Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım!(1)
sf 12-13
Ortadoğu, Kürt ulusal sorunu ve Cenevre 2 Cenevre 2 Konferansı’nda açığa çıkacak en önemli nokta, Esad rejiminin emperyalist ülkelerin çıkarlarına göre yeniden yapılandırılması olacaktır. Öte yandan Batı Kürdistan’da Kürt Ulusal Hareketi olarak PYD’nin, emperyalist güdümlü muhalefetin içerisinde eriyen ve kendi kaderini tayin hakkını yok sayan hiçbir girişim ve yönelime girmeden, tamamen bağımsız ve özgür iradesiyle konferansa katılması doğru olandır. sf 16-17
Halkın Günlüğü
16-31 OCAK 2014 Yıl: 3 Sayı: 75 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
Paris’te katledilen f GÜNCEL 04-05
DHF: Baskılar bizi yıldıramaz
ISSN: 2147-0499
A M Ş I ÇAT YOR
kadınlar anıldı 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te katledilen Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan ülkemizde ve Avrupa’da yapılan eylemlerle anıldı. Eylemlerde hayatını kaybeden kadınların katillerinin Türk devleti ile Avrupa devletleri tarafından bilinmesine karşın cezalandırılmadığı vurgusu ön plana çıkarıldı. Ülke genelinde ve Paris’te yapılan eylemler kitleselliğiyle dikkat çekerken, İstanbul, Adana başta olmak üzere çok sayıda ilde yapılan eylemlere polis saldırıları yaşandı. Sokaklarda polisle çatışan kitleler, katliamın hesabını sorma iradesini kararlılıkla yansıttı.
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
İ Ş E L N DERİ
AKP iktidarı 17 Aralık sabahı başlayan yolsuzluk ve rüşvet ‘operasyonlarının’ ardından, emniyet ve savcılıklar üzerindeki baskılarını arttırırken, bu kez de HSYK’nın yapısını değiştirme hamleleriyle, iktidarın paylaşılmasındaki çıkar çatışmasını yeni boyutlara taşıdı. Böylece ‘ileri demokrasi’ ve ‘hukuk
02
Suriye ve Türk devletinin rolü
08
devleti’ söylemlerinin yalnızca bir aldatmacadan ibaret olduğu gerçekliği açığa çıktı. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, ABD emperyalizmi Gülen Cemaati üzerinden AKP iktidarına baskılanma yaratarak süreci kendi çıkarlarına göre yönlendirmekte ve iktidarın sonunu hızlandıracak hamleler yapmaktadır.
Hak gasplarına karşı mücadele sürüyor
22
02 güncel haber
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Hozat’ta ve Antep’te fişleme gerçeği Geçtiğimiz yıl içerisinde Dersim’in Hozat ilçesinde ortaya çıkan fişlemelerden sonra şimdi de Hozat İlçe Emniyet Amirliği’nin onlarca kişiyi takip ettiği ortaya çıktı. Antep’te ise üniversite öğrencilerinin her adımının takip edilerek fişlenmesi, öğrenciler tarafından protesto edildi Dersim’in Hozat ilçesinde Kasım 2012’de ortaya çıkan fişleme skandalının ardından şimdi de İlçe Emniyet Amirliği’nin onlarca kişiyi adım adım takip ederek, yaptıkları her faaliyetin kaydını tuttuğu ortaya çıktı. Aralarında sendikacıların, belediye başkan ve personellerinin, esnafın, Kaymakamlık ve Nüfus Müdürlüğü gibi devlet dairelerinde çalışan memurların da bulunduğu onlarca kişiyle ilgili çok detaylı bilgilere yer verilen belgelerde, birçok kişi için “ dikkat edilmesi gereken şahıstır” ifadesi kullanılıyor.
Çok sayıda kişi fişlendi Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında Hozat İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün bilgisayarları inceleme altına alındı. İddiaya göre inceleme altına alınan kayıtlarda, İlçe Emniyet Müdürü ile Şube Müdürü’nün de aralarında bulunduğu 17 öğretmenin sürekli takip edildiği yine gittiği yer ve mekanlarda kimlerle görüşüp konuştuğuna dair belgeler bulunuyor. Yasal dernek ve partilere üye olan, onların faaliyetlerine katılan kişilerin ‘terörist gruplarla bağ halinde’ diye nitelendirildiği fişleme belgelerinde, kişilerin aile ilişkilerine, kimlerle ne sıklıkta görüştüklerine kadar her şey yer alıyor. İlçe Emniyet Amirliği’nin hazırladığı ‘Terörle mücadele konusunda öneriler’ dosyasının içinde ise ‘terörün ortadan kaldırılması için’ ilçede görev yapan Tunceli nüfusuna kayıtlı
memurların başka illere tayin edilmesi isteniyor. Fişleme skandalına dair suç duyurusunda bulunan Hozat Bağımsız Belediye Başkanı Cevdet Konak, “Bu halkın değer yargılarına, siyasal değerlerine, inançlarına, kültürlerine, kimliklerine yönelik fişleme yapan kişi ve kurumlar hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Geçen hafta bunun ilk müracaatları yapıldı ve İçişleri Bakanlığı olumsuz bir cevap vermişti. Önümüzdeki hafta sonu manevi tazminat davası sürecini avukatlarımızla başlatacağız” dedi.
Antep’te öğrenciler takipte Birçok ilde çıkan fişleme skandallarından sonra Gaziantep Üniversitesi’nde de öğrencilerin takip altına alınarak fişlendiği ortaya çıktı. Gaziantep Üniversitesi’nin İslahiye’deki fakültelerinde okuyan öğrencilerin sadece siyasi yönden değil, “ahlaki” olarak da fişlendiği ortaya çıktı. Fişlemelerde öğrencilerin fotoğraflarının yanında, tüm kişisel ve iletişim bilgilerinin yanı sıra kiminle duygusal ilişki yaşadıkları, kimin kiminle el ele tutuştuğu gibi tamamen özel yaşamı ilgilendiren bilgiler de yazıldı.
Üniversitedeki fişlemelerle ilgili İstanbul Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması yapan Bağzı Üniversiteliler, üniversite öğrencilerinin hayatlarının didik didik edildiğini belirtirken, öğrencilerin fişlenerek “potansiyel suçlu” ilan edildiklerini ifade etti. Okunan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Şunu iyi bilin ey efendiler, ey bezirganlar, ey yavuz hırsızlar... Bu gençlikte sizden korkacak göz yok. İyi bilin ve ayağınızı denk alın. Gençlik, Gezi direnişinde olduğu gibi bugün de yarın da haksızın, adaletsizin yakasına yapışıyor, yapışacak.”ifadeleri vurgulandı.
DHF: Çetelere geçit vermeyeceğiz Demokratik Haklar Federasyonu, Nurtepe’de devlet eliyle beslenen çetelere karşı düzenlenen yürüyüşte halka ve devrimcilere saldıran çeteleri teşhir etti Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Nurtepe’de Hacı Ethem İlköğretim Okulu önünde “Yozlaşmaya Çeteleşmeye Uyuşturucuya Geçit Vermeyeceğiz” pankartını
açarak önce çetelerin yoğun olduğu Güzeltepe Meydanı’na, ardından da Berkin Elvan Parkı’na yürüdü. DHF flamalarıyla yürüyen kitle “Battal Tepeli ölümsüzdür” , ”Çeteler halka hesap verecek” , “Hasan Ferit Gedik ölümsüzdür” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Yaşasın Devrimci Dayanışma” sloganlarını attı.
‘Devletin beslediği çetelerin katliamlarına izin vermeyeceğiz’ Yürüyüşün ardından DHF adına yapılan
basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Hakim gerici sistem özellikle hakimiyetini tam anlamıyla kuramadığı Gülsuyu, Gazi, Okmeydanı ve Nurtepe gibi semtlerde halkın örgütlülüğünü ve duyarlılığını parçalamak için yozlaştırma politikasına başvurmaktadır. Yozlaştırma politikalarıyla hakim gerici sistem bu bölgelerde ilişki kurduğu çeteci grupları palazlayarak bu grupları devrimci kurumlara ve halka yönelik saldırılarında maşa olarak kullanıyor. İşte bu devlet beslemeli çeteler Gazi’de Battal Tepeli’yi, Gülsuyu’nda Hasan Ferit
Gedik’i katlederek halka ve devrimcilere gözdağı vermeye çalışıyor. Yıllarca Nurtepe’de yaptığı saldırılardan sonuç alamayan devlet çeteleşmeyi destekleyerek, yozlaştırma politikalarıyla Nurtepe halkının duyarlılığını ve devrimcilere olan yakınlığını yok etmeye çalışarak kendine yedeklemek istemektedir” denildi. Kitleselliğiyle dikkat çeken eyleme Halk Cephesi, Partizan, SODAP, SDP, SYKP ve TÖP destek verdi.
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
03
SINIF TAVRI
EMPERYALİZME ‘İLERİCİLİK’ MİSYONU!
E
DHF: Baskılar bizi yıldıramaz Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Gazi Mahallesi’nde İstanbul Demokratik Haklar Derneği üyesinin polis tarafından kaçırıldıktan sonra darp edilip daha sonra bırakılmasını protesto eden bir eylem düzenledi Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), İstanbul Demokratik Haklar Derneği üyesi bir kişinin sivil polis tarafından kaçırıldıktan sonra Gazi barajına götürülüp, darp edildikten sonra bırakılmasını protesto eden bir eylem gerçekleştirdi. Eski Karakol Durağı’nda toplanan kitle “Polis Tacizine Boyun Eğmedik Eğmeyeceğiz” pankartını açarak, DHF flamalarıyla Gazi Cemevi’ne yürüdü. Yürüyüş esnasında sesli ajitasyon yapılarak polisin faşist yüzü teşhir edilirken, halk da evlerinin balkonlarına çıkarak alkışlarla yürüyüşe destek verdi. Yürüyüş sırasında kitle, “Gözaltılar Tutuklamalar Baskılar Bizi Yıldıramaz” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Devrimci irade teslim alınamaz” , “Yaşasın demokratik haklar mücadelemiz” , “Biji bratiya gelan” sloganlarını attı.
‘Demokratik haklar mücadelesi meşrudur’ Yürüyüşün ardından basın açıklamasının okunmasına geçildi. Açıklamada devletin, haklı ve meşru bir mücadele yürüten DHF’ye yönelik baskılarına dikkat çekilerek DHF üye ve taraftarlarına yönelik gözaltı ve tutuklama terörünün devam ettiği ifade edildi.
Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Kısa bir süre önce Zeytinburnu’nda DHF üye ve taraftarlarının önünü ekip aracıyla kesen sivil polisler, DHF taraftarları üzerinde psikolojik baskı kurmaya çalışarak tehditlerde bulunmuştur. Bir hafta önce Diyarbakır’da DHF üyeleri telefonla aranarak yoldaşlarımıza taciz ve tehditlerde bulunulmuştur. Bu baskılar ve tehditler üyelerimizin aileleri aranarak da devam ettirilmektedir. Son olarak Gazi Mahallesi’nde üye ve taraftarımız sivil polislerce araçlarına alınarak kaçırılma girişiminde bulunulmuştur. 3 Ocak günü saat 22.00 civarında İstanbul Demokratik Haklar Derneği üyemiz işten döndüğü sırada, ara sokaklardan sivil polislerce kimlik araması bahanesiyle zorla arabaya alınarak Gazi Barajı’na götürülmüş, tehdit ve şiddete maruz bırakılmıştır. Üyemize neden dernek üyesi olduğuna dair sorularla, diğer üyelerimizin isimleri ve buna benzer birçok soru sorulmuştur. Üyemize ‘Derneklerde neler yaptığınızı biliyoruz’ denilerek tehditler sürdürülmüştür. Bundan sonra üye taraftarlarımıza yönelik gelişecek kaçırılma, baskı ve tehditlerden Emniyet Müdürlükleri ve Valilikler sorumludur” denildi. DHF üyesine yapılan baskılar ve tehditler de bir kez daha gösterdi ki, devrimciler her zaman devletin hedefindedir. DHF geçmişte olduğu gibi bugün de sıkça yaşanan devletin kaçırma girişimlerini örgütlü mücadeleyi yükselterek boşa düşürecektir. Kitleselliğiyle dikkat çeken eyleme BDP, ESP, Halkevleri, Halk Cephesi, Partizan, Mücadele Birliği, Devrimci Çözüm, SDP ve SYKP destek verdi.
≫ ismail uçar
mperyalizme karşı mücadele veriyoruz. Komünist ve devrimci mücadelemizin her düzeyde hedeflediği düşman emperyalizm ve onun kuyruğu iktidarlardır. Somut parçalarda emperyalizmin kuyrukları hedef alınsa da bu hedef emperyalizme yönelmekten bağımsız değildir. Parça mücadeleleri dolaylı dolaysız emperyalizme yönelir ve onu hedef alır. Günümüzde her parça devrimi doğrudan emperyalizme darbe vuran, onu düşman olarak hedef alan, onunla karşı karşıya olan ve onunla hesaplaşan özelliktedir. Emperyalizmden bağımsız bir dünya parçası ve gerçek manada (ya da tam) bağımsız bir siyasi iktidar veya devlet olmadığına göre, her devrim emperyalizmi hedeflemek durumundadır. Emperyalizme karşı olmayan bir devrim gerçek anlamda devrimci öz taşımaz, komünist bir devrim veya nitelik hiç taşımaz. Çağımızda bu inkar edilemez kadar çıplak bir realitedir. Dahası temel savunu ve özelliklerimizden olan proletarya enternasyonalizmi ve proleter dünya devrimi hedefimize bağlı olarak da emperyalist dünya gericiliğini hedef almaktayız. Bu gerçeğe karşın emperyalizmi öyle ya da böyle ilerici olarak nitelememiz düşünülemez. Emperyalizme karşı kararlı mücadeleyle ona ilericilik atfetmek bağdaşmaz tutumlardır. Bu bağlamda emperyalizme ilericilik misyonu yüklediğimizi iddia edenler emperyalizme karşı mücadele ve tavrımızdan şüphe ediyorlar demektir. Özcesi, emperyalizme karşı mücadele gerçeği ile onu ilerici görme tavrı arasındaki uçurum göz önüne alındığında eleştirinin bu açıdan çürük olduğu açıktır. Objektif olarak mı ilericilik yüklüyoruz emperyalizme? Peki nasıl, neden? Emperyalizmin, kapitalist-emperyalist sermayenin girdiği yerlerde, feodalizmi çözüp komprador kapitalizmi geliştirdiği belirlemesinden dolayı mı? Ki, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yarı-feodal üretim ilişkilerinin tali duruma düşüp kapitalizmin hakim hale geldiği şeklindeki tespitimiz bundan başka bir şey değildir. Evet bu tespitte bulunduğumuz için mi, objektif olarak emperyalizme ilericilik misyonu yüklemiş oluyoruz? Eleştirinin mantığında bu görüş veya gerekçe olduğu açıktır. Bu eleştirinin öznelci, ezberci ve haksız olduğunu söyleyelim. Aynı şeyi dünya proletaryasının büyük öğretmenleriMLM otoriteler de Kaypakkaya yoldaş da söylemektedir. Kapitalizmin, emperyalizmin girdiği yerde iradesi dışında feodalizmi çözdüğü-çözeceği ama tasfiye etmeyeceği çok net biçimde Kaypakkaya yoldaş tarafından ifade edilmiştir. Emperyalizm iradesi dışında (kendiliğinden) feodalizmi çözüyor diye ilerici olabilir mi? Olmaz! Ama eleştiri sahibi yoldaşların mantığına göre şayet emperyalizm feodalizmi çözüyor, zayıflatıyor, geriletiyor ve bunun yerine komprador kapitalizmi geliştiriyor, yerleştiriyorsa, o emperyalizm ilericidir. Burada şunu ekleyelim ki, çözme eylemi tasfiyenin bir biçimi veya boyutunu ihtiva eder ve anlatır. Komple tasfiye değil ama çözdüğü oran kadar tasfiye etmiş olur. Yerine kapitalizmin geliştirilmesi, çözülen boyutta bir tasfiyenin olduğunu kanıtlar. Örneğin Kemalist klik tasfiye edildi derken, bu tasfiyenin sınırsız ve sonuna kadar olduğunu kast etmiyor, iktidardaki söz hakkının sınırlanması vb vs boyutuyla tasfiye edildiğini söylüyoruz. Yani bir bütün olarak tasfiye edildiğinden söz etmiyoruz. Buna rağmen tasfiye edildi diyoruz ve bu doğrudur da. Bu bağlamda emperyalizm feodalizmi çözdüğü oranda tasfiye de etmiştir ama köklü olarak bir devrim tarzında tasfiye etmemiştir. Bu anlamda bize emperyalizme ilericilik misyonu yüklüyorlar eleştirisi yapanlar aynı eleştiriyi Kaypakkaya yoldaş ve hatta MLM öğretmenlere de yöneltmek durumundadır. Bizlerin Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yarı-feodalizmin tasfiye olduğu söylemimiz feodal ilişkilerin kökten ve bir devrimle tasfiye edildiği, hiçbir biçimiyle yarı-feodal ilişkilerden söz edilemeyeceği tarzında değildir. Bilakis, yarı-feodal ilişkilerin belli düzeylerde varlığını koruduğunu söylemekteyiz. Yarı-feodal üretim ilişkilerinin esas olmaktan çıkıp tali duruma düştüğünü ve kapitalist ilişkilerin hakim hale geldiğini söylemekteyiz. Yani mutlak bir tasfiyeden söz et-
miyoruz, hatta varlığından söz ediyoruz feodalizmin… Emperyalizmin girdiği yerlerde feodalizmi iradesi dışında çözdüğünü, çözeceğini kabul eden yoldaşlar, bu çözülme sürecinin yerinde mi saydığı, yoksa ilerlediği mi sorusuna yanıt vermelidirler. ‘Kurtuluş savaşı’ yıllarından itibaren emperyalizmle dirsek temasında olup ona bağımlı hale bu yıllardan gelen ‘Cumhuriyet’ tarihi boyunca Türkiye-Kuzey Kürdistan’a giren emperyalizm o günden bugüne feodalizmi hangi derecede, nitelikte çözdü, çözülmesine yol açtığı feodalizmde ne gibi değişimler oldu ya da yerine koyduğu kapitalizmde nasıl gelişmeler oldu. Bunca yıl süren bir çözülme süreci belli bir niteliğe kavuşmadı mı? Yoksa bu çözülme sonsuz bir süreç midir? Biraz gerçekçi olunup ezbercilikten kaçılır ve soyut bilgi zorlamasından uzaklaşılıp gerçeğe çıplak gözle bakılırsa çözülen yarı-feodalizmin ne duruma geldiği ve yerine yerleşen kapitalizmin ne duruma geldiği kolayca görülebilir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da çok ciddi değişimlerin olduğu açıktır. Bugünün ‘Türkiye’si’ dünün ‘Türkiye’si’ asla değildir. Son on yılda bile büyük değişimler oldu ki, bu değişimler ‘TC’ tarihi boyunca yaşanmamış şeylerdir. ‘’TC’’nin değiştiği, değişim içinde olduğu görülmek durumundadır. Bunu söylemek ‘TC’ devletine ilericilik misyonu yüklemek değildir. Bu değişim tarihsel bir zorunluluk ve yaşam diyalektiğiyle dünyanın kendiliğinden ve toplumsal dinamiklerin-üretici güçlerin değişim hareketiyle ilintilidir. Hiçbir şey keyfi ve arka plansız değildir. Devrim olmadı diye değişim nitel değildir ezberi takıntıdan ibarettir. Devrimlerin nitel değişimlere yol açtığı genel bir ilkedir. Ama ilke aynı kalmakla beraber, nitel değişimler devrimler dışında da cereyan edebilir. Kaldı ki bu tür nitel değişimler devrimci değil, dünya gericiliği ve bilumum gerici düzenlerin kendilerini üretme eylemi zeminindedir. Emperyalizm can çekişip çöküp gitmediğine göre, kendisini devam ettirme yeteneği ve dinamizmi gösteriyor demektir. Bunun şartları da mevcuttur. Emperyalizmin kendisini var etmesi, sürdürmesi vb vs nasıl ki onun ilerici olduğu anlamına gelmiyorsa, onun feodalizmi uzun evrim içinde çözerek tali duruma düşürmesi de ilerici olduğu anlamına gelmez. Dünya ölçeğinde devasa gelişmelerden, ilerlemelerden, değişimlerden söz edildiği günümüzde bazı reçetelerin yeniden yazılmasının gerekli olduğunu kabul etmek bilimsel tutumdur. Yaşam devam ederken çelişkiler, çözümler, yenilikler üretiyor ve üretmek durumundadır. Aksi halde bitip gitmek zorundadır. Dolayısıyla teorik savunularımızda da bazı değişim ve yeniliklerin olması kaçınılmazdır. Feodalizmin demokratik devrim olmaksızın çözülüp tali duruma düşmesi bu kategoride ele alınabilir. Daha doğrusu bu süreç gerçektir, bilim ve teorinin reddettiği bir gelişme de değildir. Her gün buharlanan göl suyu bir kaynaktan beslenmedikçe azalmak, günün birinde kurumak durumundadır. Feodalizmi besleyen kaynaklar yok veya cılızken, feodalizmi kemiren bir etki güçlü olarak var olup sürekli gelişirken, feodalizmin zayıflaması ve giderek cılızlaşıp yok olması kaçınılmazdır. Birçok köle çiftliği kendiliğinden-köle sahipleri tarafından azat edildi. Patlayan isyanların yarattığı dalga veya etkiye karşı daha fazla dayanılamayacağını gören çiftlik sahipleri kölelerini özgür köleler haline getirdi… Feodalizmin günümüz şartlarında emperyalist sermayenin baskısına-basıncına dayanması daha fazla mümkün değildir. Feodalizmin eriyip gitmesi kadar anlaşılır bir şey olamaz. Günümüzde feodalizm hiçbir sınıfın çıkarlarını yeterince temsil etmemektedir. Feodaller de (toprak ağası, aşiret reisi, vb vs…) artık daha ‘modern’ üretim ve daha karlı sömürü biçimini tercih etmektedir. Ve zaten emperyalizm onları değişime zorlamaktadır. Çünkü günümüzde eskide olduğu gibi feodal tarzdaki sömürü daha karlı değil, tersine daha zararlıdır. Feodalizmin günümüzde geri itilmesi doğal bir süreçtir. Bu gerçekler üzerinde yarı-feodalizmin tali duruma düştüğünü, komprador tekelci kapitalizmin hakim hale geldiğini tespit etmek emperyalizme ilericilik misyonu yüklemek anlamına gelmez. Bu eleştiri hatalı ve sübjektiftir.
04güncel haber
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Paris’te katledilen kadınlar 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te katledilen Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan, ülke genelinde ve Avrupa’da yapılan eylemlerle anıldı 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te katledilen Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan ülkemizde ve Avrupa’da yapılan eylemlerle anılırken, eylemlerde katledilen kadınların katillerinin Türk devleti ile Avrupa devletleri tarafından bilinmesine karşın cezalandırılmadığı vurgusu ön plana çıkarıldı. Paris’te katledilen 3 Kürt kadının katledenlerden hesabın sorulacağı belirtilen eylemler kitleselliğiyle dikkat çekti. Eylemler sırasında “Şehit namırın” , “Katil devlet hesap verecek” , “Devrimci kadınlar ölümsüzdür” , “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı. İSTANBUL: 9 Ocak’ta Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)’nin çağrısıyla Paris’te katledilen 3 Kürt kadını anmak ve katliamı protesto etmek için bir araya gelen yüzlerce kadın Galatasaray Lisesi önünde toplandı. Fransız Konsolosluğu’na yürümek isteyen kadınlara polis tazyikli su, biber gazı ve coplarla saldırdı. Aralarında HDP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in de bulunduğu yüzlerce kadına yapılan saldırı sırasında 3 kişi gözaltına alındı. Polisin attığı biber gazından çok sayıda kişi etkilenirken, cop darbelerine maruz kalan BDP İstanbul İl Eş Başkanı Emrullah Bingöl baygınlık geçirdi. Bingöl Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılarak tedavi altına alındı. Taksim’e bütün giriş çıkışlar yasaklanırken, Taksim’deki saldırıyı BDP İstanbul İl Örgütü önünde protesto etmek isteyen kitleye polis ikinci kez saldırdı. Kitle polis saldırısına şişe ve taşlarla karşılık verirken, Tarlabaşı’nın ara sokaklarında çatışmalar bir süre daha devam etti. Polis saldırısı sırasında gözaltına alınan 3 kişi serbest bırakılırken, Bingöl tedavisinin ardından hastaneden taburcu edildi. İstanbul’un Kadıköy ilçesi ile çok sayıda semtte yapılan eylemlerde, Paris Katliamı lanetlenerek katledilen 3 kadın devrimci anıldı. İZMİR: İzmir DÖKH bileşeni kadınlar BDP İzmir İl Binası önünde bir araya gelerek, sloganlar eşliğinde Fransız Konsoloslu-
Berkin Elvan yalnız değildir
ğu’na yürüdü. Yürüyüş sırasında Paris’te katledilen kadınların fotoğrafları ile pankartlar taşındı. Konsolosluk önünde polis barikatıyla engellenen kitle, yapılan görüşmeler sonucu 10 kadının konsolosluk kapısına siyah çelenk bırakılmasına karar verilmesiyle bekleyişe geçti. Siyah çelengin bırakılmasının ardından Konsolosluk önünde yapılan basın açıklamasında, Paris’te katledilen 3 kadın devrimci anılarak katliam lanetlendi. DERSİM: Paris Katliamı’nın birinci yılı olan 9 Ocak’ta Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)’nin çağrısıyla Dersim Cemevi’nde bir araya gelen kadınlar, katledilen 3 Kürt kadın devrimciden biri olan Sakine Cansız’ın Belediye Asri Mezarlığı’nda bulunan mezarına yürüdü. Anmaya Sakine Cansız’ın yakınları, Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin, BDP il ve ilçe örgütleri ile belediye eş başkan adayları katıldı. Yürüyüş sırasında “Em ji we birnakin, sima xo vira nekeme” yazılı pankart taşınırken, Paris’te katledilen 3 kadın devrimci ile PKK lideri Abdullah Öcalan’ın fotoğraflarının bulunduğu dövizler taşındı. Sloganlar eşliğinde Asri Mezarlığı’na gelen kadınlar, Cansız’ın mezarına mumlar yakarak kırmızı karanfiller bıraktı. Anma sırasında katledilen 3 kadın devrimci için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Anmada konuşan Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin, katledilen 3 Kürt kadın devrimcinin yaşamlarının her anını özgürlük kavgasına dönüştürdüğüne ve yaşamlarını özgürlük mücadelesi içerisinde örgütlediklerine dikkat çekti. MARAŞ: Paris’te katledilen 3 Kürt kadın devrimciden Fidan Doğan, 9 Ocak günü memleketi Maraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Hançıplak Köyü mezarlığında anıldı. Polisin ve askerlerin bütün engelleme çabalarına karşın, kadınların kitlesel katılımıyla yapılan anmada sloganlar eşliğinde mezarlığa yüründü. Doğan’ın mezarı başında ağıtların yakıldığı anma sırasında Paris’te katledilen 3 kadın devrimcinin şahsında demokrasi ve özgürlük mücadelesinde hayatını kaybedenler de anıldı. DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk ise anmada yaptığı konuşmada, 3 Kürt siyasetçiyi saygıyla andığını belirterek Paris Katliamı’nın Kürt kadınlarına sıkılmış kurşun olduğunu ifade etti. Tuğluk konuşmasında katliamın
Gezi Parkı Ayaklanması’nda Okmeydanı’nda polis tarafından kafasına nişan alınarak vurulan Berkin Elvan 5 Ocak’ta yoğun bakımda 15 yaşına girdi. Elvan ailesi ile devrimci ve demokratik kurumlar Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde toplanarak doğum gününde Berkin’i yalnız bırakmadı
sorumluluğunu Fransa ve Türk devletinin taşıdığını belirterek katliamın faillerinin bir an önce bulunmasını istedi. Konuşmaların ardından Doğan’ın mezarına karanfiller bırakılarak anma sonlandırıldı. MERSİN: Leyla Şaylemez’i anmak için 9 Ocak’ta Mersin’in, Toroslar ilçesi Mevlana Mahallesi’nde bulunan Nur Camii önünde bir araya gelen kitle, Cansız, Şaylemez ve Doğan’ın dev posterleri ile “Paris Katliamını Lanetliyoruz Hesabını Soracağız” ile “Sakineler ile İradeleştik, Rojbin ve Ronahilerle Özgür Yarınları Biz Kadınlar Kuracağız” pankartlarını taşıdı. Kitle Güneykent Mezarlığı’nda sloganlar eşliğinde bir araya gelirken, ilk olarak Leyla Şaylemez’in babası Cumali Şaylemez bir konuşma yaparak Paris’te katledilen 3 kadın devrimciyi andı. Anma sırasında konuşan Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) temsilcisi ise “Katliam aydınlanmadan öfkemiz dinmeyecek” dedi. Yapılan konuşmaların ardından Şaylemez’in mezarına karanfiller bırakılarak anma etkinliği sonlandırıldı. AMED: Fransa’nın başkenti Paris’te geçen
Gezi Parkı Ayaklanması sırasında fırına ekmek almaya gittiği sırada polisin hedef gözeterek kafasına attığı gaz kapsülüyle ağır yaralanan Berkin Elvan, 5 Ocak’ta komada 15 yaşına girdi. Berkin’in ailesi, devrimci demokratik kurumlar ve liseli gençler Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde bir araya gelerek “Uyan Berkin, İyi ki Doğdun Güzel Yarınlarda Büyüyeceksin” pankartını açarak basın açıklaması yaptı. Elvan ailesinin isteği üzerine, etkinlik hastanede yatan hastaların rahatsız edilmemesi için hastanenin dışında bulunan boş alanda yapıldı.
yıl katledilen 3 Kürt kadın devrimci, Amed’de düzenlenen eylemle anıldı. Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH), Paris’te 9 Ocak 2013 tarihinde suikast sonucu katledilen 3 Kürt kadın devrimci Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan için yaptığı kitlesel yürüyüşün ardından anma etkinliği düzenledi. Merkez Bağlar İlçesi’nde toplanan kitle ellerinde katledilen 3 Kürt kadının fotoğrafları eşliğinde Batıkent Meydanı’na yürüdü. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu siyahlara bürünen binlerce kişi, geçen yıl 3 Kürt kadın devrimcinin cenazesinin getirildiği Bağlar Dörtyol mevkiinde bir araya geldi. Yapılan eylem sırasında katliam lanetlenirken, katledilen 3 kadın için saygı duruşu yapıldı. Batıkent Meydanı’nda toplanan kitleye hitaben bir konuşma yapan Amed Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Gültan Kışanak, 3 kadının 9 Ocak’ta katledildiğini ifade ederek bu katliamın birinci yıl dönümünde, 1 Ocak’tan itibaren çeşitli eylemler düzenlediklerini açıkladı. Kışanak eylem sırasında yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Katliamı yapanları ve ar-
Berkin bütün çocuklar için direniyor Berkin’in Abdullah, Mehmet, Ethem, Ali İsmail, Medeni, Ahmet, Hasan Ferit, Roboski’de Van’da ve ülkenin her yerinde katledilen çocuklar için direndiğinin anlatıldığı basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Berkin Elvan 204 gündür yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor. Olayın üzerinden aylar geçmesine rağmen hedef alarak Berkin’i başından vuranlar, elini kolunu sallayarak sokakta gezmekte ve halen haklarında en ufak hukuki bir işlem başlatılmamaktadır. Bizler burada ‘Uyan Berkin, iyi ki
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
anıldı
kasında olan tüm güçleri lanetliyoruz. Bugün burada 3 arkadaşımızı rahmet ve saygıyla anıyoruz. Onlar bizim için ölümsüzdür, onlar bizim için sonsuzluk yıldızlarıdır. Paris Katliamı Kürtler için unutulmayacak kara bir gündür.” ADANA: Fransa’nın başkenti Paris’te 3 Kürt kadın devrimci Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesinin yıl dönümünde Adana’nın üç ayrı mahallesinde eylem yapan YDG-H, katliamı kınadı. 9 Ocak günü akşam saatlerinde Adana merkezde bulunan Yüreğir ilçesi Anadolu Mahallesi’nde eylem yaptı. Çukurova Caddesi üzerinde bir araya gelen kitle, ana caddeyi trafiği kapatıp sloganlar atarak eylem yaptı. Zırhlı araçlarla eylemin yapıldığı yere gelen polis, kitleye tazyikli su, plastik mermi, gaz bombası ve ses bombalarıyla saldırdı. Kitle ise polise karşı havai fişekler, molotofkokteyli, taş ve ses
doğdun’ demek için toplandık. Ailesi ve sevenlerinin Berkin’le beraber direndiği 204. günde ‘İyi ki doğdun Berkin, bizimle güzel günlere büyümen dileğiyle’ demek için toplandık.” Berkin için yapılan “İyi ki doğdun Berkin Elvan” pastasının üzerindeki mumlar yakılarak, ayakkabı kutularından oluşturulan dilek kutularına, katılımcılar dileklerini yazarak kutulara attı. Berkin’in babası Sami Elvan’da bir
05
bombasıyla direndi. Çatışmaların uzun süre devam ettiği eylemlerde, polisin evlerin içine de rastgele gaz ve ses bombası attığı görüldü. Polisin mahalledeki ablukası gece boyunca devam etti. PARİS: Geçtiğimiz yıl 9 Ocak’ta Paris’te katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez için, Paris’te katledildikleri yerde anma mitingi düzenlendi. Kürdistan Enformasyon Merkezi yakınında toplanan yaklaşık 100 bin kişi, Republique Meydanı’na yürüdü. Avrupa’da bulunan çok sayıda parti ve örgütün katıldığı eylemlerde, yürüyüşün ardından saygı duruşu yapıldı. Miting sırasında yapılan konuşmada Fransa İçişleri Bakanı Valls’e seslenilerek şu ifadeler kullanıldı: “Sayın bakan siz arkadaşlarımızın katledildiği gün oraya geldiniz. Ve dediniz ki; bu tam bir vahşettir. Mutlaka bu siyasi cinayeti aydınlatacağız. Ne yazık ki bir yıl oldu. Daha bir sonuç yok. Ve giderek halkımızın ve dostlarımızın kaygıları artıyor. Acaba bu katliamın arkasında kimler var? Hangi önemli güçler var? Ve niye sustunuz?” Leyla Şaylemez’in dayısı ile Fidan Doğan’ın babası Hasan Doğan ise yaptıkları konuşmalarda Fransa’ya seslenerek çocuklarının katillerini bir yıldır ortaya çıkarmayan Cumhurbaşkanı Hollande protesto edildi. Mitingde konuşan Kongra Gel Eşbaşkanı Remzi Kartal, “Bu katliam aydınlanana ve arkasındaki güçler ortaya çıkarılana kadar mücadelemize devam edeceğiz. Adalet gelinceye kadar bu mücadele devam edecek. Karanlık güçler bunun hesabını verene kadar devam edecek” Miting çeşitli kurumların mesajlarının okunmasının ardından sona erdi. Bu illerin yanı sıra Van, Erzurum, Urfa, Mardin, Hakkari, Siirt, Batman, Şırnak başta olmak üzere çok sayıda ilde ve Avrupa’nın birçok ülkesinde, Paris’te katledilen 3 kadın devrimci anılarak Paris Katliamı lanetlendi.
konuşma yaparak şunları söyledi: “14 yaşında uykuya daldı, bugün 15 yaşına girdi. Berkin lise 1’de olması gerekirken hastanede ilaçlarla, serumlarla, vitaminlerle, mamalarla besleniyor. Bunun sorumluları ise hala ortada yok.” Basın açıklamasının ardından Berkin için renkli balonların ve dilek fenerlerinin uçurulmasıyla eylem sonlandırıldı.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
YAŞANAN SÜREÇ VE ULUSAL HAREKETİN TUTUMU
M
alum gericiler arasında çatışma var. İktidardaki güç dengesi ve çıkar çatışması… AKP/Cemaat koalisyonu ya da ikili iktidar zeminindeki örtülü gerçeklik çatırdadı. Bu süreçten siyasi olarak nemalanmak isteyen faşist düzen partileri, bu hedefleri doğrultusunda siyaset izlemektedirler. Daha doğrusu bu süreç emperyalist aktörlerle birlikte ve hatta onların tayin ediciliğinde olmak kaydıyla birlikte geliştirilen kapsamlı bir konsepttir. Salt Kemalist klik veya CHP’nin sürecin odağında olduğunu düşünmek ham hayal olur. CHP ve Kemalist temsil ya da çevrelerin hepsi, MHP ve diğer belli çevreler, elbette bu süreci gerici iktidar hedefleri ve bencil çıkarları doğrultusunda değerlendirme peşindedir. Devletin daha fazla teşhir olmamasından duydukları kaygıyı saymazsak tabi… Faşist düzen partilerinin durumu buyken, BDP de bu süreçte belli bir politika izlemekte, bir portre ortaya koymaktadır. BDP’nin sergilediği bu portrenin çok parlak olduğunu söylemek maalesef ki mümkün değil. BDP de kendi hedefleri doğrultusunda süreci lehine kullanmak istiyor elbet. Ancak aldığı pozisyon ulusal statü, mağduriyet ve siyasi durumuna uygun düşmemektedir. BDP yukarıdaki kaygı veya bakış açısıyla hareket ederken, süreçte atak, etkin bir siyasi hat izlemiyor, bilakis kontrollü eleştiriler dışında objektif olarak AKP’nin yanında durma görünümü yansıtıyor. ‘Barış sürecini’ elde tutup kaybetmemek için ve elbette cemaatin Kürt düşmanlığında sınır tanımayan ırkçı faşist niteliğinin de katkısıyla, BDP izlediği siyaset ve aldığı tavır tutumla objektif olarak AKP’nin yanında, en azında karşısında durmadığını sergiliyor. BDP veya genel olarak Kürt ulusal cephesinin bu eğilimlerinde AKP’nin siyaseten attığı adım ve taktiklerin de rolü vardır. Örneğin, el altından da olsa Sakine Cansızların katlini Cemaate fatura ettiler. Ki bu doğru da olabilir, zira Cemaat ırkçılıkta kimseye pabuç bırakmayacak düzeyde koyu bir faşist tablo ortaya koymaktadır. Ancak söz konusu katliamda AKP’nin doğrudan sorumlu olduğu da inkar edilemez ve unutulamaz. Şimdi bir şeyler gevelemesi samimi olmadığının ve suçlu olduğunun da kanıtıdır. Cinayetlerin nasıl gerçekleştirildiğini, kimler tarafından gerçekleştirildiğini bildiği halde bunlara ortak olmuştur. Çelişkiye düşünce deşifre etmektedir. Açıklaması onun suçunu hafifletmez. (Şimdi tersinden gelişme olarak MİT ile tetikçinin konuşmaları basına yansısa da ilk algı Cemaati işaret ediyordu…) Özcesi, AKP’nin bu burjuva uyanık politikasından hareketle BDP / Kürt cephesi tabiatıyla Cemaat karşıtı tavır alıp fiilen de AKP yanlısı bir algı yaratmaktadır. AKP’nin BDP’nin desteğini alma konusundaki manevrası, taktiği salt bu değildi elbette. ‘KCK operasyonlarını’ Cemaat ve savcılarına vb havale ederek kendisini masum gösteriyor.Cemaatin tek suçlu olduğunu ilan ederek Cemaat karşıtlarını çoğaltarak karşısındaki güçleri objektif olarak
yanına çekiyor, en azından nötrleştiriyor. Böylece Cemaat karşıtlığını geliştirip kendisiyle Cemaat arasındaki çatışmada avantaj sağlamak, öte taraftan suçları Cemaate havale ederek kendisine dönük tepki ve eleştirileri de boşa çıkarmak istiyor. ‘KCK operasyonlarının’ Cemaat savcılarının işi olduğunu pekiştirmek için de içeride bulunan BDP Milletvekillerini hemen salıverdi. (Bu arada CHP’li vekilleri bırakmasının da buna dönük hesapların parçası olduğunu söylemek doğrudur.) Kısacası BDP AKP’nin bu taktiklerinden de etkilenerek ve esasta da barış sürecini sağlama almak için AKP’nin bu zorlu sürecinde AKP’nin üstüne gitmiyor, bilakis bu dönemdeki siyasetiyle objektif olarak destek sunmuş oluyor. BDP’nin veya genel olarak Kürt Ulusal cephesinin bu süreçte pragmatist siyaset izlediği söylenebilir. Sakine Cansız ve yoldaşlarının katledilişinin yıl dönümünde BDP / Kürt cephesinin tavır ve protestoda atak olmadığını, tersine pasif tepkiyle yetindiği görüldü. Aynı yaklaşım Roboski Katliamı’nın yıl dönümü protestoları için de geçerli olduğunu ekleyelim. KCK davasında binlerce Kürt hapisteyken milletvekillerinin bırakılması BDP’nin hükümete sıcak yapması için asla yeterli değildir. Hele hele iktidarın canice katliamları karşısında “Cemaat yaptı’’ gerekçesiyle iktidarın sorumluluğu hakkında tereddüde düşülmesi ve gerekli tavır tutumu almakta zorlanması asla doğru olamaz. Katledilişine itiraz etti diye ‘Barış’ yapılmayacaksa veya katledilişine itiraz etti diye kendisine ‘Barış’ fazla görülecekse, kahrolsun o barış! Bugün basına yansıyan haber ve ses kayıtları Sakine Cansızların katledilişini MİT’in organize ettiğini ortaya koymaktadır. AKP yetkilileri, adalet bakanı bu haber veya ses kayıtlarının tamamen yalan olduğunu söylese de bu katliamın TC devleti ve iktidar tarafından gerçekleştirildiği su götürmez gerçektir. Nitekim yargılanan tetikçinin mahkemesinde de ‘’Türkiye ile görüştüğü’’ vb saptanmıştı. Cemaatte yapsa, başka bir erk de yapsa AKP iktidarı doğrudan bu katliamdan sorumludur. AKP iktidarının elindeki kan izinin büyük bölümü Kürt kanından oluşmaktadır. Kürtlerin kanına elini bulamış olan ve daha dün Roboski’de içinde çocukların da olduğu 34 masum köylüyü canice katleden AKP, asla Kürtlere dost olamaz. BDP veya Kürt cephesi bu konudaki hatalı çizgi ve kırılganlığını aşmazsa daha kötü serüvenlere sürüklenmekten kurtulamaz. BDP ve Kürt cephesi asla Sakinelerin ve Roboski’nin hesabını sormaktan vazgeçmemelidir. Pragmatist siyaset fayda değil, zarar verir. Son olarak Sakine Cansızları katledilişlerinin yıl dönümünde saygıyla anıyor, selamlıyoruz!
06 haberyorum
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Gerici çıkarların din kardeşliği AKP iktidarı sallandıkça saldırganlaşıyor. Tahakküm ve baskıyı daha pervasız sergiliyor. Anti-demokratik faşist özelliğini-özünü daha çıplak ortaya koyuyor.Demokrasi düşmanlığını ve demokrasi karşısındaki pozisyonunu daha açık gösteriyor Çatırdayan AKP / Cemaat dünyası gösterdi ki, din kardeşliği ekseni iktidar ve menfaat ayrıcalığından daha zayıftır. Sömürü hakkı ve iktidarın elde tutulmasından doğan gerici çıkarların din kardeşliğinden daha ağır bastığı kanıtlanmış oldu. Gizli ajandalarla, dini hedeflerle, ortak düşmanlara sahip olmakla harç olup bir araya gelen AKP-Cemaat ittifakının kolay kolay bozulacağı düşünülemezdi. Ama bugün görülüyor ki, menfaat ve hükmetme, iktidar etme hırsı veya bunun sınıfsal niteliği milli kardeşlik gibi din kardeşliğini de ayaklar altına alıp ezmektedir. Bu çıkar dalaşıdır ki, burnundan kıl aldırmayan AKP iktidarını paniğe sürmüş ve iktidarının son evrelerine getirmiştir. Evet, AKP iktidarı sallandıkça saldırganlaşıyor. Tahakküm ve baskıyı daha pervasız sergiliyor. Anti-demokratik faşist özelliğini-özünü daha çıplak ortaya koyuyor. Demokrasi düşmanlığını ve demokrasi karşısındaki pozisyonunu daha açık gösteriyor. Demokrasiyi lafız olarak dillendirdiğini, gerçekte ise demokrasi düşmanı olduğunu, bu bağlamda demokrasi sahtekarı da olduğunu alenen ortaya koyuyor. Yargı bağımsızlığı safsatasının ne derece doğru olduğunu, kuvvetler ayrımının ne denli sahte olduğunu ve her şeyin iktidar erki tarafından nasıl kontrol ettiğini, gerici burjuva devletin karakterini daha çıplak biçimde sergiliyor. Hiçbir çekince taşımadan ve hiç sakınmadan her şeyi mutlak denetimine alma, iktidar egemenliği altında tutma gerçeğini örtmeden gösteriyor. Dalaş ve dalaşın ciddiyet boyutu AKP iktidarını gerçek sınıf niteliğiyle açık oynamasını koşulluyor. Gerici klikler arasındaki dalaş ve çatlak gerici devlet ve hakim sınıfların teşhir olmasına daha derinden yol açıyor…
Cemaat bugün iktidar çıkarları için AKP’yle çatıştığı için desteklenemez, olumlanamaz AKP’nin demagojik propaganda ve ikiyüzlü politikalarından etkilenip yanılsamalara düşenler bu gün AKP’nin gerçek yüzünü daha iyi görüyor olmalıdırlar. AKP gerçeği bugün içine girdiği aleni baskı ve terör diktatörlüğü uygulamasıyla çok daha net olarak açığa çıkmıştır. AKP kadar Cemaat’te gerici ve faşist karakterdedir. Çıkarları uğruna AKP ile çatışması onun ilerici, demokratik vb olduğu anlamına gelmez. Düne kadar AKP ile zımni koalisyon içinde olan Cemaat bugün iktidar çıkarları için AKP ile çatıştığı için desteklenemez, olumlanamaz. AKP iktidarıyla dalaşan Cemaat hiçbir bakımdan olumlanamaz gerici bir niteliktedir. AKP ile Cemaat madalyonun iki yüzü durumundadır. ‘Kötünün iyisini’ tercih etme zorunluluğu olmadığı
gibi, iki kötü de halk düşmanı karşı-devrimci niteliktedir. Dolayısıyla hem AKP iktidarı hem de Cemaat teşhir edilmek durumundadır. İki gerici faşist arasında bir nevi iktidar paylaşımı veya iktidar dalaşı sürmektedir. Bu dalaşın hiçbir tarafı demokrasiyi temsil etmemekte, demokratik özellik taşımamaktadır. Tam tersine dünün sağlam ortakları olarak halk kitleleri ve ezilen ulus ve azınlıklara ortaklıkla kan kusturan faşist iktidar ve uygulamaların temsilcileridir. Aynı biçimde bu süreci kendi iktidar çıkarları için değerlendiren CHP gibi faşist düzen partileri de AKP’ye tavır alırken ilerici ya da demokratik olduklarını göstermiş olamazlar. Bilakis bunlar da aynı sınıfların temsilcisi faşist partilerdir. AKP veya Cemaate tavır almak demokratik olmak için yetmiyor. Tavrın neden, ne için ve hangi amaç ve çıkarlarla alındığı önemlidir. CHP gibi düzen partileri AKP’ye tavır alıpAKP’yi teşhir ederken halk kitlelerini yedekleyip iktidara gelmeyi hedeflemektedir. Onun derdi halk kitleleri veya demokrasi değil, iktidar erkini ele geçirme, iktidara oturarak imtiyaz elde etmektir. BDP ve HDP’nin bu süreçteki tavrıysa Kürt Ulusal Hareketi’nin çıkarları ve planlarına bağlı olarak şekillenmektedir. Ve bu çıkar dengeli eleştiride bulunma, teşhiri sınırlı yapma, dil ucuyla eleştirme ve hesaplar yaparak tavır alma pozisyonuna itiyor Kürt Ulusal Hareketi cephesini. Darbe karşıtlığı adına objektif olarak Cemaate karşı pozisyon alırken, yine objektif olarak AKP’yi destekler duruma düşüyor veya böyle yansıyor. Ki belli bir kesim darbe karşıtlığı ve hukuksuzluklara karşı çıkış adına Cemaatin AKP’ye düzenlediği (ve AKP’nin gerici, yoz, burjuva kokuşmuş gerçekleri üzerinde düzenlediği) oyunu ‘darbe’ vb değerlendirerek AKP’yi fiilen desteklemektedir. Cemaatin katliamlara, faşist baskı ve komplolara, halk düşmanlığı ile Kürt düşmanlığı konusunda en uç gerici odakların başında gelenlerden biri olduğu su götürmez gerçektir. Fakat AKP’nin onu aratmadığını da bilmek ve ondan geri durmadığını, düne kadar ortak olduklarını unutmamak durumundayız. Evet iki kötüden birini tercih etmek durumunda değiliz, proleter devrimciler asla Cemaatle AKP arasındaki dalaşta böyle bir tercihte bulunamazlar. Diğer partiler gibi ama doğru orantılı olarak proleter devrimciler de kuşkusuz ki kendi sınıf çıkarları açısından soruna yaklaşmakta ve sınıf bakış açısıyla gelişmeler karşısında tavır alıp pozisyon belirlemektedirler. AKP yine mağdur siyasetiyle ‘’kazanmaya’’ başladı. Birçok kesim, Cemaatin yaptığı veya ‘paralel devlet’ uygulamasını hukuk dışı ve hükümete darbe olarak telakki edip ona göre AKP’yi kerhen desteklemekte, güç vermektedirler. Ve AKP bunun siyasetini fevkalade iyi yapmaktadır. AKP burjuva siyaset, demagoji ve aldatma oyunlarında o kadar ustalaşmış ki, ‘gündem değiştiriyor’ eleştirilerine maruz kaldığı anda-bu eleştiri altında bile gündemi değiştirme yeteneği sergileyebiliyor.
AKP ‘tır skandalıyla’ gündemi değiştirdi Yolsuzluk ve rüşvet kirliliğini (Cemaat bunu
bazı amaç ve hedeflerine bağlı olarak devreye soksa da bu yolsuzluklar vb yalan değil, bilakis gerici iktidarların ve sınıfların ana karakteridir.) arka plana atmak için ‘tır skandalı’ gibi yeni sansasyonel gelişmeler gündeme sokup esas gündemi gözden kaçırmaya ve zamana yayarak tesirini öldürmeye çalışıyor. Nitekim beceriyor da. İlginçtir ki, kullandığı ‘tır skandalını’ da esasta gündemden kaldırdı. Sorulan soru ve yürütülen eleştirilere karşı, tırın insani yardım götürdüğü söyleniyor.(Tam da insani yardımları böyledir gerici hakim sınıfların.) İyi de kimse sormuyor; madem insani yardımdır neden aranmasına, bırakın aranmasına görülmesine bile tahammül etmiyorsun. Aramanın yapılıp yapılmaması tartışmasında neredeyse MİT ile Asker silahlı çatışmaya girecek, hala bu tırın insani yardım taşıdığını söyleyeceksin… Evet burjuvazi tam da budur. Ar damarı yoktur ve halkın gözüne baka baka yalan söyler. Burjuva siyasette başarılı olan AKP, kendisinin de icraatları olan bazı gelişmeleri Cemaatin üstüne yıkarak hem kendisini eleştiriden muaf tutmaya ve hem de Cemaat karşıtlığında bulunan bu kesimleri fiilen yanına alma, en azında eleştiri oklarının önünden çekilmeyi hedefledi. “Milli orduya kumpas kuruldu’’ açıklaması aslında ciddi bir itiraf olarak değerlendirilebilir. Ama ordunun gerçeğine ilişkin gelişmeler kumpas vb değil, tersine ordunun bir kısım gerçeğidir. Gerçek bu olsa da AKP böyle söyleyerek tepki ve eleştirileri Cemaate yönlendirip aradan sıyırmaya çalışıyor. Dahası kurulmuş olan kumpas her ne ise, bunun içinde AKP’nin olduğu inkar edilemez gerçektir. Hem iktidar
olma ve hem de Cemaatle ikili iktidar biçiminde ortak hareketleri aynı kumpasta olduklarının kanıtıdır. Ki bu açıklamayı yaptıklarına göre ‘kumpas yapıldığını’ ve nasıl yapıldığını biliyorlardır demektir. AKP burjuva siyaset başarısına karşın onun sökmediği gerçekler karşısında çırpınırken ‘kaldırdığı taşı ayağına vuruyor.’ Kısacası AKP böyle bir AKP’dir. Ama ne kadar yetenekli bir demagog ve burjuva siyasetçi olursa olsun, defteri dürülmüştür AKP’nin. Yerel seçimler önemli gösterge olacaktır. Genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri ‘dananın kuyruğunun kopacağı’ dönemler olacaktır. AKP tek partili iktidarını, diktasını ve despotizmini tek başına iktidar olarak sürdüremeyecektir. Yaşanan skandallar nedeniyle AKP’nin ciddi kan kaybının olduğu yeter derecede ciddiyken, bundan sonra yaşanacak gelişmeler de muhtemelen bu çatışmanın derinleşmesi zemininde olacaktır. Ve bu derin çatışma iklimi yeni skandallarla sarsılmaları büyütecektir. Bu süreçte AKP’nin kaybetmesi büyük olasılıktır. Salt Cemaatin gücü elbette bunun için yetmez. Ama Cemaat liderinin CIA ajanı olduğu eskiden bilinen gerçektir. (AKP / Erdoğan bunu bilerek ortaklığı sürdürmekteydi. Hatta Cemaat liderinin eski Türk İntikam Tugayı (TİT) üyesi olduğu da dillendirilen gerçektir.) CIA ajanı olması şu anlama gelir; Cemaatin AKP ile çatışmasında gerçek güç CIA veya ABD’dir. Ve elbette AB’dir, CHP’dir vb vs… AKP’nin esasta gözden düştüğü, ABD ve AB emperyalizmi gibi dünya hegemonyasının güçleri tarafından, Cemaat ve içerdeki birçok destekçi tarafından yalnızlaştırılarak tecrit olduğu söylenebilir.
haber yorum
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
07
ve ikili iktidarın sonu! şimler, sonradan CHP ve bu zeminde bulunanların bu girişimlerinden siyasi rant sağlama ve AKP’yi hedefleme hedefleri veya tavırları görülünce bir anda olumlu yaklaşım ters yüz olarak yeşeren umutlar, buz kesen iklime dönüştü. Bütün bunlardan çıkarılacak önemli sonuç, CHP ve diğer girişimci kurum ve şahsiyetlerin sınıfsal kimlikleri ve karakterlerinin bir kez daha gözler önüne serilmesidir. Faşist devletin sahipliği, devletlerine sahip çıkma duyguları haklı olarak depreşti. CHP’ye olumluluklar atfeden veya ilgili kurum ve girişimci isimleri gerçeklikleri dışında olumlayarak abartılı değerlendirenlerin bu durumu görerek gerçeklerle yüzleşmesi meselenin önemli yanıdır.
Gülen’in AKP’yle anlaşması oldukça zordur
Cemaatin çevirdiği oyunlar Türk devletinin nasıl bir devlet olduğunu ortaya koymaktadır AKP bütün kozlarını oynuyor. Bunu yaparken gizleme gereği duymadan alenen yapıyor. Polis teşkilatından savcılara, maliyeden adliyeye ve bürokrasi tipik alanlarından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’na kadar gerçekleştirdiği tasfiye ve HSYK’da yetkileri adalet bakanına teslim etme şeklinde giriştiği tasfiye hareketine bağlı yasal düzenlemeler, bu minvaldeki adımlardır. Erdoğan açıktan yürütme gücümüzü tamamen kullanacağız diyerek bu gücünü kullanıyor. Ancak bu çırpınışlar adeta can havliyle gösterilen son çırpınışlardır. Gerek AKP’nin tasfiye operasyonları ve gerekse Cemaatin çevirdiği oyunlar Türk devletinin nasıl bir devlet olduğunu gösterirken, AKP iktidarının niteliğini de gözler önüne sermektedir. Bunca kirliliğe batmış, bunca çürüyüp kokuşmuş bir devlet ve devlet kurumlarıyla birlikte temsilcilerinden ne adalet, ne hukuk, ne demokrasi beklenemeyeceği çok daha açık biçimde ortaya çıkmış durumdadır. Devleti, hükümeti, adaleti, hukuku tamamen kendi çıkarlarına göre düzenledikleri ve çıkarları zarar gördüğünde ne denli pervasızca saldıracakları, her türden kirliliğe başvuracakları gün gibi açığa çıkmıştır. İktidar da güç dağılımı ve gerici çıkarları örtüştüğü oranda nasıl birlikte hareket ettikleri ve hiçbir sorun görmedikleri ama çıkarları çeliştiğinde nasıl saldırganlaşıp hile ve oyunlara başvuracakları (birbirlerini gırtladıkları-din kardeşliğini ayakları altına aldıkları) tartışma
götürmez netlikte görülmüştür. Bütün bu süreçte hiç de enteresan olmayan ama görülmesi-dikkat çekilmesi kesinlikle gerekli olan bir ayrıntı diğer büyük gerçekleri de gözler önüne serdi. Devlet gerçekliğinin ürünü olarak ve haklı olarak teşhir oldu. Halk kitlelerinin devlete güveni daha derinden sarsıldı veya bu güvensizlik daha da büyüdü. Gözler önünde ve alabildiğine aleni olarak cereyan eden iktidar dalaşı, hukuksuzluklar, yolsuzluklar, faşist otoriter ve diktacı iktidar gerçeği, bu iktidarın entrikacı ve katliamcı ortaklarının gerçeği, dinin nasıl gerici burjuva çıkarlara alet edildiği, dolayısıyla halk kitlelerinde ‘bu düzen partilerinin en iyisine…’ dedirten zeminin büyüdüğü şartlarda, faşist ‘TC’ devletinin başka sahipleri devreye girmekte gecikmedi. Aralarındaki iktidar dalaşına rağmen devletin korunmasında çelişkilerini kenara bırakarak halk düşmanlığında birleştikleri bir kez daha görüldü. CHP ve bu zemindeki bazı şahsiyetler (ki, bunlar demokrat geçinmekten de geri kalmamaktadırlar) kolları sıvayarak devleti müdafaa vazifesini üstlendiler. CHP, milletvekili Baykal, Baro Başkanı M. Feyizoğlu bu gayretkeşler kümesinin başındakilerdir. AKP / Cemaat arasında patlak vererek it ölüsü gibi kokan kirlilikler sonrası yaşanan tasfiyelerle rakımı yükselen dalaş tam bir devlet krizidir. Yüksek yargıdan alt kademe yargı kurumları ve temsilcilerine, polisten MİT’e ve diğer bürokrasiye kadar ikili iktidar mantalitesiyle gün yüzüne vuran bu dalaş elbette devlet kriziydi ve devlet hak ettiği puanı alıyordu. CHP buna tahammül etmedi. Çelişkinin giderilmesi için öneriler sundu, görüşmeler yaptı vb vs. İlk etapta iktidarAKP vb tarafından olumlu karşılanan bu giri-
Yine beklenen diğer gelişme de Cumhurbaşkanı A. Gül cephesinden yürürlüğe konuldu. Gülen’e aracılar göndererek (neler gönderip neler söylediği, neler önerip neler teklif ettiği, ne üzerine nasıl anlaşma teklif ettiği henüz tam bilinmemektedir) anlaşma sağlamaya çalışan Gül’ün de pek başarılı olduğu söylenemez. Elbette Gülen’den yanıt-mektup aldı ama bu mektup AKP / Erdoğan tarafından farklı biçimde kullanılmaya çalışıldı. Fakat Cemaatten gelen açıklamalar, mektubun içeriği vb gösterdi ki, Gülen’in AKP ile anlaşması oldukça zordur. Daha önce de dikkat çektiğimiz gibi, cumhurbaşkanlığı, iktidar ve hükümet düzeyinde bir Cemaatin ne kadar ciddiye alınarak önemsendiği, resmi bir profil verdiği son derece derin bir içeriğe sahip ayrıntıdır, dikkat çekicidir! Mektup sayfaları ve arabulucular ortalıkta dolanırken AKP’nin kendi işine bakarak operasyon üstüne operasyon gerçekleştirdiği ve tasfiyeye devam ettiği izlendi. Bunun dışında bir olasılık öngörmek de saflık olur. Mesele basit bir küs meselesi değil, bilakis Halk Bankası, devlet ihaleleri ve en nihayetinde ikili iktidar dengesinin nasıl biçimleneceği üzerine yaşanan büyük bir çıkar çatışmasıdır. Dolayısıyla bu çatışma keskinleşme eğilimini sürdürerek derin çatışmalara uzanacaktır. Başka önemli bir konu da yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız ‘Milli orduya kumpas kurdular’ itirafı ve / veya iftirasıydı. İtiraftır, çünkü Cemaatle örtülü ikili iktidar (koalisyon) olan AKP, ABD’nin tasfiyeci projesi kapsamında devleti yapılandırırken orduyu da dizayn etmek durumundaydı. Ve bunun gerekli çalışmalarını, hazırlıklarını birlikte ve hatta CIA ile birlikte yürüttü. Elbette ordunun yapısı, niteliği ve icraatları hakkında ifşa edilenlerin hepsi doğrudur ve açıklananlar buz dağının sadece görünen ucudur. Bu bağlamda orduya kumpas kurmaları, ordunun hizaya çekilme eylem planının yürürlüğe sokulması bağlamında doğrudur ama ordu hakkında açıklananlar, ordunun işledikleri suçlar kumpasa karşın doğrudur. Kısacası, birlikte bu eylemi-dizayn hareketini organize edip devreye sokmaları konusunda itirafta bulunmuş oldular. Fakat orduya ‘kumpas kurdular’ açıklamasıyla yarattıkları algı (ve bunun akabinde yeniden yargılanmanın gündeme gelmesine vesile olması) bir iftiradır. Zira ordu bu suçları ve daha fazlasını işlemiş, katliamcı, faşist, çeteci ve köhnemiş bir ordudur. Bu nitelikleri yokmuşçasına kumpas kurulduğunun böyle anlamlandırılması ve haklı olarak yeniden yargılanmaların gün-
deme getirilmesi, sadece AKP’nin tepkileri Cemaate yönlendirme ve kendisini sağlama alma gayretinin ürünüdür. Bu kıvraklık burjuva ilkesiz siyasetle, etikle ve kişilikle bağdaşır… Bu gelişmelerin işaret ettiği yol bu sefer de ters cepheden birilerinin yargılanacağına dairdir. Orta ve uzun vadede bu gelişmelerin yaşanması mümkündür. Zira daha şimdiden Erdoğan’ın oğlu Bilal hakkında girişimler olmuş, iktidar gücüyle bu engellenmiştir. Ama yarının seçimleri bu güç dengelerini nasıl ortaya çıkaracaktır? İşte bu durum başka birilerinin yargılanması dediğimiz ciddi gelişmeleri gündeme getirecektir. AKP sultası sarsıldı ve muhtemelen çok daha kötü konuma ilerleyecektir… Bu sürecin devrimci gelişmeler açısından daha büyük kazanımlara yol açması için komünist ve devrimcilerin sürece müdahale etmeleri şarttır. Kendiliğindenci gelişmeler istenilen sonuçlara ulaşmaz. Bu koşullarda başta komünistler olmak üzere bütün devrimci demokratik güçler din kisvesi altında her türlü kirliliği yapan AKP ve Cemaati somutta teşhir ederken, gerici sınıf devletinin siyasi teşhirini büyüterek proletarya ve halk kitlelerini kendi devletlerini kurmak üzere gerici devlete karşı mücadeleye çağırarak örgütlemeye yoğunluk vermelidirler. İşte bugün çok daha yalın biçimde katliamcıların kimler olduğu, komplo ve entrikacılığın bu düzen ve sınıflarda ayrı düşünülemez karakterleri olduğu, hukuk ve adalet karşısındaki gerçeklikleri, demokrasiyi nasıl sahtekarca dillerine aldıkları, yargı ve hukukun nasıl işlediği, hangi sınıflara hizmet ettiği, devletin veya iktidarın ne tür örgütlenmeler içinde bulunduğu vb vs bugün ortaya serpilen kirliliklerden ve zorunlu itiraflardan görülmektedir. Çeliştiklerinde bir birlerinin kanlı yüzünü ifşa ederek katıksız birer cani olduklarını, dinin arkasına saklanarak korkunç suçlar işledikleri itirafları sayesinde bir kez daha ispat olmaktadır. (Burjuvazinin arasındaki çelişkiler halkın ve devrimin yararınadır, iyidir!) Roboski Katliamı’nın soruşturmasında bir türlü belli olmayan sorumlular ‘tespit edilmezken’, Sakine Cansızlar katliamı bugüne kadar açıklanmazken, bugün bu katliamların arkasında Cemaatin olduğu ifşa edilmektedir. Ama çıkar dalaşı yaşanmadan bunların üstünü örtmek için elinden geleni yapıyordu AKP iktidarı. Evet din kardeşleri sermaye sahipliği, artı-değer gaspından elde edilen paranın, yolsuzluklardan ve iktidar olanaklarından elde edilen zenginliğin paylaşılmasından ötürü düşmanlaştılar. İşte din kardeşliğinin miadı da budur-bu kadardır. Zenginlik, hükmetme, hakim olma, otorite olma, daha fazla sermaye biriktirme, halkın parasını gasp etme ve devletin parasını çalma, en nihayetinde büyüyüp iktidar olma hırsı din kardeşliğinin sökmediği zahir noktadır. AKP de Cemaat de bu batağa saplanmış iki kirli gerici odaktır. Bunların alaşağı edilmesi ancak proletarya önderliğinde ayaklanan halk kitlelerinin eseri olacaktır. Gezi Ayaklanması’nda başkaldıran yığınların büyük hareketi ve proletarya partisi önderliğinde yükselecek olan Sosyalist Halk Savaşı, gerici sınıfları tüm kirlilikleriyle silip süpürecektir.
08 güncel
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Suriye ve Türk devletinin Yaşanan süreç içerisinde AB ve ABD’nin değişen Suriye politikaları çerçevesinde politikasını değiştirmeyen, değiştirdiğinde ise altındaki temeli kaybedecek olan AKP iktidarı El Kaide bağlantılı gruplara destek sunmaya devam etmektedir Cenevre 2 Konferansı emperyalist güçler arasında bir konsensüsün sağlanmış olduğu anlamına gelmekle beraber, konferansın içeriğinin netleştiğine dair kesin belirleme yapmak doğru olmayacaktır. Her geçen zaman süresinde bunun emarelerini açık biçimde gördük. Hedef planların emperyalistler arasında sabitlenememiş geçici bir dengeye oturulamamış bir yanı bulunmaktadır. Esasen Rusya’nın Suriye politiğini belirlemede daha etkin bir rol oynadığı gerçekliğine karşın, gündelik kaos bu politikaların kimi yanlarını kırpan kimi yanlarını geliştiren hareketli bir yapısallık arz ediyor. Yeni sistemin kurulduğu veya yeni sistemin aktörlerinin duracakları yerlerin kesin olduğuna dair bir belirleme yapmak henüz erkendir. Özellikle Cenevre 2 öncesi karşılıklı hamleler güçlenerek ilerleme ve müzakere masasından daha nüfuzlu çıkmak olarak anlaşılmalıdır. Bu bağlamda genel etkinlik kurmayı başaran Rusya önemli bir plan bozucu misyon oynadı. Çünkü ABD esasta Esat olmadan yeni aktörlerle iktidarın yapılandırılmasını hedeflemekteydi. Diğer açıdan Cenevre 2’de bu gerçeğin nasıl ele alınacağı sorunu da belirsizliğini korumaktadır. Bu anlamda dönem çok hamleli olarak günlük değerlendirmeleri sürekli değiştirecek parametrelerde gelişmektedir. El Kaide’ye bağlı grupların geriletilmesi için yapılacaklar konusunda son süreçte emperyalistler arasında anlaşma sağlanmıştır. El Kaide uzantısı olan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ‘yle süreklilik kazanan, El Nusra’yla ve dönem dönem taktik durumu içeren çatışmaları, yeni Suriye’nin yapılandırma sürecinde düşünülmeyen ve engelleyici kuvvetler olarak görüldüğünün çok açık olarak belirginleştiğini göstermektedir. Yeni Suriye’de IŞİD ve El Nusra olmayacak bunun üzerine anlaşıldığı kesin. IŞİD ve El Nusra’nın güçlenmesi Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun boşa çıkarılmasıdır. Bu anlamıyla Suriye muhalefeti denilen kesimler baştan beri tek bir ittifak ve çatı altında bir araya getirilemedi. Akabinde gelişen süreç içerisinde de El Nusra ve IŞİD güçlenerek ÖSO’nun kontrol ettiği alanları ve güçleri önemli oranda geriletti. Bu durum düşünülen Suriye ile ortaya çıkan Suriye arasında önemli bir fark anlamına gelmekteydi. Bunun için AB ve tabii ki ABD farklı bir yönelim geliştirerek yeni bir çerçeve çizmek zorunda kaldı. El Nusra ABD tarafından 2012 yılında ‘terör
listesine’ dahil edilmesine rağmen kapsamlı bir yönelime maruz kaldığını söyleyemeyiz. Ama bugün bunun emareleri yaşanan çatışmalarda ortaya çıktığını da belirtmek gerekiyor. Suriye Irak sınırındaki operasyonların arkasında ABD bulunmaktadır. Ayrıca kimi aşiretleri karşısına alıp kimi aşiretler ile IŞİD’e savaş açması da Irak’ın tesadüfi bir durum olmayıp genel gidişatın yarattığı bir durum hareketidir. YPG çizgisinde olmayan ÖSO’ya bağlı hareket eden Kürt El Ekrad cephesinden İslami cepheye mücahitler ordusu ve tugay ve taburlar gibi isimlendirmelerle ve yeni kurulan cephelere kadar bütün yönelim IŞİD ve El Nusra’ya karşı savaşmaktadırlar. Bu arada çok parçalı durumda olan gruplarla bölünmüş ve aşiret temelli hareket eden çok çeşitli amaç hedef ve gayeyi içeren Esad karşıtı hareketlerin varlığı onlarca olarak ifade edilebilecek farklı tonda cephenin ortaya çıkmasına vesile olmuş durumdadır.
Türk devleti El Kaide ve El Nusra’ya açıktan destek vermektedir El Kaide bağlantılı hareketler bu güçleri batı ajanları ve kafirler olarak değerlendirip öldürülmeleri için fetvalar çıkarırken, bu cephe hareketlerinin çoğunluğunun argümanı ise kökü dışarıda dış güç ve Esad’tan daha beter tanımlamalarla kapsamlı olarak yönelime oturtulmuşlardır. Her halükarda savaşın içeriden yeniden bölündüğü gerçekliği bulunmaktadır. Şimdi cephelerin yeniden bir araya nasıl getirileceği sorunu ile AB ve ABD emperyalistleri uğraşmaktadırlar. İspanya’nın Kurtuba şehrinde Cenevre 2 öncesi Suriye muhalefeti denilen kesimle onun dostları olarak kendini tanıtan emperyalist kapitalist AB ve ABD merkezli ve çevresindeki ülkelerin Kurtuba zirvelerde bu genel ve geniş yelpazenin taleplerini nasıl dizayn ederek yürüyeceği soruna cevap oluşturmak uğraşındadırlar. Kurtuba zirvesi ilk toplantısında geçiş sürecinin erken ve Esad’sız olarak kurucu meclis tarafından gerçekleştirilmesi ve Cenevre 1 çerçevesinin sürdürülmesini açıkladılar. Bu gerçekleşmesi zor bir ihtimaldir. Aynı zamanda parçacılığın aşılmasına daha fazla birleşik davranma temelinde Cenevre 2 öncesi muhalefet olarak kendisini tanıtan güçlerin bir bölümünden oluşan bu yapılanma yine Paris’te ikinci bir toplantı yaparak Cenevre 2 oturmak istemektedir. Tüm bu süreç içerisinde AB ve ABD’nin değişen Suriye politikaları çerçevesinde politikasını değiştirmeyen, değiştirdiğinde ise altındaki temelli kaybedecek olan AKP hükümeti El Kaide bağlantılı gruplara destek sunmaya devam etmektedir. İslami cephenin yanı sıra El Nusra’ya TC hükümetinin yardımları ve El Kaide militanlarının Antep ve Hatay’da tedavilerinden en geniş yardım ve lojistik üst bölgesi olarak kullanılması biçiminde TC açık bir politi-
kaya devam etmektedir. Nitekim ABD bundan oldukça rahatsız bir durumdadır. Emperyalistlerin politik sahneye sürdüğü ve desteklediği AKP ve Erdoğan her ne kadar ‘ülkemde ameliyata izin vermem’ ve ‘ameliyat yapmak istiyorlar’ diye beyanlarda bulunsa da, gerçek Suriye’de hedefte ortaya çıkan farktır. ABD ve AB plan değişikliğine gidiyor. AKP ise savaşın askeri yardımlar ve ekonomik yardımlarla sürdürülmesinden yana. Katar ve Suudi Arabistan’ın ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin finanse ettiği, Türkiye’nin ekonomik finansörlüğün yanı sıra, esas olarak askeri lojistik ve her tür amaç için geri üst bölgesi olarak sınır bölgelerini kullandırdığı bu savaşta açmaz derinleşti. AB, ABD (ve İngiltere) süreci yeniden yapılandırma projeleri çerçevesinde Katar ve Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, El Kaide bağlantılı hareketlere desteği kesmiş veya çok az bir noktaya çekmiş durumdadır. Esasen El Kaide bağlantılı olmayan İslami cephelerden, en uygun uşaklık ilişkilerinin yürütüleceği kesime yönelik bir destek arayışı ve dönüşümü bulunmaktadır.
ABD Cemaat eliyle AKP’yi sıkıştıracak hamleleri yapmaktadır TC ise bu politikaya yanaşmamaktadır. TC sınırları yukarıda da belirttiğimiz çerçevede bir rol oynamaktadır El Kaideci gruplar için. Bunun için son dönemde ortaya çıkan devlet krizinin köklü derinliği içerisinde ABD’nin AKP’yi frenlerken veya alternatifler oluşturulurken, AKP sıkıştıracak hamleleri Cemaat eliyle yapmaktadır.
Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın sınır denetimi ve desteğin kapsamını farklı biçimde tasavvur etmesi El Kaideci grupların istenilen düzlemde geriletilmesini engellediğinden dolayı, Cemaat AKP çatışmasının bir alanı da budur. ABD ise içinden geçtiğimiz zaman diliminde Esad karşıtı güçlerin önemli bir bölümünü seferber ederek IŞİD ve El Nusra’ya darbeler vurmaktadır. Türkiye sınır politikası ve destek politikasında değişikliğe gitmediğinden dolayı hem Suriye, Irak, hem de iç bölgeler Halep, kıyıda Lazkiye ve Cilve Gözü gibi El Kaide uzantısı örgütlerin etkinlik kurduğu saha ve alanlarda çatışmalar tırmanmaktadır. Şimdiye kadar El Kaideci örgütlerden 500’ün üzerinde kimsenin öldürüldüğüne dair de Türk burjuva basınında haberler yayınlanmaktadır. Son günlerde sınır bölgelerinde yaşanan çatışmalardan dolayı sınırda yaşayan halka, sokağa çıkmama uyarıları ayyuka çıkmış durumdadır. Ayrıca okullar da belirli aralıklarla tatil edilmektedir. Türk devletinin yapmayı reddettiğini, bir bölüm cepheleri yönlendirerek ABD yapmaktadır. Hedef şudur, sınır denetimini ele geçirip desteğin en temel noktasına darbe vurarak sıkıştırmalarla imha edip, etkinliğini kontrol edilebilir seviyeye getirmek istemektedir. Bu zıt politik konumlayışın örnekleri olarak son dönemde iki olay gerçekleşti, biri Hatay’daki tırlardır. Savcının arama kararına karşın aratamadığı, içindekilerin devlet sırrı olarak ifade edildiği ve devletin ilgili mercileri tarafından bilindiği gibi, bir dizi söylemle tır kamyonları aranamadı.
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
09
rolü
Cemaat –AKP’yi sıkıştırmak için daha önce yüzlerce kez sınırı geçmiş olan kamyonları bu defa arama adı altında kamuoyuna taşırarak etkinlik kurmak istemektedir. Kamyon-tırlarında olanlar malum, Suriye’ye sevk edilen silahlardan başka bir şey değil, Türk devletinin hakim burjuva kliğinin temsilcisi olan AKP, ABD’ye karşın adımlarını sürdürmeye devam etmektedir. Devlet sırı olarak ifade edilen her türden gerici faşist güç odaklarının Suriye’yi çıkarları için mezbahaneye çevirdikleri gerçekliğidir. İkinci olarak İnsani Yardım Vakfı’nın araçlarının içerisinde insani yardım adı altında, Suriye’ye silah sevkiyatının önemli bir aracısı olduğuna dair ortaya dökülen gerçeklerdir. Mama, giyecek, süt meğerse roket, biksi, kanasmış. Burjuvazinin rezil pragmatizminin insanlık ve insana biçtiği değer bu araçlarla sürekli olarak kanıtlanmaya devam eden ana gerçeği güçlendirmektedir.
ABD’nin plan farkına ayak uydurmayan AKP’nin suyu iyice ısınıyor Bu insani yardım adı altında sınırdan geçirilen askeri malzemelerin deşifre olmasından sonra başka bir insancılık oynayan emperyalist kuruluş Birleşmiş Milletler (BM) İnsani Yardımlar Bürosu, sınırdan geçecek tırların mutlaka aranmasını talep etmektedir. Yani çerçevelere uymayan AKP daha üstten bir basınçla dizgin-
lenmek istenmektedir. Yüzlerce yerde birlerce kez yardım adı altında silah ve mühimmatın savaş bölgelerine örtük biçimlerde sevk edildiğini yapanlar daha iyi bilir. BM bunu biliyor. Çünkü yapmıştır. Sadece AKP tasavvuru ile emperyalistlerin tasavvuru arasında politik yönelim farkından dolayı bunu ifade etmektedirler. Yine benzer şekilde araç ve mühimmat yakalama durumları oldu. Adana Valisinin koşar adım gittiği yerde, kamyonlarda roket başlıkları çıkmadı mı? Veya tır kamyonlarından sonra Suriye’den TC’ye mülteci getiren otobüslerin dönüşte yol aramasında bagajlarında bixi, kanas, dokça mühimmatı daha yeni çıkmadı mı? Tüm bunlar gösteriyor ki, ABD’nin plan farkına ayak uydurmayan AKP’nin suyu iyice ısınıyor. Ve bunu ABD Cemaat eliyle gerçekleştirmektedir. Yolsuzluklar, tırlar ve otobüs operasyonlarının ölçeği sadece iki gücün iktidar savaşıyla açıklanamaz. Bölgesel düzlemde bir ölçeğe sahip gelişmelerdir ve ortaya çıkan da bunun sonucudur. Dün beraber yapan bu iki kesim bugün birbirleriyle mücadeleye girişmesinin kökleri devlet krizi, bölge krizi ve dünyada bloklar arası pozisyon sorunlarının krizleriyle iç içe çok kapsamlı bir kaos aralığıdır. Onun için gelecek günlerde çok daha köklü ve hesaplaşmaların ortasında bilmediğimiz ama burjuvazin gerçeği olarak olmasına şaşırmayacağımız ve olabilirliğini hep ihtimal olarak değerlendirdiğimiz nice yeni şeyler olmuş bitmiş ve olmak üzereyken iş üstü operasyonları ile öğreneceğiz. Suriye’ye ilişkin AB ve ABD ile başta aynı olan Türk devleti politikası bu emperyalist güçlerin politikalarında yeni yönelimlere girişmeleriyle mevcut durumda uyuşmamaktadır. Türkiye Suriye politikasında ilk çıkışta dillendirilen çerçevede saplanıp kalan tek ülkedir. Cemaat yumuşak güç teorisi ile tehditkâr ve yapılaştırmanın seçenek alanını geliştirmek istiyor. AKP daha aktif ve askeri müdahaleyle politikayı varlaştırmak istiyor. Çatışmanın bir ayağı da bölge politikalarıdır. Mısır da buna özellikle dahildir. Ayrışmanın bir ayağı da ihvana verilen iktidarın ihvandan geri alınmasıdır. Belirli yönelim orta vadede Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın burjuva kliklerinin de bir iktidar değişikliği veya koalisyonlarına doğru gittiğine dair önemli işaretler vermektedir. Tabii ki temel mesele devrim ve demokrasi güçleri olarak ne yapacağımızdır. Gerçek şudur ki, kaos ve belirsizlik sürecinin içindeyiz. Bu gerçeğe uygun pozisyon geliştirmeliyiz.
YÖNELİM
≫ kazım cihan
NESNEL GERÇEKLER- PROGRAM- STRATEJİ VE 3. KONGRE
S
ermayenin tarihsel yürüyüşünün değişik koşullardaki özel niteliği, açık bir olgudur. Nicel-nitel değişimler içermeyen, rutin ya da kendi kendini olduğu gibi bir tekrar durumu yoktur, olamaz da. Genişleme- yayılma, merkezileşme; sermayenin genel karakteristiğidir. Basit meta üretiminde, manifaktür atölyelere, oradan fabrikalara, tekellere, kapitalist uluslararası tekel birliklerine uzanan yürüyüşü açık bir gerçekliktir. Sanayi kapitalizmi (serbest rekabet) çağıyla emperyalizm, iki ayrı nitel aşamaydı. Çelişki ve ötelemede hareket bitmediğine göre, somut durumun somut tahlili sürekli gereklidir. 3. Kongre’nin yaptığı da budur. Marks, emperyalizm çağının özgün belirli yasalarını önceden bilemezdi. Zira o koşullarda yaşamıyordu. Bilgiyi pratikten kopuk alanlar bunu kavrayamamaktadırlar. Lenin ve Mao yoldaşlar da, günümüz dünyasını yaşamamaktadırlar. Öğrencileri olarak bizler, onların ustaları oldukları materyalist diyalektik felsefe, diyalektik metodoloji, ideoloji ve teori rehberliğinde, gerçeği tahlil etmek ve bu temelde görevlerimizi saptamak durumundayız. 3. Kongre ciddi bir çalışmadır. Marksist ekonomi, Leninist emperyalizm tahlillerine dayanarak, sermaye birikiminin bugünkü özgünlüklerine dikkat çekti. Emeksermaye (toplumsal üretim ile şahsi mülk) dünden bugüne ve sürdükçe kapitalizmin temel çelişmesidir. Kapitalizm baştan itibaren, dünya pazarını yadsıyan, dar ulusal sınırlara sığmaz, lokal bir kategori şeklinde tasavvur edilemez. Emperyalizmle uluslararası nitelik yoğunlaşıp merkezileşen sermaye gerçekliğinde, daha da derinleşti. İçinde bulunduğumuz güncel gerçeklerde, karakteri gereği, çok daha yoğunlaşmış merkezileşmiş sermaye, yayılma ihtiyacının bir sonucu olarak, geçmişin engel olan duvarlarını yıkmış, her şeyi ihtiyacına göre yeniden dizayn etmiştir. Neo-liberal stratejik saldırıyla, statükoda direnen eski uşakların hedeflenmesi bundandır. Kemalist egemenler de bundan nasibini aldı. İşgal ve saldırganlık operasyonlarını sermayenin bu yeni ihtiyaçlarıyla ilişkisini görmeyenler, emperyalist politik stratejileri ‘demokrasi’ diyerek karşıladı. Çok uluslu tekellerin programlarını alkışladı. Oysa kapitalizmin ‘evrensel yoğunlaşma’ ve yayılma trendinin ‘süper tekellere’ götüreceğini Lenin öngörmüştü. Sermayenin üretim, birikim, dolaşım zamanı; bilişim-iletişimdeki devası gelişimlerle oldukça kısalmış, çok uluslu tekeller egemenliğine her şey engelsiz tabi kılınmıştır. Borsalar eski beklentilerin aksine, rollerinin azalması yerine, artma durumuna gelmiştir. Yerel her şey, merkezileşme ihtiyacına bağlı olarak fason mevziler biçiminde, yerellik-bölgesellik adına soğrulmuştur. Mikro ekonomik emperyalist politikalarla, talana göre biçimlendirilmeyen tek bir yer yoktur. ‘Ulus devlet’lerde buna göre şekillendirilmektedir. Tüm dünyayı sarmalayan ahtapotun, her bir coğrafyayı emperyalist ameliyatla düzenlemesi, yeni sosyo-ekonomik ve siyasi değişikliklere yol açtı. Siyasal üst yapının, hukukun, her şeyin bu yeni düzenlemesinde, evler atölyelere dönüştü. Küçük işletmeler, çok uluslu tekellere adapte edildi. Değişim; artı değerin yok olması değildir. Dünyanın çok uluslu tekellerce tam egemenlik anlayışıyla zapt-u rapt altına alınmasıdır. Sermaye hareketinin, mülk edinme vb. önündeki tüm engellerin, küresel emperyalist hegemonya radikalizmiyle yıkmasıdır. Körfez savaşı, Afganistan, Irak işgali, Balkanlar, Afrika’ya saldırganlıklar, bu çerçevedeki gelişmelerdir. TC’deki gelişmeler de aynı minvaldedir. 3. Kongre’nin bunları tarihsel nedenleriyle analiz etme, sentezlere ulaşma çabası içinde olduğu görülmektedir. Olgulara rağmen, ‘yıldızlara bakma’ misali devrim süreci, programı, yolu tespit edilemez. Nesnel değişime karşın, bir dönemin doğru program ve stratejisi, değiştirilmeden devam edilemez. Komünist Manifesto (Marks dönemi) stratejisi neydi?
Diyordu ki; devrim tek bir ülkede gerçekleşemez. Kapitalist dünya pazarı; özelikle ‘uygar’ ülkeleri birbirine bağladığı için, en azından gelişmiş ülkelerde aynı anda gerçekleşecektir. Sonra, Almanya’daki ve sonra Rusya’daki devrim, genel bir proletarya devriminin toplu bir devrim stratejisi olarak düşünülmüştür. Önceleri Lenin de bu yönelime sahipti. Rus devrimini, toplu devrimin adımı olarak düşünüyordu. Avrupa genelindeki nesnel koşulların bunu gösterdiğini ifade ediyordu. Tek ülkedeki sosyalizmi mümkün görmüyordu. Gelişmelere bağlı olarak, bu strateji eskiden mümkünken zamanla geçerliliğini yitirdi. Yani nesnel değişimlerle ilişkili, sosyalist devrimin bütün ülkelerde aynı anda gerçekleşemeyeceği görüşü ortaya konuldu. Bu köklü bir strateji değişikliğidir. Yanlış değil doğruydu. Peki Marksist ideoloji- teori inkar mı edildi? Hayır! Zira kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının söz konusu tarihsel koşullardaki işleyişi, çelişkilerin değişik alanlardaki keskinleşme seviyesi, devrimin fırtına merkezlerindeki eski gerçeklerinin yerini yeni bir durumun alması, yeniden tahlil edildi. Aynı anda bilinen devrim teorisinin yerini, tek tek ülkelerde sosyalizmin mümkün olacağı görüşü aldı. Gelişmelere bağlı olarak eski görüşe sarılanlar, Marksizm’in özünü değil, lafzının temsilcileriydi. 2. Enternasyonal’de bu lafzın sadece iflasını değil, burjuva kuyrukçuluğunu da gördük. Çin Devrimi’nde de, Komintern stratejisinden kopuş söz konusuydu. Tüm bunlar gerekliydi ve doğruydu. Toplum mühendislerinin, hayatı ‘bilge’ tasavvurlarına uydurma çalışmasına karşın, tarih devinimi ilerliyordu. Gelişmiş ülkelerdeki devrim oldukça geriliyordu. Sosyalizmi sadece üretici güçlerin yüksek gelişimi olarak görenler, tarihsel koşullardaki değişimleri hiçe sayıyorlardı. Troçki, Marks’ın temel dayanakları yerine ’sürekli devrim teorisi lafzını almıştı. Ekim Devrimi’ne karşıt tutum alması, Lenin’in tabiriyle ‘tuhaflığının’ nedeni buydu. Siyasi olarak iktidarı ele geçirme fırsatını, iktisadi güçlerinin yetersizliği gerekçesiyle reddeden bu görüş açısı, Marks’ın ’sürekli devrim’ kavramının adını ansa da, yaşayan ve Lenin de ‘kesintisiz devrim’ senteziyle ilerleyen ruha karşıydı. Sonra toplumsal pratiğin ispatladığı Leninist- Maoist teori kazandı! Donan değil, pratikle ilerleyen sonsuz bilim! Demek ki, program ve strateji nesnel değişimlerin gereği olarak eskir, değişir. Kapitalist Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçekliğinde, 3. Kongre’nin tespitleri, tam da MLM’in, Kaypakkayacılığın gerçekliğidir. Nesnel gerçeklerdeki değişimin gerisinde kalan düşüncelerini ilerletmeyenler, aslında sağ bir yoldalar. Kapitalist bir coğrafyada ‘Demokratik Devrim’ geri ve sağ bir çizgidir. Sosyalist devrim programı için, kapsamı oldukça daralmış, ikincil duruma düşmüş, burjuva devrim görevlerini, temel hedef haline getirmek, sosyalist devrime bağlı olarak ele alma ve özel programlarla üstlenme yerine, ana çerçeve şekline getirmek, sosyalizmi bir basit ‘kalkınma ekonomisi’ne dönüştürmek, kapitalist medeniyet paradigmasından kopmamaktır. Burjuva- proletarya karşıtlığı coğrafyamızın baskın gerçekliğidir. Burada sallanmanın, ikircikli davranmanın yeri yoktur. Şüphesiz bu geçmişin kalıntılarını görmeme, saf ve arı bir durum tespitine götürülemez. Emperyalizme bağımlı komprador tekeller atmosferinde, silahlı ya da silahsız demokratik devrimcilik, tedrici değişim yönelimini objektif olarak aşamaz. Silahlı ekonomist, reformist yönelimle, keskin ayrım açısından da sosyalist devrim, coğrafyamız gerçekliğinde turnusol önemindedir. Ulusal sorun, azınlıklar, tarım meseleleri, inanç eşitsizlikleri evet hepsi mevcut. Ekim’de Rusya’da da mevcuttu. Tüm bunlar özel programlarla sosyalist devrime bağlı olarak ele alındı. Biz de niçin olmasın. Evren ritmi belli bir makine değil, çelişkilidir; yine dönüyor. Anlamaya çalışalım!
10
emek haber
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Kölelik düzeninin sefalet zammı
Milyonlarca işçinin beklediği eklendiğinde, alınan ücretin %23’ü vergiye gitmektedir. SSK primini ise yukarıda asgari ücret zammı belli oldu. açıkladıklarımıza katmıyoruz bile. Bakan4 kişilik bir ailenin ya da Baş- ların ayakkabı kutularının nasıl dolduğu ise bu hesapla pek de merak konusu olbakanın tabiriyle 5 kişilik bir masa gerek. Kesintiler bu vergilerle de bitmiyor, yüzdelik dilime giren bir işçi artı ailenin bir ay boyunca rahat kesintiye uğrayacak. rahat simit yiyip, çay içebilYemediğimiz ekmekten, içmediği asgari ücret zamlandı. diğimiz sudan kısmak zorunda Artık işçi ve emekçiler simide kalacağız ek olarak ayda bir defa da Yani şöyle açıklayacak olursak: Bir asgari ücretli ilk 6 ayda 846 x 6= 5076 lira ikinci kahve içebilecekler Aralık ayının asgari ücret tespit komisyonu açısından çok yoğun geçtiğini savunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, bu süre içerisinde tam beş kez toplandıklarını ve çok yoğun çalıştıklarını ifade etti. Yapılan değerlendirmeler sonucu 803 lira olan asgari ücret, yılın ilk altı ayı için 846 lira oldu. Sonraki altı ay ise 891 lira olacak. Yani asgari ücret %5’lik bir zamla 43 lira arttı. Bir işçi ailesinin bir ay boyunca gıda, sağlık, konut, giyim, ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını karşılamasını bekleyen AKP iktidarı, 43 liralık zamla işçi ve emekçi düşmanlığına son noktayı koymuştur. Ülkemizdeki açlık sınırı son belirlemelere göre 1300 liradır. Tüm bunlar göz önüne alındığında ülkemizde çalışanların % 90’ı asgari ücretle çalışmaktadır. Asgari ücretle çalışan bir işçiden devlet gelir vergisi adı altında %15’lik bir kesinti yapmaktadır. Bir de bu vergiye damga vergisi
altı ayda ise 891x 6 =5 346 lirayla yıllık kazanılan miktar 10 000 liranın üzerine çıktığı için % 20’lik gelir vergisine tabi tutulacaktır. Nasıl bir damgaysa damga vergisiyle % 30’lara varan kesinti söz konusu olacaktır. Adına zam bile denemeyecek %5’lik oranla işçi ve emekçilerin ne yapacağını tahmin etmek zor değildir. Yemediğimiz ekmekten, içmediğimiz sudan kısmak zorunda kalacağız. Daha tüyü bitmemiş yetimler, hiç bir güvencesi olmayan koşullarda günlük alınacak bir ekmek için çalışacaktır. Kadınlarımız çocuklarına bakabilmek ve sıcak bir lokma için sermaye sahiplerinin evlerinde çalışmak zorunda kalacaktır. Özcesi işçi ve emekçilere reva görülen yine açlık ve sefalet olmuştur. Asgari ücretle geçinmek bir yana asgari yaşamak bile mümkün değildir. Milletvekili maaşlarının her sene 2-3 kat arttığı ülkemizde, başbakanın dünyanın en zengin 8. Başbakanı olması utanılacak durumlardandır.
Belirlenen asgari ücret üzerine ahkam kesenlerin gerçek yüzü ortadadır
Geleceğimizin her gün bizlerden çalınması bir rastlantı değildir. İşçi ve emekçilerin aldıkları ücret; zincir sahibi bile olmaya yetmeyeceğinden kaybedecek zincirleri
İşçi katliamlarının sorumlusu İşçi katliamlarının sayısı 2013 yılında 1300’lere yaklaşırken, ‘İş kazaları medeniyetin göstergesidir’ yorumunu yapan yeni Ekonomi Bakanı Zihat Zeybek’in bakış açısıyla AKP iktidarının bakış açısı örtüşmektedir Zonguldak’ta ruhsatsız kömür madeni ocağında metan gazı zehirlenmesi sonucu 3 maden işçisi daha katledilmiş oldu. Ruhsatlı olan Türkiye Taşkömürü Kurumu’na ait ocakta ise 1 işçi katledilirken 1 işçi de yaralandı. Günlüğü 60 liraya çalıştıkları öğrenilen işçilerin, evlerine ekmek götürme savaşı yaşamlarına mal oldu. Daha bu haberler yeni duyulmuştu ki; 19 can ekmek parası uğruna Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde göçük altında kalarak
katledildi. Aslında tanıdık olan bu katliamlar ne ilk ne de son oldu. Çünkü sermaye sahipleri iş güvencesini duvarlarına ‘Allah korusun’ ifadesini yazarak sağlamaya çalışıyor. Göçük altında kalan ise işçilerin hayalleri, umutları, ekmekleri ve gelecekleri oluyor. Sadece 2013 yılında katledilen işçi sayısı 1300’lere ulaştı. İsimleri istatistiklerde numara olarak geçen binlerce yaşam oldu. Geride kalanlar ise işçi ve emekçilerin yetim çocukları, eşleri, babaları ve ağabeyleri oldu. Paramparça yüreklerimiz, emeğimiz ve geleceğimiz de cabası.
‘İş kazaları medeniyet göstergesidir’ sözleri bakanın bakış açısını yansıtmaktadır Her sektörde sıkça rastladığımız katliamlar, haber köşelerinde; kimi zaman denetlemelerin yapılmadığı inşaatlarda, evlerinden kilometrelerce uzakta 13 lira
günlükle çalışılan tarlalarda, filikalara kum torbası olarak bindirilen tersanelerde, yorgunluktan makineye yenik düşen ambalaj fabrikalarında karşımıza çıkmaya devam ediyor. Açlık sınırının altında çalışan işçi ve emekçilere, emeklerinin karşılığı verilmediği gibi üstüne üstlük yaşam hakları da hiçe sayılıyor. Ekmek parası için gittikleri işyerleri ölüm tuzaklarıyla dolu. Basit önlemlerin bile alınmadığı koşullarda çalışıyorlar. Özellikle kadın ve çocuk işçilerin çalışma koşulları daha güvencesizdir. İşyerlerinde yaşanan taciz ve hak gasplarına bir de yaşamlarımız eklenmiştir. Yaşanan yolsuzluklar sonucu giden bakanların yerine seçilen Ekonomi Bakanı Nihat Zeybek’in ağzından bizzat ‘İş kazaları medeniyet göstergesidir’ sözleri çıkmıştır. Nasıl bir zihniyetin sonu olduğu anlaşılamayan bu sözler, gerçekleri gözler önüne sermektedir. Biz işçi ve emekçilerin hiçbir zaman
emek haber
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
açıklandı
bile kalmamıştır. Belirlenen asgari ücret üzerine ahkam kesenlerin gerçek yüzü ortadadır. Bu koşullarda insanca yaşayabilmenin imkanı yoktur.
Enflasyon oranın %8’lere vardığı, yediğimiz temel besinlerin her hafta zam şampiyonu olduğu, iki üç katına çıktığı düşünüldüğünde değil beslenmenin yaşamanın pek imkanı kalmamıştır. Fakir sofralarının vazgeçilmezi kuru fasulyesi 2013 yılının zam şampiyonu olarak 8 lira olmuştur. Kuru fasulyeyi % 30’luk zam oranlarıyla çarliston biber ve zeytin izlemektedir. Hatta sofralarımızdan kaldırdığımız domates ve salatalığı es geçmeyelim. Yanına bir de patatesi ekledik mi; işçi ve emekçilerin besin zinciri neredeyse bir saksının besin zinciriyle aynıdır. Değme diyetisyenlere taş çıkartan AKP iktidarı bizlerden birer ağaç gibi yaşamamızı beklemektedir. Ama biraz düşünüldüğünde çevreci geçinen AKP iktidarının ağaçlara da tahammülünün olmadığı aşikardır. Kısacası biz işçi ve emekçilere alanlara çıkmaktan başka yol kalmamıştır. Çözüm hep beraber bizlere dayatılan hak gasplarına karşı örgütlenmekten geçmektedir. Milyonlarca işçi ve emekçiye reva görülen asgari ücret hakkımız değildir. Emeğimizin karşılığı ise hiç olamaz. Milyarları var eden emeğimizi bu asalak sınıfından, alanlarda mücadele ederek almalıyız.
AKP iktidarıdır devletin umurunda olmadığımız açıktır. Sermaye sahiplerinin tek ilgilendiği üzerimizden kazandığı milyonlardır.
İşçi katliamları raporu açıklandı İstanbul İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin açıkladığı raporlara göre en çok işçi katliamları inşaat ve taşımacılık sektöründe yaşanıyor. Açıklanan raporda Silikozis hastalığının da birçok işçinin yaşamını yitirdiğine dikkat çekildi. Yılın ilk on ayı için açıklanan raporda şu bilgiler yer alıyor: “Hayatını kaybeden 101 işçinin yedisi kadındı: Hediye Kutlu, Pınar Akbaş, Emel Karakozak, Emine Demirel, Hanım Köten, Elmas Eren ve Lütfiye Şabulak. Dersim’de AKSA FEDAŞ enerji işçilerinin grevini kırmak için AKP İl Başkanı’nın görevlendirdiği işçilerden 52 yaşındaki emekli işçi Mustafa Atan elektrik çarpması sonucu öldü. İşçiler Dersim’de yaptığı yürüyüş sonrası AKSA FEDAŞ’ı işgal etti. 13 yaşındaki Emine Demirel okul çıkışı 10 TL karşılığında çalıştığı İstanbul’un Beyoğlu ilçesindeki tekstil atölyesinde, 16 yaşındaki Sarıçam Buruk Spor futbolcusu Fırat Sarıçam Adana’nın Karataş İlçesi’nde, 16 yaşın-
daki Serdar Demir işe giderken Kırklareli’nde ve 17 yaşındaki mevsimlik tarım işçisi Pınar Akbaş Ankara’nın Polatlı İlçesi’nde olmak üzere 4 çocuk işçi can verdi.
Faruk Çelik’in iddialarına karşın işçi katliamlarında artış var Buna göre Ocak ayında 84 işçi, Şubat ayında 61 işçi, Mart ayında 74 işçi, Nisan ayında 74 işçi, Mayıs ayında 115 işçi, Haziran ayında 105 işçi, Temmuz ayında 120 işçi, Ağustos ayında 148 işçi, Eylül ayında 127 işçi ve Ekim ayında 109 işçi öldü.” Tüm bunların üstüne Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in 23 Ekim’de Meclis Genel Kurulu’nda söylediği “Türkiye’de iş kazalarında ve bu kazalardaki ölümler azalmaktadır’’ yorumu, AKP iktidarının içyüzünü yansıtmaktadır. Binlerce işçi ve emekçinin gerekli tedbirler alınmadığı için yaşamını yitirmesi iş kazası değil, işçi katliamıdır. Tüm işçi katliamlarının tek sorumlusu AKP iktidarı ve sermaye sahipleridir.
11
Dolmabahçe’de basına balans ayarı çekildi AKP’nin kendisine muhalif basına karşı tehditlerde bulunması ve bunun yanı sıra ikna girişimlerine girmesi gözlerden kaçacak gibi değildi AKP ile Fethullah Gülen Cemaati arasında yaşanan kavgada burjuva basının tutumu irdelenmeye değerdi. Bir de AKP’nin kendisine muhalif basına yönelik tehditlere başvurması ve bunun yanı sıra ikna girişimlerinde bulunması gözlerden kaçacak gibi değildi. Başka önemli bir nokta ise AKP’nin rahatsız olduğu birkaç gazetenin metro istasyonlarında bulunan gazete bayilerinde satışının fiili olarak yasaklanmasıydı. Tüm baskılarının nedeni ayan beyan ortada duruyordu. Basına yönelik baskıların had safhaya ulaşmasında AKP’nin son zamanlarda içine düştüğü güç durumdan bağımsız değildi.
Burjuva basın iki yüzlülükte sınır tanımıyor AKP Cemaat kavgasında burjuva basın ikiye ayrıldı. Tarafsız kalmayı tercih edenler ise çok zayıf kaldı. Esasta basın üzerinden artan gerilim AKP’nin desteklenmesi ve Cemaat taraftarlığı ile AKP karşıtlığı temeli üzerinden cereyan etti. AKP’yi destekleyen basın adeta AKP’nin avukatlığına soyundu. Ne sebeple olursa olsun ortaya çıkan yolsuzluk olaylarının üstüne gitmek yerine AKP sözcülüğüne soyunan burjuva basında yaşananların komplo olduğu belirtilerek komploya neden olabilecek sayısız senaryo basına servis edildi. Karşı pozisyon alan basının bir kısmı bilindik sürekli muhalefet edenlerdi. Ama asıl dikkat çeken ise AKP Cemaat arasındaki kavgadan güç alarak AKP karşısında sus pus olmuş hallerinden silkinerek kalemlerini kıpırdatanlar oldu. Burjuva basının zavallılık halini ifşa eden bu gelişme-
ler aynı zamanda burjuva basınının karakterini ortaya çıkarması yönünden de örnek oldu.
Erdoğan’ın bitmeyen Dolmabahçe toplantıları Her dönemin gelişmelerine dair Başbakan Erdoğan’ın mutlaka bir Dolmabahçe toplantısı vardır. Cemaatle giriştikleri son kavgada içine düştükleri güç durumdan kurtulmak için, basına ayar vermek ve basını yanlarına çekmek için yine bir Dolmabahçe toplantısına ihtiyaç duydular. Birçok gazetenin yazarlarının davet edildiği toplantı, basın etiği açısından burjuva kalemler tarafından bile eleştiri konusu oldu.Nitekim burjuva basının içinde bulunduğu rezil durumu da çok iyi açıklıyordu. Bu toplantı aynı zamanda iktidar partisinin baskılarının ne aşamaya ulaştığına da işaretti. Öyle ki AKP iktidarı aba altından sopa göstererek bu toplantıyı gerçekleştirdi. Toplantı öncesi Cemaati çete ilan ederek yolsuzluk olaylarının üstüne giden basınını çeteye yardım etmekle suçlayacaklarına dair işaretler verildi. Daha vahimi ise 28 Şubat darbesinde basın ve iş adamlarına dokunulmadığını ve dokunacakları yönünde tehditler savruldu. Elbette tüm bu tehdit ve baskılar ortaya dökülen pisliklerini örtmek içindi.
4 gazeteye satış yasağı Taksim-Hacıosman ile AksarayAtatürk Havalimanı arasındaki metro istasyonlarında Yurt, Sözcü, Evrensel ve Aydınlık gazetelerinin satışına yasak getirildi. Yasak kararını istasyonlarda gazetelerin satıldığı Smart Cube yöneticileri aldı. Evrensel Gazetesi’nin haberine göre ilgili gazete bayilerine gönderilen mesajda Evrensel, Yurt, Sözcü ve Aydınlık gazetelerinin satılmaması isteniyor. Adı geçen gazeteler saklanarak gelen müşterilere gazete kalmadı şeklinde yanlış bilgi verilmesi ve gazetelerin satışının engellenmesiydi.
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Kongre kararlarını kav Emperyalizmin başlıca çelişkileri; burjuvazi ile proletarya, emperyalizm ile halklar ve ezilen uluslar, emperyalistler ve emperyalist blokların kendi aralarındaki çelişkiler olarak keskinleşerek devam etmektedir Kongre ve emperyalist kapitalizm gerçekliği; Komünist Parti Kongreleri; somut, bilimsel, tarihsel ve güncel meselelere ilişkin ideolojik ve politik gündemleri ve içerikleri kolektif bir şekilde ele alınarak demokratik merkeziyetçilik temelinde yürütülen tartışmalar sonucu merkezileştirilerek ortaya konan konsepti ifade eder. Bu temelde MKP 3. Kongresi’nin de tüm parti güçlerinin tartışma seferberliği yöneliminde merkezileştirildiği görülmektedir. Kongre, MLM ideolojik temele ve onun Türkiye-Kuzey Kürdistan’a uyarlanmış güzergâhı olan Kaypakkaya çizgisine dayanarak yükselmiştir. 3. Kongre’nin, evrensel ve özgül konu ve gündemlerin içerikleriyle oldukça ayrıntılı ve kapsamlı bir tartışma ve sonuçlandırma içerisinde olduğu belgelerinde de görülmektedir. Başta emperyalist kapitalizmin bugüne kadar ki gelişim seyri ve nicel- nitel değişim ve sıçramalı süreçleri olmak üzere, demokratik halk iktidarı-sosyalizm ve komünizmin sorunları, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın sosyo-ekonomik yapısının geçmişten bugüne somut ve günceldeki tahlili, sınıfların tahlili, bu temellerde devrimin yolu-stratejisi ve niteliği, ittifaklar, sosyalist program, alt program düzleminde ulus, azınlıklar ve ezilen inançlar, kadın sorunu ve LGBTT’ lere yönelik programlar, devrimci savaşın evrensel ve her bir özgülde aldığı- alacağı biçim ve içerikler, Komünist Enternasyonal Hareket (KEH)’in sorunları, ekonomik alt yapıdan üst yapı kurumlarına yönelik izlenecek politikalar, açık ve kapalı alan çalışmaları ve mücadele yöntemleri, güvenlik ve daha birçok konu ve noktada oldukça geniş meseleleri demokratik merkeziyetçilik ilkesinden taviz vermeden kolektif tartışarak kararlarını ve politikalarını merkezileştirmiştir. Bu şekilde irade ve eylem birliğini de belirlemiştir. İlk olarak dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçekliğinde emperyalizmin güncel ve somut durumunu tahlil etmiştir. Doğa ve toplum sürekli hareket halindedir, bu harekete yol açan çelişki evrenseldir ve her bir
şeyin mutlak gerçeğidir. Çelişme zemininde mücadele, nicel ve nitel dönüşümler her bir şeyin gerçeğidir. Zıtların birliği dışında hiçbir şey yoktur. Bu felsefi yaklaşım her bir şeye uygulanmak durumundadır. MLM bilime de kapitalizme de her şeye de uygulanır, zira materyalist diyalektik felsefenin sınıfsal özelliğinin yanı sıra uygulanabilir olduğu da her an ispatlanan bilimsel bir gerçektir. Sermaye, çıkışından bugüne tek bir hareket biçiminden ibaret değildir. Hiçbir şey böyle değildir. Örneğin kapitalist sermayenin tarihsel yürüyüşüne kısaca bir göz atalım. Basit meta üretimi süreciyle ilerleyen sermaye giderek manifaktür atölyelere ve fabrikalara ulaşıyordu, burada durmuyor tekellere doğru ilerliyordu. Şüphesiz ulusal pazarlara sığmıyordu, zira sermayenin yapısal özelliği genişleme-yayılma ve merkezileşmedir. Bu gerçeklik onu dünyanın her bir yanına yöneltiyor, rekabetlerle yutma- batırma- savaşlarla uluslararası tekellere doğru götürüyordu. Önceleri önde olan meta ihracının yanı sıra giderek sermaye ihracının öne çıktığı bir tarihsel yürüyüşe yöneliyordu. Bu tarihsel yürüyüş içerisinde de değişik siyasetleri söz konusuydu. Önceleri klasik sömürgecilik temelindeki sermaye birikimi, çıkmazlar ve halkların mücadelesiyle yenilgiye uğradığında sürdürülemez hale geliyor ve yerine yeni sömürgecilik ikame ediliyordu. Leninist emperyalizm tahlili söz konusu dönemin tarihsel gerçekliklerinin bilimsel bir senteziydi.
Tarihsel koşullarda yeni gelişmeler söz konusudur Sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme ekseninde tekellere ulaşmış, dünya bölüşülmüş, banka- sanayi sermayesi iç içe geçmiş, meta ihracının yanında sermaye ihracı ön plana çıkmıştı. Tüm bunlar doğruydu ve yaşandı. Ancak şimdiki tarihsel koşullarda yeni bazı gelişmelerde söz konusudur. Bunlar, öngörülmüştü. Mesela yoldaş Lenin sermayenin tek bir tröste doğru ilerleme trendini vurgulamıştı ama bunun öyle çatışmasız ve rahat olmayacağını, kendini inkâr etmeden gerçekleşmeyecek çelişkili yanını da ifade etmişti. Marks yoldaş da sermayenin dinamizmini ele alırken onun lokal sınırlara sığmayacağını ve dünyayı zapt etmeye yöneleceğini, genişleme ve yayılma dinamiğinin bir sonucu olarak belirtmişti. Söz konusu öngörüler bugün muazzam bir yoğunlaşmaderinleşme ve merkezileşme boyutuyla kendisini her alanda göstermektedir. Bu merkezileşmenin önündeki uşak olsalar bile eski engeller Ortadoğu, Arap yarımadası, Afrika ve her bir yerdeki emperyalist işgal ve saldırganlıklarda da görüldüğü gibi
yıkıma tabi tutulmaktadır. Derinleşme ve merkezileşme siyasette Neo- liberal emperyalist bir stratejik plan olarak boy göstermektedir. Her bir alan sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirilmektedir. TC devletinin dizayn edilmesi de bu çerçevededir. Marks ve Lenin yoldaşların yaşamadığı günümüz nesnel gerçekliklerinde ortaya çıkan gelişmeler kısaca şunlardır: Çok uluslu şirketler, ulusal tekellere oranla belirleyici duruma gelmişlerdir. Dünya ekonomisi ve ticaretinin yaklaşık %70’inde egemen durumundadırlar. Gerçekten de dünya adeta küresel ‘’bir köye’ dönüşmüş durumdadır. Fakat bazılarının iddia ettiği gibi bu durum, sınıf çatışmalarını, ulusal eşitsizlikleri tarihte ve geride bırakmıyor, ‘adil- uyumlu’ bir dünyaya götürmüyor, aksine çelişkiler çok daha keskinleşiyor, vahşi-barbar-haksız savaşlarla emperyalist hegemonya sürdürülmeye çalışılıyor. Yaşanan gerçekler zaten bunu ifade etmektedir. Sermayenin merkezi ihtiyaçları doğrultusunda gümrük duvarları ve kotalar yıkılıyor, merkezi uluslararası tekellere göre devletler ve onların hükümetleri, hukukları ve her şeyleri yeniden dizayn ediliyor. Sermayenin serbest dolaşımı, mal ve
hizmetlerin engelsiz hareketi, mülk edinmenin önündeki tüm engeller paramparça ediliyor. Ulus devlet denilen uşak mevziler uluslararası tekellerin birer yürütme komitesi durumuna getirilmişlerdir. Her bir yerel denilen bölge ve alan, çok uluslu tekellerin mikro politikalarıyla merkeze endekslenmiştir. Evler, en küçük toprak parçası, aileler, çocuklar vs her şey bu merkezin ihtiyacına göre şekillendirilmiş metalar durumundadırlar. Bilim, iletişim ve ulaşımdaki gelişmeler sermayenin dolaşımını alabildiğinde kısaltmıştır. İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi örgütlenmelerle her yer çok uluslu emperyalist tekellerin tam bir hâkimiyet kurmasına göre düzenlenmiştir. Borsalar, beklentilerin aksine belirgin ve öne çıkan rolleriyle dev bir uluslararası kumarhane durumundadır. Lenin yoldaşın etkisinin azalarak yitireceğini söylediği borsalar aksine sermayenin özel bir işlev gören ve öne çıkan mekanizması olarak etkisini belirleyici bir şekilde arttırmıştır. Bu merkezileşme ve yoğunlaşma elbette rakipsiz bir teklik ifade etmemektedir. Şanghay, Avrupa Birliği, Nafta gibi bloklaşmalar somut bir olgudur. Ama aynı zamanda genel merkezileşme çerçevesinde G-8 ve G-20 gibi genel koordinas-
perspektif
vrayalım, kavratalım!(1)
yonlar da söz konusudur. Aynı şekilde çeşitli bölgesel ve yerel birliklerde buna bağlı olarak ortaya çıkmaktadırlar. Özellikle Varşova Paktı’nın dağılarak çöküşüyle ABD emperyalizmi bunu bir avantaja dönüştürmüştü. İnisiyatif deyim yerindeyse tek yanlı eline geçmiş ve çok kutuplu dünya, bir tek egemenlik sistemi gibi bir hal almıştı. Şüphesiz bu tamamıyla görüntüdeki bir durumdu. Sermaye rakipsiz olamaz. Bunu anlamayanlar, artık kalıcı bir ABD imparatorluğu tahlili yapmaktaydı. Fakat giderek Rusya ve Çin emperyalistleri kısa sürede toparlanarak Şangay şeklinde bir blok olarak ortaya çıktı. Ayrıca AB emperyalist bloğu zaten böyle bir yürüyüş içerisindeydi. Genel görünüm açıktır ve dünya hiç de tek kutuplu değil çok kutuplu bir emperyalist dünya olarak sahnededir.
ABD’de patlayan kriz bütün dünyayı etkilemektedir Emperyalizmin krizleri eskiye kıyasla daha kısa aralıklarla patlamaktadır. Aynı şekilde bir yerdeki kriz, her bir alana süratle yayılmakta ve bütün dünyayı sarmalamaktadır. Bu durum yoğunlaşma ve merkezileşme gerçeğinin bir sonucudur. ABD’de patlayan bir kriz durumu derhal tüm dünyaya, Tür-
kiye-Kuzey Kürdistan ve Yunanistan’da ortaya çıkan bir patlama dünyanın diğer bölge ve ülkelerine aynı şekilde sıçramaktadır. Aynı gerçeklik devrimci ve halk isyanları gerçekliğinde de bu şekilde gelişme göstermektedir. Emperyalistler arası paylaşım savaşlarının tecrübelerinden öğrenen emperyalist egemenler, hegemonya yarışını Suriye, Irak vb yerlerde gördüğümüz gibi bölgesel savaşlarla sürdürmektedirler. Deyim yerindeyse bugün Ortadoğu’da bir üçüncü emperyalist dünya savaşı sürmektedir. Rus ve ABD eksenli bu hegemonya savaşının sonuçları Cenevre 1-2 gibi paktlarla geçici olarak biçimlendirilmeye çalışılıyor. Kısacası 21. Yüzyıl, küresel emperyalizm açısından daha derin bir kriz gerçeğini ifade etmektedir. Yeni Dünya Düzeni, Afganistan, Irak, Libya ve her bir yerde batmış durumdadır. Günümüz küresel emperyalist hegemonya dünyasında hizmet sektörü yaklaşık %65 oranında belirleyici durumundadır. Bilişim ve teknolojik alanındaki ilerlemelerle kafa emeği özel önem kazanmıştır. Hizmet sektörünün belirleyici hale gelmesi bu durumla da ilişkilidir. Dolayısıyla devrimci proletaryanın tarihsel rolünün yanı sıra sınıflar
kombinasyonunda da önemli değişimler söz konusudur. Tüm bunlar sınıf tahlillerinin yeniden ele alınmasını gerektirmektedir. Sermayenin eski uluslararası örgütlenmesi şimdi yeni bir biçim almıştır. Örneğin eski işbölümünde Avrupa, atölye ve diğer yerler pazar ve iş gücü- hammadde kaynağı şeklinde düzenlenmişti. Şimdi burada yani bağımlı ülkelerdeki pazarlar teknolojinin de götürüldüğü üretim merkezlerine dönüştürülmüştür. Şüphesiz bu durum, tamamıyla emperyalist merkezlerin kumandasına bağlıdır. Ucuz iş gücü- hammadde- ulaşım ihtiyaçları böyle bir transferi gerektirmiştir. Tabii ki bu temelde çok uluslu şirketlere bağlı olarak bağımlı ülkelerin sanayitarım- üretim- ticaret- parlamento- anayasa- güvenlik-ulaşım vd her şeyleri merkezin eyaletleri biçiminde düzenlenmiştir. Artık metalar buralarda emperyalizmin kontrolünde bizzat yerinde üretiliyor ve sanayi üretim merkezleri biçiminde de buralar dönüştürülüyor. Bütün üretim alanında gerçekleştirilen üretim, geçmişe göre daha planlı ve sipariş ekseninde kontrollü ele alınarak yürütülmektedir. Tabii ki bu kapitalist üretimin kar amaçlı yapısal anarşisini ortadan kaldırmasa da kontrollü üretim ve tüketim denetime alınmaya çalışılmaktadır. Banka- sanayi sermayesi dışında, tarım, hizmetler ve üretimde karşılığı olmayan spekülatif sermaye de bugünün dünyasında özel bir biçim almıştır. Kökleri dünde de vardı. Bugün mali sermaye sadece bankasanayi sermayesiyle sınırlı değildir. Hizmet alanı- tarım- hammadde ve tüm yaşam alanlarını kapsamıştır. Spekülatif sermaye özel bir önem kazanmıştır. Gıda krizleri olarak kendini gösteren durum da bununla doğrudan ilişkilidir.
Emperyalizm ile halklar ve ezilen uluslar arasındaki çelişki baş çelişkidir Dünya pazarı kapitalist sermayenin baştan itibaren yönelimi ve gerçeğiydi. Bugün bir aşırı yoğunlaşma, merkezileşme ve buna bağlı olarak ortaya çıkan nicel ve nitel değişimlerden bahsederken dünden bugüne kapitalizmin temel çelişmesi emek ve sermaye çelişkisidir ya da toplumsal üretim ve şahsi mülk arasındaki çelişkidir. Emperyalizmin başlıca çelişkileri; burjuvazi ile proletarya, emperyalizm ile halklar ve ezilen uluslar, emperyalistler ve emperyalist blokların kendi aralarındaki çelişkiler olarak keskinleşerek devam etmektedir. Bu başlıca çelişkiler içerisinde mevcut dünya gerçekliğinde emperyalizm ile halklar ve ezilen uluslar arasındaki çelişki dünyadaki baş çelişkidir. Ama bu hiçbir zaman değişmez şeklinde ele alınamaz. Durum, her bir zaman somut ve
her bir verili objektif koşulları itibarıyla ele alınmalıdır. Şu durumda devrimin fırtına merkezleri yine emperyalizme bağımlı sömürge, yarı sömürge ve bağımlı ülkelerdir. Fakat emperyalist ülkeler de rahat yüzü görmemektedirler, buralarda da yeni fırtına dalgaları mayalanmaktadır. Eşitsiz gelişme yasasının bir sonucu olarak büyük emperyalist güçler içerisinde öne çıkan güç ABD emperyalizmidir. ABD, dünya halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı olma durumunu devam ettirmektedir. Diğer tüm emperyalist güçlerin düşman gerçeğine rağmen öne çıkan bu baş düşman olgusunu saptarken her bir yerde ve coğrafyalar özgülünde baş düşmanın somut olarak ele alınması da zaruridir. Mesela Almanya emekçilerinin baş düşmanı Alman emperyalizmidir, Rusya halklarının baş düşmanı Rusya emperyalizmidir, Amerika emekçilerinin baş düşmanı ABD emperyalizmidir. 21. Yüzyıl’ın başından itibaren emperyalist kapitalizm, dünya genelinde ve her bir coğrafya ve ülkede uzlaşmacı tasfiyeci reformizmi, ideolojik politik düzlemde toplumu düzene entegre etmekte öne çıkarılan yönelim olarak sürdürmektedir. Çağımız, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bir dizi nicel ve nitel gelişmeyi de barındıran durumuna karşın yine de emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Ayaklanmalar ve devrimler yüzyılı günümüz dünyasının atlanamaz gerçeklikleridirler. Emperyalist metropollerdeki Wall-Street gibi dünyayı saran eylemler, Yunanistan, İspanya ve diğer yerlerde patlayan ve dünyaya yayılan isyanlar, Arap halklarının isyanı, Gezi Haziran ayaklanmasının dünyayı saran fırtınası, Rojava’daki diriliş vd gelişmeler bunu ispatlamaktadır. Sermayenin şimdiki merkezileşme ve derinleşme gerçekliğinde emperyalist küresel kapitalizm, proleter dünya devriminin temellerini ve güncelleşmesini daha da olgunlaştırmıştır. Eşitsiz gelişme yasası elbette işlemektedir. Proleter dünya devriminin emperyalizmin zayıf halkalarının koparılması temelindeki seyri şimdiki gidişatında özelliğidir. Ancak bu yoğunlaşma ve merkezileşme nesnel gerçekliğinde bölgesel devrim gibi muhtemel gelişmelere de açık olmak durumundayız. Doktrinerci bir reçeteciliğe düşmemek gerekir. İhtimallerden bahsederken ona yönelik bilinçli hazırlıkları da ele almak gerekmektedir. Bu açıdan gerek Komünist Enternasyonal Hareket(KEH)’in örgütlenmesi, gerekse bölgesel komünist koordinasyonların ve birliklerin örgütlenmesi ve buna bağlı olarak uluslararası ve bölgesel anti-emperyalist koordinasyonlar vb örgütlenmesi özel önemde bir görevdir.
14
dünya haber
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Erdoğan’ın Doğu Asya Japonya’nın yeni tank modelinin motorunun Japon Mutsubishi ile Türk şirketinin ortak yapılması için bir konsensüsün oluşması, ayrıca bilim ve sanayi temelinde ortak üniversitenin kurulması ve Sinop’ta yapılması düşünülen nükleer santral üzerine anlaşmalar ön plandadır Recep Tayyip Erdoğan yolsuzlukla başlayan devlet krizinin arasına Asya turunu sıkıştırarak, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da sıkışmışlığını uluslararası hamlelerle rahatlatma uğraşındadır. Bu bağlamda Avrupa ve ABD’nin mevcut gelişmelerde Tayyip Erdoğan’ı hizaya getirme ve erk etkinliğini yeniden konjonktürel sürece göre biçimlendirme evresinde desteklemeyeceğine göre, AKP yeni bir alandan belirli bir güç olduğunu ve erk gücünde etkin olduğunun bu ziyaretleriyle mesajını vermek istiyor. Bu anlamda belki bu Asya turları önceden planlanmış bir programın sonucu olsa da içinden geçtiğimiz sürecin yapısal özelliklerinden dolayı bu ticaret gezileri aynı zamanda bir güç olarak da vizyonun devam ettirilmesine de yaramaktadır. ‘TC’ Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Japonya gezisinde dikkat edilmesi gereken bazı hususlar bulunmaktadır. Burjuva medyanın ülke gündemi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Ergenekon ve Balyoz darbelerinden tutukluların yeniden yargılanmasına kilitlendiği bir dönemde, Tayyip Erdoğan Japonya’da bir dizi görüşme ve anlaşmaya imza attı. Türksat4a uydusunun devir teslim töreni ön plana çıkarılsa da bunun dışında da bir dizi anlaşma ve güven tazeleme bulunmaktadır. Japonya’nın yeni tank modelinin motorunun Japon Mutsubishi ile Türk şirketinin ortak yapılması için bir konsensüsün oluşması, ayrıca bilim ve sanayi temelinde ortak üniversitenin kurulması ve Sinop’ta yapılması düşünülen nükleer santrali üzerine anlaşmalar ön plandadır.
Fransa’nın ülkemize yapacağı ziyaret Sinop’taki nükleer tesisin geleceğini belirleyecektir Özellikle Sinop’ta yapımı düşünülen nükleer tesis ihalesinin Japon firmalarına verilmiş olması ve bunun mutabakatının imzalanmış olması, bu ziyaretin önemli bir yanını oluşturmaktadır. Ayrıca Türk devletinin nükleer enerji tesisinde zenginleştirilmiş uranyum hakkının mutabakat maddesine eklenmesi, Japonya’da bir hayli tartışma yaratmış durumdadır. Nükleer silaha sahip olmak için zenginleştirilmiş uranyumun gerekliliğiyle tam da zenginleştirme maddesinin uranyumun geliştirilmesi için mutabakat belgesine eklenmesi,
Japon muhalefet partileri tarafından önemli bir sorun olarak görülmektedir. Ama nihai kararı verecek olan Japonya meclisidir. Büyük olasılıkla da bu maddenin içerdiği karşılık, mutabakatı sıkıntıya sokacak bir açmaz olacaktır. Nükleer tesisin en az bir reaktörünün 2023 de işletilmesi mutabakat metninin hedefidir. Bunun için de olası zaman kaybının istenilen zamanda teslim edilmeyi engelleyeceği üzerinden bir basınç oluşturulmak istenmektedir. Yani ihalenin yeniden müzakere edilmesi kapalı olarak ima edilmektedir. Ayrıca nükleer tesislerin en önemli güçleri arasında bulunan Fransa’nın bu süreçte Türkiye’ye yapacağı cumhurbaşkanı düzeyindeki çıkarmanın doğal konusu olarak Sinop’taki nükleer tesisin geleceği üzerine olacağı kesin gibidir. Diğer bir önemli mesele Marmaray projesini yapan Japon şirketlerinin belirli bir iş etkinliğini artırdığı dönemde AKP’nin siyasal bir kriz sürecinde olması ve Türk devlet krizinin nasıl sonuçlanacağının belirsizliğinin vermiş olduğu rahatsızlığın giderilme hamlesi olarak da görülmelidir. Bu anlamda 3. Havaalanı ihalesinde rant elde etmiş olan Japon şirketleri bir tedirginlik yaşamaktadır. Özellikle nükleer santral ve
tank motor projesinde üretim ortaklığı ve bilim sanayi üniversitesinin yanı sıra 3. Havaalanının ihalesininde bir sorun olmayacağına dair de bir nevi kapsamlı bir teminat vermiş olmaktadır. Diğer yanıyla da bu aynı zamanda kısa vadeli bir erk sahibi olmadığını ve uzun vadeli erk olarak bir algı yaratmaya da yaramaktadır. Yine Tayip Erdoğan’ın Singapur ve Malezya gezilerinde ticaret ve ekonomik işbirliği, uluslararası sermayenin transit üsleri durumunda olan bu ülkelerin ticaret hacimlerini geliştirecek ve mal akışının yeni araçlarla geliştirilmesi için bir dizi anlaşmalar gerçekleştirildi. Bu bağlamda Singapur ve Türk devletinin hava yolları seferlerinin artırılması insan ve mal sürkülasyonunun derinleştirilmesidir. Türk devleti, Asya, Güney Asya ve Asya Pasifik alanlarına mal ve sermaye hareketinin bir alternatif geçiş alanı olmak isterken özellikle Singapur’un da Avrupa’yla bağlarını güçlendirmesiyle mal ve sermayeden pay alma istemi, ilişkiyi her iki kesim için rasyonel kılmaktadır. Türk devleti ile Singapur arasında görüşmelere başlanan serbest ticaret anlaşması tam da bu mantığın doğal aşamasıdır. Dünyanın emperyalist çok uluslu tekelleri
sermayelerinin her tür ölçeğini ve alanını geliştirenin, dolaşım sistemi ve tedarik mekanizmalarıyla derin bir sömürgecilik olgusunun örülmesinin dönemsel karşılıklarından biri de serbest ticaret antlaşmalarıdır. Bu bağlamda serbest ticaret anlaşmasının müzakere edilmesi uluslararası tekeller ve eklemlerinin, mal ve sermaye döngüsünü hızlandırma ve daha büyük sermayenin hızlı dolaşımından ek karları yükseltme açısından önemli bir yer tuttuğu gerçekliği bulunmaktadır.
Malezya sermayesinin Türkiye Kuzey Kürdistan’da finans, sağlık ve sivil havacılık alanında yatırımları bulunmaktadır Yine Türk devletinin Malezya’yla ticaret ve yatırım anlaşmalarıyla 5 yılda 5 milyar dolar ticaret hedefi üzerine bina edilmektedir. Hali hazırda Malezya sermayesi veya uluslararası bazı tekellerin ortak olduğu Malezya sermayesi, Türkiye Kuzey Kürdistan’da finans, sağlık ve sivil havacılık alanında yatırımları bulunmaktadır. Ayrıca 3. Havaalanında hisse gücüne sahip olan Malezya menşeili şirketlerin sermaye artırımına gitme yönelimi de bulunmaktadır.
dünya haber
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
15
gezisi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bu ziyaret esnasında sermayenin doğal anlayışına bağlı olarak görevini yerine getirmekle birlikte, son dönem krizine dair de bazı emareler ortaya koydu. Türk burjuva basınına yansıyan bu geziler sürecinde Tayyip’in Türkiye misyonuna yeni vurgusuydu. Burjuva basınında ‘Türkiye küresel ve bölgesel bir güç değil, böyle bir histerisi yoktur’ mealinde sarf ettiği sözlerle hizaya gelmeye bir meyil olarak ta işaret ederken, kapsamlı bir politika değişikliği anlamına gelmeyen bir rahatlama yaratma uğraşının ötesinde geçmeyen özelliğe sahiptir. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın efendileri için rahatsızlık yaratacak düzlemde söylemleri başka bir yan taşımaktadır. Bu bağlamda dünya barışı tehlikededir mealinde söylemleri de sürecin bütünlüğünde aktörlerin yönelimden rahatsız olduğunu ortaya koymaktadır. Malezya ve Singapur da bölge ve Ortadoğu’yla İslam dünyasının sorunlarının müzakere etme yönelimi nabız tutmak olarak anlaşılmalıdır. Bu bağlamda mevcut süreçte hareket alanının ölçeğini anlamak olarak değerlendirmek gerekiyor. Siyasal kriz yaşayan ve ekonomik krizin de birkaç ay içinde geleceği kahin olunmayacak kadar açık bir belirti olduğu Türkiye-Kuzey Kürdistan’da başbakanın bu gezilerinin özünde, gündemi genişletme, rahatlatma ve nefes alma ayrıca genel emperyalist kapitalist sistemin bir uzantısı olarak, sistemin bir akımı olarak görevini yerine getirdiği gerçekliği ile bütünsel olarak bakıldığında içerikte geniş istem ve hedeflerin birliği ve bölünmesi bulunmaktadır. Bir taraftan kapitalist emperyalist sermayenin bir akımı olarak tabiatına uygun pratik hedefsel yönelimleri içeriyor bu gezi, bir taraftan da olan süreçte vizyon kaybını engelleme ve alternatif güç olarak önde duran ve hiç kuşkusuz erken düşmeyi engelleyecek veya hamle etkinliğini çoğaltacak bir iç hedefsel yönelim bulunmaktadır. Çok uluslu tekellerin bu geziden farklı çıkar karşıtlıkları olsa da son kertede dünya emperyalist kapitalist sistemi açısından değerlendirildiğinde genel sistemin derinleştirilmesi ve büyük sömürü zincirinin kuvvetlendirilmesinde belirli bir değeri bulunmaktadır. Son söz olarak söylenebilinecek ana fikir olarak erk olma düzleminde orta vadede gidici gözüken Tayyip Erdoğan AKP’si emperyalist kapitalist sistemin bir uşağı olarak vazifesini şimdilik devam ettiriyor.
Hamburg’da halk Rote Flora için ayaklandı Hamburg’da Rote Flora adlı alternatif sol kültür derneğinin kapatılmak istenmesi üzerine polis ve kitle arasında yoğun çatışmalar yaşandı. Günlerce süren eylemlerde ve çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı, çok sayıda kişi ise gözaltına alındı Almanya’nın Hamburg kentinde 21 Aralık günü ”Rote Flora” adlı kültür merkezinin kapatılmasına tepki olarak antifaşist, otonom ve sol gruplar tarafından düzenlenen yürüyüşte polis eylemcilere saldırdı. Saldırılarda 500′e yakın eylemci yaralanırken, 120 polisin de yaralandığı öne sürüldü. 2001 yılında Hamburg Belediyesi tarafından çok uluslu büyük bir şirkete satılan ancak belediye ve şirket arasında arazi üzerinde yaşanan anlaşmazlık sebebiyle kültür derneği bugüne kadar varlığını korudu. Rote Flora’yı şirketten kiralayan emlak şirketinin altı katlı yeni bir kültür merkezi yapılacağı gerekçesiyle binanın en son olarak 20 Aralık tarihine kadar boşaltılmak zorunda olduğunu duyurulması üzerine 21 Aralık günü çeşitli sol çevrelerden 10 bine yakın kişi bir araya geldi. Yürüyüş henüz başlamadan, polis yürüyüşü engellemek için yoğun şiddet uygulayarak kitleye saldırdı. Özellikle sol militan kesimler halka yönelen şiddete karşı güçlü bir direniş gösterdi. Şiddetli çatışmaların ve direnişin Hamburg’un geneline yayılmasıyla birlikte polis, Davidwache Karakolu’na sol gruplar tarafından saldırı yapıldığını ve 3 polisin yaralandığını iddia ederek baskıları yoğunlaştırmaya başladı.
lerce kişi keyfi olarak kimlik kontrolünden geçirildi, onlarca kişiye de bölgeye giriş yasağı konuldu. Polis bu kişilerin üzerinde maytap, kar maskesi ve demir sopalar gibi aletlerin bulunduğunu öne sürse de aramalarda bir kişinin üzerinde bulunan tuvalet fırçası eylemlerin sembolü oldu. Polis şiddeti ve baskı uygulamalarına karşı birçok eylem gerçekleştirildi. Hamburg Polis Teşkilatı olayların yatışmaya başladığını belirterek 9 Ocak günü, “tehlikeli bölge” uygulamasının daraltılarak devam edeceğini duyurdu. Karakollara saldırı yapılabileceğini öne süren polis, bu sebeple karakol önlerinde ‘özel donanımlı‘ polis ekiplerini bekletiyor, akşam saatlerinde ise keyfi kontrollerini sürdürüyor. SPD üyesi Eyalet İçişleri Senatörü Michael Neumann tarafından parlementodan bir yetki alınmadan eyalet polisine verilen ek bir yetkiyle başlatılan “tehlikeli bölge” uygulaması, toplumun birçok kesiminden hiçbir yasal dayanağı olmadığı sebebiyle ciddi tepkiler alırken, polisin halka uyguladığı şiddeti meşru göstermek için gerçeğe dayanmayan bir karakol saldırısını gerekçe göstererek sol, otonom ve muhalif kesimleri sindirmek amacıyla böyle bir uygulamaya giriştiği yaygın bir kanı olarak ortaya çıkıyor.
Rote Flora nedir? Rote Flora, (kızıl flora) 1989’dan itibaren otonomlar tarafından işgal edilerek alternatif yaşam merkezi olarak kullanılan eski bir tiyatro binası. Genelde belediyelere ait olan bu tür kullanılmayan eski binaların çeşitli sol, otonom, anarşist ve antifaşist gruplar tarafından işgal edilerek alternatif kültür ve yaşam alanlarına dönüştürülmesi, Almanya’da 1970’li yıllardan beri süregelen bir durum. Bu merkeze benzer öneme sahip binalardan bir diğeri ise Berlin’de bulunan “Köpi işgal evi”.
Bazı semtler ‘tehlikeli bölge‘ ilan edildi
Eylemlerin çok yönlü dinamikleri
Yaşanan olaylar üzerine 4 Ocak‘ta göçmen ve yoksul kesimlerin yoğun olarak yaşadığı Altona, Saint Pauli ve Sternschanze semtlerinin bazı bölümleri ‘tehlikeli bölge‘ ilan edilerek buralara girişlere sınırlamalar konuldu. Bu bölgelere girmek isteyen yüz-
Bu gösterinin bu kadar geniş bir kesimi içinde barındırarak kısa süre içindeki gelişmelerle birlikte etkisini hissettirmesi üzerine, ülkemizdeki bazı sol kesimlerin, yaşananların “Gezi Ayaklanması” ile benzerlikler taşıdığı gibi yorumlara neden
oldu. Hamburg Almanya’nın 3 büyük kenti arasında bir liman ve sanayi kenti olarak işçi sınıfı, göçmen, mülteci ve muhalif kesimlerin yoğunlukta olduğu ve otonom grupların diğer yerlere göre görece güçlü olduğu bir kent. Bu bileşiminden kaynaklı olarak, toplumsal konulardaki kısıtlamalara ve baskılara yönelik daha geniş kesimler tarafından bir karşı koyuş dinamiğine sahip olan bir kent olarak dikkat çekiyor. Hamburg halkının önemli bir kesiminin Rote Flora için sol kesimlerle birlik olup ortak bir direniş sergilemesinin gerisinde çeşitli farklı yerel-toplumsal sebep ve dinamikler bulunuyor. Daha önceden kaderine terk edilen bu gibi binaların işgal edilerek toplumsal muhalefet kesimlerinin merkezleri haline gelmeleri devlet açısından gidişata bir müdahaleyi zorunlu kılıyor. Meselenin diğer önemli sebeplerinden biri ise, Avrupa’da son dönemlerde ülkemizde olduğu gibi, uygulamaya konan kentsel dönüşüm projeleri üzerinden ekonomik açıdan giderek önem kazanan bölgelerdeki yaşam alanlarının büyük paralarla zenginlere satılmasıyla yoksul, göçmen ve sol-muhalif kesimleri kentin dışına sürme politikasıdır. Halkın kendi yaşam alanlarına sahip çıkma refleksleriyle birlikte, yine neo liberal uygulamalara, ırkçılığa karşı yapılan gösterilerde polis tarafından uygulanan yoğun şiddetle toplumsal direncin yıkılmaya çalışılmasına olan itiraz da bu sebeplerden bir diğerini oluşturuyor. Yine 21 Aralık’taki eylemde öne çıkan ‘göçmen ve mültecilere özgür dolaşım hakkının verilmesi’ sloganı da önemli bir yerde duruyor. Afrika’nın değişik ülkelerinden İtalya’nın Lempedusa Adası üzerinden Hamburg’a gelen yaklaşık 300 mülteci aylardır hiçbir statüleri olmadan sokakta yaşamaya çalışıyor, kaçak olarak çok az ücretle ya da hiç ücret almadan çalıştırılıyorlardı. Mültecilerin sınırdışı edilmek istenmesinin ardından gösterdikleri direniş ve çeşitli sol çevrelerce de dayanışma ve sınır dışı edilmeleri engelleme eylemleri üzerine devlet farklı yıldırma politikalarına girişmişti.
16
dünya analiz
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Ortadoğu, Kürt ulusal Batı Kürdistan’da Kürt Ulusal Hareketi olarak PYD’nin emperyalist güdümlü muhalefetin içerisinde eriyen ve kendi kaderini tayin hakkını yok sayan hiçbir girişim ve yönelime girmeden, tamamen bağımsız ve özgür iradesiyle konferansa katılması doğru olandır Uluslararası emperyalist tekelci sermaye, içinden geçtiğimiz süreçte her zamankinden daha fazla merkezileşmiş ve derinleşmiştir. Sermayenin esneme özelliğinden ötürü bir yandan değişen ve gelişen yeni nesnel-objektif dünya gerçekliğine göre kendini-yeni duruma göre- yeniden yapılandırırken aynı paralelde daha ilk çıkışından bu yana-başından itibaren herhangi bir sınır, ulus, din vs tanımayan sermayenin yayılma özelliği- kabına sığdırılamayan niteliğinden dolayı dünyayı ve onun her bir ülke toplumsal sistemlerini de aynı şekilde bu yeni objektif koşullara-değişimlere ve tabii ki kendi bütünsel-kapsayıcı yeni yapılanmasına-konseptine uygun olarak yeniden yapılandırma-dizayn etme stratejik politikaları yürütmektedir. Bunda da epeyce başarılı olduğunu ifade etmek isteriz. Uluslararası emperyalist tekelci sermayenin ekonomik politikaları başta gelmek üzere bütün yönelimleri özel mülkiyet çıkarlarına uygun olarak ‘her şeyi nasıl daha fazla uygun hale getirerek sömürebilirim, hegemonya sistemimi nasıl daha fazla tahkim edebilir ve uzun erimli kılabilirim’ şeklindeki stratejik ve kapsamlı, teorik ve pratik politikalar içerisinde olduğunu belirtelim.
Enerji kaynakları ve sermaye Uluslararası tekelci sermayenin, mevcut konjonktürde daha fazla derinleşmiş merkezileşmesine uygun olarak dünya genelinde olduğu gibi kıtalar ve bölgeler, her ülke ve her bir yereldeki bütünsel stratejik ve kapsamlı politikaları söz konusudur. Ortadoğu’da bilindiği gibi bu merkezileşmiş sermayedarların, enerji kaynakları ihtiyacı olmak üzere iştahını kabartan ve stratejik önemi olan bir gerçekliğe sahiptir. Ve bunun için emperyalist bloklar Ortadoğu’da bölgesel savaş yürütmektedirler. Bu düzlemde özellikle İran ve Suriye olmak üzere gerici rejimlere hâkim olan Rus ve Çin emperyalist blokları ile Arabistan, Türkiye, Katar, Ürdün vd ülkelerdeki gerici rejimlere hâkim olan ABD ve AB emperyalist blokları arasında ekonomik çıkarlar başat gelmek koşuluyla stratejik politikaların düellosu da son hızıyla sürmektedir. Bu temelde denilebilir ki dünya genelinde temel çelişkiler içerisinde emperyalistler- ve tabii ki emperyalist bloklar- arasındaki
çelişkiler, Ortadoğu’da ve daha fazla öne çıkarak askeri savaş boyutunda Suriye somutunda kendini göstermekte ve yansıtmaktadır. Suriye’deki iç savaş kesinlikle emperyalistler arası çıkar çelişkilerinin ve rekabetin nesnel ve gerçek bir tablosunu sergilemektedir. Dünya halkları ve ezilen ulusların baş düşmanı niteliğini koruyan ABD emperyalizmiyle özellikle son yıllarda tek kutuplu durum yerine çok kutuplu emperyalist dünya gerçekliğiyle öne çıkan Rus emperyalizmi arasındaki ekonomik politik rekabetidir. Suriye’de yaşanan gelişmeler dersek hiç de yanılmamış oluruz. Ancak emperyalist stratejiler her bir anda ve süreçte, tamı tamına yürütülememektedir ve hesapladıkları gibi ve istedikleri düzeyde bire bir gelişmemektedir. Bu durum niyetlerinden bağımsız objektif dünya gerçekliği ve gelişmelerden kaynaklı olarak sübjektif niyetlerine rağmen böyledir. Hatırlanacağı gibi yakın tarihlerde Afganistan ve Irak işgalleriyle gelişip bugünlere kadar gelinen sürecin objektif ve sübjektif öğeleri başından itibaren başını ABD emperyalizminin çektiği Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) vb projeleri gibi ilk anda hesaplandığı gibi her şey gelişme göstermemiş ve emperyalistler bir nevi bataklığa da saplanmıştır. Nitekim denetim ve kontrol durumu sürdürülebilir bir içerikte yürümemektedir. Irak’ta içinden geçtiğimiz şimdiki gelişmeler de göstermektedir ki Ortadoğu, öyle kolay kontrol edilebilir bir bölge değildir. Zira dünya genelinde daha fazla merkezileşen emperyalist kapitalist sistemden tutalım da onların eski ve yeni çeşitli işbirlikçi gerici rejimleri, yarı-feodal ve kapitalist unsurlar, çeşitli mezheplerin ve çelişkilerinin oldukça yoğun olduğu bir bölgedir. Irak ve Suriye’deki mezhep çatışmaları, ulusal ve azınlıklar arası çelişkilerin varlığı ve yaşanan somut durumlar- gelişmeler de bunu ispatlamaktadır. Aslında başından itibaren eşitsizlikler ve zorunlu ittifakların sonucu olarak var olan geçici uzlaşmalar karşısında kısa süre önce Irak parlamentosunda ve ülkenin çeşitli bölgelerinde Şii ve Sünni çelişkileri ve silahlı çatışmaları daha fazla alevlenmiştir. Irak’taki Sünni-Şii çatışması örneği bile emperyalistlerin-özellikle ABD ve AB emperyalistlerinin evdeki hesabının çarşıya bire bir aynı şekilde uymadığı-uymayacağını göstermiştir. Buradan her şeyin karmaşık çelişkiler içerisinde değişme ve gelişme gösterdiğigöstereceği çıkarsamasını yapabiliriz. Komünistler de başta planladığı ve öngördüğü gibi planlamalar ve stratejilerine rağmen her bir tarihsel ve verili objektifnesnel gelişme koşullarına-süreçlerine uygun olarak planlamaları, program ve stratejilerini geliştirmek ve değişip gelişen her güncele uyarlamak zorundadır. Komünist bilimimizin bir dogma değil eylem kılavuzu olarak yaşayan canlı ruhu olan somut koşulların somut tahliline sürekli ihtiyaç vardır.
Rojava’da meşru ve demokratik bir özerk yönetim oluşturuldu İşte Ortadoğu ve Suriye özgülündeki somut- güncel verili koşullar ve gelişmeleri doğru tahlil ekseninde yukarıdaki vurguları yapmaktayız. Mevcut sürece kadar, Güney Kürdistan Kürtleri başta olmak üzere özellikle Batı Kürdistan’da Rojava’daki özerklik statüsü ve pek tabii ki Kuzey Kürdistan’daki ulusal kazanımlar da göstermiştir ki, dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğrayan ve her bir parçada da ulus devletçi-tekçi hegemonyaların inkar, imha ve asimilasyonlarına maruz kalan bütünsel kapsamda Kürt ulusu kendi tarihsel gelişme gerçekliğinde önemli bir dönemeçten geçmektedir. Emperyalistler arası çelişki ve onların yerli işbirlikçileri üzerinden yürütülen savaş sonucu ortaya çıkan çeşitli olanakları esasta nispeten iyi değerlendiren Kürt Ulusal Hareketi- PKK ve aynı paraleldeki bileşeni PYD- Batı Kürdistan’da Rojava Özerk Yönetimi’ni oluşturarak son derece meşru ve demokratik önemli bir mevzi elde etmiştir. Bu durumu, baştan itibaren emperyalistlerin planladığı ve öngördüğü bir gelişme olarak göremeyiz. Aksine hiç de uygun bulmadıkları ve başta planlamadıkları bir somut-özgün gelişme olarak görebiliriz. Bunun için El Nusra güçlerini Batı Kürdistan’a yöneltmişler ve saldırılar geliştirmişlerdir. Buradan da çok rahatlıkla ifade edebiliriz ki başını ABD ve AB emperyalist bloklarının çektiği emperyalist
devletlerin güdümünde Türk devleti, Katar, Arabistan vb bağlantılı El Nusra çetelerinin Kürt katliamları ve saldırıları, kesinlikle uluslararası emperyalist devletler ve sistemleri kumandalıdır. Yapılmak istenen tam da uluslararası emperyalist tekelci sermaye devletlerinin merkezileşmiş ve derinleşmiş stratejik politikalarına ikame etmektir. Başaramadıklarını ise hizaya getirmek ya da tasfiye ederek yok etmektir. Emperyalistler kendi güdümü dışında hiçbir güce esasta rıza göstermemekte ve onları yok saymaktadırlar. Bu noktada Batı Kürdistan’da El- Nusra çetelerinin vahşi saldırıları ve katliamları, kesinlikle emperyalistlerden-özellikle de ABD emperyalizminden- ve onların Türk devleti gibi stratejik uşaklarından ayrı düşünülemez ve ayrı ele alınamaz. Aksine tam da emperyalizm ve Türk devleti de dahil Arabistan vb komprador rejimlerin beslemesi ve yönlendirmesinin ürünüdürler. Ancak Batı Kürdistan’da başarılı olamamışlar ve Rojava özerk yönetiminin önüne geçememişlerdir. Bu çerçevede 22 Ocak 2014’de gerçekleşecek olan Cenevre 2 görüşmelerinde de kendi dışında bağımsız iradeleriyle ortaya çıkmış ve önlenemez bir statüko elde etmiş olan Batı Kürdistan’daki Rojava Özerk Yönetimi önderliğini elinde bulunduran PYD hareketini, Suriye’de açığa çıkan Esad gericiliği ve Rusya emperyalizmi karşısında yer alan ABD ve AB emperyalist güçleri güdümündeki muhalefetin içinde erimiş-bağımsız ve özgür
dünya analiz 17
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
sorunu ve Cenevre 2 onun bölgedeki uzantıları Türk devleti daha fazla söz sahibi olacaktır. Bu temelde Batı Kürdistan’da Kürt Ulusal Hareketi olarak PYD’nin emperyalist güdümlü muhalefetin içerisinde eriyen ve kendi kaderini tayin hakkını yok sayan hiçbir girişim ve yönelime girmeden tamamen bağımsız ve özgür iradesiyle konferansa katılması doğru olandır. Buradan hareketle de kendi bağımsızlık ve ayrı bir devlet kurma da dahil son derece demokratik ve meşru haklarından asla taviz vermemeli ve özyönetim hakkı olan kırmızı çizgisinden vazgeçmeden konferansa dahil olmalıdır. Diplomatik ve barışçıl görüşmeler ve müzakereler elbette ilkesel olarak reddedilmemeli ancak kendi kaderini tayin hakkından da asla vazgeçilmemelidir.
Kemalist hareket, Lozan ve Kürtler
iradesi yok sayılmış- bir güç olarak ancak görmek istemektedirler. Nitekim bu gelişmelerin öngünlerinde Türk devleti de geri durmamış, Rojava ile Ceylanpınar arasına duvar örmüş ve özellikle Diyarbakır’da ABD emperyalizmine bağımlı Barzani önderliğinde emperyalist patentli işbirlikçi güçlerin konseptine uydurmak için harekete geçmiştir. Barzani’nin başını çektiği KDP önderliğinde bir beyaz terbiye operasyonudur hayata geçirilmek istenen. Bu durum emperyalizmin, eşitsizlikler dünyası ve sistemine zorunlu olarak rıza göstermeye yönelik bir dayatma ve yönelimdir. Bu gerici entegrasyon ve terbiye politikaları asla kabul edilmemelidir. Gerek Batı Kürdistan’daki Kürt ulusal sorunu ve azınlıklar gerekse de diğer bütün meselelerde doğrudan kendi özgür iradeleriyle özyönetim mekanizmaları savunulmalıdır. Bu noktada her ezilen ve sömürülenin, dışlanarak ötekileştirilen ve yok sayılanların her bir kazanımı ve bu yönlü gelişimi karşısında onları ezenler tarafından da yeni hamleler geliştirdiklerini ve geliştireceğini hesaplamak durumundayız. Bu anlamda uluslararası emperyalist tekelci sermayenin dini imanı yok, ulus ve sınır tanımaz kapsayıcı gerçekliğinden kaynaklı olarak her ezilen ve sömürülenin geliştirdiği direnç, kazanım ve mevzilere karşı oldukça esnek ve çok yönlü politikalar geliştirdiğini ve bu yönelim içerisinde olduğunu vurgulamak isteriz. Özellikle Irak’ta başta planlanan ekonomik politika-
lar ve konseptlerin yeterince hayata geçirilememesi ve başarısızlıklardan kaynaklı, uluslararası emperyalist kumandalı Birleşmiş Milletler vb kurumlardaki bir türlü elde edilemeyen hamleler, emperyalistler ve bloklarını göreceli ve geçici olarak emperyalist efendilerin buldukları uzlaşma siyaseti gereği, Esad ile Suriye’deki muhalefetin uzlaştırılması, kimyasal silahların imhası vb kerhen yürütülen manevralarla 22 Ocak’ta Cenevre 2 Konferansı’na doğru bir sürece girmektedirler. Daha şimdiden vurgulamak isteriz ki bu, emperyalistler arası uzlaşma ve geçici ‘çözüm’ konferansıdır. Ve özneleri de tabii ki başını ABD ve Rusya emperyalistleri çekmek üzere emperyalistler, onların komprador tekelci devletleri konumundaki faşist Türk devleti, Suriye’deki Baas rejimi vd ile milliyetçi ve anti-demokratik gerici muhalif güçleri olacaktır. Bütün bu gelişmeler Ortadoğu ve bu çerçevedeki tüm ezilen ve sömürülenler başta da Kürt ulusu ve azınlık milliyetler, ezilen inançlar açısından yeni kuşatılmışlıklar, baskı ve sömürünün daha rahat ikame edilmesi anlamına gelecektir. Bu bilinçle Ortadoğu halkları ve Kürtler başta olmak üzere bütün ezilen ulus ve milliyetler, ezilen inançlar için yeni tehlikeler kapıdadır. Bir taraftan öteden beri ezilen Kürt ulusu ve azınlık milliyetleri yok sayan gerici Esad rejimi rahatlayacak, diğer taraftan emperyalist güdümlü antidemokratik gerici muhalefet güçleri etkinliğini arttıracak bir yandan da ABD ve
Unutulmamalı ki yaklaşık yüz yıl önce Lozan’da söz de ifade edilen-verilen vaatlerin hemen akabindeki tam aksi yöndeki ırkçıfaşist katliam ve asimilasyonlar karşısında uyanık olunmalıdır. 1921 Anayasası’nda Kemalist hareket, Kürtlere sözde özerklik vaat etmiştir. Aslında bu Kürtleri yanına alma kandırmacasıydı ve tam da öyle olduğu kısa bir süre sonra anlaşıldı. Nitekim 1924 Anayasası herkesi Türk ilan etti ve herkese Türk’e hizmet etme ‘hakkı’ verdi. Tarihte yaşanan tüm bu tecrübeler Anayasal demokrasi hayallerinin aldatıcı hukukunu da göstermektedir. Bu durum Cenevre 2 Konferansı’nda görüşülecek ve ortaya konulacak hususların da bire bir hayata geçirileceğinin kesin kanıtı olarak görülmemelidir. Burjuva demokrasisinin aldatıcı yönü yeterince görülmeli ve kavranmalıdır ki, hangi ulus, azınlık milliyet ya da inanç sistemine yönelik karar verilecekse kesinlikle onun öznesi olan kesimin doğrudan kendi kararıyla özgür bir şekilde iradesi yansımalıdır ki Cenevre 2’de bu durumun söz konusu olmayacağıolamayacağı bilinmek durumundadır. Ve yine, Cenevre 2 Konferansı’nda sadece Esad rejimine muhalif güçler boyutuylazira emperyalistler tarafından muhalefet olarak lanse edilen ve kabul gören antidemokratik ve çete niteliğindeki güçlerdir- değil aynı zamanda ulus, azınlıklar ve ezilen inançlar olarak her birinin son derece demokratik haklı ve meşru haklarının doğrudan yansıması gerekir ki bu da aynı şekilde mümkün görünmemektedir. Yani sadece Suriye’de yurttaş olarak bir hak-hukuk talebi değil ve buna sığdırılamayacak düzeyde tam da ayrı bir ulus, millet ve ezilen inançlar kapsamında tartışma götüremeyecek kendi kaderlerini tayini olarak demokratik hakları vardır. Bu tayin etme iradesine hiçbir şekilde saygısız davranılamayacağı ve bağımsız ulusal devletler de dahil dinsel, kültürel geri eksenlerde bile olsa bir ulusun iradesinin yok sayılamayacağı bilinmelidir. Bu çerçevede de Cenevre 2 Konferansı, bir aldatmaca ve
sözde demokratik özünde emperyalistler arası eşitliksizlikler sistemine entegrasyon konseptidir. Sözde demokratik genellemeler eksenindeki bütün yaklaşımlar, çizgiler, projeler ve yönelimlere kanılmamalıdır. Uluslararası emperyalist tekelci devletlerin daha fazla kar ve sömürü için yürütülen aldatıcı politikalar bugün de daha derinlikli ve sistematik bir şekilde kapsamlı olarak yürütülmektedir. Bireysel haklar, herkesin kendi diline ve dinineinancına sahip çıkılacağı yönlü argümanlar, her bireyin kendisini özgürce ifade edebileceği gibi vaatler ve söylemlerin aldatıcı özelliğine dikkat edilmelidir. Tarihsel gerçeklikler ve bugüne kadar ki bütün sömürü ve zulüm politikaları tecrübeleri göstermiştir ki ezilen ve sömürülenlere reva görülen tüm kötülüklerin kaynağı, emperyalist kapitalizm ve onun her bir ülkedeki işbirlikçi rejimleridir. Hepsi de demokrasi ve özgürlük, eşitlik ve adalet, medeniyet ve ilericilik adına tüm baskı, zulüm ve sömürü politikalarını gerçekleştirmişlerdir. ‘Demokratik açılım, Kürt açılımı, demokratikleşme paketi, çözüm projesi’ vb adlar altında yürütülen ve gerçekleştirilen politikaların topu, tekçi Sünni-Türk İslam eksenli projelerdir ve kesinlikle eşitsizlikler içermektedir. Bu bilinçle, burjuva medeniyetçi ve sözde ilerici paradigmalara karşı kesinlikle mücadele edilmelidir. Özü anti-demokratik olan eşitsizliklere, tuzaklara ve tehlikelere karşı uyanık olunmalıdır. Emperyalistler, değişen ve gelişen koşulları da dikkate alarak yeni oyunlar peşinde, askeri ve başkaca tehlikeli hazırlıklar içerisindedir. Emperyalistlerin bütün aldatma ve yanılsamalarına karşı hazırlıklı olunmalıdır. Bu bilinçle ideolojik, politik, askeri, örgütsel tasfiye için psikolojik-soğuk savaşı şimdi daha derinlikli- stratejik ve çok yönlü olarak yürütmektedirler. Böl, parçala ve yönet politikaları içerisinden geçtiğimiz nesnel süreçte daha sinsi olarak hayata geçirilmektedir. Bütün emperyalist ve onların yerli işbirlikçileri ve gerici sözde çözüm projelerine karşı; Bütün milletlerin ve dillerin tam hak eşitliği, hiçbir zorunlu resmi dil tanınmaması, halklara bütün yerli dillerin öğretildiği, devletlerin anayasasının herhangi bir milletin herhangi bir imtiyaza sahip olmasını, milli azınlıkların haklarına tecavüzü kesinlikle yasaklayacağı, her ulusa ve azınlık milliyete kendi kaderini tayin etme hakkının tanınacağı, bütün bunların gerçekleşmesi için bütün uluslara bölgesel özerklik, azınlık milliyetlere ise özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendini yönetim sistemi oluşturulacağı, bu özerk ve kendi kendilerini yöneten bölgelerin sınırlarının ekonomik ve sosyal şartlar, nüfusun milli bileşimi vb. temeli üzerinde bizzat yerel nüfus tarafından tayin edileceği perspektifiyle hareket edelim, direnişi sürdürelim ve mücadelemizi yükseltelim.
18
güncel
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Komprador tekelci burjuva klikler Sistem kriz ve yapılanma sürecinde burjuva sınıfı hep çıkarlarını temel alır, tüm meseleleri çıkarlarına koşut olarak ele almasından dolayı pragmatist bir anlayışa sahiptir İçinde geçtiğimiz zaman diliminde siyaset alanında yeni tartışmalar ve politik belirlemeler artarak devam etmektedir. Cemaat ve AKP arasında yaşanan iktidar hakimiyeti çatışmasıyla koalisyonun parçalanma sürecine girmesi haliyle bilinmeyen gerçekleri bilinebilir bir vaziyete getirdi. Başka bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sınıf karakterinin öz karakteristik sonuçları, düzen güçlerinin nispeten sağlamış olduğu anlaşmadan dolayı geniş kesimler olarak halk kitlelerine yansımaz. Süreksizlik içerisinde sürekli olanın dengesini yitirmesi veya yitirme sürecine girmesiyle burjuva sınıfının doğal karakterinin sonucu olan, halkın yararına olmayan birçok uygulamanın da ortaya çıkmasına yol açar. Birbirlerini devirmek ve geniş kitlelerden destek almak için başvurulan bu yöntem kapitalist sistemi ve onun egemeni olan bütünsel olarak burjuva sınıfını, özgül olarak da burjuva kliklerin niteliğinin halk kitleleri tarafından çıplak bir biçimde anlaşılmasına kolaylaştırır. Yeni denge ilişkilerin oluşması birçok politik öznenin tutum pratik ve teorik çözümlemeleri ve kitlelerin bunların etrafında dağılıp yeni biçimlerde toplanmasıyla oluşur. Bu bağlamda kolay geçişli ve yeni dengede mat durağan bir karakter taşımaz. Burjuva politik güçlerin kendi aralarında ve halk saflarındaki politik öznelerle mücadelesinin ve dünyadaki, emperyalist kapitalist güçler ve dünya halklarının meşru direniş mevzilerinin gücünün toplamının yol açtığı dinamik bir ontolojik gerçeğin içerisinden dengeler oluşur, bozulur. Yine klik güçlerinin iktidar aracında etkinliği derinleştirme hareketleri yeni bazı tartışmalarında kitlelerin gündemine gelmesine vesile olmaktadır. Böylece teorik çerçeveler ile gerçekler arasında yeni bir uyum için çözümlemelerin genişletilmesi ve derinleştirilmesini gerekli kılar. Gerçeğin devrimci projeye dönüştürülmesi, sözü ve eylemi daha genişletilmiş bir düzeye eriştirmeyi gerekli kılmaktadır. Mevcut süreçte yapılan tartışma, tanım ve belirlemelerin gerçek mahiyeti önemli derece sorunlar içermektedir. Bu bağlamda devlet içinde devlet organizasyonu veya gizli güçler, derin devlet söylencelerine bu dönem bir de paralel devlet söylemi eklendi. Derin devlet veya devletin içindeki gizli güçler söylemi Türkiye Kuzey Kürdistan’da devleti aklamanın ötesine geçmeyen bir çerçevede kaldı.
Katliamları gerçekleştirenlere yaptırım uygulanmamaktadır Gerçekliği çok açık olarak biliyoruz ki, TC devleti katliamcı kimliğiyle belirli bir üne sahip olan faşist bir devlettir. Bu devletin
katliamlarda sınır tanımadığı hem geçmişindeki vakalarda hem de içinde bulunduğumuz günümüz zamanlarında yaptıklarıyla ortadadır. Bir Roboski, Gezi, Gever bu duruma bugün açısından örnektir. Bu katliamların halk güçlerinin direniş hattını geliştirmeleriyle beraber belirli düzeyde ve genel anlamda gündeme geldiği ama sonuç alınamadığı ortadadır. Nitekim bu öyle bir hal almaktadır ki, çok açık durumlara rağmen fiili olarak olay ve katliamların bilinen kişilerine dair bir yaptırım bile gerçekleşmemektedir. Kapitalist sistem ve egemen burjuva sınıfı tarihsel zaman diliminde dönem, dönem bu katliamların kitlelerin gözünde teşhir olmasından dolayı, toplumsal rıza lığı engelleyen bir düzeye yükselmesi ile beraber çeşitli biçimlerde katliamların binde birine dair belirli söylemlerde bulunmaktadır. Ama bu katliamların veya faşizan uygulamaların gerçek nedenlerine dair bir söz söyleyememektedir. Söyleyemez çünkü bu tabiatına uygun değil başvuracağı şeylerin temellerine dair bir yüzleşme sürecini beklemiyoruz. Bekleyenler her şeyi saf ele alan kimselerdir. Sınıf karakterin doğasının dışında bir beklentiye girmek yanılgılara vesile olup, taktik durumlarda bazen yanlış pozisyonlarda durmaya yol açmaktadır. Bu ancak ve ancak geniş ezilen halk kitleleri ve emekçi sınıfların yükseltecekleri devrimci mücadeleyle eylem ve kavrayışla, hakkaniyetli ve gerçek bir yüzleşme ve hesaplaşmayı sağlayacaktır. Evet, kuşkusuz ki, iki sınıf arasında ve ezenler ile ezilenler arasında helalleşmek hesaplaşmaktan bağımsız değil ve olmayacaktır. Bunu da öncü güçlerin birleşik hareketi ile kitlelerin birleşik devrimci eylemleri sağlayacaktır. Sistem kriz ve yapılanma sürecinde burjuva sınıfı hep çıkarlarını temel alır, tüm meseleleri çıkarlarına koşut olarak ele almasından dolayı pragmatist bir anlayışa sahiptir, yeni yapılandırma dönemleri ve sistemin yürümediği açık olan zaman şartlarında ve güç eğrisini kendinden yana çevirmek isteyen hakim sınıf güçlerinin politikalarında demokrasicilik ve katliamcılığa dair belirli atıflar ortaya sürülür. Tıpkı AKP iktidarının Dersim Katliamı’ndan bahsetmesi gibi, temel mesele devletin Kemalist damarının Dersim Katliamı’nda rolüne vurgu yapılarak CHP’yi geriletmek istemidir. Nitekim bunun ötesine giden bir durum söz konusu değil, yani mesele gerçek anlamda bir Dersim Katliamı’nın nedenlerini açığa çıkarmak değildir. Yüz binlerce Dersimlinin, Dersim Katliamı’nın uygulayıcısı olan faşist TC devletiyle ahlaken ve siyaseten mesafeli olmasını, sadece dönemin burjuva feodal sınıflarının egemen kliği olan CHP’nin uygulamasına sıkıştırılmak istenmektedir. AKP CHP’yi geriletip kendinide demokrat sosuyla tanıtma ve zihinlere işleme derdindedir. Dersimlilerin Seyitlerinin mezarlarını isterken iktidar olan AKP’den bu en basit talebe bile cevap yok. Çünkü temel mesele bu değil, onlar böyle bir durumu
dahi kabul edemeyecek kadar faşist oldukları gerçeğini ortaya koymaktadırlar. Yüz binlerce Dersimlinin AKP’den de CHP’den de bir beklentisi yoktur. Burjuvazinin iki kliğinin de niteliğinin ne olduğunun Dersimliler gayet iyi farkındadırlar. Dersim’de, devrimci demokratik mücadelenin önemli bir kitle gücünün olduğu, gerçeği fazlasıyla ortaya koyuyor.
90 konsepti neydi? Her dönem sistem krizi devlet içine yuvalanmış birkaç kötü çeteye veya birkaç kötü kişinin marifeti olarak manipüle edilerek, geçmiş bütün baskılar, zulüm ve katliamlar, birden üzerinden atılmaya çalışılmıştır. 90 konsepti neydi? Devletin tepesi olarak söylenen Demirel, Çiller, Mehmet Ağar, Doğan Güreş basit dörtlü çete midir? Susurluk kazasında siyaset – mafya –polis bir avuç çete olarak kitlelere gösterilmeye çalışıldı. AKP koalisyon ittifakı ile Kemalistler arasında mücadele sonucunda Kemalistlerin elinden iktidar alınınca, bu defa bütün her şey Kemalistlerle açıklandı. Evet, Kemalizm faşizmdir. Ama bu yeni gelenin niteliğini demokrat kılmaz. Liberaller ile beraber Kemalist faşist kliği, AKP ittifakı bombaladı. Nihayetinde tarihin yükü üzerinden atılarak ileri demokrasi politik teorisi siyaset terminolojisine dahil edildi. Balyoz, Ergenekon klik tasfiyesiydi. AKP ittifakı iktidar olmak için iktidarı elinde bulunduran Kemalistlere yaptığı tasfiye operasyonudur. Kendi iktidarını sağlama alma ve pastanın egemen sahibi olmanın ötesinde bir anlamı yok,
AKP kendine yöneleni tehdit olarak devirmiştir. Nitekim anlaştığında gördük ki, Hakkari (Colamerg)’de bombacı katliamcıları iyi çocuklar olarak takdim ettiğinde Yaşar Büyükanıt soruşturma ortadan kalktı. Yoksa gerçekten darbelerin veya JİTEM ’in açığa çıkarılması değildir. Komünizme karşı mücadelede kullanılanlar darbelerin kucağında büyüyüp palazlananlar özüne tezat davranmaz. Nitekim TSK önce hedef olduktan hemen sonra ele geçirilince veya hizaya çekilince bu defa orduya güzellemeler dizilmeye başlandı. Gerçek bu kadar çıplaktır. Yaşadık ve gördük ki, AKP iktidarı ülke içerisinde devrimci savaş güçlerine karşı katliam pratiklerine girişmenin ötesinde bir durumdadır. Yaşadık ve gördük F tipi hapishanelerde baskı ve zulmü, Roboski’yi, Gezi’yi, Paris’te 3 kadın politik devrimcinin katledilmesini, Hrant Dink Katliamı’nı, Gever’i, Amed’de kadın çocuk demeden gereğini yaptıran katliamcılığını tarih yazdı. Ki, sıfır sorunlu dış politika yönelimin nerede halkların mevcut gerici iktidarlara karşı direnişi varsa emperyalist efendileriyle orada uşak güçleri destekleyerek yüz binlerce insanın ölümündeki paylarını, sınırların ve tırların ne anlamına geldiğini yaşadık ve gördük. Yasal düzenlemelerle emekçi sınıfların nasıl bir açmaza sürüklediklerini, tekellere ise ne kadar devasa karlık alanları açıp garantilediklerini. Temel mesele nedir sorusuna doğru cevap vermek gerekiyor. Mesele derin devlet veya devletin içine sızıp güç odağı haline
güncel
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
19
ve ‘Paralel devletçilik’ üzerine! mücadeleyi açığa çıkarıp yeni dengelerin oluşmasına vesile olur.
Devletin politik siyasal yönelimini kliklerin varlığı belirler
gelmiş kontrol dışına çıkmış, çeteler midir? Veya bugün söylem olarak dillere dolanan ‘paralel devlet’ nedir. Burjuva sınıfı çeşitli çıkar ve hedefler ve akımlardan oluşmaktadır. Bu gerçeğin kendisine klikler demek daha uygun olacaktır. Burjuva sınıfının klikleri genel burjuva sınıf temelli çıkar ideolojisinde akımlar olarak bölünür. Kemalistler ulusalcılar aynı temellerin üzerinde yükselen ayrı gruplardır. Türkçü ideolojik burjuva klik, milliyetçi hareketler olarak toplanır. İslamcı hareketlerde Türk-İslam Sünni sentezciler ve İslamcılar olarak milli görüşçülerle, çeşitli cemaat ve tarikatlar olarak bölünmüştür. Yine Avrupa merkezli ideolojik burjuva form olarak liberaller başka bir kliği temsil eder. Aynı zamanda bu kliklere ağırlık dağılımı farklı olan Kürt işbirlikçi burjuva feodal güçlerde dahildir. Veya çeşitli azınlıkların üst sınıfsal kesimleri de dahildir. Bu kliklerin hepsi de uluslararası emperyalist kapitalist sistemle ve bu bağlamdaki çeşitli ülkelerle ve bu ülkelerin çeşitli emperyalist kapitalist burjuva kanatlarıyla ilişkilidirler. Her tarihsel siyasal konjonktüre göre dünya genelinde hakim güçler ve kliklerin egemenlik değişiklikleri veya tarihsel politika değişiklikleri, bu kliklerin kimisini iktidardan alır, kimisini ise ana iktidar gücü haline dönüştür. Buna göre politik partiler ya merkez parti olarak koalisyon temelinde oluşur veya dönem gerekliliği olarak kliklerin siyaset alanında icracı olan politik partilerinin koalisyon hükümetleri temelinde
ittifakları oluşur. Bu anlamda devlete egemen olan burjuva sınıfının hangi gücü hangi biçimde olursa olsun tek başına bütün egemen iktidar temsili olan devlete hakim olduğu anlamına gelmez. Oran güçleri ve siyasal etkinlik ve kabiliyetleri farklı olmakla beraber her klik bütün alanlarda olmasa bile önemli bir çoğunluğunda ve temel kurumlarda bir güce sahiptir. Bunun için sistem olarak bir bütün biçiminde ele aldığımız kapitalist model, kendi içerisinde klikler savaşının ve paylaşımının olduğu bir burjuva modeldir. Tarihte tek partili bürokratik merkezci dönemde esasen bu durum hem parti içerisinde bir yer edinme hem de devlet kurumları ve araçlarında bir yer edinme olarak siyasal alanda yer bulmuştur. Bu anlamda burjuva sınıf güçleri olarak var olması kaçınılmaz olan kliklerin hepsi doğal anlamda bir burjuva devletin birden fazla alt devletçikleridir. Temel mesele tüm hukuk ve işleyiş belirliliği içerisinde hareket ettirecek kural ve düzen ilişkileri tanzim edilmiştir. Belirli iç krizler toplumsal hareketin gelişim düzeyi, durumun yönü ve emperyalist kapitalist sistemin birikim modelleri ve yeni politik stratejik yönelimleri ve gelecek tasavvurları ile kriz durumları yani dünya dengelerindeki her oynama ki, diyalektik olarak sürekliliğin içerisinde sürelilik yani dengesizliğin içinde dengeden dolayı bu mücadele her daim devam ederek yapısal veya belirli düzlemi içeren kısmi değişiklikleri içeren bir dizi adım ve
Bu anlamda genel sistem içerisinde sürekli güç odakları vardır. Buna paralel yapılanma deniliyorsa bu zaten var. Yine genel kriz dönemlerinde bu güç odakları iktidarın ana belirleyeni olmak için elindeki güç ve bilgiyle beraber bir dizi operasyon birbirlerine yaparlar. Ve bu esnada kitlelerin desteğini de alarak en azından daha fazla bir sömürü payı kapmaya çalışırlar. Sermayenin sürekli kendisini merkezileştirme teorisinin siyaset alanında farklı bir karşılığıdır bu durum. Ana kriz durumu dışında egemen gücü temsil eden güç veya güçler koalisyonu hakimiyeti genel olarak sağladıklarından dolayı kendisini zora sokacak eğilim ve politikaları frenler veya bastırır. İktidar alanına oturmuş ve kapitalist sistemi genel anlamda yürüten güç icracı olarak dönemin bütün karar ve politikalarının yaratıcısı ve uygulayıcısı olarak esas sorumludur. Pratik olarak denetim elindedir ve o dizayn programını yürütür. İşte bundan dolayı gerçek şunu göstermektedir ki, burjuva devlet kliklerinin belirli politikayı ehvenişer kabulü veya reddine rağmen egemenlik ana güçtedir. Bu anlamıyla embriyo olarak yeni devlet politik siyasal yönelimi her zaman bu kliklerin varlığından dolayı vardır. Ama bunlar ana hakimiyeti sistemin derin kriz sürecinin dışında belirleyici düzlemde bozamazlar. Tabii ki tek tek meseleler de böyle bir durum gerçekleşmez bağlamında söylemiyoruz. Buna paralel devlet demekten ziyade embriyo düzlemde yeni devletsel temel diye biliriz. Diğer anlamda devlet denildiğinde genel olarak bu burjuva sınıfın oranları ve etkinlikleri farklı olsa da bütün klikleri demek ve varlığı direkt bu güçlerin egemenliği anlamına gelir. Öte yandan hakim iktidar kliği ve koalisyonun partisel veya hükümetsel biçimi dönem dönem ekonomik politik tıkanıklarına göre politika değişikliğine başvurur. Karşıt güçlerin yani halk kitlelerin direniş hattının kabiliyetine göre bu değişiklikler esasta oluşur. Veya emperyalist kapitalist birikim modelli ve sorun tiplerinin değişimi ve öncelik değişimi vb. meselelerinden kaynaklanır. Bunun için haliyle dönemin sert otoriter faşizan her türlü yöntemi daha cilanmış daha örtük biçimlerin öne alındığı bir duruma dönüşebilir. Veya teşhir olmuşluk böyle tipten söylemsel değişikliklere dönüşebilir. Her halükarda bunun anlamı iç çetecilik değil, hedefin gerçekleştirilmesi için araç söylem değişikliği veya bir boşa çıkarıcı yarı taktiksel adım olarak anlaşılmalıdır.
Kliklerin devletin çeşitli kademelerinde gücü bulunmaktadır Bundan dolayı ne doksanların 4 çetesi olan Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Doğan Güreş, ne siyaset- mafya polis, ne MGK-ne özel harp ve JİTEM ne
ordu ne de bugünün yargı- polis cemaat bu gerçeğin dışında değildir. Her klik gücünün de burjuva devleti olan TC’nin bütün alanlarında güçleri bulunmaktadır. Sadece genel egemenliğin bir klik veya klikler ittifakının elinde olması diğerlerinin de hareket serbestliğini daraltmaktadır. Örneğin hepsi de hakim olduğu alanlarda kendi güç ve sermayelerine yönelik adımlar atmaktadır. Ellerindeki belediyeler ve devlet kurumlarında kendilerine doğru yontmaktadırlar. Bu burjuva sınıfının bütün kliklerin temeli olan mülkçü sınıf olmasının yarattığı bir sonuçtur. Mülkçü olan sınıf daha fazlası için daha çok egemenlik ele geçirmelidir. Doğasıyla kendini merkeze alması, kliklerin kaçınılmaz bir durumudur. Yargının farklı dairelerinde, polis ve ordunun farklı büro ve kollarında farklı ölçekte hep kliklerin bu varlığı bulunmaktadır. Bu anlamda burjuva hukukun, burjuvaziden başkasına dönemsel anlamda düzenlemelerinde esasta bu sınıfın hakim kliklerinden başkasına bir yararı yoktur. Her düzenlemenin temel hedefi halkı baskı altına almaktır. Devletin bütün araç ve kurumları bu gerçeği hayata geçirmek için vardır. İkinci olarak bunu yaparken icracı olarak bunları uygulayıp en büyük payı kapma mücadelesi söz konusudur. Bunun için açık ve yalın bir gerçek sürekli çeşitli biçimler altında ortaya çıkmaktadır. Bu gerçeğin biçimlerine rağmen özü aynıdır. Kapitalist sistemin ve onun devlet biçimlerinin halk kitlelere karşıt olan karakteridir. Bugün hiçbir burjuva kliğe ehvenişer olarak bakılamaz, böyle arayışa sürüklenenler tarihe, kitlelere karşı sorumluluk adı altında sorumsuzluk yapmaktadır. Kitlelere gerekli olan reforme edilmiş bir burjuva devlet aygıtı ve onun bütün gözden geçirilmiş kurum ve anlayışı değil, kitlelere gerçekten gerekli olan her türlü biçim altındaki burjuva devlet aygıtının paramparça edilmesidir. Halk kitlelerine gerekli olan halk komün ve meclisleri ve konseyleri temelinin üzerine yükselmiş yeni adaletin halkın çıkarlarını merkez edinerek ve halkın direkt katılımını sağlayacak temelde düzenlenmiş, daimi bürokrasinin lav edildiği halk silahlanmasını merkeze alan ve daimi ordu- polis ve istihbarat örgütlerinin lav edildiği, bölgesel ve kendi kendini öz yönetim ile çeşitli toplumsal ulusal grup ve milliyetin haklarının garanti altına alındığı, üretim araçlarının toplumun ortak mülkiyetinde olduğu ve dünyada var olan sınıf farklıkları- sınıf farklılıklarından kaynaklı ayrılıkları-bunlardan kaynaklı fikirlerin– davranışlarını ortadan kaldıracak çok çeşitli ve çok katmanlı kültür devrimini rehber edinmiş devrimci sosyalist komünist projeyi yaşamsallaştırmaktır.
20
kültür sanat
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
‘Başlangıç’ belgeseline soruşturma açıldı AKP iktidarının Gezi Ayaklanması’na yönelik saldırıları devam ederken, direnişin anlatıldığı Başlangıç belgeselinin yönetmeni Serkan Koç’a, “Başbakan’a hakaret ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddiasıyla soruşturma açıldı AKP iktidarının Gezi Ayaklanması’na yönelik saldırıları artarak devam ederken, direnişin anlatıldığı “Başlangıç” adlı belgesele soruşturma açıldı. Belgeselin yönetmeni Serkan Koç’a açılan soruşturmaya göre belgeselde “Başbakan’a hakaret ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik edildiği” iddia edildi. Koç, 2 Ocak günü sabah saatlerinde Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’ne gelerek soruşturmayı yürüten savcı Hasan Bölükbaşı’ya yaklaşık bir saat süren ifadesini verdi.
‘Gezi eylemlerini hiçbir yorum katmadan verdim’ Koç savcılıkta verdiği ifadede şunları
söyledi: “Gezi eylemleri olarak bilinen eylem ve olaylar sırasında yaşanan olayları tüm çıplaklığıyla kamuoyuna aktarmak amacıyla ‘Başlangıç’ isimli belgeseli hazırladım. Belgesel film izlendiği takdirde görülecektir. Kesinlikle herhangi bir yorum katmaksızın, yaşanan olayları aynı şekilde yayınladım. Herhangi bir kişiye veya kuruma yönelik hakaret amacıyla hareket etmedim. Tam aksine bu hususta aşırı dikkati ve özeni gösterdim. Belgeselde halkı kin ve düşmanlığa tahrik içeren bir söz ve beyan bulunmadığı gibi bu yönde hareket etmemiz de söz konusu değildir. Suçlamaları kabul etmiyorum” İfadesinin ardından adliye karşısında basın açıklaması yapan Koç, Başlangıç belgeselinin Gezi Ayaklanması’yla ilgili ülkemizde hazırlanan ilk ve tek belgesel olduğunu belirterek, belgeselin Ağustos ayında piyasaya çıkmasının ardından soruşturma başlatıldığını açıkladı. ‘Bu belgesel Başbakanın halkı kin
ve düşmanlığa teşvik ettiğinin belgesidir’ Soruşturmanın başlangıcına ilişkin bilgi veren Koç, “Bir yurttaş telefonla ihbarda bulunmuş. Başbakan’a hakaret içeriyor
diye. Hemen görev aşkıyla yanıp tutuşan polisler müdürlerimiz mağazaya koşup belgeseli izlemişler ve tutanak tutmuşlar. ‘Eylemciler slogan atıyor, duvarlara yazılar yazılıyor, hükümet aleyhine gösteriler yürüyor bu suçtur’ demişler. Savcıya şu savunmayı yaptık. Gezi olayları yaşanırken Recep Tayyip Erdoğan ‘Dolmabahçe Bezmi Alem Valide Sultan Camii ayakkabıyla girdiler, camide içki içtiler’ diye açıklama yaptı. Bizim belgeselimizin hemen girişinde Recep Tayyip Erdoğan’ın bu ses kaydı var. O caminin içinden orijinal görüntüler var. Kanıttır bu... Recep Tayyip Erdoğan çıktı dedi ki ‘Taksim’e bin iki bin kişiyi yürütmek mesele mi biz de çıkarız onların karşısına 5 bin 10 bin insanı çıkartırız karşısına.’ Kim çıktı işte o palalı insan bütün kamuoyu izledi. O pırıl pırıl insanların karşısına palalı insanları çıkarttılar. Savcıya söyledim. Bir belgeselle ilgili ‘Halkı kin ve düşmanlığa teşvik ettiği gerekçesiyle soruşturma başlatıyorsunuz. Bu belgesel Recep Tayyip Erdoğan’ın halkı kin ve düşmanlığa teşvik ettiğinin belgesidir. Suç duyurusunda bulunuyoruz. Biz değil, Recep Tayyip Erdoğan yargılanmalıdır.”
‘Bu belgesel diktatörlük anlayışından nasibini alan bir sanat eseridir’ “Bir film hükümeti kötü uygulamalarını teşhir ettiği için kötü şeyleri teşhir ettiği için suçlanabilir mi?” diyen Koç, “Bu belgeseli yasakladığınız zaman heykel yapan insanın heykelini kestiğiniz zaman, resim, müzik yapan insanı hapse attığınız zaman bu ülkede kim düşünecek? Sanat demek düşünmek demek. Bu belgesel de bu diktatörlük anlayışından nasibini alan bir sanat eseridir. Dava açılırsa kesinlikle kazanacağız. Böyle bir filme dava açılmasından utanç duyuyorum bir yönetmen olarak” sözleriyle tepkisi dile getirdi. Açılan bu soruşturmanın bir kez daha gösterdiği gibi AKP iktidarı kendisine biat eden bir anlayışı hakim kılmaya çalışmaktadır. Gezi Ayaklanması’na anlatan Başlangıç belgeseline soruşturma açtıran AKP iktidarı, yönetmen Koç’un yaşanan olayları objektif olarak yansıtmasını engellemeye çalışmakta ve direnişin gücü karşısındaki tedirginliğini göstermektedir
21 ‘Ayakkabı kutusuyla sahneye çıkmak suç değildir’
Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nca düzenlenen yılbaşı konserinde sahneye notaları koydukları ayakkabı kutularıyla çıktıkları için haklarında soruşturma başlatılan “Vokaliz” grubunun üyeleri, sahneye ayakkabı kutusuyla çık-
manın suç olmadığını açıkladı Haklarında açılan soruşturma sonrası kısa bir açıklama yapan grup, “Vokaliz olarak 27 ve 28 Aralık 2013 tarihlerinde orkestra şefi Orhun Orhon yönetiminde ADSO ile yılbaşı konserine solist sanatçı unvanıyla katıldık. Bu konserde ‘Vokaliz’ grubu olarak kendi inisiyatifimizle ADSO’nun bilgisi olmadan, ayakkabı kutularındaki notalarımızla sahneye çıktık.” Açıklamada Vokaliz grubu kendilerine yönelik açılan soruşturma belgesinin tebliğ edilmediğini belirterek, “Vokaliz grubunun müziğini halka ulaştırırken devlet eliyle sansürlenmesi ve halkla bağlarının koparılmaya çalışılmasının kabul edilemez” dedi.
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
İDO DAYI
Ş
ehir Terliyor. Güneş merdivenlere yapışmış. Merdivenlerde Kürtler, tuğla işçileri, betoncular, sıvacılar , lağımcılar, plastacılar, badanacılar... En üst merdivende İdo Dayı oturuyor . Küçük bir gövdenin çöküntüsünde, çöküntü bir kafa, tahta gibi yamyassı bir gövde ve fil hortumu bacaklar. Dikkatini, dil ile hayat arasındaki ilişkide, dilini hayatı anlamanın değil, yıldırmanın aracı haline getiren Meyro’ya takmış. Bakışları, kaldırımdan geçen duyarsız kalabalıklara, karnından konuşan ruhlara, boşluklara, belirsizliklere, karanlık noktalara yönelmiş. “Bu kadınları kim öldürdü Mükerrem Dayı? “ diye soruyor Yusuf. Düşünüyor seksenlik Mükerrem Dayı. Okuma yazması yok, ama sağduyusu güçlü. Konuşurken, karşı düşüncelere hem (önceden hazırlanmış) kendi savı, hem de karşı savların kalbiyle aynı anda bakıyor. Kadınları kim vurabilir? İhtimaller üzerinde duruyor. Arkalarında izsiz, manasız şimdiler bırakan örnekleri sıralıyor. Dönüyor, dolaşıyor, derin devlete bağlıyor. “Sen ne diyorsun İdo Dayı?” diye başını sağa çeviriyor Yusuf. “Sence kim öldürdü bu üç kadını?” Algı sınırında silinen kaygılardan, derin meraklardan, acıma hislerinden, intikam hırslarından bihaber bir iklimle bakınıyor İdo Dayı. Aklında, Mükerrem Dayı’nın sadece, diş etlerine kurşun gibi çarparak seken ıslığımsı harfler kalmış, Meyro’yu çağrıştıran harfler. “Ben sana söyledim Yusuf, bir daha söyleyeyim. O karıya telefon et, cüzdanımı göndersin. İçinde paralarım, kartlarım, rahmetli babamın resmi var. İnsan modaya uyar da elli yıllık kocasını bırakır Sidney’e gider mi? Kim alır onu o yaşta?” “Yahu İdo Dayı ben ne soruyorum, sen ne cevap veriyorsun?” diye çıkıştı Yusuf. “ Telefon edeceğim, dedim sana, niye anlamıyorsun. Biz buraya, oturma eylemine geldik, mateme geldik. Doğru mu senin özel meseleni dillendirmen, dayatman?” Söyleneni ve homurdanışları duymadı bile. Hiçbir insanı, onun özünü ve biçimini değiştirip kendisine uyarlamadan, kendi dünyasına kabul edecek durumda değildi. Omuzlarının arasında kafa yerine beyaz kıllarla kaplanmış güçlü bir iktidar taşıyordu. Saplantılarını, kuşku ve endişelerini alazlandıran sözcüklerden, “ben de varım,” fısıltılarından korktuğu için ses ve dil eriminin dışında kalmayı tercih ediyordu. Eskiden, üstünkörü
de olsa gülümsüyor, nesnelerin deliğinden neliğine bakabiliyordu; o bakışa da kapatmıştı artık iç gözünü. Kürtler, beş saat oturdular şehir merkezinin merdivenlerinde. Yusuf, yanı başında bulunan birkaç kişinin kafasını, katilleri açığa çıkarma konusunda haylice zorladı. Kendi sesini, titreşimlerin ruhundan doğan derin bir müzik gibi algıladığı için bol bol konuştu Mükerrem Dayı. İçkin çelişkiler yumağı, içinden çıkılmaz bir hal alınca, meydanda dolaşan güvercin, tedirgin adımlar ve arayışlarla geldi, gölgesine tünedi İdo Dayı’nın . Tüylerinde parke taşlarının alaşımı, yaralanmış bir ışık. Baktı, Meyro’nun entarisi canlandı gözlerinin önünde. Dayanamadı, “Bak Yusuf,” diye ayağa kalktı, “Senin hatırını kırmadım, bindim arabana buraya geldim. O karıya telefon et, paraları da istemiyorum, zehir zıkkım olsun, babamın resmini göndersin.” Sabahtan beridir İdo Dayı’ya sabreden tuğlacı Cebo ayağa kalktı birden. “Sen niye ayrı ses çıkarıyorsun İdo Dayı? Bu matemin manasını niye bozuyorsun? ” Elindeki ince kitabı açtı. “Bak, bu sayfalardaki bütün harfler, bu kitaba bağlıdır. Hepsinin sesinden uyum çıkmış, mana çıkmış, kitap güzelleşmiş. Sen niye ayrı ses çıkarıyorsun?” “Üzerime gelmeyin gardaşım yaa,” diye köpürdü. “Kitabınız sizin olsun. Ben ayrı bir kitabım.” “Lo boş verin, uğraşmaya değmez,” diye Mükerrem Dayı girdi araya. Cebo’nun elinden kitabı aldı, şöyle bir çevirip baktı, geri verdi. “Ben ömrü billah hiç kitap okumadım. Kitap ona derim ki bin sayfa olsun, içinden bir harfini çaldın mı manası bozulsun. Dünyada var mı öyle bir kitap? Yok. Olsa zaten ben okurdum. ” Meydanı hızla terk eden İdo Dayı’nın arkasından gülümseyerek baktı. “Uğraşmayın, bırakın gitsin. Bunun babası da böyleydi. Rahmetli senelerce düşündü, insanlara baktı, ‘bunlar kimin için yaratıldı,’ diye sorup durdu. Sonunda herkesin kendisi için yaratıldığı zehabına kapılınca rahatladı. Sonra ne olduysa bu sefer de kafayı, kendisinin niçin yaratıldığına taktı. Deli bir atı vardı. Yağmurlu bir gün, şimşek çaktı, atından kıçüstü düştü, rahatladı. Aradan beş altı sene geçti, bu sefer de, ‘ben kendimden ayrıyım ,’ demeye başladı. Gitti, bir köpek leşini bacağına bağladı, kendini suya attı. Olacağı da oydu zaten. Allah kimseye göz darlığı vermesin.”
22
güncel
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Hapishanelerde hak gasplarına
karşı mücadele sürüyor Hapishanelerdeki hak gaspları giderek artarken, hasta tutsak Seyithan Taşkıran hayatını kaybetti Hapishanelerde yaşanan hak gaspları ve hasta tutsaklara yönelik kıyım politikaları had safhaya ulaştı. Hemen her gün mutlaka bir hapishane haberi okuyoruz. Taciz, tecavüz, kötü muamele, işkence ve çeşitli hak gasplarının içinde yer aldığı haberlerde her geçen gün artış var. En önemlisi de devletin hasta tutsaklara yönelik tutumudur. Hasta tutsaklar bilinçli olarak ölüme terk ediliyor. Ölüme terk edilen hasta tutsaklardan PKK tutuklusu Seyithan Taşkıran hayatını kaybetti. Adalet Bakanlığı bile bu vahim tabloyu gizleyemiyor. Bakanlık verisine göre AKP iktidarı döneminde 2 bin yüze yakın hasta tutsağın hapishanelerde yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Bakan’ın verdiği bilgilere göre hapishanelerde bulunduğu sırada hayatını kaybeden hükümlü ve tutuklu sayısı şöyle: 2000 yılında 193, 2001 yılında 158, 2002 yılında 89, 2003 yılında 163, 2004 yılında 54, 2005 yılında 59, 2006 yılında 157, 2007 yılında 176, 2008 yılında 211, 2009 yılında 196, 2010 yılında 252, 2011 yılında 268, 2012 yılında 260, 2013 yılında 04.04.2013 tarihi itibarıyla 64. Ölüm bilançosuna bakıldığında son yıllarda gerçekleşen ölümlerde daha da artış var. Bu soruna çözüm bulmak yerine tutsakların öldürülmesi tercih edilmiş. Halen hapishanelerde kritik durumda olan hasta tutsaklar var. Devlet Adli Tıp Kurumu aracılığıyla cinayet işliyor ve daha çok cinayeti işlemeye kararlı görünüyor.
Abdullah Kalay için ATK önünde oturma eylemi Sağlık durumu kritik olan hasta tutsaklardan biri de Abdullah Kalay’dır. İstanbul Adli Tıp Kurumu Kocaeli Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nın Wernicke-Korsakoff, reflü ve romatizma gibi kronik rahatsızlıkları bulunan ve damar tıkanıklığı nedeniyle kalp krizi geçiren hasta tutsak Kalay hakkında verdiği “Cezaevinde kalamaz” raporunu dikkate almayarak, Kalay’ı katledilmek istiyor. Hapishanelerde katledilmek istenen hasta tutsaklara ve yaşanan hak gasplarına dikkat çekmek amacıyla, Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) tarafından 8 Ocak günü İstanbul Adli Tıp Kurumu önünde oturma eylemi gerçekleştirilerek basın açıklaması yapıldı. “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın Abdullah Kalay’a Özgürlük!” pankartının açıldığı oturma eyleminde, “Tecride son” , “Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük” , “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” , “ Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganları atıldı.
Aysel Koç’a hastane yolunda işkence Elbistan E Tipi Hapishanesi’nde tutulan ve epilepsi hastası olan Aysel Koç sürekli hastaneye gitmek zorunda olduğunu ve her hastane yolunda baskıya maruz kaldığını belirtti. Koç gazetemize gönderdiği faksla kendisine yönelik hak gasplarına dikkat çekmek için hapishaneden gönderdiği faksların hapishane yönetimi tarafından engellendiğini açıkladı. Epilepsi hastası olması nedeniyle sık sık hastaneye gitmek zorunda kaldığını belirten Koç, hastanede iyileşmesi gerekirken durumunun daha da kötüye gittiğini anlattı. Hastaneden hapishaneye götürülürken bir metrelik alana konulan kamerayı kapattığı için darp edilerek hakaretlere uğradıkla-
rını açıklayan Koç, yolculuk sırasında kelepçelerin açılmadığını aksine daha da sıkıldığını ifade etti. Koç, kamera kapatması nedeniyle hakkında açılan soruşturma nedeniyle darp edildiğini ve ayakkabılarının zorla çıkarılarak çıplak ayakla mahkemeye götürüldüğünü belirtti. Bu durumu gören savcıya suç duyurusunda bulunduğunu ancak savcının “Arkadaşlar tutanak tutmuştur gerek yok” şeklinde ifadelerle suç duyurusunu kabul etmediğini anlattı. Darp raporu alma talebinin ise “Kameralar her şeyi kaydetmiştir” denilerek reddedildiğini ve 2 aylık görüş yasağının onaylandığını açıkladı. Hapishaneye götürüldüğünde de tehdit edildiğini anlatan Koç, darp edilmesi nedeniyle yürürken ayağının aksadığını, ayağıyla ilgili tedavisinin de bilinçli olarak
engellendiğini söyledi.
İşkence Maltepe Hapishanesi’nde de sürüyor Sincan Hapishanesi’nde gördükleri işkencenin ardından İstanbul Maltepe Hapishanesi’ne sürgün edilen 4 çocuk tutuklu, hapishane girişinde çıplak aramaya maruz kaldı. Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, Sincan Çocuk ve Gençlik Hapishanesi’nde gördükleri işkencenin ardından Maltepe Hapishanesi’ne sürgün edilen çocuk tutuklulara yönelik işkencenin sürdüğünü bildirdi. Sincan Çocuk Hapishanesi’nde 1 Ocak’ta işkenceye maruz kalan 9 çocuktan 4’ü İstanbul Maltepe Hapishanesi, 5’i ise İzmir Çocuk Hapishanesi’ne sürgün edilmişti. Maltepe’ye getirilen çocuk tutuklularla
güncel
16-31 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
görüşen ÇHD Cezaevleri Komisyonu üyesi avukatlar, işkencenin sürdüğünü açıkladı.
23
Süngerli oda rezaleti Hapishanelerde yaşanan hak gasplarına ve baskılara karşı mücadele eden devrimci tutsaklara karşı birçok baskı metodu uygulanıyor. Bu uygulamalardan biri de süngerli oda işkencesidir. Süngerli odaya yerleştirilen gizli kameralarla mahkûmun her anı izleniyor. Mahkûm tuvaletini yaparken bile hapishane idaresi tarafından izleniyor. İzmir 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde kalan DHKP/C dava tutsağı Gökhan Çoban’a süngerli odanın süngerlerini yırttığı gerekçesiyle dava açıldı. Davanın görüldüğü mahkemenin oda görüntülerini istemesi üzerine gizli kamera rezaleti kamuoyuna yansıdı. Tutsakların en mahrem anını bile izleyerek işkenceye dönüştüren hapishane politikalarını savunmak ise İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na düştü. Konuyla ilgili bir açıklama yapan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı Cezaevlerinden Sorumlu Başsavcı Vekilliği, her ‘cezaevinde’ duvarları süngerle kaplı iki “gözlem odası” bulunduğu, bu odaların mahkumların kendilerine ve kuruma zarar vermemeleri amacıyla “tedbir” amaçlı kullanıldığı, güvenlik amacıyla da kamerayla izlendiğini belirtti.
Abdullah Kalay’la ilgili suç duyurusuna soruşturma açıldı MKP dava tutsağı Veysel Kaplan gazetemize gönderdiği faksta, kalbinin % 70’i çalışmayan ve kalp yetmezliği teşhisi konulan hasta tutsak Abdullah Kalay’ın, Kocaeli Üniversitesi Sağlık Kurulu’nda devam eden işlemlerini geciktiren Kandıra 2 No’lu F Tipi Hapishanesi idaresi hakkında, toplu olarak 26.12.2013 tarihinde suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı. Kandıra 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nin 26.12.2013 tarihinde kendisi hakkında soruşturma açtığını belirten Kaplan, soruşturmanın gerekçesi olarak şu ifadelerin kullanıldığını belirtti: “Ceza İnfaz Kurumumuz aracılığıyla Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı’na hitaben yazmış olduğunuz dilekçeyle diğer tutuklu ve hükümlülerle gruplaşarak kurum idaresi hakkında ithamlarda bulunduğunuz anlaşılmış olup; 5275 sayılı yasanın 38.maddesine göre hakkınızda soruşturma açılmıştır.” Kaplan bu ifadelerle hapishane idaresinin, savcılığın yerine kendisini koyarak suç duyurusunda bulunmayı da ‘cezalandırdığını’ açıkladı. Bu saldırılar karşısında şaşırmadığını belirten Kaplan, Türk devletinin duvar siyasetini, Rojava’da sürdürdüğü savaşı protesto etmek için yaptıkları 3 günlük açlık grevini basına ve arkadaşlarına yazdıkları için savcılığa haklarında suç duyurusunda bulunan idarenin de aynı idare olduğunu belirtti. Kaplan suç duyurusunda bulundukları için ifade vermek üzere savcılığa çağrıldığını belirterek başkalarını eyleme teşvik ettiği iddiasıyla kendisine iletişimden men ‘cezası’ verildiğini açıkladı. Bir ay boyunca yazdığı her mektuba el konulduğunu belirten Kaplan, hak gaspları, tecrit ve tretman saldırılarının hız kesmeden devam ettiğine vurgu yaparak devrimci demokrat kamuoyundan duyarlılık çağrısı yaptı.
Askere öldürmek serbest Yeni katliamlara adres gösteren Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın bu kararı katliam emrini verenleri rahatlatırken, katliamda yaşamını yitirenlerin yakınlarının yüreğinde daha büyük yaralar açtı Roboski Katliamı’nın ileri demokrasi nutuklarıyla örtülmesi mümkün olmadı. Bu yüzden katliam emri verenleri korumak için birçok yalana başvurdular. Sınır ticareti yapan kişilerin PKK’li olduklarını söyleyerek ‘suçlama’ çabası içine girdiler. Yetinmediler, yaşanan katliamı unutturmak ve sorumlularını aklamak için dava sürecini zamana yaydılar. Nihayetinde beklenen kararı Genelkurmay Askeri Savcılığı verdi. Roboski davası hakkında gizlilik kararının kaldırılmasıyla birlikte katliam emrini Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in verdiği kamuoyu tarafından öğrenilmiş oldu. Ama Genelkurmay Başkanı bu davada şüpheli sıfatında bile değil. Genelkurmay Başkanı’nın şüpheli olmadığı dosyada şüpheli olarak yargılanan rütbeli askerler ise Genelkurmay Askeri Savcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermesiyle şüpheli durumdan çıkmış oldu. Yeni katliamlara adres gösteren Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın bu kararı katliam emrini verenleri rahatlatırken, katliamda yaşamını yitirenlerin yakınlarının yüreğinde daha büyük yaralar açtı.
Dava süreci Roboski Katliamı’na ilişkin Diyarbakır TMK 10’uncu maddesiyle görevli Cumhuriyet Savcılığının görevsizlik kararı
verip dosyayı Diyarbakır 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’na gönderdi. Askeri Savcılık dosyayı görevsizlik kararı vererek Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderdi. Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vererek katliamda rol alan görevlileri hem de devletin katliamcı politikasını göstermektedir. Türk devletinde cezasızlık, bir devlet politikası olarak sürdürülmektedir. Türk devletinde insanlığa karşı işlenen suçlarda devam eden cezasızlık politikası bu kararla kendisini bir kez daha gösterdi.
Çelik’in ikiyüzlülüğü Roboski davasına ilişkin Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın kavuşturmaya yer yok kararını vermesi üzerine basın mensuplarının sorularını cevaplayan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, yaptığı açıklamayla hem katliamda AKP’nin rolünü gizlemek hem de katliam emrini veren Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i aklamak için özel bir çaba içerisine girdi. Yaşanan acıları unutturabilmek için harekete geçtiklerini belirten Çelik, devletin maddi yardımının PKK ve BDP tarafından engellendiğini söyledi. Çelik, AKP Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında Roboski Katliamı’na ilişkin askeri mahkemenin takipsizlik kararının “kamuoyu vicdanını tatmin etmediğini” belirtti. Bir yandan kararın kamu vicdanını tatmin etmediğini söyleyen Çelik, katliam emrinin Genelkurmay Başkanı tarafından verildiğinin hatırlatılması üzerine tatmin olmuş vicdanıyla Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i şöyle savundu: “Yukarının nasıl bilgilendirildiği üzerinde durmak gerekiyor. Orada başka şeyler de söyleniyor. Siz Genelkurmay Başkanısınız ve di-
yorlar ki ‘katırlar dolusu silah yüküyle, sınırımıza geliyorlar’ı. Gidin çiçekle karşılayın der misiniz? Sapla saman nasıl karıştırıldı meselesini kurcalamamız gerekir. O zaman TBMM suçlu, hükümet suçlu, genelkurmay suçlu. Bu yetki kullanılırken, yukarı nasıl enforme edildi bunun üzerinde durmamız gerekiyor.”
Katliamda yaşamını yitirenlerin yakınları karara büyük tepki gösterdi Bêjuh (Gülyazı) Köyü’nde yaşayan ve katliamda yaşamını yitiren Vedat Encü’nün babası Zeki Encü, Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanlığı’na tepki göstererek şunları söyledi: “Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı’nın bu olayda parmağı olmasaydı, rahatlıkla bu soruşturmanın bir an evvel sonuçlanması için talimat verebilirlerdi. Biz alınan kararlar ve uygulamalardan anlıyoruz ki Başbakan ve Genelkurmay Başkanı oyalama taktikleriyle olayı unutturmaya ve saptırmaya çalışıyor. Katliamın ortakları bir araya geldi ve mahkemelere olayı kapatma talimatı verdiler.” Önümüzdeki günlerde ailelerin bir araya gelerek kararı protesto etmek için eylem yapacaklarını ifade eden Encü, “AKP ve Gülen Cemaati arasında yaşanan gerginlik nedeniyle savcı ve yüzlerce polisi görevden alabilen siyasal iktidar, bu soruşturmaya neden müdahale etmiyor? Şimdiye kadar nasıl mücadele ettiysek, bundan böyle de alınan hukuksuz kararların üzerine gideceğiz. Biz demokratik çevrelere sesimizi duyurduk, şimdi onlarla birlikte alanlara ineceğiz. Biz AKP’nin grubunu işgal etmek, il binalarına yürümek ve yurdu terk etmek de dahil her tür eylemi yapacağız” diye konuştu.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL Jinên ku li Parîsê qirkirin hatin bîranîn Sakine Cansiz, Fîdan Doxan û Leyla Şaylemez ku di 9’ê Çileyê 2013’an de hatin qetilkirin bi çalakiyan re tevahiya welêt û Ewrupayê hatin bîranîn. Sakine Cansiz, Fîdan Doxan û Leyla Şaylemez ku di 9’ê Çileyê 2013’an de hatin qetilkirin bi çalakiyan re tevahiya welêt û Ewrupayê hatin bîranîn, û di çalakiyan de kujerên jinan ku ji aliye dewletên tirk û Ewrupayiyan tê zanîn û tê parastin û nayên cezakirin derket pêş. Di çalakiyan de hesabpirsina sê jinên ku li Parise hatin kuştin hat diyarkirin û girseyîbûna çalakiyan jî dêhn kişand. Di çalakiyan de diruşmên “Şehit Namirin”, “ Jinên Şoreşger Namirin” ,“Biji Piştgiriya Şoreşger”, “Dewlata Kujer dê Hesab Bide” hat bilêvkirin. Dêrsim: yekemîn salvegera qetilkirina Parîsê di 9’ê Çileyê de bi bangawaziya Tevgera Jinan a Azad û Demokratîk (DOKH) li ber Malacemê ya Dersimê civiyan, li aliyê gora Sakine Cansiz ku sê jinên şoreşger jê yek bû,ber bi Goristana Asrî ya Şaredariyê meşiyan. Ji bîranînê re xizmên Sakîne Cansiz, seroka şaraderiya Dêrsimê Edîbe Şahîn, serokên BDP bajar û ên navçeyan û berendamen şarederiyan jî beşdarî bûn. Di meşê de pankartên “em we ji bîr nakin, sima xo vira nekeme” û wêneyên sê jinên şoreşger û Abdullah Ocalan hebû. Jinan bi dirûşman meşiyan, hatin Goristana Asrî find û mûm vexistin qurnefilên(mêxik) sor berdan li ser gora wê. Di bîranînê de ji bo sê jinên şoreşger dekeyek rêz hat girtin. Di bîranînê de Seroka Şaredariya Dêrsimê axaftinek kir,bal xwe da her sê şoreşgerên ku hatin qetilkirin her keliyekê jiyana xwe veguherandin têkoşina azadiyê û jiyanê xwe di nav têkoşina azadiyê de birêxistinkirine hat gotin. Gurgum(Mereş): Fîdan Doxan, sê jinên kurd ên şoreşger li Parîsê hatin kuştin ji yekê wan e, di 9’ê Çileyê de li Gurgum navçeya Elbîstanê gundê Molê Button hat bîranîn. Hewldana astengkirina polîs û leşkeran berovajî, jin bi girseyî bi dirûşmeyan heta gora wê meşiyan. Li ser gora Doxan şîn û şivan ji aliyê jinan ve hat giredan û di kesayeta sê şoreşgeran de ji bo
kesên ku di têkoşina demokrasî û azadî de jiyana xwe danê hatin bîranîn. Hevseroka DTK’yê Aysel Tûxlûk di axaftina xwe de, diyar kir ku sê jinên şoreşger rêzdari bî-
ranî, Qetliamên Parisê ji hemû jinên kurdan re guleyek barandî ye. Tuxluk di axftina xwe de bi lêv kir ku berpirsiyariya komkujiyê dewletên tirk û fransiyan in û
xwest kujerên wan demildest were diyarkirin. Piştî axaftinan mêxik avêtin li ser gora wê û bîranîn qediya. Mersîn: ji bo bîranîna Leyla Şaylemez di 9’ê Çileyê de li Mersîne li ber Mizgefta Nûrê giredaye navçeya Toroslarê girse civiya, bi wêneyên Sakîne, Fîdan, Leyla û bi pankartên “ Em komkujiya Parisê şermezar dikin, hesab dê were pirsin” û “em bi Sakineyan bûn vîn, bi Rojbîn û Ronahiyan re em bi jinan sibehên azad dê ava bikin” meşiyan. Girse li ber Goristana Guneykentê bi dirûşmanân kom bû, di destpêkê de bavê Leyla, Cumali Şaylemez axaftinê xwe kir û sê şoreşerên Parîsê bîr anî. Di dema bîranîne de nûnera DOKH di axafitan xwe da “ komkujî ronî mebe hêrsa me jî kêm nabe” got. Piştî axaftin û berdana mêxikan çalaki qediya. Parîs: sala borî di 9’e Çileyê da Sakîne Cansiz, Fîdan Doxan û Leyla Şaylemez li Parisê hatin qetilkirin, ji bo wan cihê ku hatin kuştin bîranînek hat lidarxistin. 100 hezar kes li nêzikê Navenda Emformasyona Kurdistanê kom bûn, ji Qada Republique’yê re meşiyan. Gelek parti û rêxistinên ku li Ewrupayê hene beşdarî çalaki bûn, piştî meşê rezgirtin pêk hat. Di mitingê de ji wezirê karêhundirîn ê Fransayê Vallsê re wiha hat gotin: “birêz Wezîr roja ku hevalên me hatin qetilkirin tu hatî li vir. Û te got ku va tevahi vahşetek e. Em vê kuştina siyasî teqez dê ronî bikin. Mixabin salek bû. Hîna tu encam nîn e. Û roj bi roj fikara gelê me û hevalên me zêdetir dibe. Gelo li bin vê qirqirinê kî heye? Kîjan hêzên girîng hene? Û hun çima bêdeng in? “. Xalê Leyla Şaylemez û bavê Fîdan Doxan di axaftinên xwe de got ku ew salek e kujerên zarokên me nehatine dîtin, bangawaziya seroka komara Fransayê Hollande kir û şermezariya rewşê anî ziman. Mitingê de seroka kongre-gel Remzî Kartal axaftinek kir: “ heta ku ev qirqirina ronî mebe û hêzên ku li paş vê ne diyar mebin têkoşina me dê berdewam bibe. Heta ku adalet were têkoşina me dê dewam bibe. Heta ku hêzên tarî hesabê vê bidin têkoşina me dê bidome” got. Mîtîng piştî xwendina peyamên saziyên cuda qediya. Ji bilî wan bajaran Stenbol, îzmîr, Amed, Elîh, Wan, Erzirûm, Sert, Mêrdin, Colemerg, Riha, Şirnex û gelek bajarên din û welatên ewrupî çalakî hatin lidarxistin, sê jinên şoreşger ku li Parîsê hatin kuştin hatin bîranîn û Qetlîama Parîsê hat şermezarkirin.