16-28 Şubat 2015

Page 1

Hiçbir şey diyalektikten muaf olmadığı gibi AKP de muaf değildir!

sf 12-13

“Demokratik parasız anadilde eğitim” 8 Şubat’ta Kadıköy’de bir araya gelen Aleviler, kitleselliğiyle dikkat çeken mitingde ‘parasız bilimsel anadilde eğitim’ taleplerini dile getirdi. 13 Şubat’ta, Alevi Kültür Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Eğitim-Sen’in çağrısıyla ülke genelinde okullar boykot edilirken, başta İstanbul, Ankara olmak üzere çok sayıda ilde gerçekleştirilen boykot eylemlerine yönelik polis saldırıları yaşandı. Sf.4-5

Halkın Günlüğü

16-28 Şubat 2015 Yıl: 4 Sayı: 97 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

Kobane yeniden inşa ediliyor f GÜNCEL

14

Kobanê özgülünde destansı direniş ve savaşıyla kadını, genci ve dostlarıyla birlikte yurtsever Kürt ulusal güçlerine yönelik dünya genelindeki ilginin rüzgârıyla zaten halk kitleleri, devrimci, demokratik ve yurtsever kamuoyunun da çeşitli dayanışma pratikleri söz konusuyken, kentin yeniden inşa sürecinde de aynı yönelimi göstermeliyiz. Bu doğrultuda DHF ve ADHK Kobanê’nin yeniden inşa süreci için bir ziyaret gerçekleştirdi

Faşist devletin güvenlik tahkimindeki ısrarı

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Üzüntü öfkeye, öfke eyleme! Mersin’in Tarsus ilçesinde okuldan eve dönmeye çalışan Özgecan Aslan isimli 20 yaşındaki bir üniversite öğrencisi minibüs şoförü Ülkü Ocakları mensubu Suphi Altındöken’in tecavüz girişimine karşı koyduğu için katledildi. Altındöken, delilleri yok etmek için babası ve arkadaşıyla birlikte Özgecan’ın cesedini yakarak bir dereye attı. Özgecan’ın maruz kaldığı vahşi katliam ülkemiz kamuoyunu derinden sarsarken, kadınlar kitlesel bir şekilde sokaklara çıkarak erkek egemen sistemden güç alarak gerçekleştirilen bu bilinçli ve vahşi katliamı protesto etti. Kadınlar; kadınların sistematik olarak maruz kaldığı işkence, katliam ve her türlü cinsel saldırı ül-

02

“Kobanê’de kadının rengi hâkim olmalı”

kemizin ‘olağan’ gündemlerinden birini oluştururken, toplumun tüm mekanizmasına sızmış bu zulüm çarkına karşı koymak için sadece üzgün olmanın değil üzüntümüzü öfkeye dönüştürmenin, öfkemizi kadını hiçe sayan, katleden sömürücü sisteme karşı örgütlü, sistematik bir mücadeleye dönüştürmenin zamanıdır. Korkarak yaşayanlar değil, kendi kaderini kendisi tayin eden ve yazgısını eline alarak korkunun üzerine bilinçli örgütlü mücadeleyle yürüyenler olarak erkek egemen sistemin bilinçli cellâtlarına karşı toplumsal kurtuluş mücadelesinin en ön saflarında yer almanın zamanıdır!

06

PHG’den cezalandırma eylemi

09


02

güncel haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Faşist devletin güvenlik tahkimindeki

ısrar ve yönelimi devam ediyor! Demokrasi adımlarının ve bu yönlü kazanımların bizzat halk kitleleri ve onların ilerici, demokrat, devrimci ve komünistlerin direniş ve mücadeleleri sonucu gündeme gelebileceği doğru anlaşılmalıdır. İç Güvenlik Paketi ya da yasasının devlet tarafından geri adım attırılarak geri çektirilmesi de bu yönde bir direniş ve mücadeleyle ancak söz konusu olabileceği kabul edilmelidir Hatırlanacağı gibi bir alt komisyon olarak Meclis İçişleri Komisyonu’nda “İç Güvenlik Paketi’’ kabul edilerek mecliste görüşülmesine karar verilmişti. Fakat kısa bir süre önce AKP iktidarının yasalaştırmaya çalıştığı ve toplumsal olaylarda valisinden polisine yetkilerini artıran, “İç Güvenlik Paketi”nin Meclis'teki görüşmeleri haftaya ertelendi derken ikinci haftaya kadar uzatıldı. Kuşkusuz bu durum sebepsiz değildi. Özellikle muhalefetin tepkilerinin yoğunlaşması ve sapana daha fazla silaha daha az ceza vd argümanları üzerinden tartışmaların artması karşısında iktidarın geri adım atarak görüşmelerin sonraya ertelendiği söylenebilir. İç güvenlik yasa tasarısı adıyla temel kanun olarak 5 bölüm halinde görüşülecek tasarı 132 maddeden oluşmaktadır. Polisin arama yetkisi arttırılırken, karakollar evlere kadar taşınmakta, havai fişek ve sapan için 4 yıl ve daha üzeri, atkı ve gaz maskesi takana 3 yıl ve daha üzeri cezalar öngürülmekte ve daha neler neler... Keza bütün bu faşist yasalar Mecliste yasalaşmadan dahi bu eksende uygulamalara şimdiden tanıklık ediyoruz. TürkiyeKuzey Kürdistan’da bu yönlü cezalar verilmeye başlandı bile. Demek ki emperyalizme bağımlı tekelci komprador devletin polis ve mahkeme erkânı bu duruma kilitlenmiş ve kesin- kayıtsız- şartsız uygulama moduna girmiştir. Şu halde yasa vs de devlete vız gelmekte ve kendi bildiğini okumaktadır. Yakın tarihsel sürecimizde Gezi-Haziran Ayaklanması’yla 6-8 Ekim Serhildanı karşısında tekçi faşist Türk devletinin kendi güvenliğine yönelik tahkim politikalarına hız verdiği tartışmasız bir durumdur. Vali ve polisin yetkilerini arttıran, gerek meclisteki muhalefetin gerekse de sokaktaki halk muhalefetinin tüm itirazlarına karşın komisyonlardan hızla geçirilen ’’İç Güvenlik Paketi'’ nin görüşmelerinin Meclis Genel Kurulu’nda başlanacakken ikinci defa ’’bir hafta’’ daha ertelendiğine şahit olduk.

Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki çok sayıda yazar, siyasetçi, sanatçı ve demokratik kitle örgütü tarafından paketin geri çekilmesine yönelik çağrıda toplumun demokrasi ve hak mücadelesinin ’’kamu düzeni ve güvenliği’’ adı altında bastırılmaya ve anti- demokratik yasa ve uygulamalarla engellenmeye çalışıldığı belirtilmiştir. Haksız da değillerdi ve sorumlulukları gereği bu çağrıyı yapmaktaydılar. İç güvensizlik paketine yönelik tepkilerin önümüzdeki süreçte de artarak süreceği görülmelidir. Bu noktada demokratik alan başta olmak üzere mücadelenin birçok alanında AKP iktidarının tekçi faşist saldırı ve katliam yasaları devletin geçmiş tarihsel kökleri ve süreçleriyle birlikte ele alınarak teşhir kampanyaları örgütlenmelidir.

İç Güvenlik Paketi’ne ilişkin tartışmalar yürütülmektedir Özellikle Mecliste grubu bulunan muhalefet partileri CHP, MHP ve HDP’nin kamuoyuna yönelik açıklamaları ve burjuva medyada yoğun bir şekilde tartışmalar yaşanmıştır, önümüzdeki süreçlerde de yoğun bir şekilde tartışılacağı tartışma götürmez bir durumdur. Bunun karşısında AKP iktidarının her ne kadar yasayı çıkarmada ısrarı olsa da göreceli geri adım atarak gündemdeki tartışma seviyesinden aşağılara düşürüp yasayı çıkarma yönelimi devam etmektedir. Tartışmalar, özellikle çıkarılacak faşist yasanın içeriğinde yer alan bazı hususlar üzerinden daha da yoğunlaşmış durumdadır. Bu noktada yakın süreçlerde AKP iktidarının iyice teşhir olması da bu durumu somut olarak ortaya çıkarmaktadır. Bu anlamda Gezi- Haziran Ayaklanması, 6-8 Ekim serhildanı, devletin özel ve militarist güçlerince savaşlarının birer parçası olan

provakasyon, komplo, infaz ve son Cizre’de bizzat tekçi faşist devletin katliamları vd güncel somut gelişmeler AKP iktidarı üzerinden devleti objektif olarak teşhir ederken, özellikle halk kitlelerinin muhalefetini güçlendirme zemini de yaratmıştır. Yaklaşan genel seçimlerde göz önüne alındığında AKP iktidarının işinin o kadar da kolay olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim bunun farkında olan Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Davutoğlu, Efkan Ala ve AKP iktidarının hemen birçok sözcüsü meclisteki muhalefet partilerine karşı söz düellosu yürütmekten bir adım geri atmamaktadır. Öyleki emperyalizme bağımlı burjuva düzen parti temsilcilerinin ağız dalaşı tam da kendi sınıfsal niteliklerini de göstermektedir. Yaşanan tartışmalar zamanın eski polis okullarında görev yapmış devletin memurlarını bile burjuva medyada müdahil olmaya itmiştir.

Devletten demokratikleşme beklentisine girmek ham hayaldir Bir önemli hususu burada vurgulamak gerekmektedir. İç Güvenlik Yasa tasarısı ya da yasa maddeleri faşist de ondan önceki yasalar sanki demokratikmiş gibi bir tablo çizilmektedir ki bu bakış açısı da önemli bir yanlış içermektedir. Zira TC’nin kuruluşundan bugüne anayasa ve yasaların tümünün genel itibarıyla faşist ve tekçi olduğu asla unutulmamalıdır. Bu anlamda iç güvenlik yasa tasarısı yasalaşmasın diyerek hali hazırdaki tekçi faşist yasaların savunusu ya da bayraktarlığı gibi bir zaafa asla düşülmemelidir. Bütün olan bitenlerin tekçi faşist yasaların daha da inceltilmiş bir şekilde derinleştirilerek tahkim edilmesidir. Devletten buna ters bir demokratikleşme beklentisi

de ham hayaldir. Zira demokrasi adımlarının ve bu yönlü kazanımların bizzat halk kitleleri ve onların ilerici, demokrat, devrimci ve komünistlerin direniş ve mücadeleleri sonucu gündeme gelebileceği doğru anlaşılmalıdır. İç Güvenlik Paketi ya da yasasının devlet tarafından geri adım attırılarak geri çektirilmesi de bu yönde bir direniş ve mücadeleyle ancak söz konusu olabileceği kabul edilmelidir. Asla unutulmamalıdır ki en küçük bir demokratik kazanımın bile devletin öylesine kendiliğinden bir uygulaması ve hoşgörüsü olarak algılanmaması ve bu şekilde bir demokratikleşiyor muyuz yanılgısına düşülmemesi gerekmektedir. Diğer bir önemli husus ise hakim sınıf kliklerinden iktidara geldiklerinde merkeziyetçi muhalefete düştüklerinde ise hür teşebbüsçü ve özgürlükçü kesilmeleri göz önünde bulundurularak düzen partileri arasında herhangi bir tercih içerisinde olunmaması gerçekliğinin akıllardan ırak tutulmamasıdır. Türk hakim sınıflar ve partileri düzlemindeki sadece iktidar kliği değil aynı zamanda muhalefet partilerinin aldatıcı yanları da görülmek durumundadır. Ne CHP ne de MHP ve diğer düzen partilerinin ne özgürlük ne de gerçek anlamda bir demokrasi derdi falan yoktur. Aksine iktidarından muhalefetine bütün düzen partilerinden halk kitlelerinin yararına bir özgürlük ve demokrasi beklemek en hafif deyimle saflık olurdu. “Yeni Güvenlik Paketi’’ vb leriyle faşist devlet yapılanması ve işleyişinin daha da pekiştirildiği içerisinden geçtiğimiz süreçte bütün bu teorik pratik poltikalar ilerici, demokrat, devrimci ve komünistler açısından daha fazla direnme ve devrimci mücadelenin gerekçesidir. Bu bilinçle devrimci mücadele ve savaşı yükseltelim.


güncel haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

SINIF TAVRI

03

≫ ismail uçar

15 ŞUBAT KOMPLOSU VE ÇIKARILMASI GEREKEN DERSLER!

K

ürt Ulusal Hareketi PKK’nin önderi Abdullah Öcalan’ın bundan 16 yıl önce başını ABD’nin çektiği uluslararası emperyalist komplo sonucu yakalanarak esir alınmasını kınadığımızı vurgulamak isteriz. Diğer birçok topluluk ve uluslar için olduğu gibi Mezepotomya’nın kadim uluslarından biri olan Kürt ulusu ve onun önderliklerine yönelik geçmiş tarihsel süreçler boyunca komplo, inkar, katliam ve soykırımlar sür git devam etmiştir. Bu durum halâ da bizzat emperyalist hegemonyanın bir parçası olarak bölgedeki tekçi faşist ve gerici rejimler tarafından sürmektedir. Bu düzlemde deyim yerindeyse Kürtler de dahil Anadolu ve Mezopotamya özgülünde ezilen ve sömürülenlerin ve tabii ki içlerinden çıkan önderlerin payına da aynı kirli, vahşi ve kanlı politikalar düşmüştür. Brakuji (böl- parçala- yönet) denilen politika konsepti bugün de dünya genelinde uygulanan bir yönelimdir. Dolayısıyla PKK önderi Öcalan’ın şahsına yönelik, emperyalist dünya sistemi ve onun işbirlikçi rejimlerinin uygulamış olduğu uluslararası komplo ve kültürel soykırım politikalarından doğru dersler çıkarmak durumundayız. Nitekim 100. yılına giren Ermeni Soykırımı bağlamında da aynı komplo, hile ve entrikalar eşliğinde fiziki ve kültürel soykırımların nasıl gerçekleştirildiği de artık bilinen bir gerçekliktir. Ermeniler, Araplar, Süryaniler, Lazlar, Ezidiler, Rumlar, Çerkezler vs. azınlıkların yanı sıra Aleviler başta olmak üzere diğer inanç gruplarına uygulanan baskı, şiddet, katliam ve soykırım bizzat emperyalizmin ve onun işbirlikçi devletlerinin egemen sınıfsal niteliği durumundadır. Bu anlamda emperyalist küresel hegemonyanın insanı, doğayı, yaşamı, proletarya ve emekçileri, ezilen ulus ve inançları metalaştıran kapitalizmin her türlü manipülasyonuna karşı mücadele ve devrimci savaş tüm tarihsel kökleriyle somut ve güncel olarak kaçınılmaz ve ertelenemez bir görevdir. Konumuz özgülünde başını ABD emperyalizminin çektiği uluslararası emperyalist dünya sistemi ve alt yapı ve üst yapı kurumlarıyla bin bir türlü ağlarla tamamen buna bağımlı Ortadoğu’daki tekçi faşist ve gerici devletlerin tarihsel ve güncel somut yönelimlerinin doğru ve bilimsel temelleriyle anlaşılarak tahlil edilmesi son derece önemlidir. Bu eksende işçi ve emekçiler, ezilen uluslar ve inançlar, azınlıklar, kadınlar ve LGBTİ bireylere yönelik baskı ve kırımlarda doğru anlaşılacaktır. Aynı şekilde 15 Şubat’tan çok daha önceleri uluslararası emperyalist

güçler arası ve onların bölge özgülündeki işbirlikçileri üzerinden gerçekleşen çelişki ve çatışmaların bir parçası olarak komplonun hazırlıkları ve uygulamaları da doğru anlaşılacaktır. Dolayısıyla her sürecin olduğu gibi 1 Şubat uluslararası komplo öncesi süreçlerde dahil olarak başından sonuna kadar uluslararası emperyalist güçlerin doğrudan planlamaları ve yönelimleri üzerinden bir tasfiyenin amaçlandığı yeterince açıktır. Kürdistan ve Kürt ulusal sorunu uluslararası bir sorundur. Bunun için emperyalist küresel hegemonya ilerici, demokratik, devrimci ve komünist güçlere tam bir itaat eksenli konsept dayatmaktadır. Bu çerçeveyi kabul etmeyip direnenlere ise baskı, şiddet, katliam ve soykırımı çözüm olarak ’’uygun’’ görmektedir. Uluslararası emperyalist sermaye hali hazırdaki merkezileşme ve derinleşmesine uygun olarak bir yandan kendini yeniden yapılandırırken diğer yandan ezilen-sömürülen ve onların ilerici, demokrat, devrimci ve komünist öncülerini de yeniden yapılandırmanın ya da bu konsepte uymayanlara ise topyekün tasfiyeye yönelen teorik pratik politikaları içerisindedir. İşte kendine stratejik bağımlı uşak Türk devletini de bu temelde Sünni Türk İslam eksenli tekçiliğin yeniden üretimi süreci de bu gerçekliğinden kaynaklıdır. Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki kitlelere hepiniz İslam bayrağı altında eşit vatandaşlarımız ve İslam kardeşlerimizsiniz aldatmacaları da bundan ötürüdür. 16 yıl önce PKK önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan uluslararası komplonun da bu amaçlar doğrultusunda gerçekleştirildiğini anlamamız açısından önemlidir. Zira zamanın faşist başbakanı Ecevit ’’Öcalan’ın ölüsü değil dirisi bize daha fazla gereklidir’’ beyanının içeriği de bu şekilde anlaşılmalıdır. Amaçlarının o dönemin sınıfsal karakteri ve siyasal

yönelimi itibarıyla devrimci Kürt Ulusal Hareketi‘ni tasfiye etmek olduğu gayet açıktı. Nitekim bizzat emperyalist efendilerinden aldıkları icazetle tekçi faşist Türk egemenlik sisteminin halâ Kürt Ulusal Hareketi‘ne silah bıraktırılmasının ana hedef-amaçları olduğu beyanları da bu durumu kanıtlar niteliktedir. Ve fakat Kürt Ulusal Hareketi‘nin ise öyle kolay yutulur bir lokma olmadığı görülmektedir. PKK, önceki feodal ve İslam eksenli başta olmak üzere geçmişteki Kürt ulusal hareketlerinden önemli oranda farklı ve kendine göre zamanın ruhuna uygun ilerici bir örgütlenme ve yönelimi olan bir harekettir.Dolayısıyla tasfiye politkalarına karşı bugüne kadar esasta olumlu bir çizgi ve manevra kabiliyeti göstermiştir. Kürt Ulusal Hareketi‘nin, emperyalistlerin ve onların bölgedeki işbirlikçi devlet ve rejimlerinin tüm tasfiye yönelimleri, teorik ve pratik politikalarını boşa çıkarmayı şimdiki durumda başardığını söyleyebiliriz. Bu durum bile tek başına PKK’nin önceki Kürt ulusal hareketlerinden önemli bir ayrım çizgisi ve niteliğini göstermektedir. Aynı şekilde öncekilerden çok daha ileri ve pozitif olduğunu da vurgulamak isteriz. Bu gerçeklik öylesine basit, subjektif niyetlerle ve duygusal temeldeki okumalarla değil tam aksine tüm tarihsel ve günceldeki somutluğuyla objektif gelişmelerin ifadesidir. Bugün Kürt Ulusal Hareketi ulus devlet paradigmasını tamamen reddettiğini belirtip demokratik özerklik ve kondeferalizm gibi bir toplumsal projeyi öngördüğü ve bu temelde mücadele yürüttüğünü dile getiriyorsa kuşkusuz ki bu yönelim de belli yönleriyle ileri ve olumludur. Ancak Kürt Ulusal Hareketi‘nden dostlarımızın emperyalist dünya sistemi ve onun bir bileşeni olan mevcut tekçi faşist Türk devlet hegemonyası içerisinde böylesi projenlerin gerçekleştirilmesinin müm-

künatının olmadığı- olamayacağını da yeterince görmesi ve kavraması gerektiğini vurgulamak isteriz. Kürdistan ve Kürt ulusal sorunu emperyalist dünya sistemi içerisinde ve bu eksendeki projelerle asla çözülemez. Çözül-e-mediği de onlarca uygulamalarla kanıtı sabit gerçeklik olarak orta yerde durmaktadır. Ve hatta ’’anayasal’’ güvencelerin bile bir çırpıda ayaklar altına alındığı 1921 Anayasası‘nın çok geçmeden ’’herkesin bir tek hakkı vardır o da Türk’e hizmet etme hakkı’’ denilerek nasıl da hayata geçirildiği asla unutulmamalıdır. Bir kere tam hak eşitliğinin tek merkezi stratejik yolunun öncelikle Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkından geçtiği tartışma götürmez bir halkadır. Yoksa eşitlik vs lafta kaldığı gibi tekçi ırkçı paradigmanın imtiyazlı haline yeniden davetten öte bir anlam ifade etmemektedir. O halde emperyalist kapitalizmin tüm türevlerine ve onda merkezileşen burjuva- bürokratik devlet mekanizmasının parçalanarak özgür bir yaşamın örülmesi ufku kaçınılmaz bir görevdir. Temsili parlamenter- bürokratik gerici burjuva devletin her biçimine karşı proletarya ve emekçilerin, ezilen ulus ve inançların doğrudan- katılımcı olarak her bir bölge, il, ilçe, sokak- mahallelerin doğrudankatılımcı olarak kendi kendini tam bir bölgesel ve yerel özerk yönetimleri ama aynı zamanda tamamen gönüllü ve demokratik temelde merkezileşmiş Komün, Sovyet ve Halk Konseyleri iktidarı için mücadele yürütmeliyiz. Emperyalist dünya sistemine tüm tarihsel kökleri ve temelleriyle karşı çıkarak burjuva medeniyetçi paradigma ve onun her bir devletinde vücut bulan resmi her bir millet, tarih, dil, inanç, düşünce imtiyazı ve tekeline karşı köklü ve stratejik bir devrimci savaşı yürütmeliyiz. Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya, bu uğurda stratejik temelde önemli bir eşikten geçip nitel adımı atarak yol gösterirken onda tereddütsüz karşılığını bulan Ermeni ve Kürt komünistlerin gösterdiği yolda daha fazla açılmıştır. Bu bilinç ve perspektifle Sosyalist Halk Savaşını adım adım büyütme kararlılığıyla sosyalizme ve komünizme yürüyoruz.


04

güncel haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

‘Demokratik parasız anadilde eğitim’ “Demokratik parasız anadilde eğitim” talebiyle Kadıköy’de gerçekleştirilen Alevi Mitingi’ne aralarında DHF’nin yanı sıra çok sayıda devrimci demokratik kitle örgütü, sendika ve siyasi parti katıldı. Mitingde devletin asimilasyon politikalarına karşı mücadele vurgusu yapıldı. 13 Şubat’ta yapılacağı duyurulan boykot ise ülke genelinde kitlesel eylemlerle karşılandı “Düzenin Sahte Açılımlarına Aldanma Bozuk Düzende Sağlam Çark Olmaz” , “Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez” pankartlarını taşıyan DHF üye ve taraftarları, Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde bir araya gelerek sloganlarla Kadıköy İskele Meydanı’na yürüdü. DHF kortejinin en önünde Kaypakkaya ile Mao’nun büyük flamaları taşınırken, kitle ellerinde zorunlu din dersleri ile asimilasyon politikalarını protesto eden dövizlerle DHF flamalarını taşıdı. Yürüyüş sırasında DHF üye ve taraftarları, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Zorunlu din derslerine hayır” sloganlarını attı.

DHF’den kitlesel katılım Kitleselliğiyle dikkat çeken DHF kortejinin bulunduğu Haydarpaşa Kolunda HDP, KESK, TMMOB, Dev-Lis, Aka-der, TÖP-B, Köz, ESP, Eğitim-Sen gibi devrimci demokratik kurumlar ve sendikalar yürürken, Söğütlüçeşme Kolu’nda ise çeşitli yöre derneklerinin yanı sıra, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Alevi Bektaşi Federasyonu, DEDEF ve Partizan’ın da aralarında olduğu devrimci demokratik kurumlar yer aldı. Yürüyüş sırasında devrimci demokratik kurumlar, “Mezhepçi Değil Anadilde Özgürlükçü Laik Eğitim” , “Zorunlu Din Derslerine Karşı Mücadele Et” , “Düzenin Alevisi Olmayacağız” , “Zorunlu Din Derslerine Hayır” pankartlarını taşıdı. Yürüyüş ve miting sırasında kitle, “Karanlığa teslim olmayacağız” , “Birleşe birleşe kazanacağız” , “Zorunlu din derslerine hayır” sloganlarını attı.

‘Asimilasyon politikalarına karşı mücadeleyi yükseltelim’ Miting ilk olarak semah gösterimiyle başladı. Ardından Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Fevzi Gümüş söz aldı. Meydanların AKP’nin asimilasyon politikalarına karşı boş bırakılmayacağını belirten Gümüş, kitlenin ülkenin çok renkliliğini yansıttığını kaybederek bu çok renkliliğin ve çok kültürlülüğün büyütüleceğini ifade etti. “Bu meydanda kentsel dönüşümden mağdur olanlar, Somalı madenci yakınları, Gezi şehitlerinin aileleri var” diyen Gümüş, katliamlarla yerinden yurdundan edilen Alevilerin taleplerini haykırmak için bir araya gelindiğini vurguladı. Alevilerin özgür kimlikleri ile eşit yurttaşlık haklarının verilmesi gerektiğini ifade eden Gümüş, IŞİD’e destek veren AKP’nin zorunlu din dersleri dayatarak Alevileri asimile etmeye çalıştığını

açıkladı. Gümüş konuşmasını “Çocuklarımızın zorunlu din dersleri adı altında asimile edilmesine izin vermeyeceğiz” sözleriyle bitirdi. Alevi Vakıfları Genel Başkanı Remzi Bulut söz alarak Alevilerin, sosyal, siyasal ve kültürel sorunlarına dikkat çekerek Alevi inancının yok sayıldığını ifade etti. Cemevlerin ibadethane olarak kabul edilmesini, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını ve eğitimdeki gericileşmeyi getiren okulların imam hatip liselerine dönüştürülmesine son verilmesini talep ettiklerini ifade eden Bulut, Alevi Çalıştaylarına karşı mücadele vurgusu yaptı.

Mehmet Ayvalıtaş’ın babasından birlikte mücadele vurgusu Mehmet Ayvalıtaş’ın babası Ali Ayvalıtaş söz alarak Gezi şehitlerinin hesabını sormak için mücadeleyi yükseltme çağrısı yaparken, Abdullah Cömert davasında adaletin olmadığını belirtti. Ayvalıtaş konuşmasını birleşerek mücadeleyi yükseltme çağrısıyla sonlandırdı. Alevi örgütleri ile devrimci demokratik kurumlar adına hazırlanan ortak basın açıklamasını Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Baki Düzgün okudu. Açıklamada toplumsal yaşamda ve eğitim-

de baskılara karşı laik, bilimsel ve anadilde eğitim taleplerinin dile getirilerek tek din ve tek inanç anlayışıyla hareket eden AKP iktidarının asimilasyon politikalarına karşı mücadele edileceği vurgulandı.

Zorunlu din derslerine hayır Ardından söz alan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Müslim Doğan, eğitimde gericileşmeye, asimilasyon politikalarına ve zorunlu din derslerine karşı mücadele vurgusu yaparak Alevilerin her dönem devletin baskılarıyla yüz yüze bırakılarak katliamlara uğratıldığı ve her zaman devletin hedefinde olduğunu belirtti. Zorunlu din derslerinin kaldırılması için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapatılması gerektiğini söyleyen Doğan, demokratik, laik ve özgür bir ülke mücadelesini sürdüreceklerini vurguladı.

Mitinge çok sayıda sanatçı destek verdi Mitingde Eğitim-Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca da söz alarak “Gericilere karşı laik, bilimsel anadilde eğitim istiyoruz” dedi. Şiirlerin okunduğu miting semah gösteriminin ardından çok sayıda sanatçının sahne almasıyla sona erdi. Mitinge Sadık Gürbüz, Mazlum Çimen, Ali Ekber Eren, Er-

dal Erzincan ve Tolga Sağ’ın da aralarında olduğu çok sayıda sanatçı destek verdi.

13 Şubat’ta ülke genelinde okullar boykot edildi 13 Şubat’ta ‘Laik ve Bilimsel Eğitim’ şiarıyla çağrı yapan başta Alevi Bektaşi Kültür Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Eğitim-Sen olmak üzere birçok siyasi parti ve kuruluş tarafından ders boykotu gerçekleştirildi. Ülke genelinde yoğun katılımla gerçekleştirilen boykota birçok ilde polis saldırdı. Polis saldırısı sonucu birçok kişi gözaltına alınırken, kitleyle polis arasında çatışmalar yaşandı.

İzmir’de kitleye polis saldırdı İzmir'de valiliğin tüm yasak ve engellemelerine karşın boykot çağrısına uyarak Basmane Meydanı’nda toplanan kitle, Konak Meydanı’na yürümek istedi. Yürüyüşü engellemek isteyen polis geçiş noktasına TOMA’larla barikat kurdu. Polis baskısını sloganlarla protesto eden halka polis, gaz bombası, tazyikli su ve plastik mermilerle saldırdı. Polis saldırısı sonucunda 100 kişi gözaltına alındı. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne götürülen 100 kişi ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Gazi’de gerici eğitim sistemine karşı boykot Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da bulunduğu devrimci-demokratik kurumlar Gazi Cemevi önünde “Mahallemizde İmam-Hatip İstemiyoruz” pankartıyla İmam Hatip Lisesi önüne yürüdü. Yürüyüşte, “Yaşasın devrimci mücadelemiz” , “Gerici eğitime hayır” , “Faşizme karşı omuz omuza” , “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı. Yürüyüş sırasında çekilen ajitasyonda, parasız-bilimsel ve anadilde eğitimin toplumun her üyesi için temel hak olduğu vurgulandı. İmam Hatip Lisesi önünde bekleyen çok sayıda akrep ve TOMA’nın kitle üzerinde baskı kurma çabası dikkat çekti. Yürüyüşün ardından yapılan konuşmada, imam hatip lisesi yerine meslek eğitim lisesi taleplerini ifade eden halka polisin sürekli


16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

olarak saldırdığı ifade edildi.

MKP/PHG militanları polisle çatıştı Gazi mahallesi’nde Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne bağlı Partizan Halk Güçleri militanları polis saldırılarına karışı sokakları direniş alanına çevirdi. Polisle PHG militanları arasında çıkan çatışmada polis, gaz bombası ve tazyikli suyla kitleye saldırdı. Polis saldırısına molotofkokteylleri ve havai fişeklerle karşılık veren PHG militanları sloganlarla eylemlerini sonlandırdı.

‘Parasız bilimsel anadilde demokratik eğitim istiyoruz’ Eğitim-Sen ve Alevi örgütlerinin çağrısıyla Beyazıt’ta toplanan kitle; “parasız, bilimsel, anadilde demokratik eğitim” talebiyle İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yürüdü. "Laik Bilimsel Anadilde Eğitim ve Demokratik Yaşam İçin Yürüyoruz" ve "Zorunlu Din Dersleri Kaldırılsın" pankartları açan Eğitim- Sen İstanbul Şubesi’nin yanı sıra eyleme HDP/HDK, EMEP, Halkevleri, Genç-Sen, Dev-Lis ve Kaldıraç da katıldı. Yürüyüş sırasında kitle, “AKP elini eğitimden çek”, “Karanlığa teslim olmayacağız”, “Gerici, ırkçı eğitime hayır”, “Zorunlu din dersi kaldırılsın” sloganlarını attı. Kurumlar adına ortak açıklama yapan Eğitim-Sen 1 No'lu Şube Başkanı Hüseyin Özev “AKP, toplumsal yaşamın bütün alanlarını kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda, tekçi, baskıcı ve otoriter uygulamalar üzerinden tüm topluma dayatmaktadır” dedi. Eğitim ve bilim kurumlarının istismar edildiğini, 12 yıldır dini kurallara göre düzenlendiğini belirten Özev, halkların inanç ve kimlik farkları üzerinden bölünmeye çalışıldığını kaydetti.

Eskişehir’de 13 Şubat boykotu Zorunlu din derslerinin kaldırılması ve bilimsel,laik, parasız, anadilde eğitim için 13 Şubat'ta gerçekleştirilen okul boykotlarını desteklemek için aralarında DHF'nin de olduğu Emek ve Demokrasi Güçleri alanlara çıktı. Sabah saatlerinde Adalar İl Sağlık Müdürlüğü önünde bir araya gelen kitle

05

gerçekleştirdiği yürüyüşle, Hamamyolu Yediler Parkı'na gitti. Yürüyüş esnasında ''Zorunlu din dersi istemiyoruz'' , ''Bilimsel laik parasız anadilde eğitim'' sloganları atıldı. Hamamyolu Yediler Parkı'nda okunan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: ''AKP iktidarı ile birlikte eğitim sistemi din kurallarına göre şekillendirilmeye çalışmakta, çocuklardan kindar, dindar nesil yaratmaya çalışarak bilimsellikten uzaklaştırılmakta ve gerici zorunlu din dersleri ile çocukların beyni din ile bulandırılmaktadır. Tüm karşı bilimsel, laik, parasız, anadil eğitim mücadelesi vermeliyiz'' Açıklamanın ardında türküler ve halaylarla eylem sona erdi.

Dersim: Eylemlerimiz devam edecek Eğitim-Sen’in çağrısıyla Sanat Sokağı’nda bir araya gelen DHF, YDSB ile devrimci demokratik kurumların da aralarında olduğu kitle, "Laik Bilimsel Anadilde Eğitim ve Demokratik Yaşam İçin Mücadeleye Devam" pankartı arkasında toplanarak Palavra Meydanı’na yürüdü. Eylem sırasında kitle, “Zorunlu din dersleri istemiyoruz” , “Laik bilimsel anadilde eğitim” , “Direne direne kazanacağız’’ sloganlarını attı. Palavra Meydanı’nda Eğitim-Sen tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Yıllardır özellikle eğitim sistemi üzerinden hayata geçirilen ve pedagoji bilimine tamamen aykırı olan bilim düşmanı politika ve uygulamalarla geçen 12 yıl içinde tarihte hiç olmadığı kadar artmıştır. Okul öncesi eğitimden üniversitelere kadar eğitim sistemi, bilimin en temel evrensel gerçekleri yok sayılarak, iktidar tarafından sürekli istismar edilen dini kural ve referanslara göre düzenlenmektedir. AİHM'in din dersinin zorunlu olamayacağı kararına karşın AKP bu karara itiraz etmiştir. Okullara zorunlu din dersleri istemediğimizi öğrencilerimize zorla din dersleri verilmesini istemediğimiz yönünde dilekçeler verdik. Bu eylemlerimiz de sürecek. Mahkemelere binlerce on binlerce dilekçe verdiğimiz zaman AKP'yle hukuk alanında da mücadele vereceğiz.’’ Açıklamanın ardından kitle alkışlar ve sloganlar eşliğinde dağıldı.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

TUTSAKLARA YÖNELİK YENİ FAŞİST SALDIRILARA KARŞI MÜCADELE EDELİM!

F

aşist düzen partilerinin bile şiddetle karşı çıktığı ve hatta karşı çıkışlarıyla Meclise gelmesini ertelediği “iç güvenlik yasası’’ denilen azılı faşist yasa sadece yansıyan ve tartışılan bilindik boyutlara sahip değildir. Paralellikte meşhur olan AKP iktidarı, “iç güvenlik yasası’’ denilen bu azılı faşist yasaya paralel olarak F Tiplerinde (veya genel olarak zindanlarda da) yeni bir yönetmelikle idare biçimini düzenleyen hazırlıklarını hızlandırmış durumdadır. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla zindanlara özgü olarak hazırlanan yasa veya yönetmelik, tutsaklara karşı biber gazı, tazyikli su ve diğer şiddet-işkence araçlarından silah kullanımına kadar her türlü işkence ve katliamı gerçekleştirme unsurunun kullanılmasını serbest hale getiriyor. Serbest bırakmanın da ötesinde yasalaştırıyor. Yani, bundan sonra zindanlardaki gardiyanlardan tutalım her türden güvenlik gücü tutsaklara çeşitli bahanelerle saldırırken, yukarıda bahsi geçen işkence ve katliam aletleri-silahlar pervasızca ve tamamen keyfiyet içinde kullanılacak ve kullanılmasından dolayı kimse bir yükümlülük taşımayacak. Dahası kullanılmasının sonucu olarak yapılan işkenceden ve kullanılmasıyla yaşanması muhtemel olan katliamlardan kimse sorumlu olmayacak. Zira yasayla ya da yönetmelikle yasalaştırılmış metot ve araçlar kullanılmıştır, kullanılmış olacaktır. Evet, çıkarılmak üzere olan “iç güvenlik yasası’’, yani faşistlerin dahi tahammül göstermediği azılı faşist yasa dışarıda Molotofkokteyli taşımayı, kullanmayı ya da gazdan vb ötürü yüzünü kapatmayı veya maske takmayı yasaklayıp ağır ceza yaptırımlarına tabi tutmayı öngörürken, bu yasanın zindanlardaki uzantısı olarak hapishanelere özgü yapılan yeni düzenleme gardiyan, asker vb kolluk güçlerine, tutsaklara karşı ateşli silah da dahil her türlü işkenceyi yapma ve öldürme aracını ve bu araçların kullanılmasını yasalaştırıyor. Bütün bunlar ne anlama geliyor? Özellikle F Tipi hapishanelerde işkence, ölüm ve katliam haberleri pervasızca artacak anlamına geliyor.Yani zindanlarda düşünülen düzenlemenin muhtevası açıktan işkence ve katliamlara davetiye çıkarmaktır. Elbette zindanlarda doğabilecek bu sonuçlardan doğrudan AKP iktidarı sorumlu olacaktır. Engin Ceber’in işkence edilerek katledilmesinin görüntüleri kamuoyunun gözleri önündeyken, yeni yapılan düzenlemenin ne gibi sonuçlara yol açacağı sır değildir. “İç güvenlik yasası”ndaki tamamen keyfiyete ve yoruma bağlı elastiki bir kavram olan “makul şüphe’’ gerekçesi, daha yasa çıkarılmadan icraata dökülerek ağır sonuçlar yaratılmıştır. En son olarak kar yağışına karşın arabalarının uygun olduğunu ve dolayısıyla yollarına devam edebileceklerini söyleyen bir gazeteci, “makul şüphe’’ zihniyetini arkasına alan polislerce tartaklanıp kelepçelendi ve hastalığına

karşın polis aracının özel bölmesine konularak ölümüne sebep olundu. Bütün bu sonuçlar ortadayken, AKP iktidarı katliam ve işkencelere doymazlıkla daha pervasız ve daha azılı faşist baskı ve terör yasaları çıkarıp uygulamaktadır. Özellikle bu faşist yasaların zindanlarda savunmasız olan tutsaklara karşı kullanılması hiçbir gerekçeyle es geçilemez ve bu tahammül gösterilemez bir hassasiyet noktasıdır. Savunmasız insanlara karşı faşist baskının, şiddetin, işkence ve öldürücü saldırı yöntemi ve aracının kullanılması, daha da önemlisi kullanılmasının yasalarla serbest bırakılması IŞİD vahşetinden daha hafif değilken, savunmasız tutsaklara karşı kullanılması benimsenen bu faşist baskı, savunmasız olan bebeklere karşı kullanılmış kadar ağır insanlık ihlali; “savunmasız’’ olan kadınlara, yaşlılara karşı kullanılmış kadar insanlık dışı ve barbarcadır. Buna lanetlenerek karşı çıkılması şarttır. En önemlisi de zindanlardaki faşist saldırılar ve bunlara karşı direniş her şeyden daha acil ve önceliklidir. Elbette dışarıda çıkan faşist yasaya karşı gerekli direniş sergilenmelidir fakat öncelikle zindanlarda uygulanan ve daha ağır uygulanacak olan işkence, vahşet ve katliama karşı direniş sergilenmelidir. Zindanlar ve dolayısıyla tutsaklar özgünlükleri gereği genel olarak mücadele ve direnişimizde en nazik konular olarak önceliklerimizin başında gelir, gelmelidir. Bedel ödemiş ve ödemekte olanların daha fazla bedel ödemesini bekleyemeyiz ve ödemelerine sabır da gösteremeyiz. Bağlılıklarıyla tutsak düşüp tutsaklık koşullarının her türlü azamet ve dayanılmazlıklarına karşın devrime bağlılıklarını sürdüren, dahası bir biçimiyle karşı-devrime emanet edilmiş olan tutsakları-yoldaşlarımızı unutmadan direnişlerine ve sorunlarına sahip çıkmak devrimci görev ve borçtur. Dışarıdaki gündem yoğunluğunu fırsat bilen faşist AKP iktidarı, bu yoğun gündem tartışmalarının toz dumanı arasında FTipi zindanlardaki tecrit ve izolasyon saldırılarını geride bırakacak türden faşist düzenlemeler yapmakta veya yönetmelikler çıkarmaktadır. Arada geçiştirilmek istenen bu faşist saldırıya karşı çıkıp mücadele etmek en basitiyle insani görevdir. Tutsaklar nasır yerimizdir; dokunulunca keskin bir sızı duyar, uyanırız! Tutsaklar yara yerimizdir; dokunulunca kanarız, kanasak da kanlı mücadeleden ödün vermeyiz! Tutsaklar onurumuzdur; dokunulunca onur uğruna mücadelemizde hiçbir fedakârlık ve bedelde tereddüt etmeyiz! Tutsaklara zulmedenler elbette ki en barbar ve en vahşi yaratıklardır. Lanetlenmelidir! AKP iktidarı bunu yapıyor. Lanetleyelim, direnelim ve savunmasız tutsaklara destek vererek sahip çıkalım. Söz de değil, gerçekte sahip çıkalım! Tutsaklar yalnız değildir, bunu faşist iktidarlar bilmelidir!


06 kadın haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

“Kobanê’de kadının rengi hâkim olmalı” Demokratik Kadın Hareketi (DKH) YPJ komutanlarıyla “Kobanê direnişinde kadının rolü ve bu rolün yeniden inşa sürecinde bundan sonraki süreçlerde nereye evrileceği’’ konulu bir söyleşi gerçekleştirdi DKH: Uzun bir zamanı kapsayan zorlu bir savaş sürecinde bir o kadar güçlü bir direniş gösterilerek DAİŞ önemli oranda geri püskürtüldü ve Kobanê kent merkezi tamamen özgürleştirildi. Bu direnişe öncülük ederek zaferin kaderini savaştaki birçok pratiğiyle belirleyen kadınlar olarak savaş ve direniş sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? YPJ Komutanı: Bu savaş Rojava’nın bütününde, Irak’ta, Kuzey Kürdistan’da silahlı ya da başka biçimlerde uzun zamandır sürdü ve sürmeye devam ediyor. DAİŞ’in saldırıları ve katliamları açısından değerlendirirsek, Musul ve Şengal’in ele geçirilmesiyle, temel hedef Kobanê üzerinden Rojava’yı ele geçirmek ve oradan Kuzey Kürdistan’a geçmekti. Kobanê’ye bu denli yoğun bir şekilde saldırmasının gerisinde elbette ki, Rojava’nın bölge ve dünya açısından birçok bakımdan anlamı bulunmaktadır. Ne yazık ki oradaki hükümetin geri çekilmesiyle Musul ve Şengal birkaç saat içerisinde alındı. Şengal’de büyük bir katliam yaşandı ve bu katliamda 3000’e yakın kadın ve kız çocuğu DAİŞ tarafından kaçırıldı. Kobanê’de yapılmak istenen de buydu. Niyetleri, aynı senaryonun Kobanê’de de uygulanmasıyla, Rojava’nın kısa bir sürede ele geçirilmesiydi, ancak böyle olmadı. Burayı bırakmayarak direnenlerin dışında, Kürdistan’ın değişik parçalarından ve çeşitli yerlerden gelenler, özellikle gençler Kobanê’yi DAİŞ’ten temizledi. Tabi burada YPJ öncülüğündeki kadın direnişinin rolü oldukça fazlaydı. Bu anlamda bir kadın devriminin gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

DKH: Buradaki kadın direnişinin öncülüğünü yapan YPJ içeri-

sinde örgütlü bulunan kadınların dışında, çeşitli yaş grupları ve konumlardan kadınların da silahlanarak bu direnişe aktif katılımıyla önemli bir rol oynadıklarını biliyoruz. Kadınların YPJ öncülüğünde silahlı olarak örgütlenmeleri, direnişin ön cephesinde yer almaları nasıl gerçekleşti? YPJ Komutanı: Kobanê kantonu, Cizîr ve Efrîn’e göre bu anlamıyla biraz farklı. Buradaki kadınlar, hareketi yakından tanıyan kadınlardı ve zaten örgütlüydüler. Yıllardır savaşa katılmalarından dolayı savaşmaya yabancı değillerdi. Bunun dışında burada var olan aşiret sisteminden dolayı aşiretler arasında yaşanan kavgalara katılımlarının da bu savaşçı yanlarında etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Temel silah eğitimi olan bu kadınlar savaşın başlamasıyla birlikte hemen savaşa katıldı ve çekinmeden ön cephelerde yer aldı.

DKH: Hayatın birçok alanında çifte sömürüye maruz bırakılan kadının, savaş koşullarında ilk ve en çok zulüm gören durumu bir gerçekken, savaş alanındaki kadının direnişçi kimliği düşman açısından ne gibi özgünlüklerle karşılaştı? Belirleyici bir şekilde öne çıkan bu kimlik, Kobanê halkı ve birlikte mücadele yürüttüğü erkekler tarafından nasıl karşılandı? YPJ Komutanı: . Kobanê savaşı bizim için yeni bir savaş değil. Biz bu savaşı DAİŞ’le 3 yıldır yürütüyoruz. Girilen evlerde kadın ve çocukların fotoğrafları yok ediliyordu. Burada bile kadına olan tahammülsüzlük net olarak görülüyor. Ancak DAİŞ açısından kendilerine karşı boyun eğmeyen ve savaşan kadın daha büyük bir sorun ve önemli bir tehlikeydi. Savaşan bir

erkek yerine savaşçı bir kadını öldürmek ya da böyle bir kadın tarafından öldürülmek cennet-cehennem şartı olarak görülüyor. Bu anlamda direnen kadın modeli, yaratmak istedikleri zihniyetle uyuşmuyordu ve bu yüzden savaş alanında ilk hedefi bu kadınlardı. Bu yüzden DAİŞ’in kadınlara ve çocuklara bu denli saldırmasını ve yok etme isteğini basit bir kadın düşmanlığıyla açıklayamayız. Buradaki düşmanlık direnen, savaşan ve geleceği yaratan özgür kadına yöneliktir. Kadının genel olarak bir diğer anlamı, toparlayıcı ve yaratıcı olmasıdır. Geleceği, onu yaratan özgür kadınlar ve devamcısı olacak olan kız çocukları üzerinden yok etmeye çalıştılar, fakat başaramadılar. Genel olarak Kobanê savaşında kadının direnişteki pozisyonu ve öne çıkması herhangi bir sorunla karşılaşmadı. Ancak savaştan önce ‘Kobanê erkekleri korkmaz, savaşır’ düşüncesine sahip olanların, saldırıların yoğunlaşmasıyla birlikte sınırın öte tarafına geçtiklerini de biliyoruz. Birlikte savaştığımız erkeklerden ise herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Aksine kadınların cephelerde ön mevzilerde savaşması, onlar açısından önemli bir moral kaynağıydı. Erkekler sürekli kadınların bulunduğu mevzilerde onlarla beraber yer almak istiyorlardı, çünkü kadınlardan güç alıyorlardı. Karşılıklı olarak yaratılan bu ortaklaşmayla ortaya çıkan bu moral ve güç birbirini besledi ve başarıda önemli bir payı oldu.

DKH: Tarihten günümüze önemli bir yol kat etse de, kadının eril zihniyet karşısında ikincil pozisyonu hem sosyal yaşamda hem de yönetim ve karar mekanizmalarında çeşitli şekillerde sürüyor. Yaşanan devrim tecrübelerinden de biliyoruz ki bu durum, sistem ve onun politikalarına karşı konumlanan hareketlerde de pratik olarak kendini göstermektedir. Bunun

yanında, kendisine yönelik uygulanan çifte baskı ve sömürüye karşı yürüttüğü mücadelenin yanında kadının Kobanê özgülünde savaş sahasında direnişteki önder rolü önemli bir yerde durmaktadır. Bütün bunlara baktığımızda Kobanê’de direnişe ve zafere önderlik eden kadının durumu, yeniden inşa sürecinde ve bundan sonraki süreçlerde nasıl devam edecek? YPJ Komutanı: Bu soru çokça soruluyor. Kadın rolünü sürekli oynamıştır, yıllardır savaşçıdır. Hele Rojava’da mücadele eden kadınların sayısı çok fazla ve kadınlar birçok şeyin farkında. Rojava’nın üç kantonunda da kadınlar, erkeklerin kullandığı silahları kullanırken, savaşa eşit şekilde katıldı. Bundan sonra kimsenin bizlere ‘gidin evlerinizde oturun’ demeye hakkı yok, olmamalı. Savaş zaten bitmedi, uzun süre devam edecek. Bittiği zaman, Rojava’nın üç kantonunda da yönetim kademelerinde erkek-kadın eşit söz hakkına sahip olabilecek. Bir temel var, bir miras var. Bunun bütün dünyaya yansıtılması gerekiyor. İnşa sürecinde kadın komisyonları oluşturularak, kadın akademileri kurulacak, buralarda kadınlar ve erkekler birçok bakımdan eğitilerek, örgütlü ve eğitimli kadınlar yaratılacak. Savaşın ön cephesinde yer alabilen kadın, yönetim kademelerinde yer alabilir ve inşa sürecine öncülük edebilir. Kadının özgürleştirdiği bir yerin yeniden inşasında kadının renginin hâkim olması gerekiyor. Kadının renginin hâkim olacağı bu inşa sürecinde yer almak isteyen her düşünceye açık olmak zorundayız. Dünyanın birçok yerinden kadın mühendisler, mimarlar, eğitimciler, sağlıkçılar, akademisyenler, sanatçılar ve ev emekçisi kadınlara kadar her kadının düşüncesini kattığı bir inşa süreci olacak. Bu anlamda Kürt Hareketi sosyalist, komünist, anarşist ve feminist tüm kadınlara ve kadın hareketlerine açıktır.


16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

kadın haber

07

AKP kadını ‘namusla’ ‘kurtaracak’ (!) Sözde kadına yönelik şiddeti engellemek amacıyla Mecliste kurulan Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu’nda konuşan AKP İstanbul Milletvekili İsmet Uçma, kadına yönelik şiddeti engellemek için ‘panik butonu’ yerine ‘mahallenin namusu’ diye bir şey geliştirilebileceğini iddia etti Ülkemizde kadına yönelik şiddet tam hızla ilerlerken, günde sayısız kadın şiddete, tacize, tecavüze, katliama ve ayrımcılığa maruz bırakılırken, sözüm ona kadına yönelik şiddeti engellemek amacıyla kurulan komisyonlar da şiddeti bizzat devlet eliyle daha fazla meşrulaştırmak ve teşvik etmekten öteye gitmiyor. Her beyanıyla kadına yönelik şiddetin daha fazla artmasını sağlayan ve şiddeti meşrulaştırma zeminini hazırlayan bürokrat takımı yine ‘inciler’ dökmeye devam ediyor.

‘Şimdiye kadar nasıl düşünemedik’ (!) Mecliste sözde kadına yönelik şiddeti engellemek amacıyla kurulan Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu’nda konuşan AKP İstanbul Milletvekili İsmet Uçma, ‘dahiyâne’ önerisiyle ülkemizde kadına yönelik şiddeti engelleme noktasında çığır açacak bir konuşma yaptı (!)Ülkemizde sayısız kadının katledilmesinin altında yatan başat kavramlardan olan ‘namus’ kavramına sarılan Uçma ‘panik butonu’ yerine ‘namus’un kadını korumaya yeteceğini öne sürdü. Akla ziyan açıklamalarda bulunan Uçma’nın iddiasına göre ülkemiz bu yolla ‘ezber bozacak ve dünyaya örnek olacak’ (!). "Hep birlikte anılmaya değer bir iş yapalım. Bir rönesans yapalım. Ezber bozalım ve Türkiye modeli dünyaya örnek olsun. Şu kadın-erkek ayrımından kurtulmamız lazım. Fiziki gücünüz yetse siz erkekleri daha çok

döversiniz mesela." diyen Uçma acil durumda müdahaleyi kolaylaştırmak iddiasıyla geliştirilmiş olan “panik butonu” yerine "mahallenin namusu’’ korumasını önerdi. Uçma şöyle konuştu: “Polis geldiğinde beyefendi geçici hiddete kapılmış olduğunda, hanımefendi de bunu değerlendirdiğinde; örneğin sabah kahvaltısını yaparken ya işte “Yüzüme baktın, psikolojimi bozdun” diye karakolu aradığında 6 ay uzaklaştırma alıyorsa, burada başka bir gerginliğe sebebiyet veriyoruz demektir. Butonları biz örnek aile ve insanlardan oluşturabiliriz. Mahallenin namusu diye bir şey geliştirebiliriz, o mahallede birisine yönelik bir şey yapılıyorsa herkes ona sahip çıkar ve hakikaten de yapanı neredeyse ifna eder."

‘Evlenme ehliyeti’ ve ‘camide resmi nikâh’ Müthiş önerileriyle Erdoğan gibi önderleriyle yarışan Uçma hızını alamayarak aile ve evlilik konusunda da çığır açan açıklamalarda bulundu. “Aileden daha büyük sığınılacak bir liman keşfedilmedi. O zaman olayları fazla germeye, sürdürmeye gerek kalmaksızın aile üzerinde çalışalım. Aileyi tahkim edelim, aileyi geliştirelim, aile bireyleriyle irtibatlı olalım. Bizim şimdi sağlık konularında her mahallemizde, mahal anlamında yer anlamında yani bir kültürden bahsediyorum.” diyen Uçma “evlenme ehliyeti” geliştirilmesi gerektiğini söyledi. Evlenme ehliyetinin yasallaşmasının ardından bundan duyduğu memnuniyeti açıklayan Uçma müftülüklerde ve camilerin içerisinde de resmi nikâh kıyılabilmesi gerektiğini iddia etti. Uçma “Belediyelerin dışında da müftülüklerimizde ve düzenlemeye uygun camilerin içinde isteyenler nikâh akitlerini yaptırabilmeliler. Bir bütün olarak alınmalı. Evlendirme dairesi, müftülük, okul, rehberlik, muhtar tamamı bir sosyal bilince yönelik hareket etmeli. Ve gerçekten bunları o zaman önleyebileceğimizi düşünüyorum” dedi.

Kürtaj yasak değil ama fiilen uygulanmıyor AKP iktidarının politikaları, yasak olmayan kürtajı fiiliyatta uygulanamaz hale getirdi. Mor Çatı’nın yaptığı araştırmaya göre İstanbul’da görüşülen 37 hastaneden neredeyse tamamı kürtaj yapmıyor ya da yalnızca fetusun ölmesi, anneye zarar veriyor olması ve bebeğin sakat olması vb. durumunda kürtaj yapıyor Bütünlüklü olarak cendereye alınan, bir birey/insan olarak yaşama hakkı elinden alınan kadının her türlü haktan mahrum kaldığı ülkemizde, kadınların sahip olduğu kimi kısıtlı haklarınsa fiiliyatta hükmü yok. Erdoğan ve şürekâsının her sözünün kanun hükmünde geçerliliği olduğu ülkemizde, iktidar erkinin açıklamaları sebebiyle hukuken bir hak olan kürtaj fiiliyatta neredeyse imkânsız hale geldi. Bilindiği gibi iktidarı sırasında meydana gelen ve sorumlusu olduğu katliamlar, baskılar ve her türlü insanlık dışı uygulamaya karşın aymazlıkta sınır tanımayan Erdoğan, kürtajın ‘cinayet’ olduğunu öne sürmüş ve "Her kürtaj bir Uludere'dir. Bu milleti silmek için sinsice bir plandır" sözleriyle adeta talimat vermişti. Erdoğan’dan geri kalmayan diğer AKP bürokratları da ‘yeri geldikçe’ kürtaj ve kadınlar hakkında dâhiyane fikirlerini kamuoyuyla paylaşmaktan geri durmamıştı. Bunlardan biri de “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar” sözleriyle Erdoğan’a katılan Sağlık Bakanı Recep Akdağ’dı. Tüm bu beyanların yıllar içerinde meyvesini verdiği ve kürtaja dair yasaları hükümsüz kılarak kürtajı neredeyse imkânsız hale getirdiği ortaya çıktı.

Sadece bir hastane yasal düzenlemeye uygun kürtaj yapıyor Mor Çatı’nın İstanbul’da yaptığı bir araştırmaya göre AKP bürokratlarının sözlerini talimat olarak belleyen hastaneler, kürtajın yasak olduğunu iddia ederek kürtaj yapmıyor. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, İstanbul’daki 37 kamu hastanesini arayarak kürtaj yapılıp yapılmadığını sordu ve hastanelerden sadece üçünün kürtaj yaptığını belirtti. Görüşülen hastanelerden 12’si hiç bir şekilde kürtaj yapmadığını

açıklarken, 17 hastane ise sadece fetusun ölmesi, anneye zarar veriyor olması, bebeğin sakat olması, annede kanama olması veya düşük olması gibi sebeplerle kürtajın “zorunlu” hale gelmesi durumunda heyet kararıyla kürtaj yaptıklarını açıkladı. Yasal olarak isteğe bağlı kürtaj hakken hastanelerden sadece üçü isteğe bağlı olarak kürtaj yaptığını belirtti. Ancak isteğe bağlı kürtaj yaptığını söyleyen hastanelerden ise sadece bir tanesi yasal sınır olan 10 haftaya kadar kürtaj yaptıklarını kaydetti, diğer iki hastane ise 8 haftaya kadar kürtaj yapabildiklerini açıkladı. Üç hastaneyle yapılan görüşmede ise, hastanede kürtaj yapılıp yapılmadığı bilgisinin telefonda verilemeyeceği ifade edilerek bunun yasak olduğu belirtildi.

Kürtaj yasakmış da haberimiz yok Hastanelerden neden kürtaj yapılmadığına dair yöneltilen sorulara verilen cevaplarsa daha şaşırtıcı, zira hastaneler kürtaj yasak olmadığı halde kürtajın yasak olduğu iddia etti. Mor Çatı’nın Süleymaniye Doğum ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Başakşehir Devlet Hastanesi’yle yaptığı görüşmelerde zorunlu haller dışında kürtaj yapılmasının yasak olduğu; Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi ‘yle yapılan görüşmede ise devlet hastanelerinde isteğe bağlı kürtaj yapılamayacağı yanıtı alındı. Başakşehir Devlet Hastanesi’nde görüşülen görevliye bu yasağın nereden kaynaklandığı soran Mor Çatı “devletten” yanıtı aldı. Oysa biliniyor ki 2827 no’lu Nüfus Planlaması Hakkında Kanunu’nun gebeliğin sona erdirilmesini düzenleyen 5. Maddesi’nde “Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir.“ deniliyor. Yani kürtaj hukuken yasak değil ancak fiiliyatta ‘yasak’. İstanbul’da bu yasaya göre kürtaj yapan sadece bir tane kamu hastanesi olduğunu belirten Mor Çatı, “Fakat hastanelerin büyük bir bölümü, kürtaj yapıp yapmadıklarına dair verdikleri yanıtlarda var olan yasal düzenlemeyi değil de hükümet yetkililerinin kürtaja ilişkin kişisel görüşlerini referans aldıklarını çekinmeden ifade etmişler. Yasağın kaynağı olarak işaret edilen “devlet” ise yasalar değil var olan yasal düzenlemeye karşıt olan devlet söylemleridir.” ifadelerini kullandı.


08

güncel haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Kobanê’de zafer sarhoşluğu değil özgür yaşam mücadelesi günceldir!

Kobanê özgülünde destansı direniş ve savaşıyla kadını, genci ve dostlarıyla birlikte yurtsever Kürt ulusal güçlerine yönelik dünya genelindeki sempatinin rüzgârıyla zaten halk kitleleri ve ilerici demokratik devrimci kamuoyunun da çeşitli dayanışma pratikleri söz konusuyken, kentin yeniden inşa sürecinde de aynı yönelimin devam edeceği görülmekteydi. Kentin yeniden inşa sürecine katkısı olan bütün güçlerin az ya da küçük demeden bir seferberliği hiç kuşkusuz ki aslında ezilen ve sömürülen kitlelerin bir geleneği olarak da manevi bir yön taşımaktadır Kobanê’de IŞİD vahşetine karşı kazanılan zafer süreci yaşanmaktadır. Ancak tehlikenin tam olarak ortadan kalktığı henüz söylenemez. Zira her ne kadar Kobanê kent merkezi ve çevresindeki onlarca köy kurtarılsa da bir bütün olarak IŞİD’in nihai yenilgisine daha ulaşılamamıştır. Bu açıdan hemen zafer sarhoşluğuna kapılıp, rehavete düşülmemesi gerektiği de gayet önemlidir. IŞİD ve aynı eksendeki El- Nusra vb vahşi tekçi feodal- faşist gerici güçlerin Kobanê ya da diğer bölge ve alanlara yeniden saldırı gerçekleştirme ihtimali söz konusudur. Bu durum gözden kaçırılmaması gereken bir dinamik olgu olarak görülmelidir.

Ezilenlerin kurtuluş hareketi ve proleter siyasetteki önemi Öte yandan Kobanê’nin IŞİD’den temizlenmesiyle birlikte kent merkezi başta olmak üzere tam bir harabeye dönen bölgenin yeniden inşa süreci de oldukça önem arz etmektedir. Bu planlama kapsamında Kürt Ulusal Hareketi’nin özellikle Türk devletinden herhangi bir yardım talep etmemesi ve ‘istenmiyorsun’ açıklaması da oldukça önemli bir ayrım çizgisi olarak görülmelidir. Nitekim dolaylı değil tam aksine taşeron IŞİD güçlerini bizzat Kürtler başta olmak üzere bölgede yaşayan diğer milliyetler ve halkların üzerine doğrudan saldırtan bir bileşen de tekçi faşist Türk devletidir. Ve bu açıdan da Kürt Ulusal Hareketi’nin Türk devletinden Kobanê’nin inşasına yönelik herhangi bir yardım talep etmeme yönlü beyanları olumludur ve iyidir. Keza Türk devleti IŞİD’le sınırlı kalmamış Ortadoğu ve Kürdistan başta olmak üzere bölge ve alanlarda diğer gerici taşeron örgütlenme ve güçlerle de çeşitli konseptler içe-

risinde olduğu bilinmez değildir. Ve bu yüzden de her an diğer başka gerici taşeron güçler tarafından da saldırılar bizzat Türk devletinin de içerisinde yer aldığı gerici organizasyonlar konspeptiyle birlikte gerçekleştirilme ihtimalleri göz önünde bulundurulmalıdır. Zira Kobanê’nin IŞİD’den kurtarılması Türk devletini hayli rahatsız etmiş ve adeta evdeki hesap çarşıya uymamıştır. Daha işgalin ve saldırının ilk süreçlerinde düştü- düşecek diyerek nasıl da istekli olduğu gün gibi ortadayken, dişe diş bir direniş ve haklı savaşla gericilerin hesapları tutmamış aksine gerici çeteler gerisin geriye doğru çark etmiştir. Kobanê özgülünde destansı direniş ve savaşıyla kadını, genci ve dostlarıyla birlikte yurtsever Kürt ulusal güçlerine yönelik dünya genelindeki sempatinin rüzgârıyla zaten halk kitleleri ve ilerici demokratik devrimci kamuoyunun da çeşitli dayanışma pratikleri söz konusuyken, kentin yeniden inşa sürecinde de aynı yönelimin devam edeceği görülmekteydi. Kentin yeniden inşa sürecine katkısı olan bütün güçlerin az ya da küçük demeden bir seferberliği hiç kuşksuz ki aslında ezilen ve sömürülen kitlelerin bir geleneği olarak da manevi bir yön taşımaktadır. Kobanê’nin yeniden inşa sürecinin planlamasında genel ve özelin yani bizzat bölgenin özgünlükleri de dikkate alınarak bir inşanın planlı gerçekleştirilmesi öncelikli olmalıdır. Halkın gıda, konut başta olmak üzere temel ihtiyaçları başta gelen bir durumdur. Diğer yandan dışarıdan taşınan ya da empoze edilmeye çalışılan emperyalist küresel yayılmacılığın yoz kültürü ve insanı, doğayı ve emeği yabancılaştıran yönelimlerden de uzak kaçılması gerekmektedir. Burada burjuva medeniyetçi paradigmanın düşünce, tarih, ideoloji, felsefe, çizgi

ve yönelimlerine karşı kitleler uyanık hale getirilmelidir. Bu bağlamda dünya genelinde olduğu gibi Kobanê’de de kitlelere yönelik kültür devrimleri perspektifiyle yaklaşılarak bir inşa sürecinin örülmesi temel önemde bir yönelim olmalıdır. Hem bu durumun Avrupa merkeziyetçi çizgi ve pratiklerden de kopararak ezilen ve sömürülenlerin gerçek tarihsel kökleri ve temelleri üzerinden yaratılan ilerici ve devrimci bir yönelim olacaktır. Deyim yerindeyse Kobanê’nin yeniden inşasına da şaşalı ve gösterişli bir yaklaşımla değil mütevazi bir planlama ve perspektifle yaklaşılarak bir pratik gerçekleştirilmesi doğru olandır.

IŞİD’e verilen destek giderek azalmaktadır Öte yandan IŞİD’in genel anlamda bir zayıflama, durgunluk ve gerileme durumu içerisinde olduğunu da vurgulamak isteriz. İstisnasız olarak IŞİD’in şimdiki durumda ilerlediği ya da yayılma durumunda olduğu herhangi bir toprak parçası söz konusu değildir. Ve bu durum genel olarak IŞİD’deki yönelime ilişkin bir fikir vermesi açısından önemlidir. Hiç kuşkusuz ki dünya genelinde ve özellikle Sünni Araplar özgülünde IŞİD’e verilen desteklerin de belli ölçülerde daraldığı daha ziyade bizzat emperyalist efendilerinin de kuşatmasıyla ona verilen desteklerden belli boyutlarda el çektirildiği görülmelidir. Özellikle Ürdünlü pilotun yakılarak infazının dünyaya servis edilmesi, IŞİD’in daralarak geriye doğru çark etmesinin de habercisi olmuştur. Emperyalizmin işbirlikçisi Ürdün kraliyet devleti başta olmak üzere İslam ülke ve devletleri ve bundan daha da önemli olarak Müslüman halk kitlelerindeki tepkilerin daha da yoğunlaşması IŞİD’in yayılarak ilerleyeceği ya da gelişeceğine değil

aksine daralarak geriye doğru zayıflayacağına işaretti. Her ne kadar bu durum, IŞİD’in tam olarak ortadan kalkacağı ya da kaldırılacağı yönlü bir veri olarak da anlaşılmamalıdır. Keza IŞİD hala belli bölge ve alanlarda etkilidir ve kendini belli düzeylerde tahkim etmiş durumdadır. En başt ada ekonomik alt yapı ve bu temelde üst yapı yönelimine devam etmektedir. Dolayısıyla da kısa bir süre içerisinde IŞİD’in ortadan kaldırılacağı ya da bir bütün olarak yenilgi yaşatılıp tarihten silineceği yanılsamasına düşülmemelidir. Ki öncelikle IŞİD’in genel olarak Ortadoğu ve Irak, Suriye özgüllerinde son derece önemli bir Sünni Arap ve Selefi eksenli kitle potansiyeli ve zemininin olduğunu görmek durumuındayız. Dolayısıyla Irak ve Suriye vd bölge ve alanlarda Sünni Arapların da objektif gerçekliğinin görülmesi gerekmektedir. Bu yönüyle de emperyalistler tarafından böl- parçala- yönet politikası temelinde ezilen uluslar, azınlıklar ve inançlara yönelik uygulanan birbirine düşürme konseptlerine karşı da uyanık olunmalıdır. Bu bilinçle Sünni Arapların da diğer farklı milliyet ve inanç kesimlerinin de demokratik haklarının olduğu ötelenmemelidir. Bu durumda emperyalist politikalara ve senaryolara karşı da hazırlıklı olunması gerçekliği orta yerde durmaktadır. Bizzat uluslararası emperyalistlerin ürünü olarak taşeron gerici tekçi faşist IŞİD özgülünde olduğu gibi başka taşeronlarında kullanılabileceği ve buna karşı da hazırlıklı olunması gerektiği doğru bir anlayıştır. Emperyalizme, komprador kapitalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı devrimci mücadele ve savaşın yükseltilmesi perspektifiyle hareket temel yönelimimizdir.


16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

09

PHG’den cezalandırma eylemi Maoist Komünist Partisi’ne bağlı Partizan Halk Güçleri Kızılay İstanbul Şube Başkanı İlhami Yıldırım’a yönelik silahlı eylem gerçekleştirdi Maoist Komünist Partisi (MKP) Merkez Komitesi-Siyasi Büro’nun e-mail yoluyla yaptığı açıklamada, “Partimiz önderliğindeki silahlı güçlerin şehirler örgütlülüğünü temsil eden Partizan Halk Güçleri (PHG) İstanbul Çekmeköy’de İlhami Yıldırım ve özel şoförüne yönelik cezalandırma eylemi gerçekleştirdi” bilgisini paylaştı.

Eylem Partizan Halk güçleri tarafından yapıldı Maoist Komünist Partisi (MKP) Merkez Komitesi-Siyasi Büro’su e-mail yoluyla yaptığı açıklamada eyleme ilişkin kamuoyuna bilgilendirme yaptı. MKP merkez komite Siyasi Bürosu tarafından yapılan açıklamada İstanbul Çekmeköy’de İlhami Yıldırım ve özel şoförüne yönelik cezalandırma eylemi gerçekleştirildiğini ve cezalandırma eyleminin Eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’la bir bağlantısı bulunmadığı ifade edildi. İlhami Yıldırıma yönelik yapılan cezalandırma eylemine ilişkin geniş bilginin daha sonra paylaşılacağının aktarıldığı açıklamada eylemin teknik nedenlerden dolayı hedefine ulaşamadığı belirtildi. Açıklamada eylemin istenilen başarıyı yakalayamaması şu şekilde ifade edildi: “PHG kadro ve militanları eyleme yönelik ayrıntılı çalışma ve hazırlıklarını neredeyse kusursuza yakın yürütmesine karşın, eylemlerini yarım bırakan ‘silahın ihanetiyle’ karşılaştı. Silahın tutukluluk yapması ve yedek silahın her eylemde tedbir olarak bulunması gerekliliğinin ‘unutulup’ ihmal edilmesi yani profesyonel eylem donanımı olarak ikinci silahın bulunmamasından ötürü eylem hedefine tam olarak ulaşamamıştır. Partimiz yukarıdaki bu değerlendirmeyi eylemin “başarısız’’ kalması nedeniyle halkımıza karşı bir özeleştiri anlamında yapar. Şüphesiz ki, bahsini ettiğimiz “başarısızlık’’ militanlarımızın askeri yetenek ve vasıflardaki başarısızlığı değildir. Bilakis militanlarımız devrimci cüret ve eylem yeteneği konusunda yetkin oldukları tartışma götürmez bir doğrudur. Ne var ki, profesyonel donanım ve planlamada kısmi eksiklikler söz konusudur ve

“başarısızlık’’ da buradan ileri gelmektedir. Eylemin gerçekleştirilmesinde özellikle zaman ve mekân seçimi, eylem planlamasının iyi yapıldığını gösterir. Eylem anında yaşanan aksiliklere karşın, militanlarımız sorunsuz olarak ve bu anlamda başarıyla geri çekilmiştir.”

“Görülecek bir hesabımız varsa, o hesap eninde sonunda mutlaka görülmüştür” Halk düşmanlarına yönelik uyarıların yapıldığı açıklamada “görülecek bir hesabımız varsa, o hesap eninde sonunda mutlaka görülmüştür” denildi. Açıklamada şunlara yer verildi: “PHG’nin kararlı militanları tutukluk yapan silahı çalıştırmak ve eylemlerini hedefine ulaştırmak için gerekli çabayı sarf etse de silah çalışmamış, dolayısıyla militanlarımız geri çekilmek zorunda kalmıştır. Tetik defalarca düşürülmesine-iğne çakılmasına karşın silahın patlamamasını merminin çürüklüğünden ileri gelen durum olduğunu kavrayan militanlarımız, zaman sorunundan dolayı geri çekilmeyi haklı olarak doğru bulmuştur. Ancak partimizin tarihi şahittir ki, görülecek bir hesabımız varsa, o hesap eninde sonunda mutlaka görülmüştür! Kaypakkaya yoldaşın ihbarcısı Cafer Atan on yıllarca sonra da olsa cezalandırılmıştır. Behzat Firik yoldaşı katleden kulaksız yüzbaşıyla onlarca sene sonra da olsa görülmemiş olan hesap görülmüştür. Hasan Ben ve Yeter Koç yoldaşların ihbarcısıyla hesabımız unutulmamış, onlarca sene sonra hesaplaşma gerçekleştirilmiş ve ihbarcı unsur gerektiği gibi ölümle cezalandırılmıştır. Kısacası, sorulacak her hesap mutlaka sorulacak ve hiçbir hesap yarım kalmayacaktır.”

Yıldırım: Eşşek gibi yaşayacaksınız Kızılay İstanbul Şube Başkanı İlhami Yıldırım, Okmeydanı Cemevi bahçesinde Uğur Kurt’un polis tarafından vurulmasının ardından ağır hakaretler içeren tweetler atmıştı. Kurt'un öldürülmesine ilişkin sokak protestolarını hedef alan Yıldırım mesajlarında "Eğer arpanız fazla geldiyse o arpayı önünüzden almayı da biliriz! Arpa taşıyanları da biliriz!" ve "Ya bu ülkede Eşşek gibi yaşayacaksınız, ya da defolup gideceksiniz! Sizlere her kim destek oluyor, yüz veriyorsa o da şerefsizdir!" gibi ifadeler kullanmıştı.

ÖRGÜTSEL YÖNELİM

≫ refik demir

GELECEĞİ KAZANMAK GENÇLİĞİ KAZANMAKTAN GEÇER

E

zilen sınıfa karşı örgütlü bir güç olan egemen sistem, ancak karşı bir örgütlü gücün kaçınılmaz mücadelesiyle alt edilir. Bu bir zorunluluktur. Zorunlulukları bilince çıkarmayan, ona göre şekillenmeyen ve örgütlenmesini var edemeyen bir hareket özgürlüğün kapılarını aralayamaz. Örgütlenmelerimiz içerisinde en acil ve en zayıf olan alanlarımızdan biri de gençlik örgütlenmesidir. Sınıf mücadelesinin en dinamik toplumsal kesimlerinden biri olan gençliğin örgütlenmesi temel görevlerimizden biridir. Gençliğin dinamik rolü ve devrimci enerjisini örgütlemeyen bir devrim hareketinin başarıya ulaşma şansı yoktur.Gençlik gelecektir metaforu tam da bu yaklaşım üzerinden biçimlenmiştir. Özellikle gençlik nüfüsunun oldukça yoğun olduğu coğrafyamızda, bu alana ilişkin kapsamlı örgütlenmeler oluşturmak ve ileri perspektifler geliştirmek kaçınılmaz görevlerimizden biri durumundadır. Bütün alanlarda olduğu gibi, gençlik alanındaki örgütlenme de somut sorunlara bağlı olarak ele alınmak zorundadır. Emperyalist-kapitalist sistemin, bir avuç burjuva sınıfın çıkarları uğruna ekonomik ve siyasal olarak emekçilerin aleyhine şekillendirdiği günümüz dünyasında, gençliğin de geleceğiyle ilgili, bütün beklenti ve planlarını alt üst etmektedir. Kapitalist sistemin çarklarında, işsizliğin kıskacında boğdurulan, uyuşturucu, kumar, alkol ve fuhuşa sürüklenen, her türlü sosyal ve ekonomik güvenceden yoksunlaştırılmış, düşük ücretlerle istihdam edilerek sömürülen, her türlü aktivite ve ifade imkânlarından yoksun bırakılan gençliğin geleceği karartılmak istenmektedir. Gençliğin eğitim alanında olanı da bu saldırıların potasındadır. Faşist ve gerici eğitim sistemiyle burjuva sisteme uygun insanlar yetiştirme müfredatı, gençliğin önemli bir bölümünü eğitim dışı bırakmak için düzenlenen sınav sistemleri, harçların arttırılması, yurt ve okul yemekhanelerinin özelleştirilmesi, eğitim ücretlerinin azaltılması vb. uygulamalarla artan saldırılar sonucunda eğitim hakkı yoksul emekçi çocuklarına kapılarını kapamıştır. Yatırım yokluğunun büyüttüğü istihdam sorunu öğrenci gençliğin ya da mezun olmuş ama mesleğini yapamayan, “diplomalı işsizler” ordusunun hacmini her yıl yeni neferlerle büyütmektedir. Gençliğin kendi meşru ve yasal öz örgütlenmeleri olan dernekler, fikir kulüpleri vb.örgütlenme alanları da baskı altına alınıp yok edilmektedir. YÖK kılıcının tepesinde sallandığı akademik çalışma, demokratik söz ve karar alma hakkının yok edildiği öğrenci konseyleri, resmi ideolojinin yeniden biçimlendiği birer ticarethane olarak sermayedarların ihtiyacına uygun hale getirilmiştir. Kısaca gençlik ekonomik, kültürel ve si-

yasal alanda her türlü saldırıyla yüz yüzedir. Ve bu saldırılar giderek derinleşmektedir. Ekonomik ve siyasal ihtiyaçları doğrultusunda kendisini yeniden biçimlendirme uğraşında olan sistemin, güçlü karşı koyuşları nötralize edebilmek için şiddet dozunu arttırarak kendisini var edeceği aşikar bir durumdur. İnanıyoruz ki gençlik kesimi kendilerine dayatılan bu saldırılara geçmişte olduğu gibi bugün de boyun eğmeyecek ve kaderini ellerine almak için ayağa kalkacak ve kendisine biçilen role karşı direnişi harlayacaktır. Sürecin anahtarı hegomanyayı kırma görevi üzerinden gündemlenen gerçekçi, somut radikal devrimci mücadelelerden geçiyor, Gençliğin bu direnişinin radikal politik bir kulvara akışı ve süreklilik kazanmasında, Maoist Komünistlere de önemli görevler düşmektedir. Kısa vadede olmasa bile orta ve uzun vadede sınıf mücadelesi eksenli iktidar mücadelesinde, MLM bilimsellikle mücadelede saflaşmış Maoist gençliğin önemli görevler yükleneceğine inancımız tamdır. Bu anlamıyla pratik örgütsel görevlerimizi gerçekçi bir temele indirme anlamında yeniden tanımlamaya ihtiyacımız vardır. Coğrafyamızdaki gençlik esasta eğitim alanında yoğunlaşmış durumdadır. 20 milyon civarında olan öğrencilerin, ortaokul, lise ve üniversite kesimine dahil olanların sayısı 12 milyondan fazladır. Gençliğin bütün fikir dünyasının devlet tarafından şekillendirildiği bu alanlarda örgütlenerek hem bu sistemini gençliğe dayattığı gericiliğe karşı çıkılması, hem de alternatif toplum anlayışı çerçervesinde örgütlenmesi ana görevdir. Gençliğin parçalı durumunun aşılması temelinde bütün kurumlarımız kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirerek gençliğin örgütlenmesini ayakları üzerine dikmelidir. Ortaokul, lise ve üniversite gençliğinin parçalı durumunun aşılması için demokratik işleyişe sahip merkezi örgütlenmeler oluşturmak, kurultaylarla gençliğin sorunlarının irdelenmesini sağlamak, ajitasyon propaganda araçlarını aktif hale getirmek, yayın vb noktalarda gençliğe yönelik perspektiflerin süreklileştirilmesi, sisteme alternatif eğitimlerin düzenlenmesi, diğer kurumlarla eylem birlikleri, fikir kulüpleri, dernekler, sendikalarda ortak çalışma vb. faaliyetler kısa vadede başarılması gereken görevlerdir. Gezi ve diğer bütün toplumsal gelişmelerde, faşist Türk devletinin saldırıları karşısında diri, aktif, teknikle bilimselliği buluşturan, yaratıcı zekasıyla zihinlerde iz bırakan eylemselliklere imza atan gençlik, bu kurultayların odağını oluşturmalıdır. Gençliğin örgütlenebilmesindeki bizim yöntem ve ilişkilenmemizdeki darlıkları aşarak, gençliği nasıl örgütleyip, geleceği nasıl kazanacağımızı tartışmalıyız.


10

güncel haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Devletin üniversitelere getirmek istediği katlamalı harç uygulaması ülke genelinde protestolarla karşılandı. Üniversite öğrencilerinin katlamalı harca karşı yürüttüğü mücadele devlete geri adım attırdı Devletin öngördüğü süre içerisinde öğrenimlerini tamamlayamayan üniversite öğrencilerine yönelik yüzde 50, 100 ya da 150 civarında harç alınımını kapsayan katlamalı harç uygulaması ülke genelinde protestolarla karşılandı. Her fırsatta parasız eğitimi savunduklarını ve üniversitelerde parasız eğitim alındığını iddia eden AKP iktidarı, harç safsataları altında öğrencilerden aldığı haraçlar yetmezmiş gibi bir de katlamalı har(a)ç uygulamasını gündeme getirdi. Üniversiteleri bilimsellikten uzak birer ticarethane haline getirmeye çalışan AKP iktidarı, on binlerce öğrencinin öğrenim hakkını elinden alacak bu kararla üniversite öğrencilerine yönelik baskı ve saldırı politikalarını bir başka boyuta taşıdı. Bu karara karşı çıkan binlerce üniversite öğrencisi ise topladıkları imzalarla, yürüyüş ve basın açıklamalarıyla kararı protesto etti. Karşısında güçlü bir muhalefet gören AKP iktidarı, aldığı karardan geri adım atmak zorunda kaldı.

Ecevit Üniversitesi öğrencileri katlamalı harcı protesto etti Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi öğrencileri, “ders ücreti” adı altında alınması planlanan katlamalı harç sistemine karşı protesto yürüyüşü gerçekleştirdi. Merkez kampüste “Katlamalı Harçlar Kaldırılsın Müşteri Değil Öğrenciyiz” pankartı arkasında bir araya gelen öğrenciler, üniversite rektörlüğüne yürüdü. Öğrencilerin belirlediği 4 kişi temsilci olarak rektörlükle görüştü. Görüşme sonunda çıkan sonuç ise harç sistemi için senatonun toplanması kararı verildi.

9 Genç-Sen üyesi gözaltına alındı Katlamalı harçlara karşı, Beşiktaş'ta bulunan Başbakanlık Çalışma Ofisi önünde

Faşizmde ‘mayonez’ şifre cezası 80 yıl

Katlamalı harçlar kaldırıldı pankart açan ve yolu trafiğe kapatan Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen) üyesi 9 üniversite öğrencisi gözaltına alındı. Başbakanlık Çalışma Ofisi önünde "Katlamalı Harçlar Kaldırılsın" yazılı pankart açan Genç-Sen üyeleri, Çalışma Ofisi önündeki yolu trafiğe kapattı. Araçların geçişine izin vermeyen üniversiteliler, katlamalı harçlara tepki gösterdi. Kısa süre içerisinde eylem yerine gelen polis, "Katlamalı harçlar kaldırılsın" , "AKP elini eğitimden çek" sloganları atan üniversitelilere saldırdı. Polis, gençleri darp ederek gözaltına aldı. Gözaltına alınan öğrenciler ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde katlamalı harç protestosu Kıbrıs Şehitleri Caddesi girişinde toplanan DEÜ öğrencileri, Cumhuriyet Bulvarı üzerinden ellerinde taşıdığı pankartlarla slogan atarak, DEÜ Rektörlüğü’ne yürüdü. Polis, öğrencilerin rektörlüğe girmesine izin vermezken, seçilen 3 öğrenci temsilcisi binaya girerek ilgililerle görüştü. Üniversite öğrencileri, görüşmeye giden 3 öğrencinin çıkışlarını bina önünde oturma eylemi yaparak bekledi. Binadan çıkan öğrenciler, Rektörle görü-

şemediklerini ifade ederek şunları söyledi: “Eğitimin parasız olması gereken bir hak olduğunu haykırarak, katlamalı harç sisteminin uygulanmasına izin vermeyeceğiz.”

Sakarya Üniversitesi’nde sivil faşistler saldırdı Sakarya Üniversitesi Öğrenci Konseyi, Esentepe Yerleşkesi merkez kafeterya önünde YÖK tarafından uygulamaya konulan katlamalı harç uygulamasını protesto etmek için basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında “Parasız Bilimsel Anadilde Eğitim” pankartı açan üniversite öğrencilerine ‘ana dilde eğitim’ ifadesi üzerinden sivil faşistler saldırmaya çalıştı. Kavgaya dâhil olan ÖGB ve poliste üniversite öğrencilerine saldırdı. Merkez kafeteryaya geçen üniversite öğrencileri bir süre slogan attıktan sonra dağıldı.

Öğrencilerin mücadelesi iktidarın gözünü korkuttu Yapılan eylem, basın açıklaması ve imza kampanyaları sonucunda Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, katlamalı harç uygulamasının kaldırıldığını söyledi. Arınç şöyle konuştu: “Başbakanımız bil-

Ülke genelinde halk gençliğine yönelik tutuklamalar, soruşturmalar ve faşist saldırılar artarak devam ediyor Üniversitelerde, liselerde ve bir bütün yaşamın her alanında halk gençliğinin mücadelesini engellemeye çalışan siyasi iktidar, günümüzde de yeni piyonlarıyla ve gerici politika ve yapılarıyla kendi yoz kültürünü gençlik arasında yaymaya çalışarak apolitik, düşünmeyen ve sorgulamayan bir gençlik yaratmayı hedefliyor. Bilimsel eğitimden uzak kendi gerici kadro yapılanmasını üniversitelerde uygula-

maya koyan AKP iktidarı, bu kadro ve kültürün dışına çıkan halk gençliğini ise düzmece iddialarla, gözaltı, tutuklama ve soruşturmalarla zapt-u rapt altına almaya çalışıyor. Rektörü, ÖGB’si, sivil faşist yapılanmalarıyla her gün yeni bir saldırıya maruz kalan üniversite ve lise öğrencileri ise bu gerici saldırılar karşısında meşruluğunu kuşanarak saldırılara karşı devrimci dinamizmiyle göğüs geriyor. AKP iktidarının düzmece iddialarla üniversite öğrencilerine saldırılarından bir yenisi de Balıkesir’de yaşandı.

Şifre: ‘mayonez’ 2 yıl önce “KCK üyesi” oldukları iddiasıyla gözaltına alınarak yargılanan Ba-

diğiniz gibi katlamalı harç konusunu durdurmuştu. Başbakanımız hem Milli Eğitim Bakanlığı’na hem Yükseköğretim Kurumu (YÖK)’na talimat vermek suretiyle harç uygulaması durdu ve bu konuda bir yasal düzenleme yapılmasını istedi.” Başbakanlığın talebi üzerine 6 Şubat günü YÖK'ten bir açıklama yapılmış ve katlamalı harç uygulamasının Şubat sonuna kadar ertelendiği duyurulmuştu. Açıklamada yasal düzenleme yapılması gerektiği şu ifadelerle dile getirilmişti: “Öğrenim ücreti ve katkı paylarıyla ilgili işlemler Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nca değil, ilgili mevzuat çerçevesinde kanunla düzenlenmektedir. Yükseköğretim Kurulu olarak yasa hükmünün dışına çıkarak düzenleme yapabilmemiz ve karar alabilmemiz mümkün değil." YÖK’ün zamlı har(a)ç tasarısına karşı üniversite öğrencilerinin uzun zamandır yürüttüğü mücadele böylece kazanımla sonuçlandı. Başbakanlık, MEB ve YÖK öğrencilerin mücadelesi karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Hiç kuşku yok ki sözde “çözüm” öğrenciler için gerçek bir çözüm olmayacaktır. Ancak ülkede birçok üniversitede yapılan eylemler ve basın açıklamalarının iktidarın gözünü korkuttuğu açıktır.

lıkesir Üniversitesi öğrencilerinin çiğ köfte partisi iddianameye “örgüt toplantısı”, mayonez ise “şifre” olarak girmişti. Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesi, iki yıl süren yargılamayı geçen hafta sonuçlandırdı. Mahkeme öğrencilerin örgütsel yapı içerisinde bulunduklarını belirterek, öğrenciler hakkında çeşitli oranlarda ‘cezalar’ verdi. Avukatlar duruşmada, delil olarak gösterilen çiğ köfte partisi ve piknikleri, öğrencilerin stres atmak için gerçekleştirdiklerini söyledi. İddianamede öğrencilerin sık sık bir araya gelip çiğ köfte partisi yaptığı belirtilerek “Bu çiğ köfte partileri örgütsel amaçlıdır” denildi.


emek haber 11 15 bin işçi ‘milli güvenliği bozucu’ greve çıktı! 16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Metal işçileri, patronların sendikası MESS’in dayatmasına karşı greve çıktı. 15 bin işçinin başlattığı grev, Bakanlar Kurulu’nun “milli güvenliği bozucu” olduğu gerekçesiyle aldığı kararla ertelendi. Greve ilişkin kararlı duruşunu sürdüren Paksan işçileri, patrona taleplerini kabul ettirdi Patronların sendikası olan MESS’in dayattığı ucuz iş gücüne karşı Birleşik Metal İşçileri Sendikası (BMİS) grev kararı alarak, 29 Ocak’ta 10 kentte 22 fabrikada 15 bin işçi greve çıktı. İşçilerin grevi karşısında köşeye sıkışan patronların imdadına ise AKP iktidarı yetişti. Bakanlar Kurulu grevin ilk günü karar alarak grevi “milli güvenliği bozduğu” iddiasıyla 60 gün süreyle erteledi. Karar alındığı gün ise kimi bakanları yurt dışındaydı. Yurt dışında olan bakanların karara nasıl imza attığı merak konusu olarak kaldı. AKP iktidarı kendini oluşturan komprador- tekelci burjuvazi için bunu yapmak zorundadır. Nitekim AKP iktidarı boyunca metal işçilerinin greviyle birlikte, 7 ayrı grev için erteleme kararı alındı. Yolsuzlukla, hırsızlıkla binlerce lirayı çalan, çırpan, “paraları sıfırlayan” iktidar, işçilerin insanca bir yaşam için en küçük taleplerini “vatana ihanet”, “milli güvenliği bozucu”, “bölücülük” olarak nitelemektedir. Soma’da, Torunlar’da, Ermenek’te onlarca işçiyi katledenler de, asgari ücreti açlık sınırının altında bırakan da, kar hırsı uğruna taşeron çalışma koşullarını her geçen gün ağırlaştıranlar da aynı iktidardır. MESS’in dayattığı sözleşme, açlığın, sefaletin, patronların, kârın sözleşmesidir. MESS’in dayattığı bu sözleşmeyi patron yanlısı sarı sendikalar, olduğu gibi imzalamaktan hiç bir çekince duymadı. AKP iktidarının muhalif sendikalara uyguladığı baskılarla giderek güç kazanan bu sendikalar, borçlarını da ödemek zorundaydı. İşçi cephesinde öfke patlamasının yaşandığı her durumda da patronlara karşı borçlarını ödemeyi hiç bir zaman ihmal etmedi. MESS’in, Bakanlar Kurulu’nun, AKP iktida-

rının dayatmalarına karşı direnen işçiler, fabrika sahiplerini MESS’den çekilmeye zorladı. 6 patron, işçilerin mücadelenin yasaklara karşın süreceğini açıklanmasının ardından MESS’den çekilmek zorunda kaldı.

MESS’in sözleşmesi Türk Metal’in ve ardından Çelik-İş’in MESS’le imzaladığı sözleşmeyle, sözleşme süresi 2 yıldan 3 yıla çıkarıldı. Ücretlere ilk 6 ay için yüzde 3.78 artı işyeri ortalama saat ücretinin yüzde 6’sı tutarında seyyanen zam alındı. İkinci 6 ayda ise enflasyon oranında zam yapıldı. Üçüncü 6 ayda ise ikinci 6 ayda gerçekleşen enflasyonun 4’ün altında olması halinde yüzde 4; 4 ve üzeri olması halinde ise yarısı yüzdelik olarak, diğer yarısı işyeri ücret ortalaması üzerinden seyyanen verilecek. (Örneğin enflasyonun 4 olması halinde yüzde 2 zam, artı işyeri ortalama ücretinin yüzde 2’si kadar artış yapılacak.) Dördüncü 6 ayda enflasyon kadar artış yapılacak. Beşinci 6 ayda, dördüncü 6 ayda gerçekleşecek enflasyon oranına 3.5 puan eklenecek. Elde edilecek oranın işyeri ücret ortalamasıyla çarpılmasıyla bulunacak tutar, seyyanen uygulanacak. Altıncı 6 ayda ise artış enflasyon oranında olacak.

İşçiler taleplerini haykırıyor Saat ücreti 5.58 TL’nin altında olan işçiler için saat ücretinin 5.58 TL’ye tamamlandıktan sonra 8.97’yi geçmemek üzere 40 kuruş iyileştirme yapılsın. İyileştirmenin

ardından bütün işçilere yüzde 5 artı 105 kuruş zam yapılsın. Buna göre, 898 TL net ücret alanların toplam net zammı -ikramiye hariç- 282 TL olacak. Net 1374 TL civarında ücreti olanlar için 305 lira zam talebi taslağa konulacak. 1374 TL’nin üzerinde alanlar için zam oranları kademeli olarak düşecek. 2, 3. ve 4. altı ay için de enflasyon artı yüzde 2 zam talep edilecek. Taslakta ayrıca; vergi dilim artışlarının patronlar tarafından karşılanması, bayram, izin, yakacak gibi sosyal ödemelere yüzde 30 zam, 37.5 saatlik haftalık çalışma, yıllık izin sürelerinin arttırılması, günlük 30 dakika çalışma saatinden sayılacak mola hakkı talepleri de yer aldı.

Hırsızlık yolsuzluk IŞİD’e destek değil işçi grevi “milli güvenliği bozucu” (!) Bakanlar Kurulu Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nın başlattığı grevi “milli güvenliği bozduğu” iddiasıyla 60 gün süreyle erteleme kararı aldı. Kararın ardından açıklama yapan Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu şunları söyledi: “Ama bunlar artık bıkkınlık noktasına geldi. Artık olağanüstü tepki ortaya çıkartacak duruma geldi. Bu karar üzerine metal işçileri gereken tavrı gösterecektir. Nasıl ki MESS'in dayatmalarına karşı çıkmışsa, bu dayatmaları kabul etmemiş ve grevi önüne koymuşsa; şimdi de fabrikaları zorla alınan işçi, bundan sonraki süreçte ne yapacağını çok iyi bilecektir. Çalışma barışını ne kadar sürdürebileceksiniz? MESS kendi yaptığı hatasını, hükümet üzerinden baskı yoluyla ortadan kaldırmaya çalışıyor. Fabrikalar, tek tek MESS'den kopmaya başlamıştı. Şimdi bu tarihi çöküşü yaşamamak için hükümeti devreye soktular ve grevi ertelettiler. Bu grev hakkımız kullandırılmazsa fabrikalarda çalışma barışı olmaz, huzur olmaz. Bu durum işyerinde sermaye sahiplerine yansır. Bize henüz tebligat gelmedi. Geldiği zaman kurullarımızı acil olarak toplayacağız. Toplantımızda alacağımız kararlara göre işyerlerimizde bu kararları uygulayacağız. Ama biz ne olursa olsun MESS'in sarı sendikayla yapmış olduğu sözleşmeyi asla imzalamayacağız. Bedeli ne olursa olsun

mücadeleyi devam ettireceğiz.”

‘Grev fabrika kapılarından kent meydanlarına taşındı’ Bakanlar Kurulu kararıyla metal grevinin ertelenmesi üzerine harekete geçen BMİS grev hakkının iadesi talebiyle AKP il ve ilçe binaları önünde basın açıklaması düzenledi. Eylem çağrısında şu ifadelere yer verildi: “AKP hükümetini uyarıyoruz! Grevimizi yasaklamakla metal işçilerinin mücadelesini 38 fabrikanın kapısından kent meydanlarına, başta sizinki olmak üzere siyasi parti binalarının önlerine, mahkeme salonlarına, uluslararası platformlara ama hepsinden önemlisi fabrikaların içine taşıdınız.” BMİS tüm bu keskin söylemlere karşın, grevden döndü. İşçilerin iş başı yapmasını istedi. Paksan, Demisaş ve Ejot Tezmak işçileri ise, sendikal bürokrasinin kararına uymayarak kararlı bir duruş sergiledi.

Paksan işçileri kazandı Grev yasağına karşın Paksan işçileri mücadeleyi bırakmadı. Yasağın ardından fabrikaya giren ancak üretime başlamayan Paksan işçileri, patronu geri adım atmaya zorladı. Tüm tehditlere karşın mücadeleden yılmayan ve üretimden gelen gücünü kullanan işçiler istedikleri protokolü patrona imzalattı. Protokolün içeriğine göre işçilere ilk 6 ay için seyannen, saat ücreti 10 liranın altında olan işçilere net 190 lira, saat ücreti 10 liranın üzerinde olan işçilere net 175 lira zam, ikinci, üçüncü ve dördüncü 6 ay için ise enflasyon oranının üzerine yüzde 2 zam verilecek.

‘Artık hiçbir metal işçisi de aynı olmayacak!’ Grev yasağının ardından Ejot ve Demisaş işçileri fabrikaya girmelerine karşın üretime ara verdi. Sendika yöneticileri ve patronlar arasında yapılan görüşmeler sonucunda ise, üretim tekrar başladı. Sendika yöneticileri görüşmeler olumlu gidiyor dedi ancak bunun dışında hiç bir bilgi ne işçiler ne de kamuoyuyla paylaşılmadı. Ancak patronların “artık hiç bir yönetici eskisi gibi olmayacak” söylemlerine, işçiler de cevap verdi: “Artık hiç bir metal işçisi de aynı olmayacak!”


16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Hiçbir şey diyalektikten muaf olm AKP’yi düşürecek olan gerçek zemin iç çelişki ve çatlakları zeminde yaşayacağı bölünme veya kargaşa iken, dış etken olarak muhalif kesimlerin isabetli darbeleri-teşhir faaliyetleri ve en önemlisi de kitlelerle geliştirecekleri bağlarda rol oynayacaktır. Mevcut gelişmeler AKP’nin gerileme ve çözülme sürecine nispeten hızlı girmiş olduğunu göstermektedir AKP’nin genel karakteri ve siyasi niteliği bakımından değerlendirilmesi özel bir yetenek gerektirmez. Özellikle bugün itibarıyla bu değerlendirmeyi yapmak çok daha olanaklı ve her zamankinden çok daha fazla değerlendirme materyali sunan kolaylıklarla doludur… Öyle ki, yaşamın neresine bakılırsa bakılsın orada AKP’nin kötü ünü göze batar. İnsanın yaşam alanında nereye bakılırsa bakılsın orada AKP’nin gerici faşist baskısı, yaşama hükmeden sıra dışı uygulaması ve ilk çağdan kalma zihniyeti göze batmakta, rahatsız etmektedir. Öyle ki, toplumsal yaşam doğasıyla bile hoyratça tahrip edilmiş, her meydan ve alan AKP’nin gerici baskısıyla patlamaya hazırdır.

AKP mi dediniz? Roboski Soma Sakineler Berkinler Ali İsmailler… Kuzey Kürdistan’da gösteri-protesto yapan çocukların katledilmesinin, Sakinelerin alçakça katledilmesinin, Roboski gibi yeni 33’ler katliamının arkasında Erdoğan’ın talimatı/AKP imzası vardır. Hasta tutsakların yavaş yavaş katledilmesinin ve bizzat ölüme terk edilmesinin arkasında AKP iktidarı vardır. Yüzlerce maden işçisinin ve her gün ölüm haberleri eksik olmayan işçi katliamlarının arkasında, “ölüm bu işin fıtratında vardır’’ diyerek toplu işçi katliamlarını meşrulaştıran Erdoğan’ın/AKP’nin doğrudan imzası vardır. Berkinlerin, İsmaillerin, Halillerin katliamının arkasında AKP’nin imzası vardır. Kuzey Kürdistan’da yaşamanın karşılığı olarak, bir buçuk yaşındaki çocuğun ölüme terk edilmesinden ve dolayısıyla öldürülmesinden sonra cenazesinin bir torba içinde babasının sırtına verilerek saatlerce karda yürütüp köyüne bu kahredici zulüm ve acı altında gönderilmesi resminin sorumluluğunda AKP’nin imzası vardır. Sokaklarda coplanan, gazlanan, kurşunlanan ve işkencelerden geçirilen işçilerin, köylülerin, gençlerin, memurların, yaşlı kadın ve çocukların maruz kaldığı faşist baskının arkasında AKP iktidarı vardır. Barajlara, HES’lere, nükleer enerji santrallerine karşı çıkarak doğa ve çevrenin kirlenip tahrip edilmesine karşı direnen köylülerin ve çevrecilerin maruz kaldığı faşist saldırı, işkence ve baskıların arkasında AKP imzası vardır. Hapse tıkılan aydın, yazar ve gazetecilerin karşı karşıya kaldığı zulüm ve faşist baskının arkasında AKP iktidarı vardır… MİT tırlarıyla IŞİD ve Suriye’deki muhaliflere tamamen savaş kışkırtıcılığı ve gerici barbar örgütleri desteklemek için taşınan silah ve paraların arkasında da AKP iktidarı vardır… Ayakkabı kutularının arkasında da… Odalara sığmayan milyonların, ‘’sıfırladın mı oğlum’’ denilen paraların, Rıza Sarraf altınlarının, yolsuzlukların, rüşvetin, hırsızlığın arkasında da AKP ik-

tidarı ve Erdoğan sultanlığı vardır… Toplumsal yaşamı haremlik-selamlık ekseninde düzenleyen, eğitimden tüm kültürel ve siyasal sembol ya da değerlere İslami yaftalarla yeni adlar verip İslami motifler işleyerek toplumsal sistemin İslam-şeriat sarmalına alınmasının arkasında Sünni İslamcı-ümmetçi-yeni Osmanlıcı AKP iktidarı vardır. Tarihsel ve kültürel sembol, mekân ve mimarilerin yavaş yavaş ve stratejik bir yönelimle, ‘’davamız’’ dedikleri Yeni Osmanlıcı-ümmetçişeriat yasalarına dayanan İslami toplum statüsünü yerleştirme yönelimlerine uygun olarak düzenlenip değiştirilmesinin arkasında AKP var. Bir kitap dolusu sıralanabilecek bu kaba yansımaları daha fazla uzatmadan söyleyelim ki, AKP kimdir-nedir diye soranlara sadece bu fotoğrafı tutmak yeterlidir. Yukarıda dikkat çektiğimiz bu tablonun şöyle bir anlamı vardır. Bu birikimler belli sonuçlar doğurmak durumundadır, doğuracaktırlar da. Zira izlenebilen ölçülerde bile AKP’de sular ısınıp kazan kaynamaktadır. Bu, tam olarak AKP iktidarının ’’suyunun ısındığı’’ anlamına gelmez. Ancak “’Şıpka Geçidi’nde her şeyin yolunda olduğu’’ da söylenemez; yolunda olmadığı AKP içindeki çatlağı su yüzüne çıkaran emareler tarafından ve daha fazlası tarafından doğrulanmaktadır. AKP iktidarının suyunun ısınması, yani mevcut ısınmanın iktidar pozisyonuna tesir edip etmeyeceği muhalif ve alternatif güçlerin köhnemiş olan kaleye vuracakları darbelere bağlıdır. Yani AKP’nin siyasi teşhirini etkili olarak yapmak ve en önemlisi de halk kitlelerine en geniş ölçülerde ulaşıp onlarla birleşme çabalarına-pratiklerine bağlıdır. AKP iktidarı iç dinamikleri itibarıyla esasta devre dışı kalmaya müsait bir duruma gelmiştir. İktidardan indirilmesi tamamen muhalif güçlerin çalışmalarına bağlıdır. (Burada altını çizelim ki, AKP iktidar pozisyonu veya egemen klik olma realitesiyle baş düşman durumundadır ve bu nedenle AKP’nin iktidardan indirilmesini somut olarak tartışmaktayız. Dahası, AKP’nin iktidardan indirilmesini CHP veya başka bir düzen partisinin iktidara getirilmesi anlamında tartışmamaktayız. Devrimci durum ve dalganın geliştirilmesi yani hâkim sınıfların bir biçimiyle siyasi krize sürüklenmesi, devrimci hareketin ise geliştirilmesinin şartlarını yaratmak için vb mevcut

faşist iktidar veya muhtemel başka burjuva iktidarların düşürülmesini vb vs tartışmaktayız, tartışırız.)

Bitmeye yakın kozlar ve can çekişmeler Elinde “Paralel Yapı’’ kartından başka bir koz kalmayan AKP’nin salt İslam-din faktörüyle halk kitlelerinde sonsuz bir krediye sahip olması elbette ki düşünülemez. Dindarlık, İslamcılık iyi de, bu din kardeşliği tek adamlık hırsının çevresini hırpalamasını önlemesi biraz zor. Dahası bu din çimentosu, özellikle her gün geçim sıkıntısı çekerek hisseden bu dindarların Erdoğan ve çocuklarını ve bakanlarını parayla oynayan hilebaz-hırsız adamlar olarak zenginlik içinde yüzmelerini es geçmelerine gelinen noktada artık yetmeyecektir. “Tamam din kardeşliği de ama çalıp çırpmanın dinde ne yeri var’’ diyen ya da “Yalnızca kendisi, çocukları ve bakanları yiyor, bizlere ne faydası var’’ diyen dindarların sayısı çığ gibi büyüyor. Büyümek zorundadır ve büyümemesi yaşamın doğasına aykırıdır. Yani, “nicel birikimler nitel patlamalara varır’’-dönüşür elbette. İsrail karşıtlığıyla daha fazla prim yapamayan (çünkü yaptığı anlaşma ve işbirlikleri her an deşifre edilebilir) Erdoğan bu kez de “Paralel Yapı’’, ‘’darbe’’ edebiyatıyla idare etmeye çalışıyor. Ama oy verenleri de bıktı bu hileden. Hele iktidar ve zenginlik hırsı yansıyan kavgacı saldırgan üslubundan iyice bıktı oy tabanı… Tabanı gevşedi, AKP’nin kendisi de hızla eriyor… Bu gevşeme ve erime ya da çatlak kokusu Erdoğan ile AKP yetkilileri arasındaki birbirine zıt beyanlarla (B. Arınç, B. Atalay, A. Babacan gibi daha birçok kadrosunun beyanlarıyla) açıkça izlenebilmektedir. Hatta AKP içindeki zıt cereyan dört bakanın “yüce divana’’ gönderilmesine ilişkin Mecliste yapılan oylamada ortaya çıktı. AKP bu oylamada tüm tarihinin en büyük firesini verdi. Kuşkusuz elliye yakın verilen bu fire anlamsız ve önemsiz değildir. Ciddi bir çelişki ve huzursuzluğun açıktan tezahürüydü. Evet bu fire durumu suyun bardakta durması gibi durmadı. Kraldan çok kralcı olan ve yalakalık ya da maşalıkta nam salan M. Metiner ve Şamil Tayyar gibi tetikçilerin “içimizdeki ihanetçiler’’, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a siyasi operasyondur’’, “bu hainleri temizleyeceğiz’’ şeklindeki hezeyanları AKP içindeki çatlağı veya huzursuzluğu ya da daha doğru ifadeyle otorite gevşekliği ve Erdoğan’ın hâkimiyet,


perspektif

madığı gibi AKP de muaf değildir! kontrol ve korkusunun daha az hissedilmesini gün ışığına çıkardı. Suların ısınarak buharlandığı görüldü. Bu iki yaverin “hadlerini aştıkları’’ AKP sözcüleri tarafından ilan edilerek bu iki kişiliksiz ardı ardına yapılan açıklamalarla iyice kişiliksizleştirildi. Nitekim tam bir Erdoğan yalakası ve tetikçisi olan Metiner televizyona çıkıp ağlayarak rezilliğini gizleyemedi… Bu gelişme AKP içindeki Erdoğan orijinli kontrol sorunundaki zaaf ve zayıflamayla bu durumun yanı sıra içte gelişmiş olan huzursuzluğun ve çelişkilerin derecesiyle bunların dışa vurumu açısından önemli bir gelişmeydi. Elbette ki, bütün bu gelişmelerin bir karşılığı olacaktır. Bu birikimlerin belli patlamalara yol açmasına tekrar tekrar işaret etmek yerindedir. AKP iktidarı hala devlet kurumlarındaki “Paralel Yapıyı’’ temizleyebilmiş değildir. AKP, Erdoğan’ın “inlerine girdik” şeklinde naralar atmasına karşın bu “Paralel Yapıya’’ hâkim olamadıkları, ne derecede kurumlara sızdığının kapsamını vb bilmemektedir. Yaşanan ve bitmeyen operasyonlar bunu gösteriyor. Biz “Paralel Yapı” demiyoruz çünkü AKP ile Cemaat ortak yapıydı ve devlet kurumlarını ortaklaşa-birlikte paylaşıp ele geçirdi. Dolayısıyla Cemaatin daha neler yapabileceği bir muammadır. Devletin tüm kurumlarına, en hayati kurumlarına Cemaatin hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Yargı yoluyla dinlemeden tutalım da bu dinlemeleri devletin teknik olanak ve ilgili kurumları üzerinden yapmaları, hatta Erdoğan’ın korumalığını yapacak kadar yakınında olmaları AKP/Erdoğan için veya Cemaatin devlet içi kurumsallaşmasındaki durumun vahametini gösterir. Ama en önemlisi de Erdoğan veya AKP’nin telefon konuşmaları montajdır, dublajdır, şantajdır, yalandır gibi söylemlerinin ne kadar yalan olduğu bu dinleme operasyonlarıyla açığa çıkmış oluyor. Cumhurbaşkanından başbakana ve bakanlara kadar devletin en üst kesimleri vb vs hepsi dinlenmiş denilmektedir ve bundan dolayı da ilgili memur ve polislere operasyon yapılıp tutuklanmaktadır. Ama dinleme boyutlarını ortaya koyup bizi dinlemişler diye suçlayan Erdoğan ve AKP, yapılan dinleme kayıtlarının da gerçek olmadığını söylüyor. Yani AKP her ne kadar basına sızan gizli konuşma kasetlerini, Erdoğan’ın oğlu Bilal’le “Sıfırladın mı oğlum’’ etiketli konuşmasını vb

vs yalanlasa da dinleme skandalı olarak kamuoyuna deşifre ettiği içerikle (dinleme kapsamı vb) inkâr ettiği bu konuşmaların doğru olduğunu itiraf etmiş oluyor. Kriptolu telefonlarımız dinlenmiş, casusluk yapılmış diye yanan AKP/Erdoğan’ın deşifre edilen konuşmalarının bu kriptolu telefon konuşmaları olduğu alenen açığa çıkmış oluyor.

Deşifre olan AKP ve büyüyen sesler Evet ilk reflekste Erdoğan’ın arkasında duranların yaşanan gelişmeler karşısında gerçekleri yavaş da olsa idrak edip Erdoğan’ın arkasından çekilmeleri son derece olanaklıdır. Yaşanan gelişmeler insanları daha fazla aydınlatarak uyandırmakta ve gerçekleri görmelerini sağlamaktadır. İşleyen süreç bir birikim süreciydi-sürecidir ve illa da bu birikim bir tutum, bir patlama, bir isyana yol açacak, dönüşecektir! Zaten AKP tabanı olan dindar insanların bir kesimi Erdoğan’ı savunmaktan yorgun düşmüş durumdadır. Kendilerini savunup müdafaa etmedikleri kadar Erdoğan’ı etti ve artık yoruldu. Bu realite Erdoğan’ın başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçmesi ve AKP iktidarının başından objektif olarak çekilmesinden sonra, yani Erdoğan’ın siyasi arenadaki etkin pozisyondan düşüp AKP’yi Davutoğlu’na “bırakmasıyla’’ doğan boşluktan sonra hem AKP vekilleri içinde ve hem de geniş kitle tabanında çıplak biçimde ortaya çıkmıştır. AKP’nin seçimlerde birinci parti olamamasının en geçerli nedeni işte içindeki bu kazanın kaynamasıdır. Erdoğan inisiyatifinin objektif olarak zayıflaması, otoritesinin eskisi gibi hissedilememesi, yerine gelen Davutoğlu’nun liderlik profilinin Erdoğan kadar güçlü olmaması vb vs nedenler AKP tabanı ve içindeki bastırılmış çelişki ve “özgürlüklerin’’ gün yüzüne vurmasına yol açmıştır, açmaktadır. AKP’yi düşürecek olan gerçek zemin iç çelişki ve çatlakları zeminde yaşayacağı bölünme veya kargaşa iken, dış etken olarak muhalif kesimlerin isabetli darbeleri-teşhir faaliyetleri ve en önemlisi de kitlelerle geliştirecekleri bağlar da rol oynayacaktır. Mevcut gelişmeler AKP’nin gerileme ve çözülme sürecine nispeten hızlı girmiş olduğunu göstermektedir. Aynı süreç uluslararası ilişkilerden de okunabilmektedir. AKP’nin IŞİD’e destek vermesi veya IŞİD’le ilişkiler

içinde olması ve elbette genel olarak izlediği dış politika AKP iktidarının gözden düşmesi veya çıkarılmasına güçlü bir neden oluşturmaktadır. Bu zemin üzerinde AKP’nin belli politikaları ve açıklamalarında sergilediği eğilim AKP’nin uluslararası desteğini iyice kaybettiğini göstermektedir. Ancak bu durum kesin bir eğilim olarak okunamaz. Zira emperyalist güçler kendilerine bağlı kalındığı müddetçe ve özellikle de kitle desteği güçlü olan iktidarlarla ilişkilerini sürdürmekten sakınmaz. Yani uluslararası alanda AKP şahsında yaşanan tecrit ve negatif eğilim her an değişebilir. Bütün bunlara karşın CHP/Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir tavrı dikkat çekici olmakla birlikte, umutsuzlukla tehdide başvurmaktan başka şanslarının zayıf olduğunu göstermektedir. Kitlelerin direnme hakkına vurgu yapan Kılıçdaroğlu AKP’ye/Erdoğan’a mesaj vermekte; Suriye, Mısır ve diğer ülkelerde yaşanan kitlesel şiddet ayaklanması burada da yaşanabilir. İktidarı bırakmadığınız, seçimleri kazandığınız takdirde şiddete dayalı ayaklanma başlatabiliriz demektedir adeta. Ki bu şantaj aynı zamanda seçimlerde AKP’ye verilecek oyları düşürme taktiği anlamında da kullanılmış olabilir. Zira AKP’nin kazanması durumunda ayaklanma hareketi başlayıp kan akar-kaos olur vb korkusuyla insanlar AKP’ye oy vermekten sakınabilir. Ancak her şeye karşın AKP’yi iktidardan alamayan Kemalistler, artık bu seçimin son şansları olduğunu ve bunda da kazanamadıklarında tarih olup gideceklerini ve AKP’nin de gereğinden fazla kökleşip önlemez bir güç durumuna geleceğini göstermektedir. İşte bunun için bu seçimlerde birçok şey pahasına da olsa her kozu oynama kararlılığında gözükmektedirler.

Erdoğan’ın şiddet ve baskı politikası ve AKP Sonuç itibarıyla; Erdoğan’ın AKP’nin başından gidip Davutoğlu’nun gelmesiyle birlikte AKP’li camianın Erdoğan basıncından kurtularak daha rahat nefes alıp birazcık da olsa bağımsız iradesini kullanmaya başlamasıyla birlikte AKP’nin artık gizlenmeyen iç çelişkileri ve bunların yaratacağı sonuçlar, Cemaatin çalışmaları ve etkisi, muhalefetin şantajlar da dahil birçok yolu denemesi, uluslararası durumda AKP aleyhine gelişmelerin belirgin olarak açığa çıkması, hepsinden önemlisi de AKP’nin her burjuva faşist iktidar gibi uyguladığı baskı ve şiddet politikaları, katliam ve cinayetler gerçekleştirmesi, sömürü, talan, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık saltanatı sürdürmesi, toplumsal yaşama müdahale ederek bu yaşamı şeriat yasalarına uygun toplumsal yapıya doğru adım adım çekmesi vb ve tüm iktidar süreci boyunca uyguladığı gerici faşist yönetimin halk kitlelerinde yarattığı AKP iktidarına olan desteği önemli oranda düşürecektir. Bu duruma skandallar, sansasyonel gelişmeler ve gizli sürdürülen çalışmalar da eklenirse AKP iktidarının geleceği parlak görülmemektedir. Ne ki, olağan koşullarda hala belli çoğunluğu oluşturacak bir kitle desteği vardır. Bu seçimler her bakımdan ve her parti açısından kritiktir. AKP iktidarı için de son derece kritiktir! AKP tek başına iktidar olma yeterliliğindeki oy çoğunluğunu kaybederse hiç şaşılmamalıdır. Bu seçim bir dönemin daha kapanmasına tanıklık yapabilir. Mevcut gelişmeler arasındaki neden sonuç ilişkisi incelendiğinde bu sonuca varmak tamamen mümkündür. Ancak hiçbir şey kesin değildir!


14

güncel haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Kobanê yeniden inşa ediliyor DHF, ADHK, DKH, ADGH, DHF Yerel Yönetimler Komisyonu ve Ovacık Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu'ndan oluşan heyet, Kobanê'nin yeniden inşa edilmesi sürecine katılmak için Kobanê’ye giderek görüşmelerde bulundu YPG ve YPJ savaşçılarının, IŞİD’in Rojava’nın Kobanê kantonuna 15 Eylül’den itibaren yoğunlaştırdığı sadırılara karşı aylardır muazzam bir direniş göstererek IŞİD’i önemli bir oranda geri püskürtmesinin ardından, geçtiğimiz günlerde zafer ilan edilmişti. Kobanê’de çatışmalar köylerde devam ederken bir yandan da saldırılar sonrasında harabeye dönen kentin yeniden inşa süreciyle ilgili çalışmalar başlatıldı. Süreç boyunca halkların karşılaştığı zulüm karşısında gündeme gelen bir dizi sorun bağlamında konunun yardımcısı değil, devrimci sorumluluk gereği bu sorunların parçası olma perspektifiyle hareket ederek gücü ölçüsünde çeşitli çalışmalarda yer alan DHF ve ADHK bileşenleri ile Mazgirt ve Ovacık Belediyeleri ortak bir çalışma ördü. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK), Demokratik Kadın Hareketi (DKH), Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi (ADGH), DHF Yerel Yönetimler Komisyonu ve Ovacık Belediye Başkanı Fatih Maçoğlu’ndan oluşan heyet Kobanê'ye giderek, bundan sonraki süreçte nasıl bir perspektif ve yol haritası çizilmesi gerektiği üzerine konunun ana muhataplarıyla çeşitli görüşmelerde bulundu.

DHF ve bileşenlerinden oluşan heyet Kobanê’de İlk olarak Ergani Belediyesi ve Amed Büyükşehir Belediyesi’yle görüşerek, katliamlar ve direniş sürecinin mahiyetine, somut durumuna ve bundan sonraki süreçte nereye evrileceğine dair görüşmeler yapıldı. Halklar cephesi açısından yakalanan bu ortaklaşmanın ileri adımları ve bu anlamda

kendilerine düşen görev ve sorumluluklar üzerine karşılıklı fikir alışverişinde bulunan heyet ardından Suruç’a geçerek burada Suruç Belediye Eşbaşkanı, HDP Muş ve Urfa milletvekilleriyle görüştü. Suruç Belediyesi’yle yapılan görüşmede Eşbaşkan Zuhal Ekmez aylardır yanı başlarında süren savaşa, mücadeleye ve şu andaki güncel duruma dair bilgilendirmede bulundu. Bu savaş ve mücadelenin mahiyeti ve etkilerinin dışarıdan yapılacak bir değerlendirmeyle anlaşılmasının mümkün olmadığını, bunun gerçek anlamda bire bir orada olmakla anlaşılabileceğini ve doğru bir yol haritasının ancak böyle mümkün olabileceğine değindi. Bu savaşın yaratıcıları olan sistem temsilcilerinin buna karşı atılan her adımı boşa çıkarmaya yönelik politikaları karşısında durmanın halklar ve kendileri açısından oldukça zor olduğunu ve bu zorlu sürecin hala devam ettiğini ifade eden Ekmez, bu anlamda kendilerini yalnız bırakmayan devrimci kesimlerin bu ortaklaşma pratiklerinin kendileri açısından oldukça anlamlı olduğunu ifade etti. Görüşmelerin ardından sınırdan geçmek için yapılan girişimlerin ardından Kobanê’ye geçen heyet burada savaş sonrasında % 80’i yıkıntılar içerisinde olan kenti dolaşarak gözlemlerde bulundu. Kanton Eş Başbakanı Enver Müslim, bazı kanton yöneticileri, bakanları, YPG ve YPJ savaşçılarıyla görüşen heyet, savaşın mahiyetine, direniş sürecine, önemli oranda kazanılan zafere, köylerde devam eden çatışmalara ve yeniden inşa sürecine dair görüşmeler yaptı. Tarifi cümlelerle ifade edilemeyecek bir mücadelenin verildiğini, bu direniş ve başarıda kadınların rolünün oldukça

önemli olduğu vurgusunun sıklıkla yapıldığı görüşmelerde, dünyanın her yerinde birçok bakımdan zulüm gören kadınların Kobanê direnişindeki öncü rolünün görülmesi gerektiği ifade edildi. Heyet geçtiğimiz günlerde oluşturulan Kobanê’yi yeniden inşa komisyonunun planlamasında kendilerinin bu sürece nasıl dâhil olabilecekleri ve somut olarak yapılabilecekleri üzerine planlamalar yaptı.

‘Duyarlı bütün kesimlerin desteğine ihtiyacımız var’ Çatışmaların sürdüğü ancak günde 4 ila 5 köyün özgürleştirildiği Kobanê’de IŞİD’in buralardan tamamen temizlenmesinin çok uzun bir süreci kapsamayacağı öngörülüyor. Kobanê’nin bu savaştan galip çıktığını ancak savaşın hala devam ettiğini belirten Enver Müslim, halkları kucaklayan bir mücadele olan Kobanê direnişinin ve başarısının dünya halkları açısından önemli bir yerde durduğunu ve bu anlamda bundan sonraki süreçte duyarlı bütün kesimlerin desteğine ihtiyaçları olduğunu ifade etti. Kentte içerisinde tespit edilip etkisiz hale getirilenler olsa da, çay demliklerine varana kadar evlere ve birçok yere IŞİD tarafından bırakılan bombalı tuzak ve döşenen mayınların olduğunu, bunların tespit edilerek etkisiz hale getirilmesi ve sokaklardaki IŞİD cesetlerinin temizlenmesi gibi çalışmalar acil olarak yapılması gerekenler arasında bulunuyor. Müslim yıkılan kenti yeniden inşa etmek ya da tarihe not düşmesi bakımından bir müze kente dönüştürme gibi fikirlerin de olduğunu ancak bu noktada kesin bir fikir birli-

ğine henüz varılmadığını ifade etti. Bir yandan devam eden savaş sürecinde komisyonun ilk olarak kentteki savaş sonrası durumun birçok anlamda zarar tespitine dair detaylı bir çalışma yaptığını söyleyen Müslim, bu tespit çalışmasının ve raporların sunulmasının kısa bir sürede sonuçlanamayacağını ancak sağlıklı bir çalışma olması için özen gösterdiklerini ifade etti. Kentin yerle bir olan altyapısı ve su, tıbbi malzeme vb. temel ihtiyaçlarına yönelik ihtiyaçlar aciliyet taşıyor. Yok edilen bir kentin yıkıntılarının temizlenmesi ve yeniden inşa edilmesi sürecinin titizlikle ele alınması gerektiğini ve bu anlamda mimari, altyapı, sağlık, eğitim, kültür vb. birçok farklı kesimin çeşitli fikirlerine ve projelerine ihtiyaç olduğunu, bu projelerin doğru bir şekilde hayata geçmesi için oluşturulacak komisyonların düzenli çalışmasının oldukça önemli olduğu belirtildi. Kobanê’ye gelerek destek olan heyetin ziyaretinden çok memnun olduklarını belirten Müslim, kendileri için önemli olan bu ortak çalışmaların devamı için karşılıklı ilişkilerin sürdürüleceğini, bütün komisyon çalışmaları hakkında bilgilendirmelerin yapılacağını ifade ederek yüzleri buraya yönelik olanların bizzat buraya gelmelerinin kendileri açısından önemli olduğunu belirtti. Heyet temsilcileri, IŞİD’in Kobanê savaşının bu meseleye ezen ve ezilenler açısından baktıklarını, tarafını ve mücadelesini ezilenler ve onların çıkarları üzerinden belirlediklerini, burada oluşlarının sadece gözlem ya da destekçi olmak çerçevesinde ele almadıklarını belirtti. Heyet ayrıca halkların yaşadığı her sorunun çözümünün kendi görev ve sorumlulukları dâhilinde olduğunu ve dolayısıyla bundan önceki pratiklerinde nasıl ele alındıysa gelişmeler bağlamında bundan sonraki süreçte de fikirsel ve pratik olarak ellerinden gelen ölçüde sorumluluklarını yerine getirmeye devam edeceklerini ifade etti.


15

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Ezidî uyanışı ve birlik Şengal Ezidi Kurucu Meclisi’nin kuruluşuyla birlikte dört parçadaki Kürt ulusal güçlerinin birliğine yönelik girişimlerde KDP özgülünde sekteye uğramış görünmektedir. PKK yönetimi Şengal’de Ezidilerin kendi öz yönetim sistemine sıcak bakarken KDP önderlikli Güney Kürdistan Bölgesel Kürt hükümet yönetimi ise Şengal’de Kanton modeli tartışmalara ve sürece sert tepki göstererek sürecin karşısında duracağı eğilimi göstermiştir Şengal’de Ezidilerin kendi yönetim sistemlerine doğru gidecek olan Meclis girişimi karşısında başta Kürdistan Bölgesel Yönetimi içerisindeki KDP’nin sert tepkisine yol açmıştır. Güney Kürdistan’daki diğer güçler ve PKK ise Ezidilerin kendi öz yönetimlerini oluşturmaları yönlü eğilimlerini deklare etmiştir. Bunun üzerine Güney Kürdistan yönetimi başkanı Barzani önderliğindeki KDP yönetimi ise bu yönlü girişim ve eğilimlere karşı sert argümanlar kullanarak durumu reddettiğini belirtmiştir. Bu gerilim karşılıklı eleştirilerle devam etmektedir. Yakın tarihselliğiyle hatırlanırsa emperyalizmin uşağı Saddam’ın Baas rejiminin Araplaştırma siyasetinin Ezidiler üzerinde de kullanıldığını vurgulamak isteriz. 2003 sürecinden sonra ise KDP önderliğindeki Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Şengal’deki hakimiyetiyle birlikte Ezidiler arasında da kimlik tartışmasının tabii ki Kürt orijinli bir kulvara döndüğü söylenebilir. 2004 yılından itibaren Güney Kürdistan Yönetimi iktidar ortağı Kürdistan Yurtseverler Birliği(KYB) de dahil Kürt ulusal hareketlerinin Kürt kimliği şemsiyesi altında Ezidi kimliğinin nasıl bir statü alacağına yönelik çeşitli eğilimler geliştirilmiştir. Ezidilerin nasıl bir statü alacağıyla ilgili olarak Kürdistan, Ortadoğu ve dünyanın değişik bölge ve alanlarından yüzlerce Ezidi temsilcilerinin katılımıyla çeşitli toplantılar gerçekleştirilmiştir. Ve Ezidilerin kendi öz yönetim ve öz savuınma örgütlenmeleri oluşturulmadığı müddetçe de katliamların önüne geçilemeyeceği fikri ön plana çıkıyordu. ABD emperyalizmi medya fonuyla Ezidilerin Tıgris ve Kaniye Spi gazetelerine mali destek sunarak Ezidileri etkisi altına alma yönelimi de söz konusuydu. ABD emperyalizmin önemli partneri olan KDP, Ezidilerin kendi kimlik ve statüleri üzerine tartışmalar ve gelişmelerden rahatsızdı. Buna karşın 2005 yılında Ezidilerin taleplerini hayata geçirmek için Demokratik Ezidiler Birliği (TEVDA) kuruldu. Bütün bu çalışmaları kendisine tehlike olarak gören KDP’nin caydırıcı yönelimi durmadı ve özerk yönelimde ısrar eden Ezidi temsilci ve girişimcilerinden bazılarını gözaltına alarak onlara işkence etmekten kaçınmadı. Yukarıda belirttiğimiz gazete yöneticileri de bu işkencelerden nasibini aldı. Bu süreçte El- Kaide de 2007‘lerde Ezidilere yönelik katliam terörünü başlatmıştı. Bu durum El- Kaide terörü karşısında Peşmerge’nin varlığının bir güvenlik kalkanı olacağı görüşünün güçlenmesine yol açmıştı. Bu süreç IŞİD’in Musul ve Tel Afer’den sonra Şengal’i ele geçirmesiyle fiilen bitiyordu. Hatta bu gelişme içerisinde IŞİD’in Şengal’i ele geçirmesi arefesinde Şengal’deki 8 bin civarındaki Peşmerge’nin direnmeden ve savaşmadan bölgeyi terketmesi Barzani önderliğindeki KDP’ye güveni önemli ve haklı bir şekilde sarsmıştır. IŞİD’in ’’kafir’’ olarak gördüğü Ezidilerin mallarına, canlarına ve kadınlarına vahşice saldırarak her şeyi yerle yeksan etme pratikleri 74’üncü kıyımın yaşanması olarak da ifade edilebilir.

HPG Ezidiler için yaşam koridoru açarak önemli bir başarıya imza attı IŞİD’in hedef, sadece bu değildi elbette. Şengal üzerinden Rojova’ya da yönelerek o bölge ve alanları da aynı şekilde talan ederek hakimiyet kurmaktı. Zira bütün bu yönelimleri kendilerine önemli ve stratejik bir koridor açarak hakimiyetini genişletmekti. Böylesi bir süreçte KDP’ nin hakimiyetindeki Şengal düşerken Rojava özerk yönetiminde PYD önderliğinin silahlı gücü YPG ve PKK’nin silahlı gücü HPG, Ezidiler için yaşam koridoru açarak önemli bir başarıya imza attı. YPG ve HPG’nin bu müdahalesi PYD ve PKK’ye bölgede düşünce, eylem, hareket ve etki olarak büyük bir nüfuz alanı açıyordu. Bütün bu gelişmeler kapsamında HPG ve YPG ve Şengal Savunma Birlikleri (YBŞ) Şengal’de IŞİD’e karşı savaşın da odağı oldu ve kentin yüzde yirmi beşini kurtardı. Her ne kadar KDP Peşmergesinin Şengal’in yakınlarına kadar gelerek orada durması yeni bir beklentiyi yaratsa da güvensizliği arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Ezidiler, 2006’da bırakmak zorunda kaldıkları öz yönetim tartışmalarına aradan epey zaman geçse de gecikmeli de olsa devam etti. 14-15 Şubat 2015’de Şengal Dağı’nda dini liderler, kanaat önderleri ve bazı varlıklı ailelerden oluşan 210 kişi bir araya gelerek Şengal Ezidi Kurucu Meclisi’ni kurdu. Bu kapsamda Ulusal Birlik, Örgütlenme, Savunma, Maliye, Diplomasi ve Hakikatleri Araştırma isimleriyle altı komisyon bütün halde oluşturulmuştur. Bu gelişme Ezidilerin öz yönetime kendi öz yönetimlerine doğru somut bir adımı ifade etmesi açısından oldukça önemlidir. En başta KDP’ye yakın duran Ezidi kesimlerden bu oluşuma karşı gelmeleri gecikmedi. Ve hatta bu tür oluşum karşısında KDP, PKK’yi sorumlu tutarak PKK’ye sert cevap vermekte de gecikmedi. Toplantıya katılan delegelerden bazıları bu oluşumun öncüsü, sorumlusu ve yürütücüsü olarak PKK’yi sorumlu tutmanın yanlış muhatap aranmaktan başka bir anlama gelmediğini ve özellikle KDP’ nin artık eski yöntemlerle işin yürümeyeceğine dair durumu anlaması gerektiğini ifade etmiştir. Şengal tarihten beri Ezidi olduğu için saldırıya uğradığı ve bu yüzden bütün Kürt güçlerin Ezidilerin karşısında değil arkasında durması gerektiğini vurgulamıştır. Şengal Ezidi Kurucu Meclisi’nin kuruluşuyla birlikte dört parçadaki Kürt ulusal güçlerinin birliğine yönelik girişimlerde KDP özgülünde sekteye uğramış görünmektedir. PKK yönetimi Şengal’de Ezidilerin kendi öz yönetim sistemine sıcak bakarken KDP önderlikli Güney Kürdistan Bölgesel Kürt hükümet yönetimi ise Şengal’de Kanton modeli tartışmalara sert tepki göstererek karşısında duracağı eğilimi göstermiştir. Kimileri KDP ve PKK ittifakı ya da ortaklığını ön planda tutarak Şengal’de Ezidilerin kendi öz yönetimlerini şimdiki durumda oluşturması adımlarını doğru bulmazken kimileri ise diğer bütün kadim halklar ve ezilen kesimlere olduğu gibi haklı olarak Ezidilerin de kendi öz yönetim sistemini bekletmeksizin oluşturulmasını doğru bulmaktadır. Bu hususta perspektifimiz yarına ya da başka bir zaman dilimine ertelemeden bütün bölge, şehir, il, ilçe, köy ve yerellerin doğrudan kendi kendini yönetim özerkliğini savunmaktır. Kendilerini güvende hissetmeyen Ezidilerin tarihsel kökleriyle derin hisleri ve günceldeki mevcut somut gelişmeler dikkate alındığında kanton, otonomi, özerklik, eyalet vb öz yönetim tartışmaları önümüzdeki süreçte de devam edecektir.

YOLA YOLCU

≫hıdır uludağ

YOLCULUK SOHBETİNİN ÖĞRETTİKLERİ... 1

B

ir ülkeden bir başka ülkeye 6 saatlik yolculuğum sırasında, çaprazımdaki yan koltuklarda oturan iki yolcunun sohbetlerine ya da tartışmalarına istemeyerek de olsa kulak misafiri oldum. İsimlerini bilmediğim ve kendilerini tanımadığım bu iki kişiden birinin adı örneğin “X” olsun, diğerininki de “W” olsun. Aralarındaki konuşmalar zaman zaman özel şakalaşmalar, ama genellikle de siyasi ve politik konuşmalar şeklinde oluyordu. Türkçe konuşan bu iki arkadaşın (biraz da yazarlık damarımın tutmasından ötürü) konuşmalarından notlar almaya başladım. Konuşmaların öğretici ve eğitici yanlarını dikkate alarak kendi köşemde bir yazı dizisi olarak okurla paylaşmak istedim. X : Ya arkadaş parti dediğin gökten zembille inen bir şey değil ki. İnsanlardan oluşmuş, ya da insanların oluşturdukları kurumlarıyla, organlarıyla tüzük ve programıyla bilinen canlı bir organizma. W: Orası öyle. Ama bu insanların iyi birer önder olabilmeleri için, partinin kendisinin iyi bir önderliği olması gerekir. X : O da ne yahu! Gene çorba gibi karıştırıp anlaşılmaz şeyler söylemeye başladın. W: Yani diyorum ki, önderlik mücadelenin ortaklaştırılması, merkezileştirilmesi için şart ve daha da önemlisi ustaların da dediği gibi, “tarihin bu en büyük savaşında vazgeçilmezdir.” Bununla birlikte hiç kuşkusuz partinin her şeyden önce bilimsel verilere dayalı, somut durumla uygunluk arz eden bir programı ve tüzüğü olmalı. Nicel durumuyla uyumluluk içinde olan sağlam organları bulunmalı. Söz konusu tüzük ve programı hayata geçirebilecek kadrolara sahip olmalı. X : Anladım. İyi de buna karşı çıkan mı var? Bunlar zaten her devrimcinin idealleri değil mi. W :Teorik olarak öyle. Ama şu yaşananlara bir bak bakalım ne görüyorsun? Hiç uzağa gitmene gerek yok. Kendimizden pay biçelim. Kendi ülkemizden uzağız, bulunduğumuz ülkedeki işçi sınıfından ve üretimden kopuğuz, o tren senin, bu araba benim dolap beygiri gibi koşuşturup duruyoruz. X : Ne yapsaydık yani? Köşemize çekilip otursa mıydık ya da silah alıp dağa mı çıkalım? W : Bulunduğumuz nesnel koşullarda bunun şimdilik gerekli olmadığını sen de biliyorsun. Buralarda da bir gün onun da zamanı gelir. Ama memlekette olsaydık böyle bir soru abes olurdu. İşin öte yanına gelince, elbette oturalım diyen yok. Ama önderlik dediğin plansız, programsız sadece koşturan demek değildir. Her şeyden önce de kitlelerle en yakın ilişki kuran ve birlik içinde olan olmalıdır. Sürekli değişen mücadele koşullarına ayak uyduran ve kendisini o koşullara uyarlayabilen, yeniden yeniden örgütlenebilendir. X : KP’sinin örgütlenmesi elbette ki hedefine, sadece hedefine değil, içinde bulunduğu taktik mücadele koşullarına da uygun olmalıdır. Bu doğru. Ama parti mutlak hatasız ve değiştirilemez bir örgütlenme de değildir. Sınıf savaşımının koşulları sürekli değiştiğine ve parti içindeki iki çizgi mücadelesi duruma göre değişimlere sebep olduğuna göre, her koşulda iyi ve doğru sonuçlara ulaşmak mümkün olmayabiliyor. Ama her zaman komünistlerin görevi bölünüp parçalanmayı değil, birliği korumak olmalıdır. W: Elbette ki komünistler için bu vazgeçilmez bir ilkedir. Ama hiç bir şey nesnel şartlardan ve gelişmelerden bağımsız da ele alınamaz. Yani hiç bir şeye mutlak gözüyle bakamayız. Ama içinde bulunduğumuz tarihin bu kesitin de dünya gericiliğinin topyekün, dünya halklarına saldırdığı böylesi bir süreçte, komünistler birleşebilecekleri tüm güçlerle birleşmek durumundadır. Bu noktada en ufak bir açık kapı bırakılmamalıdır. Mücadeleyi nasıl kitleselleştireceklerinin yollarını arayıp bulmalılar. Ama bu, kesinlikle bir kaç semt ve öğrenci komiteleriyle, hele de yurt dışındaki pineklemelerle olacak iş değildir. Bunları kesinlikle küçümsemiyorum. Ama devrim esas olarak gücünü üretim içinde bulunanlardan yani işçilerden ve köylülerden almak durumundadır. Ve daha da önemlisi devrimin stratejik yolu doğru tespit edilmek ve o yolda inatla yürümek gerekiyor. Söz konusu ilkeler yaz boz tahtasına dönüştürülmemelidir.


16 Başkanlık sistemi tartışmaları güncel haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Başkanlık sistemi tartışması ve onun merkezinde tekçi faşist Erdoğan’ın olup olmaması meselesi esas mesele değil aksine tali bir sorun olarak görülmelidir. Esas olan uluslararası emperyalist sermayenin hali hazırdaki merkezileşmesine uygun olarak emperyalizme bağımlı tekelci komprador kapitalist devletin yukarıdan aşağıya tüm temel kurumları ve işleyişinin yapılandırılmasıdır Başkanlık Sistemi tartışmaları yaklaşan genel seçimler süreciyle birlikte daha da alevlenmiş durumdadır. Fakat bu işin sadece bir boyutunu oluşturmaktadır. Zira başkanlık sistemi sadece sömürücü ve zulümkar sistem, sınıf ve kliklerinin tartıştığı bir durum değildir. Aynı zamanda devrimci ve komünist hareket de önderlik sorunu kapsamında bunu çeşitli düzeylerde tartışmaktadır. Hatta bu tartışmalar Uluslararası Komünist Hareket (UKH) saflarında da hala önemli bir tartışma konusu olarak sürmektedir. Komünizme kadar da tartışmalar sürecektir. Baştan vurgulamak isteriz ki hiç bir partinin ve hiç bir kimsenin aslında tarafını kaybettiği ya da tarafsız kaldığı gibi bir durum asla olmamıştır. Sınıflı toplumlar gerçekliğinde tarafsız hiç bir şeyin olamayacağı, tam aksine hangi sınıfa aitse onun karakterini taşıdığı doğru ve somut bir nesnel gerçekliktir. Tarafsız kalanın bertaraf olacağı da doğru bir şekilde bundan ötürü söylenmektedir. Dolayısıyla Erdoğan önderlikli cumhurbaşkanı ve AKP iktidarıyla muhalefetteki CHP, MHP ve diğer çevre ve tarafların başkanlık sistemi temelindeki tartışmaları da çeşitli düzeylerde sürmektedir. Karşı- devrimci düzen partilerinin tarafsızlık tartışmaları aslında kitlelere yönelik manipülasyondan ibarettir. Öyle ki Erdoğan açıkça milli şef olmak için ’’biz, bu ülkede milli şef özentileri çıkmasın diye başkanlık sistemi diyoruz, bir daha vesayet odaklarından güç alınarak milletin iradesi hiçe sayılmaya kalkışılmasın diye başkanlık sistemini istiyoruz’’ diyerek ayan beyan tekçiliği daha da merkezileştirmek istemektedir. Aynı şekilde hemen bütün AKP cenahı ’’şimdiki sistem dar geliyor ve bu açıdan başkanlı sistemi gereklidir’’ diyerek yoğun bir şekilde propaganda yürütmektedir. Yine ’’ben milletin tarafındayım’’ diyerek algı yönetimiyle manipülasyona devam etmektedir. AKP iktidarından CHP, MHP vd düzen partilerine kadar başkanlık sistemi üzerinden yürütülen tartışmaları tekçi faşist devlet içerisinde kendi durumlarının akıbetiyle doğrudan ilgilidir. İşin garip yanı ise temsili burjuva parlamenter cumhuriyet sistemi sanki demokratikmiş de başkanlık siste-

miyle diktatörlük gelecekmiş yanılsaması yaratılmasıdır. Oysa şimdiki temsili burjuva parlamenter cumhuriyet sistemi de tekçi faşist, onunla birlikte daha da merkezileşmiş bir temsiliyetin yaşandığı başkanlık sistemi de aynı şekilde tekçi faşist bir diktatörlük sistemleridir. Daha önceleri de hatırlatmıştık Hitler’in faşist Nasyonel Partisi de seçimle iktidara gelmiştir ki şimdi Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ’’milletin’’ kendisini seçtiği gerekçesiyle kendisinin milletin tarafında olması kadar doğal bir şey olmadığını iddia ederek yanılsama yaratıp manipülasyonda bulunmaktadır. Dememiz odur ki burjuva temsili parlamenter cumhuriyet sistemi içerisinde ister meclis ve hükümet ister başkanlık vb üzerinden devletin yönetimi söz konusu olsun, tekçi faşist özü ve niteliği değişmeyen bir durumdur var olan . Buna demokrasi, devrim ya da ilericilik telakki etmek önemli bir ideolojik politik kırılma ve yanılgıdır. Düzen paritlerinin sadece Erdoğan üzerinden bir tartışma yürütmesi önemli bir algı yönetimi ve manipülasyondur. Zira TC devlet gerçekliğinde milli şef ya da kişi sultası olmayan bir süreç yok gibidir. Kemal’den İnönü’süne, Bayar’dan Evren‘ine, Özal’dan Demirel’ine ve Erdoğan’ına kadar bu durumu tekçi hegemonya temelli devam etmiştir. Erdoğan’da tıpkı Kemal gibi tekçi faşist sınıfsal karakteri gereği hegemonyasını icra etmektedir o kadar. Burada bir ilericilik gericilik aramak ya da bu eksende bir tartışma yürütmek abesle iştigal bir durumdur.

Başkanlık sistemi tartışmalarının arka planında yatan gerçekler Kaldı ki başkanlık sistemi tartışması ve onun merkezinde tekçi faşist Erdoğan’ın

olup olmaması meselesi, esas mesele değil aksine tali bir sorun olarak görülmelidir. Esas olan uluslararası emperyalist sermayenin hali hazırdaki merkezileşmesine uygun olarak emperyalizme bağımlı tekelci komprador kapitalist devletin yukarıdan aşağıya tüm temel kurumları ve işleyişinin yapılandırılmasıdır. Bütün mesele tıpkı yeni anayasa meselesinde olduğu gibi başkanlık sisteminin de uluslararası emperyalist sermayenin merkezileşmesine uygun olarak devletin temel kurumlarının dizayn edilerek buna göre işlevsel kılınmasıdır. Yine temsili parlamenter-bürokrat burjuva devletin her bir biçimi ve bu çerçevedeki parlamenter cumhuriyet ya da başkanlık sistemlerinin tek başına bir demokrasinin tecellisi ve daha da ilerisi sosyalizme ve komünizme de götürmeyeceği gerçekliği de görülmelidir. Nitekim proletarya ve emekçileri sadece bir oy deposu olarak telakki edip seçimlerden seçime hatırlanması ve gündeme getirilmesi ne adına yapılırsa yapılsın asla sosyalizme götürmez, götüremez. Bu noktada proletarya ve emekçilerin doğrudan yönetimi, Komünler, Sovyetler, Konseyler üzerinden bir merkezileşmiş yönetim sistemi doğru ve bilimsel olandır. Temsili burjuva parlamenter cumhuriyetin sosyalizm şeklinde tasavvuru da aynı şekilde önemli bir ideolojik politik kırılma ve yönelimdir. Burada kuşkusuz tek başına Başkanlık Sistemi ya da Daimi Komiteden kaynaklı olarak sosyalizmden geriye çark edildiği gibi bir anlayış içerisinde değiliz. İfade etmek istediğimiz tek başına böylesi bir kurumun varlığı geriye dönüşlerin tek nedeni olmaz ama tehlikeli bir zemin hazırlar, hazırlamıştır da. Gerek devrim gerekse de karşı- devrim saflarında başkanlık sistemi ve Daimi Ko-

mite olguları özde değişmeyen bir olgunun iki ucu olarak görülebilir. Nitekim her iki halde de başkanlık sistemi ve Daimi Komite tekçilikte birleşmektedir. Yine her ikisi de aynı şekilde imtiyazlı özel bir durumu başta kabullenmektir. Maoist Komünistler 2. Kongresi‘nde Başkanlık Sistemi ve Daimi Komite tartışmalarına yönelik önemli ileri bir seviyeyi yakalamıştır. 3. Kongre‘yle de bunu daha da ilerletmiş ve sekreterlik sistemini de kaldırarak önderlik meselesine ilişkin dönüşümlü koordinatörlük sistemini uygun bulmuştur. Sınıflı toplumlar tarihine baktığımızda başkanlık sistemi ve Daimi Komite uygulamalarının da geçmiş süreçlerde kullanıldığını ve hala bu yönde anlayış ve pratikleri savunan çizgi ve yönelimlerin olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla sadece düzen partilerinin yada bir partinin veyahut da dar kişisel rekabet ortamı içerisinde değilde tam da teorik ve tarihsel arka planlarını da ele alarak başkanlık sistemi ve daimi komite anlayışı ve pratiklerini tartışmak durumundayız.

Önderlik sınıf mücadelesinin zorunlu bir gerçekliğidir Sınıflı toplumlar gerçekliğinde ve kavrayışta eşitsizliklerden kaynaklı olarak sürekli ileri ve geri düzeylerde fikirler, düşünceler, projeler, programlar, teorik ve pratik anlayış ve çizgi sahipleri ve savunucuları olacaktır. Bu anlamda birileri öne çıkarken ötekiler de gerilerde kalacaktır. Bütün fikirlerin doğru yanlış temelinde kanıtlanacağı yer ise bizzat sınıflı toplumlar gerçekliğinde toplumsal pratiktir. Böylesi bir sınıflı toplumlar gerçekliğinde bir hareket, grup, parti, hükümet ve devlet vb örgütlenmeler içerisinde önderlikler de çıkmaktadır. Önderlik, sınıflı toplumlar gerçeğinin tarihsel bir olgusu ve ihtiyacı olmakla birlikte sınıflar mücadelesinin de


16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

zorunlu bir gerçeğidir. Kuyrukçu ve kendiliğinden yaklaşımlarla bu tarihsel zorunluluk yok sayılamaz. İşte bu önderlikler zamanla kendilerini kanıtlamış, hata yapmaz ve yanılmaz otorite, değişmez, sürekli doğruları bilir ve uygular vb anlayış ve yönelimleriyle ne tür ortam içerisinde olursa olsun özel imtiyazlı bir hale dönüştürülmektedir. İşte siz buna önderlik sorunu düzleminde ortaya çıkan başkanlık sistemi ve Daimi Komite uygulmaları deyin. Niyetlerden bağımsız objektif olarak başkanlık sistemi ve Daimi Komite, anlayış, çizgi ve yönelimleri bir hamallar ya da hizmetler bölüğü şeklinde tasavvur edilmemiş aksine özel imtiyazlı bir niteliğe büründürülerek kolektif değil bireyci ve tekçi sistemler egemen kılınmıştır. Kolektif önderlik geleneğine sahip Maoist Parti‘de önderlik konusunda önemli ve yüksek bir görüş birliği vardır. Önderliğin basit bir seçim meselesine indirgenmeden, tarihsel olarak izlenmiş roller, temsil edilmiş çizgi, kapasite, inisiyatif ve donanım itibarıyla gerçekler temelinde bilinçli ve somut olarak ifade edilmesi açısından stratejik düşünülüp program, tüzük, parti ve kongreye tabi olmak şartıyla sürekli bir kurum olarak bilinçlice formüle edilmesini savunan görüş Maoist Komünist Parti 2. Kongresi’nde ele alınıp tartışıldı ve değerlendirilerek kabul edildi. Maoist hareket uluslararası alanda sürekli var olan dar çekirdekle partileri, devletleri, toplumları, devrimleri ve yönetimleri, yönlendirme anlayışına devrim olmadan şimdiden karşı çıkarak merkez komitelerini ve önderlik kademelerini sürekli belirli sayıda çoğaltarak kolektif mücadeleyi daha da genişleterek ilerlemesi perspektifini ortaya çıkarmıştır.

Daimi Komite noktasında ideolojik mücadele yürütülmelidir Daimi Komite adlandırmasıyla da savunulup önerilen bir başka görüş ise Maoist Parti 2.Kongre iradesi tarafından reddedildi. Bu yanlış anlayışın, kolektif önderliği ve iki çizgi mücadelesini yadsıdığı, "partinin kolektif önderliği savunularak, Daimi Komite ve başkanlık sistemi’ni reddetmesi gerektiği" görüşü kongre iradesi tarafından yüksek bir iradeyle benimsendi. "Partinin ulusal ve uluslararası alanda kolektif önderliği savunarak Daimi Komite ve başkan-

17

lık sistemi anlayışlarına karşı kardeş partiler ve devrimci örgütler içerisinde ideolojik mücadele yürütmesi" görevine işaret edildi. Zira Uluslararası Komünist Hareket(UKH) ve Türkiye- Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketi içerisinde hala Daimi Komite ve Başkanlık Sistemi‘ni savunarak önemli bir kırılma içerisinde olanlar vardır ve buna karşı ideolojik mücadele ertelenemez bir görevdir. Daimi Komite ve buna bağlı olarak Başkanlık Sistemi; Maoist Komünist Partisi açısından iki çizgi mücadelesini ortadan kaldıran, azınlığın diktatörlüğünü garantileyen, denetime tabi olmayan, kongre iradesini hiçe sayan, siyaset yapmayı bir grubun tekeline hapseden, yeni önderlerin yetişmesini engelleyen, kitlelerden kitlelere ilkesini reddeden, kişileri yanılmaz otorite gören ve bilimsel olmayan bir önderlik anlayışı olduğundan kesinlikle reddedilmelidir. Kolektif olan ve sürekli ihtiyaç temelinde genişleyen, parti iradesince sürekli seçim yoluyla denetime tabi olan önderliği savunmalıyız. Parti tüzüğüne ve örgütsel ilkelerimize belirtilen biçimiyle tabi bir önderlik anlayışı bizim önderlik anlayışımızdır. Daimi Komite ve başkanlık sistemi Maoizm‘den kırılmadır. Daimi Komite noktasında ülkemizde ve uluslararası alanda ideolojik mücadele yürüterek kardeş partilerimiz ve devrimci partilerde kırılmaların da önüne geçilmesi sağlanmalıdır.

YÖNELİM

≫ kazım cihan

DİNCİ TÜRK USULU DEVLET

I

rkçı-asimilasyoncudinci- gerici eğitime karşı, bilimsel-demokratik-anadilde eğitim hakkı için boykota, egemenlerin biber gazı-TOMA’lar geçidinde yine eksik olmadı. Antep’te “haydi ulan” talimatlarıyla daha önceleri mülk dünyalarının korunmasında, sosyal taban olarak gördükleri, esnafın tutucu reflekslerini harekete geçiren RTE rejimi, bazı haklar talep ettiklerinde onlara da saldırdı. Soykırım, katliam, tehcir, işkence ve zindanlar makinesinin, genel karakteristik vahşeti karşısında bunlar ne ki?? Burada önemli olan şu (Yeni Türkiye ) denilen, yeni Osmanlı rejiminin kodları.’’ (“İç Güvenlik Paketi’’ , “kamu düzeni’’ adına, fiilen uygulanan ve yıllarca meşrulaştırılacak olan sürekli sıkıyönetim. AKP kumandalı devletin, RTE sultanlığına çıkarılmasında, tüm mekanizmaların kutsal liderliğin ihtiyaçlarına göre şekillendirilerek Pederşahi yönetim biçimi. Fiiliyat zaten budur. Faşist diktatörlüğün sadece adından bahsettiği aslında sözde ‘kuvvetler ayrılığı’ bile, bir lükstü,’ayak bağı’ydı. Bilinen Başkanlık Sistemleri)de olmaz.. Hiçbir kontrol, egemenler paylaşımı denge mekanizmalarına takılmayacak, yasama ,yürütme ve yargıyla uğraşmayacak Türk usulü bir Sultanlık rejimi. Tekfirci Seleficiliğin Türk versiyonu. Mussoloni Hitler Kemal ruhunun yeşil varyantı. Dinci, rantçı, Sünni Türk tekçi şebekenin deformasyon, manipülasyon ve bilgi kirliliğiyle sunduğu (ileri demokrasi) yönetim, muazzam kırılgan fay hatları üzerindedir. Roboski IŞİD’li katliam cihazı çözümlü katliam oyalama tasfiye planlarıyla uzun vadede sürdürülemezliğini bildikleri yönetimlerine karşı halkların meşru direnme hak ve meşru görev savunma savaşına karşı, egemenler cephesinin iç savaş

hazırlıklarında mevzilerini tahkim için yanılsamalardan kopmayanları tahkim edilmiş eylemsizlik sınırına çivileme gayretindedir. (İç güvenlik paket) leri bu stratejilerinin halkasıdır “makul şüphe” , “önleyici tedbirler” adına uygulananlar, iç savaşa göre egemenler cephesini mevzilendirme pratiğidir. Ezilen ulus inanç ve emekçilere zaten dayatılmış sürdürülen haksız savaşta, yeni bir merhale olan haksız savaşta, muhafazakâr dinci gericilik, sekülerizm düşmanı monist tekçiliğini OHAL uygulamasını genele yayarak tahkim etmektedir. Düşünceyi ifade hakkı bir yana, düzen içi gösteri toplantılarına da tahammül yok. Grev yasakları somut örnektir. Genel stratejileri, güvenlikçi devlet politikalarıdır. Burjuva düzenlerde seçimler, halkın iradesini ortaya koyması değil, majestelerin hangi kesimlerince ezilmeye razı olduklarını saptama anketidir. Türkiye’de RTE mutlak hâkimiyet planıyla yapılacak seçimlerde egemen sınıfların diğer kliklerinin bile manipüle edildikleri bir çadır tiyatrosu sergilenmektedir. RTE saray yönetimi, çoğunlukçu parti devletle de yetinmemekte ve tek adam mutlak hâkimiyeti istemektedir. Merkez Bankası’na müdahalede görülebileceği gibi şekli özerkliklere de tahammül edilmemekte aksine geleneksel mağduriyet oyunlarıyla ve üstelik faiz vurguncusu spelatörlüğünü başka yerlere fatura etmektedir. Parlamenter demokrasi ve Başkanlık ikilemi çerçevesinde sürdürülen rejim tartışmaları aldatmacadır. İki biçim özü aynı olan burjuva diktatörlüğüdür. Coğrafyamızın tarihsel, iktisadi ve siyasal koşullarında faşizm T.C.devletinin gerçeğidir. Hepsi bu. Elbette seçimlere ilişkin taktik ayrıca ele alınacaktır. Genel stratejik yönelimimiz, faşizme, her tür burjuva temsili parlamenter ya da diğer tüm biçimlere, bürokratik merkezi üniter burjuva devlete karşı, proletarya ve emekçilerin doğrudan katılımıyla her üretim birimi, yerelden bölgesele kendi kendini doğrudan yönetendir alternatifimiz. Komün, Konsey ve Sovyetlerin koordinasyonu olan denetlenebilir merkezileşme. Düzeni aşmayan ve onun çeperinde eklemlenmiş reformcu kantonculuk değil.


18

kadın haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

Sadece üzgün değİl her zamankİnden daha çok öfkelİyİz! Mersin’in Tarsus ilçesinde okuldan eve dönmeye çalışan Özgecan Aslan isimli 20 yaşındaki bir üniversite öğrencisi, minibüs şoförü Suphi Altındöken’in tecavüz girişimine karşı koyunca katledildi. Katil, babası ve arkadaşını da yanına alarak Özgecan’ın cesedini yakarak bir dereye attı Kadınların sistematik olarak maruz kaldığı işkence, katliam ve her türlü cinsel saldırı ülkemizin ‘olağan’ gündemlerinden biri. Her gün yeni katliam ve saldırı haberleriyle karşılaşırken artık bu saldırıları ‘kanıksamış’ bir tepkiyle karşılıyoruz. Çünkü bu ülkede devlet erkinden onun toplumdaki en temel birimlerinden olan “kutsal ailesine” kadar her mekanizmasına sızmış bir zulüm çarkı kadınlar için “kader ve fıtrat” ikileminde dönüyor. İşte bu kısır döngüde bir katliam haberi daha yürekleri dağlıyor. Belki her zamankinden biraz daha vahşi, hunharca ve alçakça; 20 yaşında üniversite öğrencisi bir genç kadın kaçırılarak tecavüz ediliyor/tecavüz girişiminde bulunuluyor, katlediliyor ve delilleri karartmak için cesedi yakılarak bir dereye atıldı.

Özgecan nasıl katledildi? Çağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü 1.Sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Özgecan Aslan’ın 11 Şubat’ta birlikte yemek yediği bir arkadaşından ayrıldıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamaması üzerine ailesi hakkında kayıp bildiriminde bulundu. Üç gün sonra şüphelenilen bir minibüste yapılan arama sonucunda minibüste kan izlerine ve bir kadın şapkasına rastlanması üzerine gözaltına alınan Necmettin Altındöken ve Fatih Gökçe isimli kişiler katliamı itiraf ederek Özgecan’ın cesedini attıkları yeri göstermeleri sonucu Özgecan’ın bir bölümü yanmış cesedine Cin Deresi denilen mevkide ulaşıldı. Katliamın esas faili Necmettin Altındöken’in oğlu Suphi Altındöken ise bir gün sonra saklanmaya çalışırken yakalandı. Ülkü Ocakları mensubu olan ve daha sonra ülkücü işaretleri yaptıkları fotoğrafları ortaya çıkan katillerin sorgularındaki itirafları katliamın nasıl planlı bir vahşetle işlendiğini ve saklanmaya çalışıldığını gözler önüne seriyor. Tam olarak kesinleşmemesine karşın katillerin ifadelerinden ve bulgulardan ortaya çıktığına göre vahşi katliam şöyle gerçekleşti: Minibüs şoförü Suphi Altındöken Özgecan’ın minibüste son yolcu kalması üzerine D-400 karayolundan Mersin’e gitmesi gerekirken güzergâh değiştirerek TarsusMersin Otoyolu’na saptı ve 3 kilometrelik bağlantı yolunun ortalarındaki sakin bir

bölgede minibüsü durdurarak Özgecan’a tecavüze kalkıştı. Özgecan’ın yanında taşıdığı biber gazını sıkıp yüzünü elleriyle tırmalayarak direnmesi üzerine, Altındöken Özgecan’ı defalarca kez bıçakladı. Sonra da başına minibüste bulunan bir demirle vurarak katletti. Katil daha sonra minibüsteki cesetle Tarsus’a dönerek cesedi yok etmek için yanına eski kuyumcu olan 50 yaşındaki babası Necmettin Altındöken ve 20 yaşındaki arkadaşı Fatih Gökçe’yi alarak cesedi ormanlık bir alanda yakarak bir dereye attı. Suphi Altındöken’in Özgecan’ın boğuşma sırasında yüzünü tırmalaması nedeniyle, tırnaklarının arasında DNA örneğinin kalmaması için her iki elini de bileklerinden kesip, kollarından ayırdıktan sonra yaktığı ortaya çıktı. Katillerin Özgecan’a tecavüz edip etmediğinin ise yapılan otopsinin sonucuna göre belirleneceği kaydedildi. Katiller sağlık kontrolü için götürüldükleri Tarsus Devlet Hastanesi önünde toplanan kitle, katilleri linç etmek istedi.

Özgecan’ın cenazesini kadınlar taşıdı Özgecan’ın cenazesi 14 Şubat’ta Mersin Şehir Mezarlığı'nda toprağa verildi. Binlerce kişinin katıldığı cenaze töreninde Özgecan'ın ailesi kadın katliamlarının son bulmasını talep ederken cenaze töreni sırasında erkeklerin saf tutmasını istemedi. Aile törene katılan kitleye ve gösterilen dayanışmaya teşekkür ederken Özgecan’ın cenazesini kadınların taşımasını istedi. Kadınlar cenaze töreninde “helallik alındığı” esnada "katiller ıslah edilsin” diyen hocaya tepki göstererek “Katillerin ıslah edilmesini istemiyoruz. Kendi adaletimizi kendimiz arayacağız” diyerek tepki gösterdi.

Herkes çok üzgün (!)

Daha önce “Tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar” , “Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün anası ölsün” , “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur” diyen ve bu katliamın toplumsal zeminini hazırlayan AKP bürokratları yaşanan katliamın kamuoyunda yarattığı infial sebebiyle yüzsüzce sıraya girerek ‘ne kadar üzgün’ olduklarını beyan etti. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, "Özgecan'ın ölümü insanlık suçudur. İnsanlıktan çıkmış bu katiller hak ettikleri en ağır cezayı alacaklar" derken, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ise “insanlığın katledildiği" cinayetler için idam cezasının getirilmesi gerektiğini iddia etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan eşiyle birlikte Özgecan’ın ailesini arayarak “cinayeti şiddetle kınadıklarını ve genç kızın vefatından son derece müteessir olduklarını” iddia ederek aileye “sabır ve metanet” telkin ederken, Başbakan Ahmet Davutoğlu ise “Bu alçakça saldırının katillerinin gerekli cezayı alması için her şey yapılacaktır” sözleriyle gündeme damgasını vurdu (!). Esas vahim açıklamalardan biri ise cani katillerin ülkü ocakları mensubu olmaları üzerine ‘kendilerini savunan’ Ülkü Ocakları’ndan geldi. Bu alçakça fiili gerçekleştirenlerin “Türk toplumu arasından çıkmış olmasına” şok olan ülkü ocakları (!) “Karısına şiddet uygulayan, onu yaralayan bir erkeğe gösterilen elitist tepki, insanların ailece ekran başında olduğu akşam kuşağında yayınlanan bir dizideki 6 dakikalık müstehcen sahnelere karşı da gösterilmelidir.” telkininde bulunarak “cinselliğin normalleşmesine” veryansın etti (!).

Özgecan’ın katilleri gücünü bu sistemden alan bilinçli caniler

Kadınlar sokak ortasında katledilirken, milyonlarca kadın sistematik olarak baba, ağabey, koca ve diğer erkeklerin, erkek egemen sistemden aldıkları güçle çok yönlü şiddetine maruz kalırken “hepimiz çok üzgünüz”. Ülkemiz “ex” Başbakanı şimdinin ‘reisi cumhuru” Erdoğan eli kanlı, tecavüzcü polis şefi Sedat Selim Ay'ı “yedirtmeyeceğini” söylerken, “hepimiz yine çok üzgündük”. Akşamları sokağa çıkan kadınları “ayıplarken”, onları neler giymeleri ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda her geçen gün daha da darlaşan ve keskinleşen sınırlar içerisine hapsederken, bu toplumun tamamı ve erkek egemen sistemin kendisi değil mi bu vahşi katliamların zeminini hazırlayan, ona el veren? Bu ülkede kadınlar her gün “korkarak” ya da varlığını ve iradesini yok sayarak yaşamaya daha doğrusu yaşam kılığında bir ölüme mahkûm edilirken “hepimiz yine çok üzgünüz”. Hayır, artık herkes bilmeli ki vakit sadece üzgün olmanın değil her zamankinden daha fazla öfkeli olmanın, öfkeyi kadını hiçe sayan, katleden sömürücü sisteme karşı örgütlü ve sistematik bir mücadeleye dönüştürmenin zamanıdır. Çünkü biliyoruz ki bu vahşi kadın düşmanı, emek düşmanı, insanlık ve doğa düşmanı sistem yıkılmadan Özgecanlar bitmeyecek. Kadınlar bu ülkede artık “otobüste son kalan yolcu olmaktan” , “akşam tenha bir sokakta yalnız yürümekten”, evde kendisini bekleyen ağabeyinden, kocasından vs korkarak yaşayan kadınlar değil, kendi kaderini kendisi tayin eden ve yazgısını eline alarak korkunun üzerine örgütlü mücadeleyle yürüyenler olarak erkek egemen sistemin bilinçli cellâtlarına karşı toplumsal kurtuluş mücadelesinin en ön saflarında yer almasının zamanı gelmiştir.


16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

kadın haber

19

Mirabellerden Özgecan’a katleden devlettir! Mersin’de tecavüze uğradıktan sonra katledilen daha sonra da cesedi yakılarak ormana atılan 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan için ülke genelinde eylemler düzenlendi. ‘Kendi adaletimizi kendimiz arayacağız’ diyerek sokaklara çıkan binlerce kadın Özgecan şahsında tüm katledilen kadınların hesabını soracağını meydanlarda haykırdı Bugün bir kadın daha katledildi, şimdi bir kadın daha katlediliyor. Geçmişten bugüne katliamcı geleneğini kendine rehber edinen erkek egemen devlet açıkça çıkardığı yasalarla, yaptığı açıklamalarla kadınların fıtratında ölmek var diyor. Kadın katliamlarına dur demek için sokağa çıkan binlerce kadın ise ‘erkek-yargı-devlet işbirliğine karşı hesap sormak için buradayız’ diyor.

‘Erkek vuruyor devlet koruyor’ Kadıköy Altıyol’da bir araya gelen kadınlar Rıhtım’a yürüdü. Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu'nun çağrısıyla gerçekleştirilen yürüyüşte “Özgecan Aslan ölümsüzdür” , “Özgecan’ın hesabı sorulacak” , “Erkek vuruyor devlet koruyor” sloganları atıldı. Rıhtım’da yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Ne evlerde ne de sokaklarda güvenliğimiz var. Yapılan tüm yasal düzenlemelerin kâğıt üzerinde kaldığı, taciz, tecavüz ve kadın cinayeti davalarında mahkemelerin erkeklik indirimi vermek için yarıştığı bir ülkede erkek şiddetinden, kadın katliamından kim sorumlu? Artık tek bir kadının daha şiddet görmesine, katledilmesine tahammülümüz yok.” Konuşmasında 14 Şubat Sevgililer Günü'nü de protesto eden Alıcı, "Özgecan gibi birçok kadın katledilirken, bizler yakınımızda olan erkeklerin öldüren sevgisini istemiyoruz" dedi. Ardından tekrar yürüyüşe geçen kadınlar Kadıköy Çarşı'da ve Bahariye'de yürüyüş gerçekleştirdi. Kadınların yürüyüşü Kadıköy halkı tarafından alkışlarla karşılandı.

“Kadın katillerini mahkemede ‘ak’layanlar Özgecan’ın asıl katilleridir” Tarsus Emek ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla düzenlenen yürüyüşte “Özgecan Aslan’ın katillerinden hesap sorulsun” pankartı arkasında binlerce kişi yürüdü. Yarenlik alanına gelindiğinde yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Evine gitmek için bindiği dolmuştan üniversiteli kadın arkadaşımız inememiş, katledilmiştir. Her gün 5 kadının katledildiği ülkemizde 2014 yılının ilk 11 ayında 270 kadın katledilmiştir. 2014 Kasım ayında 15 kadın öldürülmüştür. Mersin’de ise son dönemde giderek art-

maya başlayan kadın cinayetlerine baktığımızda 3 Kasım’da 2 yıl önce ayrıldığı eski eşi tarafından kurşunlanan Hatice Uysal, 10 Aralık’ta eski eşi tarafından öldürülen Yasemin Çetiner ve daha sonra 13 Ocak’ta evinde öldürülen Nurcan Bıyıklı’yı görüyoruz. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu cinayetlerin sorumlusu kadınların kahkahasından korkan, ‘kadın erkek eşit değildir’ diyen, kadın cinayetlerinin hızla artmasına sebep olan zihniyettir. Tacizcileri, tecavüzcüleri, kadın katillerini mahkemede ‘ak’layanlar Özgecan’ın asıl katilleridir. Dün gibi hatırlıyoruz, Münevver Karabulut katledildiğinde dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ‘kızını yalnız bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya’ demişti. Şimdi de Özgecan’ın bir kader kurbanı olduğunu söyleyeceksiniz her yerde, fıtratında bu var diyeceksiniz, sizin peşinizden erkek egemen yargı devreye girecek, sizin kadın düşmanlığınıza dayanarak katillere haksız tahrik indirimi uygulamaya kalkışacak. Böylece tüm kadınlar susacak, size ve sizin kan kokan iktidarınıza itaat edecek zannediyorsunuz değil mi? Ama yanılıyorsunuz. Özge’yi canımızı aldınız! Asıl şimdi siz korkun kadınların öfkesinden!” Açıklamanın ardından eylem oturma eylemiyle sonlandırıldı.

Özgecan’ın katilleri erkek, devlet ve yargı birliğidir! Dersimli kadınların çağrısıyla Sanat Sokağı’nda “Devlet Tecavüzcüyü Katili Koruma Kollama Yargıla! Özgecan’ı ve Katledilen Kadınları Unutmayacağız” pankartı arkasında toplanan Dersimli kadınlar, İnsan Hakları Anıtı önüne yürüdü. Aralarında Demokratik Kadın Hareketi’nin de olduğu kitle yürüyüş boyunca “Erkek vuruyor devlet koruyor” , “Katillerden hesabı kadınlar soracak” , “Tecavüz insanlık suçudur Özgecan’ı unutma” , “Kadın katliamına son” sloganları attı. Palavra Meydanı’nı trafiğe kapatan kitle burada basın açıklaması gerçekleştirdi. Yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Son dönemlerde kadın katliamlarının katlanılmaz hale geldiğine hepimiz çok yakından tanık oluyoruz. Evde, sokakta, iş yerinde ve hatta minibüste beklenmedik şiddete maruz kalabiliyor, ölümle burun buruna geliyoruz. Eşimiz, babamız, kardeşimiz tarafından namus kavramı başta olmak üzere çeşitli sebeplerin arkasına sığınılarak ulu orta katledilebiliyoruz. Doğurduklarımız hemcinslerimizi katlediyor! Özgecan’ın katilleri erkek, devlet ve yargı birliğidir. Katilleri aklayan tüm devlet kurumları kadın katliamlarının ortağıdır! Özgecan’ın katilleri sizler değil misiniz? Erkekleri cesaretlendiren, tecavüzü ve katliamları teşvik eden, adalet anlayışınız, söylemleriniz değil mi? Özgecan’ı kadına yönelik uygulamalarınız politikalarınız öldürmüştür.”

‘Bizler canımızı sokaklarda bulmadık ama sokaklarda savunacağız’ Aralarında DKH Balıkesir örgütlülüğünün de olduğu Balıkesir Kadın Yaşam ve Özgürlük Platformu’nun çağrısıyla Özgecan Son Olacak’ yazılı pankartın arkasında toplanan kitle TÜİK önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Kadınlar olarak potansiyel birer ‘tecavüz nesnesi’ olarak görülüyoruz. Nefes alamıyor, rahat yürüyemiyor ve ölüm korkusuyla yaşıyoruz. Kampüsten sokaklara kadar tüm alanlarda cinsiyetçi söylemlerle sürekli aşağılanıyoruz. Çocuk yaşta evlendiriliyor, gerdek gecelerinde öldürülüyoruz. Ne giyeceğimizden ne söyleyeceğimize kadar belirleniyoruz. Öfkeliyiz; çünkü üzgün olmaktan çoktan vazgeçtik kaderimize boyun eğmekten, kabullenmekten çoktan vazgeçtik. Özgecan gibi katledilen tüm kadınlar için savaşmayı öğrendik. Bundan böyle aramızdan aldığımız her kadın için çığlık olup akacağız. Şiddetinizle asla barışmayacak, erkek egemen anlayışınızı başınıza yıkacağız. Bizler yakmakla bitiremediğiniz Özgecanlarız. Hesabını soracağız. Bizler canımızı sokaklarda bulmadık ama sokaklarda savunacağız.”

Polis yürüyüşü engellemek istedi Basın açıklaması okunduktan sonra kitle yürüyüşe geçti. Yürüyüş kolluk güçlerinin müdahalesiyle engellenmek istendi fakat kitlenin kararlı duruşuyla yürüyüşe devam edildi. Buradan Ali Hikmet Paşa Meydanı’na yürüyen kitle katledilen tüm kadınların anısına saygı duruşunda bulunduktan sonra sloganlar eşliğinde dağıldı. Yürüyüş sırasında kitle, “Kadınlar yürüyor mücadele büyüyor” , “Sessiz kalma suça ortak olma” , “Emeğimiz bedenimiz kimliğimiz bizimdir” , “Jin jiyan azadi” , “Katledilen kadınlar isyanımızdır” sloganları atıldı.

DKH’den Ankara’da sessiz yürüyüş Kızılay’da Sakarya ve Yüksel Caddesi’nin ara sokaklarında yürüyüş gerçekleştiren Demokratik Kadın Hareketi (DKH) üyeleri, kadınlara yönelik tacize, tecavüze ve katliamlara her gün bir yenisinin eklendiği ülkemizde, bunca vahşeti görmezden gelip susarak yine erkekleri aklayan erkek egemen zihniyete tepkilerini ağızlarını bantlayarak gösterdi. Kızılay Metrosu içinde yürüyüşe devam eden DKH üyelerine ve katledilen Özgecan’a küfür ederek tacizde bulunan 3 erkek, DKH üyelerinin ve halkın yoğun tepkisiyle karşılaştı. Tacizciler teşhir edilip dövülerek alandan çıkarıldıktan sonra eyleme devam edildi. Yüksel Caddesi’nde yapılan basın açıklamasının ardından eylemi sonlandıran DKH üyeleri, Ankara Kadın örgütlerinin Özgecan için gerçekleştirdiği eyleme de katılarak destek verdi. Gazetemiz yayına hazırlandığı sırada Özgecan Aslan’ın katledilmesiyle ilgili protesto eylemleri ülkenin dört bir yayılarak devam ediyordu.


20

kültür sanat

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

‘İnsan öyküsüyle vardır’ diyoruz. Mağara duvarına çizilen ilk resimden, şamanların, büyücülerin ilk anlatılarından, ilk bilinçli şekillerden ve giderek ilk harflerden, Gılgameş’ten, Homeros’tan, masallardan, mesellerden geliyoruz. Duvarlardan, tabletlerden, papirüsten, kâğıttan, kalemden geliyoruz. Sesimizi arıyor, sesimizi aktarıyor, öykümüzü yaratıyor, öykülerimizi dinliyoruz Hangi 14 Şubat denildiğini duyar gibiyim. Elbette bir zamandır Türkiye’de ve giderek Kürdistan’ın çeşitli illerinde de kutlanmaya başlayan 14 Şubat Dünya Öykü Günü kutlu olsun. İnsan maneviyatının ve maddiyatının sömürüsüne, vakumla çekilip piyasaya aktarılmasına dönüşmüş Aziz Valentine Günü ya da Sevgililer Günü pazarının yapış yapış tezgâhlarından uzağız. Kasım 2003’de 69. Uluslararası PEN Dünya Kongresi’nde onaylanan 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü doğurdu. 14 Şubat 2002 tarihinde Ankara’da yapılan Öykü Forum’a katılan öykücüler yazar Özcan Karabulut’un Dünya Öykü Günü önerisini kabul etti. O yıl Karabulut’un başkanlığını yaptığı Edebiyatçılar Derneği projeyi Türkiye PEN Merkezi’ne taşıdı. Türkiye PEN Merkezi de Uluslararası PEN’e onaylaması için iletti. Böylece Dünya Öykü Günü önerisi Uluslararası PEN Genel Kurulu’nda Çeviri ve Dilbilimsel Haklar Komitesi’nin önerisi olarak kabul edilmiş oldu. Ankara, İstanbul, İzmir, Amed, Batman ve diğer bütün illerde öykülerle bir araya gelen söz arayıcılarını selamlıyoruz. Biz de 14 Şubat’ı Dünya Öykü Günü olarak kutluyoruz. Öyküye, edebiyata selam duruyor, aramızdan ayrılmış artık hayatta olmayan öykücülerimizi ve edebiyatçılarımızı da saygıyla anıyoruz. İnsanın insan olma macerası aynı zamanda kendini anlatma ve ifade etme macerasıdır. “İnsan öyküsüyle vardır” diyoruz. Mağara duvarına çizi-

İnsan öyküsüyle vardır

len ilk resimden, şamanların, büyücülerin ilk anlatılarından, ilk bilinçli şekillerden ve giderek ilk harflerden, Gılgameş’ten, Homeros’tan, masallardan, mesellerden geliyoruz. Duvarlardan, tabletlerden, papirüsten, kâğıttan, kalemden geliyoruz. Sesimizi arıyor, sesimizi aktarıyor, öykümüzü yaratıyor, öykülerimizi dinliyoruz. ‘Hayal gücü iktidarı’nın arayışçılarıyız

Uzun bir süredir yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle hastanede tedavi gören değerli dostumuz, yoldaşımız Fatma Eren Gündüzkanat yaşama gözlerini yumdu. Ailesi ve dostlarının başı sağolsun DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU

Bu büyük arayışın, kavrayışın, reddedişin kavgasında büyük söz sanatıyla, edebiyatla, öyküyle duruyoruz. Paramaz Kızılbaş’ın son mektubunda dediği; “Hayal Gücü İktidara”nın arayışçısıyız. Hayal gücü iktidara yürürken öykümüzü kuruyor, oluşturuyor, paylaşıyoruz. Halklarımızın destanlarından kopup gelen nice kahraman var hayatlarımızda. Her biri

büyük birer öykü kahramanı. “Sade Öykü” değil, insanın, özünde hayatı üreten, yaratan, bölüşen insanın, işçi ve emekçilerin, topraksız rençberlerin, kadınların ve LGBTİ bireylerin, kapitalist sistemin, kokuşmuş feodal geleneklerin çarkları altında ezilen, sömürülen, “öteki”leştirilen insanın öyküsünü arıyoruz. Hayal gücü orada. Hayat gücü orada çünkü. Çünkü “biz başka âlem isteriz”. “Tarihin sonu” , “kahramanlık çağının sonu” ilan edilmişken, insanın tarihi yapan ve yaratan olduğu inkâr edilmişken “hayır” diyoruz, insan öznedir, tarihi yapar ve değiştirir. Mazlum Doğan’a, Baba Erdoğan’a bakıyoruz, bugün Kobanê’de yeni destanlar yaratan yüzlerce genç kadın ve erkeğin, yaşlı ve gencin öykülerine dikkat kesiliyoruz. O öykülerdeki derinliğe, keskinliğe, genişliğe, o öykülerdeki ütopyaya, o ütopyalardaki gerçeğe, o gerçeğin tenine değiyoruz. Her birinin öyküsünü, imgesini, sözünü dünya insanlığına, insanlığın yazılmamış tarihine ulaştırmak boynumuzun borcudur diyoruz. Yaşasın öykü! Çehov’un duvarda asılı her nasılsa patlayacak tüfeğiyiz. Sait Faik’in “bir insanı sevmekle başlayacak her şey” ini halk sevgisiyle bağdaştıranız, Sabahattin Ali’nin kırılmış gözlükleriyiz, Hemingway’ın “ Bebek Patikleri”yiz Orhan Kemal’in topraksız köylüleriyiz, Bekir Yıldız’ın “Kaçakçı Şahan”ıyız, Gorki’nin “Arkadaş”ıyız, Sevgi Soysal’ın “Tutkulu Perçem”iyiz, Yaşar Kemal’in “Sarı Sıcak” Çukurovası’yız. Her acının, her açlığın, her ezilmişliğin, her sevdanın, her direnişin, her buğday tanesinin, her damla alın terinin, her arayışın ve her devrimcinin öyküsünü yazacağız mutlaka. Muzaffer Oruçoğlu’nun Brunswick Delileri’nin kahramanı Dido’nun, bahçesindeki elma ağcını kesmeye çalışan adama gösterdiği tepkiden sonra dediği gibi “Masallar ölmedi, kahramanlar hâlâ yaşıyor!” Paramaz Kızılbaş gibi Peterpan olup Nederland’a uçtular, çocuk kalmak için. Yaşasın öykü

Değerli kardeşlerimiz, canlarımız, yoldaşlarımız Erhan Çelik ve Ali Cemre Turgut’u genç yaşta trafik kazasında yitirmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Her iki kardeşimizin aileleri ve dostlarının başı sağ olsun DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU

ERHAN ÇELİK

ALİ CEMRE TURGUT


kültür sanat

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

21

Işıltılar’a İstanbul’da yoğun ilgi!

Muzaffer Oruçoğlu’nun ‘Işıltılar’ isimli resim sergisi Ovacık, Ankara, Zonguldak ve Amed’in ardından İstanbul’da da Yunus Emre Kültür Merkezi’nde halkla buluştu Çalışmalarına Avustralya’da devam eden Muzaffer Oruçoğlu’nun Işıltılar isimli sergisi İstanbul Ataköy’de halkla buluştu. Daha önce Ovacık, Ankara, Zonguldak ve Amed’de açılan sergiye, açılış gününde yoğun ilgi vardı. Onur Toplumsal Tarih ve Kültür Vakfı ve Bakırköy Belediyesi’nin desteğiyle düzenlenen serginin açılış kokteyline pek çok sanatseverin yanı sıra yazar Erdoğan Aydın da katıldı.

‘Sergilerinde kendisi var olamadığı için burukluk yaşıyor’ Serginin düzenleyicilerinden Ayhan Oruçoğlu yaptığı konuşmada, “Farklı şehirlerde daha önce açılan sergilere yoğun katılım oldu, daha çok akademi

çevreleri, üniversitelerin güzel sanatlar bölümü öğrencileri geliyor.” dedi. Muzaffer Oruçoğlu’nun 2011 ve 2014 yılları arasında yaptığı resimlerinden oluşan Işıltılar isimli sergide daha çok madencileri işlediğine değinen Ayhan Oruçoğlu, “Muzaffer sergilerinde kendisi var olamadığı için burukluk yaşıyor, sosyal medya ve basın üzerinden sergileri takip ediyor. İnsanların tepkisini oldukça merak ediyor“ dedi. Sergiyi görmeye gelen ve müzikle uğraştığını söyleyen Bahadır Kalkan isimli bir katılımcı Oruçoğlu’nu tanımadığını ve sergiye bir arkadaşı vesilesiyle geldiğini belirterek “Oruçoğlu’nun biyografisini okudum, çok ilginç. Yaşantısını Türkiye’nin dışında sürdüren birisiymiş. O anlamda çok üzüldüm, böyle bir değerin ülkesinde olması gerekirdi. Resim hakkında teknik bir bilgiye sahip değilim. Ama sanatla, sanatın başka bir koluyla müzikle uğraşan bir insan olarak hissiyatıma güvenerek söylüyorum çok güzel resimler. Ayrıca hem ifade hem de derinlik anlamında çok beğendim.” dedi.

ANTAGONİZMA

SANCI KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ YAYIN HAYATINA BAŞLIYOR

≫ muzaffer oruçoğlu

GÜNÜN CAN ALICI MESELESİ

A

KP'nin temsil ettiği İslamcı tekeller ve sermaye grupları, devlet iktidarını tam değil ama önemli ölçüde ele geçirdi. Devlet iktidarında muhalif duruma düşen ve özellikle TÜSİAD içinde yer alan cumhuriyetçi tekeller, ABD'nin ve AB'nin gizli desteğiyle devlet iktidarını yeniden ele geçirmenin hummalı faaliyeti içindedir. Bu tekellerin şu andaki planı, AKP'ye karşı kendi partileri olan CHP'nin öncülüğünde bir seçim bloğu oluşturmaktır. Bunların gönüllerinde yatan asıl plan, AKP'ye karşı bir CHP-MHP bloğudur. Bu blok, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sınandı, başarılı olamadı ve her iki partinin de tabanında tartışmalara yol açtı. Böyle bir bloğun yeniden denenmesinin, CHP'nin tabanında yer alan geniş demokratik güçlerin muhalefetiyle karşılaşacağı gerçeğinden dolayı mümkün olamayacağı anlaşıldı. Söz konusu tekeller, bugünkü durumda, CHP'nin AKP'ye karşı, Kürt Ulusal Hareketi’nin temsilcisi olan HDP ve

devrimci demokratik güçlerin bir bölümünü temsil eden Birleşik Haziran Hareketi’yle bir seçim bloğu oluşturmasına, -bunun çok zor olduğunu bilmelerine karşın- sıcak bakıyor. Kurulacak böyle bir bloğun, AKP'nin yükselişini engelleyeceğine inanıyorlar. CHP, HDP ve Birleşik Haziran Hareketi'nden oluşan bir seçim ittifakının, AKP'nin İslamcı yarı-faşizmden, İslamcı faşizme doğru yükselişi önünde ciddi bir engel teşkil edeceği doğrudur. Ama böyle bir ittifakın kurulabileceğini sanmıyorum. Orta yerde, geçmişiyle yüzleşmeyen ve mevcut sorunların çözümüne dair ciddi ve inandırıcı programlara sahip olmayan bir CHP, bir egemen sınıf partisi vardır. Bu partinin, kendi tabanındaki milliyetçi kanadın boykotu veya bölünmesi ihtimaline karşın, Kürtlerle ittifaka yanaşacağını sanmıyorum. Öte yandan, Kürt Ulusal Hareketi ve devrimci demokratik güçler, böylesi bir partiyle birlikte ulusal sorunun çözülemeyeceği ve demokrasinin kurulamayacağı inancındadır. Kürtler zaten ulu-

sal sorunun çözümü konusunda AKP iktidarıyla görüşmeleri sürdürüyor. Kürt Ulusal Hareketi, görüşme sürecini önemsiyor. AKP iktidarı ise başkanlık sistemini, bana göre ise faşizmi adım adım pekiştirmeyi, Kürt sorunundan daha fazla önemsiyor ve Kürt Ulusal Hareketi’ni oyalama siyaseti izliyor. Mevcut durumda mümkün ve en akıllı yol, Kürt Ulusal Hareketi, Birleşik Haziran Hareketi ve EMEP başta olmak üzere tüm devrimci ve demokratik güçlerin mücadele ve seçim ittifakıdır. Sorunu, sorunun yaratıcılarıyla değil, sorunun mağdurlarıyla birlikte ele alınıp çözülmesi; tabandan, halktan gelen bir hareketle çözülmesi gereklidir. Önümüzdeki seçim önemlidir. Ama mücadeleyi sadece bu seçime kilitlememek, uzun vadeli düşünmek ve uzun bir döneme yaymak... Bu süreç içinde birleşilebilecek tüm güçlerle de birleşmek. Günün can alıcı meselesi, böylesi bir ittifakın kurulmasıdır bence.


22 güncel haber Yeni Misak-ı Milli tasfiyeciliğini tanıyalım! 16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

özdeyişinde olduğu gibi AKP iktidarına karşı okun sivri ucunu yöneltirken aynı şekilde diğer düzen partilerine karşı da asla sempatiyle bakılmadan mücadele edilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Bu bilinçle hükümetinden muhalefetine tüm düzen- sistem partileri arasında herhangi bir tercih içerisinde asla olunmamalıdır, olunamaz. Aksine burjuva devlet mekanizmasını hedef alacak bir ideolojik siyasal yönelim içerisinde olmalıyız. Ve bu perspektifle düzen partileri ve klikleri arasındaki çelişkileri de önemli teşhir kampanyaları yürüterek tekçi faşist Türk devletini yıkma doğrultusunda kullanmalıyız.

Türk hakim sınıf klikleri ve düzen partileri arasında gerçekleşen seçim dalaşı düzleminde bütün düzen partilerinin tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek dil ve tek vatan eksenli tekçi faşist konseptlerini nasıl da kıvrak argümanlarla kullandıklarına şahit oluyoruz. Aynı şekilde kim iktidar kim muhalefette ise birbirlerine karşı klik çatışmalarında halk kitlelerini de aldatmanın ve arkalarına almanın argümanlarını yoğun olarak kullandıkları aşikârdır Uluslararası emperyalist sermayenin merkezileşmesi ve derinleşmesine uygun olarak yeniden yapılandırılan Türk ulus devlet sisteminde Sünni Türk İslam eksenli tekçiliğin de yeniden üretimi süreci yaşanmaktadır. ’’Hepiniz İslam bayrağı altında eşit haklara sahip Müslüman vatandaşlarımızsınız, hepiniz İslam kardeşisiniz’’ argümanıyla tekçi tasfiyecilik şimdi daha merkezileşmiş ve daha inceltilmiş bir biçim ve içerikte yürütülmektedir. Kısa bir süre önce Başbakan Davutoğlu temsili parlamenter- bürokratik burjuva cumhuriyetin yüzüncü yılına doğru tekçi faşist Türk devletinin temel ilkesini; ’’herkes yeni bir Misak-ı Milli’de buluşmalı ve bu Misak-ı Milli’nin hedefi doğrultusunda elinde ne varsa, heybesinde ne varsa bu mücadeleye katılmalı. 3 çakıl taşı olan dahi bu çakıl taşlarını üst üste koyup, Türkiye’yi yeniden inşa faaliyetine, AK Parti’nin başlattığı kalkınma hamlesine katılmalı’’ şeklinde ifade etmiştir.

İktidarın keskinleştirdiği çelişkiler faşist temeldedir Görülüyor ki hali hazırdaki AKP iktidarı önderliğinde Osmanlı’dan günümüze devralınarak egemenlik sisteminde İslamiyet önemli stratejik bir harç ve araç olarak hala kullanılmaktadır. Nitekim ne zaman Türk egemenlik sistemi içerisinde devletin bekası söz konusu olduğunda İslamiyet bir can kurtaran simidi olarak kulanılagelmiştir. Tıpkı tekçi faşist Kemal’in İslam’a can kurtaran simidi gibi sarılması. Şimdiki durumda da aynı şekilde İslam kardeşliği argümanlı söylemlerin önemli bir stratejik araç olarak kitleleri aldatmada kullanıldığı açıktır. Aslında bütün bunlarla amaçlanan emperyalizme stratejik bağımlı Türk egemenlik sisteminin zamanın ruhuna uygun olarak yeniden ikame edilmesidir. Yaklaşan genel seçimler karşısındaTürkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin

Burjuva-düzen partilerini alternatif görmek politik kırılmadır

geleneksel değer yargıları ve inançlarına yönelik vurgularda özellikle ırkçı faşist tekçi argümanlar eşliğinde daha da yoğun kullanılmaya başlanmıştır. Başkanlık Sistemi, cumhuriyet, çözüm süreci, Misak-ı Milli, emperyalizm, ekonomi, bağımsızlık, özgürlük vb vd gibi kavramların yoğun bir şekilde kullanıldığı, kullanılacağı da anlaşılmaz değildir. Türk hakim sınıf klikleri ve düzen partileri arasında gerçekleşen seçim dalaşı düzleminde bütün düzen partilerinin tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek dil ve tek vatan eksenli tekçi faşist konseptlerini nasıl da kıvrak argümanlarla kullandıklarına şahit oluyoruz. Aynı şekilde kim iktidar kim muhalefette ise birbirlerine karşı klik çatışmalarında halk kitlelerini de aldatmanın ve arkalarına almanın argümanlarını yoğun olarak kullandıkları aşikardır. AKP’nin özellikle CHP ve MHP’ye karşı cumhuriyetçilik, Kuva-ı Milli-ye ve Misak-ı Milli, milli birlik ve kardeşlik retoriklerini daha fazla kullanmaya başladığı da görülmelidir. Bu anlamda AKP

iktidarı nasıl ki yeni bir Atatürk öğretisini öngörüyorsa aynı şekilde Misak-ı Milli’nin de altını kendilerinin doldurduğu iddiasıyla hakimiyet savaşı yürütmektedir. Bunun altının da ancak Misak-ı Milli siyasiyle doldurulacağını ifade etmektedir. Ve ’’milli birlik ve beraberlik’’ eşliğinde “çözüm süreci“ dedikleri politikalarla bütün toplum kesimlerini bünyelerinde barındırarak altını doldurduklarını iddia etmektedir. Yalnız bununla mı hayır, aynı şekilde Türkiye’nin her yerine hizmet götürmekle ve Misak-ı İktisadi ile altını doldurduklarını söylemektedir. Bu temelde Misak-ı Milli’nin altını doldurduklarını ve daha da tahkim edeceklerini açıklayarak tekçiliğe devam kararında ısrarlı olduklarını göstermektedir. Anlaşılıyor ki 7 Haziran’da gerçekleşecek genel seçimlere kadar AKP iktidarından CHP, MHP, BBP ve diğer bütün düzen partileri emperyalist efendilerine yaranmak için tekçi faşist devlet bekasının temel harçlarını daha fazla dillendirerek süreci karşılamaktadır. Al birisini vur ötekine

Fakat ne yazık ki son günlerde sadece AKP iktidarını hedef tahtasına oturtup diğer yandan ise muhalefetteki tekçi faşist düzen partisini de ’’sol ittifak’’ içerisinde görüp bir ortaklaşma ve ittifak arayışı ve çağrılarında bulunanları basında görmekteyiz. Bu durum önemli bir ideolojik politik kırılmayı ve zaafı da göstermektedir. Nitekim böylesi çağrılarda bulunan aydın vb kesimlerin özellikle demokrat ve demokrasi cephesinde yer alanların da içerisinde olmaları devrimci komünistlerin bunlara karşı ertelemeksizin idelojik mücadele yürütmeleri gerektiğini açığa çıkarmaktadır. Bu noktada son süreçlerde Yunanistan, İspanya vb ülke ve coğrafyalardaki halk kitlelerinin demokratik mücadeleleri ve bizzat emperyalist sistemi aşmayan- aşamayan reformist yönelimlerden önemli oranda etkilenildiği de söylenebilir. Ancak geçmiş tarihsel pratik tecürebeler de göstermiştir ki düzen-sistem partilerinden muhalefette de olsa herhangi birine yönelik empati ve sempatiyle yaklaşım ya da ittifakların nasıl da keskin bir hançer olarak başta halk kitleleri olmak üzere ilerici, demokrat, devrimci ve komünistlere geri döndüğü onlarca somut örnekleriyle sabittir. Yine unutulmamalıdır ki kısa bir süre önce ’’yetmez ama evetçilerin’’ perişan hali orta yerde durmaktadır. Bu düzlemde ilerici,demokrat, devrimci ve komünistlerin asla salt AKP’ye karşı CHP gibi tekçi faşist düzen partileri, bir müttefiki olamaz. Bunun tersini savunanların aklını şaşırmış olmaları yeridir. O halde kendine tutarlı bir insanım, aydınım, ilericiyim, demokratım, devrimci ve komünistim diyenlerin asla emperyalizme ve onun TürkiyeKuzey Kürdistan’daki işbirlikçi tekçi faşist burjuva düzen partileriyle sadece AKP iktidarına karşı bir ittifak vb yönelimini akıllarının ucundan bile geçirmemeleri ve aklını başına toplamaları gerekmektedir.


güncel haber

16-28 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü

23

‘Hapishanelerde ölüm istemiyoruz’ Hapishanede ağır hastalığına karşın tahliye edilmeyen Memduh Kılıç için 151. F oturması gerçekleştirilirken, hasta tutsaklardan bir süre önce tahliye edilen Abdulsamet Çelik 11 Şubat’ta tedavi gördüğü İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde hayatını kaybetti Hapishanelerde tahliye edilmeyen 247 ağır hasta tutsak olmak üzere 649 hasta tutsak bulunuyor. Hasta tutsakların tahliye talepleri Adalet Bakanlığı ve Adli Tıp Kurumları tarafından engellenerek tutsaklar hapishanelerde ölüme terk ediliyor. Bazı tutsaklar ise hastalıkları ölüm sınırına yaklaştığı zaman tahliye ediliyor. İnsan Hakları Derneği ile devrimci demokratik kurumlar tarafından hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle yapılan eylemlere karşın hasta tutsakların tahliyeleri engelleniyor. Ağır hastalıklarına karşın tahliye edilmeyen hasta tutsaklardan biri de 22 yıldır hapishanede tutulan Memduh Kılıç.

F oturmasında Memduh Kılıç’a özgürlük istendi İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu, hasta tutsakların

serbest bırakılması talebiyle gerçekleştirdiği oturma eylemlerinin 151.Haftası olan 7 Şubat’ta hasta tutsak Memduh Kılıç’a özgürlük istedi. Galatasaray Meydanı'nda yapılan oturma eyleminde, "Tecrit Öldürüyor F Tipi Hapishaneler Kapatılsın" , "Hapishanelerde Ölüm İstemiyoruz Hasta Tutuklular Serbest Bırakılsın" pankartları açılarak 18 yaşında tutuklanan 23 yıldır hapishanede tutulan hasta tutsak Memduh Kılıç’ın sağlık durumuna ilişkin bilgiler verildi. İHD adına yapılan basın açıklamasında hapishanelerde koşulların son dönemlerde daha da ağırlaştığına dikkat çekilerek özellikle son bir ay içerisinde hapishanelerden arka arkaya ölüm haberleri geldiği ifade edildi. Hapishanelere giden mektupların ve kitapların verilmediğinin belirtildiği açıklamada, telefon yasakları ile ortak kullanım alanı gibi hakların da gasp edildiği kaydedildi. Kılıç’ın iki yıl önce Şakran Hapishanesi’nden Edirne F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildiğinin belirtildiği açıklamada, Kılıç’ın verem hastalığı nedeniyle akciğerlerinden üçte ikisinin alındığı vurgulandı. Açıklama şu ifadeler yer aldı: “Aynı zamanda koah, astım, kronik bronşit, kronik faranjit, bel ve boyun fıtığı gibi hastalıkları da var. Daha önce hastane sağlık kurumlu raporlarında hapishanede kalamayacağı rapor edilmesine karşın, ATK raporları olumsuz olduğu için infazına devam edilmiştir. Kılıç, yaşamını hücresinde bulunan

solunum cihazına bağlı olarak sürdürüyor. Hücresinde bir de buhar makinesi var ancak makine elektrikli olduğu için yanında taşıyamıyor." Avukatların girişimleri sonucu Metris R Tipi Hapishanesi’ne sevk edilen Kılıç’ın bu kez de ücreti karşılanmadığı için ilaçlarının verilmediği belirtildi. Eylem hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle sonlandırıldı.

Abdulsamet Çelik hayatını kaybetti Kanser hastalığı nedeniyle bir süre önce tahliye edilen Abdulsamet Çelik, 11 Şubat’ta tedavi gördüğü İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Ölüm sınırına yaklaştıktan sonra serbest bırakılan ve hastanede kemoterapi tedavisi sürerken hayatını kaybeden Çelik, 22 yıl tutulduğu hapishanede MDS kanseri olmuş, Sincan 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde ölüm sınırına yaklaştığında ise ATK raporu üzerine 26 Haziran 2013’te infazı bir yıl dondurularak tahliye edilmişti. Çelik 30 Aralık 2014 günü kanındaki trombosit seviyesinin düşmesi sonucu, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırılmıştı.

Mardin E Tipi’nde çocuklara işkence Mardin E Tipi Hapishanesi’nde polise taş attıkları gerekçesiyle tutuklanan ve yaşları 13 ile 16 arasında değişen otuza yakın

çocuğa hapishane yönetimi ve gardiyanlar tarafından işkence yapıldığı hapishanedeki PKK dava tutsaklarının gönderdiği mektuplarla açığa çıktı. Yaşları 18’e gelince yanlarına konuldukları PKK dava tutsaklarına gördükleri işkenceleri anlatan çocuklar, her türlü fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kaldıklarını, 'etkinlik' adı altında 'imam' denilen bir kişi tarafından zorla dini eğitime tabi tutulduklarını ve ortak faaliyet alanlarında 10-15 dakikadan fazla kalmalarına izin verilmediğini belirtti. PKK dava tutsakları, çocukların yaşananları anlatmaya korktuğunu, gardiyanların sürekli tehdit, baskı ve hakaretlerine maruz kaldığını belirterek şunları söyledi: "En son yaşanan olayda, ameliyatlı olduğu için sayım esnasında yataktan kalkamayacak durumda olan bir çocuğu ayağından çekerek ranzadan atıyorlar. Hasta olan çocuğun burnundan kan akmaya başlayınca koğuş arkadaşları buna tepki gösteriyor. Bunun üzerine yine onlarca gardiyan koğuşu basarak çocukları darp ediyor. Çocuklara 'sesinizi çıkarırsanız başınızı ezeriz' diye tehditte bulunmuşlar. Bu tehditleri pratikte de uyguluyorlar. Çoğu kez çocukların başlarını yere koyup basmışlar." Tutsaklar son olarak "Durumu eksik aktardığımızı bilmenizi isteriz. Yaşanan durum ciddidir. Üzerinde durulup çözülmezse ileride daha büyük durumları beraberinde getirecektir'' diyerek duyarlılık çağrısı yaptı.

Korkusu büyüyen devlet saldırılarında pervasızlaşıyor Hâkim sınıfların devletinin muhaliflere, direnenlere karşı gözaltı ve tutukluma terörü her dönem olduğu gibi bu dönem de devam ediyor. Gözaltı ve tutukluma terörünün ilk hedefi ise yine azınlık milliyet ve inançtan olanlar ve sistemin korkulu kâbusu haline gelen Kaypakkaya’nın fikirleri oldu Türk hâkim sınıflarının devleti, mücadelenin geliştiği ve güçlendiği her alanda gözaltı ve tutuklama terörü estirmeye devam ediyor. Alevi inancına mensup insanlarda yıllarca tekçi, Sünni-Türk eksenli devletin hedef kitlesi haline geldi. Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta katledilen Aleviler, Osmanlı’dan bugüne baskı, asimilasyon ve yok etme politikasına maruz kaldı-kalıyor. Devletin bu politikalarına karşı direnenler ise her dönem mevcuttu. Bugün özellikle Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD)’nin maruz kaldığı baskılar da bunlardandır. Bunun son örneği ise Erzincan’da yaşandı. PSAKD Erzincan Şube yöneticisi Hasan Sınırtaş, katıldığı demokratik eylemler, PSAKD eylemleri, basın açıklamaları, facebook paylaşımları

delil gösterilerek tutuklandı. 27 Ocak Salı günü, sabah saatlerinde evine ve işyerine operasyon düzenlenen Sınırtaş, siyasi polis tarafından gözaltına alındı. Sınırtaş, TKP/ML adına eylemler düzenlemekle suçlanarak çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Sınırtaş için açlık grevi PSAKD Erzincan Şubesi’nde ise Sınırtaş’ın tutuklanmasının ardından açlık grevi başlatıldı. Açlık grevindeki PSAKD yöneticilerinden Erol Yeter, yaptığı açıklamada, tutuklamalarla hak talep eden tüm Alevilere bir gözdağı verilmek istendiğini söyledi. Yeter, "Alevilerin talepleri için çalışma yürütenlere verilmek istenen gözdağına ve Sınırtaş'ın haksız yere tutuklanmasına karşı tepkimizi ortaya koymak amacıyla

derneğimizin ışıklarını kapatmayacağız ve Sınırtaş özgürlüğüne kavuşana kadar açlık grevine devam edeceğiz" dedi.

Dersim’de Kaypakkaya korkusu büyüyor İç güvenlik yasalarının tartışıldığı şu günlerde devlet mevzu bahis İbrahim Kaypakkaya olunca, hiçbir yasaya, pakete ihtiyaç duymaksızın tutuklama terörüne devam ediyor. Devletin Kaypakkaya korkusu giderek büyüyor. Hâkim sınıfların korkusu Kaypakkaya’nın fikirlerinden, düşüncelerinden ve ideolojisinden kaynaklanmaktadır. Kaypakkaya’nın düşünceleri halk içinde kök saldıkça, devletin saldırılarında ki pervasızlığı da o derece artmaktadır. Dersim’de Özgür Gelecek Gazetesi okurlarına düzenlenen Kaypak-

kaya anması delil gösterilerek 40 yıl 5 ay hapis “cezası” verildi. Gezi Ayaklaması’nın ardından yapılan ev baskınlarında 5 Özgür Gelecek Gazetesi okuru gözaltına alınıp tutuklanmış ve hapishaneye gönderilmişti. Özgür Gelecek Gazetesi okurlarına 8 Mart, 1 Mayıs, Gezi Ayaklanması, 18 Mayıs İbrahim Kaypakkaya anmasına katılmaları, Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nde aldığı görevler vb. delil olarak gösterildi. Demokratik haklarını kullanarak katıldıkları bu eylemler “TKP/ML TİKKO örgütüne üye” olmaya yetti! Özgür Gelecek Gazetesi okurlarına 6 yıl ile 11 yıl arasında değişen hapis ‘cezaları’ verildi.

Devletin Kaypakkaya korkusu yeni değil Dersim’de bu tip tutuklamaların daha önce de birçok kez yaşandığına şahit olduk. 2011 yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya anmalarına ve benzeri eylemlere katılmaları delil gösterilerek 5 DHF üyesine “MKP üyesi” oldukları iddiasıyla 56 yıl hapis ‘cezası’ verilmişti. Yine 2012 yılında ülke genelinde DHF’ye yönelik yapılan baskınlar kapsamında, Dersim’de Tunceli Baro Başkanı Uğur Yeşiltepe ve Dersim Kültür Derneği Başkanı Ali Mükan’ın da aralarında bulunduğu 7 kişiye benzer “suçlardan” 6’şar yıl 3’er ay hapis “cezaları” verilmişti.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Kobanê ji nû ve ava dibe

Kobanê ku piştî êrişa çeteyên DAİŞ’ê hilweşiya bû û kevir li ser kevir nema bû, ji nû ve tê avakirin. Ji bo vê yeke; DHF, ADHK, DKH, ADGH, DHF Lijneya Rêveberiya Şaredariyan û Serok Şaredar a Ovacikê Fatih M. Maçoğlu, wek hêyetek çûn li Kobanê û ji bo avakirina Kobanê hevdîtinan pêk anîn Ji 15’ê Îlonê heta îro, wek tê zanîn çeteyên DAİŞ’ê êriş anî bû li ser Kobanê û tevgerên YPG û YPJ jî bi sekneke lehengî li hembera van êrişan berxwedaniyeke bêhempa meşandabûn. Bi mehan ev êriş û berxwedanî domiya, lê dawî ya dawî hêzên şoreşger biserketin û DAİŞ ji Kobanê hate derxistin. Li gundan jî şer hê berdewam e. Lê ji alîkî ve jî, ji bo avakirina Şara Kobanê, pêvajoyeke xebata avakirinê hate destpêkirin. Hêzên şoreşger jî, ji destpêka vê pirskirêkê vir ve, ne perspektifa alîkar bûyîn, lê wek perçeyek ji vê pirsgirêkê tevgariyan. Bi vî hawî berpirsiyarî girtin û DHF û hevbirên ADHK bi Şaredariyên Mazgîrt û Ovacikê ve xebateke hevbeş hûnandin. Federasyona Mafên Demokratîk (DHF), Federasyona Mafên Demokratîk a Awropa (ADHK), Tevgera Jinên Demokratîk (DKH), Tevgera Ciwanên Demokratîk a Awropa (ADGH), Lijneya Rêveberiya Şaredariyan a DHF û Se-

rok Şaredar a Ovacikê Fatih M. Maçoğlu, wek hêyetek çûn li Kobanê. Lijne, ji bo xebatên paşerojê jî, li Kobanê, bi kesên perpirsiyar ve hevdîtinan pêk anîn.

DHF û hêyeta hevbir li Kobanê ne Lijne, hevdîtina xwe ya yekemîn bi Şaredariya Mezin a Amed û Şaredariya Erxanî re çêkirin. Di vê hevdîtinan de li ser komkujiyan, li ser çilotiya pêvajoya berxwedaniyê, li ser rewşa dawî û li ser pêvajoya ji vê şunde axivîn. Lijne, piştî van hevdîtinan derbasî Pirsûsê bûn û li wir jî tevî Hevserok Şaredar a Pirsûs, wekîlên Mûş û Riha’yê ve rûniştinan çêkirin. Di hevdîtina Şaredariya Pirsûsê de, Hevserok Şaredar Zûhal Ekmez, li ser berxwedaniya ku li Kobanê hate meşandin û rewşa dawî, agahî da ji lijneyê re... Piştî van hevdîtinan lijne, derbasî Kobanê bû û li nava şara Kobanê geriyan û çavdêriyên xwe wek nîşe bi xwe re girtin. Hevseroka Kantona Kobanê Enwer Muslim, çend rêveberên kantonê, wezîran, şervan û rêveberên YPG û YPJ re hevdîtin hate çêkirin, ew kesên berpirsiyar jî ji hêyetê re agahiyên dawî dan. Di nav agahiyan de taybet li ser rewşa şerê, pêvajoya berxwedaniyê, serkeftina ku di encamê de ketiye dest, şerê ku li gundan tê meşandin û li ser avakirina Kobanê hatin dayîn. Di van hevdîtinan de, ew tekoşinê ku tenê bi hevokan nikare were zelalkirin, bûn rojevê rûniştinê. Kesên ku ji lijneyê re agahî dan, taybet jî qala jinên ku di vê şerê de xwedî berxwedaniyeke bêhempa bûn, kirin. Di rûniş-

tinan de ev hate ziman: “Jinên ku li ser dunyayê li gelek waran rastî zilm û zordariyê tên, ew jin li Kobanê bûne rêberê va berxwedaniyê û biserketine, divê ev yek were dîtin.” Hêyetê Kobanê, çend roj berê jî tevî “Lijneya Ji Nû Ve Avakirina Kobanê” hevdîtin pêk anîn û ji bo vê pêvajoyê çi hewcedariya berpirsiyarbûn û alîkarbûn hebe axivîn, bi armanca avakirina Kobanê jî planên nû çêkirin.

“Pêdivî ji hemû kesên hestyar re heye” Li gorî agahiyan, li dora Kobanê şer hê didome, pevçûnên dijwar taybet li gundan diqewime, û çavdêrên herêmê dibêjin, her rojê 4-5 gund digihîjin azadiya xwe, bi vî hawî şerê azadkirina gundan dê bilez, ango di demeke kurt de bibe rasteqîn. Enwer Muslimê jî dibeje, Kobanê di vî şerî de wek serkeftî derket, lê şer hê berdewam e. Muslim bilevkir ku; “Şerê Kobanê berxwedaniyeke wisa nîşan daye ku, gelên bindest ya li hemû dunyayê hembêz kiriye, ji bo gelên dunyayê xwedî ciheke bêhempa ye, lê taybet jî îro şunde pedivî ji hemu hestyaran re heye. Li Kobanê, li malan, heta li nava çaydankan jî bombeyên veşartî ya DAİŞ’ê hene. Roj bi roj ew jî tên paqijkirin. Li hin ciyan jî mayînên neteqandî danîtine ku kemîn ji li her derê hene. Karên acîl ev in û xêynî van jî laşên mirîyen DAİŞ’îyan li kolan û kuçeyan tên rakirin”. Muslim got: “Niha du heb nêrîn heye, ji wan yek avakirina Kobanê, ya din jî avanekirin

û bi xwezayî parastina halê hilweşandî ya xaniyan ku wek muze ji bo gelê dunyayê re bibe nişaneyên êriş û hovitiya DAİŞ’îyan... Lê bi vî mijarê ve giredayî hê biryareke teqez nehatiye dayîn. Xêynî wê jî, pêdiviyên jiyanî hene; bingeha şarê hilweşayî ye, ji ber wê av û dermanên bijîşkî û hwd re pêdivî gelek in. Ji bo avakirina şarekî jî gelek şert û mercên avakirinê divê çêbe. Ji wan sazkirina avahiyan, karên bingeha şarê, tendurustî, perwerde, karen çand û huner, ji bo van yekan divê fikr û ramanên curbecur jî hebin. Ji bo ku ev projeyan pêkbên jî, divê lijneyan werin avakirin û ew lijne bi awayekî tendurust xebat bikin”. Muslim, dilxweşiya xwe ji hêyetên ku ji bo avakirina Kobanê hatine re nîşan da û got: “Ji bo me herî girîng ew e ku, ev hevdîtin û piştevanî ya dostane berdewam be, xebatên hevpar çêbe, tekilî bidome. Ji ber vê yekê jî emê di derheqa xebatên ku tên çêkirin de ji hemû lijneyan re parvekirinan çêkin, lê ya muhîm yên ku rûyê wan berî me ye, bila rasterast werin vir.” Nûnerên Hêyetê jî bilev kirin ku; şerê Kobanê şereke di nav mêtinger û kesên bindest de ye. Û domandin; “Alîgirbûyîna me, li cem bindestan e... Hatina me ya li vir jî, bes tenê çavdêrbûn an jî piştgirîdayîn nîn e. Pirsgirêkên bi vî rengî, rasterast di nav berpirsiyarî û peywirên me de ne. Ji ber vê yeke jî, çawa ku berî vê çêbûye, ji vê şunde jî emê berpirsiyariya xwe bînin cih û li gorî peywirên ku dikeve li ser stuyê mê, bi van tevbigerin û bixebitin”.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.