Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım!(9)
sf 12-13
17’leri unutmak ve unutturmak ihanettir Emperyalistlerin ve onun yerli taşeronlarının topyekün saldırıyla devrimi tasfiye etmek istedikleri günümüz şartlarında, her zamankinden daha geçerli ve yaşamsal bir mevzi olarak, 17’lerin tarihsel çağrısını anlamak elzemdir! 2005 Haziran’ında ölümsüzleşen 17’ler, sınıf mücadelesi tarihimizin köşe taşlarındandır. Ölümsüzlüklerinin 9. yılında 17’leri anmak demek, sınıf savaşında MLM biliminin silahını kuşanıp cesaretle yürümekten geçerken, bu tarihsel kavgada saf tutmak ise insanlığın ertelenemez görevidir
Halkın Günlüğü
16-30 HAZİRAN 2014 Yıl: 4 Sayı: 84 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
Ortadoğu girdabında IŞİD gerçeği f DÜNYA
10-11
IŞİD Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirip, ulaşım ağından yabancı büyükelçilik ve konsolosluklara kadar pek çok yeri kontrol ederken, mevcut durumda bağımsız bir hükümet ya da özerk bir yönetim ilan edebilecek güce ulaştı. Musul’a vali de atayan IŞİD’in, Rojava’da Kürt halkına ve Alevilere yönelik gerçekleştirdiği katliamlar belleklerimizdeki yerini korurken, IŞİD’in uzun vadede ABD emperyalizminin denetiminde bir güç olarak Irak’ta da Kürtlerle çatışması güçlü bir olasılıktır.
Gezi’nin birinci yılı ve düşündürdükleri
T.C. Kürdistan’da ancak katliam yapar Bir yandan ‘barış’ safsatalarını sürdüren T.C. bir yandan da Kürdistan’da katliamlar yapmaya devam ediyor. Lice’de karakol ve kalekol yapımına karşı direnen halka ateş açan T.C. askerleri Baki Akdemir ve Ramazan Baran’ı katletti. Akdemir ve Baran on binlerin katılımıyla “Şehit namirin” sloganlarıyla sonsuzluğa uğurlandı. Lice Katliamı başta Kuzey Kürdistan olmak üzere ülke genelinde protesto edildi.
06
Taşeronun önündeki engeller kalkıyor
Daha Lice’de katledilenler yeni toprağa verilmişken kana doymayan faşist devlet, bu kez de Adana’da bir çocuğu katletti. Adana’nın Seyhan İlçesi’nde düzenlenen Lice protestoları sırasında 15 yaşındaki İbrahim Aras polis tarafından katledildi. Polisin attığı ses bombasının kafasına isabet etmesi sonucu, kafatası ve çenesi parçalanan Aras, saldırının olduğu yerde yaşamını yitirdi.
08
Hindistan’da kadınlara zulüm devam ediyor
21
02 güncel haber
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
‘Saldırılara daha fazla örgütlenerek cevap vereceğiz’ Demokratik Haklar Federasyonu üye ve taraftarlarına, devlet ve beslediği polisler tarafından saldırı, işkence ve tacizler devam ediyor Yaşadığımız coğrafya üzerinde devrimci, demokrat, Kürt ve aydın kimliklere hiç durmayan saldırılar, katliamlar, baskılar bugün de devam ediyor. İktidarların kana bulandırdığı bir tarihe sahip olan T.C tarihi, bugünün siyasi iktidarı tarafından kendi tarihine yakışır bir şekilde saldırı ve işkence geleneğine sahip çıkıyor. 80’li ve 90’lı yıllarda işkenceleri ve katliamları, günümüzde toprak üstüne yeni yeni çıkan toplu mezarlarıyla katliamcı geleneğini gözler önüne seren T.C devleti, bugün de devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlere yönelik saldırılarını sürdürüyor. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyesi Ceren Ünver 2 Haziran gecesi sivil polisler tarafından kaçırılarak kendisine işkence yapıldı. DHF üyesi gece evinin yakınlarında sivil polislerin aracına zorla bindirilerek kaçırıldı. Polislerin ''Bu son uyarımız sana, kimlerle ilişkide olduğunu biliyoruz'' tehditleriyle Ünver işkenceye maruz kaldı. Hastanede bir günlük müşahede altında tutulan DHF üyesinin, vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar ve yaralar olduğu belirtildi. DHF Eskişehir örgütlülüğü Ceren Ünver’e polisler tarafından kaçırılıp işkence yapılması ile devrimciler üzerindeki baskı ve saldırıları protesto etmek için basın açıklaması düzenledi. Eskişehir İl Sağlık Müdürlüğü önünde bir araya gelen devrimci-demokrat kurumlar, ''Gözaltılar İşkenceler Baskılar Bizi Yıldıramaz'' pankartını açarak Adalar Migros önüne yürüdü. Yürüyüş sırasında kitle, ''İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” , “Faşist devlet hesap verecek” , “Faşist polis hesap verecek” , “Yaşasın devrimci dayanışma'' sloganlarını attı. Yapılan açıklamada 2 Haziran 2013 gecesi Ali İsmail Korkmaz’ın AKP’nin sivil polisleri tarafından dövülerek katledilmesinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra, 2 Haziran 2014 gecesi DHF üyesi Ceren Ünver’in evinin yakınlarında sivil polisler tarafından kaçırıldığı ifade edildi.
‘Biz bu faşist polisleri Ali İsmail’den, Ethem’den, Berkinlerden, Abdocanlardan, Medenilerden tanıyoruz’ Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyesi Ceren Ünver, dün gece evinin yakınlarında sivil polisler tarafından zorla arabaya
bindirilerek kaçırıldı. Faşist polisler, 'Bu bizim sana son uyarımız, kimlerle ilişkide olduğunu biliyoruz, bir daha seni onlarla görmeyelim' diyerek tehditler savurdu. DHF üyesi daha sonra, tenha-karanlık bir alanda dışarı çıkarılarak öldüresiye darp edildi. DHF üyesi işkencenin sonunda kendisini, evinin önündeki sokakta baygın bir vaziyette buldu. DHF olarak bizler bu işkenceci katil polisleri geçen yıl 2 Haziran gecesi Eskişehir Yunus Emre Caddesi’nde dövülerek katledilen Ali İsmail'den, başından vurulan Ethem'den, Berkinlerden, Abdocanlardan, Medenilerden tanıyoruz. Gezi Ayaklanması’nın yıl dönümü vesilesiyle ülkenin her yanında alanlara çıkan halkımıza TOMA'larıyla, biber gazlarıyla, coplarıyla öfkesini kusan faşizm, ülke genelinde yüzlerce gözaltı ve tutuklama terörüyle saldırılarını sürdürmektedir. Halka işkenceleri, tutuklamaları, baskıları reva gören faşizm, halkın meşru muhalif gücünü bastırmak istemektedir. Gezi Ayaklanması’nın yıl dönümüyle birlikte halkın yeniden sokaklara çıkmasıyla, egemenlerin korkusu ayyuka çıkmış, bu nedenle saldırganlıkları artmıştır. En küçük muhalif bir sese dahi tahammülü olmayan faşist düzenin, devrimci kurumlara karşı baskısı ise katmerleşerek artmış durumdadır.'' DHF üyesi Ceren Ünver ise elindeki darp raporlarıyla hukuki süreci başlatacağını ifade etti. Eyleme ESP, EHP, Halkevleri, ÖDP, EMEP, SDP, HDP ve Halk Cephesi destek verdi.
DHF: ‘Halkın kavgasını daha da büyüteceğiz’ DHF Dersim örgütlülüğü de önceki günler polis tarafından kaçırılan ve işkence yapılarak bırakılan DHF taraftarı için basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Akşam saatlerinde bir DHF taraftarı, sokak ortasında polisler tarafından gözaltına alınmaya çalışılmış fakat halkın tepkisi üzerine polisler geri adım atmak zorunda kalarak DHF taraftarını gözaltına alamamıştır. Aynı gün içerisinde polisler tarafından takip edilen DHF taraftarı, başka bir yerde işkence yapılarak kaçırıldı. Pülümür Vadisi’ne götürülen DHF taraftarı, burada işkence görmüş ve tehdit edilmiştir. Polisler tarafından kaçırılan DHF taraftarına 'Sen DHF'nin yapmış olduğu eylemlere katılıyorsun, 1 Mayıslara, 18 Mayıslara, bu eylemlerde yer alıyorsun ayağını denk al sonun iyi olmayacak’ denilerek DHF faaliyetçileri hakkında bilgi alınmaya çalışılmış ve ‘biz onların ne işlerle uğraştığını biliyoruz hesabını soracağız.’ denilmiştir. İşkence gören DHF taraftarı gece saatlerinde bırakılmıştır.”
Dersim’de 5 sonsuzluğa Dersim'de, 2 Şubat 2011 tarihinde kış üstlenmesi sırasında kamplarının çökmesi sonucu hayatını kaybeden TİKKO gerillaları Nurşen Aslan, Gülizar Özkan, Fatma Acar, Sefagül Keskin ve Derya Aras'ın cenazeleri, düzenlenen törenin ardından Dersim Belediyesi Asri Mezarlığı'nda sonsuzluğa uğurlandı Dersim'de, 2 Şubat 2011 tarihinde kış üstlenmesi sırasında kamplarının çökmesi sonucu şehit düşen TKP/ML MK üyesi Sefagül Kesgin, TİKKO Bölge Komutanı Nurşen Aslan ve TİKKO komutan ve savaşçıları Gülizar Özkan, Derya Aras ve Fatma Acar, Dersim’de düzenlenen cenaze töreninin ardından sonsuzluğa uğurlandı. Partizan ve Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri’nin çağrısıyla İstanbul, Ankara, İzmir, Erzincan, Mersin ve Dersim’in ilçelerinden gelen yüzlerce kişi, Sanat Sokağı’nda bir araya gelerek 5 kızıl karanfilin cenazelerini karşıladı. Partizan, DHF, BDP, ESP, EMEP ve Dersim Belediyesi Eş Başkanları Mehmet Ali Bul ve Nurhayat Altun tarafından karşılanan kadın gerillalar için Cemevi’ne yürüyüş düzenlendi.
‘Kalbimize saplandı 5 bıçak kalbimiz daha güçlü çarpacak’ Kadın gerillaların kırmızı örtüyle kaplanan ve üzerinde kırmızı karanfillerin bulunduğu cenazeleri omuzlarda taşındı.Yürüyüş sırasında 5 kadın gerillanın fotoğraflarının bulunduğu, "Kalbimize Saplandı 5 Bıçak ve Kalbimiz Daha Güçlü Çarpacak Beşler Ölümsüzdür"
03
SINIF TAVRI
FAŞİST T.C VE BAŞBAKANIN A,B,C PLANLARI
E
kızıl karanfil uğurlandı , "Beş Kızıl Karanfil Ölümsüzdür" yazılı pankartlar taşındı. Yürüyüş sırasında “Beşler yaşıyor kavga sürüyor” , “Gerillalar ölmez yaşasın Halk Savaşı” , “Kadınlar kavgayı büyütüyor” , "Şehid namırın" sloganlarının hep bir ağızdan atıldı.
‘Bu coğrafya ödenen bedellerle özgürleşecek’ Cemevinde yapılan saygı duruşunun ardından ilk sözü Partizan Temsilcisi alarak şunları söyledi: “Bundan tam 42 yıl önce, Dersim topraklarında filizlenen Kaypakkaya yoldaşın ideallerini onun yoldaşları bugüne taşıdı. Bugünden itibaren de yine yoldaşlarının, beş karanfilimizin bize bıraktığı mücadele bayrağını taşımaya devam edeceğiz, ta ki o güzel günler gelene dek.” Gebze Kadın Hapishanesi’nden Tutsak Partizanların yolladığı mesajın okunmasının ardından Devrimci Güç Birliği adına açıklama yapan BDP Dersim İl Eş Başkanı Ergin Doğru, kadın gerillaların hayatını kaybetmesi nedeniyle öfkeli olduklarını belirterek bu coğrafyada ödenen bedellerle halkın özgürleşeceğine inandıklarını açıkladı. Sakinelerin, Zilanların ve Barbaraların yarattığı geleneğin devamcısı olan 5 kadın devrimcinin ülke topraklarının özgürleşmesi için mücadele yürüttüğünü belirten Doğru, "5 kadın yoldaşımız Türkiye'deki enternasyonalist devrimci mücadelenin birer parçasıydı" dedi. Gülizar Özkan'ın dayısı Mustafa Özkan ise yaptığı konuşmada, "Bu kavga uzundur, bu kavga çetindir. Biz onların en zor anının nasıl yaşandığını cenazeleri almak için gittiğimiz Aliboğazı'nda yaşadık. Bu kavga daha niceleriyle devam edecektir" dedi. Konuşmaların ardından Dersim Belediyesi Asri Mezarlığı'na yürüyen yüzlerce kişiden oluşan kitle, 5 kızıl karanfili sonsuzluğa uğurladı.
≫ ismail uçar
mperyalist kapitalizmin dünyada olduğu gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da tekçiliğin yeniden üretimi süreci içerisindeyiz. Uluslararası emperyalist sermayenin daha fazla derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak, merkezi ve stratejik planlama çerçevesinde hem kendini hem de etkisi altındaki tüm coğrafyaları ve ülkeleri yeniden yapılandırmaktadır. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da emperyalizme yarısömürge temelinde bağımlı komprador tekelci kapitalist devletin, en üst kurumlarından en altlarına kadar ve toplumun bütün kesimlerine doğru indirilerek dayatılan ve uygulamaya konulan tüm politikaları da bu kapsamda ele almak gerekmektedir. Hiç kuşku yok ki yüzyıla yaklaşan TC tarihi ve devlet gerçekliği dikkate alındığında, ulusal ve uluslararası emperyalist kapitalizmin bugünlere kadar değişik konseptlerde Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki devlet mekanizmasını ele alarak çeşitli uygulamalar içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. 1838 Ticaret anlaşmaları ve kapitülasyonlar, 1858’de çıkarılan arazi kanunuyla toprak üzerinde özel mülkiyet edinme hakkı, 1867’deki arazi kanununda yapılan değişiklikle, yabancı şirketlerin toprak mülkiyeti edinmelerine yönelik çıkarılan ayrıcalıklı yasalar, 1913 Sanayi Teşvik Kanunu, 1923 İzmir İktisat Kongresi, 1925 Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu, 1927 Sanayi Teşvik Kanunu vb ile peş peşe çıkarılan kanunlar eşliğinde Osmanlı’dan TC’ ye ekonomik ve sosyal yapı serbest rekabetçi kapitalizmle başlayıp, sermaye ihracına vardırılan emperyalist kapitalizm gerçekliğine bağlı olarak değişiklikler göstermiştir. 1929 dünyasındaki ekonomik kriz bunalımına paralel olarak 1930’larda beşer yıllık planlı ekonomik uygulamalara geçilmiş ve devletçiliğin alt yapı kurumları oluşturulmaya başlanmıştır. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na kadar uygulanan devletçi kalkınma modelleri değiştirilerek yerini daha karlı görülen ithal ikameci modellere bırakmıştır. 1947 Truman ve 1948 Marshal planları kapsamında ABD emperyalist sermayesine transfer olarak aynı şekilde yarı-sömürgelik temelinde el değiştirme durumuyla birlikte Türkiye-Kuzey Kürdistan, uluslararası tekelci emperyalist sermayeye bağımlılık ilişkisi daha da derinleşme yönelimine girmiştir. Böylesi bir süreçte meta ve sermaye ihracının yanında bizzat çok uluslu şirketlerin işletmeleriyle yarı- sömürgelere yerleşerek bu yönelim, uluslararası sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine paralel olarak genel bir duruma dönüşmüştür. İthal ikameci devlet ve ekonomi modelleri ve uygulamalarıyla uluslararası emperyalist sermayenin günden güne derinleşen ve merkezileşen özelliğine uygun olarak bağımlılık ilişkisi de aynı trendde gelişmiştir. Emperyalist güçlerce bizzat planlanıp öngörülen ve işbirlikçi kompradorlar tarafından 1960-1970 ve 1980’lerde onar yıllık arayla yapılan askeri darbelerle, Türk devletinin dizayn süreci devam etmiştir. 1970’lerin ortasında yaşanan dünya genelindeki büyük ekonomik krizle birlikte uluslararası emperyalist sermayedarlar, ihtiyaçlarını karşılamakta tıkanan ithal ikameci politikayı yeniden düzenlemeye ihtiyaç duymuş ve uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına ve çıkarlarına uygun olarak yarı- sömürge pazarların tümü daha fazla açılarak güvenlikli hale getirilmiştir. Gümrük duvarları başta olmak üzere bir çok alan uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine daha da uygun hale getirilerek bu doğrultuda ekonomik ve diğer hususlarda yasalar çıkarılarak hayata geçirilmiştir. 24 Ocak Kararları da bu eksende 1980 askeri faşist darbesiyle birlikte öngörülmüş ve yürürlüğe konmuştur. Serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte üretimden tüketime, ticaretten ulaşıma, dolaşım ve pazarlara, mülk edinmeden kredi sistemine, bankalardan borsalara vb vd tüm alanlarda daha fazla derinleşen ve merkezileşen uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yasal ve anayasal düzenlemelere gidilmiştir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki bütün ekonomik sektörlerin hepsi özel teşvik porgramlarını da kapsayan yasal düzenlemelerle çok uluslu tekel sermayedarlarına ve onlara yarı-sömürge temelinde bağımlı komprador tekelci burjuvaziye sunulmuştur. Bu durum özellikle 1990’lardan bugünlere kadar
çok daha yoğun bir şekilde sürmüş ve uluslararası emperyalist sermayenin de çok daha derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak bağımlılık ilişkisi de aynı doğrultuda derinleşmiş ve merkezileşmiştir. Türk devletinin de bu düzlemde yukarıdan aşağıya balans ayarlarıyla sürekli dizayn edilmesini ortaya çıkarmıştır. Zira daha önceki statükolarla sürdürülemez durum, uluslararası sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun hale getirilmek zorundaydı. İşte Osmanlı’dan TC’ye özde aynı olan çeşitli değişik ekonomik konseptler ve paketlerle uygulanan emperyalist kapitalist politikalar bugün de içerisinden geçtiğimiz süreç itibarıyla tekçiliğin yeniden üretimi kapsamında hayata geçirilmektedir. ‘Resmi tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek dil, tek vatan, tek tarih, tek düşüncevb’ eksenli tekçiliğin, Kemalizm düzlemindeki yüzyıla yakın uygulanan paradigması yerine Sünni Türk İslam ekseninde tekçiliğin yeniden üretimi sürecinin öne çıkarılarak hayata geçirildiği bir güncel durum içerisindeyiz. Osmanlı’dan bugünlere kadar Anadolu ve Mezopotamya’nın çoraklaştırılmasına yönelik egemenlerin baskı ve zulümleri, soykırımları ve katliamları, inkar ve asimilasyonlarının bugün de devamı niteliğinde kültürel soykırım ve katliamları kapsayan resmi her bir millet, dil, inanç, devlet, tarih, kültür, bayrak, düşünce vd konularda tekçilik ve tekelcilikten hiç vazgeçilmeden dindar ve kindar bir nesil yetiştirme konseptleri sürmektedir. Çok eskilere gitmeden yakın süreçlerimizde ’90’lardaki Sivas ve Lice Katliamı, birkaç yıl önce Roboski’de gerçekleştirilen katliam, Gezi Haziran Ayaklanması’na yönelik baskı ve katliam, Ali’siz Alevi ve Haşhaşiler vb argümanlarıyla gerçekleştirilen manipülasyon saldırıları, şu ana kadar beş, altı ve hatta yedincisi devreye konulan “Alevi Çalıştayları” ve “demokratik açılım, çözüm projesi, Kürt açılımı, barış, eve dönüş” adlarıyla son derece eşitsiz koşulları ve eşitsizlikleri içeren tekçiliğin dayatılarak yeniden üretimi konseptleri ve uygulamaları devam etmektedir. 12 Eylül anayasasını aratmayan ama ona da sözde lanet okuyarak kendini var etmeye çalışan yeni anayasa tartışmalarında ‘yetmez ama evet’ diyenleri de arkasına alarak halkta yaratılan bütün algı yönetimleri ve manipülasyonlar, ‘yetmez ama evetçilerin’ bir manivela olarak kullanıldıktan sonra bir kenara atılmaları, ‘cami- cemevi projeleri’, çok kutuplu emperyalist dünyanın ABD ve AB emperyalist blokları güdümünde yönlendirilen ve Arabistan-Katar-Türk devleti tarafından organize edilerek önce El Nusra ve IŞİD’i desteklemeleri sonra ise başarılı olamayınca ‘terörist’ listesine almaları eksenindeki gelişmeler devam etmektedir. Karakol- kalekol ve baraj inşaatlarındaki artış, kadın ve cinsel yönelim içerisindeki LGBTT bireylere yönelik şiddet ve katliamlar, faşist Erdoğan’ın PKK’ye gönüllü katılan ‘çocuklar’ üzerinden “B ve C planlarını devreye sokacağız” diyerek tehditler içeren açıklamaları dikkati çekmektedir. Başbakanın ‘Bayrak indirme’ gelişmesiyle ortalığı velveleye vererek yüzündeki maskeyi çıkarıp, “Bayrağı indiren çocuk dahi olsa farketmez” diyerek sahtelikleri açığa çıkarken, saldırganlıktan vazgeçemeyerek kendini var etmedeki ısrarı devam etmektedir. Bu kapsamdaki egemen sınıf kliklerinin muhalefet kanadındaki parti ve güçlerinin tekçilikte somutlanan ‘bayrak sevdalarının’ yeniden hortlaması, mevcudundan hiç de daha ileri ve olumlu olmayan başkanlık sistemindeki ısrarı, yakın süreçte Cumhurbaşkanlığı seçiminde kurulu sömürücü düzenin hükümetinden muhalefetine egemen sınıf kliklerinin ihtirasları ve hummalı çalışmaları, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki halk kitlelerine yönelik bütün manipülasyonları ve daha birçok örnek verebileceğimiz sömürücü ve zulümkar faşist Türk devletin tekçiliğinin yeniden üretimi süreci sürdürülmektedir. Bütün tarihselliğini de koruyarak özde aynı ancak farklı versiyonlarda bir devamı olarak somut ve güncelliğiyle esaslı olarak devam etmektedir. Muasır medeniyet aldatmacalarıyla geçmişten bugüne “demokratikleşiyoruz, ilerliyoruz” safsatalarına karşı politik iktidar perspektifiyle radikal devrimci militan çizgi ve mücadelede yoğunlaşarak Sosyalist Halk Savaşı’na katılıp, tekçi ve ötekileştirici tüm paradigmaları kökleriyle parçalayalım ve Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini kuralım.
04
güncel haber
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
Muhalefetin köşk patinajları!
Demokratikleşme vs gibi bir değişim ve gelişim beklemek ya da bu yönde bir ilerlemenin olacağını ileri sürmek tam da faşizme ve burjuva diktatörlüğünün ekmeğine yağ sürmek ya da sisteme meyletmeye yönelik fırtınanın belirgin habercisidir Faşist Türk devletinin hakim sınıf ve klikleri arasındaki iktidar dalaşı Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik bir yandan gizli görüşmeler, diğer yandan ise kamuoyunu aldatıcı patinajlarıyla devam etmektedir. Zira birkaç aya kadar yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve aday belirleme durumuna ilişkin “herkesi kucaklayacak, birleştirecek, ortak değerleri temsil edecek, çatı aday, vatanmillet- sakarya” vb eksenli yalan ve demagojileriyle aslında tam da patinaj siyaseti izlenmektedir. Bu sürece hükümet olmanın ve yakın süreçte yapılan yerel seçimlerden de birinci parti olarak çıkmanın avantajlarıyla AKP’nin oldukça rahat ve kamuoyuna fazla yansıtmayacak şekilde inceden inceye tartışmasız bir atmosfer içerisinde girdiğini vurgulamak isteriz. Fakat başta CHP ve MHP olmak üzere muhalefetin ise sözde demokratik ve herkesi kucaklayacak ortak bir aday-çatı aday belirleme argümanıyla devletin birçok kurumu da dahil sivil toplum örgütleri, odalar ve borsalar birliği, sanayi ve ticaret örgütlenmeleri, uluslararası emperyalist sermayenin dünyanın çeşitli yerlerinde ve tabii ki Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki TUSKON- TÜSIAD vb gibi mali ve ekonomik örgütlenmeleri, sendikalar ve diğer kurumsal mekanizmaların temsilcileri ile görüşme seferberliğiyle patinajlar yaparak kendilerine yer edinmenin uğraşı içerisinde olduklarını söyleyebiliriz. Türk devleti hakim sınıf ve kliklerinin genel ve ortak bir özelliği olarak tam da hükümete ya da iktidara geldiklerini, merkeziyetçi ve devletçi, muhalefete düştüklerinde ise hür teşebbüsçü ve özgürlükçü kesilen yönleri itibarıyla bir anlayış ve pratik gerçekleştirdiği söylenebilir. Yakın süreçte yapılacak emperyalizme yarısömürge temelinde bağımlı tekelci kompra-
dor burjuva faşist diktatörlüğünün son derece önemli ve temel bir devlet kurumu temsiliyeti pozisyonundaki Cumhurbaşkanlığı seçimi olacaktır.
HDP’nin yaklaşımı ve izleyeceği siyaset belirleyici olacaktır Parlamentoya girerek belirli bir sayıda milletvekili çıkaran HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki yaklaşım ve son tahlilde izleyeceği pratik politika önemli bir ayrışma ve saflaşma temelinde süreç turnusol işlevi de görecektir. Zira Öcalan önderliğindeki PKK ile emperyalizmin stratejik uşağı faşist Türk devleti arasındaki “demokratik çözüm, Kürt açılımı, demokratikleşme, barış, çözüm” vs adına ne denirse densin, eşitsiz temelde ve koşullarda sürdürülen ve ortaya konan mutabakat ve konsepte göre HDP’nin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yaklaşım ve izleyeceği siyaset belirleyici olacaktır. Bu da yine birtakım kırıntılar ekseninde bizzat faşist Türk İslam eksenli ve onun lehinde tekçiliğin yeniden üretimi düzleminde son derece eşitsiz koşulları içeren, çözümsüz ve açılımsızlığın projesi ve konseptine tav olunarak, düzen içi tasfiyeci reformizmin kulvarına dümen çevirme işlevi görecektir. Ya da böylesi bir süreçte burjuva düzen partilerinin hiçbirine meyletmeden Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini ezilen ve sömürülenlerin çıkarlarına
hizmet etme temelinde kullanarak kurulu sömürü düzeni ve sistemini teşhir ederek daha fazla yıpratma faaliyeti yürütecektir. Fakat şimdiye kadarki yönelim, anlayış ve izlenen çizgi ve siyasetler, ideolojik ve politik gidişat, uzlaşmacı reformist bir hatta doğru olduğu için, pragmatist ve oportünist teorik ve pratik politikalar ön planda tutularak yürüneceği görülmektedir.
AKP önüne engeller çıksa da başkanlık sistemini halen istemektedir AKP iktidarı başkanlık sisteminden hala vazgeçmiş değildir. Bu noktada belirli düzeylerde gerilemiş ya da daha yoğun ve hızlı pratik adımlar atarak bir an önce hayata geçirilmesi için önünde engeller çıkması nedeniyle bir başarı elde edememiş olsa da faşist Erdoğan önderliğindeki AKP iktidarının başkanlık sisteminden tamamen vazgeçtiğini söyleyemeyiz. Bilindiği gibi başkanlık sistemi, devletin yönetim mekanizması içerisinde bir devlet başkanı sıfatıyla tek başına en üst merci olarak devletin başında yer alarak son tahlilde kendisinin karar vermesi durumudur. Bu eksende avantajları arttırdığı ve fırsatları genişlettiği ya da yakaladığı oranda AKP’nin, başkanlık sisteminde daha fazla ısrar edeceği ve bu yönlü kendi kurumsal mekanizmasını inşa edeceği göz önünde bulun-
durulmalıdır. Zira şimdiki durumdaki devlet mekanizması ya da yönetimiyle başkanlık sistemi arasında esasta ve özünde temelden bir değişiklik kesinlikle söz konusu değildir. Her ikisi de burjuva diktatörlüklerinde özde aynı olan yönetim biçimlerindeki farklılıklardır. Tıpkı burjuva demokrasisiyle aynı öze sahip ancak daha katı faşizmin, çift yumurta ikizleri ve kardeşleri olması gibi faşist Türk devletindeki başkanlık sistemine geçişte devletin ne faşizm, ne burjuva diktatörlüğü ne de zulüm ve sömürü düzeninde, esaslı ve köklü bir değişim olacağı algısı, temelden ve stratejik olarak yanılgılı yaklaşım ve yönelimdir. Buradan hareketle demokratikleşme vs gibi bir değişim ve gelişim beklemek ya da bu yönde bir ilerlemenin olacağını ileri sürmek tam da faşizme ve burjuva diktatörlüğünün ekmeğine yağ sürmek ya da sisteme meyletmeye yönelik fırtınanın oldukça açık habercisidir. Ortada bütün olan biten Cumhurbaşkanlığı seçimi ve başkanlık sistemi meselelerine ilişkin uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesi temelinde faşist Türk devleti ve onun temel kurumlarının buna göre dizayn edilerek balans ayarına tabi tutulmasıdır. Başka bir beklenti ya da umar içerisinde olmak ham hayal bir yaklaşım ve oldukça önemli bir kırılmadır.
Akdeniz Üniversitesi’nde polis saldırısı Akdeniz Üniversitesi’nde Okmeydanı, Lice ve Rojava’daki saldırıları protesto eden öğrencilere polis saldırdı. Aralarında Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) taraftarının da olduğu 28 kişi gözaltına alındı Demokratik hakları için mücadele eden öğrencilere tahammül edemeyen devlet, öğrencilere azgınca saldırmaya devam ediyor. Gezi Ayaklanması’nda halka saldıran
anlayışla, üniversite öğrencilerine saldıran anlayış arasında bir fark yoktur. Üniversitelerde gerici faşist saldırılara karşı üniversite gençliğinin sürdürdüğü devrimci mücadele devam ediyor.
Polis saldırısında çok sayıda öğrenci yaralandı Akdeniz Üniversitesi’nde, Lice Katliamı, Okmeydanı’nda polis saldırıları ve Rojava’da IŞID çeteleri tarafından yapılan katliamları protesto etmek için Merkez Kampüse yürümek isteyen öğrenciler çevik kuvvet ve sivil polislerin engeliyle karşılaştı. Akrep ve TOMA’larla üniversiteye ge-
len polisler öğrencilerin yürümesine izin vermedi. Polis, öğrencilere hiçbir uyarıda bulunmadan saldırdı. Saldırı sırasında çok sayıda öğrenci cop darbedeleriyle yaralandı. Polisin saldırısı sırasında çekim yapan DİHA Muhabiri Feyyaz İmrak’ın kamerasını, 4 polis almaya çalıştı. Polis, kamerayı vermek istemeyen İmrak’ın burnunu kırdı. Hastaneye kaldırılan İmrak, doktor kontrolünün ardından ameliyata alındı. Aralarında Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) taraftarının da bulunduğu 28 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alına öğrenciler daha sonra serbest bırakıldı.
güncel haber
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
05
Isparta E Tipi Hapishanesi’nde açlık grevi! Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP), Galatasaray Lisesi önünde yaptığı basın açıklamasıyla mayıs ayında yaşanan hak gaspları raporunu açıkladı. Isparta E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde ise PKK dava tutsakları açlık grevine başladı Faşist T.C. devletinin kanlı yüzünü görmek için Türkiye-Kuzey Kürdistan’da hapishanelerde gerçekleştirdiği katliamlara bakmak yeterli olur. Hakim sınıfların hapishanelerde tutulan devrimci tutsaklara yönelik saldırıları her geçen gün artarken, bu saldırılara karşı devrimci tutsaklar iradelerini ortaya koyarak saldırıları geri püskürtmektedir. Devrimci iradeyi teslim alamayan devlet, tutsakların en temel ihtiyaçlarını dahi engellemekten çekinmemektedir. Isparta E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde açık görüşte kollarına damga vurulan ve fotoğrafları çekilen PKK dava tutsakları, 26 Mayıs tarihinden itibaret açlık grevine başladı. Açlık grevinde olan tutsaklardan Yusuf Orak’ın ağabeyi Aydın Orak, kardeşiyle yaptığı telefon görüşmesinin ardından açlık grevinden haberdar olduğunu söyledi. Tutsakların bu saldırıların son bulması için hapishane yönetimiyle yaptığı görüşmelerden sonuç çıkmayınca, açlık grevine başlayan tutsaklar taleplerini açıkladı. Tutsaklar gardiyanlar tarafından cop ve sopalarla dövüldü Tutsakların ifadelerine göre hapishane yönetimi, tutsakların hak gasplarına karşı başlattığı açlık grevine karşı havalandırmaları kapatıp su ihtiyaçlarını karşılama-
yarak direnişi kırmaya çalışıyor. Bu baskılardan sonuç alamayan yönetimin, koğuşlara soktuğu ellinin üzerinde asker ve gardiyanla,tutsakların ellerini arkadan kelepçeleyerek sopa ve coplarla darp ettiği belirtildi. Darp edilerek yaralanan tutsaklardan Süleyman Turgut’tan haber alınamadığını belirten tutsaklar, hapishane yönetiminin Turgut’un hastaneye kaldırıldığı yönünde ifadeler kullandığını kaydederek, bunun dışında sağlık durumuyla ilgili herhangi bir bilgi alamadıklarını aktardı. Tutsaklar, insani yaşam koşulları ve taleplerinin karşılanana kadar direnişlerini sürdüreceklerini belirterek, gerekirse görüşe de çıkmayacaklarını ifade etti. Isparta E Tipi Hapishanesi’nde açlık grevinde olan PKK dava tutsaklarının durumlarına dikkat çekmek için HDP Isparta İl Örgütü, HDP Isparta Gençlik Meclisi, Isparta DEMYÖM ve İzmir TAYDER üyeleri, “Siyasi tutsaklar onurumuzdur" pankartını açarak hapishane önünde basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasında Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki hapishanelerde yapılan hak gasplarının, evrensel hakları ve hukuku ayaklar altına aldığı vurgulandı. Hapishanelerdeki politik tutsakların yanı sıra, adli tutsaklar üzerinde de yoğun baskılar ve hak gaspları uygulanarak tecrit derinleştirilmeye çalışılıyor. Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) ile Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV), hapishanelerde kendi temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak geliri olmayan adli tutsaklarla ilgili bir rapor hazırladı. Hapishanelerde Haziran 2014 tarihi itibarıyla 150 binden fazla tutsağın olduğunu, çoğu tutsağın kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olduğu belirtildi. Raporda, adli tutsakların günde 5-6 liraya başka tutsakların çamaşırlarını yıkamak
ve temizliğini yapmak zorunda bırakıldığı belirtilerek tutsakların günde 6-7 liraya hapishanenin mutfak ya da atölyelerinde ucuz iş gücüyle çalıştırılarak sömürüldükleri de kaydedildi.
‘AKP hapishanelerden tabutların çıkmasını seyrediyor’ Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP), 7 Haziran günü Galatasaray Lisesi önünde yaptığı basın açıklamasında, Mayıs ayında hapishanelerde yaşanan hak gaspları raporunu açıkladı. "Hapishanelerde Tecrit İşkencesine Son Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın" pankartını açan kitle, "Tecrit işkencesine son", "İçeride dışarıda hücreleri parçala" , “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganlarını attı. TKMP adına yapılan açıklamada hapishanelerde tutulan hasta tutsaklara değinilerek hapishanelerde Mayıs ayı itibarıyla 233’ü ağır olmak üzere, 641 hasta tutsağın bulunduğuna dikkat çekildi. "AKP hükümeti, hasta tutsakların serbest bırakılması
için yapılan eylemlere karşı üç maymunu oynuyor. Hapishanelerde tabutların çıkmasını seyrediyor" ifadelerine yer verilen açıklamada, Tarsus C Tipi Hapishanesi'nde tutuklu bulunan kanser hastası Mehmet Beşir Alto'nun Adli Tıp Kurumu'na sevkini beklerken yaşamını yitirdiği, üstelik Alto'nun ölü bedeninin elleri kelepçeli olarak ailesine verilmek istendiği ifade edildi. Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: "Hapishanelerdeki tecrit işkencesine son vermek için, hasta tutsakların serbest bırakılması için, Soma'nın, Roboskî'nin ve Gezi şehitlerinin hesabını sormak için ellerimizi, yüreklerimizi birleştirelim ve her alanda özgürlük için, adalet için sesimizi yükseltelim" Açıklamada Edirne F Tipi Hapishanesi'ndeki tutsaklara toplam olarak milyarlarca lira para ‘cezası’ verildiği belirtilerek tutsaklara verilen günlerce hücre ‘cezasının’ yanı sıra görüş ‘cezası’ ve iletişim ‘cezaları’ verildiği de açıklandı. Atılan sloganların ardından eylem sona erdi.
Munzur’da mahkeme kararı uygulanmıyor Munzur Vadisi’nde yapılan baraj ve HES’lere ilişkin Danıştay tarafından alınan yürütmeyi durdurma kararına karşın, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından HES’lerin yapılmasının önünü açan bir karar alındı Devletin Dersim'e yönelik devreye koyduğu Dersim'i insansızlaştırma politikasına hız kesmeden devam ediyor. Munzur Vadisi'nde yapılan baraj ve HES'lere ilişkin Enerji Piyasaları Düzenleme Kurulu'nun verdiği lisanslar Danıştay tarafından iptal edildi. EPDK 2010’da da Konaktepe Elektrik Üretim A.Ş.’ye lisans vermiş; fakat süreç, Dersim Kültürel ve Doğal Miras Koruma Girişimi Sözcüsü Barış Yıldırım’ın, yürütmenin durdurulması ve iptali için Danıştay’da dava açmasıyla durdurulabilmişti. Danıştay 13. Dairesi Munzur Vadisi Millî Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı’nın onaylanmadığı, millî park niteliğini taşıyan Munzur Vadisi’nde su kaynaklarının kullanımı ve iş-
letilmesinin yasak olduğu ve kamu yararı olmadığı gerekçeleriyle yürütmenin iptaline karar vermişti.
‘AKP kamu yararı diyerek doğal ve arkeolojik sit alanlarını talan ediyor’ Ancak bu karara karşın Çevre ve Orman Bakanlığı, Mun-
zur Vadisi Milli Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı’nı imzalayarak Munzur Vadisi Millî Parkı’nda inşa edilmesi planlanan baraj ve HES projelerinin yapılması hususunda ‘üstün kamu yararı bulunduğu’ kararını aldı. Bu kararın ardından yapımı durdurulan barajların inşaatına yeniden başlandı. Konuya ilişkin açıklama yapan Dersim Kültürel ve Doğal Miras Koruma Girişimi Sözcüsü Avukat Barış Yıldırım, bu projelerin hayata geçmesi durumunda Munzur Vadisi ekosisteminin olumsuz yönde etkileneceğini ifade ederek şu ifadeleri kullandı: “55 tane endemik tür ve fauna zarar görecek. Sadece Munzur’da yetişen Munzur alabalığı kesin olarak yok olacak. Bu barajın inşa halinde 26 kilometre uzunluğunda bir göl oluşacak. Bu göl, Ovacık ilçesinin içine kadar gidecek” Danıştay kararlarına karşın, verilen kararı da değerlendiren Yıldırım, “AKP kamu yararı diyerek doğal sit ve arkeolojik sit alanlarına her türlü projeyi yapabileceğini sanıyor. İnşaatçılığı kamu yararına eşitliyor. Bu, ekolojik denge bakımından tehlikeli bir viraja girildiğinin göstergesidir” dedi.
06 güncel haber
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
Gezi’nin birinci yılı ve düşündürdükleri… Gezi Ayaklanması’nın bize öğrettiği en önemli şey, Türkiye Kuzey Kürdistan coğrafyasında iktidarın ele geçirilmesi için uzun süreli bir mücadelenin kaçınılmazlığının kanıtı olmasıydı. Yani bir andaki devrim beklentilerini yerle bir etti denirse abartı olmaz Gezi Ayaklanması’nın üzerinden tam bir yıl geçti ve Gezi Ayaklanması’nın birinci yıl dönümünde karşıt güçler bir kez daha sokaklardaydı. Korkutanları korkutan “çapulcular”, bu kez ne bir yıl öncesi kadar kitleselleşebilmişti, ne de sesleri bir yıl öncesi kadar gür çıkıyordu. Bunun neden ve niçinlerini tartışarak doğru dersler çıkartmamız gerekiyor. Meseleyi bu yönlü irdelemeden önce, karşıt güçlerden biri durumunda olan hakim sınıfların konumlanışına bir göz atmak gerekiyor. İstanbul, İstanbul olalı, “çapulcular”, “çapulcu” olalı hiç bu kadar biber gazlı, TOMA’lı, hiç bu kadar coplu- silahlı polis gücüyle karşı karşıya gelmemiş ve İstanbul bu kadar eli kanlı işkencecilerin postalları altında kalmamıştı. İstanbul’a tam 25 bin polis yığılmıştı. Özel timi, sivil polisi ve palalısı da cabasıydı. Deniliyor ki bu iktidar döneminde en büyük operasyon 10 bin askerle Kandil’e yönelik sınır ötesi operasyonudur. “Çapulcu”ların sokağa çıkmalarını engellemek için ise İstanbul’a 25- 30 bin polis konumlandırılıyor. Yani “en büyük operasyon” un üç katı. Bu, korkutanların, ne kadar çok korktuklarının en açık ifadesi oluyor. “ Polisimi A’dan Z’ye yetkili kıldım” diyen bir başbakanın polis-
leri de elbette ki orantısız güç kullanmaktan, yani insanları hiç çekinmeden öldürmekten, insanlara işkence yapmaktan, bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka basın mensuplarına saldırmaktan hiç bi şekilde sakınmadılar.
Halkın adaleti bu kan içicilerin başta da baş hırsızın yakasına yapışacaktır Göz göre göre adam öldüren bir polis yargılanmıyorsa bile, geride halkın adaletinden başka ne kalıyor ki artık. Ama halkın şaşmaz adaleti bu kan içicilerin, başta da baş hırsızın yakasına yapışacaktır. Bundan hiç kimsenin, ama hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Sınıf mücadeleleri tarihi, benzer diktatörlerin dünyayı nasıl terk etmek zorunda kaldıklarıyla doludur. Onlar tarihin çöplüğünde bile kendilerine yer bulamadı. On bir yıldır ülkeyi komplolarla, provakatif eylem biçimleriyle, kitleleri sürekli bölmekle yöneten baş çalanın sonu da gelmiş geçmiş diktatörlerden farklı olmayacaktır. Aradan geçen bir yılın sonunda yüzümüzü geriye dönüp Gezi Ayaklanması’nı daha dingin bir kafayla ve daha objektif bir yaklaşımla değerlendirip, sağlıklı dersler çıkarabiliriz. Her şeyden önce Gezi’nin kendiliğinden bir eylem olarak başladığı su götürmez bir gerçektir. Kendiliğinden başlayan bu kitlesel ayaklanmayı, her siyasal oluşum kendi potasına taşımaya çalıştı. Öyle görünüyor ki, bu direnişten en karlı çıkanların başında Kemalistler geliyor. Devletin resmi ideolojisi olan Kemalizm, özellikle Türkiye K. Kürdistan proleteryası ve ezilen halklarının komünist önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın yoğun bilimsel çalışmaları ve ideolojik mücadeleleri sonucu itibarsızlaştırılıp Kemalizm’in fa-
şist yüzü teşhir edilmişken, özellikle Gezi Ayaklanması’ndan sonra yeniden halkımızın “umuduymuş” gibi gündeme taşındı. Yeniden itibar kazandırılmaya çalışıldı, hala da bu çabalar özellikle İşçi Partisi, CHP, Atatürkçü Düşünce Dernekleri ve daha başka pek çok sivil örgüt kurumları tarafından yürütülmektedir. Burada AKP’nin oynadığı rolü unutmamak gerekiyor. Her ne kadar Kemalizm’e karşılarmış gibi görünseler de, hatta öyle olsalar da Kemalizmin yeniden bu denli hortlatılması izledikleri politikaların sonucudur.
AKP iktidarına karşı gelişen mücadelenin dinamikleri Faşist AKP iktidarının halka yönelik saldırıları, mezhep kavgaları, insanların her türlü özel yaşamına müdahaleleri, akıl almaz soygun, vurgun ve rüşvet politikaları,aslı astarı olmayan ve hiç bir zaman bir tek adımı dahi atılmayan Kürt ulusuna yönelik “çözüm” politikaları gibi pek çok unsur birleşince, AKP karşıtı olan her kesimden kitleler özellikle gençler, sanatçılar, memurlar kısacası ezilen, horlanan tüm kesimler Hindistan’ın Gandi’si vari öfkelerini sokağa taşıdı. Direniş sadece Türkiye K. Kürdistan coğrafyasında değil, dünyanın pek çok yerinde yankısını buldu. Farklı renklerin, farklı düşüncelerin bir arada olması, hep birlikte faşizmi lanetlemesi elbette ki önemliydi. Her şeyden önce korku çemberi kırılmış, kitlelerin kendilerine olan güvenleri artmıştı. Kuşkusuz Gezi Ayaklanması birtakım ezberleri de bozdu. Gezi Ayaklanması, faşist iktidara karşı, ayrılıklarımızdan çok, birlikteliklerimizin öne çıkarılmasının altını çizdi. Ancak Gezi Ayaklanması daha da önemlisi Komünist Partisi’nin öncülüğü olmadan, kendiliğindenci hareketler ne denli görkemli olurlarsa olsunlar, mevcut ikti-
darı yıkıp halkın iktidarını, proletarya diktatörlüğünü kurma şansına sahip olunamayacağının kanıtı oldu. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nde olduğu gibi, bu tip hareketlerin devrimle sonuçlanamayacağını bir kez daha kanıtlamış oldu. Ancak buradan bir devrim çıkmasa bile, devrimin bir avuç aydının veya öncülerin değil, kitlelerin eseri olacağı gerçeğinin altı çizilmiş oldu. Gezi Ayaklanması’nın bize öğrettiği en önemli şey, Türkiye K. Kürdistan coğrafyasında iktidarın ele geçirilmesi için uzun süreli bir mücadelenin kaçınılmazlığının kanıtı olmasıydı. Yani bir andaki devrim beklentilerini yerle bir etti denirse abartılı olmaz. MLM’ler, geçmişten çıkaracakları derslerle, geleceği inşa etmenin kavgası içinde dal-budak salıp emin adımlarla iktidara yürür. Gezi Ayaklanması’nı da bu anlayışla yorumlamaya çalışırlar. Gezi Ayaklanması’nın en eksik kalan yanlarından biri ise işçi sınıfının başına çöreklenen revizyonistler yüzünden, işçiler sınıf gücünü kullanarak Geziyle bütünleşemedi. İşçi sınıfı bir günlük grev kararlarını bile doğru dürüst hayata geçiremedi. Sendika ağaları polis şiddeti karşısında mücadeleyi seçmek yerine, uzlaşmayı seçip geri çekildi. Kürt Ulusal Hareketi de aynı pozisyondaydı. Olmayan “barış” planına helal gelmesin diye uzlaşı yollarını seçti. Sonuç olarak, Gezi ruhunun öğrettiklerini asla küçümsemeden,temel sloganları olan “Heryer Taksim her yer direniş” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” şiarlarıyla uzun soluklu, Komünist Partisi’nin önderliğinde bir mücadelenin bizleri beklediği gerçeğinden hareketle, kitlelerin açtığı isyan bayrağını daha yükseklere çekme görevi ve sorumluluğuyla karşı karşıyayız.
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
güncel haber 07
Gezi’nin birinci yılında ülke ayaktaydı Geçtiğimiz yıl 31 Mayıs’ta başlayan ve ülke geneline yayılan Gezi Ayaklanması’nın yıl dönümünde polis, halka yine biber gazı, plastik mermi ve TOMA’larıyla saldırdı Gezi Parkı Direnişi’yle başlayan ve Gezi Ayaklanması’na dönüşen halkın haklı ve meşru mücadelesi, 31 Mayıs 2013 tarihinde başladı. Ülke geneline yayılan Gezi Ayaklanması’nda 10 kişi hayatını kaybederken, yüzlerce kişi polisin attığı biber gazı ve plastik mermiler nedeniyle gözünü kaybetti ve ağır yaralar aldı. 31 Mayıs’ın yıl dönümünde yeniden sokaklara çıkan binlerce kişi, yine polis saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Gezi Parkı’nın ve İstiklal Cadddesi’nin kapatılmasıyla devletin halkın gücünden ve ortaya koyduğu devrimci iradesinden korktuğu ve çekindiği bir kez daha gözler önüne serildi. İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana başta olmak üzere halk sokaklara çıkarak, devlete bir kez daha korku saldı.
‘Bu daha başlangıç mücadeleye devam’ İSTANBUL: Gezi Ayaklanması’nın yıl dönümünü karşılamak için, İstanbul’un çeşitli semtlerinde toplanmak isteyenlere polis saldırdı. Taksim'de polis saldırısı sonucunda onlarca kişi gözaltına alınırken, onlarcası da yaralandı. Öğle saatlerinde kapatılan Taksim Gezi Parkı ve İstiklal Caddesi’ne giriş çıkışlar polis tarafından engellendi. Polisin engellemelerine karşın İstiklal Caddesi girişinde ve ara sokaklarda toplanmaya başlayan kitleye polis, ‘dağılın’ anonsuyla saldırı için hazırlık yaptı. Yüzlerce kişi, sırt çantalı ve coplu gezen sivil polisler tarafından darp edilerek gözaltına alındı. Bütün engellemelere karşın İstiklal Caddesi üzerinde toplanmayı başaran bir grup kitle “Faşizme karşı omuz omuza” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarıyla polis şiddetini ve baskısını protesto etti. Polis kitleye biber gazları ve plastik mermilerle saldırarak coplarla Tünel yönüne sürükledi. Kitle polise karşı taş ve sapanlarla karşılık verdi. Osmanbey ve Cihangir tarafına da sıçrayan direniş, ara sokaklarda küçük grupların direnişiyle devam etti. Taksim Dayanışması da polisin engellemelerini protesto ettiği oturma eylemi gerçekleştirdi. İlerleyen saatlerde oturma eylemini sonlandıran Taksim Dayanışması, taleplerini yeniden dile getirerek polisin bu denli şiddetle saldırmasının sebebinin iktidarın korkusu olduğunu ifade etti. İstiklal Caddesi’ndeki eylemler Mis Sokak’a taşınarak gece geç saatlere kadar sürdü.
Kızılay’da polis ablukası ANKARA: Polis sabah saatlerinden itibaren Kızılay’ı ablukaya aldı. Güvenpark’ta otobüs ve dolmuş durakları kapatıldı. Bakanlıklar çevresinde çok sayıda çevik kuvvet ve TOMA konuşlandırıldı. Halk da Kızılay’da Güvenpark’ın hemen yanında Ethem Sarısülük’ün 1 Haziran gün başından vurulduğu noktada toplanmaya başladı. Oturma eylemi yapan kitle, Sarısülük’ün vurulduğu noktaya karanfiller bırakarak mumlar yaktı.
Sendikalar, meslek örgütleri, forumlar ve devrimci demokratik kurumların da bulunduğu Ankara Dayanışması’nın çağrısıyla akşam saatlerinde Kızılay’da bir araya gelen kitle, Atatürk Bulvarı’nı tek yönlü olarak trafiğe kapattı. Polis yolun açılması yönünde anons yaparken, beklemeden TOMA’larla kitleye saldırdı. Gazeteciler de polisin saldırısından etkilendi. Saldırının ardından kitle Sıhhiye, Ziya Gökalp ve GMK Bulvarı yönüne çekildi. Ziya Gökalp Caddesi ile Sakarya Caddesi’nde polise havai fişekler atıldı. Sıhhiye ve GMK Bulvarı yönüne dağılanlar ise Kızılay Meydanı’nda yeniden bir araya geldi. Kızılay’da çevrede bulunan halk da polise “Çocuklarımızı öldürdünüz, hâlâ saldırıyorsunuz” sözleriyle tepki gösterdi. Polis tazyikli suyla aralıklarla saldırılarını sürdürdü. Polis saldırılarına karşın kitle yeniden toplandı. Kızılay AVM’nin içine kadar saldıran polis, biri çocuk en az 12 kişiyi AVM önünde gözaltına aldı. Ethem Sarısülük’ün polis kurşunuyla vurulduğu yerde toplanan kitle de yeniden mumlar yakarak yere oturdu. Polis önce kalkanlarla yerde oturan kitleyi uzaklaştırmaya çalışırken, ardından gözaltına almaya başladı. Polis bu noktada en az 2 kişiyi gözaltına aldı. Saldırılar sırasında ÇHD üyesi avukatlar Barkın Timtik, Engin Gökoğlu, Anıl Arman, İlyas Danyeli de gözaltına alındı. Diğer yandan polis, Emek Partisi Genel Merkezi’nin bulunduğu binayı bir süre abluka altında tuttu. Ethem Sarısülük’ün abisi Cem Sarısülük de polisler tarafından gözaltına alındı. Azad Yılmaz isimli bir kişi de gaz fişeğiyle başından vuruldu. Yılmaz, Ankara Numune Hastanesine kaldırıldı. Eylemler sürerken bir kişi, mısır tezgahından çıkardığı beyzbol sopasıyla eylem yapan halka saldırdı. Eylemler Ankara sokaklarında geç saatlere kadar devam etti.
Eyleme polis saldırdı İZMİR: Emek ve Demokrasi Güçleri, Haziran Ayaklanması’nın yıl dönümünde Basmane'de bir araya gelerek Gündoğdu Meydanı'na yürüdü. Meydanda yapılan etkinlikte, Gezi şehitleri anıldı. Ardından devrimci demokratik kurumlar tarafından Konak'a yürüyüş gerçekleştirildi. Kitle, Kantar Polis Merkezi'nin önünde polis
tarafından ablukaya alındı. Polis, kalkanlarla kitleyi dağıtmaya çalıştı. Direnişçiler dağılmayınca, polis kitleye gaz bombalarıyla saldırdı. Polis saldırısında çok sayıda kişi gözaltına alınırken, polisin kafeleri de bastığı öğrenildi. Direnişçiler, daha sonra Gündoğdu Meydanı ve Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde barikatlar kurdu. Barikatlara saldıran polis, gözaltılara başladı. Kafelerden insanları zorla çıkaran polis, insanları döverek gözaltına aldı. DERSİM: DHF'nin de bileşeni olduğu Dersim Dayanışması'nın çağrısıyla Sanat Sokağı'nda "Gezi’den Soma’ya Katleden Devlettir Her Yer Taksim Her Yer Direniş" pankartı arkasında bir araya gelen kitle, Seyit Rıza Meydanı'na yürüdü. Yürüyüş sırasında "Katil devlet hesap verecek" ,"Her yer Taksim her yer direniş" ," Faşizme karşı omuz omuza" , "Diren Lice Dersim seninle" , "Soma işçileri onurumuzdur" ,"Yaşasın devrimci dayanışma" , "Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez" sloganları atıldı. Seyit Rıza Meydanı'na gelindiğinde Gezi şehitleri şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehit düşenler için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Ardından okunan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:“İstanbul Taksim Gezi Parkı'na AKP’nin alışveriş merkezi yapmak istemesine karşı Taksim Dayanışması 27 Mayıs 2013 günü çadır kurup direnişe başlamıştı. AKP her zaman yaptığı gibi halkın taleplerini dikkate almazken, Gezi Parkı’ndaki ağaçları söküp zorla kazı işlerini başlattı. AKP’nin bu pervasızlığı karşısında 29 Mayıs’ta parkta çadır kurup direnenlerin sayısı binleri buldu. Gezi Parkı’nda halkın kolektif yaşamı örgütlendi. İşte AKP’nin bu faşist terörü üzerine halkın biriken öfkesiyle İstanbul’un dört bir yanından on binlerce kişi bir nehir gibi Taksim’e aktı. Bu ayaklanma ülkemizin her yanına yayıldı. 3.5 milyon kişi AKP’nin faşist politikalarına ve saldırılarına barikatlarla, elde sapanlarla, taşlarla direndi ve şehitler vermeye başladı. 12 kişi gaz kapsülüyle vurularak gözünü kaybetti, 60’ın üzerinde insan komalık oldu, 6000 civarında kişi gözaltına alındı, yüzlerce kişi ise tutuklandı. Ayaklanma boyunca ve
sonrasında süren direnişlerde, kalekol inşaatlarına ve yozlaşmaya karşı mücadelelerde Ethem Sarısülük , Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Medeni Yıldırım, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik, Berkin Elvan, Mehmet İstif şehit düştü. İstanbul Kent Mitingi'nde polisin attığı gaz bombalarından dolayı kalbi duran ve 159 gündür hastanede tedavi gören Elif Çermik ise 30 Mayıs günü hayatını kaybetti.
Gezi’den Soma’ya katleden devlettir! Kürt, Türk, Arap tüm milliyetlerden halkımız birleştiğinde nasıl güçlü olacağını Haziran Ayaklanması'yla gösterdi. Gün; faşizme, talana, yok sayılmaya karşı birlik günüdür. Gün; Gezi’nin direniş ruhunu yaygınlaştırma ve katledilen canlarımızın hesabını sorma günüdür. Soma’da katledilen işçilerin katili Gezi Parkı’nda halka pervasızca saldıran AKP’dir! Açlığın ve zulmün iktidarı AKP, patronlar için çıkardığı yasalarla, taşeronlaştırma ve güvencesiz çalışma koşullarıyla, işçi katliamlarına da son hızla devam ediyor. Manisa Soma’da, maden işletmesinde 14 Mayıs günü yaşanan işçi katliamı, patronların kar için nasıl da pervasız olduğunu gösterdi. Resmi rakamlara göre 301 işçinin öldüğü söyleniyor ancak bundan daha fazla işçinin hayatını kaybetmesi gerçekliği halktan gizleniyor. And olsun ki ayaklanma şehitlerini ve Soma’da katledilen işçileri unutmayacak ve unutturmayacağız. Ayaklanmanın birinci yıl dönümünde buradan bir kez daha haykırıyoruz: Katillerden hesap sorulana kadar susmayacağız." ADANA: Adana halkı, Haziran Ayaklanması’nı selamlamak için Atatürk Parkı'nda bir araya geldi. Polis, kitleye gaz bombalarıyla saldırırken, çok sayıda kişi yaralandı. Çatışmalar devam ettiği sırada çok sayıda kişi gözaltına alındı. "Her yer Taksim her yer direniş" , "Bu daha başlangıç mücadeleye devam" , "Yaşasın Gezi direnişimiz" , "Gezi’den Soma’ya hesap sormaya” , “Katil devlet hesap verecek" sloganlarını atan kitle, ara sokaklarda polisle çatıştı. Kurtuluş Parkı yakınında direnişçiler barikatlar kurarak ateşler yaktı. Adana’daki çatışmalar gece geç saatlere kadar devam etti.
08 emek haber
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
Taşeronun önündeki engeller kalkıyor!
AKP iktidarının Meclis’e getirdiği taşeron yasası, taşeronlaştırmayı yasallaştırarak işçilerin haklarını gasp eden bir işlev görürken, yeni hak gasplarının da önünü açıyor Son günlerde taşeron işçilere yeni haklar verileceği ve genişletici düzenlemeler yapılacağı konusunda müjdeler verilmektedir. Tazminat, fazla mesai, yıllık izin, sigorta gibi pek çok hak, zaten tüm işçilerin yasal hakkıdır. Ancak kamu ve özel sektörde bu hakların işçi ve emekçilere kullandırılmadığı açıktır. Göstermelik ‘hak veriyoruz’ safsataları gerçekleri yansıtmamaktadır. Taşeron işçilerin iş güvencesinin bulunmadığını ve her an kapı önüne bırakılma endişesiyle çalıştırıldıklarına tüm ülke şahittir. Bugün taşeron sisteminde çalışanların büyük çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşamaya mecbur bırakılmışken, işçinin cebine girecek biraz fazla ücretin neden şirket sahiplerine verildiğini anlamak güçtür. Yeni çıkarılacak olan yasayla taşeronluk resmi olarak tedavüle sokulmaya çalışılmakta yani yasallaşmaktadır. Kölece çalışma koşullarını yaşama geçirmeye çalışan AKP iktidarı, patronların ağzına balı parmakla çalmanın ötesine geçmiş galonlarla taşımaktadır. Sermayenin uşaklığını yapma konusunda at başı giden bakanları ve başbakanlarıyla, işçi ve emekçileri soymaya devam etmektedir.
Taşeronlaşma en çok sağlık sektörü ve belediyelerde (!) Kamu, daha çalıştırdığı taşeron işçi sayısını bilmiyor. Resmi rakamlara göre, belediyeler hariç kamuda 661 bin taşeron işçisi çalışıyor. Resmi olmayan rakamların ise 1.5 milyon olduğu bilinmektedir. Taşeron gerçeği bir kez daha Soma’da yaşanan katliamla ülke gündemine oturdu. Böyle bir ortamda AKP iktidarı, işçi konfederasyonlarından adeta kaçırırarak taşeron yasa tasarısını Meclis'e getirip, taşeronun yaygınlaşması için elinden geleni yapmaktadır. Sadece kamuda çalışan 1 milyon 500 bin taşeron işçi üzerinden, taşeron firmaların en az yüzde 20 komisyon aldığı bilinmektedir. Ayrıca komisyonun yanı sıra ihale bedeli üzerinden yüzde 18 KDV ödenmektedir.
En yüksek ücret 800 tl Taşeron işçilerin büyük bölümü asgari ücretten çalıştırıldığı gibi, hiçbir sosyal yardımdan yararlanamıyor. Ayrıca aldıkları asgari ücret üzerinden bankaya yatırılan paranın bir bölümü kayıtlara geçmemesi için patronlar tarafından elden toplanmaktadır.
Asıl işi yapıyorlar Yeni hazırlanan yasa tasarısıyla ‘Asıl iş taşerona verilemez’ şeklindeki açık hüküm kaldırılıyor. Böylece ‘asıl işlerin’ de yasal bir engel olmaksınız taşeron işçilere yaptırılması sağlanıyor. Bu noktada tasarıya, ‘asıl iş’ ve ‘yardımcı işlerin’ neler olduğu sıralanacak. Hazırlanan düzenlemeler arasında en tartışmalı bölüm Karayolları Genel Müdürlüğü’ne dava açan ve kazanan 7 bin taşeron işçisiyle ilgili olandı. Karayollarında yaklaşık 7 bin taşeron işçisi, yaptıkları işin aslında ‘asıl iş’ olduğunu, dola-
yısıyla taşeron işçi olarak değerlendirmenin yanlış olacağını iddia ederek dava açtı ve kazandı. İş Mahkemeleri verdikleri kararlarda, Karayolları Genel Müdürlüğü ile taşeronla patron arasındaki sözleşme ilişkisini muvazaalı, yani bir anlamda anlaşmalı bulduğundan, işçilerin ilk işe girdikleri tarihten itibaren Karayolları işçisi olduklarına karar verildi. Kararlar, Yargıtay’da onanıp kesinleşti. Ancak hiçbir işçi kadroya geçirilmedi. Yeni düzenlemede taşerona yaptırılacak işlerin alanı genişletilecek ve böylece mevcut yasaya dayanılarak açılan ‘muvazaa’ davaları geçersiz hale getirilecek. Kamuda çalışan yaklaşık 661 bin taşeron işçisinin 161 bini "asıl işi" yapıyor. Bunun anlamı şu; devlet kadrosuna "temizlik işçisi" ya da "güvenlik" olarak alınan taşeron işçiler, o devlet kurumunun asıl işinde, yani yol yapımında, sağlık teknik işlerinde ya da madende kullanılıyor. Taşeron işçilerinin devlet kurumları tarafından "asıl işte" çalıştırılmalarına Yargıtay karşı çıkmış, bunların kadroya alınması yolunda karar almıştı. Çalışma Bakanlığı’nın hazırladığı çalışmaya göre, taşerona verilmeyen ‘asıl işler’ artık yasal olarak taşerona aktarılabilecek. Taşeron doktora imkan sağlanacak.
nacak İl Özel İdarelerinde bulunan taşeron işçiler işsiz kaldı. Sadece Bursa'da 72 kişi, seçim sonrası tazminatsız olarak işsizler kervanına katıldı. Mersin'de 153, Samsun'da 224, Konya'da 53, Istanbul'da yaklaşık 200 kişi olmak üzere 29 ildeki özel idare bünyesinde yüzlerce kişi, valilikler bünyesinde temizlik işçisi, güvenlik ve şoför olarak çalışırken işten atıldı. Bursa İl Özel İdaresi bünyesinde taşeron firma elamanı olarak çalışan M.Y. isimli kadın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan milletvekillerine kadar birçok yetkiliye ulaşmalarına karşın sorunun çözülmediğini ifade etti. Kendisinin de epilepsi hastası olduğunu vurgulayan M.Y., Başbakan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Bülent Arınç'a gönderdiği dilekçede, "Şirket üzerinden temizlik, büro ve benzeri alanlarda çalışıyoruz. 6360 Sayılı Yasa’yla özel idarelerin büyükşehir belediyelerine devri ve kapatılması gündeme gelmiş olup, bu yasa doğrultusunda yapılacak devirlerde şirket çalışanları hakkında herhangi bir hüküm bulunmadığından, işimize son verildiğini” ifade etmesine karşın, herhangi bir cevap verilmediğini belirtti.
olan taşeron işçi sayısı ise bugün 2 milyon 500 bin rakamına ulaştı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, 2014 Ocak ayı itibarıyla ülkemizdeki 11 milyon 600 bin 554 olan toplam işçi sayısının ancak 1 milyon 96 bin 540’ı sendika üyesidir. Bu oran bütün işçilerin yüzde 9.5’ini karşılamaktadır. Bu oranın, Avrupa Birliği ülkeleri ortalaması yüzde 23, OECD ülkeleri ortalaması ise yüzde 17’dir. Hazırlanan yasa taslağının temel amacı taşeronluğu ülke genelinde kamu ya da özel tüm işletmelere yaymaktır.
Kiralık işçi dönemi geliyor Kiralık işçi düzenlemesi de yeniden Meclis'e gelecek. Daha önceki düzenlemede 1 yıl olan geçici çalışma süresi de 6 (3+3) ayı geçemeyecek. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, taşeron işçilerin asıl işverende mi alt işverende mi çalıştığına takılmamak gerektiğini belirtti. Taşeron yasasının zorunlu olduğunu ifade eden Çelik, dün olduğu gibi bugünde işçi ve emekçileri bir kez daha ihanet etti. Özel istihdam bürolarına işçi kiralama yetkisi veren, düzenlemenin de bu pakette yer alması bekleniyor.
Taslak yasalaşırsa neler getiriyor
Zaman aşımı bir yıla iniyor
Yerel seçimlerden sonra işten atmalar hızlandı
Bu taslak yasalaştığında ülkemizde otomotiv, tekstil, çimento, inşaat, maden, metal, makine ve elektronik gibi akla gelen tüm sektörlerde ücret ve sosyal haklar eşitlenmesine bağlı olarak patronlar, mevcut işçilerinin yanı sıra aynı işi yapan taşeron işçi çalıştırabilecek. Yasa taslağında bir patron işinin tümünü bir taşeron firmaya vermesinin önünde de bir engel bulunmuyor. Bu yasa taslağıyla patronların yıllardır ileri sürdükleri talepler yerine getirilmiş oluyor. Taslakta kamu-özel ayırımı gözetilmiyor. Örneğin, bir devlet ya da bir üniversite hastanesi veya bir özel hastane, bu yasa çıktıktan sonra asıl ile taşeron hizmetliler arasında ücret ve sosyal hakların eşitlenmesi durumunda doktor, hemşire, hastabakıcı, laborant, röntgen teknisyeni çalıştırabilecek.
İşçilerin ücret alacakları için dava açabilme süresi 1 yıla iniyor. İşçiler halen 5 yıl içerisinde dava açabiliyor. Dolayısıyla işçilerin bir an önce ücret alacaklarıyla ilgili hukuki süreci başlatması gerekecek. Aksi takdirde ücretlerini alamadıkları için dava açma haklarını kaybedecek.
Bazı şehirlerde belediyelerin, taşeron işçilere sahip çıkma sinyaline karşın, ülke genelinde 30 Mart sonrası binlerce taşeron işçi işten atıldı. Büyükşehir Belediyeleri sınırlarının genişletilmesini içeren kanun kapsamında kapa-
Sayılara bakacak olursak... Ülkemizde 2002 yılında 3 milyona yaklaşan sendikalı işçi sayısı, yeni kayıtlara göre 2014 ocak ayı itibarıyla 1.1 milyon dolayına geriledi. 2002’de 358 bin
Kadro yok taşerona devam Geçen yıldan bu yana Çalışma Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı ve yüz binlerce işçinin umutla beklediği tasarının en önemli özelliği, kimseye kadro vermeyecek olmasıdır. Yüz binlerce işçiden hiçbirinin kadro talebi karşılık bulmadı. 600 bine yakın taşeron işçisi, özelleştirme mağduru olarak bilinen 23 bin 4-C ve Karayollarında çalışanlara kadro verilmiyor. Torba yasayla hayata geçirilmesi planlanan düzenlemeyle, kadro verilmediği gibi taşerona yaptırılacak işlerin sayısı ve çeşidi daha da artırılacak.
Sendikalaşmayı bitirebilir
Tazminata sınırlama İşçi alacakları için açılmış bir davanın başında alacağa konu miktar dava dilekçesine yazılacak. Bu miktar davanın ilerleyen günlerinde ıslah dilekçesiyle artırılamayacak. Uygulamada işçi davayı düşük bir miktarla açmakta ve ilerleyen süreçte bilirkişinin hesaplamasından sonra ıslah dilekçesiyle alacağa konu miktarı yükseltmekteydi. Bu düzenleme dava açarken, çok düşünerek ve çekinerek dava açılmasına neden olacak. Çünkü davayı işçinin kaybetmesi halinde, işçi yüksek avukat masrafı ve mahkeme gideriyle karşılaşabilecek. Bu düzenleme fazla mesai alacakları konusunda sorun yaratacak.
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
emek haber
09
AKP ve talancılarının kentsel dönüşüm heyecanı Sosyalist ve komünistler, riskli bina ve evlerin yıkılıp yerine yeni binalar ve evlerin yapılmasına karşı değildir. Fakat devrimciler emekçilerin birikimlerinin çalınmasına karşıdır Okçular Vakfı'nın bir etkinliğinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan “Ya hak” dedi, iki ok fırlattı paralelin böğrüne. Ne de olsa antremanlıydı Bilal. 17 Aralık Operasyonu’nda ne olur ne olmaz diye yine “Ya hak” diyerek evine dalmış, babasının helalini bir çırpıda sıfırlamıştı. Bu tecrübeyle Okçular Vakfı'nın etkinliği için gittiği Okmeydanı'nda, burnuna kokular gelmeye başlamıştı Bilal’in. Bu koku evindeki istiflenmiş yeşillerin kokusundan farksızdı, dayanamadı çocukcağız, heyecanlandı bir anda, önündeki mikrofonun açık olduğuna bile dikkat etmeden, Okçular Vakfı yönetcileriyle aralarında fısıltıyla konuşmaya başladı. Ancak o fısıltılar hepimizin kulağına geldi. Lakin o konuşmanın aktörlerinin hiçbirinin yüzü kızarmadı. Dedik ya çok tecrübe kazanmış bunlar; tecrübeli insanın hali bir başka oluyor. AKP ve şürekasının Okmeydanı'nda burnuna gelen kokular, bir öyküye konu olan hayal ürünü bir koku değil. AKP iktidarının hem yoksul halka karşı bir saldırı aracı
olarak hem de bir rant kapısı olarak gördüğü Kentsel Dönüşüm Projesi'nden yaydığı kokulardır. Okçular Tekkesi'nde düzenlenen 2. Fetih Kupası'nın açılışına katılan Başbakan Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan ile Okçular Vakfı yöneticisi Haydar Ali Yılmaz arasında şu konuşma geçiyor: Haydar Ali Yılmaz: Burada olacak. İki tane yapacağız; bay, bayan. Bakalım şu dönüşümden birşey kalırsa bize. Bilal Erdoğan: Projede var değil mi? Haydar Ali Yıldız: Olmasa bile bir iki yer, bina olarak aldık mı yeterli bize. Altını istediğimiz gibi yaparız. Altı havuz olur. Üstü kondisyon yeri. Kentsel dönüşümde kendilerine kalacaklar üzerine tartışıyorlar. Bu konuşmalar, açık mikrofon sayesinde herkese ulaşıyor. Bu projeden sadece başbakan ve çevresi nemalanmıyor. Ortada büyük bir rant olduğu için, AKP'ye yakın birçok kurum, kuruluş ve şirket bu ranttan payını alıyor.Tabi bu rantın faturasının o semttte oturan yoksul emekçilere kesileceği kesin.
Devrimciler çürük yapıların yıkımına karşı değildir Sosyalist ve komünistler, riskli bina ve evlerin yıkılıp yerine yeni binalar ve evlerin yapılmasına karşı değildir. Fakat devrimciler emekçilerin birikimlerinin çalınmasına karşıdır. Yıllarca emek vererek sahip oldukları yuvalarının ellerinden alınmasına ve onların sosyal yaşamının
parçalanmasına yönelik girişimlere karşıdır. Özellikle devrimci mücadelenin güçlü olduğu semtlere yönelik Kentsel Dönüşüm adı altında gerçekleştirilen saldırıları açığa çıkarmak ve savuşturmak devrimcilerin görevidir. Okmeydanı halkı da zaten bunu istiyor. Yerinde dönüşümden ve emeklerinin karşılığını veren projeden yana bir duruşla.
Okmeydanı halkı kentsel talana karşı çıktı Okmeydanı Çevre Koruma ve Güzelleştirme Derneği üyeleri, 6 Haziran günü Kentsel Dönüşüm Projesi’nin önünü açmak için, semtlerini "riskli alan" ilan eden Beyoğlu Belediyesi'ni protesto etti. Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen Okmeydanı halkı, Beyoğlu Belediyesi Hizmet Binası’na "Okmeydanı'nın Riskli Alan İlan Edilmesine Hayır" , "Rant İçin Değil Halk İçin Plan" pankartlarıyla yürüdü. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında, Beyoğlu Belediyesi'nin Okmeydanı'nı, 6306 Sayılı "Afet Yasası" gereği riskli alan ilan etme kararı aldığı hatırlatılarak kararın Bakanlar Kurulu'nda onaylanmasının ardından, bu alan üzerinde bulunan 5 bin 600 binanın yıkımla karşı karşıya kalacağı belirtildi. "Riskli alan" ilan edilen alanın 1 milyon 650 bin metrekare olduğunun kaydedildiği açıklamada, bu alandaki nüfusun ise 100 bin civarında olduğu söylendi.
Mahalle halkına hangi dairenin ne zaman verileceği belli değil Açıklamada yapılması planlanan ‘kentsel dönüşüm’ün bugüne kadar uygulanan en büyük dönüşümlerden birisi olduğu vurgulandı. Plana göre, Okmeydanı'nda toplam 76 bin 500 kişinin yaşayacağı ve yarısının müteahhit hissesindeki konutlarda olacağının belirtildiği açıklamada, buna göre mal sahiplerinin hissesinde 38 bin 250 kişinin oturabileceğinin ifade edildiği vurgulandı. "Şimdi yaklaşık, 80 bin ile 100 bin kişi oturmakta, yaklaşık 40-60 bin kişi buralardan gitmek zorunda kalacaktır.” Denilen açıklamada, projenin "Okmeydanı Şanzelize" olacak reklamıyla yürütüldüğüne dikkat çekildi. Basın açıklamasında, "Başkan bizlere Şanzelize yağacağını vaat ediyor. Ancak Okmeydanı, Şanzelize'nin seyir terasına çıkacak parayı bile ödeyemez" denilerek yapılacak proje kapsamında mahalle halkına hangi dairenin ne zaman verileceğinin de belli olmadığı kaydedildi. Resmi belge verilmemesinin de çelişkili olduğuna dikkat çekilen açıklamada, ‘sözüme güvenin’ diyen başkanın sözlerinin güvenilir olmadığına vurgu yapıldı. Açıklamanın ardından Beyoğlu Belediyesi Hizmet Binası önüne, "Okmeydanı'nın riskli alan ilan edilmesine hayır" yazılı siyah çelenk bırakıldı.
Soma Holding’in mal varlığına tedbir konuldu Soma Katliamı’nda hayatını kaybeden Mustafa Kocabaş’ın ailesi adına avukat Hakan Kahraman tarafından, Soma Holding’in mal varlığına tedbir konulması talebiyle mahkemeye başvuru yapıldı. Öte yandan MKP, MLKP, DHKP-C, TKP/ML dava tutsağı kadınlar ise Soma Katliamı’na ilişkin ortak bir açıklama yaptı Soma Katliamı’nda hayatını kaybeden Mustafa Kocabaş’ın ailesi adına avukat Hakan Kahraman, Soma 1. Asli Ceza Mahkemesi’ne başvurarak Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’ne ait hakedişleri, banka hesapları, teminatları, gayrimenkulleri ve menkul kıymetleri başta olmak üzere tüm mal varlığına ve Ticaret Sicil Müdürlüğü’ndeki hisse devrini önleyici tedbir alınmasını ve maddi-manevi tazminat veril-
mesini talep etti. Mahkeme bu talebi değerlendirerek Soma Kömür İşletmeleri A.Ş’nin tüm mal varlığına tedbir konulmasına karar verdi. Mahkemenin bu tedbir kararı, katliamda hayatını kaybeden 301 işçi (resmi rakamlara göre) adına açılacak tedbir kararları içinde emsal örneği taşımış oldu. Mahkeminin bu kararıyla birlikte Soma Holding, herhangi bir mal varlığını tüzel kişi veya gerçek kişiler üzerine devredemeyecek.
Kadın tutsaklar Soma Katliamı’yla ilgili açıklama yaptı MKP, MLKP, DHKP-C ve TKP/ML dava tutsağı kadınlar, gazetemize gönderdiği mektupla Soma Katliamı’na ilişkin ortak açıklama yaptı. Devrimci kadın tutsakların Soma Katliamı’yla ilgili yaptığı açıklama Orhan Veli’nin şiiriyle başladı: “ ‘Yüz karası değil kömür karası, Böyle kazanılır ekmek parası’ Böyle demişti Orhan Veli madencileri anlatırken. Yalnız kömürün karası değil, ölümlerin en karası da hak sayılıyor madencilere. Güneşe hasret kalıp ölüm pahasına çıkardığı kömürle
ayakkabı kutularını dolduranlar, yürütenler gemiciklerini, milyon dolarlık saatler takanlar kollarına ‘kader’ diyorlar bu ölümlere . .. Öyle ya madencilerin ‘fıtratında’ var ölüm. (!)Bilmez mi yerin altına inenler tabuttur, mezardır kara elmas diyarı (!). Hele bir de gazla ölürse ‘ne güzel öldüler’ diyorlar, usulca uyur gibi!” Kadın tutsakların gönderdiği ortak açıklamada, Soma Holding’in maliyetleri indirip daha fazla kar sağlamak için maden işçilerini yerin 7 kat altına indirerek yaşam odalarını dahi yapmadığı belirtildi. Tutsakların açıklamasında, 13 Mayıs’ta Soma’da 500’den fazla maden işçisinin katledildiği kaydedilerek, işçi katliamından Soma Holding’in sorumlu olduğu vurgulanarak bu katliamdan hesap sorulacağı ifade edildi.
‘Katillerden hesap soran halka azgınca saldıranlar suçludur’ Açıklama şu ifadelerle devam etti: “Yaşanan katliama ‘kaza’ , ‘kader’ deme aymazlığı gösterenler, ‘örnek maden ocağı, şu kadar denetimden geçti, son teknoloji kul-
lanılıyor’ diye işçilerimizin katillerini koruyan-kollayan tüm kurum, kuruluş ve kişiler suçludur! Öfkesini ve acısını haykıran ailelere saldıran, tekmeleyen, yumruklayan, hesap soran halka TOMA’sıyla saldıranlar ve bunların emrini verenler suçludur! Madenleri yer altı-yer üstü kaynaklarıyla tekellere peşkeş çekip özelleştiren, milyonlarca işçiyi taşeronlaştırarak insan ve can pazarını yaratanlar , kan emici asalak tekeller ve palazlandıran koruyup-kollayan AKP suçludur, katildir ! Türkiye madenlerinde 70 yılda 3 bin kişi öldürüldü, halkımıza düşman sermayeye dost faşist Türk devleti suçludur! Bizler ezilenler, özgürlüğe, eşitliğe, ekmeğe, onurlu emeğinin hakkını alacağı bir geleceğe kavuşsun diye mücadele eden devrimci kadınlar olarak söz veriyoruz ki katledilen işçilerimizin ve halkımızın kanını yerde bırakmayacağız. Hesabını soracağız. Soma işçileri yalnız değildir. İşçilerin katili sermaye düzenidir! Katil AKP hesap verecek!”
10
dünya haber
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
Ortadoğu’da Irak sancısı ve IŞİD
IŞİD gericiliğine karşı, kendi emperyalist gericiliğini umar gösterenler boş çaba içindedir. Her türden gericiliğe karşı proletarya ve halkların meşru mücadelesi tek çaredir. Baskı ve zulmün olduğu her yerde geniş halk kitleleri er ya da geç isyan edecektir IŞİD, Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u ve çevresindeki iki kenti daha ele geçirdi. Mevcut durumda özerk ya da bağımsız bir hükümet ilan etmeye yeterli sayılacak bir bölgeyi kontrol etmektedir. Musul’a vali atayarak da yerel hükümet pozisyonunu deklere etmiş oldu. Atadığı valinin Saddam kabinesinin yakalanmayan tek üyesi olması dikkat çekici olup, kayda değer husustur. Bu husus birçok gerçeği barındıran okunması gereken satır arası veya önem taşıyan ayrıntıdır. IŞİD şu anda bölge yönetimi olarak tüm imtiyazlara sahiptir. Bankalar ve polis-ordu silahları fiilen IŞİD’e kaldı. Hapishaneleri boşaltan IŞİD, yabancı temsilcilik, konsolosluk ve ulaşımı kontrolüne almakla birlikte, bölgeye yük götürüp getiren Türk tır şoförlerini alıkoymuş, Türk Konsolosluğu’nu basarak konsolosla ailesini ve konsolosluğun güvenlik gücüyle tüm personelini-çalışanlarını rehin almış durumdadır. Kürtlere ve Alevilere yönelik gerçekleştirdiği katliamlarla Suriye’de boy gösteren IŞİD, Irak’ta büyük bir eylem planı devreye sokarak dikkatleri üzerine çekti. Bağdat’ı düşürmeyi planlayan IŞİD, bu planına Musul’u ele geçirerek başladı. Musul’un son derece kolay ve çatışmasız bir biçimde IŞİD tarafından ele geçirilmesi anlamsız değildir. Irak askerleri (ordusu), IŞİD güçlerine karşı koymadan bölgeyi terk etmeyi tercih etti. Bunun bir rast-
lantı olmadığı açıktır. Bütün gelişmelerden anlaşılmaktadır ki IŞİD, Musul veya daha geniş Irak’ta büyük bir yerel desteğe sahiptir. Musul’da Irak ordusuna “silahlarınızı bırakın teslim olun” biçiminde üstten verildiği söylenen askeri emir, eğer doğruysa, yerel desteğin ordu üst kademelerinde de mevcut olacak kadar büyüktür. Saddam dönemi Devrim Muhafızları veya Saddam’ın komutanlarının IŞİD’e destek verdiği de söylenenler arasındadır. Ki bu söylenenin boş olmadığı pratik tarafından da doğrulanmaktadır. Musula atanan vali tercihi rastlantı değil, bir ittifakın, ortaklığın ya da çıkar birliğinin ürünüdür. Saddam’ın intikamının alınması için IŞİD ile ittifak yapıldığı ve Maliki’nin ‘Şii ağırlıklı yönetiminin’ yıkılmasının hedeflendiği, Irak’ta bir Sünni bölgesinin oluşturulmak istendiği belli bir gerçeklik üzerinde dile getirilmektedir. Elbette bu söylenenlerin belli bir temeli ve mantıklı bir yanı vardır. IŞİD’in yerel aşiretlerce ve Sünni kesimlerce desteklendiği de bilinmektedir.
Irak parçalanarak küçük devletler kurulmak istenmektedir IŞİD’in bu hareketinin Maliki’nin oyunu olduğu ve bunun gibi diğer söylentiler birer komplo teorisi olarak kalmaktadır. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar’da birçok ülkenin bölünerek onlarca yeni küçük devletin oluşacağına dair basına servis edilen emperyalist planlar yüzeye çıkmaya başladı. Aynı plan dahilinde Irak’ın parçalanarak küçük devletlerin oluşacağı şeklindeki emperyalist senaryolar en azından bir süreç olarak fiilen devreye girip simasını göstermiştir. Irak, Suriye vb vs’nin bölünüp onlarca küçük devletçiğin ortaya çıkacağı çeşitli vesilelerle daha önce de hep söylenmişti. Suriye ve Irak’ta yaşanan tüm gelişmeler, bu senaryoları doğrulamaktadır. Bölgenin büyük acılara yol açacak olan kaotik çatışmalara ve katliamlara sahne olacağı esas olarak doğrudur.
IŞİD doğrudan Sünni İslam devleti-düzeni kurmak istiyor ve bu gerici zihniyetin gerçekleştirmeyeceği katliam ve vahşet olamaz. Musul’da silahlarını bırakarak çekilen Irak Ordusu aynı biçimde Kerkük’ü de boşaltarak geri çekildi. IŞİD’in buraya da yerleşip ele geçirme tehlikesine karşın, Güney Kürdistan yönetimi derhal peşmerge güçlerini Kerkük’e yerleştirdi. Peşmergeler IŞİD’le çatışmaya hazır olup, bu iradesini her bakımdan ortaya koymuş durumdadır. Mevcut durumda Kürt Peşmergelerle çatışmayı göz alamayan IŞİD’in ileride, Kürtlerle çatışması muhtemeldir. Ancak Kürtlerin IŞİD’e karşı güçlü bir irade ortaya koyduğu gerçekliği göz ardı edilemez. PYG ve KCK güçlerinin Güney Kürdistan’da gerektiğinde IŞİD’e karşı savaşmaya hazır olduğunu beyan etmesi, IŞİD’in göz ardı edebileceği bir durum değildir. Ne ki ilerideki süreçlerde Kürtler de dahil IŞİD ile diğer güçler arasında ciddi çarpışmaların yaşanacağı açıktır. ‘TC’ devleti hakim sınıfları ve özel olarak AKP iktidarı başta olmak üzere, emperyalistler haydutlar ve İran gibi ülkeler, IŞİD gerçeğini bilmiyorlarmışçasına yaşanan gelişmeler karşısında şaşıran-yadırgayan pozlara giriyor. Oysa, onu gerici çıkarları ve hesapları uğruna bizzat besleyen, destekleyen ve kendisine alan açan bu güçlerdi. Öte yandan IŞİD’in Rojava Kürtlerine, Suriye’deki Alevi kesimlere karşı gerçekleştirdiği insanlık dışı katliamlar, işkenceler ve tecavüz gibi adi suçlar hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Dolayısıyla IŞİD’in isminden de anlaşılacağı üzere Suriye ve Irak üzerinde hesaplarının olduğu açıktı, dün gerçekleştirdiği katliamlar vb bu hesabın dışında değildi. Buna karşın AKP iktidarı dahil, ABD emperyalizmi ve diğer emperyalist haydut ve gericiler, IŞİD’in Musul eylemini beklenmedik gelişme olarak karşılayıp afalladı. Anlaşılmaktadır ki,
IŞİD’den bunu beklemiyorlardı. Dahası, IŞİD’in esasta kontrol dışına çıkan bir güç durumuna gelmiş olduğu da muhtemeldir.
ABD emperyalizmi Irak’taki kaosun sorumlusudur ABD ve ‘TC’ devleti, savaş veya askeri hareket dahil her türlü seçeneğin masada olduğunu açıkladı. İran Maliki’yle birlikte IŞİD’e karşı savaşmaya hazır olduğunu, Irak merkezi devletine bildirdi. Bu görüngü IŞİD’in bölgedeki tüm devletler için tehlike olduğunu da gösteren bir veridir. Esad iktidarını yıkmak için El Nusra ve El-Kaide’den IŞİD’a kadar tüm gerici fundamantalist örgütleri destekleyenler, bugün çıkarlarının tehlikede olduğunu ve planlarının bozulduğunu görerek IŞİD tehdidine karşı harekete geçmektedir. ‘TC’ devleti ora Türkmenlerini gerekçe ederek müdahalesini gerekçelendirmektedir. Tabi konsolosluğun basılıp tüm yetkili ve çalışanların rehin alınması da ‘TC’ devletinin nara atması için üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Keskin dalaş ve çatışma içinde olan Türk hakim sınıfları, mevcut sorunu milli sorun olarak telakki edip derhal tek ağızda birleşti. Öyle ki CHP, Erdoğan hakkında verdiği gensoru önergesini vb dahi geri çekti. Hep bir ağızdan “askeri müdahalede bulunalım diyerek” savaş çığırtkanlığı yapmaktadırlar. Rehin alınan Konsolos ve çalışanları ile Tır şoförleri nedeniyle, yani vatandaşlarına sahip çıkma gerekçesiyle ‘TC’ devletinin belli biçimde harekete geçmesi normalken, askeri saldırı, savaş ve Irak’ın iç işlerine karışma veya topraklarına girme gibi saldırgan politikaları asla haklı olamaz. IŞİD’in gerici, katliamcı, haksız, gayrı meşru vb vs olması herhangi bir gücün Irak ya da başka herhangi bir ülkenin iç işlerine karışması, işgalde bulunması, askeri harekette bulunması vb vs kabul edilemez. ABD askeri seçeneklerden söz etmektedir. ABD’nin Irak veya başka bir ül-
dünya haber
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
gerçeği! keye şu veya bu gerekçeyle asker sokması, işgal gerçekleştirmesi, saldırması, askeri hareket gerçekleştirmesi, IŞİD’in gericiliğine, katliamcılığına karşın, kabul edilemez. Başka ülkelerin iç işlerine müdahale etmeyi kendisine hak gören emperyalist haydutlar ve bilumum gerici güçler görmelidirler ki, Ortadoğu girdabı ve Irak kaosu onların emperyalist politikalarının ürünüdür. Ortadoğu’da onlarca yeni küçük ülkenin haritasını hazırlayanlar, IŞİD’in Irak’taki toprak bütünlüğüne yönelik eyleminden doğrudan sorumludur. Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirenler (esasta ABD emperyalizmi) bugün Irak’ta hüküm süren kaos, IŞİD gerçeği, Musul hareketi ve Irak’ta etnik ve mezhepsel çatışmalar temelinde her gün ölmeye devam eden onlarca Iraklının ölümünden sorumludur. Irak’ta gerçekleştirilen işgal ve katliamların sonucu, bugün mevcut gelişmelere damga vurarak ortada durmaktadır. Suriye’de Esad iktidarının yıkılarak yerine kendilerine bağlı yeni kukla bir iktidar yaratmak üzere yapılmak istenenlere karşın, Suriye’de binlerce insanın katledilmesine yol açan ve hala devam eden ölümler gerçeği ortadadır. Bunlar yetmiyormuş gibi, IŞİD bahanesiyle emperyalist haydutlar tarafından yeni bir işgal hevesi sergilenmektedir. Demokrasi götürme balonu bayatladığı gibi, açığa çıkan işkence merkezleriyle bir daha şişmemecesine söndü. IŞİD gericiliğine karşı, kendi emperyalist gericiliğini umar gösterenler boş çaba içindedir. Her türden gericiliğe karşı proletarya ve halkların meşru mücadelesi tek çaredir. Baskı ve zulmün olduğu her yerde er ya da geç geniş halk kitleleri isyan edecektir. Irak’ta sorunların aşılması da emperyalist politika ve güçlerle değil, halk kitlelerinin devrimci gücüyle aşılabilir, aşılacaktır. Gerici çıkar hesaplarıyla askeri saldırıda bulunmak isteyenler ve yeni işgal hareketleri için zemin hazırlamak isteyenler, ya IŞİD provokasyonu veya yol açtığı kaosu organize ettiler ya da IŞİD’in ortaya çıkardığı bu durumu gerici emelleri için manivela etmek istemektedir. Ortadoğu emperyalist stratejilerin ürünü olarak aynı emperyalist talan, tahakküm ve doyumsuz sömürü iştahı ve işgallerle adeta kan gölüne çevrildi. Bu kan gölü emperyalist saldırganlıkla değil ancak Ortadoğu halklarının devrimci başkaldırılarıyla dinginleşebilir. Ortadoğu gerici hegemonyaya dayalı emperyalist stratejilerin ürünü olarak büyük kanlı bir girdaba çevrilmiştir. Bu girdap emperyalist gericilik ve bilumum gericiliğin devrimci halk kitlelerinin mücadelesi tarafından yutulmasıyla sonlanacaktır. Irak ve Suriye’deki kaotik şartlar ve sancılar emperyalist saldırganlık ve işgallerle değil, halk kitlelerinin proletarya önderliğinde girişeceği başkaldırılarla bitirilecektir. Ne emperyalist gericilik, ne de dinci siyasal gericilikler Ortadoğu halklarına demokrasi ve özgürlük getiremez. Her türden gericiliğe karşı halkların devrimci isyanı tek çaredir.
11
Suriye’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlandı!
Emperyalist politikalar ekseninde kan gölüne dönen Suriye’de iktidar tepişmesinde en büyük zararı ise her zamanki gibi geniş halk kitleleri yaşamaktadır. Milyonları bulan sayıda Suriyeli ülkelerini terk etmek zorunda kalırken, on binlercesi ise bu gerici savaşta katledildi Suriye’de 4. yılına giren iç savaş Beşar Esad’ın iktidarını yeniden tesis etmek için ortaya koyduğu en önemli hamlelerden biri olan parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gerçekleştirilmesiyle yeni bir evreye girmiş oldu. Mayıs ayı içerisinde parlamento seçimlerinin yapıldığı Suriye’de, 3 Haziran tarihinde ise Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. ABD merkezli batı emperyalizmi ve TC, Katar, Suudi Arabistan gibi uşak ülkelerin yapılacak seçimleri tanımayacaklarını ilan etmeleri ve Nusra Cephesi, IŞİD gibi örgütlerin halkı yoğun olarak tehdit ettiği bir atmosferde yapılan seçimlerde Beşar Esad, oyların yüzde 73’ünü aldı. Suriye Anayasa Mahkemesi yaptığı açıklamada seçimlerin şeffaf ve güvenilir bir şekilde gerçekleştirildiğini, 15.8 milyon seçmenden 11.6 milyonunun sandık başına giderek oy kullandığını ifade etti. 442.108 oy pusulasının geçersiz sayıldığı seçimlerde Beşar Esad oyların yüzde 88.7’ini alarak yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Ülke genelinde BAAS iktidarının etkin olduğu yerlerde sandıklar kurulup oy verme işlemleri yapılırken, Rojava ve Müslüman Kardeşler, El Nusra ve IŞİD gibi örgütlerin kontrolünde olan yerlerde ise seçimler gerçekleştirilemedi. PYD ve Müslüman
Kardeşler yapılan seçimleri tanımadıklarını ve meşru görmediklerini beyan etti. Yapılan seçimler sonrası ABD, AB, TC, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkeler ard arda açıklama yaparak seçimleri tanımadıklarını ve “saçmalık” olarak değerlendirdiklerini belirtti. Yapılan seçimleri izleyen Rusyalı parlamenterler grubundan Federal Konsey’in Uluslararası İlişkiler Komitesi üyesi İgor Morozov ise ‘Suriye’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri, kabul edilen uluslararası standartlara uygun olarak yapıldı’ diyerek Rusya’nın seçim sonuçlarını resmen tanıdığını ifade etti. Şam’dan İnterfaks ajansına bağlanarak telefonla konuşan Morozov, “Şam ve Şam dışında birçok seçim sandığını görme imkânımız oldu. Bu bağlamda, seçimlerin uluslararası standartlara uygun olduğunu resmen açıklıyoruz. Gözlemciler, seçmen ve farklı siyasi akım temsilcileriyle serbestçe iletişim kurabildi. Seçimlerin gerçekçi tablosunu biliyoruz. Bu nedenle ABD Dışişleri Bakanlığı temsilcilerinin seçimleri “saçmalık” olarak değerlendirmesi gerçeği yansıtmıyor ve böyle bir değerlendirmenin siyasi hiçbir gerekçesi olamaz” dedi.
Seçim sonuçları nasıl okunmalı? Suriye’de 4. Yılına giren iç savaş sonrası gerçekleştirilen parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri, BAAS rejimi için kendi iktidarını yeniden tesis etmenin en önemli araçlarından biri durumundadır. ABD merkezli emperyalist güçlerin daha önce Irak, Afganistan ve Libya gibi ülkelerde hayata geçirdiği işgal hareketlerinden farklı olarak bölgede kurup büyüttüğü Selefi örgütler üzerinden Suriye rejimine karşı geliştirdiği saldırı hareketi aradan geçen zaman di-
liminde büyük oranda başarısızlığa uğradı. İç savaşın başladığı ilk günlerde Esad için “Birkaç haftada gider” yorumunda bulunan güçlerin gelinen aşamada Esad’lı bir çözüme rıza göstereceği okunmaktadır. Savaşın başladığı ilk günden itibaren bölgedeki gerici örgütleri silahlandırıp, her türlü imkanı sunan ve Suriye’ye gönderip savaştıran emperyalist merkezlerin planları, geçen zaman diliminde ve büyük oranda boşa düşürüldü. Gelinen aşamada özellikle Rusya ve Çin gibi emperyalist ülkelerin BAAS rejimine sahip çıkması sonucunda, Cenevre toplantılarıyla bir uzlaşma çizgisi aranmaktadır. Özellikle TC gibi uşak devletlerin futürsuzca sergiledikleri tavırlar ve Suriye’deki terör örgütlerine ev sahipliği yapması Esad’ın iktidarını yeniden tesis etmesi sonrası iki ülke arasında yaşanacak gelişmelerinde ipuçlarını vermektedir. Aradan geçen 3 yıllık zaman diliminde emperyalist politikalar ekseninde kan gölüne dönen Suriye’de iktidar tepişmesinde en büyük zararı ise her zamanki gibi geniş halk kitleleri yaşamaktadır. Milyonları bulan sayıda Suriye’li ülkelerini terk etmek zorunda kalırken, on binlercesi ise bu gerici savaşta katledildi. Suriye’de altyapıdan sosyal yaşama kadar tam bir yıkım söz konusudur. Suriye’de komünist-devrimci bir alternatifin yaratılamaması nedeniyle halk, iki gerici güç arasında seçim yapmak durumunda kalıyor. Suriye’de yaşanan vahşetin sona ermesi ve çeşitli milliyetlerden Suriye halkının kendi kaderini kendi belirlemesi için tek ve doğru seçeneğin komünist-devrimci bir kalkışmayla, ülkenin emperyalist güçlerin uşaklığını yapan gerici terör örgütlerinden ve BAAS rejiminden temizlenmesi olduğudur.
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
Kongre kararlarını kav ‘Tüm uluslar için tam hak eşitliği, bütün ulusların kendi kaderini etme hakkı, tüm uluslardan işçi ve emekçilerin birliği’ şiarıyla devrim, sosyalizm ve komünizm bayrağını dalgalandırıyoruz Maoist Komünist Partisi 3. Kongresi’ nin önemli ve temel konularından biri de ulusal sorun ve bu bağlamda güncel durumdaki Kürt ulusal sorunu üzerine alınan kararlar ve ulaşılan seviyedir. Kürt ulusal sorunu, somut ve güncel gelişmelerde oldukça öne çıkan ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi Ortadoğu’da da ciddi düzeyde gündemi işgal eden özellikleriyle objektif olarak uluslararası bir sorun olarak da aktüalitesini korumaktadır. Ancak Kürt Ulusal Hareketi’nin bağımsızlık ufkundan geri düşerek ideolojik politik yönelimi açısından kırılgan teorik ve pratik gelişmeler içerisine girdiği olumsuz bir durum yaşanmaktadır. Zira Kürt ulusal sorunu, öz olarak bir Kürdistan sorunudur da. Bu arada hemen ekleyelim ki Kürdistan sorunu, Güney Kürdistan özerk yönetimi ve daha da yakın zamanda Batı Kürdistan’da Rojava’daki özerk yönetim olarak somut ve güncel geleşimeler gerçekliğiyle bizzat emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğratılan Kürdistan sorununda Birleşik Demokratik Kürdistan ya da Birleşik Sosyalist Kürdistan şiarına önemli bir zemin bulmuş durumdadır. Günceldeki bütün somut gelişmelerin açık ifadesi olarak dinamik bir Kürdistan ve Kürt ulusu realitesinin program ve yönelimimize de dinamik bir içerik vereceğidir.
Ulusal sorun, sömürge sorunu ve sosyalist devrim “Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı”nın ayrı bir devlet kurma hakkı bağlamında kendi öz iradesiyle bağımsız devletini kurma hakkı olarak Kürdistan devletini kurma hedefi taşımayan bir Kürt Ulusal Hareketi’nin önemli bir sapma ve kırılganlık gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Bu durum güncelde aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketi’nin birleşik bir Kürdistan şiarını savunmama hususunda da kendini göstermektedir. Nitekim bugün Kürdistan sorununu ele alıp değerlendirirken tarihçesinden bağımsız bir değerlendirmede bulunmak hatalı olacaktır. Bu bakımdan tarihçesine kısaca bir göz atacak olursak. Emperyalist kapitalist sistem Skeys- Picot Antlaşması’yla, 1917’de dönemin Ortadoğu halkları ve ulusları üzerine bir tanzim ve bölüşüm konseptini hayata geçirdi. Emperyalistler Ortadoğu’da giriştiği bu projeyle bağımlı kukla iktidarlar yaratmış ve aynı zamanda ulusal toplulukları da suni bir biçimde bölerek ba-
ğımlı devletler inşa etmiştir. Ulus devlet eksenli bağımlı devletlerin oluşmasına ön ayak olan emperyalizm, ezilen ulus ve azınlık milliyetleri de bu eksende öngördüğü şekilde bu ulus devletlerin insafına bırakarak tarihi haksızlıkları ve ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkını’ gasp ederek ya yok saymasına önayak olmuş ya da hakim ulus ya da azınlık iktidarların diğer ulus ve azınlıkların boğazlamasına sessiz kalarak inkar, imha ve asimilasyon politikalarına güçlü olanaklar sunmuştur. Ulus devlet kapsamında emperyalizme bağımlı devletlerin işlerlik kazanmasıyla bu durumdan en fazla etkilenerek tüm vahşiliğiyle son derece demokratik ve meşru iradesi ayaklar altına alınıp çoraklaştırılan Kürdistan coğrafyası ve tabii ki Kürt ulusu olmuştur. Feodalizm döneminde Kürdistan coğrafyası, Osmanlı ve İran arasında Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla ikiye bölünmüş, emperyalist kapitalizmin sermaye ihracı sürecindeki 1900’lerin ilk çeyreğinde yani 1923 Lozan Antlaşması’yla bizzat emperyalistler tarafından onaylanarak yürürlüğe konularak dörde bölünürken, daha da parçalı hale getirilmiştir. Kürt ulusu bu parçalanmışlık kapsamında aynı zamanda yaşadığı her bir parçada ve coğrafyada baskıya ve katliama uğratılarak kültürel soykırıma ve asimilasyonlara tabi tutuldu. Kürt ulusuna mensup olmanın karşılığı olarak fiziki ve kültürel olarak soykırıma ve asimilasyonlara uğramanın gerekçesi haline getirildi. Kürt ulusu, emperyalist efendilerinin de rızasıyla her dört parçadaki işbirlikçi devletler tarafından birbirleriyle yarışacak derecede sonu gelmez ırkçı- faşist bir milli zulme tabi tutulmuştur. İnkar ve imhaya dayalı tekçiliğin asimilasyonlar ve bağımsızlık hakkının gasp edilerek yok sayılmasıyla iradesi çiğnenen Kürdistan ve Kürt ulusal sorunu, tüm bu tarihsel haksızlığın da bertaraf edilerek bütün uluslar için tam hak eşitliği temelinde bir perspsektifle sorun giderilebilir. Kürdistan devlet yapısı bir hak olarak tanınmadıkça Kürt ulusal sorununun hiçbir çözümü, gerçek anlamda tam bir demokratik çözüm olmayacaktır. Kürdistan’ın ayrı bir devlet hakkının kullanılması bağlamında bağımsızlık talebinden uzaklaşma, ulusal sorunun ciddi düzeyde ufkunun daraltılarak geri ve oldukça olumsuz hatta girildiğini gösterirken, eşit olmayan ve ezen egemen ulusun ayrıcalıklı halinin devamına ilişkin ikna olma durumunu da açığa çıkarmaktadır.
Halklar arasındaki ekonomik ve kültürel eşitsizlik Çok kutuplu emperyalist dünya konjonktüründe, uluslararası sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak ezilen ulus ve azınlık milliyetler de yeni bir tanzim sürecine dahil edilmek istenmektedir. Ulusal bağımsızlık anlamında sürekli sorunlu bir özelliği olan Kürdistan sorunu, salt Kürt ulusunun ulusal isyanlarına indirgenerek silik-
leştirilemez. Uluslararası bir sorun haline de gelen Kürt ulusal sorunu, çok kutuplu emperyalist bloklar arası çelişkilerin belirginleşmesine paralel olarak da Kürt ulusal sorunuyla ilgili, kendi çıkarları temelinde bir süreci devreye sokmayı ihtiyaç olarak görmüşlerdir. Bu olgu 1900’lerin son on yılından itibaren bugünlere kadar derinliği daha da artarak devam etmektedir. Kürt ulusal sorununa yönelik de bugün yaşanan gelişmeler uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak yeni biçim verme düzleminde devam etmektedir. Irak işgalinde yaşanan durum kapsamında Kürt feodal ve burjuva sınıfı eksenli Güney Kürdistan gerçekliği bu olguyu da içermekteydi. Aynı şekilde Suriye’de yaşanan gelişmeler ve dizayn edilmekte belirli zorluklar ve sınırlılıklar içeren Kürt ulusunun buna benzer bir statü oluşturma yöneliminde Rojava özerk yönetimi de bu duruma işarettir. Ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki somut gelişmeler de aynı şekilde bu olgunun aktif ve güncel olduğunu göstermektedir. Suriye özgülünde emnperyalist çıkar çelişkileri ve nüfuz etme savaşı, ezilen ulus, azınlıklar ve inançlara yönelik baskı ve burjuva- feodal çizgilerin kitlelere etkide bulunduğu oranında tırmanan gerçek anlamda bir çözüm olmayan çözümsüzlük savaşının gelişme içerisinde olduğunu göstermektedir. Batı Kürdistan’da Rojava özerk yönetimi belirli avantajları içerse de buna karşın emperyalist hegamonya eksenli yerli işbirlikçilerin ve özellikle de TC’nin girmiş olduğu inkar ve ezerek statüsüzleştirme girişimleri önemli kırılmalar yaşasa da sürmektedir. Çok kutuplu emperyalist blokların Suriye özgülünde hakimiyet tesisi ve istikrarsızlıklar, sürecin gelişmelerini avantajlar ve dezavantajlar ikileminde özellikler göstererek ilerlemesine yol açmaktadır. Batı Kürdistan’daki Rojava özerk yönetimi önderliğini elinde bulunduran PYD’nin Cenevre Konferansı sürecine dahil edilmemesi gerçekliğini de bu düzlemde görmek gerekmektedir. Cenevre süreci nasıl bir
Suriye, nasıl bir bağımlılık ve diyazn olarak tasarlanan sürecin tesisinin bir parçası olarak ele alınmaktadır. Emperyalist dünya sistemine bağımlılık ilişkisi temelinde Kürt ulusal bütünlüğü stratejisinin bir parçası olarak Güney Kürdistan feodal- burjuva iktidarı, uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına ve bu yönelimine tamamen oturmuş bir Batı Kürdistan ilişkileri yaratmak için de işlev görmektedir. Bu temelde Kürt Konferansının bir türlü yapılamaması da bu yönelimin bir türlü yeterince etkin hale getirilemediğine işarettir. Hakimiyet ve kontrol için gerekli gelişmeler olunca emperyalistler için bu olgu aksi yönde güçlendirici olur. Bugün tam ya da esas olarak bu halkaya girildiğini söyleyemeyiz. Türk devleti ve emperyalist güçlerin Rojava gerçekliğini ele alışları, ulusal sorunun çözüm niteliklerini de ortaya koymaktadır. Bağımlılık ilişkisinin kesinlikle perçinlenmesini şart koşmaktadırlar. Bu anlamda müzakerelerinde tasfiye planı olduğu ve hizaya getirme emelinin bir parçası olarak ele alındığı söylenebilir. Kürt ulusu içerisinde PKK’nin etkinliğini kırmak için her yolu denemektedirler. Egemen tekelci burjuvazi tarafından sağlanan bir durum yaratılmak istenmektedir. Gelişen dengeler TC’ nin kısa sürede bu sonuca ulaşmasını çok mümkün kılmamakla birlikte, Kürt şehirli orta burjuva sınıfın bu süreçte daha aktifleştirilip belirli siyasal oluşumların ortaya çıkması kaçınılmaz görülmektedir. Ancak güçlü ve etkili bir bölünme için daha erken bir süreç olduğunu söyleyebiliriz.
TC’nin dolaysız ve açıktan ilhakçılığı ve de biçim değişikliği PKK’nin etkinliğini tesis etme uğraşı 2013’ün 21 Mart’ın da Öcalan’ın İslam kardeşliği ve hukuka gönderme yapması, akabinde İslam Konferansının gerçekleştirilmesi istemi, devletin yönelimine karşı tersten bir politik süreci örerek İslami dini referansın ulusal sorunu zayıflatmasının önüne geçerek bu güçlerin politik aktörlerini ulusal soruna yoğunlaştırmak
perspektif
vrayalım, kavratalım!(9)
ve iradelerini tanıyıp alan açmaktır. Kuzey Kürdistan’da hakim ulus burjuvazisi, Kürdistan sorununa ilişkin tarihi inkar anlayışına devam etmektedir. Kürt’ün, ulusal hakları gasp edilip, tasarruf altına alındığı gerçekliği orta yerde dururken ve Kürt’ün nerde bir kalkışması varsa hemen onu boğma ve güdümüne alma yönelimi devam ettiği süreçte, “çözüm süreci” adı altına Kürt Ulusal Hareketi’ni tasfiye etme, Kürt ulusunun ulusal haklarını kuşa çevirme konsepti yürütmektedir. Bu konseptle Kürt ulusunun demokratik haklarının ve ulus olma haklarının, en alt düzeyde inkarın başka versiyonları biçiminde sürdürülmesi olarak anlaşılmak durumundadır. Bunun adı tasfiye ve ulusal demokratik haklar üzerinde tasarruf hakkı kullanılarak sınır ve standartlarını yeniden düzenleme olarak çözümsüzlük anlamına gelmektedir. Kürt’ün tarihsel olarak en köleci dayatmalar içerisinde yaşamaya zorlanmasını ortadan kaldırmamaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasındaki burjuvazi, Kürt ulusal sorununun çözümü olarak inkarın biçimi değişikliğe evrilerek devam ettirilmesi yönelimindedir. Haliyle bir eşitlerin çözüm projesi bağlamına değil, burjuva milliyetçi olmakla birlikte çözüm noktalarında burjuva çözümün en dip ve basit başlıklarıyla yaşanmaktadır. Sadece bu köleci dayatmanın dünyanın gelişim ilişkileri içerisinde kabuk değiştirmiş kıstasları minvalinde ele alınmasıdır. Kürt’e reva görülen Kürt’ün uğrana binlerce yıkımı göze aldığı en demokratik hakları değil, Türk egemen sınıflarının ulusal topluluklara reva gördüğü ulusal inkârcılığıdır. Tarihsel bağlamda Kürt ulusunun varlığının reddinden, devrimci mücadele yoluyla varlığının kabul edilmesi durumuna gelinmiş olması, yüzlerce katliam ve direnişlerin ürünüdür. Bu düzlemde kabulün ileri bir adım olduğu sulandırılan bir saptırma olarak ulusal değer ve hakların kırıntılara rıza gösterilmesi, hangi şart altında olursa ve ifade edilirse edilsin en açık deyimle inceltilmiş şovenizmdir. Vurgulamak isteriz ki, böylesine şoven bir tutum, milli zul-
mün devam etmesinin nesnel şartlarını ve dayanaklarını örme anlamına gelmektedir. Bu kapsamda “çözüm projesinin” geleceği yeni bir inkara varmaktır. İnkarın tümden ortadan kalkmasını sağlamadığı gibi içerik olarak da yeni bir durakta yeniden yorumlanarak ve gerçekliğin özünün aşındırılarak manipüle edilmesi ve ezen ulus şövenizmine hizmet temelinde tekçiliğin yeniden üretimidir. Kürt Ulusal Hareketi’nde gelişen silahlı reformist yönelim “çözüm projesinin” bu yanına ilişkin farkında ve ön görülen anlaşma kıstasları bir statü temelinde belirli haklar elde etmeye yönelikte olsa da, statünün niteliği ve ulusal sorunun köklü çözümüne götürecek perspektiften oldukça uzaktır. Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülünde Türk hakim sınıfları statüsüz yaşamı dayatırken, silahlı reformist Kürt Ulusal Hareketi olarak PKK ise statü yaratma yönelimi ve pratiği içerisindedir. Kürt ulusu, tarihten beri statüsüz yaşayan uluslardandır ve bu durum gerçektir. Kuşkusuz köle biçiminde yaşamı dayatmaktan belirli statüyle kopmak olumlu bir gelişmeyi ifade etmektedir. Aynı şekilde Maoist Komünist Parti olarak, diplomasi ve burjuvaziyle görüşmeler siyasetine de karşı gelinmemektedir. Aksine diplomasinin, temel hakları yemesine ve tek tek görüşmeler yerine, görüşmeler siyasetinin ana halka olarak görülerek uygulamaya geçilmesine ve Kürt ulusunun son derece demokratik ve meşru talepleri ve haklarının masada müzakare edilmesine karşıdır. Çok açık ki Türk hakim sınıflarının statüsüzlük dayatmalarına karşın, niteliği zayıf bir ulusal statü talebi düzeyine geri çekilmek, ulusal sorunun gerçek çözümü noktasında yanlış bilinç ve zihniyetin oluşmasına ve çeşitli manipülasyonlara yol açmaktadır. Temel hak eşitliği ilkesinden uzaklaşmak ne denirse densin proje ve uygulama olarak Kürt ulusal sorununun çözümünde eklektik oportünizmin ve şövenizmin süregitmesine yarayan bir yana sahiptir. PKK’nin girdiği yönelim, esasında takındığı tutum, dönem dönem yanılsamaları güçlendirerek egemen sınıfın niteliğinin kitleler tarafından doğru anlaşılmasını çarpıklaştırmaktadır. Bu kapsamda PKK’nin mevcut yürüttüğü silahlı mücadele de statünün bu geri biçiminin icra edilmesi için devrededir. Silahlı reformist yönelimi eleştirmekle birlikte ortaya çıkan doğru bir gerçek ise Türk hakim sınıflarının milli zulmü ve inkarını kırmada silahlı mücadelenin nasıl temel bir turnusol görevi gördüğü gerçekliğidir. Zaten başından beri Türk hakim sınıfları, PKK’nin silahlardan arındırılıp “eve dönüş” projesinin ana hedef olarak tasfiye planının temel bir halkası olarak telakki etmektedir. Bu perspektifle tasfiye süreci olarak “çözüm süreci” konseptiyle silahların etkinliğinin ortadan kaldırılarak adımların atılacağı yanılsamasına sokulmak istenmektedir. PKK ise haklı olarak belirli statünün kabulünde silahsızlanmanın en son aşama olduğunu dile getirmektedir. Fakat bu duruma karşın, re-
forma sıkıştırılmış bir ulusal talep için mücadele ufku, siyasal perspektif ve uygulama düzlemi ihtiyacı olarak oldukça yetersiz ve geri bir durumdur.
Ulusal sorunda proleter siyasetin temel ilkeleri Bir burjuva iktidarı olarak TC faşist karakteri içerisinde sürmekte olan bu zulüm türlerinde belirli hafiflemeler bu iktidarı demokratik kılmaz-kılamaz. Mevcut toplumsal yaşamda sınıfsal kategoriler üzerinden yükselen devlet gerçeği ve bunun egemen sınıf çıkarları biçiminde içerik ve biçim özellikleri, bu alanda kısmi biçim değiştirirken, yeni inkar çizgisine gelmesi onu demokratik kılmaz. Demokrasi ezilen sınıf ve ulus, milliyetler, inançlar bağlamında genel sorun olarak devam eder. Bu bağlamda halkların çıkarına bir sürecin oluşması, egemen komprador tekelci burjuva sınıfın iktidardan devrim yoluyla indirilmesini şart koşmaktadır. Demokrasi sorunu bu coğrafyada tek bir kesime indirgenemez ve onun üzerinden tanımlanamaz. Reformlar için mücadele edilmesiyle köklü devrimsel sürece bağlı reformlar için mücadele edilerek devrimci sıçrama sürecinin rehberliğinde mücadele yürütülmesi ayrı ve farklıdır. Düzen sınırlarında durmak dünya devrimi ve dünya ezilen halkları ve uluslarının kurtuluş sürecine karşı uygun olamayan, aynı zamanda kapitalist restorasyonun kuvvetlenmesini, ağırlıklarını çözerek yeni pervasız yönelimlere girişmesine hizmet eder. Proleter dünya devriminin bir parçası olmak, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da iktidar gücü olan emperyalizme yarı- sömürge temelinde bağımlı komprador tekelci kapitalizmi devirmekle cevap bulabilir. Bunun dışında yürütülen reformist mücadele, burjuvazinin yeni şartlarda nefes almasını kolaylaştırıp sömürü yürüyüşünde yeni biçimler edinilerek konu özgülünde tekçiliğin ve eşitsiz koşulların devam etmesi anlamına gelmektedir. Bu kapsamda PKK’nin toplumsal proje olarak telakki ettiğinin, reformizm ve halihazırdaki silahlı biçiminden dolayı da silahlı reformist hareket olarak tanımlamanın doğru ve bilimsel olduğu gerçekliğidir. Dünya genelinde uzak ve yakın tarihsel süreçler incelendiğinde emperyalistlerin çözüm adına ulusal sorunları çözümsüzlüklere ittiği inkar ve imhaya sürükleyerek çeşitli argümanlarla yine çözüm adına eşit olmayan koşulların dayatılarak hegemonyalarını sürdürdüklerini rahatlıkla görebilir ve anlayabiliriz. PKK’li dostlarımızın da bu tarihsel süreçten doğru sonuçlar çıkarması gerekmektedir. Sermayenin uluslararası karakterinin bölge ve ülkelerde daha yoğun olarak işlerlik kazanması milli olguda değişimlere sebebiyet verip bağımlık ölçütlerinde var olma düzlemini derinleştirmiştir. Milli burjuvazi olarak telaffuz edilen sermayedar kesimi orta burjuva biçi-
minde sermayenin uluslararası gücünün uzantısı olmuş bağımsızlık duruşunu kaybetmiş eklemlenerek var olma yönelimine girmiştir. Bu realite devlet kuramamış ulusların ulusal hareketlerine sirayet ederek onları burjuva reformist eksene çekip silahlı ve silahsız burjuva hareketler olarak biçimlenmiştir. Bu nesnel duruma karşın, ulusal demokratik hakları desteklemek ve savunmak noktasının da geri tutum takınılamaz. bizzat emperyalizmin kumandasında olmayan devrimci komünistlerle ilişkilerinde demokratik tutumlarını sürdüren ve devrimci komünistlerin ajitasyon ve propagandalarıyla örgütlenme faaliyetlerine engel olmayan ulusal hareketlerle ortak birlikler ve taktik eylemlerin oluşturulmasında engel bulunmamaktadır. Maoist hareket ulusal sorunu ve uygulanan mili zulmü doğru tespit eden bir teorik çerçeveye sahiptir. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ulusal soruna ilişkin belirlemeleri Türkiye- Kuzey Kürdistan açısından en ileri kavrayışı temsil etmektedir. Ulusal soruna ilişkin sosyalist çözüm yönelimi olarak geniş bölgesel özerlik ve yerel kendi kendini yönetim projesi, burjuva medeniyetçi-cumhuriyetçi paradigmadan en ileri kopuşu ifade etmektedir. Maoist Komünist Partisi, bölgesel özerklik ve kendi kendini yönetim anlayışı,ekonomik, sosyal ve nüfus bileşeninin sonucu olarak geniş bölgesel özerlik, yine bunların içerisinde yerel kendi kendini yöneten ve bura halkının öz yönetim araçları meclislerini savunmaktadır. Bu anlamda ulusal ve azınlık milliyetler sorununda demokratik çözümün ileri bir mevzisi durumundadır. Elbette PKK’nin Kürt ulusal haklarında ortaya sürdüğü talepleri biz de sahiplenip desteklemekteyiz. Ancak PKK’nin çözüm projesi olarak ortaya sürdüğü demokratik özerlik projesine karşı olmamakla birlikte, ulusal sorunun çözümü noktasında çok açık ifade edelim ki oldukça yetersiz görüyoruz. Bu haklı talepleri desteklemenin ötesine giderek Maoist hareket olarak doğru çözüm projemize ve teorik yönelimimize bağlı olarak, Kürt ulusal kurtuluş sorununa ilişkin kendi yönelimimizi esas olarak pratikte örgütleme sorunu önümüzde ertelenemez bir görev olarak durmaktadır. MKP 3. Kongresi, ulusal soruna ilişkin de somut bir yönelime girerek özel ve özgün programın yaratılmasını karar altına almıştır. Bu anlamda genel sosyalist programımız çerçevesinde ulusal soruna ilişkin özel bir programımız olacaktır. Partimiz Kürt ulusal sorunu ekseninde pratik faaliyetini bu özel program çerçevesinde sürdürecektir. Bu çerçevede MKP 1. ve 2. Kongrelerinden sonra teorik ilerleyişte 3. Kongre genel teorik doğrunun ifadesi anlamında teorinin izahına uygun olarak ayaklarını yere oturtmuştur. Bu perspektiften hareketle özel ve özgün programlar MKP’nin daha güçlü anlamda ulusal sorunun bütün burjuva çözüm yönelimlerine karşı sosyalist çözüm bayrağını daha güçlü olarak kaldırmaktadır.
14 kadın haber “Devlet baba” erkek şiddetine ‘dur’ diyor (!) Yeni cinsel suçlar yasasıyla kadınlara, çocuklara ve LGBT bireylere yönelik şiddetin önlenmesi bir yana mevcut hukuki durumu daha da kötüleştiriyor. Cinsel suçlar ve saldırılar yerine gençlerin flörtünü ‘cezalandıran’ torba yasaya 243 kadın örgütü karşı çıkıyor Hepimizin malumu olduğu gibi kadına yönelik erkek ve devlet şiddeti toplumumuzun günlük hayatının ‘rutin’ bir parçasıdır. Her gün gazetelerde, televizyonlarda ‘cinsiyetçi’ ve şiddeti meşrulaştıran bir dille verilen haberler bir yana, yüzlerce kadın katliamı ve kadına yönelik cinsel suçlardan toplumun haberi bile olmuyor. Peki, böylesi bir gerçeklikte iktidar ve onun hukuk erki ne yapıyor? Elbette onlar bizzat erkek egemen sistemin koşullayıcıları olarak her daim ‘mağdurları’ ‘cezalandırıp’, ‘cellatları ve tecavüzcüleri’ aklıyor. İşte böylesi bir realitede iktidar ‘açılımlar furyasından’ da alışık olduğumuz gibi bütün yasal düzenlemeleri ‘bir torbaya’ atarak yeni cinsel suçlar yasası adıyla ‘yeni bir torba’ yasayı Meclis gündemine getirdi. Bazı maddeleri şimdiden kabul edilen yeni yasa, başta kadın örgütleri olmak üzere pek çok hukukçu da kadınlara, çocuklara ve LGBT bireylere karşı cinsel suçlar yasalarının durumunu daha da kötüleştirdiği yönünde hemfikir. Her ne kadar iktidar yeni yasayı ‘tecavüzcülere daha ağır cezalar getirdiği’ yalanıyla pazarlasa da..
Yasaya 243 kadın örgütü karşı Bakalım iktidar tarafından tecavüz suçlarına daha ağır cezalar getirileceği yönündeki iddialarına karşın, kadın örgütleri ve hukukçular ne diyor? Şiddete Son Platformu adı altında toplanan 243 kadın örgütü, gündemde olan ‘torba yasa’ adıyla duyurulan cinsel suçlar yasasına yayınladığı bir metinle karşı çıktıklarını açıkladı. Ortak kanı cinsel suçlara “ağır cezalar getirileceği” iddialarına karşı yasa değişikliğinin birçok suçun cezasını hafifleteceği, birçok tecavüzcü ve istismarcıyı serbest bırakacağı yönünde.
Katliamlara ilişkin bir düzenleme yok Kadın örgütlerinin karşı çıktığı birinci nokta, yasada kadın katliamlarına ya da kadına karşı şiddete ilişkin bir düzenleme yapılmamış olması. Türk Ceza Kanunu’nda birçok maddede değişiklik öneren yasada, kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları konusunda tek bir düzenleme bile olmamasını eleştiren kadın örgütleri, açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Kadınlara tecavüz sırasında uygulanan / uygulanacak şiddet konusunda erkeklere yeni ‘ceza indirimleri’ geliyor! Cinayet davalarında ise haksız tahrik indiriminin uygulanmasının önüne geçecek bir düzenleme yapılmadığını görüyoruz.” Örgütlerin karşı çıktığı bir diğer olgu ise tasarıda cinsel taciz, cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlarında “çocuğun ve kadının beyanının esas alınması ve aksini ispat yükümlülüğünün erkekte olması”yla ilgili hiçbir hükmün konmamasına ilişkin.
‘Sanıklar hasta değil erkek egemen sistemden gücünü alan suçlular’ Yasadaki bir diğer önemli madde ise cinsel taciz ve kimi cinsel saldırı suçlarında şikâyet süresinin 6 ayla sınırlanması ve cinsel saldırı suçlarını işleyenlerin ‘tedavisinden’ söz edilmesi. “Cinsel suçların çok küçük bir bölümü ‘hasta’lar tarafından işlenir. Toplumun belki de binde birlik bir oranına denk dü-
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
şen bu ‘hasta’lar, adı üzerinde hastadır. Belki de, toplum tarafından ‘hasta’ edilmiştir. Çünkü kadınlara ve çocuklara karşı cinsel suçlar, toplum tarafından kültür, gelenek, örf, adet, din vb. nedenlerle meşru görüldükçe ‘hasta / normal’ tanımı belirsizleşir.” diyen kadın örgütleri, yasa tasarısında sanıkların tedavisinden söz edilmesinin devlet nezdinde cinsel saldırı eyleminin hala bir suç değil, hastalık olarak görüldüğünü gösterdiğini kaydetti. Kadınlar suçun tıbbileştirilmesine, “Sanıklar hasta değil, erkek egemen sistemden gücünü alan suçlulardır. Yasada tedaviden söz ederek, bu suç toplumun önünde tıbbileştirilmeye çalışılıyor!” sözleriyle karşı çıktı.
Ruh sağlığının önemi yok (!) Bilindiği gibi birçok cinsel saldırı ve tecavüz davasında, akıllara durgunluk veren bir şekilde mağdurların ruh sağlığının bozulmadığı öne sürülerek tecavüzcülere ve tacizcilere verilen cezalarda indirime gidiliyor. Yeni yasa tasarısında ise ”ruhsal zedelenme” değerlendirmesi tamamen kaldırılarak cinsel saldırı suçu yalnızca maddi delillere dayandırılıyor. Dolayısıyla alışık olduğumuz gibi zaten cezalandırılmayarak ödüllendirilen suçların cezasız kalmasının önü daha da açılacak, cezalar daha da indirilecek ve şikâyet edilemeyecek. Kadın örgütleri bu konuda ise şu değerlendirmede bulundu: “Bugüne kadar çocuklara, kadınlara ve LGBTİ bireylere yönelen cinsel şiddet cezasız kalıyor, kadının beyanı yok sayılarak, fiziksel delil yoksa ceza verilmiyordu. Halihazırda psikososyal desteğin bir parçası olarak veya cezada ağırlaştırıcı unsur olarak görülmesi gereken ruhsal değerlendirme sürecinin, kadının aleyhine ve erkek egemen hukuka nasıl hizmet ettiğini ve bir yıldırma politikasına dönüştüğünü, mağdurların tekrar tekrar travmatize edildiğini biliyoruz. “
Cinsel saldırı değil gönüllü birliktelik suç (!) Yasa tasarısının bir diğer noktası ise tam anlamıyla siyasi iktidarın ahlak ve cinsel saldırı suçları algısını deşifre eder niteliktedir. Zira bildiğimiz gibi toplumumuzda gönüllü birliktelikler ‘ahlaksızlık’ olarak algılanırken, taciz ve tecavüz ‘normal’leştirilmiş durumdadır. Yasa tasarısında 15-18 yaş arası gençlerin cinsel ilişkisinin cezai uygulamaya tabi tutulması öngörülüyor. “TCK’da var olan ve yarısı Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olan bu konuyla ilgili “diğer yarısı” yürürlükte olan TCK 104. Maddenin tümden iptali gerekmektedir. Tasarı tam tersine, gençlerin kendi rızalarıyla giriştiği cinsel eylemlerin cezasını artırmaktadır. Flört eden genç kadın ve erkekleri (ve hatta ailelerini), daha uzun sürelerle hapse atma tehdidiyle cezalandırmak istemektedir. Gençlerin flörtüyle, ülkemizde büyük bir sorun olan “çocuk yaşta ve zorla evlendirmeler” konusu iki ayrı konudur.” diyen kadın örgütleri, çocuklarla ilgili getirilmek istenen yasaların, çocukları korumayı değil, muhafazakarlaşmayı ve cinsel özgürlüklerin sınırlandırılmasını amaçladığını vurguladı.
Saldırılar karşısında mücadele etmek şart Erkek egemen sistemden, kadınlar, çocuklar, LGBT bireyler için ‘adalet’ beklemek elbette abesle iştigaldir, zira bu ‘kurbanların’ ‘cellatlardan’ merhamet beklemesi gibi bir şey. Hal böyleyken mevcut sistemi yıkmaya eyleminden vazgeçmeden bir yandan da mevcut sistem içerisinde ve ona karşı kadınlar, çocuklar ve LGBT bireyler için demokratik haklar mücadelesi yürütmek şarttır.
ADKH 7. Kurultayı gerçekleştirildi Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) 7. Kurultayını, 7-8 Haziran tarihleri arasında Köln’de, egemenlerin tabularına, ötekileştirmelerine ve baskılarına karşı, ‘Bu daha başlangıç mücadeleye devam’ şiarıyla düzenledi Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) 7. Kurultayını 7-8 Haziran tarihleri arasında Köln’de, egemenlerin tabularına, ötekileştirmelerine ve baskılarına karşı, ‘Bu daha başlangıç mücadeleye devam’ şiarıyla Almanya’nın Köln kentinde gerçekleştirdiği 7. Kurultayını 7-8 Haziran tarihleri arasında başarıyla sonuçlandırdı. Avrupa’dan gelen delegelerin katılımıyla tüm devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirilenler için saygı duruşuyla başlayan kurultay, 2 gün boyunca devam etti. Kurultayın ilk gününde feminizm, kadının kendi cinsine yabancılaşması ve kadınların özgün örgütlenmesi konularının yer aldığı üç ayrı workshop (Oda çalışması) yapıldı. Feminizm konulu workshopda katılımcılar feminizmi şöyle tanımladı: “Feminizm, erkekler tarafından baskı altına alınan kadının öfkesi, ben kadınım demenin teorik ve pratik ilk ‘ izm’i; kadına özgürlük, kadın teorisi, ataerkilliği hedef alan, anaerkilliği getirmeyi amaçlayan burjuva akım; kadının isyanı, kadının dünyayı yönetmesi” gibi görüşlerin yanı sıra, “Türkiye’de sosyalistlerin
araştırmadan düşman ilan ettiği ‘izm’, kadının toplumun her alanında ikinci konumuna karşı ekonomik, kamusal, kültürel, toplumsal bakımdan talepleri olan ve bugün mücadele yürüten akım; kadın haklarını savunan dönemine göre devrimci demokratik niteliğiyle kendisini açığa çıkaran ideoloji; kadının kendi ayakları üzerinde kadınca durabilmesi” gibi görüşler öne çıktı. Workshop sırasında ayrıca çeşitli sorularla, kadınların feminizme dair görüşleri tartışıldı. Burjuva demokratik devrimler döneminde kadının mücadelesine karşın, kadınların yaşadığı yenilgiler, sınıf mücadelesinde kadın mücadelesi, feminist hareketlerin ortaya çıkışı ve feminist akımlar tartışıldı. “Kadının feminizme ihtiyacı var mıdır?” , “Sosyalist devrimler sırasında mücadele eden kadınlar aynı zamanda kadın mücadelesi veriyorlardı bunlar feminist miydi?” , “Sosyalizmde feminizm gerekli midir?” gibi sorular tartışıldı. Yapılan tartışmalarda feminizmin kadının örgütlü mücadele tarihi olduğu kaydedilerek “Dolayısıyla bizimde tarihimizdir ve bu anlamıyla kadın hareketi bir cins hareketidir ve feministtir” denildi. Tartışmalarda kimi delegeler kadın hareketinin feminist olduğunun belirtilmesi gerektiğini söyleyerek, bunun tüzük maddesinde daha açık bir şekilde ifade edilmesi önerisinde bulundu. Feminizm konulu workshoptan kısaca “Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) aynı zamanda bir feminist harekettir ve feminizmin tarihi bizim de tarihimizdir” sonucu çıktı. “Kadın mücadelesi toplumsal
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
15
ÖNCÜ KADIN
KADININ MÜCADELESİ KURTULUŞUNA UZANACAKTIR!
K
mücadelenin bir parçasıdır dolayısıyla sınıf mücadelesinin içerisindedir aynı zamanda. Sadece cinsel haksızlıklara yönelik refleksler gösteren bir hareket değil, toplumun tüm dinamiklerinde, tüm gelişmelerinde rol oynaması gereken politikalar üretmesi ve özne olması gereken bir noktadadır” denildi.
‘Özgün kadın örgütlenmelerinin gerekliliği kanıtlanmıştır’ Kadının özgün örgütlenmesiyle ilgili farklı fikirlerin yansıtıldığı workshop çalışmasında ise; bağımsız kadın örgütlenmesi savunusu; kadının cins mücadelesini toplumsal mücadeleyle birleştirmesi ve toplumsal mücadelede özne haline gelme düşüncesi; bireyden topluma örgütlenme şeklinin olması gerektiği; özgün kadın örgütlenmelerinin gerekliliğinin kanıtlandığı, bundan sonrasında “gerekli mi, değil mi” tartışmasının değil, özgün örgütlülüklerinin daha iyi nasıl ele alınması gerektiği; tüm kadın örgütlerinin grupsal kaygıları bırakarak platform veya tek çatı altında birleşmeleri; kadının erkek egemen anlayışına karşı “ev”inden başlayarak mücadele etmesi görüşleri ön plandaydı. Bu workshopta“Mücadele çelişkilerin bir ürünüyse, bu mücadelede kadın ve erkek arasında hegemonya yaratan bir toplumsal sisteme karşı bir açıdan homojen olmak zorunda. Yani bu mücadelede ezilen ve ezen yan yana olamaz. Birey olarak bizlerden bağımsız kadını ve erkeği farklı konumlandıran bir sistem mevcut. Mücadelemiz bu yüzden ataerkilliğe ve bunu yaratan toplumsal sistemedir” denildi.
‘Sistemin kadına biçtiği rollerin sonucu kadınlar sistemin devamcısı oluyor’ “Kadının Kendi Cinsine Yabancılaşması” konulu workshop çalışmasında bir araya gelen delegeler; sistemin kadına biçtiği roller ve bu rollerle farkında olmadan sistemin devamcısı olduğu, kadının kendisini ikinci cins görme algısı, toplumun dayatmalarına karşı kadının kadını sahiplenmemesi, ezberletilen bir tarihi yaşaması ve pasifize olması, gündelik yaşamdaki tercihler, tarz ve zihniyetler, çocukların yetiştirilme biçimleri, “örnek kadın” olma algısıyla kadının kendisine yabancılaşması gibi noktalar öne çıktı. Tartışmada kadınların artık bu algıları değiştirmeleri gerektiği, özgür kadın, beyni özgür kadınlar olunması gerektiği, toplumun geleneksel değer yargılarından arınarak, erkeğin üzerinden tanımlanmadan insan olarak toplumda söz sahibi olma mücadelesine girmesi gerektiği ve bu nedenle de kadınların kendi savaşının savaşçısı olması gerektiği kaydedildi. Kapitalist sistemin toplumu kategorize ettiği, insanlar arasındaki ilişkiyi bölüp parçalayarak işçiyi emeğine yabancılaştırması ile kadını cinsine yabancılaştırması, insanı insanlığına yabancılaştırmasına karşı mücadele etmek gerektiği vurgulandı. Kurultayın birinci günü yapılan kültürel etkinlikle sona ererken, ikinci gün ise faaliyet raporunun okunup tartışılması ve yönetim organlarının seçimiyle kurultay coşkuyla sona erdi. ADKH kurultayına Yeni Kadın da mesaj yollayarak başarılar diledi.
≫ rojda demir
adının özgün mücadelesi, cins olarak yaşadığı sorundan ataerkilliğe karşı gelişmiş ve tarihin çeşitli dönemlerinde farklı taleplerle kadınlar bir araya gelmiş, örgütlenmiştir. İçinde yaşadığımız toplum birçok açıdan eşitsizlik ve adaletsizliklerle doludur. Cins eşitsizliğinin yanı sıra, ezilen ulus ve sınıf çelişkileri hâkimdir. Esasta kadının örgütlü mücadelesi tıpkı işçi sınıfının doğuşunu temellendiren başlangıç kapitalizminde aramalıyız. Kapitalizmin barbarlığı, kar hırsı erkeğin iş gücüyle yetinmeyip kadını ve çocuğu proleterleştirerek kolektif emeğin üzerinden artı değerini yaratmış ve kendi sisteminin çelişkili yapısında toplumsal mücadelelere taban olmuştur. Kendisinden önceki dönemin feodal sistemden devraldığı kadının 2. Cins konumunu, erkeğin hâkimiyeti altında bir değişiklik yaratmadan devam ettirmiştir. Ancak feodal dönemde kadının bir bütün olarak görülmeyen emeği ve kadınların birbirlerinden bağımsız aile içerisine mahkûm olma durumu kapitalizmde gitgide değişen bir hal almıştır. Kadınlar işçiler olarak yan yana gelmiş, toplumsal üretim sürecinde ev içi sorumlulukların dışında fabrikalarda vs. çalışmaya başlamıştır. Eski değer yargılarının yerini yeni değer yargılarının oluşturması, feodalizmi giderek tasfiye eden burjuva hareketlerin, alt sınıfları kendi yanına insan hakları sloganıyla çekerek kendine yedeklemesi, kadınları yavaş yavaş kendi konumlarını sorgulamaya götürmüştür. Bu noktada kadın mücadelesi, ilk sınıf mücadelelerinde özgün örgütlülükler seklinde görülmeyip, klasik örgütler içerisinde yedeklenerek kadının dinamiği cins sorunu özgülünde yüzeysel kılınmıştır. Bu durum sınıf hareketinin önemli bir kaybı olarak değerlendirilebilir. Kapitalizmin ilk gelişim aşamasında ataerkillik, kadın isçilerle erkek isçileri bir araya getirmedi. Direnişte olan kadın işçiler, erkeklerin hegemonyasında olan sendikalarca desteklenmedi. Aksine ucuz iş gücü oldukları için, erkek işçilerin ücretlerini düşürdükleri gerekçesiyle ötekileştirildi. Tarihten öğrenelim; bu örnek kadının özgün örgütlülüğünün bağımsız niteliğine ne kadar da çok ihtiyaç olduğunu göstermesi bakımından önemsenmesi içindir. Mücadele çelişkilerin bir ürünü ise, bu mücadelede kadın ve erkek arasında bir hegemonya yaratan toplumsal sisteme karşı bir açıdan homojen olmak zorundadır. Yani bu mücadelede ezilen ve ezen yan yana olamaz. Birey olarak bizlerden bağımsız bir şekilde kadını ve erkeği farklı konumlandıran bir sistem mevcuttur. Mücadelemiz bu yüzden direkt erkeğe karşı değil, bunu yaratan toplumsal sisteme karşıdır. Ancak bu aşamada var olan ataerkillikle barışık yasayan, onu içselleşirken bireylerin, hele de bu durum bir avantaj ise yani birey-erkek ezen konumda ise toplumsal sistemdeki üretim ilişkileri, onun uzantıları kültür, ahlak vs. değişmeden, bireyler-erkeklere bilinci alsa da üzerinde oldukları, başkalarını ezme ze-
mininden vazgeçmek istemez. Nasıl ki ezen ve ezilen ilişkisi içerisinde proletarya ve burjuvaziden birlikte sınıf mücadelesi bekleyemeyeceğimiz gibi, bu toplumsal sistemin değerleriyle şekillenen kadın ve erkeğin beraber kadın mücadelesi vermesi önemli sorunlar taşımaktadır. Engels’le açıklarsak, çünkü kadın aile içerisinde proletaryayı; erkek ise burjuvaziyi temsil etmektedir. Peki, bu bizi dar bir cinsiyetçiliğe mi dönüştürür, toplumsal mücadeleden uzaklaştırır mı? Bu da kadın hareketinin programıyla açıklanır, kadınların kadın olarak bağımsız mücadele yürütmesiyle değil. Şayet programımızda kadın mücadelesini dinamik bir şekilde sürdüreceğimizi antikapitalist, antiemperyalist bir perspektifle hareket ettiğimizi söylüyorsak en zor alanda, kadın mücadelesinde zaten toplumsal mücadelenin merkezinde oluyoruz. Çünkü kadın mücadelede erkeğe nazaran tutuk değildir, mücadeleyi kendi çevresine taşır ve onu toplumsallaştırır ve kendi cins gündeminin dışında gelişen toplumsal olaylara daha bir duyarlılıkla yaklaşır. Öte yandan reel sosyalizmin bizlere öğrettiği gibi, devrim sonrası da kadının özgün örgütlülüklerine ihtiyaç vardır. Çünkü kaba bir sınıf bakış açısına indirgenen mücadele, daha sonraları ataerkilliğin etkisiyle kadın devrim sonrası da cinsiyetçi kalıplara sokulmuş, anne olarak tanınmış, ev içi sorumluluğun esas payını almış ve üretimde cinsiyetçi rollere hapsedilmiş ve tüm bunlar devlet politikalarıyla teşvik edilmiştir. Kadınlar yönetim organlarında gerektiği gibi temsil edilememiştir. Peki, neden kadının özgün mücadelesi? Çünkü bu toplumsal sorunu dinamik bir şekilde ve detaylıca ele almalıyız. Yüzeysel kılmamalıyız. Kadınların söz ve irade olmalarını sağlamalıyız. Bu yüzden de bağımsız olmalıyız. Mücadelemizi yedekleştiren, ikincil kılan kadın kolu örgütlenmeleri esasta kurumlardaki ataerkil maskeyi süsler. Kadının Komünist Partisi önderliğindeki bağımsız örgütlenmesinde ve kadının pratik anlamda örgütlenmesinde sorunlara yol açan her türlü ataerkil anlayışa ve bununla uzlaşan örgütsel modellere karşı fikir tartışmasından asla vazgeçmemeliyiz. Kadının bağımsız mücadelesi korkutmamalı, bu toplumsal mücadelesinin bir yansımasıdır. Bağımsızlık anlayışı sınıf bakış açısından kopmak ya da Komünist Partisini reddetmek vb vs demek değildir. Kadın hareketi, kendi programında sosyalist veya komünist görüşleri benimseyebilir, bunun mücadelesini de yürütebilir. Kadınların bağımsız mücadelesinin küçümsenmesi ve bağımsızlık anlayışının sınıf perspektifinden yoksun şeklinde ifade edilmesi en büyük hakarettir. Sınıf perspektifi pek tabii ki kadın mücadelesi içerisinde de kök salabilir, gelişebilir. Kadın hareketi, geniş kadınlara ulaşıp, onları kendi talepleri bünyesinde örgütleme amacı taşırken, içinde yaşadığımız bu kapitalist-emperyalist sömürü düzenine karşı amansız mücadelesini yılmadan sürdürecektir.
16
güncel haber
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
Kürt halkının direnişi Gezi ruhu her yerde Gezi Ayaklanması’nın devrimci mücadeleye önemli katkıları olduğu gibi, toplumun tüm kesimlerini etkiledi. Bu etki egemenler cephesinde korku ve teleşa neden olurken, ezilenler cephesinde ise mücadele edilerek hak kazanma bilincini güçlendirdi Gezi Ayaklanması’yla kitlelerde oluşan bilinç gelişip güçlenmeye muktedirdir. Bunun işaretlerine her gün rastlıyoruz. Amasya'da bir işletmeye peşkeş çekilmek istenen bir park için verilen mücadele bir yıldır solunan havanın etkisiyle ortaya çıktı ve kazanımla sonuçlandı. Her yerde olduğu gibi ilk adım ve çakılan ilk kıvılcım önemlidir. Amasya'nın Hızırpaşa Mahallesi'nde bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD)’na ait 3.5 dönümlük ağaçlık bir alan, bir akaryakıt firmasına verildi. Firma burada akaryakıt istasyonu yapmak için ağaçları kesmeye başladı. Ağaçların kesildiğinin öğrenilmesi üzerine 20 yaşındaki Tuba Kalelioğlu tarafından Samsun 2'nci İdare Mahkemesi’ne yürütmenin durdurulması talebiyle dava açıldı. Ağaçların kesiminin engellenmesi için 3 Haziran’da direnişe başlayan Amasya halkı, parkta nöbet tutmaya başladı. Eylemden beş gün sonra Samsun 2. İdare Mahkemesi, yapılan başvuruyu gündemine alarak yürütmeyi durdurma kararı aldı. Bu karar Amasya halkı tarafından sevinçle karşılandı. Verilen bu kararla parkta bir araya gelen Amasya halkı kazanımını kutladı. Henüz her şeyin bitmediğini belirten halk, davanın takipçisi olacaklarını belirterek yürütmeyi durdurma kararının yeterli olmadığını ve bu proje iptal edilinceye kadar mücadeleyi sürdüreceklerini açıkladı.
Emperyalizme yarı-sömürge temelinde bağımlı komprador tekelci kapitalist tekçi faşist Türk devletinin her türlü manipülasyon ve aldatıcı tasfiyeci saldırılarına karşı, devleti teşhir kampanyalarında yoğunlaşmalıyız. Kürt ulusunun son derece demokratik ve meşru kendi kaderini tayin etme hakkını, teorik ve pratik politikalarımızda savunmalıyız Kuzey Kürdistan’da işgalci ve ilhakçı faşist Türk devleti, karakol- kalekol ve barajlar inşa ederek Kürt ulusu başta olmak üzere Kürt Ulusal Hareketi ve devrimci dinamiklere yönelik tasfiye politikalarından vazgeçmiyor. Bir yandan “demokratik açılım, Kürt açılımı, demokratik çözüm, barış, kardeşlik” yalanlarıyla manipülasyonlara başvururken, diğer yandan da karakol ve kalekol inşaatlarıyla inkar ve imha siyasetindeki vahşiliğini tüm benliğiyle sürdürmektedir. Son günlerde Kürt halk kitleleri Kuzey Kürdistan’ın birçok alanında yollara barikatlar kurmakta, yollardan araba ve iş makinalarının geçişlerini engellemek için bazı yol ve asfalt betonları sökerek hendekler kazılmış ve geçişler Kürt ulusu tarafından protesto amaçlı günlerce engellenmiş, çadırlar kurulmuş ve fiili direniş mevzileri oluşturularak taşlarla işgalci ve ilhakçı faşist ordu güçlerine karşı militan duruş gösterilmektedir. Faşist Türk devletinin “barış, çözüm, açılım” argümanlarıyla manipülasyon politikalarıyla ne kadar yanılsama yarattığının bizzat göstergesi olarak karakol, kalekol ve barajlara yoğunlaşması aldatıcılığını ve pervasızlığını ortaya koymaktadır.
Kürt ulusu iradesini ortaya koydu Karakol, kalekol ve barajlara karşı yüzlerce yurtsever Van’ın Çatak ilçesindeki Şeytan Deresi’nde çadır kurmuş, DiyarbakırBingöl karayolunu engellemiş, Lice’de karakol yapımına karşı yarattıkları serhildan direnişiyle Kürt ulusunun militan karakterinin tasfiye edilemeyeceğini gösterdi. Barajları, kalekolları ve operasyonları protesto eden Kürt ulusu, iradesini çadır vb eylemlerle fiili olarak ortaya koymaktadır. Faşist devletin ordu ve polis güçleri ise pervasız saldırılarını sürdürmektedir. İşgalci ve ilhakcı faşist Türk ordu ve polis güçlerinden yüzlercesi gaz bombaları ve tazyikli sularla, kimi yerlerde gerçek mermilerle halka saldırdı. Yurtsever Kürt ulusu ise bütün bu saldırılara karşı taşlar, molotofkokteylleri, havai fişek ve ses bombalarıyla karşılık vererek militanca bir direniş gösterdi. Meskan, Silvan, Kanireş, Lice ve daha birçok yerde Kürt yurtseverin fiili direnişleri göstermektedir ki serhildanların yeniden kitlesel temellere bürünerek faşist güçlere karşı boy vermesi kaçınılmazdır.
Faşist Türk devleti, Kuzey Kürdistan’ın birçok il, ilçe ve köylerine yönelik karakol, kalekol ve baraj yapımlarıyla aslında tam da ezilen ve sömürülenlere yönelik savaşını durdurmadığını açıkça göstermektedir. Zira karakol ve kalekollara ayrılan ekonomiyle okullar ve sağlık ocakları vs yapılabileceğini göz ardı etmeden, bu anlamıyla Kürdistan topraklarının uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesinin amaçlandığı da bilinmelidir. Çıkarsal hesaplar yaparak adına demokratikleşme denilen süreci oyalama taktikleriyle zamana yayarak daha kapsamlı tasfiyenin adımları olarak karakollar, barajlar ve askeri amaçlı yolların inşasına hız verilmiştir. Bütün bu girişimler AKP iktidarı eliyle faşist Türk devletinin daha fazla savaşı tahkim etme anlayışı ve yönelimi olarak anlaşılmalıdır.
Burjuva basının hezeyanları devam ediyor Faşist Türk egemen sınıf ve kliklerinin konu özgülündeki iktidar dalaşı kapsamında çelişkileri de söz konusudur. Bu dalaşı daha ziyade yazılı ve görsel burjuva gerici ve faşist medyaları üzerinden göstermektedir. Bir yandan AKP iktidarı ve iktidar kliği, diğer yandan ise Türk egemenliğinin muhalefet kliği arasındaki çelişkiler bizzat kendi medyaları aracılığıyla TürkiyeKuzey Kürdistan halklarına servis edilmektedir. Muhalefet konumundaki klikler “Devlet Okmeydanı’nda gerçek doğuda ise plastik mermi kullanılıyor” diyerek AKP hükümeti-iktidarına yönelip eleştirirken, AKP ise ”Yol kesenler, araç yakanlar çö-
Dersim’de LGBTİ ve DKH nefret cinayetlerine karşı yürüdü Dersim’de, Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transeksüel, İnterseks (LGBTİ) üyeleri Seyit Rıza Meydanı'na yürüyerek nefret cinayetlerini protesto etti
Oluşumu üyelerinin de bulunduğu kitle. Seyit Rıza Meydanı'na yürüyüş gerçekleştirdi. “Bize Bir Yasa Lazım Transfobiye ve Homofobiye Karşı Yürüyoruz” pankartı arkasında yürüyen kitle, “Nefrete inat yaşasın hayat” , “Lice'de düşene dövüşene bin selam” sloganlarını attı.
Son yıllar içerisinde artan trans cinayetlerini ve devletin bu cinayetler karşısındaki sessizliğini protesto etmek amacıyla 8 Haziran günü Sanat Sokağı'nda bir araya gelen aralarında Demokratik Kadın Hareketi ve Rojtiya Asme LGBTİ Dersim
‘Öfkeliyiz bunu aklınızdan çıkarmayın’ Seyit Rıza Meydanı’nda yapılan basın açıklamasını,İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Başkanı Ebru Kırancı okudu. Basın açıklamasında yayılan nefret kül-
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
17
engellenemez! dı” diyerek yüce devletinin faşist hezeyanlarlarla saldırganlaşmasını ve şiddete başvurmasını körüklemektedir. Nitekim devletin yürütücüsü konumundaki hakim sınıf kliği AKP iktidarı emriyle, bu yönelime uygun olarak devletin Kürt yurtsever kitlesine yönelik daha fazla şiddetle bastırma pratiğiyle iki yurtsever Lice’de katledildi.
Kürt ulusunun devrimci militan çizgisi tasfiye edilemez
züm sürecinden bahsedemezler’’ diyerek tekçi ve üniter devletçi faşist Türk devletinin iktidarı ve muhalefetiyle biçimde her ne kadar farklılıklar gösterse de inkar ve imha eksenli tasfiye politikalarında ortaklaştıklarını net olarak vurgulamak isteriz. Kendi aralarında it dalaşından vazgeçmeyen özellikleri ve nitelikleriyle kullandıkları argümanlar ve burjuvazinin lümpen kültürüyle çirkefliklerini yansıtırken, kamuoyunda ve kitlelerin gözünde teşhir olduklarını da belirtelim. Diğer yandan ise “TOMA’yı yaktılar, yolları kazdılar, kimlik sordular ve ‘paçavrayı’ diktiler” ifadelerinin yer aldığı manşetleriyle tekçi ve inkarcı sınıfsal karakterlerini yansıtırken, diğer taraftan da “Yakıyorlar yıkıyorlar ses çıkartan yok, devlet nerede, devlet seyrediyor” , “Teröristler Diyarbakır, Bingöl ve Şırnak’ ı savaş alanına çevirdi, Lice’de 5 askeri yaraladı, askerlerin evleri boyayla işaretlendi, Cizre’de kimlik kontrolü yapıldı, Bingöl Karlıova’da TOMAlar taşlan-
türünün sadece sistemin egemen olduğu alanlarda değil, LGBTİ bireylere umut veren demokrasi kültürünün en yaygın olduğu şehirlerden Dersim’de de görüldüğünü belirten Kırancı, "İktidar sahipleri, egemenler, efendiler, sesimizi duymayanlar, bizi üçüncü sayfalardan yandaş medyanın taraflı haberlerinden tanıyanlar. Öfkeliyiz. Bunu aklınızdan çıkarmayın.Sokaklarda, meydanlarda, alanlarda, barikatlarda yıllardır söylüyoruz: Translara yönelen şiddet, kadınlara, engellilere, Kürtler'e, Ermeniler'e, Aleviler'e yönelen şiddetin bir başka yüzüdür.” diyerek eşcinsel ve trans cinayetlerinin politik olduğunu dile getirdi.
İçerisinden geçtiğimiz süreçte bir dizi kavram kargaşası da söz konusudur. PKK’li dostlarımız her ne kadar demokratik özerklik vb argünamlar ekseninde bir konsept ya da projede ısrar ediyor olsalar da zaten emperyalizmin stratejik uşağı faşist Türk devletinin AB emperyalist kutuplu bloğuna girme kriterleri çerçevesinde, Avrupa yerel yönetimler sözleşmesi eksenindeki taahhüt ettiği konsepti yerine getirmek için harekete geçmiş bulunmaktadır. Büyükşehir belediye anlayışı ve yönetimleri çerçevesindeki yönelimini de bu çerçevede anlamak gerekmektedir. Tabi bütün bu gelişmelere elbette demokratik özerklik vs diyemeyiz ve böyle bir yanılsama içerisinde olamayız. Emperyalizme yarı-sömürge temelde bağımlı komprador tekelci kapitalist tekçi faşist Türk devletinin her türlü manipülasyon ve aldatıcı tasfiyeci saldırılarına karşı, devleti teşhir kampanyalarında yoğunlaşmalıyız. Kürt ulusunun son derece demokratik ve meşru kendi kaderini tayin hakkını teorik ve pratik politikalarımızda savunmalıyız. On yılları aşan Kürt ulusunun devrimci militan çizgisinin öyle kolay tasfiye edilemeyeceği gerçekliği görülmelidir. Faşist devletin kirli oyunlarıyla Kürt ulusu iradesi ve örgütlü güçlerinin öylesine kolay bir şekilde tasfiye edilemeyeceği ve teslim alınamayacağı yeterince kavranmalıdır.
Hukuksuzluk devam ediyor Transların yaşadığı hukuksuzluğun, sisteme muhalif kesimlerin de yaşadığını dile getiren Kırancı son olarak şunları ifade etti: “Bu hukuksuzluğu ve katliamı sadece transların yaşamadığını biliyoruz. Gezi Direnişi başladığı günden beri kaybettiğimiz 8 canı, Lice’de karakol yapımına karşı çıktığı için katledilen 2 canımızı, Dersim’de Yeni Demokrasi mücadelesi verirken tutuklanan ve onlarca yıl ‘cezaya’ çarptırılan Evrimlerin, Muratların, onlarca tutuklunun, kaybın ve gözaltının da takipçisiyiz. Sisteme karşı mücadele ederken tutuklanan, uydurma iddianamelerle ‘cezalar’ yağdırılan devrimci tutsakların takipçisiyiz.”
YOLA YOLCU
≫ hıdır uludağ
HAZİRANDA ÖLMEK ZOR!
D
enildi ki “Haziranda Ölmek Zor“ Haziranın sarı sıcağı hep yakıp kavurmuştur yüreklerimizi. Nazım Hikmet, Orhan Kemal gibi nice yazar ve sanatçılarımızı uğurladık sıcağında Haziranın. Sokakta tank paleti / sokakta düdük sesi / sokakta tomson / sokağa çıkmak yasak denildi. 1970’in 15-16 Haziran günüydü, mavi tulumlular dinlemedi korku ihtarlarını. Sokaklar kan revan içinde, sokaklar işçi seli altında ve sokaklar hiç bu kadar özgür olmamıştı. Şimdi Gezi’nin ruhu sarıp sarmaladı sokakları. Rengarenk, cıvıl cıvıl ve de direngen… Haziran; yüreğimizde bir çıban,yüreğimizde umut, yüreğimizde sevda ve yüreğimizdeki isyanın adı ille de Mercan, ille de Mercan!!. Tam bundan 9 yıl önce, yine bir Haziran günü, 2005’in 16 Haziran‘ın da binlerce yoldaşı ve siper yoldaşlarının “devrim şehitleri ölümsüzdür“, “bedel ödedik bedel ödeteceğiz“ , “Ağa-patron devletini yıkacağız, halk iktidarı kuracağız“ haykırışları eşliğinde ve MKP’nin kızıl bayraklarına sarılı bir şekilde 17’ler ölümsüzlüğe uğurlandı. Vartinik‘ten bu yana Türkiye-K. Kürdistan topraklarının her bir metrekaresine özgür yarınlar adına kızıl kızıl karanfiller ektik. 17’ler ve tüm devrim şehitlerimiz Halk Savaşı yolunda, Kaypakkaya güzergahında tereddütsüz yürüyen devrimin onurlu savaşçılarıydı. 17’ler, devrimci yaşamları boyunca dağda, şehirde,barikat ve zindanlarda yılgınlığa düşmeden, direniş meşalesinin her koşulda taşıyıcısı oldu. Bu direniş meşalesinin, bu komünist insiyatifin kavgası, basit bir yiğitlik meselesi değildir. Bu direniş rehber aldıkları MLM bilimi ve Kaypakkaya güzergahının bir sonucudur. Onlar, feodal despotizmin ve komprador bürokrat burjuvazinin kanlı saltanatını Halk Savaşı’yla yerle bir etmek için ve yüce komünizmi kazanma azmiyle bu devrimci yürüyüşün öğrencileri ve öğretmenleriydi. Onlara laik olunacaksa eğer, şimdi daha çok Cafer‘leşmenin, Aydın’lar olmanın ve Vartinik‘teki sert kayanın gediğinden akan kırmızı şaraptan içmenin zamanıdır. Bunun ötesi lafı – güzaftır. Elbetteki yoldaşlarımızı anarken hatasız, sütten ak – paktılar demedik, demi-
yoruz. Hatalar yaşadık, yanlışlar yaptık. Kavganın kuralıdır bunlar, bunlardan kaçılamazdı. Önemli olan hata ve yanlış yapmak değildir. Önemli olan onlardan dersler çıkartmasını bilmektir. Ardıllarının, yani bayrağı teslim alanların atacakları her adım bunun hesabı yapılarak atılmak durumundadır. Ve her adım, Kaypakkaya’dan uzaklaşmayı değil, daha çok yakınlaşmayı, derinlemesine Kaypakkaya‘yı kavramayı gerektirmektedir. Çünkü Türkiye K. Kürdistan proleteryası ve ezilen halklarının yolunu aydınlatacak tek fener Kaypakkaya’nın aydınlık güzergahıdır. Bu yol denenmiş ve sınanmıştır. Ardıllarına düşen tek şey yolu daha da derinlemesine kavramak, geliştirmek, yol üzerindeki çalıları- çırpıları ve çakılları temizlemek, daha da önemlisi uygulayıp pratikle buluşturmaktır. Hakim sınıfların kanlı böğrüne basılmış bu mühürü bir kenara bırakmadan, yapılması gerekene kafa yorarsak eğer, şu gerçekle yüzleşiriz. Ülke toprakları boylu boyunca halkımızın ve devrimcilerin kanıyla sulanmışken, emperyalist haydutlar ve onların yerli uşakları sömürü, talan ve katliamlarını acımasızca sürdürürken; bizler, ‘sen‘i , ‘ben‘i bırakıp biz olmayı becerebilirsek, işte o zaman kanımızla sulanan o topraklarda dal budak salıp ormanlaşabiliriz. Emperyalistlerin ve uşaklarının, bizleri rahatlıkla yutabilecekleri lokmalar olmamalıyız. Koşullar uygun oldukça ayrılıklarımızı tartışa tartışa ve aynı zamanda daha sıkı sıkıya birleşerek kolay lokma olmadığımızı düşmana göstermek durumundayız. Düşman kendi içindeki onca çelişkilere karşın halka karşı birleşebiliyorsa, biz hayli hayli birlikte yol almanın yol ve yöntemlerini bulabilmeliyiz. Bu, devrimin ve halkın çıkarlarını herşeyin üstünde tutma becerisi ve ilkesidir. Bu ilkeye sahip değilseniz, küçük bakkal dükkanınızın dışına çıkamazsınız. Ve bir gün gelir daha büyük marketler, sizin o küçük bakkalınızı yutuverir. Tüm devrim şehitlerimiz gibi, 17’ler de yaşamlarını sınıfsız, sınırsız ve kardeşce yaşanabilir bir dünyayı yaratmaya adadı. Yere düşürmedikleri o bayrak, elden ele taşınarak emperyalizmin ve onun yerli uşaklarının kalelerine dikilerek dalgalanacağı günler uzak değildir.
“Özgürlüğün geldiği gün, o gün ölmek yasak” dedi şair. Toprağa düşen özgürlüğün savaşçıları da ölmedi. 6 Haziran 1992 tarihinde Dersim dağlarında ölümsüzleşen yiğit partizan Hıdır Doğan’ı saygıyla anıyoruz.
Ailesi ve yoldaşları
18
güncel yorum
16-30 HAZİRAN Halkın Günlüğü
Bir yandan ‘barış’ safsatalarını sürdüren T.C. bir yandan da Kürdistan’da katliamlar yapmaya devam ediyor. Lice’de kalekol yapımına karşı direnen halka ateş açan T.C. askerleri 2 kişiyi katletti. KCK, katliama karşı tüm ülkede eylem çağrısı yaparken, başta Kuzey Kürdistan olmak üzere birçok ilde Lice Katliamı’nı protesto eden eylemler düzenlendi Sözüm ona ‘barış’ görüşmeleri yaparak ‘Kürt sorununu’ ‘çözeceğini’ öne süren AKP iktidarı, Kürtleri katletmeye devam ediyor. Katliamcı devlet geleneğinin devamcısı olan AKP’nin Kürdistan’da katliamdan başka bir şey yapmayacağı, Lice’de gerçekleştirilen katliamla bir kez daha ortaya çıktı. Bilindiği gibi Lice’de halk 25 Mayıs’tan beri kalekol yapımına karşı direniyor ve jandarmanın halka saldırması sonucu çatışmalar yaşanıyordu. Halk devletin sahte ‘barış’ söylemlerine karşı Kürdistan’a askeri yığınak yapmasını, kalekollar inşa etmesini birçok yerde en başından beri protesto ediyordu. Lice’de günlerce süren direniş ve saldırılar 7 Haziran akşamı katliama dönüştü. 7 Haziran’da akşam saatlerinde yolu kapatarak protesto eylemine katılan halka ateş açan jandarma, 24 yaşındaki Ramazan Baran ve 50 yaşındaki Baki Akdemir ‘i katletti. Baran göğsünden vurulurken Akdemir’in ise boynundan vurulduğu belirtildi. 2’si ağır olmak üzere 4 kişi de yaralandı. Saldırı esnasında kurşunlardan kaçmak için açık araziye yayılan halk, asker ateşi kestikten sonra geride kalan cenazelere ve yaralılara ulaşmak için, dönerek arama çalışması başlattı. Halk ve basın emekçileri ellerinde fenerlerle dolaşarak arazide ölü ve yaralı aradı. Öte yandan polis ölü ve yaralıların bulunduğu Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi önünde toplanan halka da saldırdı. Yaşanan katliamın ardından açıklama yapan HDP Amed Milletvekili Nursel Aydoğan, "Lice, halkın barış konusundaki ısrarını ortaya koyan bir eylem. Şimdi bu barış için, çözüm için yapılan bu eyleme tahammül gösterilmiyor. Bu durumda valiyi, ilgili bakanlıkları aramamıza gerek yok. Her şey açık, ortada. Yaşanan şahadetler her şeyin özeti" dedi.
On binler Baran ve Aydemir’i sahiplendi Lice’de yapılan katliam sonucu yaşamını yitiren Ramazan Baran ve Hacı Baki Akdemir binlerce kişinin katılımıyla ertesi gün toprağa verildi. Lice’de katledilen Akdemir’in cenazesi sabah saatlerinde Lice Devlet Hastanesi morgundan alınarak Kali Mahallesi’nde bulunan camiye oradan da araç konvoylarıyla defnedilmek üzere Hedik Köyü Mezarlığı’na götürüldü. Akdemir, yıllar önce terk etmek zorunda kalıp, tüm baskılara karşın 4 yıl önce geri geldiği köyünde toprağa verildi. Törene HPG gerilla-
T.C.’nin ustalığı katliamlardadır ları da katılırken, bir HPG gerillası açıklama yaptı. Açıklamada, demokratik tepkisini gösteren halka saldıran devletin yaptığı katliamın hesabının sorulacağı ve saldırının gerçekleştiği yerde taziye çadırı kurulacağını belirtildi. Açıklama Lice direnişini büyütme çağrısıyla sonlandırılırken, halk sloganlarla direnişin coşkusunu yaşadı. Ramazan Baran ise Amed’de on binlerce kişinin katıldığı yürüyüşün ardından Yenişehir Mezarlığı’nda toprağa verildi. Fiskaya Mahallesi’ndeki Kurşunlu Camii’ne götürülen cenaze burada “Şehît namırin” , “Şer şer şer, em aşiti naxwazin” sloganlarıyla karşılandı. Cenaze on binlerin omzunda taşınırken yürüyüş güzergahında bulunan bazı devlet ve cemaat kurumları ile 2. Hava Taktik Komutanlığı, askeri lojman ve kulübelerle bazı marketler taşlandı. Cenaze uzun süren yürüyüşün ardından on binlerin omuzlarında YeniköyMezarlığı’nda bulunan PKK’lilerin şehitliğine getirildi. Cenazenin sarı, kırmızı ve yeşil flamaya sarılarak toprağa verilmesinin ardından Baran
şahsında, demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler için saygı duruşunda bulunan kitle, “Çerxa şoreşê” marşını okudu. HDP milletvekillerinin de katıldığı cenaze töreninde HDP Eş Başkanı Ertuğrul Kürkçü bir açıklama yaptı. Kürkçü barışın böyle gelmeyeceğini kaydederek "Sayın Öcalan barışı sağlamanın biricik yolunun Kürt halkının kazanılması olduğunu söylüyor. Oysa AKP hükümeti ise halka katliamları dayatmaktadır" dedi. Ramazan Baran'ın babası Cevdet Baran ise "Bugün bir Ramazan öldü ama bin Ramazan doğdu. Bugün burada olan tüm gençler birer Ramazan'dır" dedi.
Polis cenaze töreninin ardından halka saldırdı Baranın cenazesinin toprağa verilmesinin ardından kitle Sento Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçerek yolu trafiğe kapattı. Polisin kitleye tazyikli su ve gaz bombasıyla saldırırken çatışmalar başladı. Kitle Bağlar Dörtyol mevkiinde yürüdü. Öte yandan bir
grup genç ise Lice'ye bağlı Kayacık Köyü’nün yolunu trafiğe kapatarak kimlik kontrolü yaptı.Bölgeye gelen jandarma gençlere, tazyikli su ve gaz bombasıyla saldırdı. Gençlerin taş, molotofkokteyli ve havai fişeklerle karşılık vermesinin ardından askerler tıpkı iki gün önceki eylemde olduğu gibi gençlere ateş açtı. Çatışmalar uzun süre devam etti.
‘Lice saldırısının Çalıştaydan sonra gelmesi tesadüf değil’ Öte yandan KCK yapılan katliamın ardından açıklama yaparak tüm Kürt halkı ve demokrasi güçlerini Lice şehitlerini sahiplenmeye, gençleri ise gerillaya katılmaya çağırdı. “Lice’deki katliamın AKP'nin çözüm politikası olmadığını, aksine halkın direniş iradesini bastırma kararında olduğunu göstermiştir.(..) AKP'nin on iki yıllık politikası açıkça göstermiştir ki, Tayyip Erdoğan ile Çiller arasında amaç ve hedefte bir fark yoktur; sadece Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmede yöntem değişikliğine
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
gidilmiştir. Lice saldırısının bir psikolojik savaş çalışması olan Amed’teki çalıştaydan sonra gelmesi tesadüfi değildir” diyen KCK, devletin özel savaş politikasının direnişle boşa çıkarılmadığı müddetçe, devletin AKP eliyle uyguladığı oyalama ve çözümsüzlük politikasının sürdürüleceğini kaydetti. HDP ve DTK da bir açıklama yaparak katliamı teşhir etti. AKP’nin 1.5 yıldır süren çatışmasızlık ortamını, eski karakolları tahkim etme, yeni karakollar ve askeri amaçlı baraj yapımlarını hızlandırma fırsatı olarak değerlendirdiğini, özgürlük ve demokrasi taleplerini kırmak, seçim döneminde zaman kazanmak için oyalamak, 'en az ve en geç ver' politikasını sürdürmek istediğini kaydeden HDP, Amed’deki çalıştayla halkın tepkilerini bastırmak için siyasal meşruiyet yaratılmaya çalışıldığını ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin oyalanmasının hedeflendiğini vurguladı.
Kuzey Kürdistan Lice için ayakta! Lice Katliamı sonrasında KCK’nin ve demokrasi güçlerinin eylem çağrılarının ardından başta Kuzey Kürdistan olmak üzere birçok ilde eylemler yapıldı. Lice ve Silvan ilçelerinde kepenkler açılmadı. Cenazelerin gömülmesinin ardından 9 Hazi-
ran’da BDP Bağlar ilçe örgütünün yapmak istediği eyleme polis saldırdı. Bağlar Dörtyol'a yürümek isteyen kitlenin önü Sento Caddesi üzerinde TOMA ve çevik kuvvet polisleriyle kesildi. Kitlenin yürümekte kararlı olduğunu göstermesi üzerine polis kitleye, gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırdı. Kitle ise polise havai fişek, taş ve molotof kokteyliyle karşılık verdi. Bağlar semtinin mahallelerinde çatışmalar uzun süre devam etti. Van’da da BDP tarafından katliam protesto edildi. Feqiye Teyran Parkı'nda bir araya gelen kitle, Maraş Caddesi’ne yürüdü. Polis yolu trafiğe kapatan kitleye, tazyikli su ve gaz bombalarıyla saldırdı. Kitlenin saldırıya taşlarla karşılık vermesinin ardından kent merkezinde yoğun çatışmalar yaşandı. Eylem esnaf da kepenk kapatarak destek verdi. Saldırılarda çok sayıda kişi gözaltına alındı. Urfa’da da Viranşehir BDP ilçe örgütü katliamı düzenlediği yürüyüşle protesto etti. Kışla Mahallesi'ndeki BDP ilçe binası önünde bir araya gelen kitle, "Lice Halkının Direnişini Selamlıyoruz" pankartını açarak "Katil devlet hesap verecek" , "Diren Lice seninleyiz", "Katiller döktükleri kanda boğulacaklar" yazılı dövizler taşıdı. Askerlik Şubesi Caddesi'nden "Bijî berxedana Lice",
güncel yorum "Şehid Namirin" sloganlarını atarak yürüyen kitle, Maliye Parkı'nda Lice'de yaşamını yitiren iki kişi ile Federe Kürdistan Bölgesi'nde intihar eyleminde yaşamını yitirenler anısına saygı duruşunda bulundu. Ardından bir konuşma yapan BDP İlçe Başkanı Halis Aktaş hükümetin çözüm sürecinde samimi olmadığını ve bir yandan da kalekollar ve karakollar yaptığını belirterek “Barış için mücadele edilirken, karakollar yapılmaz. Lice halkının gösterdiği direnişi selamlıyoruz. Lice'de yapılan katliamın sorumluları açığa çıkarılmalı ve haklarında yasal işlem başlatılmalıdır" dedi. Dersim’de BDP’nin çağrısıyla Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da aralarında olduğu devrimci demokratik kurumlar, yaptığı yürüyüşle Lice Katliamı’nı protesto etti. Sanat Sokağı’nda “Lice’de Halkını Katleden AKP Faşizmidir ”pankartı arkasında bir araya gelen kitle, önce İnsan Hakları Evrensel Anıtı’na ardından da Seyit Rıza Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş boyunca kitle, “Dişe diş, kana kan, intikam intikam” , “Lice şehitleri ölümsüzdür”, “Diren Lice Dersim seninle” , “Faşizme karşı omuz omuza”, “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı.Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Katillerin doğru bir sözü yok. Mevcudiyetlerini ancak kanla sağlıyorlar. Biz barış dedikçe değişmeyen devlet kafası kan, kan, kan diyor. Başbakan kana doymuyor, askeri araçlarda yapılan anoslarla Lice'de bir katliama zemin hazırlanmıştır. Bunun talimatını Başbakan vermiştir, AKP bu katliamların hesabını verecektir.” Erzincan’da DHF’nin de aralarında olduğu Erzincan Demokrasi Bileşenleri, Lice'de yaşanan katliamı protesto etti. Saat Kulesi önünde bir araya gelen kitle, Cumhuriyet Meydanı'na yürüdü. “ Roboski’den Gezi'ye, Soma'dan Lice’ye Katiller Hep Aynı Katillerden Hesap Soracağız” pankartı arkasında bir araya gelen kitle, "Anaların öfkesi katilleri boğacak" , "Katil devlet hesap verecek" , "Lice'de düşene dövüşene bin selam" , "Faşizme karşı omuz omuza", "Yaşasın devrimci dayanışma" sloganlarıyla yürüdü. Yapılan basın açıklamasının ardından oturma eylemi yapıldı.
İstanbul’da Lice için eylem İstanbul’da emek örgütlerinin eyleminin yanı sıra başta Gazi, Sarıgazi ve Kadıköy olmak üzere birçok yerde Lice Katliamı eylemlerle protesto edildi. KESK İstanbul Şubeleri Platformu ile aralarında DİSK, TMMOB üyeleri ve devrimci demokratik kurumların da bulunduğu kitle, Galatasaray Meydanı’nda toplanarak basın açıklaması yaptı. Açıklamada katliam kınanarak “Herkesi savaşa karşı barışın, sömürüye karşı eşitlik ve özgürlüğün, ölüme karşı yaşamın sesi olmaya ve Lice’den yükselen barış çağrısını sahiplenmeye çağırıyoruz” denildi. Gazi Mahallesi’nde HDP’nin çağrısıyla bir eylem düzenlendi. Eski Karakol Durağı’nda bir araya gelen kitle, "Lice Halkı Yalnız Değildir" yazılı pankart arkasında yürüyüşe geçti. “Lice halkı yalnız değildir" , "Yaşasın Lice direnişimiz" , "Katil devlet hesap vere-
19
cek" sloganlarını atan kitle adına İsmetpaşa Caddesi'nde bir açıklama yapıldı. Ardından kitlenin yeni karakola doğru yürüyüşe geçmesi üzerine polis kitleye gaz bombalarıyla saldırdı. Polis saldırısı üzerine kitle yola barikatlar kurarken, polise havai fişek ve molotofkokteyliyle karşılık verdi. Çatışmalar gece geç saatlere kadar sürdü. Sarıgazi’de ise DHF, BDP, ESP ve Partizan’ın da aralarında olduğu devrimci demokratik kurumlar, Vatan İlköğretim Okulu'nun önünde bir araya gelerek "Lice'de AKP vahşetini kınıyoruz" yazılı pankart arkasında toplanarak yürüdü. "Kürdistan faşizme mezar olacak" , "Diren Lice Sarıgazi seninle" sloganlarının atıldığı yürüyüş sonrasında yapılan açıklamada, katliama sessiz kalınmayacağı ve hesap sormak için direnmeye devam edileceği belirtildi. Açıklamanın ardından polis kitleye saldırırken çatışmalarda polis yoğun biber gazı ve ses bombası kullandı. Kitle ise polise karşı taş ve havai fişeklerle direndi. İstanbul Okmeydanı’nda da Lice Katliamı’nı protesto etmek için Anadolu Kahvesi’nde bir araya gelen kitle yolu trafiğe kapatarak eylem yaptı. Polisin kitleye gaz bombalarıyla saldırmasının ardından, Mahmut Şevket Paşa Caddesi’nde yoğun çatışmalar yaşandı. İstanbul’da Lice katliamını protesto etmek için Bağcılar, Beşiktaş ve Kadıköy’de de eylemler düzenlendi. BDP Bağcılar İlçe Örgütü tarafından düzenlenen eylemde, "Lice Meskan İsyandır Direnişe Selamdır" pankartını açarak yürüyüşe geçen kitleye polis saldırdı. Saldırının ardından yeniden BDP İlçe Binası önünde bir araya gelen kitleye polis yine gaz bombalarıyla ve TOMA’larla saldırdı. Irkçı gruplar da kitleye polisle birlikte taşlarla saldırı düzenledi.
Lice Katliamı birçok ilde protesto edildi Ankara Dayanışması’nın çağrısıyla Güvenpark’ta bir araya gelen kitle, “Diren Lice Ankara seninle” , “Lice’nin hesabı sorulacak” , “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarıyla Lice Katliamı’nı protesto etti. Saygı duruşunun ardından yapılan açıklamada, Rojava’da cihatçı çetelerin yaptığı katliamların Türkiye’de Kürtlere yapılan katliamlardan hiçbir farkının bulunmadığı belirtilerek, iki katliamın da sorumlusunun AKP olduğu vurgulandı. İzmir’de ise HDP’nin çağrısıyla bir araya gelen kitle, katliamı protesto etmek için Bayraklı İzban çıkışından AKP İl Binası önüne yürümek isterken polis engeliyle karşılaştı. Bunun üzerine oturma eylemi yapan kitle, düzenlediği basın açıklamasıyla Lice’deki devlet terörünü kınarken, Lice halkını selamladı. Adana’da ise Barış Anneleri Meclisi, BDP Seyhan İlçe Binası’nda katliamı protesto etmek için basın açıklaması düzenlemesinin ardından İnönü Parkı’na yürüdü. Lice Katliamı, Eskişehir, Antakya, Antalya, Mersin, Batman, Siirt, Hakkari, Bitlis, Şırnak, Samsun başta olmak üzere birçok ilde yapılan yürüyüşler ve basın açıklamalarıyla protesto edildi.
20 IŞİD kan dökerek ilerliyor dünya haber
Suriye’de Kürt bölgelerine düzenlediği saldırılarda ağır kayıplar veren ve YGP tarafından sürekli darbelenen IŞİD’in Irak’ta da Güney Kürdistan’ a yönelik saldırılara girişeceği ve burada da Kürtlerle yoğun bir savaş sürecinin yaşanacağı anlaşılmaktadır IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti), Şubat ayından bu yana elinde tuttuğu Felluce kentinden sonra Irak’ın en büyük ikinci vilayeti olan Musul’u ve ardından da Tuzhurmatuyu ele geçirdi. Suriye’de uzun süredir devam eden iç savaş sırasında özellikle Kürt ve Alevilere yönelik düzenledikleri vahşi saldırılarla gündeme gelen IŞİD, son dönemde Suriye’de güç kaybetmesiyle beraber Irak’taki varlığını güçlendirmeye başladı. Dün Musul’ u tamamen ele geçiren IŞİD, ardından Selahattin vilayetine bağlı Tuzhurmatuyu’da ele geçirip, Kerkük’e doğru ilerlemeye başladı. Bölgedeki Irak merkezi hükümetine bağlı asker ve polis güçlerinin silahlarını bırakarak kaçtıkları ve Musul’ un büyük çatışmalara girilmeden IŞİD’e teslim edildiği belirtiliyor. Türk devleti, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin askeri eğitimden silah sevkiyatına, lojistik destekten ülkelersınırlar arası geçişe her konuda destek sunduğu IŞİD’in beklenmeyen ölçüde
güç sahibi olması ve kontrol dışına çıkma durumu bu ülkelerde de ‘endişe’ yaratmış durumdadır. IŞİD’in son hamleleri sonrası başta ABD olmak üzere birçok emperyalist merkezden ‘endişeliyiz’ açıklamaları geldi. Musul’ un IŞİD tarafından ele geçirilmesinden sonra Sünni olmayan binlerce kişinin kenti terk ettiği ifade ediliyor.Ayrıca IŞİD militanları Musul’da Türkiye- Kuzey Kürdistanlı 28 tır şoförünü de rehin almış durumdadır. Peki kısa sürede bölgede böylesine nüfuz sahibi olan ve bütün dikkatleri üzerine çeken IŞİD kimdir?
Emperyalist politikaların yarattığı bir canavar Suriye ve Irak’ta ardı sıra gerçekleştirilen eylemlerle adına duyuran IŞİD, kafa kesme eylemlerinden özellikle kadın ve çocukların öldürülmesine varan geniş bir yelpazede bölgede tam bir gerici terör estirmektedir. Selefi bir ideolojiyle hareket ettiğini ve amaçlarının Irak, Suriye, Filistin ve Ürdün topraklarının tümünü kapsayan Şeriat’a dayalı bir devlet kurmak olduğunu ifade eden IŞİD, 2004 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesi sonrası ‘Tevhid ve Cihat’ adıyla Ebu Musa Zerkavi tarafından Irak’ta kuruldu. Kurulduktan sonra El- Kaide’ye katılan örgüt, bu bölgede uzun yıllar yoksul Sunni kesimler içerisinde yoğun bir çalışma gerçekleştirdi. Kurucu liderleri Ebu Musa Zerkavi de dahil şimdiye kadar birçok liderini kaybeden IŞİD’in şu andaki liderliğini ise Ebu Bekir El Bağdadi yapıyor.
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
Bağdadi sözde ABD, AB ve TC tarafından ‘terörizm listesinde’ bulunuyor. 2011 yılında El Kaide’nin Suriye kolu olarak kurulan Nusra Cephesi’yle ittifak halinde olan IŞİD, Suriye’de özellikle Kürt ve Alevi bölgelerine yönelik gerçekleştirdiği yoğun saldırılar ve bu bölgelerde yaptığı katliamlarla öne çıkmıştı. Kurulduktan kısa süre sonra El- Kaide’ye katılan IŞİD, 2013 Şubat’ında El-Kaide’nin Suriye’deki IŞİD’i tanımadığını ve kendilerinin buradaki temsilcilerinin Nusra Cephesi olduğunu beyan etmelerinden sonra El-Kaide’yle de bağlarını kopardı. Kurulduğu günden bu yana özellikle ‘TC’ve Suudi Arabistan gibi devletlerin yoğun desteğini alan IŞİD an itibariyle bölgede oldukça geniş bir alanı kontrol altına almış durumdadır. Suriye’de Mumbuc, Rakka ve Irak sınırına yakın Deyr Ez- Zor kentleri IŞİD’in elinde bulunuyor. Yine Irak’ta Anbar eyaletindeki Felluce ve Ramadi’de IŞİD kontrolü altındadır. IŞİD’in Suriye’de 6- 7 bin, Irak’ ta ise 10 binin üzerinde askeri gücünün olduğu ifade edilmektedir. Irak’ın en büyük ikinci kenti olan Musul’u ele geçiren örgütün siyasi ve askeri etkinliğini arttıracağı gözlenmektedir. IŞİD’in elinde olan bölgelerin özellikle petrol yönünden zengin ve kritik bölgeler olması, ilerleyen zamanlarda emperyalist merkezler ve uşak devletleri ile IŞİD arasında nasıl bir ilişkinin şekilleneceğini belirleyen temel faktörlerden biri olacaktır. Suriye’de Kürt bölgelerine düzenledikleri saldırılarda ağır kayıplar alan ve YGP tarafından sürekli darbele-
nen IŞİD’in Irak’ta da Güney Kürdistan’ a yönelik saldırılara girişeceği ve burada da Kürtlerle yoğun bir savaş sürecinin yaşanacağı anlaşılmaktadır. Musul’un IŞİD’in eline geçmesinden sonra, Güney Kürdistan yönetimi Peşmerge güçlerini bölgeye göndermeye başladı. IŞİD’in Kerkük’e yöneldiği ve burayı da ele geçirme planları yaptığı biliniyor. Sürecin kanlı çatışmalara tanıklık yaparak ilerleyeceği söylenebilir. Bölgenin ‘’Barut fıçısı’’ gerçekliği yeniden hortlamaktadır. Kürtlerle IŞİD’in çatıştırılarak zayıflatılması emperyalist stratejilere uygun ve tabii ki muhtemel gelişme eğilimidir. Fundamantelist gericiliğin desteklenmesi söz konusu olduğu gibi, kontrolden çıkan özelliği de mevcuttur. Kontrol edilemeyen güç sistem sahiplerine tehlikedir. Dolayısıyla bir taraftan gerici dinci siyasal hareketin gelişmesi mümkünken, diğer taraftan bu hareketin emperyalistlerin hedefi olması da kaçınılmazdır. IŞİD’in aşama aşama Rojava Kürt bölgesini hedef alacağı güçlü ihtimaldir, bulgulara dayanan ihtimaldir. Kürtlerle çatışmanın aracı olan IŞİD bu işlevini yapacak ve sonra işi bittiği için çöp sepetine atılacaktır. Ancak somutta gerçekleştireceği katliamlar onun karanlık yüzü olarak tarihe kanlı sayfalarla eklenecektir. Her türden gericiliği, katliamları, saldırganlığı ve emperyalist oyunları lanetleyerek teşhir etmek devrimci görevdir.
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
21
Hindistan’da kadınlara zulüm devam ediyor Özel mülkiyet dünyasının ataerkil- erkek egemen anlayışı, oldukça uzun bir süreci kapsayan tarihi boyunca, kadına yönelik zulüm ve sömürüsüne bütün vahşiliğiyle dün olduğu gibi bugün de devam etmektedir Dünya genelinde yaşanan sömürü ve zulüm sistemi Hindistan gibi toplumun kastlara ayrıştırıldığı ülkelerde ise özellikle her türlü baskının muhatabı olan kadınlar için daha katmerli ve vahşi bir şekilde yaşanmaktadır. Son yıllarda kadınlara yönelik tecavüz ve katliamlarda muazzam bir artışın olduğu Hindistan’da son olarak Mayıs ayı sonunda yaşları 14 ve 15 olan iki kuzenin tecavüze maruz kalması ve ardından intihar etmesi, ülke genelinde büyük bir protesto dalgasıyla karşılandı. Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletinin Badaun bölgesinde yaşanan olay sonrası başta kadınlar olmak üzere binlerce kişi sokaklara çıkarak protesto eylemleri yapıldı. Eylemlere asker ve polis güçleri tarafından saldırılar düzenlendi.
Kadınlara yönelik tecavüz ve katliamlarda büyük bir artış var Hindistan’da özellikle son yıllarda kadınlara yönelik tecavüz ve katliamlarda muazzam bir artış gözlemlenmektedir. Burjuva- feodal Hindistan gericiliğinin kadına yönelik bakış açısı ve politikalarından dolayı her türlü sömürünün ilk hedefi durumunda olan kadınlara yönelik yapılan saldırılar ise çoğu zaman ya cezasız kalmakta ya da göstermelik bazı cezalarla meselelerin üstü kapatılmaya çalışılmaktadır. Son yıllarda yaşanan toplu tecavüz olayları ve kadın katliamlarına karşı Hindistan genelinde büyük bir tepki örgütlenmiş olsa da mevcut gerici sistem bu tepkileri göstermelik bazı yasal düzenlemelerle geçiştirmeye çalışmaktadır. Yaşanan katliam ve tecavüz olaylarına ilişkin burjuvafeodal Hint gericiliğinin bakış açısını ise Merkezi Araştırma Bürosu Başkanı Ranjit Sinha’nın “Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakmak gerekir” yönlü iğrenç sözleri temsil etmektedir. İntihar eden kızların Hindistan’daki en alt kasta (en yoksul) ait oldukları anlaşılmıştır. Sokaklara dökülen yüzlerce kişiye, Hindistan gerici askeri güçleri biber gazı ve basınçlı suyla saldırdı. Kızların ailesinin çocuklarının kaybolduğunu polislere bildirme-
sinden sonra 12 saati aştığı belirtilerek polisin hiçbir adım atmadığı vurgulanırken, kitlelerde öfke giderek artış gösterdi. Protestoya katılan kitleler “kadına karşı şiddeti durdurmak zorundalar” diyerek tepkilerini sokaklara çıkarak ortaya koydu. Bu süreçte aynı eyaletin başka bir yerindeki Baheri bölgesinde daha bir kadına toplu tecavüz edildikten sonra boğularak öldürülmeden önce zorla asit içirildiği ortaya çıktı. Gün geçmiyor ki dünya genelinde kadınlara ve cinsel yönelim içerisinde bulunanlara yönelik tecavüz, işkence ve genel olarak şiddet, katliam ve sömürü yaşanmasın. Hatırlanacağı gibi 2012 yılında da Delhi’de bir üniversite öğrencisi genç bir kadına,bir otobüste tecavüz edilmiş ve ardından da katledilmişti.
Toplu tecavüz ve katliama karşı kitlesel protesto eylemleri düzenlendi Bu durum karşısında Yeni Delhi’de geniş çaplı kitlesel protestolar yaşanmış ve kadınlara yönelik şiddet daha fazla tartışma konusu haline gelirken tecavüz cezaları ise sözde arttırılmıştı. Hükümet cinsel şiddet suçlarıyla ilgili yasalarda değişiklik yapmıştı. Ancak başta bazı kadın örgütleri olmak üzere toplumda geniş bir kitle, tecavüz edenlere cezaların düşük olmasından kaynaklı tecavüzlerin önlenememesinde daha etkili olduğunu ileri sürerek protestolarını sürdürdü. Yapılan yasal düzenlemelerle birden fazla tecavüz olayına karışanlar, idam cezasına da çarptırılmaktadır. Yine 2014 yılı içerisinde Bengal’de 20 yaşlarında bir kadına toplu tecavüz edilmiş ve öldürülmüştü. Yaşanan olayın Hindistan’da gerici kast sisteminden kaynaklı olarak köyün ileri gelenleri tarafından verilen bir cezalandırma olduğu ve kadının kendisini zorla evlendirilmesine karşı olduğu için olayın gerçekleştirildiği öne sürülmüştü. Tıpkı Türkiye-Kuzey Kürdistan’da gerici değer yargıları olan töre cinayetlerinde olduğu gibi. Bütün dünyada emperyalist kapitalizm, kapitalizm, komprador tekelci kapitalizm, yarı- sömürge, yarı- feodal ve sömürge sosyal- ekonomik toplumsal sistemler ve devletler tekçi ataerkil-erkek egemen hegemanyolarıyla yıkılmayı sonuna kadar hak etmektedir. Bütün bu sömürücü ve zulümkar devletlerin sistemleriyle birlikte, devrimci şiddetimizle yıkılması son derece meşru ve zorunlu bir hak ve görevdir. Tüm ataerkil- erkek egemenlik hegamonyalarına karşı dünya halkları ve ezilenlerin isyanı meşrudur.
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
KÜRT
D
urmaksızın okuyor ve geziyor. Tasmanya’nın yağmur ormanlarında gezmiş en son, papağan sürülerinin içinde otururken Patric White’ın Voss’unu okumuş. Işığı emip özümleyen, yalın, içsel bilince dönüştüren bir çaba. Neyi aradığı belli değil. Gerçeklik imlemini yitirmiş gibi bir hali var. Çayını yudumlarken, “En son Tasmanya kaplanı 1933’de yakalandı,” dedi. “Üç yıl sonra Hobart Hayvanat Bahçesi’nde öldü. Onun ölmesiyle de insandan kaçan mazlum bir kaplan soyunun nesli tükendi.“ Suskunluğu bu sefer uzun sürdü. Kafasını göğsünden kaldırdı, köşedeki heykele dikti bakışlarını. “Tasmanya kaplanı, Aboricinilerin kadim kaya resimlerinde yaşıyor artık,” diye mırıldandı. “Büyük babam da bir Zağros kaplanıydı. Onun yaşam öyküsünü öğrendiğimden bu yana, bilincime hapsedilmişim gibi hissediyorum kendimi hep.” Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşuna bir nefer olarak katılmış dedesi. Cumhuriyete son veren darağaçlarının Çarçıra Meydanı’nda boy göstermesinden sonra, tutuklanmış, hapishanede ölmüş. “Biri dünyayı kendine dert eder, biri de dünyanın derdi haline gelir,” diye sürdürdü. “Büyük babam, dünyayı kendine dert etti, ben ise derdi haline geldim dünyanın. “ Sesi, acıyı köklerinden emen bir ağacı çağrıştırıyor bana. İyi konuşamıyor. Konuşurken dilini, bilincini indirgiyor, keramet sahibi bir insan gibi titriyor, kendi bilinci haline geliyor. Eskiden olup da şimdiyi sancılandıran her şey acı veriyor ona. Olmamışı ve olacakları, incelmiş merhamet duygusuyla hayal ediyor, insanları uyaramadığı için de acı çekiyor. İnsanlardan çok, insanların kadrine uğramış varlıklara bakıyor. Bakışı derin ve ürkütücüdür, karşısındakinin iskeletine bakar gibi bakıyor. Ama yüzünde, yumuşak bir ışık, insandaki kerametlerin, illetlerin hassas farkındalığına ve vicdani muhasebesine dayanan bir ruh yüceliği var. Malsız mülksüz, yersiz yurtsuz. Dıral Dede’nin düdüğü gibi ortada kalmış. Önüne koyduğum her şeyi yedi, şişeyi dipledi. “İnsanlar, ya bir devleti ele geçirmek, ya da bir devlet kurmak için savaşıyor,” dedim. Elindeki çeğrek narı, kabuğuyla birlikte ağzına attı. Çiğnemeye koyuldu, yuttu, sessizleşti. Dipsiz kuyular arasında sürüp giden algı akışları, görünen yüzlerin görünmeyen yüzlere geri dönüşü... Kafasını kaldırdı, duvardaki gravürü süzdü. “Bunca kan, devletsiz bir sisteme değer, ama bir devlete değmez,” dedi. “Olmayacak şeyler söylüyorsun,’ dedim. Gülümsedi. “Bütünlüğümü parçalamaya çalışan habis bir sonsuzluk duygusu var, o duygu söyletiyor bana bunları,” dedi. “Gelecek kuşaklara derin bir geçmiş
bırakmanın başka bir yolu var mı?” Cevap vermedim. Adamın akıl karanlığında, gözle göremediğim ama duyusal sezgiyle sezinlediğim bir güç duruyordu, varlığın dipsiz muğlaklığını, imkânsızlığın aklını kendine çeken, onu anlak ve anlamla donatan bir güç. “Kürtlerin durumu, geçmişe nazaran şimdi daha iyi,” dedim. Kafasını iki yana sallayarak acı acı güldü. “Kürtlerin zekâsı duygularına bağımlıdır,” dedi. “Sözü, sözün özüne değil, kıyafetine bakarak değerlendiriyorlar. Tarihleri bu yüzden aldanma ya da aldatılmadan ibarettir.” Hafif çakırkeyfti. Kimliğinin karanlık dibine itilmiş, dilinden olmuş, kekemeleşmiş gibi bir hali vardı. Kalktım, şeytan yaması duygularla iki fincan kahve pişirmek zorunda kaldım. Laf olsun, torba dolsun babında, “Talihin cilvesi, ne yapacaksın,” dedim. “Her şey gibi insan da zaman gelecek, kainatın kör noktasında yok olup gidecek.” Fincanını tek höpürdetişte yarıya indirdi. “Ölümden korkuyor musun?” dedi. “Korkmayan mı var.” Sakalını sıvazlayarak düzeltti. Düşündü. “Ne garip,” diye mırıldandı. “Zerre zerre ölüyoruz bir ömür boyu, son zerreye ölüm diyoruz. Her zerreyi ‘Happy Birtday!’le kutluyoruz, son zerrede ağlıyoruz.” Ayağa kalktı. Sallanıyordu mahya kandili gibi. “Nereye?” dedim. Bastonunu aldı, “Gideceğim,” dedi. Sevindim. “Kalsaydın bu gece,” dedim. ‘Olmaz’ anlamında iki yana salladı kellesini. Prostatlı olduğu için tuvalete sık sık gidiyor, işerken dışa değil, kendi içine doğru boşaldığı hissine kapıldığı için hedefi bir türlü tutturamayıp döşemeyi ıslatıyor, başıma iş açıyordu. Üstelemedim. Merdivenleri inerken düştü. Elinde Derrida’nın ikinci el kitapçılardan aldığı ‘Çile’ si vardı. Kitap, tepeden aşağılara, koyu karanlığa doğru akıp düştü. Almak için gittiğimde, “Dur gitme,” dedi. “Kitap, Mevcudiyet Metafiziği’nin kara örtüsünü yırttı, benim onu okumam gerekmiyor artık.” Kaldırdım, bastonunu eline verdim. Süzgeci tıkanmış, ebleh bir zaman diliminin kıyısında durdu, gizemli anıştırmalar ve duyu ötesi mırıldanışlarla, kitabın düşerken karanlığı yırttığı yere doğru işedi. “Durumumu mazur gör,” dedi. “Fikir kavramını, dil de zenginliğini yitirdi bu kıtada. Kendimi sürdüremiyorum artık. Olasılık kesinliğe dönüştü. Yakında gideceğim.” Sesi kanamalıydı. Acıdım. Ölümü mü kastediyordu, yoksa uzak bir coğrafyaya gitmeyi mi.. “Nereye?” dedim. “Bilmiyorum,” dedi.
22 Faşist TC tüm kurumlarıyla güncel analiz
Tasfiyenin tasfiye edilmesi için bütün algı yönetimlerine ve manipülasyonlara karşı tüm ilerici, yurtsever, devrimci ve komünist güçlerin merkezi birleşik irade ve eylem birliği temelinde örgütlenmesi, mücadele etmesi, köklü ve bütünlüklü politik iktidar mücadelesine daha fazla yoğunlaşarak proletarya ve emekçilerin doğrudan iktidarının tesis edilmesine yönelik doğru temelde harekete geçilmesi gerekmektedir Uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak yeniden dizayn projeleri her alanda sürmektedir. Emperyalizmin stratejik uşağı faşist Türk devleti ve şimdiki durumda onun yürütmesi AKP iktidarı önderliği ve inisiyatifindeki taşeron kukla ve araçlarının TürkiyeKuzey kürdistan’daki bütün ezilen ve sömürülenlere yönelik politikaları bu eksende yürümektedir. Epeydir emperyalist güdümlü tekçi faşist Sünni Türk İslam eksenli paradigmanın yeniden üretimi kapsamında ezilen ve sömürülenlere yönelik ekonomik politikalarına denk gelecek şekilde özde aynı ama biçimde farklılıklar arz eden pratik politikalar dün olduğu gibi bugün de yeni biçimler alarak sürmektedir. Bu durumun kendini var etmesi için son derece gerekli bir yönelimdir. Faşist Türk devletinin AKP hükümeti ve iktidarı düzleminde “demokratik açılım, Kürt açılımı, demokratikleşme, çözüm projesi, açılım, çözüm“ vb argümanlarla eşitsiz koşullar ve gerçeklikler içerisinde tekçiliğin ve ötekileştirmenin yeniden üretimi sürecinin ikame edilerek sürdürülmesi gerçekliği yeni biçimlerle devam etmektedir.
Radikal devrimci güç tasfiye edilerek düzen içine çekilmek istendi Amed’ de, çocuklarının gönüllü olarak PKK’ye katılması nedeniyle ailelerinin masumane ve duygusal temelde çocuklarını geri istemeleri üzerinden Erdoğan önderliğinde, faşist devletin yeni tasfiye saldırıları pervasız bir şekilde sürgit devam etmektedir. Bu arada emperyalizmin stratejik ortağı değil tam aksine stratejik uşağı faşist Erdoğan’ın “çözüm sürecinin başından beri en büyük ve en önemli hedefi eve dönüş projesidir“ diyerek daha ilk süreçlerden itibaren Ma-
oist Komünistler olarak ifade ettiğimiz uluslararası emperyalist güçler patentli faşist Türk devletinin inkar ve imha siyasetinin içerisinden geçtiğimiz süreçte “demokratik açılım, Kürt açılımı, çözüm“ vs aldatmacalarıyla tam da amaçlananın silahlı ve radikal devrimci gücün tasfiye edilerek düzen içi reformizm kulvarına akıtmak olduğuydu. Kısa bir süre önce faşist Erdoğan’ın demokratik açılım projesinin en büyük hedefi olarak eve dönüş durumu olduğunu dillendirmesiyle aslında hiç de yabancısı olmadığımız ve baklanın bir kere daha açığa çıkarılmasından başka bir anlam ifade etmeyen bir durumun ortaya serilmesi olarak anlaşılmalıdır. Diğer yandan Erdoğan HDP’ye de “Kendi çocuklarını Amerika’da okutuyorlar, gidip rahat görüşüyorlar, kaçırılan çocukları da geri getirmelidirler yoksa öylesine rahat hareket edemeyecekler“ vb tarzı saldırıdan da vazgeçmemektedir. Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yurtsever, devrimci ve komünist hareket saflarında mücadele yürüten hemen tüm insanlar gönüllülük esasına dayanarak bir katılım göstermektedir. Doğal olarak “çocukların kaçırılması, kaçırıldı“ vb argümanlar külliyen yalan, tasfiye ve çözülme amaçlı bir girişimdir. Emperyalist dünya sistemi ve onun stratejik bir uşağı olarak faşist Türk devletinin de öyle çocukları, anaları, yaşlı genç vs tüm ezilen ve sömürülen, hayatları çeşitli biçimlerde karartılarak günü ve geleceği her geçen gün daha da çekilmez hale getirilen bütün halk kitlelerinin çıkarlarını düşünmediği için bütün yalan, demagoji, algı yönetimi ve manipülasyonlara başvurmaktadır. Tam aksine tamamen kendi özel mülkiyet çıkarlarını düşünerek gerici ve faşist zulüm ve sömürü düzen ve sistemlerini korumak amacı ve kaygısıyla tüm teorik ve pratik politikalarını sürdürmektedir. Yoksa yüz yılı geçen emperyalizme stratejik uşaklığı paralelinde ezilen ulus ve milliyetlere, çeşitli inanç gruplarına yönelik inkar ve imha, soykırım ve asimilasyon politikalarıyla kültürel olarak da dahil topyekün tasfiye amacıyla tekçi gerici faşist paradigmasında ısrar edemezdi. Ermeni Soykırımı ve Kürt Katliamları, Alevi Katliamları da dahil Anadolu ve Mezopotamya’dan TürkiyeKuzey Kürdistan’daki halk kitlelerinden kadın, genç, çocuk, yaşlı demeden süngülenen, kurşuna dizilen, tehcir ve sürgünlere uğratılan, işkencelere tabi tutulan, kimlikleri yasaklanan, düşüncelerinden ötürü hapislere tıkılan ve daha da katmerli baskı ve sömürü politikalarıyla tekçi faşist Türk devletinin çocukları ve anaları masumane bir şekilde düşündüğü asla söz konusu ola-
16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
maz. Türk devleti tarafından katledilen, kaybedilen çocukları için Cumartesi Annelerine, bugüne kadar ne kadar zulüm yaşattığı gayet açık bir şekilde bilinmektedir. Pozantı Hapishanesi‘nde kendi gardiyanları tarafından çocuklara tecavüz eden ve tecavüzcülerini koruyan, Türkiye-Kuzey Kürdistan geneli ve Dersim özgülünde devletin sivil kontraları tarafından gerçekleştirilen baskı ve tecavüzler, devletin gerçekliği ve bizzat tekçi faşist devletin ta kendisidir. Baklava çaldıkları için yıllarca cezaya çarptırılan ancak kendi çocuklarını Amerika ve Avrupa metropollerinde okutan ve askere göndermemek için binbir hilelere başvurarak saltanatlarını sürmenin yollarını arayanlar yine tekçi faşis Sünni Tük devletinin ta kendisidir. Bizzat bu devletin en tepesindeki kodaman hakim sınıf ve klikleridir. Nitekim HDPBDP’den Selahattin Demirtaş, “Erdoğan dövdüğü bakanlarla bizi karıştırmasın, çocuklarımızı ABD’de okuttuğumuzu söylüyor, kimin çocuğu, hangi siyasi li-
derin çocuğu ABD’de okumuşsa onursuzdur’’ diyerek cevap vermiştir. Devletin HDP-BDP’ ye yönelik tasfiye amaçlı daha fazla düzen içileşmeyi ya da reformize etmenin teorik pratik politkalarında daha da yoğunlaştığını görmekteyiz.
‘Eve dönüş’le PKK’nin silahlı güçlerinin tasfiyesi hedeflenmektedir Başta Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitleleri ve onun da içerisinde özel ve özgül bir yer tutan Kürt ulusu ve PKK’ li dostlarımız olmak üzere ilerici ve demokrat tüm kesimler bilmelidirler ki Osmanlıdan TC ve bugünlere kadar uzanan faşist devlet gerçekliği “tek devlet- tek millet- tek vatan- tek bayrak- tek dil“ vs şeklinde sürgit devam eden tekçiliğin şimdiki objektif koşullarda da Türk İslam bayrağı altında yeniden üretimi süreciyle karşı karşıyayız. Bu bilinçle “eve dönüş, demokratikleşme, Kürt açılımı, barış, demokratik çözüm, demokratik açılım“ adları altında yürütülen
23 evine gönderilmelidir! 16-30 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü
tasfiye politikaları ham hayaldir ve kokmuş eti tuzlamaktan başka bir anlam ifade etmeyen bir gerçekliği barındırmaktadır. Bütün bu aldatmacalara karşı uyanık olunmalı ve tasfiye rüzgarına kapılınmamalıdır. Bilinmelidir ki ‘eve dönüşle‘ asıl amaçlanan PKK’nin silahlı güçlerinin tasfiyesidir, bir türlü düzen içileştirilemeyen radikal dinamizminin yok edilerek mecalsiz bırakılmasıdır. Uluslararası emperyalist stratejilerin faşist Türk devleti eliyle yürütülmesidir ve uzlaşmacı tasfiyeci reformizm balonlarına rüzgarların doldurulmasıdır. “Silahlı mücadelenin miadını doldurduğu“ şeklindeki algı yönetimleri üzerinden militan ve diri güçlerin tasfiyesidir. Son derece meşru ve demokratik Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkının elinden alınarak eşitsiz koşullar içerisinde faşist Sünni Türk İslam bayrağı altında tekçiliğe biat çağrısı ve yönelimidir. Kürt ulusunun ayrı bir devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere demokratik ve meşru kendi kaderini tayin
hakkının ufak kırıntılarla ayaklar altına alınarak eşitsizlikler dünyası ve sistemlerine kanalize edilmesidir.
Beşir Atalay’ın açıklamaları PKK ile belli bir mesafe alındığını gösterdi Diğer yandan son süreçteki gelişmeler ve bunun da içerisinde özel bir yer tutan Öcalan ile devletin, PKK ve HDP’nin görüşmeleri üzerinden, karşılıklı irade savaşını sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Özellikle tekçi ve tasfiyeci devletin AKP iktidarı öncülüğünde birkaç gün önce Amed’de yapılan Çözüm Süreci Çalıştayı‘nda konuşan Beşir Atalay, “Eğer yol haritası gerektiriyorsa yasal düzenlemeler de yapılacak, Meclise de gidilecek, çözüme mecburuz, hayata- eve- siyasete dönüşler, bütün hepsi değerlendiriliyor, Öcalan’ın İmralı‘ya giden HDP heyetiyle verdiği mesajları önemli ve olumlu buluyoruz bunlar bizim de düşüncelerimiz’’ diyerek belirli bir mesafeye ulaştıklarını ifade ettiğini görüyoruz. Bu yönelimin ardında HDP-
güncel analiz
BDP‘nin devre dışı bırakılarak devlet ile Öcalan üzerinden doğrudan PKK ile görüşülmesinin de güçlü olasılıklar arasında olduğunu belirtelim. Bir diğer olasılık ise HDP- BDP içerisindeki devlete karşı daha radikal ve devrimci dinamik taşıyan güçlerin devre dışı bırakılarak uzlaşmaya daha yatkın-meyilli kesimin öne çıkarılması veya aktif hale getirilmesinin de amaçlanarak harekete geçilmesidir. Nitekim bütün bunların da tabii ki devletin Öcalan’la görüşmeleri kapsamında ele alınarak gerçekleştirileceği güçlü bir olasılık olarak niteliğini korumaktadır. Bunun için devlet, HDP’nin örgütten daha örgütçü olduğunu ileri sürmekte, bunun için Öcalan‘ın HDP heyetiyle gönderdiği mesajların kendi görüşleriyle örtüştüğünü ifade etmektedir. Netice itibarıyla konu özgülündeki sürecin devlet ile Öcalan görüşmeleri esasta belirleyici olma niteliğini korumaktadır. Ancak yaklaşık on yılı geçen süreç içerisinde şimdiye kadar 5-6 tane “Kürt açılımı, demokratik açılım, çözüm, barış süreci“ vb adlarıyla gerçekleştirilen konseptlerin istisnasız hepsi bizzat uluslararası emperyalist sermaye sistemlerinin güdümünde ve onun stratejik uşağı tekçi faşist Türk devletinin tasfiye amaçlı projeleri olarak ortak bir özellik taşımakta ve amaçlamaktadır. Mevcut süreçteki devam eden adına “eve dönüş“ vs ne denirse densin, silahlı ve radikal güçlerin tasfiye edilerek Kürt Ulusal Hareketi‘nin belinin bükülmesi amaçlanmaktadır. Yüz yılların teorik ve pratik tecrübesiyle tarihsel, nesnel, temel, somut ve güncel sorunlar ve yaşananlara yönelik özel mülk sistemleri ve kurulu düzenleri gerçek anlamda çözümsüzlükler üretti. Zira tüm haksızlıkların, tekçiliğin, inkarın ve imhanın, tasfiye saldırılarının bizzat yaratıcısı emperyalizm ve onun stratejik uşağı Türk devletinin ta kendisidir. Dolayısıyla çözümsüzlüğün bizzat kaynağı ve üretenden “iyileşme, demokratikleşme, ilerleme, çözüm“ vb beklemek son derece önemli bir ideolojik politik kırılma, çizgi ve yönelim içerisinde olunduğunu göstermektedir. Her türlü manipülasyona karşı Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitleleri, daha fazla uyanık olmalı ve tasfiye politikalarına kanmamalıdır. Tasfiyenin tasfiye edilmesi için bütün algı yönetimlerine ve manipülasyonlara karşı tüm ilerici, yurtsever, devrimci ve komünist güçlerin merkezi birleşik irade ve eylem birliği temelinde örgütlenmesi, mücadele etmesi, köklü ve bütünlüklü politik iktidar mücadelede daha fazla yoğunlaşarak proletarya ve emekçilerin doğrudan iktidarının tesis edilmesine yönelik doğru temelde harekete geçil-
mesi gerekmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da emperyalizm, ona yarı-sömürge bağımlı nitelikteki komprador tekelci kapitalizmin faşizm ve her türlü gericiliğe karşı doğru ve bilimsel temelde somutlayıp güncelleştirip, Sosyalist Halk Savaşı stratejisi eksenli mücadele bayrağını yükseltelim. Eğer ortada evine dönmesi gereken birileri varsa küresel emperyalist hegemonyanın güdümünde tam da Kuzey Kürdistan’ı işgal ve ilhak ederek Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını zor ve şiddetle elinden alıp, son derece demokratik ve meşru iradesinin yok sayan faşist Türk devleti ve onun yukarıdan aşağıya faşist ordusu-polisi-valisi-kaymakamı-mahkemesi- vb vd temel kurum ve kuruluşlarıyla işgalci ve ilhakçı tüm güçleri ve kurumsal mekanizmalarıdır. Kürt ulusunun, demoktratik ve meşru kendi kaderini tayin etme hakkı temelinde faşist Türk devletinin tüm güçlerine karşı direnişi, mücadelesi ve savaşı son derece demokratik-meşru ve zorunlu bir hakkıdır. Kürt ulusunun faşist Türk devletine karşı isyan etmesi de son derece meşrudur ve yerindedir.
Sömürü ve zulüm politikalarına karşı proletarya ve emekçilerin mücadelesini büyütelim Emperyalistler ve Türk devleti de dahil stratejik uşakları tarafından tarihi haksızlığa uğratılarak dört parçaya bölünen Kürdistan’ın inkar, imha, sömürü ve zulüm politikalarının devam ettirilmesidir. Kendi özgür iradeleri temelinde bir özgürleşme ve irade beyanına karşı biat temelinde faşist Türk devletinin Kürt‘ü olunması yönelimidir. Asla unutulmamalıdır ki uluslararası sermaye hiçbir sınır tanımadan, fütursuzca sürekli yayılma eğilimi taşımaktadır ve bu kapsamda dini imanı da sermayenin ihtiyaçları temelinde kullanmaktadır ve yaşamı, dini, vs her şeyi metalaştırarak kapitalist manipülasyonlara tabi tutmaktadır. Bu çerçevede ılımlı Türk İslam bayrağı altında özgür ve eşit vatandaşlar aldatmacalarına kanmamalı, bu halka üzerinden amaçlanan sömürü ve zulüm politikalarına karşı proletarya ve emekçilerin doğrudan söz, yetki ve karar sahibi olacağı bütün ulus ve milliyetler için tam hak eşitliği, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, bütün uluslar ve milliyetlerden halkların özgür ve eşit temelde bir arada yaşayacağı geniş bölgesel özerklik ve son derece yaygın kendi kendini yönetim sistemlerini içeren Sosyalist Cumhuriyetler Birliği için Sosyalist Halk Savaşı‘nı, emperyalizme ve ona yarı-sömürge temelinde bağımlı faşist Türk devletine karşı politik iktidar mücadelesi perspektifiyle yürütelim.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL
Wayşeta DAİŞ’ê kulava pergala hov daxist DAİŞ’ê ku êriş anî li ser Musil û derdora wan deveran, bi hev re kulava pergala desthilatdarî yên Rojhilata Navîn jî raxist erê. Bi vî hawî, gelê Rojhilata Navîn a kedkar jî di bin şîdet û hovîtiya du pergalê de, anko di navbera desthilatdariya Emrîkî û dewlemendên Rojhilata Navîn de man. Mudexaleya hêzên şoreşger jî hê hatine sekinandin Di Rojhilata Navîn de mêzîna pergala desthilatdariya dagirkeriyê careke din şaş kêşa. Lê ev car şaşitiya mêzînê, ne bi destê lîstikvanên Êmrîkî an jî nûneriya wan, rasterast bi destê hêzeke hov ku li ser navê ‘Îslam’ê ve tevdigere pêk hat. Ew hêz, Dewleta Amel Îslamî Îrak û Şam (DAÎŞ), ku li Tirkiyê wek İŞİD tê bi nav kirin, ew bixwe bû. DAÎŞ, heftê bihurî êrîş anî li ser şarê qedîm Musil’ê. DAİŞ, li Musil’ê tu berxwedaniyek ve netah rawestandin. Dewsa wî,
leşkerên kul i ser navê Dewleta Irak’ê ve bi pewwir bûn, bi tu awayekî ber xwe nedan û çekê xwe berdan, hema di navbera demjimêrekî de cilê xwe guherandin û bil ez ji cihê peywirgehên xwe dûr reviyan. DAÎŞ’ê jî ne bi gule, bi caşeke mezin û hoviyane ket li Musil’ê û li ber çavên dinyayê Musil xist bin qontrola xwe û heman rojê jî dagirkir. DAÎŞ, çawa ku Musil dagirkir, rojek şûnde belavokek belav kir û biryar û awartên xwe aşkere kir. Bi van awarten jî diyar bû ku, DAÎŞ ji dagirkerên pergala emperyal jî wêdetir tîrorîst û hov e. Hovîtiya DAÎŞ’ê, di awartên xwe ya ku belavokê belavkirî de hatibû nivîsandin xwe nîşan da. Di belavokê de DAİŞ, vexwarina şemrûbê, cixare û heman tiştên ku kêf dide însan qedexe kir. Bilî van yekan, di belavokê de ji bo jinan jî derketina devre hate qedexe kirin. Bilî misilmanên selefî, ji bo her kesî tirsek raxist li her derên Musil’ê. DAÎŞ, heman roj nêzîkî 4 hezar 500 leşkerên hikumata Navend ya Iraq’ê jî binçar kir. Leşkerên Iraq’ê, piranî ji Şîî’’yan pêk tên. Di destpêkê de leşker, wekî ku ber xwe nedin dê jiyana wan berdewam be tevgeriyan lê,
piştî binçarkirinan DAÎŞ li wir nesekinî, roja din êriş bir li ser Tiqrît’ê û li Tiqrît’ê jî heman rewş qewimî. Piştre DAÎŞ li ser çapemeniya civakî agahiyek belav kir û di vê agahiyê de bilêv kir ku di rojekî de hezar 700 leşker kuştiye. DAÎŞ, ev amelê xwe jî wek bi awayekî biryareke Emîr’ê ve bicih kiriye da xuyandin. Dê em werin bandorên van bûyeran ku li ser gelê Rojhilata Navîn bi çi rengî tesîr kir, pîçekî ji nêz ve binirxînin. Ev bûyerana, bandora xwe ya herî xirap li ser hikumata AKP’yê danî. Hikumata AKP, di bin van êrilan de hêz nekir ku Qonsolosa xwe ya Musil’ê ji destê DAÎŞ’ê hilde. DAÎŞ dest dan îli ser Qonsolosiya Tirkiyê û 48 kesê kul i wir kar dikirin jî hemûyan girt. Bi vî rengî aşkere bû ku AKP heta niha piştgirî da bû DAÎŞ’ê, lê DAÎŞ bi van piştgiriyan qayîl nebûbû. Ji wê wêdetir, derhat holê ku, dewleta Emrîka jî heta roja îro bi destê xwe hovîtiya kesên ku li ser navê îslamê tevdigeriyan têr kir, lê ew jî benda van rêxistinan nekarîbû bi destê xwe ve bigire. Lê ew desthilatdar stratejiyên xwe ne bi awayekî serkewftî, berevojî bi awayekî têkçûyî meşandin, lê xirabiya van yekan jî
dîsa ket li ser stuyê gelê Rojhilata Navîn. Li Rojhilata Navîn, bi xêra van siyasetên emperyal her roj sedan kes tên kuştin. Dewlemendiya dinyayê ya petrolê li vê derê tên derxistin lê, gel jiyaneke zelûlî re mecbûr maye. Li Kurdistana Başûr rêveberiyeke xweser hêdî hêdî tê avakirin lê, bi van êrişan ve ew xweseribûn jî di bin tehdîtkariyê de dimîne. Li dijî van yekan, li Rojhilata Navîn, çend hêzên şoreşgeriyê jî bi şêwazeke hişyarî ve tevgeriyan. Heman roj li Rojava ya Kurdistan Yekineyên Parastina Gel (YPG) daxuyaniyek da û ji bo parastina gelê Musil û Kîrkûk’ê bidiliya xwe aşkere kir. Piştre PKK û li hin ciyan ciwanên şoreşger jî li ser çapemenî û medyaya civakî sekna xwe bi awayekî zelal nîşan dan ku ewên di Rojhilata Navîn ku çi Kurd bin, çi Turkman, çi mesîhî an j îçi Ereb bin, ji bo gelên zelûl piştgiriya parastinê bidin. Lê heya niha hêzên şoreşger hê li Rojhilata Navîn derneketine li ser dikê. Lê bi êrişa DAÎŞ û bûyerên ku li piştî vî êrişê pêk hatin ve aşkere bû ku kulava pergala hov ket erdê û keçelê wan li ber gelên kedkar wek bi awayekî zelal xuya bû.