Biz Kimiz?
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları 2012 yılından itibaren eğlenerek bilimi sevdirme misyonu ile hizmet vermekte olan bir oluşumdur. YouTube kanalımız ve web sayfamızda içerik üreterek eğlenceli bir şekilde bilimi sevdirmeye çalışıyoruz. Youtube: Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları Web Sitesi: cilginfizikcilervbi.com
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları Şimdide E - Dergide Her ay çıkarmayı planladığımız e - dergimizle, bir önceki ay içerisininde web sitemizde yayınlamış olduğumuz yazılarımızı, bir arşiv niteliğinde e - dergi severlere ücretsiz olarak sunacağız. Dergimizde; haberler, fizik, biyoloji, kimya, astronomi, matematik, bilim insanları, röportaj ve daha fazlası gibi bir çok kategori bulunmakta. Eğlenerek öğrenebileceğiniz bir çok konuda yazı dolu e - dergimiz sizlerle. Umarız keyifle okur ve geri dönüş yaparsınız. #BilimleKalın Ailemize katılıp, Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları yazarı olmak ister misiniz? Başvurmak için kendinizi anlatan kısa bir yazı ile birlikte en az 300 kelimelik bir deneme yazısını mail olarak bize atabilirsiniz.
Çıkmış olduğumuz bu zorlu yolda, siz de bize destek olup, katkılarınızla bu aydınlanma yolunda gücümüze güç katabilirsiniz. Yapacağınız her katkı, karanlık yolda bir meşale olarak destek olacaktır. Önümüzü ve geleceğimizi daha iyi görebilmek ve içerik üretebilmemiz için bir meşale de sen yak! Şimdiden teşekkür ederiz. Destek için: https://kreosus.com/cilginfizikcilervbi Reklam ve sponsorluk için: info@cilginfizikcilervbi.com mail atabilirsiniz.
1
Bilim Dolu Yolculuğa Çıkmak için Haydi Sayfayı Çevir!
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
İçindekiler Çernobil’in Reaktörüne Çelik Kalkan (3) Dünya Çapında En Az 70 Koronavirüs Aşısı Geliştiriliyor (5) Ay’ın İlk Defa Boşluksuz Tam Bir Jeolojik Haritası Yapıldı (6) Trafikte Erkek ve Kadın Sürücüler Arasındaki Risk Farkları (7) Alzheimer`ı Görmek İster misiniz? (9) Rüzgar Enerjisinde Yeni Rekor (11) Bilimin Karanlık Yüzü – Işın Savaşları (12) Dört Temel Kuv vet ; Varoluşun Yapı Taşları (15,) Sicim Teorisine Genel Bir Bakış (19) Korona Virüs Hakkında Her Şey! (22) Bu Alet Ne İşe Yarıyor? (28) Virüsler Hayvanlardan İnsanlara Nasıl Sıçrar? (29) Bir Annenin Kızını Doğurduğu Yaş ile Kızının Anne Olması Arasında Şaşırtıcı Bir Bağ Bulundu (32) Toprağın 10 Kilometre Altında Yaşam İzleri (33) Dünyanın En Gürültücü Balığı: Cynoscion Othonopterus (34) Vegan Diyet, Dünya Nüfus Artışını Beslemeye Çözüm Olabilir (35) Doktor Karıncalar (37) Koku Hakkında Ne Biliyoruz? (38) Vahşi Hayvanların Şehir Hayatına Uyum İçin Turbo Evrim (41) Mutant Bakteriyel Enzimler Plastik Atıkları Birkaç Saat İçinde Parçalayabilir (43) Deodorantların Doğuşu ve Terin Nasıl Bir Kusur Haline Geldiğinin Tarihsel Hikayesi (45) Marsa Gitmek Neden Bu Kadar Önemli? (49) 2017 Yılının En Önemli Keşfi (53) Einstein’ın Evreni (Çekiç, Tüy Ve Bowling Topu) (54) Pi Sayısı Nedir? (56) Matematikle Özgürlük Ve Mutluluğa Ulaşma (59) Bir Bilim Kadını: Dedektif Jale İnan (61) FBI, Einstein Hakkında 1.400 Sayfalık Bir Dosyaya Sahip (63) Rosalind Franklin: DNA’nın Karanlık Leydisi (66) Nikola Tesla ve Metalaşmamış Bilim (69) Prof. Dr. Celal Şengör Röportaj (71) Yarı Robot İnsanlar (80) Güneş Enerjisinden Yararlanmanın Geldiği Son Boyut (84) Mühendisler Ahtapottan Esinlenip, Kamuflajlı Robotlar Yapacak (85) Avrupa`dan Sıcaklara Doğal Çözüm, Sünger Binalar (87) Tren Yollarına Neden Taş Dökülür (88)
2
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Dünyanın En Tehlikeli Adaları Listesindeki Riems Adasında Korona Test Çalışmaları Riems bir Alman adasıdır. 1900`lü yıllara kadar halka açık bir turistik adaydı. Şuan ise dünyanın en tehlikeli 10 adasından biridir. Baltık Denizi`nde bulunan bu adanın güvenlik seviyesi en yüksek seviye olan 4`tedir. Yüksek duvarlar ve tel örgüler ile korunuyor. Bu adayi bu kadar tehlikeli yapan ise 1910 yılında Robert Koch`un öğrencisi Friedrich Loeffler tarafından virüslerin incelenmesi, için kullanılmaya başlanmış olması. Daha sonraki süreçte de Riems Adasi`nda birçok virüs depolanarak incelenmiş. Bu virüsler o kadar tehlikeli ki yanlış ellere geçtiğinde milyonlarca insanı ve hayvanı öldürebilir. Global ölçüde salgınlara sebep olabilir.Bugüne kadar, adadaki son derece tehlikeli araştırmalar, ölümcül hayvan hastalıkları ile Sars, Ebola veya Kırım-Kongo kanamalı ateşi üzerinde yürütülmekteydi.Bu kadar tehlikeli hastalıklar üzerine şimdide Korona virüsü ile ilgili araştırmalar eklenmiş oldu.
Riems Adası, dünyadaki en eski virolojik araştırma tesisine ev sahipliği yapıyor.. 3
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Korona virüsü araştırması dahil Almanya Federal hükumeti, bu adada en tehlikeli virüs ve bakterileri araştırmak için gereken 89 laboratuvar ve 163 ahıra toplamda 300 milyon avro civarında yatırım yaptı.SARS-CoV-2‘ye ek olarak, Ebola veya Kırım-Kongo kanamalı ateşi hastalıklarını araştırmada, bu bütçeye dahildir. Bilim insanları Riems adasında SARS-VoV-2 korona virüsünün tedavisi için ateşli bir şekilde çalışıyorlar . Virüsü daha iyi anlayabilmek, laboratuvarda yakından gözlemleyebilmek ve sonuçta insanlar üzerindeki aşı ve ilaçları test edebilmek için deneylere uygun hayvanlara acilen ihtiyaç duyuyorlar. Bu konuda en iyi denek hayvanı.örnek bir organizma olarak hizmet edecek hayvan çeşidi olmalıydı. Bu aramada en büyük kriter insan enfeksiyonunu yansıtan, aynı semptomlar gösteren hayvanların olması. Tüm test serilerinin değerlendirmesi Mayıs başında tamamlandı. Buna göre tavuklar ve domuzlar deney hayvanı olarak uygun bulunmadı. Bu değerlendirme sonucunda, tavuklar ve domuzlar, korona virüs SARS-CoV-2 ile deneyler için deney hayvanları olarak seçilmedi Testlerde, meyve yarasalarının ve yaban gelinciğinin virüse karşı oldukça hassas olduğu gözlemlendi. Friedrich Loeffler Enstitüsü sözcüsü, “Bu iki hayvan haricinde öteki denek hayvanlarının virüsü tıpkı insanlar gibi esas olarak solunum yolunun üst bölgelerinde çoğalttığını, ancak hastalık belirtisi göstermediklerini.” dile getirdi.Gelinciklerin özellikle laboratuvar hayvanları olarak en uygunu olduğuna karar verildi. 4
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Dünyanın En Tehlikeli Adaları Listesindeki Riems Adasında Korona Test Çalışmaları Korona virüsü ile ilgili araştırmalarda gelincikler, bilim adamları için özellikle uygun laboratuvar hayvanlarıdır, çünkü meyve yarasalarından daha kolay elde edilirler. Ayrıca zaten gelincikler, özellikle grip virüsleri araştırmalarında insanlar için iyi bir model olarak hizmet ediyorlardı. Araştırma enstitüsüne göre, yaban gelinciği SARS-CoV-2 ile özellikle iyi enfekte olabilir, virüsü iyi çoğaltabilir ve aynı türün üyelerine iletebilir. Çevirmen notu, Araştırmalarda hayvan deneklerin kullanılmasından rahatsızlık duyduğunuzu biliyorum. Bunun ne kadar etik olduğu herkes tarafından zaten tartışılıyor. En azından bütün dünyada insan yaşamını tehdit eden ölümcül hastalıklara karşı kullanılmasını gereklidir. Fakat asıl bizleri rahatsız etmesi gereken boş yere deneylerde kullanılan milyonlarca hayvanın acı çekerek ölmesi olmalı. Hayvanların denek olarak kullanıldığı diğer sektörlerde (deterjan, parfüm, sabun, temizlik maddeleri gibi) ürünler alırken, hayvan deneyi olmadan üretildiğine dair amblem aramanızı rica ediyorum. Milyonlarca hayvanın bu şekilde hayatını kurtarmış olursunuz. Son sözü ise Prof. R. Ryder´a bırakıyorum. “Bilimsel seviyede deney, hayvanlarla insanlar arasındaki benzerlik üzerine kuruludur. Ahlaki zemininde ise bu deneyler aralarındaki farklara dayanılarak haklı gösterilir.” Çeviri: İ. KAYA
Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/dunyanin-en-tehlikeli-adalari-listesindeki-riems-adasinda-korona-test-calismalari/
5
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Gezegenimizin En Son İlkel Kabilesi Mashco-Piro Yok Olma Tehdidi İle Karşı Karşıya Peru’nun Amazon ormanlarında dış dünyadan izole bu kabilenin adı Mashco-Piro. Bu yerli kabilenin yasam tarzı ve hayatta kalma mücadelesi , medeniyetimiz tarafından tehdit altında. Onlarca turistin yatları ile kıyıya gidip rahatsız etmelerini ve iletişim kurmalarını önlemek amacı ile Peru Hükümeti yasak koydu ise de yine de uyuşturucu kaçakçılarının ve maden arayanların gizlice bölgeye girmesi sonucu kabile üyeleri arasında ölüm oranı yükselmeye başladı. Medeniyetten giden insanlar, gezegenimizin son ilkel kabilesine, onların bağışıklık sistemlerinin tanımadığı sadece medeni insanların bağışıklık sistemlerinin mücadele edebildiği grip, difteri gibi hastalıkları bulaştırıyor olması ölümlerin en büyük sebebi. İspanya Hükümeti, sayıları sadece 200 kişi kalan bu kabileye yardım edebilmek için bölgeye bilim insanlarını gönderdi. Amaç kabileyi daha iyi tanıyabilmek ve yok olmalarını önleyebilmek. Medeni İnsanların yok etmeye çalıştıkları bu, kendi halinde mutlu kabileyi umarım bilim kurtarabilir. Çeviri: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/gezegenimizin-en-son-ilkel-kabilesi-mashco-piro-yok-olma-tehdidi-ile-karsi-karsiya/ 6
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Einstein`ın Beyninin Ölümünden Sonraki Macerası 18 Nisan 1955’te, Albert Einstein iç kanama geçirdi. İsrail’in kuruluşunun yedinci yıl dönümü nedeniyle bir televizyon konuşmasının taslağını hazırlıyordu ama bitiremeden hayatını kaybetti. Einstein ameliyatı şu sözlerle reddetti, “İstediğim zaman gitmek istiyorum. Hayatı yapay bir şekilde uzatmak tatsız. Ben payımı kullandım, şimdi gitme zamanı ve bunu zarif bir şekilde yapmak istiyorum”. 76 yaşında, Princeton Hastanesi’nde gece saat 01.55’te yaşamını yitirdi. Otopsisi sırasında Princeton Hastanesi patolojisti Thomas Stoltz Harvey o gece nöbetteydi ve Einstein’ın ölüm nedenini belirlemesi gerekiyordu. Beyni kafatasından çıkardıktan sonra kendi kendine “Bu dünyamız hakkında herşeyi değiştiren beyindir” demiştir. Einstein öldükten sonra vücudunun putlaştırılarak tapılmasını istemiyordu. Fikirlerine ve bilime olan katkısına odaklanması gerektiğine inanıyordu. Bunun için ailesi tarafından öldükten sonra yakılması fikri ortaya atıldı. Harvey bedeni yakılması için hazırladı. Beyni ise kendi sefer tasına koydu ve evine götürdü. Böylece Einstein’ın beyni çalınmış oldu. Gözlerini ise pataloji labaratuvarında çalışan Henry Abrams çaldı. Gözler şu an New York’ta güvenli bir yerde tutuluyor. Beyni ise gözleri kadar şanslı olamadı. Bir mezar taşı bile olmayan Einstein’ın beynini çalan Thomas Stoltz, beyni 240 parçaya bölerek, özel sıvı içinde iki kavanozda sakladı. Kendi başına yaptığı araştırmalarda beyinde özel bir duruma rastlamadı. Eşinden ayrılıp dolayısı ile evi terk etmek zorunda kalınca Einstein’in beynini eski eşinin evinde unuttu. Çöpe atacağım gel al tehdidi üzerine beyni alıp, uzun süre kendi evinde ki bira dolabının içine sakladı. Einstein’in ölümünden 40 yıl sonra ise nihayet Thomaz Stoltz, Kanadalı Nöroloji uzmani Sandra Witelson`a beyinden elli parça verdi. 7
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
1997 yılında 84 yaşına gelen Stoltz, beynin bir kısmını Einstein’ın torunu Evelyn’e vermek için uzunca bir yolculuk yapıp Kaliforniya`ya gitse de, torun bunu tavuk çorbasına benzettiği için almadı. Ölümünden 42 yıl sonra beyinden kalan bazı parçalar Chicago Sağlık ve Tıp Ulusal Müzesi ve daha sonra ki süreçte ise birkaç parça da Philadelphia Müzesinde güvene alındı. Beyinden kalan daha büyük bir miktar ise 53 yıl sonunda çalındığı Princeton Hastanesi’ne geri döndü. Einstein`in beyninin geri kalan parçalarının akıbeti ise bilinmiyor. Yapılan incelemeler ise, Einstein’n beyninde bulunan ve beyin nöronlarını besleyen glial hücrelere odaklanmıştı. Einstein’ın beyninde normal bir insana nazaran daha fazla glial hücre bulunduğu tespit edildi. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/einsteinin-beyninin-olumunden-sonraki-macerasi/
8
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Bilim İnsanları Daha Dev Boyutta Meyve Yapmanın Eşiğinde Dünya nüfusu her saniye 2,6 kişi artıyor. 1970 yılında dünya nüfusunun bugünkünün yarısı kadar olduğu biliyoruz. Hızlı nüfus artışının gelişmekte olan ülkelerde doğum kontrolünün etkin bir şekilde uygulanamamasından kaynaklandığını ve bazı ülkelerin nüfusunun 1 milyarı geçtiğini düşünür isek böyle bir dev meyve üretimine niçin ihtiyaç duyulduğunu daha iyi anlayabiliriz. Bu fikre ilham veren ise domates. Çünkü, domates 500 yıl önce ilk defa Avrupa`ya geldiğinde ki boyutu ile karşılaştırılır ise muazzam bir büyüklükte olduğu görülür. İşte, bu büyümenin sebebini bulup, ufak bir müdahale ile meyveler şimdiki boyutunun iki hatta üç katına çıkarılabilir mi ? New York’ta Cold Spring Harbor Laboratuvarı (CSHL) Zachary Lippman ve ekibi, bu sorunun cevabını bulmak için bir dizi deneyler yaptılar. Ana kök denilen meristem ucu büyümenin başladığı yer. O bölgede ne oluyor ise bu bitkinin ne kadar büyüyeceğini belirliyor, Meyve ve diğer bitkilerin boyutunun bu bölge ile bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Orada farklılaşmamış hücreler, sürekli bölmek ve meyvenin yaprağının, dallarının ve ürününün ne kadar gelişmekte 9
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
olması gerektiğini belirlediği görüldü. Lippman ve arkadaşları şimdi büyük meyvelere doğrudan yol açan bu kök hücrelerin sayısının domateslerde sekiz olduğunu ve kök hücreye müdahale ile bu sayının çoğaltılıp, azaltılabileceğini hatta kök hücrenin boyuna müdahale edebileceklerini gördüler. Onun içinde, meristem ucunda ki büyüme kodunu değiştirebileceklerini iddia ediyorlar. Saygın bir bilim dergisi olan “Nature Genetics” te yayınlanan makalede ,örneğin domateste bulunan ikinci kök hücrenin ( ismi CLAVATA 3) büyümeden sorumlu olduğunu ve CLAVATA3 zincirini kısaltır isek, büyük meyve elde edileceğini söylüyorlar. Laboratuvarlarda araştırmalar ve denemelere başlandı. Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/bilim-insanlari-daha-dev-boyutta-meyve-yapmanin-esiginde/
Hayvan Deneylerine Son Verecek Gelişme!
Bilim insanları, laboratuvarda deri tabakası geliştirdi. Elde edilen derinin, kozmetik ürünleri ve ilaçların test edilmesinde hayvanlar yerine kullanılması amaçlanıyor. İngiliz bilim insanları, laboratuvar ortamında ilk kez geçirgen yapıya sahip deri tabakası geliştirmeyi başardı. İngiltere’nin başkenti Londra’daki King’s College araştırmacıları, insan kök hücreleri kullanarak deri tabakası elde etti. Daha önce de kök hücre kullanılarak deri elde edilmiş ancak geçirgenlik sağlanamamıştı. İnsan derisinin epidermis olarak adlandırılan dış tabakası, nemin dışarı 10
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
çıkmasını ve mikropların içeri girmesini engelleyen koruyucu bir bariyer gibi işlev görüyor. Araştırmacılar, epidermiste bulunan hücreleri geliştirmek için laboratuvar ortamında yeniden programlanmış deri hücrelerini kullandı. Gerçek deridekine benzeyen bir bariyer oluşturmak için ise deri hücreleri, düşük nem oranında bırakıldı. Araştırmayı yöneten Dusko İliç, elde edilen geçirgen derinin, kozmetik ürünleri ve ilaçların test edilmesinde kullanılabileceğini, böylece hayvanların bu tür deneylerde acı çekmesine son verilebileceğini kaydetti. İliç, kök hücreden elde edilen deri tabakasının cilt hastalıkları için yeni tedavi yöntemlerinin bulunmasında da önemli ilerleme sağlayacağına dikkati çekti. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/hayvan-deneylerine-son-verecek-gelisme/
Işık Hızını Ve Einstein’ı Anlamak, Bilinçli Yaşamaktır! Çünkü uzayın akıl almaz büyüklüğü düşünüldüğünde gezegenlerin, süpernovaların ya da yıldızların arasındaki mesafelerin kilometre ile ifade edilmesi komik olacaktır. Bunun yerin mesafeleri “ışık yılı” olarak ifade edilen sabit ile tanımlanır ki, bu da ışığın bir yıl içinde aldığı yol manasına gelmektedir. Dünyamızın içinde bulunduğu en yakın gezegenlerin mesafelerini bile hesaplarken eğer kilometre ölçüsünü kullansaydık, sayımızın yanında en az 12 adet sıfır koymamız gerekirdi. Işık hızı saniyede yaklaşık 300.000 km dir. Bu miktarın büyüklüğünü anlamak için karşılaştırma yapmamız gerekirse; bu hızla hareket eden bir tren düşününüz, bu tren bir saniye içinde tam 7 kere Dünya´nın çevresini dolaşabilir. 11
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Işık hızı sabittir, bir ışık demetini ne kadar kovalarsanız kovalayın, yine de sizden ışık hızında uzaklaşacaktır. Hiçbir şey ışık hızından daha hızlı gidemez. Çünkü bir şeyin hızı ne kadar artarsa E=mc² formülünde görüldüğü gibi kütlesi de o kadar artar ve o kütleyi itmek için sonsuz enerji gerekir ki bu da imkansızdır. Einstein’ın dediği gibi, eğer ışık hızına yakın bir hızda hareket eden bir roketin içinde iseniz, zaman sizin için daha yavaş geçecektir. Einstein gelmiş geçmiş en büyük bilim insanlardan biri olarak adını dünya tarihine hiç silinmeyecek şekilde yazdırdı. Kendisinden önce gelen bilim insanlarından çok farklı olduğunu kütle ile enerji arasında bağ kurarak gösterdi. O bütün bilinenleri yıkarak çağdaş bilimin temel taşlarını attı. Ona göre her şey enerjidir, yani maddeler de çok yoğun enerjilerdir. Kimyasal reaksiyonlar sonrası küçük de olsa kütlenin bir kısmı enerjiye dönüşür. Onun öngörüleri teknoloji ilerledikçe deneysel olarak da kesin olarak ispatlandı. Işık hızında hareket eden bir trene bindiğinizi ve bir hafta bu şekilde Dünya turu yaptığınızı hayal ediniz. Bir hafta sonra indiğiniz istasyonda, Dünyanın tam 200 yıl sonraki halini görürsünüz. Eğer bir gün ışık hızına ulaşabilirsek geleceğe de gidebiliriz. İşte geleceğimize hakim olabilmek, Bilimin nereye gittiğini anlayabilmek için bu temel bilgilere her zaman ihtiyacımız olacaktır. Karşılaştığımız önemli problemler, onları yaratanların düşünce tarzı ile çözülemez. (Albert Einstein) Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/isik-hizini-ve-einsteini-anlamak-bilincli-yasamaktir/
Evrenin Kökeni ve Kaderi, Kuantum Mekaniğinin Elindedir
Büyük Patlamada evrenin sıfır boyutta, dolayısıyla sonsuz derecede sıcak olduğu düşünülmektedir. Ancak evren genişlediğinde ışınımın sıcaklığı düşer. Büyük Patlamadan bir saniye sonra sıcaklığın yaklaşık on milyar dereceye düşmüş olması gerekir. Bu güneşin merkezindeki sıcaklığın yaklaşık bin katıdır, ama hidrojen bombası patamalarında bu yükseklikteki sıcaklıklara ulaşılmaktadır. Bu anda evrenin sadece fotonlar, elektronlar, nötrinolar ( sadece zayıf kuvvet ve kütleçekimle etkileşime giren son derece hafif parçacıklardır) ve onların karşı parçacıklarına, ek olarak da bir miktar proton ve nötrona sahip olduğu düşünülüyor. 12
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Evren genişlemeye ve sıcaklık düşmeye devam ettikçe, çarpışmalarda üretilen elektron/karşı elektron çiftleri oranı, imha olma yoluyla yok olanların oranının altına düşecektir. Böylece elektron ve karşı-elektronların çoğu birbirlerini yok edecektir. Ancak nötrino ve karşı-nötrinolar birbirlerini yok edemediler çünkü bunlar kendileriyle ve başka parçacıklarla çok zayıf biçimde etkileşime girerler. Büyük Patlamadan yaklaşık yüz saniye sonra sıcaklık bir milyar dereceye, diğer bir ifadeyle en sıcak yıldızların içindeki sıcaklığa düştüğü tahmin ediliyor. Bu sıcaklıkta protonlar ve nötronlar artık nükleer kuvvetten kaçmaya yetecek enerjiye sahip olamadıklarından, birleşerek döteryum(ağır hidrojen) atomlarının çekirdeklerini üretmeye başladılar. Ardından döteryum çekirdekleri daha fazla proton ve nötronla birleşerek helyum çekirdeklerini ve az miktarda da olsa lityum ve berilyumu üretmeye devam ettiler. Bu tahminler, bugün ki teknoloji ile yapılan gözlemlemelerle çok iyi örtüşmektedir. Büyük Patlamadan sadece birkaç saat sonra helyum ve diğer elementlerin üretimi sonlanmış oldu. Ardından, sonraki yaklaşık yüz milyar yıl boyunca evren fazla bir şey olmadan genişlemeye devam etti. Sonunda sıcaklık birkaç bin dereceye düştüğünde ve artık elektronlar ve çekirdekler kendi aralarındaki elektromanyetik çekimi alt etmeye yetecek enerjiye sahip olmadıklarında atomları şekillendirecek tarzda birleşmeye başladılar. Atomlar da, evrende gördüğünüz her şeyin yapıtaşıdır. Kuantum mekaniği bizim geçmişimiz ve geleceğimizdir. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/evrenin-kokeni-ve-kaderi-kuantum-mekaniginin-elindedir/
13
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Schrödinger’in Kedisi, Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger tarafından ortaya atılmış, kuantum fiziğiyle ilgili olan, hakkında çok tartışma yapılmış düşünce deneyidir. Kuantum mekaniği ve Kopenhag Yorumu’yla ilgili bir paradoks olarak bilinir. Deneyde kapalı bir kutunun içinde bir düzenek ve başlangıçta canlı olan bir kedi vardır. (Kutunun içinin hiçbir şekilde gözlemlenememesi çok önemli bir noktadır. Bunun sebebi Kopenhag Yorumu’dur.) Düzeneğin içeriği şöyledir: Bozunma olasılığı %50 olan bir parçacık, bu parçacığın bozunmasıyla ortama yayılacak olan zehirli gazdır. Buradaki önemli nokta ise, bozunma olasılığının tam olarak %50 olmasıdır. Bu şekilde parçacığın bozunup bozunmayacağı önceden kestirilemez. Sonuç olarak kedi, kutu açıldığında ya zehirlenip ölmüş bir şekilde görülecektir, ya da parçacık bozunmadıysa diri olarak görülecektir. Ancak deneyin paradoks olarak tanımlanmasının nedeni sonuç değil, gözlemlenmeyen deney aşamasıdır. Önemli kısım, gözlem yapılmadan önce kutunun içinde neler olduğudur. Kutu açılmadan, gözlem yapılmadan önce kedi ne durumdaydı? Ölü müydü, diri miydi? Kuantum fiziğine göre hem ölü, hem diridir. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/schrodingerin-kedisi/
14
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Atom Dünyasına Yolculuk / Bölüm 3 ( Standart Model )
Şimdilerde “popüler bilim” başlığı altında yayımlanan kitaplara biraz ilginiz varsa eğer , büyük olasılıkla ” Standart Model ” kavramını duymuşsunuzdur. Peki Standart Model neyi ifade eder ? Standart model kısaca : Yunan filozof Demokritos’un “her şey atomdan oluşur ” görüşüyle başlayan bilim selinin , günümüzdeki durağıdır. Ayrıca bu model , fizikçilerin “her şeyin teorisini ” aradıkları yoldaki deneme sürüşüdür. Standart Modelde yer alan temel parçacıkların hikayesini anlatmadan önce , sizlere bazı
temel bilgiler vermek istiyorum.
İki Tür Parçacık Başlıktan da anlayacağınız üzere parçacıkları temelde ikiye ayırıyoruz : Fermion ve Bozon . Fermion olarak adlandırdığımız parçacıklar , maddeyi oluşturan parçacıklardır ; telefon , masa , cüzdan , dünya … Bozon olarak adlandırdığımız parçacıklar ise , temel kuvvetleri taşıyan parçacıklardır. Örneğin ; Kütleçekim kuvveti -> graviton , elektromanyetik kuvvet -> foton… Bu iki türün arasındaki fark : Fermionların yer işgal etmesi , bozonların ise üst üste yığılabilmesidir. Kuantum mekaniği yasaları , fermionların üst üste yığılabilmesine izin vermez . ( bkz : Pauli Dışlama İlkesi ) Sırasıyla keşfedilenler ( daha doğrusu öngörülen ) , elektron , proton , nötron ve nötrinodur. Bu 4 parçacıktan elektron ve nötrino kütleleri sebebiyle , Yunanca’da küçük,hafif anlamına gelen ” lepton ” kelimesi altında sınıflandırılırken , proton ve nötron ” büyük , ağır ” anlamına gelen ” hadron ” kelimesi altında sınıflandırılmıştır. 20.yüzyılda , kuuantum fiziği doğrultusunda elde ettiğimiz olgulardan birisi ; tüm farklı parçacıkların aslında alanlardan doğuyor olmasıdır .Bu kuantum alan kuramıdır ; parçacık fizikçilerinin yaptığı her şeyin altında yatan çerçeve budur. Kuantum alan kuramına göre , mutlaka her şey bir alan ya da alanlar bileşiminden oluşur. “Parçacık” dediklerimiz , bu alanlardaki minik titreşimlerdir.Standart Modelde sözünü ettiğimiz her parçacık , en nihayetinde , belli bir alanda titreşen bir dalgadır. Örneğin , elektromanyetizmayı taşıyan fotonlar tüm uzaya yayılan bir elektromanyetik alandaki titreşimlerdir. Gravitonlar ise kütleçekim alanındaki titreşimler vs.Ses dalgalarının havada yayılması gibi , titreşimler kuantum alan15
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
larında yayılır ve biz de bunları parçacık olarak gözlemleriz.Bu bilgiler , mikro ve makro evreni bir arada değerlendirmemizi sağlayacak temel teorik bilgilerdir. Şimdi asıl konumuza odaklanabiliriz.
Karşı-Madde 1920’li yılların sonuna geldiğimizde , elimizde üç adet fermion vardı : Elektron , proton ve nötron . O yıllarda , bu üç parçacık , bazı fizikçiler tarafından her şeyin inşa edildiği temel lego blokları olarak hayal ediliyordu . Ancak , fermionların işleyişini kavrayan Paul Dirac , elektronu tanımlayan bir denklem yazdı. Dirac denkleminin sonuçlarından biri , her ne kadar fizikçilerin bunu kabullenmeleri uzun sürdüyse de , her fermionun ” karşı-madde ” verilen , karşıt türde bir parçacıkla bağıntılı olduğuydu. Karşı madde parçacıkları madde karşılıklarıyla tamamen aynı kütleye ama zıt elektrik yüküne sahiptiler. Paul Dirac çok fazla eleştiriye tutulmadan , 1932’de , Amerikalı fizikçi Carl Anderson elektronun karşı parçacığı olan “pozitronu “keşfettiğinde , Dirac’ın kuramı gerçeklik haline geldi.
Nötrinolar Karşı madde kuramı doğrultusunda , elimizdeki üç fermion sayısı 6 ya çıkmış oldu , bunlar : elektron – pozitron , proton- karşı proton ve nötron-karşı nötron . Parçacıklar bu kadarla da sınırlı değildi. Nötron bozunduğunda ortaya hangi parçacıklar çıkar ? Sorusu üzerine yoğunlaşan fizikçiler , yük korunumu ilkesi gereğince , ortaya bir elektron ve proton çıkacağını düşünüyordu. Bu mantıklı bir yaklaşımdı ; sonuç olarak yük korunumu sağlanıyordu . Ancak bir elektronun ve bir protonun enerjisi , bir nötronun enerjisine tekabül etmiyordu. Enerjinin korunumu ne olacaktı ? Bu problem Wolfgang Pauli tarafından çözüldü . Pauli ‘ ye göre bir nötron bozunduğunda : bir elektron , bir proton ve bir de elektrik yükü nötr olan , saptanması zor başka bir parçacık ortaya çıkıyordu . Bu parçacığa Enrico Fermi tarafından İtalyanca küçük ‘nötr şey’ anlamına gelen ” nötrino ” adı verildi.
Ailenin Diğer Üyeleri Geçmiş yıllarda pozitronu keşfeden Carl Anderson ve Seth Neddermeyer , 1936 yılında başka bir parçacık keşfettiler. Bu sefer keşfettikleri , elektron gibi negatif yüklü , ancak elektrondan daha hafif bir parçacıktı . Bu parçacığa ” müon ” ismi verildi. 1962 yılında , deneyciler Leon Lederman , Melvin Schwartz ve Jack Steinberger tarafından , Wolfgang Pauli’nin öngördüğü nötrino parçacığının 2 farklı türü olduğu keşfedildi. Bunlardan biri elektron nötrinolarda ; bunlar , elektronlarla etkileşime giriyorlar ve sıklıkla onlarla birlikte oluşuyorlardı. Diğer nötrino çeşidi ise , müon nötrinolardı. 16
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
1970’lerde , tau parçacığı keşfedildi , o da elektron gibi negatif yüklüydü , ama müondan daha ağırdı. Bu üç parçacık (elektron , müon ve tau ) arasındaki tek fark kütleleri idi. Tek fark diyebiliyoruz çünkü , 2000 yılında tahmin edildiği gibi , tau nötrinosuda doğrudan saptanabildi. Standart model tablosunda , leptonlar ailesinin sadece üç kuşaktan oluştuğunu görebilirsiniz. Peki bir yerlerde dördüncü kuşak var mı ? Şuan için buna kesin bir yanıt verilemese de , fizikçiler , eldeki teoriler ve hesaplar doğrultusunda , ailenin sadece 3 kuşaktan oluştuğunu düşünüyor.
Hadronlar ve Kuarklar 20. yüzyıl’da keşfedilen parçacıklar sadece leptonlardan ibaret değildi. Hadronlar tarafında da birçok keşif yapıldı. 1950’li yıllarda , daha fazlasını bilmek isteyenler , parçacık hızlandırıclarını inşa etmeye başladı. Parçacık hızlandırıcılar sonrası dönemde , keşfedilen parçacık sayısında çok fazla artış oldu; pionlar , kaonlar, eta mezonlar, rho mezonlar , hiperonlar vb.. Tüm bu yeni parçacıklar , kütleleri doğrultusunda, hadron grubuna yerleştirildi. Ayrıca bu parçacıklar , leptonların aksine, nötronlar ve protonlarla yeğin etkileşime giriyordu. Giderek fizikçiler bu yeni gelenlerin aslında ” temel ” olmayıp altta yatan daha derin bir yapıyı yansıttıklarından kuşkulanmaya başladılar. 1964 yılında Murray Gell-Mann ve George Zweig birbirlerinde bağımsız bir şekilde , hadronların ” kuark ” adı verilen daha küçük parçacıklardan oluştuğunu önerdiler. Murray Gell- Mann ve George Zweig , teorilerinde 3 adet kuark öngörmüşlerdi . Bunlar , tabloda görebileceğiniz ; yukarı , aşağı ve garip kuarktır. Daha sonrasında , teorinin matematiksel kısmını inceleyen Sheldon Glashow ve James Bjorken 4. bir tür kuark olması gerektiğini duyurdular . İlk kez 1968 yılında , Stanford Doğrusal Hızlandırıcı Merkezinde, protonun temel bir parçacık olmadığı kanıtlandı. 1973 yılında ise , Makoto Kobayashi ve Toshihide Maskawa , teorideki CP* ihlalini düzeltmek için , yeni bir çift kuark türü olduğunu ileri sürdüler. Yapılan deneyler ve matematiksel düzeltmeler sonucu Makoto Kobayashi ve Toshihide Maskawa’nın öngörüleri de doğrulanmış oldu. Böylelikle parçacık fiziğindeki , şimdilik (!) , en üst noktaya ulaşmış olduk. Standart Model : Şuan bilinen temel parçacıkları ve bunların etkileşmesinde rol alan 3 temel kuvveti açıklayan bir modeldir. Ancak bu model geçicidir. Fizikçilerin “nihai” bir kuram arayışı (bkz : Sicim Teorisine Genel Bir Bakış ) deneyler ve teoriler eşliğinde devam etmektedir. Yazan: Alper KİRLİOĞLU Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/atom-dunyasina-yolculuk-bolum-3-standart-model/ 17
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Pauli Dışarlama İlkesi
Hidrojen gibi tek elektronlu atomlardan çok elektronlu atomlara, sonra da atomları birleştirerek elde edilen moleküllere geçerken çok önemli bir başka kuantum mekaniksel kural daha işin içine giriyor, bu da kuantum istatistiği ve Pauli’nin ünlü dışlama ilkesi. Buna göre evrendeki tüm temel parçacıklar iki sınıfa ayrılıyorlar: Bozonlar ve fermiyonlar. Bozonların spinleri, yani özaçısal momentumları, h/2?’nin 0, 1, 2,... gibi tamsayı katları değerler taşıyor ve herhangi bir kuantum mekaniksel duruma istenildiği kadar çok aynı cinsten bozon konabili-
biliyor. Elektronun üyesi olduğu fermiyonlar sınıfıysa, spini h/2? ‘nin 1/2, 3/2, 5/2,... gibi yarım tek tamsayı katları olan parçacıklardan oluşuyor ve bunlardan biri bir kuantum durumuna yerleşmişse, bir başkası o durumu paylaşamıyor ve kendine başka “yer” aramak zorunda kalıyor. Burada bir kuantum durumunun enerji, yörüngesel açısal momentum ve bunun bir yöndeki bileşeni, spinin aynı yöndeki bileşeni gibi değerlerle belirlendiğini söyleyelim. Bu arada açısal momentumun da ancak kesikli belli değerler alabildiğini belirtelim. Örneğin, atomlarda en düşük enerjili temel duruma en çok iki elektron konabiliyor, çünkü bu durumda yörüngesel açısal momentum sıfır, ve sadece +h/4? ya da -h/24? spin değerli iki durum var. Elektron tam sayı spinli bir bozon olsaydı, bu temel enerji düzeyine sınırsız sayıda elektron koyabilecektik. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/pauli-dislama-ilkesi/
18
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Zamanın Oku Bilmecesi
Maddelerin zaman içinde geliştiği bir yön olduğunu hiç sorgulamadan kabul ederiz. Örneğin, yumurta kırılır, mum erir ama eski hallerine geri dönemezler. Anılar geleceğe değil, geçmişe aittir. İnsanlar yaşlanır, gençleşmezler. Eğer zamanda farklı yönler olsaydı, (ileri, geri, sağ, sol gibi) dünya tanınmaz hale gelirdi. Yumurtalar kırıldıkları gibi yapışırlardı, geçmiş kadar geleceğe ait anılarımız olurdu, insanlar yaşlandıkları gibi gençleşirdi. Acaba, bu zamanın tek bir yönde olması nereden geliyor? Bundan sorumlu olan ne? Hiç düşündünüz mü ? Bu durumu ” Zamanin Oku” olarak adlandıran, Britanyali büyük fizikçi Sir Arthur Eddington`dur. Fiziğin bilinen ve kabul edilen yasaları, zamanda bir yönü değil, bütün yönlerini bir fark gözetmeksizin ele alır. Dev bilmecenin başlangıç noktası işte budur. Fizikte mümkün olan, matematiksel işlemlerde normal olan bu durum, pratik hayatımızda mümkün olmuyor. Neden? Temel fizik denklemlerinde ki hiçbir şey, zamanda bir yöne kesinlikle diğer yönden farklı davranmaz ve bu da yaşadığımız her deneyimle taban tabana zıt bir durum. Başta büyük matematikçi Roger Pensrose olmak üzere pek çok araştırmacı bu konu üzerinde çalışmışlardır. Varılan sonuç ise, zamanın bu tek yönlü okuna, büyük patlama ve sonrasında ki çok düzenli çevre yön vermiş olabilir. Tıpkı bir saati kurmanın yani saatin zembereğini çok düzenli bir ilk duruma getirmenin saatin ileri doğru çalışmasını sağlaması gibi. 19
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Günlük deneyimler ile evrenin ilk anları arasında ki bu beklenmedik bağlantı, olayların neden zamanda bir yönlü olduğuna ve asla başka yönlere kaymadığına bir açıklama getiriyor, ama zamanın okunun gizemini çözemiyor. Tersine, bilmeceyi çözebilmek için, tüm evrenin kökenini ve evrimini incelemek gerekli. Bu boşluğu, “modern bilimsel kozmoloji” dalı adı altında inceleyen bilim insanları, evrenin başlangıçta gerçekten de çok düzenli olup olmadığını araştırıyorlar ve bir kanıt bulmaya çalışıyorlar. Sorun şu, Einstein`ın denklemlerinin boyutları ve kütleleri büyük cisimleri kesin bir biçimde tanımlamakta çok başarılı olsa da, fizikçiler küçük cisimlerin ( örneğin, henüz bir saniyenin çok küçük bir kesim yaşındaki evrenin, karadeliklerin) kuramsal olarak çözülmesi için kuantum mekaniğinin kullanılması gerektiğinin farkında olmaları. Bu ikisinin bir araya gelmesi ile oluşturulan denklemler çöküyor ve evrenin nasıl doğduğu ve o sırada zamanın okunu açıklamak için gerekli koşulların oluşup oluşmadığını belirlemek imkansızlaşıyor. Genel görelilik ve kuantum mekaniğini birleştirecek bir kuram, “Birleşik Kuramı” ya da “Her şeyin Teorisi” bulunmadan da bu konu bilmece olarak kalacaktır. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/zamanin-oku-bilmecesi/
20
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Varlığımızın bir zamanlar en büyük gizemi olduğu ve çözülemeyeceği inancı Darwin ve Wallace tarafından yıkıldı. Pek çok insanın bu derin soruya getirilen çözümden haberdar olmaması ve karşı çıkması, bilim çevrelerini her zaman şaşırtmıştır. Oysa ki, Darwinci dünya görüşünün yalnızca doğru olduğunu değil, varoluşumuzun gizemini çözebilecek, bilinen tek kuram olduğunu biliyoruz. Tek olması, kuramı iki misli daha tatmin edici hale getiriyor. Darwinciliğin yalnızca bu gezegende değil, evrenin yaşam barındırabilecek her yerinde doğru olduğunu savunur bilim çevreleri. Darwinciliğin savunulmaya, başka bilim dallarındaki yerleşik bazı gerçeklerden daha fazla gereksinimi var. Çoğumuz kuantum kuramını ya da Einstein’ın özel ve genel görelilik kurumlarını anlamayız, ama anlamamamız bu kuramlara karşı çıkmamızı gerektirmez. Einsteincılığın tersine, Darwincilik konusunda bilgisi olan olmayan ahkam kesiyor. Sorun ise Jacques Monod`un dediği gibi, herkes bu kuramı anladığını zannetmesi. Aslında Darwincilik şaşırtıcı derecede yalın bir kuram, hatta fizik ve matematikle kıyaslandığında çocuksu bir yalınlığı var. Özünde, kalıtsal çeşitliliğin olduğu yerde, gelişigüzel olmayan üreme biçiminin uzun erimli sonuçları olacağını söylüyor. Tabii bu sonuçların birikmesi için yeterli süre var ise. 21
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Sanki insan beyni özel olarak Darwinciliği yanlış anlamak ve inanılmasını güç bulmak için tasarlanmış. Örneğin, sık sık tümüyle rastlantı olarak dramatikleştirilen “rastlantı” konusunda Darwinciliğe saldıranların büyük bir çoğunluğu bu kuramda gelişigüzel rastlantıdan başka bir şey olmadığı yolundaki yanlış fikre saldırıyor. ( Hem de müthiş bir hevesle ). Darwinciliğe inanamaya yargılı olmamızın nedenlerinden biri de, beyinlerinin evrimsel değişime özgü zaman ölçeğinden tümüyle farklı, zaman ölçeklerinde geçen olaylarla uğraşmak üzere yapılanmış olmasıdır. Saniyeler, dakikalar, yıllar ya da en fazlası birkaç on yıl alan süreçleri anlamak üzere donanmışız. Oysa Darwincilik, tamamlanması yüz binlerce, milyarlarca yıl sürecek kadar yavaş gerçekleşen birikim süreçlerine ilişkin bir kuramdır. Beyinlerimizin Darwinciliğe karşı ön yargılı olmasının bir nedeni de, yaratıcı tasarımcılar olarak kazandığımız büyük başarıdan kaynaklanıyor. Dünyamız mühendislik ve sanat ürünleriyle dolu. Karmaşık zarafetin önceden planlanmış, sanatsal bir tasarımın göstergesi olmasına alışmışız. Bu, büyük olasılıkla, bir tür doğa üstü Tanrı`ya inanmamızın en güçlü sebebi. Darwin ve Wallace tüm sezgilerine karşın, ilksel yalınlıktan karmaşık tasarımın ortaya çıkışını açıklayacak Tanrı haricinde başka bir yol olduğunu ( ve çok daha mantıklı bir yol olduğunu ) büyük bir cesaret örneği göstererek bizlere gösterdiler. Öylesine büyük bir sıçrama ki bu, günümüzde birçok insan bu adımı atmaya cesaret edemiyor. Hawking’in dediği gibi, biz sıradan ortalama bir yıldızı olan ufak bir gezegende ki gelişmiş maymun türleriyiz. Ancak evreni anlayabiliyoruz. İşte bu bizi çok özel kılıyor. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/darwini-anlamamaktaki-israrin-sebebi/
22
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Azgın mısınız, Hasta mı?
Nereye kadar çapkınlık, nereden sonrası hastalık olarak kabul edilmelidir?Bu sorun öncesinde aşırı mastürbasyon ve pornografik materyal ile haşır neşir olma durumları olur, ardından, gelişigüzel biçimde farklı kişilerle cinsel birliktelikler ortaya çıkar ve bu durum giderek artan bir sıklıkta yaşanmaya başlanır. Bu erkekler seks yapma dürtülerini kontrol edemezler ve birçok kadın ile seks yaparlar. Bu duruma “satiriasis” adı verilir. Bu sorunu olan erkeklerin kişilik yapıları incelendiğinde, narsisistik yapı, kendine hayran olma, kendini büyük görme ve bağımlı bir kişilik yapısı olduklarını görülür. *Çabuk demoralize olan, sıkıntıya gelemeyen ve sıkıntısını giderme adına sürekli arayışlar içinde olan erkeklerdir. Genel ruh hallerinde bir gerginlik vardır. Öfkeli sinirli ve gergin tavırları göze çarpar. *Karşısındaki insanları 15 dakikada göklere yükseltip ardından on gün sonra da yerin dibine geçirebilirler. *Hayata bakış açıları genellikle karamsardır ve kendini acındırma gibi bir ruh hali içindedirler. Hemcinsleriyle araları genellikle çok kötüdür. İlgilendikleri tek konu pornografidir. Seksüel eylem ön plandadır. Satiriazisli erkekler için birlikte oldukları kadınların güzelliği veya çekiciliği önemli değildir, mühim olan eylemdir. * 6 aydan uzun bir süre tek eşli ilişkiye dayanamazlar. Sürekli kendilerini kanıtlamak ve yeni kadınlar fethetmek gereksinimi duyarlar. Hemcinsleriyle araları genellikle çok kötüdür. * Sanal ortamda devamlı kadın peşinde olup, onlar ile yazışma ve sanal seksten büyük keyif alırlar. Yeni bir kadını avına düşürmek , onlar için büyük bir haz kaynağıdır. Doyumsuz olduğundan yeni avlar peşinde koşmaya da devam eder. Sık mastürbasyon yaparlar. Cinsel ilişkiye oranla mastürbasyondan daha fazla haz alırlar. Boşluğa dayanamazlar, boş kalınca cinsel dürtülerinde artış olur. Sanal seks ile mastürbasyonlarını doruğa ulaştırırlar. * Kendilerini acındırırlar, sürekli bir ilişkiye sahip değildirler. Ağızları çok iyi laf yapar, kadını elde edecek metodları çok iyi bilirler. Seçici değillerdir, yeter ki ağlarına kadınları düşürsünler. *Kadından kadına koşan veya sürekli sevgili değiştiren erkeklerin yani moda deyimle playboyların, gerçekte, kökleri çocukluğa kadar inen büyük sorunları olduğunu düşünülür. 23
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Bu tür erkekler çok sayıda kadınla cinsel ilişki kurarak cinsel güçlerinin çok fazla olduğunu kanıtlamaya çalışırlar. Böylece zafer kazanmış gibi görünürler ve bu yolla altta yatan aşağılık duygularını saklamaya çalışırlar. * Yalnızlık, öfke veya kendine karşı duyulan nefret gibi duygularla yüzleşmek yerine bunlardan kaçan erkekler, seks ve aşkı aradıklarını söyleseler de, aslında seksi ve aşkı zamanlarını öldürecek birer nesne haline getirerek kendi yaşamlarını ihmal ederler. * Satiriazisli erkeklere gelişmekte olan ülkelerde ve daha çok alt kültürde rastlanıyor olması önemli bir çelişkidir. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde ve alt kültürlerde iş dışında kişinin zevk alınacağı imkânlar yoktur ve bu yüzünden cinsellik çok abartılı algılanır. Satiriazis, her sosyo ekonomik düzeyde, her gelir grubundaki insanlarda görülebiliyor olsa da, daha çok sosyoekonomik yönden kötü olanlar arasında rastlanır. *25-50 yaş grubu arasında görülür ve erkekteki cinsellik dışı tüm duyguları baskılar, iradeyi, aklı ve ahlaki değerleri ayaklar altına alıp, onu yalnızca kadınların peşinde koşan bir erkek hale getirebilir. * Boşalma ve orgazmla birlikte gelmesi gereken rahatlama ve gevşeme olmaz ve cinsel gerilim hali sürer. Boşalma veya orgazm anında normal insanlar kadar büyük bir coşku duymazlar ve doruk noktaları çok yüksek olmadığı gibi ardından gelen rahatlama da çok yetersizdir. Bu nedenle satiriazisli erkekler, kedinin kuyruğunu yakalamak isteyip, yakalayamaması gibi aradıkları doyuma bir türlü ulaşamazlar. Sanal ortamlar , onların avlarını tuzağa düşürmesi için ideal bir ortamdır. Dile getirilmemiş olsa da bu tip erkeklere rastlamış , kandırılmış kadın sayısı çoktur. Utanç veya suçluluk duygusu içinde yaşamak istemiyor iseniz , yaptığınız hareketin önce ahlâki sonra da kişiliğinize uyup uymadığını çok iyi sorgulamanız gerekiyor . Duygusal boşlukta olan kadınlar , bu tiplerin tuzağına düşmeye en müsait kesimdir. Genellikle ; Çocukluk yıllarında bulamadıkları sevgi ve güven ortamını yaşayamayan bireylerde görüldüğü bilinmektedir. Bu duygu erkelerde çocukluktan gelen bu güvensizliğin şaşmaz belirtilerinden biri olarak sürekli kendilerini kanıtlamak ve yeni kadınlar fethetmek ihtiyacını doğurur. Bu nedenle bu sorun kötü bir çocukluk geçirmiş, parçalanmış aile ortamında büyüyen insanlarda daha çok görülür. Bu tipler ,kendi içsel sorunlarıyla uğraşmak yerine her anı seks ile doldurmaya çalışarak zamanlarını geçirir ve gerçeklerle yüzleşmekten kaçınır, kendi içsel yaşamlarını görmezden gelerek kendi içsel sorunlarını izole ederek yaşamaktadırlar. Düzenleyen ve Çeviri: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/azgin-misiniz-hasta-mi/ 24
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Gribin Bazı İnsanları Neden Öldürücü Olduğu Bulundu
Her yıl ağır gribe yakalanan kişi sayısı ayrıca gençlerin, çocukların ve yaşlıların genellikle en duyarlı gruplar olduğu düşünüldüğünde, bu grupta olanların ölüm sayısının fazla olması beklenir..Bu konuda en çarpıcı açıklama ise :New York Rockefeller Üniversitesi hekim Jean-Laurent Casanova, “Bu insanların yoğun bakım döneminden önce ölmüş olması gerekirdi” diyor . Doktorlar şiddetli gribe yakalananlar da ise bu risk gruplarında ki ölüm oranlarının aslında istatiklerde hiçte abartılı bir yerde olmadığını anladı. Gripten ölümlerin sebebini ise şöyle : Grip virüsüne karşı savunmaya geçmesi beklenen bir genin ,sakat bir mutasyona uğramış olduğu belirledi. Çalışma hatalı genler ölümcül gribi vakaları ve diğer öldürücü virüslerin bazı insanlar üzerinde ki ölümcül etkilerini bu şekilde açıklayabilir diye düşünülüyor. IRF7 bağışıklık sisteminin kontrol anahtarlarının biri. İşte bu anahtar gende ki yanlış kodlama ölümlerin başlıca sebebi. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/gribin-bazi-insanlari-neden-oldurucu-oldugu-bulundu/
25
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Genel görüş su olduğu yönünde de olsa, aslında develerin hörgüçlerinde yağ vardır, her biri 35 kiloya kadar yağ içerir. Yiyecek takviyesini buradan sağlarlar. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyük olduğundan, soluk alışlarında havada ki nemin üçte ikisini kazanabilirler. Bunun için su gereksinmeleri az olur. Acil durumlarda suyu dokularından temin ettikleri için kandaki su oranını korumuş olurlar. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/develerin-horgucleri-icinde-ne-var/
26
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Bir hastanenin laboratuvarında sıradan bir gün yaşanırken çağın buluşlarından birinin tesadüfen keşfedilmesinin öyküsüdür bu.Mikroskopta zararlı bir bakteri türü olan stafilokoklar inceleniyordu. Havadan tamamen tesadüf eseri lamın üzerine bir küf düştü. Bu “Penicillium notatum” isimli yeşil küftü. Bulunduğu bölümdeki bakterilerin öldüğünü fark edilmesi ile inceleme genişletildi ve bugün bildiğimiz penisilin ortaya çıktı. Milyonlarca insanın yaşamını kurtaran penisilinin keşfinden dolayı Howard Florey ve Ernst Chain ve Alexander Fleming’ 1939 yılında Nobel Ödülü ile taçlandırıldılar… Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/tesaduften-nobele-penisilin/
27
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Hayvanlar Aleminde Neler Oluyor? - Dünyada, insan başına düşen karınca sayısı, bir milyondur. - Yarım kilo bal yapmak için arılar, iki milyondan fazla çiçekten, bitki özü toplamak zorundalar. - Kelebeklerin tat alma duyusu ayaklarındadır. - Timsahlar, siyah beyaz görürler. - Yunuslar, gözleri açık uyurlar. - Köpeklerin, ter bezleri ayaklarındadır. - Yılanlar duyamazlar. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/hayvanlar-aleminde-neler-oluyor/
28
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Karanlık maddenin önemli bir özelliği itici oluşudur. Yani, anti-gravitasyon diyebileceğimiz itici bir kuvvet içermektedir. Bu itici kuvvete “Karanlık Enerji” de denebilir. Bir bakıma karanlık maddeden türeyen karanlık enerjiye evrenin iskeleti olarak bakabiliriz. Çünkü karanlık enerji sayesinde evren genişlemekte ve karanlık maddeden türeyen karanlık enerji sayesinde galaksiler bir araya toplanıp büyük bir kütle oluşturmaları engellenmektedir. Gökte gördüğümüz yıldızlar ki her biri milyonlarca yıldız içeren gök adalarıdır, serpiştirilmiş olarak görülüyorlar ise karanlık madde ve karanlık enerji sayesindedir. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/karanlik-madde-ve-karanlik-enerji/
29
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi Ay Üssü İnşasında Astronotların İdrarı Kullanılacak Önümüzdeki yıllarda NASA, ESA ve Çin insanlı bir ay üssü açmak istiyor. Bunun içinde araştırmalara ciddi kaynaklar aktarmaktalar. Bu doğrultuda yapılan çalışmalarda, astronotlardan alınan idrarın yapı malzemelerinin birleştirilmesinde kullanılabilir olduğu anlaşıldı. Önümüzdeki yıllarda, ilk insanlı uzay üssü kuran ülke olmak isteyen NASA, ESA ve Çin, ayda insanlı istasyonlar inşa etmek istiyor . Fakat bu konuda en büyük sorun ise, her şeyden önce, astronotları dünya uydularındaki vakum ve radyasyondan korumak. Bunun içinde kullanılabilen ve düzenli olarak çarpıcı mikrometeoritlere ve sıcaklık dalgalanmalarına dayanacak kadar sağlam ve yeterli malzemenin tedarik edebilmesi zorluğu, aşılması gereken büyük bir engel teşkil ediyor. . Dünyadan aya malzeme ulaşımın yüksek maliyeti nedeniyle, bilim insanları, uzun zamandır binalar için ay regolitinden yapı malzemesi üretmeyi mümkün kılan yöntemler üzerinde çalışıyor. (Regolit: Kayayı kaplayan gevşek, heterojen, yapay materyaldir. İçerisindeki toz, toprak, kırık kaya ve buna benzer materyaller bulundurur. Dünya, Ay, Mars ve bazi asteroidlerde bulunur.) Ayrıca yapılan bütün deneyler ve üs projeleri, Ay üssü için kullanılacak yapı malzemeleri ve bu malzemeleri birleştirecek materyallerin mümkün olduğu kadar Ay yüzeyinde malzemeler ile pratik yapılabilir olması üzerine kuruldu. Örneğin, artık bilim insanları regolitten taşı yakma işlemini geliştirdiği bir güneş fırını ile gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla, Üs için gerekli malzemelerin taşınmasının imkansızlığı göz önünde bulundurularak, malzeme yerine, malzeme üretebilen cihazların yapımında ağırlık verilmiş durumda. Ay`da bolca bulunan regolitinden, inşaatında kullanılacak yapı taşlarını 3D yazıcısıyla üretmek için bir proje geliştirdiler. İşte astronotların idrarı nın kullanılması fikri de bu yapı malzemeleri üretirken ortaya çıktı. Çünkü, malzemelerin 3D yazıcısında baskı işlemi sırasında malzemenin şekillendirilmesi kolaylaştıran ve daha sonraki süreçlerde bir kırılma ve çatlak olmamasını sağlayan su ve plastikleştirici bağlayıcılarda kullanmanın zorunlu olduğu görüldü. Bu bağlayıcı malzemeler dünyada naftalin veya polikarboksilat`tır. Ancak bunların Ay`a taşınması, kurulacak Üs`sün maliyetini oldukça yükseltmektedir. 30
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Çoklu Evren Kuramını Sınayabilir miyiz?
Evren Fizik Galaksiler Uzay Bir bilimsel araştırma sürecinde fiziksel sezgiler çok önemlidir. Kuramcıların akla gelebilecek tüm olasılıkları değerlendirmesi gerekir. En iyi fizikçiler hangi seçimlerin doğru sonuçlara götürebileceğine, hangilerinin sonuç vermeyeceğine dair keskin ve kusursuzluk derecesinde isabetli sezgilere ve içgüdülere sahiptir. Ancak bunlar perde arkasında gerçekleşir. Bilimsel öneriler açıklandığında sezgiler ya da içgüdülerle değerlendirilmezler. Tek bir ölçüt vardır: Önerinin deneysel verileri ve gözlemlerini açıklayabilme ya da öngörebilme yetisi. İşte bilimin eşsiz güzelliği burada yatar. Daha derinlikli bir kavrayışa sahip olmak için uğraş verirken, bir yandan da hayal gücümüze keşfetmesi için çok geniş bir alan sunarız. Geleneksel fikirlerin ve yerleşik kalıpların dışına çıkmaya hazırlanırız. Bilim, neyin doğru olduğuna ve neyin olmadığına dair nihai bir hesaplama, hazır bir değerlendirme sunar. 20. yüzyılın sonlarıyla 21.yüzyılın başlarında bilimsel faaliyeti zorlaştıran bir etmen, bazı kuramsal düşüncelerin sınama ve gözlemleme becerimizin ötesine geçmiş olmasıdır. Örneğin sicim kuramı ve çoklu evren kuramı, günümüz teknolojisinin ölçmekte yetersiz kaldığı şeyleri incelemektedir. 31
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Aslında çoklu evrenlerin nasıl sınanacağına dair genel bir reçete bulunmakta, ancak şu anki kavrayış düzeyimizde, karşı karşıya olduğumuz bu çoklu evren kuramlarının hiçbiri bu kriterlere uymamaktadır. Devam eden araştırmalarla bu konuda gelişme kaydedilmesi umuluyor. Deneysel ve kuramsal gelişmelerin belli bir çoklu evren modelinden ayrıntılı öngörüler çıkartacak duruma gelmesinin yılları mı on yılları mı bulacağını kimse bilmiyor. Çoklu Evren kuramı, yerleşik kuramlardan (genel görelilik ve kuantum mekaniğinden) yola çıkmakta ve en güçlü kuramsal desteğini sicim kuramından almaktadır. Göreli Ağır İyon Çarpıştırıcısı’nda elde edilen sonuçlara kısmen yakın değerler vermektedir. Bütün belirtiler bu tür deneysel ilintilerin gelecekte çok daha güçleneceğini göstermektedir. Daha iddialı fiziksel çıkarımlarda bulunabilmek için gelecekteki kuramsal ve deneyse çalışmaları beklemeliyiz. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/coklu-evren-kuramini-sinayabilir-miyiz/
32
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Tehlikeli Gök Cisimlerinin Araştırılması ve Takibi
Tehlikeli Gök Cisimlerinin Araştırılması ve Takibi. Dünyamıza çarpma riski olan, yaklaşık 500 asteroit Avrupa Uzay Ajansı ESA`nin risk listesinde yer almaktadır. Göksel cisimler Dünya’ya tehlikeli olabilecek yakınlık derecesine göre sıralandı. Devamlı gözlem altında tutuluyor. Uzaydan böyle bir tehdit karşısında korunmak için, ESA ABD uzay ajansı NASA “asteroit etki misyonu” adı altında işbirliği yapmayı planlıyor. Her ne kadar gökyüzü durağan gibi görünse de büyük bir hareketlilik mevcut. Dolayısı ile her gün, dünyamız ve yaşamımız tehdit altında. Tehlikeli olabilecek cisimler sıralamasında baz olarak alınan en önemli kriter ise, cismin çapının en az 150 metre olmasıdır. Dünya’ya göre en az yörünge kesişme uzaklığı da hesaplanarak tahribat hesaplaması yapılır. Bu özelliklere sahip, cismin yere çarpması durumunda eşi görülmemiş bölgesel tahrîbat yapabilmeye ya da okyanusa düşmesi durumunda bir tsunami oluşturabilmeye yeterlidir. Dünya’ya böyle çarpma olayları ortalamada 10.000 yılda bir ya da daha ender olmaktadır. Bu tespitler güvenlik ve hesaplama konusunda yüzde yüz güvenilir değildir. Çünkü, bir cismin gezegen veya aylara fazla yaklaşmasında çekimsel düzensizliklere mâruz kalır. Bu etkiler cismin yörüngesini değiştirerek kimi zaman önceden tehlike arzetmeyen bir cismi bir an da tehlike hâline getirir veya tersi olur. Bu, Güneş 33
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji Sistemi’nin dinamik karakterinden kaynaklanmaktadır. Bizi de ve gelecek kuşaklarımızı da yakından ilgilendiren böyle bir gözetlemede ve tedbir alımında gönül isterdi ki ülkemizde duyarli olup gerek finans gerekse insan kaynakları ile bilimin yanında yer alsın. Özgün Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/tehlikeli-gok-cisimlerinin-arastirilmasi-ve-takibi-2/
Samanyolu Galaksimizi Ne Zaman Terk etmeliyiz?
Samanyolu Galaksisinde sıradan bir güneş sisteminin içinde yer alan ufacık dünyamızı bir gün terk etmek zorunda kalacak mıyız ? Mesafelerin ışık hızı olarak bahsedildiği ve bu hızda hareket etmiş olsak dahi galaksimizin dışına çıkmak için 20 bin ışık yılına ihtiyacımız olduğu gerçeği aslında biraz da köşeye sıkışmışlık hissi yaratıyor. Bizler şimdiye kadar hiç galaksimizin dışına çıkamadık. Henüz öyle bir teknolojimiz yok. Çıkmamız yüzlerce yıl süreceğe benziyor. Onun için hiç Samanyolu galaksimizin dışarıdan çekilmiş fotoğrafı yok. Sadece teleskoplardan çektiğimiz fotoğrafları birleştirerek neye benzediğini biliyoruz. Sarmal bir yapısı olan ve merkezinde bir karadelik barındıran, yaklaşık 200 milyar yıldıza ev sahipliği yapan bir galaksi.
34
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Bize en yakin galaksi, Andromeda galaksisidir, bizim galaksimizden iki kat daha büyük ve çok daha fazla yıldız içermektedir. Sorun ise bu galaksinin saatte bir milyon kmlik bir hızla üzerimize doğru gelmesi. Yapılan hesaplamalara göre 3,75 milyar yıl sonra çarpışacağız. O zaman biz ne olacağız? Diğer yandan yapılan araştırmalar göre, yaklaşık 1,75 milyar yıl sonra dünyadaki koşullar insanların yaşamına elverişli olmayacak. Güneş büyüyecek, sıcaklıklar artacak ve okyanuslar buharlaşacak. Koşullar, insan yaşamının sürmesi için imkansız hale gelecek.(Bunun, insan eliyle oluşan iklim değişikliği ya da bir göktaşının çarpması veya nükleer savaş gibi insan yaşamını yok edebilecek ihtimaller dikkate alınmadan verilen süre olduğunu da hatırlatalım). Kısacası biz 1,5 milyar yıl sonrası için kendimize yeni bir ev bulmalıyız. Güneşimizden daha uzak bir gezegene gitmeliyiz. Galaksimizden de 3,75 milyar yıl sonra gidecek şekilde kendimizi planlamalıyız. Yoksa neslimiz yok olacak. Bu arada ilginç bir dipnot ise, iki galaksinin çarpışması öyle yıldızların birbiri ile çarpışıp, darmaduman olması gibi olmuyor. Aklımızın alamayacağı büyüklükler ve mesafeler söz konusu olduğu için, yıldızlar yeni dengeler kuracaklar, çarpışmayacaklar. NASA`nın süper bilgisayarlarında hazırlanmış simülasyonlarda da görüldüğü gibi çarpışacak yıldız sayısı 100 yıldız civarında olacak. Ve bu iki galaksinin çarpışması 1 milyar yıl sürecek. İnsan olsun ya da olmasın, evren var olduğu sürece, kendi yaşam döngüsünü ve dengesini her zaman koruyacaktır. Biz evrenin ufacık bir parçasıyız ve bilim sayesinde uzak geleceği görebiliyor, kabulleniyor ve çareler aramayı sürdürüyoruz. Özgün Makale: İ.KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/samanyolu-galaksimizi-ne-zaman-terk-etmeliyiz/
35
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Evren’de Konumumuz: Galaksiler
Bu yazımızda yıldızları, Güneş Sistemi’mizi, Gezegenimizi ve gezegenimiz gibi bilmediğimiz milyarlarca gezegeni içinde barındıran bütünlüğü yani galaksi leri konuşacağız. Galaksileri anlamak için biraz eskiye dönmemiz gerekiyor. Galileo 1609 yılında kendi icat ettiği teleskopuyla gökyüzünü gözlemlerken çok uzaklarda milyonlarca yıldızın oluşturduğu bir ışık bandı keşfetti. 1750 yılında Wright, Galileo’nun ışık bandı olarak tasvir ettiği şeyin aslında yıldızlar grubu olduğunu ileri sürdü. Nihayet tarih 1784’e geldiğinde, William Herschel bu yıldızların disk şeklinde bir galaksinin üyesi olduğunu keşfetti. Herschel yalnızca bu keşifle kalmadı aynı zamanda galaksinin çok uzaklarında yerleşmiş karışık şekilli bulut benzeri izleride keşfetti. Bu izlerin ne olduğu konusunda bilim insanları ayrılığa düştüler. 1755 yılında Alman filozof Kant, bu izlerin galaksilerden ayrı yıldız toplulukları yani ‘nebula’ olduğunu ileri sürerken diğer bilim insanları ise bu izlerin galaksinin içerisinde yer alan yıldız toplulukları olduğu konusunda ısrarcıydı. Bu görüş farklılıkları yaşanırken keşfedilen galaksimize de ‘Milky Way’ adı verildi. Amerikalı bilim insanı Shapley, Cepheid değişken yıldızlarını kullanarak hassas bir ölçüm gerçekleştirdi ve galaksimizin dairesel bir şekle sahip olduğunu keşfetti. Gezegenimizin bulunduğu Güneş Sistemi’nin ise galaksinin kenarında bulunduğunu ileri sürdü. Aynı hesaplamalar sonucunda Shapley galaksimizin çapının 100.000 ışık yılı olduğunu keşfetti. Evrende elbette tek galaksi bizim içinde bulunduğumuz galaksi değildi. Galaksimizin keşfinden sonra ona en yakın galaksi ola ‘Andromeda’ galaksisi keşfedildi. 1924 yılında Edwin Hubble, Andromeda bulutunun içinde Capheid yıldızlarını keşfetti. Bu yıldızlar Samanyolu galaksisine ait değildi. Samanyolu’nun dışında ayrı bir yıldızlar sistemiydi. Hubble bu galaksinin, Samanyolu’na olan uzaklığını 2.3 milyon ışık yılı olarak hesapladı. Edwin Hubble, Andromeda galaksisinin dışında farklı galaksileri de keşfetti. Hubble’ın bu keşfi evrenin o zaman sanılanın aksine çok geniş olduğunu gözler önüne sermişti. Edwin Hubble ve asis36
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi tanı Milton Humason 1935 yılına kadar yaptıkları keşiflerle, 500 milyon ışık yılı mesafe içerisinde 100 milyon farklı galaksinin yer aldığı alanları gözlemlediler. Uzay’da ki galaksiler çok çeşitli ve farklı boyutlardadır. En küçükleri bile içerisinde milyonlarca yıldız bulundurur. En büyükleri ise milyarlarca yıldızlara ve yıldız kümelerine sahiptir. Evren de ki bilinen galaksilerin 3’te 1’i tıpkı bizim galaksimiz gibi spiral şekillidir. Yarısına yakını eliptik diğerleri ise dağınık şekillerde veya şekilsizdirler. Radyo teleskopları icat edilene kadar galaksilerin sessiz oldukları düşünülüyordu. Ancak bazı galaksilerden çok güçlü radyo dalgaları alındı. Radyo teleskopları ile elde edilen resimlerde bu galaksilerin merkezinden uzaya doğru çok ince bir gaz jetinin çıktığı gözlemlendi. Bu durum, bilim insanlarına; galaksilerin sessiz değil içinde çok yüksek enerjili bazı cisimlerin bulunduğunu gösterdi. Galaksiler, Büyük Patlama ile oluşan gaz ve toz yığınlarının şekillenmesi sonucunda oluşmuşlardır. Gaz ve toz yığınlarının şimdiki galaksileri nasıl şekillendirdiğine dair farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden biri, son derece yoğun kozmik iplikçikler ve büyük patlama sırasındaki ters vakumla ilgilidir. Diğer bir görüş ise, büyük patlamadan hemen sonraki enflasyonla oluşan düğümlerdeki enerjinin uzay-zaman geometrisini bozmasıdır. Yoğunlukların daha fazla bulunduğu yerlerde şekillenen ilk galaksilerin oluştuğu zaman diliminde Büyük Patlama üzerinden 7 milyar yıl geçmişti. Sıkışmış gaz bulutları parçalanarak galaksileri meydana getirdi. Meydana gelen galaksiler çok farklı boyuttalardı. Bazı yığınlar birbirleriyle çarpışarak dev kümeler meydana getirdi. Evrenimizin bugünkü haline gelmesi bir silsile şeklinde gerçekleşti. Önce süper dev kümeler, ardından yığınlar, galaksiler, yıldızlar, nebulalar, gezegenler ve uydular meydana gelerek evrende ki bugünkü düzen kurulmuş oldu. Yazan: Sultan KIŞ Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/evrende-ki-konumumuz-galaksi-ler/
37
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Dünyanın Şekli Her ne kadar çizimlerde dünyayı bir top gibi çizmiş olsak da aslında tam bir top gibi değil. Dünya, Güneş sistemdeki gezegenlerden biridir. Kutuplardan basık ekvatordan şişkin elips şeklindedir. Güneş sistemine göre Dünya, uzaklık bakımından üçüncü gezegendir. Bu şekille geoit diyoruz. Peki dünyamız niçin bu şekli almış? Bunu anlayabilmek için dünyamızın nasıl oluştuğuna ve ilk baştaki şekline bakmak gerekiyor. Güneş Sistemi oluştuğunda Dünya kızgın gaz kütlesi halindeydi. Zaman içerisinde kızgın gaz kütlesi olan Dünya’nın, ekseni etrafında dönmesi dıştan içe doğru soğumasına neden olmuş ve katmanlar meydana gelmiştir. Döne döne soğuyan dünyamıza o zamanlar o kadar çok gök taşı çarpmış ki işte bu çarpışmalardan , ağırlık kazanan gezegenimiz , bizim aklımızın alamayacağı rakam olan 4,6 milyar yıldır, güneş sistemimizin içinde yaşam barındıran tek gezegeni olmuştur. Kendi ekseni etrafında devamlı dönen cisimler , ister bu gezegen ister yıldız olsun zamanla dış yüzeyinin törpülenmesi sonucu yuvarlak bir şekil alırlar. Çekirdekleri o kadar ağır metaller ile doludur ve o kadar sıcaktır ki bu da çekim kuvvetinin oluşmasına sebep olur. Çekim kuvveti sayesinde de yeryüzünde bulunan topraklar, ağaçlar, insanlar, hayvanlar yere sabitlenir. Uçmazlar. Peki güneş sistemimiz de neden sadece dünyada yaşam var ? Çünkü , güneşe yakın olan Merkür ve Venüs gezegeni o kadar sıcaktır ki oralarda yaşam oluşamaz, su bile olmaz buharlaşır. 38
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Sonra a Dünyamız geliyor sırası ile gittiğimizde. Bizi koruyan dünyayı çevrelemiş bir koruyucu atmosferimiz var, suyumuz da var. Güneşe uzaklığımız dolayısıyla sıcaktan yanmıyoruz ya da soğuktan donmuyoruz. . Mars`ta ise atmosfer olup da Mars’ı koruyamadığı için direkt güneş ışınları yüzeyine gelir ve o radyasyonda canlı yaşayamaz, ölür. Jüpiter o kadar büyük bir gezegen ki içine tam 330 tane dünya sığabilir. Fakat hep gazdan oluşmuş ve toprağı olmadığı için elbette yaşam da yok. Satürn ve Uranüs ise hep buz. Şekil olarak hemen hemen bütün gezegenler de aynı sebepten kutuplar basık , göbekleri şişkindir. O sebep ise gezegenin merkezi dediğimiz elmanın içinde ki çekirdeği gibi gezegenlerin çekirdeği olması ve bu çekirdeklerin çok güçlü çekim kuvvetine sahip olmaları. Kutuplar, Dünya’nın merkezine (Ekvator’a göre) daha yakındır. Bunun sonucu olarak, yer çekimi Ekvator’da az, kutuplarda daha fazladır. Bu da daha çok çekim kuvveti demektir. Parmağınızla, şişirdiğiniz balonun altına ve üstüne bir kuvvet uygularsanız nasıl çukurlaşıp , göbeğinin şiştiğini sizde görebilirsiniz. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/dunyanin-sekli/
39
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Gezegenlerde Yaşam Ararken Neden Sıvı Arıyoruz?
Bu sorunun cevabını verebilmek için, kriter olarak aldığımız ve bildiğimiz tek üzerinde canlı yaşayan gezegen Dünyamız. Dünyamızın atmosferi var, o halde yaşam için atmosfer gerekli. Dünyamızın büyüklüğü ve çekim kuvveti yaşama uygun, o halde ölçüler 3 kat yukarı, 1/3 aşağı olabilir diyoruz. Bir enerji kaynağımız var , o halde bir gezegenin yaşam barındırabilmesi için mutlaka bir enerji kaynağı (güneşi) olması gerekir diye düşünüyoruz ve bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Su, bizim gezegenimiz de yaşamın oluştuğu yer. Suda başlayan ilkel tek hücreli yaşam ve karaya geçiş. Peki neden yaşam suda başladı? Su niçin yaşamın başlangıcı için çok önemlidir? Buna verilecek cevap çok seçenekli olacaktır. Dünyanın ilk oluşum zamanları olan 4,5 milyar yıl öncesinden başlayan serüven de meteor yağmurları ile dünyamıza gelen bir çok elementin aşure oluşturması için sıvı gereklidir. Çünkü havanın yoğunluğu, atomların ve elementlerin çarpışıp birleşmesini sağlayacak kadar yoğun değildir. Bizim gezegenimizde canlı yaşamı başlatan sıvının adı su. Fakat bilim insanları, deniz ve okyanusların derinliklerinde çok basınçlı ortamda ve yanardağ ağızlarında, asitli ortamlarda bile canlı yaşamını gördükten sonra, bu hayat kaynağının, su haricinde başka bir sıvı da olabileceğini düşünerek , yaşam olabilecek gezegen arayışlarında su yerine , sıvı aramanın daha uygun olacağına karar verdiler. İlk gezegen adayı 1995 yılında, 50 ışık yılı uzağımızdaki 51 Pegasi yıldızının çevresinde belirlendi. Araştırmacılar, gezegenin yaklaşık Jüpiter büyüklüğünde, ama yıldız çevresindeki yörüngesinin, bizim Merkür’ün Güneş’e olan uzaklığından sekiz kat daha yakın olduğunu belirlediler. Elbette bu yakınlıktaki bir gezegen, cehennem gibi sıcak olmalıdır. O günden bu yana keşfedilen yeni gezegenlerin sayısı da hızla arttı. Teleskopların ayna çaplarının giderek artması ve milyonlarca yıldızın aynı anda gözlenmesini sağlayan bilgisayar programları sayesinde son yıllarda gezegen keşiflerinde bir patlama yaşandı. 40
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi Şimdiye kadar Samanyolu Galaksisinde ve teleskoplar ile görebildiğimiz sınırlar içerisinde ilkel ya da kompleks bir yaşama rastlamadı bilim insanları. Evrenimizde bizim gezegenimiz dışında başka gezegende yaşam olmadığını söylememiz , evimizin penceresinden bahçemize bakıp, orayı bütün dünya sanmamız kadar öngörüsüzlük olur. Dünya dışı yaşam arayışında büyük öncülük yapmış olan Carl Sagan`nın dediği gibi “Eğer tüm evrende yaşam sadece Dünya’da varsa, bu çok büyük bir yer israfı olurdu.” Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/gezegenlerde-yasam-ararken-neden-sivi-ariyoruz/
Evrende, geceleyin bütün gökyüzünü, güneşin yüzeyi kadar parlatmaya yetecek ışıldayan madde mevcut. Evrendeki tüm yıldızlardan, galaksilerden ve aralarındaki uzaydan yayılan fotonları toplarsak bütün evreni aydınlatmaya yetecektir. Ancak gökyüzüne baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığını görüyoruz. Peki, gece gökyüzü neden bu kadar karanlıktır? Geçmişten günümüze birçok kişi bu soru hakkında kafa yormuştur. Bu soru geçmişte Thomas Diggs ile 15. yüzyılda, Johannes Kepler ile 1610’larda ve sonraları Edmond Halley ile 18. yüzyıla uzanır. Ve şaşırtıcıdır ki, Amerikalı şair ve yazar Edgar Allan Poe bu soru için bazı muh41
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji temel açıklamalar getirmiştir. Ancak yine de bir paradoks olarak popülizme ulaşması Alman amatör astronom Heinnrich Wilhelm Olbers’in konu ile 19. yüzyılda ilgilenmeye başlaması ile gerçekleşti. Böylece doğal olarak, bu paradoksa; “Olbers Paradoksu” denildi. Basitçe, Olbers Paradoksu der ki; eğer evren sonsuz ve durağan ise Dünya üzerinde herhangi bir noktadan herhangi bir açıkla baktığınızda o noktada mutlaka bir yıldıza denk gelecektir. Ve sonsuz durağan bir evrende bulunan her yıldızdan yayılan ışığın, Dünya’ya ulaşması için yeterli zaman geçmiş olacaktır. Gökyüzünde baktığımız, her nokta için, parlayan bir yıldız bulunmalı. Ve Bu yüzden, gece gökyüzü, gündüzleri kadar parlak olmalıdır. Gökyüzünün parlak değil de karanlık olmasının açıklaması, görece son zamanlardaki keşif ve gözlemlere dayanmaktadır. 19. yüzyılda, uzay-zaman doğası ve evrenin büyük ölçekteki yapısı tam olarak bilinmiyordu. Hatta astronomlar evrende bizimkinden başka galaksiler bulunduğundan bile haberdar değillerdi. Bu galaksilerin birbirinden uzaklaştığını ise hayal bile edemezlerdi. 19uncu yüzyıla kadar bilinenlere bakılırsa evrenin sonsuz ve durağan olduğunu düşünmek oldukça mantıklı bir yaklaşımdı. Ve böylesine bir evrende Olbers Paradoksu ciddi bir sorundur. Ancak bugün biliyoruz ki evrende sonsuz ve durağan değildir. Evrenin bir başlangıcı vardır ve evrenimiz büyük patlama ile doğmuştur. Bu bilginin Olbers Paradoksuna büyük etkileri oldu. Evrenin yaşı sayılı olduğundan, gece karanlık olmasının bir sebebi, birçok fotonun henüz bize ulaşmamış olmasıdır. Ulaşmış olanlar da, gözlemlenebilir evrenin sınırları içindedir. Eğer evren ezelden beri var olsaydı, bu durum böyle olmazdı. Gecenin karanlığı sonsuzluğa karşı önemli bir argümandır. Ancak Büyük patlama başka bir soru ile geliyor. Buna göre evrenin ilk evrelerinde bütün uzay fotonlarla doluydu. Her yerde sıcak fotonlar uzay-zamanı dolaşmaktaydı. Varlığın tarihindeki ilk zamanlarda kâinat tamamen aydınlıktı. Evrenin bu sıcak ve parlak ilk evrelerini ele alırsak, baktığımız her yerde Büyük Patlamanın kalıntısı olan bu parlaklığı görmez miydik? Baktığımız her yıldız ve galaksinin arkasında bu aydınlık perde bulunmaz mıydı? Gerçek şu ki, bu aydınlık perde aslında mevcut. Ancak bizim gözlerimiz bunu algılayamıyor. Evrenin genişlemesi sebebiyle evrenin ilk evrelerindeki bu sıcak fotonların dalga boyları yaklaşık 1100 kat daha uzun hale geldi. Evrenin yüksek enerjisi, parlak arkaplanı bugün insan gözünün algılayamadığı, görece soğuk mikrodalga fotonlara dolu. 42
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Evrenin 13 milyar yıldan daha uzun süredir sürekli olarak gerilen kumaşından uzatılması dalga boyuyla, inan gözü için görülmez hale gelmiştir. Bu aydınlık perde günümüzde özel detektörlerle taranmaktadır. Bunlardan biri “Plank Uzay Teleskobu”dur. Şimdiye kadar yapılmış en güçlü mikrodalga teleskobudur. Bizlere verdiği bu detaylı görüntüler bir zamanların en parlak enerji topu Büyük Patlama. Aslında, Olbers haklıydı. Anı zamanda Diggs, Kepler, Halley ve Poe da. Gece gökyüzünü gündüzleri kadar parlak olması gerektiğini düşünüyorlardı. Ve aslında öyledir. Fark edemedikleri şey ise gece gökyüzünün sade bize karanlık olduğuydu. Eğer mikrodalgayı algılayabilen gözleri olsaydı asla bir paradoks olmazdı. Yazan: Selim Öztemel Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/geceleri-neden-karanliktir-olbers-paradoksu/
43
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanları
İnsanlığa, “cosmos’un keşfi, kendi kendimizi keşif yolculuğudur” mesajı veren, “cosmos” isimli kitabında evrenin ve yaşamın sırlarını sorgulayarak “evrende hayat var mı?” sorusunu irdeleyen dünyaca ünlü bilim insanı. 1972 yılında uzaya gönderilen Pioneer 10 aracına bir plaka eklenmişti. Bu plakada, dünya dışı zeki yaratıklara rastlama ihtimali için bir mesaj yer alıyordu. Resim ve bilimsel sembolleri kapsayan bu mesajı taşıyan plakayı öneren ve düzenleyen C.Sagan’dı Carl Sagan, Dünya dışında akıllı yaşamın araştırılmasından yanaydı. Bilim dünyasını, Dünya dışı akıllı yaşam formlarından gelen sinyalleri dinlemek için büyük radyo-teleskopları kullanmaya sevk etmiştir. Diğer gezegenlere sondalar gönderilmesi gerektiğini savunmuştur. Ve Carl Sagan bilimi toplumun her kesiminin anlayıp sevebilmesi için uğraslar vermiş, belgesel ve görseller hazırlamış bir bilim ınsanıdır. 62 yaşında bundan 17 yıl önce kemik iliği kanserinden vefat etmiştir. Benim en çok hoşuma giden yönü ise esini de bilimin içine katması ve ona hep aşkla bakması Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/carl-sagan-kimdir/ 44
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanları
Dünyanın En Büyük Danimarkalısı Niels Bohr Kimdir?
Bu unvanı ona, bizzat Danimarkalılar vermiştir. Dünyanın en büyük Danimarkalısı diyerek, övünç kaynakları dört sebepten biri olarak görmüşlerdir. Niels Bohr, kuantum fiziğine 50 yılını vermiştir. Kuantum kuramının atom yapısının belirlenmesinde ilk kez model oluşturmuş ve atom çekirdeğinin “Sıvı damlacığı modeli” ‘ni geliştirmiştir. Rutherford, Einstein gibi çok ünlü bilim insanları ile çalışmıştır. Kopenhag Teorik Fizik enstitüsü başkanlığı yapmış, kürsü sahibi, genç fizikçilerin çalışmak için can attığı, sıraya girdiği bir bilim insanıydı. Hatta başkanlığını yaptığı enstitü bütün çevreler tarafından Bohr enstitü olarak anılırdı.Yetiştirdiği ünlü fizikçiler arasında, Heisenberg, Pauli, Gamaw, Landau’da vardır. 1922`de emekleri Nobel ile ödüllendirilmiştir. Oğlu Aage Bohr’da babası gibi büyük bir fizikçi olup 1975’te Nobel Ödülünü kazanmıştır. “Kuantum mekaniğini düşündüğünüzde, başınız dönüp mideniz bulanmıyorsa, onu gerçekten anlamış sayılmazsınız” sözü Ona aittir. Niels Bohr’un, evrenin kuantum mekaniğine göre son derece farklı işleme tarzı ile görüşleri, kuantum tuhaflığı hala bir çok bilim insanın başını döndürmektedir. Ünlü sicim kuramcılarından Brian Greene’de kitaplarında “Bilim insanlarının en büyüklerinden Niels Bohr benim kahramanlarımdan biridir” demiştir. Bohr’un büyüklüğünü bazı çalışmalarını inceleyerek daha iyi görebiliriz. Uzayda belirli bir yerde ki bir dalganın büyüklüğü, elektronun uzayda o noktada bulunma olasılığıyla orantılıdır. Olasılık dalgasının küçük olduğu yerler elektronun bulunma olasılığının düşük olduğu yerlerdir. 45
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanları
Olasılık dalgasının sıfır olduğu yerler ise elektronun bulunamayacağı yerlerdir öngörüsü ve elektronun belirli bir konumu yoktur, olasılık dalgası, elektronun uygun bir şekilde incelendiğinde, burada veya şurada olma olasılığını şifreler, bir elektron konumu konusunda söylenebilecekler gerçekten bundan ibarettir öngörüsü, kuantum mekaniğinin temel taşlarını oluşturmuştur. 1885`doğmasından dolayı 2.Dünya savaşında yaşamış, bu süreçte ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Çok azimli, neşeli, mizah gücü yüksek bir insan için savaş ile beraber acılı yıllar başlamış, bu süreçte Amerika`ya yerleşmek zorunda kalmıştır. Tıpkı Einstein gibi Bohr`da 2.Dünya savaşının kara lekesi olarak tarihte yerini alan atom bombasının yapımı ve gelişiminde katkıda bulundu. Savaştan sonra ise doğduğu topraklara geri dönerek 1962 yılında Kopenhag’ta vefat etti. Einstein‘ın, atom bombası yapımı ve kullanımında ki pişmanlığını, “Keşke ayakkabı tamircisi olsaydım” sözleriyle dile getirdiğini hepimiz biliyoruz. Dünyanın en büyük Danimarkalısı Niels Bohr’un bu konuda bir demecine rastlamadım araştırmalarım sırasında, fakat hayatını okudukça, böyle bir pişmanlık içerisinde olduğunu hissettim. Bilime katkılarından dolayı kendisini saygı ile anıyoruz Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/dunyanin-en-buyuk-danimarkalisi-niels-bohr-kimdir/
46
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanları
Steve İr win: Vahşi Doğanın Koruyucusu
İrwin 1962-2006, Avustralyalı belgesel filmci. Avustralya televizyonundaki Timsah Avcısı programıyla tanınır. Steve İrwin, Büyük Set Resifi’nde bir belgesel film çalışması sırasında vatozların üstünde yüzerken dikenli bir vatozun göğsünden sokması sonucunda öldü. İrwin’ın hayvan koruma örgütü SIWF ve hayvanat bahçesi, türleri tehdit altında olan hayvanların üretilmesi için programlar yürüttü. Sevilmeyen hayvanların da yaşama hakkı olduğunu düşünüp dizisinde bunu herkese göstermek isteyen İrwin, nasıl bir olayın içinde olduğunu bildiğini ve bir hayvan tarafından ısırılırsa suçun kendisinde olacağını söylüyordu. Şimdi çocuğu büyüdü ve babasının yarım bıraktığı misyon ile sevilmeyen hayvanların yaşam haklarını korumak için çalışıyor. Sayın Steve İrwin’e belgesellerini merakla seyretmiş biri olarak vefa borcumu bu paylaşım ile ödemek istedim. Işıklar içinde uyu iyi adam! Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/steve-irwin-vahsi-doganin-koruyucusu/
47
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanları
Albert Einstein’ın Unutulmayan Sözleri
Albert Einstein’ın unutulmayan Sözleri bazıları şunlardır: - Aşk, görevden daha iyi bir öğretmendir. - İlk önce oyunun kurallarını öğrenmelisiniz, sonra da herkesten iyi oynamayı. - Bu dünyadan aldığının karşılığını yerine koymak her insanın zorunluluğudur. - Kadınlar erkeklerle değişeceklerini ümit ederek evlenirler.Erkekler ise kadınlarla değişmeyeceklerini.Böylece her biri kaçınılmaz hüsrana uğrar. - Dünden öğrenin, bugün için yaşayın, yarın için ümit edin. - Yaratıcılık, kaynaklarınızı iyi saklayabilmektir. - Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer, ama kötü insanlar yüzünden değil, bununla ilgili hiçbir şey yapmayan insanlar yüzünden. - Hayat bisiklet sürmek gibidir.Dengenizi korumak için, devam etmelisiniz. - Aptallık ve dahilik arasındaki fark; dahiliğin sınırları olmasıdır. - Hata yapın: “Hayatında hiç hata yapmamış biri hiç yeni bir şey denememiş demektir.” - Anı yaşayın: “Ben geleceği düşünmem – yeterince çabuk geliveriyor zaten.” - Bilgi deneyimden gelir: “Bilgi bilgelik değildir.Bilgeliğin tek kaynağı deneyimdir. İşte Albert Einstein böyle bir adam. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/albert-einsteinin-unutulmayan-sozleri/ 48
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanları
Carl Sagan’ın Bazı Sözleri
Carl Sagan’ın bence en ünlü ve düşündürücü sözleri: - “Nereye gittiğimi bilmiyorum fakat ‘kendi’ yoluma gittiğimi biliyorum.” - “Öyle garip kavramlarla yetiştirilmişiz ki, bizden birazcık değişik bir kişi ya da toplumla karşılaşınca, onların bize yabancılığı nedeniyle güvensizlik duyuyoruz ya da nefret ediyoruz. Oysa her bir uygarlığın anıtları ve kültürü, insan olmanın değişik biçimde anlatımından başka bir şey değildir.” - “İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum.” - “Bugünü anlamak için geçmişi bilmeniz gerekir.” - “Muhteşem bir şey, bir yerlerde keşfedilmeyi bekliyor.” - “Olağanüstü iddialar, olağanüstü kanıt gerektirir.” Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/carl-sagan-kimdir/ 49
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji
Bir Bilim Kurgu Daha Gerçek Oldu: Holodeck
Holodeck teknolojisinden bahsediyoruz.Bilim insanları sonunda, işitilebilir ve dokunsallığı hissedilebilir olan hologramlar geliştirebildiler. Tüm bilim kurgu hayranlarının beklediği bir mesajdı bu. Onun için bu gelişme bilim insanları arasında olduğu kadar, bilim kurgu meraklıları arasında da büyük bir heyecan yarattı. Bilim insanları, dokunduğunuzda hissedebileceğiniz bir 3D hologramı projelendirebildiler. Hologram ayrıca çeşitli renk tonları da yayabiliyor. Bringhton (İngiltere) de gerçekleştirilen bu araştırma gösteriyor ki: Star Trek gibi bilim kurgu dizilerinde olduğu gibi, hologram teknolojisi gelecekte bizlerin de günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası olacak. Ancak Star Trek bilim kurgu dizisindeki gibi, işleyen bir holodeck teknolojisine kavuşmada hala daha yolun başındayız. Bununla birlikte, İngiltere’deki Sussex Üniversitesi’nden Ryuji Hirayama ve meslektaşları, şimdiye kadar kullanılan hologram teknolojisinde devrim yaratmayı ve Star Trek’in kurgusal holodeck’ine çok daha yaklaşmayı başardılar. Bilim insanları, yüzeyini gerçekten hissedebileceğiniz üç boyutlu bir hologram tasarladılar. Araştırmacıların Nature dergisinde bildirdiği gibi ayrıca bu hologram farklı renk tonları da yayabiliyor . 50
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji
Peki, bunu nasıl oldu? İlk olarak akustiği havaya kaldırmayı başardılar. Bu şekilde, ultrasonik dalgalar küçük ışıklı parçacıkları hareket ettirdi ve aynı zamanda havadaki sesler ise dokunsal direnç üretti. Bilim adamları, 2018’de geliştirilen multimodal akustik tuzak ekranını yeni hologramlarının temeli olarak kullandılar. Bunlar MATD olarak adlandırılan serbest yüzen projeksiyonları sağladılar. Bu tip hologram ile, küçük parçacıklar lazer ışınlarıyla hareket ettirildi ve hedeflenen şekilde de aydınlatıldı.Sonuçta da bu durum insan gözü için bir hologram oluşturdu. Ancak, burada bilim adamları parçacıkları kontrol etmek için lazer ışınları kullanmak yerine ultrasonik dalgalar kullandılar. Kullanılan ses basıncı, parçacıkları süspansiyon halinde tutan akustik bir alan oluşturdu. Parçacıklar saniyede 100 defaya kadar pozisyon değiştirebildiler. Böylelikle LED’lerin aydınlatması ile göz için görünür, yüzen ve hareketli bir görüntü oluşturuldu. İşte buna hologram diyoruz. Piyasada bulunan malzemelerle üretilmiştir. Bilim adamları prototiplerini sadece uzman mağazalarda bulunan ucuz malzemelerle tasarladılar. Cihaz yaklaşık bir mikrodalga boyutundadır ve serbestçe düzenlenmiş toplam 512 ultrason hoparlöründen oluşur. İlk testlerinde, araştırmacılar holografik olarak dönen bir dünyayı tasvir ettiler. Bu dünyanın içinde, harfler, sihirli bir küp ve iç içe geçmiş halkalar bulunmaktadır. Hologram işitilemez bir sesle üretildiğinden, enerjiyi havada taşır ve orada tutar. Bu, enerjinin bir yan etkisi dokunulduğunda cildi tahriş edebilir. Bilim adamları hologramı çok ucuza ve sadece ticari olarak temin edilebilir malzemelerle inşa ettiklerini vurgulayarak, hala iyileştirilmesi gereken yerler olduğunu söylediler. Hologram teknolojisi önemli ölçüde geliştirilebilir bir teknolojidir. Örneğin, daha yüksek frekanslar, daha güçlü ultrason hoparlörleri ve optimize edilmiş yazılım, daha net görüntüler ve daha yoğun dokunuşlar sağlayabilir. Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/bir-bilim-kurgu-daha-gercek-oldu-holodeck/
51
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Diğer
Kölelik Kalktı mı Sanıyorsunuz?
Kölelik sadece şekil değiştirdi ve hala zengin ülkelerin kasasını şişirmeye devam ediyor. Avrupa`da en iyi köle gemilerine sahip olduğu ile bir zamanlar övünen Hollanda, şimdide 2000 yılında çıkardığı yasa ile fahişe olarak çalıştırılan kadınların köleliğine sessiz kalarak , yılda 4 milyon turist çekiyor. Moldova, Arnavutluk gibi az gelişmiş ülkelerden kaçırılan kadınların seks kölesi olarak çalıştırılıp, üzerinden para kazanmanın ve kasasını doldurmanın rahatlığı içinde. Dünyada yaklaşık 65 milyon köle ve bunların yaklaşık %8 inin seks kölesi kadınlar olduğu sanılıyor. Bu oran Hollanda`da ise fuhuş sektöründe çalışan kadınlar, kısacası %80 inin seks kölesi kadınlar olduğu tahmin ediliyor. Sadece Amsterdam`da 300 genelev bulunuyor. Fahişelik orada yasal bir meslek. Kaçırılmış kadınların sorununu , vergi ve turistlerde azalma olacak diye gözardı eden bir ülke. Hollanda yılda fuhuştan 660 milyon Euro kazanıyor. Bir kadın olarak , Hollanda`ya zıkkım olsun , o para burnunuzdan fitil fitil gelsin demek istiyorum. Pis ellerinizi kadınların üzerinden çekin !!! Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/kolelik-kalkti-mi-saniyorsunuz/ 52
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Önceki Sayılar
Nisan 2020 (Sayı: 1)
53
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Önceki Sayılar
Mayıs 2020 (Sayı: 2)
54
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları