Sevgili Okur, Hayal Bilgisi, yedi ayın ardından, yoluna devam ediyor. Yola çıkalı iki yıldan fazla olmuş. 15 Mart 2011’de ilk sayımız ‘huzur’ dosya konusu ile çıkmıştı. Bugün, elinde tuttuğun bu paket, Hayal Bilgisi’nin 9. doğuşu. Yeni bir soluk, heyecan ve aşk ile doğdu. Bu paket bir dergiden çok daha fazlası. Bir edebiyat paketi hazırladık. Gündelik hayatın, insan ilişkilerinin, siyasetin, internetin ve mesleğinin seni çıkmaza sürüklediği, aç bıraktığı, özlemeye mecbur kıldığı pek çok şeyi bu pakette topladık. Huzura en çok ihtiyaç duyduğun anda, eline alıp bambaşka bir dünyaya adım atabilesin diye; deprem sonrası ihtiyaç duyulan bir deprem çantası, yaralarını sarabileceğin bir ilkyardım çantası gibi… Bu paketin içinde, bir cd var. Etrafını saran gürültülerden seni uzaklaştıracak, duyabilme yeteneğini fark edeceğin, şükredeceğin melodiler var içinde. Ve bugüne dek dergimizden yaptığımız alıntılarla hazırladığımız videolar… Sayfalarımızı karıştırırken, kulağın güzel eserlerle meşgul olsun istedik. Bu pakette, fotoğraf baskıları var. Çünkü, biz istedik ki, mahkumların hapishane duvarlarına, yatılı okullarda öğrencilerin dolaplarının kapaklarına astığı gibi, genç çiftlerin cüzdanlarında sevdiklerinin vesikalık fotoğraflarını taşıması gibi; şiirlerimizi odanın duvarlarına as. Biz istedik ki, satın alınıp bir kenara atılan bir şey olmasın edebiyat ve şiir. Biz gönlüne konuk olmak istedik, hayat tarzına, sevebilme yeteneğine. Bu fotoğrafları, şiir baskılarını, öğrencilerine ödül olarak ver mesela, minik bilgi yarışmaları yaparak. Sevgiline hediye et. Bir gülün dikenine as şiirlerimizi mesela. Dostlarına mektup yaz, içine koy yazdıklarımızı. Biz edebiyatı, kendimizi ispatlama biçimi olarak görmüyoruz; para kazanma ya da ünlü olma… Bu yüzden, Hayal Bilgisi, matbaaların, yayıncıların ticari kaygılarından uzak olarak, tamamen ev ortamında, Ayşe ile Cihat’ın emekleriyle üretildi. Kahve lekeleri olabilir sayfalarımızda, ekmek kırıntıları… Hoş görün! Okura ‘dayatılan’ bir edebiyat var. Vitrine hangi kitapların, hangi dergilerin konulmasına izin veriyorlarsa, hayatımıza o kitap ve dergiler giriyor. Siyasi, ideolojik, ticari ve pek çok etiketleme ile belirleniyor bu seçimler. Bu yüzden, heyecan yok kitapçılarda. Bu yüzden, raflarda samimiyet yok. Bu yüzden, reklama harcanan para, kitabın basım maliyetlerinin kat be kat üstünde. Bu yüzden, yayınevleri şiir kitaplarını, baskı maliyetinin en az dört katı bir parayı şairinden tahsil ederek basıyorlar. Çünkü, şiir oyunlarına alet olmuyor. Çünkü, şiir yalan söylemiyor. Hal böyle olunca, yalnızca parası olan ‘şair’ olabiliyor. Hayal Bilgisi, 2011’den bu yana sayfalarında hiç tanımadığı insanlara yer veriyor. Adı hiç duyulmamışlara. Öğrencilere, emeklilere, ev hanımlarına ve hatta çocuklara bile. Çünkü, edebiyat bilende değildir. Edepli olandadır. Yazmasa ölecek olanlar var bizim sayfalarımızda. Çocuklar için edebiyat sayfalarımız var. Hayal Bilgisi’ni çocukların ulaşabileceği yerlerde saklayınız diyoruz; çünkü edebiyat eğlencelidir. Çünkü en çok çocuklar ihtiyaç duyuyorlar hayal kurmaya. Hayal Bilgisi’nde el yazısı ile müthiş emek verilerek, paketlere konan şiirler ve kısa düz yazılar var. Bunları hazırlarken bizi görenler, ‘delirdiniz mi, fotokopi çeksenize’ diyorlar. Oysa samimiyet tam olarak da budur. Samimiyetin modern hayattaki konumu, delilikle aynıdır. Bu yüzden, dördüncü sayımızda ‘delilik’ kapak konusunu ele almıştık. Bu pakette, iki tane misket var. Çünkü, çocuk oyunlarına dokunmak, cep telefonuna, televizyonun kumandasına, laptopa dokunmaktan daha keyifli, daha sağlıklıdır. Çünkü, çocukluk güzeldir ve insan hangi yaşta olursa olsun, kendini çocuk hissedebilir. Hayal Bilgisi’nde iyilik kartları var. Çünkü, hayat iyilik fırsatıdır. Dünyayı birazcık olsun daha iyi bir yer yapamayacaksak, yazmanın, paylaşmanın ne anlamı var. Biz edebiyatı ya da şiiri tartışmıyoruz. Satış rakamlarıyla ilgilenmiyoruz. Hiç kimse ile yarıştırmıyoruz bilgi ve yeteneklerimizi. İnsanları seviyoruz ve iyi insanlar olma çabası veriyoruz. İyi okumalar : ) / 15 Nisan 2013 – Erciş / Van
edebiyatdergisi.org / cihatalbayrak.com / ikidelibirkitap.blogspot.com
Huzur Koleksiyoncusu / Cihat Albayrak Şiir / Serencam Yayınları Satın Almak İçin: E-Mail gönderin: hayalbilgisi@windowslive.com Mesaj Atın: facebook.com/hayalbilgisi Arayın: 0505 635 15 54
HAYAL BİLGİSİ 1. VAN KİTAP FUARI’NDAYDI
- afrika yaması
muhammed ali’den aparkat burnumdan petrol gibi akan kıvrılarak omurgasız şiirler petrol: doğum lekesi zencinin bir zenciyi ağlarken görmek çarmıha gerilişten, aristo’dan ağlarken bir zencinin görüntüsü açıklanamaz uyuyakalan havariyle, matematikle nezaket için gösterilen yer, karakıtaya verilen şampiyona stadyumu yapmaya giden piramitleri yapan işçiler midir yamadır afrika’ya ebemkuşağı ninem de bilirdi ölümü; az konuşur, az yer ne petrolle ne de matematikle işi ki saymayı da parmak eklemlerinde öğrenmiş subhanallah, elhamdülillah, allah u ekber şubat ‘13
{Fahreddin Hatipoğlu}
- şiir gibi
bir blues parçası karnı tokken bir kulağı cezbedebilir kucaklaşmalar haritalar taşıran yolları birleştirebilir bebeklerin ağzından başlayıp dünyayı şiir müthiş boyayabilir handiyse kayboluşçu bir an lazım değil
- asal soru cidden bereketli midir yağmur bakışların çöl müdür / bilmiyorumdur 1/ akli dengesi yitik bir öykü müdür senin ilmeklerinle tamamlanan atkım üstelik beni boğmaya çalışan kitapta cidden sara krizi tadında mıdır 2/ yara taşıyan çiçekleriyle yüzyılın kendisi kadar muazzam, yönelik ve bir devrik yanıyla da sana ikiz kantolarıyla seslenilebilir midir 3/ kime dersen işte o otobüsdür bir şehrin kimlik yıpranması yeniden yapılanması cinnet tozunun izmaritten daha şanslı intihardır sahi sararmış mıdır fotoğrafın kolaj mıdır gülüşün / bilmiyorsundur
{Emre Gürkan Kanmaz}
- şeytanın duası
ayakta kaldınız diyorum saatlere buyurun oturun, yaslayın sırtınızı yalnızlığıma beni oynatmıyorlar diyorum kafadan atıyorlar zamanı saatler, biliyorum geride kalan çocuğum ben, ötekiler koşarken küsüyor sakinlerine mahalleler direksiyon hakimiyetini kaybediyor insan hayatının şeftali suyu yakıştırılıyor hasta ziyaretlerine ateşe veriliyor kütüphaneler hıçkırık tutmuş denizleri bir bardak soğuk su vermeli şeytan dua ediyor el öpenlerin çok olsun dünya pas vermekten sıkıldım; ‘siz hepiniz, ben tek’
{Cihat Albayrak}
duydum ki meyhaneye gidiyormuşsun gitmee içip içip karı kıza sarkıyormuşsun etmee evi karıyı boşlamışsın başka bir yar başka bir hal arıyormuşsun etmee bak ay harap olmuş güneş soğumuş kederinden çoluğun çocuğun da helak olmuş gel etme ey makamı memurluk olan sen devlet kapısını terk ediyorsun etmee sen yüz çevirecek olsan işten güçten çoluk çocuk aç kalır biliyorsun etmee ağzından zehir bile aksa, okeyden taş bile çalsan sen yine bal gibisin, niye gidiyorsun? gitmee aşıksan söyle gidip bulalılm, kuma yapalım ama içip içip kendini kahrediyorsun etmee aşkınla baş edecek gücün yoksa eğer niye seviyorsun? sevmee aşktan bayılmışsan soğan kolonya tutalım burnuna gözüne ayıl ama gitmee etmee
{İbrahim Sarp Baysu}
- adım şair bir sevgilim olsa da, genelde yalnızım şarkı söyler, şiir yazar, şarap içerim her sabah kalktığımda insanlara söylemek için, türlü türlü yalanlar hazırlarım boy aynasının karşısına geçer ilk önce kendimi inandırırım adım şair. en sevdiğim renk siyah ilk aşkımsa yalnızlık adım şair. üzgünüm, sizi evime davet edemem çünkü siz her gün benim evimin odalarında sokaklarda dolanıyorsunuz sokaklar benim evim bazen yatağım olan bankları kirletiyorsunuz ama olsun, size kızmıyorum çünkü siz bir şair değilsiniz
- ilâhi ben! inadına gülerim hayata acılara göğsümü gererek basamakları ağır ağır çıkarak inadına gülerim hayata ilâhi ben nereden buluyorum bu kadar gülünecek şeyleri bilmem ki en son doğarken ağladım sonrasında annem ağlıyor diye ağladım bir gün kuşum öldü ona ağladım sonra insan olup ama olamayanlar için ağladım İiâhi ben nereden buluyorum bu kadar ağlanacak şeyleri bilmem ki
{Harun Iskaracı}
Benim de uzun susuşlarımda sakladığım ve damarlarımı çatlatacak kadar dışarı çıkmaya meyyal cümlelerim var Efendim. Ama daha çok ellerimi açmaya, gözümden akan yaşa ‘Allah için!’ demeye utandıran beni; günahlarım! Haya eden dualarım. Çoğunda zikrimde sen, hatrımda sen Efendim. Kalıbımda; olamadığım bir Hz. Fatıma hayranlığı, bir Hz. Zeynep sakinliği. Zihnimde, olamayan bir Osman iffeti, feda hürmetine sahip bir Mus’ab’ın beklentisi. Bin endişe, bir ümit. Affet, senin üzerine ümitvar olduğun ümmetinin gençlerinden ne kadar da uzağım. Günahlarım köşe başlarını tutmuş, her döndüğüm sokağın başında bir baş eğiş, derin mahçubiyetle. Sonra duydum ki; Mekke’deymişsin. Sonra Medine’ye göçmüşsün. Bir yetim çocuğun saçlarını okşamışsın çok zaman önce. Görmedim, göremedim. Görenler gönenmişler. O çocuğun saçları yanası değil; hele ki o ısıyı hiç unutası değilmiş. İmrendim. Bir ah! çektim sonra. Öyle bir ah ki; ruhumu on ikiden vurmuş, kalıbımı yerle bir eden. Doğrulttum, edebinden değil, günahından sebep parmak uçlarında seyre dalan gözlerimi, semaya. Bir ümitle diziyorum sözleri Rabb’in huzuruna. Ümidim, hasretim; geleceğin geceye, uğrayacağın rüyaya, başımı okşayacağın bir an’a..
{Merve Mureybe Akçınar}
- sendüşüm okunmayan ön sözünde katilini yazdım sayfaları boş bir cinayet romanının hiç anlam ifade etmeyen son sözde durup (seni) bekledim sesindeki yağmur gecenin arka sokağına yağdı başarısız intiharları seven şairler barındayım bekliyorum akşamdan sabaha yoksunluğumdan bihaber gerçeği büyümeyi reddediyor istiridyelerim sesindeki yağmuru kabuğuma soyuyorum sabaha karşı kapıyı bendüşümlerine açtım kristal dudakların kalbimde kusursuz bir şaka olup kırıldı sesin yağmuru gecenin kaydına aldı gerisi teferruat
{Emre Küçükoğlu}
- başlıksız filistinli bir çocuğun rüyası gibiydi benimki acıya karşı başkaldırış belki de ütopya acıyı mı merak ettiniz ortadoğu’nun kalbidir kan pompalar yeryüzüne kan tutar filistin’de her çocuğun elini bir baba gibi kan, rüya ve ben bilmem kaçıncı cinayetim bu kaçıncı iç geçirişim bir tüccarım pelikan sokakta cebimde dolu şiir aklımsa o da sokakta kahramanlar yaratırım elleri kan sigara içerler kızları en çok bu kokuyu sever uyumazlar, gülmezler dünya gözlerinde kan çanağıdır düşünürler, düşünürler, düşünürler düşününce insanlık kıyam edecek sanırlar işte en büyük sancıları da bu sanrılar kan, rüya ve ben raskolnikov girdi bugün rüyama kızgın kahramanlarımdan memnun değil eylemsiz düşünce nice ola diyor farkında lüzumsuzluklarımın ve şaşkın kahramanlarımın salaş bir kahvede çay söyledim ona da dosto’ya da dosto bile şikayetçi filistin’den ve benden göndereyim diyor bizimkini hazır elinde baltası kessin zalimlerin kafasını dile geldi sakallı nihilist sussun geveze siyonist bir çay daha dosto abime hatta tüm filistin’e bir asırdır doğmadığı topraklarda güneş, doğacak çayın deminde insan kanı yerine tavşankanı tadacak dünya ve anlayacak özünden ne kadar döndüğünü ve de toprak ile ölümün kardeş olduğunu
{Hulusi Hatıpoğlu}
- rüküş aklımın bahçeleri üşürdü sen hiç görmezdin biz üvey kardeştik sen babamın ben ölmüş annemin kızı bayramlıkları önce sen bir yıl sonra ben kardeş payı ninem iyi niyet elçisi bakardı göz hapsi yetime gülünce güller açar; dili iki pınar yüreği berrak ben yorulurdum tutmaktan suları göz oyuklarımda çatlardı duvarlar sızardı bütün sırları evin özlerdim annemi her ölüye sevinir doyasıya ağlardım kim bilir bayram sevinci… kendi odasına sığmaz içimin fukarası elden ayaktan yitik mühürlendi ne varsa zamana yenik sen al gözlerimi götür emanetçiye bu kez son olsun çaycı kızın son duası kadar berrak bir yalanın içinde usturup derdi çırpındıkça kaypak hayat körün taşı dikiz, cümle âlemin karın ağrısı tut ki başka bir hikâyenin önsözüne denk la havle - öfkesi, kesik bu hariçten gazel sözler incecik ağrı beynimde ur; hücrelerden toplu mezar acımı bastırıyorum kör karanlığa sönerse ateşi geçer ağrılarım reçetesiz verilmiyor iyilik sen yine de gül geç emi ‘biz kardeştik’ en kallavisinden ayrı ana dilimiz
{Selma Özeşer}
- gözlerinden başka dünya kadim zamanlardan bir yıldız gibi gelmelisin ilham gibi düşmelisin dilime sarmalıyım seni. kollarım bir bahar bahçesi şarkılar söylemeliyim kuşlarla nakaratlarda buluşsun gözlerimiz kehribar tespihin taneleri gibi dönmeliyim etrafında senin güzel teninin gölgesiyim aynı zamanda suda açan bir lotus çiçeğisin kalbim büyük bir göl bilirim suyu çok seversin ellerim yağmur olsun mu sana dokunan saçlarını ıslatan bir eylül akşamında gör ki pervaneyim kanatlarım sana uçuyor ateşin benim evimdir tutsan avuçlarımdan her gece usulca yak diye orada bulunsam kadim zamanlardan bir yıldız gibi gelmelisin güller gibi açmalısın göğsümde bir çiçeği öper gibi dokunmalı dudağın yanağıma beni hastalıkları yenen adamlar gibi yaşatmalısın mühürle beni gözlerine gözlerinden başka dünya görmesin gözlerim...
{Mehmet Türkmen}
- olmayan adaletin neferleri dostlar sanmayın yemekteyim orucumu filistin’de seferiyim yanmış bir çocuk cesedi nasıl da andırıyor evde bıraktığım çocuğumu dostlar sanmayın yemekteyiz orucumuzu bosna’da seferiyiz dudaklarımızda donmuş ıslıklar kulaklarımızda taze çığlıklar mostar’da nevesinje’de katledilenleri gizleyemiyor borisavac’taki* yetmiş dokuz metrelik doğal yarıklar ‘marina** kabus görmekteydi tam on bir bin otuz üç metreden bosnalı hamile bir kadın düşmekteydi bebek kurtulacak marina’da kalacak bosnalı anne ölecekti’ borisavac’taki yetmiş dokuz metrelik doğal yarıklar yanmış parçalanmış cesetleri kusar, kusar, kusar günlerden belki salı. belki pazartesi ne fark eder kabusunda marina borisavac diye sayıklar on bir bin otuz üç metreden duyulur sesi dostlar daha dün sanmayın yemekteydik orucumuzu bir siu kampında seferiydik soykırımın tam içinde ‘yaralı diz’deydik*** dostlar daha dün cezayir’deydik 1830 yılıydı fransız kolonisi’ne geçiyor cezayir şehit olmamız yakındı bir o kadar da yaralı diz’deydik siu’nun**** oscar’ı reddediş biçimindeydik
dostlar biz hiç bir zaman yemedik orucumuzu her an her yerde seferiydik hiroşima’da nagazaki’de japon’duk küba’da bolivya’da ernesto beyaz adamlar hiç bir zaman inmediler atlarından vahşetin içinden geçtiler sabrın sınırlarını zorladılar kan damlıyordu atlarının kanatlarından ırak’ta şii olduk sünni olduk kerkük’te türkmen ne yalan söyleyeyim birbirimizi de öldürdük yerden yere vurduk saddam’ı sevmedik lakin heykellerini biz dövmedik dostlar biz hiç bir zaman yemedik orucumuzu her an her yerde seferiydik şairdik elhamdülillah olmayan adaletin neferleriydik ne kurşun sıktık ne tüfek omuzladık ne İtalyan mayını olduk kalleşçe patladık madımak’ta tam otuz altı kişiydik sırat köprüsünden atladık şair olmasak kurtuluş savaşı olurdu bizlerden olsa olsa destan olmak yakışırdı yani kağnı komutanı anneler olurduk her birimiz veyahut da en masumundan çocuklar baba olsa kimimiz kuvvacı babalar olurdu damat ferit’ler değil her biri çoktan şehit yoksa, yoksa her birimiz sınırları kanla çizilmiş mazlum devletler miyiz zira her an her yerde seferiydik olmayan adaletin neferleriydik
kimimiz yakup’tuk çağrılmadık hiç gelmedik çağrılsak da zaten gelmeyecektik gelecek olsak zaten çağrılmayacaktık edip cansever’dik çoğu zaman kuyudaki suyla açtık orucumuzu dostlar bir şairin yerine koyarsanız kendinizi seferilik bulaşır gayrısı olmayan adaletin neferlerisiniz sıkıysa tutun orucunuzu yakup olur, kuyuda yaşar hiç çağrılmadığınız yerlere gidersiniz bir garip orhan veli ölür, dalgacı mahmut yüzünü buruşturur düşer elinden boyası, fırçası şairce ödersiniz Allah’a olan borcunuzu
{Naci Elmalı}
*Borisavac’ta bulunan 79 m yüksekliğindeki doğal yarıklardan Sırplarca katledilen Bosnalıların cesetleri çıkartılmıştır. **Marina, 11.033 m derinliğinde olduğu tahmin edilen dünyanın en derin çukurudur. ***Yaralı Diz, Amerikalıların yaptıkları en büyük Kızılderili katliamının adıdır. ****Marlon Brando, kendisine verilen Oscar Ödülü’nü bir Kızılderili kıza aldırarak, ödülü adeta reddetmiştir.
- sözgün
eskiden adını hüzün koyardık hiçbir söz uygun düşmüyor şimdilerde ey mutsuzluğumuz! karanlığın nümayişi kırk yıl hatrı var yorgunluğumuzun hep kırgınız artık, kırılganız ki kırılganlık sürek avıdır kalbimizin vicdan mıdır her ilişkinin bilirkişisi ey yavuz dil! tuttun mu söz’ünü oysa hiçbir şey sandığın kadar lalezar değil ve bir tek şey yok ki lal zaman tek akranımızdır her uçurumun bir intiharı vardır bunu biliyorsak en çok laleden değil mi ki akşam taslağıdır hüznün bir sözcük kaç defa yazılabilir öyleyse yeniyi sürgün sanan kalbim eskiyi unut ve eskiden demeyi her ayağın bir uçurumu vardır sürgünlüğünü tazele bir de laleyi az değildir hüzün hiçbir zaman ama azalır yine de
{Pınar Doğu}
Haydarpaşa bir kafestir göğsüme bu son gece.. kelimelerimle denize, düşüncelerimle gökyüzüne bir sahil kasabasında rüzgar olsaydım ince bir telaş, sıcak bir nefes, duyduğum ses o ses gördüğüm göz o göz düştüğüm hal hal değilken, durduğum o yerde bir minik serçeye bir parça ekmek olsaydım.
{Yunus Ünsal}
ardımda su şişeleriyle koşan çocuklardan kaçmak istiyorum, bir de civcivler hiç büyümese.. televizyonu çöpe atsak, internet kablosunu söksek, topumuzu alıp sokağa çıksak.. cam kırsak, yokuş aşağı bisiklete binsek, rüzgarı geçsek mesela, sonra üstüne terli terli su içsek.. mesela.. büyüklüğümü veriyorum, üstü kalsın..
{Ayşe Ünsal}
ben bir savaş esiri değilim suçlusu değilim şarkıların yarım kalmışlığında koraklığımsa benim tedirgin yanım kısrak adımlarla koşuyorsam kendime çağları aşan kimliğim insan sırf bu yanım merhamet dolsun diye aşk dolsun diye satırlarım sayfaları en ürkek parmak uçlarımla bir serçe telaşıyla çeviriyorum kalbi yetim kalmasın diye hiçbir susamışlığın kana kana içiyorum uğruna ömür akıttığım menbadan her anı duvarları rengarenk odalara sığdırmak sade tonlarında yaşamak bir yağmura bakarken damlalara doymak nefes alırken can bulmak kırılan bir saç teli incinmesin diye üzerine titremek adına toprak kadar bereket istiyorum dikenlerinde güller yetişsin istiyorum sonra bir bülbül konsun kelâmıma
{İlknur Karanfil}
- mest-i firak
Zaman dizmişti geceye bütün emârelerini “bir bir” sabrın Açılacak en “giz” kilidi bile, az daha bekle âh’ım! Kaybolacak sandığın o hilâl ve şem yıldızlar var ya; Bir uçtan bir uca “ikrâ mahyâsı” olacak âti’de Arş’ın! Kırdım kalemimi de, dokunmasın artık o kırılgan sözcükler bana Yutkunmasın gırtlağıma dizdiğim inciler, saklı kalsınlar kabuğunda Kırdılar “sây” kanatlarımı, hem de açık denizlerin ortasında Korkuyorum! Kimse bilmiyor ama, “ben yüzme bilmiyorum.” Geçmişin izdihâmı çatlatıyor sîne'mi, ama sen “sus” diyorsun Gözlerim sıkışmış cenksiz aynalara, hissiz fakât oldukça füsun Kusun bütün günahınızı sizde, çekinmeden feyl’ime kusun Çıkarmam sesimi bende bir kez, nasibi buymuş demek ki mes’ûdun… Nasılsa kalmayacak elimizde, bir ömrün son ân’ından başka O halde beynimin ihlâlindeki cehli, kim soktu bu şuursuz savaşa Elbet bir sonu olacak diyerek dayandım, duruldum amma; Bu durgun ahvâlimle şimdi, nasıl gem vurmalıyım ebedi aşk’a! Ölmez O! Ruh ten’den ayrıldığı dem’de, ahdi baki cemrede! Şebnem gülleri örtecek göğsünü, rûsvây olmasın Şem’i diye! Dudaklarına sürtünen revnak ipekleri, dâimi zikir niyeti-ilen! Yudumlar nefes dahi almadan beşer, zehr-i şerbettir ikrâm edilen! Gel, gel de gör artık bu sefili, neydi ne oldu idrâki! Kapansa da celbin bin celsesi, dinmeyecek mest-i firâki!
{Leyla Arsal}