Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım!(12)
sf 12-13
Sosyalist Halk Savaşı’yla zafere Ovacık Belediyesi’nin 14. Munzur Kültür ve Doğa Festivali programı kapsamında düzenlediği Kırkmerdiven doğa yürüyüşünde halkın önünü kesen MKP/HKO gerillaları, 3. Kongrenin tanıtımını yaptı. Geyiksuyu Festivali’nde de konser alanına “Şan ve Şeref Olsun 3. Kongremize” yazılı pankartı asan MKP/HKO gerillaları, halkı HKO saflarında Sosyalist Halk Savaşı’na katılmaya çağırdı. sf 20-21
Halkın Günlüğü
16-31 AĞUSTOS 2014 Yıl: 4 Sayı: 87 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.org
10 Ağustos seçimini kim kazandı f GÜNCEL
16-17
10 Ağustos tarihinde “halkın” seçime katılarak devlete cumhurbaşkanını “seçtiği’’ bir sürece tanıklık edildi. Halkın oylarıyla yapılan bu seçimler, sömürücü egemenler tarafından önemli bir manipülasyon aracı olarak kullanıldı. Erdoğan seçimlerde % 51.85 oranında oy alarak cumhurbaşkanı seçilirken, seçime katılım oranı % 75’te kalarak son yılların en düşük seviyesine ulaştı. 13 milyon civarında seçmenin sandığa gitmediği cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, Erdoğan gelenekselleşen balkon konuşmalarından birini daha yaptı.
Gazeteci Fırat IŞİD saldırısında şehit düştü
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
IŞİD’in katliamları sürüyor Suriye ve Irak’ta yaşanan iç savaşın yarattığı boşluğu fırsat bilerek palazlanan emperyalistlerin beslemesi IŞİD, bu kez de Kürt bölgelerine saldırmaya başladı. Sayısız katliama imza atan IŞİD çeteleri, Şengal’e saldırarak binlerce Êzidîyi vahşice katletti. Yüzlerce Êzidî kadını köle yapan IŞİD çetelerinin saldırısı sonucu on binlerce Şengalli dağlara sığındı. Günlerce süren ölüm yürüyüşünde açlığa ve susuzluğa dayanamayan çocuklar ve yaşlılar
09
Gazze saldırısının arka planı
18
hayatını kaybetti. YPG/YPJ savaşçıları ve HPG/YJA-Star gerillaları Êzidîleri kurtararak güvenlik koridoru üzerinden Rojava ve Kuzey Kürdistan’a geçmelerini sağladı. Yüz yıllardır sayısız katliamlara ve baskılara maruz kalan Êzidî Kürtler, bir kez daha tüm dünyanın gözleri önünde vahşice katledilirken, IŞİD destekçisi dünya gericiliği ve faşist AKP iktidarı yaşanan vahşet ve soykırımın destekleyicileri olarak tarihe yazıldı.
Müslüm Sönmez sonsuzluğa uğurlandı
21
02 güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Hapishanelerde çıplak arama işkencesi sürüyor Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi ile Kandıra 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde çıplak arama dayatmasını kabul etmeyen tutsaklar darp edilerek hücre ‘cezası’ verilirken, Sincan F Tipi Hapishanesi’nde de kameraları kıran devrimci tutsaklar gardiyanlar tarafından darp edildi Kadın tutsaklara karşı etkin olarak kullanılan çıplak arama işkencesi artık sadece hapishanelerle sınırlı değil. Bu işkence metodu şimdilerde karakollara taşındı.19 Aralık Katliamı’ndan sonra hapishanelerde uygulamaya konulan çıplak arama işkencesi artık karakollarda olağan bir uygulamaya dönüştürülmek isteniyor. Yine onur kırıcı bir uygulama olan özel hayatın kameralar aracılığıyla izlenmesi ve buna karşı çıkan tutsakların uğradıkları saldırılarla ilgili birçok haber gündemdeki yerini aldı.
Karakolda piercing var İskele Polis Merkezi’nde çıplak arama işkencesine maruz kalan Mine Yakut, polisler hakkında şikayetçi oldu. Kaymakamlık Yakut’un erkek polis memuruna göbeğindeki piercingi gösterdiğini ileri sürerek soruşturmaya izin vermedi. Yaşananların ardından Mine Yakut, avukatı Seda Güney aracılığıyla polislerden şikayetçi oldu. Savcılığın, yet-
kili makamlardan soruşturmayla ilgili izin verilip verilmeyeceğinin bildirilmesini istemesinin ardından, İstanbul Valiliği ön inceleme yapılması için görevlendirme yaptı. Ancak incelemeyi yapan kişi de bir polis memuru oldu ve soruşturmaya izin verilmemesi yönünde görüş bildirdi. Bu ön incelemeyi de dikkate alan Kadıköy Kaymakamlığı, polislerin ifadesine de başvurduktan sonra soruşturma açılmasına izin vermedi. Mine Yakut’un plastik mermi, gaz sıkılarak ve yerde sürüklenerek gözaltına alınan polislerin kask numaraları okunamadığı için tespit
edilemediğini belirten Kadıköy Kaymakamlığı, karakoldaki görevli polisler için de soruşturma izni vermedi. Nezarethane sorumlusu polis Abuzer Sevgi’nin “herkese eşit muamelede bulunduk” sözlerine yer verilen kararda, kamera kayıtlarında Mine Yakut ve gözaltına alınan diğer kişilerin “gayet rahat” davrandığı belirtildi.Yine Kadıköy Kaymakamlığı soruşturmaya izin vermeme gerekçesi olarak, Mine Yakut için “Göbeğindeki piercingi iki kere açıp erkek memura gösterdi. Böyle bir insan taciz edilmiş olamaz” diyerek polisler hakkında soruşturma açılmasına izin vermedi.
Hapishanelerde çıplak arama işkencesi Tutsaklara çıplak arama dayatması Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde yaşandı. İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu üyesi Gönül Sonbahar, Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishanesi'ndeki tutsaklara fiziki şiddet ve işkence yapıldığını kaydederek, mevzuata aykırı bir şekilde yapılan çıplak aramayla tutsakların işkenceye tabi tutulduğunu söyledi.Hapishanelerde tutsakların sevk ve görüş aramaları esnasında da hak gaspına uğradığını belirten Gülbahar, çok sayıda tutsağın tek başına 8 metrekarelik hüc-
‘Dost güçler arası sorunların çözümü barışçıldır’ Maoist Komünist Partisi (MKP) Merkez Komite Enformasyon Bürosu, HDP ile Halk Cephesi arasında yaşanan gerginliğe dair “Dost güçler arası sorunların çözümü barışçıldır şiddet barındırmaz” başlığını taşıyan bir açıklama yaptı MKP’nin açıklamasında yaşanan olumsuzluklara ilişkin eleştiri ve çözüm önerilerini dile getirildi. Her iki tarafın da devrimci kamuoyundan özür dilemesi gerektiğini belirten MKP, bunu yapmanın haklı ya da haksız olmakla ilgili olmadığını ve devrimci sorumluluğun gereği olduğunu hatırlattı. Açıklama şu ifadelerle devam etti: “Peşinen söyleyelim ki, kimin haklı, kimin haksız olduğu meselesi şimdilik burada
yürütülecek bir tartışma değildir. Bu tartışma ilgili güçlerin kendi arasında yapmaları elzem olan görüşme veya toplantının konusudur. Bunun mümkün olmadığı durumda ise bir gereklilik de olan devrimci güçlerden teşekkül olan platformun adı geçen gelişmeyi taraflarla birlikte tartışacağı toplantıda ele alınacak konudur. Tarafların şimdilik itidalli olunması açıklamaları olumlu olsa da yetersiz kalmış çünkü pratik süreç farklı işlemiştir. Dışarıdan yansıyanlarla kesin değerlendirmelerde bulunmak yanılgıya sürükleyebilir ve bu sorunu canlı tutmaya yarayan
olumsuz bir rol oynayabilir, oynamaktadır da. Nitekim, bu yönlü açıklama- itham ve değerlendirmeleri böylesi bir süreç işletilmeden yapanlar da söz konusudur. Bu durum ve gelişmeler devrimci ve demokratlar arasındaki yaşanan sorunları doğru yöntemlerle çözmeyen ya da ona hizmet etmeyen, aksine çelişkinin ölçüsünü daha fazla arttıran bir etkide bulunmaktadır. Dolayısıyla, dışarıdan ve sorun yeteri kadar anlaşılmadan gereksiz bir tartışmaya girip şu ya da bu taraf haklı veya haksızdır şeklinde bir tartışmaya girmek tamamen ve her açı-
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
relerde 24 saat tecrit altında tutulduğuna dikkat çekti. Öte yandan Bolu F Tipi Hapishanesi’nden Kandıra (Kocaeli) 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’ne sevk edilen Bayram Yaruk, hapishane girişinde çıplak arama dayatmasını reddettiği için gardiyanlar tarafından darp edilerek 40 gün hücre ‘cezası’ verildi. Yine Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde tutulan iki siyasi tutsak, avukatlarla görüştükten sonra hücreye götürülürken çırılçıplak soyularak dövüldü. Başka bir tutsak ise, gardiyanın bir arkadaşına küfretmesine itiraz edince darp edildi. Aramaya gerekçe olarak tutsakların "örgütsel döküman taşıyabilecekleri" gösterildi. Tutsaklar çıplak aramanın "insanlık dışı bir uygulama" olduğunu belirterek itiraz etti. İki tutsak bu kez gardiyanların saldırısına maruz kaldı. Tutsaklar saldırı sırasında çırılçıplak soyuldu. Ailesi aracılığıyla hapishanede yaşananları aktaran siyasi tutsak Bilal Nargili, hapishanede soniki ayda baskıların arttığına dikkat çekerek, üzerlerindeki baskının devam etmesi durumunda açlık grevi dahil çeşitli eylemlere başlayacakları uyarısında bulundu.
Kameralarla tutsaklara baskı uygulanıyor Tecrit işkencesinin yanı sıra yeni bir işkence metodu olarak devreye konulan, tutsakların 24 saat devlet tarafından izlenmesi ve dinlenmesi uygulaması siyasi tutsakların tepkisine neden oldu. Havalandırmalara takılan ve hücre içlerini görecek şekilde yerleştirilen kameralarla tutsakların en temel haklarından biri olan özel hayatın gizliliğini ihlal edildiğinden siyasi tutsaklar bu
dan yanlıştır.” Açıklamada ayrıca şöyle denildi: “Platform tarafları dinledikten sonra sorun hakkında yargısını kamuoyuyla paylaşma biçiminde ortaya koymalıdır. Elbette taraflar devrimci platformun iradesini ve vereceği kararı tanıyıp buna uymalıdır.”
Devrimciler arasında yaşanan olumsuzluklar düşmana yarar sağlar Söz konusu olumsuzluklara düşmanın (polis) müdahale ederek egellemeye çalışmasının utanç verici olduğunu belirten MKP, halkın gözünde devrimci değerlerin küçük düşürüldüğünü ve devrimcilerin kendi aralarında yaşayacağı olumsuzlukların düşmana kazanım sağlayacağını belirtti. Açık-
03
kameraları sökmektedir. Tutsakların bu tepkisi karşısında hapishane idareleri tutsaklara saldırarak ‘hücre cezaları’ vermektedir. Bu saldırılardan biri de Sincan F Tipi Hapishanesi’nde yaşandı. Tutsaklar hücrelere yerleştirilen kameraları kırmalarının ardından gardiyanlar tarafından darp edildi. Kameraları kırarak slogan attıkları gerekçesiyle tutsakların İHD, ÇHD ve gazetemize gönderdiği fakslar da hapishane idaresi tarafından engellendi.
Darp edilen tutsaklardan birçoğu yaralandı Konuya ilişkin MKP dava tutsaklarının açık görüşte ailelere verdiği bilgiler şöyle: “Saldırının olduğu gün, hücre havalandırmasına takılan kameraya müdahale edilip kameralar tutsaklarca kırılırken, gardiyanlar hücreye gelerek tutsakları darp etti. Sabah saatlerinde yaşanan bu darbın ardından birçok tutsak yaralandı. Havalandırma kapıları kilitlenip havalandırmaya çıkışlar engellendi. Hücre içerisinde kapı dövme ve slogan atılması eylemi gerçekleştirildi. Tutsakların bu tutumu karşısında öğle saatlerinde tekrar hücre baskını yapan gardiyanlar, hücrelerde arama adı altında tüm hücredeki kullanılan eşyaları kırıp, her yeri alt üst ederek tutsakları yeniden darp etti. Yaşanan bu saldırının ardından suç duyurusunda bulunan tutsaklara hapishane yönetimi tarafından ‘kamu malına zarar vermek vb gerekçelerle’ hücre ‘cezası, iletişim ‘cezası’ gibi ‘cezalar’ verildi.” MKP dava tutsakları, yapılan saldırılar ve verilen ‘cezalara’ karşın mücadelede kararlı olduklarını açıkladı.
lama şu ifadelerle sona erdi: “Söz konusu gelişme ciddi bir olumsuzluğu ifade ederken, düşmanın olaylara müdahale edip olayları engelleme rolü oynaması her açıdan utanç vericidir. Ve elbette düşmanın bu pozisyon ve rolüne sebebiyet veren devrimci demokratik güçler bunun sorumluluğunu da taşımaktadır. Devrimci veya demokratik nitelikteki güçler arası şiddet veya şiddeti çağrıştıran hiçbir gelişmeye, tavra ve tutuma hoş bakamayız, bakılmamalı, bakılamaz da. Her kim ki bu şekilde yaklaşmaktadır asla bizden değildir ve olamaz. Unutulmamalıdır ki halk içi çelişkileri şiddete varan yöntemlere başvurarak çözme pratiğine girmek sadece ama sadece düşmana hizmet etmektedir.”
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
ALGI YÖNETİMİ VE MANİPÜLASYONLARA KARŞI MÜCADELE EDELİM;YALAN VE SPEKÜLASYONLARA İTİBAR ETMEYEREK DEVRİMCİ MİLİTAN MÜCADELENİN GERÇEK ÖZNELERİ OLALIM!
Ç
ok kutuplu uluslararası emperyalist sermayenin mevcut objektif verili somut ve nesnel koşulları itibarıyla derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak her şey ama her şeyin dizayn edilmesi süreci yaşanmaktadır. Maoist Partinin bu stratejik duruma karşı gerçekleştirilen 3. Kongresinin stratejik kararlaşması ve yönelim perspektifi önemlidir. Ne deniyordu; “resmi her bir millet, dil, inanç, tarih, düşünce imtiyazına ve tekeline karşı komünizme yürüyen, tam hak eşitliği ve komünizme kadar devrimi sürdürmek ve emperyalist küresel hegemonyanın insanı, doğayı ve yaşamı metalaştıran kapitalizmin her türlü manipülasyonuna karşı özgür yaşam için; Sosyalizme Sosyalist Halk Savaşı straejisiyle yürüyoruz’’. Bu temelde yükseklere çekilen komünizmin strtatejik kızıl bayrağının önemini kavrayarak buna göre konumlanmamız gerektiğini anlamalıyız. Yakın tarih hep akla geliyor ya CIA’nın Force Delta F-31 diye oldukça eskilere dayanan manipülasyon ve algı yönetimi amaçlı yöntemleri öteden beri kullanılmaktadır. O da şudur; toplumun beynini kazanmak ve yalan yanlışlarla toplumun bilincini karartmak vs şeklinde geliştirilmiştir. Psikolojik savaş ve özellikle bu algı yönetimi ile manipülasyonların son yıllarda daha da geliştirildiği tartışma götürmez. İnternet ve sosyal paylaşım sitelerine ilişkin birçok gereksiz tartışma, dedikodu ve spekülasyon ortada dolaşıyor. Birçoğunun bunu çok olumsuz kullandığı bir gerçek. Özellikle düşmanın psikolojik savaş yöntemleri kapsamındaki spekülasyonları ve provakotörlükleri başta olmak üzere yaratılan bilgi kirliliğine karşı denetim ve mücadele yöntemlerini kaçınılmaz görevlerimiz arasında görmeliyiz. Oralar üzerine gerçekten saçma sapan şeyler yazılıyor. Ne yazık ki birçok insanımız var ve bu yönlü spekülasyonlar eşliğinde karışıklıklara niyetten bağımsız da olsa objektif olarak hizmet etmektedir. Bu durumun kontrol edilmesi için daha örgütlü ve disiplinli hareket edilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır. Nitekim internet ortamında örgütsüz ve disiplin dışı yaratılanlar, Maoist hareketin aleyhine de kullanılıyor. Bu noktada özellikle Maoist Partinin örgütlü örgütsüz bütün kitlesinin, sanal ortamlarda merak, soru, tartışma, gereksiz iletişim vb üzerinden internet vb teknikleri kullanmaması gerekmektedir. Bu görevin her bir Maoist Komünistin, talimat ve yerine getirilmesi gereken bir görev olarak anlaması ve kavraması gerekmektedir. Bizim burada vurgulamak istediğimiz iletişim ve internet olarak dünyadaki son derece büyük devasa gelişmeleri tersine çevirmek ve kullanmamak değil, örgüt sistemini spekülasyonlarla dejenere etme tutumlarına ve ilkesizliklere karşı bir duruştur. Türkiye-Kuzey Kürdistan halk kitleleri başta olmak üzere ilerici, yurtsever, devrimci ve sosyalist dostlarımız ve partili partisiz tüm yoldaşlarımızla uygun platformlarda ideolojik mücadelenin kapıları sonuna kadar saflarımızda açıktı, açıktır ve komünizme kadar da açık olacaktır. Ancak bu noktada sanki saflarımızda ya da devrimciler arası ilişkilerde doğru yanlış temelinde hiç ideolojik mücadele etmenin koşulları kalmamış ve internet- facebook- tlf vb üzerlerinden yalan yanlış subjektif niyetlerimizle bilgi kirliliği de yaratarak yanlış yöntemler kullanıyoruz. Bütün bunların ya da yapılan beyanların topunun yalan ve doğru olmadığını açık bir şekilde ifade etmek isteriz. Yazık ki bu hususta oldukça dikkatsiz ve keyfi hareket
etmekteyiz. Hatta bizzat Maoist Partinin örgütsel işleyiş ve disiplinine uygun temelde yöntemler izlemek yerine kendimizi tatmin etmek için internet vb ortamları oldukça da hoyrat kullanmaktayız. Örgütsel sorunlara tekabül eden meseleleri dahi kamuoyuna yansıtmaktan çekinmiyor ve bunu da kılıfına uydurmak için binbir dereden su getiriyoruz. Unutulmamalıdır ki Maoist Komünist Partisi asla bir tartışma klübü değildir ve açık muhalefet grupları da dahil Maoist hareketin de kendi içerisinde merkezileşmiş bir örgütsel işleyiş ve disiplini söz konusudur. En başta “ben örgütlü insanım diyorsak’’ ve gerçekten öyleyse kesinlikle örgütsel işleyiş ve disiplin çerçevesinde hareket etmek zorundayız. Kafamıza göre internet ortamlarında tartışmalar yürütmek ve yalan yanlış bilgilerle spekülasyonlar ve bilgi kirlilikleri üzerinden kendimizi tatmin etmek, açık ki ne halk kitlelerine ne de devrimci ve komünist harekete hiçbir faydası olmamaktadır. Bütün bunlara yani ilkesiz ve disiplinsizliklere, dedikodu, spekülasyon ve karışıklıklara karşı da eğer gerçekten ciddi ve ilkeli bir komünist hareket söz konusu ise- ki bu kesinlikle vardır- elbette kendi devrimci hukuku çerçevesinde bir işleyişi harekete geçirecektir. Bu noktada örgütlü hiç bir bireyin kendi başına buyruk hareket etme hakkına sahip olamayacağının bilinmesi gerekmektedir. Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin deyimiyle burası dingonun ahırı değildir. Maoist Partinin en üst kademesinden en altlardaki partili partisiz tüm örgütlü kesimlerinin demokratik merkeziyetçilik temelindeki hakları ve görevlerini bir kere daha vurgulamak isteriz. Öyle herkesin “işime geldiğini yaparım işime gelmediğini yapmam’’ vb şeklinde keyfi tasarruflarının olamayacağı akıllardan ırak tutulmamalıdır. Karşı-devrimin bütün demagoji ve provakotörlük, spekülasyon ve manipüsyon amaçlı anlayış ve pratiklerini tabii ki anlarız ancak halk kapsamındaki ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci ve komünist saflarda yer alanların bu yönlü anlayış ve pratiklerine müsamaha göstermemiz asla beklenmemelidir. Zira bu tür tutumlar düşmana hizmet eder, etti ve edecektir de. Bilinmelidir ki bu tür yöntemleri kullananlar birleştirici ve geliştirici değil, dağıtıcı ve parçalayıcı bir rol oynamaktadır. Bu perspektifimiz kesinlikle bir tehdit vs olarak da anlaşılmamalıdır. Oyun oynamıyoruz ve sınıf mücadelesi ekseninde asgari ve azami stratejik yönelimimize uygun büyük bir davanın yerine getirilmesi için zorlu ve badireli savaşımızın gereklerini ve zorunluluklarını yerine getirmenin tutumu içerisinde olduğumuzu vurguluyoruz. Yoksa keşke her şey güllük gülistanlık olsaydı da keyfimize göre hareket etseydik. Ama ezilenler ve sömürülenlerin sınıf mücadelesi öylesine kolay ve dümdüz bir rota izlememekte ve psikolojik savaş da dahil oldukça keskin ve zorlu bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Başta düşmanın olmak üzere kendini bilmezler de dahil işleyiş ve disiplinden nasibini almamışlara karşı, Maoist hareketin partili partisiz tüm örgütlü kesimleri ve yüreği sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için çarpan Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitleleri ve onun ilerici, yurtsever, devrimci ve komünist güçlerinin, genel olarak ifade ettiğimiz spekülasyonlara itibar etmeyerek Maoist Partinin ve demokratik- devrimci ve komünist hareketin yetkili kurumsal yapılarının açıklamaları üzerinden doğru yanlış değerlendirmelerde bulunmaları ve buna itibar etmeleri gerektiğini vurgulamak isteriz.
04
güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Zülümkarlara göre devletinin
bekası için her şey mübahtır! Faşist Erdoğan’ın Gürcü ve Ermenilere hakaret içeren açıklaması dikkat çekicidir. Bu gerici faşist karakterli açıklama kuşkusuz çok acılar çekmiş ve hatta ulus ve milliyet olarak yok edilmiş ve hala ezilen ulus ve azınlık milliyetler, ezilen inançlara mensup kesimler için “güvercin tedirginliğinin’’ artmasına ve belleklerinde yeniden tazelenmesine neden olmuş, olmaya da devam etmektedir Bin yıllardır Anadolu ve Mezopotomya’nın kadim toplulukları ve halkları nice sömürü ve zulümler yaşayarak bugünlere kadar geldi. Dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki topluluklar ve uluslar, azınlıklar ve oldukça geniş inançlara beşiklik etmesine karşın, ataerkil köleci- feodal toplumsal sistemlerin de artıklarıyla birlikte bir dünya sistemi haline gelen kapitalizm ve ileri aşaması emperyalist kapitalizm tarafından kitleler kıyımlar ve soykırımlardan geçirilmiş, inkar ve imha operasyonlarına tabi tutularak baskı ve sömürüye uğramış, asimilasyon konseptleri ve politikalarıyla yaşayan oldukça zengin- renkli ve çok kültürlü tarihin kimileri yok edilmiş kimileri ise aynı ısrarla tekçiliğin ve ötekileştirmenin yeniden üretimiyle üretildiği baskı
ve zulümlere maruz kalmaktadır. Deyim yerindeyse bin yıllardır Anadolu ve Mezopotomya’nın kadim toplulukları ve halkları çoraklaştırılmış ve çoraklaştırmaya da devam edilmektedir. Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki sömürücü egemenlerdeki kin ve nefret suçunun ‘fitratlarında’ olduğu bilinmelidir. Uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak tekçilik de yeniden şekillendirilerek dizayn edilmektedir. Sünni Türk İslam bayrağı altında tekçiliğin yeniden üretiminin önemli ve stratejik bayrağı olan faşist Erdoğan’ ın yakın süreçte kendisine ırkçılık yapıldığını iddia ederek "Benim için neler söylediler. Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet. 'Gürcüdür' diyen oldu. Çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu. Ben dedemden, babamdan öğrendiğim Türk’üm. Herkes istediği yöne çekiyor" açıklaması da insanlık tarihinin daha ilk aşamalarından itibaren tekçi ve ötekileştirici özünden yenilerini de ekleyerek hiçbir kaybetmeyen bir devamlılık göstermektedir. Açık ki Erdoğan’ın bu açıklamaları kendi öncellerinden yani sömürücü ve zulümkar atalarından miras kalan gerici özellikleriyle örtüşmektedir. Bu yönüyle de ideolojik politik, felsefi, düşünsel, tarihsel, güncel ve somut olarak ırkçı, mezhepçi ve faşist özü içermektedir. Mesela orta ve yakın tarihsel süreçlerde hükümetinden muhalefetine bir bütün olarak tekçi faşist Türk hakim sınıflarının devrimci ve komünistlere, Kürt Ulusal Ha-
reketi içerisindeki yuırtseverlere “Moskova uşağı, Ermeni dölü, Ermeni uşağı, Ermeni çocukları’’ vb ithamlarla aşağılama amaçlı yanılsamalarını herkese hatırlatmak isteriz.
Hakim sınıflar arasındaki çatışmada halk kitleleri kullanılmak isteniyor Türk hakim sınıflar ve klikleri arasındaki çelişki ve iktidar mücadelesinde halk kitleleri her daim kullanılmak ve yedeklenmek istenmiştir. Bunun için kulandıkları havuç sopa siyasetinin anlamı da burada yatmaktadır. Öyle değil midir ki 24 Nisan vesilesiyle faşist Erdoğan, Ermeni Soykırımı’na ilişkin Ermenilere taziyelerde bulunup acılarını paylaştığını dile getiren. Şimdi ise tam aksi yönde aşağılama ve ırkçı faşist hezeyanlarda bulunmaktadır. Aksi yönde ise yine Erdoğan’ın 2004’te “ben Gürcüyüm’’ ve daha başka süreçlerde bunun da aksi tarafında “afedersin Rum’’ dediğini görüyoruz. Ve yine tersi yönde ise hatırlanırsa Erdoğan “ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz ne afedersiniz Rumluğumuz hiçbir şeyimiz kalmadı’’ diyerek nefret suçu işlemişti. Sömürücü ve zulümkarların parlayıp sönen tutarsızlıkları babında bu ve buna benzer konuşma ve söylemlerine oldukça sık rastlamak mümkündür. Sömürücü ve zulümkar egemenlerin ve hakim sınıf kliklerinin kendi çıkarları için içerisinden geçilen her bir önemli süreç ya da dönemeçlerde tarih ve toplumlardaki değişik renkler ve kültürler, uluslar ve azınlıklar, inançlar arası farklılıkları kul-
landıkları görülmüştür. Hele hele hakim sınıf klikleri arası dalaşların artarak yoğunlaştığı durumlarda, toplulukların hassas ve ince noktaları da iyice kaşınarak tepkiler ve ilgiler manipüle edilerek özel mülkiyet çıkarlarına ve sisteme kanalize edilmesinde hiç de sakınca görülmemektedir. Öyle ki cumhurun başının kim olacağına yönelik mitinglerdeki konuşmalarında Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun Alevi, Demirtaş’ın Zaza, kendisinin de Sünni olduğunu ve meydanlarda açıkça bu durumlarını beyan etmelerinde hiçbir sakıncanın olmadığı beyanlarıyla sözde demokrat, düşüncelerin özgürce ifade edildiği ve hiçbir etnik kimlik ve mezhebe yasağın olmadığı yönlü demagojik algı yönetimleriyle manipülasyon yaratmaktan ve halkları aşağılamaktan geri durmamaktadır. Dolayısıyla tekçi faşist Erdoğan, Jön-Türk’ünden İttihat ve Terakki’sine ve Kemalistine kadar onlara rahmet okutan tekçi ve ötekileştirici anlayış ve çizgilerine uygun olarak Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerini bölüp parçalayarak daha rahat yönetim mekanizmasını kurmak için “böl-parçala-yönet” politikasından nemalanmaktadır. Bu yönüyle ataerkilerkek egemenlik konseptli ezen ve sömüren sınıfların tarihinin sabıkalı bir geçmişi ve günü vardır. Bugünlere kadar taşınan fay hatları da söz konusudur ve tam da bu hatlar üzerinde oynayarak kitlelerden oy devşirme amacı güdülmektedir. Bütün bu kirli poltikaların provakasyon içeriği de görülmek durumundadır. İşte faşist Erdoğan’ın Gürcü ve Ermenilere
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
hakaret içeren yukarıdaki açıklaması da böyledir. Bu gerici faşist karakterli açıklama kuşkusuz çok acılar çekmiş ve hatta ulus ve milliyet olarak yok edilmiş ve hala ezilen ulus ve azınlık milliyetler, ezilen inançlara mensup kesimler için “güvercin tedirginliğinin’’ artmasına ve belleklerinde yeniden tazelenmesine neden olmuş, olmaya da devam etmektedir. Tayyip’in bu ırkçı faşist sözlerine başta Maoist komünistler olmak üzere devrimciler, Ermeniler, Kürt yurtseverleri, ilerici ve demokratlardan ve hatta Türk hakim sınıflarına mensup muhalif klikler içerisinde bulunan kesimlerin önemli bir bölümünde bile CHP- MHP tarafından dahi çeşitli tepkiler gösterilmiş, eleştiriler yürütülmüş, protestolar sergilenerek suç duyusunda bulunulmuştur. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da yaşayan Ermeniler de Erdoğan’a tepkilerini dile getirerek “bu konuda sabıkalı bir tarihten gelindiğini, özür dilenmesi gerektiğini, Ermeniliğin ‘afedersiniz’ ile başlayan cümleler içinde küfür olarak kullanıldığı miladın AKP’yle başlamadığı, hal böyleyken ne Erdoğan’a ne de herhangi bir siyasi otoriteye Hristiyan Ermeni bir birey olarak güven duyulmasının beklenmemesi gerektiği, tekrar güvercin tedirginliğini yaşıyoruz, Erdoğan’ın özür dilemesi gerektiği’’ gibi açıklamalarda bulunmuşlardır.
Yüz binlerin ‘hepimiz Ermeniyiz’ haykırışının öğrettikleri Ermeni olmak suç, kusur, çirkinlik, ayıp ve günah değildir denilerek Türk hakim sınıflarına mensup muhalif kliklerin Erdoğan’ın kin ve nefret suçu işlediğini ileri sürerek suç duyusunda bulunan kesimler dahi söz konusu olmuştur. Aynı şekilde sanki bizzat ırkçı ve faşist tekçilikleriyle geçmiş tarihsel süreçlerde ezilen ve sömürülenlere kendilerini zorla dayatmamış, inkar ve imha edip kıyımlar ve soykırımlardan geçirmemiş gibi bir de afişe edilen ayrımcılık sürdükçe biz savunmasızların, azınlıkta olanların ve hor görülenlerin yanında yer alamaya devam edeceğiz beyanları havada uçuşmaktadır. Ortada büyük bir yanılsama yaratıldığını da görmek durumundayız. Yoksa Türk hakim sınıf klikleri arasında- klik dalaşında herhangi bir tercihe zorlanırız ya da aynı öze sahip karşı-devrimci sınıf kliklerinden bir tarafa yedeklenmekten kendimiz kurtaramayız ki Maoist Komünistler başta olmak üzere tutarlı ve ciddi devrimci, ilerici, yurtsever ve demokrat açısından bu durum hiç de hoş görülecek ve kabul edilebilecek bir yönelim değildir.
05
Tarihimizde tabii ki tekçi ve ötekileştirici egemenlere karşı direnç ve mücadele de söz konusudur. Yakın tarihimizde Hrant Dink Katliamı’nın hemen ardından yüz binlerin sel olup kitlesel olarak “Hepimiz Ermeniyiz’’ haykırışı ve görselliğiyle meydanları dolduran protesto direnişi oldukça öğretici yanlar içermektedir. Gezi-Haziran Ayaklanması ve direnişçilerinin Kuzey Kürdistan’da Lice’deki baskı ve zulme karşı direnen Kürt yurtseverlerine yönelik “Her yer Taksim her yer Lice’’ haykırışından öğrenmeliyiz. Roboski’de inkar ve imhanın somut göstergesi olarak Türk egemenlerinin katliamına karşı on binlerin “Hepimiz Kürdüz’’ haykırışından öğrenmek durumundayız. Evet, tarihimizin olumlu öğretmenlerinden doğru ve bilimsel temelde yeterli dersler çıkararak öğrenmeli, başarmak ve zaferler kazanmak için geçmişimizin tecrüebelerinden yeteri düzeyde dersler çıkarabilmeliyiz. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülünde de halklar ve ezilen uluslar, azınlık milliyetler ve ezilen inançların daima doğru seçimleri ve doğru tercihleri vardır. Tıpkı başka bir dünyalarının mümkün ve zorunlu olduğu gibi. Bu temelde kitleler ne kadar sokaklarda ve alanlarda ırkçı faşist tekçiliği ve ötekileştirici politikaları yuhalarsa o kadar maddi bir güce dönüşen doğru bir yönelimde olduğumuz açığa çıkacaktır. Bu bilinçle yakın süreçte gerçekleşen Maoist Komünist Partisi 3. Kongresi iradesinin bayraklaştırdığı; Söz- karar- yetkinin doğrudan proletarya ve emekçilerin olduğu, sosyalist kamu mülkiyeti temelinde yürüyen, ekolojiye saygılı, cinsiyetçi- ataerkil- cinsel yönelimleri ötekileştirici her türlü gericiliğe karşı, seküler- komünal bir yaşam ve toplum için; Resmi her bir millet, dil, inanç, tarih, düşünce imtiyazına ve tekeline karşı komünizme yürüyen tam hak eşitliği ve komünizme kadar devrimi sürdürmek için; Ezilen ulusların, azınlıkların, kadınların, LGBTİ’lerin baskı ve kırıma karşı kaderlerini ellerine almaları için; Sınıfsız bir dünya için tüm sınıf farklılıklarına, bunların dayandığı tüm üretim ilişkilerine, bu temelde yükselen tüm gerici değer ve geleneksel fikirlere karşı devrimleri sürdürmek için sosyalizme, Sosyalist Halk Savaşı’yla yürüyelim!
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
BURJUVA DEVLETİ KUTSAYANLAR VE KUTSAL DAĞLARIN ETEKLERİNDE BAĞDAŞ KURANLAR!
R
eformist potaya girip ilerleyenler ve devrimci rotadan şaşıranlar cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılarak, kendileri gibi halk kitlelerini de faşist “TC” devletini objektif olarak kutsadı. Umutlar düzene angaje... Bu kesimler burjuva devleti seçimler vasıtasıyla elde edilecek yetkiler, tüzel kişilik veya statüler vb vs sayesinde demokratikleştireceğini, hatta halkın iktidarına dönüştüreceğini düşünmektedir. Daha özü burjuva devleti zorla yıkıp yerine proletarya önderliğinde bir iktidar, devlet kurma hedefi zaten benimsenmemektedir. İktidar hedefi benimsenmekte ama yol olarak ütopik bir iktidar hedefi formüle edilmektedir. Düzenin tanıdığı olanaklarla düzeni içten iyileştirme-tamir yoluyla burjuva devlet veya düzenin aşılması ifade edilmektedir. Hepsine ham hayal demek sanırız haksızlık olmaz. Dahası bu tavrın reformist yol olduğu ve somut pratikte (cumhurbaşkanlığı seçimlerinde) benimsediği tavır ve pratikleriyle burjuva devleti meşrulaştırıp kutsadıkları söylenebilir-söylenmek durumundadır. İçinden geçtiğimiz sürecin aynasında görünenlerin bir bölümü özetle bu çerçevede tarif editlebilir. Ki bu sürecin alengirli bir sürece açılan kapı olduğunu da ifade etmekte fayda vardır. Erdoğan’ın projesinin ürünü olan cumhurbaşkanlığı meselesi proje olarak hedeflendiği gibi tamamlanırsa, balkon konuşmalarının ne denli kof olduğu ve antidemokratik uygulamalarla faşist baskının katlanarak “has” bir diktanın hüküm süreceği uzak değil, sır da değil. Ama mesele salt bununla sınırlı değil. Bundan önce Erdoğan veya AKP’nin siyasi rakipleri, yani halihazırda klik dalaşını sürdüren kliklerin bu süreçte gecikmeden sokak hareketlerine yöneleceği ve hatta daha farklı komplolara başvuracağı bilinmek durumundadır. Siyasi bir krizin gündemde olacağını beklemek yanlış olmayacaktır. Klikler arası iktidar çatışması muhtemelen daha sert çehreye bürünerek keskin uçlarda gündemde olacaktır. AKP’nin Erdoğan sonrası genel seçimlere kadar emanetçi de olsa tayin edilecek olan yeni genel başkan-başbakanla eskisi kadar güçlü olamayacağı ve bu sürecin bu açıdan da zayıf halkalar taşıdığı açıktır. Kısacası önümüzdeki dönem dengelerin esas olarak AKP aleyhine eğilim göstereceği genel doğruyken, genel seçimlerde AKP’nin başarı kazanması durumunda bu dengenin AKP lehine devam edeceği de göz ardı edilemez. Dahası, Kürt Ulu-
sal Hareketi’yle yürütülen barış sürecinin gelişme niteliği de AKP’ye lehte ya da aleyhte avantajlar sağlayan bir moment olacaktır. Müzakere sürecinin Kürt Ulusal Hareketi’ni tatmin eden nitelikte gelişmesi sürecin AKP lehine gelişmesini de beraberinde getirecektir. Bu çerçevede AKP ile Erdoğan’ın elinin güçlenmesi, Erdoğan diktasının koyu gerici saldırılarının daha pervasız zemine oturacağına işarettir. Ne ki bu süreç son derece çetrefilli olacaktır. Siyasi rakipleri (özellikle Kemalist klik) komplolara kadar uzanan bir dizi eylem planı devreye sokabilir. Cemaatle çatışma gerçeği de göz önüne alınınca siyasi krizlerin gündemde olacağı aşikardır. İşte burada devrimci harekete alan açılıp görevler öne çıkacaktır. Tasfiyeciliğin etkileri ve tesiri henüz geçmiş, atlatılmış değil. Bilakis tasfiyecilik güçlü bir tehdit olarak aktüeldir… Bu düzlemdeki tartışmalar, madalyonun ikinci yüzündeki gerçeğe bakmamızı gerektirmektedir. Ki, derin vadilerin önünde dağlara dönük oturan gerillaları görmemek mümkün değil. MKP/HKO gerillaları tüm sürece karşı devrimci mevzilerde durduğunu, devleti kutsayan reformist cenaha karşı onların devrim ve komünizm yürüyüşünde kutsal dağları mesken eylediği göz alıcı çıplak gerçek bilinciyle savaş siperlerinde nöbet tutmaktadır. İktidar uğruna kavganın kor yerini tutanlar, devrimci duruşu iktidarın devrimci savaş yoluyla ele geçirileceği bilincini asla gevşetmeden resmetmektedir… Önümüzdeki dönem krizleri de ancak devrimci savaş ve devrimci tavırla devrimci rotada gelişmelere basamak olabilir. Kriz tarifindeki devrimci durum ve devrimci hareketin gelişmesine elverişli şartlar ne Kemalist kliğin önderliğinde ne de başka bir burjuva klik potasında hibe edilemez. Elbette kendiliğinden kabarışları kendi kaderine terk etmek de benimsenemez. Dolayısıyla muhtemel gelişmeler, burjuva faşist klikler arası çatışmalar süreci ve bunun devrimci hareket lehine sunduğu şartlar, gerici sınıfların veya burjuva kliklerin kullanmasına terk edilemez. Dağların çağrısına kulak kabartmak zorunludur. Dahası, militan devrimci tavrın benimsenerek geliştirilmesi her zaman geçerli olmakla birlikte, özellikle dönemin keskin olarak ortaya koyduğu temel bir ihtiyaçtır. Umut, dağlarda ve şehirlerde militan çizgi duruşuyla konumlanan devrimin silahlı kuvvetlerdedir. Ve dağlara selam söylemeden söz bitirilemez.
06 IŞİD Rojava’da Siyonizm Gazze’de yenilecek! güncel haber
Erdoğan Gazze için elinden gelen her şeyi yapmakta, hatta oradan yaralıları getirip ülkede tedavi ettirmektedir. Ancak aynı “duyarlılık” IŞİD gericiliğinin soykırıma tabi tuttuğu, bebekleri, kadınları, çocukları, yaşlıları susuzluğa mahkum ederek kıyımdan geçirdiği, kadınların barbarca cariye alınması, köle olarak satılması gibi çağdışı ilkel terör ve Hitler takipçisi caniliklere karşı göstermemektedir İsrail Siyonizmi ile Filistin arasında Siyonizm’in saldırganlığından kaynaklanan bir çatışma ve Siyonist saldırganlığa karşı Filistin’in onurlu direnişinden renk alan bir savaş gerçeği yaşanmaktadır. IŞİD Suriye ve Irak devlet sınırlarında katliamlar gerçekleştirip gerici saldırganlık temelinde işkenceler eşliğinde tam bir barbarlık ve zulüm uygulamaktadır. Bu saldırganlığın doğrudan yol açtığı bir çatışma-savaş hali yaşanmaktadır. Savaşı tek taraflı Siyonist saldırganlığın nitelediğini, diğer tarafın ise esasta saldırganlığa meşru direniş sergilediği bir adaletsizlik denkleminden söz edebiliriz. Öyle ki, bu eşitsiz ve adil olmayan çatışmada daha şimdiden yüzlerce çocuk katledilmesine karşın ve gerçekleştirilen katliamın doğrudan bir soykırım tanımına denk geldiği çok açıkken, amiyane deyimle dünya adeta kör, dilsiz ve sağırı oynamaktadır. Çünkü, bu saldırganlığın arkasında dünyayı dizayn etmeye çalışan ya da eden emperyalist güçler vardır. Çok öncelerden yeni kurulacak küçük devletlerin listesinin basına servis edildiği, Irak’ın bilmem kaç parça küçük devlete bölüneceği vb vs aylarca-yıllarca önce yazıldığına göre ve bugün söz konusu yazılanları doğrulamaya yakın gelişmeler nüfuz ederken, yaşanan sürecin emperyalist stratejilerin ürünü olduğu ve planlı geliştirilen emperyalist saldırganlık süreçleri olduğu alenen ortadadır.
İsrail’in saldırıları görmezden geliniyor “Uluslararası toplum” Filistin’de yaşanan cani katliamlar ve
özellikle de paramparça edilen çocukların körpe bedenleri karşısında sesiz ve suskunken, BM’ye ait bir okula saldırı yapılmasından sonra tartışmaya başladı. Burjuva demokrasisinin tüm sahteliği burada çıplak biçimde açığa çıktı. Hatta bu “uluslararası toplum’’ daha çok Filistin’in kendisini savunma adına kullandığı füzeler nedeniyle Filistin’i eleştirip İsrail Siyonizmi’ni alenen desteklemektedir. Onlardan demokrasi, insan hakları, hukuk, adalet, insani değer ve ölçüler elbette beklenemez. Ancak yoksul halklara yalan söyleyerek sakladıkları gerçek yüzlerinin teşhir edilmesi şarttır. Aynı tavır AKP/Erdoğan somutunda da kendini göstermektedir. Ki bu bir sınıf tutumu veya tavrıdır, dolayısıyla benzer olmasında da bir gariplik yoktur. Erdoğan Gazze için elinden gelen her şeyi yapmakta, hatta oradan yaralıları getirip ülkede tedavi ettirmektedir. Ancak aynı “duyarlılık” IŞİD gericiliğinin soykırıma tabi tuttuğu, bebekleri, kadınları, çocukları, yaşlıları susuzluğa mahkum ederek kıyımdan geçirdiği, kadınların barbarca cariye alınması, köle olarak satılması gibi çağdışı ilkel terör ve Hitler takipçisi caniliklere karşı göstermemektedir. Bilakis İŞID’le din kardeşliği ve ortak amaçlar bileşkesinde sağlam durup türlü oyunlarla İŞID’e karşı tutum almamayı kamufle etmeye çalışmaktadır. (“TC’’ vatandaşı rehineler gerçeğinin bu oyunların bir parçası olduğu su kadar berraktır…)
İsrail ile ABD işbirliği devam ediyor İsrail Siyonizmi Filistin halkına bombalar yağdırıyor, kara hareketiyle katliamlar gerçekleştiriyor. Emperyalist devletler ile büyük bir ülkeler topluluğunun kabul etmesiyle kabul edilen evrensel savaş hukukuna göre suç olan tüm suçlar bu saldırganlıkta kullanılıyor. Siviller, yaşlılar, kadınlar ve hepsinden de önemli olarak çocuklar katlediliyor. Peki ne uğruna? Üç İsrailli gencin kaçırıldıktan sonra ölü bulunması uğruna mı? Hayır! Bu saldırganlık çeşitli nedenlerle gerekçelendirilebilir ancak bütün gerekçeler İsrail Siyonizmi’nin uluslararası saldırganlık adına bölgede üstlendiği rol ve misyonun etkin olarak yerine getirilip bölge halklarına tekrar tekrar hissettirilmesi ve ABD emperyalizminin garantörlüğünde olmak kaydıyla İsrail Siyonizmi’nin bölgedeki nüfuzunun güçlendirilmesi, emperyalist gerici çıkarların iyi temsil edilerek bu çıkarların korunmasına yönelik olarak bölgede oluşturul-
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
mak istenen emperyalist tahakküm düzeninin pekiştirilmesi ve elbette ki emperyalist dengeler arası pozisyonun tahkim edilmesi uğruna yapılmaktadır. Öldürülen gençler sadece saldırganlığa gerekçe edilmektedir. Nitekim günler sonra İsrail Siyonizmi’nin milli istihbarat örgütü; öldürülen üç İsrail’li gencin ölümünden Hamas’ın ya da Filistin devletinin sorumlu olmadığını, bağımsız bir grubun yaptığını açıkladı. Adeta bir soykırım niteliğinde devam eden Siyonist saldırganlık ve katliamların sivillere yönelmesi bir yana, çocuk ve bebekleri hedef alması asla gerekçelendirilemez bir barbarlıktır. Bu barbarlık, Filistin devletinin gericiliği veya Hamas yönetiminin dinci gerici niteliği bahane edilerek sessiz karşılanamaz, bu zulme kayıtsız kalınamaz. Katliam ve vahşete tavır almak Hamas’ı ve Siyonizmi desteklemekle bağdaştırılamaz. Her türden gericiliğe karşı tavır alırken, somut olarak Filistin halkı şahsında yaşanan İsrail Siyonizmi’nin soykırımcı katliamlarına tavır almak da sınıf tavrı adına şarttır. Tavrımız gericiliğin her türüneyken, somutta Siyonist saldırganlığa karşıdır. Ancak bu, savunduğumuz mazlum Filistin halkından öteye Hamas’ı desteklediğimiz manasına gelmez. Bizler ne Hamas’ı, ne de İsrail Siyonist devletini en küçük şekilde olumlu görmüyor, desteklemiyor ve savunmuyoruz. Bizlerin desteklediği, halk kitleleridir. Katliamlara maruz kalan Filistin halkını, direnen Filistin halkını, öldürülen-kıyımdan geçirilen Filistin halkını selamlıyor ve yanında olduğumuzu beyan ediyoruz. Filistin hakim sınıflarının niteliği ya da iktidar ve hükümetin gerici niteliği Filistin halkına ve çocuklarına uygulanan zulüm, kıyım ve katliam karşısında nötr kalmayı asla gerektirmez. Dahası Siyonizmin katliamları ve saldırganlıklarına karşı da sessiz kalınamaz. Gelinen aşamada defalarca yapılıp saatler içinde bozulan ateşkes sağlanmış durumdadır. Sağlanan ateşkesi doğru okumak önemlidir. Her türden saldırganlıkta sınır tanımayan Siyonizm, Filistin’de yediği askeri darbeler sonrası Filistin halkının direnişi karşısında (Gazze’de) yenileceğini anladı. Yüzlerce çocuğu acımasızca katleden Siyonizm birkaç askerinin öldürülmesiyle geri adım atmak zorunda kaldı. Bu silahlı mücadelenin, silahlı düşmana karşı silahla mücadele etmenin bir kez daha doğrulanması anlamına da gelmektedir. Çı-
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
karılması gereken derslerden en önemlisi budur.
07
IŞİD Suriye’de Êzidileri katlediyor İsrail Siyonizmi’nin katliamlarını geride bırakacak türden vahşi bir canavarlık emperyalizm beslemesi IŞİD gericiliği tarafından Suriye’de Kürtlere/Êzidilere uygulanmaktadır. Suriye’de yaşanan iç savaşın yarattığı boşluğu, aynı biçimde Irak’ta yaşanan iktidar boşluğu veya iktidar karşıtı Saddam yanlısı aşiret yapısı ve kitlelerin desteğini alarak belli bir bölgede güçlenen ve şimdilik bir statü elde eden İŞID gericiliği, emperyalistlerin kuklası olarak belli bir senaryonun hayata geçirilmesinin kaotik koşul ve provakatif görevini yerine getirmektedir. Bu uğurda canice katliamlar gerçekleştirip cani katliamlarını sanal alem üzerinden yayarak korku salmaya çalışmaktadır. Ki bunda belli düzeyde başarılı olduğu söylenebilir. Ancak baskı ve vahşetin karşıtını büyüteceği gerçeğini atladı. Yeryüzünün en aşağılık, en iğrenç yöntemlerini kullanan IŞİD rivayet edilen Barzani şahsında Kürtlerle yaptığı anlaşmayı ihlal ederek Kürt bölgelerine, Kürtlere saldırmaya başladı. Hem de en vahşi uygulamalar eşliğinde. Kadınları kaçırdı veya toplayarak hizmetine aldı, köle misali, sattı… Ele geçirdiği rakiplerini veya halktan insanları kafalarını kesmek suretiyle katletti, acımasız işkencelere tabi tutarak din değiştirmelerini vb vs istedi… Kısa bir ders olarak not edelim ki, tüm söz ve söylemlerine karşın şeriatın-şeriatçıların gerçek yüzü burada açığa çıkmaktadır. Şartlara bağlı olarak yumuşak davranmaları, demokratik laflar gevelemeleri gerçeği değiştirmez, iktidar sağlama alınıp engeller temizlendikten sonra Erdoğan diktası da öz bakımından bundan farklı değildir.) IŞİD gericiliğinin Kürtlere/Êzidilere uyguladığı vahşet tarihte eşi az görülen cinsten bir vahşettir. Yaşananlar tam anlamıyla bir ortaçağ karanlığının günümüze yankısıdır. Binlercesi katledilmekle birlikte, belki bir o kadarı da ölümden/IŞİD zulmünden kaçıp canlarını kurtarmak için çıktığı kilometrelerce süren uzun dağ yollarında hayatını kaybetti. Özellikle kıraç ve sarp yollarda aç ve susuz sürdürülen yolculuğa çocukların dayanabilmesi mümkün değildi… Nitekim yüzlerce çocuk bu yollarda ve IŞİD’in doğrudan katliamlarında katledildi. Burada yaşanan tam anlamıyla bir insanlık dramıydı. Çocuklara acımasızca kıyan bir anlayış, bir ideoloji, bir tutum ve ruh hali ancak Hitler ve onun türevlerinden biri olan IŞİD gericiliği gibi çağdışı akım, ideoloji ve siyasi yapılanmalar olabilir. Ancak “rüzgar ekenin fırtına biçeceği’’ kaçınılmazdır. Dünyanın herhangi bir yerinde bir devrimci hareketlenme gündeme gelse emperyalist güçler derhal oradadır ve saldırır. Dahası tüm gelişmelerde de aynı muntazam kontrol sergilenmektedir. Gerici çıkarların korunması ve yaşanan dalaşlarda, uygulanan saldırganlık, işgal ve ilhaklarda emperyalizmin teknolojik ve askeri nüfuzu tartışmasız olarak hazır bulunmakta ve emperyalist zincirin gelişmişlik düzeyinde dünyanın her tarafına rahatlıkla saldırıp kontrol sağlamakta, amiyane deyimle mevcut dünya sistemi içinde emperyalist dünya gericiliğinden bağımsız olarak tek bir yaprak bile oynamaz. Ancak teknolojik ve askeri alanın bu gelişmişlik düzeyine karşın İŞID gericiliğine karşı ayaklarını sürümekten ileri gitmedi. Bu durum aynı zamanda IŞİD’in emperyalist besleme olduğunun da kanıtıdır. Ne var ki, IŞİD gericiliğinin dünya kamuoyunda kabul görmeyerek teşhir olan gerçeği emperyalist güçlerin sessiz kalmama adına göstermelik olarak tavır almasını koşulladı. Ki emperyalist güç / bloklar arası dengeler ve dalaşta bu sahada rol oynamayı belirleyen diğer zemindir.
Dünya gericiliği IŞİD’in katliamlarına seyirci kalıyor Özcesi dünya gericiliği İŞID’in Suriye’de estirdiği vahşet ve soykırım karşısında esas olarak sessiz kalmayı tercih ederken, IŞİD’e dur diyerek onu kendi karanlığına gömecek olan halkların direniş ve mücadelesi devreye girmiştir. Dört parçada örgütlü bulunan ve belli parçalarda yönetim statüsüne sahip olan Kürtler IŞİD gericiliğine karşı direniş ve savaş seferberliği çağrısında bulunarak Kürtlere yapılan saldırının dört bölge Kürtlerince karşılık bulacağını deklere ederek hayata geçirdi. Nitekim bugün yaşanan bu pratik IŞİD gericiliğini yeni saldırı alanlarından söküp atarken, belli alanlarda çatışmalar hala sürmektedir. Özellikle PKK güçlerinin etkin rol aldığı fakat genel olarak Kürtlerin birleşik direnişle tavır geliştirdiği Maxmur Kampı derhal IŞİD kontrolünden geri alındı. Êzidiler yerleşim yerleri ve buralar dışındaki yerlerde güvenlik altına alınarak IŞİD’e karşı korunmaktadır. IŞİD’e karşı direniş veya savaşta özellikle Kürt kadın güçlerinin mücadelesi son derece anlamlı, çağdaş ve dikkate değerdir. Bu gerçeklik Kürt kitlelerin topyekün direnişte olup savaştığını da göstermektedir. Zaten PKK/KCK ve diğer Kürt güçleri gerekli çağrılarını, seferberlik ilanlarını yaparak Kürtlere yapılan saldırı karşısında ortak bir duruş ve direniş gösterileceğini, Kürtlerin nerede olursa olsun savunulacağını açıkladı. Bu sürecin pozitif bir özelliği tarihte görülmemiş bir deneyim olarak tüm Kürtleri ortak hareket etmesi, bu direniş veya savaş şahsında birleşmiş olmalarıdır. Bu olumlu gelişmeye paralel olarak olumlu direniş ve çatışmalara da imza atılmaktadır. Ki, IŞİD Rojava’da, Şengal dağlarında, Maxmur’da yenilecektir. Ne emperyalistlerin saldırısı ne de kirli pazarlıklar ve çıkar ilişkileri IŞİD’in bertaraf edilmesine yetmeyecektir. IŞİD birleşik Kürt mücadelesinin eseri olarak Kürtler tarafından yenilgiye uğratılacaktır.
YÖNELİM
≫ kazım cihan
BURJUVA DEVLET NE İÇİN NE ADINA KUTSANDI? umhurbaşkanlığı seçimleri bildik atmosferde yapılarak tamamlandı. Erdoğan ‘’Halk tarafından’’ cumhurbaşkanı koltuğuna seçildi. Bu beklendik bir sonuçtu ama ‘’çatı adayının’’ birinci turu ikinci tura taşıyacak kadar oy alamaması çok da beklenen bir durum değildi. Özeleştirimiz olsun ki, bizler de Erdoğan’ın ilk turda seçileceğine ihtimal vermedik; ikinci turun yaşanacağına inandık ve yaklaşımlarımızın bir bölümü bunun üzerine bina oldu. Ki, ikinci tur özellikle DHP siyaseti açısından turnusoldü. Ancak ikinci tura gerek kalmayınca güdülen siyasetin renk vermesinin önü alınmış oldu. Büyük olasılıkla Erdoğan’ın ilk turda seçileceği hesaplanmış ve taktik buna göre saptanmıştı. Başarılı da oldu. HDP adayı S. Demirtaş seçim süreci boyunca da sempatik bir profil ortaya koydu ve etkili olduğu kadar başarılı da oldu. Demirtaş seçim çalışmasında emek-sınıf eksenli argümanları sistemli olarak kullandı ve net bir çizgi-duruş ortaya koydu. Başarısında bunun payı olsa da, ezilen-sömürülen halkın veya sınıfın cumhurbaşkanlığı seçimleriyle iktidara taşınacağı iddiası nesnel gerçeğe aykırı popülist siyasetten ibaretti. Düzen partilerinin alternatifi ve burjuva düzenin değiştirilmesi ancak proletarya partisi alternatifi ve önderliğiyle mümkündür. Burjuva düzeni içten iyileştirmeler yoluyla mükemmelleştirmeye çalışmak, onu kutsamak, meşrulaştırmak vb vs özellikleriyle de dolaysız reformizmdir. Proleter devrimciler ’’iyi insan’’ yüzeyselliğiyle burjuva devleti kutsayamazdı, kutsamadılar… CHP ile MHP’nin makus kaderi sekiz seçimde yaşadıkları kaderi tekerrürle yere serildi. Hem dinci olmak, hem laik olmak, hem solcu olmak, hem MHP ile kardeşleşmek gibi ilkesiz, pragmatist ve makyavelist burjuva siyasetin geleceğinin olmayacağı açıktır. CHP tüm gerçekliğiyle hak ettiği yerdedir. Miadı dolmuş olanların tutma şansı olmadığı bir kez daha görüldü. CHP, MHP, AKP gibi bitişik türevlerin ayrıntılı tahlil edilmesine gerek yok. Zira bunlar bilinmedik ve tahlil edilmedik sınıf partileri değildir. Her nitelikleriyle teşhire gerek olmayacak düzeyde ortadadırlar. Yalnız AKP’nin büyük bir halk kitlesini din kisvesi altında yedeklediği gerçektir ve bu ciddi bir sorundur. Cumhurbaşkanlığı dönemi ise kişi diktasının daha da oturup, bunun altında faşist baskıların daha da pervasızlaşacağı süreç olacaktır. Ancak AKP’nin geleceği bu süreçle ciddi sancılara veya erimelere gebedir. Öte taraftan CHP hala geniş halk kitlelerinde solcu olarak bilinmektedir ve tüm gerçekliğine karşın hala bu yargı mevcuttur. Bu da bir sorundur ve aşılması gerekmektedir. CHP’nin kitle
C
tabanı veya oy potansiyeli ve alt örgütlülüklerinde, hatta üyelerin düzeyinde demokrat, aydın ve sol eğilimli insanların yoğun olması kitlelerde CHP hakkında yanılsamaya yol açmaktadır. Ve gerçek ki, CHP’li veya CHP’ye oy veren büyük kesimler demokrat, ilerici ve halktan insanlardır. Ancak biliyoruz ki, tayin edici olanın tabanın, tabelasının, oy potansiyelinin vb vs ne olduğu değil, program ve parti çizgisi ile ilkeleri ve en önemlisi de hangi sınıfların siyasi partisi olup hangi sınıf iktidarını savunduğu vs’dir. Bu meseleler ayrıntılı mütalaa edilmesi gereken konulardır. Zira analitik olmayan her strateji ve siyaset yüzeysel, genel geçer olup gerçek başarıdan uzaktır. Ne ki, bu meseleleri incelemek şimdinin-bu yazının konusu değildir. Uzatmayalım; bizler cumhurbaşkanlığı seçimlerini bilinen ilkesel yaklaşımlarımız nedeniyle boykot ettik. Boykotçu cephe diğer seçim ve süreçlere oranla kendi içinde en güçlü durumdaydı. Bunun da ötesinde büyük bir halk kitlesi kendiliğinden umudunu devletten ve burjuva partilerden kesmiş olmanın göstergesi olarak seçimlere katılmadı, oy kullanmadı. Bu seçimde sandığa gitmeme tutumunun yoğunluğu, yakın tarihin en büyük oranıdır. Bu durum elbette değerlendirilmesi gereken bir konudur. Kitlelerin kendiliğinden sandığa gitmediğini ve bu anlamda düzene ve düzen partilerine güvenlerinin olmadığını, onlardan umutlarını kestiğini söyleyebiliriz. Durum buyken, devrimci, demokrat vb güçlerin ısrarla seçimlere katılması ve Demirtaş gerekçesiyle reformist yaklaşımlarını meşrulaştırmaya çalışması, bütün bunlarla da yetinmeyip boykotçulara hakaretle saldırma aymazlığına düşmesi son derece dikkat çekici bir durumdur. Devrimciler devrimci tavırlarından dolayı bazı “devrimciler, demokratlar’’ vb tarafından hakarete maruz kalmaktadır. “Hırsız ev sahibini bastı’’ misali… Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullananlar, seçimlere girenler ne bekliyordu? Kazanmak mı? Kazanmaları olası olmadığı halde, varsayalım ki kazanmış olsalardı; ne olacaktı? “TC’’ devletini demokratikleştirecekler miydi? Bu boş bir hayal değil mi? Dahası burjuva devletiburjuva sınıf devletini reformlar vasıtasıyla daha da demokratikleştirmek ve hatta mükemmelleştirmek ne anlama gelirdi ki? Faşist sınıflar devletini yıkıp yerine proletarya önderliğinde bu sınıfa ait devlet kurma gibi devrimci hedef varken, burjuva devleti tahkim edip onararak uzun yaşama imkanlarına kavuşturma çabasından başka bir anlama gelmeyen reformist yaklaşım, hangi gerekçeyle benimsenebilir ki?
08 emek haber
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Temmuz ayında en az 123 işçi katledildi
İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin her ay hazırladığı işçi katliamları raporuna göre 2014 yılı Temmuz ayında en az 123 işçi hayatını kaybederken, bu ölümlere Bursa’da 5 işçiyle, Ordu’da 2 işçinin katledilmesi eklendi İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin her ay yazılı, görsel, dijital basından takip ederek, emek-meslek örgütleri, işçiler ve işçi yakınlarından gelen bilgilere göre hazırladığı rapora göre, Temmuz ayında en az 123 işçi katledildi. Bu raporla bir kez daha anlaşıldı ki, iş güvenliği önlemlerinin neredeyse hiç alınmadığı koşullarda işçi katliamları 'kader' olarak kamuoyuna yansıtılmaktadır. Esas gerçeklik ise bu söylemlerden çok daha farklıdır. Patronların kar hırsı sonucu iş güvenliği önlemleri alınmadan çalıştırılan işçiler, devletin gerekli yasal düzenlemeleri yapmaması ve patronlar üzerinde baskı kurmaması nedeniyle yeni katliamlarla karşı karşıya kalıyor. Bu katliamlar ancak işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle aşılabilecektir.
Katliamların en çok yaşandığı işkolları İşçi katliamları en çok tarım, inşaat, metal, belediye/genel işler ve gıda işkollarında yaşandı. Raporda işçi katliamlarının yaşandığı işkolları şöyle sıralandı: “Tarım, Orman işkolunda 42 emekçi; İnşaat, Yol işkolunda 24 işçi; Metal işkolunda 9 işçi; Gıda, Şeker işkolunda 7 işçi; Belediye, Genel İşler işkolunda 7 işçi; Madencilik işkolunda 6 işçi; Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema
işkolunda 6 emekçi; Taşımacılık işkolunda 5 işçi; Enerji işkolunda 4 işçi; Çimento, Toprak, Cam işkolunda 3 işçi; Konaklama, Eğlence işkolunda 3 işçi; Ağaç, Kağıt işkolunda 2 işçi; Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 2 işçi; Petro-Kimya, Lastik işkolunda 1 işçi; Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 1 işçi; Savunma, Güvenlik işkolunda 1 işçi hayatını kaybetti… Temmuz ayında hayatını kaybeden 123 emekçinin 97’si işçi, memur statüsünde çalışan ücretlilerden 23’ü; çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden ve 3’ü ise kendi hesabına çalışanlardan/esnaflardan oluşuyor.”
Göçük nedeniyle 26 işçi katledildi İşçi katliamlarını en çok trafik/servis ‘kazaları’, ezilme ve düşme nedeniyle olduğunun belirtildiği rapor şu ifadelerle devam etti:“Trafik, servis kazası nedeniyle 33 işçi; ezilme, göçük nedeniyle 26 işçi; diğer nedenlerden dolayı (kalp krizi, intihar, yıldırım düşmesi, saldırı vb.) 19 işçi; düşme nedeniyle 13 işçi; elektrik çarpması nedeniyle 11 işçi; patlama, yanma nedeniyle 10 işçi; zehirlenme, boğulma nedeniyle 7 işçi; nesne düşmesi, çarpması nedeniyle 4 işçi hayatını kaybetti.” Raporda meslek hastalıkları nedeniyle yaşanan ölümler de diğer nedenlerden dolayı ölümler başlığı altında toplandı. 6 işçinin meslek hastalığı nedeniyle hayatını kaybettiği Temmuz ayında, 6 çiftçi ise kene ısırması sonucu yakalandığı Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) sonucu hayatını kaybetti.
Temmuz ayında 16 kadın işçi hayatını kaybetti Hazırlanan raporda şu ifadeler yer aldı: “Mevsimlik tarım işçileri Kübra Yaşatır, Selma İçöz, Birgül Çelik, Hale Çelik, Adalet Altay ve ismi öğrenilemeyen bir kadın işçi… Çiftçiler Emine
Çelik, Gülşen Demiral, Hatice Polat, Leyla Özekinci ve Nuray Öztürk…Gıda işçisi Sabire Konur ve Ayfer Yıldırım…Kimya işçisi Kader Kılıç…Esnaf Dilek Fazlı…Sağlık teknisyeni Kadriye Güngör… 13 yaşındaki mevsimlik orman işçisi Sedat Yalçın, Düzce Yığılca’da çalı ve otları temizledikleri ormandan traktörle köye dönerken traktör römorkuna ağaç devrilmesi sonucu hayatını kaybetti… 14 yaşındaki çoban Furkan Çavuş, Erzurum Palandöken’de hayvanlarını otlattıktan sonra dönerken hayvanlara otomobil çarptı. Çıkan kavga üzerine olay yerine gelen polis tarafından vurularak katledildi. 14 yaşındaki Ali Saltık, Gaziantep’te bulgur fabrikasında buğdayların kaynatıldığı silo başında çalışırken dengesini kaybedip, silonun içine düşerek hayatını kaybetti… 15 yaşındaki mevsimlik tarım işçisi Osman Özen, Muğla Yatağan’da tütün çapasından dönerken yolculuk ettiği kasalı traktörün devrilmesi sonucu öldü… 15 yaşındaki inşaat işçisi Barış Ergin, Adana Ceyhan’da 5 katlı bir binanın 3.katında sıva yaparken düşerek katledildi… 16 yaşındaki Suriyeli mevsimlik tarım işçisi Nacin Freyş, 15 gün evvel Urfa’dan çalışmak için Tokat Erbaa Kızılbuçuk Köyü’ne gelen 100 Suriyeli işçiden biriydi. Çalıştığı tarlanın 150 metre ötesinde bulunan Kelkit Çayı’na serinlemek için girdiği sırada, boğularak hayatını kaybetti. 17 yaşındaki mevsimlik tarım işçisi Kübra Yaşatır, Hatay’dan Bursa’ya giden işçi minibüsünün Konya’da ‘kaza’ yapması sonucu hayatını kaybetti… 17 yaşındaki çiftçi Süleyman Sertan Buluş, Adana Denizkuyusu Köyü’nde tarlaya gider-
ken sürdüğü traktörün drenaj kanalına devrilmesi sonucu hayatını kaybetti… 17 yaşındaki mevsimlik orman işçisi Hale Çelik, Düzce Yığılca’da çalı ve otları temizledikleri ormandan traktörle köye dönerken traktör römorkuna ağaç devrilmesi sonucu katledildi… Van’da mevsimlik tarım işçisi Azad Mamu saman taşıdığı traktörün devrilmesi sonucu ve Konya’da mevsimlik tarım işçisi Remzi Haydar tarlada sondaj yaptığı aracın yüksek gerilim hattına temas etmesi sonucu hayatını kaybetti.”
En çok işçi katliamının yaşandığı iller İşçi katliamları en çok 10’ar işçiyle Düzce ve İstanbul’da, 6’şar işçiyle de Kocaeli ve Muğla’da yaşandı. Temmuz ayı işçi katliamları raporunun hazırlanmasının ardından Bursa’da 5 işçi daha hayatını kaybetti. Yük asansörünün üzerlerine düşmesi sonucu 4 işçi katledilirken, bir inşaatın 6’ıncı katındaki asansör boşluğuna düşen kartonpiyer ustası Emin Vatansever de 5 Ağustos günü hayatını kaybetti. İşçi katliamları bu ölümlerle de durmadı.
İşçi katliamları devam ediyor Ordu Üniversitesi Yerleşkesi’ndeki su deposunun arızalanan pompasını tamir etmeye çalışan 6 işçiden 2’si elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti. İşçiler seyyar jenaratör kablosunun kopmasının ardından su dolu depoya düşerek katledildi. Katledilen işçilerin birinin adı Enver Ekici iken Gürcistan uyruklu diğer işçinin adı bilinmiyor. Yaralanan 4 işçi ise hastaneye kaldırıldı.
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
emek haber
09
Gazeteci Deniz Fırat IŞİD saldırısında hayatını kaybetti
nır Tanımayan Gazeteciler (RSF)Mahmur’da Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)’in saldırısı altında hayatını kaybeden gazeteci Deniz Fırat’la ilgili açıklama yayınladı. CPJ’in Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Sherif Mansour, “Irak’ta artan şiddet ortamında, tüm taraflar çatışmaları izleyen gazetecilere sivil olarak kabul etmeli ve güvenliklerini sağlamalıdır” dedi. RSF ise açıklamasında Fırat’ın ölümüyle ilgili mutlaka bir soruşturma başlatılması gerektiğini belirtilerek şöyle denildi:“Bu olayın trajedisi tüm taraflara bilhassa savaş ortamında gazetecilerin görevlerinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatmalı. Sivil halkla birlikte gazetecilerin güvenliklerinin alınması için her türlü çaba sarf edilmelidir.”
Gazeteci Deniz Fırat, IŞİD’in Maxmur Kampı’na yönelik saldırılarını takip ederken, 9 Ağustos’ta kalbine gelen bir şarapnel parçası nedeniyle hayatını kaybetti Ülkemizde devrimci ve yurtsever basın sürekli devlet baskısına maruz kalmıştır. Aynı baskı şiddet dozuna göre değişim gösterse de tüm dünyada muhalif basına yönelik baskılar her zaman var oldu. Bu baskılardan en büyük payı sosyalist basın alırken, ülkemizde yurtsever Kürt basınına yönelik baskılar da en şiddetli şekilde uygulandı. Bugün halka gerçek haber vermek için büyük çaba içinde olanlar yine yurtsever ve devrimci basın oldu. Bu özelliğinden dolayı en büyük tehlikeleri göze alan yurtsever ve sosyalist basın emekçileridir. ABD’nin Ortadoğu’ya filli saldırısından sonra bölge adeta cehenneme döndü. Bir yandan ABD öncülüğünde emperyalist devletlerin katliamları devam ederken, öte yandan emperyalistlerin kendi çıkarları için oluşturduğu silahlı güçler bölgeyi kan gölüne çevirdi. Emperyalistler bölgede hakimiyetini sağlamak ve bölge halklarını kendilerine gebe bırakmak için çeşitli silahlı örgütler kurdu. Türk devleti ise gerek Kürtlere karşı gerekse de Sünni İslam modeline dayalı geniş bir alanda varlığını hissettirmek için bu örgütlere en büyük desteği veren ülkelerden biri oldu. İsrail ve ABD’den sonra bu örgütlere en büyük desteği Türk devleti vermektedir.
Büyük tehlikeleri göze alarak haber takip ediyordu Eli kanlı çetelerin bölgede büyüyüp güç-
lenmesi ve mazlum bölge halkların canına kast etmesiyle birlikte tüm gözler bölgeye çevrildi. Bölgede olup bitenleri objektif olarak halka sunmak isteyen yurtsever Kürt basını emekçileri büyük tehlikeler göze alarak görevlerini yapıyor. Bu basın emekçilerinden biri olan Deniz Fırat adlı kadın gazeteci Maxmur Kampı’na yönelik IŞİD’in saldırılarını takip ederken, 9 Ağustos’ta kalbine gelen bir şarapnel parçası nedeniyle hayatını kaybetti. Fırat Haber Ajansı’nın bir çalışanı olan Deniz Fırat bir süredir doğruları yansıtma hedefiyle gördüğü, tanık olduğu savaşı ve direnişi halka ulaştırmak için Sterk TV, Med NUÇE, Ronahi, Fırat Haber Ajansı’na haberleri geçiyordu. Fırat için ilk tören Kandil’de yapıldı. Kandil’de yapılan törenin ardından Fırat’ın cenazesi Van’a götürüldü. Çaldıran ilçesi Hangedik köyünde yapılan cenaze törenine Fırat'ın yakınları, gazeteci meslektaş-
ları, Özgür Gazeteciler Cemiyeti Derneği, Barış Anneleri Meclisleri, HDP Van Milletvekilleri Özdal Üçer, Nazmi Gür ve Van Bağımsız Milletvekili Kemal Aktaş, Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanları Hatice Çoban ve Bekir Kaya katıldı. Cenaze töreninde konuşan Özgür Gündem Gazetesi editörlerinden Günay Aksu, şunları dile getirdi: "O bize savaşı anı anına aktardı. Çetelere karşı kamerasıyla savaştı. Deniz, Musa Anter'in özgür basını, Gurbetelli'nin kalemi, Halil Uysal'ın kamerası oldu. Özgür basın geleneğini yürüten arkadaşlarım adına diyorum ki, Deniz'in kalemi daha güçlü yazacak. Biz onun savaşını zaferle taçlandıracağız. Onun hayal ettiği özgür Kürdistan gerçekleşecek. Deniz'in gözü arkada kalmasın. Onun mücadelesi bizim için büyük bir mirastır."
CPJ ve RSF’den açıklama Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) ve Sı-
Basın-İş ve TGC’den açıklama Fırat’ın hayatını kaybetmesinin ardından DİSK Basın-İş Sendikası ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) birer açıklama yaptı. DİSK Basın-İş Sendikası’nın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Deniz Fırat, AKP'nin düşüncenin oluşmasını engellemek için haberin yasaklamasına karşı çatışma bölgesindeydi. Onun kanı yasakçıların da eline bulaştı. Fırat'ın ölümünde İŞİD’le ilgili haberlere dava açanların da sorumluluğu vardır.” TGC ise açıklamasında şunları söyledi: "Savaş ve çatışma bölgelerine giden gazetecilerin can güvenliği her gün biraz daha tehlikeye girmektedir. Bu konuda gazetecilerin evrensel kriterlere göre dokunulmazlığı olması gerekirken, çatışmacı taraflar gazetecileri kollamak bir yana zaman zaman özellikle hedef almaktadır.”
VEDAŞ işçileri yeniden direnişe başladı Van Gölü VEDAŞ bünyesinde Çukurca, Yüksekova ve Şemdinli’de arıza-bakım ve bakım onarım servisinde çalışan Enerji-Sen üyesi işçiler, Türkerler Holding’in imzalanan protokolü iptal etmesinin ardından yeniden direnişe başladı VEDAŞ işçileri, işçi katliamlarına, güvencesiz çalışma koşullarına ve düşük ücretlere karşı başlattığı mücadele sonucunda, maaşların yükseltilmesi, yemek
ücretlerinin işçilere yetecek kadar verilmesi, fazla mesai ücretlerinin ödenmesi ve taşeron şirketinin keyfi olarak işten çıkarmalarının yasaklanması yönündeki taleplerini, şirket yöneticileriyle imzaladığı protokolle kabul ettirmişti. Ancak Türkerler Holding’in patronları işçilerin haklarını gasp ederek imzalanan protokole uymadı. Enerji-Sen üyesi işçiler, patronların taleplerini yerine getirmemesi üzerine yeniden direnişe başladı.
VEDAŞ işçileri direnişi büyütüyor 7 Ağustos günü TEDAŞ binası önünde toplanan Enerji-Sen üyesi işçiler, “Kölece
Çalışma Şartlarına Karşı Direnişteyiz” , “Soma’yı Unutmadık Taşerona Son” , “Protokol Uygulansın Halk Mağdur Olmasın” pankartlarıyla Oslo Binası’na yürüdü. Yürüyüşe, Enerji-Sen Örgütlenme Uzmanı Ramazan Ünal, DİSK ve KESK bileşenleri, Yüksekova Belediyesi Eş Başkanı Ruken Yetişkin, Büyükçiftlik Belde Belediye Eş Başkanı Rüştü Zeydan ve DBP Yüksekova İlçe Başkanı Fikret Turgut destek verdi. Enerji-Sen Örgütlenme Uzmanı Ramazan Ünal yürüyüşün ardından yaptığı açıklamada, 18 Haziran’da bölge halkının da katıldığı ve sonuna kadar destek ver-
diği eylemlerin ardından ihale sözleşmesinde iş kanununa aykırı maddelere karşı insanca yaşam ve güvenceli iş talepleriyle protokol imzalandığını belirtti. Ünal, Türkerler Holding yöneticilerinin talepleri karşılamak yerine daha fazla kar elde etmek için elektrikleri keserek hem işçileri hem de halkı zor durumda bıraktığını söyledi. Ardından Enerji-Sen adına yapılan basın açıklamasında, Yüksekova, Şemdinli ve Çukurca bölgelerinin üç gün karanlıkta kalmasının ardından eylem yapıldığını ve bu eylemler sonucunda şirketin protokolü imzalamak durumunda kaldığını belirtti.
10
kadın analiz
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
KAHKAHALARIMIZLA zalİmlerİ BOĞMAK İÇİN KADINLAR İKTİDARA!
Biliyoruz ki önyargıları, geleneksel değer yargıları ve alışkanlıkları öylesine kolay söküp atamayız. Ön yargıları parçalamak bir atomu parçalamaktan daha zordur özdeyişi öylesine ve boşuna söylenmiş değildir. Bunun için son derece titiz ve sağlam bir çalışma gereklidir
Rojda Demir Bülent Arınç’ın “Biz karısını 40 yerinden bıçakladıktan sonra sokak ortasında bırakan bir ahlaksız kocayı bugüne kadar duymamıştık. Sevdiğini bırakan, üstünden taksisiyle geçen edepsiz, vicdansızları hiç duymamıştık. Çocuklarının önünde cinayet işleyen vicdansızları bugüne kadar duymamıştık. Asıl yapılması gereken sizlerin iyi örnek olmasıdır. Onları iyi yetiştirmeliyiz. Bizler inanmış birer müslüman olarak Kuran’ı içindeki hükümleriyle, Peygamber Efendimizin Hadis’i Şerif’leriyle mutlaka okumalıyız. Haya meselesi çok önemlidir. Kadında olsa daha da güzeldir. Erkekler için de haya geçerlidir. İffet çok önemli. Sadece bir isim değil. Kadın için de bir süstür, iffet. Erkek için de bir süstür. İffetli olacak. Erkek de olacak. Zampara olmayacak. Eşine bağlı olacak. Kadın ise o da iffetli olacak. Mahrem, namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak, iffetini koruyacaksın.’’ beyanıyla ataerkil egemenlikçi tekçi gerici burjuva faşist anlayış ve bu eksen üzerinden yürütülen ve gelişen tartışmalar yeniden alevlendi. Kemalist muhafazakar faşist klik ve bu yörüngenin etkisi altındaki kesimlerden tutalım da sivil toplum örgütlerinden reformistlere, yurtseverinden demokratlar ve devrimci kesimlere kadar yeniden tartışmaların vesilesi oldu. Arınç’ın yukarıdaki açıklamalarına dünya basınında tepkiler de söz konusudur. Özellikle Türkiye- Kuzey Kürdistan’da ki ahlak meselesinden tutalım da
çocuk gelinler, aile içi şiddet, namus cinayetleri, LGBTİ bireylere yönelik ardı sıra uygulanan şiddet vb gelişmeler dünya medyasına da taşınarak çeşitli tartışmalara vesile olmuş ve olmaktadır. Ünlü Femen bile ’’Üzgünüz Bülent Arınç, televizyondaki o ağlamaklı halinizi her gördüğümüzde kahkaha atmadan duramıyoruz. Türk kadınları direnin, özgürlüğün tadını çıkarın, hayatı sevin ve kahkaha atın, kahkaha atın, kahkaha atın...Diren kahkaha’’ twetini paylaştı. Bilindiği gibi insanlık tarihinde ilk olarak ayaklar altına alınan mesele, ataerkil- erkek egemenliği tarafından kadınların sömürüye tabi tutulmasıdır. İşte o gün bugündür ataerkil çizgi ve yönelim, özel mülk dünyası ve toplumlar sistemi içerisinde soğurularak sürekli yaşatılmış ve kendini varede gelmiştir. Faşist Arınç’ın açıklamasını da bundan bağımsız ele alamayız. Zira bu söylediklerinin arka planında yatan anlayış ve pratikleri yeni de değil aksine öteden beri savunulan çizgi ve siyasetleridir. Osmanlı’dan TC’ ye sömürücü egemenlik sistemlerinin kadına ve cinsel kimliklere yaklaşımı hep ırkçı faşist karakterde olmuş ve sürekli olarak tali, ikinci sınıf da değil üçüncü sınıf ve “eksik etek’’ olarak ele alınmıştır. Öyle ya bizzat İslamiyet’te kadının erkek kemiğinden yaratıldığı da savunulmuyor mu? Kadın bedeni dahi metalaştırılarak burjuva gerici faşist politikaların ve özel mülkiyet çıkarlarının hizmeti için kullanıldı.
seninde tekçilik dayatıldı. Özel ve özgür yaşam o kadar algı yönetimleri ve manipülasyonlarla etki altına alınmıştır ki tekçiliğin dayatıldığı ve toplumun bu doğrultuda entegre edilerek dejenere edilmeye çalışıldığını söyleyelim. Öyle ki cumhurun başı seçim mitinglerinde faşist Erdoğan “ben Sünniyim Kılıçdaroğlu sen Alevisin Demirtaş sen Zazasın’’, “bırakın Türkiye’de Türk, Türk olduğunu, Kürt, Kürt olduğunu söylesin. Bunda ne var? Benim için bir ara ne dediler? Gürcü dediler. Afedersin daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler. Ama ben Türk’ üm’’ beyanlarıyla toplumu bölerek, kin ve nefret anlayışı ve pratik politikalarıyla oy devşirmenin ve tekleştirmenin hesaplarından kaçınmamaktadır. Uluslararası emperyalist kültür hegemonyasının arkasına gerici değer yargılarını ve alışkanlıkları da alarak tekleştirmenin bu kadar yoğunlaştırılıp topluma şırınga edildiği bir coğrafyada devrimci komünist mücadelemizin aynı zamanda anti- feodal, anti- faşist ve bütün tekleştirmelere karşı köklü ve temelli bir karakter taşıdığını da vurgulamak isteriz. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da öylesine kanunsuzluklar, mantıksızlıklar ve insanı dehşete düşüren ilginçlikler gelişmektedir ki hayret etmemek elde değildir. Mesela en yakın yani bugünkü süreçte eşi tarafından şiddet uyguladığı ve aldattığı iddiasıyla boşanma davası açan bir kadına ev işlerini yapmadığı gerekçesiyle eşine 7 bin TL tazminat ödemeye mahkum edilme duru-
Kürtajdan çocuk sayısına, türbandan mini eteğine, sözde laiklikten anti- laikliğe vb vd bütün konularda kadın ve cinsel kimliklere yönelik faşist Sünni Türk İslam sentezi ek-
mundan bir çok sorunlar gelişmektedir. Aynı şekilde LGBTİ bireylere taciz, tecavüz ve şiddete başvuranlar hakkında bizzat polisin kendisi “şöyle ifade verirsen az ceza
alırsın’’ vb yönelimleriyle ataerkil erkek egemen sistemin geleneksel feodal- gerici değer yargıları ve alışkanlıklarıyla örtüşen yanların güçlü bir şekilde korunarak devam ettirildiğini söyleyelim. Bu anlamda “flört fahişelik’’ diyen Cemil Çiçek’ in açıklamalarından Erdoğan’ın kadınlara yönelik söz ve tutumlarına ve emperyalizmin uşağı devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla faşist ataerkil sistemin hamiliğini sürdürdüğünü belirtelim. Çok uluslu emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak toplumun ve kadın başta olmak üzere tüm kesimlerin yeniden yapılandırılarak sermaye sistemine daha uygun dizayn edilmeye çalışılmasını elbette düşmanlarımızın kendi sınıfsal karakterleri gereği anlamaktayız. Bütün bunlara karşı son derece meşru ve zorunlu olan köklü ve temelden stratejik mücadelemizin de ezilen ve sömürülen sınıfların karakteri gereği anlaşılması gerekmektedir. Bu temelde bizimle düşmanlarımız arasındaki farkların da silikleştirilmeden ortaya konması ve buna göre bir mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Asla unutulmamalıdır ki sömürücü hakim sınıflar, sadece acı kuvvetle yani şiddetle yönetmezler aynı zamanda geleneklerin ölü ağırlığıyla da yönetir. Bunun için ölü nesillerin geleneklerinin yaşayanların beynine Ağrı dağı gibi çöktüğü gerçekliğinden hareketle köklü ve stratejik bir zihniyet devrimi temelinde ideolojik ve devrimci kültür savaşıyla mücadelemizi yürütmek zorundayız. Köklü ve stratejik zihniyet devrimi için ilk elden kadın ve değişik cinsel kimlikler başta olmak üzere objektif koşullar içerisinde nesneleştirerek sıradanlaştıran, ikinci hatta üçüncü sınıflaştıran, basit ve yedek güçler olarak ötekileştiren ve nihayetinde tekleştirmenin tüm türevlerine hizmet edilmesi için algı operasyonları, yönlendirmeleri ve manipülasyonlarla hiçleştirilenler, pozitif
kadın haber
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
ayrımcılık ve kota sistemleriyle bizzat somut ve objektif koşulların yani maddi- somut ve güncel dünyanın doğrudan gerçek aktif özneleri ve ana unsurları olarak yerlerini almalıdır. Bu bilinçle Maoist Komünist Partisi 3. Kongre iradesi “Kadınlar yönetime kadınlar iktidara” şiarıyla seferberlik başlatmış durumdadır. Tarihsel ve güncel somut görevlerimize doğru ve bilimsel temelde sahip çıkmanın bir gereği olarak kadınlar ve değişik kimliklere yönelik özel politikalarımızla ataerkil egemenliği kökleriyle parçalayarak ilerleyebileceğiz. Bunun için kadınları ve LGBTİ bireyleri başta Sosyalist Halk Savaşımızın gerçek özneleri ve belirleyenleri olarak her alanda önderleştirmek, ertelenemez stratejik görevlerimiz arasındadır. Özellikle her alanda ve bütün örgütlenmelerde önderleştirmek ve özgür belirleyen unsurları haline getirmek için kadınları ve LGBTİ bireyleri pozitif ayrımcılık ve kota sistemleriyle dönüşümlü koordinatörlük sisteminin en ön saflarında yerlerini almaları için seferber olmalıyız. Biliyoruz ki önyargıları, geleneksel değer yargıları ve alışkanlıkları öylesine kolay söküp atamayız. Ön yargıları parçalamak bir atomu parçalamaktan daha zordur özdeyişi öylesine ve boşuna söylenmiş değildir. Bunun için son derece titiz ve sağlam bir çalışma gereklidir. Bu sayede salt ideolojik ve teorik, düşünsel ve programsal değil, aynı zamanda en küçük bir politik pratiklerimiz, taktik politikalarımızda bile ilkeli ve prensipli bir çalışma içerisinde olmalıyız. Zira bugüne kadar hep basit işlerdir diyerek en küçük ve en kolay görevlerimizi dahi esasta savsakladığımız gibi kendiliğindenci ve keyfiyetçiliklerimizle bencil çıkarlarımıza göre hareket ettik. Asla bir kenara atılmaması gerekir ki büyük davalar ve zaferlerin elde edilebilmesi için basit ve kolay işlerden başlanarak ilerlenebilir, zaferler elde edilebilir ve mevziye ulaşılabilir. İlk adımı ya da birinci adım atılmadan öteki adımlarımızın ön koşullarının da yeterince yaratılamayarak yapay ve dışarıdan şırınga edilerek bir türlü içselleştiremediğimiz ve kavrayamadığımız olgular içerisinde sudan çıkmış balıklar haline gelmek elde bile değildir. Komünist ideoloji ve bilimimizin bir doğma değil tam aksine bir eylem kılavuzu olarak sürekli surette ideolojik, politik, kültürel, felsefi, örgütsel ve askeri olarak güncelleştirilerek geliştirilmesi ve ilerletilmesi devrimci bir görevdir. Buna en ufak bir kapalılık ve statükoculuk, dipsiz kuyulardan kuyu beğenmekten başka bir işe yaramayacaktır. Her şeyi ama her şeyi güncellemek zorundayız ve bunun için yeterli ideolojik politik arka plana ve köklere, yönelime ve perspektife sahibiz. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülünde de bütün ilerici, devrimci ve komünistlerin devrime ertelemeden şimdiden, “Kadınlar yönetime kadınlar iktidara!” şiarıyla her alanda haykırarak başta kadınlar olmak üzere sömürülen ve baskı altında tutulan çeşitli cinsel kimlikler ve yönelimler içerisindeki kesimlerin de komünizme kadar gerçek kurtuluş ve özgürlük mücadelesiyle birlikte sınıfların, sömürünün ve tüm gerici ilişkiler ve geleneksel değer yargılarının kökleri ve temelleriyle ortadan kalkması için seferber olmalıdır.
11
Ovacık’ta Kadın Forumu düzenlendİ Ovacık’ta 14. Munzur Kültür ve Doğa Festivali kapsamında “Dil-kadın-inanç”, “Kadının toplumsal alandaki yeri” , “Kadın ve yerel yönetim” alt başlıkları altında düzenlenen Kadın Forumu’nda kadınlar sorunlarını ve çözüm önerilerini tartıştı 14. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin Ovacık programı kapsamında resim sergisi, tiyatro gösterimi ve müzik dinletilerinin yanı sıra paneller ve forumlar da düzenlendi. “Söz, yetki, karar halka” şiarıyla yola çıkan ve çalışmalarında mahalle komisyonlarının yanı sıra kadın komisyonu da kurarak kadının yerel yönetimdeki rolünü arttırmaya çalışan Ovacık Belediyesi bu yıl festival programı kapsamında bir kadın forumu düzenledi.
Ovacıklı yazar kitabını tanıttı Festivalin birinci günü Konutlar-94 Mahallesi’nde yapılan kadın forumu “Dil-kadın-inanç”, “Kadının toplumsal alandaki yeri”, “Kadın ve yerel yönetim” alt başlıklarıyla düzenlendi. Foruma Demokratik Kadın Hareketi (DKH) temsilcisi ile 12 Eylül’de gözaltında katledilen dayısı Ali Ekber Yürek’le ilgili “Ali Ekber Yürek: Bu dünyayı değiştirmeye talibim” kitabının yazarı Şükran Dilek Yılmaz katıldı. DKH adına yapılan açılış konuşmasında kadının toplumun her alanında ezilişinin, şiddete, yok saymaya maruz bırakılışının yanı sıra, Kürdistan’daki kadınlara uygulanan asimilasyon politikalarına, “fuhuş yaptığı iddiasıyla” hedef gösterilerek saldırıya uğrayan ve teşhir edilen kadınlara, Rojavalı ve Filistinli kadınların mücadelesine vurgu yapılarak kadınlar selamlandı. Ardından söz alan Ovacıklı yazar Şükran Dilek Yılmaz kitabının tanıtımını yaptı. Yılmaz bu kitabı sadece 12 Eylül’de Maraş zindanlarında katledilen öğretmen dayısını anlatmak için yazmadığını, bu kitabı aynı zamanda dayısı gibi katledilen devrimcileri unutturmamak için yazdığını açıkladı.
‘Kadınlar toplumda yok sayılıyor’ Yapılan kitap tanıtımının ardından söz alan her yaştan kadın, kadının toplumdaki yerine ve özelde Ovacık’ta yaşayan kadınlara ve yaşamlarına dair fikirlerini beyan etti. Kadının toplumda aşağılandığını, yok sayıldığını ve görülmediğini ifade eden kadınlar, toplumun kadının kendini var etmesine izin vermediğini ve gerçek değerini ortaya çıkarmasına fırsat tanımadığını belirtti. Ancak kadınların mücadelelerini omuzladığı sürece özgürleşebileceğini söyleyen kadınlar, kadının mücadele ederse neyi başarabileceğinin en güzel örneğinin yerel seçimler olduğunu, Ovacık Halk Dayanışması’nın çalışmasında en çok kadınların mücadele ettiğini vurguladı. Tartışmaların yoğun olarak kadının üretim içerisinde yer almaması üzerinde yoğunlaştığı forumda, Ovacık’ta ’94 zorla köy boşaltmaları öncesinde fasulyeden buğdaya, bezelyeye ve beyaz barbunyaya kadar birçok tarım ürünün yetiştirildiğini, ancak sonrasında halkın köylerden çıkarılmasıyla üretim yapamaz hale gelindiği açıklandı. Günümüz koşullarında mevcut üretimsiz durumun kadınlar lehine nasıl düzeltileceği üzerine konuşan kadınlar, tarımsal üretimi arttırma ve tekstil atölyesi kurma gibi öneriler sundu. Burada DHF’nin öncülüğünde Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler anlayışıyla Mazgirt Belediyesi’nin kadınlara tahsis ettiği mekanda, yalnız kadınların çalışması ve ürünlerini sergileyerek satma olanağının tanınması örnek gösterildi. Kadınların forumda sunduğu önerilerin Ovacık Belediyesi’ne sunulması kararlaştırıldı. Kadınların üretim içerisinde yer alamayışı sorununun yanı sıra üretim içerisinde yer alan kadınların da emeklerinin görülmediği ve eşit koşullarda çalıştırılmadığı ve evde çalışan kadınların da emeklerinin görülmediği vurgulandı. Forumda Ovacık Belediyesi Kadın Komisyonu adına konuşan bir kadın, kadınlara Kadın Komisyonu’na dahil olmaları çağrısında bulunarak Ovacık’ın yönetiminde söz sahibi olması gerektiğini vurguladı.
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Kongre kararlarını kavr Maoist hareketimiz, Ermeni, Dersim vd soykırımlara, Kürt vd. katliamlara karşı çıktı. Jön- Türkçü, İttihatçı ve Kemalist cumhuriyetçi mirası, kökleriyle reddetti. Maoist hareketimiz, Pir Sultanların, Şeyh Bedrettinlerin, Babailerin, ezilen Kürt ulusunun isyanlarının vd. lerinin ilerici, demokratik ve devrimci mirasına sahip çıkmaktadır Komünistler, bütün alanlardaki tüm mücadele, örgüt, araç ve yöntemlerini amaçlarına ve ilkelerine hizmet etmesi temelinde ele alır ve her durumu ya da izlenecek her bir çizgi ve politikayı bu kavrayışla değerlendirerek kabul eder ya da reddeder. Ne yazık ki daha ilk tarihsel sürecimizden bugüne bu doğru çizgi ve yönelime uygun bir pratik gelişmeyi gerçekleştiremedik. Bu durum ayrıca bir değerlendirme konusu olduğu için şimdilik geçiyoruz. Komünistlerin illegal alan çalışmasındaki yeterli başarısı sınıf mücadelesindeki başarısıyla doğru orantılıdır. Yani illegal alanda ne kadar başarılı bir çalışma ve mücadele yürütürsek sınıf mücadelesinde de o kadar başarılıyız denilebilir. Komünistlerin geçmiş tarihsel süreçlerdeki başarıları ve politik iktidara ulaşan zaferlerinin stratejik bir çalışma ve mücadele alanı olarak illegal alandaki çalışma ve mücadeledeki başarılı durumlarıyla da açıklamak mümkündür. Başta vurgulamak isteriz ki, Parti örgütlenmelerimizde; illegal örgütlenme esastır ve bu yönüyle stratejiktir. Bu bilinçle bütün alanlarımızda illegal örgütlenmelerin de esas ve stratejik olduğunu belirtelim. Buradan hareketle açık, legal ve yasal çalışmanın (alan değil!) ise tali olduğunu savunmaktayız. Bu talilik önemsizlik olarak anlaşılmamalıdır. Bilakis kitlelere ulaşmada açık ya da legal çalışmayı taktik politika bağlamında önemli bir araç olarak görüyoruz. Uzun süredir düşmanımızın genelde de bu böyledir, özelde ise Maoist hareketin düşünce yöntemi ve çalışma tarzını esasta çözdüğünü ve buna paralel oldukça ağır darbeler vurduğunu en yakın tarihsel sürecimizle bizzat yaşadık. Karşımızdaki düşmanın karakterini faşist olarak tanımlıyorsak, örgütlenmeyi de düşmanın bu gerçekliğine göre oluşturmalıyız. Karşımızda kendi varlığını sürdürebilmek
için bizi her fırsatta yok etmek isteyecek olan bir düşman var. Biz de devrim mücadelesinin ilerletilmesi için düşmanın bu istem ve yönelimini boşa çıkaracak yol ve yöntemler yaratmalıyız. Kuşkusuz bizim yeni bulduğumuz bir örgütlenme modeli değil, yüz yılı geçen çeşitli amaçlar için kullanılan bir yöntemdir. Bizler çalışmalarımızda hem daha önce uygulanan yöntemleri geliştirip kullanabileceğimiz bir yöntem haline getireceğiz hem de düşmanın bugünkü durumundan hareketle yeni yöntemler geliştireceğiz. Unutmayalım ki bu mücadele yani illegal mücadele yönteminin uzun zamandır kullanılıyor olmasından ötürü, düşmanın da bu tarz yöntemleri öğrenip, boşa düşürecek- etkisizleştirecek yöntemler geliştirmesine vesile olmuştur. Düşman, izleme, dinleme, denetleme, kontra yöntemler vs noktasında bir hayli gelişmiştir. Bizler de bu gerçekliği atlamadan yeni yöntemler geliştirip çalışmalarımızı ve mücadelemizi sürdüreceğiz. Düşmanı gözümüzde büyütmememiz gerekirken tersinden onu küçümseme hastalığına da kapılmamalıyız. Böylesi yaklaşımların getirdiği vahim sonuçlar gerek kendi tarihimizde gerek diğer hareketlerin tarihinde mevcuttur. Savaşın yasasıdır, düşmanını küçümser ya da gereğinden fazla gözünde büyütürsen girdiğin çarpışmayı kaybetmen kaçınılmazdır. Bu iki hastalığa kapılmamanın yolu da çalışmaların sentezlenmesinden, düşmanın hareket tarzının öğrenilmesinden, düşmanı boşa çıkaracak yeni yöntemlerin geliştirilmesinden, çalışmada kolektivizimden, niceliğe değil esasta niteliğe öncelik verilmesinden vs geçer. Bütün bu meselelerde bütünlüklü olarak pek başarılı bir grafik sergilediğimizi söyleyemeyiz.
Parti faaliyetleri komite tarzı çalışma olarak ele alınmalıdır Başkaca önemli bir noktaya işaret etmek gerekirse bütün alanlardaki parti faaliyetlerini bireysel değil kolektif yani komite tarzı çalışma olarak ele alıyoruz. Bu hususta belirli bir bilinç açıklığı ortaya çıksa da ne yazık ki hala içselleştirilmiş değildir. Komite tarzı çalışma kolektif örgüte gitmenin, tecrübenin süreklileştirilmesinin anahtarıdır. Bugün de, yarın da kesinkes en ileri düzeyde yaşamsallaştıracağımız vazgeçilmez örgüt modelimizdir. Hem komünizme ulaşmanın yolu da kolektif komite çalışmasının sürekli olarak ilerletilerek geliştirilmesinden geçmektedir. Kuşkusuz ki bugün illegal alanda komite tarzının uygulanması diğer alanlara nazaran daha da zordur. Bu
çalışmanın hayata gerçirilmesi için, sürekli daha güvenli yöntemler gerçekleştirmeliyiz. Örgütlenmenin illegal olması komite tarzının uygulanmaz - uygulanamaz olduğu anlamına gelmiyor, gelemez de. Komite çalışmasında hak- hukuk, rapor alıp verme, iki çizgi ve demokrasi meseleleri bir hayli tartışılır durumlardır. Komünist Partisi bütün bu süreçlere yeteri kadar vakıf olmazsa ilkelerin ve değerlerin erezyona uğramasıyla yüzyüze kalınabilir. Bu meselelerin, parti hukuku çerçevesinde tartışılıyor olması iyi bir durumken yetki ve sınırları aşıp, deşifrasyona ve hukuk ihlaline varan yaklaşımlar kabul edilemez durumlardır. Bir meselenin tartışılıyor olabilmesi, o meselenin her durum ve şart altında tartışılabileceği anlamına gelmez, bizlerin sorumlu olduğu bir parti hukuku vardır. Bu durum kesinlikle aşındırılamaz ve dejenere edilemez. Tartışma ortamının yaratılabilmesinin doğruluğu bizi parti işleyişini hiçe sayan bir tutuma götürmemelidir. Demokratik merkeziyetçilik ilkesine göre örgütlenen partimiz, bütün alan, organ ve komitelerinde bu ilke esaslarına göre örgütlenmeyi önüne bi-
rincil görev olarak koyar. Önemli bir diğer noktaya da burada değinecek olursak, düşman uzun süredir açık ya da kapalı alan parti faaliyetlerine ilişkin partimizin düşünce yöntemi ve çalışma tarzını esasta çözmüş ve deşifre etmiştir. Bu anlamda düşmanı şaşırtacak değişik modeller de izlemek durumundayız. Buradan tersi bir şekilde örgütleri iş yapamaz ve işlevsiz duruma düşürücü politikalar ve örgütlenmelerden de hassasiyetle kaçınmak zorunda olduğumuzu hatırlatmak isteriz. Düşmanın çalışma tarzımızı çözmüş olması başarısız olduğumuz anlamına gelir. Bu başarısızlığın nedenleri ve niçinleri irdelenirken, yeni bir çalışma tarzına dair fikirler geliştirilmelidir. Çözülmüş bir yöntemin üzerinden örgüt inşa etmeye çalışmak, bile bile kendini ele vermek, en hafif deyimle acemiliktir. Çalışma tarzımızın düşman tarafından açığa çıkarılmasının en önemli nedeni zaaflarımız ve acemiliklerimizdir. Öte yandan işleyişi kavrayamamak ve disipline uymamak ya da uygulatmamak da önemli faktörlerdendir. Parti hak ve hukukları, görevleri, örgütsel işleyiş ve disiplini açık veya
perspektif
rayalım, kavratalım!(12) Reformizmin sirayet ettiği alanda yarattığı tahribatın sonucu olarak militan yapı da yaşanan erimeye karşı tüm alanlarımızda gerek teorik gerekse de pratik duruşlar sergilenmelidir. Sağ tasfiyeciliğe karşı bütün alanlarda devrimci militan bir yapı oluşturmak birincil görevlerdendir.
Partinin tecrübeleri merkezi bir iradeye dönüştürülemedi
kapalı alan partilileri, parti komiteleri ve parti örgütlülükleri için aynı ve geçerlidir. Hiçbir partili ve örgütlü birey, parti hukuku ve işleyişini kabul eden her bir yoldaş, görev ve yetkisi- hakkı olmadan yatay ilişkilere giremez, bölgecilik, hizipçilik ve klikçilik yapamaz, adalet anlayışımıza uymayan uygulamalar içerisinde olamaz, amaç ve ilkelerimize ters düşen politikalar yapamaz ve geliştiremez vs. Bütün bu olumsuzluklar ve disiplin suçları işlendiğinde tabii ki haklı ve meşru zeminde örgütsel işleyiş ve disiplin temelinde gerekli örgütsel yaptırımlar hayata geçirilecektir. Hayati ve esas olan çalışma alanımızda kendi hatalarımızdan kaynaklı yaşadığımız ya da yaşayacağımız başarısızlıklara karşı, parti disiplini ve hukuku çerçevesinde uygulanan yaptırımlar, zorlukla yaratılmış onlarca değer ve kazanımın boşa çıkarılmaması için uygulanmaktadır. Yoksa yaptırımların başka bir anlamı söz konusu değildir. Buradan her hatanın aynı yaptırıma tabi tutulacağı da anlaşılmamalı elbette ki her hatanın niteliğine göre farklı yaptırımın olacağı da yeterince anlaşılmalıdır. Yaptırımdan kastımız bir dönüştürme, kadronun ve
her bir yoldaşın bu değişime uygun olarak devrim mücadelesine faydalı olabileceği diğer alanlarda konumlandırılmasıdır. Ayrıca buradaki yaklaşımımızın amacı bir illegal kültür, kadro ve partili modeli oluşturmaktır. Kültürel olarak kanıksanmamış ya da yaşamsallaştırılamayan bir illegalite, günübirlik olmaktan kurtulamaz. Partimiz illegaliteyi bütün kadroların ve örgütlü tüm bireylerin yaşamına uygulamayı amaçlamaktadır. İllegalite sadece birkaç kurala uyup bunları faaliyette uygulamak değildir. Bu durumu bir anlamda çift kimliklilik olarak tanımlayabiliriz. Her adımımızı, her günümüzü ve saatimizi bu anlayışla planlayıp programlamamız gerekiyor. Yine önemli bir husus ise uzun zamandır, gerek partimiz saflarında gerekse de devrimci hareket saflarında eriyen militan yapının yeniden oluşturulması sorunudur. Bu bilinçle MKP 3. Kongresi tasfiyeciliğin önemli göstergelerinden biri olarak uzun süredir varlığını sürdüren düzeniçi reformizme karşı radikal devrimci militan çizgi ve yönelimi pratikleştirmek için de Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi temelinde perspektifini doğru olarak belirlemiştir.
Partinin özellikle geçmişten bugüne yürütülen örgütlenme, mücadele ve faaliyetleriyle ortaya çıkan tecrübeler, ne yazık ki yeterli düzeyde merkezileştirilememiş ve merkezi bir iradeye dönüştürülerek siyasal ve örgütsel alan başta olmak üzere diğer alanlarda, yeniden pratik mücadeleye yeterli derecede kazandırılamamıştır. Bu durumda rapor sisteminin oturtulamaması başlıca etkendir. Rapor sistemi çalışmada eksikliklerin zamanında görülüp giderilmesi ve faaliyetin süreklileştirilmesinin sağlanması için gerekli ve zorunludur. Rapor sistemi, tecrübelerin aktarılması ve merkezileştirilmesini sağlayan araçlardan biridir. Kurumsallaşmış ve işlevsel canlı bir yapı veya mekanizmayı inşa edebilmek için olmazsa olmazlarımızdandır. Bütün parti organları ve komiteleri, örgütlü her birey, rapor sisteminin oturtulması için çaba göstermeli ve görevlerini yerine getirmelidir. Ancak bu durum kaba biçimiyle sadece hesap sorma veya hesap verme olarak anlaşılmamalıdır. Buradaki amaçlanan, esasta tecrübenin aktarımı ve kurumsal yapılar inşa etmedir. Raporun esasta işlevi budur. Raporun diğer işlevi de parti içi demokrasinin işletilmesidir. Bütün partililerin ve örgütlü bireylerinin partide gelişen ve kendilerinin de dahil olabileceği tartışma ve politikalara katılabilmeleri ve fikir beyan edip yön verebilmeleridir. Rapor sisteminin bütün komitelerin ve örgütlü her bir yoldaşın hakları ve görevleri kapsamında önemi de yeterince kavranmalı ve buna göre bir anlayış ve pratik seyir izlenmelidir. Bu görevi de tüm parti örgütlenmelerinde yeterli bir düzeye ulaşarak kesinlikle başaracağız. Çünkü bu ideolojik, siyasal ve örgütsel çizgi ve yönelime sahibiz. Komünist ideoloji ve bilimimizin bir dogma değil bir eylem kılavuzu olarak yaşayan canlı ruhu somut koşulların somut tahlilidir. Düşmanın tasfiye amaçlı çok yönlü ve hem stratejik hem taktiksel saldırıları karşısında kendimize çekidüzen vererek öncelikle nitelikli örgütlenmelerin ortaya çıkarılmasına yönelik daralmamız gerekmektedir ve onun ardından kararlı, ilkeli ve disiplinli bir nitelik üzerinden örgütlenme, mücadele ve poli-
tik faaliyetler yürütmeliyiz. Faliyetlerimizde aceleciliğe ve sol çıkışlara mahal vermeden kendinden emin adımlarla yürümeliyiz, burada atıl kalmamaya da dikkat edilmelidir. Çünkü daralma beraberinde atıl kalmayı da getirebilir. Örgütlenmenin gereklerini ve kurallarını bilince çıkarırsak bu iki durumu aşabiliriz. Yoksa herhangi birine kapılmamız kaçınılmazdır.
İllegal örgütlerde planlamalar uzun vadeli yapılır Yine halef yetiştirme bu alanda tecrübenin aktarımı için önemlidir. İllegal örgütlenmelerde planlama, esasta uzun vadeli yapılır. Kısa vadeli ve günübirlik, yüzeysel ve hiç de illegalite kurallarına uygun olmayan anlayış ve pratiklerimizin bizlere ne gibi olumsuzluklar ve başarısızlıklar yaşattığını uzağa gitmeden bizzat yakın tarihimizin gelişmeleri yeterince öğretici dersler içermektedir. Kadro ve militanlar bu uzun vadeli planlama çerçevesinde eğitilip konumlandırılır. Halef yetiştirmede tez canlı, hedefsiz uygulama ve planlamalar başarısızlığı beraberinde getirecektir, getiriyor da. Haleften kastımız devraldığı tecrübe ve deneyimlerin üzerine yenilerini katabilen, illegalitede günün ihtiyaçlarına göre örgütsel yapılar inşa edebilen ve partinin esas alanında tüm zorluklara ve olumsuzluklara karşın, partiyi ve ilkelerini yaşatabilen ve dik durabilendir. İşlevsel olmayan, rol oynamayan, üretmeyen, araştırmayan ve incelemeyen, görev ve sorumluluklarının niteliğine uygun hareket etmeyen bir yürüyüş, asla kabul edilemez. Kazanmak adına partiye yük edilemez. Nitel inşa bazında söylemek istediğimiz budur. Görüntü var, renk yok anlayışı kabul edilemez, tüm yoldaşların da etmemesi gerekmektedir. Partimize, halka ve devrime karşı mütevazi ve açık olmak, bir prensip meselesidir. Partiye ve devrime, tabii ki halka yük olmamalıyız. Sorumluluklarımızı yerine getirip kendinden emin adımlarla yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz. MKP 3. Kongre iradesi, illegal alan çalışmasının stratejik ve esas mücadele ve çalışma alanı olduğunu bir kere daha ilan ederken, bütün bunların maddi bir güce dönüştürülerek doğru ve somut temelde gereklerinin yerine getirilmesini şart koşmaktadır. Yaşayan canlı bir organizma olarak Maoist hareketimiz, her şeyin kendiliğinden gelişeceği safsatasına köklü ve temelden karşı çıkarak illegal alan çalışması ve Sosyalist Halk Savaşı stratejimizin nitel olarak ilerletilmesinin devrimci hünerine sahip olduğunu deklare eder.
14
güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Dersim’de buluşan binlerce insan
14. Munzur Kültür ve Doğa Festivali Dersim merkez, Ovacık, Hozat, Mazgirt, Nazimiye’de on binlerin katılımıyla tamamlandı. Paneller, yürüyüşler, tiyatro ve dans gösterilerinin yanı sıra müzik dinletilerinin de yer aldığı festivalde, Grup Munzur kavga şarkılarıyla halkı coştururken DHF de köy çalışmaları yürüttü Bu yıl 14.sü düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali “Dilimiz, kültürümüz, kimliğimiz, inancımızın ismi Dersim” şiarıyla 31 Temmuz-03 Ağustos tarihleri arasında Dersim merkez, Ovacık, Hozat, Mazgirt, Nazimiye, Geyiksuyu’ndaki yürüyüş, panel, tiyatro, fotoğraf, resim, dans gösterisi ve müzik dinletileriyle sona erdi.
Geyiksuyu halkı siyanürle maden aramaya karşı 14. Munzur Kültür ve Doğa Festivali öncesinde 30 Temmuz’da 2. Geyiksuyu ve Çevre Köyleri Festivali düzenlendi. Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)'nun da olduğu devrimci demokratik kurumların da katılarak stant açtığı festivale, civar köylerden ve ilçelerden yoğun katılımın sağlandı. Festival kapsamında siyanürle altın aramaya karşı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Dersim Geyiksuyu-Sin Köyü’nde Siyanürlü Maden Aramaya Hayır” pankartını taşıyan kitle, “Dersim’de baraj
istemiyoruz” , “Doğama suyuma yaşamıma dokunma” , “Siyanürlü maden aramaya hayır” sloganlarıyla yürüdü. Yürüyüşün sonunda Geyiksuyu Çevre Köyleri Dayanışma ve Doğayı Koruma Derneği adına yapılan açıklamada, siyanürle altın işletmeciliğiyle suyun, havanın ve toprağın kirletileceği belirtilirken, halkın bu şekilde topraklarından göç ettirilmeye zorlanılacağı kaydedilerek şu ifadelere yer verildi: “Sin (Deşt), Kızılveran, Mamles üçgeninde 80000 hektarlık alanda (milli parkın iki kat büyüklüğünde) katil Rio Tinto Şirketi arama ve işletme ruhsatı almıştır. Arama faaliyetlerini sonlandırmış, işletme aşamasına geçmiştir. Dünyanın genelinde yaptığı gibi işletme faaliyetlerini yerli taşeron şirketlere yaptırmaktadır. Ucuz işgücü sömürüsü ve yerel halkı ikna etmede avantajı sağlamak için bu taktik kullanılmaktadır. Yeterli olumlu koşulların oluşmasına çalışılmaktadır. Halkın örgütlü gücü parçalandığında ve güvenlik koşulları oluştuğunda şantiyelerini kurmakla işe başlayacaklar. Kalekol ve karakol yapımındaki amaçlarından birisi de budur. Bu mücadelede yalnız değiliz. Onlarca kurum tarafından karşı örgütlenme çalışmaları devam etmektedir. Bu kurumlarımızla ve halkımızla koordineli ve süreklilik arz edecek örgütlü mücadelenin oluşturulması zorunluluktur. Topraklarımıza dönme amacımızın gerçekleşmesi bir tek bu saldırının bertaraf edilmesiyle mümkündür”. Festivalde “Çevre Sorunları” konulu bir panel de gerçekleştirilirken akşamki konser programında Ermeni Halk
Dansları topluluğunun sergilediği dans gösterisinin yanı sıra Grup Munzur, Şenol Akdağ, Pınar Aydınlar, Grup İsyan Ateşi, Erdoğan Emir şarkılarıyla halkı coşturdu. Panelin ardından Pülümür, Dersim merkez, Mazgirt, Pertek, Hozat üzerinden Geyiksuyu’na gelen ve buradan Ovacık’a geçmeyi planlayan Munzur’a Pedal Ekibi festival alanına gelerek festivale destek verdi.
DHF’den Ovacık’ta festival çalışmaları Bilindiği gibi yerel seçimlerde Ovacık’ta DHF’nin öncülüğünde Dersim Demokratik Halk Dayanışması’nın adayı Fatih Mehmet Maçoğlu Ovacık Belediye Başkanı seçilmişti. “Söz, yetki, karar halka” şiarıyla “Devrimci halkçı yerel yönetimler” anlayışı çerçevesinde çalışmalarına başlayan Ovacık Belediyesi’nin ev sahipliğini yaptığı festivale, hem Ovacık halkı hem de diğer ilçe ve illerden gelen halk yoğun ilgi gösterdi. Ülke dışından ve diğer şehirlerden yoğun katılımın sağlandığı festivalde, katılımcılar Munzur Nehri kıyısı boyunca çadırlar kurarak kamp yaptı. DHF de festival boyunca ilçede çalışmalarını sürdürdü. Festivalin ilk günü köylerde örülen çalışmalar kapsamında köy halkının günlük işlerine yardımcı olan faaliyetçiler, program kapsamında Munzur Gözeleri'nde 1 hafta sürecek olan stant çalışması gibi çalışmalarını da sürdürdü. Kedek, Ada, Yeşilyazı, Gözeler, Söğütlü, Hanuşağı, Burnak, Kızık ve Pardi Köylerinde yaygın gazete dağıtımı yapıldı. Gazete çalışması sırasında köylülerle
yapılan sohbetlerde festivale dair tartışmalar yürütüldü. DHF faaliyetçileri aynı zamanda, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair DHF 'nin boykot tavrı üzerine halkla sohbetler gerçekleştirdi. Çalışmalar kapsamında ayrıca Ovacık Merkez Mezarlığı’nda devrim ve komünizm şehitlerinin mezarları temizlenerek düzenleme yapıldı.
Ovacık’ta festivale kitlesel katılım Festival kapsamında Avusturalya’da sürgünde yaşayan yazar-ressam Muzaffer Oruçoğlu’nun resimleri Ovacık Belediyesi binasında sergilendi. Festivalin birinci günü Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu açılış konuşmasını yaptı. 14.sü düzenlenen festivalin yeryüzünde emperyalist-kapitalistler tarafından yoksulların doğasına, diline ve kültürüne karşı yapılan saldırılara inat hala insandan, insan olmaktan yana söylenceler biriktirenlerin rengini taşıdığını kaydeden Maçoğlu, “Gelin bir avuç haydut baskı ve sömürüsü altında ezilen bütün yoksul halkın renklerini sahiplenip onlarla dayanışma örnekleri geliştirelim. (…) Gelin emperyalist haydutların cirit attığı, bölge halkını, yoksullarını birbirine kırdırdığı coğrafyamızda uzun zamandır yanı başımızda eli kanlı çetelerin saldırısına karşı direnen Rojava ve Kobane halkına buradan devrimci selamlarımızı gönderelim. Yüreğimizin kanayan yarası gibi dağlanan Filistin halkının direnişine buradan devrimci selamlarımızı gönderelim.” diyerek haklı selamladı.Ovacık
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
güncel haber
15
doğasına ve kültürüne sahipçıktı halkının ve Dersim dışından gelen katılımcıların yoğun ilgi gösterdiği kapanış gününde forumlar, tiyatro ve dans gösterileri, konuşmalar ve müzik dinletileri yer aldı.Sabah saatlerinde yapılan Kırkmerdiven Doğa Yürüyüşü’nün ardından gün içerisinde yereli anlamak, yerel yönetimde özerklik, halkın yönetime karşı sorumluluğu, sınıf mücadelesinde yerel yönetimlerin yeri, yerel yönetimlerde halk meclislerinin yeri alt başlıklarıyla Yerel Yönetimler Forumu düzenlendi.
DHF’den boykot çağrısı Festivalin son gününde DHF adına bir konuşma yapıldı. Konuşmada Rojava ve Filistin halkının direnişi selamlanırken, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin mevcut sömürücü faşist Türk devletini yapılandırmanın bir aracı olduğu belirtilerek boykot çağrısı yapıldı. Konuşmada şu ifadelere yer verildi: “Önemli bir süreçten geçmekteyiz. Bu süreçte devrimcilerin yanında yer alıp sosyalist mücadelenin yükselen bayrağına sahip çıkacağınıza inanıyoruz. Kapitalizmin ve emperyalizmin yeryüzündeki yoksul halkın sırtında dönen sömürü çarkları bugün doğanın da talanı ve tahribiyle birlikte ilerlemektedir. Sömürülen, ezilen dünya halklarının yanında olup, halkın sosyalist kızıl soluklu mücadelesini yükseltmek her zamankinden daha elzemdir. Çünkü ülkemizde ve dünyanın bütün alanlarında sömürülen, ezilen emekçilerin kuracağı sınıfsız ve sömürüsüz dünya; ancak ve ancak dağ başlarına düşen kızıl yıldızların parıltısıyla büyüyecektir.. Bugün emperyalist ve yerli işbirlikçisi TC devleti tarafından desteklenen IŞİD çeteleri başta Rojava ve bölgenin birçok yerinde emekçi halkın yaşamına kastetmektedir. Çoluk çocuk demeden katliamlar gerçekleştirmektedir. Yine yılardır İsrail tarafından Filistin halkına reva görülen katliamlar, emperyalist-kapitalistlerin desteğiyle olmaktadır... Bu yoksul halkın kaderi değildir, buna karşı direnmek ve sosyalist örgütlü mücadeleyi yükseltmek yoksul halkın önünde bir görev olarak durmaktadır. Bu görevi bizler İbrahim Kaypakkaya’nın ışıklı yolunda siz halkımızın desteğiyle yükseltmekteyiz.” Ovacık’ta festival programı üç gün sürerken konser programında Mehmet Ekici, Zeynep Kılınç, Hıdır Akgül, Abdal-Haluk Tolga İlhan, Grup İsyan Ateşi, Halk Oyunları EkibiDewzer, Metin&Kemal Kahraman-Maviş Güneşer, Marsis, Grup Yorum, Alexandoros Pisikolulis, Zelemele, Müge Tosun, Grup Alamor ve Grup Munzur yer aldı. AbdalHaluk Tolga İlhan konuşmasında DHF’ye teşekkür ederken, “Ervah-ı ezelde” türküsünü İbrahim Kaypakkaya şahsında yaşamını yitiren tüm devrimciler için söylediğini belirtti. 22 yıl sonra ilk defa Dersim’e gelen Kemal Kahraman’ın da yer aldığı Metin&Kemal Kahraman-Maviş Güneşer’in müzik dinletisi yoğun ilgi gördü. Kahraman, Dersim coğrafyasının HES’lere ve siyanürle maden arama projeleriyle talanına karşı, Dersim halkının ve devrimcidemokratik-yurtsever kurumların daha
fazla birleşmesi gerektiği vurgusunu yaptı. YÇKM bünyesinde çalışmalarını sürdüren kadın müzik topluluğu Grup Alamor, Ovacık Belediyesi’nin “Söz yetki karar halka” şiarıyla “devrimci halkçı yerel yönetimler” anlayışıyla mahalle komisyonlarının yanı sıra kadın komisyonunun kurularak kadın-
Pıgami Köylerinde ve bu köylere bağlı mezralarda 3 gün süren köy çalışması yaptı. Köy çalışmaları sırasında Halkın Günlüğü Gazetesi’nin dağıtımının yanı sıra, Cumhurbaşkanlığı seçiminin boykot edilmesi tavrına dair tartışmalar yürütüldü. Festivalin Hozat programında tüm katılım-
katliam ve devlet eliyle uygulanan zulümlere halkın Gezi’de başlattığı direniş, devrimci militan çizgi yükseltilerek devrimle taçlandırılmalıdır. Bunun için tüm devrimcilere düşen görev disiplinli bir çalışmayla devrimci militan duruşu geliştirmek olmalıdır.” Panele ÖDP, Partizan temsilcilerinin yanı sıra Araştırmacı Yazar Aziz Tunç da katıldı. Festivalde konuşan Gezi Ayaklanması'nda yaşamını yitiren Ali İsmail Korkmaz’ın babası Şahap Korkmaz oğluyla gurur duyduğunu belirtti. Oğlunun katilleri ve faillerini koruyan devletin diktatör olduğunun altını çizen baba Korkmaz, ortak mücadeleyi geliştirerek diktatörlerden kurtulmanın tek çözüm olduğunu ifade etti. Festivalin ikinci gün programında akşam saatlerinde Hozat Kültür Sanat ve Dayanışma Derneği (HKSDD) önünde toplanan YÇKM halk oyunları ekibi, davul ve zurna eşliğinde konser alanına yürüdü. Katılımın güçlü olduğu yürüyüşte Kaypakkaya dövizleri taşındı.“Dersimde baraj istemiyoruz” , “Doğama suyuma yaşamıma dokunma” , “Soma işçileri ölümsüzdür” , "Gezi şehitleri ölümsüzdür” , “ Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganları atıldı. Burada YÇKM Halk Oyunları ekibi gösteriminin ardından DHF imzalı, “Tarihimize Kültürümüze Dilimize Munzur’a Sahip Çıkalım” yazılı pankart açıldı. Festivalin ikinci gün akşam programı özellikle Grup Munzur’un coşkulu ezgileri ve küçük bir kız çocuğunun İbrahim Yoldaş’ı seslendirmesi yoğun bir ilgiyle karşılandı.
Festivalin merkez programı ları yerel yönetimlerde söz sahibi yapmayı amaçlayan çalışmaları önemsediği kaydetti. Festivalin son gününde sahne alan Grup Munzur kavga türküleriyle halkı coşkulu anlar yaşatırken, Grup Munzur kolektifindeki sanatçılar da halk tarafından yoğun ilgiyle ve alkışlarla karşılandı. Konser etkinliği gece geç saatlere kadar sürmesine
cılar karşılanarak belediye tarafından Cem Emir Parkı’nda kahvaltı verildi. Ardından davul zurna eşliğinde halaylar çekilirken, müzik ve şiir dinletileri de sunuldu. İki günlük programın ilk günü Roboski, Gezi ve Soma temalarıyla merkezde bulunan kapalı halı sahada gerçekleştirilen moderatörlüğünü sanatçı Hilmi Yarayıcı’nın yaptığı
karşın, halk halaylarla ve marşlarla coşkusunu sürdürdü.
panel halkın yoğun ilgisiyle karşılandı. DHF temsilcisi katıldığı panelde şunları söyledi: “T.C karakteri gereği katliamcı olmak zorundadır. Biz ezilenlerin ise buna karşı meşru direniş ve başkaldırımızı devrimci tarzda sürdürmemiz zorunlu olandır. Roboski, Soma ve yakın tarihimizin onlarca
Hozat’ta Festival coşkusu DHF, Hozat’ın Zımek, Kırnik, Dervişcemal, Cemolar, Pakire, Taner, Zankirek, Güçler, Taşkirek, Seyedik, Peyik, Klise, İn, Ergen ve
Ovacık ve Hozat dışında Dersim Demokratik Halk Dayanışması (DDHD)’nın belediyeyi kazandığı Mazgirt’te ve Nazimiye ilçelerinde de festival kapsamında program devam etti. Dersim merkezdeyse dört gün boyunca festival programı sürdü. Üç gün boyunca süren panel, yürüyüş, sergi, dans ve tiyatro gösterileri ve müzik dinletilerinin ardından festivalin son günü Festival Tertip Komitesi adına yapılan değerlendirme konuşmasında Festivalin 14 yıl Dersim’in inancını, doğasını korumada önemli bir işlev gördüğü ancak festival yenilenmek ve güçlenmek zorunda olduğu kaydedildi. Festival Tertip Komitesi temsilcisi önümüzdeki yıl bu anlamda halk komisyonları oluşturularak önümüzdeki festivaller böyle örgütleneceği kaydedilerek festivalde emeği geçen demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilere, Dersim halkına ve belediye çalışanlarına teşekkür etti. Festivalde Sakine Cansız’la ilgili bir film gösterimi yapılırken, festivalin son gün programında Hivron, Deniz Deman, Rastak, Metin-Kemal Kahraman ve Grup Munzur sahne aldı. Grup Munzur sahneye çıkmadan önce DHF üye ve taraftarları, DHF ve Kaypakkaya dövizleri ve “Dersim onurdur onuruna sahip çık” , “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” , “Önderimizi İbrahim Kaypakkaya” sloganlarıyla sahne önüne yürüdü. Grup Munzur sahneye çıkarken, söylediği şarkılar ve marşlarla kitleye coşkulu anlar yaşattı.
16
güncel
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 1920’lerde sözde özerklik vs vaatleriyle kandırmacaların daha uzun yılları geçmeden hemen akabinde anayasal vaatleri bir kenara bırakarak ya da aldatıcı yönelimlerini kısa bir sürede terkederek Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki bütün ezilen ulus ve azınlık milliyetlerin ve ezilen inançların sadece ama sadece Türk’e hizmet etme hakkı olduğu yönlü anlayış, çizgi ve politikalarının kapsamlı bir şekilde nasıl da devreye sokulduğunu belleklerimizden asla silmemeliyiz Türkiye- Kuzey Kürdistan tarihinde ilk olarak “halkın” seçime katılarak devletin cumhurbaşkanını belirleyerek “seçtiği’’ bir sürece tanıklık edildi. Her ne kadar cumhurun başının kim olacağı sorunsalında önceki süreçlerde burjuva parlamenter cumhuriyetin bir biçimi olarak “milletvekilleri’’ üzerinden bir cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleşmişse de bizzat halkın oylarıyla gerçekleştirilen bu durum sömürücü egemenler tarafından önemli bir manipülasyon amacı olarak kullanılmış, kullanılmaya da devam edecektir. Zira milletvekilleri üzerinden değil bizzat halkı da cumhurun başının kim olacağına yönelik doğrudan sandıklara dahil edip oy kullandırarak faşist devletin tepesindeki insanın da aynı zamanda milli iradenin tepe noktasının da belirleyici unsuru olarak manipülasyon amaçlı kullanımı için ciddi bir argüman haline dönüştürüldü. Bunun için faşist Erdoğan “Çankaya bugün itibarıyla milli iradenin tam egemenliği altına girmiştir. Biz AK Parti'yi kurarken ne demiştik? Menderes gibi 'Yeter' demiştik. 'Yeter söz milletin' demiştik. Ama bir şey daha ilave etmiştik. ‘Yeter söz de karar da milletindir’ demiştik. Aracılar vasıtasıyla cumhurbaşkanı seçmediniz. Bizzat kendiniz seçtiniz. Bugünden itibaren devlet ve millet aynı istikamete bakıyor’’ dedi. Kuşkusuz ki Türkiye- Kuzey Kürdistan’da burjuva faşist devletin başının kim olacağına yönelik halk kitlelerinin oylarına da başvurarak bir sonuca gitmesi kitlelerde önemli bir yanılsama yaratmaktadır. Fakat kapsamlı ve bütünlüklü stratejik konseptlerin ürünü olarak geliştirilen egemenlerin teorik- pratik politikalarına bizzat kitleleri de dahil ederek sanki kendi “seçtiği” devletleriymiş gibi bir demokrasi oyununa bürünmesinin aldatıcı yanı yeterince görülmeli ve kavranmalıdır da. Bu anlamıyla burjuvazinin parlamenter cumhuriyetinin her türlü biçimindeki demokrasi ve özgürlük argümanları her daim kullanılagelmiştir. 1950’lerde tek parti döneminden çok partili sürece geçişle birlikte demokrasi
oyununa devam ettirildiğini ve bir başka örnek olarak ise Hitler’in de seçimle iktidara geldiğini asla unutmamak gerektiğinin bir kez daha altını çizmek isteriz.
Seçime katılım oranı % 75’de kaldı 10 Ağustos 2014’de gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerine halkın katılımının son 10 yılın en düşük oranıyla % 75 olarak kayda geçtiğini belirtelim. Hatırlanacağı gibi kısa bir süre önce gerçekleştirilen yerel seçimlere kitlelerin katılım oranı % 89 civarındayken bu durumun mevcut süreçte düştüğünü görmekteyiz. Bu seçim de 13 milyon civarında bir seçmenin seçimlere katılmadığını ve bu yönüyle de önemli bir oy oranının söz konusu olduğunu vurgulayalım. Yine ayıca sandığa gitmeyerek oy kullanmayan il sıralamasına göre Iğdır, Dersim ve Kırklareli’nin ilk sırayı aldıklarını söyleyelim. Bütün bu ve buna benzer gelişmeler önümüzdeki süreçlerde Erdoğan ve AKP iktidarı üzerinden iktidara ve devlete yönelik güvenin de zayıfladığını ve düşme trendi içerisinde olduğunu göstermektedir. Tabii ki başta uluslararası emperyalist sermaye ve stratejik uşağı Türk devleti için bunlar aşılmaz değildir ve nasıl ki AKP’yle yaklaşık 10 yılı geçen süreci içerisinde iktidar olma avantajıyla yönetme babında siyasi istikrarı sağladıysa aynı şekilde istikrarsızlıklarını da, gerici burjuva egemenlik mekanizması içerisinde aşacak yetenekte olduğunu ne yazık ki görmek durumundayız. Bütün bu durumun ve gerçekliğin aynı zamanda Türkiye- Kuzey Kürdistan’da doğru ve bilimsel temeller üzerinde kurularak halk kitlelerinde önemli oranda umut ve alternatif olamayan ilerici, devrimci ve komünist hareketin zayıflığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yönüyle de devrimci krizin devam ettiğini bu arada vurgulamak isteriz. Pek tabii ki bu somut ve nesnel gerçeklikten ötürü de teorik olarak ortaya konan politikalarında pratik olarak başarılı olamamaktadır. Yani subjektif gücü önemli oranda zayıflayan ve daralan bir devrimci ve komünist hareket gerçekliğinden bahsediyoruz. Kürt milli burjuvazisinin reformist kanadını temsil eden PKK ve o eksende örgütsel politikasını yürüten HDP ise göreceli olarak bir kitlesel güce sahip olsa da izlediği politikalarda oldukça sorunlu ve hatalı çizgi ve yönelimlerinden kaynaklı yeterince başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Buna ayrıca aşağıda değineceğimiz için şimdilik geçiyoruz. 12. Cumhurbaşkanı seçilen faşist Erdoğan’ın seçim akşamı geleneksel balkon konuşmasından birini daha gerçekleştirerek özünden ve sınıfsal karakterindeki tekçi- ırkçı- faşist niteliğinden zerre kadar geri adım atmadığını sözleri ve argümanlarıyla gördük. “Dervişin fikri neyse zihni de odur’’ özdeyişinden hareketle aslında Tayyip’in fikri de zihni de başından itibaren tekçi ve faşist nitelikteydi ve bugüne kadar ki bütün seyri sürecini bu temelde ele alıp değerlendirmek gerekir. Ve ondan ya da
kıymeti kendinden menkul iktidarıyla birlikte bütünlüklü tekçi sünni Türk İslam eksenli faşist devletinden herhangi bir beklenti içerisinde olmak ham hayalliğinden kurtulmak gerekmektedir.
Erdoğan balkon konuşmasında neler söyledi Özellikle en başta milli iradenin egemenliği edebiyatına paralel hangi milet, bayrak, vatan ve devletin de ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Erdoğan’ın balkon konuşmasında ‘’tek millet- tek bayrak- tek vatan- tek devlet’’ vurgusuyla tekçi- ırkçı- faşist kararlılığı net bir şekilde görmek mümkündür. Bunun için açık bir şekilde şunları ifade etti: “Hepimiz aynı bayrak altında geleceğe yürüyoruz. Milletimiz, bayrağımız, devletimiz bir. Kardeşlerim hepimiz aynı ecdadın, aynı medeniyetin, aynı tarihin evladıyız. Siyasi görüşlerimiz, yaşam tarzlarımız, düşüncelerimiz, inançlarımız, etnik kökenlerimiz farklı olabilir. Ama biz, hepimiz bu vatanın evlatlarıyız. Her birimiz bu devletin sahipleriyiz. Hepimiz bu ay- yıldızın altındayız. Alevi’den, Sünni'den önce Türkiyeli vardır. Türk, Kürt, Rum, Pomak, Boşnak, Ermeni'den önce Türkiyeli vardır.” , “Bizim sadece tarihimiz değil, geleceğimiz bir. Birbirimizin gözlerine bakalım. Güçlü bir Türkiye'yi gelin hep birlikte kuralım. Or-
taya çıkan sonuçta da görülüyor ki, uzlaşma çatıda değil, parti üst yönetimlerinde değil tabanda olmuştur. Bugün zihnimizdeki bariyerlerden sıyrılma önyargılardan kurtulma, toplumsal uzlaşmanın kapılarını aralama günüdür.’’ , “Bugün yeni Türkiye'nin kuruluşunun günüdür. Altını çizerek devam ediyorum. Şahsıma oy verenlerin değil 77 milyonun cumhurbaşkanı olacağım. 77 milyonu muhabbetle kucaklayan bir cumhurbaşkanı olacağım. Hayatım boyunca yaptığım gibi ülkesi, milleti, bayrağı için çalışan bir cumhurbaşkanı olacağım. Bugün hiç kimse hüzünlenmesin. Kimse kaybettiği hissine kapılmasın. Türkiye'nin önü dünden daha parlaktır. Devletin ve milletin yıldızı düne göre çok daha parlaktır’’, “Başarısız olduğumuz alanlarda kendimizi sorguya çektik. 40 yıllık siyasi mücadelemiz bu anlayışın şahididir. Değişimden çekinmedik. Milletimizin gerçekleriyle kendimizi sorguladık ve değişim mücadelesi verdik. Bize yasaklananların başkalarına yapılmaması için azami dikkat gösterdik. Hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale etmedik. Bize oy verenlere hizmet götüren oy vermeyenleri tahkir eden bir siyasi anlayışımız olmadı. Bunu eylemlerimizle de ortaya koyduk.’’ , “Bugünden itibaren farklılıklarımızı zenginlik olarak görelim.
güncel 17
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Erdoğan’ın faşist hezeyanları
Bugün her birimiz kendimizi bir vicdan muhasebesine tabi tutalım.’’ Tekçi- ırkçı- faşist Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin hemen ardından aynı gün içerisinde gerçekleştirdiği bu balkon konuşmasından alınan yukarıdaki açıklamaları yüz yılı bulan TC’nin ırkçı faşist asimilasyonları kapsamında uygulanan faşist okullarındaki “andımız”daki özünden hiç bir şey kaybetmeyen aksine onunla bire bir örtüşen bir yönelimin dışavurumudur. Dolayısıyla “Alevi’den Sünni’den önce Türkiyeli vardır; Türk, Kürt, Rum, Pomak, Boşnak, Ermeni’den önce Türkiyeli vardır; hayatım boyunca yaptığım gibi ülkesi, milleti, bayrağı için çalışan bir cumhurbaşkanı olacağım” gibi beyanları hiç tartışmasız bir şekilde tekçi- ırkçı- faşizm karakterinden bir adım dahi geri atılmadığı ve aksine daha stratejik, derinlikli ve bütünlüklü olarak tekçiliğin yeniden üretilerek sürdürüldüğü bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Sünni Türk İslam bayrağı altında tekçilik yeniden üretilmektedir. Faşist Erdoğan’ın yukarıdaki tekçi ve ötekileştirici açıklamaları, bizzat TC tarihinin başından itibaren çizgi ve yönelimleri, manilüpasyonlarıyla bire bir örtüşmektedir. Dolayısıyla tutarlı hiç kimsenin uluslararası emperyalist sermayenin stratejik uşağı faşist Türk devletinin Erdoğan özgü-
lündeki geçmişten bugünlere geleneksel olarak devam eden tekçi durumunu ve yönelimini şirin göstermeye hakkı yoktur. Olguların ve sürecin kendisi tam da eşitsizliklerin ve haksızlıkların devam etmesi yönelimidir. Tekçi Sünni faşist Türk eksenli imtiyazların ve bu düzlemdeki hakim egemenlik ilişkilerinin devam ettirilmesidir. Sorun salt bir anayasal güvence olarak da ele alınamaz. Zira 1920’lerde sözde özerklik vs vaatleriyle kandırmacaların daha uzun yılları geçmeden hemen akabinde anayasal vaatleri bir kenara bırakarak ya da aldatıcı yönelimlerini kısa bir sürede terkederek Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki bütün ezilen ulus ve azınlık milliyetlerin ve ezilen inançların sadece ama sadece Türk’e hizmet etme hakkı olduğu yönlü anlayış, çizgi ve politikalarının kapsamlı bir şekilde nasıl da devreye sokulduğunu belleklerimizden asla silmemeliyiz.
Kürt Ulusal Hareketi’nin Türkiyelileşme yönelimi Burada Erdoğan’ın yukarıdaki açıklamalarıyla Kürt Ulusal Hareketi’nden dostlarımızın Türkiyelileşmeyle örtüşen yönelimini de görmek durumındayız. 30 Temmuz 2014 Radikal Gazetesi’nde Demirtaş’tan ‘Kürdistan’ sorusuna ‘’birlikte yaşama’’ cevabında şunlar ifade edilmektedir: “Elbette ki daha önce de altını çizerek ifade ettim. Her hal-
kın, her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Türkiye’deki Kürtler de bu şekilde kendi kaderlerini tayin ediyor. Yani birlikte yaşama, kendi kimliğini inkar etmeden, ana dilinde eğitim yaparak, yönetime katılarak, ana vatanı inkar edilmeden tarihi, kültürü yok sayılmadan o topraklarda özgürce yaşıyorsa ille bir sınır çizmek gerekmiyor. Eğer bunu başaramıyorsa bir halk, bu kadar isteğe rağmen, bu kadar el uzatma, barış eli uzatmaya rağmen, o el ısrarla havada kalıyorsa, reddediliyorsa, horlanıyorsa, ötekileştiriliyorsa, hayır biz bu eli tutmayacağız ve bu eli kıracağız deniliyorsa o zaman her halkın kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Şimdi işte biz, kendi kaderimizi tayin etme hakkımızı bütün ezilenlerle birlikte bir arada yaşama şeklinde tecelli ettiriyoruz. Bu bizim için bir ilkesel duruş, arayıştır. Ama dediğim gibi bir cumhurbaşkanının bir halkın kaderini bağlama hakkı yetkisi yoktur. Biz bunun peşinde koşuyoruz. Birlikte yaşamak istiyoruz. Benim adaylığım bunun çağrısıdır. Benim adaylığım Kürt halkının birlikte yaşama isteğinin somut göstergesidir. Biz bu ülkede ülke bölünmeden bir arada yaşayalım diye bu çalışmayı yürütüyoruz. Ama eğer bu kabul görmüyor, Kürtler de özgür olamıyorsa, bu şekilde yaşamasına birlikte yaşayarak da eşit, adil bir yaşam öngörülmüyorsa bu Kürtlerin yeniden oturup tartışacağı bir süreci gerektirir’’. Demirtaş’ın bu açıklamasıyla Erdoğan’ın yukarıdaki tekçi yönelimi arasında hem örtüşen hem de birbirini öteleyen yanlar içermektedir. Evet, her bir ulusun- azınlık milliyetlerin de- “kendi kaderini tayin etme hakkı” gibi Kürt ulusunun da “kendi kaderini tayin etme hakkının” , “ayrı bir devlet kurma hakkı” da dahil bu tercihinin nasıl tecelli edeceğine de bizzat Kürt ulusu karar vermelidir. Bu yönüyle ayrı bir devlet kurma da bir arada yaşama tercihi de gayet anlaşılır bir durumdur. Aynı şekilde kendi kimliği, ana dilini ve bu ana diliyle eğitimi, yönetime doğrudan katılarak, kendi tarihi ve kültürünü özgürce ifade ederek kendisinin belirleyeceği Kuzey Kürdistan topraklarında bağımsız ve özgür bir yaşam temelinde doğrudan kendi konseptini işlevli kılacağı bir toplumsal proje ve sistem öngörüsü gayet anlaşılır ve doğal bir durumdur. Bu eksende Kürt ulusunun kendi kaderini diğer bütün ezilenlerle bir arada yaşama şeklinde tecellisi de gayet anlaşılır bir durum ve yönelimdir. Anlaşılmayan diğer tüm ezilenler kim oluyor? Buradan Kürt ulusunun dışındaki Türkiye- Kuzey Kürdistan’da yaşayan ezilen ve sömürülenler kastedilse de bu istem kimden talep edilmektedir? Anlaşılıyor ki Osmanlı feodal despotik mekanizmasından devralarak tekçi faşist Sünni Türk İslam devleti ve onun bilimum bileşenlerinden bu durum talep edilmektedir. Dolayısıyla tam da yanlış olan budur. “Kokmuş eti tuzlamanın ne anlamı var” deyişinden hareketle, tam da yanlış olan Türk devleti ve onun iktidarı- hükümeti ve muhalefetine kadar
Türk hakim sınıfları ve kliklerine kadar herhangi bir beklenti içerisinde olmaktır. Eleştirdiğimiz noktalar böyle bir devleti onarım uğraşı ve yönelimi içerisinde olmaktır. Reformlar ile eşitsiz koşullar içerisinde Türk devletinin hakim sınıf ve kliklerinin tekçiliğinin yeniden üretimi konseptine tav olmaktır. Kürt ulusunun “kendi kaderini tayin hakkı” ufkunu reformlarla sınırlayarak ve daraltarak tam da tekçi faşist Türk devletinin ve egemenliğinin imtiyazlı durumuna çark ederek geriye düşmektir. Reformlara çakılıp kalarak onu amaç haline getirenler açık ki devrimci komünist ufuktan da kopmuş demektir. Türkiyelileşme argümanıyla tam da yapılan açıklamalar da yönelim de bunu anlatmaktadır. Kardeşleşme vb argümanlarla öngörülen tam da eşitsizliklerin devamına onaydır ve çeşitli algı yönetimdenetimleriyle manipülasyonlar yaratılarak tekçi faşist Sünni Türk İslam devleti imtiyazının devamına karar kılmaktır. Faşist Erdoğan’ın tabandan birlik gerçekleştirdiklerini de vurgulayarak yukarıdaki açıklamaları Demirtaş ve tabii ki HDP ve Kürt Ulusal Hareketi’nin bir arada yaşamak için uzatılan elini tutmadığı gibi bizzat onu kıracağız beyanı ve ısrarından başka bir anlam ifade etmemektedir. Bundan daha başka anlam-lar çıkararak tekçilik gömleğini ille de giyeceğim sevdalılığından artık vazgeçilmelidir. Siz ne kadar bu ülke bölünmeden bir arada yaşamak istiyoruz ısrarıyla buna ilkesel bir duruş deyin faşist Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle TürkiyeKuzey Kürdistan’daki Kürt ulusu da dahil bütün ezilen ulus ve azınlık milliyetlere ve ezilen inançlara tekçilik gömleğini zorla giydirmekte kararlılığının beyanlarını vurguladı. Bunun başka bir anlamı da yoktur ve tekçi faşist devletin konseptlerine yamanarak ve eğrelti haline gelerek o sistemi demokratikleştireceğini ya da daha da ileri giderek ulus devlet konseptinden çıkararak komünalleştireceğini iddia edenler tarihsel, somut ve güncel nesnel gelişmeleri görememektedir ya da büyük bir yanılsama içerisindedir. Doğru anlayış, çizgi, felsefe, düşünce, kültür, yönelim ve perspektif, asgari ve azami toplumsal projelerimiz; tekçi faşist burjuva medeniyet paradigmasını tarihsel arka planını da kapsayarak bütün kökleriyle stratejik olarak reddedip ondan köklü ve bütünlüklü temelden koparak Türkiye- Kuzey Kürdistan ezilen ve sömürülenlerinin politik iktidar mücadelesiyle burjuva devlet mekanizmasını parçalayarak ilerlemektir. Sosyalist Halk Savaşı bu temeller üzerinden yükselerek Türkiye- Kuzey Kürdistan’da yaşayan Kürt ulusu da dahil tüm azınlık milliyetler ve ezilen inançlardan oluşan bütün sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin burjuva medeniyetçi paradigmadan kökleriyle bütünlüklü kopan yegane kurtuluş yoludur.
18
güncel analiz
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Siyonist İsrail devletinin, İsrailli üç gencin ölü olarak bulunması sonrası Gazze’ye yönelik başlattığı saldırılarda yüzlerce kişi hayatını kaybederken, yaşanan saldırının özüne dair ise tam bir manipülasyon furyası sürdürülmektedir 12 Haziran 2014 tarihinde İsrailli üç genç henüz tespit edilemeyen bir güç (!) tarafından kaçırıldı. Siyonist İsrail devleti üç gencin Filistinli örgütler tarafından kaçırıldığını iddia ederek Batı- Şeria’da geniş çaplı bir arama operasyonu başlattı. Söz konusu operasyon esnasında binlerce ev didik didik aranarak sözde İsrailli üç gence ulaşılmaya çalışıldığı imajı yaratıldı. Bu arama operasyonu Filistin tarafında büyük bir rahatsızlığa ve tepkiye yol açıyordu. 30 Haziran 2014 tarihinde kaçırılan gençlerin cesetleri Batı-Şeria’da ormanlık alanda bulundu ve hemen akabinde İsrail devleti tarafından Filistin’e yönelik saldırı mesajları geldi. Aynı tarihlerde Filistinli bir genç İsrail güçleri tarafından diri diri yakılarak katledildi ve akabinde Hamas tarafından misilleme amaçlı füze saldırıları başlatıldı ve Siyonist İsrail devleti “halkın güvenliği ve öldürülen üç gencin faillerinin bulunması’’ gerekçesiyle 2006 yılından bu yana ambargo altında olan Gazze ve Batı-Şeria’ya yönelik büyük bir saldırı furyası başlattı. Yapılan saldırılarda şimdiye kadar aralarında çocukların da olduğu bini aşan kişi katledilirken binlercesi yaralandı ve Gazze ile Batı-Şeria tam bir harabeye döndü. ABD, Almanya, BM gibi emperyalist ülke ve kuruluşların İsrail saldırıları ve katliamlarına açıktan destek vermesi, TC gibi uşak ülkelerin sözde tepkileri ve dünya genelinde ortaya konan protesto gösterilerine karşın İsrail devleti vahşi saldırılarından bir adım dahi geri atmadı. Yapılan saldırının gerekçesi yukarıda kısaca özetlediğimiz şekilde ifade edilmesine karşın, gerçeklerin çok daha farklı ve ekonomi-politik sebeplerinin olduğu da net bir şekilde karşımızda duruyor. Yeter ki olay ve olgulara diyalektik bir tarzda yaklaşalım.
Genişletilmiş Ortadoğu politikası Daha önceleri adına Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) denilen fakat alan ve politik aktüalitesi daha da genişletilerek Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) olarak ifade edilen emperyalist stratejilerin bir yansıması olarak Ortadoğu özellikle son yıllarda tam bir kaos ve savaş arenasına dönmüştür. Etnik ve dini unsurların çok kolayca kullanılarak gerici emperyalist savaşların malzemesi haline getirildiği Ortadoğu’da olan bitenin esas belirleyeni yani gerekçesi ise bu coğrafyada bulunan ve muazzam rezervlere sahip enerji kaynakları olduğu artık sır olmayan bir gerçekliktir. Afganistan, Irak, Libya, Tunus, Mısır, Suriye ve şimdilerde yeniden Irak ve Filistin’de meydana gelen olayların, yaşanan gerici savaşların, emperyalist işgallerin ve oluk oluk akan kanın en önemli ve esas gerekçesini söz konusu enerji kaynakları ve bu kaynakların kimler tarafından hangi yollarla elde edileceği sorunsalı oluşturmaktadır. Bu çelişki ve çatışma esasta ABD, AB, Avustralya, Japonya ittifakı ekseninde gelişen emperyalist blok ile Rusya- Çin bloğu arasında cereyan etmektedir. Dünyanın artan enerji ihtiyacı ve azalan enerji kaynakları göz önüne alınınca Ortadoğu’da bulunan başta petrol ve doğalgaz olmak üzere henüz keşfedilmemiş ve işlenmemiş enerji rezervleri göz önüne alınınca emperyalist merkezlerin bölge üzerindeki gerici emelleri daha anlaşılır bir hal alacaktır. GOP ekseninde geliştirilen politikalara muhalefet eden, engel olan yönetimlerin birer birer çeşitli yol ve yöntemlerle saf dışı bırakıldığı ancak özellikle Suriye ve Irak’ta istenilen sonucun elde edilememesi sonucunda emperyalist güçler tarafından yeni birtakım planlar
Gazze saldırısınınperde devreye konmaya çalışılmaktadır. Suriye, Irak ve Filistin’de yaşanan gelişmeleri tüm bu parametrelerle beraber okuduğumuzda karşımıza net bir resim çıkmaktadır. GOP ekseninde bölgenin yeniden biçimlendirilmesi. Irak’ta ve Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmeler, yine buralarda IŞİD üzerinden gerçekleştirilen Sunni geçiş koridoru GOP eksenli politikaların ürünü olarak da değerlendirilebilir. Mevzu bahis olan ise işletilen enerjinin güvenli yollarla emperyalist merkezlere taşınması ve yeni enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde çıkarılmasıdır. Bugün Filistin’de yaşanan gelişmelere de kısaca bu pencereden bakıp analiz etmek yakıcı bir ihtiyaçtır.
İsrail saldırılarının esas nedenleri Ortadoğu coğrafyası petrol dışında aynı zamanda muazzam bir doğalgaz rezerv alanıdır. Dünya genelinde ortaya çıkan enerji ihtiyacı ve petrol rezervlerinin sınırlılığı yeni enerji arayışlarını ortaya çıkarmış ve bu alanda doğalgaza olan bağımlılık her geçen gün daha da artmış bir durumdadır. Özellikle Rusya emperyalizminin elinde bulunan doğalgaz rezervleri birçok ülkenin bu alanda ona bağımlılığına yol açmıştır. ABD merkezli batılı emperyalistler bu sorunla beraber farklı kaynak ve güvenli aktarım kaynakları yaratma çabası sonucunda özellikle Doğu Akdeniz havzasında çalışmaları yoğunlaştırmış ve bu havzada dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Filistin, Suriye, Lübnan, Mısır, Kıbrıs, TürkiyeKuzey Kürdistan karasularında büyük miktarda doğalgaz rezervleri bulundu. Şimdi esas sorun bu rezervlerin kimler tarafından hangi kanallarla işletilip, taşınacağı-
dır. Bu alanda İran, Suriye, Filistin, Lübnan ile Rusya emperyalizmi arasında var olan ve son dönemlerde yoğunlaşan siyasi- ekonomik- sosyal ilişkiler ABD merkezli batılı emperyalistleri tam bir çıkmaza sokmuş durumdadır. Özellikle Suriye’de hedeflediği kendi gerici emperyalist politikalarının hayat bulamaması, Irak’ın her geçen gün İran endeksli bir politik çepere evrilmesi ve son olarak Rusya ile Filistin arasında gündeme gelen bazı ilişkiler sürecin daha çetrefilli ve çatışmalı bir hal almasına vesile olmaktadır. Çok uluslu emperyalist şirketler tarafından Doğu Akdeniz havzasında yapılan araştırmalar sonucunda özellikle Suriye ve Filistin karasularında bol miktarda doğalgaz rezervlerinin olduğu belirlendi. Ne var ki söz konusu kaynakların kullanım ve emperyalist merkezlere aktarımı için bura yönetimleriyle anlaşma yapmak gerekiyordu. Suriye’de yaşanan çatışmalı sürece tam da uluslararası emperyalist şirketlerin buradaki kaynakları sömürme sürecini başlatmak için düğmeye bastığı sırada girildi. Aniden “Suriye’nin Dostları’’ isimli bir grup kurularak süreç işletilmeye başlandı. Zira gerici Beşar Esad yönetimi, Suriye karasularındaki doğalgazın çıkarılıp işlenmesi için Rusya’yla anlaştı.Filistin’de de bugün yapılan saldırıların ve yaşanan çatışmanın perde arkasında aynı sebep bulunuyor dersek yanılmamış oluruz; enerji kaynakları. Konuyu daha anlaşılır kılmak için bölge üzerine önemli çalışmaları bulunan İtalyan gazeteci Manlio Dinucci’den bir alıntı yaparak yazımıza devam edelim: “İsrail yönetiminin Gazze’ye saldırmasının nedenlerden birini anlayabilmek için, daha derinlere bakmak gerekiyor; 30 km açık deniz mesafesine, 600
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
güncel analiz
19
rierre protectrice) operasyonunun başlanmasına yol açan, şu sıralarda devam eden,“savaş nedeni” (casus belli) durumu. Filistin, Lübnan ve Suriye doğalgaz rezervleri de dâhil, bütün Doğu Akdeniz havzası rezervlerine el koymayı amaçlayan, Rusya’nın bölgede herhangi bir etki alanı edinmesine engel olacak şekilde, bütün Ortadoğu’yu kontrol etmeyi düşünen TelAviv ve Washington stratejisine göre yapılan operasyon.’’
TC- İsrail ilişkileri
arkasındaki gerçekler metre derinliklere. Filistin karasularına dâhil bu noktada büyük miktarda doğalgaz yatağı bulunuyor. Deniz derinliklerinde bulunan doğalgazın (Gazze Marine); 30 milyar metre küp ve milyarlarca dolar değerinde olduğu tahmin ediliyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Jeoloji Araştırmaları Kurumu (ABD devlet kurumu) tarafından düzenlenen bir haritaya göre Gazze ve Batı Şeria topraklarında petrol ve doğalgazın bulunduğu başka alanlar da var. Yasser Arafat’ın 1999’da imzaladığı bir anlaşmayla Filistin Yönetimi (Autorité Palestinienne) denizde bulunan doğalgaz Gazze Marine işletmesini, sırasıyla % 60 ve % 30 hisseyle ve Filistin Yönetiminin % 10 fon payıyla, British Group firması ve Konsolide Müteahhitler (Filistin özel sektörü) girişiminden oluşan bir konsorsiyuma verilmişti. İki kuyu açılmıştır: Gazze Marine 1 ve Gazze Marine 2. Açılan bu iki kuyu işletilemedi. Çünkü yok denilebilecek bir maliyetle doğalgaz isteyen İsrail tarafından engellendi. “Ortadoğu Dörtlüsü” (Quartet pour le Proche-Orient) Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Özel Temsilcisi, İngiltere eski Başbakanı Tony Blair aracılığıyla, Washington ve Londra tarafından kontrol edilecek uluslararası bir hesaba Filistin adına yatırılacak doğalgaz gelirinin dörtte üçünü İsrail’in alacağı şekilde bir anlaşma yapılması hazırlıkları yapılıyor. Hamas, 2006’da seçimleri kazandıktan hemen sonra, Filistin doğalgazının yağmalandığı şeklinde değerlendirme yaparak önceleri yapılan anlaşmayı reddetti, yeni bir anlaşma yapılması talebinde bulundu. Bu dönem İsrail Dışişleri Bakanı olan Moshe Ya’alon, 2007’de “Hamas’ın Gazze’de etkisini yok eden askeri bir operasyon olmadan önce, do-
ğalgazın çıkarılması mümkün değil” şeklinde açıklama yaptı. İsrail 2008’de Gazze’ye karşı “Dökme kurşun” (Plomb durc) operasyonunu başlattı. Filistin yönetimi Eylül 2012’de, HAMAS’ın muhalefetine karşın, İsrail’li doğalgaz görüşmelerine tekrar başladığını açıkladı. İki ay sonra, Filistin’in “üye olmayıp, gözlemci sıfatıyla Birleşmiş Milletlere kabulü” Filistin yönetiminin görüşmeler sürecinde elini daha da güçlendirdi. Bu arada, Filistin’in sahip olduğu doğal zenginlik kaynağı işletmesine engel olacak şekil de, Gazze Marine doğalgaz yatağı tabii ki bloke edildi. Filistin Yönetimi (Autorite Palestinienne) bu aşamadan itibaren başka bir yola girdi. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın 23 Ocak 2014’te Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putine ile yaptığı görüşme sırasında, Gazze açık sularlındaki doğalgaz yatağının işletme faaliyetini Rusya şirketi Gazprom’a verilmesi konuşulmuştu. ITAR-TASS haber ajansı (Rusya Enformasyon ve Telgraf Ajansı) Rusya ve Filistin yönetimleri enerji alanındaki işbirliğinin güçlendirilmesi konusunda anlaşmaya vardıklarını belirterek haber geçmişti. Taraflar arasında, bu çerçevede, doğalgaz alanının ötesinde, Filistin toprağı Ramallah ve Batı Şeria dolaylarında petrol çıkarma alanlarının işletilmesi konusunda da işbirliği ön görüldüğü anlaşılıyor. Rusya şirketi Technopromexport aynı bölgede 200 MW gücünde bir termoelektrik santralının kurulmasına katılmaya hazır. Ulusal Birlik niteliğinde Filistin’de yeni bir hükümetin 2 Haziran 2014’te kurulması Rusya ve Filistin arasında anlaşma olması olasılığını daha da güçlendirdi. On gün sonra, 12 Haziran 2014’te, 30 Haziran’da ölü bulunan, İsrailli üç gencin kaçırılması olayı meydana geldi: Gazze’ye karşı “Koruyucu bariyer” (Ba-
Siyonist İsrail devleti tarafından Filistin topraklarına yönelik geliştirilen saldırılar karşısında başta ABD, Almanya, BM gibi emperyalist güç ve oluşumlar olmak üzere birçok ülke yönetiminden İsrail’e destek açıklamaları yapıldı. Söz konusu destek açıklamalarının bu ülkeler arasındaki karşılıklı çıkar ilişkisiyle bağlantılı olduğu gerçeği her şeyi açıklamaya yetiyor. Fakat TC gibi uşak iktidarlar tarafından en üst perdeden yapılan tepki ve kınama açıklamaları ise herhangi bir samimiyet öğesi içermemektedir. Faşist TC devleti ve iktidardaki AKP, bölgedeki Müslüman gerçekliğine oynayarak iç ve dış politikada prim sağlama peşinde. Fakat İsrail’le ifşa olan siyasi- ekonomik- sosyal ilişkileri geniş halk kitlelerinin öyle kolayca kandırılamayacağına işaret ediyor. Her şey bir tarafa son bir aydır Filistinli bini aşan kişinin vahşice katledilmesine sebep olan askeri saldırının en önemli bileşeni İsrail jetlerinin yakıt ihtiyacı bizzat ülkemizden karşılanıyor. Yine özellikle AKP döneminde İsrail devletiyle geliştirilen ilişkiler adeta ‘altın çağını’ yaşıyor. Bizzat TC kurumlarından olan TÜİK vb. kurumların kaynakları İsrail’le özellikle askeri ve ekonomik alanda geliştirilen ilişkiyi net bir şekilde ortaya seriyor. “Davos Fatihi’’ yakıştırmalarına mazhar olan ve izlediği kirli pragmatist- iki yüzlü politikalar sonucunda geniş kesimlerin dini duygularına oynayıp manipülasyon yaratarak göreceli bir başarı da kazanan Erdoğan ve partisi AKP, yine aynı tezgahı sahneleyerek özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimleri için oy devşirmenin derdindedir. Zira TÜSİAD ve TOBB gibi uluslararası emperyalist sermayeye bağımlı yönetim mekanizmaları İsrail karşısında toplumu uyararak itidalli olunmasını istemektedir. Çünkü İsrail’le de ekonomik ilişkiler oldukça etkilidir ve bunlara yön vermektedir. İsrail ile TC devleti ABD emperyalizmine bağımlılık ekseninde bölgedeki en önemli iki aktörü temsil etmektedir. Ve bu iki devlet arasındaki ilişkiler derin bağlarla emperyalist efendiler tarafından birbirine bağlanmış durumdadır. Biri çok fazla teşhir olup tepki topladığında diğeriyle dengeleme politikası da özellikle AKP döneminde başarılı bir şekilde hayata geçirilmiştir. Bu tablo içerisinde hem ülkemizde ve hem de bölgede devrimci ve komünist güçlerin ya olmaması ya da çok cılız olması ise emperyalistler ve uşak iktidarlarının gerici politikalarını hayata geçirmede ellerinin daha rahat olmasına vesile olmaktadır. Tam bir kan deryasına çevrilen Ortadoğu’da güçlü, etkin, bütün meselelere anında müdahale etme kabiliyetinde olan ilerici, devrimci ve komünist güçlerin yokluğu söz konusu gerici senaryoların rahatça sahnelenmesine sebep olmaktadır. Ortadoğu halkları tam bir zulüm ve baskı altındadır. Ölümün soğuk nefesi bir an olsun peşlerini bırakmamaktadır. Emperyalist merkezlerin gerici çıkarları için her gün yüzlerce insan katledilmekte, baskı ve zulme maruz kalmaktadır. Bu gerici oyunu bozacak ve Ortadoğu halklarının gerçek kurtuluş yolunu açacak olan devrimci komünist örgütlenme ve mücadeleye elzem bir ihtiyaç olarak kendisini hissettirmektedir. Devrimci komünistler yaşanan saldırıları kınayan ya da basın açıklamalarıyla karşılayan cılız tepkisellikten bir an önce sıyrılarak enternasyonal görevlerine sıkı sıkıya sarılıp devrimci mücadeleyi geliştirmelidir.
20
güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Şan ve şeref olsun 3. Kongremize ölümsüzleşen Ozan Derman, Abidin Demir ve İsmail Perktaş yoldaşımızın ve işkencede katledilen HKO savaşçısı Ali Çelik yoldaşımızın ve katledilen tüm yoldaşlarımızın hesabını kırlarda HKO, şehirlerde PHG olarak soracağız. Bu eylemimizi emekçi-yoksul Okmeydanı halkına atfediyoruz." Eylem sırasında “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Yaşasın partimiz Maoist Komünist Partisi” , “Partimiz MKP katillerin peşinde” , “Faşistlerin korkusu Halk Kurtuluş Ordusu”, “Yıkacak faşist devleti Partizan Halk Güçleri” , "Ali Çelik ölümsüzdür” sloganları atıldı. Okmeydanı'na çok sayıda akrep, çevik kuvvet ve TOMA gelerek halk üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Havai fişek ve molotofkokteylleriyle yaklaşık 2 saat polisle çatışan PHG militanları, polisin yoğun saldırılarına karşın uzun süre çatışmaya devam etti. Okmeydanı’nında ara sokaklarında silahlarla halkın güvenliğini alan PHG militanları, halka yeniden propaganda ve ajitasyon çekerek güvenli bir şekilde çekildi.
MKP/HKO gerillaları Ovacık Kırkmerdiven’de doğa yürüyüşüne katılan halkı selamlayarak 3. Kongre’ye dair soruları yanıtladı. Ayrıca Geyiksuyu Festivali’ne de gelen MKP/HKO gerillaları, “Şan ve Şeref Olsun 3. Kongremize” yazılı pankartla sahneye çıkarak halka seferberlik çağrısı yaptı Ovacık Belediyesi’nin festival programı kapsamında düzenlediği Kırkmerdiven doğa yürüyüşünde halkın önünü kesen MKP/HKO gerillaları, 3. Kongrenin tanıtımını yaptı. Sabahın erken saatlerinde bir araya gelen yaklaşık 70 kişilik kitle, Ovacık Merkez’den yola çıkarak Elbaba Köyü’ne gitti. Elbaba Köyü’nden başlayan yürüyüş yaklaşık 2 saat sürdü. MKP/HKO gerillaları piknik alanına gelindiğinde halkın önünü kesti. Ardından HKO gerillaları gelen kitleyi güvenli bir alana alarak gündeme dair sohbetler gerçekleştirirken, yaşanan sürecin bilgilendirmesini yaptı.
MKP’den Hürmet şehitlerine ilişkin açıklama
Gerillalar halka 3. Kongre’yi anlattı Yaklaşık 20 dakikalık yapılan 3. Kongre tanıtımının ardından MKP/HKO gerillaları sözlerine şöyle devam etti:”Partimiz 42. Yılında savaşa devam kongresini gerçekleştirdi. Partimiz savaşa devam ediyor, mevzilerimizdeyiz. Faşist diktatörlüğe karşı kırlarda gerilla savaşıyla şehirlerde PHG ile silahlı devrim mücadelemize devam ediyoruz.” Gezi Ayaklanması’na da değinen HKO gerillaları halka coplarla, biber gazlarıyla ve silahlarla saldıranlara karşı tek mücadele yönteminin Kaypakkaya ideolojisiyle donanmış Halk Kurtuluş Ordusu saflarında silahlanmak olduğunu vurguladı. Barış sürecine de değinen gerillalar sürecin halkın üzerinde bilinç bulanıklığı yaratmak için gündeme getirildiğini ifade ederek sözlerine şöyle devam etti: “Kürdistan’da askeri ilhak devam ediyorsa, karakollar, barajlar yapılıyorsa barıştan bahsetmek safsatadır. ‘Barış sürecinin’ ezilen halklara getirisi yoktur. Halkların kurtuluşunun tek yolu Sosyalist Halk Savaşı’dır. Barışın tek yolu hakların savaşmasından geçer.” Halka gerillaya katılım çağrısı Son olarak partiye yönelik yapılan tasfiye ve kara propaganda vb söylemlere de değinen gerillalar şunları belirtti:”Devrimimiz sonuna kadar silahla devam edecektir. Halkımız partinin açıklamaları dışında söylenen ve yazılan dedikodulara inanmamalıdır. Dedikodu ve yalanlara karşı tek cevabımız zafere kadar ağır bedeller ödemek pahasına da olsa Sosyalist Halk Savaşımızı devrimle taçlandırmak olacaktır. Yeni 38’lerin, 94’lerin olmaması için Dersim hal-
kını Maoist Komünist Partisi saflarında örgütlenmeye ve savaşmaya çağırıyoruz.” Konuşmalarının ardından HKO gerillaları halkın sorularını yanıtladı. Geziye çıkanlar alandan ayrılırken, HKO gerillaları ise havaya açtığı ateşle halkı uğurladı.
MKP-HKO gerillalarından seferberlik çağrısı Festival programı kapsamında Geyiksuyu’nda yapılan festivale Hozat Belediye Başkanı ve Dersim Belediye Eş Başkanı Mehmet Ali Bul da katıldı. Grup Munzur sahne almadan önce DHF üye ve taraftarları ellerinde İbrahim Kaypakkaya dövizleriyle alana yürüdü. Grup Munzur kavga türküleriyle halkı coşturdu. Bu esnada alana gelen Maoist Komünist Partisi- Halk Kurtuluş Ordusu gerillaları konser alanına “Şan ve Şeref Olsun 3. Kongremize-MKP-HKO” imzalı bir pankart astı. Halkla birlikte devrim andı içen gerilla-
lar halkı HKO saflarında Sosyalist Halk Savaşı’na katılmaya çağırdı. Büyük bir coşku ve alkışlarla karşılanan gerillalar seferberlik çağrısının ardından, konser alanından güvenli bir şekilde ayrıldı.
PHG militanlarından Ali Çelik için eylem Okmeydanı’nda MKP/HKO-PHG militanları Ali Çelik’in ölümsüzlük yıl dönümünde eylem gerçekleştirerek polisle çatıştı. 24 Temmuz akşamı saat 22.00 sıralarında Maoist Komünist Partisi/Partizan Halk Güçleri (MKP/PHG) Militanları Okmeydanı’nda “Ali Çelik Ölümsüzdür” yazılı pankart asarak halka propaganda ve ajitasyon çekti. Militanlar ajisyonda şunları söyledi: "Başkomutanımız, kurucu önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 41. Ölümsüzlük yılını geride bırakırken, onun şahsında Mercan Vadisi’nde yitirdiğimiz 17 yoldaşımızı ve yine ordumuz-HKO saflarında
MKP/HKO Dersim Bölge Karargah Komutanlığı, 28 yıl önce Hürmek’te yaşanan çatışmada şehit düşen 9 gerillanın direnişini selamlayan bir açıklama yaptı. “Dağların doruklarından siperlerin başından siz değerli halkımıza ve yoldaşlarımıza sesleniyoruz. Bilindiği üzere bu tarih bizler açısından olumlu ve olumsuz birçok anıyla doludur. Bu anıların bir tanesi de bundan 28 yıl önce yaşanan Hürmek direnişidir. Neydi bu biraz tarihi kurcaladığımızda göreceğiz ki Partimiz 3. Konferans hazırlığına girişmiş ve birçok önder kadro yoldaşları bu alana getirmişti. Partinin merkezileştirilmesi, savaşın devamlılığını ve sürekliliğini sağlamak, 2. Konferans’ta yaşanan sağ tasfiyeciliğe darbe vurmak ve birçok sorunu gidermek için toplandığı bir süreçte düşmanın saldırıları sonucu 9 yoldaşımız son mermilerine kadar savaşarak şehit düştü. Bugün bizler açısından onları anmak onların hayallerine sahip çıkmaktır. Dokuzların ve MLM bilincini kuşanıp kavgayı yükseltmenin günüdür. Yoldaşlar bir kez daha buradan size ve değerli halkımıza dokuzların şahsında onların direnişini hayallerini sahiplenmeye çağırıyoruz. Onları anmak savaşmaktır. Onları anmak her türlü tasfiyeci akıma karşı Partiyi ve Orduyu sahiplenmektir. Dokuzları anmak ve anlatmak, onlar şahsında yapılan bütün çalışma ve faaliyetlere katılmaktır. Siz değerli halkımızdan ve yoldaşlarımızdan beklentimiz bu yönlüdür. Bütün yoldaşlarımızın bu sürece aktif katılmaları, devrim ve sosyalizm yolunda ilerleyişimizin Sosyalist Halk Savaşımızın kaçınılmaz görevidir.”
güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
21
Müslüm Sönmez sonsuzluğa uğurlandı Demokratik Haklar Federasyonu faaliyetçisi Müslüm Sönmez 10 Ağustos sabahı geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. Faşist T.C devletinin her türden saldırılarını göğüsleyen Müslüm Sönmez’i yoldaşları omuzlarda taşıyarak sonsuzluğa uğurladı Demokratik Haklar Federasyonu üyesi Yeni Demokrasi Aileleri Birliği Kürdistan Temsilcisi Müslüm Sönmez 10 Ağustos sabahı geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. 1953 yılında Dersim’de doğan Müslüm Sönmez, devletin tüm işkencelerine ve politik sürgün dayatmalarına karşı devrimci görevlerini sürdürdüğü Dersim’de gözlerini sonsuzluğa yumdu.
‘Her türlü zorluğa karşı direndi’ Genç yaşından bu yana siyasi faaliyetlerinden dolayı işkencelerde sınanmış, zindanlara hapsedilmiş, sürgün hayatına zorlanmış olan Sönmez, her defasında Kaypakkaya güzergâhında yenilenmenin ve mücadele etmenin yaşam coşkusuyla tüm baskılar karşısında örgütlü yaşamı terk etmedi. Sönmez, devrime olan inancını ilk günkü gibi bütün heyecanıyla bugünlere taşıdı. 61 yaşında devrim coşkusunu “Örgütlü bir
halkı hiçbir kuvvet yenemez” şiarıyla yaşayan Müslüm Sönmez’i saygıyla anarken, başta yoldaşları ve ailesi olmak üzere hepimizin başı sağolsun diyoruz. ‘Müslüm yoldaş ölümsüzdür’ 12 Ağustos günü sabah saatlerinde Cemevinde toplanan Müslüm Sönmez'in ailesi ve yoldaşları, mücadele içerisinde esir düşen kızı MKP dava tutsağı Sevinç Sönmez'in Cemevine gelişini bekledi. Sevinç Sönmez'in Cemevine getirildiğini gören kitle sloganlarla Sönmez’i karşıladı. Cemevinde yapılan dini törenin ardından Dersim Demokratik Haklar Derneği (DDHD) önünde yapılacak anmaya çağrı yapan DHF faaliyetçileri, Çarşı Merkez’den DDHD önüne yürüyüş gerçekleştirdi. "Müslüm Yoldaş Ölümsüzdür" yazılı pankart arkasında yürüyen yüzlerce kişi,"Devrim şehitleri ölümsüzdür" , "Müslüm Yoldaş ölümsüzdür" sloganları attı. ‘12 Eylül’ün en ağır koşullarında
mücadeleyi sürdürdü’ Yürüyüşün ardından DDHD önünde anma yapıldı. Anma sırasında Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel, Ovacık Belediye Başkanı Fatih Maçoğlu ve Dersim Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Tunç birer konuşma yaparak Sönmez ailesine ve yoldaşlarına başsağlığı diledi. Ardından Dersim Kültür Derneği adına konuşma yapan Murat Ser şunları söyledi: “12
Eylül koşullarında herkes ülkeyi terk ederken o kalıp mücadele etmeyi tercih etti. Yeni Demokrasi mücadelesinde en zor şartlarda mücadeleyi sürdüren Müslüm yoldaş, devletin en acımasız saldırılarına göğüs gerdi.Yoldaşımız belki fiziki olarak aramızdan ayrıldı ancak fikirleriyle ve duruşuyla bizimle yaşamaya devam edecek. Dersim halkının başı sağolsun. Anıları mücadelemizde yaşayacaktır." DDHD adına da konuşma yapan DHF Temsilcisi, Müslüm Sönmez’in mücadelesini devam ettireceklerini vurgulayarak şunları dile getirdi:"Öncelikle bu toprakların bağrından çıkan yiğit ve onurlu bir insanı sahiplendiğiniz ve onun mücadelesini yaşatacağınıza dair sloganlar attığınız için hepinize teşekkür ediyoruz. Devrim ve sosyalizm mücadelesi içeri-
YOLA YOLCU
sinde yaşamının sonuna kadar örgütlü mücadele bayrağını taşımak zor bir iştir. Çok genç yaşlardan itibaren devrim ve komünizm mücadelesinin bayrağını taşıyan Müslüm yoldaşa biz de buradan onun mücadelesini daha ileri mevzileri taşıyacağımıza dair yemin ediyoruz. Müslüm yoldaşın ve kaybettiğimiz yoldaşlarımızın yerini doldurmanın güç olduğunu bilerek, onların yerini doldurmanın zor olduğunu ancak bunun çabası içerisinde olduğumuzu da buradan duyuruyoruz. " Yapılan konuşmaların ardından kitle araçlarla Çalkıran Köyü'ne doğru hareket etti. Çalkıran Köyü'nde sonsuzluğa uğurlanan Müslüm Sönmez'in mezarının başına kızıl karanfiller bırakılarak pankart asıldı.
≫ hıdır uludağ
“KERBELA ÇÖLÜ” VE KAN GÖLÜ…
I
ŞİD canavarlarının, esas olarak Ezidilerin yaşam alanları olan Şengal ve çevre yerleşim alanlarını işgali sonucu, Ezidiler çoluk- çocuk, genç- yaşlı evlerini terk edip dağlara sığındı. Sadece Ezidiler de değil, Musul işgali sırasında göçüp gelen Türkmen Şiileri de bu dağlarda bulunuyor. Özellikle açlığa ve susuzluğa dayanamayan çocukların ölüm haberlerinin sıkca duyulmaya başlandığı bu dağlar, “Kerbela çölüne” dönmüş durumdadır. İnsanlar en azından kendilerine içecek ve yiyecek bir şeylerin ulaştırılması beklentisi içindedir. Sözde demokrasi ve insan hakları kahramanlığına soyunmuş olanlar insanların ölüm çığlıklarını ne duyuyor ne de görüyor. Öte yandan İŞID canavarlarının kelle avcılığı ve toplu katliamlarına, Siyonistlerin Filistin halkına yönelik toplu katliamları da eklenince Ortadoğu’nun tam bir kan gölüne çevrildiğinin tanıklığını yaşıyoruz. Bu zulüm ve zorbalığa karşı sus pus olmak insanlık suçu işlemekten başka bir şey değildir. Denilmektedir ki taa 16. Yüzyılda Avrupa’daki dinler savaşının bir benzeri, 6 yüz yıl sonra Ortadoğu’da yaşanmaktadır. O dönem Avrupa’da da toplu katliamlar yapıldı, taş üstünde taş bırakılmadı. Orada yaşananlar nasıl kaçınılmazdıysa, Ortadoğu’da da şu an yaşananlar kaçınılmazdır. İslamın içindeki kendi mezhep kavgalarıdır deniliyor. Dağın görünen ve ya görüntülendirilen bu yüzüyle, halkların gözlerine gerçekleri görmeme perdesi takılıyor. Özellikle Avrupa’daki veya dünyanın başka ülkelerindeki gayri müslüm halklar
çok rahat bir şekilde “bu bizi ilgilendirmiyor, Müslümanların kendi aralarındaki kavgadır” diyebilmektedir. Gösterilmeyen gerçekler ise dağın arka yüzünde çırılçıplak bir şekilde duruyor. Sahnede her ne kadar “Müslüman”lar görünüyor olsa da, bu haksız savaşları, bu katliamları başka başka ellerin organize ettiği su götürmez bir gerçektir. Vakti zamanında bizzat emperyalist güçlerin çizdiği sınırlar, yine bugün onların iğrenç çabalarıyla artık anlamını yitirmiş durumdadır. Sınırlar yeniden çizilmek isteniyor. Bunun için ortalığın toz- duman olması, gözün gözü görmemesi gerekiyor. Hiçbir ulusal kimliği olmayan, oradan buradan kulaklarından tutulup getirilmiş devşirme IŞİD çetelerine devlet kurduruluyor. İnsanların beyinlerini uyuşturan, gözlerini körelten din afyonu ne yazık ki bu gerçeği görmelerini engelliyor. Suriye ve Irak üçe-dörde bölünmek isteniyor. Kürtler hariç, herhangi bir ulus devlet de söz konusu değil. Mezhep devletleri oluşturulmaya çalışılıyor. Lokmalar iyice küçültülüp Ortaçağ karanlığına boğdurtuluyor ki rahat yutulabilsinler. Mezopotamya’nın en mazlum, en kadim uluslarından Kürt ulusu gerçekliğini görmeyenler şimdi mezhep devletleri yaratıyor. Bu arada Kürtler haklı olarak kendi özgün devletlerini kurma çabaları içindedir. Kuşkusuz emperyalist planlar içinde bu realite de kendi yerini alıyor. Emperyalistler ve İsrail kendilerine bağımlı bir Kürdistan projesinin ipini zaman zaman gevşeterek Kürtler üzerindeki etkilerini, onlarsız bir Kürdistan’ın hayal olduğu imajını sık sık tekrarlayıp duruyor. Özellikle Barzani’yle epeyce bir yol aldıkları
da bir gerçek. Bu eğer sadece İslam dini içindeki kliklerin, mezheplerin bir iktidar dalaşı olsaydı, emperyalistlerin, ya da dini anlamda bakıldığında Yahudi, Hırıstiyan, Katolik dinlerine mensup oldukları iddiasında olan emperyalist haydutların bu sahada böylesine belirleyici rol oynamaları mümkün müydü. Demek ki sahnedeki piyonlar asıl gerçeği gizlemek içindir. Siyonistler, Filistin’de Müslüman halkı katlederken; İslamın en radikal savunucusu olduğu iddiasında olan IŞİD canavarlarının buna en ufak bir tepki göstermeyip, hatta İsrail’i destekler mahiyette Irak ve Suriye’de Müslüman halka yönelik gerçekleştirdiği katliamlar emperyalistlerin maşası olduğunun en açık ifadesidir. Ki bunda zaten en küçük bir kuşku yok. Bu, Ortadoğu’daki kan gölünün nedeni olarak sadece hatta esasının Müslüman klikler arasındaki iktidar dalaşı olmadığının ifadesi oluyor.Ya da, Gazze aşkıyla yanıp tutuştuğu iddiasında olan R. T. Erdoğan ve şürekası IŞİD canavarlarına her türlü desteği sunarak, İsrail’le her türlü askeri ve ticari ilişkilerini en üst düzeyde sürdürerek ABD’ye olan uşaklıklarını ve İsrail’le olan dostluklarını anlatmış olmuyorlar mı. Basın ve burjuva medya önünde İsrail’e bağırıp çağıran, hatta küfür eden Hitler çömezi Erdoğan aslında İsrail’e en büyük desteği sunuyor. Bu “gizli” desteği görmemek için insanın kör olması lazım. Kısacası İslam dini içindeki mezheplerle cilalanmış bu haksız, bu vahşet dolu savaşlar, emperyalistlerin Pazar dalaşlarından başka bir şey değildir. Bu kavgada elbette ki tarafız ve Ortadoğu halklarının yanındayız.
22
kültür sanat
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
Fatih Akın'ın, 1915'te yaşanan soykırımdan sağ kurtulan ve iki kızını arayan Ermeni bir adamın öyküsünün anlatıldığı filmiyle ilgili olarak gazeteye verdiği röportajın yayımlanmasının ardından Agos Gazetesi ve Fatih Akın'a yönelik eş zamanlı tehditler ve hakaretler başladı. Türkçü Turancılar Derneği’ne ait olduğu bilinen Ötüken Dergisi’nin Twitter hesabı üzerinden Agos Gazetesi ve yönetmen Akın, açıkça ölümle tehdit edildi 'Yalnızca bir film'e bile tahammülü olmayan faşizmin traji komik hali, Yönetmen Fatih Akın'ın 1915'i ve Ermenileri anlatan filmi The Cut (Kesik) ile yeniden canlandı. Fatih Akın, filmde Türk bir oyuncunun oynamasını arzularken, senaryoyu okuyan hiçbir Türk oyuncu cesaret edememiş Hrant Dink rolüne bürünmeye... “Hiçbir Türk oyuncuyu Hrant rolünü oynamaya ikna edemedim, hepsi senaryomu fazla sert buldu. O yüzden de projeyi dondurmak zorunda kaldım. Hiçbir oyuncuya zarar gelsin istemezdim, ama Hrant’ı anlatan bir filmin ‘Türk filmi’ olması da önemliydi. Hrant’ı bir Amerikalı ya da Fransız oynayamazdı. Bu konuyla kendimiz baş etmeliyiz. Demek ki zamanı gelmemiş...” diyen Akın’ın dört kıtaya yayılan bir coğrafyada çektiği ‘The Cut’ ile ilgili Agos Gazetesi'nden Evrim Kaya'ya yaptığı röportajın ardından “Bize gelseydi oynardık” diyen sesler yükseldi. Ardından Hrant’ı katledenler de sessiz kalmadı…
Hakim söylem ‘yerden yere vurmak’ oldu Sosyal medyadan Akın’a tepkiler yükseldi. Sanatçıların bu açıklamalar karşısında dayanışmacı bir söylem yerine ağırlıklı olarak saldırgan bir söyleme başvurmayı tercih etmeleri de böylesi önemli bir filmi gölgeleyen bir misyona hizmet etti… Burjuva medyada adı geçen sanatçılar Mehmet Esen, Murat Daltaban ve Orhan Aydın, Fatih Akın’ın ‘oyuncu bulamadım’ serzenişine yönelik
Mariam ana hayatını kaybetti
Kesik
‘saldırı’ içerikli mesajlarla cevap verdi. “Fatih Akın, Hrant Dink’i oynayacak oyuncu bulamamış! Kaldıracak kafasını, bakacak çevresine 3-5 lacivertin önermesiyle yola çıkmayacak” tarzında söylemlerle ‘sanatçı’ egosuna maruz kaldı ‘The Cut’… Bunun yanında, Akın’ın “Türk sanatçı bulamadım” sözü piar çalışması olarak da yorumlandı. Oyuncuların zan altında kaldığı vurgusu yapıldı. Oyuncular kırgınlıklarını da dile getirdi. Yönetmenin serzenişine karşı ön yargılı olunmaması gerektiğine dair de görüş bildiren oyuncular oldu. Erkan Can ve Levent Üzümcü gibi. Fırat Tanış ise, “Pek kıvrak olmayan bir piar çalışması olmuş. Anlamadığım bir diğer şey ise Türk oyuncu ne demek. Siz hiç Ermeni oyuncu denildiğini duydunuz mu? Çok antipatik bir açıklama yapmış” diyerek Akın’ın etnik vurgusuna eleştiri getirdi. Serzenişte bulunanların yanı sıra cesurca, “bana teklif etseydi oynardım” diyenler de var: Uğur Polat, Bahtiyar Engin, Ercan Kesal ve Erkan Can… Akın’ın açıklamasındaki kapalılık eleştiri aldı, “şuna buna yolladım kabul etmedi” deseydi ne olurdu acaba?
Maoist Komünist Partisi (MKP)’nin önder kadrolarından Armenak Bakırciyan’ın annesi Mariam Bakırciyan hayatını kaybetti Armenak Bakırciyan’ın annesi Mariam Bakırciyan 89 yaşında hayatını kaybetti. Mariam Bakırcıyan'ın cenazesi, ailesi, yakınları ve Armenak Bakırciyan’ın mücadele arkadaşlarının katılımıyla Georgisk Kilisesi'nde yapılan dini ayinin ardından yapılan sade bir törenle sonsuzluğa uğurlandı. Armenak Bakırciyan’la ilgili belgesel ça-
Oyuncuların bir kısmının açıklamasında bir çeşit “linç” mantığının hakim olması, Ermeni halkıyla dayanışmaya gölge düşürdü. Sinema sektöründe başarılı sayılan bir yönetmen, açık açık söylenmese de herkesin aklına gelen sebepten, Ermeni olduğu için, yargılanan ve katledilen Hrant’ın ve ‘Hrant’ların dramını sinemaya uyarlarken neden ‘popüler kültür’ çamuruna düştü? Gerçekten kaygısı piar çalışması yapmak mıydı? Yoksa gerçekten bir serzeniş miydi? Hrant’ın vakurluğuna yakışmayan bir tartışma oldu…
“Hodri meydan”cılara gün doğdu! ‘The Cut’ ile ilgili polemiklerden Hrant’ı katledenler de nasiplendi. Fatih Akın'ın, 1915'te yaşanan soykırımdan sağ kurtulan ve iki kızını arayan Ermeni bir adamın öyküsünün anlatıldığı filmiyle ilgili olarak gazeteye verdiği röportajın yayımlanmasının ardından Agos Gazetesi ve Fatih Akın'a yönelik eş zamanlı tehditler ve hakaretler başladı. Türkçü Turancılar Derneği’ne ait olduğu bilinen Ötüken Dergisi’nin Twitter hesabı üzerinden Agos Gazetesi ve yönetmen Akın, açıkça ölümle tehdit edildi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, "Bu tür zihniyete sahip insanlar olduğunu biliyoruz, ama barış yanlısı insanların sayısının daha fazla olduğunu da biliyoruz. Agos bu tür tehditlere karşı yoluna de-
lışmanın planlanması ve projelendirilmesi sürecinde, Armenak’ın yoldaşlarının yürüttüğü yoğun bir çalışma sonucunda, İsveç’in Stockholm kentinde yaşayan Mariam ana ve çocuklarıyla iletişim kuruldu. Mariam anayla yaklaşık 3 ay önce röportajlar yapılarak belgesel için hazırlıklara devam edildi. Mariam ana kendisiyle yapılan görüşmede şunları dile getirmişti: “Ben Armenek’in yoldaşlarının bir gün geleceklerini biliyordum. Onu unutmadıklarını sahiplendiklerini biliyordum. Ve siz geldiniz, sizleri gördüm artık gözüm arkada kalmayacak. Artık uzun bir yolculuğa çıkabilirim.”
vam edecektir. Avukatlarımız konuyla ilgileniyor" diye konuştu. Ötüken dergisi Twitter üzerinden yayınladığı tehdit mesajında şu ifadelere yer verdi: "O film Türkiye'de tek bir sinemada yayımlanmayacak. Beyaz berelerimiz ve Azerbaycan bayraklı planörümüzle gelişmeleri takip ediyoruz. Hodri meydan!" Mesajda ayrıca Yönetmen Fatih Akın için de, "PKK'ye yakınlığıyla bilinen Kürt yönetmen" ifadesi yer aldı. “Hepimiz Hrant’ız” söylemi karşısında ‘Ogün Samastlar’ sosyal paylaşım siteleri üzerinden dirilirken, kanlı ağızlarının sularını akıttı.
“It’s just a movie” “Bu yalnızca bir film” dedi Fatih Akın, bir gündem oluştu, herkes döktü içindekileri… Kimi ‘sanatçı tahammülsüzlüğü’nü, kimi de hakim ulus ırkçılığını… Biz tek başına Fatih Akın’ın böyle bir film yapmış olmasını önemsiyoruz. “The Cut” gösterime girdiğinde faşist saldırılara karşı durmak her sanatçı için kaçınılmazdır. “Afedersiniz benim için Ermenidir diyorlar” gibi söylemlerin Türk hakim sınıflarının dilinde dolaştığı, Ermeni halkına, kültürüne, Ermeni olmaya karşı yeni bir linç kampanyasının bu gerici faşist zihniyetle yeni bir dalgaya dönüştüğü bugünlerde biz Hrant’ın yoldaşları olmaya devam edeceğiz, Ermeni halkının yanında olacağız.
16-31 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü
23
Güney Kürdistan’la dayanışmayı büyütelim Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne bağlı Maoist Kadınlar Birliği (MKB) dava tutsakları Rojava’da savaşan kadınlarla dayanışmayı büyütmek için bir açıklama yaptı Maoist Kadınlar Birliği (MKB)’nin açıklaması şöyle: “Değerli yoldaşlar, dostlar merhaba Emperyalizmin ‘Yeni dünya düzeni’ olarak adlandırdığı strateji bugün dünya ölçeğinde işgal, ilhak, ulusal etnik sorunları kışkırtarak bölgesel savaşlar çıkararak, eli kanlı çeteler kullanarak sömürü ve talan politikalarını uygulamaya devam ediyor. Emperyalizmin ve uşaklarının ‘yeraltından çıkmış’ canavarları olan IŞİD adlı gericilik, Rojava halkının örgütlü-haklı mücadelesinin direniş yumruğuna çarpıyor. Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla kısacası alın terini ilmik ilmik örenlerin cesur direnişiyle karşılaşıyor. Ön cephede savaşıyor tarihi yazan ezilenler. Emperyalizmin ve onun yerli uşaklarının dünya halklarına dayattığı tahakküm, sömürü insanlık dışı katliamlar, işkenceler, tecavüz gibi politikaları Güney Kürdistan halklarının devrimci dinamiğiyle karşılaşacaktır. Buna inancımız sonsuz. Biz Maoist Komünist Partisi / Maoist Kadınlar Birliği tutsakları olarak Rojava’da direnen Kürt, Ezidi, Süryani, Arap, Türkmen ve Asuri kadın savaşçılarını taşıdığı heyecanı, umudu ve devrime olan inançlarını aynı derinlikte bilincimizde ve yüreğimizde hissediyoruz. Rojava’daki her devrimci/direnişçi kadının eli silahıyla tutuşunca, yanağı nişangaha yaslanınca daha bir güzelleşiyor. Rojavalı kadın direnişçiler-savaşçı-
lar Kürdistan’da yine direnişlerin en güzelini yaratıyor. Göğün yarısını oluşturan kadınlar, ezilen halkların kendi kaderini tayin hakkını son nefesine kadar haykırıyor. Sesleri kendi renklerini taşıyarak çoğalıyor. Yeni kadının kararlı ve inançlı direnişi karşısında İŞİD gerici zihniyeti paramparça olacak. Buna inanıyoruz. Biz Maoist Kadınlar Birliği özgür tutsakları olarak Rojava’da direnen kadınlarla dayanışmanın ve desteğin sözde değil, güçlerimiz oranında pratik mücadelesinde kadın hevallerimizin silahın kabzasını tutan o bileklerine birer bileklik takarak, bir anlamda fiziken de ruhen de sizinle olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Tüm heyecanımız ve inancımızla yanı başınızdayız. Ördüğümüz her bileklik, her renk, her desen ezilen halkların, milletlerin ve inançların özgür dünyada, özgür insan olma kararlılığını ve inancını taşıyor. Yatağına sürülen her söz, her mermi hedefini buldukça hep beraber özgürleşmeye ilerleyeceğiz. Son olarak, Barbaraların, Merallerin, Bernaların, Cemilelerin, Yeterlerin, Zelallerin, Devrimlerin, Süheylaların ve Zilanların, Beritanların, Delallerin, Sakinelerin, Semaların daha nice ölümsüzleşen yoldaşlarımızın ve siper yoldaşlarımızın düşlerini mutlaka gerçekleştireceğimize tüm halklar önünde bir kez daha söz veriyoruz. Bu kararlılıkla hepinizi devrimci dayanışmanın gücüyle selamlıyoruz. Sıkıca kucaklıyoruz.”
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
BARBARLIK DEVAM EDİYOR
G
azze’deki katliama karşı batı metropollerinde sokağa çıkanlar, bağıranlar, polisle çatışanlar, batının dincileri değil, batının sosyalistleri, çevrecileri, feministleri ve gadre uğrayan farklı kültürleridir. İslamcı Türk hükümeti, batının devletlerini suskunluklarından dolayı kınarken, batının sokağa çıkan bu aydınlık güçlerini övüyor. Aynı Hükümet, aynı aydınlık güçleri Türkiye’de gaza boğuyor, kurşunluyor, tutukluyor; Gazze'de katledilen çocuklara ağıt yakarken, Türkiye'de vurduğu çocuğu ve onun acılı anasını meydanlardaki insanlara yuhalatıyor. Ve aynı Hükümet, Rojava gibi Ortadoğu’nun aydınlık güçlerine karşı, IŞİD ve NUSRA gibi ortaçağ barbarlığını silahlandırıyor. Bu barbar güçlerin, esir askerleri kitle halinde kurşuna dizmelerine, İslamın bir cihat ilkesi olan, ‘kafirlerin malları ve namusları helaldır,' şeklindeki anlayışını kararlı bir şekilde uygulamalarına, kadınları tecavüz ve recm cezalarıyla sindirmelerine, tarihi eserleri yıkmalarına karşı sesini yükseltmiyor. Bu tutum, dinin ve mezhepçiliğin doğasına uygun bir tutumdur. Her din, varlık şartını kaçınılmaz olarak, gerçeği ve hakkı kendisinin temsil ettiği, diğer din ve mezheplerin sapkın ve batıl olduğu esasına dayandırır. İlke böyle olunca, o kendisini yayma çabası içine girer. Bu noktadan sonra onun savaşı artık "Hak'kın savaşı"dır. Tarihe bakın. En büyük tanık tarihtir. Din, egemen sınıf ve devlet çıkarlarının basit birer aracı haline gelmiş, insanlığı bölmüş, birbirine düşürmüş, kırdırmıştır. Üretici güçlerin gelişmesine parelel olarak, insanlığın geçmişe nazaran kafaca ve ruhca daha ileri bir çizgiye gelmiş olmasından dolayı, din kendini reforme etmek, yumuşatmak zorunda kalmıştır. O şimdi, "bütün dinler kardeştir," "dünya bir inançlar mozaiğidir" şeklindeki yalanlarla tarihin ve kutsal kitapların irdelenmesinden, eleştirilmesinden özenle kaçınıyor. İnsanı uyruk duruma düşüren, kadını ikinci cinse indirgeyen, bilgi ağacının yasak meyvesini yediği için cennetten kovulan kafanın eleştirel, özgür ve kuşkucul bir akılla hareket etmesinden öcü gibi korkan kutsal kitaplar, dinin artık en büyük açmazlarıdır. Bu kitapların değişmez mutlak varlıkları, dogmaları, hayatın değişen, ışıklanan varlığıyla sürekli çatışıyor. İnsanlığın barbarlık dönemini geride bıraktığı düşüncesi, koca bir yalandan ibarettir. Barbarlık devam ediyor. Kölelik, serflik ve şu anda içinde bulunduğumuz ücret köleliği sistemi, sürmekte olan büyük barbarlık tarihinin aşamalarıdır. Geleceğin sosyalizmi de insanlığın büyük barbarlık tarihinin, yani sınıflılık tarihinin en son ve en ehveni şer aşaması olacaktır. Kim ne derse desin, insanlık tarihinin en büyük, en anlamlı müzesi, bu aşamaların noktalandığı yerde kurulacaktır. Sözkonusu bu kutsal kitaplar, insanlığın barbarlık dönemine ait bir bölümde yerlerini alacaklardır. Müzenin o bölümüne girerken, gözlerimiz kapıdaki seksiyonlar listesinin başındaki ilk seksiyona takılacak: 1-Barbarlık döneminin ana inançsal kaynakları
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL YPG, Êzidiyên Çiyayê Şingalê parast
Bi dehan hezar Êzidî, ji ber êrişên DAİŞ’ê xwe gihabûn çiyayê Şingalê û li wê derê tî û birçî mabûn. Ber vê, dehan zarok jiyana xwe ji dest dan. YPG’ê ku bi lêdan û pevçûnê ve xwe gihand Çiyayê Şingal û rêyeke ewleh vekir, dehan hezar Êzidiyên Kurd derbasî Rojava kir. DAİŞ’ê ku bi destê Dewletê Yekitî ya Amerikayê (DYA) ve li Surî û Iraq’ê komkujiyan pêk anî, piştî paşve kişîna Permergeyên Partî ya Demokratên Kurdistan PDK, Şingal’ê ji dagir kirin. Çeteyên DAİŞ’ê, ketin bajarokên pîroz ya Şingal’ê û alên xwe daliqandin. Gelên Êzidî yên ku ji komkujiya DAİŞ’ê tirsîn jî hinê wan berê xwe dan hêla Duhoq, hinê wan jî kisiyan li ser Çiyayê Şingalê. Li ser van bûyeran, Yekineyên Parastina Gel (YPG) jî ji bo parantina gelên Êzidî, 2’ê mehê Rebaxê êrişeke tund û dijwar bir li ser çeteyên DAİŞ’ê. YPG, ji bo ku parastina gelê xwe têbikoşin jî çek da xortên Êzidî û perwerdê wan kir. DAİŞ jî roja 3’ê Tebaxê Şingal dagir kir û rojek piştî vê bûyerê nava rojê jî YPG’ê xwe gihand çiyayê Şingal. Heta YPG gihaşt Çiyayê Şingal,
dehan hezar kesên Êzidî j îli ser çiyayê wek bi awayekî ber komkujiyê bêxwedî mabûn. Di vê navberê de şer û pevçûn jî di navbera bajarê Şingal û çiyayê de, li ser qadeke ku firehiya xwe nêzî 20 kîlometir e tîr bû. Heta wê demê çeteyên DAİŞ’ê, tenê fîşekek jî neavîtîbûn û ketîbûn gundê Sînûnê. Ji berk u Peşmerge, bi qonvoyên sêyaran ve bil ez revî bûn û xwe ji gundê dûr xistî bûn. Rojbamevana televizyona Ronahî, nêzî 200 sêyare û bi çekên giran ve revînên peşmergehan wek dîmen girt û wek agahî li ber çavên dinyayê belav kir. Peşmerge, ewilî derbasî Rojava, piştre j îli ser navçeyê Dêrîk derbasî Başûr bûn.
Şervanên YĞG’ê, ji bo gel rêyên ewlehî avakirin Çeteyên DAİŞ’ê, dest bi zordestiyê kir û ji gelê Êzidî re, “An misilman bin an jî birevin” got. Kesên ku daxwazên DAİŞ’îyan qebûl nekirin, ji bo çûyina navçeya Rojava Cezaa’yê ketin rê. Gundê Sînûnê jî nêzî 15 kîlometir dûrî Şingal’ê ye. Ji bo ku gundî û bajariyên Şingalê xwe bigihînin Rojava, hêzên asayîş a YPG’yê rêyên ewleh vekirin.Di vê navberê de qereqolên peşmerge jîş di nav de, hemû parastgahên sînorê jî ket bin destê hêzên asayîş a YPG’ê. Bi vî rengî, hêzên YPG, gelê Êzidî gihandin Rojava. Piştre Endama Rêvebirî ya Komîteya KCK û
Fermandarê Baregeha Navend ya Hêzên Parastina Gel (HPG) Murat Karayilan jî roja 4’ê Tebaxê daxuyaniyek da çapemeniyê got emê wek gerîlayên HPG’ê midaxale bikin Şingalê û emê li Şingalê bimînin. Piştî daxuyaniyê, sedan gerilayên HPG û YJA STAR ji çiyayê Qendîl derketin û berê xwe dan Şingalê. Gerîlayên ku ji bo parastina Şingalê birê bûn, daxuyanî dan ku, “emê ji her çar perçê Kurdistan, ji bo parastina nirxên Kurdan amadene.
DAİŞ, li gundên Şingalê komkujiyan pêkanî DAİŞ’ê, li gund û bajarê Şingalê komkujiyên gelek qirêj pêkanî. Ne tenê ev. Kesên ku bi tirsê komkujiya DAİŞ’ê revîn jî li Çiyayê Şingalê li himberê tîbûn û birçîtiyê têkoşiyan. Di van mercan de bi dehan zarok jiyana xwe ji dest da. Li himberê van şertênb dijwar de hin xortên Êzidî jî ji destê YPG çek hildan û tev li şerê parastinê gelê xwe bûn. Di navbera 6 rojê de jî zêdetirî 20 hezar kes derbasî Rojava bûn. Ji wan hin kesên ku xizmên wan hene, çûn hêla Zaxo, Duhoq, Hewlêr û Silêmanî, zêdetirî hezar Êzidî ji li ser Rojavayê Kurdistan derbasî Kurdistana Bakûr bûn. Nêzî sed hezar Êzidî jî li Amûdê, Tirbespiyê û li Hesekê bicîh bûn. Piraniya gelê Şingalê jî qampê ku li Dêrikê Rojava hatiye çêkirin, li wir hatin bicîh kirin. Beranberî
van bûyeran hêzên HPG, YPG û hêzên Yekineyên Berxwedaniya Şêngalê di vê şerê de berxwedaniyeke bi biryar meşandin. Di encamê de gundên derdorê Şingalê xistin bin qontrola xwe. Fermandariya tevahî van hêzan daxuyaniyek belav kir û got: “Em soz didin gelê xwe yên Êzidî. Heta ku em Êzdixan ji çeteyan paqiş bikin ên herêmê Şingalê ji bo gelê Êzidî wek herêmeke ewleh teslîmî Ezidiyan bikin, em têbikoşin û heta dilopa xwîna xwe ya dawî ber xwe bidin.”
Li Mexmûrê berxwedan û serkeftin DAİŞ, ji bo ku xwe ji hêzên Kurt belav bike û xwe ji giraniya êrişên xeta Şingalê bifilitîne, îja êriş bir li ser xeta Mexmûrê. DAİŞ bi çekên giran ket bajarê Mexmûr û wargeha Mexmûr jî hilda bin bombebaranê. Piştî wê, HPG, YJA Star, Milîsên Wargeha Mexmûr, pêşmergeyên YNK, Goran û PDK’ê hêzên Kurd êriş birin ser DAİŞ û li Mermûrê jî wek bi awayekî hevbeş ber xwe dan. Piştî vê berxwedaniyê Mexmûr dîsa ket bin destê Kurdan. Piştî wê gel dîsa vegeriya malê xwe û Serokê Herêma Kurdistan Mesûd Berzanî jî çû Mermûrê û hêzên pêşmerge û gerîla tevda pîroz kir. Di navbera pêşmerge û gerîla de jî pêymaneke tekoşîn a hevbeş pêkhat.