sf12-13
Önce taciz şimdide hücre cezası Gezi Parkı direnişi sebebiyle gözaltına alınarak tutuklanan Yeni Demokrat Kadın (YDK) üyesi 22 yaşındaki Elif Kaya gardiyanlar tarafından ‘ince arama’ adı altında çıplak arama işkencesine tabi tutularak darp edilmişti. Onlarca gardiyanın zorla uyguladığı çıplak aramaya karşı direnen Kaya’ya bir ay görüş ‘cezası’ verildi. Hapishanede hak ihlallerine direndiği için hala saldırıların hedefi olan Kaya’nın mücadelesi sürüyor sf 18
Halkın Günlüğü
1-16 EYLÜL 2013 Yıl: 3 Sayı: 69 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
emperyalizmin can simidi kimyasal silah Kalay’ı öldürmek istiyorlar f
GÜNCEL
02
Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Abdullah Kalay hapishanede öldürülmek isteniyor. Kalbinin %70’i çalışmayan Kalay’ın yaşamını yalnız başına sürdüremeyeceği ve ölüm riski taşıdığı bilinmesine rağmen tahliyesi engelleniyor. İki kez Adli Tıp Kurumu’na başvurmasına rağmen, Adli Tıp Kurumu hiçbir inceleme ve muayene yapmadan ‘kalbi çalışıyor’ gerekçesiyle başvuruları reddetti. Devletin hasta tutsakları katletme politikasına karşı dışarıda eylemler devam ediyor
Maoist gerillalar sonsuzluğa uğurlandı
Emperyalistler dünya halklarının kanını emmeye doymuyor. Suriye’de kimyasal silah kullanılması sonucu binlerce kişi öldü. Taraflar birbirilerini suçlarken, ABD ve AB, Suriye’ye yönelik işgalin alt yapısını oluşturmaya çalışıyor. Ülkemiz egemen sınıfları ise bu kirli savaşta etkin rol almak için sabırsızlıkla bekliyor. Başbakan Erdoğan’ sınırlı hava operasyonu bizi tatmin etmez’ açıklamasıyla savaş çığırtkanlığına devam ediyor.
07
Tutuklanan DHF’liler mahkemeye çıkıyor
04
Emperyalist kapanda filizlenen devrim
22
02 güncel haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Kalay’ı öldürmek istiyorlar Hasta tutsaklar hapishanede tek tek katlediliyor. Hapishane koşullarında kalmayacak durumda olan hasta tutsakların hastanelerden aldıkları sağlık raporları Adli Tıp Kurumu ve yetkili bürokratlar tarafından dikkate alınmıyor Egemen sınıflar kamuyu baskısı karşısında kimi tutsak hastaları tahliye ederken, sorunun esasına inmeden intikamcı zihniyetinden de taviz vermiyor. Son günlerde sağlık sorunlarında dolayı Kemal Avcı, Mete Diş ve Sabri Kaya İsimli tutsaklar tahliye edilirken, aynı sorunlarla cebelleşen onlarca tutsağın akıbetinin ne olacağı belli değil. Bu hasta tutsaklardan sağlık sorunu en ciddi olanlardan Abdullah Kalay için yapılan başvurulardan şimdiye kadar bir sonuç alınmadı. Devlet, tutsakların sağlık sorunları tedavisi mümkün olmayan bir seviyeye ulaştıktan sonra da tahliye edilmelerine müsaade etmiyor. Kamuoyu baskısı karşısında tahliyesi yapılan tutsakların da mevcut hastalıkları tedavilerinin mümkün olmayacak aşamaya geldikten sonra tahliye edilmeleri, devletin intikamcı anlayışının tutsakları ölüme terk ettiğinin resmidir.
Kalay kimdir? Kalay, TKP (ML) davasından 1992 Kasım ayında tutuklanan devrimci tutsaklardan biri. 9 yıl 2 ay hapishanede tutuklu kalan. Kalay, yargılanması devam ederken tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.2008 yılında 11. Ağır Ceza Mahkemesi Kalay’a müebbet hapis cezası verdi. 2009 yılında Yargıtay Kalay’ın müebbet hapis cezasını onadı. Kalay, 1996 Ölüm Orucu’nun 1.ekibinde yer aldı ve 20 Ekim 2000 Ölüm Orucu direnişine de katılan devrimci tutsak. ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ adı altında yapılan katliamda Kalay Bayrampaşa’dan Edirne F tipi Hapishanesi’ne işkenceli sevkle götürüldü. Ka-
Abdullah KALAY
lay’ın hem ’96 Ölüm Orucu Direnişi’ne hem de 2000 Ölüm Orucu Direnişi’ne katıldığından, kalıcı sağlık sorunları bulunmaktadır.
Kalay’ın kalbi %32 çalışıyor Abdullah Kalay kamuoyuyla paylaştığı mektupta durumunu şöyle açıklamaktadır: “Merhaba, Kocaeli 2 No’ lu F Tipi Hapishanesi’nden sağlık sorunlarımla ilgili yazıyorum. Maruz kaldığım ağır ve sürekli hastalık nedeniyle yaşamımı yalnız başıma sürdüremez durumdayım ve ölüm riski taşımaktayım. 13 Nisan 2012 tarihinde kaldığım hapishanede kalp krizi geçirdim. Tıkalı anaarter damara anjiyo yapıldı ve stent takıldı. Bir damarım da işlevsiz duruma düşmüş. Tıkalı, yani ölü… Kalp krizi geçirdiğimde hapishane idaresi tarafından iki buçuk saat sonra hastaneye kaldırıldım. Bu geç müdahaleden dolayı kalbi besleyen hücrelerin önemli bir kısmı öldüğünden ötürü onarılamaz; hasar görmüş. Kocaeli Tıp Fakültesi’nde yapılan tetkiklerde EKO sonuçlarına göre kalbim %35 çalışmaktadır, kalbimin %65 i çalışmıyor. Doktorlar genel durumumu şöyle açıklamaktadırlar; “yeniden kalp krizi geçirme ihtimalin yüksek. Kalp vücudun ihtiyacına yeteri kadar kan pompalamamaktadır. Kalp, krizle birliktegeç müdahaleden dolayı- yara alıp bozulduğu için normal durumun uzun sürmesi de güçtür. Durumun bozulmasından dolayı ağır kalp yetersizliği, solunum güçlüğü, şok gibi sorunlar yaşayacaksın ve bu durum da ölüm riskini arttırmaktadır.” Şuan yeni yapılan tahlillerde kalp ritmim bozuk çıktı. Sintigrafi yapıldı. Sintigrafi sonucu da bozuk çıktı. Kalp yetmezliği, %35 çalışan kalp %32’ ye düşmüş ve yine başka damarlarımda da daralma olduğu tespiti yapıldı. 12.08.2013 tarihinde yeniden anjiyo yapıldı. İki damarımda daha daralma olduğu ve kalp yetmezliği tespit edildi. Doktorların başından itibaren yaptıkları uyarı ve tespitlerde olduğu gibi, şu an ciddi solunum güçlüğü
çekmekteyim; bu kalp yetmezliğidir. Kalp ritmi bozulmuş, kalbim %32 çalışıyor. İki damarımda %70 daralma mevcut ve her an tıkanma riski var. Bu durum baş dönmesi, sırt ve göğüs ağrıları, kollarda ve bacaklarımda uyuşma vb. sorunlar yaşatıyor. Kalbimin %32 çalışması, yukarıda belirttiğim kalp yetersizliği başta olmak üzere bütün sıkıntılarım ölüm riskini arttırmaktadır. Zaten yeni bir kalp krizi –ki bu kaçınılmaz- ölüm demektir. 9 çeşit ilaç kullanıyorum. 1996 ve 2000 Ölüm Orucundan dolayı başka hastalıklarım da mevcut: Wernike- Korsakoff, %27 duyma kaybı, kulaklarda çınlama, romatizma, reflü, hemoroit, sürekli baş ağrısı, alerjik astım, boyunda düzleşme, bağırsaklarımda ağrı ve sık sık ishal ve kalp yetmezliği sorunu… İki kez Adli Tıp kurumuna başvuru yapmama rağmen Adli Tıp Kurumu, hiçbir inceleme ve muayene yapmadan “kalbi çalışıyor” diyerek reddetmiştir. Oysa Adli Tıp Kurumu aynı durumda olan emekli Orgeneral Ergin Saygun’u (durumu benden daha iyi olmasına rağmen) tahliye etti. Bu anlamıyla Adli Tıp Kurumu ayrımcılık yapmış ve ideolojik davranmıştır. Bu insan haklarının ilgili maddelerine ve AİHM’nin ayrımcılık maddesine ve ilkelerine aykırıdır. Tedavisi olmayan sürekli ve ağır hastalıklarımdan dolayı ölüm riski taşımaktayım. Hapishaneler ölüm çıkaran makineler haline dönüştürülmüş. Bu duruma dur demek, içerideki hasta tutsakların tahliyelerinin sağlanması için duyarlı olmanızı istiyorum. Şimdiden ilginize teşekkür ediyorum.”
Hakan Gölünç katledilmek isteniyor Adli Tıp Kurumu, 12 kez ameliyat olan ve beyninde tümör bulunan ağır hasta tutuklu Hakan Gölünç için "Hapishanede kalabilir" raporu verdi. 2006 yılından bu yana hapishanede tutulan siyasi tutuklu Hakan Gölünç'ün beyninde tümör bulunuyor. 12 kez ameliyat olan Gölünç'ün beynindeki tümör, 20 Eylül 2012 ta-
rihi itibariyle 17.11 mm büyüklüğüne ulaştı. Tümör nedeniyle sağ gözü yüzde yüz göremez durumda olan Gölünç’ün sol gözünde de yüzde 50'ye yakın görme kaybı bulunuyor. Tümör ameliyatından sonra epilepsi hastalığına yakalanan Gölünç, sürekli bayılıyor ve krize giriyor.Anti-epileptik ilaçları zamanında alması gereken Gölünç’ün hapishane koşullarında bunu gerçekleştirmesi mümkün olmuyor. Sol kalça kemiğine protez takılması gerekiyor. Ancak hapishane koşullarından kaynaklı bu ağır ameliyatı doktorlar Gölünç’e önermiyor. Ağır sağlık koşullarına ve Kocaeli Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nın 22 Nisan 2013 tarihli "Hapishanede kalamaz" raporuna rağmen tahliye edilmeyen Hakan Gölünç, adli tıp raporu için haziran ayının başında Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'nden Metris Hapishanesi'ne götürüldü.
Tümör yok edildi Gölünç’ün 27 Haziran günü beyin emarı çekildi. Ancak bu işlem de tıbbi olarak usulüne uygun yapılamadığı için Gölünç’ün beyninde 20 Eylül 2012 tarihi itibariyle 17.11 mm büyüklüğünde tespit edilen tümör “bulunamadı”! İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, yapılan usulsüz işleme rağmen 1 Temmuz'da tümörün olmadığı yönünde rapor verdi. Bu raporun ardından Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi, 14 Ağustos 2013 tarihinde skandallar zincirine bir yenisini ekledi, "Hapishanede kalabilir" raporu verdi. ATK, Gölünç'ün durumunun ağır hastalık kapsamında değerlendirilmediğini belirterek, hayatını yalnız idame ettirebileceğini savundu, "Hapishane şartlarında kalabilir" dedi. Ağır hasta tutuklu Hakan Gölünç, geçtiğimiz Ağustos ayında avukatına gönderdiği mektupta, tahliyesi yönünde bir karar beklemediğini belirtmiş, "Daha ağır bir hasar bırakmadan ya da ölüm döşeğine gelmeden bırakılacağımı düşünmüyorum" diye yazmıştı.
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
03
DHF: Baskılar bizi yıldıramaz İHD’de basın toplantısı düzenleyen DHF, polis tehditlerinin demokratik haklar mücadelesini sindiremeyeceğini ifade etti Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Taksim'de bulunan İstanbul İnsan Haklar Derneği'nde basın toplantısı düzenledi. DHF üyeleri ve taraftarlarına dönük gerçekleştirilen taciz ve tehditler kamuoyuna teşhir edildi. Basın toplantısında Erdal Güneri yaşadıklarını anlattı: arkadaşlarımla birlikte eve dönerken benim ve arkadaşlarım arasında biraz mesafe vardı. Önümü polisler kesti “… Gitar mı öğrenmeye başladın, pikniğe mi gidiyorsunuz, arkadaşlara selam söyle” diyerek daha sonra diğer DHF’li taraftarlarının yanına araçlarını park eden siyasi polisler, evine gitmekte olan Erdal Güneri’nin tekrardan önünü kesti. Polislerin Erdal Güneri’ye “arkadaşların ne yapıyor” , “çocuğun var yazık olur sana” , “Demokratik Haklar Federasyonu nerede”, “DHF’liler nerede gelsin seni kurtarsın da görelim, seni istesek alırız” şeklinde tehditler savurdu.
Demokratik haklar mücadesi engellenemez Erdal Güneri’nin yaşadıklarını anlatmasının ardından basın metni okundu. DHF adına okunan basın metninde şu ifadelere yer verildi: “DHF üye ve taraftarlarımıza yönelik son birkaç aydır siyasi polis tarafından tehditler yönelmektedir. Gezi Parkı formlarına katılan bir taraftarımız önce sokakta tehdit edildi. Daha sonra ailesi aranarak çocukları illegal örgütle bağlantısı
olduğu yalanını ifade ederek, tedirgin edilen aile Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Burada aileye çocuklarının katıldığı Gezi Parkı eylemlerinin fotoğrafları gösterilerek, çocuklarının eylem ve forumlardan uzak tutmak gerektiğini çünkü yakında gözaltı baskınlarını yapacakları tehdidinde bulundu. Diğer bir taciz saldırısı ise 17 Ağustos günü Zeytinburnu’nda gerçekleşti. Evine gitmek üzere olan üyemiz Erdal Güneri, siyasi polisler tarafından önce fiziki takibe maruz kalıyor daha sonra ise önü kesilerek hukuksuz bir şekilde arama adı altında taciz saldırısına uğruyor. Eşyaları didik didik aranan Güneri, siyasi polise “arama kararınız var mı” sorusu yöneltilmesiyle beraber siyasi polisler ellerindeki bir kağıdı hızlı bir şekilde gösterip çektikten sonra, diğer faaliyetçilerimizin isimlerini telaffuz ederek “kendilerine dikkat etsinler” tehdidinde bulundu. Siyasi polis, bireyin en demokratik hak talebini kullanmasını görsel ve yazınsal olarak fişleyip ‘suç’ gibi göstermesi, forumları ve demokratik haklar mücadelesini ‘yasa dışı’ bir faaliyet izlenimiyle nitelemesi büyük bir hukuksuzluk olduğu gibi AKP’nin Gezi Parkı eylemleri ve sonrasına dönük faşist zihniyetini de gözler önüne sermektedir.” Gezi Parkı direnişi sonrası ev baskınları ve gözaltı terörü uygulayan faşizm daha da azgınca saldırmaktadır. Devlet’in baskı ve sindirme politikalarına karşı örgütlü mücadeleyi ileriye taşıyıp, yükselterek boşa düşüreceğiz. Ülkemizde giderek derinleşen hakim sınıfların sömürüsüne ve zulmüne karşı halkın demokratik haklar mücadelesini büyütme çağrısında bulunuldu.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
“BARIŞ” SÜRECİ VE İLERİYİ GÖSTERİP GERİYE GÖTÜRME
K
ürt ulusal hareketi ile “TC” devleti arasında varılan uzlaşma süreci, ateşkesin uygulanıp gerilla gücünün çekilmesi aşamasına kadar ilerlese de kırılganlıklar taşıyan zeminiyle önemli sancılar yaşanmaktadır. Yaşanan sancılar rastlantı olmamakla birlikte, girilen uzlaşma pratiğinin dayandığı temelin demokratik norm ve ilkelerden yoksun olmasının ürünüdür. “Barış” süreci olarak yansıtılan uzlaşma sürecinin demokratik ilke ve anlayışa bağlı olarak kurgulanmaması, sürecin niteliğinin karşılıklı taraflar arasında eşitlik ilkesine uygun olmaması, taraflardan biri olan “TC” devletinin her türden imtiyazını koruyarak tersinden Kürt ulusu (ve hareketi) tarafının bağımsızlık hakkı dahil ulusal demokratik haklarının belirgin oranda tanınmaması gibi bir dizi öğe “barış” sürecinin eğreti zemini olarak sorun ve sancılara gebe olmasını koşullamaktadır. Taraf olarak Kürt ulusal hareketi cephesinin ulusal taleplerinde tutarlı devrimci rota izlememesi ve ideolojik-siyasi çizgisinde zayıflıklar taşıması gerçeği de uzlaşma ya da “barış” sürecinin biçimlendiği zemin ve bu zeminin kırılganlıklarında belirleyici etmendir. Ancak Kürt ulusal hareketinin eksiklikleri ya da ideolojik politik kırılganlıklarına karşın “barış” ve uzlaşma sürecinde suçlu olan “TC” devletidir. Kürt ulusal hareketi taleplerindeki büyük geri çekilmeler, bağımsızlık hakkından verdiği hayati tavizler ve ödediği büyük bedellere rağmen yaptığı fedakarlıklar pahasına geliştirmeye çalıştığı süreç, tasfiyeci amacından kopmayan AKP iktidarı tarafından pervasızca kullanılıp tıkanıklığa sürüklenmektedir. AKP iktidarı süreci tıkamak için her türlü entrika ve oyuna, dayatma ve ikiyüzlülüğe başvurmakta, kriz yaratarak kriz siyaseti üzerinden kopardığı ödünleri derinleştiren gerici politikalarını uygulamaktadır. AKP iktidarının pervasızlığında Öcalan ile görüşmeler rol oynarken, bunu taktiğe dönüştürerek belli bir kontrol sağlamaktadır. Süreçte yaşanan sorunlar ve bu sorunların bir tıkanıklığa yol açmaması için Ulusal hareket cephesinin AKP iktidarı ile varılan uzlaşmanın gerekliliklerinin yerine getirilmesi için defalarca yaptığı çağrı ve açıklamalar AKP iktidarı tarafından ciddiye alınmayarak adeta kulak ardı edildi. En son KCK yürütme konseyi başkanı Cemil Bayık’ın 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü devletin adım atması için son tarih olarak verip, devlet tarafından gerekli adımlar atılmadığı taktirde bu tarihten sonra “barış” sürecinin tıkanmış olacağı vb açıklaması üzerine, başbakan yardımcısı Bülent Arınç tarafından yapılan cevabi açıklama AKP iktidarının süreç karşısındaki gerçek yüzünü bir kez daha açığa çıkarmıştır. Ne ki, Kürt ulusal hareketinin zayıf karnı olan Öcalan sorunu, ulusal hareketin her defasında geri adımlar atarak fedakarlıklarda bulunmasına ve buna paralel olarak AKP iktidarının küstahça pervasızlıkla ulusal hareketi ezen yaklaşımlarını devam ettirmesine neden olmaktadır. Öyle ki, süreç tıkanma noktasına getirilmesine ve Kürt ulusal hareketinin iradesi açıktan tanınmayıp hakarete maruz bırakılmasına karşın, her defasında Öcalan ile yapılan görüşmeler ulusal hareketin talepleri ve haklı zemininden geri çekilerek süreci kaldığı yerden sürdürmesiyle seyretmiştir. Ulusal harekete her türden horlama ve hakarette bulunan AKP
iktidarı Öcalan ile görüşme yaparak yarattığı her türlü kriz ve tıkanıklığı aşacağını görmektedir. İşte bu nokta ulusal hareketin zayıf halkası olarak AKP iktidarı tarafından hoyratça kullanılmaktadır. Kürt tarafının “fedakarlığı” üzerine yürüyen “barış” süreci ne adildir, ne yürütülebilirdir, ne de başarılı olma bakımından mümkündür. Çünkü gerçekte olmayan bir “barış”ın sürmesi düşünülemez. Çünkü “barış” karşılıklı taraflar arasında eşit çıkarlar temelinde gelişmeden gerçek bir “barış” ilerletilip inşa edilemez. Çünkü tek tarafın fedakarlığı sonsuz bir süreç olarak devam edemez. Çünkü Kürt ulusal hareketinin tüm iyi niyet çabalarına karşın karşı tarafın bitmeyen hile ve oyunları sonsuza kadar geçerli olamaz. Dahası Kürt ulusu ve hareketinin “barış”a inancı bunca sahtekarlık ve hileye rağmen süremez. Dayatılan tasfiye ve teslimiyetin “barış” olarak yutturulması bitmez bir krediye sahip ikna gücü olamaz! Nitekim KCK ve çeşitli Kürt ulusu temsilcileri ile siyasi partilerinin AKP iktidarına dönük kamuoyuna açık yaptığı açıklama ve çağrılar Kürt ulusunun rahatsızlığını ve sürece bakışlarını yansıtmaktadır. Elbette bu yaklaşım ve açıklamalar süreci tıkamaya dönük değil, bilakis sürecin işletilmesine dönüktür. Ve AKP iktidarının varılan uzlaşma sürecine uygun olarak üzerine düşen görevleri yerine getirilmesini hedeflemektedir. Ki, ulusal hareket sürecin tıkanması durumunda silahlı mücadeleye dönmeyeceklerini ve başka yöntemlerle mücadelelerini sürdüreceklerini de açıkça beyan etmektedir! 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle gerçekleştirecekleri kitlesel etkinliklerle de AKP iktidarı üzerinde baskı oluşturup sürecin sürdürülmesini amaçlamaktadırlar. Elbette geniş kitlesel eylemlilikler ve serhıldanlar muhtemel olan eylemlilikler olarak gündeme gelecektir. Bu süreçte “kontrolsüz” bazı gerilla eylemlerinin gündeme gelmesi de mümkündür. Zira AKP iktidarına ciddi mesajların verilmesi ve baskının arttırılması bunu gerektirir. Genel bir gerilla saldırısı veya eylemliliği değil ama mesaj amaçlı ve hatırlatma yapan eylemlerin yapılması söz konusu olacaktır. Öte taraftan AKP iktidarının çok fazla ayak diremesi de düşünülemez. Bundan AKP iktidarının Kürt ulusal hareketi taleplerine dönük ciddi adımlar atacağı ve sürecin gereklerine uygun düzenlemelere gireceği anlaşılmamalıdır. Özünde oyalama taktiği güdülecek, Öcalan ile görüşmeler yapılıp belli sözler verilecek ama pratikte somut bir hak tanımı ve iyileştirmeden geri durulacaktır. Her şeye karşın yaşanan sorun ve tıkanıklıklar aşılarak süreç sürdürülecektir. Ama işletilecek süreç Kürt ulusunun gerçek talep ve haklarını karşılayan değil, onları kuşa çeviren bir geri uzlaşma niteliğinde olacaktır. Bütün bu süreç ve gelişmeler proleter devrimcilerin Kürt ulusal sorunu noktasında somut siyasetler geliştirerek Kürt ulusu kitlelerini aydınlatma görevini öne çıkarır. Bağımsızlık hakkından tüm ulusal demokratik hakların kazanılmasına dönük somut bir propaganda, örgütlenme ve mücadele pratiği doğru devrimci siyaset olarak geliştirilmesi gerekendir. Tasfiyeciliğe dikkat çekerek Kürt ulusal hareketinin dikkatini çekmek görevken, demokratik taleplerini savunmak da zorunlu doğru yaklaşımdır.
04
güncel haber
Tutuklanan DHF’liler mahkemeye çıkıyor Yaklaşık 1 yıl önce polisin gece yarısı baskınlarıyla gözaltına alınarak tutuklanan DHF’liler 2 Ekim günü mahkemeye çıkacak İzmir merkezli olarak Demokratik Haklar Federasyonu’na karşı gerçekleştirilen operasyonun üzerinden yaklaşık olarak 1 yıl geçti. Bu baskınlarda İzmir, Adana, Ankara ve Dersim gibi bir çok ilde 63 kişi gözaltına alınmış ve 29’u tutuklanmıştı. Adana ve Ankara’dan alınan DHF’liler serbest bırakılırken, İzmir ve Dersim’den alınanlar hala tutuklu bulunmakta. İzmir’de tutuklanan DHF’lilerin ilk mahkemeleri Ekim ayının başında görülecek. Duruşma günü yaklaşırken savcılığın hazırladığı iddianameye ilişkin burjuva-feodal basında çıkan haberler bile bu davanın zorlama bir dava olduğunu gözler önüne seriyor. Polis fezlekesinin savcı iddianamesine dönüştüğü bu dava tam komedi dizisi olmuş vaziyette. Zira İzmir polisi tutuklamayı gerektirecek suçu bulmak için epey zorlandığından doğallığında komedi dizisi ortaya çıkmış bulunuyor. Hal böyle olunca tutuklananlardan Murat Karaman’ının Roza isimli köpeği Avrupa sorumlusu bir MKP’li oluvermiş. Fatma Akgül’ün üyesi olduğu Demokratik Haklar Derneği’ne giderken yanında taşıdığı tuvalet kâğıdı rulosu yasadışı örgüt rulosuna dönüşmüş. Dedik ya komedi dizisi olmuş… Hem de baştan sona. Maddi delilin yoksun olduğunu söylemeye bile gerek yok. Ortam dinlemelerine ve telefon kayıtlarına sarılmışlar. Bunlardan da bir şey tutturamayınca o meşhur kanaatlerini devreye sokmuşlar. Polis fezlekesi ve savcılık iddianamesi kanaat ve yorum üzerine kurulmuş. Polis gözaltına alınanlara “1 Mayıs ve 8 Mart’a örgüt talimatıyla mı katıldınız” diye soru yöneltmiş. Oysa ülkemizde her devrimci demokratın bu günlerde alanlara çıkması doğal bir refleks olmuştur. Ama polis burada suç bulmayı ummuş. 1 Mayıs ve 8 Mart gibi
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Suriye’deki
günlerde yapılacak etkinliklerin çağrıcı kurum pozisyonunda olan sendikalar, dernekler ve siyasi partiler ne zamandan beri yasadışı örgüt oldular. Ama yarın bu örgütleri kapatmak için de yaptıkları etkinlikleri “şu örgüt bu örgüt talimatıyla yaptınız” bahanesiyle faaliyetlerini durdurmaya kalkarlarsa hiç şaşırmayalım.
Tuvalet kâğıdından örgütsel doküman, etten örgüt emaneti Tutuklanmadan önce Kızlarağası hanında çalışan Fatma Akgül, çalıştığı yerde tuvalet bulunmadığı için yakınında olan Demokratik Haklar Derneği’nin tuvaletini kullanır. Giderken yanında götürdüğü tuvalet kâğıdı iddianameye “rulo şeklinde örgütsel doküman” olarak geçmiş. Zaten davanın tek örgütsel dokümanı bu rulodur. Ama polisler suç bulmak için birçok yolu denemişler. Örneğin Dersim’den Fatma Akgül’e gönderilen eti bile iddianameye örgütsel emanet şeklinde yansıtma gayretine başvurulmuşlar.
Savcılık iddianamesi baştan sona düzmece Polisin hazırladığı düzmece fezleke olmuş savcının düzmece iddianamesi. İddianameye bakıldığında bu çok rahatlıkla göze çarpıyor. Kişilerin kendi aralarında yaptığı şakalar bile suç olarak yansıtılmış iddianameye. Örneğin dernek üyesi Mine Sargın oturduğu yerden derneğe uzun sürede gelebildiğini ve iki saatte bir otobüs geldiği için sürekli otobüs şoförleri ile tartıştığını söylemiş ve bir gün otobüsü kaçırdığı için 2 saat gecikmesinden dolayı dernekten içeri girdiğinde söylediği ‘Ya yakacağım bir gün şu belediye otobüsünü’ ifadesi iddianamede suç olarak kabul edilmiştir. Sargın’nın sözleri iddianameye, “Dernekteki arkadaşlarına ileride bir gün şehir otobüsü yakmayı planladığını söylemiştir” şeklinde yansıtılmıştır. Düzmece suçlamalarla yaklaşık bir yıldır hapishanelerde tutulan DHF’li tutsakların daha ne kadar tutuklu kalacağı merak konusuyken 2 Ekim’de görülecek mahkemeye kamuoyunun duyarlılık göstermesi oldukça önemlidir.
Bu savaşın tarafları olan Rusya, Suriye ve ortakları ile ABD’nin ortakları İngiltere, Fransa, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın nitelikleri özde aynıdır Suriye iki yıldır devam eden bir çatışma ve iç savaş sürecinde bulunmaktadır. Beşar Esad rejimine karşı başlayan halk muhalefetini, emperyalist ABD ve onun ortakları olan batılı emperyalist güçler ile Ortadoğu’da rol üstlenen taşeronları Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan tarafından ekonomik siyasi ve askeri olarak desteklenip geliştirilmektedir. Özgür Suriye Ordusu ve onun bileşenlerinden olan Irak Şam İslam örgütleri ve El Nursa gibi El Kaide bağlantılı örgütler aracılığı ile Suriye’de Esad zulmüne karşı başlayan halk isyanı emperyalist çıkarlar bağlamında düzenlenerek geliştirildi. Bölgede Esad rejimi, emperyalistler ve onların güdümünde olan örgütlerin dışında Kürt Yüksek Konseyi altında birleşen üçüncü bir yol ve seçenek olarak PYD’nin de içinde olduğu Kürt hareketleri bulunmaktadır. Katliam taburları olarak gerek Baas rejimi gerek selefi gruplar halkları karşılıklı olarak kitlesel biçimde katletmektedir. Bu anlamda her iki gücün de halklar açısından pratik bir değer taşımadıkları ortadır. Bu anlamda selefi gruplar özerklik ilan eden Rojava’ya karşıda askeri saldırganlıklarını tırmandırarak onlarca kürtün katledilmesinde rol üstlenmişlerdir. Onlarca kürtün kaçırılması, tutuklanması, Rojava’nın çeşitli yerlerinin boşaltılması bu selefi grupların giriştiği saldırganlık ve katliamcılık kimliklerini ifşa etmektedir. Nitelikleri itibariyle gerek emperyalist ABD, onun ortağı ve taşeronları tarafın-
dan sahaya sürülen ÖSO ve bileşenleri olarak selefi hareketler gerek Baas rejimi halklara hiçbir özgürlük ve kurtuluşu sağlamayacaklarını sergiledikleri pratik tutumlar ile ifşa etmektedir. Yüz binin üzerinde insanın iki yılık savaş dilimi içerisinde katledilmiş olması bunların gerçek niteliğini yeterince ortaya sermektedir. Bu şartlar içerisinde bölge çıkarları bağlamında oluşacak iktidar değişikliklerini kendileri için tehlikeli olarak gören Rusya ve İran, Çin ve Lübnan gibi ülkeler de karşı koalisyonun politikalarında denge bozucu bir etkinlik göstermektedir. Rusya savaş sürecinde gerek Akdeniz’de konuşlandırdığı savaş gemileri gerekse de teslimatını yaptığı S300 füzeleri ile aleni bir biçimde taraf lığını ortaya koymuştur. Cenevre toplantısının örgütlenerek siyasi müzakereler dönemi olarak tarif edilen konferans sürecine ABD ve onun ortakları bir türlü kabule gelmeyerek Esad’ın iktidardan alaşağı edilmesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Ama Suriye’nin Libya, Tunus ve Mısır olmadığı gerçekliği karşılığında oluşan tabloya bağlı olarak yeni yönelimler arayışına girişmişlerdir. Tam da Mısır’ın gündem olduğu dönemde BM silah denetçilerinin Suriye’de olduğu dönemde başkent Şam yakınlarında ÖSO’nun kontrol ettiği alanlarda kimyasal gazın Baas rejimi tarafından kullanıldığı küresel haberleşme ağları olan facebook ve twiter kanalları ile dünyaya servis edildi.Ve bir anda Ortadoğu’nun hengamesi içerisinde Suriye baş gündem oldu. Ama kimyasal silah kullanımından önce gerek PYD önderliğindeki YPG güçleri ve Kürt Yüksek Konseyi’ne bağlı güçler gerekse Baas rejimi tarafından ÖSO ve onun birleşenlerinden olan El Nursa gibi selefi örgütler yedikleri askeri darbeler
05 gelişmeler 1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
çerçevesinde gerileme sürecine girerek birçok stratejik alanı her iki güce kaptırmak durumuna gelmişti. İste ABD merkezli ve onun koalisyon ortaklarının destekleri bu güçlerin etkinliğini kaybettiği süreçte ibrenin diğer güçler lehine döndüğü durumda kimyasal silah kullanımı haberleri servis edildi. Dünya basınlarına yansıyan çoğunluğu çocukların oluşturduğu onlarca insanın ölü bedenleri teşhir edilerek bunları saldırganlık ve işgalcilik emelleri uğrana kullanmakta bir sakınca görmediler. Bundan önce ise tam da kimyasal meselelerine dair mayısta Adana’da 2 kilo sarin gazıyla yakayı ele veren El Kaide gerçekliği orta yerde duruyorken, yine kimyasal maddeler için Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Carla del Ponte 5 Mayıs 2013′te İsveç televizyonuna bakın ne demişti: “Muhaliflerin birçok yerde sarin gazı kullandığına dair çok güçlü ve somut şüphe ve kanıt var”. Del Ponte’nin bu demeci 19 Mart’ta Halep’e ve dolaysıyla Türkiye sınırına yakın Han El-Asal bölgesinde daha sonra Nusracıların kullandığı anlaşılan kimyasal silahla ilgiliydi. BM Bağımsız Soruşturma Müfettişi Carla Del Ponte’nin “Sinir gazı kullandılar” söylemine maruz kalan ve Halep’teki klor fabrikasını ele geçirdikten sonra alarm zilleri çaldırtan El Kaide vari örgütlerdir.Üstelik bu konuda Irak’ta kitle imha silahları yalanları ile işgalciliğe girişen ABD ve ortaklarının yakın tarih gerçeği varken Foreign Policy, CIA belgelerine dayanarak ABD’nin 1988’de kimyasal silahla vuracağını bildiği halde İran ordusunun koordinatlarını Saddam’a verdiğini ortaya koymaktayken… Ki Saddam’ın kimyasalla-
rıyla 20 bin İranlı asker ölmüştü. BM denetçilerinin Suriye’de olduğu bu zamanda girişilen bu kimyasal katliam hareketinin gerçek sorumlularını ifşa etmektedir. Engellemelerden bahsedilmektedir. Ama kimyasal silahın kullandığı alan ÖSO kontrolünde olan bir yerdir ve bu iddialar çürüktür. ABD ve ortakları BM denetçilerini beklemeden Baas rejimini işaret ederek saldırganlıklarını ve işgalcilik emellerini daha açık ortaya koydular. Bu gelişmeler ABD ve onun ortakları olanların Suriye’ye mutlak bir müdahaleye girişimde kararlı olduklarını ve bunun için katliam senaryoları ile uluslararası kamuoyunu hazırlamaya giriştikleri açıktır. Yalnız Rusya, Çin, İran’ın göstermiş olduğu karşı tavır ve muhalefetin oluşacak iktidar değişikliklerinden sonra misyonunu ne kadar oynayacağı gibi bir dizi sorun askeri saldırganlığın belirli düzeyde uygulanacağına dair emareler sunmaktadır. Hedeflenen Baas rejiminin askeri gücünün kırılması ve ÖSO'nun tekrardan askeri bir denge sağlamasıdır. Bunun üzerinden ise Cenevre Konferansı’na giderek sürece yayılan bir dizi askeri saldırı ve yaptırımlar ile iktidar değişikliğinin zamana yayılmasıdır. Ayrıca ilk hedefler arasında ise ÖSO’ya uluslararası meşruiyet sağlayarak Suriye’yi Şam dolaylarında bir hükümet organizasyonuna çevirmektir. Savaş çanları çalan Türk egem sınıf kliği olan AKP ise bu süreç zarfında El Nursa gibi hareketler üzerinden Rojava’ya dönük saldırılarını yoğunlaştırarak oluşan özerkliği lav ettirme ve geriletme yönelimine girecektir. Bir askeri müdahale kaçınılmaz gözükmekle birlikte Rusya’nın Akdeniz’e yeni firkateynler göndermesi ve raporları beklemeyen koalisyon ortaklarını uluslararası hukuka meydan okumaları olarak yorumlaması, İran’ın, İsrail’i vurma tehdidini ve Lübnan’da son üç saldırı dalgası, Irak merkezi hükümetinin orduyu alarma geçirmesi ve benzeri birçok gelişme Suriye de başlayıp Suriye’de bitmeyecek olan Türkiye, Katar, Suudi Arabistan dahil tüm bölgeye yayılan birbirine bağlı çok denklemli bir kaos sürecinin de gelmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Bu savaşın tarafları olan Rusya, Suriye ve ortakları ile ABD ortakları İngiltere, Fransa, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın özde nitelikleri aynıdır. Katliamcılıkta sınır tanımayan gerçeklikleri dünyada ve ülkelerinde girmiş oldukları pratikle açık iken; son kimyasal gaz kullanma direk olarak zayıflayan ve yeni bir sürece gelişmeleri evriltmek zorunda olan ABD ve onun ortakları ve pratik aktörleri olan ÖSO ve onun birleşenlerinin katliam senaryosu olduğunu açıkça ortaya sermektedir.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
EMPERYALİST SAVAŞLARA HAYIR!
H
alk kitleleri bugün bir kez daha gerici emperyalist çıkarlar uğruna girişilen dalaşta katliamlardan geçirilmekle yüz yüzedir. Suriye’de keskinleşip aşılamayan emperyalistler arası çatışma ve çelişkiler bölge halkları ve özellikle de Suriye halkını büyük acılara boğmanın eşiğindedir. Emperyalistlerin kabaran iştahı Suriye’ye askeri saldırıda bulunarak savaş başlatmak üzeredir. Kapıda sıcak bir savaş görülmektedir. Bu savaş gerici savaştır. Devrimci savaşlar tasfiye edilmeye çalışılırken, gerici savaşlar kışkırtılıp geliştirilmektedir.Gerici savaş halk kitleleri için acı, açlık ve gözyaşından başka bir şey ifade etmemektedir.Savaşın,çocukların büyük tekellerin çıkarına kurban edilmesinden, kadınların barbarca tecavüzlerden geçirilip en temel değerleriyle insanlığı yok etmekten başka bir sonucu yoktur yoksul dünya halkları için… Gerici savaşlara dur demek her şeyden önce insanlığa karşı görevdir. Gerici emperyalist savaş ve saldırganlıkları önlemenin yolu devrimci savaşlardır! Gerçek barışın yolu buradan geçer. ABD emperyalizmi ile Rus emperyalizminin tayin edici aktör olarak başını çektiği emperyalist blokların dünya hegemonyası ve tahakkümü uğruna geliştirdikleri stratejiler, bu blokları örtülü çatışmadan açık çatışmalar aşamasına getirmiştir. Emperyalist haydutlar arası bu çatışma esas olarak bağımlı ülkeler üzerinde sürdürülmektedir. Nesnel temeline karşın, arka planı ‘’Arap Baharı’’ demagojisiyle adlandırılan emperyalist stratejik oyunlar olan ayaklanmalar dizisini ve bunun bir ayağı olan Suriye’deki ‘’iç çatışma’’ emperyalist blokların çatışmasında odak nokta durumundadır. Bu durum askeri müdahaleyle açık bir savaşa dönüştürülmek üzeredir. Bu savaş bölgesel savaş olasılığını kuvvetli olasılık olarak muhtemel kılarken, bölgesel savaş niteliğinin güncel şartlarda biçimlenen bir dünya savaşına dönüşmesi yabana atılır değildir. Dünya savaşı emperyalist paylaşım savaşı olarak emperyalist bloklar arasında yeni sınırların oluşmasını da barındıran dünya pazarlarının yeniden paylaşılmasını ifade eden bir emperyalist savaş ise, Suriye’ye ABD eksenli ve AB bloğunun da çeşitli düzeylerde dahil olduğu(‘’TC’’ gibi piyonların da dahil olması kaçınılmazdır) bir askeri müdahalenin yol açacağı sonuç ve özellikle Rus emperyalizmi ve bu eksenli bloğun alacağı tutum neticesinde yaşanan bir çatışmanın dünya savaşı olarak ifade edilmesi yanlış olmayacaktır. Bir dünya savaşı olmasına gerek olmadan da mevcut durumdaki emperyalist savaş saldırganlığı ve Suriye gibi ülkelerde devam eden savaş ya da çatışmalar savaş karşıtı mücadelenin örgütlenmesini görev olarak önümüze koymaktadır. Elbette savaş karşıtı mücadelenin genel çerçevesi emperyalist saldırganlığı hedeflemek durumundadır. Somutta da her parçadaki gerici diktatörlüklere ve savaş kışkırtıcısı iktidarlara karşı mücadele yükseltilmek durumundadır. Bu mücadelenin dinamikleri başta komünistler olmak üzere, bütün devrimci demokratik ilerici güçlerdir. Savaşın emperyalist kaynaklı boyutu ile bölgesel veya dünya savaşı olasılıklarına uygun olarak savaş karşıtı mücadele, uluslararası kapsamda dünya komünist ve devrimci hareketi tarafından yürütülmek durumundadır. Aynı za-
manda yerel gericiliklerin savaş kışkırtıcılığı ve saldırganlıklarına ya da doğrudan girişecekleri savaşlara karşı her parçanın komünist ve devrimcileri ciddi bir savaş karşıtı mücadeleye girişerek tüm ileri güçleri savaşa karşı mücadele platformlarında mücadeleye seferber etmelidirler. Kapıya dayanmış savaşların gerçek anlamda önlenmesi halk kitlelerinin savaş karşıtı mücadeleye girişmesiyle mümkündür. Bu baskı gerici iktidarları durdurabilecek esas fonksiyondur. Suriye gibi yerlerde süren savaş ve çatışmalara olduğu kadar bura üzerinden savaş kışkırtıcılığı yapan emperyalist güç ve siyonist İsrail devleti ile ‘’TC’’ devleti gibi gerici saldırgan odakların saldırgan politikalarına karşı zamanında yükseltilmesi gereken savaş karşıtı mücadele en doğru savaş karşıtı mücadele zemini olacaktır. Ancak her şeye karşın bugün savaş karşıtı mücadelenin örgütlenerek büyütülmesi temel bir siyaset ve tavır olarak komünist ve devrimci hareketin önünde durmaktadır. Kuşkusuz ki, emperyalist gerici savaşlara karşı geliştirilecek olan savaş karşıtı mücadele, gerici savaşlara karşı ajitasyon propagandasında bu savaşların devrimci savaşlarla yanıtlanması ve devrimci savaşlara dönüştürülmesini özellikle öne çıkarmalıdır. Gerici savaşlara karşı çıkma meşruiyetine sahip zemin, savaşların sınıfsal niteliği gözardı edilerek genel savaş karşıtlığı atmosferine çekilerek devrimci savaşları yadsıyan reformist tasfiyeciliğin geliştirilmesine hizmet etmemelidir. Proleter devrimciler buna dikkat etmelidirler. Tasfiyeciliğin moda olarak yükseldiği ve burjuva hümanizminin araç edindiği günümüz şartlarında, haklı savaşlarla haksız savaşları aynı derekeye sokup her türden savaşa karşı çıkan tasfiyeciliğin devrimci sınıf siyasetini gölgelemesine izin verilmemeli, verilemez. AKP iktidarının savaş kışkırtıcılığını teşhir edip, ABD emperyalizminin bölgedeki jandarmalığını üstlenen saldırganlığını deşifre etmek savaş karşıtı mücadelenin kaçınılmaz görevidir. Aynı biçimde ikiyüzlü siyasetini deşifre ederek gerçek yüzünü halk kitlelerine göstermek bu mücadelenin konusu olmak durumundadır. Bunun da ötesinde ‘’TC’’ devleti ile Siyonist İsrail devleti ABD emperyalizminin maşası olarak bölgede tam bir savaş ve saldırganlık odağı durumundadırlar. Bu bağlamda AKP iktidarının bu niteliği teşhir edilip, bu niteliğine uygun olan tüm politikalarına karşı somut mücadeleler geliştirilmelidir. ABD emperyalizmi sözcülerinin, ‘’Türkiye’yi koruma taahhüdümüz var’’ açıklamaları boş ve anlamsız değildir. Verilen taahhüdün neyin karşılığı olduğu ise, AKP iktidarının ABD emperyalizminin tetikçisi olarak benimsenip uyguladığı savaş saldırganlığı politikalarıyla sabittir. ABD emperyalizminin çıkarları uğruna halklarımızı savaşa sürüklemek gibi, diğer ülkelere karşı geliştirdiği savaş saldırganlığı da AKP iktidarının kukla ve komprador faşist karakterinin ürünüdür. Bu karakter teşhir edilirken ciddi bir mücadelenin sergilenmesi vazgeçilmez devrimci görevdir. Haksız gerici savaşlara karşı mücadeleyi devrimci savaşı yükselterek geliştirmek elzemdir. Bu mücadele gerici haksız savaşların kaynağı olan emperyalist gericilik ve onun uzantıları olan yerli gerici sınıflara yönelmek durumundadır.
06 güncel haber
'Palalı' saldırgan serbest
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Failler belli adım atılmıyor
Başbakan Erdoğan’ın destan yazanları arsında kendine ön sırada yer bulan Palalı saldırgan yine serbest bırakıldı. Demokratik tepkilerini dile getiren Gezi eylemcileri 10 yıllara varan cezalarla tutuklu yargılanırken, eylemcilere silahlarla saldırıp eylemcileri yaralayanlar ise serbest bırakılıyor. Gezi Parkı olayları sırasında göstericilere (palalı olarak tabir edilen) bıçakla saldıran Sabri Çelebi, 29 Ağustos gecesi Sabiha Gökçen Havaalanı'nda gözaltına alındı. Geceyi emniyette geçiren Çelebi, aynı gün çıkarıldığı adliyede serbest bırakıldı.
Tutuksuz yargılanacak Sabri Çelebi, 50 günlük kaçışının ardından 53. Asliye Ceza Mahkemesi’nde Hakim Fatma Şeker'e yaklaşık bir saat ifade vermesinin ardından serbest bırakıldı. Çelebi salonun içinde bulunan ve tutuklu sanıkların kullandığı asansörle polisler tarafından indirilerek adliyenin otoparkından ayrıldı. Hakim Şeker, "yakalama kararının savunma alınabilmesi için çıkarıldığı ve herhangi bir tutuklama tedbiri bulunmadığı" gerekçesiyle Sabri Çelebi'yi serbest bıraktı.
‘Ölmemiz mi gerekir’ Saldırıya uğrayan kadının Avukatı Yelda Koçak, "İfade verdik. Ardından palalının serbest kaldığını öğrendik ve hayal kırıklığına uğradık" dedi. Müvekkilinin Palalının serbest kalmasıyla ilgili "Ölememiz mi gerekirdi? İnsan hayatı bu kadar basit mi?" dediğini aktaran Koçak, "Savcı tüm taleplerimize rağmen olayı basit yaralama olarak değerlendirdi" diye konuştu.
Hatay’da polis tarafından katledilen Abdullah Cömert'in ağabeyi Zafer Cömert, Abdullah Cömert’in ölümünün üzerinden 3 ay geçmesine rağmen kimlikleri belli olan failler hakkında hiç bir işlem yapılmadığını açıkladı
G
ezi Parkı direnişi sırasında Hatay'da düzenlenen protesto gösterileri sırasında 3 Haziran gecesi polis müdahalesinde başına aldığı darbe sonucu yaşamını yitiren 22 yaşındaki Abdullah Cömert'in ağabeyi Zafer Cömert, 3 ay geçmesine rağmen kimlikleri belli olduğunu iddia ettiği failler hakkında işlem yapılmadığını açıkladı
‘Savcı adım atmıyor’ Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülürken Abdullah Cömert'in ağabeyi Zafer Cömert, hala İstanbul Adli Tıp Kurumu'ndan kardeşinin kesin ölüm nedenini belirten açıklamayı bekle-
diklerini söyledi. Zafer Cömert, 18 görgü tanığının ifadelerine rağmen, olayın failleri hakkında hiçbir işlem yapılmadığını söyledi. Görgü tanıklarının anlatımına göre, kardeşini yeşil renkli 'akrep' diye tabir edilen polis aracından hedef gözetilerek atılan gaz kapsülünün öldürdüğünü ifade eden Zafer Cömert, o araçta bulunan kimlikleri belli 3 polis hakkında hiçbir işlem yapılmadığını belirtti. Soruşturmada ilerleme olmamasının nedenini merak ettiklerini bildiren Zafer Cömert, aynı şekilde Gezi Parkı olayları sırasında Ankara'daki gösterilerde hayatını kaybeden Ethem Sarısülük'ün faillerinin
de belli olmasına rağmen serbest dolaşmasının manidar olduğunu vurguladı.
‘Devlete kapımız kapalı’ Eskişehir'deki Gezi eylemlerinde dövülerek öldürülen Hataylı Ali İsmail Korkmaz'ın faillerinin kısa sürede bulunmasını da değerlendiren Zafer Cömert, "Şüphelilerin yakalanmasında ailesinin devlet büyüklerini, Adalet Bakanı Sadullah Ergin'i evlerine kabul etmelerinin bir etkisi olmuş mudur bilmiyoruz. Biz de merak ediyoruz. Ancak aile olarak kardeşimin failleri bir ömür boyu belli olmasa da devlet büyüklerinden hiç kimseyi evimize kabul etmeyeceğiz" diye konuştu.
Berkin Elvan ve Gezi şehitleri için eylemler sürüyor Okmeydanı'ndaki Gezi Parkı protestosu sırasında polisin attığı gaz bombası fişeğiyle beyin kanaması geçiren ve hala bilinci kapalı şekilde yoğun bakımda tutulan 14 yaşındaki Berkin Elvan için Okmeydanı’nda yürüyüş düzenlendi 27 Ağustos tarihinde Mahmut Şevket Paşa Sağlık Ocağı’nda toplanan eylemciler Berkin Elvan’ın vurulduğu sokağa kadar sloganlarla yürüdü. Berkin’in vurulduğu yere gelindiğinde avukat Aycan Çiçek söz alarak, Berkin hastanedeyken polislerin kanlı giysilerini alıp delil karartmaya çalıştığını belirtti. İşlemlerin ağır bir şekilde yapıldığını savcılığın, emniyetle birlik olup suçluları koruduğunu söyleyen Çiçek, berkin’in yaşam mücadelesi verirken savcı Adnan Çimen’in 2 Eylül’e kadar “tatil” yapacağını
vurguladı. Ardından Berkin’in babası Sami Elvan, oğlunun vurulmasının üzerinden 73 gün geçmesine rağmen sorumluların bulunması konusunda herhangi bir adım atılmadığını söyledi. Sami Elvan, sorumluların cezalandırılmasını istedi. Eylemde “Diren Berkin Okmeydanı Seninle”, “Umudun Çocuğu Berkin Elvan” , “Katil Devlet Hesap Verecek” sloganları atıldı.
Hatay halkı Gezi şehitleri için polisle çatıştı Hatay halkının Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz ve hayatını kaybeden direnişçiler için her hafta pazartesi günleri yaptığı anmaya polis saldırırken, çatışmalar saatlerce devam etti 19 Ağustos’ta 21.30 sıralarında Uğur Mumcu Meydanı’nda bir araya gelerek Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük,Mehmet Ayvalıtaş ve Zeynep Eryaşar’ı anmak için Sümerler Mahallesi’ne yürüyen kitleye polis
benzin istasyonu önünde saldırdı. Halk Semt Pazarı’nda barikatlar kurarak polise direnirken, polis halka tazyikli suyla saldırdı. Armutlu Mahallesi’nde de polis halka gaz bombalarıyla saldırırken, evlere ve dükkânlara su sıktı. Halk barikatları evlerinden attığı eşyalarla güçlendirdi. Polis Armutlu Mahallesi’ndeki barikatı geçerek mahalleye girerken, kitle “Ali İsmail Korkmaz ölümsüzdür” sloganlarıyla geri çekildi. Armutlu halkı polis saldırısının ardından yeniden barikatları kurarken, polis TOMA’larla kitleye su sıkarak barikatları aştı. Polisin direnişçilerin görüş açısını engellemek için lazer ışığı sıktığı gözlendi. Polisin saldırısı giderek artarken, evlere su sıkıldı.
Hatay halkı Uğur Mumcu Parkı’nı geri aldı Hatay halkı gece geç saatlere kadar barikatlarda “Ali İsmail Korkmaz ölümsüzdür” , “Abdullah Cömert ölümsüzdür” sloganlarıyla polisle
çatışmaya devam etti. Polis barikatların ardında halay çeken kitleye, gaz bombalarıyla ve plastik mermilerle saldırdı. Barikatları aşamayan polisin evlere tazyikli su sıktığı Hatay’da, direnişçilerden biri kafasına gaz fişeği isabet etmesi sonucu yaralandı.
güncel haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
07
Maoist gerillalar sonsuzluğa uğurlandı
Dersim'in Ovacık ilçesi kırsalında 1994 yılında çıkan çatışmada yaşamını yitiren MKP/HKO gerilları Mehmet Doğanoğlu (Pir Ahmet), Nihat Aydın (Taylan), Daimi Kişin (Piro Şiar) sonsuzluğa uğurlandı 29 Ekim 1994’te şehit düşen 3 MKP/HKO gerillasının cenaze töreni Alibeyköy
Cemevi’nde yapıldı. Yapılan törenin ardından gerillalar defnedilmek üzere memleketlerine gönderildi. Yeni Demokrasi Aile Birliği (YDAB) tarafından düzenlenen tören saat 12.00’de Alibeyköy Cemevi’nde saygı duruşuyla başladı. Cenaze töreninde “Halk Savaşçıları Ölümsüzdür” pankartı açıldı. Anmada kavga şiiri okunurken, “Gerillalar ölmez yaşasın halk savaşı”, “Yaşasın partimiz Maoist Komünist Partisi” slo-
ganları atıldı. Ardından Mehmet Doğanoğlu (Pir Ahmet), Daimi Kişin (Piro Şiar) ile Nihat Aydın (Taylan) defnedilmek üzere memleketlerine gönderildi.
Gerillalar sonsuzluğa uğurlandı Mehmet Doğanoğlu (Pir Ahmet) ve Nihat Aydın (Taylan) Dersim Düzpelit Köyü’nde Daimi Kişin (Piro Şiar) Bingöl’ün Gözeler Köyü’nde kavga sloganlarıyla toprağa verildi.
Gözeler Köyü’nde sonsuzluğa uğurlanan Daimi Kişin’in cenaze törenine BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve parti üyeleride katlıdı. Törende Kişin'in kardeşi Umut Kişin, Daimi Kişin'in özgeçmişini okudu. Cenaze merasimi devrim ve demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına saygı duruşu ile sona ererken, cenaze törenine katılanlar Kişin için kurulan taziyeyi ziyaret etti.
Eskişehir halkı Ali İsmail’i unutmuyor Eskişehir halkı Ali İsmail Korkmaz’ın polisler ve polis destekli sivil faşistler tarafından katledilmesinin ardından eylemlerine devam ediyor Ali İsmail Korkmaz’ın polis ve polis destekli sivil faşistler tarafından katledilmesinin ardından Eskişehir halkı Ali İsmail’i unutmadığını ve katillerinden hesap soracağını sürdürdüğü eylemlerle gösteriyor.
Bakanları protestoya polis saldırısı Eskişehir Valisi’ni ziyaret etmek için Eskişehir’e gelen Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç halk tarafından protesto edildi. Bakanların ziyareti sırasında Ali İsmail Korkmaz Parkı’nda bir araya gelen Eskişehir halkı valiliğe yürümek istedi. Ali İsmail ‘in katledilmesiyle ilgili bakanlara soru sormak isteyen grup Adalar Migros yakınlarında polis saldırısına uğradı. Saldırıda 12 kişi
gözaltına alınırken, eylemciler saldırılar karşısında geri adım atmadı.Yaşanan bu saldırının ardından kitle akşam saatlerinde de eyleme devam etti.Espark’ta bir araya gelerek valiliğe doğru yürüyüşe geçen halkın önü Büyükşehir Belediyesi yakınlarında polis tarafından kesilmesine rağmen kitle engeli aşarak valilik önüne gelmeyi başardı.Valilik önünde yapılan basın açıklamasında üniversitelere polis sokmaya çalışan ve üniversitelileri tehdit eden Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç teşhir edildi. Basın açıklamasının ardından grup, öğle saatlerinde polis saldırısı sonucu gözaltına alınanları serbest bırakılana kadar bekledi.
Eskişehir halkı her cumartesi Ali için eylemde Her cumartesi Ali İsmail’in katillerinden hesap sormak için yürüyen Eskişehir Direniş Forumu üyeleri 24 Ağustos’ta da Espark önünde saat 20.00’de buluşarak Ali İsmail’in ölümüne sebep olan saldırının yaşandığı Kurtuluş Mahallesi Yunus Emre Caddesi'ne yürüdü.
“Gezi direnişçilerini değil Ali İsmail Korkmaz’ın katillerini tutuklatın” pankartı arkasında yürüyen kitle “Ali İsmail Korkmaz ölümsüzdür” sloganları attı.Berkin Elvan da bu yürüyüşlerde unutulmadı, “Diren Berkin Eskişehir seninle” sloganları atılarak hala hastanede yoğun bakımda olan Berkin Elvan’a da destek verildi. Kitlenin yürüyüşe devam ettiği esnada sivil bir araç şoförü, aracını kitlenin üzerine sürmeye çalışınca eylemciler aracı uzaklaştırdı. Polis ise durumdan faydalanarak kitleye ‘dağılmalarını’ söyledi. Ancak kitle polisin tehditlerine karşı Ali İsmail’in katledildiği yere gelerek burada Ali İsmail Korkmaz ve yaşamını yitiren tüm direnişçiler için saygı duruşunda bulundu.Saygı duruşunun ardından yapılan yarım saatlik oturma eylemi sonrasında yapılan açıklamada dün Ali İsmail Korkmaz’ın adını ağzına almayan bakanların bugün Eskişehir Valisi’ne ‘uyarıda’ bulundukları, bunun Eskişehir’deki direnişin iktidar üzerinde baskı oluşturmasından kaynaklandığı aktarıldı. Bakanların Eskişehir’e gelmesi üzerine polisin
halka saldırarak halkı gözaltına aldığına da değinilen açıklamada görüntülerde Ali’ye vuran ikinci polisin ve ara sokaklarda direnişçilere saldıran sivil polislerin belirlenmesi talep edildi. Ali’yi darp ettiği belirtilen ikinci polisin hala görev başında olduğu belirtilen açıklama Eskişehir Valisine hitaben şu sözlerle sonlandırıldı; “Vali, senin yalan söylemekten başka çaren yok. Eskişehir direnişçileri olarak sesimizi yükseltiyoruz. Ali İsmail Korkmaz ölümsüzdür. Katillerinin hepsi tutuklanana kadar biz mücadelemizi devam ettireceğiz.” Eylemde Ali İsmail için direniş şarkıları söyleyen halk Korkmaz’ın darp edildiği yere mum yakıp karanfil bıraktıktan sonra eylemi sonlandırdı.Öte yandan Ali İsmail’i dövdüğü için tutuklu olan İsmail Koyuncu’ya ait fırının camlarına önceki eylemlerde halkın Ali’nin katillerini teşhir eden pullar yapıştırmasının ardından fırının camına fırının el değiştirdiğine dair yazı asıldı ve fırının ismi değiştirildi.
08
emek haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
En pahalı benzini biz Benzine ard arda gelen zamlarla benzinin litre fiyatı, 5 TL’yi aştı ve Norveç’i de geride bırakarak dünya sıralamasında benzini en pahalı tüketen toplum olduk Ülkemiz egemen sınıfları birçok konuda emekçileri aldatarak gerçekleri gizlerler. Bu durum onların sınıf karakteri gereği kaçınılmazdır. Çünkü egemen sınıflar ezilenleri daha rahat yönetmek için birçok konuyu çarpıtır, eksik anlatır ya da anlatmaz. Siyaset, ekonomi, vb gibi alanlar egemen sınıfların bolca manipülasyona ihtiyaç duydukları alanlardır. Son dönemin popüler söylemleri olan ‘demokratikleşme’’insan hakları ihlalinin sıfıra inmesi’’ekonomik istikrar’ ‘enflasyonun düşmesi’’işsizliğin düşmesi’ olarak ifadesini bulmuştur … Bu söylemler duruma verilebilecek bazı örneklerdir. Bu çarpıtma ve aldatma her alanda kendisini hissettirdiği gibi özellikle ekonomik alanda daha trajik boyutuyla kendini hissettiriyor. Ülkemizde son dönemde petrol zamlarından kaynaklı akaryakıta gelen zamla birlikte ülkemiz egemen sınıflarının bolca övündükleri ’ekonomik istikrar’ söyleminin ve bunu destekleyen verilerin ham hayalden öte bir şey olmadığı tekrar ispatlandı. Ülkemizde son dönemlerde benzine ard arda gelen zamlarla benzinin litre fiyatı, 5 TL’yi aşarak Norveç’i de geride bırakarak dünya sıralamasında birinci sırada yerini aldı. Ayrıca yılbaşından bu yana benzin fiyatlarında %16.2 motorinde ise %19.4 artış yapıldı. Bu durumun nedenleri elbette ki mevcut güncel gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. Mısır’daki gelişmeler, Suriye’ye olası emperyalist müdahale ve sonucunda çıkacak bölgesel ya da dünya savaşının bir yandan enerji kaynaklarını daha değerli kılar-
ken bir yandan burjuva ekonomistlerinin moda deyimi ile ‘piyasaların’ bu durum karşısındaki ‘tedirginliği’ ve kendince aldığı önlemler. (biz onu egemen sınıfların kendilerini garantiye almak için omuzlarımıza yükledikleri yeni ekonomik sorumluluklar diye anlıyoruz.) Özellikle dolar ve değeri dolar üzerinden hesaplanan ham petrolün değerinin dünya konjoktöründeki siyasi gelişmelere bağlı olarak artması, ülkemiz gibi yarı sömürge olarak emperyalist politikalara göbekten bağlı birçok ülkenin bu durumdan etkilenmesini kaçınılmaz kılmıştır. Ülkemizde do-
Tekstil’de işçilerin grev zaferi
ların rekor düzeyde yükselmesi ve ardından dünyanın en pahalı benzinini kullanmaya başlamasının bu durumla ilintili sebepleri olduğu gibi AKP iktidarının sözde ‘ekonomik istikrar’ politikalarının da üzerine bina edildiği vergi sistemiyle bağlantılı sebepleri vardır. Dolar ve ham petrol fiyatlarındaki artış hiç kuşkusuz birçok alanda yeni maliyetler anlamına da gelecektir. Örneğin Enerji Bakanı Taner Yıldız, petrolün varil fiyatının 103 dolardan 113 dolara çıkmasının Türkiye’ye enerji maliyetlerinde 300 milyon dolarlık yük oluşturduğunu söylüyor. Dolar ve altının önlenemez yükselişi borsada da
Tekstil sektöründe 12 bin işçinin başlattığı grev, 8. gününde anlaşmayla sonuçlandı Tekstil sektöründe 30 firmada yaklaşık 12 500 işçinin katıldığı grev kazanımla sona erdi. 19 Ağustos’ta başlayan grevde, işçilerin sergilediği kararlı duruş karşısında patronlar geri adım atmak zorunda kaldı. İşçilerin grev kararı almasına neden olan ikramiye, mesai ücretleri, maaş ve kıdem tazminatları konusunda talepleri büyük oranda patronlar tarafın-
yaşanan günlük kayıplara neden olmaktadır. Ayrıca bu durum uluslararası sermaye grupları tarafından ‘riskli’ olarak tanımlanıp yapılacak bazı yatırımlar konusunda atılacak geri adımlar bahsedilen ‘istikrarın’ bünyesinde daha fazla handikap barındırması anlamına gelecektir. Örneğin bu süreçte Birleşik Arap Emirlikleri’nin devlet şirketi olan TAQA’nın Türkiye’deki 12 milyar dolarlık kömür santralı projesinden çekilmesi enerji kaynakları konusunda büyük bir kayıp olmuştur.
dan kabul edildi. Türkiye Tekstil Örme ve Giyim Sanayi İşçileri Sendikası (TEKSİF)’nın yaptığı açıklamaya göre 23. dönem grup toplu iş sözleşmesinde yer alan maddelerde patronların geri adım atması üzerine anlaşma sağlandı. Buna göre 72 gün üzerinden ödenen ikramiyeler kademeli olarak 120 güne çıkartılacak, kıdemlerine göre her bir çalışma yılı için 7 TL zam yapılacak, hafta içi fazla çalışmalar tekrardan yüzde yüz zamlı ödenecek. Ücret zam oranları ise birinci altı ay için yüzde 5, ikinci altı ay için yüzde 3, üçüncü altı ay için yüzde 3, dördüncü altı
için yüzde 4, beşinci altı ay için yüzde 3 ve altıncı altı ay için yüzde 4 olarak belirlendi. Ayrıca enflasyon rakamlarının bu seviyeleri aşması durumunda eksik kalan oran bu rakamlara ilave edilecek.
İşçiler haklarını geri aldı Grevin başarıyla sona ermesiyle birlikte patronların ‘kriz’ bahanesiyle emekçilerden gasp ettiği ekonomik haklar geri alınmış oldu. Hiç kuşkusuz bu kazanım küçümsenmeyecek bir kazanımdır. Özellikle emekçilere yönelik ekonomik ve sosyal hak gasplarının revaçta olduğu, egemen sınıfların bu çerçevede yeni saldırı
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
tüketiyoruz Yeni vergiler yolda Yaşanan bu olumsuz durumlar zam furyası ve emekçilere yönelik yeni vergilendirme ya da mevcut vergilerin artacağı anlamına gelmektedir. AKP iktidarının son yıllarda bütçe açığını kapatma bahanesiyle başvurduğu ekonomi politikası ise özellikle akaryakıt üzerinden alınan dolaylı vergilerdir. Akaryakıt üzerinden alınan dolaylı vergiler o kadar abartılmıştır ki benzinin rafineri çıkış fiyatı ile pompa fiyatı arasında üç katlık fark vardır. Rafineri çıkış fiyatı 1.6 TL civarında bulunan 1 litre benzinin fiyatı; üzerine eklenen ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergilerle 4.5 lirayı, ayrıca EPDK payı, dağıtıcı ve bayii payı gibi unsurlarla pompada, 5 TL’yi geçiyor. Buna göre tüketici 1 lt. benzin tüketebilmek için 1.6 TL’yi üretim satış zincirindeki kuruluşlara öderken, devlete yaklaşık 3 lira vergi ödemek durumunda kalıyor. 2005-2012 döneminde akaryakıttan 181.2 milyarı ÖTV, 69.2 milyarı KDV olmak üzere toplam 250.4 milyar dolaylı vergi alındı. Söz konusu verginin, devletin toplam vergi gelirinin yaklaşık %15 ‘i ayrıca ‘milli gelir’inde %3’ünden fazladır. Alınan bu dolaylı vergiler yüzünden benzin, motorin gibi petrol ürünlerinin aşırı pahalanması, bu ürünlerin yolcu ve yük taşımacılığı veya birçok sektörde enerji kaynağı ya da temel girdi olarak kullanılması mal ve hizmet fiyatlarında artışa neden olmaktadır. Bir yandan benzin fiyatlarının artışı buna bağlı olarak mal ve hizmet fiyatlarındaki artış, zamların ve döviz kurundaki artışın getirdiği ek maliyetler ve bu durumu tetikleyen emperyalist savaş çığırtkanlığı… bir yandan asgari ücrete yapılan komik zam oranları , açlık ve yoksulluk sınırının gerçekliği, işsizlik özellikle genç işsizlik oranı …
planları içersinde olduğu bu dönemde bu kazanım emekçilere moral olmuştur. Ayrıca sürmekte olan grevler içinde (havayolu, darphane) gibi içinde bir direnç kaynağı olacaktır. Bu kazanım ayrıca gasp edilen haklarını adım adım alan, haklarını aldıkça egemen sınıfların ideolojik saldırılarına göğüs geren, mücadele azmi ve özgüveni pekişen emekçilerin meşru mücadelesi önündeki engelleri bir bir aşabileceğinin de göstergesidir.
Ülkemiz egemen sınıflarının ‘ekonomik istikrar’,’bütçe açığının kapanması’,’tek haneli enflasyon rakamları’ söylemlerini bu çerçevede değerlendirdiğimizde durumun hiç de iç açıcı olmadığı ortadadır. AKP iktidarının sahip olduğu siyasi, ekonomik, askeri politikalar emekçiler açısından bir yıkım furyası olmuştur. Bir yandan ‘demokratikleşiyoruz’ söylemleriyle kendi siyasal anlayışı doğrultusunda ezilenler üzerindeki siyasal baskıya kılıf arayan, sıkıştığında ise aymazca saldıran bir siyasi anlayışın ekonomik olarak da emekçilere yönelik yıkım politikalarını hayata geçirmesi şaşırılmaması gereken bir durumdur. Bu anlayış, ekonomik, siyasi anlamda emekçilere yıkım politikaları uygularken kendi çevresinde asalak yaşayan bir çok kesime yeni rant ve talan alanı yaratacaktır. Zira son günlerde siyasi iktidar tarafından sıkça propagandası yapılan Suriye’ye olası emperyalist saldırı ve sonrasında yaşanacak gelişmeler dünya halklarının birbirine kırdırılıp emperyalist savaş ağalarının (kampların),uluslararası şirketlerin, gerek savaş bütçesini gerekse de kendi ülkelerinde oluşacak olumsuz ekonomik gelişmelerin sorumluluğunu emekçilerin omzuna yükleyecektir. Emekçiler, ya da çocuklar bu savaşlarda birbirileriyle savaşmak zorunda bırakılacak ya da savaşın birinci dereceden mağduru olarak ölüm, yaralanma ve göç gibi savaşın birçok sonucuyla mücadele etmek zorunda kalacaklardır.
Suriye‘de ki savaşta en çok çocuklar zarar görüyor
emek haber
09
KATİL AKP ELİNİ SURİYE’DEN ÇEK Emperyalistlerin Suriye’ye yönelik gerçeklettirmek istediği müdahaleye karşı bir araya gelen emek ve demokrasi güçleri, 30 Ağustos günü başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ülkenin birçok yerinde alanlara çıkarak emperyalist müdahaleye hayır dedi Ankara: Emek ve demokrasi güçlerinin Ankara'da gerçekleştirdiği eylem,Yüksel Caddesi'nde biraraya gelinerek başladı. Daha sonra ABD Büyükelçiliği'ne doğru yürüyüşe geçen kitle "Katil AKP elini Suriye'den çek", "Katil ABD işbirlikçi AKP" sloganlarının attı. Eyleme, ABD Büyükelçiliği karşısında basın açıklaması yapılarak devam edildi. Emek ve demokrasi güçleri adına basın açıklamasını yapan KESK Basın Yayın Sekreteri Baki Çınar, Suriye'yi yeniden dizayn etmek adına iki yıldır kanlı bir iç savaşın ABD tarafından körüklendiğini ifade ederek, hastalık ve açlık nedeniyle binlerce mültecinin ölümle yüz yüze geldiğini yine kadınların bu savaş ortamından çok daha ağır bir şekilde etkilendiğini vurguladı. AKP iktidarının başından beri Suriye'de yürütülen savaşın destekçisi ve tarafı olduğunu belirten Çınar, "İnsani ve tıbbi yardımlara dahi sınırlarını kapatarak katliamları destekleyen AKP iktidarı, bugüne dek ülkemizi NATO'nun askeri yığınağına çevirmiştir. Ülkemiz savaşın bir parçası haline gelmiştir" dedi. Halkların kardeşliği için herkesi sorumlu olmaya davet eden Çınar, AKP zihniyetinin Gezi'de, Roboski'de ve Irak'a müdahalede gösterdiği tavrın açık olduğunu belirterek, "AKP önce kendi insanlık suçla-
rından bahsetsin" dedi. Açıklamanın ardından emek ve demokrasi güç-
leri tekrardan sloganlar eşliğinde Yüksel Caddesi'ne yürüyerek eylemine son verdi. İstanbul: İstanbul'daki eylem DİSK İstanbul Bölge Temsilciliği, KESK İstanbul Şubeler Platformu, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu ve İstanbul Tabip Odası tarafından gerçekleştirildi. Galatasaray Meydanı'nda biraraya gelen yüzlerce kişi, "Suriye'de emperyalist saldırıya hayır" dedi. Sendikaların örgütlediği eyleme birçok devrimci-demokratik kurum ve siyasi pati temsilcileri katıldı. Eylemde sık sık "Katil ABD, taşeron AKP", "Katil ABD Ortadoğu'dan defol", "Suriye halkı yalnız değildir"sloganları atıldı. Kurumlar adına açıklama yapan Mehmet Aydan, ABD'nin işbirlikçileri aracılığıyla kimyasal silah kullanıldığı iddiasıyla Suriye'ye yeni bir askeri müdahale hazırlığı içerisinde olduğunu söyledi. Kimyasal silahın kim ve ne amaçla kullanırsa kullansın insanlık suçu olduğunu belirten Aydan, kimyasal silahların emperyalistler tarafından, yine savaş gerekçesi olarak kullanıldığını kaydetti. Türkiye'ye sığınan Suriyelilerin sayısının 300 bini geçtiğini hatırlatan Aydan, "Emperyalist ülkeler ve işbirlikçilerince desteklenen silahlı çetelerin kan deryasına çevirdikleri ülkelerinden kaçarak, insanlık dışı şartlarda yaşama mahkum edilen yüzlerce Suriye vatandaşı, hastalık ve açlık gibi nedenlerle ölümle yüz yüze yaşamaya devam etmektedir" dedi. Aydan, Suriye'deki savaşın en başta Türkiye'yi etkilediğini ifade ederek, "Suriye'de halkların etnik ve mezhepsel farklılıkları körüklenerek karşı karşıya getirilmesi doğrudan Türkiye'yi etkilemekte, ırkçı şoven politikalarla halklar arasındaki mesafe açılmaktadır" diye konuştu. Aydan, "Irak'ta 2 milyona yakın insanın katledilmesine sesini çıkartmayan; ülkesindeki katliamların sorumlusu olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nce hakkında yakalama kararı çıkarılan Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir'i Türkiye'de ağırlayan; destekledikleri çetelerin başta Rojava ve diğer bölgelerdeki insanlık dışı katliamlarını görmezden gelen Başbakan, bugün 'insanlık suçu' kelimesini ağzına dahi almasın! Gezi direnişinde polis terörüyle katlettiği gençlerin, Roboskî'de katledilenlerin hesabı sorulmadı daha! Önce kendi işlediği insanlık suçlarından bahsetsin!" diye konuştu. Bugüne kadar emperyalist savaşlara karşı her zaman barışı haykırdıklarını dile getiren Aydan, "Ülkemizde ve bölgede alanları 'barış' çığlıklarıyla doldurmaya devam edeceğiz" dedi.
10
gençlik haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Ankara direniyor: Mahalleme Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ne ait araziden yol geçirilmesi projesini önlemek amacıyla çadır nöbeti etkinliği başlatılırken, Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin orman arazisini bölme projesine karşı tepkiler geniş yankı bulmaya başladı Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) başta olmak üzere ODTÜ'lü akademisyen ve öğrenciler, Ankara'nın Eskişehir yönünde yeşilliğini koruyan ve konut yapılaşmasına kapalı durumdaki üniversite arazisini korumakta kararlı.
‘Kahrolsun bağzı yollar’ ODTÜ arazisinden geçirilmesi planlanan ve binin üzerindeki ağacın kesilmesine neden olacak olan yola karşı bir araya gelen ODTÜ'lü öğrenciler ile 100. Yıl ve Çiğdem mahallesi sakinleri ağaçların kesileceği bölgeye çadır kurarak nöbet başlattı. ODTÜ arazisinin yanı sıra 100. Yıl ve Çiğdem mahallelerinin de tam ortasından geçecek olan yolun inşaatı devam ediyor. 100. Yıl ve Çiğdem Mahallesi forumları ise inşaatı durdurmak için mücadelelerini sürdürüyor. 100. Yıl pazar yerinde buluşan 100. Yıl İnisiyatifi ve Çiğdem forumuna Anıtpark ve Çayyolu forumları başta olmak üzere Ankara'nın çeşitli yerlerinden gelenler de destek verdi. Buluşmanın ardından yol inşaatının bulunduğu bölgeye doğru yürüyü-
şe geçen kalabalık "Kahrolsun bağzı yollar", "Mahalleme dokunma" ve "#diren ODTÜ ormanı" yazılı pankartlar taşıdı. Yürüyüşün ardından yapılan açıklamada mahallelerinin ortasından geçmesi planlanan 8 şeritlik yolun Ankara'nın trafik sorununu çözmeyeceği gibi ODTÜ ormanında binin üzerinde ağacı katledeceğini ve 100. Yıl ve Çiğdem mahallelerini yaşanmaz bir yer haline getireceği dile getirildi. Açıklamanın ardından inşaatın ODTÜ ormanına yaklaştığı bölgede çadırlar kurulurken, iş makinelerinin ODTÜ ormanına girmesini önlemek için nöbete başladı.
Yol projesi SİT alanından geçiyor ODTÜ'lüler Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun bulunduğu Ankara Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü binası önünde, ODTÜ Ormanı'nda yol için bazı ağaçların kesilecek olmasını protesto etti. ODTÜ A1 girişinde toplanarak 'Kahrolsun Bağzı Yollar' pankartı açan grup, daha sonra Eskişehir Yolu üzerinde bulunan Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun bulunduğu Ankara Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü binası önüne geldi. Burada yapılan açıklamada, Ankara Büyükşehir Belediyesinin yapacağı Anadolu
Bulvarı'nı Konya Yoluna bağlayacak otoyolun 1995 yılı itibariyle Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı ile burasının 1. Derece Doğal SİT alanı ilan edilerek projenin geçersiz olduğu belirtildi.
Gökçek yine atıp tutuyor Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Gezi Parkı eylemlerine dönük kullandığı saldırgan ve argo dili bu eyleme dönükte fütursuzca devam ediyor. Geçmiş yıllarda ODTÜ yönetimi ile üniversite arazisi içerisindeki Eymir Gölü'nün kontrolünü talep etmesi gibi ODTÜ arazisini küçültmeyi amaçlayan farklı projeleriyle gündem yaratan Gökçek, şimdi de ormanlık arazide yol
MEB’den velilere uyarı mesajı: Kızınıza Milli Eğitim Bakanlığı yeni eğitim-öğretim yılı öncesi velilere SMS göndererek kız çocuklarını kontrol altına almalarını, erkek çocuklarını ise serbest bırakmalarını salık verdi Topluma sistemin istediği tarzda bireyler yetiştirmenin ve sistemin erkek egemen kültürünün yeni nesillere empoze etmenin baş aktörlerinde olan Milli Eğitim Müdürlüğü, yine görevini aksatmadı. 16 Eylül’de başlayacak olan yeni eği-
tim-öğretim yılı öncesi ailelere mesaj göndererek çocuklarına nasıl davranmaları gerektiği konusunda “talimat” verdi. MEB’in “uzman”(!) psikologlar ve rehber öğretmenlerin hazırladığını öne sürdüğü mesajda kız çocukların izlenmesi ve kontrol edilmesi gerektiği öne sürülürken erkek çocuklarınsa serbest bırakılması gerektiği kaydedildi. İşte MEB’in ailelere gönderdiği o mesaj:
Eğitim bakanı Nabi Avcı
“Anne-babanın izleme ve kontrol çabalarını artırması, erkek çocukların uzun vadede daha fazla problemli davranış göstermelerine neden olurken, kız çocukların problemli davranışlarının azalmasını sağlamaktadır. Çocuğunuza vereceğiniz tepki onun cinsiyetine göre farklı sonuçlara yol açabilir.”
MEB: Biz yollamadık Ancak MEB istem üzerinden ailelere gönderilen mesajın kendilerine ait olmadığını savundu. Anlaşma yapılan GSM operatörlerinin zaman zaman böyle mesajlar gönderebildiğini iddia eden MEB yetkilileri konunun ‘incelendiğini’ savundular. Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu üyesi Tuğrul Culfa’ysa mesajın bazı illerdeki ailelere gönderilmediğini kaydederek Mobil Bilgilendirme Sistemi’nin de bağlı ol-
gençlik haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
11
dokunma Çocuk Hapishanesi’nde açma projesinden vazgeçmeyeceğini söyledi. Gökçek, ODTÜ'lü bazı akademisyenleri isim isim 'eylem kışkırtıcısı' gibi ithamlarla suçlamaya devam ediyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi 2008'de ''ODTÜ binalarının kaçak olduğu'' iddiasıyla, 45 bina grubunun yıkılmasına ve üniversiteye 1.8 milyon TL ceza kesilmesine karar vermişti. ODTÜ Rektörlüğü bu tarihte yıkım ve ceza kararlarını mahkemeye götürmüş, açılan 45 ayrı davada yıkım ve ceza kararlarının yasal dayanağı olmadığını ve kamu yararına aykırı olduğunu hükme bağlanmıştı.
Polis geri çekildi ODTÜ'lü öğrenciler öncülüğünde arazi girişinde nöbet eylemine devam edilirken, ilk günlerde TOMA gibi araçlarla eylemcileri kuşatmış olan polis güçleri ise şimdilik geri çekilmiş durumda.
Acar: ODTÜ imarsız değil ODTÜ Rektörü Profesör Dr. Ahmet Acar, üniversite tüzel kişiliğini polemik konusu haline getirmemek adına koruduğunu ifade ettiği sessizliğini bozdu. Profesör Acar, düzenlediği basın toplantısında, Büyükşehir Belediyesi'nce ileri sürüldüğü ve kamuoyunda tartışıldığı üzere ODTÜ'de imarsız-plansız yapılaşma olmadığını açıkladı. Geçmiş yıllarda Büyükşehir Belediyesi'ne karşı benzer iddialar ve yıkım girişimleri nedeniyle başlayan dava sürecini ODTÜ'nün kazandığını anımsatan Rektör Acar, ODTÜ'nün uluslararası mimarlık kuruluşlarından da ödül almış planlı bir yerleşkesi olduğunu kaydetti. ODTÜ arazisi içerinde yaban hayatı koşulları bulunduğunu ve hayvanlara bir sığınak oluşturulduğunu belirten Profesör Ahmet Acar, tünel uygulaması yerine doğrudan yol açma girişimine karşı olduklarının altını çizdi.
dikkat edin duğu “e-okul” sisteminin güven vermediğini kaydederek “Daha önce Hüseyin Çelik’in bakanlığı zamanında, e-okul sistemine bağlı olarak öğretmenlerin de tüm bilgileri ele geçirilmişti” dedi.
Ailelerden tepki Öte yandan aileler de MEB’den gelen bu cinsiyetçi mesaja tepki gösterdiler.Öğrenci Velileri Derneği Genel Başkanı Enver Önder, kısa mesaja “Bu insanların eğitim öğretimde adam gibi bir iş yapabileceklerine olan inancımı tamamen yitirdim. Kafalarının önünde darbe korkusu, kafalarının arkasında ise darbe tutkusu var. Darbe korkusuyla yaşarken, eğitime her gün bir darbe vuruyorlar. Bu mesaj insanlık değerlerinin altına düşen bir yaklaşım. Sen benim evimdeki çocuğuma nasıl davranacağımı nasıl belirleyebilirsin? Bıraksınlar artık çocuklarımızın yakasını” sözleriyle tepki gösterdi.
işkence sürüyor Devlet işkencede ayrım yapmayarak hapishanelerde çocuk tutuklularada ağır tecrit koşularını dayatıyor. Sincan Çocuk Hapishanesi’nde tutuklu ve hükümlülere dönük tecrit ve tredman işkencesi etkin bir şekilde uygulanıyor ESincan Çocuk Hapishanesi’nde hak ihlalleri artarak sürüyor. Hapishanede tutuklu çocuklara odalarından her çıkışlarında zorla çıplak arama dayatıldığı ve tacizde bulunulduğu bildirildi. 24 saat 4 kamerayla izlenen ve bir gardiyanın da nöbet tuttuğu odalarda çocukların tuvalet ihtiyacı dahi gardiyanın insafına kalmış durumda! TUHAD-FED Ankara Temsilciliği’ne yaşadıklarını mektup yazarak ileten Sincan Çocuk Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Hüsnü Elçik, maruz kaldıkları uygulamalara ve ihlallere dikkat çekti. Mahkemelere, hastanelere götürülüp getirilirken zorla çıplak arama yapıldığını belirterek, “Çıplak arama yapıp taciz ediyorlar. Odadan ne zaman çıksak bu yapılıyor. Dövüyorlar. Kelepçe takılırken, cop kullanılıyor kırılacak gibi oluyor kollarımız. Mektuplarımızı ya yollamıyorlar ya da yırtıyorlar. Telefon görüşü için çıktığımızda amcaoğlu ve dayıoğluyla konuşturmuyorlar.
Telefona çıkarken tekmil istiyorlar” dedi.
Şikayetler dayakla engelleniyor Elçik, devamla şunları dile getirmiş: "Normalde 16 yaşındayım. Yaşımı büyütmeye çalışıyorlar. Mahkemenin gözünde yaşım 17. Hastaneye ve mahkemeye götürürken zorla çıplak arama yapılıyor. Askerler mahkemeye götürürken kötü muamele yapıyorlar. Kelepçenin yerine normal copun başına bağlanan ipin içine alarak kolumuzu kırarcasına döndürüyorlar. ‘Müdürlerle konuştuğunuzda sizleri döveriz’ diye tehdit ediyorlar. Yeni bir sistem var koğuşumuzda. 4 kamera var. 24 saat bir gardiyan duruyor. Tuvalete giderken gardiyandan izin alıyoruz. Gardiyan çoğu zaman izin vermiyor, kamera görüntüsünden çıktığımız gerekçesiyle." Çocuk tutuklulara gazeteler bazen verilmediği bazen de çok geç götürüldüğü öğrenilirken, yasakçı uygulamalar arasında İMC TV’nin izlenmemesinin de olduğu bildirildi. Ayrıca TUHAD-FED’den alınan bilgilere göre; avukat görüşlerine de kısıtlama getirildi.
'Güçlü bir kamuoyu şart’ Pozantı Cezaevi’nden Sincan’a getirilen çocuk tutuklular ile ilgili çalışma yürüten BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü de konuya ilişkin şu açıklamalarda bulundu: “Sincan ile ilgili enine boyuna bir çalışma yap-
mış değiliz. Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun Cezaevleri Alt Komisyonu’yla Pozantı’dan gelen çocukların durumu için gitmiştik. Cezaevindeki şartlar Pozantı’ya göre daha az zalimane görünüyordu. Pozantı’dan gelen çocuklar da nispeten kendilerini iyi hissettiklerine dair izlenim almış idik. Daha sonra bu süreç dalgalı olarak cereyan etti. Çocukların uygulamalara tepkisi oldu. Cezaevi idaresi tepkileri karşılar göründü. Grev bitti. Halen olumsuz haberler geliyor. Cezaevlerinde bir bütün olarak şartlar kendi haline bırakıldığında, kamuoyu ilgisi azaldığında, hak kuruluşlarının takibi gevşediğinde hızla olumsuza doğru seyrediyor. Yaz dolayısıyla ailelerin gidiş gelişlerindeki yavaşlama ve adli tatilin de gelmesiyle cezaevleri idare ve korumaların insafına kalmış gözüküyor. Başka yerlerden de tepkiler geliyor. Bunların takipçi olacağız.”dedi.
Çocuklar nisan ayında açlık grevi yapmıştı Sincan Çocuk Cezaevi’nde Hüsnü Elçik ile Ozan Bektaş adlı çocuk tutuklular, maruz kaldıkları baskı, işkence ve ihlalleri protesto ederek, bunların son bulması amacıyla 19 Nisan ile 1 Mayıs tarihleri arasında açlık grevi yapmıştı. İHD ve TUHAD-FED’in çabaları neticesinde cezaevi yetkilileriyle avukatların yaptığı görüşmenin ardından çocuk tutsakların talepleri kabul edilmiş ve açlık grevi sonlandırılmıştı.
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Genel sorunun parçasi olan Gerici hakim sınıfların devrimci halk kitlelerine dönük küstah, kibirli ve horlayan yaklaşımının bir benzeri yüzünü gerici düzenin sahte sunumlarına dönen tasfiyeci eğilimler tarafından sergilenmektedir. Komünist devrimci hareketin eleştiri adı altında karalanıp teşhir edilmesi, küçümsenip yerilmesi gibi eğilimler, tasfiyeciliğe oturup yabancılaşmanın kucağına giden bazı küçük-burjuvalar tarafından yürütülmektedir Proleter devrimci mücadele ve onun sorunlarının çözümü ilkesiz, oportünist ve liberal tutumlarla ele alınamaz. Mücadelesiz birlik tasavvuru ne kadar sakatsa, sorunların çözümünde ideolojik duruşu zayıflatan ve sorunların üstüne sünger çekerek ideolojik uzlaşmayı benimseyen yaklaşım da ilkesiz ve sakattır. İdeolojik uzlaşma benimsenemez. Gerici hakim sınıflar egemenliklerinin her döneminde ve günümüzde devam eden tüm egemenlik süreçleri boyunca istisnasız olarak geniş halk kitlelerini küçümsediler, horladılar, ayak takımına sayıp baldırı çıplak çapulcular olarak ötelediler. Bu ötelemenin muhtevası, azgın ve ağır bir sömürünün, acımasız bir zulüm ve kıyımın, bilumum gerici baskı ve şiddetin reva görülerek uygulanması olarak anlam kazandı. Gerici sınıf egemenlikleri ya da diktatörlüklerinin hüküm sürdüğü sınıflı toplumlar sürecinin yönetilen sınıflar açısından taşıdığı en genel içerik basit olarak bu bakış açısıyla tarif edilebilir. Gerici zor ve şiddet en temel unsur olarak bunların egemenlik silahı olarak işlev gördü. Öte yandan zor ve şiddet sınıflar mücadelesi ve dolayısıyla toplumlar tarihinin gelişmesine damgasını vuran belirleyici rolü aldı. Zorun tarihteki rolünden kast edilen tam da buydu. Zorun sınıfsal niteliği veya zoru hangi sınıfların kullandığı meselesi ise egemenlik veya diktatörlüklerin niteliğini tarif etmekle birlikte, bu niteliği belirleyen öğe olarak anlam kazandı. Zor, tarihte kullanılması ve onu kullanan sınıflar itibarıyla sınıfsal karakter alarak devrimci zor ve gerici(karşı-devrimci) zor biçiminde nitelenerek tarih sahnesini düzenledi. Antogonist karşıtlıklar temelinde keskin ayrışımlarla ortaya çıkan düşman sınıfların arasındaki çelişkileri çözmede geçerli ve nihai metod zor olurken, köklü düşmanlık temelinde uzlaşmaz karşıtlıkla sa-
vaşım içinde bulunan düşman sınıflar ve bu sınıfların savaşımlarında kullandığı araçlar kaçınılmaz olarak bu zor unsuruyla buluşup, buna başvurdular. Düşman sınıflar arasındaki mücadele ve savaşımın zemini geniş yelpazeye serpilen çelişki ve sorunları ihtiva ederken bütün bu zemin son tahlilde iktidar sorununa bağlanarak sınıf diktatörlükleri uğruna bir savaşım olarak değer kazanır. Sınıflar mücadelesi reformları kapsayan içeriğiyle birlikte gerçek demokrasi ve özgürlükler uğruna verilen muhtevasıyla devrim sorununa kilitlenmekle bir sınıf diktatörlüğü uğruna verilen mücadeledir. Her devrimin meselesi siyasi iktidar sorunudur sözü bu zeminde somutlanır. Reformları aşmayan ve siyasi iktidarı hedeflemeyen her hareket devrimin temel içerik ve yasasından uzaklaşan bir sapma olarak devrim niteliğinden uzak kalır. Devrimci yol ile reformist yol arasındaki ayrışımda bu eksende billurlaşır. Reformlar için mücadeleyi reddetmeyen komünist devrimci mücadele reformları amaçlaştıran doğrultuyu kesinlikle reddeder. Devrim ve siyasi iktidar hedefinden koparılan her türden mücadeleyi düzen içi reformist mücadele olarak ele alan devrimci teori bütün bu mücadeleleri siyasi iktidar hedefine bağlı olarak anlamlı bulur. Zira siyasi iktidar ve devrim muhtevası edinmeyen bu mücadeleler tüm demokratik ve ileriye dönük adımlar olma özelliklerine karşın son tahlilde gerici düzeni kutsayan sapmaları ifade etmekten öteye geçmezler. Sınıflar mücadelesinin tüm aşamalarında temel bir sorun olarak devrimci sınıf mücadelesi ve devrimci teorinin karşısına dikilen ve köklü bir ideolojik mücadele (modern revizyonizm şartlarında iktidar olan revizyonizm niteliğinde siyasi mücadeleye dönüşse de) konusu olan reformist revizyonist akım, Türkiye-Kuzey Kürdistan parçasının günümüz koşullarında somut önemler kazanmış, büyük bir tasfiyeci dalga olarak komünist ve devrimci hareketi sarsıp sarmalamıştır. O halde bu mücadele, ideolojik, teorik ve siyasi mücadele denklemini kapsayan sınıflar mücadelesi kapsamında bugün özellikle dikkate alınıp göğüslenmesi gereken ivediliktedir. Tasfiyeciliğe karşı mücadele salt hakim sınıflara karşı mücadeleyle sınırlı görülemez ve bununla yeterli olamaz. Bu mücadelenin muhtevası, yasalcı reformist tasfiyeciliğin etki alanlarına bağlı olarak komünist ve devrimci sınıf hareketi saflarında itinayla ele alınıp ciddi bir mücadele pratiğiyle alt edilmek durumundadır. Sınıf hareketinin devrimci nitelikte gelişmesinin zorunlu koşullarından biri bu mücadeledir ya da bu mücadeleyle olanaklıdır. Kaldı ki, tasfiyecilik genel olarak etkileşim içinde olup, sınıf hareketinden ve onun içinde do-
ğan eğilimlerden bağımsız değil, bilakis ortak ideolojik sınıf zeminine sahiptir. Sınıfların etkileşimi de bu alaka veya zeminde ifade bulur. Görüldüğü gibi ideolojik mücadele genel siyasi mücadelemizi ilgilendiren, etkileyen ve hatta belirleyici rol oynayan bir önemdedir. Sağlam ideolojik zemine sahip olunmadan güçlü bir devrim mücadelesinin temsil edilemeyeceği aşikardır. O halde ne genel sınıflar mücadelesi ne de bunun temeli olan ve antagonist çelişkilerle seyreden tüm sınıflı toplumlar realitesinde zora dayalı devrim mücadelesi olarak biçimlenen siyasi iktidar mücadelesi ideolojik mücadeleden muaf değildir. Kısacası sınıflar mücadelesinin bir biçimi, muhtevası veya bu mücadelenin aldığı biçimlerden biri ideolojik mücadeledir. Hareketimizin örgütsel sorun çerçevesindeki eksiklikleriyle birleşerek nüfuzunu his ettiren tasfiyeci dalga saflarımızda yankı bularak bir kısım yoldaşın hareketten kopmasına yol açtı. Bu durum tasfiyeci külliyata karşı ideolojik mücadelede daha atak olmayı gerektirirken, tasfiyeciliğin doğumu olarak ortaya çıkan kopma tavrını ve pratik eğilimlerini somut olarak mahkum etmemiz gerekir. Tasfiyecilik ve bu kulvardaki tavırlar stratejik açıdan ve kendiliğinden bir ceset durumunda olsa da suyu bulandıran yaklaşımları ideolojikpolitik zeminde bertaraf edilmek duru-
mundadır. Daha somut olarak ideolojikteorik-siyasi çizgi zemininden bağımsız temelde ve iki çizgi mücadelesi kapsamında olup çözülebilir salt örgütsel sorunlar gerekçesiyle sergilenen örgütsel kopuş tavırları kendilerini mahkum eden çürük zemindedir. Her şeye karşın kayıtsız kalıp ideolojik mücadeleyi es geçme tutumu benimsenemez. Hareketten kopan bu kesimin hareketten farklı olarak savunusu nedir? Kopma gerekçeleri hangi ideolojik-teorik hatta örgütsel ilkelere sahiptir? Hareketimizin genel siyasi çizgisi, demokrasi anlayışı, temel örgütlenme ilkesi, örgütlenme ve mücadele esasları gibi tüm temel meselelerdeki zemininden hangi noktalarda kopmaktadırlar veya hareketimizin bu temeline alternatif bir savunuya sahip midirler? Bu kapsamda hareket saflarında her hangi bir ideolojik mücadele yürütmüş müdürler, hareketin çizgisine karşı iki çizgi mücadelesi süreci işletmişler midir? Bütün bu konularda bir eleştiri ve tartışmaları olmuş mudur? Hareketimiz yaşanan sorunlar kapsamında tartışma zemini sunup bu zemine çağrılmalarına rağmen bu çözüm ve mücadele zeminini reddetmenin anlaşılır bir tarafı var mıdır? Açık ki, bu sorulara verilen yanıtlar negatif olup, ilgili kesimin sefaletini gösterir. Bütün bu çürük zeminlerine karşın hareketimizi teşhir edip ka-
perspektif
n somut bir sorun üzerine!
ralama faaliyetlerinde bulunmaları elbette yanıtsız bırakılamaz. Elbette yanıt tavrımız ideolojik mücadeledir. Genel sınıf hareketi saflarında da göğüslenmesi gereken bu mücadele, nesnel bir gerçeklik olarak hiç şüphesiz ki saflarımızdan kopan eğilimler için de olduğu gibi geçerlidir. Tasfiyeciliğin saflarımızdaki ideolojik yansımalarının belirgin örneği bu kopuşlardır. Her durum ve birey için geçerli olmasa da ve bu ideolojik yansımanın sadece bu kopuşlarla sınırlandırılması doğru olmasa da, bu yansımanın esası ve somut biçimi mücadeleyi bırakan bu kopuşlardır. Kopan bu kesimde birçok samimi devrimci ve örgütlü militanı muaf tutarak, özellikle bu kesimin başını çeken belli şahısların saflardaki tasfiyeciliğin somut hali olduğunu söylemek nesnel gerçekliğin tarifi olarak isabet olacaktır. Tasfiyecilik iç ve dış biçimleri itibarıyla son tahlilde ortak ideolojik sınıf zeminine sahip olsa da, bunlar arasında önemli ve kesin nüansların olduğu ve esas ortaklıklarının ideolojik eğilim olduğu tespit edilmek durumundadır. Ki bunun önemi kesin sınıfsal nüanslar taşıyan bu tasfiyeciliğe karşı mücadele yöntemlerinin saptanmasında açığa çıkar. Saflardan kopan bu tasfiyeci sapma ve eğilimlere karşı ideolojik mücadele eksenli ikna-eğitim ve dönüştürmeye dönük mücadele metodu tek mücadele biçimi
olarak geçerli olandır. Objektif olarak da tasfiyeci olan bu kesimin, düşman saldırılarının hareketimiz üzerinde yoğunlaştığı koşullarda saflarımıza dönük giriştikleri karalama ve zayıflatma içerikli tasfiyeci çabalarına asla anlayış gösterilemez ve bu çabalar anlayış gösteremeyeceğimiz yaklaşımlardır. Devrimci demokratik nitelikte kalmalarının somuttaki objektif şartı hareketimize değil, gerici düzene karşı direnç gösterip çabaya girmeleridir. Halkın ve devrimin çıkarları da bunu gerektirir. Devrimci ve komünistler karalanıp teşhir edilerek devrimci görev yürütülemez, devrimci rol temsil edilemez. Tersini takip etmek küçük-burjuva aymazlıktır. Gerici yöntemlere tenezzül etmek devrimci anlayış ve ilkelerle bağdaşmaz. Hareketimizde yaşanan bazı örgütsel sorunları basamak edinmeye çalışan bu kesimler kendi pozisyon ve tutumlarını izah etmenin yolu olarak hareketimize karşı bir karalama ve yıpratma tutumu içindedirler. Yasal mücadele zemininde tasfiyeciliğin dişlileri arasına girerek tasfiyeci deformasyona uğradığı görülen bu kesim hareketimize karşı dedikodu mekanizmalarını çalıştırma ve bu yönlü çabalar gösterme yerine, kendi ideolojik pratik duruşlarını sorgulayarak devrimci öz-eleştiriye ihtiyaç duymalıdırlar. Samimi olacakları ger-
çek zemin de budur. Muhtaç oldukları şey ideolojik çürüklerden arınıp militan devrimci zemine dönme pratiğidir. İdeolojik mücadele cesareti göstermeyip ‘’kaçmayı’’ tercih eden tavırları onları sekter, bürokratik ve tasfiyeci batakta boğulan memurlar olmaya mahkum edecektir. Gerici düzenin tanıdığı burjuva olanak ve yaşam alanlarından kopmayan ve bürokratik statülerini muhafaza etmekte taviz vermeyenler devrimci normları tüketmekten ileri gidemezler. Dolayısıyla bütün teorik zorlama, burjuva entelektüel özentisi olarak sırıtan süslü söz kullanma papağanlığı ve gerçek devrimci pratik tanımayan lafazanlıklar boş bir gevezelikten öteye anlam ifade etmemektedir. Devrimcilik, lafazanlığın ötesinde pratik gerektiren bir edimdir. Gerçek dostlarımız gerçek devrimcilerdir, devrimcilik adına devrimi baltalayanlar değil. Gerçek dost olma kararı muhatapların sergileyeceği eğilime bağlı olarak ortaya koyacakları duruşla kendilerine aittir. Dostluk anlayış ve prensiplerimiz halk sınıf katmanlarından olma temelinde değişmezdir. Fakat bu dostluğu sürdürenler bunun gereğini yerine getirmekle yükümlüdür. Gerici hakim sınıfların devrimci halk kitlelerine dönük küstah, kibirli ve horlayan yaklaşımının bir benzeri yüzünü gerici düzenin sahte sunumlarına dönen tasfiyeci eğilimler tarafından sergilenmektedir. Komünist devrimci hareketin eleştiri adı altında karalanıp teşhir edilmesi, küçümsenip yerilmesi gibi eğilimler, tasfiyeciliğe oturup yabancılaşmanın kucağına giden bazı küçük-burjuvalar tarafından yürütülmektedir. Öyle ki, devrimci faaliyetlerinde göstermedikleri çaba ve gayreti, aynı zamanda düşmana karşı mücadelede göstermedikleri pratiğin katbekat üstünde bir performansla hareketimize karşı tutum geliştirmeye harcamaktadırlar. Bu tarzda gündeme gelen hatalı anlayış ve yaklaşımların devrimci etikle bağdaşmadığını belirterek, terk edilmesi çağrısında bulunmayı devrimci sorumluluğumuza uygun görev olarak addediyoruz. Öte yandan devrimci faaliyet ve mücadele konusunda gerilemeler yaşayıp örgütlü yapının dışına çıkmak isteyen insanlara tavırlarının hatalı olmasını söylemekten başka bir yaklaşımımız olamaz. Dolayısıyla mücadeleyi bırakan ilgili insanların dürüst davranarak samimi bir şekilde bireysel yaşamlarına dönüp hareketimize karşı faaliyet içine girmemeleri en doğru yaklaşımdır. Samimi devrimcileri etkileyerek örgütsüzleştirme, hareketimize karşı hatalı ve anlamsız mücadeleye girme onlara bir şey kazandırmadığı gibi, devrimci bir iş de olmaz. Devrimci dinamizmi zayıflatma hedefi objektif olarak gerici bir hedeftir. Sonuç olarak; Komünist hareket de dahil bütün bir sınıf hareketinin savaşım içinde
olduğu karşıtı sınıfın özelliklerini edinmesi mümkün olduğu gibi, bu özellikleri sistemli çizgiye dönüştürerek nitelik değiştirmesi sınıflar mücadelesinin devasa pratiği ve tüm tarihi tarafından doğrulanmıştır. Ters orantılı bu etkileşim ve hatta özdeşleşme kaçınılmaz bir yazgı değil ama nesnel zemine sahip olup diyalektik süreç tarafından olanaklı kılınan bir realitedir. Bu etkileşim ve özdeşleşme olasılığı bütün nesnel zeminine karşın, önlenemez ya da kaçınılamaz bir süreç asla değildir. Bu etkileşim veya özdeşleşmeye vararak tezadına dönüşme olasılığı, MLM teori ve ilkelerin uyarıcı mekanizma ve etkinliklerle korunup geliştirilmesi perspektifi izlenerek bunu geride bırakmak tamamen mümkündür. Bu olasılığın önünü kesme dinamikleri birçok noktada ele alınması gerekendir elbette. Fakat bu içeriğin odak noktası ve tayin edici halkası MLM ideolojinin sahiplenilerek geliştirilmesinden başka bir şey değildir. Ki bu işlev de, siyasi mücadele zorunluluğunu bir kenara bırakırsak, genel söylemde geçtiği gibi karşıt sınıf ideolojileri arasındaki mücadelenin yetkin olarak yürütülmesinden geçer. İdeolojik mücadele ve bu zemindeki ideolojik sağlamlık ve gelişme bahsi geçen özdeşleşme tehdidine karşı direnç ve alt etme eyleminde son tahlilde tayin edici yerde durur. İdeolojik mücadelenin elden bırakılmamasının önemi buyken, bu mücadelenin her düzeyde ve ideolojik sapmaların ta başından beri örülerek geliştirilmesi can alıcı bir meseledir. Devrimci mücadele ve komünist toplum mücadelesinde her düzeyde yaşanan kırılma ideolojik açıdan ele alınarak tanımlanmak ve ideolojik mücadele minderinde deşifre edilmek durumundadır. İdeolojik dönüşümünü tamamlamış burjuva çürümeler elbette sistemli bir çizgi olarak MLM çizgi ile mesafesini açmıştır. Ancak bu düzeye ulaşmamış sapmalar doğru mücadele yöntemleriyle dönüşmeye müsait olan sapmalardır. Bu iki durum karşısında MLM’lerin yaklaşımı da objektif olarak farklılaşır. Nesnel zemine sahip olan sınıfların ve sınıf güçlerinin ideolojik etkileşiminden bağımsız olmayan saflarımızdaki kopuşu(bir alandaki yoldaşların mücadeleyi bırakması), önemli yabancılaşma ve bozulmayı barındırsa da dönüştürülemez sistemli çizgi ve çürümeler niteliğinde değerlendirmiyoruz. Bunlara karşı hem mücadele hem birlik yaklaşımı geçerli olan MLM yaklaşımımızdır. Bu vesileyle ilgili yoldaşlara özeleştiri yapıp hareket saflarına dönme çağrımızı yinelerken, özellikle bu kesim içinde yer alan ve gelişmelerden tam anlamıyla haberdar olmayan yoldaşları tekrar MLM platformda kenetlenmek üzere saflara çağırıyoruz!
14
dünya haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Ortadoğu ve Mısır’daki Halkların talepleri hiç bir suretle egemen sınıflara hizmet eden çeşitli ideolojik argüman ve tanımlar ile kendilerini tanımlayan egemen sınıf klikleri tarafından bırakalım çözüme kavuşturulması dahası halk kitlelerinin birliğini parçalayıcı, onları düşmanlaştırıcı bir karaktere bürünmektedir Tarihi incelediğimizde dünyamız ve onun üzerinde yasayan insan toplulukları egemen iktidarların çeşitli biçimdeki düzenlerinin yaratmış olduğu yıkım içerisinde yaşamak durumunda kaldı. Bu durum sosyalizm sürecinde; tarihin belirli kesitinde halkların proleter devrimler ile özgür yaşam alanları yaratarak sömürü dünyasının dışına çıkmasına vesile olmuştur., Kapitalist üretim ilişkilerinin tekrardan kurduğu hakimiyet ile dünyamızın özgürlük alanları kaybedilirken, dünya halklarının katmerli bir sömürü cenderesinde zapturapt altına alınmasına neden olmuştur. Tarihsel olarak sınıflı toplumların bu gerçekliği kapitalist paradigma ile katmerleşen sömürü ve işgalciliğin tarihsel gelişme içerisinde daha üst boyutlara çıkarıldığını tarih bir biçimde ortaya koymaktadır. Emperyalist kapitalist dünya sistemi ile dünyanın her köşesi ezilen emekçi sınıf ve halklar için sürekliliği sağlanmış faşizan bir sömürü cenderesi oldu. Dünyamız, mülkiyetçi üretim ilişkilerinin hakim olduğu andan beri katmerleşerek gelişen sonuç olarak ezilen sınıf proletarya ve emekçiler ile beraber ezilen ulus ve milliyetler için bir hapishanedir. Ortadoğu coğrafyasının yakın tarihini inceleyerek baktığımızda 1.Emperyalist Paylaşım Savaş sürecinden beri halkların kanayan yarasının olduğu yer olarak tarif edilebilinir.100 yıldır sürekli savaşların çeşitli düzeyde kurgulanarak işlevsel hale getirildiği Ortadoğu coğrafyası emperyalist küresel sermayenin aktörleri tarafından yeniden bir tanzim süreci ile karşı karşıyadır. Büyük Ortadoğu projesi olarak ortaya sürülen ABD patentli, bölgeye yeni bir biçim verme ve emperyalist çıkarların düzenlenmesi süreci, halklar açısından kanlı katliamcı bir karakterde olup emperyalist çıkarlarının fotoğrafıdır. Yakın dönemde projenin uygulaması her koşulda çeşitli biçimler alarak sürmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi Libya, Tunus, Fas, Mısır, Suriye vb. yerlerde aktifleştirildi. Çok uluslu emperyalist tekel sermayesi dünyanın yeniden çeşitli isimler altında ekonomik sosyal, siyasal ve askeri olarak tanzim edilmesini şart koşmaktadır. Sermayenin kan ve göz yası üzerinden yükselme gerçekliği aleni ve açıkken, emperyalistlerin manipüle etmeye çalıştığı bu gerçekliğin karşılığı; dünya halklarına
barış, demokrasi, insan hakları savunusu olarak zikredilmektedir. Lakin söylemin ötesine geçerek, gerçek karşılığına baktığımızda uygulanan sömürü ve yapılan katliamlar tüm bu manipülasyonları her türden zorlamalara karşın örtmeye yetmemektedir. Ortadoğu’nun birinci emperyalist savaşla esasta düzenlenmiş olan siyasal coğrafyası ve ikinci emperyalist savaşla çıkarların ifadesi olarak düzenlenerek devam ettirilen yapısı zaman içerisinde sürekli olarak emperyalist çıkarların hizmetinde yeniden ve yeniden savaşlar işgaller ve askeri darbeler aracılığı ile düzenlene geldi. Son 15 yıllık zaman diliminde emperyalist ABD ve onun rol ortağı emperyalist batı koalisyonu tarafından bu coğrafyadaki 8 ülkeye askeri işgal ve saldırganlıkta bulunmuştur. Bunlar Irak, Afganistan, Sudan, Mali, Yemen, Somali, Pakistan, Libya. Şimdi 9. askeri saldırganlık Suriye’ye gelmek üzere... Ortadoğu gerçeğinin arkasında emperyalistler ve onun uşaklarının sosyal, siyasal, ekonomik yani sınıfsal gerçeği yatmaktadır. Emperyalistlerin bir savaş alanı haline getirdiği dünyamız ve savaşın en yıkıcı uygulamalarına maruz kalan Ortadoğu halkları olarak bu cendereden çıkışın doğru örnekleri olarak demokratik halk devrimleri, sosyalist devrimler ve mücadeleler istenilen seviyeye taşınamayıp başarı sağlanamamış durumdadır. Küresel emperyalist sermaye çeşitli kamplara bölünmüş durumdadır. ABD merkezli ve onun şimdiki ittifakı durumunda olan
batı küresel emperyalist bloku Ortadoğu’nun yeniden biçimlenmesinde nüfuz mücadelesinde etkin kuvvetler olarak ortaya çıkmaktadır. Gerçekte her tür insani normları varlıklarına tezat olarak gören bu küresel emperyalist kamplar ezilen yığınların taleplerini kendi sularında boğarak hegemonyalarını yeni biçimler altında tesis etme sürecindedirler. Ortadoğu halklarının, diktatör faşist iktidarlara karşı verdiği haklı mücadeleleri, doğru ideolojik ve sınıfsal önderlikten yoksun olması bu emperyalist kampların projelerini daha uygun ve rahat bir biçimde devreye sokmasına vesile olduğu gibi bölge halklarını dini ve mezhepsel ve ulusal söylemler etrafında emperyalistlerin ve onların verili coğrafyada iktidar ortaklarının çıkarları doğrultusunda birbirlerine düşmanlaşmasına yol açmaktadır. Böylece halkların birliğinin parçalanması her türden sömürünün katmerli olarak uygulanmasını kolaylaştırmaktadır. Ortadoğu halklarının talepleri halkların sömürüye isyanın tezahürü olarak okunmak durumdayken, bunun berisi yani ardı gerçek kaynağı sınıfsal olarak proletarya ve emekçi sınıfların halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm yörüngesinde ideolojik politik kaynağından beslenmiyor oluşudur. Halkların meşru ve haklı direnişlerini sonuçsuz bıraktığı gibi emperyalistlere yüzey temizliği içinde olumlu avantajlar yaratmaktadır. Böylece ne Kaddafi ne Mübarek ne Muhammed Mursi ne de Beşar Esad’ın çözüm olmayacağı gerçekliği
sosyal pratik tarafından ortaya konmuştur. Buna rağmen; olgu tek tek bu kimselere veya bunların temsil ettiği egemen kliğe has bir sorun olarak ortaya konularak, sınıfsal gerçeklikler ve bu egemen sınıfların istemlerinin yol açmış olduğu dünya gerçekliğinin üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Kaynağına inmeden, yüzey temizliği restorasyon olarak okunmak durumunda olmalıdır. Böyle bir çözümlemenin karşılığı olarak ortaya çıkanda doğal olarak egemen sömürücü sistemleri gerileten ve sömürüyü zayıflatan reformlar olmayıp, iktidarın yeni istemler çerçevesinde reel duruma göre yeni bir şekle şemale kavuşturulmasıdır. Şimdiki durumda Şii koridoru olarak adlandırılan veya Şii mezhebinin dinsel referanslarını merkeze alan egemen sömürücü iktidarlar ile küresel emperyalist sermaye bloklarından ABD ve onun rol ortağı batı küresel emperyalist sermaye bloğunun çıkarları tezatlık teşkil etmektedir. Bunun sonucu olarak bu küresel emperyalist sermaye koalisyonu özelde bu ülkeleri yeniden biçimlendirme hedefine oturmuştur. Bu bağlamda Suriye, İran, Lübnan ve tanzim edilmiş bir yapıda olarak daha farklılık arz eden Irak merkezi hükümeti söz konusudur. Bu küresel emperyalist koalisyon Suriye ve İran’a biçim vererek tüm coğrafyanın mezhepsel ayraç altında selefi bir çerçevede ve Şii işbirlikçilik düzleminde yeniden çıkarlarına hizmet edecek biçimde düzenleme hedefindedir ve uygulamalarına da girişmiş durumundadır.
dünya haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
15
gelişmelerin arka planı
Emperyalist çıkarların karşıtlık düzlemine düşmesi ve yukarıdaki ülkelerin egemen sınıf ve kliklerinin direnç düzeyi, bu politikaların uygulamasını zorlaştırmış durumdadır. Ortadoğu’nun kaos ikliminde süregitmesi bir bölgesel savaş ve dünya geneline yayılacak yeni bir biçim altında dünya savaşına dönüşme rezervleri eğilim olarak giderek aktifleşmektedir. Bu küresel emperyalist koalisyon için bugün Ortadoğu’da sağlanmış bir başarıdan ve bir bütün olarak başarısızlıktan da söz edilemeyeceği gerçekliği ortadayken, ABD küresel emperyalist gücün Dışişleri Bakanlığı içeriğini açıklamadığı küresel bir tehdit nedeniyle aralarında Tel Aviv ve Ürdün’ün olduğu 13 ülkedeki elçilik ve konsolosluklarını kapattı. Alınan kararın Bahreyn, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Libya, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Yemen, Afganistan ve Bangladeş’i kapsadığı basına açıklandı. Bu durum Ortadoğu’nun yakın dönemde daha büyük kaos, işgal ve darbelere maruz kalacağına ve daha büyük emperyalist düşlerin yıkımına giden cehennem yoluna dönüşebileceğine dair emareler barındırmaktadır. Rusya- Çin küresel emperyalist bloğu ise Ortadoğu’nun yeniden biçimlendirilmesinde hali hazırda farklı bir çıkar bozunumuna yol açmasından dolayı kilitleyici, engelleyici rolünü üstlendiği aleni bir durumdur. Bölgesel yapılanmanın başarısızlığı Rusya, Çin, İran vb. birçok ülkeye tarihsel olarak yeni şartlar yaratırken başta ABD ve emperyalist
batı bloku ve onun bölgesel aktörleri olan Türkiye Suudi Arabistan ve Katar için büyük kaoslara açık durumlara dönüşme dinamiklerine sahiptir. Tüm bu Ortadoğu tablosunun yanında iktidar kliklerinin değişikliğe uğradığı bir çok ülkede kaos aralığında süreç devam etmektedir. Bunların içerisinde en barizi Mısır’dır. Mısır’da halkın Mübarek’te simgelenen faşist iktidara isyanı ve sonrası Mübarek’in iktidardan inmesine rağmen, iktidar egemenlerin yeni koalisyonu tarafından devralındı. Bu kliklerin yeni iktidarı, kitlelere gerçek özgürlüğü sağlamadığı gibi özgürlüğe giden yolda kapıların baskı ,şiddet ve zülüm ile tekrardan kapatılmasına yol açtı. Halk kitlelerinin haklı taleplerini savunup ilerletecek ve mevcut egemen iktidar kliklerinin tasavvur ettiği ayrıcalıklı çıkarlarının ifadesi olan ayrıcalıklı demokrasi, ayrıcalıklı özgürlük ve ayrıcalıklı yaşam olanaklarına son verecek politik hareketin olmaması bu ilk isyan hareketini, sermayenin kliklerinden emperyalistlerin beslemesi Mursi’yi ve onun politik hareketi olan Müslüman Kardeşleri iktidarın ortaklarından biri yaptı. Bu anlamda Müslüman Kardeşler ile Mısır bürokratik sınıfları ve onların koruyucusu olan ordu Mübarek sonrası tablonun ortaklarıdır. Bu geçiş sürecinin ortakları olan ve iktidar tekeline kendi sınıfları için el koyan bu koalisyon aynı zamanda egemen sınıf olmasına rağmen iktidar olan sınıfın iki ayrı kliği olarak da tahakküm kurma ve egemenliğini diğerinin üzerinde tesis ederek pastadan büyük payı kapma savaşını da sürdürmekteydi. İkinci başlayan isyan dalgası da yaklaşık olarak aynı çerçevededir. Mübarek rejimine karşı çıkan kitleler bu defa Mursi ve koalisyonuna karsı direnişi geliştirdi. Talepler yine özgürlüğün kısıtlanması ve sosyal uygulamalardaki faşizan baskı ve ekonomik krizin kitlelere çeşitli biçimlerde fatura edilmesiydi. Kitle hareketinin talepleri ile buna önderlik eden veya bu kendiliğinden gelişen halk
öfkesini çıkarlarına göre yönlendiren Mısır bürokratik sınıfları ve onun temsilcisi Mısır ordusu kitlelerin haklı öfkesini Mursi’ye karşı kullanarak darbe gerçekleştirdi. Bu darbe halkın öz demokratik karakteri ile bağdaşmadığı gibi halk kitlelerin gerçek çıkarlarına da hizmet eden bir durumda değildir. Bu bağlamda egemen sınıf klikleri kitlelerin derinleşerek ilerleyebilecek potansiyeline sahip olan haklı hareketine karşı pratik ve stratejik bağlamda darbe yapmışlardır. Sistemin niteliğin sorgulanmasına yol açabilecek bu yığın hareketi egemen sınıfın yönetme sorunu derinleştirerek klik tercihini öteleyen bir duruma dönüşebilirdi veya bunu daha istikrarsız kılabilirdi. İşte bu gerçek öze erişmenin önü darbeyle kesilmiştir. Aynı zamanda bu darbe bastan beri Mübarek, Mursi ve Sisi üçlemesinde cereyan eden gelişmeler emperyalist merkezde çerçevesi çizilen ve çıkarlara göre düzenlenip müsaade edilen klikler arası darbeler olup özünde de halkların gerçek isyan hareketi ve taleplerine karşı girişilmiş genel bağlamda egemen sınıfın genel çıkarlarını sağlama alan ve ezilenlerin çıkarlarına karşı yapılan darbelerdir. Her halükarda meydanlara çıkan kitlelerin doğru politik önderlikten yoksunluğu onları bir manivela olarak kullanan iktidar kliklerinin çıkarlarını savunan kendilerini meşru kılan bir yanılsama yaratmalarına da vesile olmuştur. Çeşitli ideolojik referansların ardında toplanan halk kitlelerinin esası uzun tarihsel bir süreç içerisinde doğru ve çıkarlarına hizmet eden politik kurumsallaşmalardan yoksun olmalarının yol açmış olduğu bir durumdur. Her halükarda ister Mübarek ister Mursi ister Sisi kimliğinde vücut bulan klik iktidar biçimleri halklara karşı katliamcı kimlikleri üç dönemde aleni olarak ortaya koy-
muşlardır. Sadece baş vurdukları katliam operasyonları ile değil, sistemleri ve var etmeyi uğraş edindikleri sistemleri halklar için katliamcı sömürücü bir özdedir. Bu bağlamda üçlüde somutlaşan bu ortak öz gerçek sınıfsal kimlikleri olup her düzlemde halk kitlelerinin öz çıkarlarına tezatlık teşkil etmektedir. Gerçek anlamda katliamları kınamak veya engel olmak bu üç iktidar klikleri döneminin özü olan siyasal sınıfsal özün mahkum edilmesi ve aşılması ile mümkündür. Bunlardan uluslararası çıkarlarına hizmet anlamında birine taraf olup diğerlerini mahkum etmek bu sistemin özüne dokunmayıp kitlelerin gerçek katliamlara maruz kalmasına yol açan temelinin ifşa edilmesinin önüne geçerek manipüle etmektir. Ortadoğu ve Mısır gerçekliği bir kez daha sosyal pratik tarafından kanıtlanmıştır ki, halkların talepleri hiçbir suretle egemen sınıflara hizmet eden çeşitli ideolojik argüman ve tanımlar ile kendilerini tanımlayan egemen sınıf klikleri tarafından bırakalım çözüme kavuşturulmasını dahası halk kitlelerinin birliğini parçalayıcı, onları düşmanlaştırıcı bir karaktere bürünmektedir. Bu bağlamda hızla kaosun belirginliğini arttıran bir yapısal durumda istikrar sağladığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halkların demokratik devrimci birliği önemi daha aciliyet kazanmıştır. Bölgesel projelerin icra edildiği emperyalist dünya gerçekliğinde ülke ve bölge devrimleri sürecinin daha olgunlaşarak ilerlediği gerçekliği ana yönelim olarak gelişme durumu gelecekte daha belirginleşecektir. Emperyalizmin ve dünyanın her kıtasının günlük gündemi olan Ortadoğu’da demokratik devrimci bir cephenin örülmesi ve Türkiye Kuzey Kürdistan’ın bu gelişmeler ışığında daha sağlam, aktüel ve stratejik olarak emperyalist kapitalist işgalcilik karşıtlığına karşı örgütlenmesi, ittifaklarının sıkı ve sağlam ve uzun vadeli devrimsel halkaya bağlı ele alınması tarihin ivedi istemidir. Real olmak ilkesiz olmak anlamına gelmez, gelmemelidir. Ama reel olmamak ilkesizliktir. Çünkü ilkeler gerçeklerin ürünüdür.
16 Rojava halkı çetecilere karşı güncel haber
Rojava halkının, emperyalist devletler ve TC gibi faşist güçlerin tam desteğiyle faaliyetlerde bulunan çeteci güçlere karşı direnişi büyük bir kararlılıkla devam ediyor uriye’de 2011 yılında başlayan olaylar sonrası Batı Kürdistan(bilinen adıyla Rojava)’da yaşayan halkın, Kürt örgütleri önderliğinde başlattıkları çalışmalar sonrası bölgenin devlet ve çeteci güçlerden temizlenmesi sonrası elde edilen demokratik kazanımlara karşı emperyalist ülkeler, TC, Ürdün, Arabistan, İsrail vs. devletlerin bilfiil desteği ile hareket eden El Nusra önderliğinde çeteci güçlerin saldırıları aralıksız bir şekilde devam ediyor. Bölge halkının yarattığı demokratikleşme sürecine tahammül edemeyen gerici güçler askeri saldırılarının yanı sıra sivilleri hedef alan saldırılarını da yoğunlaştırmaya başladı. Temmuz ve Ağustos aylarında yoğunlaşan saldırılar ve yaşanan şiddetli
ceki bilançoda 300 kişinin kaçırıldığı belirtilmişti. Alınan bilgilere göre El Nusra çetesi, Kürt mahallelerini kuşatmaya alarak, mahallelerden çıkışa izin vermiyor. Başta Türkiye olmak üzere dış ülkelerden destek alan El Kaide’ye bağlı çeteler 24 Ağustos günü de Afrin’den Qamişlo’ya giden beş otobüsü Azzaz bölgesinde durdurarak 260 kişiyi kaçırmıştı.Bunların çoğunluğu daha sonra serbest bırakılmıştı. Yolcular, kendilerine vahşi işkenceler yapıldığını anlatırken, en az bir kişinin rejimle işbirliği yaptığı suçlamasıyla kafasının kesildiğini söyledi.
Rojava heyeti çalışmalarını tamamladı
Konsey üyesi Ronahi Serhat, raporda kamuoyunun çok yabancısı olduğu yeni bir hususun olmadığını söyledi. Raporda Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı'ndan Rojava'ya yönelik olarak ticaret gibi birtakım konularda uygulanan ambargonun kaldırılmasının talep edildiğini belirten Serhat, raporda dile gelen taleplere ilişkin şu hususları dile getirdi: "Aynı zamanda göçün önüne geçilmesi ve bu amaçla içeride (Rojava'da) bir kampın yapılması. Gerçekten de Rojava'nın boşaltılması her dört parçada Kürtler için çok çok kritik bir durumdur. Bu hususta hem halkın isteği, hem de heyetin önerisi vardı. Aynı zamanda yapılacak olan
Rojava’da yaşanan gelişmeler ekseninde Kürt Ulusal
çatışmalar sonrası Rojava’nın büyük bir kısmı çeteci güçlerden temizlenmiş durumda. Özellikle son bir ayda yoğunlaşan saldırılarla ilgili kamuoyunu bilgilendiren YPG, 16 Ağustos tarihli açıklamasında bir aylık çatışmalarda 800 çete mensubunun öldürüldüğünü duyurdu. YPG, söz konusu çatışmalarda 80 savaşçısının da yaşamını yitirdiğini belirtti. Çatışmalar hala da birçok bölgede devam ediyor.
Rojava ile dayanışmayı büyütelim Kongresi Hazırlık Komitesi tarafından oluşturulan heyetin Batı Kürdistan’da yaptığı incelemeler tamamlandı. ANF tarafından geçilen haberde hazırlanan raporun detaylarına ilişkin bilgilere yer verildi. 19-23 Ağustos tarihleri arasında Rojava’da çalışmalarda bulunan heyetin hazırladığı raporun Kürt Ulusal Kongresi Hazırlık Komitesi tarafından yapılan son toplantıda değerlendirdiği ifade edildi. ANF’nin geçtiği haberde şu bilgilere yer verildi; “Hazırlık Komitesi olarak Rojava heyetinin hazırlamış olduğu raporu onayladıklarını ve olumlu gördüklerini kaydeden Kürt Ulusal Kongresi Hazırlık Komitesi ve KCK Yürütme
dış güçlerin desteğinin olduğu aşikardır. Ortadoğu üzerinde savaş ortamını yaratmaya yönelik planlamalar yapan devletler, esasında Ortadoğu'nun tarihsel gerçekliğine uygun, halkların ve inançların taleplerini dikkate almalarıyla yaşanılan savaşların önüne geçebilirler" dedi. Rojava halkının yaşadığı mağduriyetin önüne geçebilmek adına Hakkari'de başlatılan dayanışma kampanyası kapsamında sendika üyelerinden de belli miktarda destek talebinde bulunduklarını belirten Koşar, "Üyelerimizden topladığımız
yardım kolileri toplam 250 adet olup, yaklaşık 3,5 tona yakın bir malzeme temin etmiş bulunmaktayız. Ayrıca özellikle belirtmek istediğim bir diğer husus ise yardım kolilerinin hazırlanmasında Hakkari esnafının gösterdiği duyarlılıklarından dolayı da kendilerine teşekkürümüzün olduğudur" diye konuştu. yardımların içeride (Rojava'da) gerekli olan yerlere ulaştırılması önerisi var. Göçün önünün kesilebilmesi için en doğru ve en iyi yöntem de budur. Siyasi açıdan da Destaye Bilind a Kurd gibi ortak bir siyasi irade de oluşturulmuştu. Bunun da mevcut durumun aşılabilmesi için üzerine düşen görevi yerine getirebilmesi için aktif bir rol oynaması isteniyor." Raporda çok daha farklı öneri ve taleplerin de olduğuna dikkat çeken Ronahi Serhat, bu konuda şunları dile getirdi: "Rojava halkının şimdiye kadar yaptığı direnişi sahiplenme ve YPG'nin şimdiye kadar yürüttüğü direnişi destekleme gibi hususlar da var. Hazırlık Komitesi olarak bu hususların üzerinde durduk. Raporu olumlu gördük. Bu rapora sahip de çıkıyoruz."
Çeteciler sivil halkı kaçırıyor Suriye’nin Rakka kentinde El Ekrad Cephesi karşısında 10 kayıp veren El Kaide çeteleri, 350 sivil Kürtü kaçırdı. Alınan bilgilere göre 28 Ağustos Çarşamba günü Rakka kentindeki Kürt mahallelerine yönelik El Kaide bağlantılı Irak-Şam İslam Devleti ve El Nusra Cephesi’nin saldırılarının ardından şiddetli çatışmalar yaşandı. Saldırılara karşılık veren El Ekrad (Kürt) Cephesi 10 saldırganı öldürdü. Çatışmalarda 4 Ekrad savaşçısının da hayatını kaybettiği bildirildi. Buradaki Kürt mahallelerine girmeyi başaramayan çeteler, özellikle Methenbê mahallesini top atışına tuttu. Sabah saatlerinde Rakka’da kentinde sessizliğin hakim olduğu gözlenirken, yakın bölgelerde El Kaide çeteleri sivilleri hedef aldı. Suriye'deki tüm etnik grupların katılımı ile oluşturulan ve şu ana kadar 40'ı aşkın taburu olan El Ekrad, özellikle Halep, Azzaz ve Bab bölgelerinde etkin durumda. Rakka’ya bağlı Mehetê Mahallesi ile Sıkê Mahallesi’nin kuzeyinde El Kaide çeteleri 350 sivili Kürt oldukları için kaçırdı. Kaçırılanların durumları hakkında bilgi alınamıyor. Bir ön-
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Rojava’da yaşanan gelişmeler paralelinde başta Türkiye Kuzey Kürdistan olmak üzere birçok ülkede dayanışma eylemleri gerçekleştiriliyor.Hakkari'de DTK, BDP, Hakkari Belediyesi ile kentteki STK'lerin, Rojava halkı için başlatmış olduğu kampanya çerçevesinde toplanan 250 adet yardım kolisi paketlenerek, Rojava'ya gönderilmek üzere hazırlandı. Toplanan yardımları paketleyerek, yardım komitesi yetkililerine teslim eden Tüm BelSen Şube Başkanı Serdar Koşar, "Rojava'da çok ciddi çatışmalar söz konusu. Bu son bir yıl içerisinde özellikle El Kaide örgütüne bağlı El Nusra çetelerinin Rojava halkına yaptığı saldırılar ciddi anlamda bizleri kaygılandırmaktadır. Burada yaşanılanların arkasında
“Rojava kurtuluşu kadın kurtuluşudur” Rojava’da çeteci güçlerin yaptığı saldırıları protesto eden ve Rojava halkı ile dayanışma içinde olduklarını ifade eden Demokratik Özgür Kadın Hareketi(DÖKH), “"Rojava kurtuluşu, kadın Kurtuluşudur” şiarı ile birçok ilde eylemler düzenledi. İstanbul’da üç ayrı noktada gerçekleştirilen eylemlere yüzlerce kadın katıldı. Sultanbeyli'de DÖKH'ün çağrısı ile bir araya gelen kadınlar, BDP İlçe Örgütü önünde, Rojava'daki katliamı protesto etti. "Rojava devrimi kadın devrimidir. Şoreşa Rojava şoreşa jinane" pankartı açan kadınlar, "Sessiz kalmak suça ortak olmaktır", "Rojava'da El Nusra Türkiye'de AKP" dövizleri ile Sultanbeyli Merkez Camisi'ne kadar yürüyüş gerçekleştirdi. "Kadınlar savaş istemiyor", "Katil El Nusra işbirlikçi AKP" sloganları atan kadınlar adına açıklama yapan Gülsen Biter, "Rabia için ağlayan Başbakan, Rojava'daki çocuklara da kimyasal silahla katliamı reva görmüştür" diyerek, Erdoğan’ın tavrını kınadı. Kadınlar olarak Rojava'nın yanında olduklarını belirten Biter, orda olacak bir devrimin tüm Ortadoğu halklarının devrimi olacağını kaydetti. BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ise, Barış Günü'nün yaklaştığı günlerde katliamların sürdüğüne dikkat çekerek, "Savaşta kadın bedeni de savaş alanı haline geliyor. O nedenle biz kadınlar olarak savaşa karşı durmamız gerektiğinin farkındayız" dedi. Çözümün barışta olduğunu belirten Tuncel, "Eğer ocaktan beri cenaze gelmiyorsa, halklar nefes aldıysa barışın önemi ortaya çıkıyor. Hükümeti uyarıyoruz, kadınlar olarak savaş istemiyoruz"
güncel haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
tetikte diye konuştu. Eylem sloganlarla son buldu. DÖKH''ün bir diğer açıklaması ise Şişli Camisi önünde gerçekleştirildi. "Her yer Rojava her yer direniş, Şoreşa Rojava şoreşa jinane" pankartı açan onlarca kadın, "Jine Rojava ne bi tenene", "AKP Rojava'dan defol" ve "Mehmet Görmez kadını hiç görmez" dövizleri taşıdı. "Rojava'da direnen kadınlara bin selam", "Çizgimiz Beritan önderimiz Öcalan", "Biji berxwedana Rojava" sloganları atan kadınlar adına BDP Şişli İlçe Örgütü Eş Başkanı Ayten Kaya açıklama yaptı. Rojava'da Kürt halkının özgürlüğüne giden devrim sürecini hazmedemeyenlerin olduğunu dile getiren Kaya, "Savaş ahlakına yakışmayacak masum sivil halka her türlü baskı uygulanarak, bölgeyi insansızlaştırmak istiyorlar. AKP'nin 21 Mart ile başlayan sürece yönelik tutumunda Türkiyeli Kürtler ile aralarında hat çizilerek, bir birinden koparılan sınırın diğer tarafında yaşamak zorunda bırakılan Rojava'daki akrabalarına katliam uygulayan El Nusra çetesine ekonomik ve silah yardımı yaparak ne kadar samimi olduğunu ortaya koymuştur" dedi. Açıklama "Bi jinen Rojava" sloganı eşliğinde son buldu. BDP Başakşehir İlçe Örgütü önünde DÖKH öncülüğünde başlayan yürüyüşe yüzlerce kadın katıldı. "Rojava'nın özgürlüğü kadının özgürlüğüdür" pankartı ile "Katil AKP Rojava'dan elini çek", "Rojava devrimin öncüsü kadınlardır" ve "Jin jiyan azadi" dövizlerini taşıyan kadınlar Kıbrıs Caddesi'nde yaptıkları yürüyüşün ardından tekrar Başakşehir BDP İlçe Örgütü önüne geldi. Yürüyüş esnasında sık sık "Biji berxwedana Rojava", "Katil El Nusra Rojava'dan defol" ve "Biji serok Apo" sloganları atan kadınlar adına BDP Kadın Meclisi üyesi Nurcan Aktürk açıklama yaptı. Kadınların yeşil sarı kırmızı renklere büründüğü yürüyüş, açıklamanın ardından sloganlar eşliğinde sona erdi. Ayrıca başta Amed olmak üzere Kuzey Kürdistan’ın birçok ilinde Rojava ile dayanışma ve destek eylemleri gerçekleştirildi.
17
Roj TV, Nuçe Tv, MMC kapatıldı Yurtdışında yayın yapan Kürt ulusal TV kanalları egemen sınıfların saldırılarının hedefi oldu. Bu kanalların kapatılması için her fırsatta PKK çizgisinde yayın yaptıkları gerekçesini ortaya süren egemen sınıflar sonunda amacına ulaştı Uluslararası arenada sürekli fırsat kollayan egemen sınıflar sonunda arzu ettikleri kararı Danimarka devletine kabul ettirdi. Zira kapatmak istedikleri kanallar Danimarka’da yayın yapmaktaydı. Danimarka devleti T.C’nin istemleri doğrultusunda Mezopotamya Broadcasting bünyesinde olan Roj TV, Nuçe Tv ve MMC isimli kanalların lisanslarını 3 Temmuz günü iptal ederek, kanallara yüklü para cezası verdi. 2004 yılında Başbakan Erdoğan, yurtdışında yaptığı bir basın toplantısında bulunan Roj TV muhabirini bahane ederek Roj Tv’ye baskıları yeniden alevlendirdi. Beş yıl sonra ise NATO içindeki konumunu kullanarak Roj Tv’ye karşı yeni bir saldırı furyasını devreye soktu. O dönem NATO’nun Genel Sekreterliği’ne önerilen Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen Türkiye/Kuzey Kürdistan’nın vetosuyla karşı karşıya kaldı. Vetoyu kaldırmanın şartı tabi ki Kürt kanallarının kapatılmasına dönüktü. Yapılan bir dizi diplomatik görüşmelerden sonra veto kararını geri almak zorunda kalmıştı AKP hükümeti. O dönem Avrupa düşünce özgürlüğü konusunda ikiyüzlülüğünü gizlemek için AKP hükümetine bir dizi vaatlerde bulunarak sorunu çözmüş olmalılar ki, bu karar 4 yıl sonra uygulamaya konuldu. Tabi yine aynı kurnazlıkla devreye soktular bu kararlarını. Direk yasaklama ve yayın durdurma yerine verdikleri 5
milyon Kron para cezasını Roj Tv, Nuçe Tv ve MMC kanallarının yöneticilerinin ödeyecek durumlarının olmadığını bilip iflas kararı almak zorunda kalacaklarını planlayarak.Yapılan haksızlığa karşı üst mahkemeye itiraz etmek isteyen kanal yöneticileri bu kez de verilen para cezasının ödenmesi koşuluyla karşı karşıya kaldı. Böylelikle basına yönelik uygulanan baskılarla onlarca gazetecinin işinden olması ve halen 76 gazetecinin hapiste olmasıyla ün yapan Türk devleti, Roj Tv, Nuçe Tv ve MMC’yi kapatarak bu hattaki ününü uluslararası alana taşımış oldu. Tabi bu namın sınırları aşmasında Avrupa ve özellikle de Danimarka’nın katkılarını gözardı etmememiz gerekiyor.
Kanalların kapatılması için 20’den fazla dosya sunuldu AKP hükümeti, Roj TV yayınının başladığı 2004 senesinden bu güne sürdürdüğü girişimleri yoğunlaştırarak, Danimarkalı makamlara 20'den fazla dosya sundu ve bazı Danimarkalı yetkilileri ülkeye davet etti. Danimarka'daki Medya Sekreterliği, şika-
yetleri yerinde bulmazken, Kopenhag Şehir Mahkemesi, kanalların "PKK tarafından finanse edildiği" ve "terörizm propagandası yapıldığı" iddialarıyla 2010'da dava açtı. Ağustos 2011'de görülmeye başlanan dava, 2012 yılının başında sonuçlandı; kanallara yaklaşık 5 milyon Danimarka Kronu para cezası veren mahkeme, lisans iptali meselesini Medya Sekreterliği'ne havale etti. Hem savcılar hem de Mezopotamya Broadcasting yetkilileri, kararı temyize götürdü. Doğu Yüksek Mahkemesi Temmuz'da para cezasını yaklaşık 10 milyon Danimarka Kronu'na (yaklaşık 1,8 milyon dolar) çıkarırken, yayın lisansını iptal etti. Mezopotamya yetkilileri, kararı en yüksek mahkemede temyiz etmek istediklerinde, beklemedikleri bir kararla karşılaştı; dosyanın Yüksek Mahkeme'de görülebilmesi için öncelikle, bu cezaların 18 Ağustos'a kadar ödenmiş olması koşulu kanal yetkililerinin önünü doğrudan kapatmış oldu.
Burjuva feodal basın iş başında Başta ABD emperyalizmi ve batı emperyalistlerine karşı direnen Suriye’ye her türlü saldırı mübah görülüyor. Askeri müdahalenin tartışıldığı bu günlerde psikolojik savaşın bir boyutu olan burjuva-feodal medya devreye sokulmuş, bu noktada Anadolu Ajansı ve TRT kanalları yalan yanlış haberlerle listenin en başında yerlerini almış durumdadır. Meksika’daki mafyaların hesaplaşmasında başvurulan vahşet bile Suriye ordusunun işi olabiliyor. Adına Özgür Suriye Ordusu dedikleri emperyalist güdümlü çetelerin halka karşı işledikleri vahşi cinayetler ise Esad zulmüne karşı verilen özgürlük mücadelesi olarak sunuluyor. TRT ’de 25 Şubat günü yayınlanan haber bülteninde, ‘Esed ordusu tarafından kafa-
ları elektrikli testere ile kesildi’ şeklinde sunulan iki kişinin görüntülerinin Meksika’daki mafya hesaplaşması sırasında çekildiği ortaya çıktı. Öte yandan sosyal medyada ve bazı internet sitelerinde yer alan bir habere göre ne Anadolu Ajansı’nda ne de TRT kanallarında böyle bir habere yer verilmemişti. Zira bu haber olduğu şekliyle yayınlanmış olsaydı destekledikleri çetelerin vahşetine ortak olduklarını kabul etmek durumunda kalacaklardı. Sosyal medya ve bazı internet sitelerinde yer verilen görüntülere bakılırsa ÖSO çeteleri yakaladıkları 3 tır şoförünü sorguya çekiyor. Alevi olduklarını anladıkları anda hemen oracıkta infaz ediyorlar. Buna benzer birçok vahşet dünya kamuoyundan gizleniyor. En son Rojova’da uygu-
lanan vahşet Kürt kamuoyunun gücü sayesinde tüm dünyanın gözüne sokulmuştu. Ama Suriye’de ÖSO çeteleri tarafından inançlarından dolayı katledilen Aleviler için aynı duyarlılık söz konusu değil. Bu yaptıklarıyla da yetinmeyen emperyalistler bir yandan saldırılarını meşrulaştırmak için burjuva-feodal medya aracılığıyla her türlü entrikayı devreye sokarken diğer yandan Suriye ordusu karşısında her geçen gün kan kaybeden ÖSO çetelerinin imdadına yetişmek için hava operasyonu planları yapmakla meşguller. Hava operasyonlarıyla Suriye ordusunun direncini kırarak tekrar bu vahşi çeteleri devreye sokacakları planları gayet açık görünmektedir.
18
kadın haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Kaya’ya yönelik saldirilar bitmiyor İzmir’de Gezi Parkı direnişi sebebiyle gözaltına alınarak tutuklanan YDK’li Elif Kaya gardiyanlar tarafından çıplak arama işkencesine maruz bırakılarak darp edildikten sonra ‘görüş cezası’ aldı Kadına yönelik şiddet bin bir türlü araçla sürerken özellikle devlet eliyle de başta kadın tutsaklar olmak üzere tüm devrimci tutsaklara yönelik ‘arama’ adı altında bir işkenceye dönüştürülerek kadın tutsaklara zorla ‘çıplak arama’ uygulaması dayatılıyor.Hapsederek ve tecrit ederek ‘ıslah’ edemedikleri devrimci tutsakların iradesini bin bir türlü onur kırıcı uygulamayla kırmak isteyen hakim sınıfların saldırıları tutsakların direnişiyle boşa çıkarılıyor.
Elif Kaya’ya ‘çıplak arama’ işkencesi İşte bu uygulamalardan biri de Yeni Demokrat Kadın (YDK) üyesi Elif Kaya’ya uygulandı. Ege Üniversitesi’nde okuyan 22 yaşındaki Elif Kaya haziran ayında Gündoğdu Meydanı’nda bulunan direniş çadırlarına yönelik polis baskınında gözaltına alındı. Daha sonra tutuklanarak Şakran Kadın Hapishanesi’ne konan Kaya, hapishanede gardiyanlar tarafından zorla çırılçıplak soyularak arama yapılmak istenmesine karşı çıkmasına rağmen gardiyanlar tarafından zorla ‘ ince arama’ adı altında cinsel saldırıya uğradı. Kendisine uygulanan cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddete karşı Kaya’nın avukatı Ali Aydın
tarafından Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu. Aydın suç duyurusu dilekçesinde şu ifadelere yer verdi ;“Görevliler ‘Gel senin için özel şeyler hazırladık’ diyerek alay eder şekilde aramayı yapmak istemişlerdir. Elif Kaya, ‘Aramaya karşı olmadığını, ancak çıplak aramayı onur kırıcı olduğu için kabul etmeyeceğini’ belirttiği halde gardiyanlar tarafından elleri, kolları ve bacakları tutularak, ağzı kapatılarak isteği dışında zor kullanılarak ve fiziksel şiddet uygulanarak elbiseleri çıkarılmış ve tacize varan tutum ve davranışlarla çıplak aramaya tabi tutulmuştur. Aynı gün avukat olarak ziyaretine gittiğimde müvekkilem bu durumu bana ağlayarak anlatmıştır.
Kendisi bu uygulamaya tepki gösterdiği için kendisine su verilmemiştir.”
Saldıran değil saldırıya uğrayan ‘cezalandırılıyor’ İktidarın “adaletinin” her zaman mağdur edileni değil ‘suçluyu’ korumasına alışık olduğumuz gibi Elif Kaya davasında da gardiyanların onursuz aramasına karşı ve bedenine yönelik taciz hakkında suç duyurusunda bulunan Elif Kaya hakkında dava açıldı ve “üst araması yaptırmadı” gerekçesiyle bir aylık görüş ‘cezası’ verildi.Öte yandan YDK’nin yaptığı açıklamaya göre Elif, avukatı ile görüşmeye giderken yeniden gardiyanların tacizine uğradı ve tacize direndiği için yine bir aylık görüş
‘cezası’ aldı! Avukatının yanına götürülürken “Artık aramaya alışmışsındır”, “Aramak iyidir”, “Sizlerin nerelerinize neler sakladığınızı iyi biliriz biz” sözleriyle tacize uğrayan Elif yeniden ‘ince arama’(!) adı altında fiziki tacize uğradı ve buna karşı koydu. YDK konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Elif’in taciz ile ilgili süren davasının 19 Ağustos’ta Karşıyaka’da görülen duruşmasında, mahkeme bir sonraki duruşmayı 3 Eylül saat 13.30’a tarihine ertelendi. Bizler o gün kadınlara yönelik her türlü tacizin,tecavüzün karşısında olmak için Karşıyaka Adliyesi önünde olacağız.” diyerek herkesi Elif’in mücadelesine destek olmaya çağırdı.
Bir yılda 100 bin cinsel saldırı Adli Sicil İstatistik Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2012 yılında 100 bin cinsel saldırı yaşanırken bu saldırılarda bulunan 32 bin kişi hakkında takipsizlik kararı verildi
Kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel şiddetin, tacizin ve tecavüzün ‘olağan’ vakalar haline dönüştüğü ülkemizde alı-
şılagelen bir diğer olguysa bu saldırıların yaşandığı toplumun bizzat yaratıcısı olan devletin hukuk sisteminin tacize, tecavüze ve her türden cinsel saldırıya uğrayanları ‘suçlayarak’ bu saldırılarda bulunanları ‘aklaması’.Kaldı ki birçok tacizci, tecavüzcü zaten bizzat devlet erki içerisinde bulunmakta.Birçok toplu tecavüz vakalarının arkasında çoğunlukla askerinden korucusuna tutalım da kaymakamına varıncaya çoğunlukla devletin gücünü arkasına almış ‘yetkililer’ çıkıyor. Bunun en yeni örneklerinden biri de Yeni Demokrat Kadın tutuklusu (YDK) Elif Kaya’nın hapishanede gardiyanların saldırılarına maruz kalmasıdır. Adli Sicil İstatistik Genel Müdürlüğü verilerine göre 2012 yılında 100 bin cinsel saldırı yaşandı.Bu saldırıları gerçekleştiren sanıklardan 32 bini hakkında ‘takipsizlik’
kadın haber
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Saldırı görüntüleri ortaya çıktı Gardiyanlar tarafından taciz ve darp edilen Elif Kaya’nın maruz kaldığı onur kırıcı uygulama hapishanenin video kayıtlarında da belgelendi. Basına yansıyan tutuklu kabul girişinde bulunan güvenlik kamerasının kayıtlarına göre arama odasında bekletilen Elif Kaya önce mahkum kabul kayıt odasına alınıyor. Bu sırada odaya gardiyanlar girip çıkıyor ve hapishanenin 2. müdürü de odaya giriyor.Kısa bir süre sonra müdürün odadan çıkmasının ardından Elif beraberinde 7 gardiyanla odadan çıkıyor.Bu sırada Kaya ile müdürün tartıştığı görülüyor.Görüntülerde 3 gardiyan Kaya ile arama odasındayken dışarıda müdür ile 4 gardiyan bekliyor. Ardından dışarıdaki gardiyanlar da içeriye giriyor. Bir süre sonra içeriden çıkan bir gardiyan Kaya’nın üzerinden çıkan bir kağıdı müdüre veriyor.Odadan çıkan iki gardiyandan biri yorulduğunu ve terlediğini belirten el işaretleri yapıyor. Ardından 4 gardiyan daha dışarıya çıkıyor ve odanın önünde müdür ile birlikte 8 gardiyan beklemeye başlıyor. Daha sonra bir tanesi içeriye girerek elinde sopaya benzeyen aletlerle dışarı çıkıyor. 7 gardiyan ve müdür odanın önünde bekliyor. Bir dakika sonra da Kaya, arama odasından bir gardiyanla çıkıyor. Odaya girdiği esnada hırkasının önü açık olan Kaya’nın odadan çıkarkenki görüntülerinde hırkasının önü ilikli, yüzü yere bakar vaziyette. Müdür, gardiyanlar tarafından kendisine verilen kağıdı Kaya’ya geri veriyor. Bu sırada kayıt odasından bir gardiyan Kaya’nın eşyalarının olduğu poşeti getiriyor. Kaya, gardiyanın elindeki poşete uzanarak iç çamaşırını poşete koyuyor. Daha sonra Kaya x-ray cihazından geçirilerek koğuşların olduğu yere alınıyor. Hapishane yönetimince 23 Haziran’da tutulan tutanaktaysa söz konusu onur kırıcı aramanın nasıl yapıldığından tek bir söz dahi edilmeden, “Kaya’nın üst araması yaptırmak istemediği, bunun insanlık dışı bir uygulama olduğunu belirttiği ve tüm ikna çabalarına rağmen üst aramasını kabul etmediği ve buna direndiği” belirtilip, “Daha sonra üst araması yapılarak kuruma girişi sağlandı” denilerek Kaya’ya bir ay ziyaretçi yasağı konmuştu.
kararı verildi. Yine aynı raporda 25 bin taciz davası, 34 bin davanın da çocuklara yönelik cinsel istismardan kaynaklı açıldığının bilgisi yer aldı.
Aile içi şiddete göz yumuluyor Verilerde ortaya çıkan bir diğer önemli noktaysa ülkemizde çok yaygın olan aile içi şiddet vakalarının yarısı hakkında takipsizlik kararı verilmesi. Aile içi şiddet kapsamında değerlendirilen 4 bin 374 olaydan yalnızca 2 bin 52’si hakkında dava açıldı ve şiddet mağduru kadınlara ‘koruma’ tesis edildi. Yine 2013 yılında 91 bin 979 “cinsel dokunulmazlığa karşı suç”tan 31 bin 486’sı hakkında takipsizlik kararı verildi. Açılan 50 bin 483 davanın 18 bin 351’i cinsel saldırı, 25 bin 472’si cinsel taciz suçlarından oluştu.Yine ülkede oldukça yaygın olan çocuk istismarı da 33 bin 992 olarak kayda geçti.Ancak dikkat çekici olan 14 bin 164 cinsel saldırının çocuk istismarı değil de ‘reşit olmayan kişiyle ilişki’ olarak tanımlanması. Belirtmek gerekir ki bu rakamlar ‘fazla’ gibi görünse de aslında ülke gerçekliğini yansıtmaktan oldukça uzak, çünkü yaşanan birçok cinsel saldırı mahkemelere intikal etmediği için kayıt altına alınmıyor.
19
Didem Yaylalı’yı sistem öldürdü
Hakimlik sınavına girerek başarılı olan Didem Yaylalı giydiği kıyafetler yüzünden hakim olamayınca intihar etti Sistemin kadın üzerindeki her türlü kuşatması ve tahakkümü kendisini yaşamın her alanında gösteriyor. Sistem kadına her yerde kendi bakış açısına göre bir yaşamı dayatırken yine kadını kendi değerlerine göre kalıplara sokarak ona ‘şekil’ veriyor. Bu dayatma biçimindeki ‘şekil verme’ birçok halde gerçekleştirilirken bir yandan din ve ahlak olguları gibi değerler üzerinden kadına bir yaşam biçimi ve alışkanlığı dayatılıyor, diğer yandansa bizzat devlete bağlı kurumlarda kadın erkeklerden daha katı kurallar ve biçimler çerçevesinde kalıplara konulmaya çalışılıyor.Buna karşı koymanın ‘cezasıysa’ açık; ekarte edilmek. Yani özetle şu söyleniyor; ya boyun eğerek bizim istediğimiz biçimde ve görünürde bir kadın olacaksın ya da sana burada yaşama hakkı yok. Bu anlayışın son kurbanı 26 yaşında genç bir hakim adayı olan Didem Yaylalı oldu. Yaylalı, hakimlik sınavının yazılı ve sözlü aşamalarını başarıyla geçti ve stajını yapmaya başladı. Türkiye Adalet Akademisi’ndeki 4 aylık teorik eğitimini tamamladıktan sonra Ankara Adliyesi’nde stajını tamamlayarak son 4 aylık akademi eğitimine başlayan Yaylalı hakim olmayı beklerken, atanmasına bir hafta kala, önceden sunduğu bir sağlık raporunda doktorun imzası olmadığı için “eksik imzalı belge sunduğu” ve böylece idareye yalan beyanda bulunduğu iddiasıyla disiplin cezası aldı. Hakim ve
Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’ysa keyfi bir tutumla disiplin cezasını gerekçe göstererek Yaylalı’yı hakimliğe kabul etmedi. Disiplin cezasına karşı dava açan Yaylalı HSYK’nın davanın sonucunu beklemeden itirazını reddetmesi üzerine avukatlık stajına başladı.Yaylalı ardından tek başına tatile gittiği Fethiye’de otel odasında ölü bulundu.
Disiplin cezası bahane Yaylalı’nın ölümü basında geniş yankı uyandırırken Yaylalı’nın ölümüne sebebiyet veren sürecin başlamasına sebep olan kişiliğine karşı yapılan saldırılarla hakimliğe alınmamasının arkasındaki gerçek sebepler ortaya çıktı.Yaylalı’nın arkadaşları staj yaptığı dönemde Adalet Akademisi’nde tayt giydiği gerekçesiyle uyarıldığını, ara sıra alkol almasının sorun edildiğini belirterek, mesleğe kabul edilmemesinin arkasında Yaylalı’nın yaşam tarzının olduğunu belirttiler. Didem Yaylalı’yla aynı ‘kaderi’ paylaşan hakim adaylarından Tolga Onur, ise Yaylalı’nın, kendisine yazdığı ve başına gelenleri anlattığı mesajını paylaştı. Mesajda akademideyken haberi olmaksızın kendisi hakkında soruşturma açıldığını ve evraklarının didik didik aranarak ufak bir açık arandığına değinen Yaylalı şöyle devam ediyor “Aylar sonra Temmuz ayında mesleğe kabulden bir hafta önce idareye yalan beyanda bulunmaktan disiplin cezası aldım. Mesleğe kabul edilmedim. HSYK sürecinde aynı şeyleri yaşadım, ‘alkol problemin mi var?’, ‘hayatınla ilgili bir problem mi var?’ diye sorular, vb aşağılamalar… Genel kurulda olumlu karar çıksa bile istifa edeceğim ve yaşadıklarımı anlatacağım herkese senin gibi ama
şimdi annem babam için ailem için aklanmak istiyorum. Mesleğe devam etmek için değil, kendimi aklamak için genel kurulda olumlu oy çıksın istiyorum… O zamana kadar sessiz kalıyorum bu yüzden. HSYK üyelerinden biri yakın arkadaşımın amcası ve adam benim için ‘disiplin cezası neyse de alkol problemi var o kızın’ demiş. Üstü kapalı üyelerin söylediğinden anladığım akademideyken biri benim alkol kullandığımı söylemiş ve soruşturma bu yüzden açılmış. Daha bir sürü böyle şey işte.” Yayalı’yla birlikte HSYK önünde ‘duran adam’ eylemi yapmayı düşündüklerini belirten Onur, bir HSYK üyesinin Yaylalı’ya yaşam tarzı konusunda nasıl ‘uyarıda’ bulunduğunuysa şöyle anlattı “ “Konservatif olacaksınız” demiş. Didem anlamayınca “Muhafazakar olacaksın. Hakim dediğin tayt giymez” demiş. Didem çok şaşırmış, çünkü sadece hafta sonu tayt giyinmiş. Bir başka HSYK üyesi de, “Zatürre olmanda alkol almanın etkisi var mı? Özel hayatında bir sorun mu var?” demiş.”
“Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim…” Öte yandan dikkat çeken bir diğer noktaysa Yaylalı’nın Adalet.org adlı sitede Gezi Parkı direnişi, Hrant Dink cinayeti, idam cezası gibi konularda eleştirel yazılar yayınladığının ortaya çıkması.Yaylalı kişisel sayfasındaki mesajında da Seyit Rıza’nın “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim,bu da size dert olsun” sözünü paylaşmış olması. Yaylalı’nın ölümünü protesto eden arkadaşları ve bazı hukukçular 28 Ağustos’ta HSYK önünde siyah çelenk bırakma eylemi gerçekleştirdi
20
güncel haber
İzmir Gezi direnişçilerinin davası 17 yılla başlıyor İzmir’de tutuklanan Gezi direnişi tutsaklarına 17 yıl hapis istemiyle dava açıldı Gezi parkı eylemlerine destek için İzmir’deki gösterilere katıldıkları gerekçesiyle siyasi polis tarafından yapılan ilk operasyon kapsamında gözaltına alınıp tutuklanan aralarında DHF, KALDIRAÇ ve PARTİZAN dergisi okurlarının bulunduğu 8 kişi hakkında,’terör örgütü adına suç işlemek’ iddiasıyla 17’şer yıl hapis istemiyle, 12. Ağır ceza mahkemesince dava açıldı. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Zafer Kılınç tarafından hazırlanan 40 sayfalık iddianamede, en demokratik hak olan ‘gösteri ve yürüyüş hakkı’ yasadışı ilan edilerek toplumsal muhalefete gözdağı verilmek isteniyor. Hazırlanan iddianamede herhangi bir delil gösterilmeden göstericiler birçok ‘suç’ la itham edilirken 5 kişinin
öldüğü yüzlerce kişinin yaralandığı eylemlerde görevli kolluk güçleri ise ‘mağdur’ gösterildi. İddianamede eyleme katılan sosyalist basın,demokratik kitle örgütleri, gazeteciler,taraftar grupları, sanatçı ve aydınların eylemleri kışkırttıkları, halkı tahrik ettikleri ve protestoları illegal yürüyüşlere çevirdikleri iddiası da yer edindi. iddianamenin bir diğer boyutu ise eyleme katılan kurumların hiçbir delil gösterilmeden TKP/ML, MKP ve DSİH gibi örgütlerle ilişkilendirilerek bu örgütlerin açık alan örgütlenmeleri olduğu da iddia edildi. Halkın Günlüğü Gazetesi olarak , en demokratik hak olan gösteri ve yürüyüş haklarını kullandıkları için düzenlenen asılsız polis fezlekeleriyle onlarca yıl hapis istemiyle yargılanan gezi tutsaklarını sahipleniyor, tüm duyarlı kamuoyunu 10 Eylül’de görülecek ilk mahkemeye çağırıyoruz.
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Cemal Süreya Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar Bütün kara parçalarında Afrika dahil Cemal SÜREYA İkinci Yeni şiir akımının önde gelen şairlerinden olan Cemal Süreya’nın heykeli memleketi Pülümür’e dikildi Dersim ’38 Katliamı’nın ardından ailesiyle birlikte Bilecik’e sürgün edilen şair Cemal Süreya’nın heykeli memleketi Pülümür’e dikildi. Beş metrekare alan üzerinde oluşturulan mermer sütunun kenarına oturur ve düşünür şekilde olarak yapılan Cemal Süreya heykeli Ankara’da yaşayan heykeltraş Murat Yeşilgöz tarafından iki ayda tamamlandı.
Özgür Gelecek Gazetesi’ne toplatma Özgür Gelecek Gazetesi’nin 65. Sayısı ‘direnişi teşvik ettiği’ gerekçesiyle toplatıldı Devletin devrimci basına yönelik susturma ve sindirme politikaları hız kesmeden devam ediyor. Son olarak Özgür Gelecek Gazetesi’nin 65. sayısına ‘direnişi teşvik ettiği’ gerekçesiyle toplatılma ‘cezası’ verildi. Özelikle gezi parkı direnişi sürecinde ve devamında devrimcilere yönelik gözaltı ve tutuklamaların ardından devrimci basına yönelik de saldırılar, toplatma ve kapatma cezalarıyla başlamış oldu. Devletin azgınca saldırılarını örtbas etmek ve özelde devrimci basının halka doğru bilgi ulaştırmasını engellemek amacıyla birçok gazete ve televizyon kanalına toplatma ve kapatma cezaları yağmaya başladı.
Özgür Gelecek Gazetesi’nin 65. Sayısı hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ‘direniş teşvik ediliyor’ gerekçesiyle toplatma kararı verildi. Toplatma kararına gerekçe gösterilen yazılarsa şunlar; “Gerilla HES eylemini Gezi şehitlerine atfetti”, “Ölümün yakışmadığı komutana”, “Eylül’de eve dönmüyor, sokağa taşıyoruz”.
“Özgür Gelecek susmayacak!” Özgür Gelecek Gazetesi toplatma kararıyla ilgili yaptığı açıklamada, “Devlet, mahkeme kararları yoluyla devrimci basının emekçilerini ve okurlarını tutuklayarak, sayılarına el koyarak hem örgütlü mücadelenin önüne geçmeye; hem de işçilerin, emekçilerin direnişinin sesini kısmaya çalışıyor. Daha önceden de defalarca belirttiğimiz üzere yineliyoruz; baskılarınız bizleri yıldıramaz. Özgür Gelecek susmadı, susmayacak! “ ifadesini kullandı.
Pülümür Bal Festivali kapsamında yapılan heykelin açılış törenine Pülümür Belediye Başkanı Mesut Coşkun ve halk katıldı. Ana caddeye dikilen heykelin açılışında konuşan Coşkun ülkenin en büyük şair ve edebiyatçılarından biri olan ve aslen Pülümürlü olan Cemal Süreya’nın heykelini ilçeye dikmekten büyük bir gurur ve onur yaşadıklarını belirterek şöyle konuştu “Belediye olarak yöremizin değerlerine sahip çıkmak adına, ilçemizden çıkmış en büyük edebiyatçı ve şairin heykelini yapmış olmakla bu değerleri yaşatıyoruz. Bununla hem şaire duyduğumuz saygımızı ifade ediyor hem de
EK BAB INDAN AR INL iTAP Y A Y iK YEN
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Dersim’de
21
ANTAGONİZMA
T?M
K
heykele yazdırdığımız Sürgün şiiriyle Dersim sürgünlerini anlatmaya çalışıyoruz. Cemal Süreya öz be öz Dersim çocuğu, tam bir Dersimli’dir".
“Tarih öncesi köpekler havlıyordu” Asıl adı Cemalettin Seber olan Cemal Süreya 1931 yılında Pülümür’de doğdu. Süreya yedi yaşındayken Dersim ’38 Katliamı’nın ardından birçok aile gibi ailesiyle birlikte sürgüne gönderildi. Yük vagonuna konarak Bilecik’e sürgün edilen ailenin tekrar Pülümür’e dönmesi yasaklanırken Süreya’nın annesi Gülbeyaz Hanım Bilecik’e geldikten altı ay sonra 23 yaşında sürgünde hayatını kaybederken, babası da 1957’de yine memleketine dönemeden yaşamını yitirir. Anadilinde edebiyat yapamayan Cemal
Süreya sürgün edilişlerini dolaylı bir şekilde “Kişne Kirazını ve Göç, Mevsim” şiirine “Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi” sözleriyle aksetmiştir. Ancak ailesinin sürgün edilişini en direk ve dolaysız olarak evlendiği ikinci eşi Zuhal Tekkanat’a yazdığı bir mektupta aktarmıştır. Sürgün edildikten sonra bir daha memleketine dönemeyen Süreya o günleri 1977 yılında eşine yazdığı bir mektubunda şöyle anlatıyordu; “Bizi bir kamyona doldurdular tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler... Duyarlılığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.”
96 Ölüm Orucu Gazisi, Adana Tunceliler Derneği Kurucu Başkanı Ali Dursun Sonuç yakalandığı hastalık sonucu aramızdan ayrıldı. Ailesi ve sevenlerinin başı sağolsun DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU-ÇUKUROVA
≫ muzaffer oruçoğlu
apı çalındı, giriş ışığını yaktım, açtım baktım Tim. Eski fizik öğretmeni. Gece vakti sokakta kalmış yine. Ayakkabılarını çıkardı, kötek yemiş kediler gibi içeri süzüldü sessizce. Gödür bir gövde ve paçaları piltikli, askılı, pasaklı bir pantolonun yarı yarıya kapattığı, uzun kamış bacaklar. Kan ve toprak bağına dayanan, içgüdüsel, babacan bir köylü sıcaklığıyla elimi sıktı, halimi hatırımı sordu. “Otur,” dedim, hasırdan örülmüş torbasını duvarın dibine indirdi, oturdu ışığın altında. Sıkıntısız, ferah fahur bir iklimle, odun sobasının camı yalayan alevlerine dikti bakışlarını. Saç uzamış, su gibi akıp, bakla kırı sakala karışmış. Eski canlılığını yitirmiş gözler; donuk, şarbon hücresi gibi hareketsiz. Nasibi kıt, çileci dervişleri andırıyor. Konuştuğu zaman burnuna bakıyorum en çok. Suratının ortasında yamyassı bir nesne; tahta sandıklara basılarak kurutulmuş balçık incirlerini hatırlatıyor bana. On üç evin kapısını çalmış, kimse almayınca gelmiş. “Evde hoş bir koku var,” dedi. “Ne kokusu?” dedim. Kafasını, masadaki kap kacak yığınına dikti. “Haşlanmış, lahanalı dana salamurası.” Hayatımda tatmadığım bir yemek. Cenabetin acıktığı belli. Bir şey bulamamış çöp kutularından bugün. Kalktım, bir fasulye konservesi açtım, iki haşlanmış patates ve bir parça beyaz peynirle birlikte önüne koydum. Teşekkür etti. Mahcup ve minnettar bir sükûnetle yemeye başladı. “Bütün gün hiçbir şey yapmadan ormanlarda gezinip duruyorsun, yorulmuyor musun?” dedim. Gülümsedi. “Bütün gün gezindiğim doğru, ama hiçbir şey yapmadığım doğru değil.” “Ne yapıyorsun?” “Düşünüyorum.” “Ne düşünüyorsun?” Patatesin yarısını kabuğuyla birlikte yuttu. Boşluğun kıyısında bekledi biraz. “İnsanlar, egemenlik duygularını, bencilliğin gizli iç sesleriyle örmeye devam ediyorlar,” dedi. “Gelecekteki büyük bir çatışmanın habercisi mi bu?” dedim. İki yana salladı uzun, delikosefal kellesini. “Büyük çatışmayı her an yaşıyorlar,” dedi. “Ben bu çatışmayı, diğer canlılarla birlikte, dıştan seyrediyorum.” “Çatışma, hiç durmaksızın mı devam ediyor?” dedim. “Evet,” dedi, “mezara kadar devam ediyor. Bu çatışma, insanların dışındaki tüm hayvanların yaşam haklarını bölüyor, parçalıyor, tehdit ediyor ve bu durum, yeni çatışma öğeleri olarak insanların yaşamına dönüyor” “Peki insanlar bu durumun farkında
değiller mi?” dedim. “Farkındalar,” dedi. “Farkında oldukları için güneş sisteminin dışına çıkmaya çalışıyorlar. Çıksalar bile boş bir iş. Eninde sonunda topluca yok olacaklarını kabul etmek istemiyorlar. İnsanlığın da tıpkı insan gibi doğup, büyüyüp ve öleceğini kabul etmek istemiyorlar.” Moralim bozuldu. Yaptığım bütün işler, bir anda boşluğa dönüştü. Kalktım, çay demledim. Yaşamdan arınmış saf bir zaman diliminde, karşılıklı yudumlamaya koyulduk çaylarımızı. Adam, karamsar değildi, çatışan doğru ile yanlışın zeminini katı ve mutlak görmüyor, esnek bir kafayla yaklaşıyordu. Bardağı kaşla göz arasında dipledi, doldurdum. “Marilyn senin arkadaşın mı?” dedim. “Hayır,” dedi, “o kimsenin arkadaşı olamaz. Duyguları ile bilinci arasındaki mesafede sürünüp duruyor; yorulunca da kafayı bir harfe takıyor, onu anıt gibi dikiyor ve gölgesinde uyuyor.” İlk defa birisi hakkında olumsuz şeyler söylüyor. Odayı gösterdim. “Saat bire geliyor, geç uyu,” dedim. Torbasını aldı, odaya girdi. Kendi odama çekildim. Uyudum. Şafağa doğru işemek için kalktığımda, ilk duyduğum şey, adamın duvarları sarsan horultusu oldu. Dinleyenin ruhunu, geri dönülmesi imkânsız bir şekilde harcayan bu horultu, beni uyutmadı. Kitap okumaya başladım. Horultu arada bir, bağlamlar ve anıştırmalarla örülmüş kısa sayıklamalara sahne olduğu için okuduklarımı da kavrayamadım. Sabah dokuzda kalktı. Dışarıda otunu içti. “Nerden buluyorsun bunu?” diyecektim, vazgeçtim. Çayı demledim, iki hormonlu yumurta kaynattım. Oturduk. “Horluyorsun,” dedim. “Evet,” dedi. “Her insan farklı sesler çıkarıyor. Sen Marlyn’i dinlememişsin, onun horultusu, horlayan bütün insanları, uykudan uyandırıyor.” “Çok güzel bir kadın,” dedim. Yumurtayı kabuğuyla ağzına atıp çiğnerken, “Evet,” dedi. “Farkın, gücün ve gururun varlığını dayatan, dayanılmaz bir güzellik. Baktığı her ruhun yapısını söküyor, onu parça parça ram ediyor kendisine. Güzelliğiyle herkesi ihtiyaç duygusu içine sokuyor, sonra da bu duyguların altında eziliyor.” “Kimliği belirsiz biri galiba?” dedim. Peyniri ekmeğin arasına yerleştirdi, çaya daldırdı, ağzına attı. Hiç sormadım,“ dedi. “Kimliğinin karanlık dibinden bakıyor. Ama kendi dilinin içinde düşünmüyor; bilincinin, dışsal şeylerin istilası altında olduğu sanısına kapılıyor ve bağırıyor.” Sustum. Üç bardak çay içti. Teşekkür etti. Çıkıp gitti.
22
analiz yorum
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
Emperyalist kapanda Emperyalizm Ortadoğu’da ekonomik, siyasi dengelerinin boğulmaması için Kürt devriminin boğulmasını istiyor. Çünkü kendilerinin çizdiği 1920 sınırlarının yok olması her açıdan emperyalizmi doğrudan ilgilendirir Üzerine ölü toprağı serpilen toplum uyanıyor yatağından. Ezilen ulus ve halkların uyanışı daima korku salmıştır düşmanları olan emperyalizm ve hâkim ulus devletlerine. 19 Temmuz 2012’de Kürtler, Esad diktatörlüğünün karakol, kışla, devlet kurumlarını ele geçirdi. Suriye rejiminin içinde bulunduğu siyasi krizden dolayı fazla kan dökülmeden Kürtler çeşitli azınlıklarla birlikte devletin hâkimiyetine son verdi. Fiili olarak demokratik özerk yönetimler tabandan örgütlenerek gelişti, ilerledi. Adı konulmayan özerklik, öz olarak bütün ulusal katmanların içinde olduğu silahlı güçlerle güvenceye alındı. Yüzyıllık faşist rejim Kürt ulusunun devrimci, demokratik, ulusal güçlerinin öncülüğünde sonlandırıldı. Hiç kuşku yok ki Kürdistan tarihine geri dönülemez şekilde Batı Kürdistan devrimi eklendi. Artık Batı Kürdistan’da Esad diktatörlüğünün ordusu, hukuku, yasaları yoktur. Araplaştırma üzerine kurulu asimilasyoncu eğitim sistemi yoktur. Kürt ulusunun kendi öz silahlı güçlerine dayanan ulusal iktidarı vardır. Devrim eskiyi yıkmış yerine yeniyi kurmuştur. Tarihsel olarak emperyalizmim kukla devletleri olan Irak, İran, Türkiye her türlü yolla Batı Kürdistan’ın devrimini boğmaya çalışıyor. Emperyalizm Ortadoğu’da ekonomik, siyasi dengelerinin boğulmaması için Kürt devriminin boğulmasını istiyor. Çünkü kendilerinin çizdiği 1920 sınırlarının yok olması her açıdan emperyalizmi doğrudan ilgilendirir. Batı Kürdistan devrimi biçim ve içerik olarak ulusal burjuva demokratiktir. Desteya Bilind a Kurd (Yüksek Kürt Konseyi) devrime önderlik etmektedir. Desteya Bilind ta başından beri kurulmuş bir ulusal cephedir. Desteya Bilind’in bünyesinde burjuva reformcu, devrimci ulusalcı örgütler olduğu gibi devrimci örgütler de vardır. Sınıf temelli devrimci örgüt ve çevreler ulusalcı güçler kadar güçlü değildir. Ağırlıklı olarak sosyalist hedef değil, burjuva demokratik Kürdistan amacı toplumsal güncelliğini korumaktadır. Devrimin itici güçleri sadece ezilen sınıflar değildir. Yüzyıllık Suriye diktatörlüğünün faşist baskısı altında inleyen Kürt ulusunun
bütün katmanlarıdır. Bu nedenle sadece PKK-PYD temsilcilerinin açıklamalarından gelişmeleri değerlendirmekten ziyade bölgesel koşullarda nesnel olarak ortaya çıkan ve bütün Ortadoğu’yu etkileyen Batı Kürdistan devriminin içeriğine, gelişmelerin önemine bakmak zorundayız. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra galip emperyalist devletler Ortadoğu haritasını belirledi. Kürdistan’ı dört parçaya böldüler. Sanıldığı gibi Misak-ı Milli (ulusal sınır)lar Türk, Arap, Fars ulusal güçleri –devletleri tarafından belirlenmedi. Savaşın galipleri olan İngiltere, Fransa’nın başını çektiği emperyalist blok tarafından Kürdistan parçalanırken Türkiye, Suriye, İran, Irak’ın sınırları da belirlenmiş oldu. Bu sınırlar savaşın içinde yapılan gizli antlaşma olan Sykes- Picot’a (1916) dayanır. 1920 Nisan San Remo (İtalya) antlaşmasında hükme bağlanmıştır. Sadece sınırlar da çizilmemiş Filistin, Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, İran, Türkiye’nin hangi emperyalist devletlerin mandası ve denetimi altında olacağı da belirlenmiştir. 1920’de oluşturulan coğrafisiyasi yapı petrolün güvenliğini almaya yöneliktir. 20. yüzyılda Kürdistan tarihinin her safhasında emperyalizm soykırım
siyaseti vardır. Suriye, Irak, İran, Türkiye devletleri Kürt ulusunun dilini, kültürünü, tarihini, doğasını yok etmek, politik, siyasi özgürlüklerini –haklarınıinkar edip savaşmakla kalmadılar Kürtlerin yok edilmesi siyasetini yürüttüler. Soykırım ve katliamlar tarihi bu gerçeği fazlasıyla kanıtlar. Dört devletin faşist özünde somutlaşan imha ve asimilasyon siyaseti bütün 20. yüzyıl boyunca kesintisiz devam etti, ediyor. Elbette 1920’de sadece Kürtleri değil Arapları da parçaladılar. Arap ulusunu çok parçalı devletlere boğdular. Kürtleri ise devletten yoksun bıraktılar. Ortadoğu ve Filistin’de bugün akan kan, iç savaşlar tamamen emperyalist hâkimiyetin kanlı sonuçlarıdır. Kürt ulusal bağımsızlık hakkına esaret halkasını takan, Kürtlere ulusal kölelik dayatan emperyalizmdir. 1920’de belirledikleri sınırların korunması ekonomik çıkarların -petrolün denetimi anlamına gelen- korunması demekti. Bunun için her yol ve yöntem denenmiştir. Halk düşmanı anti-komünizm cephesinin kanlı diktatörlüklerini inşa ettiler. Feodal beyleri işine geldiği gibi krala çevirdiler. Kürdistan’ın, Ortadoğu’nun, Afrika’nın petrolü, kaynakları ve halkın artı-emeği tekelci burjuvazinin cebine akıttılar. Kürdistan üzerinde
ulusal baskı ve sömürü bu işbirlikçi kukla devletler aracılılığıyla gerçekleşti. Bu emperyalizm çağına uygun tekelci burjuvaziden asla bağımsız olmayacak ulusal baskı türüdür. Bazıları halen emperyalizmin, Kürdistan üzerindeki kanlı elini görmüyor, görmek istemiyor. Kürdistan’ı parçalayan güçlerin aynı zamanda Kürt ulusal bağımsızlığını engellediklerini de görmezden geliyor. Oysa emperyalizm hesaba katılmadan Kürt ulusal sorunu tartışılmaz bile. Bu nedenle fiili özerk olan Kürdistan parçaları bağımsızlıklarını ilan etmiyor. Birlik oluşturamıyor. Çünkü emperyalizm denetimine giren hâkim ulus devletlerin uşağı olan işbirlikçi sınıflar vardır. Grup çıkarlarının ulusal çıkarlarının önüne konulduğu uzun zaman oldu. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ortaya çıkan devrimci süreçle 1920’lerin sınırları hükmünü yitirdi. Toplumsal yapının gerisinde kalan kanlı rejimler toplumu yönetemez duruma gelmekle kalmadı, halk kitleleri, ezilen ulus ve azınlıklar da artık bu faşist yönetimleri kabul etmeyeceklerini ortaya çıkardıkları bağımsız eylemleriyle ortaya koydular. Bir kez daha gördük ki eğer kendiliğinden patlak veren halk hareketlerine önderlik edecek komünist parti yoksa toplum ve halkı tüketen, değer ve
analiz yorum
1-16 EYLÜL 2013 Halkın Günlüğü
filizlenen devrim
zenginliklerini yok eden, kurtuluş ve özgürlük amacından yoksun bir iç savaşa sürüklenir ülke…Çünkü emperyalizm sayısız bağlantı ve ilişkileriyle para, araç akışıyla çelişkileri derinleştirir ve birbirini tüketen savaşa sürükler toplumu... Suriye’de yaşanan budur. Mısır kanlı iç savaş yoluna girmiştir. 20 yüzyılda kahramanca ulusal kurtuluş savaşları verildi. Fakat bu ulusal burjuvazinin, emperyalizmin emrine girmesine engel olamadı. 200’den fazla devletin olduğu dünyada tamamlanacak ulusal bağımsızlığın son halkalarından biri de Kürdistan’dır. Yüzyıllık esareti kırmaya çalışan Kürt toplumu siyasal yazgısını eline almak istiyor. Bu nedenle Batı Kürdistan devriminin ortaya çıkması Kürt ulusu açısından tarihi bir önem ve ilerlemedir. Diğer yandan Kürtleri ulusal baskı altında mevcut haliyle tutmanın olanağı fiilen sonlanmıştır. Elbette daha büyük savaşların verilmesi devrimin yenilgiye uğraması da mümkündür. Ama böylesi bir yenilgi çok daha büyük bağımsızlık arzusunun harcı, toplumsal deneyimi olacaktır. Türk devletinin Batı Kürdistan devrimini
boğmak için bütün yollara başvurması boşuna değildir. Çünkü Batı Kürdistan’a bakarak kendi sonunu görmektedir. Nesnel koşullar faşist Türk devletinin siyasetini boşa çıkarmıştır. Beslemeleri olan çeteci, cihatçı örgütleri onları kurtaramayacaktır. Durum buyken sosyal şoven akımların katil Esad diktatörlüğünü anti-emperyalist görüp Batı Kürdistan devrimine ağız birliğiyle saldırmaları hakim ulus burjuva ideolojisinin ezilen sınıf mücadelesinin içine sızmasıyla açıklanabilir. Bu düşünceler burjuvaziye hizmet etmektedir. Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkı vardır. Esad diktatörlüğüne son veren fiili olarak özerk demokratik yönetim oluşturan Batı Kürdistan devrimine saldıranlara karşı durmak görevdir. Bir kez daha belirtmeliyiz ki bağımsızlık hakkından vazgeçerek uzlaşma ve entegrasyon çizgisine sapan Kürt Ulusal Hareketi nesnel devrimci koşulların gerisinde kalmıştır. Onlar ‘devlete karşıyız’ deseler de Kürt ulusu devletleşmeye doğru ilerlemektedir. Bu toplumsal bir olgudur ve engellenemez. Sadece burjuva değil 20. yüzyılda sosyalist ulus devletler deneyimleri yaşandı. Kürdistan’ın dört parçasında bugün ezilen sınıflar komünist önderlikten yoksun olsalar da kapitalizm ve sosyalizm arasındaki uzlaşmaz çelişki silikleştirilemez. Türkiye ve Kürdistan devriminde ulusal özgürleşmeyi devrim amacımızdan biran olsun ayıramayız. Komünist hareket için emperyalistlerin çizdiği sınırların bir
hükmü yoktur, olamaz da. Batı Kürdistan devrimi, Türk devletini, faşist diktatörlükleri ilgilendirdiğinden çok daha fazla proleter hareketi ilgilendirmektedir. Çünkü Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi amacı uğruna örgütlemeye çalıştığımız Kürt işçi, emekçi, köylü, geniş halk kitlelerinin, keza çeşitli azınlıklardan halkımızın bir parçası bugün ulusal burjuva amaç için devrimin itici güçleri arasında Batı Kürdistan’da savaşmaktadır. İdeolojik ve siyasi amaç bakımından demokratik burjuva ulusalcı önderlik altında binlerce Kürt ezileni silahlara sarılmış ulusal demokratik, meşru hak talepleri ve hakları için savaşmaktadır. Kürt devriminin boğulması proletaryanın yararına değildir, olamaz. Batı Kürdistan devrimine emperyalizmin oyunu diyen Esad diktatörlüğünün yanında saf tutan ‘sosyalist’ maskeli sosyal şovenlere karşı ideolojik mücadele vermek gerekmektedir. Biz enternasyonal proletaryanın bir kolu olarak uluslararası komünist devrimci hareketin devrimci amaçları için çalışıyoruz. İlişkide olduğumuz ayağımızı bastığımız bu topraklarda devrimin yolunu bizler inşa edeceğiz. Sosyalist bir Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu arzusu hayali bir söylem değil, mücadelenin realistidir. Kürt ulusunun haklarını gasp edenlere karşı savaşmak da bizim görevlerimiz arasındadır. Ortadoğu Kürdistan’ın iç savaştan kurtulmasının tek yolu emperyalist
23
halkayı kıracak olan komünist mücadelenin gelişmesine bağlıdır. Bütün burjuva önderlikler emperyalizme bağımlıdır. 20. yüzyıldan günümüze halkımıza ölüm ve gözyaşı getirdiler. Bu nedenle düne göre bugün devrimci nesnel koşullar çok daha muazzamdır. Komünist hareket her türden baskıya karşı savaşacak ideolojik öze, siyasi netliğe, politik deneyime sahiptir. Ezilenlerin gerçekten özgürlüğü için işçi sınıfı, emekçi köylülük, geniş halk kitlelerinin kendi kızıl bayrağı altında toplama görevini mutlaka yerine getirecektir. Uzlaşmacı, entegrasyoncu, destekçi, kuyrukçu değil; devrimci proleter bağımsız politikasını sürdürecektir. İşte bu nedenle her türlü komünist hareket bütün sorunların çözüm muhatabıdır. Suriye’de iç savaşı körükleyen Suriye’yi amaçlarına uygun yeniden yapılandırmak isteyen silah, para, insan sağlayan Kürt, Arap ve çeşitli azınlıkları katletmek için cihatçı çetelerini salan emperyalist işbirlikçi faşist Türk devletinden çözüm, demokratik yaklaşım, eşit yurttaşlık beklemek ham hayaldir. Bunu “Türk-Kürt ittifakı” olarak tanımlamak ise uzlaşma çizgisindeki kabul edilemez seviyedir. Bu ittifakçılarla halkın çıkarı asla yan yana getirilemez. Kürt-Türk ittifakı Kürtlerden koparılan tavizler –KUH üzerinden- sınıfların kurtuluş amacına hizmet etmiyor. Aksine daha katmerli baskı ve sömürü anlamına gelmektedir. Bizler Batı Kürdistan devriminin boğulmasına karşı dururken, Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkını her şart altında savunuyoruz. Bunu mücadelemizin bir parçası olarak kavrıyoruz. Temel görevimiz ise ezilen sınıfları devrim amacı uğruna örgütlemektir. Devrimci savaş çizgisini geliştirmek, proleter çizgiyi ilerletmektir. Milyonlarca ezilenin kurtuluş yolu buradan geçer. Bu nedenle Kürdistan’ın Serêkanî’sini – hâkim devletlerin Ceylanpınar ve Resulayn dedikleri toprakları- ikiye bölen mayın cehenneminin her iki yakasında halkımıza sıkılan kurşunlar özünde bize sıkılmıştır. Bu kurşunların anlamı ve hedefi aynıdır. Bu gerçeği anlamayanlar ezilen halkların kardeşçe birliğini ve ortak mücadelesinin enternasyonal özünü de anlayamaz. Tarihte olduğu gibi bugün de burjuvazi kendi sınıf amacı için devrimci işçi sınıfı hareketi ise toplumun özgürlüğü ve kurtuluşu için mücadele yürütecektir. Bu uzlaşmaz çelişkiyle devrim mücadelesi yoluna devam edecektir. Zafer mutlaka ezilenlerin olacaktır.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96 Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL
Abdullay Kalay Bernadin Politikaya dewletê ya dîlên nexweş tevahî gumanek e. Li hemberî berteka raya giştî dewletê çend dîlên nexweş tahliye kirin, lê li ser jêderka arîşeyê nasekinin, ji nêrîna dijmintî ya xwe deman (tawîz) nadin. Li rojên dawî li hemberî pirsgirêka tendûristî dîlên nexweş Kemal Avcı û Sabrî Kaya hatin tahliyekirin, encama sedan dîlên nexweş ku ji heman pirsgirêkê tê dikoşin ne diyar e. Ji wan dîlên nexweşan Abdullah Kalay û Erol Zavar ku heta îro gelek caran serlêdan hate dayîn bêencam manê. Dewlet, çaxtê ku dîlên nexweş ji nexweşiyan xwe bê vegerî dibin ji zîndanan berdidin. Şopîna tahliyekirina dîlên nexweş ên berê û îroyîn jî ew encamê derdixe holê.
Kalay kî ye? Kalay, di Mijdara 1992’an de ji doza TKP(ML) hat girtin, 9 sal 2 meh girtî ma. Darizandina Kalay berdewam dikir ji girtîgehê hat berdan, bêgirtî darizandina xwe domiya. Di 2008’an de Dadgeha 11’an cezayê muhebbetê da, di 2009’an de jî yargitayê ew qebûl kir. Kalay, di 1996’an û 2000’an de beşdarî ‘berwedana rojiya mirinê’ bûbû . Kalay, qirkirina ku navê ‘operasyona vegerina jiyanê’ dabûn
ji Girtigeha Bayrampaşayê bi îşkenceyan sevkî gitigeha Edirneyê hat kirin. Kalay, him beşdari berxwedana 1996’ê him jî beşdarî 2000’an bû û li ser wan sedeman nexweşiyên giran wergirt. Dila Kalay ji sedi 35 dixebite. Kalay ku nameyek ji çapemeniyan re şandibû wer bi lêv dikir: ‘Ji girtîgeha Kocaeliya 2’emîn a F’yê de bi giredayê tendûristiya dinivîsim. Bi sedema nexweşiya min a domdar û giran e ku ez maruz mame rîska mirinê dihewînim û nikarim jiyana xwe bi tenê berdewam bikim. Di dîroka 12 Avrêl 2012’an de li girtîgeha ku ez dimam min rawestanadil derbas kir. Reha min a arter a xitimî anjiyo hat kirin, stend lê kirin. Rehek min ketiye rewşa bêxebitî. Xitimî, yanî mirî… Min ku krîza dil derbas kir,min piştî saetek nîv ji aliyê rêveberiya girtigehê ve birin nexweşxanê. Li ser sedema mudahaleya dereng şaneyên min ku piranî xwedi dilê dikin mirîne nayên başkirin, xesar dîtîne. Li gor analizên EKO’ yên Fakulteya Tipa Kocaeliyê dil amin ji %35 dixebite,%65 naxebite. Doktar rewş wisa bi lêv dikir; ‘‘ji nû ve ihti-
male derbaskira qriza dil mezin e. Dila te li gor hewcetiya laşe te xwîn pompa nake. Dil , bi rawestanadil –bi bo dereng tekili pê kirine- birîn girtiye û xirabe bûye û normal bûyîn jî gelek zor e. Bo xirap bûyîna rewşe kêmasiya giran a dil, dijwariya bêhngirtin, şok hwd. dijî û ew helwest jî îhtîmale te yê mirinê zêde dike.’’ Niha di analîzên nû de rîtma dil xirab derket. Sintigrafî hat kirin. Encama sîntifrafî jî xirabe derket. Têrnekirina , dila ku %35 dixebitiya ketiye %32 û di rehên din de jî tengbûyîn tespît hatiye pê. Di dîroka 12.08.2013’an de ji nû ve anjiyo hat kirin. Di du rehên min de tengbûyîn û têrnekirina dil hat tespît kirin. Mina tespît û hişyarîyên ku doktoran ji serî da kirin, bêhngirtina bêhêz dikişinim; têrnekirina dil e. Ritma dila min xirabe bûye, dila min ji %32 dixebite . Di du rehê min de ji %70 tengbûyîn heye û ji kêliyekê rîska xitiminê heye. Ew rewş jî dibe pirsgirêka sedama hişçûnê, jana pişt û navpişt,tevzîna pîl û qoran hwd. Bûyîna xebitina dila min a ji %32, sedemên ku min jor jî bi lêv kiribû bi taybetî jî têrnekirina dil û arîşeyên min tevahî rîska mina mirinê mezin dikin.
Qriza dilek nû-rasterast- mirin e. 9 cure derman ez bi kar tînim. Bi sedemên Rojiya Mirin a 1996 û 2002’an nexweşiyên min ên din jî hene: wernikekorsakof,ji %27 windabûna bihîstinê, di guhan de şinşingîn, romatizma, tengbêhniya tewrînekî , ji hustû(stû) de dûzbûyîn, di rovî de jan û zû bi zû vîrik û pirsgirêka têrnekirina dil tê jiyîn… Min du car li serlêdana Adlî Tibê kir, lê belê wana bê lêkolîn û mûayeneyan ‘dile xwe dixebite’ gotin û min red kirin. Sazîya Adlî Tipê rewşa orgeneral Ergin Saygin j imin baştir dîtiye û helwestekî neyaksanî kiriye û helwesteki bîrdozi wergirtiye. Ew jî li gor daring û madeyên mafê mirovan û AİHM’ê(bi tirki dozgeriya mafa mirov an Ewrupayê)li dijî medeya neyeksanitî ye. Ji bo nexweşiyên min ên giran, domdar û bêtîmar rîska mirine dijîm. Girtigehan makineyên çekirana mirinan hat guherandin. Ji bo rawestandina vê rewşê, ji bo pêkanîna derxistina dîlên nexweş pêjnkarî û têkildarî dixwazim. Ji niha ve bo têkildariya we spasiyen xwe peşkeş dikim.’