Demokrasi anlayışımız ihmal edilecek bir alan değildir!
sf 12-13
24 Nisan 1915’in 100. Sene-i devriyesi Ermeni Soykırımı’nın üzerinden tam 100 yıl geçti. Devlet erkânı bir asırdır bir arpa boyu yol almak şöyle dursun katliam, saldırı ve ırkçı-ayrılıkçı politikalarına hız kesmeden devam etti-ediyor. ‘Allah Türk’ü korusun’, ‘Türk ırkı üstündür’ sloganlarıyla yıllardır azınlık inanç ve milliyetlere baskı ve katliam uygulayan T.C Devleti bugün yaptığı açıklama ve katliamlarıyla geçmişte Ermenilere uyguladığı soykırımın arkasında duruyor sf 22-23
Halkın Günlüğü
16-30 Nisan 2015 Yıl: 4 Sayı: 99 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
DHF ve HDP seçimlere ortak girecek f GÜNCEL
ISSN: 2147-0499
Ezilen halklar hiçbir koşulda çaresiz değildir
04-05
7 Haziran Genel Seçimleri yaklaşırken, komprador tekelci faşist düzen partileri iktidar hırsına bağlı olarak son derece ciddi biçimde hazırlıklar yapmakta, kapsamlı çalışmalar yürütmektedirler. Buna karşı devrimci cephe ve bu cephenin parçası olan tek tek devrimci güçler de çalışmalarını daha çok yoğunlaştırmak durumundadır. Kuşkusuz ki genel seçim yoluyla siyasi iktidarın el değiştirmesini veya ele geçirilmesini hedefleme gibi bir politik yönelimimiz yoktur. Genel seçime girme ve seçim çalışmalarını önemseyerek yürütmede ki
Demokratik Haklar Federasyonu ve Halkların Demokratik Partisi 7 Haziran’da yapılacak olan genel seçimlerde ittifak yapacaklarını açıkladılar. HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş İstanbul 1. Bölge 1. Sıradan aday gösterilirken, Figen Yüksekdağ ise Van’dan aday gösterildi. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyesi Erdal Ataş ise İstanbul 1. Bölge 3. Sıradan aday gösterildi
Karanlığa gömülen gerçek
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
06
Emperyalizmin suçlarını örtme görüşmeleri üzerine!
amacımız halk kitlelerinin sosyalist iktidarla olan bağını güçlendirmek ve demokratik haklarını savunurken örgütlenmesini sağlamaktır. Özellikle kitlelerin moral kazanıp ilerlemesi ve devrime güven duyması gibi kazanımlar söz konusu olduğunda proleter devrimciler gerekli olan araçları kullanmakta tereddüt etmezler. Genel seçimlerde HDP çatısı altında yakalanan ittifak bu açıdan çok önemlidir. Düzenin temsilcilerinin elini kolunu sallayarak her alanda yapacağı saldırıları durdurmak ve geriletmek için daha güçlü çalışmalıyız.
16
‘Halil Öz’ün katili AKP’nin valisi’
18
02
güncel haber
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
‘Biz de sizi seviyoruz’
31 Mart’ta DHKC savaşçıları Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol, Çağlayan Adliyesi’nde Berkin Elvan’ın dosyasına bakan savcıyı rehin aldı. Rehin eyleminde ‘güçlü devlet’ algısı yaratmak için saldıran polisler 2 DHKC savaşçını katletti. Ertesi gün ise İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yönelik eylem gerçekleştiren DHKC savaşçısı Elif Sultan Kalsen, yaşanan çatışmada hayatını kaybetti Haziran Ayaklanması sırasında 16 Haziran 2013 tarihinde Okmeydanı’nda polis tarafından atılan gaz fişeği ile kafasından vurulan Berkin Elvan günlerce komada kalmıştı. Günlerce yaşama tutunmaya çalışan Berkin Elvan, 11 Mart 2014’de 15 yaşında 16 kilo kalarak hayatını kaybetti. Berkin Elvan vurulmasından bu yana neredeyse iki yıl geçti, ancak hala ortada Berkin’in katilleri yok. Devlet tetikçilerini gene saklayıp, koruyup kolluyor
Berkin’in hayatını kaybetmesinin 1. Yıl dönümünde ‘Adalet’ talebiyle on binlerce insan sokağa çıktı. Ancak devletin mahkemeleri, hakimleri, savcıları, bürokratları Berkin’in katillerini bulmak yerine soruşturmayı zamana yayarak halka unutturmak istediler. Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi’de (DHKC) bu adaletsizliğe dikkat çekmek ve katilleri açığa çıkarmak için İstanbul’da bulunan Çağlayan Adliyesi’nde bir rehine eylemi gerçekleştirdiler. Berkin Elvan’ın dosyasına bakan Savcı Mehmet Selim Kiraz DHKC savaşçıları tarafından 31 Mart Salı günü odasında rehin alındı.
televizyon programlarına katıldılar. Akşama kadar süren bekleyişin ardından DHKC savaşçıları, dosyadaki bilgileri ele geçirdiler. Dosyada ki bilgilere bakarak 3 polisin sicil numarasını yayınlayıp bu polislerin televizyona çıkarak suçlarını itiraf etmelerini, taleplerinin bu olduğunu, talep karşılanırsa savcıya bir zarar gelmeyeceğini açıkladılar. Bu talebin ardından kısa bir zaman sonra ise görüşme heyeti dışarı çıkarıldı. Görüşme heyetinde bulunan ÇHD’li avukat Ebru Timtik,
kilde hastaneye kaldırıldığı açıklandı. İstanbul Valisi Vasip Şahin, önce odadan silah seslerinin geldiğini, savcının vurulduğunu düşünmeleri üzerine polisin odaya baskın yaptığını açıkladı. Ancak görgü tanıkları önce silah seslerinin değil, patlama seslerinin geldiğini aktardılar. Savcı Kiraz yaralı hastaneye kaldırıldı denirken hastane yetkilisi savcının hastaneye getirildiğinde ölü olduğunu, hayata döndürmek için bir saate yakın uğraşıldığı ancak başarılı
polisin operasyon hazırlığında olduğunu açıkladı.
olunamadığını açıkladı. Savcının üzerinden birçok mermi çıkarıldığı da daha sonra hastane raporlarında ortaya çıktı. Özel harekât polislerinin hedef gözetmeksizin odaya ateş ettiği daha sonra odadan çıkan onlarca kurşundan da belli oldu.
DHKC savaşçılarından 5 talep DHKC savaşçıları Çağlayan Adliyesi’nin 6. katında bulunan Savcı Kiraz’ın odasında savcıyı rehin aldıktan sonra açtıkları Twitter hesabı üzerinden taleplerini dile getirdiler. DHKC savaşçılarının talepleri; 1- Berkin Elvan’ı katleden polislerin canlı yayına çıkarak itirafta bulunmaları, 2- Polislerin Halk Mahkemelerince yargılanmaları, 3- Bugüne kadar Berkin Elvan için yapılan eylemlere katıldıkları için tutuklanan, soruşturma açılan, işten atılan herkesin suçlamalarının kaldırılması, 4- Üç saatin ardından eylem alanından güvenli bir şekilde ayrılmalarının sağlanması, 5- Oluşturulacak bir heyetle iletişim kurmak. DHKC savaşçıları üç saat içinde talepleri yerine gelmezse savcıyı cezalandıracaklarını açıkladılar. Twitter’dan yapılan açıklamaların ardından Çağlayan Adliyesi boşaltılarak Adliye’ye özel harekât polisleri getirildi. DHKC savaşçılarının heyet içinde istedikleri Ümit Kocasakal’da adliyeye geldi. Yapılan uzun görüşmelerin ardından savaşçılar süreyi uzattıklarını açıkladılar. Bu arada iki devrimci bir yandan heyetle görüşürken bir yandan da gazeteciler ile görüştüler ve
Polis katletmek için gitti Timtik’in açıklamasının ardından kısa bir süre sonra polis odaya baskın düzenledi. Polis odanın duvarını patlatıp hedef gözetmeksizin ateş açtı. Çatışmanın ardından çıkan ses kayıtlarından anlaşıldığı üzere DHKC savaşçıları polisin baskını ile çatışmaya girişti. Marşlarla ölümü karşılayan DHKC savaşçıları polisin saldırısına yaklaşık 10 dakikayı bulan çatışmayla karşılık verdi. Çatışmanın ardından DHKC savaşçılarının hayatını kaybettiği ve savcının yaralı bir şe-
DHKC savaşçıları Şafak ve Bahtiyar Savcıya yönelik rehin eylemini yapan savaşçıların kimlikleri açıklandı. Savaşçılardan birisi 1991 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Giresun’lu Şafak Yayla, diğeri ise 1987 doğumlu Ardahan’lı Bahtiyar Doğruyol’du DHKC savaşçılarının açtıkları Twitter hesa-
03
bından attıkları son mesaj ise “Halkımız sizi çok seviyoruz” oldu. Savaşçıların katledilmesinin ardından Twitter’da başlayan ‘Bizde sizi seviyoruz’ tagı en çok konuşulanlar arasına girdi.
Polis cenazeleri kaçırdı Polis Adli Tıp Kurumu’na getirilen cenazelerin Gazi Mahallesi’nde yapılacak törenle buraya gömülmelerine izin vermedi. Adli Tıp Kurumu’na gelen Şafak Yayla’nın annesi Aysel Yayla, “Çok üzgünüm. Katilleri sakladılar. Oğlumu öldürdüler” dedi. Polis Yayla’nın cenazesini Giresun’a, Doğruyol’un cenazesini ise Ankara’ya götürdü. Adli Tıp Kurumu önüne gelerek Yayla ve Doğruyol’u bekleyen, cenazelerini almak isteyen insanlara ise polis azgınca saldırdı. Adli Tıp Kurumu önündeki kitleye saldıran polis burada 38 kişiyi gözaltına aldı. Yayla’nın cenazesi Giresun’a getirilirken faşist bir güruh Yayla’nın cenazesinin getirildiği eve saldırdı. Yayla Giresun’da ailesinin yaşadığı evin bahçesine defnedildi.
Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde çatışma DHKC savaşçıları Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol’un katledilmesinin ertesi günü Vatan Caddesinde bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne eylem gerçekleştirildi. Eylemi DHKC savaşçısı Elif Sultan Kalsen gerçekleştirdi. Görgü tanıdıklarının ifadelerine göre Kalsen Emniyet müdürlüğüne el bombası attıktan sonra uzun namlulu silah ile ateş açtı. Çıkan çatışmada iki polis yaralanırken Kalsen’de hayatını kaybetti. Elif Sultan Kalsen’in cenazesi memleketi Dersim’e gönderildi. Dersim’de defnedilen Kalsen’i, Dersim halkı yalnız bırakmadı.
Bir kez daha; ‘DHKP-C’yi bitireceğiz’ Daha önce Amerikan Büyükelçiliğine yapılan eylemin ardından ‘DHKP-C’yi bitireceğiz’ diyerek onlarca kişi gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. DHKP-C’nin yaptığı eylemlerin ardından yine ‘DHKP-C’yi bitireceğiz’ diyerek ülkenin dört bir yanında polis onlarca kişiyi gözaltına aldı. Katıldıkları yasal eylemleri kanıt olarak sunan polis, Okmeydanı’nda, Kars’ta, Karabük’te, Antalya’da, Ankara’da, Eskişehir’de, İzmir’de, Kayseri’de birçok ev baskını gerçekleştirip onlarca kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanların bir kısmı tutuklanırken devlet faşist yüzünü bir kez daha gösterdi.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
PARTİZAN HALK HAREKETİ PERSPEKTİFİNİ DOĞRU KAVRAYALIM, SEFERBER OLALIM!
A
çık yada demokratik alan çalışması, sınıf mücadelesi kapsamında önemle ve ciddiyetle ele alınarak buna uygun bir teorik pratik konumlanışı gerektirmektedir. Özellikle değişik biçimlerdeki demokratik kitle örgütlenmeleri devrim, sosyalizm ve Komünizm mücadelemizde küçümsenerek üzerinden atlanacak bir mesele değildir. Kitlelerin ekonomik, demokratik, akademik talepleri üzerinden şekillenen demokratik kitle örgütleri doğru ele alınıp buna uygun bir çalışma tarzı yakalandığında, özellikle devrimin tüm itici güçlerinin örgütlenmesinin önemli araçları haline gelerek büyük kazanımların yaşanması için oldukça güçlü zeminler sağlar. Aksi yönde doğru ele alınmadığında ise, mücadeleyi geliştiren değil bizzat mücadelenin önünde çeşitli düzeylerde engel görevi gören ve hatta içten içe kemirerek yozlaştıran ve nihayetinde de ciddi yaralar almasını sağlayan bir duruma evrilerek, devrimin daha da uzun yıllara sarkmasına neden olur. Demokratik alan ve demokratik kitle örgütleri çalışması ve bu türden kurumsallaşmalara ilişkin daha önceki çeşitli yazılarımızda da ifade ettriğimiz gibi iki hatalı eğilim sürekli olagelmiştir. Bunlardan birincisi, sol sekter eğilimdir. Partizan Halk Hareketi(PHH) temelinde ve bu perspektifle meşru kitle çizgisi ve pratiği düzleminde demokratik ve devrimci sosyalist bilinçle mücadele, araç ve yöntemlerinin genel olarak özgünlüklerini dikkate almayarak yada yeterince bunun bilincine varamayarak demokratik ve devrimci sosyalist kitle faaliyetine ve kurumsallaşmalarına bir illegal parti formu ile yaklaşılarak hareket edilmesidir. Son derece meşru kitle çizgisi ve pratik politikaları orta yerde dururken ve aynı zamanda Partizan Halk Hareketi için güçlü meşru zemin temelinde bir demokratik alan çalışması ve kurumsallaşması gerekirken ne yazık ki merkezileşerek ulaşılan böylesi doğru ve gerçekçi somut yönelimden oldukça uzak durulmaktadır. Oysa açık yada demokratik alan çalışmaları, kurumsallaşmalar ve yürütülen mücadelelerin hepsinin Partizan Halk Hareketi eksenli ve bu üst şemsiyenin birer bileşenleri olduğunu bir kere daha hatırlatmakta fayda vardır. İçerisinden geçtiğimiz süreçte merkezileştirilmiş bir bilinç ve perspektifle halk hareketinin ele alınıp pratikleştirilemediğini görmekteyiz.
Mesela 8 Mart, 1 Mayıs vb özel tarihi günler ve haftalarda gerçekleştirilen açık yada demokratik alan ve kurum faaliyetlerinde Komünistlerin en önde Partizan Halk Hareketi bayrağını dalgalandırmaları kadar daha doğal ne olabilir ki? Aynı bayrak altında Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında oldukça geniş siyasal teşhir ve anma etkinlikleri düzenlemek kadar daha doğal ne olabilir ki? IŞİD(DAİŞ) faşizminin saldırıları ve katliamlarına karşı teşhir temelli siyasal kampanyaların aynı perspektifle gerçekleştirilmesi kadar daha doğal ne olabilir ki? Genel olarak olduğu gibi içerisinden geçtiğimiz genel seçimler sürecinde de Sosyalist Cumhuriyetler Birliği programına tekabül eden içeriklerine ilişkin politikalarımızın aynı bayrak altında teorik pratik çalışmalarda işlenmesi düzeniçi sınırları aşan bir yönelimi de ifade edecektir. Kapalı yada illegal mücadele eden Partizan Halk Güçleri(PHG)’de bu tür özel gün ve haftalarda kendi askeri eylemliliklerini tabi ki gerçekleştireceklerdir. Demokratik ve devrimci kitle faaliyetlerinin yeterince doğru anlaşılması, devrimci sosyalist mücadelenin toplumsal yaşamın bütün parçalarında örgütlenme bilincinin de yeterince doğru oluşmasıyla doğru orantılı olduğu açıktır. Bu anlamda sol çocukluk anlayış temelindeki çizgisi ve pratik yaklaşımlar aşılmak durumundadır. İkinci hatalı çizgi ve yönelim ise salt akademik demokratik taleple sınırlı mücadele özelliği olarak açık yada demokratik kitle çalışmaları ve kurumsallaşma eğilimi ve pratikleridir. Bu çizgisel eğilimde yine Partizan Halk Hareketi seferberliği için demokratik kitle mücadelesi ve kurumsallaşmasında önemli avantajlara sahip olan demokratik kitle örgütlenmelerinde ufku ve sınırı dar kendiliğinden ve rutin bir eylem durumu söz konusudur. Kitleleri devrimci sosyalist mücadeleye kanalize etmede oldukça avantaj ve imkanların söz konusu olmasına rağmen ne yazık ki bunun yeterince değerlendirilmeden heba edildiği söylenebilir. Bu türden çalışmalarda daha çok rutin çalışma ve anma günleriyle sınırlandırılarak yetinilen bir durum arzettiğini belirtelim. Oysa bizzat demokratik kitle örgütlenme, mücadele, araç ve yöntemler kapsamında bizzat açıktan son derece meşru ve devrimci Partizan Halk Hareketi adıyla somut nesnel ve güncel sürecin- gelişmelerin doğru okunarak her bir somut gelişmeye yönelik çeşitli araç, yöntem ve
politikalarla kitlelerin gündemine taşınması ve kitlelerin bu çalışmalar üzerinden örgütlenerek stratejik devrimci militan çizgi ve mücadeleye doğru gelişmeler kat etmesi sağlanarak pratik devrimci sosyalist bir yola doğru adım adım tedricen ulaşması hedeflenmelidir. Bunun için güncel siyasal gelişmelere yönelik siyasal kampanyaların örgütlenmesi de oldukça önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Eksik kavrayış ve hatalı çizgi ve yönelimin önemli bir açmazı da ekonomik, demokratik, akademik talepli mücadelede burjuva sınırın bir türlü aşılamaması ve onun sökülüp atılamamasıdır. O halde önce ufkumuzu geniş tutacağız ve fakat demokratik yada açık alan çalışmasında her bir sürecin örgütlenme ve mücadele araç, yöntem ve kurumsallaşmada Partizan Halk Hareketi perspektifinden kopmadan faaliyetlerimizi yerine getireceğiz. Genelde olduğu gibi açık yada demokratik alan çalışmalarında da zihniyet yapılanmasında düzeniçi dar kalıplarımızı parçalayarak devrimci sosyalist bir niteliğe uygun konumlanma ihtiyacı, içerisinden geçtiğimiz süreçte önemli temel bir yönelim olarak kavranmalıdır. Maoist Komünistler, demokratik kitle çalışmaları ve kurumsallaşmaların daha etkili geliştirilmesi için merkezileşme ve hedef birliğinin sağlanmasına yönelik bir halk hareketi perspektifiyle harekete geçmelidir. Partizan Halk Hareketi perspektifiyle demokratik alandaki tüm çalışma ve mücadelenin merkezileşmiş bir eylem seferberliği önümüzde gerçekleştirilmesi gereken somut ve güncel bir görevdir. Yıkıcı ve bizzat aynı şekilde kurucu özne kitlelerdir. Halk hareketi bu öznenin bir sel gibi durdurulamaz meşru demokratik ve devrimci sosyalist eylemsel pratiğidir. Açık kitle mücadele talepleri bu halk hareketinin güncel politik hattıdır ve meşru mücadele yöntemi halk hareketinin eylemsel çizgisidir. Hayatta hiç bir şey statik değildir ve Partizan Halk Hareketi(PHH)’nin de dinamik bir olgu olarak hayata geçirilmesi gerektiği devrimci bir görev olarak yeterince açıktır. Bu bilinçle tarihimiz, belleğimiz ve günümüzün devrimci Komünist görevleri daha fazla yoğunlaşarak böyle bir halk hareketini dinamikleştirerek ve dinamitleyerek isyan ve kurumsallaşması için büyük ve köklü bir kavrayış ve de metotla eyleme geçerek seferber olalım.
04
güncel haber
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
DHF ve HDP’den seçim ittifakı Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) uzun süredir devam eden görüşmelerin ardından ittifak gerçekleştirerek HDP çatısı altında 7 Haziran’da yapılacak olan genel seçimlere gireceklerini açıkladılar DHF ve HDP ortak açıklama ile 7 Haziran’da yapılacak seçimlerde ittifak yapacaklarını açıkladılar. Yapılan ortak açıklamada “Gericilerin, devrimci ilerici kesime dayattıkları seçim barajını tarihsel haklılığımızdan gelen güçle parçalayarak, halklarımıza yönelik planlanan kapsamlı saldırılar karşısında barikat olacağımızı, hem seçim sürecinde, hem de seçim sonrasında gericiliğe karşı birlikte hareket edeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz” denildi. “Bizler Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) olarak, 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’ne ortak girme kararı almış durumdayız” denilerek başlayan açıklamanın devamında çok uluslu emperyalist tekellerin, yarı sömürge ülkelerin işbirlikçileriyle kar uğruna tüm dünyayı savaş alanına çevirmiş, işçi ve emekçilere, ulus ve milliyetlere, kadın ve cinsel yönelimlere, ezilen inanç kesimlerine, doğa ve çevreye, kültür, sanat, basın alanına ve toplumun tüm diğer kesimlerine her geçen gün saldırılarını arttırdığı ifade edildi. Bu saldırıların ve katliamların en büyüğünün Ortadoğu halklarının üzerinden ilerlediğinin belirtildiği basın metninde, emperyalistlerin yağmacı politikaları üzerinden halkların birbirine düşürülmek istendiği, ezilen milliyetlerin, inançların, kadınların, emekçilerin; inkar, imha, asimilasyon, yoksulluk ve baskıya maruz bırakıldığı vurgulandı. Faşizmin, tekçi zihniyetle Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki farklı ulus ve milliyetleri inkar ederek asimile ve katliamlardan geçirdiği, kadınları ikinci cins derekesine düşürerek adeta erkeğin mülkü haline getirdiği, işçileri ve emekçileri güvencesiz ve düşük ücretli çalıştırarak yoksulluğa mahkum ettiği, farklı inanç kesimlerini yok sayarak tek din anlayışını dayattığı ve siyasi tutsaklara tecrit içerisinde tecrit uygulandığı belirtildi. Yayınlanan ortak açıklama şu şekilde devam etti: “Bu politikaların pratikteki uygulamasında, CHP ve MHP eski klasik inkarcı, asimilasyoncu ve katliamcı yolu devam ettirmeyi isterken, AKP ise bir yandan tek bayrak, tek ulus, tek inanç, tek cins, tek dil anlayışını devam ettirir-
ken, diğer taraftan ise teslimiyetçi bir insan kişiliği yaratarak, işçi ve emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların ve toplumun tüm diğer kesimlerinin mücadelesini sözde çalıştaylar ve sahte açılımlarla geriletmeye çalışmaktadır. AKP-CHP-MHP gibi gerici partilerin halklarımıza dayattıkları tek çözüm projesi ya teslim olarak, onursuzlaşarak yok olacaksınız, ya da inkar, imha ve asimilasyonla yok edileceksiniz siyasetidir. Bu hedeflerine ulaşmada tüm araçları kullanan gericiler, yüz yıllık pratiklerle parlamentoyu da halkları kandırmanın önemli araçlarından biri haline getirmişlerdir. Önemli oranda başardıkları bu durumu bu gün daha da avantajlı hale getirmek için, Kürt hareketini, devrimci ve sosyalist kesimleri, ezilen inanç kesimlerini, işçi ve diğer emekçi kesimlerin temsilcilerini parlamento dışı bırakarak bu alanı kendi arenasına çevirme gayretindedirler. Mücadele tüm alanların toplamından oluşmaktadır ve parlamento bu mücadelenin küçük bir parçası durumundadır. Meseleyi asıl mücadele alanlarından koparan anlayışlar, tek başına parlamentoyla halklara asla özgürlük ve barış getiremezler.” Amaçlarının ve görevlerinin, egemenlerin başlattığı saldırılar karşısında yaşamın her alanında mücadele etmek ve örgütlenmek olduğunun vurgulandığı basın metni şu şekilde sonlandırıldı: “İlerici devrimci cephenin oluşturduğu bu ittifakta farklılıklarımızın olduğunu unutmadan, ajitasyon ve propagandada özgürlük anlayışıyla ortak paydalarımızı öne çıkararak halklarımızı zulüm cen-
deresinde acımasızca sömüren, inkar ve asimilasyondan geçiren gerici zihniyet karşısında tek vücut olmak ana görevdir. Gericilerin, devrimci ilerici kesime dayattıkları seçim barajını tarihsel haklılığımızdan gelen güçle parçalayarak, halklarımıza yönelik planlanan kapsamlı saldırılar karşısında barikat olacağımızı, hem seçim sürecinde, hem de seçim sonrasında gericiliğe karşı birlikte hareket edeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz. Halkların Demokratik Partisi'nin adaletsiz seçim barajını yıkarak meclise girmesi, halklarımızın mücadelelerine güç katacak, egemenleri geriletecektir. Tüm çalışanlarımızı, taraftarlarımızı, dostlarımızı zaman kaybetmeden tüm mücadele alanlarında güncel gelişmelere ve seçim sürecine yönelik, ortak örgütlenmeler yaratılması için harekete geçmeye çağırıyoruz.”
‘Biz'ler HDP, Biz'ler Meclise’ Halkların Demokratik Partisi 7 Haziran’da yapılacak olan genel seçimler için belirlediği adayları, Ankara İnşaat Mühendisleri Odası’nda (İMO) düzenlenen toplantı ile kamuoyuna tanıttı. Aday tanıtım toplantısında HDP’nin seçim şarkısı ve sloganı da belli oldu. HDP’nin genel seçimler için hazırladığı slogan ise ‘Biz’ler HDP Biz’ler Meclise’ oldu. Toplantı HDP’li milletvekillerine plaket verilmesiyle başladı.
Ardından sahneye çıkan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, HDP’nin milletvekili adaylarının ezilen işçiler, köylüler, kadınlar olduğunu söyledi. HDP’nin her kesimden insanı içerisinde barındırdığını belirten Yüksekdağ, hem dağda hayatını kaybeden gerillaların hem de askerde hayatını kaybeden askerlerin yakınlarının HDP çatısı altında bir araya geldiğini söyledi. Yüksekdağ’ın ardından sahneye Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş çıktı. Demirtaş konuşmasında milletvekillerinden ve adaylardan çok işin mutfağında olan ve asıl emek harcayan isimsiz kahramanlar olarak nitelendirdiği kişilere teşekkür ederek başladı. Demirtaş konuşmasında asıl emeği harcayanların ve HDP’nin halkla buluşturulmasının isimsiz kahramanlar tarafından olduğunu söyledi. Demirtaş’ın konuşmasının ardından milletvekili adaylarının bölge bölge tanıtımı yapıldı ve adaylar sahneye çağırıldı. Toplantıya HDP İstanbul 1. Bölge 3. Sıra Adayı olan DHF’li Erdal Ataş’ta katıldı.
İttifak adayı Erdal Ataş
05
Üniversitenin değil Erdoğan’ın istediği rektör oluyor İstanbul Üniversitesi’ndeki rektörlük seçimlerinde en yüksek oyu alan Raşit Tükel'in YÖK tarafından 2.sırada ve seçimde 2.sırada olan AKP destekli Mahmut Ak'ın 1.sırada Cumhurbaşkanına sunulması ve sonrasında Erdoğan’ın Mahmut Ak’ı rektörlüğe ataması üniversitenin tepkisiyle karşılandı Hiçbir alanda demokrasinin esamesinin okunmadığı ülkemizde akademi alanında da YÖK ve Erdoğan işbirliğiyle üniversitenin iradesi hiçe sayılarak rektör ataması yapıldı. İstanbul Üniversitesi’nde rektörlük ataması için üniversitede yapılan rektörlük seçiminde demokratik üniversite girişiminin adayı Raşit Tükel 1202 oy alarak 1.sırada yer aldı. Ancak YÖK birinci seçilen Tükel yerine ikinci sırada yer alan Mahmut Ak'ı Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’a sundu. Aralarında DGH’lilerin de bulunduğu üniversite öğrencileri 23 Mart’ta bu durumu üniversitede gerçekleştirdikleri bir yürüyüşle protesto etti. "Üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek"," YÖK kalkacak polis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek " , " Raşit Tükel rektörümüzdür" sloganlarını atan öğrenciler Ana Kapı önünde basın açıklaması gerçekleştirerek Raşit Tükel dışındaki hiçbir atamayı tanımadıklarını ve bu sürecin yakinen takipçisi olacaklarını belirtti. 25 Mart’taysa aralarında DGH’nin de bulunduğu öğrenciler ve akademisyenler ortak bir eylem gerçekleştirdi. İstanbul Üniversitesi’nin farklı kampüslerinden Merkez Kampüsü’ne gelen üniversite bileşenleri " Üniversiteler bizimdir , bizimle özgürleşecek " , " YÖK kalkacak polis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek" sloganlarını attı. Tarihi Ana Kapı'ya gelindiğinde akademisyenler ve Raşit Tükel konuşma yaptı. Konuşmalarda
sandıktan çıkan sonucun devletin üst kademe kurumları tarafından tanınmadığı ve anti-demokratik biçimde sıralamanın değiştirildiği, demokrasi mücadelesini sürdürmenin gereği vurgulandı. Üniversitenin iradesi çiğnendi Üniversite bileşenleri tarafından 3 Mart’ta forum gerçekleştirildi Merkez Kampüs Havuzlu Bahçe'de gerçekleşen forumda öğrenciler bu süreçte yapılması gerekenleri tartışarak ve karara bağladı. Forumun sonlanmasının ardından Havuzlu Bahçe'den Rektörlük önüne yürüyen öğrenciler basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada " Tayyip Erdoğan ve YÖK üniversite iradesini hiçe sayarak Mahmut Ak'ı rektörlüğe getirdi. Bizler İ.Ü öğrencileri olarak Mahmut Ak'ın rektörlüğünü tanımıyoruz , hodri meydan" ifadelerine yer verildi. Öğrenciler bundan böyle önlerine koydukları program doğrultusunda " Üniversiteyi savunmaya çağırıyoruz" şiarıyla etkinlikler düzenleyeceklerini duyurdu. Bu süreçte tüm toplumsal muhalefeti, duyarlı kamuoyunu destek olmaya çağırdı. Yaklaşık 100 kişilik bir öğrenci grubu 6 Nisan’da Prof. Dr. Mahmut Ak'ın rektör olarak atanmasına tepki göstererek akşam saatlerinde okulu terk etmeme kararı aldı. Hukuk fakültesinde toplanan öğrenciler Ak istifa edene ve Tükel rektör olarak atanana kadar okulu terk etmeyeceklerini belirtti. Öğrenciler yaptıkları yazılı açıklamada uzun bir süredir Tükel’in rektör olarak atanması için mücadele ettiklerini ancak mücadelelerinin sonuçsuz kaldığını belirterek “Gelinen noktada üniversite iradesinin yok sayılması karşısında bizlere üniversitemize ve irademize sahip çıkmak düşmüştür. Bugünden itibaren okulumuzu terk etmiyoruz.” dedi. Öğrencilerin eylemini duyan Tükel üniversiteye gelerek öğrencilerle görüştü. Öğrenciler Tükel’le görüştükten sonra üç saat süren eylemi sonlandırma kararı aldı.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMAYINCA
E
rdoğan’ın rüştünü ispatlamış ‘’tek adam’’ diktası altında teşekkül olan iktidar ve hükümet denklemindeki hiyerarşik emir-talimat zinciri, yani Erdoğan ve şürekası genel seçimleri ‘’büyük zaferle’’ kazanmayı tasavvur etmekteydi. Bu tasavvura bağlı olarak aldığı büyük oy desteğine yaslanarak süreci başkanlık sistemiyle taçlandırmayı planlamaktaydı. 2023 ve 2071 hedef ve lafızları esasta bu başkanlık sistemi ekseninde cereyan eden gelişmeler olarak tasarlanmakta, olanaklı görülmekteydi. Yeni Osmanlıcılık rüyası da bu seçim ve seçimin basamak edinerek başkanlık sistemine geçiş tasarımıyla olanaklı görülmekte veya planlanmaktaydı. Bu hesap ve planlar, Kemalist kliğin deyim yerindeyse belinin kırılması ve elbette gelinen aşamada belli bir kesimiyle uzlaşılmış olmasıyla geride kalan malumu-ilan süreçle küçümsenemez bir ilerlemeye taşınmıştı. Buna koşut olarak ‘’Barış, çözüm, açılım’’ manipülasyonları ekseninde Kürt Ulusal Hareketiyle geliştirilen ‘’Barış süreci de’’ Erdoğan/AKP zümresinin bu planlamasına uygun önemli durumdaki ikinci bir gelişme mecrasıydı. Bütün bunların üstüne eski ortak durumundaki Cemaatle yaşanan dalaş büyük bir yara açıp darbelese de Cemaate karşı üstün olarak yürütülen mücadelede objektif olarak aynı planlamanın bir parçası olmuş durumdadır. Özcesi bütün plan ya da hesap ifade ettiğimiz gibi, açık ara bir seçim zaferi, dolayısıyla muhalefetin muhalefet etmeye cesaret edemeyeceği bir başarı serüveni veya başarı serüveninin kendini ispatlayarak kabul ettirmesiyle engelsiz açılan labirentlerin başkanlık yoluna pürüzsüz denecek bir iklimde geçiş yapması ve Türkiye-Kuzey Kürdistan toplumunun tipik bir İslami kural ve değerler altında karanlık bir coğrafyaya hapsedilerek Erdoğan sultanlığının Yeni Osmanlıcılık olarak babadan oğula yüz yıllarca sürüp gitmesi hesabıydı. İşte bu hesabın kilit unsuru genel seçim-seçimde kazanılacak başarıdır. Ancak her zaman evdeki hesap çarşıya uymuyor, uymadı da. Mevcut durumda gerek kamuoyu araştırma şirketleri ve gerekse de birçok beyan ve gelişme göstermektedir ki, AKP seçimde istediği başarının çok daha gerisinde bulunmaktadır. Hatta oy kaybı devam etmektedir. Erdoan’ın 400 milletvekili dilenciliğinden geri adım atması da bu düşüşün ürünü ve kanıtı durumundadır. HDP’nin %10’luk barajı aşma durumunun giderek netleşmesi ve bunun AKP’nin vekil sayısında yaratacağı küçülme ekseninde yaşanan gelişme de Erdoğan/AKP iktidarının Yeni Osmanlıcılık’a uzanan seçim ve başkanlık kurgusunu alabora eden diğer önemli bir olgudur. HDP’nin gerçekleştirdiği ittifakların baraj sorununda isabetli olmakla birlikte, gelişmesinin bir dinamiği olarak rol oynamaktadır süreçte. Öte taraftan MHP’nin de oylarını arttırması söz konusudur ki, bu oyların AKP tabanından MHP’ye aktığı genel kanıdır. Cemaatin çaba ve etkileri de Erdoğan/AKP sultasının hesaplarını tutturamamasında bir etkiye sahiptir denebilir. Bütün bunlara ek olarak Erdoğan/AKP’nin çapul yapması ve bunun kamuoyuna deşifre olmasıyla yaşadığı haklı teşhir de kendi tabanını sorgulamaya itmiş ve oy kaybına yol açacak bir zemin olarak bu seçimde rol oynamaktadır. Bu eksende ve genel olarak iç çelişkiler bağlamında yaşanan ve yansıyan sorunlar da bu çapul sultasının moral çöküşü içinde erimesine vesile olan atlanamaz bir kamburu durumundadır. Hükümet ile Cumhurbaşkanı’nın ters düşen açıklamaları ve nihayetinde çelişik durumların Erdoğan lehine sonuçlanması, AKP hükümetinin güven kaybetmesine yol açtı.
Ayrıca genel diyalektik süreç de ‘’birin ikiye bölünmesi’’, ‘’nicel birikimlerin nitel patlamalara yol açması’’ şeklinde tezahür ederek Erdoğan/AKP diktasının eskiyip gitmesini koşullamaktadır. Erdoğan/AKP’nin hesapları dışında gerileme sürecine girdiğinin göstergesi olarak kısa başlıklarıyla özetlemeye çalıştığımız bu durum Erdoğan/AKP faşist diktatörlüğünün provokasyon yapmakta medet aramasına yol açmıştır. Ağrı’da yaşanan gelişmeler bu zeminde yaşanırken, başka provokasyonların gündeme gelmesi de mümkündür. Barış sürecini yozlaştırarak ve adeta HDP üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanmayı tasarlayarak salt söylem düzeyinde gündemde tutan Erdoğan/AKP diktatörlüğü HDP’nin barış süreci adına başkanlık sürecine destek vermesi hayalini kurmaktaydı. Ne var ki, HDP bu baskıya boyun eğmedi ve başkanlık sistemi ile çapula göz yummadı; eleştirdi, tutum aldı. Ki, Erdoğan’ın başkanlık hayaline çanak tutan bir HDP, Erdoğan/AKP zümresinin çapul ve faşist diktatörlüğüne destekçi pozisyona düşen bir HDP ne Kürt kitlelerini ikna edebilirdi, ne de ilerici kesimlerden destek bulabilirdi. Dahası tutarlı demokratik duruş da bütün bunlara karşı sağlam durmak durumundadır. Kısacası Kürt hareketi esasta olumlu bir tavır sergiledi. Bu durum Erdoğan/AKP diktasının hülyasını bir bakıma boşa çıkardı denebilir. İşte bu zeminde genel Kürt ulusal hareketi ve HDP’nin hedeflenmesi etkin olarak gündeme geldi. Gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmesi muhtemel olan provokasyonlar bu şartlarda devreye sokularak seçimler kotarılmaya çalışılmaktadır. Ancak taşlar yerinden oynamıştır bir kere… Yapılan provokasyon HDP adına S. Demirtaş tarafından deşifre edilerek kitlelere açıklandı. Davutoğlu ve Genelkurmay yalanlamaya kalkışsa da HDP’nin elindeki fotoğraflar Genelkurmayın ikinci açıklamasıyla adeta Demirtaş’ı doğruladı. Yapılan bu açıklamayla yaralı askerlerin canlı kalkan olarak bölgeye giden halk tarafından çatışma alanından çıkarıldığı itiraf edildi. Öte taraftan eski HDP yöneticisi dahil olmak üzere sivil insanların yürüttüğü bu çabalar esnasında askerler tarafından katledildiği de başka bir gerçek olarak orta yerde durmaktadır. Ordu halkın çabasını taktirle karşılayıp teşekkür ederken, diğer taraftan bu çabayı gösteren sivilleri katletmiştir. Az sayıdaki askerlerini çatışma alanında yalnız bırakarak bunların öldürülmesiyle eline propaganda malzemesi geçirmek isteyen Erdoğan/AKP oyunu yerel halk tarafından boşa çıkarılmış, büyük provokasyon kitlelerce önlenmiştir. Türk hakim sınıfları ve ordusunun provokasyonlar, katliamlar ve özellikle de askerlerini mayınlama vb yoluyla katlederek bunu PKK’nin üstüne yıkmaya çalıştığı, MİT unsurlarının halk otobüsünü molotoflayarak sivil insanları yakıp katlederek eylemi PKK’nin üzerine yıkıp buradan çıkar devşirdiği ya da planlarını gerçekleştirmeye çalıştığı, bin bir türlü entrikaya başvurduğu mahkemeleri tarafından da kanıtlanmış gerçekliktir. Gerici hakim sınıfların kirli mücadele yürütmesi, hile, entrika ve komplolara başvurması onun sınıfsal karakteridir. Bugün Ağrıda yaşanan provokasyon ilk olmadığı gibi son da değildir. Bütün bunları boşa çıkaracak olan geniş halk kitlelerinin devrimci mücadelesidir. Erdoğan ve AKP hangi kirli metoda başvurursa vursun yakınlaşmakta olan akıbetini değiştiremeyecektir. Bu sürecin hızlandırılması adına genel seçimde HDP çatışı altında gerçekleştirilen ittifakı ve ittifak adaylarını desteklemek önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
06 güncel haber
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
Yasaklar kıskacında medya Korkular ve yasaklar ülkesi olan T.C. Çağlayan Adliyesi’nde DHKC tarafından gerçekleştirilen eylemi gerekçe göstererek Youtube ve Twitter’a erişimi engelledi Her türlü muhalefetten ve kendi çıkarına karşı gelen sesten korkan Erdoğan ve şürekâsı özellikle sosyal medyanın muhalefetin gelişmesinde oynadığı rolü görerek ‘rahatsızlığını’ çeşitli biçimlerde gösteriyor. Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz’a yönelik gerçekleştirilen rehine eyleminin ardından yaşanan eyleme dair haber yapan burjuva medya kuruluşlarına dahi haberde olayın fotoğraflarını yayınladıkları gerekçesiyle ‘ayar’ veren Erdoğan, bu kuruluşların eylemin fotoğraflarını yayınlayarak güya örgüt propagandası yaptıklarını iddia etti. Bunun üzerine özellikle ‘eylemin fotoğraflarını yayınlama’ konusunda öne çıkan ve hedef gösterilen Doğan Yayın Grubu ‘olağanüstü toplantı’ gerçekleştirerek yayın politikasında değişikliğe gideceğini açıkladı. Eylemin fotoğraflarını yayınladıkları için bir nevi af dileyen Doğan Yayın Grubu eylem konusunda iktidarı eleştiren yönde açıklamalar paylaşan Mirgün Cabas’ı da ‘izne göndererek’ geri adım atmış oldu. Birebir iktidarın taşeronu olan Yeni Akit, Güneş gibi gazetelerse her zaman ki gibi farkını gösterdi (!). Hedef gösterme ve provokasyonda sınır tanımayan Yeni Akit “Geziciler Savcı öldürdü” diye manşet atarak Gezi halk hareketini kendince ‘gayrimeşru’ bir pozisyona çekmeye çalıştı. Güneş Gazetesi’yse Doğan Yayın Grubunu hedef göstermek maksadıyla “Fena Yakalandınız” manşetiyle bir haber yayınlarken altına dâhiyane bir şekilde DHKP-C ‘nin kısaltmasının açıklaması olarak “DHA, Hürriyet, Kanal D, Posta ve CNN Türk” yazarak güya bu yayınların DHKP-C’nin propagandasını yaptıklarını deşifre etmiş oldu (!). Tüm bunlar ve dahası özetle burjuva medyanın sefaletini, iktidarla olan ilişkisini ve kendi aralarındaki çıkar dalaşını ortaya koyarken, eylem devam ettiği esnada konuyla ilgili yayın yasağı getirilmesine ve eylemle ilgili yayın yapmaya devam eden sitelere, Facebook sayfalarına vs. erişimin engellenmesine rağmen medyayı yeterince ‘kontrol altına alamadığını’ düşünen iktidar facebook, twitter ve youtube’a eyleme ilişkin görüntüleri içeren fotoğrafları, materyalleri vs. kaldırması yönünde ültimatom verdi.
Sosyal medya savaşları Eylem esnasında da eylemciler tarafından aktif bir şekilde anlık paylaşımlar yapılarak propaganda aracı olarak kullanılan Twitter ve Youtube’a erişim eylemle ilgili materyalleri kaldırmadıkları gerekçesiyle mahkeme kararıyla durduruldu. Konuyla ilgili
yabancı bir haber ajansına açıklamada bulunan ‘üst düzey bir yetkili’ "Hem Twitter hem de Youtube'a söz konusu görüntü ve paylaşımların kaldırılması yönünde bir bildirimde bulunuldu ancak onlar kabul etmedi, herhangi bir yanıt da verilmedi. Bu nedenle engelleme talebi doğrultusunda İstanbul'daki bir mahkeme kanalıyla bu karar alındı. Facebook için şu an için bir karar yok" dedi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da benzer bir şekide bir savcının internet sağlayıcılarına verdiği talimatla Twitter ve YouTube'un da aralarında bulunduğu sosyal medya sitelerinin engellendiğini açıkladı. Aynı şekilde eyleme ilişkin fotoğrafların yer aldığı bazı haber linklerine de erişim yasağı getirildi. Facebook’a yönelik de bir yasağın söz konusu olabileceği ancak Facebook'un söz konusu içeriği kaldırması sebebiyle erişim yasağı olmadığı belirtildi.
Twitter yasağı Twitter’da günün alay konusu oldu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)’in savcılık kararıyla Twitter ve YouTube’a erişimi engellemesinin ardından sosyal medyanın gündemi ‘sosyal medya yasağı’ oldu. Bilindiği gibi erişim yasağı konulmasına karşın çeşitli yol ve yöntemlerle yasaklı olan sitelere ulaşma konusunda yeterince ‘deneyimli’ olan ülkemiz sosyal medya kullanıcıları Twitter’a yasak gelmeden öncekinden daha fazla girerek iktidarın yasak kararını tiye alan paylaşımlar yaptı. Yasağa ilişkin esprili mesajlar paylaşan milyonlarca sosyal medya kullanıcısı, yasaklı Twitter'da Twitter yasağını konuştu. #TwitterisblockedinTurkey Türkiye gündeminde birinci sırada yer alırken, dünya gündeminde de ikinci sırada yer aldı. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Twitter yasağına karşı paylaştığı #ÇözümVPNdeğilHDP ikinci sırada yer alırken #KapattıSanıyorGaribim, #YasakBahaneErişimŞahane ve SansürsüzÖzgür SosyalMedya gibi hashtaglar trend topic oldu. Youtube ve Twitter yasağı söz konusu internet sitelerinin kaldırılması talep edilen içerikleri silmesinin ardından kalkarken İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’nin en büyük arama motoru olarak bilinen Google'a da uyarı gönderdiği ve Savcı Kiraz ile ilgili içeriğin arama sonuçlarından 4 saat içerisinde çıkarılmasını talep ettiği ortaya çıktı. Söz konusu kararın gerekçesi "Milli Güvenliği ve Kamu Düzenin Korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu görevlileriyle vatandaşların internet ortamında yer alan yasa dışı içerikler nedeniyle mağdur olmaması, zarara uğramaması, hak ve özgürlüklerin muhafaza edilmesi amacıyla talebin kabulüne karar verilmiştir." şeklinde açıklanırken Google’a verilen süre geçmesine karşın Google’a erişim engellenmedi.
Karanlığa gömülen gerçek Ülkenin geleceği karanlıklara boğulmaya çalışılıyor. Bu karanlığı yırtmak geleceğimizi karanlıkta bırakanlara karşı birlikte mücadele etmekten geçiyor
Ü
lke genelinde 31 Mart’ta yaşanan ve her alanda yaşamı felç eden elektrik kesintisinin etkileri hala devam ediyor. Görünen odur ki tüm ülkeyi adeta karanlığa gömen malum elektrik kesintisi önümüzdeki süreçte de belirli aralıklarla sürecek gibi. Soruna dair ilgililer çeşitli açıklamalar yaptılarsa da yapılan açıklamalar, sorunun kaynağını açıklamaktan çok uzak ve tatmin edici değildi. Görülüyor ki devlet ve hakim sınıflar gerçekleri açıklamaktan kaçınıyor ve korkuyorlar, bugüne kadar tatmin edici bir açıklama yapamamaları da bunun bir göstergesidir. 31 Mart günü ülke çapında illeri ve dağıtım bölgelerini aşan büyüklükte ve yaygınlıkta yaşanan elektrik kesintisi tüm ülkede hastaneler, okullar başta olmak üzere yaşamı olumsuz etkilemiş, metro ile ulaşım durmuş, insanların haber ağları kesilmiş; sanayideki üretimin durmasının maliyeti ise milyon dolarla ifade edilecek boyutlara gelmiştir. Devlet yetkilileri sorunun kaynağının dağıtım sistemlerinde olduğu şeklinde açıklama yaptılar. Oysa Elektrik Mühendisleri Odası’nın açıklamalarından öğreniyoruz
ki teknik olarak ülke çapında böylesi yaygın bir elektrik kesintisi sorununun dağıtım sistemleriyle değil iletim sistemleriyle alakası vardır. İletim sistemlerinde masraftan kaçılarak bakım zaafiyetleri olduğu, özellikle özelleştirme sürecinde kaynakların iletim sistemini yok sayarak dağıtım şirketlerine aktarılması bilinmektedir. Dolayısıyla son tarifelerde yapılan değişiklikle faturalardaki diğer kalemlerde artış yapılmış ve iletim bedellerinde düşüş gerçekleşmiştir. Kamuya ait olan iletim ağları için tahsil edilen bedelden yapılan indirim, faturalardaki diğer kalemlerde yapılan artışla dağıtım şirketlerine aktarılmış ve dolayısıyla iletim sisteminde bakım ve rehabilitasyon eksiklikleri nedeniyle büyük çaplı bir arıza meydana gelmiştir. Bunun dışında santrallerin devreye girmemesi nedeniyle tüm enterkonnekte sistemi etkileyecek boyutta arıza meydana gelmiş olabileceği ve santrallerin devreye girmemesinde büyük santrallerde yaşanmış olan arıza nedeniyle sisteme elektrik vermemesi, bu açığın diğer santrallerden da karşılanamaması ve TEİAŞ`ın da yük attırma yöntemiyle oluşan açığı yönetip planlı elektrik kesintileri yapamamış olmasından kaynaklanabileceği de ifade ediliyor. EMO, arızanın dışında son zamanlarda elektrik piyasasında yaşanan fiyat düşüşlerinin de etken olabileceğini belirterek şunları açıklıyor: “Piyasada oluşan fiyatları düşük bulan santraller kesintinin yaşandığı saatte piyasa fiyatından elektrik üretmeyi kabul etmemişlerdir. Böylece sistemde arz açığı oluşmuştur. Oluşan arz açığının yönetilememesi sonucunda iletim sisteminde büyük arızalar meydana gelmiş olabilir. Nitekim 2006 yılında kimi özel santrallerin devreye girmemesi nedeniyle 13 ilde 6 saati aşan elektrik kesintileri yaşanmıştır.” EMO, üretim tesislerine de sahip olan dağıtım şirketlerinin özellikle kayıp ve kaçak bedeliyle ilgili mahkeme kararının ardından halkımıza ödeme yapmak zorunda kalmamak için TBMM`deki kayıp
07
ÖRGÜTSEL YÖNELİM
SOSYALİST DEVRİM PROGRAMINI KAVRAYALIM GÜNCELLEŞTİRELİM
D
evrim mücadelesi soyut yada öznelcilik ile ele alınamaz. Devrim tamamen nesnel gerçeklikler zemini üzerinden biçimlenmek zorundadır. MLM' nin bilimsel gerçekligi de bizlere bunu emretmektedir. Nesnel toplumsal gerçeklikler üzerinden hareket etmeyen, program, strateji ve taktikler belirlemeyen bir devrim hareketinin gelişme şansı olamaz. Devrim hareketi MLM bilimsel zeminde kendini sürekli yenileyerek degişen ekonomik ve toplumsal çelişkilere cevap olmak zorundadır. MLM bilimi klavuzluğunda bütünlüklü siyasal yönelimimiz ve araçlarımız ekonomik ve toplumsal nesnel gerçekliklere göre biçimlenmek durumundadır.
ve kaçak bedelini yasalaştıran ve mahkeme masrafları da dahil olmak üzere yapılan ödemelerin de halkımızdan faturalar yoluyla yeniden tahsil edilmesini öngören tasarının seçimler öncesinde geçirilmesi için hükümeti zorlamak üzere var olan kurulu gücü sisteme elektrik vermemek üzere kullandıklarının da iddialar arasında olduğunu belirtiyor. Bunun dışında ülkemizde Türk egemen sınıflar halkın tüm karşı koyuşlarına rağmen ısrarla nükleer santraller kurmaya çalışmakta, bunun için de enerji açığı yalanı her gerici iktidar döneminde kullanılmaktadır. Bu büyük kesintilerin yaşandığı dönemde TBMM`de Sinop`ta nükleer santral kurulmasına ilişkin Japonya ile imzalanan anlaşmanın görüşmelerinin yapılıyor olması da manidardır. Ülkemizin enterkonnekte sisteminin Avrupa`da dahi sorunlara neden olduğu son süreçte iyi bilinmektedir. Yine geçtiğimiz günlerde de ülkemizin Avrupa enterkonnekte sisteminden anlık olarak çıktığı kamuoyuna iletilmiştir. EMO, “Avrupa enterkonnekte sisteminde Türkiye`nin frekans bozukluğuna yol açmış olması nedeniyle sistemin kesintiye uğramış olması da yaşanan elektrik kesintisinin nedenlerinden biri olabilir.” diye belirtiyor. Yaşanan bu elektrik ke-
sintisi Türk egemen kliklerinin bugünkü temsilcisi AKP iktidarının diğer politikalarında olduğu gibi enerji politikasında da iflas ettiğinin göstergesidir. Halkın çıkarlarına değil kapitalist işleyiş gereği kar etme güdüsüyle hareket eden para babaları özelleştirmeler ve serbest piyasa uygulamalarıyla ucuz, kaliteli ve sürekli elektrik değil, tersine pahalı, kalitesiz ve büyük kesintilere yol açan karanlığı ülkemize ve ezilen sömürülen halklara dayatmaktadır. Bu mevcut iktidarın fıtratında vardır. Elektrik sistemindeki çöküş, enerji alanında AKP iktidarı kliği tarafından tüm ülkeyi ilgilendiren temel bir hak olan elektrik hizmetini özel sektörün inisiyatifine, hizmetine sunmuş olmasının bir sonucudur. Ülkenin geleceği karanlıklara boğulmaya çalışılıyor. Bu karanlığı yırtmak geleceğimizi karanlıkta bırakanlara karşı birlikte mücadele etmekten geçiyor. Bunun bugünkü görevi genel seçim çalışmalarına tüm gücümüzle atılmak ve düzen partilerini teşhir ederek, halkın çıkarlarını savunan programımızı yaşama geçirmektir. Bizlere yaşatılanların üstü, dalga geçercesine “trafoya kedi girdi” gibi safsatalarla örtülemez. Dün “kedi girdi” diyenler bugün “Keban’a aslan girdi” diyerek fıtratları gereği dalga geçebilirler?
≫ refik demir
Bu yönelimle hareket eden Maoist Komünistler, gerçekleştirdikleri son oturumlarında bütünlüklü siyasal hattını somut koşulların somut tahlili bilimsel ilkesine bağlı olarak ilerletmişlerdir. Kendi MLM bilimsel köklerine sıkı sıkıya sarılarak anı yakalamaya çalışan Maoist Komünistler, Emperyalist/Kapitalist sistem, Sosyo-ekonomik yapı, Devrimin niteligi, Devrimin yolu, sosyalizmin sorunları ve bu temel başlıklara bağlı olarak onlarca önemli konuyu MLM'nin yaşayan canlı ruhu bilimsel perspektifi ile ele alarak günün gerçekligine uyarlamaya çalışmıştır. Sadece günün gerçekligini yakalama degil, Gerek UKH(uluslararası komünist hareket) gerekse de kendi tarihsel sürecimizi devrimci eleştirel bir yaklaşımla muhasebe ederek önemli tarihsel sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Devrim hareketinin olmassa olmaz temel konularından biri de kuşkusuz ki devrimin niteligidir.Ekonomik ve toplumsal sorunların çözümü, hangi sınıflara dayanacağımız, hangi sınıfları hedef alacağımız ve ittifak politikalarımız gibi temel meseleler devrimin niteliginin kapsamını belirlemektedir. Maoist Komünistler son oturumlarında bir çok temel meselede olduğu gibi devrimin niteligi meselesinde de degişikliklere gitmiştir. Buna göre devrimin niteligi Demokratik Devrimin kalan görevlerinide üstlenen Sosyalist devrim olarak belirlenmiştir. Sosyalist devrimin temel içerigini özet olarak ifade edersek,Toplumsal üretimin toplumsal mülkiyetten ziyade özel mülkiyet biçimindeki tezahürü ve buna bağlı olarak toplumsal emeğin kapitalist sınıf tarafından sömürülmesi, bu kapitalist sınıfın toplumsal ilişkileri belirlemesi, toplumsal üretimi kendi özel mülkiyetine alması gibi başta proletarya olmak üzere her geçen gün kent ve kır yoksullarını-küçük burjuva kesimleri- kar yasasına bağlı olarak sömürmesi ve onların yaşamında yıkıma sebebiyet vermesi, bu kesimlerden sürekli olarak proletaryaya yeni bireyler biçiminde katılımın çoğalması, ekonomi başta gelmek üzere onun üzerinden yükselen sosyal, siyasal ve kültürel vb üst yapı birimleri olarak her şeyi daha fazla kar elde etmek için tekelci yapılanmasını merkezileştirmesi ve derinleştirmesi, komprador tekelci kapitalizmi hakim kılarak Sosyalist Devrim seçeneğini güncelleştirmiştir. Sosyalist devrim, Emperyalizmi ve onun işbirlikçisi komprador tekelci kapitalizmi hedef alır. Bu düzlemde temel olarak Sosyalist devrimimiz,
anti-emperyalist ve anti-kapitalist bir içerige sahiptir. Yine yarı-feodal üretim ilişkilerinden geriye kalan ekonomik, siyasal ve kültürel bütün gerici anlayışları, üretim ilişkilerini ve siyasal uygulamaları bu genel hedeflerinden bağımsız olarak ele almayıp bunlara karşı da Demokratik devrimin-toprak sorunu vd hususları- görevlerini de yüklenen Sosyalist çözüm perspektifiyle hareket etmektedir. Sosyalist devrim perspektifimiz aynı zamanda ezilen ulus, milliyet ve ezilen inanç gruplarının demokratik haklarını garantiye alan tam hak eşitligi yönelimine sahiptir. Sosyalist devrim sürecinde Türkiye-Kuzey Kürdistandaki çelişkilerin aldığı yeni biçim şu şekildedir. Sosyo-ekonomik yapısına damgasını vuran temel çelişki, ekonomik olarak emek ile sermaye çelişkisi iken, siyasal düzlemde ise proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkidir. Baş çelişki ise emperyalizm ve komprador tekelci kapitalizm ile geniş halk yığınları arasındaki çelişkidir. Sosyalist devrimimizde temel ve öncü güç proletaryadır. Kent ve kır küçük burjuvazisi ise sosyalist devrimimizde proletaryanın müttefikleridir. Sermayenin merkezileşmesi ve derinleşmesine bağlı olarak mücadelenin ana yönünü şehirler oluşturmaktadır. Bu gerçekliklerden kaynaklı proletarya içerisinde örgütlenmek esas, diger güçler içerisindeki örgütlenme ise buna bağlı olarak ele alınmak durumundadır. Yine bu gerçeklige bağlı olarak kırlık alanlar devrimci savaş süreci boyunca şehirlere oranla bir gerileme yaşasa da devrimin sınıf güçleri ve müttefikleri açısından aktif bir nitelige sahiptir. Bu doğrultuda sosyalist devrimimiz kır ve kentin diyalektik birligi ve ilişkisi düzleminde ele alınmaktadır. Sosyalist devrime ilişkin yukarıda ana hatları ile vurgular yaptıktan sonra esas mesele olan sürecin kavranması ve örgütlenmesine geçebiliriz. Kırk yılı aşkın bir siyasal yönelim, kültür ve düşünüş tarzından elbetteki bir seferde kopamayız. Eskinin izleri ve alışkanlıkları daha uzun bir süre varlığını sürdürecektir. Fakat bu gerçekligi kabul ederek degil, yeni yönelim perspektifini içselleştirerek aşmalıyız. Eskinin kaba tekrarı ile yeni sürece cevap olamayız. Bütün siyasal çalışmalarımıza sosyalist devrim programı yön vermelidir. Örgütlenmelerden siyasal kampanyalara, ajitasyondan propagandaya, çalışma tarzından düşünüş tarzına, ordan da kurumsallaşmalara kadar tüm çalışmalarımız sosyalist devrim ve sosyalist cumhuriyetler birligi programının içerigine uygun olarak biçimlenmek durumundadır. Tüm kurum ve örgütlenmelerimizin içerigi ve isimleride sosyalist cumhuriyetler birligi programına uygun olarak yeniden ele alınmak durumundadır. Demokratik işleyiş doğrultusunda yoğun bir tartışma süreci ile birlikte bu çalışma zaman kaybedilmeden hemen başlatılmalıdır. Genel seçimler süreci sosyalist devrim programının kavranması ve en geniş biçimde propagandasının yapılmasına oldukça uygun bir zemin sunmaktadır. Bütün örgütlenmelerimiz genel seçimler sürecini merkezi siyasal bir kampanya biçiminde ele alarak en yaygın biçimde sosyalizmin propagandasını örmelidirler. O halde haydi görev başına ve kitlelere hücüm.
08
güncel haber
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
Emperyalizme göbekten bağımlı T.C.’nin ‘başına buyruk’ halleri!
Doların yükselmesi ve özellikle Erdoğan’ın bu sürece yönelik ekonomi de önemli bir unsur olan başbakan yardımcısı Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’ya ‘’kendinize çekidüzen verin’’ vb şeklindeki eleştiri ve telkinleriyle müdahalesi bile hiç de istenildiği gibi gelişmelerin kendiliğinden yaşanmadığını göstermektedir Uluslararası emperyalist sermayeye bağımlılık temelindeki iktidarsız Türk devlet sisteminin dünya genelindeki yaşanan sallantılı ekonomik gelişmeler ve ortaya konan politikalar karşısında çaresiz durumu devam etmektedir. Türk egemenlik sisteminin AKP hükümeti özgülünde her ne kadar siyasi olarak yönetme temelindeki istikrarı sürsede emperyalist dünya sistemine de belirli uyumsuzluk göstergeleri yaşanmaktadır. Amerikan Merkez Bankası(FED)’in faiz ile ilgili öngörülen politikaları karşısında tekelci Türk komprador burjuva devlet mekanizması bir türlü doların TL karşısında yükselişinin önüne geçememektedir. Doların yükselmesi ve özellikle Erdoğan’ın bu sürece yönelik ekonomi de önemli bir unsur olan başba-
kan yardımcısı A. Babacan ve Merkez Bankası başkanı E. Başçı’ya ‘’kendinize çekidüzen verin’’ vb şeklindeki eleştiri ve telkinleriyle müdahalesi bile hiç de istenildiği gibi gelişmelerin kendiliğinden yaşanmadığını göstermektedir. Bunun sadece Türk devlet sistemiyle de alakalı olduğunu düşünemeyiz. Aksine dünyanın hemen diğer bir çok bölge ve alanında olduğu gibi Türk komprador devlet ve onun ekonomisinin de bizzat uluslararası emperyalist sermayenin hareketi ve gelişimiyle doğrudan alakalı olarak bir değişiklik gösterdiğini söyleyebiliriz. Diğer yandan son derece kırılgan bir ekonomiye sahip olan Türk komprador burjuva egemenlik sisteminin uluslararası emperyalist sermayenin ortaya koyduğu ekonomik politikalar karşısında da kırılganlıklar gösterdiği ve yaşanan süreci tek başına atlatacak bir iradeye sahip olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim Erdoğan’ın ‘’faizleri düşürün, bize hizmet etmiyorsanız da faiz lobilerine mi hizmet ediyorsunuz, dış güçlerin etkisi altında kalıyorsunuz’’ vb telkinlerine rağmen hem A. Babacan hem de M. Bankası başkanı E. Başçı FED ve genel olarak uluslararası emperyalist sistemin ekonomik politikalarındaki aktüel gelişmelere göre hareket etmedeki ısrarı belli düzeyde siyasi krize de yol açmıştır. Nitekim bu unsurlar doların yükselmesinin Türkiye ile değil dünya konjonktüründeki dalgalan-
malar ile alakalı olduğunu vurgularken Erdoğan ise tersi bir şekilde bu durumun yani doların ve enflasyonun yükselmesinin sadece Türkiye’deki bankaların faizleri yüksek tutmasıyla alakalı olduğunu iddia ederek faizlerin düşürülerek büyüme hızının arttırılabileceği yönlü baskılanma yaratmaya çalışmıştır. Başbakan yardımcısı A. Babacan ve M. Bankası başkanı E. Başçı’nın istifa etti, edecek vb yönlü reaksiyonların dahi dillendirildiği böylesi bir süreçte yaşanan artçıl siyasi krizler karşısında emperyalist efendileri sürece müdahil olmuş ve stratejik uşakları arasında uzlaştırma çizgisi doğrultusunda bir mutabakatı sağlamıştır. Erdoğan’ın ekonomi kurmayları ve E. Başçı ile görüşmesi ile yaşanan gerginlik süreci yerini şimdilik uzlaşmaya bırakmıştır. Ve Erdoğan bütün bu gelişmeler sonucunda ‘’sorun tatlıya bağladık, bundan sonra daha sık bir araya geleceğiz’’ diyerek karşılıklı orta yolda birleşmişlerdir. A. Babacan son beyanında yukarıda ifade ettiğimiz içteki tartışmaların Türk Lirası’ndaki dalgalanmanın boyutunu arttırdığını vurgulamıştır. Kamuoyuna medya aracılığıyla yansıyan tartışma ve eleştiriler karşısında durumu kurtaramaya çalışan A. Babacan ve Davutoğlu ise her fırsatta Merkez Bankasının araç bağımsızlığı olduğu yönlü açıklamalarda bulunmak zorunda kalmaktadır. Yakın zaman dilimlerinde çeşitli aralıklarla
Türkiye- Kuzey Kürdistan’a kayıt dışı- sıcak para girişinin olduğunun altını çizelim. Özellikle hemen her seçim sürecinde de bunun gözle görülür bir şekilde kendini dışa vurduğu görülmektedir. Bu anlamda 2009 seçimlerinde ülkeye 4 milyar 900 milyon dolar, 2010 Anayasa referandumunda 5 milyar 600 milyon dolar, 2011 seçimlerinde 12 milyar 200 milyon dolar, bu yıl ise genel seçimler yaklaşırken şimdiden ülkeye 6 milyar 635 milyon doların kayıt dışı- sıcak para olarak girdiğini belirtirsek sürece ilişkin belli bir eğilimin de anlaşılacağı görülebilir. Ancak özellikle AKP hükümeti- iktidarı öncülüğündeki Türk devleti ve böyle bir şemsiye altındaki onunla esasta mutabakat halinde olan sermayedarların şimdiki durumda önceki süreçler gibi kaynağı belirsiz- kayıt dışı sıcak parayı da öylesine kolay bulamadığını vurgulamak isteriz. Bu açıdan uluslararası emperyalist sermayenin finans merkezlerindeki dolar üzerinden uyguladıkları ekonomik politikalar karşısında tekelci komprador Türk devletinin de kırılgan durumuna doğrudan etki ederek dışa bağımlı ekonomiyi takatsiz bıraktığını söyleyelim. Dolayısıyla yine iş başa düştü babında ABD ve AB emperyalist blok güçlerin elinde bir piyon olarak takatsiz uşağın kaderini ve hali hazırdaki yönelimini belirleme gerçekliği öne çıkmıştır. Nitekim Davutoğlu’nun Amerika ziyareti de bu anlamda bir
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
imdat ve yardım çağrısı hamlesi olarak telakki edilebilir. Davutoğlu ve beraberindeki ekonomi kurmayları ABD’de emperyalist efendilerine ‘’Türkiye’de işler iyiye gidiyor’’ imajı vermeye çalışsa da bunda başarılı olamamıştır. Nitekim dünya medyasında ‘’Erdoğan’ın evrimi, Türkiye takla atıyor’’ başlıklarıyla ‘’Türk lirası siyasi risk kaygılarıyla darbe aldı’’ vb açıklamalar gırla gitmiştir. Yine başka bir yabancı medya ise 2013 yılında yükselen pazarlar olarak tanımlanan ülkeler arasında ‘’kırılgan beşli’’ içine alınan Türkiye ve Brezilya’nın para birimlerinin içine düştüğü durumu konu edinerek her iki ülkede büyümede yavaşlama ve yüksek enflasyondan muzdarip olmaya başladığı, bir zamanlar her ikisine de bol para akıtan yatırımcıların şimdi kaçmakta olduklarını duyuruyordu. Erdoğan her ne kadar ‘’dolara yatırım yapanlar kısa sürede pişman olacaklar’’ vb çığırtkanlığı yapsa da o kadar boş ve gereksiz bir beyandan öte bir anlam taşımamaktadır. Her şeye rağmen doların TL karşısındaki yükselişi sürmektedir. Erdoğan ne kadar bağırırsa, tehdit ve şantaja başvurursa başvursun kendisi de dahil Türk egemenlik sistemi ve bir avuç azınlık iktidarının ipleri bizzat emperyalist efendilerinin elindedir ve Pinokyo gibi istenildiği gibi oynatılmaktan başka bir alternatifleri de söz konusu değildir. Olsa olsa sadece çeşitli algı yönetimleridenetimleri üzerinden manipülasyonlar yaratılma amaçlı kamuoyu algısı oluşturma girişimleri olarak telakki edilebilir. Tıpkı ‘’one minute’’ yanılsaması gibi. Bütün gelişmelere karşın TL’nin dolar karşısındaki alerjisi bir türlü bitmek bilmez bir şekilde daha fazla rahatsızlık yaratarak süreç işliyor. Emperyalist kapitalizmin bir yandan sistemsel- yapısal krizi diğer yandan ise dönemsel- geçici krizleri görülmek durumundadır. Kriz üreten yapısal karakteri üzerinden dönemsel krizlere de girdiğini vurgulamak da fayda vardır. Her ne kadar dönemsel krizlerini atlatıyor görünseler de bu durum yapısal krizlerinin bir bütün ortadan kalktığı ve bir daha krizler yaşamayacağı şeklinde asla tasavvur edilmemelidir. Zira sistem olarak emperyalist kapitalizmin kendisi zaten bir krizdir ve bu durumu da kriz-ler üretmesinin başlıca nedenidir. Artıdeğer sömürüsü üzerine kurulu bir sistemin bir bütün olarak krizden azade bir durumu kesinlikle mümkünatı olmayan bir özelliktedir. ABD’de başta olmak üzere dünya genelinde yaşanan son finansal krizin kırılgan fay hatlarında yarattığı etkileri ve artçı depremler şeklinde bir türlü kendini yeterince toparlayamaması da bu duruma işarettir. Keza daha büyük ve etkili krizlerin de temelleri sürekli
09
olarak atılmaktadır. Uluslararası emperyalist efendiler dönemsel krizlerini durdurduklarını, önüne geçtiklerini, atlattıklarını vb yönlü beyanlarını dillendiredursunlar dünyanın ezilen ve sömürülen milyarlarına yansımaları hiç kuşkusuz ki daha fazla sömürü, zulüm, daha fazla yoksulluk ve hayatın zindan edilmesidir. Emperyalist efendiler ne kadar sözde umut ve beklenti aşılamaya çalışırlarsa çalışsınlar kitlelere yansıyan daha fazla sömürü ve zulümden başka bir şey değildir. Fatura yine ezilen milyarlara çıkarılmaktadır. Emperyalist vahşet tüm çıplaklığıyla milyarların hayatının daha fazla karartılması şeklinde cereyan etmektedir. Emperyalist kapitalizm karşısında dünyanın yoksulları ve yoksunları her geçen gün başka bir arayışa doğru gitmektedir. Bu bağlamda başka bir dünya mümkündür anlayışı da gelişmektedir. Kapitalizme karşı daha iyi bir yaşam ve dünyanın mümkün olabileceği yönlü anlayış ve çizgiler daha fazla gelişme eğilimi göstermektedir. Emperyalist kapitalizm krizlerinin bizzat teşhiri için önemli bir zemin sunarken buna karşı oldukça uygun koşulların da ortaya çıktığını belirtebiliriz. Bu önemli avantajlar karşısında dünya halkları ve ezilen uluslarının emperyalist kapitalizmin yıkımına yönelik mücadelelerinde daha fazla kendini dayattığı görülmelidir. Aynı şekilde ortaya çıkan objektif koşullar itibariyle devrimci durum içinde oldukça elverişli bir atmosfer ve maddi şartların daha fazla yolunun açıldığı söylenebilir. Bu bilinçle bir yandan kapitalizmin teşhiri için güçlü somut- nesnel- güncel gelişmeler yaşanırken sürece doğru devrimci bilinçle müdahale ederek gerçek somut ve ciddi değişimin yaratılmasının da aciliyetini ve zaruriyetini dayatmaktadır. Yoksa kapitalizmi teşhir ederken kendiliğindencilik teorisi- çizgisi ve statükosundan kurtulamadığı ölçüde emperyalist kapitalizmin her bir parça ve özgüldeki burjuva devlet mekanizmasının da sökülüp atılamayacağı iyi kavranmalıdır. O halde burjuva devlet mekanizmasını kökleriyle söküp atacak yegane yol olan radikal devrimci savaşa hizmet temelinde her alanda mücadeleyi yükselterek ezilen ve sömürülenlerin iktidar organlarını yaratma bilinciyle pratik olarak seferber olunmalıdır. Bu bilinçle dünya genelinde halk savaşlarını geliştirerek emperyalist dünya sistemine karşı proleter devrimlerin gelişme trendini yükseltebiliriz.
ÖNCÜ KADIN
≫ rojda demir
YENİ BİR DÜNYA MÜMKÜNDÜR!
K
adına yönelik şiddetin artık günlük yaşamın bir parçası haline geldiği bir süreci yaşıyoruz. Kadın kırımının yaşandığı bu süreç yaratılan eril söylemlerle sürekli besleniyor ve günde neredeyse beş kadının vahşice öldürülmelerini gazete sayfalarında okuyoruz. Kadınların ve kadın hareketlerinin yürütttükleri mücadele bir farkındalık yaratsada çözüm olabilme noktasında yetersiz kaldığı hepimizin bilgisi dahilindedir. Var olan gücüyle sokaklara dökülen kadın hareketleri kadına yönelik şiddetin son 12 yıl içerisindeki artışına karşı sokaklarda gösteriler düzenliyor, bildirgeler yayınlıyor, devlet yetkililerini göreve çağırıp kadını koruma amaçlı yasal düzenlemelerin yapılmasını ve şiddet cezalarına karşı indirim uygulanmaması, şiddet gören kadının beyanının esas alınması gibi birçok noktada öneriler sunarak yaşanan şiddeti önleme noktasında çaba sarfediyorlar. Fakat gün geçtikçe eril söylemlerini arttıran ve kesinlikle kadının kendi öz gücüyle toplum içinde yer almasını istemeyen, sürekli onu bastıran, eşitlik noktasında kadını sadece ev içerisinde erkeğin denetiminde rol oynayabilecek bir konuma iten bugünkü iktidarın kadına yönelik şiddeti besleyip teşvik etmekten başka yaptığı hiç birşey olmamıştır ve olmayacaktır da. Çünkü bu sistemin fıtratında kadının adı ve yeri yoktur. Tüm bu yaşanılanlar karşısında kadına düşen kendine has özgün duruşlar sergilemek ve sosyal- ekonomik yaşamın içinde yer alarak sürece müdahale etmektir. Çünkü yaratılmak istenen kadın tipi bügünün sorunu değil. Tarihi bir bütün incelediğinizde erkek egemen anlayışlar kadın cinsi üzerinde sistematik bir kırıma gitmiş ve kendi sistemini devam ettirmenin aracı haline getirilmek istenen bir kadın tipi yaratmaya çalışmıştır ve bunu başarmak içinde kadına yönelik her türlü şiddeti uygulamıştır. Tamda bu aşamada toplumsal devrimin yedek gücü olarak değilde esas öznesi olan kadınların önderliğe soyunarak iktidarı hedefleme perspektifini gündemimiz olarak tartışmalıyız. Kadının her gün acımasız cinayetlere kurban gitmesini bu sistemin yaratıcılarının insafına bırakamayız. Tüm alanlara çıkmalı ve yaratılmak istenen ‘mağdur’ kimliğinden arınmalıdır kadın. Herkesin bizi kurtardığı durumlardan çıkıp özgün mücadelenin nihai sonuca gidecek örgütlenmelerini yaratmalıdır kadın. Biz kadınlar politik arenaların politik özneleri olmalıyız. Bize yönelik tüm baskılara karşı bir duruş yakalamak zorundayız. Sadece ezilen cins olarak ezene duyduğumuz kin değildir bizi devrimcileştiren. Bizim kadın mücadelesine bakışımız ezilen ulusa ve ezilen inançlara bakışımızdır. Bizler sorun değiliz ve hiçbir zamanda olmadık. Asıl sorun veya sorun yaratan içinde yaşamak zorunda olduğumuz erkek egemen sis-
temdir. Dolayısıyla bu duruma karşı ertelenmeksizin her gün sisteme vuran ve sürekliliği olan bir mücadele yürütmeliyiz ve karşı cinsin sürekli gündem yaparak yaratılan değer yargılarını ve algıları değiştirme ve dönüştürme çabası içinde olmalıyız. Özünde bir zihniyet devrimidir bir anlamda bizim prangalarımızı kıracak olan. Binlerce yıldır şekillenen bir kadın cinsinin değişimi de bugünden yarına olmayacaktır veya gerçekleşecek bir devrim tek başına kadını kurtarmayacak, kurtaramayacaktır. Toplumsal yapının değişimi tek başına yeterli değildir. Günbegün süren zorlu mücadelelerle kadın yetkinleşerek, toplumsal değişimin içinde yer alarak onu değiştiren en temel özne olacak ve böylelikle "Kadınlar İktidara, Kadınlar Yönetime" perspektifiyle değişim ve dönüşüm başlayacaktır. Yukarıda ifade ettiğimiz sorunlar ve her türden egemenliğe karşı mücadeleleri başta kadınlar olmak üzere ilerici insanlık, dünyanın değişik yerlerinde somut olarak sürdürmektedir. Günümüz şartlarında bu mücadelede en öne çıkan kadın direnişi, İŞİD/DAİŞ denilen ve ortaya çıkmasında emperyalizmin önemli rol oynadığı, Türkiye devleti/hükümeti başta olmak üzere, bölge gericiliğinin beslediği, büyüttüğü, silahlandırdığı insan düşmanı yaratıklara karşı, Kobane'de Kürt kadınının büyük bedeller karşılığında kazandığı muazzam zafer, tarihsel bir kazanımdır. Deyim yerindeyse sadece İŞİD değil, dünya gericiliği Kobane'de Kürt kadınının özgürlük sevdasına çarparak yenilmiştir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da komünist kadınlar, devrimci kadınlar mücadele saflarında yer alarak gericiliğe meydan okumuş ve okumaya devam etmektedirler. Devrimci mücadeledeki köklü geleneğin ortaya çıkardığı muazzam kadın potansiyelinin bir sonucu olarak birçok komünist- devrimci- yurtsever önder kadın var olmuştur. Tamda burada unutmadığımız Barbara Anna Kistler bu şanlı kavganın Enternasyonalist devrimcileri yarattığı kadınlarımızdan biridir! Bu tarihi gerçekler tekrar tekrar göstermiştir ki, erkek egemen gericiliğe karşı mücadelede zaferler kazanmak kadınlar için fazlasıyla vardır. Kadın mücadelesinin “Yeni Bir Dünya Mümkündür” şiarı doğrultusunda gericiliğin her türlüsünü yenilgiye uğratacağımıza ve özgürlüğü kazanacağımıza olan inancımız tamdır!
10
analiz yorum
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
7 Haziran seçiminin belli sistemini bu şekilde aşamayan anlayış, çizgi ve perspektif içerisinde olanlar da hiç yok değildir. Ve hatta proletarya diktatörlüğünü parti diktatörlükleri biçiminde tasavvur edenler dahi vardır ki bu durum oldukça önemli ve temel bir ideolojik politik kırılma çizgisidir. Konumuza doğru yol alalım. 7 Haziran genel seçimlerinde ortaya çıkacak sonuçlar için şimdiden çeşitli senaryolar kurulmaktadır. Ama biz yine bu senaryolar yerine gerçekçi somut gelişmeler üzerinden çeşitli değerlendirmeler de bulunarak güne ve geleceğe yönelik yol gösterici gelişmelere ilişkin açıklamalarda ısrar edelim. Bir kere 7 Haizran genel seçimleriyle birlikte bir demokratikleşme yada ilerleme hamlesi beklemek ham hayaldir. Zira iddia ediyoruz en ileri düzeyde HDP olarak 550 milletvekilinin hepsini dahi teşkil etse bir demokratikleşme yada esaslı bir ilerleme sağlanamayacaktır. Çünkü devlet ile parlamento asla bir ve aynı şeyler değildir ve parlamento uluslararası emperyalist sermayenin halihazırdaki merkezileşme ve yoğunlaşması temelinde devletin tekçi faşizm bekasına esas da hizmet etmediği müddetçe de bir hiç olarak işlevsizdir. Şimdiki AKP hükümeti- iktidarıyla esas olarak hizmet etse de tıpkı geçmiş tarihsel süreçlerde olduğu gibi gelecekte de hep sürekli bu şekilde hizmet edeceği algılanmamalı ve kavranmamalıdır. Tekçiliğin yeniden üretimi sürecinde parlamentonun işlevi de yeniden diyazn edilmektedir ve bu kapsamda bir işlev gördüğü de asla aklımızdan ötelenmeden bu yönlü bir olgu olarak ele alınıp değerlendirilmelidir.
Dikkat çekilmesi gereken bir husus daha vardır ki bu iki büyük siyasi kampın her birinin kendi içlerinde de çeşitli kamplaşmalar ve klikleşmelerin varlığı gerçekliğidir. Bu kapsamda AKP içerisinde yer alan Türk hâkim sınıfları klikleri de iki büyük siyasi kampı oluşturmaktadır 7 Haziran 2015’de gerçekleştirilecek genel(parlamento) seçimleri en başta karşı- devrimci düzen partileri ve bizzat devletin bekası için oldukça önemli ve stratejik olarak ele alınıp değerlendirilmektedir. Bunun yanında halk kategorisinde yer alan bazı ilerici, reformist ve demokrat kesimler tarafından da bu yönde bir algı ve değerlendirme durumu vardır. Fakat devirmci ve Komünistler açısından parlamento ve genel seçimlerin mahiyeti gayet açık ve herhangi bir bilinç bulanıklığı söz konusu değildir. Komünistler her şeyden önce parlamento’yu burjuva devlet aygıtı diktatörlüğünün temsili önemli bir aracı- parçası bağlamında bir demokratik örtü yada demokrasi maskesi olarak görmektedirler ve buna göre tavır ve tutum içerisindedirler. Bu yüzden sömürücü sınıf iktidarlarının devleti ile parlamentoyu bir ve aynı olarak ele alıp tasasvvur etmemektedirler. Ancak burjuva devlet mekanizmasının burjuvazinin o yada bu sınıflarının veyahutda onun kliklerinin hangisinin temsili parlamenter cumhuriyetle inisiyatifi ele alarak kitleleri sömürme aracı olarak parlamentoyu nasıl kullanacağının, bir demokratik şalı olarak görmektedirler. Bu bilinçle komünistlerin parlamentoyu ve parlamenter(genel) seçimleri asla bir strateji yada amaç olarak telakki etmedikleri gibi bunları stratejik yönelimleri olarak da görmez ve kullanmazlar. Aksine strateji ve amaçlarına hizmet etmeleri temelinde parlamentoyu ve genel seçimleri taktik bir siyaset ve araç olarak görür, tasavvur eder ve bu çerçevede taktiklerini de tamamen kendi subjektif gücü ve koşullarını da dikkate alarak objektif ve içerisinden geçilen verili somut ve güncel koşullar- gelişmeler itibariyle ele alıp değerlendirirler. Bu ele alıp değerlendirme de genel olarak ya boykot yada katılım yönlü her ikisinden birini taktik politika olarak uygulanmasını bu şartlara göre ele alıp kullanırlar. Bu bilinçle Maoist komünistlerin 3. Kongresinde özetlemiş olduğu temsili parlamenter- bürokratik burjuva cumhuriyetin her türlü biçimine karşı proletarya ve emekçilerin doğrudan ik-
tidarı olarak Halk Konseyleri, Komünleri ve Sovyetlerini savunduğumuzu da vurgulamadan geçemeyiz. Zira temsili parlamenter cumhuriyetin bir biçiminin de şimdiki TC devlet gerçekliğindeki Türkiye Büyük Millet Meclisi(TBMM) olduğu ve hali hazırdaki AKP’nin de bizzat bu temsili parlamenter- bürokratik burjuva cumhuriyet sistemiyle 4 yıllık gerçekleştirilen genel(parlamento) seçimler üzerinden hükümete geldiğini belirtelim. Temsili parlamenter seçimlerinin algı olarak ne kadar demokratik ve doğru olduğu yönlü önemli bir yanılsama söz konusuyken komünistlerin bu hususda da bilinci gayet açıktır. Bu anlamda devrimci ve Komünistler kitlelerin 4 yada 5 yılda parmağını kaldırarak bir oy deposu olarak görülmesine cepheden karşı olduklarını vurgulamak isteriz. Kitlelerin bu çerçevede ve kavrayış seviyesinde nesneleştirildiğini belirtiriz. Bu temelde devrimci Komünistlerin temsili parlamenter- bürokratik burjuva cumhuriyetin her biçimine karşı prole-
terya ve emekçilerin doğrudan iktidarı savunusunun önemli temel bir ayrım çizgisi olduğu ortadadır. Çünkü kitleler asla nesne değildir aksine bizzat öznedirler ve onlar sürecin gerçek temel belirleyenleridirler. Bizim asgari toplum projemiz olan Sosyalist Cumhuriyetler Birliği programı olarak proletarya ve emekçilerin doğrudan iktidarında kitlelerin doğrudan iktidarı ve hatta tüm sürecin bizzat öznesi ve belirleyici temel önderi olarak ele alınmakta ve böyle bir işlevsellik savunulmaktadır. Yoksa 4-5 yılda kitlelere oy için gidilen ve sonra da esamesi okunmayan bir seçim yada yönetim sistemiyle kitlelerin nesneleştirilmesi asla devrimci komünistlerin savunduğu bir çizgi ve toplumsal sistem olamaz. Kaldı ki sosyalistlerin ve komünistlerin de böyle bir burjuva toplumsal sistem savunusu ne doğrudur ne de Marks’dan bu yana bu şekilde tasavvur edilmemiştir de. Fakat ne yazık ki ufku dar ve tabi ki yanlış olan temsili parlamenter- bürokratik burjuva cumhuriyet
Mücadele parlamento ile var olmadı ve onunla da yok olmayacak Buradan hareketle 7 Haziran’daki genel seçimlerle HDP’nin %10 barajını aşma başarısı yada başarısızlığının gelişmelerin ne yada hangi yönde olacağını belirleyecek şeklinde bir değerlendirmede bulunmamak gerekmektedir. Zira HDP ve en başta da Kürt ulusal hareketinin ve ilerici, demokrat ve devrimci hareketin başarısı yada başarısızlığının parlamentodaki durumuna salt indirgeyerek bir değerlendirme de bulunmanın ne kadar yanlış olduğu görülmelidir. Ne HDP ne Kürt ulusal hareketi ne de ilerici, devrimci ve komünist hareket parlamento ile var olmadı ve onunla da yok olmayacaktır. En başta da bizzat toplum hayatının içerisinde, sınıfsal, cinsel, ulusal ve diğerlerinin yer aldığı kitlelerin içerisinden çıkmış ve onlarla birlikte direniş, mücadele ve savaş yürüterek az yada çok gelişmeler göstermiş ve bugünlere kadar gelmişlerdir. Bunun da
analiz yorum
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
başlı karakteristikleri!
içerisinde kuşkusuz belli boyutlarıyla bir kısmının parlamento ve parlamenter mücadele içerisindeki tavır ve tutumları da belirleyici olmamış aksine etkide bulunmuştur. En başta da devrimci militan çizgi ve savaş gerçekliğiyle esas olarak bütün bu kazanımların elde edildiğini belirterek hakkını vermek durumundayız. O halde kuşkusuz önemli belli başlı yanları olsa da 7 Haziran genel seçimlerini bir dönüm noktası olarak telakki etmemek gerektiği ortadadır. Özellikle Türkiye- Kuzey Kürdistan’ın demokratikleşme birikimi temelinde dönüşüp ilerleyeceği, Kürt sorunu başta olmak üzere tüm toplumsal sorunların çözümünün önünün açılıp açılmayacağı mı, yoksa sorunların daha da ağırlaşıp süreceği mi şeklinde çeşitli kaygılarla yaklaşarak bir tasavvur da bulunmanın doğru olmadığı kanaatindeyiz. Asla unutulmamalıdr ki 7 Haziran genel seçimleri öncesinde devletin niteliği ne ve nasılsa 7 Haziran seçimleri ve sonrası süreçler içinde tekçi faşist devletin genel niteliği devam edecektir. Bunun parlementer sistem yada başkanlık sistemi olsun yada olmasın doğrudan bunlarla alakalı yanları yoktur ve bu şekilde sanki seçimler öncesi Türkiye- Kuzey Kürdistan demokratik ve laikmiş gibi bir algı yanılsaması söz konusudur. Oysa TC devlet gerçekliği Osmanlı’dan devraldığı despotik tekçiliğine faşizmi de ekleyerek Sünni Türk İslam devletinin tekçi faşist karakterisitik özelliğini bugüne kadar devam ettirmiş ve bundan sonra da aynı öz ve içeriklerle bir devamı söz konusudur. AKP hükümeti- iktidarının bayraklaştırdığı Türkiyelileşme! argümanı ve yönelimi de tekçiliğin yeniden üretimi kapsamında aynı öz ve içerikteki bir tasavvurdur. Asla bir demokratikleşme ve ilerleme hamlesi değildir ve
tekçi faşizm niteliğininin uluslararası emperyalist sermayenin şimdiki durumdaki merkezileşmesi ve yoğulaşmasına uygun olarak devletin yeniden yapılandırılmasıdır. Sürecin aldatıcı özellikleri ve yönelimlerine kanılmamalıdır. Zira ‘’demokratik çözüm için baldıran zehiri içerim’’ söyleminden bizzat aksi yönde aksarayında ayranını içip sefa süren baş aktör şimdiki durumda‘’kimileri Kürt sorunu diyor, böyle bir şey yok’’ vb diyerek sürece karşı çıkmaktadır. Bu da tam olarak ‘’ayran içtik ayrı düştük’’ misali tekçi faşist devlet ile Kürt ulusal sorunu ve tabi ki hareketi arasındaki makasın daha fazla açılmasına dair gaflet yada dalalettir. AKP hükümeti- iktidarı faşist iç güvenlik yasasıyla daha önceleri Kuzey Kürdistan hattında uzun süre var olan OHAL kanunlarını şimdi Türkiye- Kuzey Kürdistan’da sathı müdafaa temelli kapsama alanını genişleterek ne kadar da güvensiz olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla 7 Haziran seçimlerini beklemeksizin şimdiden faşizmin daha da koyulaştırılarak hayata geçirildiğini görmek durumundayız.
CHP ve MHP asla tercih olamaz AKP hükümeti- iktidarı karşısında tekçi faşist devletin muhalif kanadındaki CHP, MHP gibi klikleri de asla bir tercihimiz olamaz. Zira hepsinin de tekçi faşizmde uzlaştıkları ve hem fikir oldukları tartışma götürmez gerçeklikleridir. Aralarındaki ince ayrım ve belli başlı kullandıkları argüman farklılıkları bizleri kesinlikle yanıltmamalıdır. Hepsi de şimdiki durumda- koşullarda çok kutuplu emperyalist blok güçlerin ve emperyalist dünyanın birer piyonlarıdır ve esas olarak da onlara ekonomik politik bağımlıdırlar. Hali hazırdaki dalaşla-
rını da bizzat emperyalist efendilerine yaranmak için ve onlara en uygun hizmetkarların kendileri olduğunu kanıtlamak için çığırtkanlık yaptıklarını söyleyebiliriz. Halk kitlelerine tabi ki kendilerinin ‘’en demokrat ve ilerici, hatta bazılarının en devrimci ve çağdaş oldukları, emperyalistlere karşı oldukları ve ne kadar millici- yerli oldukları’’ yönlü bağıra dursunlar asıl gerçeklikleri emperyalist dünya sistemi ve çizgisine stratejik bağımlılık gerçeklikleri yeterince alenidir. Bütün bu hakim sınıf klikleri için devletin tekçi faşist nitleliği esasdır ve geri kalan her şey teferruat olarak talidir. 7 Haziran genel seçimlerini de bu çerçevede tasavvur etmektedirler. Her türlü kirli burjuva siyasetini de kullanarak seçimlerde yürttükleri dalaşın devasa pisliği karşısında tüm tekçi faşist düzen ve sistem partilerine karşı acımasız ve tavizsiz olmamız gerektiği de yeterince açıktır.
Seçimler çalışmaları Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Komünizm programımıza hizmet etmelidir Maoist Komünistler 7 Haziran seçimlerine katılım yönlü taktik politikalarını belirlerken ‘’Genel seçimleri sosyalizmin propagandası ve devrimci ittifaklarla karşılayalım!’’ perspektifiyle yönelimini de ortaya koymuştu. Özellikle dostlarına ittifaklarda sosyalist demokrasi anlayışını götürerek bu yöndeki öğreticiliğinde ısrarı da bilinmek durumundadır. Dostlarımızla ittifak siyaseti genel anlayışımızın koşulladığı bağımsız politikamızken karşılıklı iradeye saygı ve demokratik normlardaki ısrarlı yönelimimizin öğreticiliği bu seçim sürecinde de tüm ezilen ve sömürülenlerin ve de devrim, sosyalizm ve komünizmin çı-
11
karlarının gözetilerek hareket edildiği gerçekliği devrimci hareket açısından önemli kazanım olarak kavranmalıdır. HDP için ise %10 barajı aşamadığı için süreç, her şeyin bitmesi olarak algılanmamalı ve bu şekilde kavranmamalıdır. Bu dostlarımızında dönem dönem ifade ettiği gibi parlamento ile gelmemişler ve onlarla da yok olmayacaklardır. Toplumda belli kitlesi ve gücü olan HDP bileşenleri ve dışındaki halk güçlerinin bizzat hayatın içerisinde yaşanan sömürü ve zulümler karşısındaki duruşları ve yürüttükleri teorik pratik politikalar onları ortaya çıkarmıştır ve bundan sonra da hangi yönde gelişip gelişmeyeceğini bu durumları belirleyecektir. Kürt ulusal hareketi ve tabi ki HDP’nin başka alternatifleri vardır ve asla çözümsüz olmadıklarını bilmekteyiz. Amaca giden yolların sadece ama sadece parlamentodan geçmediği bilinen bir gerçektir ve oldukça farklı yöntemler ve politikaların varlığı tartışma götürmez bir durumdur. Binbir türlü taktik politikanın amaç ve ilkelerimize hizmet etmesi temelinde ele alınıp pratikleştirilmesi gerçekliği ve ihtiyacı bizleri beklemektedir. 7 Haizran genel seçimlerini de bu çerçevede bir taktik politika olarak görürken bu bilinç ekseninde ele alıp buna uygun bir faaliyet içerisinde olmamız gerektiğini de vurgulamak isteriz. Asgari ve azami toplum projelerimiz olarak Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Komünizm programımıza hizmet etmesi temelinde genel seçimler sürecini karşılarken kendi gücümüz, koşullarımız ve ihtiyaçlarımızı da içeren özel bir çok görevin yerine getirilmesine hizmet etmesi ve bunun gerçekleştirilmesine doğru çalışmalarda yoğunlaşarak Sosyalist Halk Savaşı stratejimizin güçlendirilmesi hedefiyle süreç değerlendirilecektir.
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
Demokrasi anlayışımız ihm Ne Maoist güçler avantajları olan bu demokrasi anlayışına gölge düşürme hakkına sahiptir ne de dostlarımız Maoistlerin demokrasi anlayışını ihmal ederek olumsuzluklarına hasıraltı etme lüksüne sahiptirler. Demokrasi uğruna mücadele veren hiçbir kuvvet demokrasinin dinamitlenmesine de sulandırılmasına da alet olamaz. Demokrasinin mümkün olan en geniş ve ileri düzeyde uygulanması demokrasi mücadelesi yürütenlerin ortak kaygısı olmak durumundadır Maoistlerin demokrasi anlayışı en gelişkin demokrasi niteliğini temsil eder. En özlü olarak, dostlara karşı demokrasi, düşmana karşı baskı şeklinde karakterize olur bu demokrasi. Düşmana karşı kullandığı yöntemde bir sorun olmadığına göre, dost güçlere karşı kullandığı yöntemde de bir sorun yoktur. Bu teorik doğru pratiğe de yön verendir. Teorik olarak doğru fikirlerin savunulması ve pratiğin de esasta bu doğrultuda olması iddiası istisnaları yadsımaz, hatta tali durumdaki hataları da inkar etmez. Anlayış, siyaset ve pratiğimiz tarif edilen nitelikteyken bu niteliğe aykırı bazı hataların yapılması anlaşılır ve hatta kaçınılmazdır. Yaşamın gerçeği bunu doğrular. Vurgulamakta fayda var ki, ilkelerimiz her şartta bizleri bağlar, onları devreden çıkarmayı hiçbir şartta tercih etmeyiz. Ama ilkelerimizin ve bu ilkelerin uygulanmasını, özellikle de şartlardaki uygulanmasını doğru okumak şarttır. Tereddüt etmeden söyleyebiliriz ki, Maoistlerin demokrasi anlayışı teorik savunu ve pratik uygulama sahasında son derece ileri olup, tam manasıyla demokratik bir yaklaşım ve anlayış düzeyini ifade eder. Özellikle farklı fikirlere yaklaşım ve azınlık hakları konusunda sınıflı toplum koşullarında mümkün olan en ileri kavrayışa ve bu kavrayışın pratikleştirilmesine sahip olduğu
söylenebilir. Bizlere muhalefet edenlerle, bizlere karşı çıkanlarla birlikte yürümeyi benimsemek demokrasi bilincimizin gözde özelliklerindendir. Çelişkilerin ele alınması ve çözümü konusunda da aynı düzeyde ileri yaklaşım ve pratiğin adresidir Maoist demokrasi kültürü... Kuşkusuz ki, Maoistler ciddi hatalar da işlemiştir. Ne var ki, bu hatalar hata olmanın ötesinde bir siyasete dönüşmemiş, savunulmamıştır. Gerektiği her durumda da bu hataların özeleştirisi verilmiştir. Hatalarına rağmen Maoistlerin genel savunusu ve anlayışı değişmemiştir. Maoistlerin bu üstün yanı ellerinden alınamaz, Maoistler silahsızlandırılamazlar. Ne Maoist güçler avantajları olan bu demokrasi anlayışına gölge düşürme hakkına sahiptir ne de dostlarımız Maoistlerin demokrasi anlayışını ihmal ederek olumsuzluklarına hasıraltı etme lüksüne sahiptirler. Demokrasi uğruna mücadele veren hiçbir kuvvet demokrasinin dinamitlenmesine de sulandırılmasına da alet olamaz. Demokrasinin mümkün olan en geniş ve ileri düzeyde uygulanması demokrasi mücadelesi yürütenlerin ortak kaygısı olmak durumundadır. Demokrasi esas olarak güçlü ve egemen durumda olan güce değil, egemen olmayan ve güçsüz durumda olanlar için geçerlidir. Demokrasinin uygulandığı en gerçek alan burasıdır. Ve eğer burada uygulanmıyorsa o demokrasi sakat ve sorunlu bir demokrasidir, Sosyalist demokrasiyle alakası yok demektir. Mutlak suretle kendimize tanıdığımız hakları muhaliflerimize de tanımalıyız. Hatta teraziyi nispeten savunmasız ve zayıf durumda olandan yana kullanmalıyız. Aynı biçimde muhaliflerimizi eleştirirken, kendimizi eleştirmekten de geri durmamalıyız-duramayız. Çuvaldızı kendimize doğru tutmaktan asla sakınmamalıyız. Bu yaklaşım tarzımız özgüvenden başka bir nedene dayanmaz. Doğrular herkes için geçerlidir, sadece karşımızdakiler ya da bizlere muhalefet edenler için değil. Dolayısıyla ifade ettiğimiz anlayış, kültür ve teorik doğrular birilerini hedef almaktan ziyade, benimsenmesi, kavranması ve geliştirilmesi
gerekenler olarak ifade edilmektedir esasta. Ancak genel geçer doğrudur ki, demokrasi kültürüne uygun hareket etmek veya demokrasiye bağlı kalmak sadece birilerine has bir zorunluluk değil, bilakis herkesin bağlı olması gereken bir zorunluluktur. Bir tarafın demokrasiyi tanımadığı ve ona bağlı kalmadığı zeminde muhataplardan diğer tarafın da demokrasi uygulamasını-pratiğini biçimlendirmesi koşullanır ki, bunda esasta bir sorun yoktur. Bir tarafı sahip olduğu demokrasi anlayışıyla bağlamak ama kendimize demokrasi kültürü dışı davranışı hak görmek reva değildir. Demokrasi kültürü ve anlayışının taşıyıcı taraf adına bir zayıflık-yumuşak karın olarak değerlendirilmesi ve bunun olumsuz yönelimlerin hayata geçirmesinin alanı olarak değerlendirmek pirim verilemez bir küçük burjuva uyanıklığı, köylü kurnazlığıdır. Nasılsa demokrasi anlayışları
‘’kaba’’ yöntemlere başvurmalarına izin vermez fikriyle istediğimiz pervasızlığı yapabiliriz tavrına girenler elbette ki iyi niyetli değildirler ve elbette ki yanılmaktadırlar. Dostluk sınırları içinde kaba zor yöntemlerini benimsemeyiz. Ne ki, buradaki bazı çelişkiler bizlere rağmen doğru ele alınıp çözülemediklerinde farklı nitelikteki çelişkiler sahasına girebilirler. Dahası, dostlarımız dost olarak davranırlar ama dost gibi davranmayanlar en azından somut davranışları şahsında dostluğun dışına düşmüş olurlar. Burada yöntem ve yaklaşım sorunu elbette ki tek rutini izlemez ve somut duruma uygun biçimlenir. Bu durumda da buna yol açan veya sebep olanlar yakınma hakkına sahip olamazlar. ‘’Biz her türlü saldırıda bulunuruz ama onlar bize tek yaklaşım sergilemek, tek yöntemle gelmek zorundadır’’ düşüncesi koca bir yanılgıdır. Her çelişkinin çözüm yöntemi çelişkinin niteliğine, somut
perspektif
mal edilecek bir alan değildir!
görüngü ve biçimine uygun şekil alır. Maoist demokrasi anlayışı halk içindeki çelişki ve sorunlarda sol sekter, kaba yaklaşımları reddetmekle birlikte, asla liberal bir anlayış da değildir. Onun sekter olmayan yapıcı özü liberalizmi de reddeder. Sekterizm ile liberalizmin madalyonun iki yüzü olduğu düşünüldüğünde her ikisi de Maoist anlayışa yabancıdır. (Bu teorik doğrular Maoist güçlerin muntazam bir demokrasi pratiği sergilediği-sergileyeceği ve asla hata yapmayacakları-yapmadıkları anlamına asla gelmez.) Bizler dost katmanlarda değerlendirdiğimiz hiç kimseye zor kullanmayız. Eğer bu dost dediğimiz kimse bize zor kullanmıyorsa! Bizler dost kimselere baskı uygulamayız. Eğer bu kimse bize baskı uygulamıyorsa! Biz kimseyi kaba yöntemlerle terbiye etmez, engellemeyiz. Ama bize karşı yapılan saldırıları durdurmak ve engellemek durumundayız. Metodumuz eleştiri,
ikna esasına dayanır. Ama eleştiri, uyarı, ikna yöntemleri etkisiz bırakılıyor ve saldırılarda ısrar ediliyorsa bu saldırıları ilke ve anlayışlarımıza uygun temelde durdurmak zorundayız. İsteyen istediği gibi saldırır ama biz eli kolu bağlı kalamayız. Eleştirinin, uyarının, iknanın ‘’para etmediği’’ yerde karşımızdaki saldırı yaklaşımına uygun bir tavırla bu ısrarlı saldırıyı engellemek durumundayız. ‘’Biz yaparız ama siz karşımızda çaresiz kalın’’ yaklaşımını kabul edemeyiz. Yöntemlerimizin değişmesi, tercihimiz ya da genel yaklaşımımız değil, tamamen karşımızdaki yaklaşımın koşullamasıyla biçimlenmektedir. Kimseye haksızlık yapamayız. Kimseyi zorlayamaz, baskı altına alamayız. Ama kendimize haksızlık yapılmasına da sessiz ve çaresiz kalamayız. Genel yaklaşım ve anlayışımız tartışmasız olarak geçerli olmakla birlikte, her somut durumda bu duruma göre bir yaklaşım göster-
memiz bir zorunluluktur. Eleştirilmekten dolayı kimseye baskı ve kaba yöntemler kullanamayız. Hatta hakarete maruz kaldığımız durumda da kaba yöntemlere tenezzül etmeyiz. Ancak saldırı sistemleşir, dostluk sınırlarını aşar sistemli bir teşhir olarak yürürse ve bizleri hiçleştirmeye varırsa, siyasi kimliğimiz ağır saldırılara maruz kalırsa, bunlar karşısında yapıcı metotlar etkisiz kalırsa, bu durumda saldırılara teslim olacağımız ve savunmasız kalacağımız düşünülemez. Maoist demokrasi anlayışı savunmasız ve çaresiz değildir. Bunlar şu anlama gelmemelidir; bizler dost güçler arasındaki sorunlarda metot olarak kaba zor yöntemlerini benimsiyoruz ve uygularız… Hayır, asla bu anlayışa sahip değiliz. Israrla dostlar arasındaki sorunların eleştiri-özeleştiri ve ikna eğitim metoduyla ele alınıp giderilmesini benimsiyoruz. Bu ilkesel tavrımız ve duruşumuzdur. Yukarıdaki sözlerimiz bunun dışında başka bir gerçeği anlatmaktadır. Düşman değil dost kapsamındadır diye, bu dost saflarda bulunan kimselerin bizlere karşı kullandığı yöntemlerin, saldırıların niteliğine uygun bir tavır almamızın zorunluluğundan bahsetmekteyiz. Örneğin; dost sınıflardan olan birinin bize karşı silah kullanması durumunda ne yapacağız? Dostumuzdur bırakalım bize ateş etsin diyemeyeceğimize göre, meşru savunmamızı yaparız. Bir sorun veya tartışmada bizlere zor kullanan bu kimseye karşı ne yapabiliriz? Elbette kendimizi korur ve savunuruz! Saldıran ve bahsi geçen yöntemleri ilk kullanan ve tercih eden biz olamayız. Ancak bizlere karşı kullanıldığında da aynı yöntemle yanıt veririz. Bu bir zorunluluk ve meşru savunma halidir. Aynı biçimde bizleri düşman diye teşhir eden ve belli bir çalışmasını bizleri kitleler içinde teşhir etmeye kullanan, bunda ısrar eden ve bundan vazgeçmeyen bir kimseye tüm eleştiri ve uyarılardan sonra ne yapabiliriz. Elbette ki onu durduracak nitelikte bir tavır geliştiririz. Yani bizlere-siyasi kimliğimize vb ağır biçimde saldıranlara saldırma özgürlüğü ama kendimize de anlamsız bir yasak-disiplin uygulayamayız. Kendisine sınırsız özgürlük tanıyarak
her türlü ağır saldırıda bulunan, eleştiri ve uyarılara rağmen tavrında ısrar edenlere karşı bizlerin de (meşru müdafaa anlamında) ‘’saldırma’’ özgürlüğümüz vardır, olmalıdır. Bu hakkı kendisine tanıyıp Maoistlere tanımayanlar pervasızca saldırmaktan geri durmamaktadırlar. Ama bilmelidirler ki, demokrasi anlayışımız ‘’bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler’’ biçiminde sınırsız burjuva özgürlüğü muhtevasında değildir. Yeniden ve yeniden dikkat çekelim ki, bütün bu söylediklerimiz kaba kuvvet yöntemlerini genel bir yöntem olarak kullanacağımız anlamına kesinlikle gelmez. En ağır saldırı durumunda bile eleştiri-ikna yöntemini benimseriz. Ne var ki, bu yöntem ve anlayışımız ihmal edilerek ısrarla saldırılar sürdürüldüğünde ve saldırıları durdurmak bir zorunluluk haline geldiğinde en son zorunlu-tercih olarak karşımızdaki saldırıya uygun meşru müdafaada bulunuruz. Kaba zor metotlarını dostluk kapsamında değerlendirdiğimiz alanlarda siyaset haline getirmek, uygulamak kesinlikle ilkelerimize aykırıdır, kabul edilemez. Demokrasi anlayışımız dışında sergilenecek her tavır parti ilke ve disiplini karşısında suçtur, partiye zarardır. Demokrasi kültürümüz geriletilme yerine, daha da geliştirilip ilerletilmek durumundadır. Halkın ve devrimin buna ihtiyacı vardır, demokrasi kültürümüzü yozlaştıran yaklaşımlara değil! Dün de bugün de dostlar arası sorunlarda ve dost güçlere karşı kaba zor yöntemleri ve şiddet metoduna başvurmak yasaktır. Bütün mesele maruz kaldığımız saldırının hangi kapsamda olduğudur. Dost sınıflarda olduğu halde somut tavırda düşmanca yaklaşım ve saldırılar sergileniyorsa ve bunlarda ısrarlı eleştiri ve uyarılarımıza rağmen hala ısrar ediliyorsa, sadece o somut tavırda bizlerin yaklaşım ve yöntemi de somuta göre biçimlenme zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Meşru müdafaa ötesinde hiçbir kaba yönteme başvurmayı benimseyemeyiz.
14
güncel haber
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
Ermeni Soykırımı ve Erdoğan
Erdoğan ‘’tarih geçmişimiz kadar geleceğimizdir’’ diyerek daha öncekileri de dahil Selçuklu’dan Osmanlı ve TC’ye ve bugünlere kadar gerici tekçi devletlerinin ve ecdatlarının kanlı ve kirli tarihleri bugünde geleceğinin kanlı ve kirli tarihleriyle örülerek devam ettiriyor Tekçi faşist Türk egemenleri, değişik ezilen uluslar, azınlıklar ve inançlara yönelik tarih çarpıtıcılığı yanında, kitlelerle de sürekli alay etme yönelimi içerisinde olmuştur. ‘’Güneş Dil Teorisi’’ nden tutalımda ‘’Kart Kurt’’a ve onlarca yaşanan ve son derece somut- nesnel tarihsel gerçekliklerin çarpıtılmasına yönelik teorik pratik stratejik operasyonlarıyla ezilenlerin nasıl da hegemonya altında tutulduğu aşikardır. Hala bu şekilde bir tarih çarpıtıcılığı daha başka nasıl açıklanabilir ki? Özel mülkiyet dünyasının günümüzde baş temsilcisi emperyalist kapitalizmin ve burjuva devlet sistemlerinin sınıfsal karakterli gereği halk kitlelerini aldatarak sömürü çarkını idame etme yönelimi görülmek durumundadır. Bu temelde burjuva egemenlik mekanizması ve sisteminin geçmiş kirli tarihsel tecrübelerini de arkasına alarak bugünde algı operasyonlarıyla özel savaş yöntemlerini son derece ustaca kullandıklarını ve algı yönetimleriyle manipülasyonlar ve tekelci çizgi ve anlayışlarını pratikleştirdiklerini bizzat halk kitlelerine güçlü bir şekilde nüfuz ederek göstermektedir. Erdoğan önderliğinde devletin ve AKP hükümeti- iktidarının özellikle ‘’faiz lobisi, paralel devlet, dış mihraklar, vatan haini, Amerika’yı Müslümanlar Kolomb’dan bir
kaç yüzyıl önce keşfetti, gelin belgelerinizi ortaya koyun, bizi sevmiyorlar, kıskanıyorlar, güçlenmemizi istemiyorlar’’ vb argümanlar eşliğindeki algı denetimi ve manipülasyonlar hiç kuşkusuz ki bir avuç azınlık diktatörlük sisteminin çoğunluktaki on milyonları daha fazla sömürmenin manivelaları olarak kullanılma amacından başka hiç bir değeri olmayan bir yan taşımaktadır. Konu özgülünde bir kaç ay önce ‘’afedersiniz beni Ermeni yaptılar’’ diyerek gerçek niteliğini dolaysız bir şekilde ifade etmişti. Bu yıl itibariyle yani 1915’den bugüne 100. yılında tarihin en büyük kırımlarından biri olan Ermeni Soykırımına rağmen tekçi faşist Erdoğan’ın kısa bir süre önce 100. Yılında Dünya Savaşı’nın Belgeleri adlı açılış etkinliğinde ‘’Biz 2015 yılını, şanlı mücadelelerimizin, zaferlerimizin 100. yıl dönümü olarak kutlarken, birileri de bu yılı, Türkiye karşıtlığının, düşmanlığının bayrağı haline dönüştürmek istiyor. Ermeni diasporası dünyanın her yerinde soykırım iddialarına dayalı kampanyalarla Türkiye düşmanlığını geniş toplum kesimlerine aşılamaya çalışıyor. Dikkatinizi çekiyorum, bu kampanyaların amacı tarihin bir döneminde Ermenilerin yaşadığı acıları canlı tutmaktan ziyade doğrudan ülkemize ve milletimize düşmanlık yapmaktır. Tarihin her döneminde olduğu gibi bu büyük savaş yıllarında da yaşanmış acılar, trajediler olabilir. Bundan sadece Ermeniler etkilenmiş değildir. Balkanlar'da, Kafkasya'da tarihin en büyük Müslüman katliamları bu dönemde yaşanmıştır. Anadolu’da Ermeniler’in gördüğü kadar Ermeniler’den zarar gören yüzbinlerce insan vardır. Bu mesele uluslararası politikaya alet edilecek bir mesele değildir.’’ içerikli konuşmasıyla tarihi inkarcılığındaki ısrarını sürdürdüğünü göstermiştir.
Tarih çarpıtıcılığı ve Erdoğan Kuşkusuz ki tarihin her döneminde olduğu gibi 1. dünya savaşı yıllarında da önemli acılar ve trajediler yaşanmıştır. Ama tekçi faşist Erdoğan, bütün diğer acı ve trajidilerle Ermeni Soykırımını bir tutarak soykırımı red(inkar) çizgisindeki kararlılığını göstererek de tarih çarpıtıcılığı ve ikiyüzlülüğünde de aynı ısrarı sürdürdüğünü vurgulamak isteriz. Ve yine aynı Erdoğan gerçekten o dönemde yaşayan ölü durumuna gelmiş Osmanlı devletinin emperyalistlerin kuklası haline gelme gerçekliği ve bunun üzerinden de Osmanlı Çanakkale’de kuklaydı nitelemesinde doğru olarak bulunan Demirtaş’a da ‘’şuurunu kaybetmiş’’ diyerek karşılık verdiği hatta hakarete vardırdığını belirtelim. Tarih çarpıtıcılığına devam ederek 1. dünya savaşı koşullarında mecalsiz ve adeta emperyalist efendileri arasında bir oyuncak haline gelen Osmanlı devletinin yedi düvele karşı savaştığı palavrasını atarak sadece kendi duygularını okşamaktan başka bir işe yaramayan yönelimini sürdürmektedir. Pervasızlığın tarih çarpıtıcılığında demek ki önemli bir yeri de varmış. Nitekim Erdoğan kendileri Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, Kuzey Afrika’ya başkaları gibi bakmadıklarını ve bir kardeş, dost nazarında baktıkları palavrasını da hemen ortaya atmaktan geri durmamıştır. Ermeni Soykırımı’na ilişkin daha önceki yazılarımızda çeşitli vurgular yapmıştık ve özellikle emperyalist hegemonya eksenli yaklaşımlar ile soykırımı bizzat ekonomik politik çıkarlara göre kah gündemleştirdikleri kah sertleştirdikleri kah yumuşattıklarını belirterek evirip çevirerek sömürü çarkının dişlileri kapsamında ele alarak servis ettiklerini belirtmiştik. 100. yılında da aynı şekilde Ermeni Soykırımı’na yönelik yaklaşımlar
içerisinde olduklarını özellikle ifade edelim. Erdoğan’ın Ermeni diasporasına yönelik eleştiri ve tarihi gerçekten tersten okuyarak asıl amacı olan tarih çarpıtıcılığındaki dalaşı da bu düzlemde yürümektedir. Dolayısıyla emperyalist kapitalist çıkarlar uğruna böylesi bir kara tarihe yaklaşımın ilerici, devrimci ve komünistler açısından asla kabul edilemez bir durum olduğunun da altını çizmek isteriz. Şimdi kalkıp ne ABD ne AB ve ne de Şangay Beşlisi olarak uluslararası emperyalist blok güçler ve ne de emperyalizmin stratejik uşağı tekçi faşist Türk devleti ile bu şekilde kaşık yarıştıracak değiliz. Ermeni Soykırımı’nın olmadığına yönelik en ufak bir delil gösterebilmek için gerçekten insalıktan çıkmış olmak gerekmektedir. Ve yine Soykırımın o dönemin münferit olayı, üzüntü veren fakat genel yada özel olmayan istenilmeyen tali acı bir olayı gibi yaklaşımlarla geçiştirme yönelimi de en az Soykırım suçu kadar suç niteliğindedir. Çünkü özellikle Ermeni Soykırımı’na ilişkin yüzlerce somut- nesnel- maddi kanıtlar orta yerde dururken hala buna soykırım değil demek için bağırtıları beyhude çabalarının da asla kabul edilemez olduğunu vurgulayalım. Evet Erdoğan ‘’tarih geçmişimiz kadar geleceğimizdir’’ diyerek daha öncekileri de dahil Selçuklu’dan Osmanlı ve TC’ye ve bugünlere kadar gerici tekçi devletlerinin ve ecdatlarının kanlı ve kirli tarihleri bugünde geleceğinin kanlı ve kirli tarihleriyle örülerek devam ettiğini söyleyelim. Yoksa AKP hükümeti- iktidarı öncülüğündeki tekçi faşist devletin Gezi- Haziran ayaklanması ve direnişine, 6-8 Ekim Serhildanı’na, Kobane direnişi ve savaşına, Roboski katliamına yönelik bir fiil kanlı karşı- devrimci çizgi ve pratik politikaları nasıl açıklanabilirdi ki?
emek haber
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
ATİK’e yönelik polis baskınları Avrupa’nın 3 ülkesinde ATİK üye ve yöneticilerine yönelik polis baskınları gerçekleşti. Baskınlarda gözaltına alınan 9 ATİK aktivisti de tutuklandı Almanya ve İsviçre’de Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK) yönetici ve üyelerine yönelik polis baskınları gerçekleşti. 15 Nisan’da yapılan baskınlarda 8 ATİK üyesi gözaltına alındı. Almanya’da gözaltına alınan 7 ATİK üyesi, 2003 yılında yasalaşan “129a” ve “129b” yasalarından gözaltına alındı. Bu yasalara göre dünyanın herhangi bir yerinde ‘terör suçu’ işleyenler tutuklanabiliyor. Gözaltına alınan 8 ATİK üyesi çıkarıldıkları mahkemece tutuklandılar. ATİK yaşananlar üzerine bir açıklama yaptı. Yapılan açıklama da, “Tarihimiz, üyelerimize/ çalışmalarımıza dönük benzer saldırılarla dolu olması bunun ispatıdır. Bu son saldırı da vermiş olduğumuz ‘rahatsızlığın’ bir sonucu olduğundan eminiz. Peki, ATİK kimleri rahatsız etti? Bu sorunun cevabını bulmak için son dönem yürütmekte olduğumuz faaliyetlerimizi hatırlamak yeterli olacaktır. Kobanê Direnişiyle dayanışma, Irkçı Pegida karşıtı eylemler, HDP Seçim çalışmaları ve Ermeni Soykırımının 100.yılı gibi merkezi kampanya ve çalışmalarımızın ana hattı oluşturduğu süreç, gerek Almanya gerekse İsviçre gibi Irkçılığın devlet politikası olduğu Kapitalistleri rahatsız ettiği aşikardır. Öyle ki bir yandan ırkçı Pegida Örgütü için kınama açıklamaları yapan Alman Siyaseti diğer yandan daha geçen hafta Frankfurt’ta yapılan Pegida karşıtı eylemde olduğu gibi aktivistlerimiz özel hedef seçerek polislerine ağır bir şekilde dövdürtebiliyor. Avrupalı kapitalistlerin bu ikiyüzlü politikaları, demokrasiden yana olan biz ve dost demokrat kurumların yakinen bildikleri bir gerçektir. Bu anlamıyla ATİK’e dönük gerçekleşen bu operasyon her ne kadar ‘özel’ görünse de aslında Avrupa’da yükselen muhalefete destek sunan tüm dost kurum ve örgütlenmeleri hedefleyen ikiyüzlü genel bir politikadır” dendi. Yapılan tutuklamaların ardından Fransa’nın Reins şehrinde 1 ATİK üyesi daha gözaltına alındı. Gözaltına alınan ATİK üyesinin de tutuklanmasıyla toplamda 9 kişi tutuklanmış oldu.
Avrupa ATİK ile dayanışma eylemleri ATİK’e yapılan polis baskınlarının ve tutuklamaların ardından Avrupa’nın pek çok şehrinde dayanışma ve protesto eylemleri düzenlendi. Yapılan eylemlere pek çok devrimci, demokrat, anarşist kurumda destek verdi. Stuttgart, Frankfurt, Paris, Hannover, Bern, Basel, Berlin, Mannheim ve Londra’da yapılan eylemlerde ATİK’e yönelik yapılan saldırılar kınanırken, dayanışma ve mücadele vurgusu yapıldı.
15
Adore’de zafer, Pertek’te direniş, Torunlar’da yüzsüzlük!
39 gündür direnişte olan Adore işçileri direnişi zaferle sonuçlandırdı ve tüm haklarını kazandı. Pertek Belediyesi’nde işten atılan işçiler ise direnişe başladılar. Torunlar GYO’da patronlar işçi katliamını teşhir eden işçiye tazminat davası açtı Türkiye / Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında patronların işçiler, emekçiler üzerinde ki baskısı giderek artıyor. Patronlar daha çok kar etmek istiyor, sermayenin temsilcisi AKP ise sermayedarlar için gerekli yasaları çıkarıyor. İşçiler, emekçiler ise açlık sınırının altında ki asgari ücretle, işçi katliamları ile, her gün işten atılma korkusu ile yaşamak zorunda bırakılıyor.
Adore işçileri kazandı! DİSK’e bağlı Limiter-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan işçiler, 39 günlük direnişin ardından tüm haklarını kazandılar. Direniş çadırında 15 günlük süresiz, dönüşümsüz açlık grevi sürerken, işçilere 16 maaş tutarında sendikal tazminat, ihbar ve kıdem tazminatları, yol ve mesai ücretleri ile direnişte geçen günlerin karşılığında ücret ödenmesini içeren taleplerinin işverence kabul edildiği Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı tarafından açıklandı.
Torunlar GYO’dan işçiye ‘itibar’ davası 10 işçinin katledilmesinden sorumlu
olan Torunlar GYO, işçilerin katliamı ile ilgili basına konuşan bir işçiye 18 bin liralık tazminat davası açtı. Katliamın hesabını veremeyen patronlar birde kendilerini teşhir eden işçilere saldırıyor. 10 işçinin yaşamını yitirdiği asansör katliamından sorumlu olan Torunlar GYO şirkette animak oparötörü olarak çalışan Ercan Kılaguz isimli işçi hakkında şirketin itibarını zedelediği iddiasıyla 18 bin liralık tazminat davası açtı. Ölen arkadaşlarının parçalanmış cesetlerinin küreklerle çuvala doldurulduğuna şahit olduğu için psikolojik tedavi gören Kılaguz ise konuyla ilgili yaptığı açıklamada “10 arkadaşımızın canını aldılar. Bize de kısaca ‘konuşmayın, olayın üstünü kapatalım’ dediler. İnsan canı bu kadar ucuz değil. Korkmadık, hala da korkmuyoruz. ‘Yavuz hırsız ev sahibini bastırır’ diye bir deyim vardır. Bunlarınki de o hesap. Biz şir-
kete tazminat davası açtık. Bu onun bedelidir. Hiç utanmaları da kalmamış! Şirketten kıdem, ihbar ve fazla mesai ücreti olarak 18 bin TL para ödediler. Bu parayı geri istiyorlar.” dedi.
Pertek’te işçiler direnişe başladı Dersim’in Pertek İlçesinde AKP’li belediye 57 işçiyi işten çıkardı. Belediye işten çıkarmanın gerekçesini ise ‘bütçe yetersizliği’ ve ‘performans düşüklüğü’ olarak açıklıyor. Ancak işçilerin işten çıkarılmasının ardından farklı bir taşeron firmayla anlaşıldı ve 32 kişinin işe alınması için ihale yapıldı. AKP Pertek Belediyesini geçtiğimiz seçimde kazanmıştı. İşçiler, AKP’li Belediye Başkanı Recai Vural’ın seçimi kazandıktan sonra kimseyi işten çıkarmayacağını söylediğini hatırlattı. İşten çıkarılan Disk Genelİş üyesi işçiler direniş masası açarak belediye önünde direnişe geçtiler.
16 Emperyalizmin suçlarını güncel haber
Doğayı ve insanı, ezilen ve sömürülen kitleleri kıyım ve kırımdan geçirmenin bir aracı olarak geliştirilen bu stratejik tehlikenin yaratıcıları büyük bir yanılsama yaratarak kendilerini doğasever ve insancıl, bir o kadar da iyiliksever ve halkların çıkarlarını düşündükleri yönlü tam bir yalan anaforuyla kitleler aldatılmaktadır 21. yüz yılının ilk çeyreği içerisinde olduğumuz bir konjonktürde çok kutuplu emperyalist dünya sistemi hakimiyetin de yaşamaktayız. Hatırlanırsa daha önceki süreçlerdeki emperyalist kapitalizmin iki kutuplu dünya koşullarında da genel karakterleri itibariyle rekabet durumu söz konusuydu. Ve orada da genel olarak dünyaya hakim olma babında rekabet bölgesel ve dünya savaşları düzleminde sürmüştü. Bu kapsam içerisinde her bir emperyalist devletin diğer bir çok alanda olduğu gibi kimyasal ve nükleer silah sanayisini de geliştirerek bugünlere kadar geldiğini vurgulayalım. Hiroşima ve Nagazaki’ye ABD emperyalizminin attığı atom bombası saldırısı başta olmak üzere, Rusya’da ve yakın süreçte Japonya’da gerçekleşen nükleer kazalar olarak Çernobil ve Fukişama’daki gelişmelerin, doğa başta olmak üzere insan ve toplumlara yönelik stratejik etkisi tartışma götürmeyecek de-
recede temel bir sorun olarak varlığını korumaktadır. Yine yakın tarih de Saddam’ın Halepçe vd belli başlı Kürt bölgelerindeki bizzat emperyalist efendilerinin tedarikleri sonucu kimyasal gazlarla katledilen Kürt ulusal gerçekliği tazeliğini hala korumaktadır. Dolayısıyla tamamen emperyalist kapitalist hegemonyanın bir sonucu olarak ortaya çıkan ve geliştirilen nükleer silahlar ve bu yönlü çalışmalar karşısında asla küresel emperyalist hegemonya ve onların çeşitli bölge ve yerellerdeki işbirlikçi rejimleri ve taşeron örgütleri bir çare olamayacakları gibi tam aksine sorunun doğrudan- bizatihi kaynağıdırlar. Fakat gelin görün ki doğayı ve insanı, ezilen ve sömürülen kitleleri kıyım ve kırımdan geçirmenin bir aracı olarak geliştirilen bu stratejik tehlikenin yaratıcıları büyük bir yanılsama yaratarak kendilerini doğasever ve insancıl, bir o kadar da iyiliksever ve halkların çıkarlarını düşündükleri yönlü tam bir yalan anaforuyla kitleler aldatılmaktadır. Bu yalan ve demogojik yaklaşımları ve birbirlerine üstünlük kurma yönelimlerini de bu çerçevede anlamak durumundayız. Şimdiki durumda uluslararası emperyalist kutuplar- blok güçler arası rekabet çelişkisinde dünya genelindeki her alanda hegemonik yönelimleri de yoğun olarak sürmektedir. Bunun bir parçasını da nükleer çalışmalar oluşturmaktadır. İran her ne kadar nükleer çalışmalarının barışçıl ve tehlikesiz olduğunu ileri sürsede ortada olan biten bütün gelişmeler çok kutuplu uluslararası emperyalist blok güç-
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
ler arası hakimiyet savaşının bir parçası olarak gelişmektedir. Bunun için çok kutuplu emperyalist blok güçler doğrudan meselelere müdahil olmaktadırlar. Yoksa istisnasız olarak hepsinin ne barış, ne doğa, ne insanlık, ne vicdan, ne halklar hiç biri onlar için esas değildir ve özel mülkiyet çıkarları temelinde tam bir egemenlik kurma ve daha fazla hakimiyet alanını genişletme yönelimleridir. Emperyalist kapitalist devletler arası nükleer rekabet ve karşılıklı tehdit unsuru olarak birbirlerine kullanması daha önceki süreçlere dayanmaktadır. Şimdiki durumda İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi(BMGK)’nin beş daimi üyesi Rusya, ABD, Çin, Fransa, İngiltere ve ek olarak Almanya’nın da dahil olduğu P5+1 şeklindeki emperyalist devletler arası nükleer müzakerelerin tarihsel arka planı ise 12 yıl öncesine dayanmaktadır. Lozan’da 31 Mart 2015 Salı günü bir çerçeve anlaşması için öngördükleri süre dolmasına karşın bir iki günlük süreci sarkıtarak müzakereler sürdürülmüştür. Tarafların özellikle önümüzdeki 1 Temmuz’a kadar yani nihai anlaşma şeklinde tasasvvur ettikleri tarihe kadar yaklaşık üç aylık sürede ele alınacak ortak mutabakat mentinde uzlaşmaya çalışsada bunda çeşitli sorunlar yaşayarak kamuoyuna farklı bilgiler servis ederek sürdürmüşlerdir. ABD emperyalizmi ‘’çerçeve anlaşması’’ yerine mutabakat ifadesini kullanmayı yeğlerken özellikle anlaşmazlık konularının gelecek üç aylık zaman diliminde ele alınmasını uygun görmektedirler.
Görüşmelerde Rusya emperyalizmi ise taraflar arasında ‘’tüm kilit noktalarda’’ anlaşmaya varıldığını ve anlaşmaya karşılıklı imzanın atılmasını beklediklerini, haziran sonuna kadar anlaşmanın teknik detaylarının hazırlanacağını, fakat şeytanın ayrıntıda gizli olduğunu ileri sürerken ABD emperyalizmi ise söz konusu açıklamaları yalanlayarak uzlaşılmayan pek çok noktanın olduğunu medyaya servis ederken aynı paralelde İngiltere emperyalizmi’de görüşmelerde geniş bir anlaşma çerçevesi oluşturulduğunu ancak kimi temel sorunların hala çözüm beklediğini servis etmiştir. Çin emperyalizmi ise bakanlar düzeyinde gerçekleştirilen toplantının faydalı olduğu ve kapsamlı nihai anlaşmaya ulaşılmasında önemli bir adım oluşturulduğunu belirtmiştir. Ayrıntılı görüşülen konulardan biri de İran’ın sivil amaçlar doğrultusunda nükleer faaliyetlerde bulunabilmesinin öngörülmesidir. İran nükleer çalışmalarının barışçıl olduğu yönlü beyanatta bulunsa da özellikle ABD ve AB emperyalist blok güçler ise bunun savaş ve silah şeklinde tehdit olarak kullanmasının söz konusu olduğunu iddia etmektedirler. Bilindiği gibi nükleer bomba için gerekli iki kimyasal hammaddeden biri plütonyum iken diğeri ise yüksek zenginleştirilmiş uranyumdur. Bu söz konusu emperyalist blok güçler İran’ın elindeki uranyum zenginleştirme teknolojisinden kaynaklı nükleer silah yaptığı- yapabileceğinden endişe ederek bütün yoğunluğuyla bunu kontrol edip engellemek istemektedir-
17 örtme görüşmeleri üzerine! 16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
güncel haber
ler. Lozan’da kısa bir süre önce gerçekleştirilen görüşmelerde özellikle üç konuda sorun tıkanma noktasına gelmişti.
İlki İran’a yönelik kısıtlama süresiyle ilgilidir. En az on yıl süresince nükleer çalışmaları kısıtlandıktan sonra İran tüm sınırlamaların ve ambargoların kaldırılmasını talep ederken ABD ve AB emperyalist blok güçler ise buna sıcak bakmamaktadır. İkinci uzlaşmazlık noktası ise İran’a yaptırımların kaldırılmasına yönelik yaklaşımlardır. ABD ve AB emperyalist blok güçler yaptırımların aşamalı olarak kaldırılmasını ve nükleer teknolojiyle ilgili ithalata ilişkin kısıtlamaların yıllarca sürmesini isterken İran ise oldukça kısa sürede bunun kaldırılmasını şart koşmaktadır. Üçüncü anlaşmazlık noktası ise yapılacak anlaşmanın ihlali koşullarıyla ilgili yaklaşımlardır. İran yaptırımların tamamen kaldırılmasını isterken ABD ve AB emperyalist blok güçler ise BM yaptırımlarının askıya alınmasını ve anlaşmaların ihlali durumunda hemen yeniden devreye sokulmasını şart koşmaktadır. Ve Lozan’daki müzakerelerin iki günlük uzamasının ardından İran ile P5+1
ülkelerinin nükleer bayramı dünya kamuoyuna çerçeve anlaşmasına varıldığı ilan edilerek servis edilmiştir. Başını Suudi Arabistan’ın çektiği Sünni Arap devletlerinin bir bölümüyle özellikle İsrail’in bu çerçeve anlaşmasına durmaksızın karşı olduklarını beyan ederken diğer bütün güçlerin
anlaşmadan şimdilik memnun oldukları görülmektedir. İran, uranyum zenginleştirmede kullandığı santrifüjleri 3’te 2 azaltarak elindeki uranyum stokunu 300 KG’a indirmeyi ve plütonyum üreten ağır su reaktörlerini sökmeyi kabul ederken başını çok kutuplu ABD ve AB emperyalist blok güçlerin çektiği güçlerde bu ve buna benzer taahhütler karşısında İran’a yaptırımları kaldırmayı kabul etmiştir. 1 Temmuz’a kadar netleştirilecek nihai anlaşma için çerçeve koşullarında yapılan bu anlaşmanın kuşkusuz ki içerisinden geçtiğimiz objektif ve subjektif dünya koşullarıyla doğrudan alakalı yönleri de söz
konusudur. Yani dememiz odur ki yazımızın ilk bölümlerinde de ifade ettiğimiz gibi çok kutuplu emperyalist blok güçlerin dünya genelinde ve Suriye, Irak, dört parçadaki Kürdistan, Ukrayna, Yemen, Libya vb vd her bir özgüldeki ekonomik temel ve çıkarları üzerinden rekabetleri, bölgesel savaş düzlemindeki durumları ve yaşanan diğer somut gelişmeler kerhen de olsa geçicigöreli anlaşmalar gerçekleştirmeyi uygun gördükleri söylenebilir. Ancak asla unutulmamalıdır ki her şeyde olduğu gibi emperyalistler arası çelişki mutlaktır ve bunun birlik- uzlaşma- anlaşma vs şeklindeki görecelilik durumları ise geçici ve dönemseldir. Bunun çok geçmeden farklı gerekçelerle her an bir savaşa yada geçici anlaşmadan karşılıklı restleşmelere ve daha fazla gerginliklere doğru yol almayacağının hiç bir garantisi yoktur. Zira emperyalist kapitalizm vahşeti sürekli daha fazla kriz, daha fazla yoksulluk, daha fazla sömürü ve daha fazla zulümlerden beslenerek kendini var etmekte ve devamlılığını sağlamaktadır. Nitekim Yemen’de yaşanan son güncel gelişmeler özellikle İran ile ABD arasındaki nükleer görüşmeleri de her iki yönden tetikleyerek dinamikleyecek ve değiştirebilecek pratik durumdur. Zira İran Aden Körfezi’ne iki savaş gemisini gönderirken ve barışçıl bir ‘’çözüm’’ de ısrar ederken ABD emperyalizmi ise İran’a karşı oldukça sert tavır sergilemektedir. Bütün bunlar karşısında devrimci Komünistler çaresiz değillerdir. Söz- yeki ve kararın doğrudan proletarya ve emekçilerin olduğu sosyalist kamu mülkiyeti düzleminde yürüyen, ekolojiye saygılı, cinsiyetçi- ataerkil cinsel kimlikleri ötekileştirici her türlü eşitsizliğe ve gericiliğe karşı, seküler- komünal bir yaşam ve toplum için ezilen ve sömürülen milyarların devrimci sosyalist- komünist alternatifi vardır.
18
analiz haber
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
“Emperyalizm ve proleter devrimler çağı”
Emperyalizmin bir bütün olarak devrimci tasfiyesinin zayıf halkalarından koparılması suretiyle başarılması, doğrudan emperyalizmin eşitsiz gelişme yasası ve bu zeminde oluşan nesnel gerçekliğin zorunlu ürünüdür. Proleter dünya devriminin bu zorunlu ilerleyiş hattı, enternasyonalist proletaryanın önüne konumlandığı coğrafya devrimini somut enternasyonalist görev olarak ortaya koyar Komünist dünya serüveni MarksizmLeninizm-Maoizm bilimi komutasında proleterya enternasyonalizmi ruhunu kuşanan Proleter Dünya Devrimiyle gerçeğe dönüşecektir. Dünya proletaryası ve yoksul halkları ile mazlum uluslarının boynuna geçirilmiş olan kalın boyun bağının parçalanması, dünyayı avuçlayan emperyalist gericiliğin devrim ocaklarında kül edilmesiyle tamamlanacaktır. Dünyanın emperyalist barbarlık, tahakküm ve hegamonik zincirlerden kurtulmasının tarihsel ilerleyişi emperyalist zincirin zayıf halkalarından koparılması biçiminde olacaktır. Bu, proleter dünya devriminin tek tek parçalarında gerçekleştirilerek bir bütün olarak emperyalist gericiliğin kuşatılması ilerleme anlamına gelir. Emperyalizmin bir bütün olarak devrimci tasfiyesinin zayıf halkalarından koparılması suretiyle başarılması, doğrudan emperyalizmin eşitsiz gelişme yasası ve bu zeminde oluşan nesnel gerçekliğin zorunlu ürünüdür. Proleter dünya devriminin bu zorunlu ilerleyiş hattı, enternasyonalist proletaryanın önüne konumlandığı coğrafya devrimini somut enternasyonalist
görev olarak ortaya koyar. Proletaryanın enternasyonalist özelliği onun ayrı ayrı parça devrimlerinde konumlanan kurmaylarının da özelliğini tayin eder-edendir. Dolayısıyla her kurmay ‘‘kendi‘‘ parça devrimini proleter dünya devriminden ve proleter dünya devrimini de ‘‘kendi‘‘ parça devriminden bağımsız olarak telakki etmez. Bu kopmaz diyalektik bağ enternasyonalizmi bağrında taşırken, tek parça devrimlerini enternasyonalist görev olarak proleter dünya devriminin hizmetinde somutlar. Proleter dünya devriminden bağımsız tek proleter devrim söz konusu olamayacağı gibi, tek tek parça devrimlerini reddeden bir proleter dünya devrimi de mevcut dünya şartlarında mümkün olamaz. Bütün bu gerçekler, proleter dünya devrimi cephesinden konumlandığımız somut koşul ve parça devrimlerimizin sorunlarıyla birlikte, emperyalist dünya gericiliği sistemini yorumlayıp tanımlama görevini önümüze koyar. Zira emperyalizmi hedef almayan her hangi bir proleter devrim tasavvur edilemeyeceği gibi, mevcut emperyalist dünya gericiliği şartlarında emperyalizmden muaf bir coğrafya ve dolayısıyla devrim süreci düşünülemez. Emperyalizmin dünya sistemi olmasının mantıki sonucu olan uluslararası niteliğinin yanı sıra, özellikle yeni süreçte derinleşerek gösterdiği gelişmeler ekseninde dünya pazarlarındaki saldırgan ve engelsiz talan yapma imtiyazına ulaşan tahakküm pozisyonu, onun her devrim sürecinin karşısına dikilmesi ve her devrimin bu düşmanı hedef almasını kaçınılmaz kılmıştır. Aynı zeminde her ayrı coğrafyanın siyasi, ekonomik, sosyal(sosyo-ekonomik) yaşam koşulları da günümüzde daha da derinleşmiş olan bu emperyalist barbarlıktan bağımsız olarak biçimlenmemektedir. Bu bağlamda TürkiyeKuzey Kürdistan parça devrimimizi ele
alırken, emperyalist dünya sistemi/emperyalist gericiliğin içindeki gelişmeler hakkında tahlil-tespitlerde bulunmamız zorunluluk düzeyinde tam bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Baş düşmanı ABD emperyalizmidir Emperyalizm, dünya proletaryası, dünya halkları ve mazlum uluslarını talancı, barbar ve saldırgan boyunduruğun esareti altında tutarak onlara kan kusturmakta, toplumsal yaşamla birlikte insan yaşamının kopmaz parçası olan doğayı da haydutça tahrip etmekte, felaketlere sürüklemeye devam etmektedir. Emperyalist saldırganlık ve işgal saldırılarında adeta dünyayı kan gölüne çeviren emperyalist haydutluk, dünya halkları ve mazlum uluslarının düşmanı olarak onların bağımsızlık, özgürlük ve devrim mücadelelerinin hedefi durumundadır. Emperyalizmin işgal ve ilhak saldırganlıkları, savaş kışkırtıcılığı, müdahale, ambargo ve yaptırımları, kısaca bütün siyasi ve askeri nitelikleri ve bu niteliklerine bağlı saldırıları, onun sömürgeci, talancı, tahakkümcü hegamonik karakterinden bağımsız değildir. İçinde bloklara ayrılmış olup çok kutuplu dünya barbarlığını ifade eden emperyalist haydutluğun mevcut durumdaki egemen gücü, çok kutupluluk gerçeğine rağmen ABD emperyalizmi olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla dünya halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı ABD emperyalizmidir. Emperyalist sistem ne toptan çöküş eğilimi yansıtmaktadır, ne de somut anlamda can çekişen, çürüyen bir ölümcüllüğü yansıtmaktadır. Onun stratejik ve teorik olarak böyle olması başka ama reel gerçekte dinamik olması daha başkadır. Emperyalizmin toptan çöküşü, ya da can çekişen hali ancak sınıf mücadeleleri ve sınıf devrimlerinin ürünü olabi-
lir. Emperyalizmin çöküşü ya da can çekişi devrimlerden tecrit biçimde salt nesnel şartların hüneriyle gerçekleşemez. Devrimler gerçekleşip bu görevi ifa edemediği oranda emperyalist sistemin kendi içinde gelişmeler sağlayan dinamikler elde etmesi mümkündür ve somut pratik de bunu doğrulayan niteliktedir. Proleter dünya devriminden bağımsız olarak emperyalist sistemin çökeceğini, can çekişip ‘‘öleceğini‘‘ beklemek bilimsel MLM teoriye aykırıdır. Daha da önemlisi yaşanan somut nesnel gerçekler emperyalist sistemin kendi içinde gelişmeler gösteren ve bu anlamda da dinamik olan bir süreç olduğu alenen izlenmektedir. Günümüz gelişmeleri ve bunların tek tek coğrafyalardaki yansımaları çıplak gözle görülüp algısal yetenekle algılanabilecek açıklıktadır. O halde emperyalist dünya sisteminde belli ve hatta önemli gelişmelerin olduğunu söyleyelim. Emperyalist sistem kapitalizmin gelişmiş-ilerlemiş aşaması ve/veya kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin ürünü olarak gündeme geldi. Kapitalizmin serbest rekabetçi dönemden emperyalist döneme geçmesi kapitalizmin daha da gericileşmesi, saldırganlaşması ve pervasız sömürüsü anlamına geliyordu. Serbest rekabetçi dönemden emperyalist aşamaya geçiş nasıl ki kapitalizmin ilericiliği değil, bilakis daha da gericileşmesi ise, emperyalist dünya sisteminin kendi içinde gelişmeler göstermesi de onun ilericiliği anlamına gelmez. Tersine özü üzerinde daha da gericileşmesi, saldırganlaşması anlamına gelir. Özcesi, emperyalist sistemde önemli gelişmelerin olduğu reel gerçektir ve bu gelişmeleri yazımızın ilerleyen bölümlerinde özet tezler biçiminde sunmaya çalışacağız. Hemen söyleyelim ki, emperyalist dünya sisteminde tespit ettiğimiz ge-
güncel haber
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
lişmeler-değişimler emperyalizmin yeni veya farklı bir nitel evreye ulaştığı kastı taşımaz. Önemli diyebileceğimiz gelişmelere karşın, emperyalizmin yeni bir aşamaya, nitel bir evreye ulaştığı söylenemez. Emperyalist dünya gericiliği bağlamında emperyalist sistem bir dünya sistemi durumundadır. Emperyalizm tespiti, onun dünya ölçeğinde hüküm süren bir sistem olduğunu açıklayan ya da buna dayanan bir tespittir. Bu anlamıyla emperyalizmin küresel bir sistem olduğunu söylemek isabettir ve bunu söylemek yeni bir tespitte bulunmak anlamına da gelmez. Yani emperyalizmin küresel olduğunu söylemek emperyalizmin yeni bir aşamaya-yeni nitel aşamaya ulaştığı iddiasına gerekçe teşkil etmez. Şayet emperyalizmin bir dünya sistemi olduğu, bu anlamda küresel sistem olduğu kabul edilmeyip reddedilmiş olsaydı, emperyalizm tespiti yapılamazdı. Bilindiği gibi, Lenin emperyalizm tahlil-tespitini beş noktada açıklayarak formüle etmektedir. Emperyalizm tespitini gerekçeleyerek gündeme getiren bu beş özellikten özellikle iki tanesi doğrudan emperyalizmin dünya sistemi olduğuna, bu anlamda küresel bir sistem olduğuna açıklık getiren özelliklerdir. Örneğin, emperyalizm tahlili yapılırken sayılan beş özellikten, Emperyalizmin girmediği bir tek toprak parçası, emperyalist tekellerin aralarında paylaşmadıkları tek bir dünya pazarı kalmamıştır ve dünya pazarlarının emperyalist tekeller arasında paylaşımı tamamlanmıştır şeklindeki özellikler, emperyalizmin dünyasal-küresel niteliğini alenen ifade eden belirlemelerdir. Emperyalist sistemin küresel olması gerçeğine karşın, emperyalizmin yeni aşaması olarak ‘‘Küresel emperyalizm‘‘ belirlemesinin kullanılması doğru değildir. Kısacası, emperyalizmin küresel niteliği bir gerçek iken, emperyalizmin yeni nitel gelişme aşaması olarak ‘‘Küresel emperyalizm‘‘ belirlemesinin kullanılması hatalıdır. Emperyalizmi yeni bir nitel aşamaya ulaştığı görüşünü doğru bulmadığımız gibi, Küresel emperyalizm tanımını da doğru bulmayarak kabul etmiyoruz. Yine emperyalist sitemdeki gelişmelere rağmen ve emperyalizmin bu gelişmelere karşın yeni nitel bir evreye ulaşmadığı gerçeğinin de doğrulamasıyla, çağımız, “Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı” olmaya devam ediyor. Emperyalist sistemdeki gelişmeler çağ tespitini değiştirmemektedir.
19
‘Halil Öz’ün katili AKP’nin valisi’ Yalova Valisi Selim Cebiroğlu’nun sakal bıraktığı gerekçesiyle hakaret ettiği matematik öğretmeni Halil Serkan Öz kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Yaşamını yitiren Öz’ün ardından birçok sendika ve siyasi parti ülke genelinde protesto yürüyüşleri düzenledi Yalova Valisi Selim Cebiroğlu’nun sakal bıraktığı gerekçesiyle “Bu saç sakal ne? Sen ne biçim öğretmensin? İnsanlar dışarıda görseler dilenci zannedip para verirler” diyerek hakaret ettiği matematik öğretmeni Halil Serkan Öz kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Kamuda türbanın serbest bırakılmasının ardından Eğitim-Sen’in kılık-kıyafet yönetmeliğinin değişmesi için aldığı eylem kararı nedeniyle okula serbest kıyafetle giden matematik öğretmeni Halil Serkan Öz’e Yalova Fen Lisesi’ni ziyaret eden Vali Cebiroğlu, (27 Mart) hakaret ederek sınıftan kovmuştu. Vali, öğrencilerin önünde Öğretmen Öz’e “Bu saç sakal ne? Sen ne biçim öğretmensin? İnsanlar dışarıda görseler dilenci zannedip para verirler” demiş ardından da okul idarecilerine, “Siz eşekbaşı mısınız burada?” diye bağırmıştı. Okuldaki tüm öğretmenleri öğretmenler odasında toplayarak kılık kıyafet yönetmeliğini anlatan Vali, Eğitim-Sen üyesi bir öğretmenin “Yönetmeliği biliyoruz, bunun değişmesi için zaten eylemdeyiz” demesi üzerine “Yönetmeliği bilerek eylem yapıyorsanız anarşistsiniz” demişti.
Saygı yürüyüşünde kalp krizi geçirdi Yalova Valisi Selim Cebiroğlu’nun azarlayarak sınıftan kovduğu öğretmen Serkan Öz için 3 Nisan günü “Saygı Yürüyüşü” adı altında yürüyüş düzenlendi. Gazipaşa Caddesi’nde toplanan, Eğitim-Sen, Türk Eğitim Sen, Aktif Eğitim Sen ile Eğitim-İş Sendikalarının Yalova Şubesi üyeleri, “Öğretmene Saygı Yürüyüşü” eylemi yaptılar. “Sendikal hakkımız engellenemez”, “Tek tip öğretmen olmayacağız” sloganları atarak yürüyen kitle Uğur Mumcu Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yaptı. Eylem sırasında rahatsızlanan Halil Serkan Öz, he-
men hastaneye kaldırıldı. Kalp krizi geçirdiği anlaşılan Öz, ambulansla Bursa’ya sevk edildi. Yolculuk sırasında ambulansta iki kez duran kalbi çalıştırıldığı belirtilen Öz, hastaneye yetiştirilemeyerek yaşamını yitirdi.
Anarşist oğlum öldü Öğretmen Serkan Öz’ün babası Kemal Öz, “Ne diyeyim. Oğluma doyamadım. Siz söyleyin Yalova Valisi’ne oğlum öldü. Rahat olsun artık. Anarşist oğlum öldü, rahat etsin. Öğretmenden anarşist olur mu rahat etsin. Bu dünya ona da kalmaz. Aynen böyle söyleyin O’na. İçim yanıyor” dedi. Serkan Öz, 4 Nisan günü Merkez Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından, Yalova Şehir Mezarlığı’nda toprağa verildi.
‘Öğretmen katili vali istifa’ Öğretmen Öz’ün yaşamını yitirmesinin ardından birçok sendika ve siyasi parti ülke genelinde yürüyüşler düzenleyerek vali Selim Cebiroğlu’nu protesto etti. Muş’ta Belediye İş Hanı önünde bir araya gelen eğitim emekçileri bir basın açıklaması gerçekleştirdi. '' Kefen uygun mu yönetmeliğe ?'' yazılı pankartın taşındığı basın açıklamasında iktidarın, kendisinden olmayan herkesi baskı yoluyla sindirmeye çalıştığı vurgusu yapılırken, Halil Öz' ün vefatından sonra valinin yaptığı '' değerli bir öğretmenimizi kaybettik'' açıklaması ise riyakârlığın daniskasıdır nitelemesi yapıldı. ''Velev ki anarşistiz”, “Kravatlı köleler olmayacağız”, “Sendikal haklar engellenemez”, “Öğretmen katili vali istifa'' dövizleri taşınırken, sık sık “Halil Öz' ün katili AKP'nin valisi”, “Halil Öz ölmedi kavgamızda yaşıyor”, “AKP'nin memuru olmayacağız'' sloganları atıldı. YDSB'li emekçilerin de örgütleyicisi olduğu eyleme HDP, DBP, SES, BES, Tüm Bel-Sen ve Pir Sultan yöneticileri de destek verdi.
Mersin’de Öz için eylem Mersin’de Eğitim-Sen’in çağrısıyla öğretmen Öz için bir basın açıklaması gerçekleştirildi. DHF faaliyetçi ve taraftarlarının da katıldığı eylemde kitle adına basın açıklamasını Eğitim-Sen Başkanı Sinan Muşlu okudu. Okunan açıklamada “Üyemiz Halil Serkan Öz`ün yaptığı tek şey, sendikamızın tek tip kıyafet uygulamasını protesto etmek amacıyla 7 Ekim 2013 günü “özgür kılık kıyafetlerle işyerlerine gidilmesi” eylem kararına uymak olmuştur! Bu da tüm eğitim ve bilim emekçilerinin en temel sendikal hakkıdır! Eğitim emekçilerini her fırsatta itibarsızlaştıran, hakkını arıyor diye sokak ortasında polise dövdüren, çocukların ve gençlerin ufkunu açıyor diyerek bizleri cezalandıran AKP ise bu cinayetin diğer sorumlusudur! Çünkü Vali Cebiroğlu, kendisine mutlak itaat edilmesini arzulayan ve muhalif her sesin susturulmasını “destan yazmak” olarak niteleyen bir hükümetin kendisine verdiği “cebir” görevini, insanlık onurunu ayaklar altına alarak yerine getirmiştir” denildi. “Hiç kimsenin ve Vali`nin kuşkusu olmasın ki, üyemizin yaşamını yitirmesine sebep olanların peşini asla bırakmayacak, tüm eğitim ve bilim emekçileri ile birlikte hepimizi acıya boğan bu olayın sorumluları hesap verene kadar örgütlü gücümüz ve kararlılığımızla mücadelemizi yükselteceğiz” vurgusunun yapıldığı açıklamanın ardından yapılan 5 dakikalık oturma eyleminden sonra eylem sonlandırıldı. Yalova Valisi Selim Cebiroğlu ise yazılı bir açıklama yaparak Öz’ün hayatını kaybetmesinden sendikaları sorumlu tuttu. Aymazlıkta sınır tanımayan Cebiroğlu “Merhum öğretmenimizin protesto yürüyüşüne gönüllü olarak katılmak istemediğini, bu eylem öncesinde çok zorlandığını ve yıpratıldığını biliyoruz” dedi.
20
kültür sanat
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
‘Ovacık ve Mazgirt’te yaşanılır bir dünyanın kapısını aralıyoruz’ Demokratik Haklar Federasyonu Ankara ve Bursa’da DHF’li Mazgirt ve Ovacık Belediyeleri ile dayanışma etkinliği düzenlendi. Ankara’da etkinlik öncesi stant çalışması yürüten DHF’lilere saldıran faşistler bir DHF’liyi yaraladı DHF Ankara ve Bursa örgütlülüğü DHF’li Ovacık ve Mazgirt Belediyeleriyle dayanışma etkinliği düzenledi. 25 Mart’ta Ankara Yüksel Caddesi’nde etkinliğin stant çalışmasını yapan Ankara DHF örgütlülüğü üyeleri sivil faşistlerin saldırısına uğradı. Sivil faşistlere karşılık verilmesi sonucu DHF üyesi Hıdır Yangın bıçakla yaralandı. Hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınan Yangın’ın tedavisi yapılmadan zorla ifadesini almaya çalışılması üzerine Hıdır Yangın ifade vermeyi reddetmiş tedavisi yapılmadan yaralı bir halde hastanede uzun süre bekletilmiştir. Öte yandan Konur Sokak’ta yeni bir saldırı ihtimaline karşı devrimci demokratik kurumlar stant başında bekleyerek dayanışma örneği sergilemişlerdir. DHF aynı günün akşamı devrimci demokratik ve yurtsever kurumların katılımı ile Yüksel Caddesi’nde yaşanan faşist saldırıyla ilgili bir basın açıklaması gerçekleştirerek saldırıyı protesto etti. Yapılan basın açıklamasında son iki haftada üniversiteler başta olmak üzere devrimcilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere polis ve polis destekli sivil faşistlerin saldırdığı belirtildi. Açıklama, yapılan bu saldırıların demokratik ve meşru mücadeleyi engelleyemeyeceği vurgulanarak sonlandırıldı. İstanbul’da ise DHF yapılan saldırıyı akşam saatlerinde Sarıgazi’de yapılan bir yürüyüşle protesto etti. Yapılan tüm saldırılara rağmen DHF Ankara örgütlülüğü Mazgirt ve Ovacık Belediyeleri için düzenlediği dayanışma etkinliğini 28 Mart’ta İnşaat Mühendisleri Odası’nda gerçekleştirdi. Etkinliğe Mazgirt ve Ovacık Belediye başkanlarının yanı sıra Hozat Belediye başkanı ve Dersim eski milletvekili Şeraffettin Halis’te katıldı. Birçok sanatçının katılımıyla gerçekleşen etkinlikte konuşmacı olarak söz alan araştırmacı-yazar Temel Demirer Ovacık ve Mazgirt’in kendi evi olduğunu belirtti. Bu belediyelerle omuz omuza olmanın yeni bir geleceğin inşa edilmesi demek olduğunu ifade eden Demirer diğer tüm belediyelerde olan rüşvet ve yolsuzluğun bu belediyelerde olmadığını belirtti. Demirer konuşmasını Mao Zedung’un “üç şeyden öğreniriz birincisi düşmanlarımızdan, ikincisi yenilgilerimizden, üçüncüsü kitlelerden” ifadeleri ile sonlandırırken Kaypakkaya’dan Maz-
girt ve Ovacık’a uzanan serüvenin yenilgilerinden öğrenerek bu aşamaya gelindiğini belirtti.
Toprağına geri dön! Etkinlikte bir konuşma yapan Mazgirt Belediye başkanı Tekin Türker “çözüm” sürecinde Dersim’in birçok köyüne kalekollar yapıldığını, baraj ve HES’lerin devam ettiğini belirti. Türker bu saldırılara karşı herkesi birlik olmaya çağırırken Dersimlilerin kendi topraklarına geri dönmelerini istedi. Konuşmasın devamında Türker, Dersim coğrafyasının halka ihtiyacı olduğunu ve ilerleyen zamanlarda ise halkın Dersim coğrafyasına ihtiyacı olacağını ifade ederken Dersim’e sahip çıkılmasını istedi. İç Güvenlik Paketinin meclisten geçtiğine de değinen Türker saldırıların her geçen gün artacağını söyledi. Belediyecilik anlayışlarında şeffaflık olduğunu belirten Türker bu şeffaflığın yapılan harcamaların ve giderlerin herkesin göreceği şekilde duvara asılması olduğunu ancak bunu bütün belediyelerin yaptığını söyledi. Kendi şeffaflıklarının ise bunun ötesinde halkla birlikte üreten ve yaratan bir pozisyona geçilmesi olduğunu ifade eden Türker kapılarının bütün devrimci, demokrat ve yurtseverlere açık olduğunu belirtti. Türker tüm halkı sosyalist yerel yönetim anlayışını benimseyen belediyelere sahip çıkmaya çağırdı.
Dersim’den yaşanılır bir dünyanın kapılarını aralıyoruz! Ardından söz alan Ovacık Belediye başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu dünya emekçilerinin gelecek düşlerini zenginleştiren Ovacık ve Mazgirt’te daha yaşanılır bir dünya kurmanın kapılarını aralayacak çalışmalar ürettiklerini belirtti. Devrimci ve sosyalist çabada ısrarlı olduklarını belirten Maçoğlu emperyalistlerin Ortadoğu’da yoksul halkları birbirine kırdırdığı, düşman ettiğini ve Dersim’in bu halkların güzel yarınları için haykırışı olduğunu söyledi. Etkinlikte DHF adına yapılan konuşmada DHF üye ve taraftarlarına dönük saldırılara değinildi. DHF temsilcisi konuşmasında bu saldırılara daha çok militan mücadele ile karşılık verileceğini ve sokağa çıkılacağını belirterek demokratik haklar mücadelesinden vazgeçmeyeceklerini ifade etti. Etkinliğin müzikal programında YÇKM
bünyesinde çalışmalarını yürüten kadın müzik topluluğu Alamor, Rapzan Belegat , Şenol Akdağ ve Grup Munzur sahne alırken şair Devrim Gür şiirleriyle etkinlikte yer aldı. Etkinliğe Partizan dergisi temsilcileri, birçok sendika ve devrimci kurum destek verdi.
leri ve Ortadoğu’da, Kobanê’de yaşamını yitiren herkesi saygıyla andığını dile getirdi. Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun konuşmasının ardından sanatçı Veli Sarı, Ahmet Gültekin, Şenol Akdağ, şair Devrim Gür ve son olarak Grup Munzur sahneye çıkarak ezgilerini seslendirdiler.
“Sosyalist yerel yönetimlerle dayanışmayı büyütelim” DHF Bursa'nın Kestel ilçesinde 29 Mart’ta "Sosyalist yerel yönetimlerle dayanışmayı büyütelim" şiarı ile DHF'li Ovacık Belediyesi ile dayanışma gecesi düzenledi Yapılan dayanışma gecesinde ilk olarak konuşma yapan Ovacık Belediye başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu kitleyi selamlarken, sosyalist yerel yönetimler anlayışının öneminden bahsederek tüm devrimci önder-
SANCI 2. SAYISI RAFLARDA
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
21
İstanbul Film Festivali’nde sansüre karşı boykot Bu yıl 34. düzenlenen İstanbul Film Festivali’nde ilk defa gösterilecek olan "Bir Gerilla Belgeseli Bakur" belgeselinin kayıttescil belgesi olmadığı iddia edilerek sansürlendi Bir yandan sözde “açılım” furyalarıyla iktidarını sağlamlaştırmak için herkese “özgürlük ” getirdiğini iddia eden AKP iktidarının bizce zaten malum olan sansürcü, yasakçı yüzü her gün daha fazla ortaya çıkıyor. 12 Nisan Pazar günü Atlas Sineması’nda ilk defa gösterilecek olan Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’in yönettiği “Bir Gerilla Belgeseli Bakur/Kuzey" belgesel filmi Kültür Bakanlığı’nın “kayıt-tescil ve eser işletme belgeleri” olmayan yerli filmlerin festivalde gösterilemeyeceğini bildirmesi üzerine, festival yönetimi tarafından iptal edildi. Bakur’un tescil belgesi öne sürülerek sansürlenmesi üzerine aynı akşam 23 yerli yapımın sahibi, sinemacı sansürü protesto etmek amacıyla filmlerini festivalden çektiğini duyurdu. “Kayıt-tescil ve eser işletme belgeleri sansür aracıdır” Yönetmenler, film ekipleri, SİYAD üyeleri ve festivalden jüri üyeleri yaptıkları ortak açıklamada, festivallerde gösterilen yabancı filmlerden istenmeyen kayıt-tescil ve eser işletme belgelerinin yerli yapımlar için bir zorunluluk haline getirilmesini bir baskı ve sansür olarak nitelendiklerini kaydederek bu uygulamayı kabul etmediklerini belirtti. Haftalar önce festival programının açıklandığını, hatta eser işletme belgesi olmayan bazı yerli filmlerin sorunsuzca gösterildiğini vurgulayan sinemacılar açıklamalarının devamında ”Bu müdahalenin Bakur filminin gösterimine yönelik yapılması, bu sansürün arkasında siyasi bir karar olduğunu da gözler önüne sermiştir. Filmlerimizin özgürce izleyiciyle buluşmasının önündeki bütün engellerin derhal kaldırılmasını talep ediyoruz. Eser sahipleri olarak, eser işletme belgesi olsun olmasın bu belgeyi festivallere ibraz etmeyi reddediyoruz. Bakur belgeselinin uğradığı sansür kaldırı-
lıp, filmin festival gösterimi özgürce yapılana kadar filmlerimizi İstanbul Film Festivali’nde hiçbir şekilde göstermeyeceğimizi ve bu koşullar altında İstanbul Film Festivali’nin tüm gösterimlerini durdurmasını talep ettiğimizi kamuoyuna duyururuz.” ifadelerini kullandı. Festival ekibinden boykota destek Sansüre tepkiler giderek büyürken İstanbul Film Festivali organizasyonunun da 14 Nisan günü bir basın toplantısı yaparak, festivalden çekilen filmlerin aldıkları kararı festival olarak desteklediklerini açıkladı. “Bu yaşananların, sinema endüstrisinin muztarip olduğu sorunları çözmek için bir fırsata dönüşmesini umuyorum. Festivalden çekilen filmlerin aldıkları kararı festival olarak destekliyoruz. Bu problemi sektörün tüm aktörleriyle dayanışma içinde çözebileceğimize inanıyorum” diyen İstanbul Film Festivali direktörü Azize Tan, festival kapsamındaki uluslararası Altın Lale ve ulusal belgesel yarışmalarının yanı sıra kapanış töreninin de iptal edildiğinin duyuruldu. Öte yandan 14 Nisan’da Atlas Sineması’nda bir araya gelen sinema meslek örgütleri ve sinemacılar sansüre karşı geniş kapsamlı ortak bir açıklama gerçekleştirerek taleplerini dile getirdi. Sinemacılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yönelik talepleri şöyle sıraladı: "Sinema filmlerinin kayıt ve tescili ile ilgili sınıflandırma ve değerlendirme yönetmelikleri bilimsel ölçütler ve uluslararası uygulamalar gözetilerek yeniden düzenlenmelidir. Film festivallerinde ve benzeri her türlü kültürel ve sanatsal etkinlikte gösterilen yerli filmler, yabancı filmlerde olduğu gibi herhangi bir resmi belge olmaksızın, film sahiplerinin beyanları esas alınarak ve festival yönetimlerinin sorumluluğu altında seyirci ile buluşmalıdır. Bakanlık değerlendirme kurullarının filmlerin ticari dolaşıma ve gösterime girmesiyle ilgili yasaklama kararı verme yetkisi kaldırılmalıdır. Türkiye Sinema Kurumu'nun kurulmasıyla ilgili nihai hedef doğrultusunda çalışmalar yapılmalıdır."
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
NASIL RESİM YAPIYORUM
D
ünya yine malum boğazlaşmasını sürdürüyor. İnsan, bahtına düşmüş dünyanın, ama dünya bahtsız. Dünya kaynıyor, dünya kanıyor. Bu boğazlaşmaları durmaksızın çözümlemek, buna yazı yetiştirmek sabır işi. Şu anda bundan söz etmeyeceğim. Uğraşılarımdan birini, resim maceramı, daha doğrusu nasıl resim yaptığımı anlatmaya çalışacağım. Resim yapma tarzım, boya tekniğim ve malzeme kültürüm dervişane ve sersericedir. Ağaçlarla iç içe yaşayan, orta sınıf bir mahallenin bir tepeciğinde yaşıyorum. Bir el arabam var. Kafam estiğinde arabamı alıp mahallede geziniyorum. Belediyenin götürmesi için ev önlerine konulan atık malzemelere, konteynerlere yöneliktir ilgim. Çerçeve, bez, boya, kağıt, kontrplak, deri, eski kapı ve ummadığım şeyleri seçip arabama yüklüyor, evin arka bahçesine getiriyor, tanzim ediyorum. Eskiden mahalle beni, atık madde toplayan yoksul, perişan adam olarak tanırdı. Mahalleciler, boyalı elbisem ve ayakkabımla, bazan da picamalarımla gezindiğim için garip garip bakar, biraz da çekinerek gülümser, selam verir, malzemelerin konulduğu yerleri iane babında göstererek iyilik ederlerdi bana. Yalnız yaşayan, geleni gideni olmayan kocakarılar zamanla beni bahçelerine, evlerinin harimi ismetine kadar çağırmaya başladılar: “İşte benim şurada biraz atık malzemelerim var, gel bir bak, işine yarayanlar olur belki” diye. Dolap artığı yetim giysiler, tozlanmış elektrikli süpürgeler, tencereler, borular, ters dönüp çeşmeleşmiş pisuarlar, boncuk gözlü oyuncak bebekler, sesler, renkler ve alengirli görsel parodilerle karşılaşırdım. Bunların atık maddelerini ilk başlarda fazla önemsemiyordum. İç dünyalarına, yapayalnız, bağlantısız soluk alabilen som gerçeklerine dair sonu gelmez gevezeliklerinin bu maddelere de sindiğini ve bunların tablolarımda daha içkin ve çarpıcı bir edayla gülümsediğini zamanla fark edince kendime geldim ve önemsemeye başladım. Resmi muhtelif yüzeylere çizerim. Nakışlı nakışsız, dikişli dikişsiz, kırışık düz, her türlü beze; kağıt, tahta, plastik, metal ve halının ters yüzüne. En çok kullandığım boya tekniği akrilik, yağlıboya ve okaliptüs reçinesidir. Bu boyalara bazan kum katar, yüzeye yayarım. Kumu tutkalla sürdüğüm de olur. Kolajlama veya karışık tekniğe yönelirim zaman zaman. Kalın tahta yüzeylere her türden malzemeyi yapıştırır, çakar ve sonra da bunları boya ile işlerim. Geçenlerde kafamı sıfır numara tıraş ettim, saçlarımı, nevrotik bir sezgiyle sürekli beni süzen ve içimi okuyan, bitmemiş portrenin kafasına yapıştırdım, yanına da ormanda bulduğum kurumuş bir kertenkele ölüsünü yerleştirdim. Boya ile işlenince resme ruh veriyorlar bunlar. Ciddi kalıplara, planlara başvurmadan, kendimi güdümlemeye kalkışmadan ko-
yuluyorum işe. Biraz da bundan olsa gerek, resim yaparken özgürleştiğimi hissediyorum. Bu his olmasa resim yapmam. Boyalar yüzeye özgürce yayılmalıdır. Hangi aleti kullanmak istiyorsan, fırça, mala, parmak, ayak, kürek, tırmık, yani o anda ne tür bir alet öne çıkmışsa onu kullanacaksın. Işığın ve rengin gülümseyişi, duygusu, aklı, yaratılan eserde o zaman daha bir belirginleşiyor. Aletlerin eğilimleri, arzuları vardır, fısıldarlar, ressam onları dinlemek zorundadır. Resim yapan, resmi ciddiye alan her insanın içinde, her kıpırtıyı gözüyle duyumsayan ve anında çeken bir fotoğraf makinesi var gibi geliyor bana. Bu, ressamı canlı tutuyor, ama görünen biçimlere de bağlıyor. Ressamın görevi, görünen beylik biçimlere başkaldırmak, yeni biçimler yaratmaktır. Bu anlamda resim, sürekli bir başkaldırıdır. Ama bu başkaldırıyı, kendisine karşı yöneltmeden sürdüremez. Başkaldırı, kendine yöneldiği müddetçe başkaldırıdır. Tabi sorun bununla da bitmiyor. Yaratılan biçimin içeriği ruhu nedir. Edebiyatta zaman zaman yakaladığım ironiyi, alayı, istihzayı, sarakayı, resimde yakalayabilmiş miyim diye düşündüğüm çok olmuştur. Martha adlı çalışkan bir ressam arkadaşım vardı. Resimlerini çok büyük tuvaller üzerine yapıyordu. İyi kalpliydi. Tanrının tahtını taşırken terleyen hayvanların terinden yaratılmış meleğin soyundan geliyordu. Figüratif iklimden uzak duruyor, yalınlığın ve derinliğin gücüne meylediyor, biçimlerini, rengin ve ışığın görünmeyen biçimlerinden esinlenerek yaratmaya çalışıyordu. Biçim yaratıyor ama görünmez düsturunu izliyordu. Onun derdi sanırım biçim yaratmak da değildi; renk ve ışık yaratmak, bunların çatışkılı armonisini kurmak... Düş görme gibi bir şeydi onun resim yapması. Kim ne derse desin, biçimlerini göstermeyen ama onları zengin bir şekilde içeren, derinliğinde hissettiren resimlerin yaratıcılarını, onların ruhsal doğasını düşünerek resim çizmek de güzeldir. Bana kendimi dinleme ve özümleme olanağını en çok sunan sanattır resim. Resimden önce, daha çok gözün kılavuzluğuna bel bağlardım. Resim bana, görme zevkimi gözlerimle değil, duygularımla tatma, emme özelliğini kazandırdı. Duygu gözü, duygu dilini geliştirdi resim. Bu da yazı dilimi etkiledi. Aslolan özgür ve iyi yaşamaktır. İmgeler, renkler, ışıklar, envai çeşit duygular, diller, sesler, nefesler aleminde bir büyücü, bir minyatürcü, bir ateş hırsızı, uslanmaz bir yıkıcı ve yaratıcı gibi zuhur etmek, ışıldamaktır; yumurtadan çıkan bir civcivin gagasındaki niyet ve safiyet gibi ışıldamak; dipsiz uzay karanlığında, bizleri dehşete düşüren sonsuzluğun mavi ruhunda bunun bir anlamı vardır belki.
22
analiz yorum
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
24 Nisan 1915’in 100.
Korku şalının gizlediği gerçeklerden birisi de Ermeni Soykırımı’ydı. Ermeni kelimesinin küfür mahiyetinde kullanıldığı ve Ermeni Soykırımı’ndan bahsedildiği yerde kolektif linç güruhlarının harekete geçtiği ve de mahkemelerin ivedilikle soruşturma açıp kodeslerde yer tanzim edildiği tarihin izleri sıcaktır. Ahparig Hrant Dink bu tarihin en yakın örneğidir. Hrant’ın katledilmesi bu korku duvarının yıktı. Bugün Ermeni Soykırımı’ndan bahsedildiğinde savcılar ivedilikle harekete geçmiyor ama yakın zamanda “Kürt sorunu yoktur” diyen Ak Saray’ın Sultan’ı dâhil olmak üzere tekmil devlet erkânı resmi ideolojiden, mürekkep argümanlarla Ermeni Soykırımı’nı inkâr etmekte ve soykırımı mukateleye indirgeyerek üstünü örtmeye çalışmaktalar Devlet erkânı Ermeni Soykırımı’nın 100. sene-i devriyesinin yaklaştığı bu günlerde hala reddetse de, sırtını dayadığı Osmanlı belgelerinde bile
soykırım tescillenmiştir. Savaşın kaybedilmesinin ardından soykırımın baş aktörleri İttihatçılar’ın nüfuzu azalırken, son Osmanlı padişahı Vahdettin, İstanbul’da Kasım 1918’de Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde İttihatçılar’ı Ermenileri katletmekten, zorla sürgüne göndermekten ve işkenceler yapmaktan yargılar. Hazırlanan iddianamede katliam insanlık suçu değerlendiriliyor, sistemli olduğuna dikkat çekiliyordu. Literatürde soykırım kavramı henüz yer almadığından iddianamede yer almamıştır. Yargılama sınırlı yapılsa da 1919-1922 sürecinde toplam 62 davada 20’ye yakın idam çıktı ve üçü 10 Nisan 1919’da Beyazıt Meydanı’nda idam edildi. Kemalizmin resmi tarih yazımı üzerinde Ermeni Soykırımı’nı reddeden Türk Devleti arşivlerindeki belgeleri dahi inkardan gelmektedir. Zira hala Kemalizm’in tek ulus, tek dil, tek bayrak, tek din faşizmine dayanmaktadırlar. İttihat ve Terakki’nin mirasını devam ettiren, İttihatçı bir kadro olan Mustafa Kemal, 14 Ekim 1922’de TBMM’ de Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde yargılanıp idama, hapse ve sürgüne mahkum edilen İttihatçılara dair yasa çıkartır; idam edilenlerin ‘şehid-i milli’ sıfatıyla iade-i itibarını verdi. Aileleri soykırıma maruz kalan Ermenilerin gayrımenkullerini vererek taltiflendirdi. Soykırımda rol alan İttihatçıları bakanlıklara ve önemli devlet memurluklarına getirdi. Ardın-
dan da soykırımın baş aktörleri Talat, Enver ve Cemal Paşa başta olmak üzere Ermeni militanlar tarafından cezalandırılan İttihatçılara da Meclis kararıyla şehit sıfatıyla sahiplendi ve yine ailelerine Ermenilerin mülkiyetinden büyük araziler ve evler verdi.
Osmanlı’dan Kamalizm’e Ermeni Soykırımı Kemalizmin İttihatçıları sahiplenmesi, İhhihatçılar’ın devamcısı olduklarını ve Ermeni Soykırımı’nı da bizzat sahiplendiklerini gösteriyor. Kemalizm’in sınıfsal arka planını oluşturan yeni Türk toprak ağaları ve yeni kom-
analiz yorum
16-30 NİSAN 2015 Halkın Günlüğü
Sene-i Devriyesi... prador burjuvazi soykırımla yurtlarından edilen Ermenilerin servetleri ve gayrimenkulleri gasp edilerek yaratıldı. Kemalizm ile Osmanlı arasında özsel kopukluk bulunmuyor. Kemalizm, Osmanlı’nın özsel devamcısıdır. Ermeni Soykırımının yolunu döşeyen İstibdat rejiminin tepesi Abdulhamid’in 1895’deki Ermeni kıyımlarıydı. Abdulhamid’in ardında devreye İttihatçılar girdi. Mezopotamya ve Anadolu’da yüzyıllardır anavatanlarında yaşayan Ermeniler: 24 Nisan 1915’de iki yüz üzerinde Ermeni yazarın, siyasetçinin, aydının sürgün edilmesiyle başlayan soykırımla 1,5 milyon Ermeni katledildi. Soykırımın tetikçiliğini yapan İttihat ve Terakki faşistlerinin planıyla hareket eden; jandarma ya da vilayet kolluk güçleri, Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı çeteler ve katliam için hapishanelerden çıkarılan mahkûmlardı. Soykırım öncesi, 1909’dan beri İttihatçılar soykırımı rasyonalize edecek, siyasal ve psikolojik ortamı hazırladı. Soykırım sürecinde, üçüncü ordu komutanı Mahmut Kamil Paşa’nın “Bir Ermeni’yi tasahub edecek (koruyacak) bir Müslüman’ın hanesi önünde idam ve hanesi ihrak edilecek (yakılacak)” emri de halkın soykırıma karşı seyirci kalmasında etkili olmuştur. Ermeni Soykırımı ile yüzyıldır zulmün gadrine uğradılar. Soykırım 1915’de
vuku buldu ama geride kalan ‘kılıç artıkları’ rahat nefes almadılar. Katliamlar, zorla Müslümanlaştırma politikası, yok sayma, kimlik ve demokratik hakların tanınmaması itibariyle Ermeniler ‘kanıksanmış’ tedirginlikle yaşamaya devam ettiler. Devrimci cenah Ermeni Soykırımı’na karşı iyi bir sınav vermedi yıllar yılı. Çoğunluk, üstünü kapatıp tarihin dehlizlerine gömmeye çalıştı. Sosyalistler “ tarihsel haksızlık” argümanıyla geçiştirdi. Bunda devrimci hareketin Kemalizm’le ve ulusçulukla olan köklü bağlarından kopmamasıyla maluldür. Bu ulusçuluk nasyonu ve Kemalizm’le malullük tarih yazımında da kendini gösteriyor. Bu toprakların sosyalizm tarihi Mustafa Suphi TKP’siyle başlatılıyor. Bu tarih yazımında Türk vurgusu esas alınıyor. Oysa henüz TKP Bakü’de kurulmadan önce 1887’de Cenevre’de kurulan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve 1890’da Tiflis’de kurulan Taşnakuyan Partisi vardı. İki parti de ilke olarak sosyalizmi hedef alıyor, 2. Enternasyonal’le ilişkili olup, özellikle Hınçaklar İstanbul’da birçok işçi grevi örgütleyip kitleler içinde devrimci propaganda ve örgütlenme çalışması yürütüyorlardı. Ezilen ulusa mensup olmalarından Parti programlarında Ermeni Ulusu’nun Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı almaları ve bu hakkı sosyalizmle birleştirmeleri tarihselliğin sentezidir.
Tarihe Kısangakhağannar (Yirmi Darağacı) diye geçen İstanbul Beyazıt Meydanı’nda, Hınçak Partisi’nin 20 yönetici ve militanının Temmuz 1914’de Talat Paşa’ya suikast iddiasıyla tutuklanıp 2-15 Haziran 1915 tarihinde idam edilmeleri, darağacına giderken sosyalizm şiarlarının haykırıldığı ilk tarihtir. İdam edilen Hınçak Partisi yöneticilerinden Paramaz (Mateos Sarkisyan), darağacına giderken İttihakçı faşistlere şöyle haykırıyordu; “Siz yalnız bizim vücudumuzu ortadan kaldırabilirsiz, bizim ideallerimizi asla! Bu ideallerimiz yakın gelecekte gerçekleşecek ve bütün dünya bunu görecek, ideallerimiz sosyalizmdir.”
Ermeni Soykırımı ve Kaypakkaya Devrimci cenahta İbrahim Kaypakkaya yoldaşın apayrı bir yeri bulunuyor. İbrahim yoldaş, Kemalizm’in faşist karakterini tahlil ederken Ermeni Soykırımı’nı da tüm gerçekliğiyle gözler önüne koyuyordu. İbrahim yoldaşın cüretli çıkışı Ermeni cemaatinde, özelde de Ermeni gençlerin eğitim gördüğü Tıbravenk’de yankı buldu. Saflarımızda farklı tarihlerde ölümsüzleşen Armenak Bakırçıyan, Manuel Demir, Nubar Yalım, İmam Boztaş ve aynı dönem Armenak’la omuz omuza mücadele eden Hrant Dink bu dönemde Paramaz’ın bayrağını
23
saflarımızda dalgalandıran yoldaşlardır. Bugün Ermeniler arasında farklı eğilimler bulunmakla beraber demokrasi mücadelesinin kulvarında yer alanların talepleri 3T (tanıma, tazminat, toprak) ile özetleniyor. Bu talepleri sahiplenmeli, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin birer halkası yapabilmeliyiz. Tanıma; soykırımın ulusal ve uluslar arası boyutta tanınması, hiç kuşkusuz ne tarihsel haksızlığı düzeltir ne de mezalimi unutturur ama resmi tarih yazımını buruşturup çöpe atmada, şovenizmi parçalamada, ulusların eşit ve özgür birlikteliklerine hizmet eder ve kitleleri faşizme karı bilinçli kıldırtır. Tazminat ve toprak da bu sürecin birer parçası olmalıdır. Buna Ermenilerin diğer demokratik haklarını da ekleyebiliriz. Ermeni Soykırımının 100. sene-i devriyesinin yaklaştığı bu günlerde, Ermenilerin tarihsel ve demokratik haklarını sahiplenerek özellikle Hrant Dink’le simgeleşen Agos Gazetesi başta olmak üzere bir hafta boyunca Ermenilerin demokratik kurumlarıyla dayanışma içine girebiliriz, gönüllü olarak kurumlarında çalışabiliriz ve yakın ilişkiler kurabiliriz. İlişki kurmadan, yan yana gelmeden tanıyamayız, çelişkileri ve taleplerini de bilemeyiz ve itimat da oluşturamayız.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL DHF û HDP, dê hevbeş tevî hilbijartinan bin
Federasyona Mafên Demoqratîk (DHF) û Partiya Demoqratîk a Gelan (HDP), piştî guftîgoyên demeke dirêj biryara tifaqê girtin û aşkere kirin ku dê li ser navê HDP’ê tev li hilbijartinan bin. DHP û HDP’ê di daxuyaniyeke hevbeş de xuyandin ku di hilbijartina 7’ê Pûşperê de bi tifaq bin. Di daxuyaniya hevbeş de ev yekana hat ser ziman: “Emê li himberî bendavan wek berbestek bisekinin; bi vî hawî ew kesên paşverûtî ku li ber gelê me bendavên hilbijartinê datînin, emê bi mafên xwe yê dîrokî ve ber wan jî bisekinin, bevdavan hilweşînin û em îlan dikin ku him di hilbijartinan de him jî piştî hilbijartinan emê dijî paşverûtiyê bi gelê xwe ve tevbigerin”. Daxuyanî, bi gotina “Em wekFederasyona Mafên Demoqratîk (DHF) û Partiya Demoqratîk a Gelan (HDP) ji bo hilbijartina 2015’ê biryareke xebatên hevbeş girtine” destpê kir û di berdewamiya daxuyaniyê de hate ziman ku, monopolên navnetewî bi şirîkatiya caşên dewletên nîvmêtinger hevkarî pêk anîne û bi vî rengî dunya wek qadeke şerê bikartînin, ji karker û kedkaran re, ji netew û gelan re, ji jin û cinsên taybet a azad re, ji baweriyên
cûrbecûr re, ji xweza, ajal û nebatan re, çand, huner, çapemenî û ji temam civakan re roj bi roj êrişên xwe dijwartir dikin.” Di daxuyaniyê de hate bilêvkirin ku, di nav van êrişan de êrişên herî dijwar li ser gelên Rojhilata Navîn tê meşandin. Bi vî hawî li ser siyasetên qirêz ve emperyalan dixwazin ku gelên Rojhilata Navîn bi hev re bidin şer kirin, bi vî şiklî jî ew gelên bindest, baweriyên bindest, jin û kedkaran rastî înkarî û zelûliyê tên. Zextên cûrbecûr li ser van tê meşandin. Daxuyaniyê de hate gotin ku; “Faşîzma hanê û hişmendiya yekşêwazî, li ser gelên Tirkiye-Kurdistana Bakûr qetlîaman pêk tînin. Jinan, wek duyemîn cins binav dikin û wek milkê zilaman dihesibînin, mafên karker û kedkaran nadin û wan mehkûmî zelûltiyê dikin. Baweriyên cûda tune dihesibînin û yek bawerî inyat dikin. Ji bo girtiyên siyasî jî tecrît û mirinê rewa dibînin. Daxuyaniya hevbeş, bi vî hawî domiya: “Di sepaniya ev siyasetê de CHP û MHP dixwazin siyasetên xwe yê berê ku li ser asîmîlasyonê, qetlîamkeriyê û înkariyê hatiye damezrandin bişopînin. AKP’ê jî li alîkî yek al, yek netew, yek ol, yek cins, yek ziman didomîne, li alîkî jî hewl dide ku kesayetiyeke xwespêr biafirîne û bi vî
hawî mafên gelan binpê bike. Her wiha mafên karker û kedkaran, mafên Kurdan, Elewiyan, jinan û mafên tevahî civakê tune bike; tekoşîna wan bi xebatên xapandinê ve paşve bixe. Havilên partiyên paşverûtiyê wek AKP-MHP-CHP ji bo gelan, tenê xwedî pojeyeke çareseriyêk e, ew jî teslîmbûn, bêrûmetî, tunetî ye. An jî înkarî, îmhakirin û siyaseta asîmîlekirin bixwe ye. Ji bo bidestxistina van armancên xwe jî ev partiyên paşverûtiyê, bi pratîkên xwe ya sedan salan ve têdikoşin. Bi vî hawî gel dixapînin, Maclîsê jî wek ‘amûreke xapandina gelan’ bikartînin. Li ser van armancên xwe, heta vê rojê serkeftinek jî bidestxistine. Lê ji bo misogeriya serkeftinên xwe, îja dixwazin bi lîstikên xwe yê qirêj ve gelê Kurd û hêzên sosyalîst û şoreşger jî li dervayî Maclîsê bihêlin û ev qada bikin qadên xwe... Tekoşîn, bi tomariya hemû qadan pêk tê, Meclîs jî perçeyeke biçûk a ji van qadan e. Nêzikahiyên ku pirsgirêk şaş binav bikin, ango tekoşînê ji qadên xwe biqetînin, Meclîs wek bi ser xwe ‘qada tekoşînê’ bihesibînin, bi tu awayî nikarin aşitî û azadiyê bînin holê û damezrînin.” Daxuyaniya çapemeniyê ku armanca xwe di her qada jiyanê de li himberî êrişên desthilatdaran tekoşîn binav dike û rêxis-
tina gelan bipêş tîne, gotinên xwe bi vî hawî bidawî kir: “Em wek hizb û rêxistinên ku xwedî cûdahiyê ne, em van cûdahitî yên xwe ji bîr nakin, em bi tifaqên ku êniyên pêşverûtî û şoreşgeriyê ve tê damezirandin; xebatên xwe ya di nav gelê de axaftina xwe wek bi awayekî azad çêkin, hevbeşiya xwe her tim pêşbixin. Peywira me ya esas jî ew e ku, emê li dijî desthilatdarê zulimkar û hişmendiya paşverûtiyê, wek hêzek tevbigerin. Em careke din wek bi awayekî zelal tînin ziman ku; emê li himberî bendavan wek barîqatek bisekinin; bi vî hawî ew kesên paşverûtî ku li ber gelê me bendavên hilbijartinê datînin, emê bi mafên xwe yên dîrokî ve ber wan jî bisekinin, bevdavan hilweşînin û em îlan dikin ku him di hilbijartinan de him jî piştî hilbijartinan emê dijî paşverûtiyê bi gelê xwe ve tevbigerin. Têketina Meclîs a HDP’ê, hilweşandina bendavê, ji bo pêşveçûyîna tekoşîna gelan pîroziyek e, rûmetek e. Dê hêz bide tekoşîna gelê me. Desthilatdaran jî paşve bihêle. Em bang ji hemû alîgir, xebatkar, heval û hogirên xwe re dikin ku; ev roj destpêkek e, divê li hemû qadan xebatên xwe bi vî hawî pêşbixin, rêxistiniyên hevpar çêkin û ji bo hilbijartinê bi xebatên hevbeş ve tevbigerin.”