmaktadır. Komünist ve devrimci güçlerin önünde sınıf iktidarı zemininde bir sınıf devrimi gerçekleştirmektir. Bu devrimin komünist toplum perspektifine bağlı

olarak nitelenmesi de önemli bir konudur. Bu, doğrudan devrimciliğin niteliğini belirleyen ve ilgilendiren bir yandır. Komünizmi hedeflemeyen bir devrimci yönelimin sorunlu olduğu açıktır. Devrimin komünist toplum perspektifiyle sürdürülmesi ya da komünist toplum perspektifinden yoksun bir devrim ikilemi, temel bir ayrım noktası olarak devrimciliğin niteliğini belirler. Komünizm hedefiyle hareket etmeyen bir devrim veya devrimci yönelimin sakat olması onun fiilen yerinde çakılıp kalması ve iktidarın nereye-neye evirileceği gibi soruları yanıtsız bırakmasından beslenir. Komünizm perspektifi olmayan bir devrimci yönelimin sınıfları ortadan kaldırma gerçeği de objektif olarak olmaz. Aynı biçimde proletarya enternasyonalizmi, halkların kardeşliği, sınıfın birliği gibi tez ve temel argümanlar da objektif olarak gündeminin dışında kalır. Ve bu da doğrudan söz konusu devrimci yönelim veya devrimin niteliğini etkiler. Açık ki komünizm hedefi, doğrudan sınıfsal orijin, ideoloji ve dünya görüşüyle ilgili bir meseledir. Bu tartışma açıklar ki, proleter devrimciler ve devrimcilerin önünde duran görev birinci olarak sınıf devriminin gerçekleştirilmesi ve ikinci olarak da bu devrimin hangi nitelikte, hangi perspektif, ideoloji ve ilkeler ekseninde gerçekleştirileceği ya da ele alınacağı meselesidir. Bu noktalar devrimci yönelim sahipleri arasındaki ayrışımı da ortak paydaları da açığa çıkaran önemdeki konulardır. Bu zemindeki devrim veya devrimci yönelimler arasındaki ayrışım ortak mücadeleler açısından mutlak bir ayrışım değildir. Zira nesnel sınıf zemini ve düşmanın ortak

olması, ideolojik çizgi ve nihai amaç karşısındaki kavrayış farklılığına ve bundan doğan ayrışıma karşın önemli bir birleşme zeminini yaratmaktadır. Ayrışmanın geçerli olduğu yerde ayrışma ama birleşmenin geçerli olduğu yerde birleşmek tek doğru devrimci siyaset ve yaklaşımdır. Coğrafyamızda oldukça fazla örgütlü-bilinçli devrimci yapı olmasına karşın bu güçlerin esasta dağınık ve kopuk durduğu inkar edilemez. Bunun devrimci bilinç ve ödevler açısından sorunlu olduğu, devrimimiz açısından özünde bir sorumsuzluk olduğu söylenebilir. Neden sorumsuzluktur? Çünkü devrim ve devrimci ilerleme temelinde atak ve etkin olan devrimci güçler doğru orantılı olarak devrimci zemin ya da ortak paydada buluşturulmamaktadır. Buluşturulmamakla birlikte dağınık, zayıf ve güçsüz kalmaları objektif olarak sağlanmaktadır. Yani devrimci güçler ortak düşmana karşı ortak savaşma olanaklarına karşın, ortak olarak savaştırılmamaktadır. Bu da devrimci sınıf ve devrimi lehine değil, gerici sınıf ve iktidarları lehine bir gelişmeye hizmet etmektedir. Gezi Haziran Ayaklanması’nda ortak paydaya sahip devrimci güçler son tahlilde ortak düşmana karşı bir mücadele sergiledi. Kendiliğinde gerçekleşen bu gelişme devrimci güçlerin ortak paydalara sahip olduğunu pratikte kanıtlamakla birlikte, bu zeminin olduğunu, ortak mücadelenin sergilenebileceğini bir kez daha ispatlamış oldu. Ne var ki, geniş halk kitlelerinin gösterdiği ve pratikleştirdiği bu doğru bilinçliörgütlü devrimci güçler tarafından başarılamamakta, en azından esasta başarılamamaktadır.


perspektif

mlulukla gelişir!

Dünya devrimler süreci ve pratiğine bakıldığında devrimci güçlerin ortak düşmana karşı ortak sınıf çıkarları ve ortak paydalarda birleştiklerinin tecrübeleriyle doludur. Değişik niteliklerde kurulmuş olan cepheler, cephe örgütleri vb buna örnektir. Benzer biçimde cılız da olsa coğrafyamız devrimci sınıf hareketi de bu pratiklere sahip olmuştur. Ancak devrim ile karşı-devrimin arasındaki bugünkü durum ve dünya şartları devrimci güçlerin bu birliğini vb bir ihtiyaç olarak koşullamasına karşın, devrimci yapılar bu durumu anlayarak doğru hareket etmekten maalesef henüz yoksundur. Devrimci sınıf güçleri olarak devrim veya devrim sonrası dönemde iktidarı paylaşma durumunda olmalarına karşın, devrim öncesi mücadele dönemlerinde buna uygun pratik sergilememektedir. Yarı iktidar ortakları veya ortak iktidar sahibi olacak olan devrimci sınıf güçleri ne yazık ki bu gerçekliğe uygun olarak bugünden adım atmamakta, bu gerçeği bilince çıkaramamaktadır. Oysa devrimci sınıf kuvvetlerinin gerici sınıf devleti ve düzenine karşı ortak mücadele zemininde buluşmasından daha doğal bir şey olamaz. Aslında sorunun çok daha derin olduğu da ne yazık ki doğrudur. Bırakalım ayrı örgütlenmiş devrimci güçler arasında gerekli olan devrimci ilişki, dayanışma ve ortaklıkların gerçekleştirilmesini, aynı ideolojik-politikörgütsel kulvarda bulunup çeşitli sebeplerle ama çoğu kez isabetsizce ayrılan en yakın güçler bile ortaklık zeminlerine karşın karşıtlıklarını derinleştirme ve varlıklarını bu karşıtlık zeminine oturtacak kadar olumsuz yaklaşımda ileri gitmektedir. Oysa ayrışmalarına karşın, büyük bir ortaklık zeminine

sahip oldukları, devrimci mücadelede ekseriyeten ortak mevzilerde konumlanacakları kaçınılmazdır. Sınıfı ve halkı birleştirme iddiası veya hedefi devrim iddiasına sahip olan her yapının tabii hedefidir. Bu iddia ve hedefe sahip olan güçlerin sınıfın veya halkın siyasi yapılarını birleştirmekten öteye karşıtlıklarını derinleştirme üzerine siyaset yapmaları ve mücadele pratiklerini bu zeminde geliştirmeleri devrimci açıdan asla tutarlı değildir, olamaz da.

Devrimci ihtiyaçlar temelinde güç ve eylem birlikleri Bunlar ışığında belirtelim ki, sosyalist güç birliği, sosyalist veya devrimci güçlerin eylem birliği ve ortak mücadele pratiğinin geliştirilmesine yönelik politikamız elbette anlamlı ve değerlidir. Nesnel gerçekler ve ihtiyaçlardan doğan bu birlikler kavranarak bilince çıkarılmak, pratikleştirilmek durumundadır. Partimizin bu konuda ufku açık ve yönelimi olumludur. Tüm devrimci güçlerle birlikte çalışma, eylem birlikleri ve güç birlikleri gerçekleştirme konusunda hiçbir sorunumuz yoktur. Belli ilke, anlayış ve devrimci ihtiyaçlar temelinde gerçekleştirilecek bu birliklerin devrimimize ve halk kitlelerine güç ve moral vereceği açıktır. Dolayısıyla tüm yoldaşlar partinin bu bakış açısına uygun olarak hareket etmeli, devrimci güç veya bireylerle ortak çalışma zeminini zorlamalı, olanı da ihmal etmeden değerlendirmelidir. Bizleri gericilerden ayıran temel özelliklerden biri demokrasi anlayışı ve uygulamamızdır. Gericiler her türden muhalif ve muhalefete baskı ve şiddet uygularken, demokrasi anlayışlarını böyle uygulamaktadır. Elbette bizler de gerici sınıflara karşı baskı

ve zor unsurunu kullanacağız. Ancak onlardan farklı olarak dost güçlere karşı baskı ve yasaklara asla başvurmayız. Demokrasi anlayışımız farklı fikir ve muhalefete baskı ve yasak uygulamadan, bilakis söz hakkı ve özgürlük tanımakla gerici sınıflardan temelde ayrıdır, ayrılır. İktidarda dost güçlere yer vermek, onlara söz hakkı, örgütlenme hakkı vb tanımak demokrasi anlayışımızın gereğidir. Dahası sınıf düşmanlarımıza karşı dost ve devrimci güçlerle birlikte çalışma, ortaklık zemininde ortak hareket etme devrimci iddia ve samimiyetin göstergelerindendir. Devrimci güçleri dışlayan devrimci bir yönelim gerçekte devrimci bir geleceğe sahip olamaz. Dost ve devrimci güçlere baskı ve yasaklara başvurmak son tahlilde gericilere benzemekten öteye geçmez. Bütün bu kavrayışımıza bağlı olarak küçük ya da büyük, örgüt veya birey tüm devrimci güçlerle birlikte çalışmayı ilkesel bir tutum olarak benimseyip savunmaktayız. Nitekim yukarıdaki anlayışımıza bağlı olarak bizden ayrılan gruba karşı asla baskıcı, yasakçı vb kaba yöntemlere başvurmayı asla benimsememekteyiz. Daha da önemlisi bu grup örgütsel güç itibarıyla küçük ve önemsiz bir güç de olsa, kendileriyle birlikte çalışma çağrısında bulunuyor ve siyasi yaşamlarında başarılar diliyoruz. Bu, samimi ve demokrasi anlayışımızın gereği olup, asla bir övgü unsuru değildir. Tersine olması gerekenin ta kendisidir. Maalesef ülke devrimci hareketinde (yakın tarihe kadar partimiz de esasta buna dahildir), salt ayrıldıkları için adeta düşmanca yaklaşımlar gösterilen, hatta öldürmelere kadar varan çok ciddi olumsuzluklar ve hatalı bir kültür mevcuttur. Bu kültürün devrime ve somut olarak devrimcilere zarar verdiği inkar edilemez gerçektir. Bu anlamda demokratik kültürümüzün geliştirilerek yaygınlaştırılması önemlidir. Partimiz mücadele varlı ve tarihini tecrübelerden de öğrenerek ilerletme ve geliştirme noktasında pozitif bir zemindedir. Bu zeminde sergilediği bazı yaklaşımlar belli yoldaşlar tarafından yadırganabilir ya da tam olarak anlamlandırılamayabilir. Tutucu kültür ve önyargılardan uzaklaşarak meseleleri doğru/yanlış ekseninde ve nesnel gerçekler ışığında diyalektik gelişmeye uygun zeminde mütalaa etmek vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bilimsel çizginin özümsenerek geliştirilmesi böyle mümkündür. Buna karşın her şeyin doğru olduğu peşinen kabul edilmelidir denilemez. Yanlış ya da sınıf dışı ideoloji ve siyasete karşı da bu çizginin kalkanı güçlü olmak durumundadır… Proleter devrimciler, kapsamı insan yaşamının her aşamasını ilgilendiren ve en geniş yelpazede ifade bulan tarihsel sorumluluklar taşır. Bu sorumluluklarına uygun olarak

insanlığı büyük özgürlükle buluşturmak üzere, insan dünyası ve toplumları; milletlere, ırklara, renk ve dinlere (ve cinslere) göre ayrıştırıp bölerek karanlık gericiliğin hükmüne salan tarihsel gelişmeyi ters yüz edip, insanlığın kurtuluşuna doğru planlı ilerleyişin ifadesi olan ve aynı zamanda tarihsel bir zorunluluktan kaynaklı olarak oluşan kategoriler, farklılıklar, eşitsizlikler, çelişkiler vb bağlamında tek tek ülke devrimleriyle zorunlu ve haklı olarak meşguldür. Bu zorunluluk ve durum ortak sınıf zemininde ve hatta ortak ideolojik-örgütsel zeminde de yankı bulabilir. Sınıflar mücadelesinin zorluklarını ifade eden gerçeğin biri de budur. Proleter devrimci ideolojinin komuta ettiği devrimci sınıf hareketinin değişmeyen siyasi hedeflerinden ve aynı zamanda tipik özelliklerinden biri tartışmasız olarak siyasi iktidar hedefidir. Bu hareketin ana yönelimi ve stratejik halkası ya da ideolojik-politikörgütsel niteliği siyasi iktidar hedefiyle belirir. İdeolojik-teorik yörüngesi, komünizm amacı ve bundan bağımsız olmayan diyalektik ve tarihi materyalizm felsefesi tarafından saptanır. Bu yönelimin pratik duruşu veya mücadele pratiği kesinlikle radikal öz, silahlı biçim ve militan ruhtan beslenir. Politika ve anlayışlarımızın birçoğu liberalizm vb şeklinde eleştiriye maruz kalabilir. Ancak gerçek militanlığın ve devrimci ruhun devrimci güçleri çarçur etmeden devrimci zeminde birleştirmesinden geçtiği-geçeceği açıktır. Öte yandan proleter devrimci çizginin siyasi iktidar perspektifinde anlam kazanan devrimci ilkesi, stratejiden taktiğe tüm mücadele biçimi ve siyaset tarzını da belirler. Partimizin yönelim, strateji, politika ve genel savunuları da bu zeminde yeşermektedir. Bütün bunlar MLM temel üzerinde vücut bulan devrimci samimiyetimizle ilgili olduğu kadar, demokrasi bilinci ve kültürümüzle de doğrudan ilgilidir. Doğru çizgi ve yönelimin devrimci başarısı, geliştirip uyguladığı politikalarda yatmaktadır. Partimiz belki yavaş ve küçük ama mutlaka gelişme yönünde ilerlemektedir. Tüm yoldaşlar bu gelişme ve ilerlemeyi temsil ederek daha da ilerletme ve üzerine düşen görevleri devrimci yaratıcılık içinde gerçekleştirmekle yükümlüdür. Bu yükümlülük partinin olduğu kadar her yoldaşın da devrim ve komünizm yürüyüşünün ileri sürdüğü görevlerden aldığı tarihi bir sorumluluktur. Devrimci güçlerle ortak zeminde birleşmek stratejik yönelimimizdir. Devrimci güçlerle bu zeminde birleşmeden devrimci iktidarlar tesis edilip yürütülemez. Sosyalist devrimimiz mümkün olan tüm devrimci dinamikleri ortak zeminde buluşturarak ilerleyecektir.


14

güncel

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

MKP: Partimizden ayrılan gruba siyasi Maoist Komünist Partisi Merkez Komitesi-Siyasi Büro, devrimci demokratik kamuoyuna yönelik “Partimizden ayrılan gruba siyasi mücadele yaşamında başarılar diliyoruz” başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı. Bu açıklamayı okurlarımızla paylaşıyoruz “Devrim ve komünizm iddiası kadar demokrasi iddiası da kuvvetli ve bir o kadar samimi olan Partimiz Maoist Komünist Partisi (MKP), örgütsel güç itibarıyla nicelik gücü ne olursa olsun kendisinden ayrılan yeni bir gruba tanıklık yapmaktadır. Örgüte girmek gibi ayrılık da son derece gönüllü bir haktır. İdeolojik politik değerlendirme ve eleştirilerin ötesinde ayrılmanın zorla, baskıyla önüne geçilemez, geçilmemelidir. Bu konuda Partimiz, Uluslararası Komünist Hareket (UKH) içinde son derece önemli olumlu bir çizgi ve yönelime sahiptir. Ayrılan arkadaşları ikna etme çabasını asla elden bırakmadan, olumsuzluklara savrulmalarına da dostça uyarılarla engelleme tutumu dışında başka bir davranışı asla benimsemeyecektir. Partimizin tarihsel sürecinde, ayrılık ve kopmalar karşısındaki tavrı esasta olumlu olsa da, gelinen aşamada bu tutumu, savunduğu gelecek toplum anlayışımıza bağlı olarak daha da bilimsel temellere oturtmuş durumdadır. Gelecek toplum anlayış ve projelerimiz bugünden bir zihniyet, bir kültür, davranış, üslup ve kişiliğe dönüştürülmek durumundadır. Kitleler içerisinde ayrım noktalarımızın daha iyi ve doğru kavranması, kitlelerin doğru bir anlayışla eğitilmesi ve devrimci temelde ilerlemesi için bu durum son derece gereklidir. Dost ve düşman ayrımı karıştırılamaz. Dostların hepsi gibi, ayrılıkçı arkadaşlarımızın da bugün yaptığı gibi yanlış tutumlar içerisinde olacaklardır. Ne var ki onların yanlış tutumları, hiçbir durumda bizim onlara dostça davranmamamızın gerekçesi haline getirilemez. Partimizin yaptığı da budur. Yine halkiçi çelişkileri ele alma ve çözmede Partimizin açık ve berrak bir ideolojik, politik ve örgütsel yönelimi vardır. Ve burada sadece doğru yanlış mücadelesi ekseninde tüm kaba ve yanlış yöntemleri reddeden ideolojik mücadele geçerlidir. Halkın saflarında hiçbir gerekçeyle şiddetle bastırma hareketleri uygulanamaz.

Ayrılan arkadaşlarımız maalesef damgalama- suçlama- deşifrasyon- spekülasyon- dedikodu gibi bir yönelimle hareket etti, etmektedir. Partimizin ideolojik,güçlü duruşunu geleneksel fikir ve alışkanlıklardan kopamadıkları için bir zayıflık gibi telakki etme ve hatta istismar etme durumları da vardır. Ama bizim bir tek tutumumuz vardır o da dostları ideolojik mücadele yoluyla dönüştürme ve kazanma perspektifidir. Çizgi sorunlarında, lafazanlığı- slogancılığı aşamayanları, bilimi anlamaktan uzak durumları eğitmeyi, devrimci temelde değiştirmeyi partimiz bir sorumluluk olarak ele almakta ve kavramaktadır. Parti merkezi karşısında, kadroları ve kitleleri kullaştıran, çoğunluk karşısında azınlık görüşlerin ifade edilmesini önleyen, tek tip resmi düşünce çerçevesinde hareket eden anlayışlar doğanın, toplumun ve insanın ruhuna yabancıdır. Partimiz MKP geleneksel fikirlerden bir kopma atılımıdır. Bu atılıma ayak uyduramama biçiminde geçmişin yükünü taşıyan arkadaşlarımızı sopalarla değil, en büyük silah olan ideolojimizle aydınlatma sorumluluğu içinde olduğumuzu ifade etmek isteriz. Şimdi varsın bazıları bunu geleneksel kültürden kopamadığı için bir liberalizm şeklinde algılasın. Şu çok açık ki ayrılan arkadaşlarımızın fikriyat dünyası ve yönelimi yanlıştır. Metotları suçlama, karalama, damgalama ve çarpıtmayı aşmayan, tahlilleri pragmatist çıkarlar eksenine oturmuş, pratikleri dar grupçu çıkar zemininde yürüyen, kültürleri geleneksel toplumun tepkisel reflekslerini ifade eden şekildedir. Bu gidişatın, iyi bir geleceği yoktur. Ama biz yanlış fikirleri baskıyla,yasaklamalarla değiştirip dönüştüremeyeceğimizin bilincindeyiz. İllüzyonlarla Kongre hakikatini karartmaya çalışan bu anlayışı, başta partimizin kurucu komünist önderi İbrahim yoldaş olmak üzere tarihimizden ve en yakın kongremizden öğrenmeye çağırıyoruz. Komünistler için devrimi sürdürmek görevinden öteye şahsi hiçbir parti çıkarımız yoktur. Arkadaşlarımızın bunu anlamaları ve yeterince kavramaları gerektiği son derece açıktır. Son derece kötü pratiklerinden kopmaya, devrimi omuzlamada partiyle yeniden birleşmeye çağırıyoruz. Partimizin demokrasi ve iki çizgi mücadelesi ya da farklı fikirlere karşı hoşgörü ve azınlık haklarının korunması gibi argümanları laf olsun diye dillendirmediğini, bilakis samimi olduğunun özellikle altını çizelim. Aynı şekilde bu anlayışımız gelecek toplum tasavvuru-

muz açısından da çok daha büyük bir berraklığa kavuşturulmuştur. Tekçiliği ve ötekileştirmeyi reddeden partimiz içerisinde değişik fikir akımlarının kendilerini demokratik merkeziyetçilik temelinde özgürce ifade etmelerinden hiçbir şekilde rahatsızlık duymaz. Kongrelerimizin kararlarıyla da çoğunluk görüşü haline gelmemiş farklı anlayışların kamuoyuna bizzat deklare edilmesi bunun en açık göstergesidir. Elbette bu ifade etme meselesi, ideolojik politik sorunları kapsayabileceği gibi zararlı tutumları da içerebilir. Bundan korkmuyoruz. Partinin görevi, bu konularda yanlış tutum ve hatalı ideolojik, politik ve örgütsel çizgiler içinde olan insanları ve onlar üzerinden devrimci kitleleri eğitmek, öğrenmek ve doğruyla birleşmelerine yardım etmek ve kazanmaktır. Çizgi ve siyaset nicel temsille değil, ideolojik- politik muhtevasıyla anlamlıdır, bununla ölçülür. Dahası, partimizden ayrılan ve ayrılığını kamuoyuna deklare edip yayın çıkararak siyasi yaşamda yer alan bu grubu, tüm olumsuzluklarına ve nicel gücüne karşın devrimci nitelikte değerlendirmekle birlikte, siyasi yaşamları başta olmak üzere basın yaşamlarında başarı duygularımızı iletiyoruz.

Başarılar diliyoruz, çünkü partimiz, programsal, stratejik ve ilkeler düzeyindeki farklı fikirler zemininde cereyan eden ayrılıkları, farklı fikirlerin nesnelliğinden kopuk ele almamaktadır. Farklı fikirler gibi, yaşanan ayrılık ve bölünmeleri de nesnel bir gerçeklik olarak kabul ve tarif etmektedir. Ve çünkü, bölünme diyalektik tezahür olarak kaçınılmaz ve süreklidir. Her şey bölünür, bölünmeyen tek bir şey yoktur. Fikirler de, yoldaşlar da, partiler de bölünür ve başkalaşır… Ne var ki, bu söylediklerimizden somut bir ayrılık ve bölünmeyi isteyip desteklediğimiz anlaşılmamalıdır. Bölünmenin evrensel ve mutlak özelliği genel bir ilkedir. Teorik olarak da doğrudur. Fakat somutta cereyan eden ayrılık daha farklıdır ve bu durum somut olarak değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu bağlamda yaşanan ayrılık ya da kopuşu ileri bir adım olarak değerlendirmediğimiz, tam tersine son derece hatalı ve subjektif zeminde cereyan ettiği açıktır. Bu ayrılığın gerekli olan ideolojik- teorik ve ilkeler temelinden yoksun olduğu gün gibi aşikardır. Ayrılma tavrı bu zeminden yoksun olup, tepki zemininde gelişmiştir. Bu özellikleri itibarıyla yanlış ve olumsuzdur. Dolayısıyla mahkum edilmesi gereken bir


güncel

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

15

mücadele yaşamında başarılar diliyoruz!

tavırdır. Zira Partimiz bünyesinde son derece demokratik canlı bir tartışma ortamı ve tüzükle bunu garantiye alan işleyişi mevcutken, tekçi ve ötekileştirici yaklaşıma keskin ve temelden bir karşı duruş söz konusuyken, demokratik merkeziyetçilik temelindeki tartışma ekseninde merkezileşmiş fikirleri beğenmeme gerekçesiyle ayrılmak hiç de gerekli ve kabul edilebilir bir durum değildir. Farklı çizgi sahiplerinin kendilerini ifade etme ortamı mevcutsa (ki fevkalade mevcuttur) ideolojik mücadele yürütmeden ayrılığı tercih etmeleri olumsuz ve geri bir tutumdur. Ayrılıkçı arkadaşların görüşleri partimizin tartışma ve de yayın organları aracılığıyla ilgili parti kitlesine ve kongre ortamına taşınmıştır. Ayrılıkçı arkadaşlarımız tamamen tepkisel- duygusal olarak subjektif hareket ettiği ve dedikodudan beslendiği için ayakları yere basmayan bir tutum geliştirdi. Parti içi iki çizgi mücadele sürecini tamamlamadan, 3. Kongre belgelerini dahi okumadan, alınan kararları gerçek manada bilmeden, duyumlar üzerine kongre karşıtı çağrı yaparak ayrılık ilan etmiştir. Aynı şekilde partimizin örgütsel işleyiş ve disiplinini hiçe sayarak ayrılık ilan etmiştir. Önce tavır

alıp sonra gerekçe oluşturma talihsizliği içinde olmaları bile, ideolojik mücadeleden ne kadar kopuk olduklarını göstermektedir. Tüm bu öznelciliğine karşın bu grubu devrimci ve dost bir güç olarak görüyoruz. Devrimci kalmalarını kesinlikle ve içtenlikle istiyoruz. Bizler bir tek kişinin ya da devrimci ögenin, tasfiyeciliğin derin olduğu bu süreçte, düzenin dişlileri arasında eriyip gitmesini arzu etmemekteyiz. Bilakis her devrimci gücün gelişmesinin, devrimin ve halk kitlelerinin yararına olduğunu düşünüyoruz. Devrimci kültür, değer ve etik açısından benimsenemez olan yaklaşımlar elbette yok sayılıp es geçilemez ve asla kabul edilemez. Söz konusu ayrılan grubun partimize ve tek tek yoldaşlarımıza saldırıp karalama, teşhir ve hatta deşifrasyon yaparak kendisini var etme çabası büyük bir yanlıştır. Partimize karşı tutum ve tavırlarını ideolojik mücadele sınırlarında tutması, devrimci olmayan metotları kullanmaması beklentimiz ve çağrımızdır. İdeolojik çizgi noktasından kimseye sınırlar çizme tutumu içerisinde olmadık, olmayacağız. Ancak ideolojik mücadelenin ruhuna aykırı olarak, tamamen dayanaksız bilgilerle, örgütsel deşifrasyon yapan bu arkadaşlarımız, mese-

leyle ilgisi olmayan insanlara kongre yeri, kongreye katılan insanlar, Kongreye katılan delege sayısı vb. gibi doğru yanlış bilgiler tartışmasına hiç girmeden- aktarımlar içerisinde bulunmasını da doğru görmüyoruz. Düşmanı unutmadan, tamamen içte tartışılması gereken konuların kamuoyu önünde tartışılmasını doğru görmüyoruz. Bu nedenle ortaya atılan spekülasyonları arkadaşların yaptıkları gibi kamuoyu önünde tartışmayacağız. Zaten kamuoyunun talebi de hiçbir zaman bu olmamaktadır. Parti 3. Kongre gündemlerimizin bilinmediği tutumu doğru değildir. Parti Üçüncü Kongre gündemlerimiz 2. Kongrede tüm kamuoyuna ilan edilmiş ve neredeyse tüm parti kitlemiz tarafından 5 yıldan fazla tartışılmıştır. Bizzat Kongre tartışma süreci ileri sempatizanlarının da dahil edildiği bir platformla yaklaşık olarak iki yıl sürmüştür. Parti iradesi ve ileri sempatizan kitlesi içinde alt kongrelerle tartışılan bu süreç kongremizde delegelerin yüzde 80’inin hazır bulunduğu bir ortamda sonuçlandırılmıştır. Gelemeyen delegelerin ise yüzde 5’i iradeleri dışında düşman engellemesi nedeniyle gelememiş, yüzde 15’ i ise güvenlik ve sağlık gerekçeleriyle kendileri gerekçe bildirerek gelmemiştir. Hapishanelerdeki yoldaşlar da bu süreci bilmektedir ve esası sürece bizzat katıldıktan sonra esir düşmüştür. Diğer kalan yoldaşlara da tüm belgeler iletilmiştir. Gelinen aşamada birkaç yoldaş kendilerine belgelerin ulaştırılmadığını ifade etseler de, partimizin bu durumu netleştirme yönelimine cevap vermemiş, süreci netleştirmek yerine, kendilerine belgeleri iletmeyen yoldaşlarla ayrılık ilan etmiştir. Tüm bu noktalar belgelerle kanıtlı bir şekilde, oldukça geniş bir bilgilendirmeyle iki ayrı mektupla hapishanelerdeki yoldaşlara ve tüm partiye iletilmiştir. Bu gerçeklik ve gelişmelerden dolayı hapishanelerdeki yoldaşların esası parti bütünlüğü çerçevesinde hareket etmeye devam etmektedir. Diğer yoldaşların da sınırlılıklar itibarıyla anlayamadığı sorunları süreç içinde anlayacağına inancımızı vurguluyoruz. Tüm bu eleştiri ve önerilerimize karşın hata ve olumsuzluklar taşınsa da ayrılıkçılar devrimci niteliğe sahip olduğu sürece dostluk ilişkileri esasında eleştiri- özeleştiri ve ikna temelinde bir mücadeleyi benimsemek doğru olanıdır. Çünkü devrimciler ve özellikle samimi olan devrimciler son tahlilde devrimci mücadele düzleminde buluşmaktan kaçamaz. Sınıf mücadelesinin devrimci her gücü devrimde yer alarak

sınıf düşmanlarına karşı ortak savaşımın parçası olarak diğer devrimci güçlerle objektif dostluk ilişkilerine girer, girmekten kurtulamaz. Sınıf mücadelesinin ortak saflarında yer alan devrimci güçlerle ilişkiler, yapılan hatalara feda edilemez değerde stratejik önemdedir. Bunu yeterince anlayamayanlar ayrılıkları kolayca tercih ettikleri gibi, hatalı yaklaşım ve olumsuz davranışlara düşmekten de sakınmaz. Ancak proleter devrimcilerin dost güçlere düşmanca davranma gibi aymaz bir tercihi, dar ve kör bir bilinci olamaz. Komünist ve devrimcilerin birliğini baltalayan her davranış ve tavır, iddiası ne olursa olsun pratik olarak tasfiyeciliğe ve dolayısıyla gerici düzene hizmet ediyor demektir. Devrim tasfiyecilerinin hiçbir zaman amaçları ve yönelimlerini açıktan beyan ederek tasfiyecilik yaptığı görülmemiştir. ‘Kızıl bayrağa karşı kızıl bayrak sallama’ esprisi bu bağırdan doğmuştur. Kuru ve keskin sloganlarla belli bir yere kadar yol alınabilir ama gerçek devrimci ilerleme sosyal pratikte dökülen ter, fedakarca yürütülen çalışmalar ve ödenen bedeller sayesinde mümkündür. Herkesin söz, sınıf mücadelesinin sıcak sahasında, devrimci pratikte anlam ve karşılık bulur. Devrimci görevler ve bu uğurdaki örgütsel çalışmalar bütün devrimci güçlerin sahiplenebileceği kadar zengin ve devasadır. Her devrimci parti, örgüt ve gruba bu sahada iş ve görev vardır. Yeter ki, iddiası olanlar tutarlı olup sosyal pratiğe adım atsınlar! Hiçbir devrimci güç bizlerin devrimci mücadele ve örgütlenme alanımızı daraltmaz. Bilakis her devrimci güçle bu sahayı paylaşmaktan mutluluk duyarız. Bu anlamda halkın saflarında siyaset yasakçılığı, Partimizin ciddiyetle eleştirdiği bir konudur. Aynı anlayış parti içindeki ideolojik mücadelede de geçerlidir. Biz komünistler mülkçü bir anlayışa asla sahip değiliz. Tek amacımız vardır komünizme yürümek. Bu yürüyüşte yalnız yürümeyeceğimiz açıktır. Halkın ve onun örgütlü devrimci güçlerinin varlığı ve birliğini yanlışlarına karşı ideolojik mücadele yürüterek önemseyecek ve ilerleyeceğiz. Sonuçlandırırken arkadaşlara başarılar diliyor, birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Yaşasın Marksizm- Leninizm- Maoizm bilimsel ideolojisi! Yaşasın Maoist Komünist Partisi! Yaşasın Sosyalist Halk Savaşı!”


16

gençlik

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

Faşist saldırıya uğrayan Metehan yoğum bakımda Karadeniz Teknik Üniversitesi(KATÜ)’nde öğrenim gören Metehan Tuna Göre, Öğrenci Derneği üyesi Alperen Mengen adlı sivil faşist ve beraberindeki 2 kişi tarafından saldırıya uğradı. Saldırının ardından hastaneye giden Göre’nin beyin kanaması geçirdiği tespit edilerek önce ameliyata ardından da yoğun bakıma alındı Üniversitelerde öğrenciler eşit-parasız-bilimsel eğitim taleplerini dile getirirken, polis ve Özel Güvenlik Birimleri(ÖGB)’nin cop, biber gazı ve gözaltı terörüne maruz kalmaktadır. Devrimci mücadelenin önemli mevzilerinden biri olan üniversitelerde, polis tarafından örgütlenen sivil faşistler tarafından devrimcilerin üzerine saldırılar gerçekleştirilmektedir. Öğrencilerin demokratik taleplerini boğmak isteyen devlet yönetimleri, her türlü saldırıyı organize ederek devrimcilere saldıran sivil faşistleri gerek üniversitelerde gerekse de mahkemelerde korumaktadır. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KATÜ) Metalurji ve Malzeme Mühendisliği’nde öğrenim gören Öğrenci Kolektifi faaliyetçisi Metehan Tuna Göre, sivil faşistlerin saldırısına uğrayarak beyin kanaması geçirdi. 21 Eylül günü yolda yürüdüğü sırada KaTÜ Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi Alperen Mengen adlı sivil faşist ve beraberindeki 2 kişi tarafından önce sözlü ardından da fiziki saldırıya uğradı Göre. Suç duyuru-

sunda bulunmak için hastaneye gittiği sırada yapılan tetkikler sonucu beyin kanaması geçirdiğinin tespit edilmesi üzerine hemen ameliyata alındı. Ardından yoğun bakımda tedavi altına alındı Göre.

Devlet eliyle faşist saldırılar yapılıyor Daha önce de aynı sivil faşistler tarafından saldırıya uğrayan ve suç duyurusunda bulunan Göre için, saldırganlara yönelik hiç-

bir işlem başlatılmadığı tam tersine sivil faşistin korunduğu ortaya çıktı. Üniversite öğrencilerinin eylemleri sonucu saldırıyı yapan 3 sivil faşist gözaltına alındı. KATÜ Öğrenci Kolektifi üyelerinin çağrısıyla bir araya gelen öğrenciler,“Mete Yaşayacak Çeteler Defolacak” pankartını açarak faşist saldırıyı protesto etti. Öğrenci Kolektifi yaptığı açıklamada, Öğrenci Derneği’nin üniversitelerde örgütlenerek devrimci ve yurtsever öğrencilere saldırdığını, üniversite yönetiminin ise buna göz yumduğunu belirtti. KTAÜ Kolektif Sağlık Birimi Tıp Fakültesi önünde “Siz Öldürmeyi Bilirsiniz Biz Yaşatmayı Biliriz” pankartı açarak yapılan faşist saldırılara ilişkin basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasında faşist saldırıların sadece Metehan’a yapılmadığı belirtilerek özgür-demokratik bir üniversite isteyen bütün üniversitelilere yapıldığı kaydedildi. Ankara’da Yüksel Caddesi’nde bir araya gelen öğrenciler Güvenpark’a yürüdü. Metehan’ın yakınlarının da katıldığı yürüyüş sonunda yapılan açıklamada, “Metehan uyanacak ve biz onu da yanımıza alıp, ona bu kirli tezgahı kuranlardan hesap soracağız” denildi. İzmir’de Alsancak Sevinç Pastanesi önünde bir araya gelen kitle oturma eylemi yaparak, Metehan’ın da Ali İsmail Korkmaz gibi olmayacağını, faşist saldırılara karşı mücadele edileceği vurgusu yapıldı. Bu illerin yanı sıra Edirne, Muğla, Kocaeli, Samsun ve Antalya’da Metehan Tuna Göre’ye yapılan faşist saldırılar yapılan eylemlerle protesto edildi.

Çantadan Üniversite ve Emniyet işbirliği çıktı Ankara Üniversitesi, 2014-2015 eğitim öğretim yılı kapsamında üniversiteye yeni kayıt olan öğrencilere üniversite tanıtımı amacıyla çanta ve tişört dağıttı. Dağıtılan çantaların içerisinden ise Ankara Üniversitesi yönetiminin ve emniyetin işbirliği çıktı Ankara Üniversitesi bu yıl da yeni kayıt olan öğrencilerine üniversite tanıtımı

kapsamında çanta ve tişört dağıttı. Dağıtılan çantaların içerisinde ise üniversite yönetimi ve emniyet tarafından hazırlanan “İlimize ve Üniversitemize Hoşgeldiniz” yazılı bir broşür çıktı. Broşürde üniversiteye yeni kayıt olan öğrencilere “nasihatlar” verilirken, “yasadışı” oluşumların tuzağına düşülmemesi gerektiği ifade ediliyor.

‘Polis iyi, devrimciler kötü’ Öğrencilere dağıtılan çantaların içerisinde çıkan broşür altı sayfadan oluşuyor. “İlimize ve Üniversitemize Hoşgeldiniz” başlıklı broşürün son sayfasında ise

Ankara Emniyeti’nin “Bir telefon kadar yakınız” ifadesi yer alıyor. Broşürün iç sayfalarında ise üniversiteyi yeni kazanan öğrencilerin hangi sorunlarla karşılaşacakları belirtiliyor. Üniversiteyi kazanan öğrencileri nelerin beklediğinin yazıldığı broşürde, öğrencilerin bu sorunları bahane eden “yasadışı” oluşumların hedefinde olduğu ifade ediliyor. Öğrencilerin herhangi bir “yasadışı” oluşuma katılmamalarının istendiği broşürde çizilen bir karikatürde ise “yasadışı” oluşumların gerçek yüzleri deşifre ediliyor (!) Ayrıca karika-

türde öğrencilerin “yasadışı” oluşumlar tarafından nasıl kandırıldığı ve nasıl öne sürüldüğü gösteriliyor (!) Üniversite yönetimi ve emniyetin ortaklığının bir kanıtı olan broşürde öğrencilerin “yasadışı” oluşumlardan uzak durması gerektiğini ve bu yolda yürüyenlerin sonsuzluğa yürüyeceğini ama “yasadışı” oluşumlarla birlikte hareket edildiği takdirde ise sona doğru yürüneceği ifade ediliyor. Çantadan emniyetin hazırladığı broşürün yanı sıra özel yurtların broşürleri de çıktı.


gençlik 17

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

‘İ.Ü. faşizme mezar olacak’ İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Hergele Meydanı’nda bir araya gelen IŞİD taraftarları, ellerinde çivili sopalarla üniversite öğrencilerine saldırırken, 2 üniversite öğrencisi yaralandı 26 Eylül günü öğle saatlerinde İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Hergele Meydanı’nda bir araya gelen yüzleri siyah maskeli IŞİD taraftarları, ellerinde çivili sopalarla üniversite öğrencilerine saldırdı. Üniversite öğrencilerinin IŞİD’in Kobane’deki saldırılarına karşı 29 Eylül’de gerçekleştireceği basın açıklaması çağrısının yazılı olduğu afişlerin, “IŞİD katliam yapmıyor” denilerek indirilmesiyle başlayan saldırıda 2 üniversite öğrencisi yaralandı. Saldırının ardından aralarında Demokratik Gençlik Hareketi (DGH)’nin de olduğu devrimci demokrat ve yurtsever kurumlar, üniversite içerisinde yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş sırasında, “Beyazıt faşizme mezar olacak” , “Katil IŞİD işbirlikçi AKP” , “Kobane’de düşene dövüşene bin selam” sloganları atıldı.

‘Katil IŞİD işbirlikçi AKP’ Fen Fakültesi çıkışında yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Bugün İstanbul Üniversitesi’nde IŞİD’li çeteler, üniversitede bulunan IŞİD’in Kobane’de yaptığı katliamları teşhir eden ve 29 Eylül’de katliama karşı gerçekleştirilecek olan basın açıklaması çağrısının yazılı olduğu afişleri ‘IŞİD katliam yapmıyor’ diyerek indireceğini söyledi. Bu faşist saldırıya karşı bir araya gelen öğrencilere karşı 20 kişilik siyah maskeli, çivili sopalı faşist güruh saldırdı. Saldırı sırasında ne ÖGB ne de polisler hiçbir şey yapmadı. Elleri çivili sopalı bu katiller üniversiteye ellerini kollarını sallayarak girdi. Bütün demokratik eylemlerde ÖGB’yi ve polisleri karşımıza diken Rektörlük, katillerin üniversitedeki saldırısını izlemekle yetindi. Eli kanlı IŞİD çetesinden ve onu besleyen AKP’den hesap soracağız. Bulunduğumuz her alanda mezhepçiırkçı çeteye karşı mücadeleyi büyüteceğiz.” 29 Eylül günü yeniden saldırıya geçen IŞİD taraftarları, Fen kapısında IŞİD’in katliamlarını protesto eden öğrencilerin üzerine taş ve soda şişeleri fırlattı. Yüzleri maskeli olarak okula girmeye çalışan gruba devrimci demokrat öğrenciler izin vermedi. Bunun üzerine çatışma çıktı. Araya çevik kuvvetin girmesiyle, IŞİD yanlıları, fakülteden ayrılarak Vezneciler tarafına kaçtı. Devrimci demokrat öğrenciler de bir süre fakültenin önünde marşlar ve sloganlarla bekleyişini sürdürdü.

ADGH’den Rojava’ya

ilişkin açıklama Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi (ADGH) Rojava, Kobane ve Şengal’de yaşanan gelişmelere ilişkin, “Emperyalistlerin yarattığı vahşi IŞİD çetelerinin zulmüne ve bu kirli savaşa ortak olma, kendi kurtuluş mücadelene sarıl” başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi (ADGH) tarafından Rojava, Kobane ve Şengal’de yaşananlara ilişkin yapılan açıklamada, emperyalizmin kendi sistemini ayakta tutmak için faşist T. C. ve benzeri gibi gerici güçler üzerinden yetiştirdiği ve beslemeye devam ettiği IŞİD barbarlığının kana doymayıp Kobane, Zumar, Şengal ve Maxmur’a yönelik saldırılarına dair vurguda bulundu. IŞİD saldırılarında İslami kurallara göre bir düzen ve cennet vaatleriyle kan dökmeye devam eden örgütün, Ezidi-Kürt-Alevi halkından binlerce insanı katlederek göçe zorladığı anlatıldı. Kaçış yollarında çoğu çocuk binlercesinin açlık ve su-

suzluktan hayatını kaybettiği belirtilen açıklamada, binlerce kadının kaçırılıp tecavüze uğrayarak sonrasında ise satıldığı ifade edildi.

‘Halk gençliği bu kirli savaşa ortak olmamalıdır’ ADGH’nin açıklaması şu ifadelerle devam etti: “Ortadoğu’daki zenginliklerin sömürülmesi için halkları birbirine düşürerek katleden, savaşlar çıkaran ve Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarına tahammül etmeyip, IŞİD katillerini faşist Türk devleti üzerinden Rojava’yaGüney Kürdistan’a saldırtan ABD ve Batılı emperyalist devletler şimdi de kendilerinin ürünü olan IŞİD’le ‘mücadele’ planları kurmaktadır. Sistemlerini bugüne kadar sömürüyle, baskıyla ve savaşlarla sürdürenlerin ‘savaş karşıtlığı-demokrasi-barış-çözüm-in san hakları’ dedikleri şeylerin, ezilen halklar için daha fazla kan ve acıdan başka bir şey olmadığını tarihsel deneyimlerimiz bize defalarca göstermiştir. Özellikle Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Avrupa’dan ezilen ulus ve

inançlara mensup yoksul gençleri, kirli savaşına katmayı hedefleyen IŞİD’in bu gençleri türlü yollarla ve vaatlerle kandırdığı da bilinmektedir. Ezilen inanç ve uluslara mensup yoksul halk gençliği, emperyalist devletlerin yetiştirdiği IŞİD gibi gerici vahşi çetelere ve bu kirli savaşa ortak olmamalıdır. Çünkü bu savaş biz yoksul ve ezilen halk gençliğinin savaşı değildir. Biz ezilen halk gençliğinin gerçek mücadelesi, tam da bu kanlı düzene karşı, din, dil, ırk ve cins ayrımı gözetmeden, bütün insanlığın eşit ve özgür bir dünyada yaşama mücadelesini yükseltmek olmalıdır.” ADGH açıklaması, emperyalistlerin yarattığı vahşi IŞİD çetelerinin zulmüne ve sürdürdüğü kirli savaşa ortak olmadan ezilen dünya halklarının eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyütme ve bütün savaşların yaratıcısı emperyalist-kapitalist sisteme karşı mücadeleyi yükseltme çağrısıyla sona erdi.


18

güncel analiz

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

Doğmatizmde ısrar Bismarck’ı MKP 3. Kongresine dair gelenek güçlerinin ne diyecekleri geniş bir kitle tarafından merakla beklenmekteydi. Nihayet Partizan 2014 Haziran Özel sayısını 3. Kongre kararlarını değerlendirmeye ayırıp, kapsamlı bir eleştiri yazısı kaleme aldı. Elbette ki, söz konusu değerlendirmeye aynı kapsam ve bütünlük içerisinde cevap verilecektir. Dolayısıyla, biz şimdilik Partizan’ın ilgili değerlendirmelerinden sadece belirli konuları kısaca ele almakla yetineceğiz Partizan’ın eleştirilerini yürütürken kullandığı dilin, siyasal- teorik bir tartışma yürütme dili olmadığını ifade edip, aynı seviyeden bir üsluba düşmemeye özen göstereceğimizi öncelikle ve özellikle belirtelim. Değerlendirme “Tasfiyecilikte yeni bir aşama olarak MKP 3. Kongresi’’ ve “Kenan Evren’den Bismarck yaratmak’’ olarak iki ana başlıktan oluşmaktadır. Değerlendirmeler her ne kadar iki ana başlık altında kaleme alınmışsa da, farklı cümlelerle aynı dogmatik düşünce sistematiğinden malüller. Öylesine malüller ki, başından bugüne kapitalist ve emperyalistlerin güdümündeki bir ülkenin ekonomik gelişim ve değişim seyrini incelemeyi, kendi ilkel birikimini yaşayarak feodalizmi tasfiye eden kapitalist Almanya’yla kıyaslamaktadırlar. Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki feodalizmin çözülüp kapitalist üretimin egemen hale gelmesi için Almanya’daki gibi bir Bismarck olmasını şart görmektedirler. Partizan yazarlarının öncelikle şunu kavramaları gerekir; başından beri ilkel birikim sürecini yaşamış ve kendi iç dinamikleriyle feodalizmi tasfiye ederek kapitalist üretimi egemen kılmış ülkelerdekiyle, yarı-sömürge ülkelerdeki ekonominin değişim ve dönüşümü aynı yolla olmaz. Aynı seyri izlemez. Bu nedenle de, birbirlerine örnek teşkil etmez. Çünkü kapitalizmin gelişimi birisinde iç olgudur, bağımlı ülkelerde ise esas olarak dış olgudur. Birisi, kendi ilkel birikim sürecindeki sermaye birikimine dayalı olarak sanayisini geliştirmiştir. Yarı- sömürge yarı- feodal ülkede ise kapitalizme (emperyalizm aşamasından itibaren de emperyalist tekellere) bağımlı ve onun çıkarları doğrultusunda gelişen bir kapitalizm söz konusudur. Dolayısıyla ne feodalizm aynı yollarla çözülmektedir, ne de

kapitalist üretim aynı yollarla egemen hale gelmektedir. Doğallığında Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki feodalizmin çözülüş ve komprador kapitalizmin egemen hale gelme süreçlerini ele alıp incelerken, emperyalist kapitalist ülkelerin tarihlerine bakarak hareket etmek, aynı Partizan yazarları gibi, yanlış sonuçlara varmaktan kimseyi kurtaramaz. Eğer aynı yollar izlenmiş olsaydı, gelişen ve egemen olan kapitalizm de aynı nitelik ve karaktere sahip olurdu. Farklı yollar izlendiği içindir ki, birisi uluslararası kapitalist karakterlidir, diğeri komprador kapitalist karakterlidir. Bu temel farklılıklardan hareket edilmesi halinde bile ‘algılar’ hemen Bismarck’a uzanmazdı. Başından itibaren emperyalizme bağımlı bir ülkede Bismarck arayışı, ufuk daralmasından başka neyle izah edilebilir!!!

Emperyalizmin analizi Emperyalizm, her yoğunlaşma sürecinin belirli bir aşamasında, arz ve talep arasında ortaya çıkan orantısızlıklardan kaynaklı olarak krizlerle karşı karşıya gelir. Her bir kriz, dönemin tarihsel koşulları ve uluslararası tekellerin birbirleriyle olan güç dengelerine bağlı olarak geliştirilen krizi aşma politikalarıyla aşılmaya çalışılır. Bu aşma politikaları da esasta bağımlı ülkelerin zenginlik kaynaklarını, hammaddesini, ucuz emeğini ve üretim olanaklarını kendi çıkarlarına göre yeniden düzenlemek üzerine kuruludur. Hammaddesi bol, emeği daha ucuz, üretim olanakları ve pazar alanı açısından daha avantajlı ülkelere yönelir. Bu yönelim sermaye ihracıyla olduğu gibi, son yıllarda daha çok öne çıkan biçimiyle doğrudan yatırımlar şeklinde olmaktadır. Bu yönelim hangi amaçla olursa olsun, girdiği her bir ülke ekonomisinde ve üretim tarzında değişiklikler yaratmaktadır. Artık çıkarlarına uymayan eskiyi parçalayıp, yerine yenisini inşa etmektir bu yönelim. 1950’li yılların sonlarında başlayan sermayenin göreli yoğunlaşma süreci, 70’lerde petrol krizi olarak patlak verdi. Bunun aşılması için geliştirilen çözüm politikası neo- liberalizm oldu. ABD’ de R. Reagan ve İngiltere’de Teatcher’la başlayan neo- liberal ekonomi- politikaların Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki izdüşümü de 24 Ocak Kararları oldu. Partizan yazarları bizim düşüncelerimizde Bismarck aramak yerine, enerjilerini 24 Ocak Kararlarının Türkiye- Kuzey Kürdistan ekonomisine ne gibi etkilerinin olduğunu, krizlerini aşmak için emperyalist tekellerin Türkiye- Kuzey Kürdistan’a

biçtikleri rolün neler olduğunu ve bu rolün ekonomik alanda, üretim tarzı ve üretim ilişkilerinde ne gibi sonuçlar doğurduğunu ortaya çıkarmak için harcasalardı, saplanıp kaldıkları dogmatizm girdabından kurtulurlardı. Ancak bu dostlarımız hala kolay olanı tercih edip, değişimi ve dönüşümü inceleme zahmetine girmemektedir.

Kapitalist ekonominin dinamik özünü görmemek diyalektiğin inkarıdır Dahası, kapitalizmin temel ekonomik yasasının azami kar yasası olduğu gerçeğini kavrayamayışından dolayı ekonomiyi, emperyalistlerin çıkarlarına göre biçimlendirdiği dinamik bir olgu değil, statik bir olgu olarak ele almaktadır. Bundandır ki, Lenin’in yüz yıl önce söylediklerini bile kavramaktan uzaktır. Lenin; “Kapitalizm, kapitalizm olarak

kaldıkça… dış ülkelere, geri kalmış ülkelere sermaye ihracı yoluyla bu karları artırmaya yönelir. Geri kalmış ülkelerde kar her zaman yüksektir…bu ülkelerde büyük demiryolları yapılmıştır ya da yapılmak üzeredir, sınai gelişmenin vb. gerekli koşulları yaratılmış bulunmaktadır.(abç)’’ (Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sf:64) diyordu. Gayet açık bir şekilde anlaşılacağı üzere, Lenin emperyalist kapitalizmin meta ihracı yerine emperyalizmin temel olgularından birisi olan daha yüksek kar amacıyla yapılan sermaye ihracına yönelmesi ve demiryollarının yapımının sınai yani kapitalizmin gelişmesi için gerekli koşulların oluşturulduğunu belirtmektedir. Gelişmesi için gerekli koşulları oluşan kapitalizmin belli bir sınırda durması mümkün müdür? Bunu mümkün görmek, kapitalist ekonominin dinamik özünü gör-


güncel

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

aratır memek, statik bir olgu olarak ele almaktır. Bu da diyalektiğin inkarıdır, felsefi olarak da idealizmdir. Emperyalizm adlı eserinin ilerleyen sayfalarında Lenin, “İhraç edilmiş sermaye, ihraç edildiği ülkelerde, kapitalizmin gelişmesini etkiler, hızlandırır (abç). Böylece sermaye ihracı, ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimi taşısa da, hemen bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğunu unutmamalı’’ (Sf: 66) demektedir. Lenin yoldaşın bu oldukça açık vurgularından yola çıkarak Partizan yazarlarına sormak gerekmektedir; yıllar yılı emperyalistlerce Türkiye- Kuzey Kürdistan’ a ihraç edilen milyarlarca dolarlık sermaye ihracıyla gelişen komprador kapitalizmin sınırı neresidir? Yarı- feodalizmde çakılıp kaldı mı? Ya da kapitalizmin “gelişmesini etkileyip’’ , “hızlandırarak’’ ilerici mi oluyor? Lenin yoldaş kapitalizmin ilerici rolünü yitirip gerileştiğini bilmiyor muydu acaba? Gelişmesi için gerekli olan koşulları oluşan kapitalizm, feodalizmi adım adım çözerek ilerler. Azami kar hırsının sınırı nasıl yoksa feodalizmi çözmesinin de belli bir sınırı yoktur. Belli bir denge hali, yani her iki üretim tarzının iç içe geçerek belirli bir zaman diliminde yan yana var olması hali geçicidir. Birlikte var olmalarını sağlayan şartlara bağlıdır. Bu şartlar kalıcı değil geçicidir. Bu diyalektiğin abc’sidir. Çıkarlarına uyduğu için daha önceki dönemlerde iş birliği yapmak zorunda olduğu feodal güçler, gelişmesinin belli bir aşamasında daha çok kar elde etmesinin engeli haline geldiğinde, onları adım adım dönüştürerek kapitalist üretimin parçası haline getirir. (Burada Partizan yazarlarına Marks’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı eserinin o ünlü özsözünü bir kez daha hatırlamakta fayda görmekteyiz). Bunu yaparken de herhangi ilerici bir rol üstlenmez. Çünkü bağımlı ülkelerdeki tüm zenginlik kaynaklarına el koyup, rakip tekellerin sömürü ve egemenlik alanlarını daraltmak için yani gerici çıkarları için bunu yapmaktadır. Bunu yaparken, niyetinden

bağımsız olarak, feodal üretim ilişkilerini çözer, çözdüğü parçaladığı eski üretim ilişkilerinin yerine yenisinin, yani komprador kapitalizmin gelişmesi sonucunu yaratır. Bunun için yeni Bismarcklara ihtiyacı yoktur. Temel yasası olan azami kar yasasının doğal sonucu olarak, Bismarck rolünü emperyalist tekellerin bizzat kendileri oynamaktadır. Buradan yola çıkarak emperyalist tekellere ilerici bir sıfat biçmek, abesle iştigal etmektir. Partizan yazarı “Kapitalistleşme sürecini tamamlamış ülkelerin verilerini alıp bizim ülkeyle kıyaslayıp ortak paydalar bulmak bir şeyi ispat etmez” (Sf: 117) demektedir. Ancak kendisi hemen hemen tüm düşünce sistematiğini bunun üzerine kurduğundan dolayıdır ki, aklına hemen, Alman kapitalizminin egemenliğinin tesis edilişinde simge olan dönemin öncülüğünü yapan Bismarck geliyor. Yazar, yaptığı alıntıları bile anlamaktan yoksun bir halle durumu ortaya koymaktadır. Şöyle ki, Lenin yoldaştan yaptığı “tüccar ve tefeci sermayesinin bağımsız gelişimi, köylülükteki farklılaşmayı geciktirir’’ (Sf:118) alıntıyı bile doğru okuyup doğru yorumlamaktan muzdarip. Lenin yoldaş, yaptığı bu alıntıda tüccar ve tefeci sermayesinin varlığından ve gelişiminden dolayı köylülüğün, yani feodal üretim tarzı ve ilişkilerinin değişmeyeceğini söylemiyor. Sadece, bu değişimin hızla olmayacağını, ağır olacağını, kapitalist ülkelere göre daha uzun bir zaman alacağını belirtmektedir. Fakat dostlarımız, uzun yıllara yayılacak olan bu farklılaşmayı, donma olarak, değişmezlik olarak okumakta ve algılamaktadır. Sormak gerekiyor; Lenin’in belirttiği gecikme hali ne kadarlık zamanlık bir tarihi kapsıyor acaba? Yüzlerce veya binlerce yılları bulur mu, yoksa sonsuz mudur bu? Diyalektik ve tarihsel materyalist bakış bunun neresinde? Bilen beri gelsin… Lenin “ihraç edilmiş sermaye, ihraç edildiği ülkelerde kapitalizmin gelişmesini etkiler ve hızlandırır’’ demişti değil mi? Hem de “ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimi taşısa da.” Fazla söze ne hacet…

19

MKP: Kobané direnişini selamlıyoruz Maoist Komünist Partisi, “Kobané’deki gerici kuşatmayı lanetliyor, Kürtlerin kahramanca direnişini selamlıyoruz! Çare emperyalist müdahaleler değil, devrimci direniş ve mücadeledir” başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı Maoist Komünist Partisi (MKP) Merkez Komitesi- Enformasyon Bürosu IŞİD’in Ortadoğu halklarına uyguladığı katliamcı politikayı kınayan ve Kobané’deki Kürt mücadelesini selamlayan bir açıklama yayınladı. “Kobané’deki gerici kuşatmayı lanetliyor, Kürtlerin kahramanca direnişini selamlıyoruz! Çare emperyalist müdahaleler değil, devrimci direniş ve mücadeledir” başlığını taşıyan açıklamada; Bölgede aktüel bir tehdit unsuru ve bir heyula haline gelen IŞİD gerçeğini doğru okumanın ve ona karşı kararlı bir mücadele yürütmenin elzem olduğundan bahsedilirken, IŞİD’in evrensel çerçevedeki gericiliğin bir parçası ve onun özgün bir biçimi olduğu vurgulandı. IŞİD’in, emperyalist barbarlıkla onun uzantısı bilumum gericiliğin gerçekleştirdiği katliam ve kıyımları daha ilkel yöntemlerle gerçekleştiren koyu gerici-Sünni İslam dincisi bir bileşen veya yapılanma olduğu ifade edildi. IŞİD’in bölgedeki katliam ve kırımların birinci dereceden sorumlusu olduğu belirtilirken, en az IŞİD kadar IŞİD’i dönemsel çıkarları bağlamında var eden ve saldırganlık politikalarıyla ona örgütlenip güç olma zemini yaratan emperyalist gericiliğin de bu katliam ve vahşetten IŞİD kadar sorumlu olduğu vurgulandı. IŞİD gerçekliğinin yol açtığı mevcut durum ve emperyalist senaryolardan bağımsız olmamakla birlikte, emperyalistlerin bölgede ‘çözüme’ kavuşturamadıkları dalaşta avantaj elde edip buradaki hegemonyalarını sağlamlaştırmaya yönelik stratejilerinin hayata geçirilmesi fırsatının sunulduğu belirtildi. MKP, IŞİD’in bölgedeki ulus ve azınlıklara, çeşitli inanç kesimlerine yönelik uyguladığı vahşi terör, barbarlık ve katliamları kararlı sınıf tavrıyla lanetlediğini, saldırı ve katliamlara maruz kalan Kürt ulusu, Ezidi mezhebi ve diğer ulus ve azınlıkların yanında olduğunu, pratik görev ve sorumluluklar taşıdığını ve bu anlamda direniş ve mücadelesini desteklediğini duyurdu.

‘Kobané halkıyla birlikte mücadele etmek devrimci sorumluluktur’ MKP, Kürt Ulusal Hareketi’nin ve Kürt halkının Kobané’deki barbar ve katliamcı saldırı kuşatmasına karşı yürüttüğü direnişi selamlayarak şunları dile getirdi: “Başta kendimiz olmak üzere, tüm devrimci güç-

lere bizzat direniş ve savaşta yer alma biçiminden, her türlü dayanışma ve desteğe kadar Kobané direnişi ve mücadelesini topyekün sahiplenerek büyütme çağrısında bulunmayı devrimci sorumluluk ve tavrımızın gereği olarak ifade ediyoruz. Kobané’yle en ileri düzeyde dayanışma tavrımız, anti- emperyalist, anti- faşist ve anti- gericilikte ifade bulan niteliğimizle bu üçlünün uluslararası özelliği ve bizlerin de evrensel sınıf niteliğimizde anlam bulurken, proletarya enternasyonalizmini benimsememiz ve ezilenlerin ortak düşmana karşı ortak mücadele etmesinin gerekliliği gibi unsurların yanı sıra, Irak ve Suriye devlet sınırları içinde cereyan eden Kürt ulusuna yönelik katliamların doğrudan coğrafyamızdaki Kürt ulusunu da içine almış olma gerçekliğinde ifade bulmaktadır. Dahası, her bir parçadaki Kürt ulusu aynı kaderi paylaşmakta ve somutta da Kürt ulusu gerici-barbar saldırılara uğrayıp katliamlara maruz kalmaktadır. Kürt ulusu gericiliğe karşı son derece meşru ve ilerici bir direniş sergilemektedir. Bu durumda bizler ne gerici saldırı ve katliamlara ne de ilerici ve devrimci direnişlere karşı kayıtsız kalamayız. Her coğrafyada yaşanan benzer durum karşısında tavrımız aynıdır. Ne var ki, katliamların gerçekleştirildiği Kürdistan coğrafyasının sınır vb somut durumları itibarıyla buraya daha somut desteklerde bulunmayı da gündeme getirmektedir. IŞİD gericiliğinin saldırı ve katliamlarına karşı çare emperyalist müdahaleler ve emperyalist barbarlar liderliğinde uluslararası gerici devletlerin koalisyonu konseptiyle planladığı gerici saldırı değildir. Çare devrimci direniş ve mücadelelerdir, bu nitelikteki direnişlerin geliştirilmesidir.”

‘AKP iktidarı teşhir edilmelidir’ Açıklamada, AKP iktidarının da IŞİD’e karşı aleyhte hiçbir şey yapmadığı, aksine IŞİD’in lehine her şeyi yaptığı ifade edilerek, bu desteğin arka planında AKP iktidarının IŞİD’i Kürtlerle, özellikle Rojava Kürtleriyle savaştırmak olduğu belirtildi. AKP iktidarının IŞİD’e TIR’larla silah ve para taşıdığı, IŞİD‘i otellerde ağırladığı, yaralılarını tedavi ettiği ve her türlü desteği sunduğunun tüm çıplaklığıyla bilindiğini ifade eden MKP, açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Bugün IŞİD’le siyasi pazarlığın yapıldığı, takas pazarlığı yapılıp takasların gerçekleştirildiği bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilerek açıklanmaktadır. Ki bu gerçeklik bile AKP iktidarının IŞİD’le ilişkisini, IŞİD’i çeşitli biçimlerde desteklediğini kanıtlar durumdadır. Yabancı basın mensuplarının kafaları kesilirken, Türk rehinelerin hiçbir şey olmadan 101 gün sonra ve güvenli bir biçimde teslim edilmesi gerçekleştirildi. Bu durum elbette izaha muhtaçtır ve çok da olağan bir IŞİD tavrı değildir. Ancak Erdoğan’ın açıklamasıyla netlik kazandı ki, karşılıklı takas yapılmıştır. Bu durum AKP ile IŞİD arasındaki gizli ilişkiyi reddedilemez nitelikte somutlamaktadır.”


20

dünya

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

Ekonomik krizden siyasi krize Emperyalist tekeller 2008 yılında düştüğü krize çareler ararken, Fransa’da ekonomik krizin giderek boyutlanması siyasi krizi de beraberinde getirecek gelişme dinamiklerini taşımaktadır Emperyalist tekeller içine düştüğü 2008 krizinden bu yana, krizden çıkmanın çareler arayıp duruyor. Geçen altı yıllık süreçte uygulaya geldikleri önlem paketleriyle kimi ülkelerde istikrarı yakalamış gibi görünse de, varlığını devam ettirmektedir. Kimi emperyalist ülkeler kriz üzerinde belirli oranda kontrol sağladılarsa da, Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkeler halen sıkıntılarla boğuşmaktadır ve bir çare bulabilmiş değiller krize. Bu çaresizliğin yarattığı çıkmaz Fransa’da siyasi kriz olarak kendisini ortaya koymaya başladı. Sarkozy döneminin yarattığı umutsuzluk içinde çare diye seçilip başa gelen Hollande ve ekibi, magazinsel skandallarının yanında esas olarak ekonomik alanda hiçbir derde çare üretemedi. Bu da kitlelerdeki güveni ve umudu kırdı. Temsilcisi olduğu tekelleri de düş kırıklığına uğrattı. Bütün bunların kaçınılmaz sonucu olarak siyasai kriz de boy vermeye başladı. Bütün bunlar Fransız ekonomisinin her geçen dönem daha da kötüye gitmesinin kaçınılmaz bir sonucuydu. 2008 yılında patlak veren ABD merkezli kriz kısa zamanda diğer emperyalist ülkeleri de adım adım içine alarak büyüdü. Ekonomisinin omurgasının esasını üretim ve meta ihracı oluşturan Almanya ve İngiltere kriz şokunu kısa zamanda kontrol altına aldı ve bu krizi fırsata çevirerek rakiplerine göre daha avantajlı bir duruma geldi. Fransa gibi ekonomisinin temel omurgası daha çok sermaye ihracına dayanan ülkeler ise giderek derinleşen krizle boğuşmaya devam etmektedir. Sarkozy hükümeti ve politikalarından umudunu kesen Fransız tekeller, yeni bir umut olarak Hollande’a çare olarak sarıldı. Umutları üretim maliyetlerini düşürecek, sermayenin kar limitini yükseltecek politikaların geliştirilmesiydi. Ancak Hollande başa gelir gelmez vergi yasalarında yeni bir düzenlemeyle gelire orantılı vergi sistemini getirdi. Bu da sermayenin ve nakit paranın ülkeden daha hızlı bir şekilde kaçarak, daha çok kar edeceği pazarlara akmaya başlaması demek oldu. Fransız sermayesinin rakipleriyle varolan rekabet gücünü zayıflattı. Bu durum mevcut krizin kontrolünü ve yarattığı tahribatların onarımının koşullarını ortadan kaldırdı. İşsizlik, bütçe açıkları ve kamu borç stokları her yıl daha da artmaya başladı. Büyüme oranı her geçen yıl daha geriye düşmeye başladı.

Kriz büyüyor Resmi işsizlik oranı yüzde 11’ler civarına kadar tırmandı. Ki, genç ve taze emekteki işsizlik oranı yüzde 25’lerde. Bütçe açığı

2013 itibarıyla yüzde 3,4. Bu oranın AB kriterlerine göre en fazla yüzde 3 olması gerekmektedir. AB Komisyonu toparlanamayan Fransa ekonomisine nefes aldırmak için iki yıldır AB ülkelerince kabul edilmesi için yoğun bir çaba içerisindedir. Bu tüm çabalara karşın bütçe açığı kapanmak yerine artmaya devam etmektedir. Ki, 2014 yılı için bu açığın yüzde 4’ü bulacağı ve hatta geçeceği öngörülmektedir. Fransa Sayıştay Başkanı Didier Migaud, ‘Kamu borçlarının büyüklüğü açısından Fransa tehlikeli bir bölgede duruyor’ sözleriyle, Fransız ekonomisinin yaşamakta olduğu krizin ciddiyetini ortaya koymaktadır. Meta ve hizmet ihraç ve ithalatındaki denge oranı her geçen dönem ithalat lehine artmakta ve açık yüz milyarın üzerine çıkmış durumdadır. Bütün bu eksiye doğru seyreden gelişmeler, doğal olarak ekonomideki gelişme oranlarını da aşağıya doğru çekmektedir. Bu yıl için tahmin edilen büyüme oranı yüzde 0,9. Bu oranın gerçekçi olmadığından dolayı tutturulamayacağı ve daha düşük olacağı da ekonomistler tarafından ortak kanı olarak ifade edilmektedir. Bütün bu gelişmelere çare arayan Hollande hükümeti, kendi içinde çatlamaya başladı. İlk çatlak, mart ayındaki belediye seçimlerinde ırkçı Marie Le Pen’in beklenmeyen orandaki oy artışı ve ikinci emperyalist savaştan beridir sosyalistlerin elinde bulunan belediyelerin bile sağa kaptırılmasıyla alınan büyük yenilgiyle birlikte ilk siyasal kriz olarak ortaya çıktı. Eski hükümet istifa ederek yerini sosyalistlerin Sarkozy’si diye adlandırılan Manuel Vals’e bıraktı. Ancak siyasal hükümet krizi devam etti ve aradan dört aylık bir zaman geçmeden hükümet başta ekonomi ve maliye bakanları olmak üzere yeniden revizyona gitmek zorunda kaldı. Fransız sermayesi ve AB, yeni hükümetin önüne krizi aşmak için gerekli olan yasal

düzenlemeleri yapma görevi koymuş durumdadır. Bunların ilki, reform diye adlandırdıkları Fransız sermayesinin rekabet gücünün artırılması için gerekli olan vergi yüklerinin düşürülmesi, istihdamın yüklerinin ve dolayısıyla işsizliğin düşürülmesi, sıkı bir ekonomik politikayla kamu borçlarının azaltılması… Anlaşılacağı üzere, her zaman bağımlı ülkelere dayatılan ve bizimde yılar yılıdır mağduru olduğumuz ve çok iyi bildiğimiz acı reçete, bugün Fransa için gündemde. Avrupa Komisyonu başkanı J. Manuel Barroso bu acı reçete için ; ‘Reform uygulayarak yola devam etmek Fransa ve diğer ülke ekonomilerinin ihtiyacı haline geldi’ diyor. Reform diye adlandırılan bütün bu yasal düzenlemelerle, Fransız proletaryasının uzun yıllar mücadele ederek ve bedeller ödeyerek kazanmış oldukları haklar gasp edilecektir. Örneğin; çıkarılan işgücü maliyetlerini düşürmeyi öngören Sorumluluk Antlaşması yasasıyla çalışanların emeklilik, sigorta ve sağlık için patronların ödedikleri primler düşürülecektir. Bu yasayla emekçilerin lehine olan yasalar kaldırılarak, yurt dışına giden sermayeyi yeniden geri getirmek amaçlanıyor. Yani sermayenin emekçileri dilediği gibi sömürmesinin önünü açan yasalar çıkarılacaktır. Ve üstelik bu yetkililer tarafından ; ‘sendikalarla her hangi bir anlaşma sağlanamasa da yapacağız’’ diye açıklandı. Ha keza kamu borçlarının azaltılması için, 50 milyar euroluk tasarruf paketiyle, işsizlik parasından ve yapılan diğer tüm yardımlara kadar hepsinde kısıtlamalara gidilecektir. Ki, bu yasa Tasarruf Yasası olarak yeni hükümet tarafından onaylandı bile.

Emek cephesinde ise şimdilik fırtına sessizliği hakim Sendikalarla uzun zamandan beridir yapılan uzlaşma görüşmeleri, sendikaların

bu yasaları kabul etmeyişinden dolayı tıkandı ve ara yol bulunamayınca da kesildi. Sendikalar huzursuz. Avrupa toplumları içinde en geniş örgütlülüğe sahip olan Fransa proletaryası, gelişmeleri şimdilik büyük bir kaygı ve dikkatle izlemektedir. Emekten yana vaadlerle işbaşına gelen Hollande’ın yaratmış olduğu düş kırıklığından dolayı, büyük bir umutsuzluk yaşayan Fransız emekçi halkı, belediye seçimlerinde yüzde 50’leri aşan bir oranda sandığa gitmedi. Örgütlü olduğu sendikaların daha önceki yıllarda gasp edilen haklarını savunmak için mücadele etmek yerine orta yolu seçip, hükümetler ve patronlarla anlaşmaya varmalarından dolayı, sendikalara olan güvenleri de sarsılmış durumdadır. Dolayısıyla krizin bir başka biçimi de sendikaların içinde yaşanmaktadır. Ama her halükarda, Fransız proletaryasının tarihsel deneyimlerinden öğrendiklerinden yola çıkarak sokakları ve meydanları dolduracaklarından kimsenin şüphesi yok. Başta hükümet ve patronlar cephesi bu beklentiden dolayı oldukça tedirgindir. Gelecek olan sınıf hareketinin nasıl engelleneceğinin planlarını yapmaktadır. Bunun için öncelikli olarak, bu acı reçetelerin çalışan emekçiler lehine olduğu noktasında toplumu ikna etmeye çalışıyorlar. Arnaud Matebourg’un yerine gelen yeni Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron, bakanlığa gelir gelmez ayağının tozuyla; ‘Şu an zor bir dönemden geçtiğimizi kabul ediyoruz’ açıklamasını yaptı. Evet, Fransa her açıdan zor bir dönemden geçmektedir. Ekonomik olarak zor bir dönem, siyasal olarak zor bir dönem, hükümet yani yönetmede zor bir dönem, bunların yarattığı ve yaratacağı zor bir dönemin içindedir. Bu zor dönem, büyük hareketliliklere gebe. Sürecin kimin lehine işleyeceği ise, güçlerin örgütlülüğüne, hedeflerine ve hareket kabiliyetine bağlıdır. Yaşayıp göreceğiz.


21

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

ORTADOĞU DERSLERİNE KISACA SON BİR DEĞERLENDİRME! Kazım Cihan IŞİD’in terör vahşetine karşı, ABD merkezli Batılı emperyalistler ve NATO; “Demokrasi Koalisyonu’’ aldatmacalarıyla kitleleri manipüle etmeye, terörist “demokratik’’ hegemonya stratejilerini ‘’kurtarma’’ reçeteleri şeklinde sunmaya çalışmaktadır. Evet, Irak’a ’’demokrasi’’ seferberliğinde, 1 milyon Iraklının katledilmesinde hakeza Afganistan’da bunu gördük... Emperyalist işgal ve kontrol saldırılarını, “durumu iyileştirme’’ şeklinde karşılayanlara, bu dersler, derinleşen kaos, serpilmiş boğazlayıcı IŞİD kafa kesmeleri ve etnik temizleme sonuçları, halen mi yetmiyor? Bu sonuçların temelinde yatan emperyalist hegemonyayı pekiştirme siyasetinin, Taliban’ın devrilmesinde somutlanan stratejisinin ardından izlenen yakın tarihin bir tecrübesidir. Kürt- Süryani- Ezidi ve tüm ezilenler açısından emperyalist saldırıya bel bağlama çizgilerinin çıkmazı gibi kendi özgüçlerineöz savunmalarına dayanmayı esas almanın önemi de barizdir. 1975 Güney Kürdistan Peşmerge direnişi nasıl bastırıldı? ABD’nin Kissinger planıyla sağlanan Şah- Saddam’ın ortaklığıyla gerçekleştirilen katliamcı bastırma hareketinde “dost’’ bilinen Amerika’nın rolü nettir.. Saddam’ın Enfal- Halepçe Katliamlarında, kimyasal zehirlemelerinde ABD-Almanya kısacası Batı emperyalistlerinin rolü deşifre olmuşken “Arap Baharı’’ ertesi devreye sokulmuş, Libya saldırısının yarattığı yeni boğazlaşmalar ortadayken, Afganistan- IrakLübnan ve son olarak Gazze ablukası- katliamlarında ABD stratejisi alenen konuşulurken, öğrenmemek, traji komik olur. Suriye hangi planla mevcut duruma geldi. 200 bini aşkın insanın ölümü, milyonların mültecileşmesi, IŞİD’ in ilerlemesi, emperyalist ‘’iyilikseverlik’’ lerin ürünüydü. Dün, Saddamlarda olan bugün Esad- Sisilerden, “düşman” dedikleri İran’dan “bölgesel koalisyon’’ katılımları planı yapılmaktadır. Suudi- Katar- TC zaten ABD savaş aracının uşak katarlarıdır.. Kısacası Ortadoğu’da süren bölgesel çaplı emperyalist 3. dünya savaşıdır. Ukrayna- Gürcistan’daki kapışmada aynı çerçevededir. Dün de Balkanlar’da(1990’larda) icra edilmişti. Somali, Uganda, Nijerya, Yemen ve Afrika’da halklar açısından yaratılan cehennemlerin felaketi, emperyalist saldırıların “demokratik’’ sonuçlarıdır. ABD, AB’nin bölgeye “IŞİD’e karşı silah sevkiyatı’’, Ezidi- Kürt “dostluğu’’ için değil, kendileri- İsrail’in güvenliği için, İran- Çin- Rusya’ya karşı mevzilerini tahkim amaçlıdır. Şii hilaline karşıc(İran- HizbullahEsad vd) kuşatma, kontrole alma stratejisidir. Formatlar nettir. Emperyalist hegemonyada, petrol- doğalgaz rezervlerinin güvenliği, IŞİD’i hizada tutmak, Esad rejimine karşı ılımlı kontrollü muhalefetin iktidarı için, Suriye’nin bölünmesi de dahil silahlı donanım. IŞİD vahşeti, emperyalist saldırganlık- işgal vahşetini temizleme gerekçesi haline getirilemez. Ortadoğu- Kafkasya’daki boğazlaşmalar, Pasifik’e kadar uzanan gerginlik sratejileri, emperyalist savaş kurmaylarının eseridir. 1980- 1990’larda “sona erdi’’ denilen “soğuk savaş tehlikesi’’, şimdi bölgelerde fiilen süren gerçekliğiyle sahnededir. Bir kez daha emperyalist- gerici haksız savaşlara kaynaklık eden emperyalizm gerçeğidir sentezi, ispatlanmaktadır. Baltık- Polonya- Ukrayna ile Rusya, Pasifikler, Çin’in muhtemel yayılması, çevreleme stratejileriyle önlen-

meye çalışılmaktadır. Bölgelerde ve ülkelerde cereyan eden hegemonya savaşları, dünya sahnesinden soyut değildir. Haksız savaşların ardından “özgürlük’’ bekleyen yanılsamalar konusunda ezilenleri uyarmak, ertelenemez sorumluluktur. Pragmatist yönelimlerle, emperyalist stratejilere entegre olma siyasetleri çıplak olgulardır. Burada tek tek ele almadığımız söz konusu yönelimlerden “özgürlük’’ çıkmaz. Reel politika adına, bu uzlaşma siyasetlerinin, halklara zarardan başka verecekleri şeyleri yoktur. İflas eden emperyalist “Yeni Dünya Düzeni’’nin koşullardaki restorasyonunu, halklar lehine bir reform telakki etmek, karşı- devrimin stratejisini objektif olarak meşrulaştırmaktır. Tarihi kanlı emperyalist NATO kanlı örgütünün, Vietnam- Hindi Çin, sonraki dünyanın her yerindeki ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki Gladyo merkezli düşük yoğunluklu savaş konseptlerini, Yunanistan- Şili gibi darbeler pratiğini, Afganistan- Irak ve diğer saldırganlıklarını, İsrailli Ortadoğu kuşatmalarını, “medeniyetler savaşı’’ teorileriyle, İslam-i fobi faaliyetlerini ve işgallerini unutacak mısınız? Kürtlerin sıkıştırıldıkları kapan, inkar ve imha, emperyalist stratejilerden bağımsız değildir... Bölgesel egemenleri atlamadan, gerçek görülmelidir. IŞİD’i eğiten- donatan- seferber eden emperyalistlerdir. Barbarlığın kaynağına oturarak, “sivrisinekler’’ yok edilemez. Özgürleştirici olan, devrimci sosyalist program- strateji- taktik- örgüt ve önderliktir. Kitleleri gerici akımlar arasında sıkışmaktan- alet olmaktan kurtaracak budur. Kuzey Afrika ve Ortadoğu halklarının tecrübesinden öğrenmeliyiz. Kitle isyanlarının önderlik boşluğundan ötürü dinsel illüzyonlarla emperyalist “demokrasi’’ aldatmacalarıyla, nasıl manipüle edildikleri açık değil midir? Dinmeyen kitlelerin isyanları, devrimcilik oyununu değil, devrim gereksinimine ve cevap olacak doğru çizgiyle donanmış örgüte ihtiyacı anlatıyor. Gerici statükolar çökmüştür. Onun “Yeni Türkiye- Yeni Dünya’’ adına gerici restorasyonla üretimine izin vermemek, kitlelerin egemenler kanalına akmasını önlemek, proleter sosyalist alternatifle mümkündür. “Tampon bölge’’ planlarıyla, askeri üs paketleriyle, güvenlik gerekçeleriyle, yeni ilhak ve işgalleri açığa çıkaralım... Büyük zalimlere, emperyalist baronlara dayanarak bir emekçiler geleceği inşaa edilemez. Ulusal taleplere, burjuva çözüm projelerine emekçiler geleceğini karartmadan ilgisiz olmayacağız ama tehlikelere dikkat çekmek, ezilen ulus- milliyet emekçilerini uyarmaktan da vazgeçmeyeceğiz.. Rojava- Kobane’de kazanımları boğmak isteyenler, olmazsa kontrole razı olmayı dayatanlar, taşeronlara savaş ihalesi veren egemenler! Alana TC trenlerinin mühimmat nakliyatı, “çözüm” denilen sahtekarlığın da yeni delilleridir. Taktik manevralar, stratejik hesapları anlamamaya yol açmamalı, taktik stratejiyi, araç amacı yememelidir. İhale savaşı yürütenler, zoraki göçertme ve alanı boşaltanlar, sınıra birikenleri “hümanist’’ vizyonla “misafir’’ etme taktikleriyle de vicdan avcısı durumundadır. Parçalanmış, işgal- ilhak edilmiş Kürt ulusu ve Kürdistan’da işgali kırmak, zincirlenmiş dilini- kimliğinikültürünü ifade etmek, devlet kurma hakkını bay-

raklaştırmak, kültürel soykırıma meydan okumak, haktır ve görevdir.. İşitmeyen IŞİD’çilerin, taşeron savaşları içinde bu görevleri boğanlara göğüs germek tarihi sorumluluktur. Gerici dinsel bağnazlıkta, Pentagon merkezli NeoComculuğun “medeniyetler çatışması’’ şeklindeki, Huntigton’cu teorileri, orta yerdedir. Emperyalistler, amaçları için, dinci merkezli stratejileri, fevkalade makul görmektedir. İnsanlığın tanrılardan kurtulmaya ihtiyaçları, gerçek ezen ve ezilenleri görmek için zaruridir. Dinler ve mezhepler “çatışması’’, egemen ve emekçiler çelişkisi ve savaşımı manipülasyon amaçlıdır. Ilımlı İslam, Sünni eksen, bir emperyalist kontrol stratjisiydi.. Marks, Engels son derece doğru ifade etmişti. Din, evet, gerçek sorunların dayandığı gerçek çelişkileri görme yerine, ıstırapları, koşullar dışında açıklayan, bir “afyon’’ dur. Kitleleri, kapitalizmin gerçekleri dışında, problemlere sahip olduklarıyla aldatan bir afyon. Bu dünyayı cehennem kılan kapitalizmi atlayarak olayları, hurafelerle açıklayan bir ideoloji.. Komünistler, her bir durumdaki tarihsel koşulları, orada ezen- ezilenler gerçeğini hesaba katmayan, kaba materyalist soyut bir aleyhtarlıkla, dini ele almazlar. Aleviler, Ezidilerin bugün, tarihte de Avrupa köylü savaşlarının protestolarının vb retoriklerinde bunlar var diye seyirci kalmadı, kalmazlar. Evet din, komünist önderlerin (Marks) dediği gibi hem “bir ıstırap ve aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestodur...’’ Afyon meselesi, bununla birlikte anlam bulur. Emperyalist plan- strateji ve pratikler, Fundemantalist her tür gericilik, bu çerçevede anlaşılabilir.. IŞİD tıpkı El- Kaide gibi, emperyalist hegemonya yarışlarında konjonktürel koşullarla ilişkili, emperyalist taktik silahlardır. “Yeni Dünya Düzeni’’ iflasıyla, 1. emperyalist paylaşım savaşı sonrası oluşturulan artık sürdürülemez bir statüko vardı. Emperyalist dünya yapılanmasının bir dönemi kapanmıştı. “Yeni’’ bir dizayn gerekliydi. Hegemonya için mezhepsel kışkırtmalar temelinde olduğundan tetiklendi. 2000’ler sonrası bölgeye yönelik gerçekleştirilen, emperyalist işgal planları pratiği başarısızlığa uğradı (Irak- Afganistan). Böyle bir ortamda artık emperyalist hegemonya savaşlarının ihalesi taşeronlara verildi. IŞİD, taşeronlardan birisidir. Emperyalist hegemonyalı “Yeni’’ Ortadoğu, çökmüş statükolarının “yeni’’ inşası için, emperyalist üretim paketi imalatıyla sahnelendi. Çöken Sünni- yapay Ortadoğu sınırlarında, “Hilafet devleti’’ herkesin rıza gösterebileceği bir araç haline getirilebilirdi. Uygarlığın beşiği Dicle- Fırat havzası zenginliklerinin “yeni’’ gaspı için, emperyalist “meşru’’ bir gereksinim yaratılmaya çalışılmaktadır. İşgalin, inkar ve imhanın hedefi Kürtlere, bugün “reel zor’’ gibi gösterilen, girdikleri bağımsızlık- özgürlük trendinin kontrole alınması için, Kobane’ye saldırıya yol verildi. Zira bölgede gerçek yeni bir geleceğin, tüm çizgi sorunlarına rağmen, dinamiklerinin mayalandığı bu toprağı karartmak istedi. İzin verilmemelidir! Rojava’yı savunmak, devrimi savunmaktır. Kobane, Rojova’nın kalbidir. Durmaması görevdir!


22

kültür sanat

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

‘Sarıgazi halkı bitti demeden festival bitmedi’ Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu Festival Tertip Komitesi, festivali “Biz bitti demeden bitmeyecek bu festival” şiarıyla yeniden düzenledi. Festivalde Grup Munzur, Grup Haziran, Emeğe Ezgi, Şenol Akdağ, Koma Gulen Xarzan, Pınar Aydınlar ve Grup İsyan Ateşi türkülerini söylerken, Redhack davasından yargılanan Taylan Kulaçoğlu ve Ovacık Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu birer konuşma yaptı. Sarıgazi halkı ölümsüzleşen MKP/HKO gerillası Tugay Akdemir’i selamladı Bu yıl 9.’su düzenlenen Sarıgazi Halk Festivali, son gününde polis ve işbirlikçi çetelerin silahlarla halka saldırısı sonucu yarıda kalmıştı. Festival Tertip Komitesi tarafından alınan kararla, “Biz bitti demeden bitmeyecek bu festival” şiarıyla 21 Eylül’de festival yeniden düzenlendi. Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu Festival Tertip Komitesi’nin çağrısıyla, IŞİD çetelerinin Kobane’ye yaptığı saldırılar ve faşist T.C devletinin çetelere verdiği destek Sarıgazi halkı tarafından protesto edildi.

Yol trafiğe kapatıldı Vatan İlköğretim Okulu önünde bir araya gelen kitle, önce Demokrasi Caddesi’ni ardından da Eski Ankara Caddesi’ni trafiğe kapatarak festival alanına yürüdü. Yürüyüş sırasında “Kürt ulusuna özgürlük Sosyalist Halk Savaşı’yla gelecek” , “Katil ABD Ortadoğu’dan defol” , ”Kobanê’de düşene dövüşene bin selam” , ”Diren Kobanê Sarıgazi seninle” , ”Katil polis Sarıgazi’den defol” , ”Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı.

‘Festivali devam ettireceğiz’ Yürüyüşün ardından yapılan açıklamada, Sarıgazi halkıyla birlikte dayanışmayı ve direnişi daha da büyüterek Sarıgazi Halk Festivali’nin devam edeceği belirtildi. Festivale ve DHF’ye yapılan faşist saldırıların devrimcileri hiçbir zaman yıldıramayacağı vurgusu yapılarak festival programı başlatıldı.

‘Baskı ve tehditler bizleri meşru mücadelemizden alıkoyamayacaktır’ Festivale yönelik saldırıların ardından özel harekat polisleri tarafından evi basılan DHF üyesi yaptığı konuşmada, bu

yıl düzenlenen Sarıgazi Halk Festivali’ni Tertip Komitesi temsilcilerinden biri olduğunu, festivalin örgütlenirken de bütün yasal prosedürün yerine getirildiğini belirterek kaymakamlık ve emniyetin de bunu onayladığı halde Sarıgazi halkına gerçek mermi, gaz bombası ve TOMA’larla saldırı gerçekleştirildiğini belirtti. DHF üyesi konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Festivalin 3. gününde yaşanan faşist saldırı festival alanıyla sınırlı kalmamış hemen akabinde Demokratik Haklar Derneği ve Demokratik Haklar Federasyonu üyelerimizin evleri ve iş yerleri basılarak talan edilmiş ve ailelerimize tehditler savrulmuştur. Her zamanki gibi asılsız iddialarla karşımıza çıkan eli kanlı katilleri tanıyor ve biliyoruz ama bu baskı ve tehditler bizleri meşru olan mücadelemizden alıkoyamayacaktır.”

değil nasırlı elleriyle geleceği yeniden yaratan emekçilerin sunduğu hayatı tercih edeceklerini belirtti. Kadıköy Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Erdal Yıldırım da konuşmasında, 12 Eylül’den görevi devralan faşist AKP diktatörlüğünün kültürsanat cephesine yaptığı saldırılarla devrimci sanata tahammülsüzlüğünü göstermiş olduğunu belirtti. Tiyatro sanatçısı Emre Canpolat ile Redhack davasından yargılanan Taylan Kulaçoğlu da kısa bir konuşma yaptı. Kulaçoğlu, Sarıgazi’de emekçilerin, devrimcilerin kanı ve emeğinin olduğunu belirterek bu bedellere karşı çeteleşmeye ve yozlaşmaya karşı mücadele edileceğini, gerekirse yeniden bedel ödeneceğini ifade etti. Ardından Rapzan Belagat’ın Sarıgazi halkına gönderdiği mesaj okundu.

‘Denizlerin, Mahirlerin, Mazlumların ve komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın mirasını sahipleniyoruz’

‘Biz kazanacağız halk kazanacak halkın örgütlülüğü kazanacak’

Ardından Ovacık Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu konuşma yaparak, Denizlerin, Mahirlerin, Mazlumların ve komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın bugünlere kadar uzanan mirasını sahiplendiklerini, ezilen yoksul halkın yaşamına uzanan lekeli ellerin avuçlarından sunulan yaşamı

DHF adına yapılan açıklamada ise 9. Sarıgazi Halk Festivali’nde halkın birlik, mücadele ve dayanışma ruhunu kırmak için, faşist T.C devleti tarafından provakasyon yaratılmak istendiği anlatılarak, ardından DHD ve DHF üyelerinin ev ve işyerlerine baskınlar düzenlediğini belirtildi. Açıklamada son olarak, “DHF olarak son sözümüz ‘Biz kazanacağız halk kazanacak halkın

örgütlülüğü kazanacak’” denildi. Festivalde komünist önder İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş başta olmak üzere MKP/HKO gerillası Tugay Akdemir ve PKK/HPG gerillası Veysel Söylemez anısına 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.

‘Tugay Akdemir ölümsüzdür’ Grup Munzur sahne aldığı sırada DHF standı önünde bir araya gelen kitle, “Tugay Akdemir Ölümsüzdür YDAB” imzalı pankartı açarak sloganlarla festival alanına yürüdü. Devrimci türküler ve marşları söyleyen Grup Munzur, Sarıgazi halkı tarafından coşkuyla karşılandı. Ardından Grup Alamor adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:“Sarıgazi Festivali’ne ve sonrasında Demokratik Halklar Federasyonu’na yapılan saldırıları Grup Alamor olarak kınıyoruz. Sarıgazi halkının yanındayız. Faşizm kendini böyle var ettiği sürece devrimci aklımız daha çok bilinç ve daha çok direnç kazanacak. Festivaller biz bitti demeden bitmeyecek dostlar. Hepinizi devrimin kızıllığıyla selamlıyoruz.” Daha sonra sırasıyla Grup Haziran, Emeğe Ezgi, Şenol Akdağ, Koma Gulen Xarzan, Pınar Aydınlar, Kutsal Evcimen ve Grup İsyan Ateşi sahne alarak ezgilerini kitleyle paylaştı.


kültür sanat

1-16 EKİM 2014 Halkın Günlüğü

23

Gönül Dağı Gönül dağımıza yağmur oldun Derman, hayat oldun, ışık oldun. Olsun, biliyoruz güneş de açacaksın, yel de eseceksin biliyoruz yaşayacaksın hep en genç ve en güzellerimizden olarak “mühür gözlüm”. “Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın Bende gülmedim yalan dünyada Sen beni gönlünce mutlumu sandın Ömrümü boş yere çalan dünyada” diyor ya “Bozkırın Tezenesi” Neşat Ertaş Usta, diyor da hüzünlendiriyor, garipliğimizi vuruyor ya o ince saplı sazın karnına karnına tam da tam da onu diyecek olduk, iki kelamla,bir selamla,derin bir vefayla Ustayı anacak olduk, haberin geldi; Beyaz perdenin usta oyuncusu Tuncel Kurtiz’i anacaktık, oyunculuğunu, devrimciliğini, halkımıza, devrimci sanata katkılarını, Yılmaz Güney’le dostluklarını yazacaktık, Duvar Filmi’nden, Ezel adlı diziye uzanan yolu birlikte katedecektik bir daha, belki sinemamıza bir ışık tutacaktık, çok glişmek istediğimiz sinema alanına kuşbakışı bir göz atacaktık, yapamadığımız işler için kendimizi eleştirecektik olmadı, haberin geldi;

Neredeyse kalemimize cesaret diyerek Zeki Müren’e de ölüm yıl dönümünde bir uğrayacaktık. Arkadaş Zekai bize vasiyet etmişti, “Zeki Müren’i seviniz” diye çünkü. Homofobik müzik ve sanat dünyasında Zeki Müren’in yerini anlamaya, o çok sevdiği burjuva hayatın ve sanatın ne olduğunu, ne olmadığını çizmeye çalışacaktık, olmadı haberin geldi; Ateş düştüğü yeri yakar diyorlar, hayır diyoruz ateş düştüğü her kalbi yakar. Kobanê’de Kürt emekçileri, yoksul köylüleri dünyanın efendilerinin yeni icadı kara bir kontr gerilla çetesiyle kıyasıya bir savaşa tutuştu, Şengal’i gördün, duydun sen de, daha büyük bir katliamı, daha derin bir trajediyi Kobanê’de denemeye giriştiler, olmadı, çetin bir direnişle karşılandılar, tarihi bir direniş. Halkla savaşçıların iç içe geçtiğini gördük, sınırları parçalayan halkı, inançla ve kararlılıkla feda ruhuyla savaşanları gördük, Stalingrad kuşatmasına benzetildi haklı olarak. Her büyük alt üst oluş, her güçlü direniş kendi sanatını, edebiyatını doğurur dedik. Kobanê direnişi, sular durulunca, kazanılacağına içten inandığımız zaferden sonra nasıl bir sanat, nasıl bir edebiyat doğuracak, bu bize nasıl yansıyacak bunu da yazmak, konuşmak, anlamak, görmek ve göstermek istedik olmadı, direniş orada tüm yakıcılığıyla

devam ediyordu, ediyor, haberin geldi;

Resmin düştü usumuza Kolumuz kanadımız düştü, kendimizi bir an hiçbir şey yapamayacak bir halde bulduk, aklımızdaki her şey bir alt üst oluş yaşadı, resmin düştü önce usumuza. Bakmaya doyamadığımız resmin. Elim mi denir, talihsiz mi denir, feci mi denir ne denirse artık kalbimizi yaralayan bir kaza sonucu aramızdan ayrıldığını duyduk. Kimseler duymadı ama. Biz duyduk, kalbimizin derinlerinde atmacalar kanat çırptı çığlıklar attı. Rönesans’ın ünlü sanatçısı Michelangelo’nun heykellerine benzeyen resmin karşımızda, duruşundaki cesarete, bakışlarındaki ince derinliğe, asalet bir burjuva kavram gibi dursa da değildir, asalet düşüncelerin büyüklüğünün insanın bedenine yansımasıdır diyerek asaletine hayran kaldık. Böyle bir ölümü haketmemiştin mutlaka, mutlaka kafanın içinde Rönesanslar vardı senin, mutlaka büyük düşlerin, büyük pratiklerin en genç, en güzel, en yakışıklı yerindeydin. Kaza aldı seni erkenden, zamansız, amansız bir halde, dilimiz tutuldu bir şey diyemedik, savaşın içinde böyle ölümler de vardı, daha önce de tanık olmuştuk, şimdi de tanık olduk. Kobanêli bir savaşçı kameralar karşısında silahına vurarak “ew dem demaçekayê” diye bağırıyordu. “Bu zaman silah

ANTAGONİZMA

zamanıdır, bu çağ silah çağıdır” diyordu. Haklıydı elbette, yaşayarak biliyordu bunu. Bu çağ silah çağı olmasaydı senin elinde de silah olmayacaktı elbette. Ama bu çağ silah çağıydı. Oradaydın ve orada olmanın bütün sonuçlarını karşılamaya hazırdın. Böyle oldu, böyle acıttın içimizi. Tugay, Derman, neden adın Derman? Bizi çok hasta gördün de sağaltmak için mi Derman oldun? Demek “Bir tas su gibi döküldün/emdi toprak seni/bir uçurum kenarında/mor menekşesin şimdi” öyle mi? Kalbimiz uçurum yatağı menekşe kokun geliyor güzel yoldaş. Güzeller güzeli yoldaş. Kardeş, arkadaş, yar, yaren. Neşet Ertaş Usta’nın çalıp söylediği gibi “Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca Akar can özümde sel gizli gizli Bir tenhada can cananı bulunca Sinemi yaralar yar oy yar oy yar oy yar oy” Gönül dağımıza yağmur oldun Derman, hayat oldun, ışık oldun. Olsun, biliyoruz güneş de açacaksın, yel de eseceksin biliyoruz yaşayacaksın hep en genç ve en güzellerimizden olarak “mühür gözlüm”. Ve mutlaka bir roman kahramanı, bir estetik derinliği, bir fırça darbesi, bir şarkı notası bir sanat öznesi olarak salınacaksın sonsuza dek usumuzda.

≫ muzaffer oruçoğlu

IŞİD ve KÜRTLER

I

ŞİD, çeşitli uluslardan Müslüman unsurları kendi saflarında savaştırmasına karşın, mezhebi ne olursa olsun, Arap olmayan unsurların Ortadoğu’daki varlığına son vermek, Ortadoğu’yu tek tipleştirmek, tek mezhepli, güçlü bir Arap devletine dönüştürmek isteyen faşist bir harekettir. İdeolojik gıdasını dinin barbar yanlarından alıyor. Bu hareket, bir kısım Arap finans çevrelerine, savaş bezirganlarına, kurtlar sofrasının artıklarına mahkum edilen aşiretlere, esnafa ve arkaik yapılara dayanmaktadır. Bitip tükenmez tarihsel mezhep kavgalarıyla aptallaşan, “yeter artık” diye mırıldanan ve mucize bekleyen, umutsuz, horlanmış, yarı aç yığınların bir bölümü IŞİD’in tabanında yerini alıyor. Neyse ki, kendini yaratan efendilerine karşı çıkmasından ve uyguladığı insanlık düşmanı korkunç yöntemlerden dolayı dünyada ve bölgede tecrit oldu, ateş çemberine alındı. Kürtler ulus olarak seferberlik içine girdi. Kürt halkının kararlılığı Kobane savunmasını güçlendirdi. Kobane’nin IŞİD tarafından düşürülmesi şimdi daha zor. Mevcut durum, Kürtlerin, Arap faşizminin mızrak başı durumunda olan ve Türk faşizmi tarafından da sinsice desteklenen IŞİD’i Ortadoğu’da yeneceklerini gösteriyor. IŞİD’e karşı direniş, Kürtlerin yükselmiş bir moralle çok daha güçlü bir şekilde tarih sahnesine çıkmalarına yol açacaktır. Kırk milyonluk

bir kitlenin, yüzyılımız içinde, Türk, Arap ve Fars boyunduruğuna karşı zaferi, bölgenin siyasal iklimini değiştirecek, özellikle söz konusu egemen devletlerde, milliyetçiliğin ve dinin yükselişini yavaşlatacak, geriletecektir. Bu, sınıf mücadelesinin ön plana çıkması demektir. Komünistler, milliyetçi etkilerden sıyrılmalı, Kürtlerin bağımsız ve özgür yaşama haklarını savunmalıdır. Kapitalizmin ileri boyutlarda gelişmediği, burjuva demokrasisinin güdük bir tarzda yaşandığı çok uluslu devletlerde, tam hak eşitliğinin uygulamasını egemen ulus burjuvazisinden ummak, beklemek hayaldir. Tarih, bu hayale kapılan ezilen ulusların uzun süre boyunduruk altında kaldıklarını gösteriyor. En geçerli ve en doğru tarz, ezilen ulusların bu hayale kapılmadan, kendi güçlerine dayanarak, çetin ve doğru olanı izleme tarzıdır; yani mücadelenin, çalışma tarzının, ittifaklar politikasının, diplomasinin mümkün olan hiçbir biçimini reddetmeden direnişi bağımsızlığa kadar ısrarla sürdürme tarzıdır. Akıllı partiler, politikalarını tarihe karşı değil, var olan gerçeğin rahminde devinen sancıların, ışıltıların çok yönlü mizacını dikkate alarak kurarlar. Tarih, Ortadoğu’nun şu anki doğum sancısını, iki bebeğin (Filistin ve Kürt) ilk çığlıklarıyla sonuçlandıracak bu yüzyıl… Hiçbir güç, ne egemenler, ne de onların yeminli uyrukları engelleyemeyecek bu durumu.

Kendi kaderlerinin tayininde geç kalmış ulusların direnişleri çok daha çetin ve acılı oluyor ve ağır bedeller gerektiriyor. Bunun en somut örneği Kürtlerdir. Kürtlerin güçlü bir aydınlanmayla zuhur etmeleri şaşırtıcı olmayacaktır. Yüzyılımızın ilk on dört yılı içinde, dinin, yani Ortaçağ ideolojilerinin devleti yönetemediğini, toplumu geriye doğru çektiğini, tecrit olduğunu bir kez daha gördük. Kapitalistler, devletlerini Tanrı’nın Aklı’yla yönetmiyor. Aynı duaların binlerce peygamber eşliğinde binlerce yıl tekrarına ve duacıların binlerce yıl karşılıklı boğazlaşmalarına dayanan dinler sistemi, sermayenin kendini yeniden üretimine ve kar sistemine uygun düşmüyor. Kapitalistler için din bir araçtır; uyuşturmanın, parçalamanın ve yıkıcı barikatlara karşı koçbaşı olarak kullanmanın bir aracı... Yaşadığımız yüzyıl içinde İslam, barbar IŞİD yüzünü değil de, tarihte kısa bir dönem ortaya çıkan Meşşai ve Endülüs yüzünü, yani aydınlanmacı, uygar yüzünü de gösterse, sahip olduğu Ortaçağ ideolojisinden, değişimi yok sayan dogmalar sisteminden dolayı hayat tarafından sürekli yok sayılacaktır.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Li Semsur’ê, ji bo Kobanê berxwedan didome

Gelê ku li navçeya Riha’yê, li Semsûr’ê ji bo parastina sînora Rojava nobedarî dike, leşker û polês êrişa xwe li ser wan didomîne. Gel bi rojan nobedariya xwe domand û piştre jî nêzî 160 kîlomêtir ser sînorê çalakî dan destpêkirin, li ser sînorê derbasî Kobanê bûn, gihaştin navenda Kobanê. Gelê ku berxwedanî mezin dikin, li Kobanê şervanên YPG pêşwazî kirin. Di 19’a Îlonê de, piştî bangawaziya Partiya Herêmên Demokratîk (DBP)’ê ku bila gel were û li ser sînorê xwedî ji berxwedaniya Kobanê derkeve, gel meşiya ser sînorê û bi damezrandina konan yekemîn gavên xwe yê çalakiyan avêtin. Li dijî êrişên çeteyên DAİŞ’ê gel li Bakûrê Kurdistan, bi hezaran kes ve meşiyan li Semsûr’ê. Li öir dest bi protestoyên xwe kirin. Li ser bangawaziya DBP’yê, di serî de Stenbol, di her deveran de gel ji bo ku biçe Semsûr’ê birê ketin, lê li her derê rastî astengiyên polês û leşkeran hatin. Li

Kadiköy’ê ku navçeya Stenbol’ê ye gel ji bo çûyîna Kobanê birê ket, lê li dijî astengiyên polêsan hatin. Ji bo şikandina van astengiyan jî gel, li her deverên Stenbol’ê kom bûn ji bo çûyîna Semsûr’ê. Di vê navberê de di bajar û navçeyên Stenbolê jî rêveberên DBP û HDP’yê çûn ser sînorê û çalakiyan dan destpêkirin.

Li Semsûrê ji nobedaran re êriş Di 20’ê Îlonê de leşker, ciwanên Kobane ku dixwastin derbasî Kobanê bin û li himberî DAİŞ’ê şer bikin re destûr neda û êriş kir. Piştî van bûyeran, gel li gundê Semsûrê gundê Edmanîk’ê nobedarî kirin û sibehê bi diruşmên “Bijî berxwedana YPG’ê” , “Bijî serok Apo” ve rabûn. Li ser vê leşker bi bombeyên gazê ve êrişî girseyê kir. Di van êrişan de gelê ji herdu milê jî bandorên neyînî girtin. Li ser vê yekê gelê Kobanê jî dengên xwe vekir û leşkerên Tirk protesto kirin. Leşker jî li ser gundê Edmanik rasterast hedef girt û êrişên bombeyî kirin. Piştî van êrişan, ji gundê Edmanik gelek xanî û avahî jî derbe hildan û xira bûn.

Gelek kuştî û birîndar hene Leşkerên Tirk, berê polîtîkayeke valakirina Kobanê meşand. Li gor vê yekê, gelê Kobanê 19’a Îlonê de xwe gihandin sînorê û derbasî hêla Bakûr bûn, lê piştî vê bû-

yeran, hin xort û ciwanên Kobanê xwestin ku vegerin Kobanê û li dijî DAİŞ’ê têbikoşin, vê carê leşkerên Tirk sînor ji bo vegerîna Kobanê qedexe kir, gel jî vê politikayê leşkeran protesto kirin. Li ser van protestoyan gelek bûyer derketin û li ser êrişên leşkerên Tirk wekîla Bitlîsê ya HDP’yê Hüsamettin Zenderlioğlu birîndar bû û gel wî rakir nexweşxanê. Di van êrişan de, xortek Kobanê hate kuştin, çend kes jî bi giranî birîndar bûn. Pevçûna di navbera gel û leşkeran de demek dirêj e didome, gelên Riha û Pirsûsê jî li gor derfetên xwe him xwedî ji Rojavayiyan derdikeve him jî piştgirî dide gelê çalakvan.

“Li sînorê zincîra mirovî çêkin” Gelê ku li ser sînorê çalakiyên xwe didomînin, leşkerên Tirk sucdar kirin û “bi êrşên xwe ve bi zelalî piştgiriya DAİŞ’ê dikin” vegotin. Gel, ji bo parastin û xwedîderketina Kobanê jî bangawaziya xwe her car dubare kirin. Gel, ji bo çalakiyên ku ji bajarên din pêkwerin jî bangawazî kirin û gotin: “Lê pêdiviya tiştên ku bi lez werin çêkirin, li ser sînor parastina sînor e. Banga me ya acîl parastina sînor û li himberî DAİŞ’ê zincîrbûn e.” Piştî bagawaziyan jî êrişên polês û leşkeran rojan e didome.

Li ser sînorê, bi guleyên rasteqînî ve êriş... Konên ku li ser sînora Kobanê hatibûn çêkirin, polês û leşkerên Tirk, di roja 12’ê Îlonê de ji nû ve bi bombeyên gazê ve êriş anîn li ser konan. Di vê êrişê de fîşekên rasteqîn jî li ser gelê teqandin û bi TOMA’yan ve jî av rijandin. Li dijberî van êrişan gel jî bi kevir û bi fişekên hewayî ve xwe parastin. Bu vî rengî di rojekî de nêzî sîh kes giran, sed kes jî li hin birînên biçûk ve birîndar bûn. Gelek kes jî bandor jê qabsûlên gazê girtin û evana jî ji aliyên gel ve hatin rakirin li nexweşxaneyên Riha’yê. Gelê ku li ser sînorê nobedarî dikirin, gelek kesên birîndar jî rakirin nexweşxaneyên Semsûr’ê. Polêsên Tirk, di êrişên xwe de taybet li ser rojnamegeran jî guleyên gazê avêt. Bi vî rengî xwest ku wêne û dîmen girtina rojnamegeran asteng bike. Di van êrişan de qabsûleke guleyê gazê jî rastî devê Turabî Kişin hat û birîndar bû. Êrişên polês û leşkeran, her ku diçe girantir dibe. Gel jî li dijberî van êrişan hêza xwe hê kom dike û li her deverên Tirkiye û Kurdistanê diherike li ser sînora Rojava. Bi vî rengî 160 km sînor tê girtin û gelek kes jî li ser dêrî ya sînor a Mürşitpınar’ê derbasî Kobanê dibin. Girse, li Kobanê bi şervanên YPG’yê ve tên pêşbazî kirin.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.