sf 12-13
Halkın adaleti Altınbilek’i buldu Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne bağlı Partizan Halk Güçleri (PHG) komünist önder İbrahim Kaypakkaya, Ali Haydar Yıldız ve Mahir Çayan gibi çok sayıda komünistin, devrimcinin katlinden sorumlu olan faşist Albay Fehmi Altınbilek’i 7 Haziran günü İstanbul Beşiktaş’ta cezalandırdı. İşlediği suçların dosyasının kabarık olduğunu bilen Altınbilek yıllardır devrimcilerden kaçarak sahte kimlikle yaşarken MKP’nin adaletinden kaçamadı. sf 04-05
Halkın Günlüğü
15-30 HAZİRAN 2015 Yıl: 4 Sayı: 101 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
Halkın iradesi barajları yıktı 9 DHF’li tutuklandı f
GÜNCEL
02
Toplumsal muhalefetin güçlenmesiyle birlikte devlet uydurma fezlekeleriyle, soruşturmalarıyla ve burjuva medyasıyla devrimci, demokratik kurumlara saldırılarını arttırdı. 27 Mayıs günü Demokratik Haklar Federasyonu'na ve gazetemize yönelik düzenlenen polis baskınları sonucunda 27 DHF üyesi gözaltına alınırken bunlardan 9’u tutuklandı. Saldırılara karşı ülke genelinde alanlara çıkan DHF’lilerdevletin tutuklama saldırılarının demokratik haklar mücadelesini engelleyemeyeceğini belirterek mücadeleyi büyütme çağrısında bulundu.
İşçi direnişleri devam ediyor
AKP iktidarının pervasız saldırıları ve manipülasyonları sonucu oldukça gergin politik bir atmosferde gerçekleşen 7 Haziran Genel Seçimleri ve ortaya çıkan siyasal sonuçları, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın önümüzdeki siyasal dengelerini belirleyecek bir içerik taşıyor. Kuşkusuz ki 7 Haziran genel seçimlerinin belirleyen aktörü HDP ve onun çatısı altında birleşen ittifak güçleri oldu. HDP’nin faşist diktatörlüğün gerici barajlarını yıkması ve beklenenin üstünde bir başarı
08
Toplumsal güçler seçime damgasını vurdu
elde etmesi Erdoğan’ın başkanlık sistemi başta olmak üzere, AKP’nin tek başına hükümet olma vb hayallerini yerle bir etti. Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı/çıkaracağı yeni siyasal dengeler kuşkusuz ki önümüzdeki sürecin toplumsal mücadele zeminini daha da keskinleştirip güçlendirecektir. HDP ve ittifak güçleri seçimlerde ki birlikteliği esas alarak yakaladıkları bu politik başarıyı, toplumsal mücadeleyi örgütleyip güçlendirerek daha da ileriye taşımalıdır.
14
Direnmek ve mücadele etmek meşrudur
20
02
güncel haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Faşizmin toplumsal güçlere yönelik saldırıları devam ediyor
Toplumsal muhalefetin ivme kazanmasıyla beraber demokrasi güçleri yine faşizmin gözaltı ve tutuklama saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Demokratik haklar mücadelesinin önemli mevzilerinden biri durumda olan Demokratik Haklar Federasyonu’nu üyelerine dönük gözaltı saldırısında 9 DHF’li tutuklandı Devletin tüm pervasızlığı ile devrimci ve demokratik güçlere yönelik saldırıları devam ediyor. Gün geçmiyor ki baskın, gözaltı ve tutuklama haberi gelmesin. Devletin kendi gerici saltanatını
sürdürmek ve daha da sağlamlaştırmak için kendisine tehlike olarak gördüğü devrimci ve ilerici toplumsal dinamikleri bastırma politikası, kuruluşundan beri sistematik bir politika olarak süregelmiştir. Toplumsal güçlere yönelik bütünlüklü saldırılar karşısında yükselen toplumsal muhalefeti bastırmak için her türlü hazırlığı yapan devlet son olarak çıkarmış olduğu İç Güvenlik Yasası ile kendi gerici saldırılarına meşruluk kazandırmaya çalışmıştır. İç Güvenlik Yasası ile tüm toplumsal tepkileri ve demokratik eylemleri suç kapsamında değerlendirerek engellemeye çalışmaktadır.
DHF yine saldırıların hedefinde Meşru bir zeminde ve devrimci bir perspektifle toplumsal mücadele alanında faaliyet yürüten Demokratik
Haklar Federasyonu (DHF) kuruluşundan beri onlarca kez devletin sistematik saldırılarının hedefi olmuştur. Defalarca kez baskın, gözaltı ve tutuklamalara maruz kalan DHF'nin onlarca faaliyetçisi düzmece gerekçelerle tutuklanarak hapishanelere atılmıştır. Yine onlarca DHF üyesi ve taraftarı hakkında katıldıkları demokratik eylemlerden dolayı soruşturmalar açılmıştır. DHF'ye yönelik saldırıların sonuncusu ise 27 Mayıs’ta gerçekleştirildi. İstanbul merkezli gerçekleştirilen polis baskınlarında onlarca ev basılarak 30'a yakın DHF üyesi ve taraftarı gözaltı terörüne maruz kaldı. Üç gün boyunca Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında tutulan DHF üyeleri ve taraftarları üçüncü gün mahkemeye çıkarıldılar. 1 Mayıs, Berkin Elvan ve 18 Mayıs anma etkinliklerine katıldıkları gerekçesiyle mahkemeye çıkartılan DHF üye ve taraftarlarından 15'i tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, 9 DHF'li ise tutuklanarak Metris Hapishanesi’ne gönderildi. Yine baskınlar kapsamında Halkın Günlüğü Gazetesi çalışanlarının kaldığı evde basılarak dağıtılmış ve bilgisayarlara el konulmuştur. Baskında evde bulunan DHF-HDP ittifak Milletvekili Erdal Ataş'ın bilgisayarına da polislerce el konulmuştur. Baskınlar kapsamında Halkın Günlüğü Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Serdar Kaya hakkında da yakalama kararı çıkartılmıştır. Tutuklanarak Metris hapishanesine konulan DHF’lilerden dördü Metris hapishanesinde kalırken
beş DHF üyesi ise Silivri L Tipi Kapalı Hapishanesi’ne sevk edildi.
Soruşturma kapsamında arananlar ifade verdi DHF ve Halkın Günlüğü Gazetesi’ne yönelik baskınlar kapsamında ifade veren DHF üyeleri Soner Gündüz ve Mert Hasret Çalışkan ile Burhan Tekin ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Halkın Günlüğü Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Serdar Kaya’da soruşturmalar kapsamında ifade verdi. Kaya’ya yönelik suçlamalar içerisinde ‘örgüt üyeliği, örgüt propagandası yapmak ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet etmek’ gibi suçlamalar yer alıyor. Savcılık tarafından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen Kaya, mahkeme tarafından denetimli serbestlik şartıyla bırakıldı.
Saldırılar yurtiçi ve yurtdışında protestolarla karşılandı DHF'ye yönelik gerçekleştirilen baskın ve gözaltılar yurtiçi ve yurtdışında gerçekleştirilen kitlesel eylemlerle protesto edildi. İstanbul (Gazi-Taksim-Sarıgazi), Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Dersim, Amed, Mardin, Erzincan, Eskişehir ve Antalya'da DHF tarafından gerçekleştirilen kitlesel eylemlerle saldırılar protesto edilerek, mücadeleyi büyütme çağrısı yapıldı. Yapılan eylemlere birçok devrimci, demokratik kurumda katılarak destek verdi. Yine yapılan saldırıları protesto etmek ve dayanışmayı yük-
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
03
seltmek için YÇKM'nin çağrısı ile yapılan açıklamaya yüzün üzerinde aydın ve sanatçı imza atarak gözaltına alınanları sahiplenme çağrısında bulundu. Saldırılar yurtiçinde olduğu gibi yurtdışında da gerçekleştirilen kitlesel eylemlerle protesto edildi. ADHK tarafından Avrupa'nın Berlin, Hamburg, Hannover, Köln, Stuttgart, Viyana, İnsburg, Paris, Zürih ve Londra kentlerinde gerçekleştirilen protesto eylemlerine diğer devrimci kurumlarda katılarak destek sundular.
3 Haziran'da İstanbul'da Halk Cephesi’ne yönelik olarak gerçekleştirilen baskınlarda onlarca kişi gözaltına alınmıştır. Baskınlar kapsamında Gazi Mahallesi’nde bulunan Yürüyüş dergisinin merkez bürosu da kapıları kırılarak basılıp talan edilmiştir. Baskınlar Gazi Mahallesi başta olmak üzere birçok yerde yapılan eylemlerle protesto edilmiştir.
SDP ve Gelecek Gazetesi’ne baskın
Devletin devrimci ve demokratik güçlere yönelik saldırıları bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da daha da pervasızlaşarak devam edecektir. Sistemin içinde bulunduğu durum ve toplumsal mücadelenin aldığı ve alacağı boyut buna işaret etmektedir. Nesnel durum bu kadar açık ve net olmasına rağmen, devrimci ve ilerici dinamiklerin hazırlıkları ve bütünlüklü siyasal yönelimleri bunu karşılayacak ve püskürtecek yetenekte değildir. Birlikte hareket etme noktasında son dönemlerde önemli bazı adımlar atılsa da hala oldukça yetersiz bir yerde durmaktadır. Toplumsal mücadeleyi ve devletin saldırılarını püskürtmenin esas içeriği başta devrimci güçler olmak üzere, tüm ilerici toplumsal dinamiklerin birlikte mücadeleyi geliştirmelerinden geçmektedir. Biz dahil tüm kesimler bu gerçeği vurgulamasına rağmen ne hikmetse adım atmada oldukça geleneksel ve atıl davranılmaktadır. Hiçbir ideolojik ve politik kaygı birlikte mücadelenin önünde engel değildir ve asla birlikte mücadelenin önüne çıkarılamaz. Bu anlamda önümüzdeki sürecin keskin toplumsal mücadelelerine hazırlıklı olmak için tüm toplumsal güçlerin geri ve grupsal kaygılardan sıyrılarak birlikte mücadelenin zeminini güçlendirmeleri gerekmektedir. Bu artık bir tercih değil, zorunluluktur.
Devletin saldırılarına maruz kalan bir diğer kurum ise SDP ve Gelecek Gazetesi oldu. 26 Mayıs'ta SDP Kadıköy ilçe örgütü ve aynı binada bulunan Gelecek Gazetesi’ne baskın düzenleyen polis, 7 kişiyi gözaltına alarak Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürdü. İçerde molotof bulunduğunu iddia ederek baskın düzenleyen polis, parti binası ve Gelecek Gazetesi’ni dağıtmıştır. Dört günlük gözaltı süresinin ardından mahkemeye sevk edilen SDP ve Gelecek Gazetesi çalışanlarından 6'sı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, Gelecek Gazetesi çalışanı Ufuk Erhan tutuklanarak hapishaneye gönderildi. SDP ve Gelecek Gazetesi’ne yönelik olarak gerçekleştirilen baskın ve gözaltı terörü birçok yerde yapılan eylemlerle protesto edildi. Ayrıca SDP ve Gelecek Gazetesi İstanbul İHD'de birçok kurumunda katıldığı bir basın toplantısı düzenleyerek saldırıları teşhir etti.
Sistematik saldırıların hedeflerinden biri de Halk Cephesi Devletin sistematik saldırılarının hedefinde olan kurumlardan biri de Halk Cephesi ve Yürüyüş dergisidir. Onlarca kez gözaltı, baskın ve tutuklamalara maruz kalan Halk Cephesi'nin onlarca çalışanı tutuklanarak hapishanelere konulmuştur. Son olarak
Saldırıları birleşik mücadeleyi geliştirerek püskürtelim
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
TEKÇİ FAŞİST T.C.’NİN ÇÖKEN KARŞI-DEVRİMCİ BARAJI, YENİ BARAJLARI YIKMAYI KOŞULLUYOR!
K
arşı-devrimci iktidarlar, iktidarlarını pekiştirmek için oldukça çeşitli, teorik pratik bin bir türlü politikalar gerçekleştirirler. Bizimki gibi emperyalizme bağımlı komprador tekelci burjuva diktatörlüğün faşist karakterli T.C. devlet gerçekliğinde bu durum daha kaba ve daha belirgin bir şekilde yapılmaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin kendi irade ve öz güçleriyle demokratik bir şekilde temsiliyeti yerine, bizzat devlet ve onun yasaları üzerinden önlerine çeşitli engeller yani barajlar örülerek örgütlenme hakları ve mücadelelerine karşı barikatlar kurarlar. Temsili parlamenter-bürokratik gerici burjuva devletin bir biçimi olarak bir yandan halkın doğrudan söz, yetki, karar, denetim vb. mekanizmaları bir kenara bırakılıp temsili-dolaylı parlamenter sistemde ısrar edilirken, diğer yandan buna dahi %10 seçim barajı şartı katılarak önemli barikatlar oluşturulmuştur. 12 Eylül askeri faşist darbesinden çok daha önceleri ve hatta T.C. tarihinin ilk süreçlerinden itibaren halk kitlelerinin dolaylı da olsa temsil hakkı sürekli engellerle örülmek suretiyle de tekçilik dayatılarak icra edilmiştir. Bu noktada özellikle Kürt Ulusal Hareketi, Alevi vd. inançlara mensup örgütlü kesimler, tekçi faşist yasa ve anayasalarla sürekli engellenmiştir. Bu temelde daha ziyade parçalı ve blok şeklinde örgütlü hareket edilmelerinin önüne de geçilmiştir. %10 seçim barajıyla şimdiye kadar esasta başarılı olduklarını görüyoruz. Her ne kadar Kürt Ulusal Hareketi’ne mensup temsilci ya da adaylar bu seçim barajına karşın, tekçi faşizmin her türlü baskı ve kuşatması, gözaltı ve tutuklamaları, tehdit ve şantajlarıyla gerçekleştirdiği karşı-devrimci tasfiye politikalarına rağmen, inadına militan bir direniş ve mücadeleyle sınırlı sayıda güçlerini meclise taşımayı başarsa da katı engeller ve tasfiye yönelimi hiç bitmemiştir. İşte son 7 Haziran Genel Seçimleri ile HDP özgülünde elde edilen başarı itibariyle, Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilen ve sömürülenlerinin örgütlü güçlerine yönelik örgütsel tasfiyenin önemli bir parçası olan %10 seçim barajının da boşa çıkarıldığını görüyoruz. Aslında bu noktada çöken, sistemin bugüne kadar ki önemli bir karşıdevrimci politikası ve tekçi faşizm temelli uygulamasıdır. Karşı devrimden önemli bir parça koparıldığı söylenebilir. Bu zamana kadar ki anti-demokratik ve faşist politikalarla gasp edilerek zorla elde edilen irade temsiliyeti ve temsilcilerinin geri alınmasıdır. Bu durumu, sadece Erdoğan ve AKP hükümeti-iktidarının başarısızlığı olarak sınırlandırmak doğru olmasa gerek. Zira bizzat devletin bekası ya da tekçi faşizmdeki temel referansları olan tek millet, tek dil, tek bayrak, tek devlet, tek vatan, tek din, inanç, mezhepçilik temelinde %10 seçim barajıyla
örülen temsili bürokratik parlamentosundaki uygulamanın çöküşüdür. Bu anlamda ortaya çıkan T.C. devlet mekanizmasının önemli bir engelinin boşa çıkarılması ve parçalanmış olması gerçekliğidir. Bu da sadece Erdoğan ve AKP ile sınırlı değil aynı zamanda CHP’sinden MHP’sine, BBP’sinden T.C. tarihi boyunca tüm düzen partilerinin ve ona yön veren devlet sisteminin bu halkada başarısız kılınması ve yenilgiye uğratılmasıdır. Bu anlamda geçmişten bugüne sadece parlamentoda değil, bizzat parlamento dışında toplum ve özellikle sokaklara örülen barajları yıkmak için ertelenemez görevler bizleri beklemektedir. Bu bilinçle, 7 Haziran Genel Seçimleri’nde içerisinden geçtiğimiz güncel somut siyasal gelişmeler ve izlediğimiz taktik politikaya ilişkin süreci doğru ve yeterince kavrayamayıp “parlamentarist, yasalcılığa saplanma, düzeniçileşme ve tasfiye” şeklinde okuyarak haksız eleştiri yürüten kesimlere aynı zamanda bir cevap olması açısından MKP önderlikli PHG güçlerinin tarihi eylemini de selamlamak yerinde olacaktır. Kızıldere’den Vartinik’e uzanan tarihin bu hükmü, bizlere ve her bir devrimci harekete yeterince öğretici dersler göstermektedir. T.C. devlet gerçekliğinde tekçi faşizmin tüm barajlarına karşı yasal ya da illegal, demokratik ya da gizli tüm mücadele alanlarında devrimci savaşta yoğunlaşarak ilerleyişimizi ne kadar pratikleştirirsek, hatalı, yanlış anlayış ve kavrayışların üstesinden de o kadar gelinebileceği gerçekliği bilinmek ve kavranmak durumundadır. Bunun için somut ve objektif şartların oldukça uygun olduğunu vurgulamak isteriz. Bin bir türlü taktik politika ile stratejimize hizmet etmek durumundayız. Yoksa o taktiklerin stratejimizi yemesi işten bile değildir. Bu temelde sübjektif özne olarak devrimci ve komünist güçlerin görev ve sorumluluklarını devrimci hünerleriyle yerine getirerek sınıf mücadelesinde özlenen ve istenen seviyeyi yakalamanın hiç de soyut ve hayal şeyler olmadığını hep birlikte göreceğiz. Şimdi aslolan parlamenter mücadele ile asıl mücadele biçimi olan parlamento dışı mücadeleyi ustalıklı bir şekilde birleştirmektir. Ya da legal, yasal mücadele ile aslolan illegal mücadelenin devrimci komünist bilinçle birleştirilerek sosyalist halk savaşını geliştirmek güncel ve somut bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Maoist komünistler bunun için yeterli bilince de, inanca da, kudrete de sahiptirler. Radikal devrimci militan çizgi ve savaşta ısrar ederek ilerleyişimizi sürdürelim.
04 MKP/PHG Fehmi Altınbilek’i güncel haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne bağlı Partizan Halk Güçleri (PHG) komünist önder İbrahim Kaypakkaya, Ali Haydar Yıldız ve Mahir Çayan gibi çok sayıda komünistin, devrimcinin katlinden sorumlu olan faşist Albay Fehmi Altınbilek’i cezalandırdı Maoist Komünist Partisi (MKP) komünist önder İbrahim Kaypakkaya, Ali Haydar Yıldız ve Mahir Çayan gibi sayısız devrimcinin katili olan, yıllarca JİTEM ve Kontrgerilla gibi ölüm mangalarında aktif görev yapan emekli Albay Fehmi Altınbilek’i cezalandırdı. Burjuva basında yer alan haberlerde, Altınbilek’in eşiyle oy kullanmaya giderken Beşiktaş’ta vurulduğu kaydedilirken ilk çıkan haberlerde Altınbilek’in üzerinden Çetin Oğuz isimli bir sahte kimlik çıktığı belirtildi. Emekli albayın örgütlerin ölüm listesinde olduğu için yıllardır sahte kimlikle dolaştığı kaydedilen haberlerde, Altınbilek’in ağır yaralı bir şekilde hastaneye kaldırıldığı iddia edildi.
MKP eylemi üstlendi Burjuva basın eylemi “42 yıl sonra örgüt intikamı” olarak yansıtırken, MKP 8 Haziran’da bir açıklama yayınlayarak faşist albayı cezalandırdığını duyurdu. Açıklamada “Kurucu önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşın aylarca süren işkenceler sonunda 1973 18 Mayıs’ında katledilmesi başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız yoldaşımızın faşist baskında katledilmesinden doğrudan sorumlu olan, yine Kızıldere’de siper yoldaşlarımız Mahirlerin katledilmesine imza atan, JİTEM ve Kontrgerilla gibi kanlı ölüm mangalarında aktif görev yapan, işkence ve katliamlarla dolu geçmişiyle halk düşmanı olarak nam salan azılı faşist Albay Fehmi Altınbilek, işlediği suçlarının karşılığı olarak, Partimiz önderliğindeki Partizan Halk Güçleri militanları tarafından İstanbul/Beşiktaş’ta 7 Haziran 2015 günü hak ettiği gibi ölümle cezalandırıldı.” ifadelerine yer veren MKP eylemde Altınbilek’in eşininse kaza sonucu hedef olduğunu belirterek özeleştiri verdi. Açıklamada devamla şu ifadelere yer verildi: “İşkenceci katil emekli Albay Fehmi Altınbilek’in MKP önderliğindeki PHG militanları tarafından ölümle cezalandırılması proleter adaletin gecikmiş de olsa devrimci tecellisidir. Halka, devrimcilere ve yoldaşlarımıza karşı işlenen suçların hesabı er ya da geç ama mutlaka ve mutlaka bir gün sorulacak! Bu, stratejik savunuya dayanan bir doğru olduğu kadar, aktüel ve pratik bir doğrudur da. Devrimimizin silahlı kuvvetleri kapsamında silahlı faaliyet yürüten PHG mutlaka sorulacak olan bu hesabın güvencelerindendir.
Halklarımıza, halkımızın kurtuluş davası uğruna katledilen devrimcilere ve büyük özgürlük serüveninde katledilerek ölümsüzleşen yoldaşlarımıza karşı sorumluluklarımızı bir an bile unutmadan komünist mücadelemizin kopmaz bir parçası olarak başvurduğumuz devrimci eylemlerimizle hesap sormaya devam ediyoruz, edeceğiz.”
PHG’den eylemin detaylarına ilişkin açıklama Öte yandan burjuva basın yıllardır ‘kaçan’ Altınbilek’e ait bilgilerin nasıl elde edildiğinin şaşkınlığını yaşarken MKP önderliğindeki PHG bir açıklama yayınlayarak, Altınbilek'in cezalandırmasını ilişkin bilgilendirmede bulundu. Yapılan açıklamada Altınbilek'e dair istihbari bilginin nasıl edinildiği açıklandı. Altınbilek’in uzun yıllardır hedefleri arasında olduğunu kaydeden PHG iki yıla yakın bir süredir alt birimlerine ilgili unsura ilişkin yanıltıcı istihbari bilgi geldiğini belirtti. “Bir anda çeşitli kanallardan gelişen bu veri akışını düşmanın muhtemel bir yem atma hamlesi olarak gören örgütümüz konu üzerinde ciddiyetle durmuş birimlerimize ulaşma peşinde olan istihbarat elemanı unsurlardan biri olan S.D. gözaltına alınmıştır. Yapılan sorgulamada ilgili unsur MİT personeli olmadığı sadece istihbari çalışmalarda kullanıldığı ve bunun karşılığında da para aldığı bilgisini vermiş kendisine zarar vermememiz karşılığında Altınbilek'in tüm bilgilerini bize getireceği pazarlığına girişmiştir. Hayatını kurtarmak için yalan söyleme olasılığına karşın gerekli önlemler alındıktan sonra bu unsura iki gün süre verilerek denetimli bir şekilde serbest bırakılmıştır. Bu süre sonunda kontra şefinin yeni kimlik bilgileri, Bursa, Erzincan ve Çanakkale'deki akrabalarının adresleri, Ortaköy'deki otel, Caddebostan ve Ataşehir'deki gayrimenkul detayları, oğlunun restoranının adresi, gelinin çalıştığı plaza, torununun gittiği okul, ABD'deki kızı vb. pek çok bilgi dosya
halinde sunuldu. Yapılan sağlamada bilgilerin doğru olduğu görüldü ve bir hareket planı çıkarıldı.” denilen açıklamada devamla şu ifadeler kullanıldı: “PHG, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketine musallat olan Menşevik tarzın yadsınması üzerinden kendini inşa etmiştir. Örgütlü ve profesyonel devrimcilikten ısrarla kaçınan halkın haklı mücadelesini kendi düzen içi yaşamının hobi alanına çeviren kişiliğin eleştirisi PHG militanlığını yaratmıştır. Devrimle ilişkilenmesi salt "eleştirme" bağlamında olan beğenmezci "noterlerin" düşmanın usta ve her şeyi bilen, devrimcileri "çoluk çocuk" gören tasfiyeci yaklaşımın yadsınması ve mahkum edilmesi pratiğidir PHG. Kazanma ve iktidarlaşma iddiası olan her sınıfın kendi siyasi-askeri temsilcilerini yaratması bir zorunluluktur. Gezi gibi tarihsel önemde bir halk ayaklanmasında dahi yan yana gelip kolektif devrimci bir kurmay oluşturmayı başaramayan devrimci hareketin şapkasını önüne koyma zamanı çoktan gelmiştir. Yükselen devrimci durum TOMA'ların, gaz bombalarının, copun, panzerin zoru ile bastırılırken faşizmle mücadelenin yükü küçük generallerimizin Berkinlerin, Medenilerin omuzlarına yıkılamaz. Bedel ödeyenler bedel ödetme cüretini kuşanmadıkça her kavgada paylarına düşen sadece ölmek olur. PHG faşizme bedel ödetme iradesidir. Maoist "kendi gücünü koru, düşmanın gücünü imha et" ilkesinin pratiğidir. Bizler 3. Kongremizle ülkemiz ve dünya komünist hareketinin karşısına kapitalist ülkelerde Maoist devrim kuramını ete kemiğe büründürme iddiası ile çıktık. Tarihsel kökleri derinlerde olan hareketimizin bu iddiası Kaypakkayacı direnme ve kazanma ruhundan ideolojik gıdasını almaktadır. Kazanır ya da kaybederiz bunu zaman gösterecektir. Fakat biliyoruz ki tarih ve halklarımız bu cüretimizi unutmayacaktır. Ve bu onlara bir nebze bile olsa faşizme karşı savaşma gücü verecekse bizler kendimizi kazanmış sayarız. Önder yoldaşımız Kaypakkaya yaşadığı dönemin en büyük put yıkıcısıydı. Kemalizm, Kürt ulusunun devlet kurma hakkı, işçi sınıfının siyasal temsilcisi bir Komünist Parti-
si yaratılması zorunluluğu vb pek çok konuda tabuları yıktı. Arkasında bıraktığı teorik miras devrimin anahtarıydı. Bizler böylesi bir mirasın sorumluluğunu gereğince taşıyamadık. Türkiye-Kuzey Kürdistanlı Maoistler olarak kaygılarımızı aşıp kendi içimizde dahi birlik olmayı başaramadık. Uzatılan birlik eli hep havada kaldı, zayıflığa yoruldu. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin komünist önder Kaypakkaya’yı putlaştırmayı, dogmalaştırmayı onu en çok savunmak sanan çizgilere mahkum kılındık. Devrim için bizler öldük, bizler savaştık. Yıllarca bir şey yapmadan devrimci geçinen ve bir akbaba gibi kenarda bekleyip sadece cenazelerimizi taşıyanlar ölülerimizi zırh edinip bize saldırdılar. Bir fikre en çok zarar verenler ona cepheden karşı çıkanlar değil, aksine içinde yer alıp onu yanlış uygulayanlardır.”
“Kendi içerisinde demokrasiyi inşa edemeyenlerin devrim yapma iddiası hayaldir” Sosyalist saflarda demokrasi anlayışının önemine ve devrimcilerin çok çeşitli yol ve yöntemleri devrim için kullanması gerektiğine değinilen açıklamada “Bizler diyalektik materyalizmi hayatı yorumlama ve değiştirmede yöntem edinmiş komünistleriz. Diyalektik bize 'her şey değişir” der. Bu geçmişin inkârı değil onun üzerinde, ondan güç alarak daha yukarı sıçrama pratiğidir. Bu iddia bizi eskiye, çürüyene alternatif kılar. Kendi içinde demokrasiyi inşa edemeyenlerin, farklı fikirleri tartışma zeminini yaratamayanların demokratik bir devrim yapma iddiası hayaldir. Kongre, konferans, demokratik merkeziyetçilik, demokratik danışma mekanizmalarını rafa kaldırmış bir solun kendini yeniden üretmesi, hatalarından ders çıkarması mümkün değildir. Biz Maoistler her zeminde ısrarla "Yüz Çiçek Açsın, Yüz Fikir Yarışsın" diyeceğiz. Sistemi sistemin araçları ile değiştireme-
05 cezalandırdı 15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
yeceğimizi bilecek kadar uzun süredir siyaset sahnesindeyiz. Egemenler cephesindeki yönetememe krizini derinleştirme noktasında parlamento da dahil tüm araçları kullanmada ilkesel bir aykırılık görmüyoruz.(…) Kaypakkaya yoldaş bize "En gerici sendikalarda bile örgütlenmeliyiz" derken bir yönüyle buna dikkat çekiyordu. Burada önemli olan yoldaş Lenin'in de dediği gibi "Dün erkendi, yarın geç, bugün tam zamanı" noktasını yakalayabilmektir. Komünistler reformlar için verilen mücadeleye değil, bunu mücadelenin ana hattı haline getiren reformizme karşıdır. Emekçi sınıfların burjuvaziye attırdığı her geri adım onun soluk borularından birinin tıkanması demektir. Güne dair her meseleyi ‘devrimle çözeceğiz’ yaklaşımı özünde siyasetsizlik ve iktidar perspektifi taşımamaktır. Sözüm ona keskin solcu, ultra ihtilalci bir avuç lafazana diyeceğimiz tek şey laf yaptığınız kadar işte yapın. Elinizi kolunuzu bağlamıyoruz ya?” ifadeleri yer aldı.
Doğruyol ve Yayla’yı selamladılar Çağlayan Adliyesinde Berkin Elvan dosyasına bakan savcı Mehmet Selim Kiraz’a yönelik eylemde şehit düşen DHKC'li Bahtiyar Doğruyol ve Şafak Yayla'ya da değinen PHG onların adalet için hesap soran eylemini bir mücadele çağrısı olarak gördüklerini kaydederek bu çağrıya kızıl namlularla layık olmaktan asla geri durmayacaklarını belirtti. PHG takvimsel etkinliklerle sınırlı, yasal çerçeveler içerisinde hapsolmuş, değiştirmeyen iktidarlaşmayan mesih-kurtarıcı bekleyen anlayışın mahkum edilmesi gerektiğini belirterek “Neo- Osmanlıcı diktatörlüğün Ortadoğu ve Türkiye-Kuzey Kürdistan'a ilişkin planları Gezi Ayaklanması ile çatırdamaya başlamış, Kobanê direnişi ile iflas etmiştir. Önümüzde ki dönem sosyalizm ve devrim arayışına girme dinamiklerini fazlasıyla taşır. Türkiye-Kuzey Kürdistan komünistleri olarak yeni dönemin şartlarına uygun devrimci kişiliği yaratmak zorundayız. Bu kişilik Cafer, Aydın, Cemal, Orhan, Aycan, Ökkeş... ve Arîn Mîrkanlarda kristalleşmiştir. Yaşamın her alanı iki sınıfın mücadele alanıdır. Hapishanelerde tecrit ve izolasyon işkencesi karşısında sosyalizm ve insanlık bayrağını
dimdik taşıyan yoldaşlar bizlerin kutup yıldızıdır. Kırlarda faşizme karşı Sosyalist Halk Savaşını inşa eden HKO gerillaları umut sizlerin kızıl namlularınızdadır. Eril zihniyetin devrimci saflarda bile tutsak alınmaya çalıştığı kadınların sizlerin direngenliği bizim ideolojik pusulamızdır. Az bile olsak kararlı olalım yoldaşlar. Kaypakkayacı hareketin en güçlü damarı budur. Bu damardan beslendiğimiz sürece halka, devrime, partiye layık birer nefer oluruz. Tek başımıza bile olsak bizim olduğumuz her alanla devrim ve sosyalizm iddiası vardır/olmalıdır. Takvimsel etkinliklerle sınırlı, yasal çerçeveler içerisinde hapsolmuş, değiştirmeyen iktidarlaşmayan mesih-kurtarıcı bekleyen anlayışı mahkum edelim. Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır” dedi.
Yıldırım’a bir hafta süre PHG ayrıca Şubat ayında İlhami Yıldırım'a yönelik eylemin ardından Yıldırım'ın özür dilediğini ve soruşturmaya dair polis bilgilerini aktardığını da açıkladı. Yıldırım'a bir hafta süren veren PHG, Yıldırım'ın Haziran Ayaklanması şehitlerinin ailelerinden özür dilemesi gerektiğini söyledi. PHG açıklamasını şu sözlerle sonlandırdı: “Faşist diktatörlüğün saldırıları kitlelerin gücü ile boşa çıkarılabilir. Dur demek, hayır demekle başlar her şey. İtiraz etme hakkımızı kaybedersek özgürlüğü bırakın hayal gücümüzü bile kaybederiz. Kapitalizmin sarı sendikalarını, taşeronlarla ittifak içinde iş güvencesiz ve sefalet ücreti baronlarını, dayı başlarını hedef almamızdan daha doğal ne olabilir ki? Kapitalizm doğal yaşam ortamını yok ettiği canlıların zevk için avlanmasını bile pazarlayacak kadar cinnet hali içindeyken bizlerin buna ortak olan avcı ve acenteleri yerle bir etmemizden daha meşru ne olabilir ki? Bilmek zamanı geçmiştir. Gün yeniyi inşa etme eskiyi yıkma günüdür. Adalet, demokrasi, eşitlik ve sosyalizm iddiası olan tüm kesimleri MKP önderliğindeki PHG ve HKO saflarına ve dayanışmaya davet ediyoruz.”
Yıldırım özür diledi Öte yandan açıklamadan üç gün geçmesinin ardından İlhami Yıldırım halka karşı hakaret ettiği kanaldan halktan ve ailelerden özür diledi. Yıldırım, Twitter üzerinden yayınladığı özrü açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Geçmiş dönemde Twitter’dan paylaştığım bazı düşüncelerin o günlerde yaşanan toplumsal olayın etkisiyle insanları kıracak üzecek yanlış anlaşılmaya müsait ifadeler içermekte olduğunu fark edip özür dilemiştim. Yine bir kez daha bu yanlış tutumumdan dolayı kırdığım ve üzdüğüm başta yakınlarını kaybeden aileler olmak üzere herkesten özür diliyorum. Bu süreçlerde hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelere başsağlığı diliyorum.”
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
İŞKENCECİ BİR HALK DÜŞMANI DAHA HAK ETTİĞİ GİBİ CEZALANDIRILDI
P
artizan Halk Güçleri tarihsel değerde bir cezalandırma eylemine daha imza attı. Kaypakkaya yoldaşı ağır ve uzun süren işkenceler sonrası katleden işkenceci katil Fehmi Altınbilek isimli azılı faşist, kendisini güvende hissettiği merkezlerinin göbeğinde cezalandırıldı. Korkularının eseri olarak sahte kimlik kullanacak kadar saklanmaya itina gösteren bu işkenceci korkularında haklıydı. İşledikleri suçların bir gün yaşamına mal olacağını bilerek yaşadığı korkuları, peşini bırakmadı. Neticede ne devleti onu koruyabildi ne de o kendisini daha fazla koruyabildi. Proleter adalet işlediği suçları mahkeme ederek PHG eliyle cezasını infaz etti. PHG gerçek misyonuna dönük pratik eylem çizgisiyle iyi bir profil ortaya koymaktadır. Son derece isabetli eylemlere imza atarak devrimci tavır ve proleter adaleti iyi temsil etmektedir. Bu tutum ve yönelimiyle halk kitleleri ve devrimci çevrelere güven vermekte, tutarlı militan devrimci çizgide gerekli rolü hakkıyla üstlenmektedir. Bu vesileyle başarı temennilerimizle birlikte, PHG’nin desteklenmesi çağrısını yinelemeyi görev sayıyoruz. Dünya ölçeğinde emperyalist gericiliğin savaş merkezi olarak tırmandırdığı stratejik saldırıları ve savaş kışkırtıcılığı ezilen emekçi halklar ile ezilen ulusları kana boğarken, Ortadoğu kan gölüne dönüştürülürken, coğrafyamızdaki ırkçı faşist gericilik despotik diktatörlüğünü derinleştirirken ve bütün bunlara paralel olarak silahlı mücadele şahsında devrim tasfiyeciliği geliştirilip düzen içi reformist eğilimler hortlatılırken, PHG’nin devrimci çizgide ortaya koyduğu militan duruş ve silahlı eylem çizgisi son derece anlamlıdır. Gerçekleştirdiği bu eylem, gericiliğin bilumum saldırı, manipülasyon ve demagojilerine proleter devrim cephesinden verilmiş bir yanıt olduğu kadar, silahlı mücadeleyi buzlu sulara gömmek isteyen sağ tasfiyeci düzen içi yasalcı eğilime de objektif bir yanıt niteliğindedir. Varlık gerekçelerimizden beslenen bu eylemin tüm hedefi halk düşmanı karşı-devrimci sınıf cephesinin olduğu asla unutulamaz. Eylem her bakımdan bir muştu ve ilham kaynağıdır. Eylem hedeflerdeki seçicilik açısından da örnektir. Her gericinin, her karşı-devrimcinin cezalandırılması bilinciyle hareket etmeyen ama bunlar arasında ağır ölümcül ve insanlığa karşı suçlarla
teşhir olup öne çıkan, devrimci ve komünistlerin kanına giren, tüm suçlarıyla halk düşmanlığını tescilleyip iflah olmazlık derecesinde af edilemez durumda olan suçlu unsurların bir zorunluluk olarak cezalandırılmasını iade etmektedir bu eylem. Kesin ayrım çizgilerine oturan bir eylem olarak salt gerici olduğu, asker-polis olduğu, siyasi düşmanlarımızdan bir unsur olduğu vb. için hedef alıp cezalandıran zeminde değildir. Aksi halde aşırıya kaçan cezalandırma eylemleriyle devrimi çizgi seçiciliği ve proleter adalet anlayışının normları kaçırılmış, hatta giderek siyasi iktidar hedefini zayıflatan (suçlu da olsa) tek tek ‘’adam’’ öldürmekle meşgul kalan, dolayısıyla kör düelloya dönüşen bir zemine kayılmış olurdu… Eylem, salt proleter devrimci harekete karşı işlenen suçlara dönük bir cezalandırma eylemi değil, bunu aşan muhtevaya sahiptir. Mahir ve arkadaşlarının hesabı gibi, devrimci güç ve halk kitlelerine karşı işlenmiş suçların da hesabını objektif ve sübjektif olarak sormuştur. Bu anlamda eylem devrimci kesimlerin de sahiplenmesi gereken ve fiilen onların da olan bir eylemdir. Kısacası devrim ile karşı-devrim arasındaki bir hesaplaşmanın parçası olarak bu çatışmayı temsil etmektedir. Bu eylemin tartışmasız olarak devrimci takdirle karşılanması haktır. ‘70’li yılların açık kalmış bir hesabı 2015 yılında gerçekleştirilen cezalandırma eylemi somutunda, geçen uzun yıllara rağmen unutulmadan görülmüş oldu. Kurucu önderimiz Kaypakkaya yoldaş, TİKKO Komutanı Ali Haydar Yıldız yoldaş ve Mahir Çayan ile yoldaşlarının katledilmesi bu işkencecinin bilinen en önemli suçlarındandı. Bu suçlardan sadece biri bile, onun ölümle cezalandırılması için yeterdi. Ne ki bu tescilli işkenceci katil, açığa çıkan suçları itibarıyla bile sayısız bir suç şeceresine sahiptir. Açığa çıkmamış suçlarını açığa çıkarmaya ise hiç gerek yoktur. O bir ölüm, katliam ve işkence aletidir. Öyle ki burjuvazi bile bu tetikçisine sahip çıkamamıştır. Sonuç olarak, PHG’yi coşkuyla selamlarken, eylem vesilesiyle Kaypakkaya ve Ali Haydar yoldaşların ölümsüz anıları ve Mahir şahsında Kızıldere’de ölümsüzleşen devrimcilerin anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
06
güncel haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Memlekette bayrak edebiyatı ya da
bayrakseverlik!
Bizler insanlığın gerçek kurtuluş ve özgürlüğü için sahip olduğumuz sembolleri, kavramları yaygınlaştırmalıyız. Komünistlerin, devrimcilerin dalgalandıracakları tek bayrak ise, şanlı komünizmin kızıl bayrağıdır. Anlık kazançlar ya da taktik politikalar adı altında gerici dünya ve düşüncelerle uzlaşmak, bu dünyanın argümanlarına sarılmak oldukça yanlış ve tehlikelidir 7 Haziran parlamento seçimleri, AKP’nin 13 yıl sonra tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edememesi ve buna sebep olan HDP’nin %10 barajını aşarak parlamentoya 80’in üzerinde milletvekili göndermesiyle önümüzdeki dönem siyasetini belirleyecek bir sürecin kapılarını araladı. Seçim sonuçlarına dair hemen her kesimin analizleri olacaktır. Maoist komünistler de 7 Haziran seçimlerine dair bütünlüklü bir analiz gerçekleştirerek önümüzdeki dönem politikalarında bu alana ilişkin perspektifini somuta uyarlamaya çalışacaktır. Seçim süresince HDP tarafından yürütülen kampanya, bazı yanlış ve eksik yönleri olsa da esasta başarılı bir şekilde sürdürülmüş ve bu kampanya çalışması kitleler nezdinde önemli bir karşılıkta bul-
muştur. Esas olarak Kürt Ulusal Hareketi ve devrimci-demokratik güçlerin oluşturduğu, DHF ve diğer birçok örgütlenmenin ittifak yaptığı HDP, kuşkusuz parlamentoda önümüzdeki dönemin merakla izlenecek siyasi öznesi olacaktır. Bu kısa vurgulardan sonra yazımızın konusu olan ve son dönemlerde HDP tarafından miting ve eylemlerde bilinçli bir şekilde kullanılan Türk bayrağı meselesine dair düşüncelerimizi ifade edeceğiz. Malum, sınıflı toplum gerçekliği içerisinde hiçbir şey bu gerçeklikten muaf değildir. Sınıf mücadelesi ve çatışması sadece askeri ya da siyasi olarak değil, bin bir türlü yöntem ve araçla her gün her an kendisini yeniden üretmekte ve karşıt-düşman olduğu sınıfı alt etmek için yoğun bir mücadele içerisinde girmektedir. Günümüz dünyasında da her olgu, olay, kavram iki karşıt kamp olarak burjuva dünya ile proleter dünyaya hizmet etmektedir. Bu gerçeklik niyetlerimizden bağımsız bir duruma işaret eder, objektif bir durumdur. Bundandır ki sınıflar üstü, sınıf meselesinden azade hiçbir şey yoktur. Sanattan, spora, siyasetten, savaşa her mesele o ya da bu şekilde bu iki kamptan birine hizmet eder. Sınırlar, diller, dinler, semboller, kavramlarda bu gerçekliğe göre ele alınmak durumundadır. Günümüz dünyasında yüzlerce ülke ve devlet bulunmaktadır. Bu devletlerin egemenlerinin küçük bir kısmı dünyanın geri kalanını tahakküm altına alan, sömürgeleştiren, kendisine
bağımlı hale getiren uluslararası emperyalist devletlerdir. Her bir ülkenin, ister emperyalist, ister sömürge, ister bağımsız olsun, kendisini ifade ettiği çeşitli sembolleri vardır. Bayraklar ise bu semboller içerisinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Hele ki sömürgecilik durumunun olduğu yerlerde bayraklar sadece bir sembol olarak değerlendirilmez. Bilakis böylesi yerlerde diğer meselelerle beraber bayraklar, yaşanan savaşın, mücadelenin önemli bileşenlerinden biridir. Bu genel doğruları ifade ettikten sonra ülkemiz somutuna ve tartışmamızın eksenine dönelim; malum “T.C.” devleti 1923 yılında, yarı-sömürge yarıfeodal, faşizmle yönetilen bir ülke olarak kuruluşunu ilan etti. “T.C.” devleti, ezilen-sömürülen emekçi halk kitleleri, Türk-İslam sentezini kabul etmeyeni bu sentezin dışında kalan çeşitli ulus, milliyet, inanç ve kültürlerini yok sayarak, baskı altına alıp en acımasız katliamlarla yok etmeye çalışarak varlığını ilan ve inşa etmeye başlamıştır. Bu inşa sürecinin en önemli sloganı da “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil, tek din” faşistırkçı anlayışın kendisidir. Faşist T.C. devleti, 100 yıla yakındır kendi gerici iktidarını sürdürmek için, özellikle “vatanmillet-bayrak” edebiyatını oldukça yoğun bir şekilde kullanmış ve Türk-İslam sentezli bir toplum inşa etmeye soyunmuştur. Bu süreç boyunca, kendisine tehdit olarak gördüğü, bu inşa sürecine karşı çıkan, isyan eden, dışında kalmak
isteyen her toplumsal kesimi, baskı ve katliamla dize getirmeye çalışmıştır. Bir dönemler “komünizme karşı mücadele” adı altında “vatan-millet-bayrak” edebiyatına sarılmış, faşist-milliyetçi politikaları geniş kitleler üzerinde ideolojik bir hegemonya olarak tesis etmeye çalışmıştır. Yine Kürt ulusuna karşı imha ve inkar temelli bütün saldırıları, baskı ve katliamlarını bu edebiyat çerçevesinde “bölünme” paranoyası üzerinden gerekçelendirmeye çalışmıştır. Kuşkusuz faşist T.C.’nin bu şoven-milliyetçi politikaları Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları üzerinde, özelde Türk ulusu içerisinde, önemli bir etki yaratmış ve devletin ideolojik hegemonyasının tesisinde önemli işlevler görmüştür. Çok kısaca anlatmaya çalıştığımız tüm bu süreç boyunca T.C. devleti diğer yöntem ve araçları yanında Türk bayrağını da oldukça etkili bir araç olarak kullana gelmiştir. Türk bayrağı öylesine alelade, sadece sembolik değeri olan bir bez parçası değildir. Bilakis faşist bir devletin kendi gerici iktidarını kurma ve devam ettirme sürecinin en önemli sembollerinden biri haline gelmiştir. Bu durum, Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilenleri-emekçileri yanında özellikle bu kitle içerisinde bulunan başta Kürt ulusu olmak üzere, Ermeniler vb. diğer ulus ve milliyetler için daha fazla önem arz etmektedir. Türk bayrağı, faşist T.C. devletinin Kürt ulusu üzerinde 100 yıla yakındır sağlamaya çalıştığı imhainkar politikasının önemli araçlarındadır.
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
“Türkiyelileşme” ya da bayrağa olan saygı! HDP, seçim kampanyası boyunca başarılı bir süreç izledi dedik. Bu sürecin göze çarpan ve yanlış hanesine yazılması gereken iki önemli başlığı ise din ve bayrak meselesinde ortaya konan anlayış ve pratiktir. Hatırlanacağı üzere faşist Tayyip Erdoğan tarafından yapılan mitinglerde, din ve bayrak edebiyatı üzerinden geniş kitlelerin geri duygularına oynanarak daha fazla oy kazanma ve HDP’yi gözden düşürüp, etkisizleştirme çabalarına yoğunca tanık olundu. Faşist düzen partileri ve temsilcileri itibariyle böylesine kirli bir siyasete çokça aşinayız. Fakat HDP ve Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın din ve bayrak meselesinde sergilediği pratik, kitlelerin geri duygularıyla uyuşma, bu alana oynama biçimi ile yanlış ve tehlikeli bir duruma işaret etmektedir. Kitlelerdeki geri pozisyonu aşmanın yolu, aynı gerici sahaya oynamak değil, bilakis en doğru araç ve yöntemlerle bu gerilikle mücadele etmektir. Kürt Ulusal Hareketi ve rengini verdiği HDP’nin “Türkiyelileşme” projesi, sistem içi mücadele kanallarına meyledip, bizzat muhatap-
ları tarafından bunun kabul edilmesine dönük bir hamledir. Bu hamledir ki, düne kadar “Türk şovenizmi, faşizm” vb. olarak radikal bir şekilde karşı çıkılan bazı politika ve argümanların bugün bizzat PKK tarafından uygulanmasını getirmiştir. HDP mitinglerinde bilinçli bir şekilde ön plana çıkartılan T.C. bayrakları, bir yanıyla gerimilliyetçi duygularla uzlaşma diğer yanıyla da Türk hakim sınıflarına bir mesaj anlamı taşımaktadır. Üzerinde yüz binlerce insanın kanı olan, nice katliamın, işkencenin, baskı ve zulmün sembolü haline gelen T.C. bayrağının komünist, devrimci, demokratların ellerinde taşıdığı hiçbir pozitif anlam ve değer yoktur, olamaz. Bizlerin
07
amacı kitlelere T.C. bayrağını sevdirmek değil, bilakis Türk-İslam sentezi üzerinden şoven-milliyetçi histeriye kapılan geniş kitleleri daha çok demokrasi bayrağına alıştırmak olmalıdır. Bunun yolu da kendi sembollerimizi, argümanlarımızı tereddüt etmeden geniş kitlelere götürmek, anlatmak ve ikna etmek üzerine kurulmalıdır. Bu durum özellikle Kürt ulusu için daha fazla anlam ifade etmektedir. Bir Kürde Türk bayrağını sevdirmeye çalışmak, en hafifinden celladıyla barıştırmak anlamına gelmektedir. Sömürge bir güç olarak görülen Türk devletinin sembolünü, sömürgeleştirilen ülke topraklarında dalgalandırmak ve sömürgeleştirilen Kürt ulusu ve halkının sevmesi için çabalamak, söz konusu sömürge durumunu sönümlendirmeye çalışmaktır. Düşünün ki, bir Filistinliye İsrail bayrağını taşıtıp sevdirmeye çalışıyorsunuz ya da bugün dünya halkları ve ezilen ulusların baş düşmanı olan ABD emperyalizmi bayrağını bir Iraklı ya da Afganistanlıya sevdirmeye çalışıyorsunuz… Bu örnekler ne kadar absürd ve yanlış ise Türk bayrağı etrafında yaratılmaya çalışılan politika da aynı derecede yanlıştır. Bizler insanlığın gerçek kurtuluş ve öz-
gürlüğü için sahip olduğumuz sembolleri, kavramları yaygınlaştırmalıyız. Komünistlerin, devrimcilerin dalgalandıracakları tek bayrak ise, şanlı komünizmin kızıl bayrağıdır. Anlık kazançlar ya da taktik politikalar adı altında gerici dünya ve düşüncelerle uzlaşmak, bu dünyanın argümanlarına sarılmak oldukça yanlış ve tehlikelidir. Dediğimiz gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına T.C. bayrağı ya da din üzerinden bir siyaset taşımanın anlamı yoktur. Bilakis bizler ezilen ve sömürülen milyonların daha fazla bilinçlenmesi, örgütlenip gerici dünyayı temellerinden söküp atması için durmadan doğru, devrimci, ilerici politikaları taşımalıyız.
ÖRGÜTSEL YÖNELİM
≫ refik demir
GELİŞEN SINIF HAREKETİ VE GÖREVLERİMİZ
S
ınıflar mücadelesi ve onun üzerinden biçimlenen tüm sorun ve çelişkiler sübjektif niyetlerimize göre ve kendiliğindenci bir yaklaşımla ele alınamaz. Sınıflar mücadelesinin nesnel gerçekliği başka, bizlerin siyasal hattı başka bir zeminde hareket edemez. Sınıflar mücadelesinin kendi nesnel zemini ve çelişkileri üzerinden hareket etmeyen ve ete kemiğe bürünmeyen bir devrim hareketinin gelişme ve gerçek anlamda proleter bir niteliğe bürünme şansı olamaz. Gerçek proleter bir devrim hareketi, sınıflar mücadelesinin nesnel gerçekliklerine ve yasalarına göre biçimlenmek zorundadır. Her toplumsal sorun ve çelişkiye kaba sınıf indirgemeci değil, bilimsel sosyalist bir perspektifle yaklaşmak ve ele almak zorundayız. Somut ve andaki durumu anlamayan, özgünlükleri görmeyen ve proleter sınıf hareketiyle diyalektik bağını doğru kuramayan bir yönelim kaba, mekanik sınıf indirgemeci bir durumun ötesine gidemez. Proleter devrimci siyaset her somutun özgünlüklerine göre farklı biçimler alır ve farklı çözüm yöntemleri ortaya koyar. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da son yıllarda sınıf hareketinde gözle görülür bir ilerlemenin olduğunu söylemek abartı olmaz sanırız. Özellikle son bir yıldır sınıf hareketindeki gelişmelere baktığımızda bu ilerlemeyi ve somut etkisini rahatça görmüş oluruz. Öncesi irili ufaklı onlarca işçi direnişiyle mayalanan sınıf hareketindeki gelişme, Greif ve Metal işçilerinin grevi ile daha da büyümüş ve Bursa’da Renault ile başlayıp onlarca üretim alanına yayılan işçi direnişleriyle yeni bir boyut kazanmıştır. İşçi sınıfındaki bu gelişmeler emek hareketini etkilemiş ve yeni bir soluk katmıştır. Uzun süredir zayıf olan emek hareketi son süreçte ivmelenen işçi grevleri ve direnişleri ile birlikte yeniden canlanmış ve üzerindeki ölü toprağı adım adım atmaya başlamıştır. Kendiliğindenci bir rotada gelişen sınıf hareketi önümüzdeki süreçte büyük bir muhtemeldir ki tüm toplumsal dinamikleri etkileyerek kendi rengini verecektir. Sınıf hareketindeki bu gelişmeler ve yaratacağı etki sınıf hareketiyle diğer toplumsal dinamikler arasındaki kopukluğu gidererek yeniden kendi zemininde birleştirecektir. Gelişen sınıf hareketi karşısında başta Maoist komünistler olmak üzere, hemen hemen tüm devrimci ve ilerici güçlerin algısı ve ilişkilenişi sınıfın kendi gerçek zeminin oldukça uzağında yer almaktadır. Klasik eski ilişkileniş ve örgütlenme tarzı ise işçiler arasında zemin bulamamaktadır. Bu realiteden ötürü işçi sınıfıyla ilişkilenme, örgütlenme, araçlar, propaganda vb. tüm bileşkelerde yeni dönemin ortaya çıkan nesnel durumuna göre hareket edilerek bütünlüklü bir siyaset ortaya konulmalıdır. Maoist komünistlerin son kongrelerinde bu noktada ortaya çıkardıkları siyasal tespitler ve belirlemeler ileri bir yerde durmaktadır. Fakat temel mesele bu ileri siyasal belirlemelerin bütünlüklü olarak örgütlü güçler tarafından kavranarak bilince çıkarılmasıdır. Bu noktada oldukça problemli bir noktada durmaktayız. Sınıf hareketi noktasında hakim olan geleneksel algı kesinlikle mahkum edilmelidir. Geleneksel algı kırılmadan, sınıf hareketi noktasında ileri bir bilinç ve bu doğrultuda somut bir ilişkilenmenin yakalanması kesinlikle mümkün değildir. Hakim olan algının kırılması için ideolojik mücadele başta olmak üzere, tüm yönleri ile ele alınarak sınıf hareketi noktasında yeni yönelim doğrultusunda bir perspektif ve algı oluşturulmalıdır. Gelişen sınıf hareketi karşısında mevcut ilişkilenişimiz ve algımız kesinlikle kabul edilemez ve hiçbir meşru gerekçesi olamaz. Bu anlayışla tüm güçlerimiz ve bileşenlerimiz çalışmalarının esasını gelişen sınıf hareketinin yönüne göre biçimlendirmelidirler. Sınıf hareketiyle buluşmayan ve sınıf perspektifi ile ele alınmayan hiçbir toplumsal mücadele gerçek anlamda başarıya ulaşamaz. Bizlerin esas görevi sınıf hareketiyle diğer toplumsal güçler arasında var olan kopukluğu ve bilinç noktasındaki küçük burjuva düşünüş tarzını proleter sınıf perspektifi ile ileri bir noktaya taşımak ve aydınlatmaktır.
08
emek haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
İşçi direnişleri devam Metal işçilerinin yaktıkları ateş yayılmaya devam ediyor. İşçiler patronların kar hırslarına karşı direnerek, hak arama mücadelelerini sürdürüyor Metal iş kolu başta olmak üzere, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın onlarca yerinde çeşitli üretim alanlarında işçilerin grev ve direnişleri devam ediyor. Güvencesiz iş koşulları, ücretlerin arttırılması, toplu sözleşme ve üyeleri oldukları sendikaların tavırlarına karşı harekete geçen işçiler, işverenler ve sarı sendikalar başta olmak üzere, polis ve yargının tüm saldırıları ve tehditlerine rağmen direnişlerini kararlılıkla günlerce sürdürerek önemli kazanımlar elde ettiler. Direnişin anlaşmalara varılarak kazanımla sonuçlanmasının ardından işçilere yönelik tehdit ve saldırılar hız kesmeden devam ediyor. Özellikle işverenler direnişe katılan ve direnişte rol oynayan işçileri işten çıkartma ve soruşturma açma tehditleri ile yıldırmaya çalışıyor. Birçok iş kolunda direnişe katılan onlarca işçi işverenler tarafından işten çıkarılmaya devam ediyor.
EGO işçilerinin direnişi kazanımla sonuçlandı Metal işçilerinin yaktıkları direniş ateşi Çorlu’ya sıçradı. 5 arkadaşlarının keyfi gerekçelerle işten çıkarılmalarına karşı direnişe geçen EGO işçileri arkadaşlarının işten çıkarılmalarının sorumlusunun Türk Metal Sendikası olduğunu belirttiler. 10 Haziran günü fabrikada çalışan 400 işçinin direnişe geçmesi üzerine, işten atılan işçiler işe geri alındılar. Fakat direnişteki işçiler, 1000 liralık ikramiyenin kendilerine verilmesi, ücretlerin iyileştirilmesi, işten çıkarmama garantisi ve seçtikleri işçi temsilcilerinin muhatap kabul edilmesi talepleriyle direnişe devam ettiler. Çorlu’da kurulu bulunan ve elektrik malzemeleri üreten Alman şirketi EGO’da çalışan işçiler, üyesi oldukları Türk Metal Sendikası’na başvurarak Bursa, Kocaeli, Ankara ve Eskişehir gibi illerde metal işçilerinin direnişi üzerine her metal işçisine verilen ücretin kendilerine de verilmesini ve ücretlerde iyileştirme sağlanmasını istediler. Arkadaşlarının işe geri alınması ve diğer taleplerinin de birçoğunun kabul edilmesi üzerine EGO işçileri direnişi sonlandırdılar. Fabrikada çalışan 400 işçiden 300’ü ise Türk Metal’den istifa ederek Birleşik Metal-İş Sendikası’na geçtiler.
Ford Otosan’da direniş yeniden başladı Metal işçilerinin Bursa’da yaktıkları kıvılcımla İzmit’te bulunan Ford Otosan
fabrikasına sıçrayan direniş 16 gün sürmüş ve talepler kabul edilerek seçimler öncesi işçiler iş başı yapmışlardı. İki hafta boyunca ücretler konusunda Ford yetkilileri ile anlaşamayan işçiler daha önce yetkililerin işten çıkarma olmayacak sözüne rağmen işçilerin bir bir işten çıkarıldıklarını belirttiler. Özellikle direnişte önde olan işçiler önce idari izine çıkarılıp ardından ise işten çıkarıldılar. İşten çıkarmalar üzerine Ford Otosan işçileri üyesi oldukları Birleşik Metal-İş Sendikası ile birlikte fabrika önünde eylem yaparak mücadeleye devam dediler. İşçilerin içeriye girmesinin ardından 11 madde ile polisleri aratmayacak tarzda sorgu yapan fabrika yönetimi, işçilere baskı yapmaya devam ediyor. Birleşik Metal-iş Kocaeli Şubesi ise işten atmalara ve tüm baskılara karşı işten çıkartılan işçilerle birlikte sabah vardiyası girişi ve çıkışında eylem yaptılar. İşçiler işten çıkarmaların devam etmesi halinde daha büyük eylemlerin
örgütleneceğini belirttiler.
Sera Pool fabrikasında iş bırakma eylemi İstanbul-Pendik’te kaplama malzemeleri üreten Sera Pool fabrikasında 12 Haziran günü bir işçinin işten çıkarılması üzerine işçiler iş bırakma eylemi başlattılar. Fabrikada çalışan Erdinç Alacan isimli işçi işyerinden izin alarak çocuğunun okuluna gitti. Fabrikaya geri dönen Erdinç Alacan işyerinde disiplinsiz ve sorumsuz hareket ettiği gerekçesiyle işten çıkarıldığı bildirildi. Bunun keyfi bir uygulama olduğunu belirten işçiler direnişe geçerek arkadaşlarının geri işe alınmasını istediler. Fabrikada çalışan 120 işçi DİSK/Cam Keramik-İş Sendikası’nda örgütlü durumdadırlar. Direnişin başlaması ile birlikte, işverenlerle görüşme talep eden sendika yönetimi taleplerinin kabul edilmediğini duyurdu. Sendikanın görüşme talebini kabul etmeyen işverenler üretimi durduran işçi-
ler hakkında yasal süreç başlatacağını bildirerek tehdit etti. Tüm saldırı ve engellemelere rağmen direniş devam etmektedir.
Türk Traktör’de işten çıkarmalar devam ediyor Metal direnişinin önemli ayaklarından biri olan Ankara’da ki Türk Traktör fabrikasında işten çıkarmalar tüm hızıyla devam ediyor. Direnişte öncü rol oynayan işçiler birer ikişer işten çıkarılırken onların yerine Türk Metal Sendikası’nın belirlediği işçiler fabrikaya alınmaktadır. Direnişi hazmedemeyen Türk Metal ve MESS çetesi özellikle direnişte öncü rol oynayan işçileri hedefleyerek direnişi kırmaya çalışıyor.
Renault ve Tofaş’ta üretim bir kez daha durdu MESS patronlarına ve Türk Metal’e karşı metal işçilerinin başlattıkları mücadele devam ediyor. 9 Haziran gecesi üç işçinin işten çıkarılması üzerine Renault işçileri üretimi durdurarak direnişe geçtiler. İşçilerin üretimi durdurmasından bir süre sonra işverenler işten atılan işçilerin yanlışlıkla çıkarıldıklarını belirterek işe geri almak zorunda kalmışlardır. Tofaş’taki işçiler de iki arkadaşlarının işten çıkarılması üzerine üretimi durdurdu. Diğer vardiyalardaki işçilerinde işyerinin önünde toplanmasıyla birlikte kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirildi. Türk Metal’den istifa eden birçok fabrikadaki işçilerden Tofaş’a destek açıklamaları geldi. Sendika yöneticileri ile işverenler arasına yürütülen görüşmeler sonucunda işten çıkartılan işçiler tekrardan işe alındılar. İşçilerin işe alınması üzerine direniş akşam saatlerinde sonlandırıldı.
emek haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
ediyor İşçiler farklı ORS’de direniş kazanımla sonuçlandı Üretimin durduğu yerlerden biri de ORS fabrikası oldu. Ankara-Polatlı’da bulunan ORS fabrikasında çalışan 1600 işçi Türk Metal’den istifa ederek kendi temsilcilerini seçmek istediler. Fakat işçilerin birliğini hazmedemeyen patronlar işçilerin seçeceği temsilcileri kabul etmeyeceğini açıkladı. Buna sert bir şekilde tepki gösteren işçiler 15.00-23.00 vardiyasında üretimi durdurarak greve gittiler. Yeni güne de direnişle uyanan ORS işçileri tüm gün boyunca halaylar çekerek “Ölmek var dönmek yok” sloganını haykırdılar. İşçilerin kararlı tutumu karşısında geri adım atan patronlar işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Buna göre; 1) Üretimin durmasından dolayı hiçbir işçinin işine son verilmeyecek. 2) Hiçbir işçi hakkında zarar ziyan davası açılmayacak. 3) Türk Metal gidecek, seçilen işçi temsilcileri resmi muhatap alınacak. 4) Türk Metal’in temsilcilik odası fabrikada başka bir yere taşınacak. 5) Yapılacak zam diğer fabrikalarda bir ay içerisinde belirlenen tutardan az olmamak üzere sonradan belirlenecek.
MESS ve Türk Metal pervasızlığa devam ediyor Metal işçilerinin kararlı direnişleri sonucunda hezimete uğrayan Türk Metal Sendikası kaybolan saltanatını korumak ve daha da geliştirmek için MESS’i de arkasına alarak işçilere saldırmaya devam ediyor. Metal işçilerinin direnişleri sayesinde birçok temsilciliği kapatılan ve tabelaları indirilen Türk Metal Sendikası yeniden temsilciliklerini açmaya çalışmaktadır. Geçen hafta içerisinde Türk Traktör’de açtığı temsilcilik işçilerin öfkesiyle karşılaşmış ve bürosu dağıtılmıştır. Türk Metal Sendikası MESS’i arkasına alarak kaybettiği mevzileri türlü türlü oyunlarla yeniden elde etmeye çalışmaktadır. Fakat tüm saldırganlığına rağmen işçiler tarafından teşhir olan ve gerçek yüzü açığa çıkan Türk Metal Sendikası’ndan onlarca fabrika ve atölyede işçiler istifa etmeye devam etmektedirler.
İşçi sınıfıyla dayanışmayı yükseltelim Gelişen işçi sınıfının yükselişi tüm toplumsal katmanları kuşkusuz ki kendi mecrasında etkileyecektir. Uzun bir süre zayıf ve sessiz olan sınıf hareketinin gelişmekte olan yükselişi, tartışmasız olarak tarihsel bir önem içermektedir. Gelişmekte olan sınıf hareketine devrimcilerin ve komünistlerin kayıtsız ve geleneksel bir ilişkilenme algısıyla yaklaşması kesinlikle kabul edilecek bir durum değildir. Diğer tüm toplumsal mücadeleleri sınıf perspektifi ve sınıfın kendi mecrasında buluşturma ve ortaklaştırma anlayışıyla hareket etmeyen bir devrim hareketinin toplumsal mücadeleye gerçek anlamda önderlik etmesi düşünülemez. Bu perspektifle özellikle proleter devrimcilerin kendilerini silkeleyerek ve geleneksel algı ve düşünüş tarzından sıyrılarak esas algı ve yönelimlerini yükselen sınıf hareketine çevirmeleri gerekmektedir.
09
katliamlar aynı! Her yıl yüzlerce işçi, alınmayan işçi güvenliği yüzünden katliamlara kurban gidiyor. Türkiye-Kuzey Kürdistan'ın dört bir tarafından adı, yaşı, yaşadığı yer farklı olan ancak aynı sebep yüzünden katledilen yüzlerce işçi var. İSİG Meclisi'nin sadece medyada yer alan haberlerden düzenlediği işçi katliamı raporuna göre 2015'in ilk beş ayında en az 464 işçi katledildi
biliyor. Gerçek rakamların bu sayının çok çok daha üstünde olduğu belirtiliyor. Özellikle işçi güvenliği uzmanlarının söylemlerine göre birçok işçi katliamında patronların isteği ile polise haber verilmiyor. Hayatını kaybeden işçiler defnedilmesi için ailelerine teslim ediliyor. Özellikle Suriye'deki savaştan kaçarak Türkiye-Kuzey Kürdistan'a gelen ve hiçbir güvenceleri olmaksızın çok düşük ücretlerle çalıştırılan insanlar hakkında hiçbir rapor bulunmuyor. Patronların çok daha ucuza üretim yapmasını sağlayan Suriyeli işçiler, patronlar tarafından sıklıkla tercih ediliyor. Binlerce Suriyelinin atölyelerde, fabrikalarda, inşaatlarda çalıştırıldığı bilinmesine rağmen buna karşı da hiçbir önlem alınmış durumda değil.
Her yıl yüzlerce işçi, patronların azami kar hırsı uğruna katledilmeye devam ediyor. Alınmayan işçi güvenliği yüzünden her yıl yüzlerce işçi hayatını kaybediyor. İşçilerin isimleri, yaşları, yaşadıkları yerlerin adları sürekli değişiyor ancak katliamlar bitmek bilmiyor. Haziran ayında Burdur'da, Antalya'da, Isparta'da, Konya'da, Sivas'ta ve birçok şehirde işçi katliamları yaşandı. Yaşanan katliamların ise ancak öğrenilebileni bu kadar. Öğrenilemeyen, basına yansımayan onlarca, yüzlerce her gün, her saat madenlerde, inşaatlarda, yollarda can vermeye devam ediyor. Yaz aylarının gelmesiyle birlikte ise sayısı artan mevsimlik işçiler özellikle yollarda, trafikte katlediliyor. Onlarca işçi bir aracın alabileceği sayıdan çok daha fazla bir şekilde araçlara bindiriliyor. Sonuç olarak ise işçi katliamları kaçınılmaz bir hal alıyor. Yine ülkenin birçok yerinden inşaatlardan katliam haberleri oldukça yoğun geliyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG)'nin sadece medyadan takip ederek hazırladığı raporlarda dahi durum apaçık ortada duruyor. Mayıs ayında trafik, servis kazası nedeniyle 48 işçi katledilirken; düşme, ezilme, göçük nedeniyle 71 işçi katledildi. Durum böyleyken, devlet hiçbir önlem almamakta diretiyor. Patronların iktidarı olan AKP, sınıfını korumaya devam ediyor. Kendisini de patronların oluşturduğu AKP, azami kar hırsı ile işçilerin katledilmesini yalnızca seyrediyor. Bunun en açık örneği ise, geçtiğimiz yıl Mayıs ayında yaşanan Soma katliamıdır. 301 işçinin katledilmesine rağmen madenlerde hiçbir önlem alınmış değil. Yaşam odaları, yanmaya dayanıklı giysiler vb. hiçbir yasal zorunluluk getirilmiyor. Nedeni ise çok açık; özellikle yaşam odalarının pahalı (!) olması. AKP iktidarı ve patronlar 3 kuruş harcamaktansa yüzlerce işçinin katledilmesini yeğliyor.
Ülkenin dört bir yanında işçi katliamları devam ediyor
2015'de en az 646 işçi katledildi! İSİG Meclisi’nin yayınladığı rapora göre 2015'in ilk 5 ayında 646 işçi katledildi. Ve bu bilgiler yalnızca medya takip edilerek edinile-
Türkiye-Kuzey Kürdistan'ın dört bir yanında işçi katliamları devam ediyor. Kimi yerlerde madenlerde kimi yerlerde inşaatlarda kimi yerlerde yollarda işçiler katledilirken sorumlular ise hep aynı; patronlar ve patronların devleti! Burdur'da 71 yaşındaki ağaç işçisi Ahmet Ural Gölhisar ilçesinde İbecik köyü Mezarlık mevkiinde ağaç kesimi yaparken ağacın altın kaldı. Antalya'nın Kepez ilçesinde inşaat şantiyesinde çalışan 21 yaşındaki Umut Özlü ise kullandığı iş makinesinin altında kaldı. Özlü'nün katledilmesinin artından intihar ettiğine dair iddialar ortaya atıldı. Yine Antalya'nın Serik İlçesi'nde ise 51 yaşındaki Mehmet Abay, kalıp söktüğü sırada binanın 4. katından aşağı düştü. Boynu kırılan Abay yaşamını yitirdi. Sivas'ta ise Sıcak Çermik Kaplıcaları'nda termal otelin çatı katında sıva yapan Cengiz Kılıç hiçbir önlem alınmadığı için çatıdan yere düştü. Kılıç inşaatlarda güvenlik önlemi olmadan çalıştırıldığı için katledilen bir başka işçi oldu. Benzer bir haber ise Konya'dan geldi. Konya’nın Seydişehir ilçesinde bir fabrikanın inşaatında çalışan 29 yaşındaki Nuri Tunç, güvenlik önlemi olmadığı için düşerek hayatını kaybetti. Isparta'nın Merkez Kadılar köyünde bulunan mermer ocağında çalışan Durmuş Cengiz'in üzerine blok mermerin parçası düştü. 1 ton ağırlığındaki mermerin altında kalan 41 yaşındaki Cengiz, işçi katliamına kurban giden bir başka işçi oldu. Madenler ise katliam yuvaları olarak anılmaya devam ediliyor. Her ay birçok madenden işçi katliamı haberleri geliyor. Ve ülkede onlarca kaçak şekilde çalıştırılan madenlerin katliam bilançosunu ise bilmiyoruz. Amasya'nın Suluova ilçesine bağlı Oğulbağı Köyü yakınlarında bulunan bir maden ocağında göçük yaşandı. Göçük altından üç işçi çıkarıldı ancak 40 yaşındaki Zeki Eşe hayatını kaybetti.
10
dünya haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Efendilerin zirveleri zırvalarla devam Zirvenin gerçekleştirildiği 27 bin nüfuslu Garmisch-Partenkirchen kasabası 25 bin polisin kuşatmasıyla adeta rehin tutulmuştur. Ancak kapsamlı önlemler ve güvenlik çemberine rağmen günler öncesinden G7 karşıtları, ilerici, demokrat, devrimci ve sosyalistler çeşitli bloklar şeklinde kamp kurmuşlardır. Alman gerici mahkemesi zirvenin yapıldığı Elmau Şatosu’na yaklaşılmasını yasaklanmıştır. Bu durum emperyalist efendilerinin korkularının göstergesi olarak algılanmalıdır Bilindiği gibi G8 olarak tanınan zirve, Ukrayna’daki krize yönelik tutumu nedeniyle Rusya emperyalizminin çıkarılmasıyla şimdi G7 olarak anılıyor. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada ve Japonya’dan oluşan emperyalist G7 ülkelerinin liderleri, 6-7 Haziran’da Almanya’da ikinci ‘zirveleri’ için bir araya geldi. Daha öncekilerde olduğu gibi zirve süresince on binlerce protestocu eylem yaptı. G7 toplantısının gündemlerinde; küresel ısınma bağlamında iklim değişikliği, IŞİD ve Ortadoğu’daki son askeri ve siyasal gelişmeler, Ukrayna’daki çatışmalar, salgın hastalıklarla mücadele, küresel ekonomik durum, Yunanistan’ın kredi borçlarının ele alınması gibi başlıca konular ve gelişmeler değerlendirilmiş ve bir dizi kararlar alınmıştır. İki gün süren toplantıda Avrupa Komisyonu başkanı Jean-Claude Juncker ve AB Başkanı Donald Tusk konuşma yaptı. Kanada Başbakanı Stephen Harper ve Japonya Başbakanı Shinzō Abe zirveye gelmeden önce Kiev’e giderek, Ukrayna hükümetine destek mesajı verdi. Uk-
rayna hükümetiyle savaşan ayrılıkçıları desteklemekle suçlanan Putin ise zirve öncesi yayınladığı mesajda kesin bir dille Rusya'nın Batı'ya tehdit olmadığını vurgulamıştır. Zirve öncesi Obama, Merkel ile gündemleri değerlendirmişlerdir. Ve her ikisi de işbirliğinin sürdürülmesi yönlü iyi niyet beyanında bulunmuşlardır. Zirvenin gerçekleştirildiği 27 bin nüfuslu Garmisch-Partenkirchen kasabası 25 bin polisin kuşatmasıyla adeta rehin tutulmuştur. Ancak kapsamlı önlemler ve güvenlik çemberine rağmen günler öncesinden G7 karşıtları, ilerici, demokrat, devrimci ve sosyalistler çeşitli bloklar şeklinde kamp kurmuşlardır. Alman gerici mahkemesi zirvenin yapıldığı Elmau Şatosu’na yaklaşılmasını yasaklanmıştır. Bu durum emperyalist efendilerinin korkularının göstergesi olarak algılanmalıdır. Yürüyüş şeklindeki protestolara binlerce insan katılmıştır. Protestonun içeriğindeki eleştiriler ise ABD ile AB arasında imzalanması öngörülen serbest tica-
ret anlaşmasıdır. Protesto’da dövizler de “G7’yi durdurun, çevreyi koruyun, fakirlikle mücadele edin, dünyanın size değil korunmaya ihtiyacı var” gibi yazılar taşınmıştır. Sloganlar ise “Çözüm için devrim, ırkçılığa hayır, faşizme hayır, çok yaşa uluslararası dayanışma” şeklinde atılmıştır. “G7’yi Durdurun” platformunun gerçekleştirdiği yürüyüş ise daha şiddetli geçmiştir. Gerici Alman polisi protestoculara coplarla ve biber gazıyla vahşice saldırmıştır. Yaşanan arbede de onlarca protestocu yaralanmış ve bazıları gözaltına alınmıştır. Zirve sonrası ayağının tozuyla Obama T.C. devletini eleştirmiştir. Obama, çok sayıda IŞİD elemanının Türkiye üzerinden Suriye’ye ve oradan da Irak’a geçtiklerine işaret etmiştir. Bu konuda, yani sınır güvenliğinde Türkiye’nin gerekli duyarlılığı göstermediğini açıklamıştır. Zira bizzat ABD ile diğer emperyalist güçlerin eliyle, bölgedeki yerli işbirlikçi uşak rejimlerin de devreye sokularak organize edilip işlevsel-
leştirilen IŞİD, EL-Nusra gibi taşeron örgütlere doğrudan desteğin, tıpkı Katar ve Suudi Arabistan gibi T.C. tarafından da yapıldığı bilinen bir gerçektir. G7 zirvesinin sonuç bildirisinde ise Kırım’ın Rusya’ya dümen kırması (buna ilhak diyorlar) bir kere daha kınanmıştır. Bu temeldeki anlaşmazlıkta diplomatik eksenli adımların destekleneceği deklare edilirken, Rusya emperyalizminin Kiev yönetiminden ayrılan bölge ve yerellerdeki güçleri desteklemeye son vermesi ve Minsk Anlaşması’nın birebir uygulanması konularında ısrar edilmiştir. Bildirideki bir diğer açıklama ise özellikle son süreçlerde daha fazla öne çıkan göçmen krizidir. Akdeniz ve Bengal vb. körfezlerdeki göçmen kıyımlarına ilişkin etkin bir çözümün bulunması gerekliliğinin altı çizildi. Filistin’de yaşanan vahşet ve çelişkilere ilişkin ise “İlgili bütün taraflara, iki devletin barış ve güven içinde yaşaması temeline dayanan müzakere edilmiş bir çözüm için çalışmaları” yönünde çağrıda bu-
Ortadoğu'da saldırılar sürüyor Emperyalistler ve onların maşaları Ortadoğu coğrafyasında halklara kan kusturmaya devam ediyorlar. Eli kanlı gerici örgütler Ortadoğu'yu kendi kontrolü altına almaya çalışıyorlar Ortadoğu coğrafyasında yıllardır süren savaşlar giderek daha kanlı bir hal alıyor. Halihazırda on binlerce insanın katledildiği, milyonlarca insanın sığınmacı konumuna düştüğü savaşların bilançosu da giderek ağırlaşıyor. Emperyalistler ve bölgede etkin olmak isteyen ülkeler gerici maşaları yoluyla bölgeyi kan gölüne çevirmiş durumda. Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de, Libya'da özellikle IŞİD ve benzeri güçler, emperyalistlerin çıkarları uğruna bölgede terör estiriyor. Bölgenin bir başka gerçekliği ise Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi, bölgede etkin olmak isteyen ülkeler. Bu ülkelerin de bu gerici maşa örgütlenmelere her türlü yardımı -askeri, siyasi, ekonomik- yaptığını biliyoruz. Nitekim eğit-donat projesi de bunun bir ayağı olarak karşımızda duruyor.
Rojava Devrimi direniyor
Esad zor durumda
IŞİD gericiliği Ortadoğu'yu kan gölüne çeviriyor. IŞİD'e karşı başarı kazanan tek güç ise PYD diyebiliriz. Rojava devrimi IŞİD'in tüm saldırılarına rağmen ayakta duruyor. Kobanê'de ağır bir yenilgi alan IŞİD, buradan çekilmek zorunda kaldı. İlk yenilgisini bu şekilde alan IŞİD'den Kobanê'nin çoğu bölümü kurtarıldı. YPG/YPJ savaşçıları mevcut durumda Kobanê'nin güneyinde Sarrin'e kadar ulaşmış durumdalar. Kobanê'de bulunan YPG/YPJ savaşçıları doğuda da Tall Abyad'a doğru ilerliyorlar. Er Rakka'da bulunan Tall Abyad'ın birçok köyü ele geçirilmiş durumda. IŞİD Kobanê'de aldığı yenilginin ardından Cizire kantonuna saldırıya geçmişti. Ancak mevcut durumda Cizire'deki saldırılar da savuşturuldu. YPG/YPJ güçleri saldırıları durdurduktan sonra ilerlemeye başladı. Tall Abyad'a doğru ilerleyiş sürüyor. Tall Abyad'a varmadan önceki son stratejik nokta olan Silok kasabasında çatışmalar ise şiddetlendi. PYD Rojava'nın üç kantonunu birleştirmek için harekete geçti ve ilk hedef Tall Abyad oldu.
Idlib'in El-Nusra ve ÖSO denetimine girmesinin ardından 'muhaliflerin' ilerleyişi devam ediyor. Hızını kaybetmiş olsa da ElNusra ve ÖSO gibi gerici maşa örgütlenmeler Suriye'nin güneyine doğru ilerlemek istiyor. Idlib’de rejime ait neredeyse hiçbir askeri güç kalmamış durumda. ÖSO ve El Nusra Lazkiye ve Hama kırsalında ilerleme çalışıyor. IŞİD de yine Esad'ın kontrolünde olan Palmira'da saldırılarını arttırmış durumda. Palmira'nın kontrolünü ele geçiren IŞİD buradan Suriye'nin batısına doğru ilerleme çalışıyor. Yine Daraa'da güçlü olan ÖSO yüzünden Esad giderek sıkışıyor. Esad'ın giderek kan kaybetmesi karşısında özellikle Rus emperyalizminin ne yapacağı ise merak konusu olarak ortada duruyor.
IŞİD Irak'ta yerini koruyor Irak'ta ilk olarak Musul'a giren IŞİD, mevcut durumda Ramadi ve Felluce'yi de kontrolü altında tutuyor. Özellikle Felluce başkent Bağdat'a çok yakın bir konumda bulunuyor. Son olarak Tikrit, Irak ordusu tarafından IŞİD'den geri alındı. Ancak bunun dışında
11 ediyor! lunmuşlardır. DAİŞ ve benzerlerine karşı mücadelenin, uluslararası toplumun önceliği olarak kalmaya devam etmesinin gerekliliğine vurgu yapılan bildiride, Küresel Koalisyon'un çabalarının olumlu karşılandığı belirtilmiştir. Obama “Eğer yabancı savaşçıların gidişlerini azaltabilirsek, sonrasında bölgede bulunan DAİŞ güçlerini izole edebilir ve zayıflatabiliriz” demiştir. Obama Rusya emperyalizmine ilişkin ise “G7, Ukrayna'yı desteklemeye devam edeceğini, Rusya’nın Ukrayna’nın doğusunda şiddet kullanmaya devam ettiğini ve bunun da Ukrayna’nın egemenlik ve toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini” vurgulamıştır. G7’ye karşı çeşitli ilerici, demokratik, devrimci temeldeki anti-kapitalist ve anti-emperyalist kurumlardan teşkil olunan Stop G7 Elmau platformunun çağrısıyla gerçekleştirilen eylemlere binlerce kişi katıldı. Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi (ADGH)'nin de içinde olduğu, 3A Devrimci Platformu gibi anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-faşist platformun dışında, sistem karşıtı farklı birçok kurum ve bireylerden binlerce katılım olmuştur. Ve bir kez daha polis devleti olan Almanya’da yirmi beş bin polis görevlendirilmiştir. Küçücük bir azınlık olan küresel hegemonyanın özel mülkiyet çıkarları için binlerce polis korumasına başvurması hiç kuşkusuz ki emperyalist efendilerin korkularının ürünü olsa gerek. Zirve protestolarında 30 kişi gözaltına alınırken birçok kişi de çeşitli yerlerinden yaralandı. Eylemlere basının da ilgisi yoğundu. Eylemler boyunca çeşitli etkinliklerinde içerisinde yer aldığı aktiviteler kapsamında 7 Haziran’da gerçekleştirilen Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki seçimlere de değinilmiştir. Ve özellikle seçim süreci boyunca bizzat devletin özel savaş aygıtının bir parçası olarak gerçekleştirdiği gözaltı, saldırı, provokasyon ve katliamlar da protesto edilmiştir.
IŞİD geriletilemedi. Burada en yoğun çatışmalar genel olarak Şengal ve Beici'de yaşanıyor. Bahar aylarında ABD emperyalizminin desteği ile Musul'dan IŞİD'in çıkarılması planlanıyordu. Ancak IŞİD'in Ramadi'nin kontrolünü ele geçirmesi üzerine şu anda ABD emperyalizmi de merkezi Bağdat hükümeti de Ramadi'ye yoğunlaşmış durumdalar.
Yemen ve Libya'da çatışmalar şiddetleniyor Bizden daha uzak bölgelerde olmaları nedeniyle Libya ve Yemen'deki çatışmalar gündemimizi pek meşgul etmiyor. Ancak eli kanlı gericiler buralarda da halklara saldırmaya devam ediyorlar. Yemen'de ülkenin yarısını Şii Husiler diğer yarısını ise Yemen El-Kaidesi ve Hadi'nin güçleri kontrol ediyor. Burada üç grupta birbiriyle savaşıyor. Libya'da ise çeşitli yerel güçlerde kendi bölgelerini kontrol ediyorlar. Libya'nın kuzeyinde IŞİD, El-Kaide vb. gerici güçler de giderek güçlerini arttırıyor.
YÖNELİM
≫ kazım cihan
POSTMODERNİZM
M
arksizmin geçerliliğini yitirdiği söylemiyle kapitalizme sözde alternatif olduklarını belirten postmodernizme karşı köklü bir mücadele gereklidir. Fukuyama gibi “Sınıf mücadeleleri tarihinin sonunun geldiğini” ilan eden anlayışlara, şimdi olup-bitenleri ' medeniyetler savaşı" şeklinde gösteren teorileri önceleri de ele almıştık. Marksist tarih anlayışına karşı gelen yaklaşımları da irdelemeye çalışmıştık. Derinleştirilmesi ihtiyaçtır. Postmodernizm de "Marksizmin sonunun geldiği"ne karar verenlerdendir. Komün, Ekim ve Çin Devrimi onlara göre artık sadece müzede kaldı. Şimdi onlar artık basit bir “nostalji” olabilirmiş(!) Artık tarihçağ post döneme gelmiştir. Dolayısıyla geçerli olan postmodernizmmiş(!) Yaşanmışlara, yaşananlara yani gerçeklere, pratiğin bilimselliğini ispatladığı gerçeklere, (devrimler ve yaşanmış daha ileriye götürülerek yaşanacak sosyalizm deneyleri) MLM’ye rağmen, kendileri (Postmodernistler, TroçkistIer vb.) yerkürenin bir milimetresinde bile ispatIanmamış bu "büyük teorisyenler" şöyle diyebilmektedirler: "İdeolojilerin sonu geldi" Spekülasyonların temeline oturtulmuş, bu teoriyle uğraşmaya değmez diyemeyiz. Sadece aydınlar ve üniversite kürsülerinde değil, başka alanlarda da küçümsenemez bir etkinliğe sahip bu teoriyle hesaplaşmak şarttır. Bunlar özellikle teknolojik değişiklikler itibariyle, Marks'ın politik-ekonomi yaklaşımı geçersiz hale geldi diyorlar. Marksizm objektif dünyanın sürgit rutin bir tekrar olduğunu zaten söylememişti. Değişmelere bağlı olarak, kendi teorilerinin de gelişeceğini, gelişmesi gerektiğini belirtmişti. Marksizm dokunulamaz teorik bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur. Dolayısıyla hiçbir eleştiriye kendimizi peşinen kapatma durumunda değiliz. Ancak her lapa yutulamaz da… Örneğin postmodernistler diyorlar ki, bilgi ve mali işlemler teknolojisi, Marks’ın metafetişizm öğretisinin geçersizliğini gösteriyor. Artık meta üretiminin hakim olduğu bir dünyada yaşamıyormuşuz. Mal üretiminin yerine bilgi geçti. Artık bilgi ekonomisine geçildi. Böylece emek değerini yitirdi. Öyleyse neymiş? Politik ekonominin sonu gelmişmiş(!) Teknolojik gelişmelerin hiçbir değişikliğe yol açmadığını söyleyemeyiz. Teorimizin, bu gelişmeleri dikkate alarak ilerletilmesi ihtiyacını reddedemeyiz. Ancak hiç de postmodernistIerin söylediği gibi "sanal bir ekonomi çağında yaşıyor" değiliz. Hiç de metaların değişim değerinin yerini "işaret değeri" almıyor. Artık gerçek yok, her şey sanal ekonomi ve onun işaretleri tayin ediyor diyorlar. Görünürdeki gerçeklik her şeyin yerini aldı diyorlar. Bunun için "hiper gerçek" dünyada yaşadığımıza karar veriyorlar. Teorisyen Baudrillard bunu "Tarih sahnesinin, siyasi sahne-
nin sonuna gelmek"le sentezleştiriyor. "Post kapitalist bilgi toplumu çağına ulaşıldığı" zemininde bir sonucu ilan ediyor. Ve diyor ki "artık sermayede spekülatiftir, üretimden özerktir." "Para yegane yapay uydu ve hakikat bu" diyor... Teorisyen Derrida "Parasal işaret olarak değer çağı"dır, diyor çağımıza! Para artık gayri maddileştirildi. Şifreli imza biçimlerini aldı. Artık bunlar sosyo-maddi üretime dayanmıyorlar. Dolayısıyla sermaye, emek dışında gelişebiliyor, kendisi içinde kendisini yaratabiliyor, diyorlar. Evet borsadaki gelişimde sermayenin-paranın spekülatif vurgularını vb. görmüyor değiliz. Fakat meta ve paranın yabancılaşmasının kökleri yine de somut emektedir. Olan, emeğin yarattığı zenginliğe, yaratıcının kontrolünden çıkarak ona yabancılaşması, fetişleşmesidir. Yabancılaşma ve fetişin kökünde insanın somut emeğini görmeyip, gerçeği kendi başına fetiş ve emekten tümden kopuk, yapay işaretlerle izah etmek ve gerçek sadece budur deyip, emeği devre dışı bırakmak şeklindeki postmodern yaklaşım, emekçilerin “yaratmadıkları” için onu geri isteme durumunda olmayacağı sonucuna çıkacaklardır. Bunun için devrim, sosyalizm nostalji görülüyor. Elbette meta-para üreticilere yabancılaşmayı ifade eder. İşçilerin ürettiği ve bizzat onların somut emeklerinin sonucu olan zenginlik onlara yabancılaşır. Fetiş, kapitalizmin dünyasının sonucudur. Sermayeyi yaratan işçidir. Ve kapitalizmin ona yabancılaştırdığı sermaye, onun celladı haline gelir. Durum bu ise bu sorunu işçiler niçin çözemesin? Devrim niye nostalji olsun? Politik ekonomiğin sonu niçin gelmiş olsun? Fabrikalarda, tarlalarda, teknoloji dünyasında, her şeyde zenginliğin yaratıcısı olan çalışanların emeğinin hiçbir şey yaratmadığını söyleyip, her şeyi hayaletlerin, kendi başına fetişlerin yarattığına hüküm kesenlere gerçekler hayır diyor. Gerçekler, bugün de Marks’ın metaların karakterlerinin iki yönünün (kullanım ve değişim değeri teorisinin) doğruluğunu gösteriyor. Para, kapitalist toplumun yarattığı emeğe bir yabancılaşmadır. Onun da temelinde insanın somut emeği vardır. Soyut emeğin maddi biçimi olarak, hayata hükmeden, somut emeğin yabancılaşmış biçimi (soyut biçimi) olan para insan emeğinden bağımsız, kendi başına bir şey değildir. Marks fetişizmi izah etmişti. Paranın getirdiği faiz ile uçlaşan fetişizm işçilerin yarattığı artı değerden kopuk değildir. Sermayeyi yaratan kimdir? O nasıl yaratıcısına yabancılaşıyorsa, faizle çoğalmasının biçiminde fetiş durumu daha da uçlaşıyor. Yani özerk bir kategori olarak her şeyden bağımsızmış gibi kendisi kendisini yaratmıyor. Kökünde insanın somut emeği var. Gerçek hayattan
kopuk, gelişmenin insan pratiğinin gelişme sürecinin dışında spekülasyonlarla açıklanmasına Marks kendi döneminde meydan okumuştu. Postmodernistlerin bir bakıma o günkü bazı biçimleriyle hesaplaşmıştı. "Bilgi ekonomisinde" insan emeğinin rolü yok mudur? Orada da bedenleriyle çalışan insanlar olgusu somut gerçektir. Mühendisler, hizmetliler gibileri de bedensel çalışmadan muaf değillerdir. Yani gerçekler, "emeğin ve sınıf mücadelesinin sonu" şeklindeki, postmodern teorinin çürüklüğünü gösteriyor. İnsanın pratik faaliyetlerinden bağımsız, (üretim koşullarına göre şekillenen) başlı başına bağımsız, kendi başına bir gelişme yoktur. Ondan kopuk, gerçek olmayan, kendi başına bir sanal uydurma dünya yoktur. İnsanı ekonomi ve siyasetin dışında ele alan, sanal ekonomi ve siyaset projeleriyle gerçeğe rağmen insanın rolünü dışlayan, dolayısıyla insanın dünyayı yorumlama ve değiştirme eyleminin anlamsız olduğunu ilan eden ‘postyapısalcılık’ın "hayaletler dünyası" gibi, kendisi de, gerçeklerden kopuk boş bir hayalet teorisidir. Onun, toplumsal koşullardan kopuk hayalet işaretlerle bezeli teorisi, bırakalım dünyayı değiştirmek (ki kendilerinin de iddiası meydan okumak gereksizdir. Kapitalizmi yok farz ederek denetime alabilirmişiz) dünyayı yorumlamaya dahi bir milim yaklaşılamamaktadır. Evet, teknolojik devrim anlamında bir gelişme ve maddi hayatta önemli değişiklikler vardır. Teorimiz, bu gelişmeleri kavrayarak, her bir trendin sorunlarını çözerek ilerler, ilerlemelidir. Temel sağlamdır, bilimseldir. Somut gelişme ve değişimlere bağlı olarak, toplumsal dönüşüm projemizde ilerlemek durumundadır. Teknolojik gelişmeye Marks'ta işaret etmişti. Kapitalizmin rekabet ve kar dürtüsünün emek maliyetini düşürerek teknik ilerlemelere yol açacağını belirtmişlerdi. Fakat şu gerçektir ki onu hizmetine alırlar (teknik) olan da budur. Kapitalist küreselleşmeye de Marks dikkat çekmişti. Sermayenin sürekli genişleme-yayılma eğiliminin pazar gereksiniminin, burjuvaziyi “dünyanın dört bir yanına koştur”duğu, “her yerde barınmak, her yerde yerleşmek, her yerde bağlantılar kurmak” zorunda bıraktığı ve dolayısıyla “dünya pazarını sömürmekle” “her ülkenin üretimine, tüketimine, kozmopolitlik bir nitelik verdiğinden” söz etmişlerdi. Bunu kısaca “tek sözcükle, kendi hayalinde benzer bir dünya yaratıyor” diye tanımlamışlardı. Fakat dünyanın ezen-ezilen uluslar, cinsler, inançlar barbar fetihçi tahribatkarlar ve doğa şeklinde bölündüğü de bir gerçektir. Bu dünyanın tek alternatifi devrim ve sosyalizmdir. Özel mülk dünyasının vurguladığımız sonuçlarına karşı sosyalizmin her alanda sözü olmuştur, bugün de vardır.
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Genel seçimler süreci ve ko Genel seçim sonuçlarının, özellikle HDP’nin barajı aşması ve bunun da ötesinde küçümsenemez bir gelişme ortaya koyması ve buna bağlı olarak AKP hükümetinin düşmesi açısından siyasi tabloda biçimsel bir değişim veya yeni bir sürece yol açtığını söylemek doğru olacaktır. En azından AKP’nin tek parti diktatörlüğü, yerini çok partili koalisyon diktatörlüğüne bırakacaktır. Buradaki siyasi tablonun değişimi, gerici devlet, iktidar ve hükümet bağlamında demokratik bir değişim veya bu anlamda yeni bir süreç değil, bilakis aynı sınıf özünde biçimsel olarak gündeme gelen bir siyasi tablo ya da değişimdir. Tek partili AKP diktatörlüğünün önümüzdeki dönem için hazırlandığı stratejik hamleler, gerici saldırıların derinleştirilmesine dönük planlar en azından şimdilik boşa düşürülerek ertelendi… Genel seçimler, devletin tüm olanaklarını kullanan AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı’nın kampanyalara dahil olarak oluşturduğu eşitsizlikler ve bunu da aşan faşist saldırı ve katliamlara varan faşist baskılar altında nihayet tamamlandı. AKP iktidarı kırılma yaşayarak güç kaybetti. Tek başına hükümet etme pozisyonunda 13 yıla vuran AKP iktidarı, HDP’nin barajı aşan başarısıyla tepetaklak oldu. CHP kan kaybı durumu itibarıyla AKP ile aynı kaderi yaşadı. Ne yazık ki, bu kaderi paylaşan iki parti de mevcut gelişmeler bağlamında koalisyon hükümetinde birleşen bir kader daha yaşayacak gibi. MHP ve HDP oylarını arttırarak ilerleme kaydetti. Özellikle HDP’nin seçim barajı konusunda siyasi bir tarih yazdığı söylenmelidir. Partilerin vekil sayısı aritmetiğine göre hükümet kurma işi kolay değil, karmaşık ve zorlu bir denklem gibi görünmektedir. Zira sonuçlar hiçbir partinin yalnız başına hükümet kurmasına olanak tanımayarak, ilgili partilerin önüne koalisyon hükümeti kurma görevi koydu. Koalisyonun şıp diye kurulamayacak zorluklarla karşı karşıya olduğu açık. Çünkü ilgili partilerin klik çıkarları ekseninde bir buluşma zemini veya karşılıklı çıkarların bir payda da buluşturul-
ması, tabiatıyla kolay değil, zorluklar göstermektedir-gösterir. Zorluklara karşın bu durum handikap değildir. Gerici çıkar eksenli pazarlıklar ve ilkesiz burjuva pragmatizmi ile devletin bekası için çetin pazarlıklar da yaşansa, son tahlilde belli bir uzlaşı çerçevesinde koalisyon kurmada buluşmalarını tamamen olanaklı kılmaktadır. HDP’yi bu zeminin dışında tuttuğumuzu veya HDP’nin esasta bu burjuva bileşende olmadığını belirtmek isabetle doğrudur. Proleter sınıf bakış açısından uzak yaklaşımlar koalisyon hükümetinin oluşmasında düzen partilerinin söylemlerini, bazen sürdürdükleri danışıklı dövüş ve düellolara bakarak koalisyonun kurulmasını olanaksız görmekte, erken seçimlerin olacağına yormaktadır. Oysa ilgili partilerin sınıf gerçeklikleri esas alındığında, bütün söylemlerin unutularak iktidar pastasından daha fazla pay almak için ve özellikle de devletin bekasını esas alarak belli anlaşmalar temelinde uzlaşacakları açıktır. Elbette bazen anlaşmaları sorunlu ve zor olabilir. Hatta anlaşma sağlayamayarak erken seçime gitmeleri de olasıdır. Fakat bu olasılık en cılız olasılıktır. Esas olan bu faşist düzen partilerinin gerici çıkarlar temelinde pazarlıklar yaparak anlaşmaları gerçeğidir. Ki yürütülen tartışmalar da bu minvaldedir. Koalisyon hükümetinin kurulacağı esas eğilimdir. Mevcut tabloda AKP ile CHP’nin koalisyon hükümeti kurması en güçlü ihtimaldir. Reel durum ve gelişmeler bunu doğrulamaktadır. Bu iki partinin iktidar dalaşında birbirini tasfiye etmeye çalıştıkları ve hatta bu tasfiyede belli aşamaların gerçekleştirildiği, bu dalaşta son derece keskin laflar ettikleri, derin bir iktidar çatışmasına girdikleri vb vs reel gerçektir. Fakat buna karşın hepsinin sınıf dokusu, gerici sınıf düzeni ve devleti konularında, sömürü ve baskıya dayalı halk düşmanı faşist bir iktidar niteliğinde birleştikleri unutulamaz. Devleti temsil eden komprador tekelci sermaye ve sınıflar bu siyasilere-hükümetlere yön verip davranışlarını belirleyen gerçek güç olarak rol oymaktadırlar. Büyük sermayenin menfaat ve çıkarları koalisyon hükümetinin kurulmasını gerektiriyorsa (ki, seçim sonuçları da bunu ortaya koymuştur), ilgili düzen partilerinin başka bir yola girmeleri düşünülemez. AKP’nin birinci parti olarak hükümeti kurma görevi alacağı açıktır. AKP’nin koalisyon etme seçenekleri içinde en uygun olanının CHP olduğu da bir o kadar açıktır. MHP ile koalisyon özellikle “çözüm süreci” denilen sürecin yürütülmesi açısından olanaklı gözükmemektedir. Son çare olarak bu koalisyon da olabilir
fakat mevcut durumda farklı olanaklar olduğu için bu koalisyon şimdi tercih edilen değildir. AKP’nin HDP ile koalisyon kurması da başka bir olasılıktır. Ne var ki, bu koalisyonda ülke gerçeğinde çok olanaklı görülmemektedir. Ki, CHP ve MHP’nin ikili olarak dışta kaldığı bir koalisyon hükümeti özellikle “çözüm süreci” açısından eski durumla aynı olacak ve bu iki partinin yürüteceği muhalefet AKP/HDP koalisyonunu tıkayacak bir güçte olacaktır. Meclisin çalışmalarını sürdürmesi dahi sorunlu olacaktır. Ve zaten HDP, AKP ile bir koalisyon düşünmemektedir esasta. Bu ihtimal de birçok açıdan zayıf kalmaktadır. Dolayısıyla AKP/CHP koalisyonu hakim sınıflar açısından da en gerçekçi bir olasılık olarak durmaktadır. Mevcut eğilim bu koalisyonun kurulacağına işaret etmektedir. Bu durumda AKP tek başına siyasi iktidarı yürütmekten düşüp yeni biçim olarak bir partnerle siyasi iktidarı paylaşmış olacaktır. Burjuva siyasetin biçimlenmesinde önemsiz bir değişim değil ama AKP’yi hepten götüren bir sonuç da değildir bu sonuçlar. Hele hele devlet ve yönetim biçiminde bir normalleşme, demokratikleşme vb. hiç değildir… Ancak AKP iktidarı Erdoğan bitişikliğinin tasavvur ettiği başkanlık sistemi ve bunda kilitlenen önümüzdeki dönem hayalleri ile fütursuzca derinleştirip estireceği faşist terör dalgası, fiilen boşa düşmüştür. Erdoğan/AKP faşist diktasının seçimler sonrası için hayal ettikleri tatlı düşleri seçim sonuçlarıyla birlikte adeta kabusa dönüşmüştür. AKP/Erdoğan odağı HDP’nin barajı aşamaması için gösterdiği muazzam çaba ve kural tanımayan sal-
dırılara başvurmasına rağmen nail olamamışlardır. Yenilgileri kabus derecesinde büyük olmuştur. Seçim sonuçlarının koşulladığı bu kabus HDP ve Kürt Ulusal Hareketi’nin büyük başarısı karşısında düştükleri çaresizlikle iyice derinleşmiştir. Ama halk kitlelerini küçümseyen, özellikle de gerçek manada onlara dayanmayan her güç ne kadar büyük olursa olsun kof bir güç olarak öyle ya da böyle halkın iradesi karşısında diz çökmekten kurtulamayacaktır... Bu koalisyon olasılıkları veya öngördüğümüz koalisyon hükümetinin kurulması esasta bizlerin sorunu değildir. Herhangi bir koalisyonun kurulması sınıflar mücadelesi açısından bir olumluluk sağlamayacak, bizlerin sınıf mücadelesi karşısındaki görevlerimizi değiştirmeyecektir. Zira kurulacak olası herhangi bir hükümet sınıf niteliği açısından da siyasi niteliği açısından da demokratik değil, bilakis faşist olacaktır. Ne devlet iktidarı ne de yönetim biçiminde pozitif yönde bir değişim söz konusu olmayacaktır, olamaz da. Bu bağlamda sınıf mücadelesi ivme kaybetmeden sürmek durumundadır, sürecektir de. AKP’nin tek parti iktidarının gitmesi demek ne faşizmin gitmesi ne de demokrasinin gelmesi demektir. Gerici hakim sınıf klikleri arasında siyasi iktidarın el değişmesi veya bu iktidarın farklı klik temsilleriyle yeniden sürdürülmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Dolayısıyla demokratik mücadele konularında mücadele ve görevlerimizi yürütürken, esas mücadele biçimlerinde yoğunlaşmamızı sosyalist halk savaşı perspektifiyle derinleştirmek zorundayız. Demokratik alandaki
perspektif
oalisyon olasılıkları üzerine
bu taktik politika ve kazanımlar küçümsenmemeli ama her şeyin merkezine konularak devrimci dikkatimizi de dağıtmamalı, bizleri esas mücadele biçimi ve görevlerinden uzaklaştırmamalıdır. Seçimler ve burada elde edilen kimi kazanımlar genel mücadelemiz açısından sadece taktik politika ve demokratik kazanımlardır. Oysa bizlerin mücadelesi siyasi iktidar mücadelesidir.
Seçimler öncesi ve sonrası siyasi tablo Genel seçim öncesi AKP’nin doğrudan Erdoğan kumandalı faşist diktatörlüğü hüküm sürerken, seçimlerden sonra bu durum AKP/Erdoğan tekelinden çıkma biçiminde değişim eğilimi veya sürecine girmiştir. Bu dönemde AKP yine rol sahibi olsa da, yeni aktörlerin de dahil olduğu bir döneme açılmıştır kapı. Erdoğan’ın bu dönem tablosunda eski pozisyonunda olmayacağı ise açıktır. Elbette sınıf tavrı ve yaklaşımı açısından mesele sadece Erdoğan/AKP meselesi olarak anlam taşımaz. Bilakis diğer düzen partilerinin de aynı sınıf partileri ve iktidarları olduğu su götürmez doğrudur. Ancak halk kitlelerinin desteği açısından burjuva sınıflar arası dengeler bozularak-değişerek burjuva düzenin siyasi istikrarı, çelişkileri, çatışkıları vb. açısından yeni bir süreç başlamış, halk kitleleri iradelerini devlet iktidarı temsilinde uygulanan faşizme, faşist AKP diktatörlüğüne karşı hoşnutsuzluk temelinde ortaya koymuştur. İktidarını değişmez gören AKP, çok güçlü olmasa bile halk kitlelerinden aldığı yanıtla sarsılıp çatırdamış, kredisini esasta yitirmiştir. Seçimlerden önce AKP iktidarının devletin kendi yasalarıyla bile durdurulama-
yan pervasız bir saldırganlık, gerici baskı ve yasaklar eşliğinde tek adam diktatörlüğüne dayalı faşist bir diktatörlüğü hüküm sürmekteydi. Toplumu kutuplaştırarak ötekileştirdiklerinin dışında yedeklediği kitlelerden iktidarına kitlesel zemin oluşturmuş, manipülasyonlarla toplumun önemli kesimini arkasına alarak hukuk tanımaz biçimde korkunç baskılar uygulayan koyu faşist bir sultanlık sultası inşa etmiştir. Toplum yaşamını tek mezhebe dayalı dini değer yargıları ve kurallarına göre biçimlendirme sürecinde ciddi ilerlemeler ortaya koymuş, toplumsal özgürlükleri faşist baskılarla kol kola geçirilen dini hükümlerle rafa kaldırıp topluma Sünni mezhebine ait dini yaşam dayatılmıştır. Toplum en ağır baskı ve yasaklar cenderesine alınmış, yapılan katliamlar alenen savunulmuş, yeni yasalar çıkarılarak her türlü baskı, yasak ve katliam reva görülerek korkunç bir faşist terör estirilmiştir AKP’nin tek adam diktatörlüğü altında. Ancak açık ki, mevcut seçim sonuçlarından sonra AKP bu konumunu, bu olanağı, yetki ve nüfuzunu esasta yitirmiştir. İktidarında gedikler açılmış, en azından önüne koyduğu yeni saldırılar, derinleştirmek istediği saldırganlık ve gerici plan ve hesapları yakın tehdit olmaktan çıkarılarak esasta boşa çıkarılmıştır. Genel seçim sonuçlarının, özellikle HDP’nin barajı aşması ve bunun da ötesinde küçümsenemez bir gelişme ortaya koyması ve buna bağlı olarak AKP hükümetinin düşmesi açısından siyasi tabloda biçimsel bir değişim veya yeni bir sürece yol açtığını söylemek doğru olacaktır. En azından AKP’nin tek parti diktatörlüğü,
yerini çok partili koalisyon diktatörlüğüne bırakacaktır. Buradaki siyasi tablonun değişimi, gerici devlet, iktidar ve hükümet bağlamında demokratik bir değişim veya bu anlamda yeni bir süreç değil, bilakis aynı sınıf özünde biçimsel olarak gündeme gelen bir siyasi tablo ya da değişimdir. Tek partili AKP diktatörlüğünün önümüzdeki dönem için hazırlandığı stratejik hamleler, gerici saldırıların derinleştirilmesine dönük planlar en azından şimdilik boşa düşürülerek ertelendi… Sürecin iyi ya da daha kötü gelişeceği meselesi ayrı bir tartışmadır. Yani gelişim nereye doğru olsa da siyasi tabloda biçimsel bir değişim gündeme gelmiştir. Ki gelişme veya değişim tablosunun demokratikleşmeye doğru olabileceği gibi bir ihtimalden, varsayımdan söz etmiyoruz, böyle bir tasavvurumuz yoktur. Vurgulamaya çalıştığımız şey seçim sonuçlarının eski siyasi tabloyu değiştirerek, biçimsel olarak yeni bir siyasi tabloyu ortaya koyduğudur. Kaldı ki, HDP’nin başarısı, 80 milletvekiliyle parlamentoda bulunması Kürt ulusunun hak ve talepleri ile demokratik değerlerin savunulması daha etkili olarak gündeme taşınmasına olanak tanıyacak ve hatta HDP bünyesindeki ittifak güçler göz önüne alındığında parlamentoda devrimci ve sosyalist fikirlerin gündeme gelmesine tanık olacaktır. Kısacası, HDP’nin elde ettiği seçim sonucu, ülkedeki siyasi tabloyu ve siyasi atmosferi doğrudan etkileyen bir gelişmedir. Hem HDP’nin Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası siyasi arenasında elde ettiği güçlü pozisyon ve hem de HDP’nin barajı tepeleyen başarısının sonucu olarak AKP iktidarına çizgi çekmesi bakımından önemlidir. Seçimin ortaya koyduğu siyasi tablo AKP iktidarının belinin kırılmasıyla es geçilemezken, Kürt Ulusal Hareketi’nin ise meşruluğunu derinleştirerek belirleyici aktörlerden biri olarak sahneye çıkmasıyla anlam kazanmaktadır. Seçimler demokrasiden uzak ve özünde burjuva bir oyun da olsa, demokratik cephe tarafından ve özellikle de proleter devrimci politika ekseninde doğru taktik ve siyasetle ele alındığında nispi olumluluklar ve kazanımlar sağlayacağı bu seçim pratiğinde de kanıtlanmış bir gerçektir. Seçim çalışmaları ve sonuçları daha geniş çerçevede mütalaa edildiğinde kazanımlarının küçümsenemeyeceği açıktır.
Seçim ittifakı Seçimler sürecinin ortaya koyduğu önemli bir gerçek de HDP çatısı altında demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin önemli kesimlerince gerçekleştirilen
geniş kapsamlı seçim ittifakıydı. İttifakın sonuçlar itibarıyla sağladığı kazanımlar, elde ettiği başarı ve esasta olumlu bir süreç olarak işlemesi ittifakların geliştirilerek diğer mücadele alanlarında da sürdürülmesini doğrulamaktadır. Gerçekleştirilen bu ittifak geniş bileşenleri kapsaması ve elbette ittifak zeminindeki güçlerin ittifak yapma yeteneği göstermesi bakımından önemli bir siyasi gelişmeydi. Sonuçları da doğru orantılı olarak olumlu oldu. İttifakın önemli bir başarıya imza attığını söylemek yanlış olmaz, bilakis gerçeğin ifade edilmesi oluruz. İttifak ilgili tüm güçler açısından başlı başına bir kazanımdı. Devrimci bir gelenek ve gereklilik olarak ittifakların daha yaygın olarak oluşturulması önümüzde duran bir görev olmalıdır. Gerici hakim sınıflara karşı mücadele bitmediği gibi, seçimlerle de sınırlı değildir. Dolayısıyla tüm devrimci mücadele ve demokratik görevler aşamasında bu ittifakların kurulması ihtiyaçtır. İttifakın tüm olumluluklarına karşın belli eksiklikler ve zayıflıklar taşıdığı, dolayısıyla bunların aşılarak daha doğru zemine oturtulması ihtiyacı da vardır. Söz konusu ittifakın genel içeriği esas olarak HDP’nin desteklenmesi biçiminde karakterize oldu. Bu, HDP şahsında Kürt ulusunun desteklenmesi açısından pozitif bir yönelim de olsa, ittifak kavramını tam karşılamayan bir tablodur. Belki pratik gerçek karşısında, bu tarzda bir ittifak anlaşılır görülebilir. Fakat ittifak gerçeği salt destekleme tavrıyla örtüşmez ya da destekçi pozisyon algısıyla açıklanamaz. Pratik gerçek dediğimiz örgütsel güç gerçeği ittifak biçimini etkilese de, bu durumun destekleme pozisyonu olarak kavranması doğru olmaz. Zira örgütsel güçte belirgin dengesizlik olsa da ve bu pratikte ittifakın biçimine etki yapsa da, ittifak bileşenlerinin ayrı-bağımsız siyasi iradeler olduğu ve her birinin belli iddialarının olduğu inkar edilemez. O halde bu gerçeğe uygun olarak ittifak biçimi destekçi konuma indirgenmemeli-indirgenemez de. İttifak güçlerine adayların verilmiş olması ittifakın zayıf içeriği veya ittifak kavrayışındaki sorunu gidermez. İfade biçiminde desteklemekten kurtarılıp ittifak olarak isimlendirilmesi gerekli olduğu gibi, ittifak güçlerinin somut çalışmaların etkin yürütülmesi, ortak çalışmaların koordine edilip belirlenmesi, ortak kararların alınarak ortak iradeyle yürütülmesinin sağlanması, ittifak güçlerinin bu kapsamda söz ve irade sahibi kılınması gibi bir dizi gereklilik yerine getirilerek ittifakın içeriği ve biçimi daha uygun olarak doldurulmak durumundadır.
14 Devrimci ve ilerici güçler röportaj haber
“Mücadelenin gelişmesinde parlamento mücadelesi de diğer mücadeleler gibi bileşenlerden birisidir. Tek başına bir şey ifade etmediği gibi her süreçte de mutlak olacak değildir. Fakat koşulların bulunduğu süreçlerde yani işgal, iç savaş, darbe, açık faşizm, propaganda koşulunun kalmadığı, sınıfsal ya da ulusal kalkışmaların olmadığı dönemlerde söz, yetki ve kararın kitlelere ait olması temelinde sürdürdüğümüz sosyalist dönüşüme bağlı olarak ele alınıp yararlanılacak bir araç olarak gündeme gelebilir” Halkın Günlüğü Gazetesi olarak DHF-HDP ittifakıyla seçilen Milletvekili Erdal Ataş ile seçim gündemli bir röportaj gerçekleştirdik. Gerçekleştirdiğimiz röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz Halkın Günlüğü: 7 Haziran Genel Seçimleri’nin siyasal sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdal Ataş: Bu seçimler bu coğrafyada var olan AKP iktidarının halklarımıza ve haklarımıza yönelik dayatmış olduğu tekçi zihniyete karşı bir kazanımı ifade etmektedir. 80 yıllık Kemalist faşist iktidarın politikalarının 2000’ler sürecinde çökmesiyle birlikte yeni bir konseptle iş başına getirilen AKP ‘demokratikleşme’ adı altında kitlelerin önemli bir bölümünü kendi politikalarının destekçisi haline getirdi ve kitlelerin zihinlerinde bu coğrafyanın temel sorunlarını çözecek güç temelinde önemli bir algı kırılması
yarattı. Fakat çok geçmeden gerçekler açığa çıkmaya başladı ve kitleler AKP’nin de diğer burjuva iktidarlar gibi kitleleri kandırdığını, AKP’nin emperyalist ve komprador sermaye kesimlerinin temsilcilerinden biri olduğunu kavramaya başladı. 13 yıllık iktidar süreciyle, yasama, yürütme ve yargıda önemli bir hakimiyet sağlayan AKP, bazı noktalarda geçmiş Kemalist iktidarla aynı gerici zihniyeti sürdürürken bazı noktalarda onu geçen bir saldırganlıkla emekçilerin ve sosyal kimlik mücadelelerinin önüne geçmeye başladı. AKP iktidarı ile birlikte, emek cephesinin, ulusal kimliklerin, inanç çevrelerinin, cinsiyetlerin, doğa vb. temel sorunlarımızın çözülmek yerine daha da derinleştiği görülmüştür. Coğrafyamızın tüm ekonomik kaynakları özelleştirme vb. politikalarla emperyalist ve komprador tekellerin denetimine girmiş, ekonomik dağılım geçmişe oranla daha fazla adaletsiz hale gelmiş, işçi ve emekçilerin örgütlenme hakları gasp edilmiş, ücretler açlık sınırının altına çekilmiş, tarım, sanayi ve hizmetler alanları tamamen tekellere peşkeş çekilerek köylüler ve şehirlerdeki küçük üreticiler kitleler halinde iflasa sürüklenmişlerdir. Kürtler başta olmak üzere tüm ulusal kimliklerin hakları geçmişe oranla daha fazla görmezden gelinmiş ve asimilasyon derinleştirilmiştir. Aleviler başta olmak üzere tüm inanç kesimleri üzerindeki baskı artırılmış eğitim ve yaşam alanlarında inkar ve asimilasyon politikalarına hız verilmiş, IŞİD gibi soykırımcı, tecavüzcü faşist zihniyetlerin örgütlenmelerine zemin
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
açılmış ve destekler sunulmuştur. Kadınlar bulaşık, çamaşır ve erkeğe hizmet temelinde bin yıl önceki zihniyetle ele alınmış, kadın katliamları ve tecavüzleri meşru hale getirilmiş, LGBTİ’ler katli vacip anlayışıyla yok edilecek kesim olarak topluma hedef gösterilmiştir. Doğamız yeni ekonomik politikalar, kara dayalı üretim, HES’ler, GDO’lar, ranta dayalı şehir planlamaları ile geriye dönüşümsüz tahrip edilmiştir. Tüm bunları yapan AKP, yeni güvenlik yasaları, hapishaneler, devlet terörü ile tüm muhalif kesimlere saldırmaya ve keyfi cezalar uygulayarak yok etmeye ve susturmaya çalışmaktadır. 7 Haziran seçim sonuçlarının en önemlilerinden biri; kitleler AKP şahsında sürdürülen bu devlet politikasına karşı çıkmış ve değişim istemiştir.
HG: HDP ve ittifak güçleri bundan sonra nasıl bir siyasal hat belirlemeli? Erdal Ataş: Bu seçimlerde dikkat çeken bir diğer nokta son on yıldır dünyada ve coğrafyamızda sol-sosyalist kesimlerin ortak paydalarda birlikte hareket etme yöneliminin daha da güçlenerek kitlelerde yankı bulmasıdır. 1900’lerde yukarıda saydığımız tüm sosyal kimlik ve emek cephesinin tüm sorunları sınıf mücadelesine bağlı olarak sosyalist dönüşümle çözülme temelinde ele alınmaktaydı fakat zayıflıklarımızdan dolayı kazanılan mevziler kaybedildi. Zamanla tüm ilerici kesimler parçalı bir şekilde kendi haklarının mücadelesine yöneldiler ve toplumsal mücadele önemli oranda parçalandı. Geldiğimiz bu süreçte
parçalı hareket etmenin ne demokratik taleplerin kazanılmasında ne de toplumsal kurtuluş mücadelesinde başarı elde edemediği ortaya çıkmış oldu. Toplum geçmiş süreçteki yönelime geri döndü ve farklılıklarını yok saymadan ortak paydalarda birleşme yönelimine girdi. Seçim sürecinde ortak paydalarımızın önemli bir bölümünü yansıtan seçim bildirgesindeki talepler kitleler tarafından sahiplenildi ve destek buldu. DHF olarak, sosyalizmin bileşenleri olan tüm güçlerle sosyalist dönüşüm öncesi ve sonrası bağımsız, bayrağımızı yere düşürmeden, doğru yanlış mücadelesini ötelemeden, ilkelerimizi yok saymadan, bağımsız çalışmamızı sürdürmek kaydıyla ortak paydalarda bu güçlerle birlikte yürümeyi stratejik bir anlayışla ele almaktayız. Bu anlayışımıza bağlı olarak seçimlerde ortaya çıkan bu birlikteliği sadece meclis alanında değil toplumsal mücadelenin tüm diğer alanlarında devam ettirmeyi, ortak paydalarda bu güçlerle buluşmayı hedefliyoruz. Bu anlayışla mecliste ve tüm diğer mücadele alanlarında bizlerle yürümek isteyen tüm kesimlerle sonuna kadar ittifak anlayışımıza uygun olarak yürümeye kararlıyız ve bunun ısrarcısı olacağız.
HG: Seçim sürecinde DHF’nin yürütmüş olduğu siyasal çalışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdal Ataş: Bana göre DHF, toplumun değişik sosyal kimliklerinden ve faaliyet alanlarının bileşkesinden oluşan ve on yıllara varan bir süreklilikle demokratik
15 seçimlere damgasını vurdu röportaj haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
haklar mücadelesi yürüten bir kurum olarak sosyalist dönüşüm için mücadele yürütmektedir. Bu yönelimine bağlı olarak her süreçte yaşanan genel ve güncel gelişmeleri rutin çalışmalarıyla birleştirerek faaliyetlerini koordine etmektedir. 2015 Genel Seçimleri’ni de siyasal bir kampanya olarak ele alan DHF, savunduğu programatik fikirleri kitlelere taşıma, kurumsal yapısını de-
rinleştirme, kopan kitle ilişkilerini yeniden yakalama, yeni kitlelere ulaşma, eylem birliklerini güçlendirme ve başta AKP olmak üzere tüm burjuva gerici partilerin halka yönelik uyguladıkları baskıcı, sömürücü ve ırkçı anlayışlarını teşhir ederek boşa çıkarmayı hedeflemekteydi. Bu noktada 8 bölgede koordinasyon çalışmaları başlatarak 10 bileşen örgütlenmesiyle çalışmalarının startını verdi. Ve tüm dezavantajlarına, olanaksızlıklarına ve saldırılara karşın önemli bir çalışma yürütüldü. Bağımsız ya da dost güçlerle yoğun bir kitle çalışması yürütüldü ve seçim sonuçlarında DHF’nin de önemli payı bulunmaktadır. DHF bu süreçte yoğun bir seçim çalışması yürütmenin yanında seçim çalışmasına bağlı olarak onlarca yerde kendi programını ve sürece yaklaşımını, yapılan konferans ve toplantılarla kitlelere anlatmaya çalıştı, yeni sürece yönelik program taslaklarını hazırladı ve ön tartışmalarını başlattı. Eylem birlikleri çerçevesinde olumlu ilişkiler yakaladı ve var olan ilişkilerini güçlendirdi. Ortak yürütülen bu çalışmalarda bizim de ortaklaştığımız seçim bildirgesindeki fikirler geniş kitlelere taşındı ve bu çalışmalar sonucunda HDP barajı aşarak 80 insanı meclise taşındı. AKP önemli oranda geriletildi ve teşhir edildi. DHF açısından kazanımlar sadece bununla da sınırlı değildir. Dersim gibi DHF güçlerinin belirleyici rolü olan bir yerde DHF-HDP ve diğer güçlerin ittifakıyla büyük bir seçim
zaferi kazanılarak kitleden yoğun destek sağlandı. Bu gelişme bu alandaki sosyalist temeldeki çalışmalarımızı, yerel yönetimleri, önemli oranda güçlendirecektir. Dersim, sosyalistler, Aleviler, Kürtler, çevreciler, kadınlar ve emekçiler nezdinde tüm coğrafyada ve yurt dışında önemli kapılardan biri olarak rol oynamaktadır. DHF ve diğer ittifak güçlerinin buradaki kazanımı, tüm bu kesimlere yönelik çalışmalarımızı çok daha güçlendirecektir. DHF’nin kazanımlarından bir diğeri ise adayının İstanbul’dan Meclis’e taşınmasıdır. Nasıl ki Dersim sosyalist kimliği, Alevi ve diğer inanç kimlikleriyle, Zazaca-Kürtçe ve farklı dilleriyle, kadın ve LGBTİ’lere yaklaşımıyla, Munzur vadisiyle sembolleşen doğa duyarlılığıyla, tüm Türkiye-Kuzey Kürdistan üzerinde etkili bir kapıysa, aynı şekilde İstanbul’da Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın tüm kesimlerine, dillerine, inançlarına, cinsiyet kimliklerine, doğa mücadelecilerine, kültürlere, renklere, emekçilere, şehirlere, muhalif güçlere, devrimci dinamiklere ulaşmanın kapısıdır. DHF’nin bir diğer kazanımı ise bu çalışmada ilk defa sadece bir alana sıkışmamış, hiçbir alandan diğerine kadro taşımamış, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın tüm alanlarında gücü oranında yaygın bir çalışma yürüterek bütünlüklü bir duruş sergilemiş olmasıdır. Özetle söyleyebiliriz ki DHF bu seçimlerde önemli kazanımlarla çıkmıştır. Görev bu kazanımları devam ettirmektir.
YOLA YOLCU HAZİRAN'IN MÜJDESİ
H
aziran’ın sıcaklığı, çoğunlukla emekten, emekçiden yana olanların yüreğini yaktı. 15-16 Haziran büyük işçi direnişinde, 1617 Haziran Mercan direnişinde olduğu gibi… Ama bu kez yüreğimiz yanmadı ısındı ve gülümsedi. Masum, adil ve kardeşçesine. 7 Haziran’da, Türkiye Kuzey-Kürdistan coğrafyası Genel Seçimler’e sahne oldu. Devrimci mücadele açısından önemli derslerin çıkartılabileceği bir süreç. Öncelikle seçimlerin ve parlamentonun halklarımız için bir kurtuluş koşusu ve mevzisi olmadığının altını kalın çizgilerle çizmek gerekir. Bu, vazgeçilmez stratejik bir duruştur. Ama taktik bir mücadele olarak da yeri geldiğinde stratejimize hizmet edecekse, kullanmaktan çekinmemek gerekiyor. Bu seçimlerde çıkartılacak en önemli derslerden biri, devrimden çıkarı olanların taktik mücadele süreçlerinde, alanlarda güçlerini bir araya getirdiklerinde, halkın güveninin kazanıldığı, ülkenin dikensiz gül bahçesi olmadığı ve faşizmin istediği gibi at oynatamayacağı gerçeğinin görülmüş olmasıdır. Böylesi süreçlerde faşizme bir santim dahi geri adım attırmanın, devrimin ve halkların genel çıkarına olacağı tartışmasızdır. Reformizme şiddetle karşı çıkılmalı, ancak uzun soluklu
HG: DHF Parlamento’da nasıl bir mücadele perspektifi ortaya koyacaktır? Erdal Ataş: Parlamento ve araçlarına yaklaşımımız bellidir. Bizler bu alanı asıl mücadele alanlarının siyasal kazanıma dönüştürülmesi temelinde ele almaktayız. Asıl mücadelelerin, işçi ve emekçilerin, dillerin, kültürlerin, cinsiyetlerin, inançların, çevrecilerin ve diğer toplumsal bileşenlerin yani toplumsal yaşamın üretildiği alanlarda ve sokaklarda sürdüğünü bilmekteyiz. Bu alanda onun bir parçası durumundadır. Mücadelenin gelişmesinde parlamento mücadelesi de diğer mücadeleler gibi bileşenlerden birisidir. Tek başına bir şey ifade etmediği gibi her süreçte de mutlak olacak değildir. Fakat koşulların bulunduğu süreçlerde yani işgal, iç savaş, darbe, açık faşizm, propaganda koşulunun kalmadığı, sınıfsal ya da ulusal kalkışmaların olmadığı dönemlerde söz, yetki ve kararın kitlelere ait olması temelinde sürdürdüğümüz sosyalist dönüşüme bağlı olarak ele alınıp yararlanılacak bir araç olarak gündeme gelebilir. İlkelerimize uygun olarak, 77 milyonluk nüfus içinde hiç ayrım yapmadan emeğimize, doğamıza, cinsiyet kimliklerimize, dilimize, inançlarımıza ve her tür insani temel haklarımıza yönelik yapılan saldırılara karşı, tüm kesimlerle birlikte mücadele yürüteceğiz.
≫ hıdır uludağ iktidar mücadelesi sürecinde reformların kavgası da vazgeçilmez görevlerimiz arasında olmalı. Ülke zaten başından beridir faşist diktatörlüklerle yönetiliyor. Ama bazı dönemler karanlıklar daha da ağır basar oluyor, parlayan bir tek yıldıza dahi müsamaha gösterilmiyor. AKP dönemi, faşist cuntalara rahmet okutacak kadar kapkaranlık bir dönem. Hayalleri Osmanlıcılık. Padişahlık, vezirlik ve kadılık sistemi, kitlelerse onların kulu. Halk susacak, onlarsa saraylarında tıpkı Osmanlı sultanları gibi, har vurup harman savuracaklar. İtiraz edenlerinse sorgusuz sualsiz kelleleri uçurulacak. Bu şer durum karşısında, ehven-i şer adımlara destek olmak hem genel kitlenin çıkarınadır hem de devrimin genel çıkarlarınadır. Ama her durumda seçimlere katılınacak da dememek lazım. Devrimin çıkarları neyi gerektiriyorsa öyle hareket etmek gerekiyor. Esas amaç, hiç kuşku yok ki parlamentoya girip girmemek değildir elbette ki. Seçim süresince olanaklardan ve fırsatlardan yararlanarak kitleleri devrime kazanıp hazırlamak, hakim sınıfların devlet mekanizmasını teşhir etmek, kendi kurum ve kuruluşlarını derleyip toparlayarak harekete geçirmek gibi esas amaçlara hizmet edici bir devrimci serüven izlendiğinde, işte ancak o zaman doğru bir mücadele yürütülmüş olunur. Bu ne kadar başarıldı bilinmez, ama bir kısım adımların atıldığı gerçeği de reddedilemez. Şimdi seçimlerde elde edilen başarının devamının nasıl
getirileceği önemlidir. Parlamentoya seçilen ilerici, demokrat ve sosyalist vekillerin, halklarımızın gözü kulağı olup olamayacakları ciddi bir sorun olarak önümüzde duruyor. Unutmayalım, insanlar düşündükleri gibi yaşamazlar, yaşadıkları gibi düşünürler. Vekiller için bu, oldukça yaman bir çelişkidir. Haziran’ın sıcaklığı bu kez içimizi ısıttı ve bir tutam gülücük gelip dudaklarımıza kondu. 43 yıl sonra da olsa, devrimin ihtilalcı militanları Mahir ve yoldaşlarının, Ali Haydarımızın ve Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryasının komünist önderi Kaypakkaya’nın ve daha sonra pek çok devrimcinin katledilmelerinde başrol oynayan Albay Fehmi Altınbilek, bütün sahte kimliklere, sahte yüzlere ve devletin bütün çabalarına rağmen halkın adaletinden kurtulamadı. Dünyayı cehenneme çevirenler, elbet bir gün kaynattıkları cehennem kazanlarında kendileri fokur fokur kaynayacaklardır. Demek ki sorgulananların da, sorgulayacakları günler var. 2015 yılı Haziran’ı müjdeler verdi halkımıza. Adaletsizliklere karşı, halkımızın adalet duygusu büyüyor. Kitleler, yaratılan korku çemberini adım adım kırıyor. Faşist diktatörlüğe karşı, nihai iktidara hizmet edecek taktik alternatifler sunuyor. Haziran’ın müjdeleri sakın sarhoş etmeye kimseleri. Zafer sarhoşluğu kötüdür. Acıları büyük olur.
16
röportaj haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Dersim’de ittifakın büyük zaferi 7 Haziran Genel Seçimleri’nin Dersim’de ortaya çıkan siyasal sonuçları, ittifak politikası ve yarattığı politik etkiye dair, HDP Dersim Milletvekili Alican Önlü ve DHF Dersim Temsilcisi görüşlerini gazetemizle paylaştı 7 Haziran Genel Seçimleri oldukça gergin bir politik atmosferde gerçekleşti. Seçim sonuçları önümüzdeki siyasal dengeleri her açıdan belirleyecek politik bir muhteva içermektedir. Genel seçimlerin bütünlüklü muhtevası ve sonuçlarıyla birlikte, devrimci ve ilerici kamuoyu tarafından önemle izlenen ve sonuçları itibari ile en çok merak edilen yerlerden biri kuşkusuz ki Dersim’dir. 7 Haziran Genel Seçimleri Dersim’de DHF-HDP ittifakının yarattığı politik etkiyle sonuçlanmıştır. İttifakın yarattığı politik etki Dersim halkında maddi bir güce dönüşerek iki milletvekilini parlamentoya göndermiştir. Bir diğer belirleyici etkisi ise, CHP’nin adeta tarihinde ilk kez Dersim’de bu düzeyde geriletilmesidir ve bu tarihsel bir önem içermektedir.
HDP Dersim Milletvekili Alican Önlü: HDP Dersim Milletvekili Alican Önlü: Dersim genelinde HDP olarak isimlendirilen yapının içerisinde birçok yapının varlığı söz konusu ve Dersim’de elde edilen başarı da bu yapının çalışmasıyla başarıya kavuşmuştur. HDP’nin siyasi bir kimliği var. Bu kimlik içerisinde sol sosyalist devrimciler, farklı inanç ve etnik gruplarda var. Devrimcilerin, etnik grupların ve yöre derneklerinin bir araya gelmesi dört temel sorun olan ‘Demokrasi, Kadın, Ekoloji ve Emek’ çerçevesinde oluştu. Dersim’de bizi diğer yapılardan ve partilerden ayıran esas meselemiz, seçim bildirgemiz olmuştur. HDP ‘güçlü halk’ derken diğer partiler ‘güçlü devlet’ demektedir. Bundan kaynaklı bu politika Dersim’de olumlu karşılık bulmuştur. Tabi bu durum yalnızca HDP’nin değil diğer sosyalist devrimcilerin de ittifakı sonucu başarıya ulaşmıştır. Bunun yanı
sıra emek, ekoloji, ve inançsal alanlara da bakıldığında Dersim halkı dört temel sorunu bir arada yaşayan kentimizdir ve bunun cevabını seçimlerde en güzel şekilde vermiştir. DHF ile olan ittifakımızın bir iki aylık süre ile sınırlı kalmayacağı bilinmelidir. Geçmişte niye kaybettiğimizin bilincindeyiz. Geçmiş yıllarda ortak mücadelede buluşamamanın yanı sıra seçim eksenli bakıldığında bir araya gelsek dahi bu birlikteliklerin kısa olduğunu görüyoruz. Elbette DHF devrimci önderleri sahiplenen ve devrimci önderleri temel alan bir kurumdur. Bu seçim süreci kolektif bir çalışmayı getirdi. Geçmişte ortak çalışmalar pek başarılmamıştı ancak bu seçim süreci ile başarıya ulaşmıştır. Devrimciler bu seçimle karşılığını buldular. Dersim’de seçim süreci ile birlikte sağlanan birlik toplumsal bir kazanımı yansıtmaktadır. DHF seçimi amaç olarak değil, taktiksel olarak kullandı. Devrimciler olarak ortaklaşma kolektifi
getirildi ve bu seçimle karşılığını buldu. DHF iz düşümlü olduğu bütün araçlarını, gücünü ve iletişim araçlarını kitle içerisinde iyi bir şekilde kullanmıştır. Dersim’den iki milletvekilinin çıkarılması bu gücün ve birliğin örneğidir. Bu başarı bizlere bir zemin yarattı ancak zafer sarhoşluğuna kapılmamak gerekir. Bu gücü devam ettirebilmenin yolu ve bütün ortaklaşma temeli halkın kendini yönetmesidir. DHF-HDP ittifakı ortak bir düşüncenin zeminini yaratmıştır. Bu zemini iyi değerlendiremezsek tekrardan eski duruma düşeceğiz. Bu süreçte her siyasi yapı yine kendi alanlarında faaliyetlerini yürütecek bunun yanı sıra bizim yapacağımız ortak çalışmalar ise toplumsal çalışmalar olacaktır. Bizler meclise giderek Dersim’i meclise taşıyacağız. Bu süreçte Dersim’de geçici bir komitenin oluşturulması lazım. Bütün bu değindiğimiz noktalar üzerinden Dersim’de ve ülkede olan ittifaka önem veriyoruz.
Dersim’de bu ittifakla ve ortaklaşmayla birlikte tekrardan tarih yazacağız. Yapacağımız bütün çalışmalar Dersim’in ilerlemesi için olacaktır. DHF-HDP ittifakını daha da güçlendirerek yolumuza devam edeceğiz. Bütün çabamız halkımız, yoldaşlarımız, şehit ailelerimiz, tutsaklarımız için olacaktır. Buradan Dersim halkına ve seçim süreci içerisinde emek sarf eden herkese teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Teşekkürler. DHF Dersim Temsilcisi: Dersim’deki seçim sürecini elbette ki coğrafyamızda yaşanan gelişmelerden bağımsız ele alamayız. Faşist AKP iktidarının 10 yılı aşan sürecinde demokrasi eşitlik barış ve özgürlük söylemlerinin ezilen halkları kendine yedekleme çözüm meselelerin esasta kendi iktidarlarını güvenceye alma arayışı olduğu daha belirgin bir şekilde açığa çıkmıştır. Bu ve buna benzer yönelimlerle devrimci hareketleri sistem içerisine kanalize etme durumu esas amaç olarak adlandırılabi-
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
lir. Diğer bir yandan ise İç Güvenlik Paketi ve Başkanlık Sistemi konseptiyle tek adam sistemine dayalı oluşturmak istediği dikta rejimi de söz konusuydu. Bu ve buna benzer gelişmeler seçim sürecinde elbette ki genel boyutuyla etkili oldu. Dersim’de bu atmosfer içerisinde bir süreç geçirdi. Dersim, 2011 Genel Seçimleri’nde ve onun öncesindeki seçimler baz alındığında CHP’nin etkin bir pozisyonda olduğu görüle biliyordu CHP’nin faşist gerici özünün devrimciler tarafından sürekli teşhir edilmesine rağmen istenilen düzeyde bir gelişme sağlanamaması da göze çarpan bir diğer noktaydı. Dersim’in tarihsel acıları üzerinden nemalanarak hareket eden CHP, özellikle 2011 Kılıçdaroğlu faktörüyle beraber iki milletvekili çıkarmıştı. Bu sonuç ne kadarda karamsar bir tablo çıkarmış olsa da devrimcilerin etkisinin olmadığı anlamını da taşımıyordu. Çünkü her süreç genel konjonktürler üzerinden ele alınılmalı ve değerlendirilmelidir. Dersim’in tarihsel süreci acılar ve katliamlarla doluyken diğer bir yanıyla da direnişler ve başkaldırışlarda doludur. Bu anlamıyla böylesi bir kültürden gelen bir halkın bir anda değerlerinden yabancılaşıp sistemin çizdiği kanala akmasını düşünmek hatalı olur ve olunduğu da bu seçimlerle beraber görülmüş oldu. 2015 genel seçimleri de farklı bir atmosfer ve farklı dengelerle karşılandı. Bunların en önemlisi de DHF- HDP’nin gerçekleştirmiş olduğu ittifak oldu. Bu ittifakın Dersim’de yaratmış olduğu pozitif enerji sonuçlara da yansıdı. DHF’nin Dersim’deki genel gücünün etkin bir pozisyonda olması ve sürecin içerisinde aktif bir şekilde yer alması açığa çıkan sonucun önemli bir parçası olduğunu ifade edebiliriz. CHP’nin yaratmak istemiş olduğu algı operasyonlarına rağmen bu noktada bu duruma karşı takınmış olduğumuz tavır genel kamuoyu cephesinden bilinmektedir. CHP’nin acılarımız ve değerlerimiz üzerinden siyaset yapma arayışını Dersim halkıyla beraber boşa düşürdüğümüzü sonuçlar açık bir şekilde ortaya koyuyor. Yıllardır süre giden CHP etkisi gerçekleşen ittifakla beraber bertaraf edilmiş ve istenilen sonuç açığa çıkarılmıştır. Ve yıllardan sonra ilk kez Dersim’de 2 milletvekili ittifaklar sonucu başarılı bir sonuç elde etmiştir. Bu anlamıyla Dersim kendisine yakışanı yapmış ve ittifak güçlerini sahiplenmiştir. Dersim’de ortaya çıkan bu zemini daha da güçlendirmek ve ileriye taşımak bizlerin ve diğer devrimci ilerici güçlerin temel görevlerinden biri olmak durumundadır, ortaya çıkan birlikte mücadele anlayışını daha da güçlendirerek özelde Dersim halkının genelde ise tüm halk kitlelerinin beklenti ve özlemlerine cevap olmak DHF’nin temel perspektif ve kaygılarından biridir.
güncel haber 17 BÖG savaşçıları ölümsüzdür!
25 Mayıs günü şehit düşen BÖG Komutanı Bedrettin Akdeniz'den 1 hafta sonra BÖG savaşçısı Mahir Arpaçay (Tamer Arda) son yolculuğuna uğurlandı. Son bir ay içinde BÖG çatısı altında Kobanê ve Şengal'de DAİŞ çetelerine karşı savaşan Türkiye-Kuzey Kürdistan’lı devrimci ve sosyalistlerden 2 savaşçı yaşamını yitirdi Kobanê için “21. yüzyılın Paris Komünü’dür! Stalingrad’dır, Filistin topraklarıdır. Kobanê zaferi Ortadoğu devriminin kalbidir.” diyen Birleşik Özgürlük Güçleri (BÖG) Kobanê ve Şengal'de DAİŞ (IŞİD) çetelerine karşı YPG’lilerle birlikte omuz omuza mücadele vermektedirler. Her geçen gün DAİŞ çetelerine karşı yeni mevzi ve zafer kazanan özgürlük savaşçıları kayıplar da vermektedirler. 25 Mayıs günü şehit düşen BÖG Komutanı Bedrettin Akdeniz'den 1 hafta sonra BÖG savaşçısı Mahir Arpaçay (Tamer Arda) son yolculuğuna uğurlandı. Son bir ay içinde BÖG çatısı altında Kobanê ve Şengal'de DAİŞ çetelerine karşı savaşan Türkiye-Kuzey Kürdistan’lı devrimci ve sosyalistlerden 2 savaşçı yaşamını yitirdi. Kürt ve Êzîdi halkı için mücadele eden bu devrimciler bir yandan enternasyonalist görevlerini yerine getirirken, diğer yandan Türk egemenleri tarafından halklarımıza enjekte edilen şovenizm zehirine karşı panzehir olmaktadırlar.
Bedreddin Akdeniz BÖG Komutanı Bedrettin Akdeniz, 25
Mayıs 2015 Pazartesi günü Rojava’nın Til Xenzir bölgesinde DAİŞ çetelerinden temizlendikten sonra bölgede yapılan mayın temizliği esnasında mayının patlaması sonucu yaşamını yitirdi. Ekin İnce Memed, Suphi Soreş isimleriyle bilinen Bedreddin Akdeniz 29 Mayıs günü Adana'da toprağa verildi. Özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına yapılan saygı duruşundan sonra konuşan BÖG Komutanı Bedrettin Akdeniz'in annesi Sabiha Akdeniz, “Ben bir Bedrettin kaybettim ama burada binlerce oğlum var. Artık hepiniz benim oğullarım, kızlarımsınız. Bu kan artık dursun ve analar ağlamasın. Bu zulüm bitsin. Bu şehitlerimiz kanı yerde kalmasın” dedi. Bedrettin Akdeniz için bir konuşmada SDP Genel Başkanı Ufuk Göllü yaptı. Göllü, Bedrettin Akdeniz’in Çukurova topraklarında alın teriyle geçinen bir genç olarak işçi sınıfı mücadelesinde yer aldığını belirterek, “Bedrettin yoldaşımız işçi sınıfının devrimini Rojava'daki mücadeleye taşıdı. Kendi kaderini Kürt halkının kaderi ile birleştirdi. Kürt halkının yanında olduğu için 2,5 yıl bedel ödedi. Onların mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz” dedi. Konuşmalardan sonra kitle, BÖG Komutanı Bedrettin'in ailesine taziyelerini sunarken, Adana merkez Seyhan ilçesi Gürselpaşa Mahallesi'nde Bedrettin Akdeniz için taziye çadırı açıldı.
Mahir Arpaçay
için ilk tören Halkalı Zeynebiye Camisi’nde yapıldı. Arpaçay için kılınan cenaze namazına Arpaçay’ın ailesinin yanı sıra aralarında Rojava’da yaşamını yitiren Suphi Nejat Ağırnaslı’nın ailesi, yine Rojava’da yaşamını yitiren Birleşik Özgürlük Güçleri komutanı Bedrettin Akdeniz’in annesi Sabiha Akdeniz, SDP Genel Başkanı Ufuk Göllü, Türkiye Gerçeği temsilcisi Salih Şahin, HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Cesim Soylu, ESP İstanbul İl Başkanı Çiçek Otlu, Yakay-Der üyeleri, Barış Anneleri, HDP, ESP, SDP, TÖPG gibi birçok siyasi parti ve platform üye ve yöneticinin bulunduğu binlerce kişi katıldı. Mezarlıkta düzenlenen törende ise, Arpaçay’ın fotoğrafının bulunduğu “Şehid namirin” yazılı dev pankart, YPG bayrakları, BÖG bayrakları ve Abdullah Öcalan posterleri açıldı. Törende konuşan HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Cesim Soylu, Arpaçay’ın Rojava’yı cehenneme dönüştürmeye çalışan DAİŞ çetelerine karşı savaşırken yaşamını yitirdiğini ve mücadelesinin büyük anlam taşıdığını söyledi. Azeri olan Arpaçay’ın Rojava’da yürüttüğü mücadeleyle halklar arasında kardeşlik köprüsü kurduğunu belirten Soylu, “Rojava insanlığa armağan edilmiş bir devrimdir. Bu devrimin kahramanları Mahir ve onun yoldaşlarıdır. Bizlere düşen bu direnişe layık bir mücadele vererek devrimi her yerde yaşatmaktır” dedi.
Birleşik Özgürlük Güçleri savaşçısı Mahir Arpaçay 3 Haziran günü Nastel Köyü'nde yaşamını yitirdi. Mahir Arpaçay’ın, Nastel köyünde çetelerin gizlendikleri evden açtıkları ateş sonucunda yaşamını yitirdiği ifade edildi. Azeri asıllı olan Mahir Arpaçay'ın cenazesi İstanbul'a getirildi. Arpaçay
YPG Basın Merkezi, Rojava’daki Mayıs ayı savaş bilançosunu açıkladı. Açıklamada, Mayıs ayında 1005 çetecinin öldürüldüğü, çetelere ait çok sayıda mühimmattın ele geçirildiğini belirtti. Çatışmalarda 86 YPG savaşçısının da yaşamını yitirdiğini duyurdu.
Mayıs ayı bilançosu
18
güncel haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
IŞİD ve Hizbullah Hükümet için devrede
HDP’nin 5 Haziran günü Amed'de düzenlemiş olduğu miting alanına bombaları koyan, 3 kişinin ölümüne onlarca kişinin yaralanmasına sebep olan patlamayı gerçekleştiren kişinin IŞİD üyesi olduğu ortaya çıktı. Yeni bir çatışma ortamı yaratarak HDP'ye karşı saldırı furyası başlatma amacında olan AKP'nin bu oyunu Kürt halkı tarafından boşa çıkarılarak, istenilen oyunun sahneye konmasına izin verilmedi Amed'de gerek seçimlerden önce gerekse seçimlerden sonra meydana gelen olaylarda kontra güçlerin devreye konulduğu anlaşılıyor. Benzer oyun Kobanê işgali esnasında da devreye konulmuştu. Bilindiği gibi AKP iktidarı tarafından büyük destek gören IŞİD çetelerinin Kobanê'yi işgal etmesinin hemen ardından başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP kurmayları IŞİD'in yanında yer alarak Kürt halkına karşı psikolojik savaş dilini devreye sokmuşlardı. "Kobani düştü-düşecek" söylemlerini diline dolayan bu koro hüsran üzerine hüsran yaşarken, bunun acısını Kürt halkından çıkarmaya çalıştı. Kobanê'nin işgal edilmesinde Türk devletinin rolünün protesto edilmesi için halkın sokağa çıkmasını isteyen HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın çağrısını fırsat bilen Türk devleti, polis ve eski Hizbullah kalıntılarını devreye sokarak Kürt halkına karşı katliama girişti. Yaklaşık 50 kişinin yaşamını yitir-
diği o gün yaşanan olaylarla, bugün Amed'de yaşanan olaylar arasında büyük benzerlik var. Bundan sonra da gerçekleşecek benzeri katliamlar bu zemin üzerinde yükselecektir. Zira Türk devletinin kontra gücüne taze kan taşıyacak olan IŞİD'in içinde eğitilmiş yeni eli kanlı unsurlar olacaktır. Ki bunun işaretlerini şimdiden alıyoruz. HDP’nin 5 Haziran günü Amed'de düzenlemiş olduğu miting alanına bombaları koyan, 3 kişinin ölümüne onlarca kişinin yaralanmasına sebep olan patlamayı gerçekleştiren kişinin IŞİD üyesi olduğu ortaya çıktı. Yeni bir çatışma ortamı yaratarak HDP'ye karşı saldırı furyası başlatma amacında olan AKP'nin bu oyunu Kürt halkı tarafından boşa çıkarılarak, istenilen oyunun sahneye konmasına izin verilmedi. İstenilen oyun sahneye alamadığından AKP 'sağduyu' çağrısı yaparak ve failleri yakalama sözü vermek zorunda kaldı. Hal böyle olunca yapılan katliamın arka planından kopuk bir fail Gaziantep'te yakalandı. Siyasi Şube'de 3 gün boyunca ifade veren Orhan G. IŞİD’e katıldıktan sonra “Cengiz” kod adını aldığını söyledi. Gaziantep'te yapılan ilk sorgusundan sonra Amed'e getirilen sanık bir kez de burada sorgulanarak adliyeye sevk edildi.
Başsavcılık'tan açıklama Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, her iki patlamanın da şüphelisi olan O.G.’nin, olaydan bir sonra gözaltına alındığı, emniyetteki sorgusundan sonra Cumhuriyet Başsavcılığı’na çıkarıldığı ve tutuklama istemi ile Diyarbakır Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildiği belirtildi. Savcılık açıklamasında, Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’nce sorgusu yapı-
lan O.G.’nin kasten öldürme ve terör örgütüne üye olma suçlamalarıyla tutuklanarak hapishaneye gönderildiği belirtildi.
Seçimlerden sonra ortaya konulan oyun AKP, seçimlerden sonra tek başına hükümet kurma gücünü yitirmesi üzerine yine çareyi kaos ortamı yaratmakta buldu. Bunun startını Amed'de verdi. Amed’de Yeni İhya-Der Başkanı ve Hüda-Par üyesi Aytaç Baran’ın 9 Haziran günü evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetmesiyle, provokasyon devreye konuldu. Bu olayla hiçbir alakası olmayan 4 HDP faaliyetçisi Hizbullah tarafından katledildi. Olaydan hemen sonra 4 yurtseverin katledilmesinin planlı bir hareket olduğu anlaşılıyor. HDP'nin gerek AKP ve gerekse diğer gerici dinci örgütler karşısında kazandığı başarıyı gölgelemek ve Kürtler arasında bir çatışma ortamı yaratmak için kontra tetikler tekrar devreye sokuldu. Olay burjuva basın tarafından PKK'ye mal edilmeye çalışıldı. PKK'nin gençlik yapılanması YDG-H'nin bu eylemi yaptığına dair haberlerin basında yer alması üzerine hem PKK hem de YDG-H yaptıkları açıklamalarla olayların kendileriyle alakası olmadığını, bu tür saldırıları provokasyon yaratmak için istihbaratın yapmış olabileceğine dikkat çektiler.
Demirtaş: Devlet desteği olmadan bombalar patlamaz HDP mitinginin bombalanması ve HüdaPar üyesi Aytaç Baran’ın öldürülmesiyle Amed’de yaşanan gerilimi değerlendiren Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, “Batman'da, Diyarbakır'da son dönemde kaç pompalı tüfek satışı
olmuş, nereye gitmiş bu silahlar? Tezgah bu şekilde dönüyor. Halkımız dikkatli duyarlı olmalı. Ortada bir Kürt-Müslüman savaşı yok. Böyle saçmalık mı olur?” diye sordu. “Devlet içinden destek almadan, Suriye'den biri elinde bombayla gelip, benim konuşma yapacağım yerde iki bombayı patlatamaz. Hükümete bağlı güçler içerisinde desteğinin ortaya çıkarılması lazım” diyen Demirtaş, “Türkiye'nin yüzlerce yerine eylem talimatı bekliyorlar. Katliama uğradık. Bir partinin yüz binlerle ifade edilen mitingine saldırı düzenleniyor. Diğer partiler demek ki mutluluk duydular. Acı paylaşmayan bundan mutluluk duymuştur. Ama buna rağmen biz 'kardeşlik, barış kazanacak' dedik” şeklinde sözlerine devam etti. “Hemen birkaç gün sonrasında, Hüda-Par'a yakın dernek başkanı katlediliyor. Arkasından dört mahalle meclis sözcümüz, aktif çalışanımız hemen arkasından infaz ediliyor. Tezgahın büyüklüğünü buradan herkesin görmesi lazım" diyen Demirtaş, “Bölgede yaklaşık 100 kişiye dönük, PKK ya da IŞİD'in suikast yapacağı dolaştırılıyor. Emniyet tebligat yapıyor. Bu dernek başkanına da yapılıyor. İlginçtir, tebligattan iki gün sonra öldürülüyor. Birçok Hizbullah militanı, elemanı şu anda Diyarbakır'da silahlandırılmış durumda. Evlerinde silahlandırılmış durumdalar. Kendilerine dönük saldırı olduğunda kim kimi vuracak o da belirlenmiş durumda. Dolayısıyla dernek başkanı vurulduğunda, kimler hangi dakikada kimi vuracak o da belirlenmiş durumda. Anında Hizbullahçılar dört arkadaşımızı katlediyorlar” şeklinde açıklaması ile tehlikenin boyutunu gözler önüne serdi
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
güncel haber
19
“Düz ovada siyasetin’’ bedeli
Kısa süre önce “Düz ovada siyaset… Parti olarak seçime girip halkın karşısına çıkma’’ çağrıları yapan başta faşist Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP yöneticileri 180 derecelik bir dönüş yaparak bu kez HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararını, “Uluslararası güçlerin, paralel yapının, derin devletin… planı’’ olarak yaftalayıp, karşı-devrimci bir kampanyanın startını verdiler Hatırlanacağı üzere 7 Haziran seçimlerinden önce, faşist Tayyip Erdoğan tarafından HDP’ye üst perdeden çağrı yapılarak, siyasetin yerinin parlamento olduğu ve seçimlere parti olarak girmeleri gerektiği yönlü çağrılar yapılmıştı. Daha önce Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın namlı faşistlerinden Mehmet Ağar, “çözüm sürecine” paralel açıklamalar yaparak, PKK’ye “Düz ovada siyaset” çağrısı yapmıştı. Peşi sıra yapılan bu açıklama ve çağrılar, geniş kitleler nezdinde, sözde “demokratik siyaset” kanallarının açık olduğu ve Kürt Ulusal Hareketi’nin bu kanalları kullanmak yerine, silahlı mücadeleyi tercih ettiği, silahla güç kazandığı vs. propagandası yapılıyordu. Burjuva siyasetin riyakar, hile ve entrikalarla bezeli politikası bu mesele özgülünde de en üst safhada yaşam buluyordu. Bu söylemlerin üzerinden çok zaman geçmeden HDP, 7 Haziran parlamento seçimlerine parti olarak girme kararı alıp, komünist, devrimci, demokrat, ilerici birçok kurum ve kişiyi ittifak temelinde bir araya getirip,
oldukça etkili bir politik kampanya örgütlemeye başladı. Kısa süre önce “Düz ovada siyaset… Parti olarak seçime girip halkın karşısına çıkma” çağrıları yapan başta faşist Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP yöneticileri 180 derecelik bir dönüş yaparak bu kez HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararını, “Uluslararası güçlerin, paralel yapının, derin devletin… planı” olarak yaftalayıp, karşıdevrimci bir kampanyanın startını verdiler. Seçim dönemi boyunca Cumhurbaşkanı sıfatını kullanıp onlarca miting gerçekleştiren, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Davutoğlu’ndan daha fazla meydanlarda baş gösteren ve hedefine HDP’yi yerleştiren Tayyip Erdoğan ve diğer AKP yöneticilerinin açıklamaları sonrası, HDP’ye dönük peşi sıra saldırılar gerçekleştirilmeye başlandı. Seçim süreci boyunca HDP büroları yakıldı, yıkıldı, çalışanları tehdit edildi, şiddete uğradı, gözaltına alındı, mitinglerine ırkçı-faşist saldırılar gerçekleştirildi, Samsun, Erzurum ve Amed’de yapılan saldırılarda birçok insan yaşamını yitirdi. HDP’ye dönük organize bir şekilde geliştirilen tüm bu saldırı ve katliam girişimlerinin AKP’den bağımsız, faşist güruhların kendiliğinden eylemleri olarak okumak büyük bir saflık olacaktır. AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde, 330 milletvekili hedefini yakalayıp başkanlık sistemini inşa sürecinin önünde engel olarak duran HDP’nin bir şekilde sindirilmesi ve baraj altında bırakılarak, HDP’ye gidecek en az 60 milletvekilinin AKP tarafından alınması hedefiyle; çeşitli saldırı, linç ve katliam girişimine bizzat faşist T.C. polisi, gerici-faşist örgütlenmeler ve kontra güçlerle yüklenilerek amaçlarına ulaşmaya çalıştılar. Bu faşist kampanyanın en alçakça ve toplu katliamı he-
defleyen ayaklarını ise Adana ve Mersin HDP bürolarına bırakılan bombalar, Erzurum mitinginde gerçekleştirilen linç ve son olarak Amed mitinginde gerçekleştirilen bombalı saldırılar oluşturuyor. Daha öncesiyle beraber gerçekleştirilen bu saldırılarda birçok kişi yaşamını yitirirken yüzlerce kişi ise yaralanıp, sakat kaldı. Yapılan bu saldırılar sonrası bırakalım saldırganların yakalanması, bizzat polisle organizeli saldırıların gerçekleştirildiği çeşitli görüntü ve bilgilerden net olarak ortaya çıkmıştır. Özcesi seçim süreci boyunca gerçekleştirilen tüm bu saldırılarla HDP’nin geriletilmesi ve baraj altında kalması hedeflenmiş, bu hedefin boşa çıkartıldığı görüldükçe saldırıların dozajı daha da arttırılıp toplu katliam girişimlerinde bulunulmuştur. Tüm bu saldırıların sorumluları başta faşist Tayyip Erdoğan olmak üzere, bizzat AKP’nin kendisidir.
Seçim bitti saldırılara devam 7 Haziran parlamento seçimleri neticesinde, 13 yıldır tek başına hükümette olan AKP, HDP’nin %10’luk seçim barajını geçerek 80 milletvekili çıkartması neticesinde, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edemeyerek büyük bir gerileme yaşadı. Seçim süresince özellikle Kuzey Kürdistan’da gerçekleştirilen tüm saldırılar, katliamlar, baskı ve zulme karşın HDP büyük bir başarı elde ederek, AKP’yi Kuzey Kürdistan’da büyük bir hezimete uğrattı. Büyük bir riyakarlıkla ağızlarını her açtıklarında “Milletin kararı, halkın iradesi” yalanlarına sarılan AKP, HDP’nin seçimlerde elde ettiği başarıyı hazmedemeyerek, seçimlerin hemen ertesinde faşist saldırılarını üst boyutta devam ettiriyor. 7 Haziran seçimlerinin hemen ertesinde Amed’de, Hüda-Par’lı olan ve aynı zamanda Yeni İhya-Der isimli derneğin
başkanı olan Aytaç Baran, evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonrası yaşamını yitirdi. Aytaç Baran’ın ölümünden sonra, Hizbullah üyeleri polisle işbirliği içinde Amed sokaklarında HDP kurumlarına ve HDP’lilere dönük silahlı saldırılar gerçekleştirip 3 kişiyi öldürdü, onlarca kişiyi yaraladı. Kuzey Kürdistan’ın birçok bölgesinde son dönemlerde Kürt Ulusal Hareketi’ne dönük gerçekleştirdiği saldırılarla gündemleşen Hüda-Par, faşist Türk devletinin bölgedeki Truva atı misyonuna soyunmuş durumda. Amed’de gerçekleşen son olaylarda, Hüda-Par tarafından hedefe konan YDG-H açıklama yaparak söz konusu eylemin kendileriyle bir alakasının olmadığını ve eylemin MİT tarafından provokasyon amaçlı gerçekleştirildiğini belirtmelerine rağmen, Hüda-Par ve polis işbirliğiyle HDP kurumları ve HDP’lilerin evleri basılarak, sokak ortasında infazlar gerçekleştirildi. Hüda-Par ve polis işbirliğiyle gerçekleştirilen bu saldırılarda HDP’li Bayram Özelçi, Bayram Dağtan ve Emin Ensen yaşamını yitirirken, onlarca kişi de yaralandı. Yaşanan saldırılar neticesinde KCK, YDG-H, DTK, DBP ve HDP tarafından yapılan açıklamalarda, derin bir provokasyonun sahnelenmek istendiği ve Amed’in özellikle hedef seçildiği vurgulanarak, olaylarla herhangi bir ilgilerinin olmadığı, yaşananların bizzat AKP tarafından organize edilip, polis ve Hüda-Par işbirliğiyle gerçekleştirildiği ifade edildi. Söz konusu saldırılar sonrası oldukça gergin bir bekleyişin içinde olan Amed’de yeni provokasyonların gerçekleştirilebileceği öngörülüyor.
20
güncel haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
DİrenmeK ve demokratİk haklar mücadelesİ YÜrütMEK meşrudur Dost ve düşman herkes bilmektedir ki Demokratik Gençlik Hareketi ve Demokratik Haklar Federasyonu meşru bir zeminden ilerleyen ve bunun üzerinden hak arama talebinde olan oluşumlardır. Son süreçle beraber AKP iktidarının “İç Güvenlik Paketi” kanununa dayandırılan tutuklamalar daha da basit daha da keyfi bir biçim almıştır. Bizler “İç Güvenlik Paketi”nin neyin ve nelerin ürünü olduğunun pekala farkındayız Dünya dünden bugüne, doğru ile yanlışın, haksız ile haklının bitmek tükenmek bilmeyen ezeli mücadelesine tanık olmuştur. Tarih sahnesine haksız ve yanlış olanlar zulümleriyle, gazaplarıyla ve açtıkları onulmaz acılarla, haklı olanlar ise yarattıkları direniş geleneği, aman vermeyen iradeleri ve haklılıklarından doğan paha biçilmez ve eksilmez inançlarıyla adını yazdırırlar. Bugün aynı biçimiyle haklı ve haksızın karşı karşıya gelişine bir kez daha tanık olmuş durumdayız. Onlarca yoldaşımız yapılan şafak “baskınlarıyla” evlerinden alınıp hukuksuz bir şekilde gözaltı terörüne maruz kaldılar. Gözaltı gerekçeleri arasında 1 Mayıs’a katılmak, 19 Aralık Hapishaneler katliamı ve “İç Güvenlik Paketi” ile alakalı basın açıklaması yapmak, 18 Mayıs Kaypakkaya anmasına katılmak, hasta tutsak Abdullah Kalay’a özgürlük için basın açıklaması yapmak gibi eylemliklerdi. Yasal eylemlere dahi katılmanın suç haline getirildiği bu hukuksuzluklar deryasında tabii olarak, 9 yoldaşımız yine aynı hukuksuzluklar silsilesinin akabinde tutuklandılar. En son söylememiz gerekenleri en başta ifade etmemiz gerekir ki; yapılan hiçbir baskı, hiçbir gözaltı ve hiçbir tutuklama bizleri meşru mücadelemizden alıkoyma duru-
munda değildir. Bizleri meşru mücadele ve demokratik hak arama taleplerimizden koparmak şöyle dursun, her birimizi tam aksine daha da biler, bilemektedir. Bu bir kuru ajitasyon değil bilakis bir irade beyanıdır. Beslendiğimiz meşru zeminden başlayan yürüyüşümüz, hakim kliklerin tatlı uykularının tam ortasına karabasan gibi çökmekte, onları daha da saldırganlaştırmaktadır. Düzmece iddialarla Demokratik Haklar Federasyonu’na “operasyon” yapıp ve yine mesnetsiz ithamlarla Demokratik Haklar Derneği üyelerini, MKP üyeliği ve MKP propagandası yapmakla itham etmek ve onları yine hukuksuz bir biçimde tutuklamanın başka biçimiyle izahı yoktur. Demokratik Gençlik Hareketi’ni MKP’nin gençlik yapılanması olarak değerlendirip fezlekelere bu biçimde geçirmenin ve bunun üzerinden “cezalar” yağdırma heveslerinin yine başka bir izahı yoktur. Dost ve düşman herkes bilmektedir ki Demokratik Gençlik Hareketi ve
Demokratik Haklar Federasyonu meşru bir zeminden ilerleyen ve bunun üzerinden hak arama talebinde olan oluşumlardır. Son süreçle beraber AKP iktidarının “İç Güvenlik Paketi” kanununa dayandırılan tutuklamalar daha da basit daha da keyfi bir biçim almıştır. Bizler “İç Güvenlik Paketi”nin neyin ve nelerin ürünü olduğunun pekala farkındayız. 2015’in sadece ilk altı ayında 646 işçi “iş kazaları” sonucu yaşamını yitirdi. Yine 2015’in sadece ilk altı ayında 150’ye yakın kadın katledildi. Kadın katliamları devlet politikası biçimini alıp olağan bir durum haline getirilmeye çalışılıyor. Sosyal anlamda adaletsizlikler ve eşitsizlikler daha da arttı. Ülkemizde kitlesel infazlara devam edildi. Ekolojik yıkıma, birçok doğa katliamına bu yıl içerisinde tam sürat devam edildi. AKP iktidarı tarafından DAİŞ çetesine yapılan lojistik ve maddi yardımlar en yalın bir biçimde teşhir oldu. Dünya genelinde 306 milyon çocuk işçinin 893 binine sahip olmakla rekorları zorlayan, üniversiteleri bilim yuvaları olmaktan çıkartıp ticarethaneye dönüştüren ve geleceksiz, güvencesiz, sömürü düzenine modern köle yaratma fabrikası haline getiren AKP iktidarının son süreçle beraber kendi içinde bir direniş geleneği yaratan ve Gezi Ayaklanması ile beraber bu karşı koyma durumunu ve doğal refleksi had safhaya çıkaran ülkemiz halkının saydığımız bu ve benzeri birçok sebepten doğacak büyük kitlesel muhalefet ve eylemliklerden ne denli gözünün korkuttuğunun farkında olduğumuzu büyük bir heyecanla ifade etmekteyiz. Sonun başlangıcı en eski uygarlıklardan bu yana erk sahiplerine en acımasız ve akla mantığa sığmayan savunma mekanizmaları geliştirmiştir. Mevzu bahis “İç Güvenlik Yasası” da tam da bunun ürünü-
dür. Ateş tanrısı Hephaistoslar yeniden ocaklarından ateş çaldıracaklardır. Bu kez bu ateşi çalanlar Prometheuslar değil ülkemiz halkları olacaktır. Buna inancımız had safhadadır. Dolayısıyla kendimizden emin bir biçimde hakim kliklere ifade etmekten geri durmuyor, Demokratik Gençlik Hareketi olarak tüm baskı ve tutuklama terörlerinize rağmen emekçi semtlerde, fabrikalarda, tarlalarda, üniversitelerde, liselerde ve gençliğin var olduğu her alanda karşınıza çıkacağımızı ve demokratik haklar mücadelemizi vermekten bir adım dahi geri durmayacağımızı ilan ediyoruz. Buna ne sizler ne üniversitelerdeki besleme kurtçuklarınız ne de emekçi semtlerde devrimcilerin karşısına “dikme” gayretinde olduğunuz sünepe çeteleriniz mani olabilir. Zalimler tarihin hiçbir zaman diliminde birbirlerinden ibret almayı akıl edememişlerdir. Oidipus, Kreon Zeus, Dehak, Hitler ve niceleri hiçbiri ama hiçbiri hükmetmenin verdiği dayanılmaz haz ve kibir ile halkın var gücünü önemsemeyip zulmetmeye devam etmiş ve kaybetmişlerdir. Yine kaybedeceklerdir. Son kertede hukuksuz bir şekilde tutuklanan 9 yoldaşımızı bir kez daha sahiplendiğimizi ve yoldaşlarımıza özgürlük şiarımızı ta ki özgürlüklerine kavuşana dek dilimize pelesenk haline getireceğimizin bir kez daha altını çiziyor yine ve yeniden tüm halk gençliğini Demokratik Gençlik Hareketi saflarında örgütlenmeye çağırıyoruz.re tanınan imtiyazlara son verilecektir.’’
güncel haber
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
21
ON YEDİ KIZIL KARANFİLİMİZE Bizler 17’lerimizi ve ölümsüzleşen tüm yoldaşlarımızı ne takvim yapraklarının arasında yaşatmaktan yanayız ne de yas tutmaktan yanayız. Bizler o değerli sosyalist halk savaşı yolunda Maoist kızıl güzergahta şehit düşen yoldaşlarımızın ideallerini savunan mirasçılarıyız İUmut, yaşadığımız Türkiye-Kuzey Kürdistan dağlarında, 1972 24 Nisan’da toprağa düşmüştür. Nasıl ki cemrenin toprağa düşüşü sonrası doğadaki canlılar ilkbaharın gelişini hisseder, uykularından uyanarak sarılırsa yaşama, bizler de Mayıs’ın kızıl umutlarını kır çiçekleri gibi yayıyoruz yemyeşil dağlarımıza. Papatyalar, menekşeler, Ana Fatmalar coşarak dansa duruyor gökyüzünün sonsuzluğunda. Gelincikler kızıla boyamış tarlaları, en güzel ezgilerle alınlarından öpüyor güneşin ve umudun yılmaz direnişçilerini. İşte 43 yıllık kanla yazılan tarihimiz böyle bir atmosfer yaratmış göndere çektiği kızıl bayrağıyla. Yaşadığımız coğrafyada proletarya ve emekçi halkımız bu 43 yıllık tarihimizi aynı coşku ve dirençle karşılamıştır. Bu anlamlı çıkış ile birlikte sınıf karşıtları afallamış, yeri geldi bozguna uğramış ve korkuları iliklerine kadar işlemiştir. Bu korku onların, faşizan kimliklerinin adıydı. Hepimiz bilmekteyiz ki! Bu tarih öyle sıradan, basit bir tarih değildir. Uzun soluklu, özünü MLM ideolojisinden almış, çetin, zor ve aynı zamanda bedelleri vardır. En küçük kazanım bile bedelsiz değildir. Bizler unutmadık! Bundan tam on yıl önce 17 Haziran 2005’te Dersim’in Munzur Dağları’nın Mercan Vadisi’nde ölümsüzleşen 17 kızıl yoldaşımızın ardından “Bir darbede biten örgüt, yenildiler, yılgına uğradılar” diyenleri. Ama onlar unutuldular. Bir çiçek ki rüzgarın hışmına uğrayabilir, dalından koparılabilinir, lakin tohumundan savurur toprağa, dağlara ve ertesi baharlara. “Bir çiçeğin bin çiçek olacağını” unuttular. Bizler de o çiçeklerin tohumlarıyız. Unuttular kızıl anka gibi küllerimizden yeniden yaratılacağımızı! Bizler 17’lerimizi ve ölümsüzleşen tüm yoldaşlarımızı ne takvim yapraklarının arasında yaşatmaktan yanayız ne de yas tutmaktan yanayız. Bizler o değerli sosyalist halk savaşı yolunda Maoist kızıl güzergahta şehit düşen yoldaşlarımızın ideallerini savunan mirasçılarıyız. Bu anlamlı günde gerek 17 kızıl karanfilimizi gerekse
tüm şehitlerimizin bizlere bıraktığı mirasla bir kez daha dağlardan, şehirlerden ve zindanlardan haykırıyoruz, emperyalizme, kapitalizme ve onların uzantıları olan tüm sömürücü, talancı ve katliamcılara! 17 yoldaşımızı fiziken aramızdan almış olabilirsiniz, biz Maoistler Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında sosyalist halk savaşının oraklı çekiçli kızıl bayrağını göndere çekeceğiz ve çarpışa çarpışa zafere yürüyeceğiz. İşte o gün geldiğinde direnç mutlaka papatyalar güzelliğinde tomurcuklar açacaktır. Umudu çoğaltanların tutsak kalmış yüreklerinde yaşam baharı yeniden hediye edecektir
Zorluk ve kahrın hüznün ve acının Kader yoldaşlığıdır, dostluk Acıların damıtılmış gülüdür Kavganın çelikleştirdiği güzelliktir. Ne içten hesaplı insanı inciten her şeye Müthiş duyarlı yıkılır duvarlar. Yaşamını devrimci mücadeleye emek katarak geçiren ve her daim örgütlü mücadeleden yana tavır takınan Cafer Gülmez Yoldaşımızı yakalandığı kanser hastalığına yenik düşerek, sonsuzluğa gözlerini yumdu. Yoldaşımızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU
bizlere. Unutmayalım ki “Hasada bırakılmış topraklar ille de filizle uyanacak, er ya da geç demir dövülme tavına gelecektir.” Bir kez daha 17 yoldaşımızın anıları önünde saygıyla eğiliyor ve bizlere bıraktığı tarihi mirasa sahip çıkıyoruz. Yaşasın Marksizm-Leninizm-Maoizm Vartinik’ten Mercan’a Bu Tarih Bizim Yaşasın Sosyalist Halk Savaşı Kırıkkale F Tipi Hapishanesi MKP Dava Tutsakları adına Erdi Sidal
Yaşamını halkların kurtuluş mücadelesine emek katarak geçiren ve bu uğurda bedeller ödeyen Hüseyin Aslan yoldaşımız ve dostumuzun ölümünün üzüntüsünü yaşamaktayız. Onun mücadelemize kattığı emekleri asla unutmayacağız Hüseyin Aslan’ın anısı önünde tekrardan saygıyla eğilirken, ailesi başta olmak üzere, tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
Halkın Günlüğü Gazetesi Avrupa Okurları
22
analiz yorum
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Faşist devletin güncel Amed’deki katliam saldırıları buna işarettir. 1990’lardaki Güreş-Çiller-Ağar pratiğine benzer politikalar devreye sokulmuştur. Kuledeki rüzgar yaklaşan fırtınanın habercisidir derler. T.C. devletinin bütün karşı-devrimci saldırıları daha koyu karanlık faşizmin ayak sesleridir. Şimdiki durumda Erzurum, Bingöl, Amed saldırıları, katliamları ve provokasyonları da bunu kanıtlar niteliktedir. Bugüne kadar çeşitli yazılarımızda farklı biçim ve içeriklerde T.C. devletinin somut ve güncel karşı devrimci politikalarına ilişkin değerlendirmelerimiz olmuştur, daha da olacaktır. T.C. devlet gerçekliğinde belli başlı temel referans noktalarını bir kere daha vurgulamak isteriz. Zira hala devletin her “yeni” uygulamaları ya da yönelim konsepti karşısında öncekileri sanki daha “iyi” ve “demokratik”miş gibi, arka planda yanılsamalar bırakan açıklamalara yer verilmektedir. Mesela bir “darbe mekaniği” argümanı tutturulmuş gidiyor. Sanki darbe denilen olgu salt askeri ya da yarı-askeri şeklinde oluyormuşçasına ve arada bir devreye konan bir olguymuş gibi algı yaratılmaktadır. Oysa istisnasız bir şekilde her gün darbeler uygulanmaktadır. Hem de salt askeri değil, ondan çok daha önemli ve etkili ideolojik siyasal darbeler sürekli devlet ve toplumda gerçekleştirilmektedir. Bizzat kendi yasa ve anayasalarını dahi hiçe sayarak her gün suç işleyen devletin tepesindekilerden en alt uşak unsurlarına kadar yaptıkları bu duruma somut kanıttır. Bir yandan demokratik olmayan güçlerin her zaman çözüm adına başvurdukları darbe ve otoriter rejimden bahsedeceksin diğer yandan “yeni bir darbe ve diktatörlük dönemi geliyor” diyerek Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına ve tabi ki dünyaya, adeta önceki süreçleri ara-t-y-an ya da onları istekli bir beklenti içerisine sokacaksın. Böyle bir anlayış olabilir mi? Tekçi faşist T.C. devletinin önemli bir geleneğidir ki, askeri, yarı-askeri veyahut da 28 Şubat gibi sivil darbeler diyebileceğimiz pratikleri her zaman mümkün ve gerçek olguları olmuştur. Siz devletin ya da Türk hakim sınıf iktidarı klikleri içerisinde her şeyin güllük gülistanlık yürüdüğünü veyahut da arada bir “darbe”nin gerçekleştirildiğini düşünüyorsanız büyük bir yanılgı
içerisindesiniz demektir. Osmanlı’dan ve hatta ondan çok daha önceki süreçlere dayanan darbe mekaniği, taht kavgaları, iktidar dalaşı, komplo ve senaryolar, askeri ve siyasi oldukça çeşitli biçimlerdeki devlete ve iktidara hakim olma amaçlı hegemonya çelişkisi, mücadelesi ve savaşı sınıfların ilk çıktığı dönemlerden bu yana söz konusudur. En büyük ve tarihin ilk stratejik darbesi ise kadının ataerkil (erkek-eril) egemen anlayış tarafından ayaklar altına alınması ya da düşürülmesidir. Akabinde ise bu durumu da arkasına alarak sınıfsal temeldeki özel mülkiyet dünyası ve sistemleri merkezli-eksenli devletlerinin sömürü ve zulüm politikalarıyla sürekli darbeler pratiğinin durmaksızın işlevsel kılınması durumu vardır. Öyle ki darbeler mekaniğinden toplumlar içerisinde hiç kimse kaçamamış ve hatta ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci ve komünist hareketler bile şu veya bu şekilde bu gerçeklikten kendini kurtaramamıştır. Ve daha da ileri gidilerek
bu minvaldeki olgular saplantılı hallere kadar vardırılmış ve son derece meşru ve demokratik olmasına karşı, salt bencil ve kariyerist emellerden kaynaklı kişisel ihtiraslara hizmet temelinde önüne gelinen her şeye “darbe” denilir olmuştur. Bir ironi olarak vurgulamak isteriz ki 12 Eylül darbesine öncülük eden Kenan Evrenlerin darbe pratiği bir yana bırakılarak kendi içinde darbe de darbe diye yatıp kalkanlar ve saplantılı hallere kadar düşenler olmuştur. Komünist hareketin tarihsel tecrübeleri içerisinde ayrılıkları ele alışa ilişkin hasım haline getirdikleri kendileri dışında örgütsel mekanizmasını sürdüren kesimlere yönelik “darbeci” iftirasını her daim kullanmaktan imtina etmedikleri de sabittir. T.C. devlet gerçekliğinde şimdi ki durumda Erdoğan önderliğinde yeni bir darbe ve diktatörlük dönemi yaşanacağı söylenirken Erdoğan’ın açık bir askeri darbenin şimdilik ülke açısından iyi olmayacağı bu açıdan bunu sivil bir görünüm şeklinde gerçekleştireceği
yönlü algılar ve yorumlar yapılmaktadır. Daha önceleri de belirttik Osmanlı’dan T.C. ve bugünlere kadar Türk hakim sınıf klikleri iki ana büyük siyasi kampa ayrılmışlardır. Bu temelde sürekli olarak hükümet ve iktidarda olan klikler ve partileri devletçi ve merkeziyetçi, muhalefette olanları ise hür teşebbüsçü ve özgürlükçü kesilmişlerdir. Bu durum bugünde esas olarak devam etmektedir. Bugün AKP, CHP ve MHP’de olan biten de budur. Geçmiş süreçlerde CHP ve DP ya da AP’de olan biten de buydu. Tıpkı öncekiler ve sonrakilerde olduğu gibi nesnel gerçeklikleri bu şekildeydi. Dolayısıyla onların, bir “demokratikleşme”, “demokratik çözüm”, “işçi ve emekçiler, Kürt ulusu ve azınlık milliyetlerin demokratik ve meşru çıkarlarını düşündüğü” falan yoktur. Tümünün temel referansı tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil, tek inanç, tek vatan şeklinde ifadesini bulan tekçi faşizmdir. Bütün bunların ideolojisi, çizgisi, felsefesi, politikası, örgütü, askeri yapısı,
15-30 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
analiz yorum
politikaları üzerine!
kadrosu, zihniyeti ve kültürleriyle gerçek anlamda bir demokratikleşme, ilerleme, çözüm, muhalif ve alternatif dinamiklerinin olmadıklarını rahatlıkla ifade edebiliriz. Bu bilinçten hareketle onlarla yapılan her istişare, girilen her türlü görüşme ve müzakerelerde azami kabullerinin çok da bilinmeyen şeyler olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. Hele hele tekçi faşizmdeki stratejik ısrarı bilinerek taktik politikaları ve manevralarına karşı da oldukça uyanık olunması önemlidir ve bu durum bir kenara atılacak ya da basite alınacak türden asla değildir. Oyunlar ve provokasyonlar her daim göz önünde bulundurularak hareket edilmelidir. Hatta kamuoyuna yapılan şirin sözler ve çokça dillendirilen demokratik çözüm, demokratikleşme argümanları ne kadar fazla dile getirilirse bilinmelidir ki orada daha sinsi bir tasfiye amaçlanmış ve devreye sokulmuş demektir. AKP öncülüğünde-inisiyatifinde gerçekleştirilen devletin bugünkü provokasyonları belli ki daha büyük pervasız
faşist saldırıların habercisidir. Buna daha yoğunlaşmış faşist baskı ve sömürü politikaların hayata geçirilmesi için öngörülen fragmanlar da diyebiliriz. Keza onlarca defa denenen provokasyonlardan esaslı bir sonuç alabilmiş değiller ve çok daha kapsamlı ve oldukça çeşitli provokasyonları art arda devreye sokarak sonuç almak için girişimlerinden vazgeçmeyeceği bizzat devlet geleneğinden bilinmelidir. Şimdiki durumda Hüda-Par’ı da kullanmaktadırlar, önümüzdeki süreçte özel ve psikolojik savaşın hemen birçok araçları ve piyonlarını da kullanmaktan geri durmayacağı kesindir. Amed’deki katliam saldırıları buna işarettir. 1990’lardaki Güreş-Çiller-Ağar pratiğine benzer politikalar devreye sokulmuştur. Kuledeki rüzgar yaklaşan fırtınanın habercisidir derler. T.C. devletinin bütün karşı-devrimci saldırıları daha koyu karanlık faşizmin ayak sesleridir. Şimdiki durumda Erzurum, Bingöl, Amed saldırıları, katliamları ve provokasyonları da bunu kanıtlar niteliktedir. T.C.’nin Sünni İslam eksenli tekçiliğinin bir parçası olarak bugün Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte anlaşma ve ittifaktaki ısrarı da anlaşılmaz değildir. Bu anlamda “Esad ile PYD’nin ittifak halinde olduğu”nu iddia eden egemenler bugün de KDP ile PKK arasındaki çelişkili duruma ilişkin “PKK’nin İran ile ittifak halinde olduğunu” iddia ederek aslında başını ABD’nin çektiği çok uluslu emperyalist blok güçlerin bölgede bir stratejik uşağı olarak işlev görmektedir. T.C.’nin, ABD ile “eğit-donat-saldırt” projesi ve bütün diğer birçok teorik pratik politikalarda ABD emperyalizminin bölge politikalarıyla esasta örtüşmektedir. Nüans farklılıkları genel kaidelerin önüne elbette geçmemektedir. Geçmesi de şimdiki durumda düşünülemez. Zira T.C. devletine hakim olan sınıflar ve hakim sınıf kliklerinin iktidarsız iktidarlar olduğu gerçekliği asla unutulmamalıdır. Onların tüm referans noktaları emperyalist efendileridir ve efendilerine bölge ve dünyada hizmet temelinde bir hareket serbestlikleri söz konusudur. Dolayısıyla AKP’nin de derin devlet gerçekliği akıllardan ırak tutulmamalıdır. Tıpkı MGK, CHP, MHP, BBP, MİT, TSK vb. parti ve devletin, hükümetlerin merkezi ve öncü kadrolarının ve temel kurumlarının derin devletin bileşkeleri olduğu gibi. AKP hükümeti- iktidarının hemen her şeye ve hatta geceli gündüzlü bütün argümanları ve saldırılarının temeline Fethullah Gülen merkezli odaklar (paralel yapı argümanlı) ya da bizzat
onunla ilişkili olarak görüp yönelme durumu da aslında bir korkunun ifadesidir. Nitekim onlarca yıl birlikte Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının kanını kana kana içtikleri ortağını tam bir çökertme konseptiyle amacına ulaşabileceği ve başarabileceğini bilmektedir. Ancak Gülen cemaatinin bizzat arkasında ABD emperyalizmi olduğu gerçekliğini de bildiği için çırpınışları ve hemen her şeyin altında Gülen’in nam-ı diğer paralel yapının olduğu iddiası daha ziyade emperyalist efendisini ikna etme çırpınışıdır. Tük hakim sınıflarına mensup muhalif parti ve kesimlerin Gülen cemaatinden medet ummalarının arka planında da aynı durum yani emperyalist efendilerine daha fazla yaranmalarının yattığını vurgulamak isteriz. Nitekim esaslı olarak 12 Eylül askeri faşist cunta sürecinden bu yana Gülen cemaatinin nasıl palazlandırılarak geliştirildiği ve bizzat AKP hükümetinin koalisyon ortağı durumuna getirildiğini düzen partileri iyi bilmektedirler. Faşist Ecevit’in Gülen’e yanaşması da bu gerçekliğinden kaynaklıdır. Yine şimdiki durumda tekçi faşist Kılıçdaroğlu’nun başındaki CHP’nin de Gülen’e yanaşmaları ya da flört gerçekliği bundan ötürüdür. AKP ise artık ipi una sermiş ve kılıçları çekmiştir, onu artık doğrudan efendisi ABD emperyalizmi ile ilişkileri ilgilendirmektedir ve kendi bekası ya da kıymet-i harbiyesi içindir bütün uğraşları. Ve bunu da son yıllarda devlete ve tabi ki ekonomik kaynaklara ve rantlara daha fazla sahip olma adına koalisyon ya da iktidar ortağı olarak Gülen cemaatini dışında tutarak gerçekleştirmek için elinden ne geliyorsa ardına koymadan yapmaktadır. Bunun için Ergenekon kapsamında gözaltına alınan askerleri ve tabi ki sivil uzantılarıyla zımni anlaşma yapmış ve Gülen’e karşı gizli ittifak gerçekleştirmiştir. İlker Başbuğ, Doğu Perinçek ve bunların bileşkeleriyle yaptıkları budur. Şimdiki durumda aynı bileşke güçlerin salt Gülen ile değil aynı zamanda Kürt ulusu ve Kürt ulusal hareketine karşı da bir zımni anlaşma içerisinde oldukları gözlenmektedir. Belli ki T.C. devletinin tekçi faşist bekası için birbirlerine yönelik ihtiraslarında görece yumuşama durumu vardır. Keza tekçi faşist Türk ulus devlet gerçekliğinin statükosunda bazı çatlakların onarılması ihtiyacı ve aciliyeti ortadadır ve bunu da ancak AKP hükümetine-iktidarına hakim olan klik yalnız başına yapacak durumda değildir. Başkanlık sistemi yönelimini de bu kapsamda değerlendirmek yanlış olmaz. 2015 yılı içerisinde yaşamaktayız ve artık geçmiş süreçlerdeki
23
geleneksel ve klasik tekçi zihniyetlerle Türkiye-Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin bu kadar rahat yönetilemeyeceği aşikardır. AKP hükümeti-iktidarının “Türkiyelileşme” argümanı da aslında tekçi faşizmin Sünni Türk İslam bayrağı altında yeniden üretimi durumunu içermektedir. Nitekim aslında hiç bir zaman tarafsızlıklarını yitirmeyen egemenlerin durumundan farklı olmayan Erdoğan’ın seçim mitinglerindeki Hakkari konuşmasında “Bunlar benim Kürt kardeşimi sevmiyorlar, biz seviyoruz, Kürt olduğu için değil, Allah onu yarattığı için seviyoruz, bizde ölçü Türklükle Kürtlükle değil bizim ölçümüz Allah’a yakınlıktır. Bir de Zerdüştler var, Zerdüştlerle işim olmaz, kimler bunlar siz bilirsiniz...” diyerek açıkça göstermektedir. Türk ulus devlet faşizmi açık bir şekilde dillendirilmektedir. Demek ki oynanan oyun gayet açıktır. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı öteden beri önemli ve temel bir stratejik harç olarak kullanılan İslam’ın daha fazla öne çıkarılması ve tıpkı eskiden de olduğu gibi stratejik bir araç olarak egemenlik için kullanılmasıdır. Tarihsel arka planının da asla belleklerden silinmesine izin vermeden ve unutmadan Kürt İslam komutanı Selahattin Eyyubi’nin İslam’ın yayılmasında stratejik olarak kullanıldığı gibi Hakkari havaalanının ismini de Selahattin Eyyubi olarak konulmasıyla taşlar yerine oturmaktadır. Hatırlanırsa İstanbul’a yapılan 3. köprünün ismi de Yavuz Sultan Selim olarak deklere edilmişti. Buna yönelik özellikle Alevilerden gelen eleştiriler karşısında Kırşehir’deki üniversite isminin Hacı Bektaş-ı Veli olarak değiştirilmesiyle “Bakın hepiniz İslam bayrağı altında eşit ve özgür vatandaşlarımızsınız, zira sizleri Alevi, Kürt, Türk vs diye değil Allah sizi yarattığı için seviyoruz” demektedirler. Oysa ortadaki bütün olan biten tekçi faşist Sünni Türk hakim sınıflar devletinin Kürdü, Alevisi, Ermenisi, Romanı, Lazı, Çerkesi olarak özünden ve kendi doğallığından kopararak çoraklaştırmak ve devletin beyaz unsurları haline getirmektir. Bu temelde bütün bunlara yani bütün tekçiliğin her türüne hayır diyoruz.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL MKP’ê cezayê Fehmi Altınbilek da Hêzên Partîzanên Gel (PHG)’yê ku girêdayî Partiya Maoîst Komunîst (MKP) e, cezadana Fehmî Atınbilek’ê da, ku ew fermandarê faşîst Altınbilek, di serî de rêberê komunîst İbrahim Kaypakkaya, Ali Haydar Yıldız û Mahir Çayan, berpirsiyarê kujertiya gelek komunîst û şoreşger bû Partiya Maoîst Komunîst (MKP), di serî de rêberê komunîst İbrahim Kaypakkaya, Ali Haydar Yıldız û Mahir Çayan, berpirsiyarê kujertiya gelek komunîst û şoreşger Fehmi Altınbilekê re cezayê mirinê da. Albay Fermendar Altınbilek, xêynî kujertiya şoreşgeran, di heman demê de JÎTEM û saziya kontrgerillayê de xebitî bû. Li gorî nûçeyên çapemeniya burjuvaziyê, Altınbilek, di roja hilbijartinê de, sibehê tevî jina xwe li malê derket û ber bi dengdayînê ve diçû, li Beşîktaşê hate kuştin. Li gor nûçeyên ku ewilî derketin, di bêrîka Altınbîlek de nasnameyek li ser navê Çetin Oğuz derket û ber guleyan bi birînên giran ve birçûn li nexweşxaneyê . Di van nûçeyan da hat îdia kirin ku Altınbilek, ji ber tirsa tevgerên şoreşger bi salan bi nasnameyên sexte geriyaye.
MKP çalaki hilda ser xwe Çapemeniya burjuvayê çalakî wek “piştî 42 sal tolhildana rêxistinê” binav kir, lê MKP di
8’ê pûşperê de daxuyaniyek belav kir û berpirsiyartiya çalakiyê hilda li ser mile xwe. Di daxuyaniyê de wiha hate gotin: “Rêber damezrînerê me rêheval İbrahim Kaypakkaya, bi mehan di bin îşkenceyan de ma û di 18 Gulanê de hate qetilkirin. Di serî de ev yek, piştre di êrişeke faşîstane de ketilbûna rêheval Ali Haydar Yıldız de berpirsiyar ev kes e. Her wiha li Kızıldere rêhevalê me yê sengerê Mahir Çayan û hevalên wî mohra Demirbilekê ve hatine kuştin. Dîsa damezrandina di saziyên xwîndar wekî JİTEM û kontrgerilayê de peywira çalakvanî girtiye, qetlîam û îşkenceyan ve tijî xwedî dîrokeke qirêj e, wek “dijminê gel” binav û deng bûye, faşîstê dere hanê Albay Fehmi Altınbilek, ji bo sûcên xwe yê dermirovatiyê, ji alî milîtanên beşeke partiya me Hêzên Partîzanên Gel ve di roja 7’ê Pûşber 2015 de li Stenbol/Başiktaşê bi cezayê mirinê ve hatiye cezakirin.” MKP, rexnedayînek jî da û aşkere kir ku jina Altınbilek jî bi awayekî şaşitî hatiye hedef girtin. Daxuyanî wiha domiya: “Çalakiyê ku bi rêbertiya MKP û bi çalakiya milîtanên PHG ve hat lidarxistin, dadmendiya proleter a şoreşvanî ya derengmayî bixwe ye. Ew sûcên li dijî gel û dijî rêhevalên me ya şoreşger tê kirin, nêz an jî deren hêsabê van sûcana dê rojek were hildan. Ev yek him rastiyeke parastina stratejîk him jî rastiyeke pratîk a rojane ye. PHG’ê ku di çerçoveya çalakiya çekdariyê ya xebata
şoreşgeriyê de xebat dimeşîne, di heman demê de misogeriya tolgirtina dijminên gel bixwe ye. Em sozên ku ji gele xwe re dayî, ji rêhevalên xwe yê ku ji bo rizgariya gele me bi canê xwe fedekarî dikin re dayî rojek jî jibîr nakin û bi vî têgihîştinê ve tevdigerin û gava ku roj hat emê tola wan digirin û xwîna wan li erdê nahêlin, tim û tim tola wan rakin”.
Ji PHG, li ser çalakiyê daxuyaniyeke fireh Di vî navberê de çapemeniya bûrjûva li ser kuştina Altınbilek weşanan kir û ji bo êybdariyê jî agahiyên Altınbilek çawa hatiye girtin pirsiyar kir, lê PHG yê k udi rêvebertiya MKP’ê kare şoreşgeriyê dike daxuyaniyeke çapemeniyê de agahiyên berfireh da. Di vê daxuyaniyê de li ser agahiyên Altınbilek bi zelalî aşkere kir. Da zanîn k udu sal berê, ji bo xapandinê refên PHG’ê re agahiyên cûr be cûr hatine. Di daxuyaniyê de hat gotin ku; “Gava ku di navbera demeke kurt de agahiyên bi vî hawî hat gihaşt me, guman bi me çêbû û yek kesê ku bi nav S.D. li ser navê îstixbaratê dixwast bigihîje refên me, ji alî tevgerê me ve hate girtin û binçavkirin. Di jêpirsîna wî kesî de derket holê ku ew kes kesek ji MİT’ê nîn e lê bi pare ji bo agahîgirtinê tê bikaranîn, S.D jî berdêla ku em jê re zirarek nedin, ji bo agahiyên Altınbilek bi me re bide pêşniyarî daye me. Piştî vê yekê, li ser êhtimalên cûr be cûr hêsabên kûr hatiyê çêkirin û bi şêweyekî qontrolane 2 roj serbest hatiye berdan û destûra agahî girtinê jê re hatiye dayîn. Piştî va 2 rojê, agahiyên nasnameya fermandarê faşist û gelek agahiyên cûda, di nav dosyayekî de gihîşt destê me. Rasteqîniya ew agahiyan jî çêbû û piştî vê planeke tevgerê tah çêkirin. Kesên ku ber-
dêla jiyanê didin, heke ew berdêlana berçav negirin dê her tim berdêlên giran jî bidin. PHG, ji faşîzmê re îradeya tolhildanê bixwe ye. Maoîzm jî rêzika pratîk a ‘Hêza xwe biparêze, hêza dijmin îmha bike’ ye. Em, bi 3’yemîn Qongreya xwe ve derketin li berî tevgera komunîst ê dunyayê û ber welatê xwe, bi vî hawî xebateke li welatên kapitalîst dan berê xwe, ji bo nasandina zanyariya şoreşa Maoîzmê bi îdiayeke mezin ve em bi rê ketin. Ev îdiaya tevgerê me ku kokê xwe yê dîrokî di kurahiyê de ye, ruhîyeta xwe yê berxwedanî û serkeftinê jî birdoziya Kaypakkayatiyê digire”.
Ji bo İlhami Yıldırım hefteyek destûr Di daxuyaniya PHG’ê de li ser çalakiya dozgerê Berkin Elvan Mehmet Şirin Kiraz jî agahî hate dayîn û Bahtiyar Doğruyo û Şafak Yayla ku di wê çalakiyê de şêhît ketin jî wiha hate gotin: “Çalakiya wan bangek ji bo tekoşînê ye. Ji bo liyaqî ev bangawaziyê, emê dê bi lûleyên sor ve bibin bersiv û gavek jî paşve nemînin”. Bi çalakiyên bibîranînê ve wek rojane û bisînor şoreşgerî re jî rexne hate dayîn. Di vî rexnekirinê de hat gotin ku, şêwaza wekî mesihiyetê di benda hêviyê rizgarbûyînê de mayîn jî divê were berdan. Di daxuyaniyê de, “Yê ku me rizgar bike, pî û baskê me bixwe ye” hat bilevkirin. PHG, di meha Sibatê de ku ji İlhami Yıldırım re ji bo lêborînê hefteyek dem dabû jî vegot û di daxuyaniyê de hate bilêvkirin ku İlhami Yıldırım lêborîna xwe xwestiye û lêpirsinê ku polês kirîbû jî agahiyên wê dayî ye. PHG, ji bo Yıldırım hefteyek dem dabû û ji wî xwestibû ku ji malbatên Şêhîd ên Serîrakirina Pûşperê lêborîn bixwaze.