16 31 Temmuz 2013

Page 1

sf 12-13

Saldırılara karşı diren Dersim Dersim, devlet zulmü karşısında direngenliği, karamsarlık karşısında umudu, asimilasyon karşısında yaşam biçimi ve felsefesi için canla başla mücadele edip, bugünlere büyük bedeller ödeyerek geldi. Bu bedellerden biri de 13.’sü düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali. 25-28 Temmuz’da sürgün ve tutsak edilmiş, göçe zorlanmış, çocukları ellerinden alınarak farklı ailelere teslim edilmiş Dersim halkı, festival aracılığıyla bir araya gelerek, baskı ve zulme karşı kavgayı büyütmeye devam ediyor sf 18-20

Halkın Günlüğü

16-31 TEMMUZ 2013

Yıl: 3 Sayı: 67 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

‘destan’ yazma

görevi yargıda Mısır’da yaşananlar ve niteliği f

DÜNYA

14

Mısır’da halk kitleleri iki siyasi kamp arasında tercihe zorlansa da, gerici faşist iktidarın ağır baskı ve sömürü uygulamalarına ve iktidarın faşist diktatörlük niteliğine karşı mücadelesi ilericidir ve sahiplenmelidir. Bununla beraber askeri darbeyle kurulacak olan iktidarın kitlelerin devrimci ruhunu ve çıkarlarını, demokrasi ve özgürlük istemlerini temsil etmediği ve edemeyeceği her bakımdan açıktır. Tersinden ise Müslüman Kardeşler’in iktidar hakkını savunma görüşü, askeri darbeye karşı ilericilik olarak gösterilemez.

Tutuklama terörü halkın direnişini engelleyemez

Faşist iktidar halka karşı polisin, palalı-sopalı sivil ‘askerlerinin’ saldırısını destan olarak nitelemesinin ardından, yargı da bu destana ortak oldu. Direnişçileri tek tek tutuklayıp gözaltına alan yargı erki, Ali İsmail’in ve Ethem Sarısülük’ün davasında ise üç maymunu oynarken, katilleri serbest bırakıyor. Ancak her türlü çabaları nafile; 4 direnişçinin katili; polisiyle, yargısıyla, bürokrasisiyle faşist iktidardır. Bu gerçekliği hiçbir güç değiştiremez ve gizleyemez.

04

AKP’nin meclisi “ibretlik”

08

YDAB: Özgür tutsaklar teslim alınamaz

22


02 İstanbul’da saldırılara karşı güncel

Taksim Gezi Parkı’nın polislerce işgal edilip haftalarca halka kapatılmasından sonra Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla parka girmek isteyen halka polis ve polis destekli sivil faşistler azgınca saldırdı. İstanbul’un çeşitli semtlerinde hala yaygın olarak devam eden forumlar ise saldırıların hedefi olmaya devam ediyor Bilindiği gibi Taksim Gezi Parkı 15 Haziran’da polisler tarafından gaz bombaları, plastik mermi, tazyikli su kullanılarak boşaltılmış ve işgal edilmişti. Sonraki günlerde parkın etrafında nöbet tutan polisler, parka kimsenin girmesine izin vermemiş ve parkı halka yasaklamıştı. 4 Temmuz’da bu keyfi tutumu protesto eden ve parkın halka açılmasını talep eden Taksim Dayanışması bir çağrı yaparak "Gezi Parkı’nı halka kapatanla-

16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

ra, Taksim Meydanı ve Gezi Parkını kimliksizleştirme, insansızlaştırma ve betonlaştırma planlarının iptaline yönelik mahkeme kararını elden tebliğ etmeye, parkı yeniden gerçek sahiplerine yani herkese açmaya gidiyoruz. (… )Kayıplarımızı anmak, taleplerimizi tekrar hatırlatmak ve hala tüm Türkiye’de yaşanan şiddeti kınamak üzere 6 Temmuz Cumartesi günü saat 19.00’da mahkemenin gerekçeli kararıyla Taksim’de buluşuyoruz.” sözleriyle halkı 6 Temmuz’da Gezi Parkı’nda buluşmaya çağırdı.

Dayanışması’nın eylemine saldırı Ancak 6 Temmuz’da Twitter üzerinden açıklama yapan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu parkın ertesi gün halka açılacağını ileri sürdü. Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla düzenlenecek toplantı için kendilerinden izin istenmediğini belirten vali, eyleme müsaade etmeyeceklerini açıkladı. İzinsiz toplanmaların huzuru bozacağını iddia eden Vali Mutlu “Mahkeme kararı Topçu Kışlası inşaatına ilişkindir. Gezi Parkı ile ilgili herhangi bir mahkeme süreci yoktur” dedi. Vali Mutlu’nun bu açık tehdidi üzerine akşam saatlerinde Taksim Gezi Parkı merdivenlerinde buluşmak için, İstanbul’un birçok semtinden toplanarak Taksim’e gelmeye çalışan halka polis, her zamanki gibi azgınca saldırdı. Saat 18.00 sularında İstiklal Caddesi girişine barikat kuran polis, buradan Taksim Meydanı’na çıkmaya çalışan halka gaz bombaları, ses bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Kask numaraları taşımayan polis halkı İstiklal Caddesi’nden ara sokaklara sürerek vahşice saldırılarını saatlerce devam ettirdi. Halk ise polisin saldırılarına karşı direnerek “Polis simit sat onurlu yaşa” sloganlarıyla karşılık verdi. Saat 19.00 sularında binleri bularak tekrar İstiklal Caddesi’nde toplanan halka

polis bu kez arka taraftan gelerek saldırdı. Gaz bombalı ve plastik mermili saldırılar sonucunda aralarında gazetecilerin de bulunduğu birçok kişi yaralanırken, çok sayıda kişi de gözaltına alındı. Polis saldırıları yetmiyormuş gibi bir de polis destekli sivil faşistler ellerinde palalarla ve sopalarla halka saldırdı. Polis gece geç saatlere kadar saldırılarını sürdürürken eylemler sonucunda aralarında gazetecilerin ve gönüllü doktorların da bulunduğu toplam 81 kişi gözaltına alındı. Konuyla ilgili açıklama yapan İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Ali Özyurt, “Bugün İstanbul’da gönüllü sağlık hizmeti verirken bir hekim ve bir tıp öğrencisi elleri kelepçelenerek gözaltına alınmıştır. Hekimleri gözaltına alma girişimleri konusunda bizlere çok sayıda bilgi ulaştırılmaktadır.” dedi.

Validen müthiş park açılışı (!) 8 Temmuz’da ise Vali ‘söz verdiği gibi’ parkı halka açtı. Ama “hangi halka ve nasıl?” Sözde Gezi Parkı’nı öğleden sonra halka ‘açan Vali’nin ‘açılışı’ sadece 2 saat sürdü. Saat 18.00 sularında polisin parka girişlere izin vermemesi üzerine tepki gösteren halka polisin yanıtı ise "Olay çıkacak bundan ötürü kapatıldı" gibi komik bir iddia oldu. Polisin parkın içerisinde olanları da dışarı çıkarmaya çalışması üzerine halk, "Faşizme karşı omuz omuza” sloganıyla karşılık vererek parktan çıkmayı reddetti. Parka girişlerin Taksim Dayanışması'nın saat 19.00’da yapacağı forum öncesinde yasaklanması ise ‘olay çıkacak’ açıklamasının arkasında yatan gerçeği gösteriyordu. Park içerisinde bulunan halk, herhangi bir eylem ya da etkinlik düzenlememesine karşın polis hiçbir ge-

Forumlara saldırı sürüyor İstanbul’un birçok semtinde halkın birbiriyle dayanışma ve yeni saldırılara karşı nasıl ortak hareket edileceğini belirlemek ve ortak sorunları tartışmak için kurduğu forumlar bütün coşkusuyla devam ediyor. Daha önce Yeniköy’de olduğu gibi, forumlara yönelik sivil faşistlerin saldırılar hız kesmeden devam ediyor.11 Temmuz’da Kocamustafapaşa Dayanışması tarafından, Eskişehir’de Gezi Parkı direnişi sırasında katledilen Ali İsmail Korkmaz’ı anmak için bir forum düzenlendi. Yoğun katılım gösterilen forumda saygı duruşu yapılırken ardından mum yakıldı ve halk Korkmaz için yürüme kararı aldı. Yürüyüşün ardından halk Kocamustafapaşa meydanında marşlar söylerken, elinde bıçak ve sopalar olan 15-20

kişilik faşist bir grup halka saldırdı. Saldırının gerçekleştirildiği yere 100 metre mesafede karakol bulunmasına ve normal koşullarda çevrede çok sayıda polis otosu beklemesine rağmen polisin saldırıyı izlemesi, akıllara saldırının polis destekli bir organizasyon olduğu gerçeğini getirdi. Ancak sivil faşistlerin bıçaklı ve sopalı saldırısının ardından 12 Temmuz’da halk kitlesel bir şekilde Kocamustafapaşa Forumu’nu destekledi. İstanbul'un çeşitli semtlerindeki forumların da destek verdiği eylemde, Kocamustafapaşa Dayanışması adına yapılan açıklamada, "Onlar saldırdıkça biz daha kalabalık oluyoruz" denildi.

TMMOB yürüyüşüne saldırı 13 Temmuz’da Meclis’te gece yarısı torba

yasa kapsamında yapılan yasal düzenlemelerle birçok yetkisi elinden alınan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Taksim’de bir yürüyüş düzenlemek istedi. Saat 18.00’de Galatasaray Lisesi önünde toplanan kitle polisin engelleme çabalarına karşın, “Hepimiz Ali'yiz öldürmekle bitmeyiz” sloganlarını attı.“Torbacı AKP TMMOB ve Mesleğimizden Elini Çek” pankartı arkasında yürüyüşe geçen kitleye polisin saldırısı gecikmedi. Saldırı üzerine ara sokaklara çekilen kitle, buradan tekrar İstiklal Caddesi’ne çıkmak için direndi. 6 Temmuz eyleminde olduğu gibi aralarında çevredeki esnafın da bulunduğu bir grup eli silahlı sivil faşist halka saldırdı. Kitlenin tekrar toparlanıp Galatasaray'a doğru yürüyüşe geçmesi üzerine polis

plastik mermiler, gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırılarına devam etti. Polis saldırıları sonucunda çevredeki bazı esnafların dükkânları da zarar gördü. Saldırlar esnasında aralarında Mimar Sinan Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Osman Erden’in de bulunduğu bazı eylemciler gözaltına alınırken çok sayıda kişi ise gaz bombasından yaralandı. Saldırlar ve saldırılara karşı direniş gece geç saatlere kadar devam etti. Anadolu Üniversitesi öğrencisi Ali İhsan Korkmaz, Taksim Gezi Parkı’na destek eylemlerinin 4. Gününde ellerinde sopalar bulunan polisler tarafından dövülerek ağır yaralanmıştı. Korkmaz’ın yaşam mücadelesi devam ediyor.


16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

direniş

rekçe göstermeden saat 18.30’da halka saldırmaya başladı. Halkı biber gazı sıkarak parktan çıkaran polis, parkın önüne barikat kurarak giriş-çıkışları yasakladı. Vali Mutlu’nun park boşaltılmadan beş dakika önce "Gezi parkı halkın kullanımına açıldı. Fakat parkı izinsiz gösteri ve işgal alanına dönüştürmek isteyen pek çok çağrı yapılmaya devam ediyor" açıklamasını yapması ise manidar olandı. İstiklal Caddesi'nde toplanan kitleye tekrar saldıran polis, kitleyi tazyikli su ve gaz bombasıyla Demirören AVM önüne kadar sürdü. Çok sayıda devrimcidemokratik ve ilerici kurumun temsilcileri ve Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu 82 kişi polis saldırısında gözaltına alındı. Polis saldırısı sonucu İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarında ve Taksim Meydanı’nın çevresindeki sokaklarda toplanan halka polis, gece geç saatlere kadar saldırmaya devam etti. Çok sayıda kişi polisin kullandığı plastik mermi ve gaz bombası sonucu yaralanırken, Gençlik Federasyonu üyesi Mustafa Ali Tombul isimli 17 yaşında bir lise öğrencisi ise kafasına isabet eden gaz bombası kapsülüyle ağır yaralandı. Taksim’de halka karşı gerçekleştirilen vahşi saldırı sonrasında akşam saatlerinde başta Kadıköy, Beşiktaş, Gazi Mahallesi, Okmeydanı, Sarıgazi, Maltepe, Esenyurt, Bakırköy, Kartal olmak üzere çok sayıda semtte, kitlesel protesto eylemleri düzenlendi.

Halk yasakları aşarak parka girdi 9 Temmuz’da ise valinin halka yönelik “Provokasyon yaratıyorlar, sürekli bağırıyorlar” sözlerinin koca bir yalandan ibaret olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Parka giren halk kendisine yönelik herhangi bir polis saldırısı olmadıkça gayet sorunsuz bir şekilde kendisine ait parkı gerektiği gibi kullandığını gösterdi. Aynı günün akşam saatlerinde ise iftar için Anti Kapitalist Müslümanlar grubunun organizasyonuyla, İstiklal Caddesi boyunca devasa uzunlukta bir “Yeryüzü Sofrası” kuruldu. Polisin Taksim Meydanı girişine TOMA’larla barikat kurarak AKP'li Beyoğlu Belediyesi'nin Taksim Meydanı’nda organize ettiği iftar sofrasını, halkın İstiklal Caddesi’ndeki “Yeryüzü Sofrası”ndan “koruması” dikkat çekiciydi. Polisin halk üzerinde gerginlik yaratarak psikolojik baskı kurma girişimleri, atılan sloganlarla birlik ve beraberlik ruhu içerisinde boşa düşürüldü. Polis halkın kararlı duruşu karşısında geri çekilirken, binlerce kişi Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na girerek kutlama yaptı.

SINIF TAVRI

≫ ismail uçar

ÖĞRENEREK PRATİĞİMİZİ GELİŞTİRELİM!

M

ısır’dan Türkiye-Kuzey Kürdistan’a kadar bütün ayaklanma hareketi benzer özelliklere sahip olmakla birlikte, hareket silsilesinin her parçasında yaklaşık olarak aynı zafiyet ve yetersizlikler görülmektedir. Halk kitlelerinin talep ve istemleri bağlamında devrimci demokratik muhteva kazanan bu kalkışmalar pozitif manada tipik olarak aynı zemindedir. Maalesef negatif anlamda da benzer özelliklere sahip olan bu hareketayaklanma dalgası belli nüanslara karşın negatif ve pozitif düzlemde ortak değerlendirmeler yapılarak çıkarılan derslerle birer tecrübe olarak özetlenebilir. 1)-Kitle ayaklanmalarının patlak verdiği ülkelerde komünist devrimci partilerin zayıflığı ve olmayışı tayin edici en büyük zafiyet ve eksikliktir. Bu gerçeklik devrimci hareket dalgasının devrimler adına değerlendirilememesine yol açarken, öte taraftan kitlelerin devrimci enerjisi, emperyalist stratejiler ve gerici iktidarlar tarafından gasp edilmektedir. Devrim için objektif şartlar uygun olduğu halde, sübjektif güçleri cılızdır. Bu durum tek tek ülke devrimleri ve proleter dünya devrimi açısından büyük bir realitedir. Bu realiteyle devrimler fırsatı kaçırılmaktadır. 2)-Mısır’da olduğu gibi diğer tüm kitle isyanlarında uluslararası komünist hareket örgütü durumundaki Devrimci Enternasyonalist Hareket (DEH)’in mevcut durumu, yani varlık gösterememesi, fiilen olmaması ve tabiatıyla bu rolünü oynayamaması büyük bir talihsizlik ve zaaftır. Teorik tartışmalar girdabında boğulup kalan veya teorik tartışma ve entellektüel münakaşalarla yetinen belli komünist güçler kuşkusuz ki bu durumun birinci dereceden sorumlularıdır. Partimiz de gösterdiği yetersizlikler ve özellikle örgütsel yetersizliklerinden dolayı belli biçimlerde bu durumun sorumlularındandır. 3)-Bu gerçeklik ve dışımızda kitle hareketi olarak cereyan eden devrimci gerçeklik karşımıza kesin görevler koymaktadır. Bu görevlerin başlıca olanı örgütsel teşekkül ve örgütsel pratikte bulunacak araç ve ayağının gecikmeksizin geliştirilip sağlamlaştırılması ve doğrudan devrimci eylemin sergilenmesidir. Doğru ve bilimsel olduğu kadar ilkeli siyasetin benimsenerek uygulanması temel ihtiyaçlardandır. 4)- Devrimci eylem birlikleri ve ittifaklar, sürecin temel gereksinimlerindendir. Gerek oluşturulacak ittifak platformları ve bunların izleyeceği pratik siyasetin komünist ve devrimci çizgi egemenliğinde ele alınması zorunluluktur. Yukarıda eleştiri konusu yaptığımız noktalarda olduğu gibi oluşturulacak ittifak ve platformlar gerici güçlerin egemenliğinde olmamalı, bu ittifak ve platformlarda devrimci güçlerin inisiyatifi şart görülmelidir. Oluşturulacak ittifaklarda burjuva liberal ve salt anti-AKP’ci gerici güçlerin önderliği ya da pratik eylem sürecini yönetmesi kabul edilemez, edilmemelidir. Ancak bu ilkesel siyaset bizleri kitlelerden koparan sol sekter politikalara itmemelidir. Siyasette esneklik şarttır. Amaç kitlelerin bölünmeden demokratik devrimci mecrada devlet ve iktidara karşı mücadeleye seferber edilmesi, bu doğrultuda devrimci demokratik kazanımlar sağlanmasıdır. Bu siyaset kapsamında burjuvazinin kendi aralarındaki çelişkilerinden yararlanmak da ihmal edilmemelidir… 5)-Ayaklanma hareketlerinin kendiliğinden gelme özelliği bir gerçektir. Bu realiteden ha-

reketle gelişen devrimci hareket küçümsenmemeli, bilakis hak ettiği gibi önemsenmelidir. Elbette bu hareketten iktidarın ele geçirilmesi beklenemez ancak gerici sınıfları geriletmek ve devrimci kazanımlar sağlayarak demokratik gelişmeler yaratmak tamamen mümkündür. Zaten önemli siyasi kazanımlar elde edilmiştir de. Kitlelerin ayaklanması ve eyleme geçmesi kendi başına değer biçilmez bir kazanımdır. Bunları ilerletmek, geliştirmek devrimin zeminini daha da sağlamlaştırmak ve devrimci kuvvetleri biriktirerek iktidar mücadelesini ileri mevzilere taşımak es geçilmez perspektif olmalıdır. 6)-Yaşanan kitle hareketleri ve dalgalanmalar büyük bir demokratik devrimci kuşak niteliğindedir. Önderlik rolünden bağımsız olarak hareketin kitlelerin taleplerinde ifade bulan niteliği ilerici muhtevaya sahip olup tartışmasız biçimde devrimcidir. Dünya çapında etkiye sahip olan bu süreç tarihi önemdedir. Sonraki süreçlere devrim tohumları eken bu kalkışmalar dalgası yarını devrime gebe bırakmıştır. Bugün önderlik rolü açısından hazır olamayan devrimin sübjektif güçleri bu devrimci süreçte pişerek, öğrenerek ve gelişerek yerini alıp rolünü oynayacaktır. 7)-Emperyalist gericilik ve bilumum gerici iktidarlar bu süreci geçici olarak çıkarlarına entegre etse de devrimci halk kitleleri her türden gerici oyunları eninde sonunda boşa çıkarıp devrimci mecrada dövüşerek kendi sınıf partileri önderliğinde iktidara yürüyecektir. Gerici manipülasyonlar devrimci gelişmelerle yerle bir edilecektir. Bu yüzyıl patlamalar yüzyılı olmakla kalmayacak aynı zamanda devrimlere koşacaktır. Devrim esas akım olmaya devam etmektedir. 8)-Komünist ve devrimci güçlerin gelişen devrimci dalgaya kayıtsız kalması tasavvur edilemez. Dahası bu güçler kitlelerin faşizme ve anti-demokratik baskıcı diktatörlüklere karşı özgürlük ve demokrasi uğruna ayaklanıp kahramanca çatıştığı ve can bedeli ödediği devrimci çatışma şartlarında eli-kolu bağlı kalamazlar. Nitekim tüm hareket seyrinde kalmadılar da. Kuşkusuz ki, hareketin yaşandığı her parça komünist ve devrimciler açısından ayaklanma ve direniş seyrinde örgütsel güç ve pratik bakımdan ciddi yetersizlikler, zayıflıklar ve gerilikler taşımaktaydı. Fakat buna karşın devrimci güçler fedakarca çatışmaktan ve hatta belli parçalarda kitlelerin talep ve sloganlarına renk veren, hareketi yönetmeye çalışan ciddi çabaları da oldu. Siyasi duruş olarak esasta olumlu konumda olan komünist ve devrimci yapılar maalesef örgütsel sahada yetersiz kalarak örgütsel sınavda güçlerinin yetersizliğine bağlı olmak koşuluyla objektif olarak bocalamıştır. 9)-Halk kitleleri demokrasi ve özgürlük taleplerinde tutarlı bir duruş sergilemektedir. Mısır’da ikinci kez ayaklanmanın patlak vermesi veya Müslüman Kardeşler iktidarının gerici niteliğinden hareketle dillendirdikleri gerçek bunun kanıtıdır. ‘’Devrimin sahibi biziz. Biz Müslüman Kardeşler’in iktidarı için savaşmadık. Bu iktidarı da istemiyoruz!’’diyerek hareket eden Mısır halkının büyük kesimi, halk kitlelerinin demokrasi ve özgürlük talebinde ısrarcı olduğunu gösterir. Ki ikinci ayaklanma süreci askeri darbe uruyla bir kez daha kitle ayaklanmasının mantığına ters yönde sonuca taşısa da bu ayaklanma özünde demokrasi uğrunadır. Coğrafyamızda istikrar gösteren direniş tavrı da demokrasi istemindeki ısrarı ifade etmektedir bir biçimiyle… 10)-Halk kitlelerinin devrimci isyan ve ayak-

lanmayla eyleme geçmesi kitlelerin kendi güçlerine güvendiklerini göstermekle birlikte, bu durum devrimci durumun iyi olduğunu da gösteren bir gelişmedir. Gerici faşist iktidarların demokrasi yalanı ve tüm manipülasyonlarının çürük olup boşa çıktığı kitlelerin devrimci pratiğiyle teyit edilmiştir. Kitlelerin aymazca küçümsendiği ve geri sanıldığı algısı bu düşüncede olanların elinde patlamıştır. 11)-Demokratik bilinç ve mücadele kültürü çıplak biçimde açığa çıkmış, sıçrama gösterircesine patlamıştır. Aydınlanma süreci kitlelerin kendiliğinden girdiği pratikle binlerce ajitasyon ve propagandanın etkisi bir pratikle aşılmıştır. Kitlelerin önüne geçilemez bir güç olduğu, gerçek kahramanların halk kitleleri olduğu ve tarihi kitlelerin yazdığı bir kez daha pratikte gösterilmiştir. 12)-Bu realite kitle çizgisi noktasında sol sekter ve ben-merkezci anlayışları yerle bir etmiş, devrimin kitlelerden kopuk salt öncülerin ya da elit kesimin işi olduğu fikri iflas etmiş, kadro örgütü ve öncü savaş teorileri kitlelerin bu pratiğiyle yeniden çürütülmüştür. Kitlelerin öğretmeni olmadan önce öğrencisi olmasını bilmenin doğruluğu bir kez daha kanıtlanmıştır. 13)-Hem genel ayaklanmalar süreci ve hem de coğrafyamızda patlak veren ve aktüel olan direnişin mantalitesi tek yerde buluşmaktadır. Faşist iktidar ve gerici baskılara karşı demokrasi ve özgürlük cephesinden tavır geliştirip eyleme geçmek; işte bütün ayaklanmalardaki ortak zemin ve arka plan budur. Parçamızda aktüel olan direniş ve mücadeleyi mantığına uygun sonuçlara taşımak için doğru bakış açısına sahip olmak kadar, yaşanan devasa pratikten dersler çıkarmak önem kazanmaktadır. 14)-Gelişen kitle hareketinin niteliği demokratiktir. Gerici güçleri bu demokratik nitelik ve yandan ayrı tutmak gerekli ve zorunludur. Gerici güçlerin bu hareketi dümen sularına çekmesi, kitlelerin demokratik niteliğine ve bu kitlelerin eyleme yansıttığı iradelerine gölge düşürmez. İki niteliğin harekette bir arada bulunduğu gerçekken, bizlerin tanıyıp ilgili olduğumuz taraf kitlelerin temsil ettiği demokratik muhtevadır. Kitlelerin hareketteki iradesi gericilerin harekete katılması vb gerekçelerle es geçilemez. Hareketin önderliğinin üstlenmesi temel bir görev ve zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır. 15)-Kitlelerin ne zaman başkaldıracağı genellikle anlaşılmaz. Başkaldırının nesnel zemini genel olarak olmasına karşın, kitlelerin buna ne zaman hazır olacağı ve harekete geçeceğini kestirmek nispeten zordur. Açık ki, baskı ve sömürünün dayanılmaz noktaya varması, baskı ve sömürü sisteminin uygulamalarının doğrudan kitlelerin yaşamını tehdit eder noktaya gelmesi, başkaldırının olgunlaştığı biçiminde yorumlanabilir. Ancak kitlelerin bunu ne zaman hissedeceği ve ne zaman harekete geçeceği tamamen onların algısına bağlıdır. Bundandır ki, kitlelerin ayaklanmaya vb hazır olmasını beklemek iktidar hamlesi için en doğru zamandır. Demek ki, sübjektif niyet ve görüşlerimiz değil, son tahlilde belirleyici olan nesnel gerçeklerdir. Bu bilimsel temelde iradi müdahale ve ideolojinin rolünü yadsımaz. Bilincin kitlelere götürülmesi ve kitlelerin aydınlatılması değişmeyen gerçektir. Ne var ki, bilimsel ve ideolojik zemindeki müdahale ve devrimci iradenin müdahalesi mutlaka nesnel şartlarla uyumlu olmak durumundadır. Açığa çıkan budur ve bu, geleneksel devrimci teoriye uygun savunudur.


04

güncel haber

16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

Tutuklama terörü halkın direnişini Gezi Parkı direnişinin etkisiyle ülkedeki toplumsal hareketlilik devam ederken bir yandan da devlet bu toplumsal uyanışı söndürebilmek için devrimci, demokratik ve ilerici güçlere yönelik saldırılarını boyutlandırarak sürdürüyor. Eylemler sırasında ve yapılan sözde ‘operasyonlarla’ aralarında DHF’lilerin de bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alınarak tutuklandı Gezi Parkı direnişi kapsamında devam eden toplumsal hareketlenmede, her ne kadar eylemlerin yoğunluğunda bir düşüş yaşansa da direniş başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Mersin gibi illerde devam eden halk toplantılarıyla, gözaltı ve tutuklama terörüne karşı düzenlenen protestolarla sürüyor. Bu anlamıyla İstanbul’da Taksim Dayanışması’nın yaptığı eylemler çerçevesinde başta Ankara ve İzmir olmak üzere çok sayıda ilde destek eylemleri yapıldı. 6 Temmuz’da İstanbul’da Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla Taksim Gezi Parkı’na yürümek isteyen kitleye polisin ve polis destekli sivil faşistlerin azgınca saldırılarının ardından Ankara’da destek eylemi düzenlendi. Ankara halkı akşam saatlerinde çeşitli mahallelerden Güven Park’a doğru yürüyüşe geçti. Dikmen’den yola çıkanların Polis Kavşağı’nda yollarının kesilmesi üzerine Dikmen halkı otobüslerle Kızılay’a geçti. Güvenpark'a giren Dikmen halkı "Her yer Dikmen, her yer direniş" sloganlarıyla karşılandı. Halk marşlar ve sloganlarla Güvenpark'ta beklemeye devam etti. Kennedy Caddesi'nde bir kişi “durma” eylemi gerçekleştirdi. Çevredekiler de alkışlar ve sloganlarla duran adama destek oldu. 7 Temmuz’da ise Ankara’da polis kurşunuyla katledilen Ethem Sarısülük’ün adı bir parka verildi. Batıkent Metro İstasyonu’nun önünde toplanan Ankara halkı, buradan Ethem’in adının verildiği parka doğru yürüdü. Ethem Sarısülük'ün ağabeyi Mustafa Sarısülük açılışta yaptığı konuşmada, Ethem'e sahip çıkan halkın İstanbul Okmeydanı’nda biber gazı kapsülüyle vurulan Berkin'e de sahip çıkması gerektiğini söyledi. Ethem'in anısı için annesi parka fidan dikti.Batıkent Dayanışma Platformu’nun ortak metninin okunmasının ardından katılımcılar söz alarak dü-

şüncelerini ifade etti. Etkinlikte Tolga Sağ ile birlikte çok sayıda sanatçı da sahne aldı. 8 Temmuz’da Gezi Parkı’nın sözde halka açılmasından sonra, parka girmek isteyen kitleye polis saldırısı sonrasında yine başta Ankara, İzmir ve Mersin olmak üzere birçok ilde halk sokaklara çıktı. Ankara Keçiören, Esat, Kuğulu Park, Dikmen, Seyran gibi birçok noktada halk “Hükümet istifa” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarıyla yürüyüşler gerçekleştirdi. Mersin’de de halk İnönü Parkı'nda düzenlediği forum sırasında Taksim’deki saldırıyı protesto etti. İzmir'de halkı ise Alsancak’ta Taksim'deki saldırıları ve gözaltıları protesto etmek için bir araya gelerek, "Bu daha başlangıç mücadeleye devam", "Faşizme karşı omuz omuza" sloganlarıyla yürüdü.

Polis bu kez de Taksim Dayanışması’nı hedef aldı Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla 6 Temmuz’da İstanbul’da yapılan eyleme polis saldırısı sonucu, aralarında yabancı bir basın mensubunun da bulunduğu 82 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan 51 kişi savcılıkta serbest bırakıldı. Aralarında bayrak satan bir seyyar satıcının da bulunduğu 8 kişi ise mahkeme tarafından 8 Temmuz’da tutuklanarak hapishaneye gönderildi. Polis Çağlayan Adliyesi'ndeki tutuklamaların ardından, müvekkilleriyle görüşmek isteyen avukatlara saldırdı. Taksim Gezi Parkı’na girmeye çalışan halka yönelik saldırıların ardından 9 Temmuz’da, Taksim Dayanışması üyelerinin evleri basılarak gözaltına alındı. Taksim Dayanışması gözaltılar sebebiyle Taksim Hill Otel'de bir basın açıklaması yaptıktan sonra Gezi Parkı'na girdi. Gözaltına alınan Taksim Dayanışması üyeleri Mücella Yapıcı, Ender İmrek, Beyza Metin, Haluk Ağabeyoğlu ve Ali Çerkezoğlu’nun evlerinde yapılan aramalar akşam saatlerine kadar sürdü.

10 Temmuz’da sağlık kontrolünden geçirilen Taksim Dayanışması üyeleri gözaltındaki hukuksuz uygulamalar ve Mücella Yapıcı'nın sağlık sorunları sebebiyle açlık grevi yaptı. Açlık grevinin ardından Mücella Yapıcı sağlık sorunları sebebiyle serbest bırakıldı. 11 Temmuz’da ise gözaltına alınan tüm Taksim Dayanışması üyeleri serbest bırakıldı. Üyelerinin serbest bırakılmasının ardından adliye önünde yapılan basın açıklamasında “45 gündür hep birlikte direniyoruz. Korkmuyoruz, yılmıyoruz, direniyoruz. AKP diktatörlüğüne direniyoruz. Dayanışma olarak tüm arkadaşlarımızı alacağız dedik, aldık. Dayanışma suç örgütüdür dediler ama mahkeme kararıyla bir kere daha ortaya çıktı ki bu fezlekeyi hazırlayanlar en büyük suç örgütüdür. Bugünden sonra daha büyük şekilde mücadelemizi sürdüreceğiz. Mehmet Ayvalıtaş gibi, Abdullah Cömert gibi, Ethem Sarısülük gibi sürdüreceğiz. Eskişehir'de siyasi iktidarın silahlı milislerine öldürttüğü Ali İsmail Korkmaz gibi sürdüreceğiz" ifadelerine yer verildi. 15 Temmuz’da ise Gezi Parkı direnişçilerine yönelik yapılan baskınlarda 29 kişi gözaltına alındı. Siyasi polisin çok sayıda eve ve öğrenci yurduna

yaptığı baskınların sebebi olarak ise yine "eylemler sırasında provokatif hareketlerde bulunmak” gibi iddialar öne sürülüyor. Polisin aralarında üç DHF’linin de bulunduğu 56 kişi hakkında ev araması ve yakalama kararı çıkardığı belirtilirken gözaltı terörü akşam saatlerinde Beşiktaş, Sarıgazi ve Kadıköy’de yapılan yürüyüşlerle protesto edildi.

İzmir polisi ‘operasyona’ doymuyor Gezi Parkı Direnişi sürecinden beri en fazla ‘operasyonu’ yaparak birinciliği elden bırakmayan İzmir polisinin ‘performansında’ yine bir düşüş yaşanmadı. 5 Temmuz’da sabah saatlerinde aralarında BDSP, Halk Cephesi ve EÖC üye ve taraftarlarının bulunduğu 17 kişi evlerine yapılan baskınlar sonucu “Molotof kokteylli saldırı düzenledikleri, halkı kışkırttıkları” iddialarıyla gözaltına alındı. Aynı gün saat 18.30’da Konak YKM önünde toplanan devrimci demokratik kurumlar, tutuklamaları protesto etmek amacıyla bir yürüyüş düzenledi. Yürüyüş sırasında “Gözaltılar tutukla-

malar baskılar bizi yıldıramaz” , “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Her yer Taksim her yer direniş” sloganları atıldı. Yürüyüşün ardından Sümer Bank önünde yapılan basın açıklamasında, devletin devrimci kurumlar üzerinde artan baskıları teşhir edildi. Tutuklanan devrimcilerin 24 saat avukatlarıyla görüş yasağı olduğu


16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

05

engelleyemez

belirtildi. “Faşist terör ve uygulamalarınız halka sökmedi, sökmeyecek. Gezi Parkı’nda başlayan taleplerimizin tümüyle arkasındayız. Taleplerimiz karşılanıncaya kadar da mücadelemiz devam edecek” denilerek bitirilen basın açıklamasına, aralarında DHF’nin de bulunduğu çok sayıda devrimci demokratik kurum destek verdi. 9 Temmuz’da İzmir, Ankara, İstanbul, Manisa ve Batman'da gerçekleştirilen baskınlarda 15 kişi gözaltına alındı. Taksim Gezi Parkı eylemlerine destek eylemleri gerekçesiyle gözaltına alınan 15 kişiden 13’ü tutuklandı.

Üç DHF’li tutuklandı 12 Temmuz’da İzmir, Manisa, Balıkesir ve Bursa’da yapılan ev baskınlarında 16 kişi gözaltına alındı. Sabah saatlerinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında 16 eve baskın düzenlenirken, baskınlarda Cem Ekici, Özgür Demirci, Emrah Akdağ isimli DHF’liler ve ESP, BDP ve SGD üyeleri Dilek Keskin, Esra Ayyıldız, Vedat Biçici ve Atilla Dalkılıç,Tuğçe Demirhisar, Hüseyin Kaya, Faruk Erdoğan ve Gamze Balca, Hicri Selviler, , Mithat Kavak, Lütfiye Burcu Kara,Canol Bayatbalağ, Keziban Doğa gözaltına alındı.Gözaltına alınanlardan aralarında üç DHF’linin de bulunduğu 11 kişi 15 Temmuz’da çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı. Böylece İzmir’de Gezi Parkı Direnişi kapsamında tutuklananların sayısı 48’e ulaştı.

Bursa, Kocaeli ve Mersin’de polis baskınları 5 Temmuz’da Bursa’da gözaltına alınan 14 kişi, 6 Temmuz’da mahkemeye çıka-

rıldı. Temel Haklar Derneği ve Bursa merkez ve bazı ilçelerdeki adreslere yapılan baskınlarda gözaltına alınanlardan 4’ü savcılıkta, 2 kişi mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken 8 kişi ise çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak hapishaneye gönderildi. Kocaeli’nde polis tarafından 8 Temmuz günü sabaha karşı yapılan baskınlar sonucu 18 kişi Gezi Parkı eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alındı. Aralarında Demokratik Gençlik Hareketi üyelerinin de bulunduğu 18 kişi, İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. 10 kişi Temmuz’da savcılık tarafından ifadeleri alınan 18 kişiden 10’u tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edildi. Mahkemeye sevk edilen on kişiden Çağlar Özkan, Hazal Korkmaz, Yeşim Çakmak ve Samet Mithat Aslan için tutuklama kararı çıktı. Dört kişinin tutuklanmasının ardından polis terörü, Adliye önünde de devam etti. Polisler Adliye önünde arkadaşlarına destek olmak isteyen çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Kocaeli’de tutuklanan 4 kişi, 12 Temmuz’da avukatların yapmış olduğu itiraz sonucunda tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Gezi direnişi eylemlerinde ülkenin dört bir yanına yayılan devletin saldırı kampanyası 11 Temmuz sabahı Mersin’de yapılan baskınlarla devam etti.11 Temmuz’da Mersin’de Gezi Parkı eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle çok sayıda kişinin evine sabah saatlerinde polis baskınları yapıldı. Yapılan ev baskınlarında 14 kişi gözaltına alındı.

Tencere-tava çalana da ‘ceza’ Öte yandan Antalya’nın Finike ilçesinde, Gezi Parkı'na polis saldırılarının ardından protesto eylemlerine tenceretava çalarak destek veren 86 yaşındaki Sevim Uysal ile Yavuz Denizer adlı bir gence “Kabahatler Kanunu'na muhalefet” ‘suçundan’ 88 lira para cezası verildi. Avukat Kadir Çetinkaya ülke genelinde yapılan bu eylemin yasal bir hak olduğunun altını çizerek bu işlemin yasaya aykırı olduğunu belirterek verilen ‘cezaya’ itiraz etti. Tencere-tava çaldığı için para cezasına çarptırılan SevimUysal ise "Ben de eylem yapan herkes gibi demokratik hakkımı kullandım. Turistik bir bölgede yaşadığımız için geç saatlere kadar müzik yayını yapılıyor. Evim hemen Finike Limanı'nın yanında. Buradaki işletmeler saat 03.00'e kadar yüksek sesle müzik yayını yapıyor. Herkesin uyuduğu sırada müzik yayını yapan işletmeler hakkında herhangi bir işlem yapılmazken, benim saat 21.00'de tencere- tava çalmam gürültü sayılıyor. Yapılan uygulama kesinlikle hukuka aykırı. Bu nedenle itirazda bulundum" sözleriyle tepkisini dile getirdi.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

GELİŞMELER DEVRİMCİ DOĞASINA UYGUNKEN

F

elsefe ana bilim olarak bütün bilimlerin çatısını oluşturur. Bütün bilimler bu zeminde ruh bulur ve bu ilke ışığında varlık gerekçelerine kavuşurlar. Felsefe zemininden yoksun tek bir bilim düşünülemez. Diyalektik felsefe her gelişmenin özüdür. Toplum bilimleri toplumsal davranış, gelişme ve süreçlerini diyalektik felsefe sayesinde açıklarlar. Bundandır ki sınıflı toplumdaki her gelişme ve davranış diyalektik felsefenin projektörüyle aydınlatılabilir. Bunda neden-sonuç ilişkisi saptayıcı temel öğedir. Sebepsiz bir gelişmeden söz edilemeyeceği gibi, sebeplerin sonucu koşullaması da diyalektik işleyiştir. Nicel birikimlerin nitel patlamalara yol açması bunu anlatır. Çelişki evrensel olarak her süreçte bulunarak değişim-dönüşümü zorunlu kılar. Son tahlilde doğa ve toplumda her şey değişim halinde olup yadsıma-olumlama-yadsıma helezonu içinde bulunur… Sınıflı toplumlar tarihine ait her gelişme ekonomik ve siyasi nitelik taşımakla birlikte, mutlak biçimde felsefi düzlem ve ideolojik doğrultu dokusuna sahiptir. Bu sahada hiçbir şey ekonomi, siyaset, ideoloji ve felsefi temelden yoksun değildir, hiçbir şey bunlar dışında ele alınamaz. Çünkü sınıflardan teşekkül olan toplumlarda insana ait her etkinlik ve eylem mutlak biçimde bir sınıfın damgasını taşır. Burada sınıflar üstü bir gelişmeden söz edilemez. Bu bağlamda her gelişme bir çelişki ve çatışmanın tezahürü olarak vuku bulur ve buradaki her gelişme, her çelişme, her süreç kesinlikle bir sınıf zemininde anlam bulup bir sınıf davranışı olarak gerçekleşir. Diyalektik bütün bunlarda tayin edici ya da geçerlidir. Diyalektik dışı herhangi bir süreç tarif edilemez, böylesi bir süreç yoktur. Diyalektiğin temeli zıtların birliği yasasıdır. Zıtların birliği yasasının mantıki sonucu zıtların mücadelesi olarak cereyan eder. Diyalektik temele bağlı olarak, her devrimci süreç kaçınılmaz olarak gerici dirençle karşılaşır. Bu diyalektik dışı terslik değil, bilakis diyalektik realitedir. Zıtların birliği yasası bilumum karşıtların mücadelesini tanımlar ve bu mücadeleyi şart koşar. Bu mücadele değişimler yaratarak yeni süreçlere gebelik eder. Bunda insanın bilinçli dinamik rolü ya da devrimci tarzda müdahalesi nitel değişimlerin zorunlu fonksiyonu olarak tayin edici yerde durur. Nesnel şartlarla uyumluluk sağlayan iradi müdahale devrimci değişimlere yol açar. Objektif ve sübjektif şartların pozitif zeminde buluşması nitel ilerlemelere gebelik ederek doğuma durur. İlerlemenin karşısına dikilen gerici dirence karşın, ileriyi temsil eden her süreç son tahlilde mecrasında gelişerek mantıki neticesine varır. Çelişkinin dinamik tarafı geleceği taşıyandır. Eskiyenin yerini yeniye bırakması istisna tanımayan diyalektik kuraldır. Nesnel şartlar kendiliğinden nitel ilerleme veya devrimlere yol açamayacağına göre, gerekli araçlar vasıtasıyla kitlelerin devrimci eylemi veya iradi müdahalesi tamamlayıcı tek öğedir. Devrimin ya da nitel patlama ve değişimlerin kaçınılmazlığı buradan peydahlanır. Gerici saldırılar start veren süreci bastırsa

da gelişmeyi temsil eden her dinamik süreç işleyerek tamamlanır. Taktik yenilgi ve geri çekilmelere rağmen stratejik süreç olan gelişme çizgisi zafer yolunda ilerler. Zorun rolü yadsınamaz kadar sabittir. Zorun iki niteliğinde de zor rol oynar. Fakat gerici zor nesnel şartlar ve bu şartların ihtiyaçlarına cevap vermediği-veremediği, tam tersine nesnel şart ve buradan kaynaklanan ihtiyacı baltaladığı için, bu zor(gerici zor) geçici engel ve geciktirmelerden öteye bir rol oynayamaz. Bunun aksine devrimci zor ise stratejik roller oynayarak nitel süreçlerin doğması ve nitel evrelere geçilmesini gerçekleştirir ve bu ilerlemeyi belirler. Kitlelerin tarih yazma esprisi tam da buradan çıkar. Devrimci halk kitleleri ayaklanarak alt-üst oluşlara yol açıp yeni-ileri toplumsal aşamalara geçilmesini sağlar. Oysa gerici zor asla kapitalist toplumu feodal topluma geri çekemez. Ya da feodal toplumu köleci topluma geri götüremez. Çünkü gelişme veya çelişki yasası daima ileriye dönüktür ve yalnızca devrimci zor ileriyi temsil eden değişime kadirdir. Buna rağmen gelişme çizgisi tekdüze değil, inişli-çıkışlı ve karmaşıktır. Gerileme ve ilerleme, güçlenme ve zayıflama ikilemleri her sürecin izlediği yoldur. Kısacası günümüzde kitleler büyük çapta bir hareket içinde bulunmaktadır. Bunun bir parçası da coğrafyamızdaki kitle hareketidir. Ki mevcut kitle hareketleri yaşandığı yerlerde adeta bir ilki temsil edercesine büyük ve kapsamlı bir dalgayı ifade etmektedir. Aynı gerçeklik coğrafyamız hareketi için de aynılıkla geçerlidir. Dünyada devrimci hareket ve durum gelişmekteyken, coğrafyamızda da devrimci durum son derece olumlu seviyededir. Ancak bütün bu olumlu duruma karşın örgütlü devrimci güçler son derece yetersizdir. Devrimin objektif şartları ile sübjektif şartları paralel olmayıp dengesizlik arz etmektedir. Bu durum büyük bir dezavantaj olsa da devrimci kuvvet biriktirmekte ve ihtiyaç duyulan misyonu zorlamaktadır. Gelişmelerin mantığına uygun olarak ihtiyaç duyulan misyon da ortaya çıkacaktır ve çıkmak zorundadır. Tersi durumda devrimci fırsatın kaçırılması kaçınılmaz olacaktır. Bu eksiklikte tayin edici başlıca bir eksiklik uluslararası komünist hareketin örgütsüzlüğüdür. Yani DEH misyonunun yokluğudur. Objektif koşullar uygundur ama kendi başına bu yetmez. Devrim kendiliğinden şartların ve kendiliğindenci hareketin eseri olamaz. Dolayısıyla sübjektif etmen olarak komünist devrimci önderlik rolünün yaratılması şarttır. Bu olmaksızın devrime yürümek olanaksızdır. Komünist devrimci güçler önderlik rolünü karşılayarak devrimci zoru devreye sokmak durumundadırlar. Bu olmaksızın emperyalist dünya gericiliği bütün devrimci kitle hareketini kullanarak kendisini daha sağlam zemine oturtacaktır. Gelişmeler devrim lehine ve devrimci mantığa uygun yaşanırken, devrimci önderlik ve güçler devrimci gelişmenin tersinde kalmaktadır. Ancak gelişen hareket birçok kazanım gibi, devrimci önderliğini de yaratacaktır. Bütün sorun bilinçli devrimci güçler olarak rolümüze sahip çıkıp görevlerimizi üstlenip üstlenemeyeceğimizdedir.


06

güncel haber

ETHEM DAVASI SİL BAŞTAN BAŞLAYACAK Ethem’in katili olan polisi berat ettiren, hakkında açılan soruşturmayı meşru müdafa ekseninde ele alan mahkeme şimdide polis hakkında gerekli yasal izin alınmadığına hükmederek, dosyayı savcılığa geri gönderdi Ethem Sarısülük davasında gelişme ileriye değil geri dönük oldu. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi , Ethem Sarısülük'ün ölümüne ilişkin katil polis memuru Ahmet Şahbaz hakkındaki davanın "izin alınmadan açıldığı" gerekçesiyle "durmasına" ve "gereğinin yerine getirilmesi için dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine" karar verdi. Sarısülük'ü vurduğu milyonlarca kişinin izlediği video görüntüleri ile kesinleşen polis Ahmet Şahbaz hakkında hazırlanan iddianameyi kabul eden Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılamayı durdurduğunu açıkladı. Kararın gerekçesi "polis Şahbaz'ın yargılanması için gerekli izinlerin alınmamış olması" şeklinde açıklandı. Mahkeme, Sarısülük'ü öldüren polis Şahbaz hakkındaki davanın, "yargılama izni alınmadan açıldığı" gerekçesiyle durdurulmasına ve dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesine karar verdi. Karar sonucunda Ankara Valiliği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na polis hakkında soruşturma izni vermezse katil polis yargılanmayacak, açılan dosya ise kapanacak.

16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de polis ve sivil faşistler tarafından dayak işkencesinden geçirilen Ali İsmail Korkmaz’ın yaşam savaşını kaybetti. Korkmaz Hatay’da binlerce kişinin katıldığı cenaze töreniyle sonsuzluğa uğurlanırken, Korkmaz için ülke genelinde protesto eylemleri düzenlendi Gezi Parkı’na destek eylemleri sırasında İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Hatay ve Mersin başta olmak üzere çok sayıda ilde protesto eylemleri ve yürüyüşler düzenlenerek Gezi Parkı’na yönelik polis saldırıları protesto edildi. Bu eylemler sırasında polisin halka gaz bombaları, plastik mermiler ve tazyikli suyla yaptığı saldırılar sırasında yüzlerce kişi yaralanırken, onlarcası da ağır yaralandı. Bu eylemler sırasında Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz hayatını kaybetti.

Korkmaz’ın cenazesi Hatay’a gönderildi 2 Haziran günü Eskişehir’de yapılan eylemler sırasında sivil polisler tarafından dövülerek ağır yaralanan ve ardından beyin kanaması geçiren Ali İsmail Korkmaz, 10 Temmuz günü bir ayı aşkın süredir devam ettirdiği yaşam mücadelesini kaybederek aramızdan ayrıldı. Saldırıya uğradıktan sonra gittiği hastaneden “İfadeni ver gel” denilerek iki kez

geri çevrilen Korkmaz, ifade vermesinin ardından gittiği Mavi Hastane’den Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne gönderilmiş, buradan da “beyin kanaması” teşhisiyle Osmangazi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edilmişti. Eskişehir Anadolu Üniversitesi öğrencisi 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, 10 Temmuz’da tedavi gördüğü Osmangazi Üniversitesi Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Korkmaz’ın hayatını kaybetmesinin duyulmasıyla birlikte Eskişehir halkı, Osmangazi Tıp Fakültesi önünde toplandı. Ali İsmail Korkmaz’ın cenazesine otopsi yapılmasının ardından Hatay’a gönderileceği bilgisi verilirken, Eskişehir’de Korkmaz’ı anmak için binlerce kişi bir araya geldi. Korkmaz’ın cenazesi ailesinin gelmesiyle birlikte saat 18.00’de morgdan çıkarıldı. Hastane önüne getirilen Ali İsmail Korkmaz için saygı duruşu yapıldı. Omuzlarda taşınan Korkmaz’ın cenazesi zılgıtlar ve sloganlar eşliğinde, Osmangazi Üniversitesi çıkış kapısına “Ağlama ana evlatların burada”, “Katil devlet hesap verecek”, “Eskişehir faşizmi unutmayacak”, ”Bu daha başlangıç mücadeleye devam'' sloganlarıyla getirildi. Binlerce kişi cenaze arabasıyla Hasan Polatkan’a yürürken, Korkmaz’ın cenazesi Hatay’a uğurlandı. Ali İsmail Korkmaz’ın ağır yaralandığı yere karanfiller bırakılmasının ardından kitlenin Espark önüne gelmesiyle anma eylemi sonlandırıldı.

Katil devlet hesap verecek Ali İsmail Korkmaz’ın Eskişehir’den Ha-

tay’a gönderilmesinin ardından 10 Temmuz gecesi Ali İsmail Korkmaz ve Abdullah Cömert’i anmak için bir araya gelen binlerce kişiden oluşan kitle sokaklara çıkarak polis saldırılarını protesto ederken, yaşanan çatışmalarda 3’ü ağır olmak üzere 10 kişi yaralandı. Gece boyunca çatışmaların devam ettiği Hatay’da, polis bazı evlere gaz bombası

Polisin ki malum bu da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın halkın faşist sisteme karşı başlattığı direnişe yönelik saldırı direktiflerinin ardından harekete geçen yargı, tüm kamuoyuna yansıyan görüntü ve tanıklarına rağmen polisin katliamlarını halkla alay ederek örtmek niyetinde Ülke genelinde halkın sisteme karşı birikmiş öfkesinin sokaklara taşmasının ardından eylemlere ve halka yönelik polis saldırısı, tüm mağdur, görüntü ve tanıklarına rağmen bürokrasi-yargı-polis üçgeninde aklanıyor. Ethem’i katleden polis meşru müdafaadan, Ali İsmail Korkmaz’ı katleden polis ve faşistler delil karartma girişimleriyle devletin korunaklı kollarında yaşamlarını ikame ettiriyorlar. Abdullah Cömert ve Mehmet Ayvalıtaş’ın katledilmesiyle ilgili ise hiçbir girişim yok. Polis saldırılarında gözlerini kaybedenlerin, tacize uğrayanların,

kaba dayak işkencesine maruz kalanların şikayetleri için göstermelik de olsa bir girişimde dahi bulunulmadı. Başbakan’ın polisi destan yazdıysa, yargısı da destan yazmalı Neredeyse her konuda “demokrasi” havarisi kesilen Başbakan Tayyip Erdoğan, halka yönelik devlet terörünü meşrulaştırmak adına ağzından çıkabilecek bütün yalanlara başvurmuştu. Birbirinden tutarsız yalanlarla Erdoğan, “Dış güçler”, “faiz lobisi”, “darbeciler”, “statükocular”, “marjinaller”,“çapulcular” çıkışlarıyla halkın eylemini küçümseyip, eylemlerin niteliğini gerici olarak lanse etti. Demokratik talepler ekseninde sokağa dökülen halkın her eyleminin hukuksuz bir biçimde kanla bastırılması karşısında hükümete yönelen eleştirilere,“Polise emri kim verdi diye soruyorlar. O emri ben verdim” , “Polisimiz kahramanlık destanı yazmıştır” sözleriyle karşılık veren Erdoğan, bu çıkışının ardından yargıya emir vererek “Siz de artık destanınızı yazmaya başlayın” mesajını iletmiş-

ti. Türk Tabipleri Birliği (TTB)'nin açıkladığı rapora göre 31 Mayıs-24 Haziran tarihleri arasındaki olaylarda 4 kişi öldü, 60'ı ağır olmak üzere 8 bin kişi yaralandı, 11 kişi gözünü kaybetti, 103 kişi kafa travması geçirdi. Ortaya çıkan bu tablo karşısında hiçbir savcı bağımsızlığını icra ettiği adalet girişiminde bulunmadı. Şu ana kadar hedef gözeterek yakın mesafeden öldürmek için nişan alan herhangi bir polise işlem yapılmadı, Abdullah Cömert’in ölümüne neden olan gaz bombasını atan polis hakkında bir işlem yapılmadı ve yine üzerine araç sürülerek katledilen Mehmet Ayvalıtaş’ın katili hakkında hiçbir soruşturma bilgisi yok. Tüm kamuoyuna yansıyan ve gizlenecek hiç bir durumu kalmayan Ethem Sarısülük’ü katleden polisin meşru müdafaadan kurtarılması sağlandı. Ali İsmail Korkmaz’ın katilleri ise yine aynı yargı-polis-bürokrasi üçgeninde korunarak ödüllendiriliyor. Yargı, devlet cephesinde bu nitelikle hareket

ederken, eylemlere katılıp demokratik taleplerini dile getirenler için ise adaleti hemen tecelli ettiriyor. Önce polis “suç” araştırması yapıyor ve nasıl oluyorsa (Ki biz biliyoruz toplumsal muhalefet içerisinde yer alan bireylerin fişlendiğini) anne-babasını tanır gibi çekilen resimlerden hemen eyleme katılan bireylerin kimliklerini tespit ederek bir gece gözaltı terörüyle eylemcileri alıp sorguluyor, ardından “suç” delillerini hızlıca yaratarak savcılığa işi bırakıyor. Savcılıkta büyük bir özenle polisin hayal gücünü zorlayarak yarattığı düzmece fezlekenin eksikliklerini tamamlayıp ek olarak da kalın puntolarla “tutuklama talebini” iliştirip hazırladığı dosyayla mahkemede hazır oluyor. Mahkeme heyeti ise demokratik haklarını kullananların hiçbir itirazını dikkate değer bulmayarak, “isyana teşvik, mala zarar verme, delil karatma olasılığı” kanaatiyle önüne geleni hapishaneye gönderiyor.

Ali’nin katilleri devlet korumasında Eskişehir’de sopalarla dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz hakkında açılan soruşturma ve


16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

güncel haber

07

sonsuzluğa uğurlandı verecek” sloganlarını atarken, ellerinde Abdullah Cömert ile Ethem Sarısülük’ün fotoğraflarını taşıdı. Korkmaz, yapılan törenin ardından on binlerce kişi tarafından sonsuzluğa uğurlandı.

Hatay halkı saatlerce polisle çatıştı

atarken, halk evlerinden attığı eşyalarla barikatları güçlendirdi. Hatay’ın çeşitli mahallelerinde bir araya gelen kitle çatışmaların sürdüğü Armutlu Mahallesi’ne giderek eylemlere katıldı. Ali İsmail Korkmaz, 11 Temmuz günü Hatay’da binlerce kişinin katıldığı cenaze töreninin ardından sonsuzluğa uğurlandı. Cenaze törenine Ankara’da polisin açtığı ateş

sonucu hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ün ailesi ile Antakya’da polis saldırısı sonucu hayatını kaybeden Abdullah Cömert’in ailesi de katıldı. Korkmaz’ın cenazesi ilk olarak Ekinci Beldesi’nde evinin önüne, ardından da on binlerce kişinin katıldığı yürüyüşle Ekinci Asri Mezarlığı’na götürüldü. Yürüyüş sırasında kitle, “Hükümet istifa” , “Katil devlet hesap

Cenaze töreninin ardından Hatay’da akşam saatlerinde Korkmaz için sokaklara çıkan halk, Uğur Mumcu Meydanı’nda bir araya gelerek Saray Caddesi’ne yürümek istedi. On binlerce kişiden oluşan kitleye saldıran jandarma ve polise karşı halk saatlerce çatıştı. Polis saldırıları sırasında çok sayıda kişi yaralanırken, bir kişi de beyin kanaması geçirdi. Bir eylemcide de yüzde 100 görme kaybı yaşandı. Polisi geri püskürten halk, Sevgi ve Direniş Parklarında nöbete başladı. Hatay halkı Korkmaz için her gece sokaklara çıkarak polisle çatıştı. 13 Temmuz gecesi Armutlu Mahallesi’nde bir araya gelen halka polis tazyikli su ve biber gazıyla saldırdı. Çatışmalar Armutlu Mahallesi, Gazi Mahallesi ve Semt Pazarı’nda yoğunlaştı. Polise barikatlar kurarak direnen kitleye, halk evlerinden getirdiği koltuk ve kanepelerle destek verdi. Polis saldırıları sonucu yaralananlar olurken, halk polisi geri püskürttü. Hatay halkı çatışmaların ardından Sevgi ve Direniş Parkı’na gitti.

Ankara Korkmaz için sokak sokak direndi 11-12 Temmuz gecelerinde Ankara Dikmen’de Korkmaz için İlker Mahsuni Şerif ve Sokullu Ahmed Arif Parklarında bir araya gelen kitle, Dikmen Cadde-

yargının destanı bürokratların açıklamaları, devletin işleyişine ve yargısının adaletsizliğine gösterilecek tarihi bir örnek olarak yerini şimdiden sağlamlaştırmış durumda. Ali’nin beyin kanaması geçirip ölmesine neden olan saldırının yaşanma tarihi 3 Haziran. Ali, kendisine yapılan saldırı hakkında 4 Haziran tarihinde polise giderek ifade veriyor. Bu suç duyurusu hakkında hiçbir işlem yok. Taa ki Ali için yapılan eylemler ve basına yansıyan görüntüler ortaya çıkana kadar. Bürokrasi, yargı ve polis harekete geçiyor ama öyle adalet dağıtmak için değil, bu işten devleti nasıl aklarız hassasiyetiyle. Korkmaz’ın dövülerek öldürülmesine dair “gaz maskeli, eli coplu ve sopalı kişilerin” görüntü kaydı ortaya çıktı. 40 ayrı güvenlik kamerası kaydını inceleyen bilirkişilerin savcılığa sundukları raporda, “Sivil polis olduğu sanılan veya polisin yanında yer alan gaz maskeli, ellerinde cop, beyzbol sopasına benzer sopa bulunan bir grubun kameralara yansıdığı, bir eylemciye sopalarla vurdukları, sokakta topluca eylemci kovaladıkları ifadesi yer aldı” denildi. Eskişehir Va-

lisi bu rapora rağmen, nasıl bir delil topladıysa kendi imkanlarıyla “Ali’yi arkadaşları dövdü” dedi, tepkiler üzerine geri adım attı. Savcılık Ali’nin dövüldüğü yerde görev yapan polislerin resimlerini istedi, polis ise Eskişehir’de görevli bütün polislerin tanınmayacak şekilde çekilmiş resimlerini gönderdi. Savcılık olay yeri görüntüleri istedi ve inceledi, Ali’nin dövüldüğü dakikaların silindiği ortaya çıktı. Görgü tanıkları savcılığa başvurdu, savcılık ise bu tanıkların anlatımlarını dikkate dahi almadı. Olayla ilgili bir kişi gözaltına alındı o da serbest bırakıldı. AKP Eskişehir Milletvekili Salih Koca ise "Ali İsmail’in dövülerek öldürülmesine ilişkin herhangi bir kayda rastlanmadığını" ifade ederek, "Polis öldürdü diyenler ispat etsin" dedi. Bu milletvekiline bu kadar bilgiye nereden ulaştın ya da yargıyı neden etkiliyorsun sorusu dahi sorulmadı. Ortaya çıkan bu hukuksuzluk zincirine ise kimse ses çıkarmadı. Devlet tüm teşkilatıyla destan yazmak için, açığı az olan kurgulu yalanlara dahi başvurmadan halkla alay ederek, demokrasi ve hukuk gösterisine devam ediyor.

'Ali İsmail'i dövenler arasında polis de vardı' Ali İsmail’in ağabeyi Avukat Gürkan Korkmaz, saldırıyı düzenleyen sivil kişilerin, polis olmadığı ve bir kişinin yakalanarak gözaltına alındığı haberlerini samimi bulmadıklarını söyledi. Polisin kendi içindeki polisleri de teslim etmesini istediklerini söyleyen ağabey Korkmaz, "Emniyet, kendi arasındaki polisleri vermediği sürece, samimi bulmuyoruz. Bize günah keçisi vermesinler, failleri versinler" dedi.

si’nden Ziraat Kavşağı’na yürüdü. Düzenledikleri forumlarda aldıkları karar doğrultusunda eylemler yapan Dikmen halkı, Taksim ve Hatay’daki polis saldırılarını protesto ederken, kitlenin önü barikatlarla kesildi. Polise “Her yer Taksim her yer direniş” , “Hepimiz Ali’yiz öldürülmekle bitmeyiz” , “Her yer Armutlu her yer direniş” sloganlarıyla direnen halka, kimyasal içerik taşıyan kırmızı renkli bir su sıkıldı. Bu sudan vücuduna temas eden kişilerde, nefes darlığı ve öksürük rahatsızlıkları gözlendi. Saldırının ardından ara sokaklara dağılan kitle yeniden bir araya gelerek barikatlarda polisle çatıştı. Polisin akreplerden hedef alarak ateş açması sonucu çok sayıda kişi yaralandı. 13 Temmuz gecesi Ankara’da Korkmaz için sokaklara çıkan halk polisle çatıştı. Korkmaz için iki günden bu yana Kennedy Caddesi’nde bir araya gelen kitleye polisin saldırısı gerçekleştirilirken, çatışmalar saatlerce devam etti. Keçiören halkı 12 Temmuz’da yapılan forumda alınan karar doğrultusunda Gezi Parkı direnişi sırasında katledilenler için yürüyüş düzenledi. 21.30’da Yunus Emre Parkı’nda bir araya gelen kitle, “Hükümet İstifa” pankartı arkasında toplanarak Refik Saydam, Barış Yolu ve 19 Mayıs Caddelerinde yürüyüş eylemleri gerçekleştirdi. Yürüyüş sırasında Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail Korkmaz ve Lice’de katledilen Medeni Yıldırım anıldı. Korkmaz bu illerin yanı sıra İstanbul ve İzmir başta olmak üzere çok sayıda il ve ilçede protesto eylemleriyle anıldı.


08

emek haber

Kazova Tekstil’de direniş var 4 aylık maaşları ile kıdem ve ihbar tazminatlarını alamayan Kazova Tekstil işçileri, fabrika önüne kurdukları çadırda direnişlerini sürdürüyor. Direnişte 80’li günlerine yaklaşan Kazova Tekstil işçileri, her hafta Perşembe günü yaptıkları yürüyüşlerin yanı sıra, 28 Haziran’da fabrikayı işgal etmişti. Alacaklarına karşılık fabrikadaki bazı makineleri satmak için işgali gerçekleştiren işçilere polis saldırısı yapılmıştı. İşçiler bu tarihten itibaren açlık grevine başladı. 10 Temmuz günü Çalık Holding’de Kurumsal İletişim Müdürlüğü yapan Gaye Somuncu’ya giden işçiler gerçekleştirdikleri basın açıklamasının ardından yarım saatlik oturma eylemi yaparak eylemlerini bitirdi. Fabrika patronları Ümit Somuncu ile Mustafa Umut Somuncu’ya karşı haklarını alma mücadelesi veren işçiler, açlık grevine başlamalarının 11. Günü olan 10 Temmuz’da Şişli’de bir yürüyüş gerçekleştirdi. Saat 13.00’de Şişli Camii önünde toplanan işçiler; “Emeğimizi Alın Terimizi Gasp Eden Patronlarımız Somuncu Ailesinden Haklarımızı Alana Kadar Açlık Grevindeyiz” yazılı pankart arkasında toplanarak “Sadaka değil hakkımızı istiyoruz” , “Yaşasın Kazova direnişimiz”, “İşçiyiz haklıyız kazanacağız” sloganlarıyla fabrika önüne yürüdü.

‘Mücadelemiz sürüyor’ Fabrika önünde yapılan basın açıklamasında fabrika patronu Umut Somuncu’nun kendileriyle görüşeceğini söylediğini ancak bu ifadelerle işçileri oyaladığı belirtildi. Basın açıklaması şu ifadelerle sona erdi: “Dün yine telefonla konuştuk neden sözünde durmadığını sorunca kendisine ‘siz Gaye Somuncu’ya gittiniz, Grup Yorum konserine gittiniz ben de vazgeçtim’ diyerek pişkince cevaplar veriyor. Buradan Umut Somuncu’ya sesleniyoruz. Aylar önce mücadeleye başladığımızda da söylemlerimizde de, açıklamalarımızda da ’bizim hakkımızı vermediğiniz sürece her yerde bizi görecek, bizim sesimizi duyacaksınız. Ellerimiz yakanızda olacak’ diyerek bunu ilan etmiştik. Eğer bu tablodan rahatsızsanız ve bu tablonun son bulmasını istiyorsanız yapmanız gerekeni biliyorsunuz. Aksi takdirde bizi daha çok görecek ve sesimizi daha çok duyacaksınız.“

Halkın Günlüğü 16-31 TEMMUZ 2013

AKP’nin meclisi

Milletin “vekilleri” olarak seçilen ve parlamentoda halkı temsil ettiklerini iddia eden burjuva-feodal partiler ve milletvekillerinin el kaldırıp indirmekten başka bir misyonlarının olmadığını, son görüşülen “Torba Yasa” tartışmalarında bir kez daha gördük AKP kurmayları ve özellikle Başbakan Erdoğan tarafından dile getirilen sandık-seçim ve parlamento “övgülerinin” içi boş uydurmalardan başka bir şey olmadığını pratik yaşamda defalarca gördük, görmeye de devam ediyoruz. Lenin tarafından “burjuvazinin ahırı” olarak ifade edilen parlamentoların ülkemiz ayağında yaşananlar, bu vurguyu tam olarak kanıtlamaktadır. Kağıt üzerinde devletin en etkili ve yetkili kurumu olarak ifade edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve buraya halk tarafından belirli periyotlarla “seçilen” milletin “vekilleri”nin bu makamı kullanarak rant elde etmek, türlü yolsuzluk ve hırsızlıklara karışmak, arada sırada parlamentoda boy göstererek efendilerinin önlerine koydukları yasaların onaylanması için, bunları araştırmadan, incelemeden söz konusu değişikliklerin içeriğine dahi vakıf olmadan el kaldırıp indiren birer yoz uşaktan başka bir misyonları yoktur. Emperyalist efendileri ve yerli uşaklarının sömürü ve zulüm saltanatlarını “yasal” kılıflar altında sürdürmek için ihtiyaç duydukları değişiklikleri parlamentoda tek bir milletvekilinin dahi bilgisi olmadan sadece el kaldırmaları istenerek ve bu istekleri geçirmelerinden başka bir işlevi olmayan parlamento ahırından bahsini ettiğimiz konuya dair sürekli yeni örnekler yaşanmaktadır. “Torba Kanun” olarak isimlendirilen

478 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi parlamentoda süren 10 günlük tartışmalar sonrası 12 Temmuz 2013 tarihinde Meclis’te kabul edildi. Özellikle TMMOB’a dair yapılan değişiklerin tartışma konusu olduğu, köy koruculuğundan, 28 Şubat sürecine dair birçok maddenin yer aldığı söz konusu kanun teklifinin oylamaları sırasında yaşanan bir olay, bu çalışmaların nasıl yapıldığını bir kez daha gözler önüne serdi.

AKP kendi tasarısını reddetti Milletvekillerinin sadece önlerine gelen yasalara dair el kaldırıp indirdiği mevcut duruma bir örnek de 7 Temmuz 2013 tarihindeki oylamalarda yaşandı. AKP’li milletvekilleri kendi verdikleri tasarı maddesine CHP mil-

letvekilleri kabul oyu verince, kendilerinin tasarısına bu kez kendileri toplu olarak ret oyu verdi. AKP tarafından hazırlanan kanun tasarısında yer alan “taşradaki sağlık personellerinin özlük hakları” ile ilgili düzenlemeyi içeren kanun maddesi, AKP milletvekillerinin topluca verdikleri oylarla reddedildi. Bazı Kanun ve KHK’lerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 73. maddesinin d bendi oylanırken, AKP yine CHP’nin verdiği önergeyi reddetti. Dolayısıyla kanun tasarısında yer alan madde TBMM’de reddedilmiş oldu. Durumu fark eden AKP milletvekillerinin itirazları üzerine, Meclis Başkanvekili Sadık Yakut maddenin reddedildiğini haliyle yapılacak bir şeyin olmadığını söyledi. Konuyla ilgili açıklama yapan CHP

Darphane işçileri Darphanede çalışan Basın-İş üyesi 257 işçinin Toplu İş Sözleşmesi'nde işverenle yaşanan uzlaşmasızlık sonucu 8 Temmuz’da greve çıktı Türk-İş’e bağlı Basın-İş Sendikası’na üye işçiler, Hazine Müsteşarlığı’na bağlı Darphane ve Damga Matbaası işyerlerinde 8 Temmuz’da greve çıktı. 25 yıl aradan sonra ikinci kez greve giden Darphane işçi-

leri, Beşiktaş'ta bulunan Darphane önünde çadırlar kurarak, grevlerini sürdürüyor. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı'na bağlı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü'nde altın, madeni para, pasaport, nüfus cüzdanı gibi evraklar üreten işçiler, düşük maaş aldıkları, sağlıklı ve güvenli iş imkânları sağlanmadığı için grevi başlattıklarını belirtti. Şartları kabul edilene kadar grevi sürdüreceklerini dile getiren sendika temsilcisi Turgut Çetin, “Eğer şartlar düzel-


16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

“ibretlik”

emek haber

Hedefte basın emekçileri Gezi Parkı eylemleri süresince burjuva-feodal medya üzerinden estirilen manipülasyon rüzgarına ortak olmayıp gerçekleri yazmaya çalışan onlarca gazeteci işinden olurken, eylemleri takip eden onlarca basın emekçisi de polis saldırılarının hedefi oldu

Kocaeli Milletvekili, TBMM Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) Komisyonu üyesi Haydar Akar,“Muhalefet önergesini reddeden AKP hemen sonra oyladıkları maddeyi de muhalefetin önergesi zannederek reddetti.” dedi.“ Kanunları okumuyorlar, Meclis’i izlemiyorlar. Meclis salonunda bulunmuyorlar, oylama varken koşa koşa içeri giriyorlar birbirlerine şaşkın ördek şeklinde bakıyorlar.”diyerek eleştirilerini sürdüren Akar, bir haftadır TBMM’de aralıksız çalışıldığını hatırlatarak, bu yüzden koordinasyon eksikliği ve yorgunluğun da olabileceğini belirtirken, “Böyle ilginç bir gelişmeyi TBMM çatısı altında ilk kez yaşadık” dedi. CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel de TBMM’de 7 Temmuz tarihinde yaşananları ‘muhalefetin AKP’ye golü’ olarak yorumladı. Normalde önerge için karar yeter sayısı arandığını belirten Özel, bu kez madde için karar yeter sayısı istediklerinde AKP’nin

kafasının karıştığını ve “el alışkanlığıyla” kendi önerdikleri maddeyi reddettiklerini söyledi. Özel, “Bu durum AKP’nin ‘indir kaldır’ yasama faaliyetini, parmak siyasetini göz önüne sermek için atılmış bir goldür” diye konuştu. Maddenin tekrar görüşülmesi için müzakere gerekecektir. AKP bunun için de dört partinin oyuna ihtiyacı duyacaktır. 2008 yılında da AKP’liler Sosyal Güvenlik Yasası’nın TBMM’deki görüşmeleri sırasında yine bir ilke imza atmış ve kendi verdikleri önergeyi reddetmişlerdi. AKP Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ, evli ve çocuklu SSK emeklilerine maaş bağlama kat sayısı alt sınırını yüzde 35 yerine yüzde 40 olarak belirleyen önergeyi Meclis başkanlığına sunmuştu. AKP’li vekiller ise CHP’lilerin kabul oyu vermesi üzerine önergeyi, CHP’nin verdiğini düşünerek red oyu kullanmıştı.

Gezi Parkı eylemleri süresince AKP kurmayları ve Başbakan Erdoğan, türlü yalan ve karalamalarla eylemleri ve eylemlere katılanları hedef haline getirerek, eylemlere katılımı azaltmaya ve eylemlerin meşruiyetini gölgelemeye çalıştı, çalışıyor. Gezi Parkı eylemlerinin ilk gününden itibaren “dış mihraklar” yalanına sarılan, sürekli olarak eylemlere katılanları hedef gösteren AKP ve hizmetindeki burjuva-feodal medya tarihe geçecek bir manipülasyon çalışmasının içerisine girdi.“Marjinal gruplar, silahlı terör örgütleri, dış mihraklar” vb. birçok yalana sarılıp, eylemleri gölgelemeye çalışan AKP’nin maskesini ise başta devrimci-demokratik basın kuruluşları olmak üzere özellikle sosyal medya, defalarca kez düşürdü.AKP ve uşak medyası tarafından ortaya atılan her yalan anında çürütülerek, milyonlarca insana gerçekler aktarıldı. Gezi Parkı eylemleri süresince sadece devrimci-demokratik basın kuruluşları değil, burjuva-feodal medya içerisinde de AKP’ye muhalefet eden, Gezi eylemlerine katılan ve eylemleri destekleyen onlarca gazeteci yazar yer aldı. Özellikle polis terörünün deşifre edilmesi ve eylemlerin meşruiyeti noktasında objektif kalmaya özen gösteren ve AKP politikalarına muhalefet eden birçok gazeteci, yazar ise işinden oldu. Gezi eylemlerini takip eden onlarca gazeteci ise polis terörüne maruz kaldı, yaralandı ve gözaltına alındı.

Birçok gazeteci işinden oldu

hakları için grevde tilmezse ülke olarak birçok resmi işte sıkıntı yaşanabilir” diye konuştu. Altın üretiminin devam edebilmesi için Mart ayından bu yana darphanede vardiya sistemine geçildiğini belirten Çetin, “Yeni işçi almadılar. Onun yerine kurum bünyesinde kim varsa altın üretimi için kullandılar. Çaycıyı da, şoförü de üretime dahil ettiler” dedi.

20 yıldır darphanede onarım işçisi olarak çalıştığını belirten İbrahim Kılıç ise şunları dile getirdi: “Bir işçi her işi yapabilir mantığıyla işletmecilik yapıyorlar. Bir gün altın üretiminde bir gün kâğıtta çalıştırıyorlar. Ortalama 1500 lira maaş ödemesi yapıyorlar. Maaşlarımızı 2000 lira yapsınlar istiyoruz”

09

Hatırlanacağı üzere son iki yıllık süreçte Nuray Mert, Hasan Cemal, Ece Temelkuran vb. birçok gazeteci AKP politikalarına muhalefet ettikleri için işlerinden olmuştu. En ufak bir eleştiriye bile tahammülü olmayan faşist AKP, Gezi Parkı eylemleri sürecinde de kendisine muhalefet eden onlarca gazeteciyi işinden etti. NTV, CNN gibi yayın kuruluşlarıyla Akşam,Yeni Şafak ve diğer bazı gazetelerde ise yayın çizgisinin dışına çıkan, AKP politikalarını eleştiren birçok gazeteci, yazar ve TV programcısının işine

son verildi. Gezi Parkı eylemleri süresince yaptığı yayınları büyük tepki çeken ve protestoların hedefi haline gelen NTV’de de uzun yıllardır görev yapan Mirgün Cabas, Nilgün Balkaç ve Çiğdem Anad görevlerinden ayrıldı. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından geçtiğimiz ay yönetimine el konulan Akşam gazetesinde birçok gazetecinin işine son verildi. Akşam gazetesine TMSF tarafından el konulmasından sonra, AKP politikalarına yönelik eleştirel yazılar kaleme alan gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya görevden alındı. Akşam gazetesinde Küçükkaya’dan sonra, Gezi eylemlerine destek veren yazarlardan Tuğçe Tatari, Nilay Örnek ve Sevim Gözay’ın da işlerine son verildi. Son olarak özellikle AKP’nin dış politikalarını eleştiren Hüsnü Mahalli gazeteden kovuldu.

Gezi eylemlerinde onlarca gazeteci yaralandı eylemler sırasında onlarca gazeteci polis terörünün hedefi oldu. Gezi Parkı eylemlerinde çok sayıda gazetecinin polis terörüne maruz kalması gazetecilerin isyanına sebep oldu. 8 Temmuz’da Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ile bir grup gazeteci Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamada gazeteciler yapılan saldırıların kamuoyunun haber alma hakkına yapılmış bir saldırı olduğunu ifade etti. Hafta sonu yapılan eylemlerde aralarında Milliyet, Birgün, Bianet ve Sözcü muhabirlerinin de olduğu 13 gazetecinin gaz bombası, boyalı su, plastik mermi ve cop darbeleriyle yara aldığı açıklandı. Ayrıca Aydınlık Gazetesi'nden 2 muhabirin de polis tarafından gözaltına alındığına değinildi. Habercilere yönelik polis şiddetini kınadıklarını söyleyen gazeteciler, şunları dile getirdi:"Medya emekçilerine saldırı, yurttaşın haber alma hakkına saldırıdır. Kınıyoruz! Habercilere yönelik polis şiddetinin tesadüf olmadığı ortadadır. Yaşananların sorumlusu her fırsatta gazetecileri hedef gösteren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Gazetecilere yönelik saldırıların ve kalemimiz üzerindeki baskıların sadece halkımızın dayanışmasıyla sona erdirilebileceğine inanıyoruz. İşini özgürce yapabilmek isteyen tüm gazetecileri örgütlenmeye, mücadele etmeye, siyasi iktidar ve patron kıskacına isyan etmeye çağırıyoruz. Artık yeter!" Basın açıklaması atılan sloganlarla sona erdi.


10

kadın haber

Halkın Günlüğü 16-31 TEMMUZ 2013

Kadınlar polis tacizine karşı yürüdü Gezi Parkı direnişi sırasında gözaltına alınan kadınların polis tacizine uğraması, çeşitli kadın örgütleri tarafından Taksim Meydanı’na yapılan yürüyüşle protesto edildi Gezi Parkı direnişinin önemli dinamikleri olan kadınlar eylemler sırasında ön plana çıkarken aynı zamanda özellikle polis saldırıları, gözaltılar ve tutuklamalara maruz kaldı. Yapılan anketlere göre Gezi Parkı direnişine katılanların % 50,9’unu kadınlar oluşturdu. Gezi Parkı direnişi sebebiyle gözaltına alınan kadınlara uygulanan cinsel tacizler ise yine kadınlar tarafından protesto edildi.

Gözaltında kadınlara taciz Gezi Direnişi sırasında kadınlara yönelik cinsel saldırılar 6 Temmuz’da çok sayıda kadın örgütü tarafından Galatasaray Lisesi’nden Taksim Meydanı’na yapılan bir yürüyüşle protesto edildi. “AKP'ye ve Polis Şiddetine Karşı Direniyoruz. Cinsel Tacize Karşı Sokaklardayız” pankartını taşıyan kadınlar, “Gözaltında tacize tecavüze son”, “AKP tacizi, tecavüzü saklama”, “AKP'den, tacizci polisinden korkmuyoruz”, “Tacizci polis sokaktan defol”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Polisin tacizi kadınları susturamaz”, “Jin jiyan azadî”, sloganlarıyla Taksim Meydanı’na yürüdü. Demirören AVM önüne gelindiğinde oturma eylemi yapan kadınlar, yaptıkları konuşmalarla Ankara, İstanbul ve İzmir’de yaşanan tacizlere dikkat çekti. Mısır’da devam eden mücadeleye atfen “Her yer Mısır her yer direniş” sloganını atan kadınlar, Taksim’e vardıklarında polis barikatlarıyla karşılaştı.

Kürt TV’lerinin lisansları iptal edildi

Polislerin kadınları engelleme çabalarına karşı, kadınlar basın açıklaması yaptıkları alanın etrafına şerit çekerek “tacizsiz hava sahası” oluşturdu. Tüm kurumlar adına yapılan ortak basın açıklamasında “Devletin, erkek silahı taciz ve tecavüz bedenimize doğrultulmuştur. Cinsel şiddetin devlet eliyle sürdürüldüğünü Kürt illerinden biliyorduk. Gezi'nin farkı ise bu şiddetin çok daha geniş bir kadın kitlesine uygulanması oldu” ifadelerine yer verilirken kadınların gözaltında uğradıkları cinsel şiddet nedeniyle politik alanın dışında bırakılmaya çalı-

şıldıkları belirtildi. Ancak kadınların bu şiddete karşı sessiz kalmayacaklarını ve hesap sormaya devam edeceğinin vurgulandığı açıklamada, “Bizler bugün burada hep birlikte kadın dayanışmasının verdiği güçle sesleniyoruz. Tacizin de tecavüzün de utancı bizim değil, bu saldırıyı yapanlara aittir. Peşinizi bırakmayacağız asıl siz bizden korkun diyoruz. Buradayız. Erkek devlet şiddetinin olmadığı bir yaşamı kuruncaya kadar geceleri de sokakları da meydanları da terk etmiyoruz" dendi.

Faşist T.C.’nin “Çözüm Süreci”yle Kürt ulusu bazı kırıntılarla sisteme tümden entegre edilmeye çalışılırken, diğer yandan ise hakim sınıflar saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürüyor ABD ve faşist T.C.’nin yoğun çaba ve baskıları sonucunda Danimarka Eyalet Mahkemesi ROJ TV, Nuçe TV ve MMC kanallarının lisanslarını iptal ederken, bu kanalların bağlı bulunduğu Mezopotamya Brodcastin şirketine ise 5 milyon Danimarka Kronu para cezası verdi. Danimarka tarihinin basın kuruluşlarına dair şimdiye kadar vermiş olduğu en büyük miktar olan 5 milyonluk cezaya karşı şirket yetkilileri itiraz davası açsalar da kararın değişmesi beklenmiyor. Kopenhag Eyalet Mahkemesi’nde 3 Temmuz 2013 tarihinde görülen davada, Mezopotamya Brodcasting’e ait televizyon kanallarının hepsinin yayın lisansı iptal edildi. Mahkeme şirketleri 5 milyon Danimarka

Kronu para cezasına çarptırdı. Kararla MMC, Nuçe TV ve ROJ TV’nin yayın lisansları iptal edildi. Gelişmelere ilişkin ANF’ye bilgi veren gazeteci Amed Dicle, itiraz konusunda neler yapılacağını avukatların netleştireceğini de söyledi. Savcılığın şirketlerin tamamen kapatılması yönünde görüş bildirdiğini de vurgulayan Amed Dicle, “Mahkeme ise verdiği bu kadar yüksek para cezasıyla aslında savcılığın kararını onaylamış bulunuyor” tespitinde bulundu. Söz konusu kararın, 2012’de görülen karardan daha ağır olduğunu da vurgulayan Dicle, bir süredir Mezopotamya Brodcasting’in hesaplarının dondurulduğunu, farklı engellemeler olduğunu da sözlerine ekledi. Verilen para cezasının şu anda ikinci derece önemli olduğunu belirten Dicle, “Şu anda yayın lisansımız iptal edildi” dedi.

ROJ TV davası Danimarka Şehir Mahkemesi’nde geçen yıl görülen ROJ TV davası, bir yıl kadar devam etti. Ancak dava sonucunda ROJ TV’ye yayınlarından dolayı 5 milyon Danimarka Kronu para cezası verildi. Şehir Mahkeme-

Bardağın boş tarafını görüyormuşuz (!) Gezi Parkı direnişi süresince gözaltına alınan kadınların polislerin tacizine uğramaları mecliste tartışıldı. Yaşanan tartışmalar sırasında AKP hükümetinin kadına yönelik şiddet konusundaki olumlu icatlarının görülmediğini savunan Aile Bakanı Fatma Şahin bardağın boş tarafının görüldüğünü ileri sürdü. AB parlamentolarında dahi olmayan ‘çok ileri’(!) düzenlemeler çıkardıklarını iddia eden Şahin, “Bardağa boş tarafından

si, savcılığı ROJ TV’nin lisansının iptali talebini reddetmiş, lisansın ve yayınların devam etmesine karar vermişti. Bu karardaki para cezasına itiraz eden ROJ TV, Kopenhag Eyalet Mahkemesi’ne itiraz davası açmıştı. Bu dava da bir yılı aşkın bir süre devam etti. Şehir mahkemesi 3 Temmuz 2013 tarihinde verilen kararda da verdiği cezaları ağırlaştırarak ilave cezalar verdi. Buna göre ROJ TV Anonim Şirketi, lisansının iptali ile 5 milyon Danimarka Kronu para cezasına çarptırıldı. Bunun yanında Kopenhag Eyalet Mahkemesi, bir önceki kararda yer almayan ek bir ceza da verdi. Mezopotamya Brodcast Anonim Şirketi’ne bağlı MMC Müzik Kanalı ve Nuçe TV’nin de lisansının iptal edilmesine karar vererek şirkete 5 milyon Danimarka Kronu para cezası verdi. ROJ ve Nuçe TV yetkilileri, bu davanın başlangıcından bu anına kadar ABD ve T.C.’nin baskısı altında gerçekleşen siyasal bir dava olduğunu, bu durumun Wikileaks belgelerinde açık bir şekilde görüldüğünü ifade etti. Wikileaks belgelerinde ABD Dış-


gençlik haber

16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

bakmayın. Hala hiçbir şey yapmadığımızı söylemenizi toplumun vicdanına bırakıyorum. Bu toplumu bu şekilde yönlendirmeyin, Allah aşkına her tarafa bakmayı öğrenin. Kendimizin ne yaptığını biliyoruz ve daha ne yapmamız gerektiğini de biliyoruz” dedi.

100 örgütten gözaltında tacize karşı ortak açıklama Öte yandan 12 Temmuz’da 10 kadın ve LGBT örgütü Gezi Parkı direnişi sırasında kadınlara ve translara yönelik gözaltında cinsel taciz ve saldırılara karşı ortak bir açıklama yayınladı. TBMM Başkanlığı'na, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve Meclis'teki kadın milletvekillerine iletilen açıklamada, “Cinsel taciz devlet eliyle bilinçli olarak kullanılan bir işkence yöntemidir. Aksini kanıtlayabilecek tek girişim, taciz suçlarında sorumluluğu olan emniyet mensuplarının yargılanması ve polis teşkilatı içinde konuyla ilgili kapsamlı bir soruşturma başlatılması olacaktır.” denildi. Açıklamada kadınların gözaltında yaşadığı tacizlere örnekler verilerek İstanbul’da 31 Mayıs’ta gözaltına alınan 7 kadının İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde tamamen soyularak tümüyle hukuksuz ve keyfi bir ‘ince’ aramaya tabi tutulduğu ifade edildi. Ayrıca İzmir Şakran Hapishanesi’nde tutulan kadınların da çıplak aramaya maruz kaldıkları, Ankara’da Eylem K.’nın Akrep’e bindirilirken ve araç içinde üç saat boyunca keyfi olarak bekletilirken cinsel saldırıya uğradığı, Kızılay’daki eylemde gözaltına alınan D.E. gözaltında tacize uğradığı belirtildi.

Kadınlar tecrit koğuşuna kondu Öte yandan Ankara’da Gezi Parkı direnişi kapsamında gözaltına alınan kadınların tecrit koğuşlarında tutuldukları ortaya çıktı.“Örgüt üyeliği ve propagandası’ iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanan 35 kişi arasında bulunan, Gizem Bayram, Sıla Uzunpınar ve Hazal Kangal isimli kadınlar Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’ne konuldu. İtiraz üzerine 11 Temmuz’da serbest bırakılan Sıla Uzunpınar yaptığı açıklamada kadın tutukluların, tutuklandıklarından bu yana diğer koğuşlara göre şartları son derece kötü olan ve ağırlaştırılmış müebbet cezası alan hükümlülerin bulunduğu kısımda tutulduklarını belirtti.

işleri Bakanlığı, Danimarka Dışişleri Bakanlığı’na hitaben gizli başlıklı bir yazı göndererek,davaya müdahale edilmesini ve ROJ TV yayınlarının durdurulmasını talep etmişti.

KCK; Karar kirli bir işbirliğinin sonucudur Kürt kanallarının lisanslarının hukuksuzca iptal edilip, yüksek miktarda para cezalarına çarptırılmalarına ilişkin KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yazılı bir açıklama yaparak mahkeme kararına tepki gösterdi. Yapılan açıklamada; "Kültürel soykırımcı, sömürgeci Türk devletinin kendi suçlarını örtmek için bin bir türlü kılıflar uydurduğuna alışmış bulunuyoruz. Ancak bir İskandinavya ülkesinin böyle bir karar almasını kirli bir işbirliği dışında anlamak zordur… Bu karar aynı zamanda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın başlattığı demokratikleşme hamlesine köstek olmayı ifade etmektedir. PKK silahlı güçlerini geri çekerken, PKK'yi terör listesine alan Avrupa; PKK yeni bir demokratikleşme ve barış hamlesi başlatınca bu defa da Kürt televizyonlarını kapatmıştır. Kürt Halk Önderinin başlattığı süreci desteklediğini söyleyenler için bu karar anlaşılmaz ve çok manidar durumda olan bir karardır.”denilerek söz konusu karara karşı dayanışma çağrısı yapıldı.

11

Dışişleri Bakanı’nın oğluna “Fakirlik Bursu” Ankara TED Koleji’nin dar gelirli ailelerin başarılı çocukları için verdiği bursa Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun oğlu da “hak” kazandı. Konunun basında yer alması üzerine söz konusu burs kararı iptal edildi Türkiye-Kuzey Kürdistan’da on binlerce çocuk maddi imkansızlıklardan dolayı eğitim göremiyor, milyonlarcası çok zor şartlarda eğitimlerine devam ediyor. T.C.’nin bütün manipülasyon ve yalanlarına rağmen ülkemizde eğitim-öğretim kurumları tam bir rant alanına çevrilmiş durumdadır. Özel okullar, dershaneler, özel burslar vb. kurumlarla zenginin okuyabildiği, yoksulun ise yaşamın her alanında olduğu gibi ezildiği, yok sayıldığı bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Varsılların bu “ayrıcalığı” kendisini bir kez daha hem de ibretlik bir şekilde göstermiş oldu. Her yıl, başarılı ve gelir durumu iyi olmayan beş öğrenciyi, “tam burslu” olarak okutma kararı alan Türk Eğitim Derneği yönetimi, 2013-2014 öğretim döneminde tam burslu okutulacak 5 öğrenci arasına, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 12.sınıf öğrencisi oğlu Mehmet Davutoğlu’nu da aldı.

Bursa ihtiyacı olan öğrenciler görmezden gelindi Hüseyin Özay'ın Taraf’'ta yer alan haberine göre TED’deki “burs skandalının” ilginç hikayesi şöyle: Kısa adı TED olan Türk Eğitim Derneği Koleji, başarılı ve fakir öğrencilere destek sağlamak için 20032004 eğitim döneminden bu yana, her yıl belirli sayıda öğrencisine tam burs sağlıyor. Yani, öğrencilerin okul giderleri okul tarafından sağlanıyor. Ancak

tam burslu olarak okumak için beş şartı tutturmak gerekiyor. Bu şartlar ise, “Türk vatandaşı olmak, 5-9. sınıflar arasında okumak, not ortalamasının 85100 arasında olması, maddi desteğe ihtiyaç duyması ve başka kurumlardan burs almaması” şeklinde. TED Genel Müdürü Sevinç Atabay, 28 Haziran 2013 tarihinde okulun birimlerine bir yazı göndererek önümüzdeki eğitim ve öğretim yılında tam burslu okutulacak öğrencilerin isimlerini açıkladı. Listede, eskiden beri burs alan bazı öğrencilerin yanı sıra, bu yıl ilk kez tam burs almaya hak kazanan beş öğrencinin ismi de yer aldı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, bu yıl 12. sınıfta okuyan oğlu M. Davutoğlu’nun ismi de listedeydi. Bu durum okul içinde çeşitli tartışmaların başlamasına yol açarken, Davutoğlu’nun bursu reddettiği öğrenildi. Veliler ise halen ANAP’ın eski yöneticilerinden Selçuk Pehlivanlıoğlu’nun başkanlığını yaptığı TED Koleji’nin,“tam burslu öğrencileri tespit ederken subjektif hareket ettiğini” ifade etti. Veliler, bakan çocuklarının, not ortalaması ve diğer kriterleri tuttursa da, gelir durumunun tam burslu olarak okutulmaya imkan vermediğini açıkladı.

TED’in ifadeleriyle belgeler çelişiyor TED yönetimi yaptığı açıklamada söz konusu haberlerde geçtiği şekilde bir burs durumunun olmadığını ifade etse de belgeler tersini gösteriyor. TED Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan’a yaptığı açıklamada söz konusu belgelerin sahte olduğunu iddia etti. Pehlivanoğlu’nun belgeler yalan açıklaması

sonrası, belgeleri haberleştiren sitelerden biri olan “gerçekgündem” adlı site yeni bir haber yayınladı. Burs olayına dair site tarafından yapılan açıklamada şunlar ifade edildi; “Hafta başında, TED kolejinde çalıştığını öne süren bir vatandaş, yönetimin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun oğlu Mehmet Davutoğlu’na, tam burs verme kararı alındığını ve istenirse belgeleri gönderebileceğini söyledi. Biz de belgeleri göndermesini istedik. İncelediğimizde, üzerinde yağ lekeleri bulunan belgelerin, TED Genel Müdürü Sevinç Atabay’ın, birimlere gönderdiği resmî yazışmalardan oluştuğunu gördük. Fotoğrafların orijinal belgelerden çekildiğini belirledik. Belgelerde, tam burs almaya hak kazanan öğrencilerin listesi yer alıyordu. Belgeleri haberleştirmeden önce TED yönetimini aradık. Öncelikle, belgelerde imzası bulunan TED Genel Müdürü Sevinç Atabay’ın yurtdışında olduğu dolayısıyla belgeler hakkında kimsenin bilgisi bulunmadığı öne sürüldü. Bir süre sonra bizi arayan TED Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, belgelerin birkaç gazeteye daha gönderildiğini bildirdi. Biz de Pehlivanoğlu’nun açıklamasıyla belgelerin sadece iki gazeteye değil, daha fazla gazeteye gönderildiğini öğrenmiş olduk. Pehlivanoğlu, belgeleri incelediklerini, belgelerde bazı mantık hatalarının bulunduğunu söyledi. Pehlivanoğlu’na, “Belgelerin sahte olduğunu söylüyorsanız, savcılığa suç duyurusunda bulunun, biz de haberi bu şekilde yayınlayalım. Sahte belge skandalı olarak haberi yenileyelim” teklifinde bulunduk. Pehlivanoğlu, böyle bir iddiası olmadığını, inceleme yapmadan belgelerin sahte olup olmadığı konusunda net bir ifade kullanamayacağını bildirdi. Biz de bakan Davutoğlu’nun danışmanlarının ve TED yönetiminin açıklamasına da yer vererek haber hazırladık.Yani haberi hazırlarken gereken tüm ilkeleri yerine getirdik. Tek bir unsur kaldı, belgelerin sahte olup olmadığının araştırılması. Biz belgelerin doğru olduğunu tespit ettik. Pehlivanoğlu, sahte olduğunu iddia ediyorsa, hodri meydan. Savcılığa suç duyurusunda bulunun, dava açın belgeleri yargıya teslim edelim. Sahte olup olmadığına yargı karar versin.” Bakanın oğluna burs verilmesi kararıyla birlikte, sistemin çürümüşlüğünün geldiği boyutlar bir kez daha ortaya çıktı. Milyonlarca öğrencinin kayıt parası bulamadığı bir ülkede “zenginlik içinde” yaşayan bakan, milletvekili, bürokrat, patron… çocukları ise “fakirlik” bursları alıyor.


16-31TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

Sürecin dinamikliği ve ön Halk kitlelerinin istemleri ve meşru reaksiyonu doğru tahlil edilip büyük dalgalanmanın arka planında bu gerçekliğin yattığı kavranmaz ve buna uygun politikalar belirlenip pratikleştirilmezse süreç karşısında tökezlemek ve sürünmek kaçınılmaz olur Türkiye-Kuzey Kürdistan sınıflar mücadelesi tarihi ve toplumsal pratiği açısından en büyük devrimci dalgayı ifade eden gezi parkıyla başlayan halk hareketi birçok açıdan değerlendirilebilir. Bu değerlendirme süreçten doğru dersler çıkarıp devrimci güçlerin hazırlanması bakımından önem arz ederken, sürecin doğru okunarak ilerletilmesi açısından da elzemdir. Sürecin sürdürülerek ilerletilmesi açısından elzemdir çünkü süreç belli biçimde bastırılmış olsa da özünde bitmiş bir süreç değildir. Yani süreç hala dinamiktir. En açık kanıtı belli düzeylere çekilmiş de olsa devam eden kitlesel protestolar, eylemler ve ülkenin büyük bölümüne yayılan hareket bunun gerçekliğidir.

Süreç neden dinamiktir? Bu soruya verilen yanıt önemlidir. Zira satır arası veya ayrıntıda gizli olan gerçeği gün yüzüne çıkararak pozisyon almamızı öğütleyen zemine ışık tutan bir yanıttır. Doğru yanıt için doğru düşünme yetisi şarttır. Şayet yaşanan gelişmeyi salt bir Gezi Parkı sorunu olarak tanımlarsak ve mevcut isyan-ayaklanma pratiğini salt Gezi Parkı projesine endekslersek yanılgıya düşmüş ve süreci doğru okumamış oluruz. Dolayısıyla da sürecin devrimci bakışla ele alınıp ilerletilmesini örgütsel yetersizlik dışında politik duruş ve tavır anlamında da temsil edemez ve bu görevi üstlenemeyiz. Yani sürece doğru yaklaşmamış fırsat üstüne fırsat kaçırmış olur, gelişmelerin kuyruğuna takılarak sürükleniriz. O halde süreci nasıl ele almalı sürece nasıl bakmalıyız.

Direnişi ileri taşımalıyız Sürecin yalın biçimde bir Gezi Parkı meselesi olmadığını görmeliyiz. Bu şu demektir; bu devasa isyan-ayaklanmanın sadece iktidarın Gezi Parkı projesi nedeniyle gündeme gelmediğini bilince çıkarmalıyız. Yaşanan büyük kalkışmanın mevcut iktidarın bütünlüklü baskı ve sömürü politikaları, toplumsal yaşamı Sünni-İslam değerleriyle terbiye eden gerici, anti-demokratik dayatma ve faşist uygulamalarına karşı bir birikimin dışa vu-

rumudur-vurumuydu. Bunun karşısında daha özgürlükçü ve demokratik bir yaşam tasavvurunda ifade bulan yaşam standartlarına olan susamışlığıdır onları ayağa kaldıran. Halk kitlelerinin bu istemleri ve meşru reaksiyonu doğru tahlil edilip büyük dalgalanmanın arka planında bu gerçekliğin yattığı kavranmaz ve buna uygun politikalar belirlenip pratikleştirilmezse süreç karşısında tökezlemek ve sürünmek kaçınılmaz olur. En önemlisi de sürecin bu arka planı doğru tespit edilmez ise, sürecin özünde dinamik olduğu da algılanamaz. Bu da gerekli hazırlıkların yapılması, görevlerin doğru tespit edilmesi ve tam devrimci pozisyonda konumlanmasını objektif olarak sabote eder, engeller. Ayaklanmanın temeli iktidarın baskı, sömürü, zulüm ve bilumum anti-demokratik faşist politikaları ve uygulamalarıysa (ki, öyledir), o halde kitlelerin ayaklanmasının nesnel zemini her bakımdan mevcuttur ve kitlelerin ayaklanması genel olarak mümkündür. Eğer sürece böyle bakarsak tabii olarak görevlerimizi buna uygun saptar ve buna uygun hazırlıklara, pratik çalışmalara vb vs girişir ve henüz dinmemiş devrimci öfkeyi canlandırarak ileri mevzilere çekip daha büyük kazanımlara doğru ilerleyebiliriz. Tersi durumda ise hareket bastırıldı deyip eski pozisyonumuza çekilir ve kitlelerin bir daha kendiliğinden ayaklanmasını beklemiş oluruz bir anlamda. Gezi Parkı projesinde iktidar görece geri adım attı. Fakat kitlelerin patlayan öfkesi salt bu projeden ibaret bir gelişme değildir. Kitlelerin patlamaya vesile olan talepleri ve patlamaya yol açan baskıcı faşist iktidarı tüm niteliğiyle yürürlüktedir. Bu anlamda olmak kaydıyla değişen bir şey olmadı demek yanlış olmaz. Yani kitle hareketinin gerekçeleri geçerliliğini koruyor. O halde süreç devam ediyor. Kitlelerin talepleri esasta karşılanmamakla birlikte, öfke ve tepkileri de ortadan kalkmış değildir. ‘’Kitlelerin gazı alındı’’ yaklaşımı ve söylemi doğru olmadığı gibi, faşist baskı ve saldırılar bu tepkiyi daha da büyütmektedir. Tepkinin dışa vurması bir vesileye bağlıdır. Gezi Parkı nasıl ki, bardağı taşıran son damla işlevi gördüyse öyle de başka bir vesile bardağı yeniden taşıracaktır. Alevi mezhebinin iktidar ve hakim sınıflar düzeninden kaynaklı sorunları dinamiktir. Kürt ulusunun sorunu dinamiktir. Proletarya ve geniş halk kitlelerinin sorunu yaşamsal derecede dinamiktir. Cemaatler koalisyonunun (AKP iktidarının) özellikle toplumun belli kesimine ve nihayetinde tümüne dayattığı dini yaşam tazından kaynaklı geniş

‘’Laik’’ kesimin sorunu dinamiktir. (Ki, laik kesim sadece Kemalistlerden ibaret değil, toplumun önemli bir kısmını oluşturan halk kitlelerinin de sahiplendiği realitedir.) İktidarın baskı, sömürü ve yasaklarından mağdur olan, katledilen, işkence gören, hapse atılan geniş katmanların sorunu dinamiktir. Bütün bu sorunlar çözülmediği ve gerici hakim sınıf iktidarları tarafından esasta çözülmediği, çözülemeyeceği için kitlelerin başkaldırısı genellikle mümkün ve kaçınılmazdır. Sürecin dinamik olduğu her bakımdan doğrulanmaktadır. Halk kitleleri böyle yönetilmek istemiyor! Bunu açıktan ifade etmiş ve eyleme dökmüştürler. Bundan daha açık bir şey olamaz. Söylemeliyiz ki, gelişen dalga veya hareketin bir biçimiyle gerici zor maharetiyle bastırıldığı esas olarak doğrudur, bu realitedir. Ancak süreçler sadece görünen yüzü kadar değildir. Görünen yüzünden başka görünmeyen yüzü de vardır. Ki, mevcut hareket geliştiğinde genel olarak bu süreç görülmemişti. Yani görülmeyen ve beklenmeyen bir özellik ortaya çıktı. İşte bunun gibi mevcut durumda da görünmeyen ama dipten dibe kaynayan bir dinamik var. Zira iktidar hiçbir açıdan değişmedi, yerinde duruyor. Sömürü, baskı,

gerici politika ve dayatmaları, faşist uygulamaları aynılıkla geçerliliğini koruyor. O halde ayaklanma veya isyan etmenin gerekçeleri azalmadan devam ediyor. Bu da bizlerin süreci yeniden diriltme, ilerletme, daha büyük kazanımlara dönüştürme fırsatını değerlendirebileceğimizi gösteriyor. Elbette ki, örgütsel güçlerimiz yetersizdir fakat bu ileri kazanımlar için gayret göstermememizi gerektiren durum değildir. Bilakis göstereceğimiz gayret örgütsel güçlerimizin gelişip büyümesine de yol açacaktır. Kitlelerin denizi örgütsel güçlenmemiz için son derece elverişli zemindir. Bundan daha uygun zemin beklemek veya bulmak hayalden de öteye gülünç bir bekleyiştir.

Hareketin kaçınılmaz sonuçları Hareketin kendiliğinden bir hareket olduğu açıkken, bu hareketin son tahlilde yenilgiyle sonuçlanması tamamen mümkündür ve hatta kaçınılmazdır. Çünkü hareket komünist ve devrimci önderlikten yoksundur. Halk kitlelerinin gerici sınıflara karşı mücadelede örgütten başka silahları-araçları yoktur sözü doğruysa (ki, doğrudur), o halde bu önderlik ve silahtan yoksun olan hareketin nihayetinde yenilgi alması kaçınılmazdır.


perspektif

nümüzde duran görevler Önderlik sorunu

Önderliğin tayin edici rolü inkar edilemez, bunun gibi kendiliğindencilik de kutsanamaz. Bunlardan çıkan sonuç da, bu hareketten bir devrim bekleyemeyiz, beklemiyoruz. Bizlerin somut hareket şahsındaki hedefi kitle hareketinin sürdürülerek daha ileri kazanımların sağlanması, gerici faşist komprador iktidara geri adım attırılması, tavizler koparılması ve en önemlisi de kitlelerin kendi güçlerini görüp mücadele kültürüyle gelişmeleridir… Yanlış anlaşılmaya sebep olmamak için belirtelim ki, iktidarın alınması elbette yadsımayız, hatta tüm çabamız siyasi iktidar uğrunadır ve geliştirmek istediğimiz de siyasi iktidar perspektifli mücadeledir. Ancak ne var ki, bizler somut hareket şahsında ve bu yolla bir devrimin gerçekleşemeyeceğini düşündüğümüz için en ileri hedeflerimizi kazanımlarla vb sınırlı ele alıyoruz. Elbette gerçeğe uygun mücadele yoluyla ve komünist güçler iktidarı almaya hazır duruma geldiklerinde iktidardan daha azını hedeflemeyiz. Bu vesileyle eklemeliyiz ki, bu hareketten devrim gibi bir beklentiye kapılanlar yanılgı içindedirler. Dağıtmadan konunun özüne dönersek; yaşanan ayaklanma pratiğini dinamik olarak değerlendirmek gibi, bunu bir sü-

reç olarak da değerlendirmek durumundayız. Yani, faşist iktidarın uygulama ve politikalarına karşı patlak vererek başlayan hareket geçici olarak bastırılmış da olsa, bu süreç tamamen bitmiş, nihai olarak kapatılmış değildir. Bilakis devam eden bir süreçtir. Kısacası, anlık bir patlama olarak parlayıp sönen bir tepki değil, tersine birikmiş köklü bir tepki halidir ve gerekçeleriyle devam etmektedir. Geçici geri çekilmeye karşın bitmiş değildir. Yani bu bir süreçtir. Bu süreç şimdi bir mola durumundadır. Gelişmeler beklenmektedir ve her an kıvılcım almaya müsaittir. Bir anda olup biten geçici bir öfke değil, başlamış ve daha bitmemiş bir süreçtir yaşanan ayaklanma. İşte süreci doğru tahlil edip doğru görevler çıkarmanın ikinci mihenk noktası da budur. Yani, yaşanan ayaklanma pratiğini bir süreç olarak değerlendirmektir. Bu anlamda yaşanan patlama şartlarının, sürecin bitmediği açıktır. Süreç tespiti, sürecin bitmeyip devam ettiğini kabul etmek anlamına gelir ki, bu da süreç karşısında kayıtsız kalmayıp görevler belirleyip yürütmemizi şartlar. Evet bu bir süreçtir ve bitmemiş bir süreçtir. Geri çekilme durumundadır ama bu geri çekilme geçici olup yeniden patlama her zaman olasıdır.

Hareketin en büyük dezavantajı MLM bilimi ve genel devrimci önderlikten yoksun oluşudur. Doldurulması gereken boşluk ya da karşılanması gereken temel gereksinim önderlik rolüdür. Önderlik rolünden kastımız komünist devrimci niteliğe sahip bir önderliktir. Zira hareket kendiliğinden gelme özellikte gelişse de direnişte yer alan çeşitli demokratik devrimci ve demokratik muhtevası güdük olan, aynı zamanda salt AKP karşıtlığıyla boy gösteren değişik yapılanma ya da kurumlar toplamında hareketin gelişim seyri içinde oluşturulan göreli bir önderlik rolü (Gezi Platformu) tesis edilmiştir. Devrimci misyon bakımından yetersiz, cılız nitelikte ve hatta amatörce de olsa bu realite inkar edilemez. Yanı sıra AKP ile gerici iktidar dalaşında olan Kemalist CHP ve bilumum gerici ‘’ulusalcılar’’ harekette yer alarak çeşitli biçimlerde harekete renk vermiş ve hareketi yönlendirmeye çalışmışlardır. Komünist veya devrimci nitelikteki önderlik bağlamında yaşanan ciddi ihtiyaç ya da zaafın giderilmesi kolay olmadığı gibi, mevcut olarak örgütlü olan komünist ve devrimci parti ve örgütlerden herhangi birinin bu ihtiyacı karşılaması, harekete önderlik yapması olası gözükmemektedir. Devrimci çizgiye sahip olan yapılar bu yetenekte olmadığı gibi, somutta demokratik niteliğe sahip olan reformist kesimlerin de bu yetenekte olmadıkları açıktır. Bu durum harekete gerici komprador kliklerin önderlik yapma ve kitleleri peşine takarak hareketini gerici iktidar hedeflerine manivela yapmasına olanak sunan bir gerçekliktir. Dolayısıyla bu tablo karşısında devrimci sorumlulukla hareket etmek elzemdir. Bu da komünist, devrimci ve demokratik niteliğe sahip örgütlü hareketlerin acilen ittifak yapmasını emretmektedir. Eğer bu güçler genel bir konferans yaparak ortak bir irade ve önderlik platformu gerçekleştirebilirse devrimci dalga ve durumun devrimci manada değerlendirilmesi tamamen olanaklı olacaktır. Tersi durumda kitlelerin devrimci enerjisi ve eylemi objektif olarak komprador kliklerin gerici çıkarlarına hasredilmiş olacaktır. Gelişen devrimci dalganın tarihsel öneme sahip olduğu kabul gören genel bir doğrudur. O halde böylesine tarihi fırsatları sorumsuzca ya da basit dar kaygılarla heder etme lüksünde olamayız, olunmamalıdır. Komünist ve devrimci demokratik örgütlü yapılar ve örgütsüz güçler (örgütlenmek koşuluyla) somut meselede ortak payda yakalayabilmelidir. Ajitasyon-

propaganda bağlamında kendi bağımsız çizgileriyle harekete katılan güçler, bu güçlerin müşterek ve demokratik normlarda oluşturacağı ortak önderlik tarafından saptanan eylem çizgisinde ittifak yapabilir, ortak pratik sergileyebilirler. Bunu başarabilmek hareketin başarısı ve genel devrimci demokratik kazanımlar için elzemdir. Ve bunu başarmak tamamen mümkündür. Her devrimci kurum ortak önderlik kurumunda temsilcisi vasıtasıyla temsil edilerek iradesini hareketin pratik yönetilmesine yansıtmış olacaktır. Dar grup çıkarları öne alınmadan, ortak devrimci çıkarlar ve hareketin genel kazanımları esas alınmak durumundadır. ‘’Benim dediğim olmadı, benim istediğim gibi karar çıkmadı’’ tutumuyla ortak irade tarafından demokratik işleyiş uyarınca alınan kararları tanımama veya ortak platformun dışına çıkma eğilimleri kesinlikle hatalı olup benimsenmemesi gereken ben-merkezci dayatmacı tarzdır. Yaşanan gelişmeleri bir süreç olarak tasavvur ettiğimiz için ve gerçeklik de bu olduğu için devrimci ittifak için gerçekleştirilecek girişimler geç veya anlamsız değildir. Bitmemiş ve hatta dinamik olan süreç yarın ne gibi gelişmeler gösterir öngörüsünden yola çıkarak hazırlıkların yapılması gerekli, zorunludur. Zaman yitirmeden söz konusu yapıların demokratik bir konferansta bir araya gelerek ortak önderlik tesisinde irade sergilemesi nesnel şartların dayatması ve genel olarak doğru olan tavırdır. Bu bağlamda bütün komünist ve devrimci demokratik kuvvetleri Devrimci Demokratik İttifak İçin Birleşik Konferansa çağırıyoruz. En azından bu sürecin nasıl örülmesi gerektiği konulu bir tartışma başlatmak acil olarak yerine getirilmelidir. Anlayış birliğine varan güçler derhal ittifak yaparak bahsini ettiğimiz Devrimci Demokratik Birleşik Önderlik Platformu’nu tesis ederek çalışmalara başlamalıdır. İttifakın ortak ilkeleri ve Birleşik Önderlik rolüyle ilgili tüm çerçeve, dahil olan tüm yapıların ortak tartışma platformunda tartışılarak kararlaştırılıp neticeye bağlanmalıdır. İhtiyaçların örgütlenmeleri koşulladığı genel kabul gören MLM bir doğrudur. O halde somut ihtiyaç zemininde mevcut örgütlenmelerin ilerisinde bir örgütlenmeye gitmek zaruridir. Mevcut örgütlülüklerin sürece yanıt olmada yetersiz olduğu alenidir. Bu bizleri yeni örgütlenmelere adım atmaya iten nesnel zemindir. Bu gereksinimden kaçan anlayış sığ düşünüş tarzı olarak kitlelerin devrimci pratiği tarafından mahkum edilmekten kurtulamayacaktır.


14

dünya yorum

16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

Darbeye karşı çıkma adına Bizler emperyalizmin Mısır’daki oyunlarına ve askeri darbeye karşı çıktığımız gibi, AKP’nin din kardeşliği üzerinden belirlediği siyaset ve Müslüman Kardeşler iktidarına da karşı olup, Mısır halkının demokratik iradesi ve iktidarından yana propaganda etmeliyiz, ederiz Mısır’da Mübarek’in kırk yıllık iktidarına son verme gücünde yaşanan ve sonra Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine yayılmasından dolayı ‘’Arap Baharı’’ olarak tanımlanan, şimdi ise Suriye, TürkiyeKuzey Kürdistan ve yine Mısır’da aktüel olan büyük kitlesel dalgalanmalar silsilesi Mısır’da ikinci kez gündeme gelirken, dalgalanma askeri darbe kamburuyla kösteklendi. Kösteklendi çünkü gerici ya da askeri darbe yapan klikler tarafından önderliği ele geçirilemezse, gelişen kitle hareketleri demokratik devrimci dönüşümleri zorlayarak yaratma niteliğindedirler. Yani yapılan askeri darbe kitlelerin demokratik devrimci hareketini boşa çıkararak tekrar gerici faşist bir diktatörlüğün kurulmasıyla (kurulmuş olduğu söylenebilir) sonuçlanmıştır. Mısır’da yaşanan ilk kitlesel hareket halk kitlelerinin demokrasi ve özgürlük tutkusuyla birlikte, gerici faşist iktidarın ağır baskı ve sömürü uygulamalarına ve iktidarın faşist diktatörlük niteliğine karşı demokratik devrimci bir isyan ve başkaldırı muhtevasına sahip olmasına karşın, komünist ve devrimci güçlerin önderlik yapamaz durumda olmasından veya örgütlü olarak bulunmamasından kaynaklı olarak iktidardan alaşağı ettiği Hüsnü Mübarek diktatörlüğünün yerine onun başka bir türevi olan Müslüman Kardeşler önderliğindeki gerici iktidarın kurulmasıyla sonuçlandı. Ayaklanan kitlelerin ezici çoğunluğunun hedeflediği veya istediği sonuç bu değildi. Bundandır ki ‘’suların durulması’’ beklenemezdi. Nitekim kitle hareketi ikinci kez patlak verdi…

diğer askeri darbe karşıtlarının da) tarafından direniş ve protestolarla karşılanmakta, durum kabul edilmemektedir. Darbeyle görevden alınıp tutuklanan Nursi’nin görevinin yeniden iade edilmesi ve seçimler yoluyla gelen iktidarın tekrar görevine gelmesi talep edilmektedir… Elbette ki, seçimler yoluyla iktidara gelmek görece ve burjuva manada belli bir meşruiyeti ifade etmektedir. Ancak proleter devrimci perspektifle bakıldığında seçimlerin özü ve burjuva parti ya da gerici sınıf klikleri arasında yapılan tercihlerle seçilmiş olan iktidar veya hükümetler de sınıfsal nitelikleri gereği darbeyle gelenlerden farklı değildir. Burjuva demokrasisi çerçevesinde ele alındığında seçimlerle iktidar veya hükümete gelen yönetim, askeri darbe gibi açık faşizm biçiminde gelen iktidar veya yönetimden daha meşru olsa da son tahlilde sınıf niteliği gereği gerici ve faşisttir. Faşizm veya gerici nitelik sadece burjuva seçimler ‘’demokrasisi’’yle maskelenmiştir… Yeri gelmişken söyleyelim ki, biz proleter devrimciler tartışmaya yer bırakmayacak kadar net biçimde askeri darbelere karşıyız. Fakat meselenin tümü bu kadar değildir. Bizler sınıfsal niteliği gerici, faşist vb olan tüm iktidar ve devlet modellerine de karşıyız. Özcesi gerici sınıf iktidarlarının tümüne karşıyız. Seçimlerle de gelmiş olsa gerici iktidarlar demokratik devrimci açıdan meşru değildir, öyle de görülemezler! Çünkü bu seçimler gerçek demokratik seçimler değildir. Halk kitlelerinin demokratik iradesini temsil etmemektedirler. Burjuva seçimlerle gelen burjuva iktidarlarda halk nezdinde meşru olamaz, meşru değildirler. Gerici sınıf ve düzen partileri ve klikleri arasında yapılan seçimler demokratik olmadığı gibi, halkın tercihini temsil edemezler. Komünist ve devrimci sınıf partilerinin yasak olduğu seçimler ancak gerici sınıf iktidarlarını çıkarabilirler. Bunlar ise devrimci halk kitlelerini temsil edemez ve halk kitleleri tarafından meşru görülemezler…

Sınıfsal niteliği gerici, faşist tüm iktidar modellerine karşıyız

Devrimci demokratik iktidar veya güçlerden başka iktidarları destekleyemeyiz

İkinci kez patlak veren kitle hareketi maalesef yine örgütlü devrimci hareketin yokluğu veya cılızlığı nedeniyle bir kez daha gerici faşist klikler tarafından manivela edildi. Ki bu kez mantığına taban tabana tezat olarak sonuçlandı. Tabi tam olarak sona erdiği söylenebilirse… Zira askeri darbeyle tesis edilecek olan yeni iktidar, sınıfsal niteliği gereği şüphesiz ki halk kitlelerinin talepleri doğrultusunda oluşan bir iktidar değildir ve kitlelerin demokrasi ve özgürlük özlemini karşılamaktan uzaktır. Bu zemin yeni kitle hareketlerine gebelik eden realitedir. Dahası mevcut darbe yönetimi ve askeri darbe Müslüman Kardeşler örgütünün potansiyeli (ve hatta

Bu bağlamda gerici sınıf klikleri veya partileri arasındaki dalaşta taraf olamayız. Yani, askeri darbe karşıtlığından hareketle diğer gerici iktidarları destekleme pozisyonuna düşemeyiz, bu gerici klik veya burjuva gerici düzen partilerinin hiçbirini destekleyemeyiz. Ne seçimleri yok sayan ve dolayısıyla parlamentoyu bir kenara atarak açık faşizme başvuran askeri darbe yapan gerici kliği, ne de burjuva gerici seçimler vasıtasıyla iktidar ya da hükümete gelen gerici kliği savunma durumuna düşemeyiz. Bizlerin perspektifi ilerici sınıfların iktidarına dönüktür. Yani sınıf devrimiyle kurulan proleter veya halk iktidarı niteliğidir. Devrimci demokratik iktidar veya güçlerden

başka iktidarları vb destekleyemeyiz. Kısacası Mısır’da askeri darbeyi teşhir edip darbeye karşı çıkarken, darbeye karşı çıkma adına veya bundan hareketle Nursi iktidarını olumlayıp destekleyemeyiz. Biz gerici diğerine tercih edilemez. Halk kitleleri gerici iktidarların hiçbirine mecbur ve muhtaç değildir. Onlar kendi sınıf iktidarlarına muhtaçtır. Er ya da geç kendi kaderlerini ellerine alacaktır! Ayaklanan Mısır halkının gerici faşist kliklerin iktidarlarını tanımaması ve meşru devrimci isyanlarını devrimci iktidarlarını kurana dek sürdürmesi geçerli olan tek devrimci yoldur. Halk kitlelerinin ikinci ayaklanmasıdır gerici kliklerin gerici iktidar çıkarlarına kaldıraç edilmesi. Ancak devrimci isyanla demokratik devrimci yolda ilerlemeyi öğrenen Mısır halkı nasıl ki Hüsnü Mübarek iktidarını ve sonradan da Müslüman Kardeşler’in dinci gerici iktidarını kendi iktidarı olarak görmeyip yıkımına yol açtı, öyle de askeri darbeyle kurulan (kurulacak olan) gerici sınıf iktidarını kabul etmeyip kendi sınıf iktidarına yönelmelidir ve eninde sonunda yönelecektir de! Askeri darbeyle kurulacak olan iktidarın kitlelerin devrimci ruhunu ve çıkarlarını, demokrasi ve özgürlük istemlerini temsil etmediği ve edemeyeceği her bakımdan açıktır. İktidarın sınıf niteliği bunun ispatıyken, mevcut darbe iktidarının emperyalist cenahtan destek alması da bu iktidarın gerici niteliğine açık işarettir. Emperyalist güçler gecikmeden askeri darbe iktidarına (sivil iktidar tesis etmesi biçi-

minde) derhal desteklerini açıkladı. Bu bir anlamda darbe yapan kliğin niteliğini gösterirken, bu iktidarın-kliğin arkasındaki güçleri de açıklamaktadır. Ki emperyalist güçlerin Müslüman Kardeşler iktidarından rahatsız veya hoşnut olmadıkları açıktı ve beklenendi. Fakat bir kez daha dikkat çekelim ki, emperyalist güçlerin Müslüman Kardeşler’in iktidarını istememesi ve yerli klik üzerinden darbe yaparak bu iktidarı yıkması, bizlerin Müslüman Kardeşler iktidarına ehven bakmamıza veya onu desteklememize hak vermez. Elbette onların desteklediği askeri darbeci kliğin iktidarını da olumlama gibi bir tavrımız olamaz. Emperyalist güçler darbeci kliği desteklerken, AKP iktidarı da darbeye karşı olma kılıfı altında Müslüman Kardeşler iktidarını açıktan savunmaktadır. Hatta ülkede ‘’Gezi Parkı’’ vesilesiyle patlayan kitle hareketini Mısır’a benzeterek bir taşla iki kuş vurmaya çalışmaktadır. AKP iktidarının Mısır’daki darbeye karşı çıkması ve dolayısıyla da devrilen Müslüman Kardeşler iktidarını desteklemesi (ki, Erdoğan ‘’benim Cumhurbaşkanım Nursi’dir’’ diyerek tavrını çok net açıklamaktadır) özünde Müslüman Kardeşler’in dini niteliğinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla AKP iktidarını dış ve iç tüm siyaseti önemli oranda dini değerler ve yakınlıklar üzerinden biçimlenmektedir. Bizler emperyalizmin Mısır’daki oyunlarına ve askeri darbeye karşı çıktığımız gibi, AKP’nin din kardeşliği üzerinden belirlediği siyaset ve Müslüman Kardeşler iktidarına da karşı olup, Mısır halkının demokratik


16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

dünya yorum

15

gerici sınıflar savunulamaz

iradesi ve iktidarından yana propaganda etmeliyiz, ederiz.

Mısır halkının bağımsız eylem ve iradesi ile demokrasi ve özgürlük talebi desteklenmelidir Mısır, Suriye ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da aktüel olan demokratik muhalefet hareketi ve diğer yaşanan kitle hareketlerinin tümünde kesin bir ayrım koymamız gereken ortak özellik şudur ki bu, proleter devrimci siyaset açısından asla göz ardı edilemez, edilmemelidir. Adı geçen tüm hareketlerde iki özellik belirgindir. Birincisi; devrimci halk kitlelerin kendiliğinden gelme meşru demokratik muhtevadaki devrimci isyan durumudur. İkincisi ise; bu demokratik devrimci zemin ya da akımın emperyalist gericilik başta olmak üzere yerli gerici sınıflar tarafından kendi gerici sınıf iktidarı ve genel çıkarları doğrultusunda kullanma realitesidir. Dolayısıyla proleter devrimcilerin gelişen hareketlere yaklaşımı bu iki özelliği veya niteliği birbirinden ayırarak tavır-tutum alma biçiminde olmak durumundadır. Bu ayrımı yapmayan siyaset isterse iyi niyet duygularıyla hareket etsin toptancı ve formel davranarak son tahlilde ve objektif olarak gerici burjuva klikleri destekleme pozisyonuna düşer, düşmekten kurtulamaz. Açık ki, biz komünist devrimciler gelişen hareketlerde istisnasız olarak halk kitlelerinin devrimci başkaldırısını ifade eden demokratik devrimci muhteva ve yanı kesin olarak sahiplenip desteklerken, hareketlerdeki

emperyalist ve gerici burjuva damarı ayrıt ederek bu yana karşı kesin bir duruş alır ve bu özelliği teşhir etmekten geri duramayız. Açık ki, askeri darbeye karşı çıkma adına (veya çıkarken), Müslüman Kardeşler’in gerici iktidarını fiilen destekleyen ve destekleme pozisyonuna düşen yaklaşım hatalıdır. Gerici sınıf ve klikleri arasındaki dalaşta tarafsız ve nötr kalarak her iki gericiliğe de tutum alırız. Tıpkı komprador bürokratik burjuva AKP iktidarı gericiliğine karşı diğer komprador gerici faşist klik ve kesimlerin darbe ihtimalinde AKP iktidarını desteklemeyeceğimiz ve tabii ki darbeye karşı da kesin tavır alacağımız gibi… Yazık ki, ilkeli devrimci politikadan yoksun bazı devrimci yapılar Mısır’daki darbe nedeniyle Müslüman Kardeşler’in iktidar hakkını savunma konumuna düşmektedirler. Cılız da olsa bu tavırlar kimi açıklamalarda alenen görülmektedir. Elbette askeri darbeye karşı tutum almaları iyi ve doğrudur ancak bununla birlikte gerici Müslüman Kardeşler iktidarını savunma pozisyonu bir o kadar geri ve ilkesiz siyasettir. Bu tavırlar proleter devrimci siyaset özünden yoksun ve sınıfsal niteliği göz ardı eden burjuva liberal ya da sivil toplumcu anlayıştır. “Seçimlerle gelen iktidar meşrudur’’ şeklindeki sınıf niteliğini yapmayan ve bu anlamda sınıflar üstü bir iktidar ve demokrasi anlayışı bu görüşlerin temel sakatlığı ve saplandıkları sivil toplumcu görüştür. Oysa darbeye karşı çıkarken Müslüman Kardeşler iktidarını değil, Mısır halkının bağımsız eylem ve

iradesi, demokrasi ve özgürlük talebinin sahiplenilip öne çıkarılması en doğru yaklaşımdır. Askeri darbe yapan kliğin yedeklediği kitleler de halkın belli bir çoğunluğunu temsil etmekte, Müslüman Kardeşler’in yedeklediği kesimlerde belli bir halk çoğunluğunu temsil etmektedir. Dolayısıyla bunlardan birini meşru görmek veya seçimlerle geldi diye meşru görmek öteki tarafta kalan halk kitlelerini halktan görmemek ve meşru saymamak anlamına gelir. Dolayısıyla doğru tavır iki önderlik ve iktidar niteliğine de karşı çıkıp bunlardan bağımsız halk kitlelerini sahiplenmek ve halk kitlelerinin kendi sınıf iktidarları temelinde her iki klikten bağımsız olarak iktidar mücadelesine yönelten yaklaşım tek devrimci yaklaşımdır. Bu noktada düşülen sakatlık ülkedeki gelişmeler karşısında da doğru tavır belirlemeyip gerici kliklerin kuyruğuna düşmeye uzanan bir sakatlığı mümkün kılmaktadır, kılacaktır. Mısır hareketinde göze batan özelliklerden biri kitlelerin gerici iktidarlara rıza göstermeyen ve kendi taleplerinde ısrar etme gerçeğidir. Nitekim ilk hareket bu talepler doğrultusunda tutarlı sonuçlar doğurmayınca ikinci bir kalkışma yaşandı. Ne ki, komünist ve devrimci öncü-önderliğin yoksunluğu ikinci ayaklanmanın da mantıki sonucuna ulaşmamasını ve gerici kliklerin askeri darbeyle iktidara gelmesine vardı. Önderlik rolünün tayin edici önemi tüm çıplaklığıyla açığa çıktığı gibi, halk kitlelerinin devrimci ruhu ve dinamizmi de net biçimde görüldü. Öte taraftan gerici sınıfların bütün dalaşlarına ve iktidar kavgalarına karşın devrimci gelişme karşısında hep fikir olarak devrimci gelişmeyi baltalayarak düzen içi muhalefet boyutunda tutma iradesi-çabası ortaya koyduğunu gösterdi. Ama bir kez değiştirmeye azmeden kitleler ayağa kalktığında hiçbir gerici güç ve zorun sökmeyeceği çıplak biçimde açığa çıktı. Demokrasi ve özgürlüğün yakıcı ihtiyaç olarak öne çıkması gerçeğinin sınıf devriminin zorunluluğunu yeniden kanıtladı. Sınıf çelişkileri ve mücadelesinin burjuva liberal safsata ve stratejilere karşın aktüel olduğu yeniden kanıtlandı. Emperyalist kapitalist sistemin baki olup tarihin sonunun geldiği neo-liberal zırvalar kitlelerin yazmaya başladığı tarihle tepetaklak yerle bir edildi…

Mısır halkına barışçıl ve pasif bir ruh yerleştirilmek istenmektedir Dikkatle görülmesi gereken bir konu da şudur; emperyalist gericilik ve bilumum uzantıları halk kitlelerinin devrimci hareket ve eylemini barışçıl sınırlara kapatarak pasifize etmeye büyük bir gayret göstermektedir. Öyle ki, devrik durumdaki Nursi bile taraftarlarına seslenirken (ve nasıl oluyorsa tutuklanan bu zatın konuşması-sözleri dışarıya duyurulmaktadır), darbeyi kabul etmediğini ve taraftarlarının zor şiddete başvurmadan protestolar yap-

masını söylemektedir. Yani Mısır halkına barışçıl ve pasif ruh yerleştirilmek istenmektedir. Coğrafyamız burjuva klikleri ve bilumum liberal cenah da aynı biçimde barışçıl eylemleri salık verip bu ruhu geliştirerek kitlelerin devrimci ruh ve eylemini tasfiye etmeye çalışmaktadır… Dünya çapında silahlı devrimci mücadelelere karşı girişilen ortak gerici konsept ve devrimci çizgi ya da eylemin tasfiyesi stratejisi bu ayaklanmalarda da sürdürülüp yerleştirilmektedir. Zira devrimci şiddet temelinde gelişip güçlenecek olan devrimci eylem ve çizgisinin kendi iktidarları için en büyük tehdit ve tehlike olduklarını çok iyi bilmektedirler. Bundandır ki, kitlelerin devrimci demokratik ayaklanma pratiği bile tasfiyeciliğin, uzlaşmacılığın, liberalizm ve pasifizmin yerleştirilmesi için kullanılmaya çalışılmaktadır. Bu durum ya da gerçeklik karşısında özellikle bilinçli örgütlü proleter devrimcilerin devrimci eylemde yoğunlaşması elzemdir. Meşru zemin ve uygun hedefte gerçekleşen devrimci eylem kitlelerle buluşacak ve onların güvenini kazanacaktır. Tasfiyeciliğin derinleştirildiği günümüz şartlarında devrimci çizgi, mücadele ve eylem kitlelerin arzusu haline gelmiş bulunmaktadır. Gerici faşist iktidarların demokratik tepki ve eylemliliklere azgınca saldırıp göstericileri işkenceden geçirip katletmesi, devrimci eylem ve şiddeti her zamankinden daha meşru ve benimsenir duruma çekmektedir. Bu gerçeklik tüm ayaklanmalar şahsında olduğu gibi, Mısır ve coğrafyamız açısından da olduğu gibi geçerlidir. Yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi dikkati toplamaya çalıştığımız konular Mısır hareketiyle diğer coğrafya hareketlerinin ortak spesifiklere sahip olduğunu ve hepsinin arasında sıkı bağların bulunduğunu çıplak biçimde ortaya koymaktır. Görüldüğü gibi Mısır’daki son gelişmeler geniş coğrafyaya yayılan kitle hareketleri hakkında ciddi kanıtlar ya da veriler ortaya koymaktadır. Bu bakımdan Mısır’daki gelişmelerini doğru okumak, aynı zamanda yaşanan ve devam eden bütün hareket dalgasını doğru okumak anlamına gelecektir. Mısır’ın geleceği hakkında söz sahibi olan tek meşru kuvvet Mısır halkıdır. Hiçbir gerici gücün müdahalesi, herhangi bir gerekçeyle Mısır’ın iç işlerine karışması kabul edilemez, hiçbir sebeple benimsenemez. Gerçek demokrasi Mısır halkının demokratik devrimci iradesi ve eylemiyle mümkündür. Buna muktedir ve yetkili olan yalnızca Mısır proletaryası ve geniş halk kitleleridir! Mısır’da askeri faşist darbe, her türden gerici müdahale ve gerici iktidara hayır! Demokrasi ancak demokratik güçler ve bütün devrimci halk kitlelerinin eseri olacaktır!


16

analiz

Halkın Günlüğü 16-31 TEMMUZ 2013

AKP’nin palalı, sopalı

Demokratik ve meşru protestolarda insanlar her türlü zulme maruz bırakılıp bu da yetmezmiş gibi gözaltına alınıp, ağır cezalarla vb yargılanırken, palalarla (silahlarla) protestocu kitlelere saldıran faşist güruhlar ise mahkemelerce serbest bırakılmakta

Tutuşan kitle kıvılcımı sönmeyecek. Milyonları kucaklayan hareket içerdiği demokratik devrimci dinamizm özelliğinin yanı sıra, süreklilik kazanan özelliği gereği de değişimleri zorlayacaktır. Hemen değilse hasıl olan zeminle değişimin gelecekteki temelleri hazırlanıyor kitlelerin devrimci isyan hareketiyle. Bu değişimlerin niteliği ise harekete önderlik yapan güçlerin niteliğine bağlı olarak anlam kazanacaktır. En kötü ihtimalde bile devrimci mücadele dinamikleri gelişecek ve demokratik kazanımlar sağlanacaktır. Öte yandan mevcut durum göz önüne alındığında iktidarın burjuva klikler arasında el değiştirmesi ya da yeni şartlarda iktidarın paylaşılması biçiminde de olsa hareketin akışı siyasi dengelere kesin yansıyacaktır. Devrimci güçler mevcut durumlarından ötürü harekete önderlik yapma pozisyonunda olmadıklarından iktidar sorunu gerici klikler arasında gelip gidecektir. Ancak ne karşı-devrimci faşist şiddet ve ne de keyfiyet üzerine inşa edilen engeller ilerleme eğilimini engellemeye yetmeyecektir. Nesnel devrimci koşullar sübjektif gelişmeleri sürükleyerek siyasi dönüşümlere mutlaka uzanacaktır.

Gerici sınıfların gerici iktidarları için başvurmayacağı çirkeflik yoktur

AKP iktidarının parlak olmayan çöküşünü veya çözülmeye meyleden akıbetini gördüğü, bunun yarattığı panik ve acizlikle hırçınlaşarak daha pervasız tonda saldırganlaştığı, aynı zamanda bu ruh haliyle kirli oyunlara başvurduğu daha önce söylenen ve bilinen aleni gerçektir. Gerici sınıfların gerici iktidar ve çıkarları uğruna başvurmayacağı çirkeflik, kirlilik ve vahşilik yoktur. AKP iktidarı bu nitelik ve çerçeveden bağımsız değerlendirilemez. Barbarlıkta sınır tanımayan ama demokrasi lafzını ağzından düşürmeyen AKP iktidarının son derece meşru olan demokratik kitle hareketi karşısında başvurduğu faşist terör ve baskılar, eylem yapan direnişçilere uyguladığı işkence ve katliamlar, faşist diktatörlük ve gerici sınıfların ortak ve tipik olan davranışıdır. AKP’nin sergilediği bu azılı faşist sınıf davranışı onun karakterini yalın biçimde kanıtlarken, halk düşmanı bir iktidar olduğunu da gizlenemeyecek bir biçimde deşifre etmektedir. AKP iktidarına reformcu, ilerici, liberal ve hatta demokratik misyon ve anlam yükleyen büyük yanılgı artık uslanmak durumundadır. “Açılımlar” ve “çözümler’’ safsatasının iç yüzü tüm gerçeğiyle berrak biçimde açığa çıkmıştır. Özcesi devrimci gerçek ve demokratik pratik karşısında AKP iktidarının gerçek yüzünü daha fazla saklayamayarak açık hale getirmiştir. Hitler misali tabandan örgütlenerek uyguladığı faşizmi, alttan-tabanda örgütlenmeyle gelmenin bir avantajı olarak kitleleri karşı karşıya getirip çatıştırarak iktidarını sağlama almaya çalışmaktadır. İktidarını koruma pahasına toplumu kutuplaştırarak çatıştırmaktan sakınmamaktadır. İşte İstanbul, Ankara, Eskişehir gibi illerde meşru ve demokratik temelde ve son derece masum nitelikte gelişen protesto eylemlerinde kitlelere saldıran palalı siviller (esnaf denilen ama özünde

AKP’nin örgütlemesi militarist sivil faşistler) gerçeği AKP’nin kitleleri kullanarak iktidarını sağlama almaya çalışmasının doğrudan sonuçları ve göstergeleridir. Suriye’de yaşanan iç çatışmada hemen her gün açıklama yapan ve Suriye’nin iç işlerine müdahale etme temelinde ora muhalefetini her bakımdan destekleyip silahlandıran ve yönlendiren, Suriye’deki Esad iktidarını açıktan tehdit eden ve her türlü karşı faaliyette bulunan AKP iktidarı, Esad’ın halkın taleplerini yerine getirerek iktidarı bırakmasını isteyerek ahkam kesiyor ve bu doğrultuda elinden gelen baskıyı Suriye Esad iktidarına uygulatıyordu. (Ne olduysa(!?) uzun zamandır Suriye meselesini gündeminden ‘’çıkaran’’ AKP ve Erdoğan artık Suriye meselesini önceki gibi dillendirmiyor, neredeyse diline almıyor (!) Ancak söz konusu kendi iktidarına karşı ayaklanan ülke halkları olunca bunlara her türlü zulmü reva görmekle birlikte kendi halkını bir çırpıda ‘’çapulcu’’ olarak damgalamaktan geri durmadı. Dahası Erdoğan ve AKP iktidarı Suriye ve bugün Mısır’da darbeyle iktidardan alınan Müslüman Kardeşler konusunda ahkam kesip halk kitlelerinin iradesi ve talepleri tanınmalıdır vaazları verirken zahmet edip birazcık gerisine Roboski’ye bakmamaktadır. Ama nafile burjuva paslı silahlar halk kitlelerine sökmeyecek kadar eskimiş, çürümüş ve kokuşmuştur. Dahası halk kitleleri tarafından bu kokuşmuş demagoji ve hilelerin ipliği pazara çıkarılmıştır.

Bu kez ne mağdur siyaseti, ne Sünni İslam harcı ve ne de manipülasyonlar kitleleri aldatıp onları durduramayacaktır.

AKP’nin demagoji ve manipülasyonları artık tutmuyor Mevcut kitle hareketi gelişmeleri AKP’nin demagoji ve safsatalara dayalı manipülasyonunun artık tutmadığını gösteriyor. Ki bu nokta gerici iktidarlar için tam bir çöküş dönemi, geri sayım anıdır. Bu gerçekle yüz yüze gelip afallayan AKP iktidarı çırpınışlarda bulunarak durumu kurtarmaya çalışıyor ama devrimci gerçek ve pratik karşısında acze düşmekten de kurtulamıyor. AKP kendi iktidarını kitlelere yaslayarak korumaya çalışıyor, yetmeyince de militarizmden medet umuyor, kitlelerin direnişini bastırmak için bunu uyguluyor. Kendi tabanı olan kitleleri arkasına alarak dokunulmazlık elde etmeye çalışan AKP iktidarı, karşısında bulunanların bizzat halk kitleleri olduğunu unutuyor, bunu inkar ederek gerçeği görmezden gelmeye çalışıyor. Kendi parti tabanını harekete geçirerek arkasına aldığı bu kitlelerle meşruiyetini sağlamak ve demokratik hareketi boşa çıkarmak istiyor. Ayaklanan kitlelerin karşısında kendi taban kitlesini çıkararak kitleleri ve dolayısıyla toplumu birbirine düşmanlaştırıyor. İktidarını bırakmamak için bu tehlikeli ve elbette kirli taktiği ve yolu benimsiyor… Palalarla göstericilere


analiz

16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

17

askerleri ve hukuku şaşırtıcı olmamalıdır. Gelecek mücadeleler buna daha keskin biçimde tanık olacaktır. Elbette ki, gerici faşist sınıf ve iktidarlardan demokratik davranmaları beklenemez, AKP’den tersini bekleyemeyiz. Ancak AKP’nin açıkça uyguladığı faşizm ve kendi yasalarını dahi tanımayan ölçüde keyfiyetçi, hoyrat ve barbar diktatörlüğü bu özellikleriyle meşru olan devrimci eylemi zorunlu hale getirip kitleleri buna koşullamaktadır. Bu tablo karşısında sözün tükenip sıranın eyleme geldiği kimse tarafından reddedilemez, edilmemelidir! Her sınıf kendi tutarlı tavrını sergilemek zorundadır!

Demokrasi mücadelesinin devrim mücadelesine bağlı olduğu yeniden doğrulanıyor

saldıran sivil kılıklı faşistler elbette ki AKP’nin mamulü saldırganlardır. Bu sivil faşist saldırıları,‘’ben bir milyonla karşına çıkarım’’ diyip gösterilere karşı mitingler yapan Erdoğan / AKP iktidarının doğrudan örgütlenmesidir. Böyle olduğunun en açık kanıtı, esnaf denilen AKP tetikçisi piyonların veya sivil faşist çetelerinin mahkemeler tarafından hiç tutuklanmadan sorgulanıp bırakılması ve nihayetinde yurt dışına kaçışlarının sağlanması gerçeğidir.

Saldırganların polisle birlikte hareket ettiği kamera kayıtlarında açıkça görülüyor Kendi yasalarına göre de tamamen demokratik ve meşru protestolarda insanlar her türlü zulme maruz bırakılıp bu da yetmezmiş gibi gözaltına alınıp tutuklanırken, ağır cezalarla vb yargılanırken, palalarla (silahlarla) protestocu kitlelere saldıran bu faşist güruhlar mahkemelerce serbest bırakılmaktadır. Mahkemeler ki, Kaypakkaya’yı övdüğü gerekçesiyle demokratik kurum faaliyetçilerine onlarca yıla varan ağır cezalar veriyor… Mahkemeler ki, AKP’yi eleştirdi diye gazeteler kapatıp gazetecileri ağır cezalara çarptırıyor… Ama alenen suç işleyen faşist çetelere dokunmuyor, onlara yol göstererek kaçmalarını sağlıyor… İşte AKP mahkemeleridir ki, katledilen polisi değil mağdur olan aileye dava açıyor... Bu durum ve tüm gerçekler söz konusu saldırıları AKP’nin

örgütleyip planladığını, bu saldırıların arkasında kesinlikle iktidarın olduğunu göstermektedir. Aynı gelişmeler yargının AKP’nin yargısı olarak siyasi ve taraflı olduğunu göstermektedir. Muhalefet güçlerine ve göstericilere bir tehdit ve terör faktörü olarak devreye sokulan bu sivil faşist saldırılar tabii ki AKP’nin hünerleridir. Ki bu saldırganların polisle beraber hareket ettikleri de alenen kameralardaki görüntülerle en açık haliyle görülmektedir. Polisin bu faşist saldırganlara müdahale etmeyip bilakis bunları destekleyip kolladığı açıktır. Gerek mahkemelerin tavrı ve gerekse polis ve istihbaratın tavrı ve bu eksendeki gelişmeler açıkça gösteriyor ki, bu saldırılar iktidar tarafından planlanıp devreye sokulmuştur. Bu aleni gerçek her bakımdan kanıtlı bir gerçektir. Kuş uçurtmayan istihbarat ve polis nasıl oluyor da bu suçluların yurt dışına uçmasına mani olamıyor (?!) Nasıl oluyor da kitlelere polisin gözleri önünde ve yanlarında-birlikte olarak palalarla, silahlarla saldıran (bir otelci kitleye ateşli silahla sıkmıştır!) bu suçlu faşist çetelere polis engel olmuyor,bunları tutuklamıyor (?!) ‘’AKP / Erdoğan istifa’’ diyen masum göstericileri coplayan, gazlayan, su sıkan ve işkence eden, hatta kurşunlayarak katleden polis bu suçlu güruha kol-kanat oluyor (?!) Kısacası AKP iktidarı pervasızca ve hoyratça davranıp keyfiyetçi bir yönetim ve bu yönetimle azgın bir baskı ve faşizm uyguluyor. Bunun daha da derinleşeceği

Bütün gerçek burjuva mahkemelerinden ve bilumum burjuva kurumlarından medet umulamayacağını bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu süreç burjuva demokrasisi hayranı kesimleri, yasalcı reformist tasfiyecileri sınıfsal gerçeklerle terbiye ediyor. Suçluların değil, suçsuzların yargılandığı, yargılanması gerekenlerin yargılama yetkisini elinde tutarak kullandığı şartlarda devrimci isyanı harlamaktan başka bir yol yoktur. Demokrasi mücadelesinin doğrudan devrim mücadelesine bağlı olduğu günümüz pratiğinde her vesileyle yeniden ve yeniden doğrulanmaktadır. Bir şey daha doğrulanmaktadır ki, gerçek kurtuluş silahlı düşmanın silahlı savaşla yenilmesiyle mümkündür! Son olarak iki noktayı ekleyip bu noktalara dikkat çekmekte fayda vardır: Bir; kitlelere palalarla, silahlarla saldıran faşist çeteler AKP tarafından örgütlenmektedir. Bu taktik kirli olup kitleleri karşı karşıya getirerek çatıştırmayı hedefleyen ve bu vesileyle kendisine ya da devlet ve iktidarına yönelen tehlikeyi savuşturup yön şaşırtmayı özellikle hedeflemek-

tedir. Yani AKP sivil faşistleri devreye sokarak kendisini tepkilerin odağından çıkarmayı tasarlıyor. Dolayısıyla bu burjuva hileye karşı uyanık olunmalı ve sivil faşistlerle çatışma eğilimi esas hale getirilmemelidir. Bunun tersi gelişen hareketi saptırmaya yönelik emellere hizmet eder. Elbette ki, sivil de olsa faşist saldırılara karşı meşru müdafaa hakkı ve tavrı doğrudur, bu savunma kullanılmalıdır da. Ancak sivil faşistlerle çatışma süreklileştirilip bir çizgi olarak iktidara karşı mücadelenin önüne geçirilmemeli, iktidara karşı mücadele gölgelenmemelidir. İki; kitleye çeşitli silahlarla ve doğrudan AKP’nin planlamasıyla saldıran sivil faşist kesimler dışında, gerçekten de işleri objektif olarak engellenen esnaf ve işyeri sahiplerinden belli tepkiler gelişebilir. Bu kesim kesinlikle ayırt edilmeli ve şiddete maruz bırakılmadan, ajitasyon propaganda çalışmalarıyla vb ikna edilmelidir. Elbette dar bir kesimin, işyeri veya esnafın çıkarları kitlelerin genel çıkarlarıyla kıyaslanıp tercih edilemez. Bu bağlamda meşru olan eylemler nedeniyle esnafın belli düzeyde etkilenmesi mümkün ve kaçınılmazdır. Ama bu irade dışı gelişen durum esnaf tarafından anlayışla karşılanmalıdır. Esnafın çıkarlarından ötürü demokratik mücadele ve kitlelerin genel çıkarları ötelenip geri planda tutulamaz, eylemlerden geri durulamaz. Bu mücadelenin aynı zamanda esnaflarında mücadelesi olduğu, onun gerçek çıkarlarının mücadelesi de olduğu doğru anlatılıp onun da demokratik mücadele uğruna belli bedelleri göze alması gerektiği kendisine anlatılmalıdır. Özcesi, bu kesimler diğer faşist kesimlerle aynı kefeye konmamalı ve bunlara karşı daha hassas davranılmalı, bu kesimler ikna edilmeye ve kazanılmaya çalışılmalıdır. Bunlara şiddet uygulamak kesinlikle doğru değildir.


18

analiz

Halkın Günlüğü 16-31 TEMMUZ 2013

Bana bir seyler söyle ama kendi dilinden olsun ’ Bana kendi dilinden bir şarkı söyle Kimin adına olursa olsun Yeter ki çığlığın senin olsun Sesine dökülsün isyanın Sesin sel olsun bağırsın Bana bir şeyler söyle Ama kendi dilinden olsun Belki anlamam dediğini Ama senin dilinden olsun Yılmaz Güney

f

ÖZER TEKİNOĞLU*

u yıl 13.’sü düzenlenecek olan, Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nde her yıl olduğu gibi bu yılda on binler Dersim’de buluşacak. Bu buluşmada Yılmaz Güney’in yukarıdaki dizelerinin 13. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nde, rehber edinilmesini ümit ediyoruz. Üzülerek belirtmek isteriz ki bu dileğimiz, festivallerde son yıllarda maalesef temenni olarak kaldı. 1990’lı yıllarda hepimizin hatırladığı gibi; Dersim’de yargısız infazlar, köy yakmalar, orman yangınları, sürgün ve gıda ambargosu yaşanmaktaydı. Dersim’de yaşamı yok etmek amacıyla uygulanan bu operasyonlara karşı, Dersim kurumları, canla başla bu kuşatmayı yarabilmenin çabasını veriyorlardı. Çünkü 1990’lı yıllarda Dersim toprakları kendi insanına yasaktı; çünkü Dersim insanı köyüne, toprağına gidemiyor, mezarlarını dahi ziyaret edemiyordu. Devletin tüm bu hukuksuzluk ve antidemokratik uygulamalarına karşı Dersimliler bir araya geldi. Festival, Dersimlilerin devletin sistematik olarak insanına, ormanlarına, köylerine, toprağına, suyuna kısacası doğasına yaptığı saldırılara ve gıda ambargosunu karşı, Dersim kurumları tarafından örgütlendi. Bu amaçla “Toprağına Geri Dön, Munzur’dan Bir Tas Su İç” şiarıyla, 1. Munzur Kültür ve Doğa Festivali örgütlendi. 90’lı yıllarda Dersim’de, insan yaşamına yapılan hukuksuz müdahaleyi ve gıda ambargosunu delen ve o günün baskısına, zulmüne karşı tam da Dersim insanının ve doğasının yaşadıklarını ifade eden bir şiardı bu şiar. Bu şiarla hayata geçirilen festivalle, Dersim’deki insan ve gıda ambargosu ilk defa delinmiş oldu. Yıl 1999’du ve bu vesileyle her yıl düzenlenecek festivalin startı da verilmiş oldu. O gün Dersim kurumlarında görev alan dostlarımıza ve bu festivalin oluşumuna katkı sunan herkese bu yazı vesilesiyle teşekkürlerimizi sunuyoruz. Köy yakmalar, yargısız infazlar, insan sürgünleri, gıda ambargosu ve doğa katliamına karşı topraklarına gitmek isteyen Dersimli kurum temsilcileri, sanatçılar ve yazarların Elazığ il sınırı olan Seyitli Köprüsü’nden Dersim tarafına geçişlerine dahi izin verilmemişti. Devlet temsilcileri temsili olarak yanlarında getirdikleri fidanın dikilmesine dahi izin vermemiş, il sınırının Elazığ tarafına dikimine izin vermişti. Dersim halkı egemenler tarafından yıllarca sıkıyönetim kanunlarıyla baskı altında tutuldu. Sistemin tüm baskılarına rağmen, Dersim kurumları ve tüm duyarlı

B

kesimlerin ortak hareketiyle, Dersim halkı yıllar sonra kendi toprağıyla buluştu ve Munzur’dan kana kana su içebildi, böylelikle devlet tarafından Dersim’de Dersimlilere uygulanan insan ambargosu delinmiş oldu. Bu yıl 13.’sü düzenlenecek olan, Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin çıkış nedenini anlamak istemeyenler, maalesef bu festivali Dersim’in dili, kültürü ve de inancından yalıtarak bizim festivalimizden çok, benim festivalim anlayışını hakim kılmaya çalışmaktadırlar. Fakat Yılmaz Güney’in dizelerinde belirttiği gibi Dersimliler, festivallerde kendi dilinden, kültüründen ve inancından fotoğraf kareleri görmek istiyor. Dersimli kurum temsilcileri olarak yıllardır bunun mücadelesini vermekteyiz. Festivali salt konserlerden ibaret görmek hiçte doğru olmayan bir tarzda yatay ilişkiler üzerinden her yıl aynı sanatçıların sahne alması bugün çok geniş kesimler tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Dersimli sanatçı dostlarımız arasında “ayrım” yapmak, beraberinde sitem ve kırgınlıklar getirdiği gibi festivalimizin ruhuna da denk düşmemektedir. Sanatçı olmalarının bir gereği olarak ve de festivalde genelde Dersimli sanatçıların çoğunlukta olmasından dolayı kendileri üzerinden sürdürülen bu olumsuz tartışmayı, yine kendileri sonlandırmalıdırlar. Unutmamak gerekir ki festival aynı zamanda onların da festivalidir. Bu vesileyle hiç bir sanatçı ve yazar dostumuzu ötelemeden, bizim de bu yıl festival toplantılarında önerimiz olan, festivalin konser bölümünü sanatçı dostlarımızın inisiyatifine bırakmak en doğrusu olsa gerek. Festivalin temel amacı, Dersim insanının ve doğasının temel sorunlarını işlemek olmalıdır. Munzur Kültür ve Doğa Festivalleri iki yönüyle ele alınmalıdır. 1) Geçmiş bir yılın çalışma ve kazanımlarının finali. 2) Önümüzdeki yıla dair çalışma programının çerçevesinin tartışıldığı ve karara bağlandığı bir yapılanma içine girilmelidir. Dört güne en-

deksli, kendini tekrar eden, genel çerçevesini konserlerin oluşturduğu bir festival özünden kopar, çürümeye başlar. Dersim halkına uygulanan baskı ve katliamlara özet olarak değinecek olursak; Osmanlı döneminde özellikle Yavuz Selim’in Hamidiye Alayları’yla, Kızılbaş Alevi kırımıyla başlar. Devamında -izleri hala günümüzde taze - Cumhuriyet tarihinin en kanlı kırımlarından biri olan 1937-38 Dersim Soykırımı yaşatılır. Bu katliamlar ve baskılar 1980’lerde 12 Eylül darbesiyle, 1994 köy yakmalar ve sürgünlerle devam eder. Dersimlilere karşı egemenlerin tarihin her döneminde yakma, yıkma, sürme ve yok etme politikası, sistematik olarak bugün de halen devam etmektedir. Bugünlerde Dersim 38 Soykırımı’yla ilgili, Başbakan tarafından yarım ağız dilenen özrün karşılığının olmadığını daha net olarak görmekteyiz. Sadece siyasi rakiplerini köşeye sıkıştırma anlayışının dışına çıkmayan, Dersim 38 özrünün Dersimliler nazarında bir kıymeti harbiyesi yoktur. Sadece Dersim 38 Soykırımı anmalarını organize ettikleri için, bugün DEDEF Genel Başkan Yardımcımız Ali Mükan ve delegemiz Mustafa Aytaç 6 yıl 3 ay hapisle cezalandırıldı. Yine Esenyurt Dersimliler Derneği Başkanımız Hüseyin Kalanç’ın düzmece gerekçelerle tutukluluğu devam etmektedir. Başbakanın katliam dediği ve yarım ağız özür dilediği Dersim 38 Soykırımı’yla ilgili, Dersimliler’in atalarının akıbetlerini sormaları dahi mahkemelerce suç unsuru olarak görülmektedir. Bugün AKP hükümetinin çözüm süreci olarak adlandırdığı ve 1000 yıllık Sünni-İslam kardeşliği felsefesiyle, Kürt sorununu çözüme kavuşturma anlayışı, Dersimli Kızılbaş Alevileri tedirgin etmektedir. Kızılbaş Aleviler, Sünni İslam kardeşliğinden tarihsel süreç içinde çok acı çekti. Osmanlı’da Yavuz dönemi, sonrasında Sivas, Maraş, Çorum ve Gazi Katliamları buna açık örneklerdir. Kızılbaş Alevi inancının tanınmayıp inkar edildiği, Cemevle-

rinin statüye kavuşturulmadığı bir süreçte çözüm sürecinden bahsetmek, Kürt ulusal sorununun çözüleceğini söylemek ne kadar inandırıcı olabilir. Bir yandan çözüm süreci deniliyor diğer yandan Dersim’de yeni yeni karakollar inşa ediliyor. Bir yandan köye geri dönüşler deniliyor, sonra yasak bölgeler ilan ediliyor. Keza yine baraj, HES, siyanürle altın ayrıştırmayla topyekûn bir coğrafyayı insansızlaştırma politikası devam ettiriliyor.Tüm bu yaşananları alt alta sıraladığımızda Dersimlilerin tedirginliğinin sebebi daha net anlaşılacaktır. Tam da bu politikalara karşı; Dersimliler bu yıl ki festivalde Dersim’in baş eğmez evlatlarının tutuklanmasını, dilimize konan yasakları, inancımızın üstündeki asimilasyon politikalarını, kültürümüz üzerindeki baskıların son bulmasını, doğamızın yok edilme politikalarına karşı bir duruşu kendilerine şiar etmeli. Yine 1935 Tunceli Kanunu’yla değişen Dersim isminin iadesi ve paralelinde tüm yerleşim yeri isimlerinin iadesini, ‘38 Soykırımı’yla birlikte evlatlık alınan kız çocuklarının akıbeti ve seyitlerimizin mezar yerlerinin açıklanmasını gündeme getirmeliler. Kısaca ‘38 Soykırımı’yla ilgili devletin hesap vermesi gerekmektedir. Bu hesabı soracak olan da bizleriz. 1994’te Meclis Araştırma Komisyonu’nun 14 Ocak 1998 tarihli raporuna göre Dersim’de 183 köy, 823 mezra boşaltılmış ve 40 933 kişi zorla sürgün edilmiştir. Hala barajlar, HES’ler ve siyanürle altın ayrıştırma çalışmalarıyla asimilasyon politikası devam etmektedir. 1994 köy yakmaları ve sürgün edilen Dersim halkının kendi köylerine dönüşlerinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Bu yıl 13.’sü düzenlenecek olan festivalin Dersim’in; dili, inancı, kültürü ve doğasına karşı saldırıları bertaraf etmeye vesile olmasını diliyor tüm Dersimlileri kendi öz benliklerine sarılmaya davet ediyoruz. *Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF) Genel Sekreteri


dünya haber

16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

YUNANİSTAN KAYNIYOR

19

Troyka’nın kölesi olan Yunan hükümeti sözde ekonomiyi ‘kurtarmak’ için yeni bir tasarruf paketini meclisten geçirerek binlerce emekçiyi işten çıkarma kararı aldı Yaşanan ekonomik buhranın faturasını emekçilere kesmekle meşhur olan Yunan hükümeti daha önce yürürlüğe koyduğu yasalar, ‘tasarruf’ paketleri yememiş olacak ki Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu'ndan oluşan troyka’nın emriyle yeni bir tasarruf paketini daha meclisten geçirdi. Mecliste ‘tasarruf’ paketi tartışıldığı esnada parlamento binası dışında kitlesel protesto eylemleri yapılırken koalisyon hükümeti başkanı Antonis Samaras televizyondan halka seslenerek utanmadan ‘güzel günler göreceğiz’ şeklinde açıklamalarda bulundu.

Binlerce emekçi işinden oluyor Meclisten 145'e karşı 153 oyla geçen pakete göre yılsonuna kadar toplam 4 bin kamu çalışanının işten çıkarılacak, 12 bin 500 memursa açığa alınacak. Açığa alınacak memurlara uygun istihdam alanı bulunamaması takdirde sözleşmeleri feshedilecek. Öğretmen ve polislereyse ücretlerinin sadece yüzde 75'i ödenecek. Kesintilerden en çok etkilenecek olan öğretmenler ve belediye görevlileri ile birlikte binlerce memur, meydanlarda toplanarak hükümeti istifaya çağırdı. Atina’ya resmi ziyaret gerçekleştirecek olan Alman Maliye Bakanı Wolfgan Schaeuble de protestolarda hedef tahtasındaydı. Eylemciler, ‘Yunanistan’a şantaj yapmakla suçladıkları’ Almanya ve Avrupa Birliği’ni protesto etti. Alman maliye Bakanı'nın ziyareti kapsamında Atina'da 4 bin polis görevlendirildi, gösteriler yasaklandı.

Yunanistan’da işsizlik yüzde 27 Yunanistan İstatistik Kurumu Elsat’ın verilerine göre işsizlik oranı nisan ayında yüzde 26,9′a yükseldi. Genç nüfusta ise yüzde 57,5 oranında olan işsizlik birinci derecede 26 yaş altı gençleri etkiliyor. 2008′de yüzde 11,4 olan 25-34 yaş arası işsizlik oranı Nisan 2012′de yüzde 30,4, Nisan 2013′te ise yüzde 36.

RDF önderi Prasadam katledildi Hindistan’da Devrimci Demokratik Cephe (RDF)’nin başkan yardımcısı ve aynı zamanda Şehit Yakınları Komitesi Başkanı olan Ganti Prasadam, bir toplantı için gittiği Nellore’de katledildi Uzun yıllar Hindistan’da Yeni Demokrasi mücadelesinde yer alan ve bu uğurda özveriyle çalışan Devrimci Demokratik Cephe (RDF)’nin başkan yardımcısı ve aynı zamanda Şehit Yakınları Komitesi Başkanı olan Ganti Prasadam, 4 Temmuz’da bir toplantı için gittiği Nellore şehrinde kimliği belirsiz üç kişilik bir grubun suikasti sonucu katledildi. Prasadam’ın katledilmesiyle ilgili bir açıklama yayınlayan RDF olayın gelişimini şöyle aktardı: “Şehit Yakınları Komitesi’nin toplantısı için Nellore şehrine giden Prasadam toplantıdan sonra yerel bir devlet hastanesinde yatan bir şehit yakınını ziyaret etmek için üç yoldaşıyla birlikte hastaneye gitti. Arkadaşları durumu fark etmeden hastane çıkışında kendisini bekleyen üç kişilik bir suikast grubunun saldırısına uğrayan Prasadam ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Tanıkların ifadelerine göre Prasadam önce boynundan orakla yaralandı daha sonraysa kendisine üç el ateş edilerek vuruldu. Arkadaşlarının kaçmaya çalışan saldırganları yakalama girişimlerine rağmen saldırganlar silahlarını bırakarak kaçmayı başardı. Prasadam’a isabet eden iki kurşunu çıkarmayı başaran dok-

torlar kritik bir noktada olan üçüncü kurşunu çıkarmayı başaramadı. Prasadam 5 Temmuz’da yaşamını yitirdi.” RDF: Prasadam’ın katili devlet Prasadam’ın katledilmesini kınadıklarını açıklayan RDF, ülkedeki tüm devrimci ve demokratik kurum ve kişileri bu katliamı kınamaya çağırdı. Andhra Pradesh Eyaleti hükümetinin RDF’yi 2011 Nisan’ında Hyderabad’ta Prasadam’ın başkan yardımcısı seçildiği birinci kongrelerinden sonra yasakladığını açıklayan RDF, Andhra Pradesh Eyaleti devletinin katliamdan doğrudan sorumlu olduğunu açıkladı. Andhra Pradesh Eyaleti’nde halkın önde gelen politik önderlerinin katledilmesinin nadiren yaşanan bir olay olmadığını vurgulayan RDF Dr. Ramanadham, Purushottam, Azam Ali, Belli Lalita gibi devrimci, demokrat ve ilerici kişilerin de daha önceden devletin hedefi haline getirilerek katledildiklerini açıkladı. RDF açıklamayı “Tarih halkın eylemcilerine / aktivistlerine yönelik bu türlü saldırıların halkın haklı mücadelesini bitiremeyeceğini kanıtlamıştır.Aslında halkın kitlesel direniş hareketi Andhra Pradesh, Telenagan ve tüm Hindistan’da son aylardan beri yükseliştedir / ve bu direniş giderek artıyor ve halk karşıtı emperyalizm yanlısı komprador egemen sınıfları onların kırsal bölgelerdeki gerici ortaklarıyla birlikte ortadan kaldırmak için ilerliyor.” sözleriyle sonlandırdı. Saibaba: Prasadam’ın devletten başka düşmanı yok RDF başkanı Prof. G.N. Saibaba ise

katliamla ilgili yaptığı basın toplantısında ülkeyi karış karış dolaşarak halkı bilinçlendirmek için çalışan Prasadam’ın devletten başka bir düşmanı olmadığını ve devletin bu katliamdan doğrudan sorumlu olduğunu açıkladı. Saibaba yaptığı açıklamada, Prasadam’ın halk içerisinde devrimci farkındalık yaratmaya çalışan ve her türlü göreve ayrım yapmadan koşan özverili bir devrimci olduğunu söyledi. Saibaba Prasadam’ın katillerin ortaya çıkarılması için yüksek mahkeme tarafından soruşturma başlatılmasını talep ettiklerini belirtti. Saibaba’dan sonra konuşan Prof. Haragopal ise halk için çalışan ve onlara yardım eden Prasadam’ın katledilmesinin insanlığın katledilmesi anlamına geldiğini ifade etti. RDF Genel Sekreteri Prof. Raj Kishore ise devletin Prasadam’ı katlederek haksızlık ve zulüm karşısında Yeni Demokrasi için mücadele veren herkesi sindirmek istediğini söyledi. Prof. Kishore halkın devletten, bu katliamın hesabını soracağını da sözlerine ekledi. Aynı zamanda daha sonra HKP(Maoist)’i oluşturacak olan HKP(ML) Parti Birliği örgütünün Merkez Komite üyeliğini de yapan ve Aurangabad’daki uzun süren tutukluluk yaşamından sonra serbest kalmasıyla birlikte çeşitli devrimci kitle örgütlerinde çalışan Prasadam’ın katledilmesi, çok sayıda devrimci demokratik kurum ve ilerici güçler, aydınlar ve yazarlar tarafından da kınandı. Yapılan açıklamalarda Prasadam’ın katledilmesinden hükümet ve polisin doğrudan sorumlu olduğu açıklandı.


20

güncel haber

Halkın Günlüğü 16-31 TEMMUZ 2013

DEDEF’le daha güçlüyüz

DEDEF Genel Başkanı Hikmet Erdoğan: Samimi olduklarını düşünüyorlar ise Dersim Soykırımı’nın mevcut iktidar tarafından kabul edilmesinden kaynaklanan tüm hakların Dersim halkına sunulması ve Dersim halkının soykırımdan kaynaklı taleplerinin yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz Dersim, devlet zulmünün en barbar yönlerini bütün yaşam formlarında hisseden bir yer. Bölgede yaşayan farklı ulus ve etnik kimliklere sahip halk, soykırıma tabi tutuldu, sürgün edildi, dili yasaklandı, ibadet yerleri yıkıldı, aile bağlarından zorla koparıldı, bireyleri kimsesizliğe mahkum edildi, siyasal ve ekonomik ambargoyla dış dünyadan yalıtıldı. Verimli toprakları yok olsun diye, dağlarında, akarsularında bombaların her türlüsü patlatıldı, barajlar ve HES’ler yapılarak bölgenin ekolojik sistemi çökertilmek istendi, isteniyor. Evet. Zulmün her türlüsünü gördü Dersim; insanıyla, toprağıyla, diğer yaşam formlarıyla. Her kuşak bir önceki kuşağın acılarını omuzlarında taşırken, yeni acıları ekleyerek bir sonraki kuşağa doğru ilerledi. Yaşatılan bu zulüm karşısında elbette ki umut ve dirençte vardı. Dersim, devlet zulmü karşısında direngenliği, karamsarlık karşısında umudu, asimilasyon karşısında yaşam biçimini ve felsefesini korudu, değerleri için canla başla mücadele ederek, bugünlere büyük bedel ödeyerek ve ödemeye de devam ederek ilerledi. Bu bedellerden biri de bu sene 13.’sü düzenlenecek olan Munzur Kültür ve Doğa Festivali. Dersim’de düzenlenen Munzur Festivali diğer yerlerdeki festivaller gibi başlamadı-başlayamadı. 1990’lı yıllarda Dersim’de uygulanan özel savaş konseptine, yargısız infazlara, işkencelere, köy boşaltmalara, gıda ambargosuna karşı hayata geçirilen ve birçok zorluk ve engelleri aşarak, 1999’da “Toprağına Geri Dön, Munzur’dan Bir Tas Su İç” şiarıyla hayat bulan 1. Munzur Kültür ve Doğa Festivali, Dersim halkı için önemli bir değere sahip. Halka mal olan bu değerin yaratılmasında söz sahibi olan kurumlar içerisinde Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF) ve bileşenleri önemli bir yere sahip. Bu nedenle 13.’sü düzenlenecek olan Munzur Kültür ve Doğa Festivali üzerine DEDEF Genel Başkanı Hikmet Erdoğan’la festival ve Dersim üzerine bir söyleşi yaptık.

Munzur kültür ve Doğa Festivali bu yıl 13 yaşına giriyor. Baskı ve yasaklamaları parçalayarak bu güne ulaşan Festival Dersim açısından önemi nedir? Hikmet Erdoğan: Dernekleşme süreci özellikle köy boşaltmalar ve orman yangınları sürecinde, insanların sistemin bilinçli saldırısına karşı sistemli karşı duruşunu örgütleme aracı olmuştur. Dernekleşme sürecinde Dersim’in içerisinde barındırdığı dinamikleri daha gözle görülür, ele gelir, özcesi somuta indirgeyen Dersim yerelinin paralelinde, yaşadığımız siyasal coğrafyanın sorunlarını da gündeme alan, yani işin merkezine oturtan bir noktadan meselelere yaklaşmamızı sağladı. Buradan hareketle örgütlemiş olduğumuz Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin örgütlenme amacı Dersim’de mevcut durumda hayat bulan olumsuzluklara bir cevap olma, karşı koyuşun dili olabilme, çözümü üretebilme fikriyle barajlarla

birlikte insansızlaştırmaya karşı mücadele etme açısından önemlidir. Çevresel katliamlara karşı mücadele açısından önemlidir. Sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik baskılara karşı mücadele açısından önemlidir. Kızılbaş kimliğinin Sunnileştirilmesine karşı mücadele açısından önemlidir. Özcesi Dersim’in kendine özgün yaşamının devamlılığı açısından hayati bir öneme sahiptir.

Dersim Katliamı için Başbakan Erdoğan özür dilerken diğer yandan katliamı protesto edenler, “sözde katliam ibaresi” kullanılarak, “yasa dışılıkla” suçlanıyor ve ceza alıyor. Devlet erkânı Dersim Katliamı’yla yüzleşecek bir pozisyonda mı? Erdoğan: Yaşadığımız siyasal coğrafyanın iktidarları her zaman kendi sınıf çıkarları doğrultusunda devlet içerisindeki klikler arası dalaşta geçmişte başka bir kliğin iktidarda olduğu dönemin sistem açısından zaaf ve yanlışlarını kullanarak elini güçlendirmeye çabalamaktadır. Bizler bunları dillendirenlerin demokrasi havariliğine tabii ki inanmıyoruz. Keza Dersim Kültür Derneği yöneticilerinin ve genel başkan yardımcımız Ali Mükan’ın yargılanma sürecinde buna bir kez daha tanıklık ettik. Düne kadar devlet erkanı tarafından lanetlenen Dersim Soykırımı yine devlet nezdinde ‘sözde’ mertebesine erişmiştir. Yaşananı AKP tarafından CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu tamamen köşeye sıkıştırılması hamlesi olarak değerlendirmekteyiz. Elbette ki devlet erkanı bu soykırım gerçeğiyle yüzleşme pozisyonunda değildir. Samimi olduklarını düşünüyorlar ise Dersim Soykırımı’nın mevcut iktidar tarafından kabul edilmesinden kaynaklanan tüm hakların Dersim halkına sunulması ve Dersim halkının soykırımdan kaynaklı taleplerinin yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Gezi Parkı direnişiyle birlikte ülkemizde çevre duyarlılığı ve demokrasi mücadelesinde toplumsal bir farkındalık oluştu. DEDEF uzun yıllardır yaptığı eylemlerle çevre katliamını engellemeye yönelik çalışmalar yürüttü. DEDEF bu çalışmalarında hangi engellemelerle karşılaştı?

Erdoğan: Her şeyden önce Gezi Parkı direnişini önemsiyor ve selamlıyoruz. Kurum olarak ciddi dersler çıkardığımızı söyleyebiliriz. Çevre duyarlılığı Dersim’de iktidarın bölge üzerindeki insansızlaştırma projesiyle gündemimize girmiştir. Neden derseniz orman yangınlarından barajlarla yok edilen kutsal mekânlardan tutalım yüzlerce bitki türünün katliamı, Dersim coğrafyasının yaşanabilir olmaktan çıkarma çabası bizde, “Doğana sahip çıkmadan, insana sahip çıkamazsın” fikrini güçlendirdi. Daha güçlü çevre mücadelesi için Munzur Koruma Kurulu’nu oluşturdu. Bu kurulumuz öncülüğünde gerçekleştirdiğimiz eylem ve etkinliklerde devletin saldırılarıyla karşılaştık. Peri direnişinde yöre halkının üzerine ateş açıldı ve az önce de değindiğimiz gibi genel başkan yardımcımız Ali Mükan ve arkadaşlarımız altı yıl üç ay hapis ceza aldı. Özellikle son süreçte iktidarın eliyle çözüm süreci söylemleriyle doğamız talana tabi tutuldu. Ovacık’ta siyanürle altın ayrıştırması tüm barış söylemlerine rağmen kalekol veya karakol inşaatları, baraj inşaatları, orman katliamları eskisinden daha yoğun yaşanmaktadır. Son olarak Dersim’deki soykırımın farklı bir biçimiyle devam ettirildiğini söyleyebiliriz.

Son zamanlarda bazı kurum ve kişiler DEDEF’e bir dizi haksız eleştiriler getiriyor. DEDEF kendisine yönelik haklı ve haksız eleştirileri nasıl okuyor? Erdoğan: DEDEF kuruluş sürecinde hiçbir ideolojik ayrım gözetmeksizin, Dersim coğrafyasında yaşanan katliama karşı mücadele etmek isteyen tüm Dersimlilerle birlikte örgütlenmiş bir Dersim kurumudur. Tabii ki sorunlara cevap olamadığı ve eksik kaldığı yönleri olmuştur. DEDEF’in temel ilkesi Dersim’de yok edenle uzlaşmamış olmasıdır. İhanet edenle sofraya oturmamıştır. Buradaki netlik berraktır. Lakin sürece doğru müdahale etmesi ilkesel tavrı, Dersim’deki değişen süreçlerde bir fikrinin olması bazen dostlarımızı da rahatsız etmiş olmalı ki örneğin bileşenleriyle örgütlemiş olduğu festival dostlarımızın ideolojik kaygılarından dolayı Dersimliler tarafından tartışılır hale gelmiştir. Yine geçtiğimiz kongrede tüm iyi niyetimizle, birlikte yürüme ve iş yapma çabamıza rağmen dostlarınızdan bu yönlü bir yaklaşım göremedik. Kendi mevcut açmaz ve çıkmazlarını üzerimizden

temize çekmeye çalışan belli anlayışlarda bu sürecin önemli aktörlerinden olmuştur. Dersim ve DEDEF’i bütünleştirmek yerine bölmeyi tercih eden bu anlayışlar internet ortamında haksız saldırı ve ithamlarla insanları hukuki açıdan zora sokan yaklaşımlarla kendi derneklerinde “Kongre meşru değildir” toplantıları yaparak kendi içinde “Yeni federasyon kurarız” söylemi ve propagandasıyla DEDEF’i ilkelerinden arındırarak meşru ve demokratik olmayan yollardan boşa düşürmeye çabalamışlardır. Dört derneğimizin yönetimi tarafından “DEDEF’le ilişkilerimizi askıya aldık” söylemi doğruları yansıtmamaktadır. Çünkü bileşenlerimiz genel kurul yaparak üye olup ayrılabilirler ve bu arkadaşlar kendi hukukumuzu da çiğnemektedirler. Tüm bu olumsuzluklara rağmen DEDEF olgunluğunu, samimiyetini ve Dersim’e olan görevinin bilinciyle bölmeyen, parçalamayan hataları olsa da geneli birleştirme, birleştirerek mücadeleyi güçlendirme arzusundan sapmayacaktır. Sizlere kuruluşumuzdan beri yürüttüğümüz bu mücadelede omuz başımızda olup destek verdiğiniz için teşekkür ederiz. Şunu da bilmelisiniz ki vermiş olduğunuz destek uzattığınız dost eli bile bazı dostlarımız tarafından farklı biçimde yansıtılmaktadır. Sizlerin vasıtasıyla tüm dostlarımızın da sizleri örnek alarak iç çalışmalarımıza saygılı olmasını, önümüzdeki süreçte tüm eksikleri bir kenara bırakıp, mücadelemize omuz vermelerini temenni ediyoruz.

HİKMET ERDOĞAN


güncel haber

Halkın Günlüğü 16-31 TEMMUZ 2013

Evvel Temmuz Festivali coşkusu Gezi Parkı direnişinin coşkusuyla başlatılan Samandağ Geleneksel Evvel Temmuz Festivali, direniş sırasında hayatını kaybedenlere adandı. Festival 2-14 Temmuz tarihleri arasında yapılırken, festivalde çeşitli konu başlıklarında düzenlenen söyleşi ve panellerin yanı sıra müzik dinletileri de yapıldı Hatay’a bağlı Samandağ Kalkındırma Derneği ile Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği’nin her yıl geleneksel olarak düzenlediği Samandağ Evvel Temmuz Kültür Festivali, 2-14 Temmuz tarihleri arasında yapıldı. Festival öncesi Antakya Gazeteciler Cemiyeti'nde basın toplantısı düzenleyen Samandağ Kalkındırma Derneği (SKD), festivale dair şu bilgileri verdi: "Bu yılki festivalimizi ve akşam etkinliklerimizi,

kaybettiğimiz kardeşlerimiz; Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş’a ve Reyhanlı’da alçakça saldırıda yitirdiklerimize atfediyoruz. Bu yıl festivalin anlamı daha da derin ve büyüktür. Çünkü bu yıl festival programındaki panellerimiz, Gezi Parkı direnişlerini kavrayışımızda ve Türkiye’de yeni siyasal süreç konusunda bizlere ufuk açacak, kanayan yaramız Ortadoğu ve Suriye’ deki savaşı, Reyhanlı’daki katliamı yeniden değerlendirmemizi sağlayacak içeriğe sahiptir. Kendi konularında başından beri sürece hakim ve yoğun emek harcayan panelistlerimiz, bu paneller sayesinde bizlerle olacak. İşçileri, emekçileri, kadınları, azınlıkları ve tüm ezilmişleri içine katan ve onların sesini duyuracak panellerimize tüm halkımızı davet ediyoruz” Bu yıl düzenlenen festival Ortadoğu’da ve Suriye'de yaşanan gelişmelere paralel olarak Reyhanlı’da yaşanan katliamın yanı

sıra, Hatay halkına yönelik saldırıların giderek boyutlandığı bir dönemde yapılması boyutuyla önem taşıdı. Gezi Parkı direnişine destek eylemleri sırasında hayatını kaybeden Abdullah Cömert ile Ali İsmail Korkmaz’ın Hatay’lı olması da bu yılki festivale ayrı bir anlam kattı. Direnişler sırasında hayatını kaybeden Mehmet Ayvalıtaş ile Ethem Sarısülük’ün de anıldığı festival, coşkusuyla halkın beğenisini topladı.

Festival 4 ayrı belde ile Samandağ’da düzenlendi Festival bu yıl Hatay’a bağlı Samandağ ilçesinin yanı sıra 4 ayrı beldede düzenlenirken, etkinliklere çeşitli sanatçılarla ve emek mücadelesi yürüten sendikalar katıldı. Festivalde yerel sanatçıların sahne aldığı dinletilerin yanı sıra, Cevdet Bağca, Kardeş Türküler ve Haluk Levent sahneye çıkarak ezgilerini kitleyle

paylaştı. İlk olarak Koyunoğlu ve Yaylıca beldelerinde başlatılan festivalde, 6-7 Temmuz günlerinde yapılan etkinliklerde Arapça tiyatro gösterimi yapılırken, Ressam Sefa Çelik’in resim sergisinin açılışı yapıldı. Etkinlikler 8-9 Temmuz tarihlerinde Mağaracık ve Tekkebaşı beldelerinde devam etti. Şiir ve müzik dinletilerinin yapıldığı etkinliklerde, film ve belgesel film gösterimlerine ilgi büyüktü. Festival beldelerde düzenlenen etkinliklerin ardından 11 Temmuz günü Samandağ ilçe merkezine taşındı. Ülkede ve dünyada yaşanan güncel gelişmelerin tartışıldığı panellerin yanı sıra, Hatay halkının yaşadığı güncel sorunlara dikkat çeken söyleşiler de düzenlendi. Devrimci demokratik kurumların stant açtığı festivalde, Demokratik Haklar Federasyonu da Kardelen Yayımcılık tarafından yayınlanan kitaplarla, Halkın Günlüğü Gazetesi’ni halka ulaştırdı.

Bereketin adı Evvel Temmuz Bölge halkı açısından mitolojik bir anlamı olan Evvel Temmuz bayramı, bereketi temsil ediyor. Temmuz ayı, bölge insanlarının eski yaşamlarında, çok tanrılı dinler döneminde, hasadın yapıldığı ve bir sonraki hasat döneminin bereketli geçmesi için bereket tanrısı Temmuz’a kurbanların adandığı ve şenliklerin yapıldığı bir ay. Tek tanrılı dinlere geçişten sonra da bazı topluluklar bu eski geleneklerini devam ettirmiştir. Aslen Arapça kökünde olan ‘Evvel’ sözcüğü Türkçe'de 1 anlamına geliyor. Her yıl 14 Temmuz'un Arap topluluklarında ayın 1'ine denk gelmesi nedeniyle, bu hafta Evvel Temmuz bayramı olarak kutlanır. Bayram ilk olarak 1980 askeri faşist cuntası döneminde yasaklandı. Uzun yıllar kutlanamayan bayram, verilen mücadele sonucu 2001'de yeniden Sanat ve Kültür Festivali olarak kutlanmaya başladı.

Çorum’da katliamı unutulmadı Çorum Katliamı'nda hayatını kaybedenler, Çorum’da düzenlenen yürüyüşle anıldı Çorum Katliamı’nda hayatını kaybedenler anıldı. 3 Temmuz günü Çorum’da düzenlenen yürüyüşte, Roboski, Lice ve Gezi Parkı direnişi sırasında hayatını kaybedenler de anıldı. Alevi örgütleri ile Çorum Emek ve Demokrasi güçlerinin çağrısıyla Kale Mahallesi’nde bulunan Hacı Bektaşi Veli Kültür Vakfı önünde bir araya gelen kitle, Saat Kulesi’ne yürüdü. "29 Mayıs-4 Temmuz 1980. Unutmadık Unutturmayacağız" pankartı arkasında toplanan binlerce kişi, Saat Kulesi önünde katliamda hayatını kaybedenler için saygı duruşun-

da bulundu. Hacı Bektaşi Veli Kültür Vakfı Çorum Şube Başkanı Nurettin Aksoy söz alarak, katliamın üzerinden 33 yıl geçmesine rağmen, katliamı gerçekleştirenlerin açığa çıkarılmadığını belirtti. Aksoy, Alevilerin eşit yurttaşlık talepleriyle inançlarından asla vazgeçmeyeceğini açıkladı. ‘Biz bütün katliamlara karşıyız’ Hacı Bektaşi Veli Alevi Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez ise, Çorum'da yaşanan katliamı bir kez daha lanetlediklerini açıkladı. Geçmez konuşmasında şu ifadeler yer aldı: “Bu katliama öncülük edenler ne yazık ki vicdanlarını sorgulayamadılar. Biz Aleviler sadece burada olan katliamlara değil dünyada meydana gelen tüm katliamlara

karşı çıkmışızdır. Kabemiz insandır. Ey kabesi insan olanlar, Çorum'a bir kez daha vicdan muhasebesi yapmaya gelenler ve Çorumluları vicdan muhasebesine davet edenler, bu devleti bu katliamla yüzleştirmeye var mıyız?" Anma sırasında, "Çorum'u unutma unutturma" , "Çorum'un hesabı sorulacak" , "Ethem yoldaş ölümsüzdür" , "Faşist darbe yolunda katledildik Çorum'da" sloganları atıldı. Çorum Katliamı 1980 yılının MayısTemmuz ayları arasında yaşandı. Katliamda sivil faşistler Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Milönü Mahallesi’ne saldırmış, çoğu Alevi olmak üzere 57 devrimci demokrat hayatını kaybederken, yüzlercesi de yaralanmıştı.

21

LEN TAN E D KAR CILIK’ N YAYI KİTAP İ YEN


22

analiz haber

YDAB tutsaklara yönelik saldırıları protesto etti Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) Malatya 4.ağır ceza mahkemesinde 1517 Temmuz tarihleri arasında görülen mahkeme çıkışında Malatya adliyesi önünde "Devrimci Tutsaklar Teslim Alınamaz" pankartı açarak basın açıklaması düzenledi. Yapılan açıklamada tutsaklara yapılan baskı, işkence ve hak gaspları teşhir edildi. Açıklamada hapishanelerin devrimci tutsakları kimliksizleştirmek ve düşüncelerinden soyutlamak amacıyla kurulduğu belirtilerek şu ifadelere yer verildi “Bu amaçla uygulanan politikanın dünden bugüne adı tecrittir. 16 Kasım 2012’den beri Malatya hapishanesinde tutuklu bulunan 24 MKP dava tutsaklarına hiçbir hukuki dayanağı olmayan uygulamalarla karşılaşıyor sürekli hale gelen keyfi uygulamalar sürgün boyutuna evirilerek; Elbistan ve Tokat Hapishanelere sürgün edilmişlerdir. Bu keyfi uygulamalar gün geçtikçe artmakta, son olarak tutsakların dışarıyla olan iletişim hakları açık - kapalı görüşler engellenmek de; tutsaklar mahkemeye geliş ve gidişlerinde ringlerden indirilerek ters kelepçeyle hücrelere atılmak suretiyle fiziki saldırılara maruz bırakılmaktadır. Tutsaklara işbirliği ve teslimiyet dayatılmaktadır. Ayrıca iki tutsağın vücudunda bulunan şarapnel parçaları çıkarılmayarak sakat bırakılmaya çalışılmakta sağlık haklarından maruz bırakılmaktadır. Dava içeriği aynı olmasına rağmen dosyalar ayrılmakta her tutukluya yasal olarak uygulanması gereken prosedürlerin dışına çıkılarak, psikolojik baskılarla sindirilmek istenilmektedir. Dava sürecinde tutsakların savunması tele-kon-

ferans sistemiyle alınması dayatılmaktadır. Biz aileler olarak yıllardan beri Malatya mahkemelerinin siyasallaştığını biliyoruz, mahkemenin bu antidemokratik uygulamalardan bir an önce vazgeçerek insan hakları evrensel hukuk kuralarına uygun bir yargılama şekline geçmesini istiyoruz. Biz aileler olarak çocuklarımıza karşı uygulanan bu keyfi uygulamalar sonucunda doğabilecek herhangi bir olumsuz durumdan Malatya 4. ağır ceza mahkemesi heyeti ve Adalet bakanlığına bağlı hapishane yönetimleri sorumludur. Çocuklarımızın talepleri olan dosya birleştirme isteklerini doğru buluyor, bir an önce taleplerinin karşılanmasını istiyoruz. Bu istemlerimizin takipçisi olacağımızı kamuoyu karşısında ilan ediyoruz.” Açıklama “Devrimci tutsaklar onurumuzdur”, “Devrimci tutsaklar teslim alınamaz” sloganları ile son buldu. Ayrıca 15 Temmuzda görülen davada Malatya hapishanesinden mahkemeye getirilen tutsaklar kendilerine ters kelepçe takılarak darp edildikleri için 17 Temmuz’da görülen ikinci duruşmaya gelmeyerek bu saldırıyı protesto ettiler. Yaşanan saldırıları mahkemeye gelerek teşhir etmek isteyen Hıdır Bakır ise hapishane yönetimi ve askeriye tarafından tekrar ters kelepçe takılarak götürülmek istendi. Bu saldırıya karşı koyan Hıdır Bakır askeriye ve gardiyanlar tarafından darp edilip hücreye konuldu. Saldırıyı öğrenen devrimci tutsaklar yapılan saldırıyı kapı ve mazgalları döverek protesto ettiler. Yeni Demokrasi dava tutsaklarının mahkemesi 10-11 Eylül tarihine ertelendi.

MKP-HKO’dan eylemler MKP-HKO militanları da 11 Temmuz günü eş zamanlı olarak yaptığı iki eylemde, Dersim-Hozat Karayolu ile Hozat-Elazığ Karakolu’nu trafiğe kapatarak devrim şehitlerini anarken, MKP tutsaklarını selamladı. MKP-HKO gerillaları 9 Temmuz günü Dersim’de yaptığı eylemde doğa katliamına izin vermeyerek orman kesiminde kullanılan özel bir müteahhitlik firmasına ait bir kamyonu ateşe verdi. Dersim merkeze 20 kilometre uzaklıkta bulunan Geyik Suyu kırsal alanında ağaç kesimi gerçekleştiren özel bir müteahhitlik firmasına ait kamyonu durduran MKP-HKO gerillaları, işçileri araçtan indirerek kamyonu ateşe verdi. Gerillalar kamyonda bulunan işçileri bir süre alıkoydu. HKO gerillaları tarafından bir süre alıkonulan işçiler, akşam saatlerine doğru serbest bırakıldı.

“Maoizmle yüklen Halk Savaşı’yla ilerle” MKP/HKO militanları da Dersim’de eş zamanlı olarak iki eylem yaptı. Militanların ilk eylemi 11 Temmuz’da Dersim–Hozat Karayolu’nun 15 km’sinde yapıldı. Yolu bir süreliğine trafiğe kapatan HKO militanları, “Şehitlerimizin ve Esir Düşen Yoldaşlarımızın Hesabını Soracağız” pankartını asarak devrim şehitlerini anarken, MKP tutsaklarını selamladı. MKP/HKO militanları ikinci eylemini 12 Temmuz’da yaparken, Hozat – Elazığ Karayolu’nun 20-25 km'sini trafiğe kapattı. Militanlar “Maoizmle Yüklen Halk Savaşıyla İlerle” pankartını astı. Eylem sırasında araç kontrolü yapılmazken, sadece düzenli geçiş sağlandığı öğrenildi. Eylemin ardından MKP militanlarının güvenli bir şekilde üstlerine çekildiği bildirildi.

16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

“EŞYAYI ADIYLA T

arihte zorlu geçişlerin hatalar, sancılar, acılar ve kayıplarla gerçekleştiğini bilmeyen yoktur. Bu hataların ve kayıpların sancılı etkisini her daim bilincinde, hücrelerinde hisseden özverili, cüretkar komünistleri / devrimcileri nihai hedefe kilitleyen yegane şeyin işçi sınıfına, ezilen-sömürülen emekçi halklarımıza güvenleriyken; yoksulluk, yoksunluk ve zulmün her biçimini yaşayan halklarımızın haklı kavgasının tarihsel deneyimlerinden yararlanarak var edilen MLM biliminin doğruluğu, dün olduğu gibi bugün de, bütün alçakça saldırılara rağmen kavgada ısrar eden onurlu komünistleri / devrimcileri birbirine kenetlemiş durumdadır. Ve de bütün saldırıları boşa çıkarıp, bilimsel doğruluğunu, gerçeklerden aldığı güçle yoldaşça birbirine kenetlemesini bileceklerdir. Yolumuzun zorluğunun farkındayız… Kayıplarımız olacak, darbelerle karşı karşıya gelmemiz kaçınılmazdır. Zira, karşımızda tüm emperyalist sömürücü güçlerin teknik üstünlüğüyle donatılmış gerici birleşik güçleri bulunmaktadır. Ki, günün konjonktürel durumuna bakıp da biçimsel olarak aleyhimize gelişen olaylardan etkilenenlerimizin olduğu da söz konusudur. Yaşanan bu gerçekliği görmezden gelemeyeceğimiz gibi, inkar da edemeyiz. Her şeye rağmen mevcut durumu gözeterek, kendi hatalarımızdan kendi deneyimlerimizden öğrenip hedefe kilitlendiğimizi dün olduğu gibi, bugün de alenen ilan etmekten çekinmeyiz. Öncelikle Kürt Ulusal Hareketi (KUH)’nin tutsak olan önderinin 21 Mart Newroz bayramında “Silahlı mücadele bitmiştir” çağrısıyla PKK’nin silahlı mücadeleye veda etme / ettirilme sürecinin bizler açısından olağanüstü bir durum olmadığını belirtelim. Her gelişmede ve olayda olduğu gibi, KUH mevcut siyasetini sınıf bakış açısıyla değerlendiririz. Yaşanan ve yaşanacağını düşündüğümüz gelişmelerin neye hizmet edeceğini ve nereye varacağını, sınıf bakış açımızla öngörüsünü yaparız. KUH’ne dair öngörülerimizi hatırlatmak isterken, ulusal hareketlerin sınıf karakterleri gereği nereye gideceğini söylemiş, bu tespitlerimizin doğruluğu, bugün bir kez daha kanıtlanmış oldu. Ayrıca KUH’nin demokratik-haklı-muhtevasını görmemezlikten gelmediğimizi bir kez daha yinelerken, emperyalist haydutların ve onun işbirlikçi taşeronu Türk devletinin “süreçten” hayli memnun olduğu herkes tarafından görülmektedir. Ezilenlerin kanlarıyla harcı karılıp, inşa ettikleri tüm araçlarıyla hedeflerine ulaşmakta olduklarını, şu ana kadar ki pratik adımlarından da gözlenmektedir. Silahlı mücadelenin tasfiyesini amaçlayan, adına “demokratik süreç” dedikleri stratejileriyle bulunduğumuz ülkedeki diğer sınıf çelişkilerini, kalın örtüleriyle kapatmayı

amaçladıklarını da hatırlatalım. Egemen güçlerin bu tasfiye süreciyle, burjuvazinin emeği köleleştiren araçlarına dounmayan, sadece kısmi ekonomik talepleri dillendiren emek örgütlerini, yine yasal hak mücadelesi yürüten reformist güçlerin çoğalmasını istediği ve buna dönük çalışmalara hız verildiği de, bilinmektedir. Şayet,-demokratik haklar mücadelesi yürüten güçler de dahil- tüm devrimci ve komünist güçler yaşanan gelişmeler karşısında doğru siyasi-taktik belirlemelerde bulunmayıp, konumlanmaması halinde çok ağır yaralar alacağı kesindir. Bugün genel manada tasfiyeci süreci tam hızla yürütürken, kendi cephemizde meydana gelen gelişmeleri de iyi okuyup önlem almamız gerekmektedir. Son derece zor, demoralizasyonun yaşandığı dönemlerde güvensiz, maceracı, hazır-rahata düşkün küçük burjuva anlayışların sağa dümen kırdığını ve alanları tozu-dumana katıp umutsuzluk tohumları serpiştirdiğine şahitlik ettiğimiz kırk yıllık bir tarihimiz vardır. Bu zatı muhteremlerin bugün nerelerde, kime hempalık yaptığını da iyi bilmekteyiz. Tabii ki somut olaylara-olgulara sırtımızı dönüp olasılıklardan söz ederek durum tahlili yapmak sorunlarımızın daha bir derinleşmesine neden olacaktır. Evvela hasmımızla kendimiz arasındaki kuvvetler dengesini nesnel olarak incelemeyi amaçlayıp başarmak zorundayız. “Sadece kendi bulunduğumuz dağın tepesini görme” anlayışıyla değil, Marksizm’in on temel ilkesi, yaşayan ruhu olan somut durumun somut tahlilini her şartta ve biçimde hayata geçirmek zorundayız. MLM’nin bilimsel yöntemleriyle taktikle-


16-31 TEMMUZ 2013 Halkın Günlüğü

23

ÇAĞIRIRIZ”

rimizi gözden geçirip, hasmımızın gücündeki değişikliklere göre uyarlamamız muhakkaktır. Devamında içimizde var olan ve bugünkü şartlarda kendini dayatan her türlü Oportünist küçük burjuva sapma ve çizgilerin rastlantı olmadığını, belli sosyal, tarihsel koşulların ürünü olduğunu MLM teorik kavrayışa sahip olanlar bilir ve de ideolojik mücadelesini amansızca yürütüp önlemini alır. Bu anlamda devrimci pratiğin insanın maddi ve zihinsel yaşamında oynadığı role dikkat çekip sorunlarımıza göz yummadan, iradenin önümüze koyduğu görevlere dört elle sarılıp tüm alanlarda ilkeli, faal biçimde iç sıkıntılarımızı değerlendirip çözmeli ve güçlerimizi koruyacak nitel-nicel gelişimi hedefleyerek, tüm kurumlarımızda esasla taliyi önemseyerek sıkı bir örgüt yaratıp, sıkı disiplini hayata geçirmeliyiz. Şu gerçeği asla unutmayıp, döne döne geçmiş devrimci pratiği doğru okuyup onlardan yararlanmayı bilmeliyiz. Marksist devrimci süreçlerde edineceğimiz onlarca hatta yüzlerce örnekten faydalanabiliriz. Bunlardan birini paylaşmak isteriz. Tarih 2-9 Haziran 1847… Yer, Marksistlerin Komünist Haberleşme Komiteleri (KHK) ile Wolf ve Schpperler’in Adiller Birliği örgütlerinin Birlik Kongresi’ni gerçekleştirip Komünistler Birliği’ni kurdukları, İngiltere’nin başkenti Londra. Ek bilgi olarak, Belçika’da zorunlu sürgün yaşamını sürdüren Marks’ın ekonomik nedenlerle kongreye katılamasa da, fikirle-

rinin kabul edildiğini ve görev aldığını belirtelim. Komünistler Birliği’nin kurulduğu bu kongrede, Hamburg çevresinde Adiller Birliği’ne yakın ve kendilerini “Hamburglu Kardeşler” olarak adlandıran bir kesim temsil edilmez. Temsil edilmedikleri Birlik Kongresi’nde alınan kararlardan, örgütün ismiyle Weitling ve Grün taraftarlarının ihraç edilmelerine sert tepki gösterirler. Schaper, Wolff, Moll, Heinrich Baurer’den oluşan Merkez Yönetim, “Hamburglu Kardeşler”e savunmaya hazır oldukları bir karşı önerge sunmadıkları müddetçe, kongre kararlarının geçerli olduğu cevabını verirler. Örgütün ismine ilişkin, “İsim eskiden farklı olarak, ne olduğumuzu, ne istediğimizi açıkça ifade etmektedir… Duygulardan ibaret yaklaşımları dikkate almayız.” Weitling ve Grüncüler’in tasfiye edilmesine cevapları ise, bugün bize ışık tutacak niteliktedir. Cevapta şöyle denilmektedir: “Aklımızı başımıza toplamanın vakti geldi, dolayısıyla eyleme geçecek takati olmayan hayalcilerle ve (ütopyacı) sistem bezirganlarıyla vakit kaybedemeyiz; sırtımızda ceset taşıyamayız… Çıtkırıldım burjuvalar olmadığımızdan, ne düşünüyorsak evirip çevirmeden söyleriz yani eşyayı adıyla çağırırız.” 18 Mayıs’ın baş eğmez, direngen ruhunu kuşanıp sorunları çözüp kavgaya canlarını adayanlara bin selam! Selam olsun… Şan olsun 18 Mayıs’ın ruhunu içselleştirip pratiğe geçirenleri!

TUTSAK PARTİZAN

≫ cafer çakmak

DEVRİMCİ İKTİDAR AMACIYLA ÖRGÜTLENELİM SAVAŞALIM

H

alkın biriken öfkesi dışa vurduğunda önündeki engelleri yıkar. Gezi Parkı direnişiyle ortaya çıkan devrimci halk hareketi, önemli siyasal ve politik sonuçlar yaratmıştır. Ders çıkaranlar kitlelerin içerisinde örgütlenip güçlenecek, ihtiyaca cevap vermeyenler ise geriye düşmeye mahkum olacaktır. Halkın direnişiyle ve ihtiyaçlarıyla bütünleşip öğreneceğiz. Korku çemberi kırıldı. Komünist, devrimci hareket bütün güçleriyle, kitlelerin taleplerini ileri taşımak için gücünü ortaya koydu. Halkın kudretli duruşu, her türden savruk ve takatsiz ruh halini sarstı. İşte kitleler, direniş, başkaldırı, geriye sonsuz bir enerjiyle çalışmak kalıyor. Demek ki ezilen sınıfların taşıdığı derin çelişkiler hiçte az değilmiş! Devrimci nesnel koşulları göremeyip başarısızlığına yığınla gerekçe üreten her türden anlayışın ne kadar yersiz olduğu kendiliğinden anlaşıldı. Devrimci süreç tetiklenmiştir ve ilerlemeye devam edecektir. Faşist diktatörlüğün kitlelere ve devrimcilere yönelik baskı ve zor kullanması, tutuklaması, işkencelerle katletmesi, devrimci ilerlemeyi durduramayacaktır. Kendiliğinden ortaya çıkan halk hareketleri, komünist ve devrimcilerin tutuklanmasıyla durdurulamaz. Bizlerden korkmaları iyi bir şeydir. Korkuları azalmak yerine büyüyecektir. Büyüteceğiz! Türkiye Kuzey Kürdistan’da çelişkiler çok yönlü ve yoğundur. Dağlarında binlerce gerillanın olduğu, kentlerin halk isyanı ve direnişiyle yankılandığı nesnel koşullar üzerindeyiz. Devrimci savaşın ve devrimci halk kitlelerinin direnişi ve savaşıyla bütünleşebilecek koşulların heyecan veren görünümleri olarak görmekteyiz. Faşist AKP hükümeti halka demokrasi ve özgürlük vaadinde bulunarak beklentileri sürekli canlı tuttu. Şimdi ise devrimci halk kitlelerinin demokrasi, özgürlük, adalet, iş ve eşitlik taleplerine kurşun sıkıyor. Elbette bu kurşun sıkma yeni değildir. Demek ki demokrasiden anladıkları şey, kodamanların, para babalarının, tüccar ve tefecilerin demokrasisidir. Halkın kendi direnişiyle özgürlüğünü sağlama iradesi, faşist AKP hükümetinin maskesini indirdi. Devletin sınıf karakterindeki faşist özün, ne derece yerli yerinde olduğunu unutanlar tekrardan gördü. Fakat halen küçük burjuva anlayışlar her şeyi AKP ile açıklamaya devam ediyorlar. AKP gider, asıl olan sınıflar ve rejimdir. Lice’de yine kalbimiz kanadı. Türk, Kürt ve çeşitli azınlıklardan halkımızın düşmanı aynıdır. Türk ve Kürt halkına kurşun sıkan devlet aynıdır. Halkımız aynı gerici sınıflar tarafından sömürülmektedir. Ethem’e, Cömert’e kurşun sıkanlarla, Medeni’ye kurşun sıkanların aynı olduğunu gören kitleler, parklardan ve evlerden sokaklara indi. “Her yer Lice her yer direniş”, “Diren Lice, İzmir, Ankara, Taksim seninle” dedi. Halkların kardeşliğinin güzel ve anlamlı ifadesiydi. Halkların birliği ve kardeşliği ancak devrimci halkların iradesi ve mücadelesiyle tesis edilir. Egemenler daima halkın arasında düşmanlık tohumları ekerler. Eskisi gibi yönetilmek istemeyen halk kitleleri, düzenin kendilerine sun-

duğu yalan ve düşmanlıkları da reddetmeye başlarlar. Faşist AKP hükümeti pervasızca Kürtlere hakaret etmeye devam ediyor. Devletin Kürt ulusuna karşı sürdürdüğü yüz yıllık savaş stratejisini her sözünde beyan ediyor. Askeri amaçlı barajlar, kalekollar, uyuşturucu ve fuhuşun yaygınlaştırılması, işbirlikçileştirme siyasetinden ve inkardan vazgeçmiyor. Demokratik protesto hakkını kullanan kitleye kurşun sıkıyor. Bazıları da halen “kalıcı barış”tan bahsediyor. Bu nasıl barıştır? Böyle barış olur mu? Anlaşılıyor ki hakkını istemeyen, doğa tahribatına, tarih, kültür, asimilasyon ve işgale ses çıkarmayan, Türk ulusal imtiyazına razı olan bir Kürtlük isteniyor. Entegre stratejisi denilen şey de budur. Faşist devletin Kürt ulusunun haklarını tanımaya uygun bir nitelikte olmadığı anlaşılmak zorundadır. Kürt Ulusal Hareketi’nin barış aldatmacası ile gerillaların geri çekilmesine son vermesi ve silahsızlanma sürecini durdurması gerekmektedir. Halkın yükselen devrimci demokratik iradesi, halk demokrasisini yaratma yolunda muazzam olanaklar sunuyor. Faşist hükümetin vaat ettiği demokrasi beklentileriyle değil, halk kitlelerinin direnişle sunduğu demokrasi ve özgürlük talepleriyle bütünleşmek ve önderlik yapmak gerekir. “Provokasyona gelmeyelim” anlayışını terk etmek, halkı özgürlük ve kurtuluş yolunda daha da cesaretlendirmek zamanıdır. Aksi takdirde Kürt gerillası içi buruk silahsızlanma yolunda yürüyorken, Kürt’ün sesi olan Roj, Nuçe, MMC Tv’lerinin Türk devletinin yoğun çabalarıyla kapatılmasını da sineye çekmiş oluruz. Bu bir barış süreci değil savaş sürecidir. Botan, Amed ve Dersim’de yükselen kalekollara bakan yoksul Kürt halkı barış değil, daha büyük bir savaşa gittiklerini biliyor. Aldatmacalara dur deme zamanıdır. Gerillanın silahsızlandırılmasında halkın hiçbir çıkarı yoktur. Ortadoğu ve Türkiye Kuzey Kürdistan’ın nesnel koşullarında devrimci süreç hızlanmıştır. Her türden oyun ve aldatmacayı boşa çıkaracak derecede hızlı kitle refleksi ve halk direnişleri ortaya çıkmaktadır. Faşist, bürokratik ve rantçı devlet eliyle demokrasinin inşa edilemeyeceğini asla unutmamak gerekir. Emperyalizmin çıkarlarını koruyan yarı-sömürge faşist-demokrasisi halka, komünist devrimci harekete, Kürt ulusu ve azınlıklara karşı konumlanmış bir savaş devletidir. Türk, Kürt ve çeşitli azınlıklardan halkımızla devrimci savaş, direniş ve mücadeleyle halk demokrasisini kurma yolunda ilerleyelim. Medeni ve Ethem’in kardeşliğinin yolu buradan geçer. Bu nedenle halk demokrasisi reformla değil, faşist diktatörlüğün yıkılmasıyla gerçekleşecek devrim sorunudur. İsyan ruhu esiyor. Ağır bedellerle de olsa emekçi eller özgürlüğün yolunu açacaklar. İsyana durmuş halkın ruhuyla ileriye yürüyelim, tüm demokratik talepleri devrim ve iktidar hedefine bağlayarak çalışalım. Önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın militanca çizgisiyle mücadeleye sarılalım.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın SüreliYönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL

Ali İsmail Korkmaz ber bi bêdawîtî ve hat rêkirin Alî Îsmaîl Korkmaz ku li Eskîşehîrê ji aliye polisan ve hatibû lêdan û bi giranî birîndar bûbû , piştî mirina wî rûyê devleta kujer carek din eşkere bû. Ji bo piştgiriya Parka Gezîyê di serî de Stenbol, Enqere ,İzmîr, Adana, Xatay , Mersînê û li gelek bajaran çalakî û meş hat çêkirin, êrîşên polis hat şermezarkirin. Di wan çalakiyan de polisan bi bombeyên gazê, ava şid, guleyên plastik re êrîş kirin, bi sedan kes birîndar bûn dehan kes jî bi giranî birîndar bûn. Ji çalakiyên ku li her derê welêt belav bûn,yekemîn car 2ê Pûşperê Mehmet Ayvalıtaş li di taxa 1 Gulanê de çalakiya ku ji aliye kitle ve rê hatibû girtin maşineyêk ajotin ser girseyê û jê hat kuştin. Rûyê dewlet ê kujer vê carê 3’yê jî li Xatayê di dema çalakiyên protestoyê de

derket holê. Polisan bi nîşanî û di mesafeyekê nêzik de gule avetiye serê Abdullah Comert û kuştine. Li Enqereyê di 1’ê Pûşperê de di dema çalakiyên pişgiriya Parka Gezîyê de Ethem Sarisuluk li mesafaya nêzik de ji aliyê polisan ve bi çekê ji serî de hat birîndarkirin. Sarisuluk heta çardeh Tirmehê di lêxweytîkirina zêde de ma têkoşîna jiyanê da û jiyanê xwe ji dest da. Dîmena ku polîsê Sarisuluk lêdixist bi vekirî dihat dîtin, dewletê polîsê ku Sarisuluk kuşt ji dadgehê serbest berda. Nerazîbûna malbatê jî ji aliye dadgeh ve hat redkirin. Ji vê re Jî nesekiniyan, ji ber daxuyaniyên malbat polisan gef ji malbat re xwarin.

Têkoşina Korkmaz tek çû 2’yê Pûşperê li Eskîşehîrê xwendekara Anatoliyayê Ali İsmail Korkmaz piştî lêdana sîvîl polîsan bi ginanî birîndar bû û xwînariya mêjî derbas kir, mehek

zêde têkoşina jiyanê kir û 10’e Tirmehê jiyanê xwe ji dest da. Piştre kutanê Korkmaz diçe nexweşxanê du car jê re dibêjin ‘ifadeya xwe bide û were’ û red dikin dizivirin, piştî dayîna îfadeyê xwe ji aliye Nexweşxanaya Mavî ve ji nexweşxanaya dewlat a Yunus Emreyê re hatiye şandin, ji wir jî bi teşhîsa ‘xwnariya mêjî ‘sevkê Fakulteya Tibî ya Osmangazî hatiye kirin. Korkmaz 10’e tirmehê li nexweşxaanaya ku tadavî dibû, koça dawi kir. Gel ku mirina Korkmaz bihîst li ber nexweşhanê civiyan. Bi hezaran kes li ber nexweşxaneyê kom bûn, piştî hatina malbata Korkmaz ew ji morgê hat girtin. Li ber nexweşxanê bi dirûşman û lîlandinan, bi rêzgirtinan hat pêşvazîkirin. Darbesta Korkmaz bi dirûşmên ; ‘megrî dayê zarokên te li vir in’, ‘kujer dewlet dê hesap bide’, ‘Eskîşehîr Faşizmê ji bîr nake’, ‘hêj destpêk e, dê têkoşin bido-

me’ li ser milan hat meşandin. Hezaran kes Korkmaz ber bi Xatayê ve rê kir.

Hezaran kes Korkmaz Li Xatayê peşwazî kirin Êvara 10’e Tirmehê hezaran kes ji bo bîranîna Ali İsmail Korkmaz û Abdullah Comert derketin kolanan, di şermezarkirina êrîşên polisan de carek din polis derketin li ser dikê êrîş birin ser gel. Pevçûnan de deh kes birîndar bû, 3 kes bi giranî bûne. Korkmaz bi deh hezaran kes ve ber bi bêdawîtî ve hat rê kirin. Di cenazeya Korkmaz de malbata Ethem Sarisuluk û malbata Abdullah Comert jî hebû. Piştî mirina Alî Îsmaîl Korkmaz di serî de li Stenbol, Enqere, Îzmîr jig elek bajaren din de jî gel derketin kolan û Kesen ku di berxwedana Parka Gezî de jiyana ji dest dan hatin bîranîn û êrişen polis hatin şermezar kirin.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.