Bilimin Işığında Sayı - 4 (Temmuz)

Page 1


Biz Kimiz?

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları 2012 yılından itibaren eğlenerek bilimi sevdirme misyonu ile hizmet vermekte olan bir oluşumdur. YouTube kanalımız ve web sayfamızda içerik üreterek eğlenceli bir şekilde bilimi sevdirmeye çalışıyoruz. Youtube: Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları Web Sitesi: cilginfizikcilervbi.com

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları Şimdide E - Dergide Her ay çıkarmayı planladığımız e - dergimizle, bir önceki ay içerisininde web sitemizde yayınlamış olduğumuz yazılarımızı, bir arşiv niteliğinde e - dergi severlere ücretsiz olarak sunacağız. Dergimizde; haberler, fizik, biyoloji, kimya, astronomi, matematik, bilim insanları, röportaj ve daha fazlası gibi bir çok kategori bulunmakta. Eğlenerek öğrenebileceğiniz bir çok konuda yazı dolu e - dergimiz sizlerle. Umarız keyifle okur ve geri dönüş yaparsınız. #BilimleKalın Ailemize katılıp, Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları yazarı olmak ister misiniz? Başvurmak için kendinizi anlatan kısa bir yazı ile birlikte en az 300 kelimelik bir deneme yazısını mail olarak bize atabilirsiniz.

Çıkmış olduğumuz bu zorlu yolda, siz de bize destek olup, katkılarınızla bu aydınlanma yolunda gücümüze güç katabilirsiniz. Yapacağınız her katkı, karanlık yolda bir meşale olarak destek olacaktır. Önümüzü ve geleceğimizi daha iyi görebilmek ve içerik üretebilmemiz için bir meşale de sen yak! Şimdiden teşekkür ederiz. Destek için: https://kreosus.com/cilginfizikcilervbi Reklam ve sponsorluk için: info@cilginfizikcilervbi.com mail atabilirsiniz.

1

Bilim Dolu Yolculuğa Çıkmak için Haydi Sayfayı Çevir!

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Gerçek Jurassic Park (3)

İçindekiler

Dünyanın En Kirli Gölü (4) Neden Sayıları Tanıyamıyor ? (5) Su Altında, 200 Metre Yükseklikte Dalgalar Keşfedildi (7) Gama Işınları (8) Her Şeyin, En Küçük Temel Bileşenleri Nedir? (10) Fizik Yasaları Doğanın Dengesidir (12) Paralel Evrenler, Kuantum Fiziği ve Şarlatanlar (15) Işınlanma: Tele Taşıma (16) Ne Kadar Neandertal Olduğunuzu Öğrenebilirsini (22) Neandertal Geni Olan Kadınlar Daha Fazla Çocuk Doğurur (24) Parmaklarımız Nasıl Evrimleşti?(25) Tetrapodlar(28) Tiktaalik (30) Hayvan Yüzleri Birbirine Benzerken İnsan Yüzleri Birbirinden Çok Farklıdır (31) Böceklerin İmparatorluğu (32) Bombacı Böcekler (32) Yarasalarda Sonar Sistemi (34) Kırmızı Işık, Yaşa Bağlı Görme Yorgunluğunu Önleyebilir (36) Bilim İnsanları Uyarıyor: Staphylococcus epidermidis (38) Cinsel Sapıklığın Sebebi Hakkında Bilimsel Yaklaşım (39) Enerji Şampiyonu Kabak Kurbağalar (42) Astronot Olmak İster misiniz? (44) Kuantum Çoklu Evrenler (46) İlksel Kara Delikler (47) Yıldızların Özelliklerinin Bilinmesi Nasıl Oluyor? (49) Lyra Kuyruklu Yıldızı (51) Yeryüzünde Keşfedilen En Büyük Meteor Çarpma İzi (52) Uzayda Cinsellik Ve Doğum Mümkün mü? (53) Bir Dâhiyi, Deli Gibi Gösteren Fotoğrafın Hikayesi… (55) Albert Einstein`ın Siyasi Görüşü (56) Teorik Fizik Ve Astrofizikçi Stephen Hawking’in Ünlü Sözleri (58) Maksim Gorki Kimdir? (59)

2

Neden Bilim (60)

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler

Gerçek Jurassic Park Avusturalya’nın batısında araştırma yapan Quensland ve James Cook Üniversitelerinden bilim insanları, binlerce dinozor ayak izi fosili buldu. Fosiller 140 milyon yaşında ve en az 21 dinazor türüne ait. İçlerinden bitki ile beslenen bir tür var ki inanılmaz büyük. Bir ayak izi, bir insan boyunda… 140 milyon yıl önce, bu dinazorun beslenmesine uygun ağaçların, bitkilerin boyları da oldukça büyük olması, o zaman ki atmosferde bulunan oksijenin çok daha fazla olması ile açıklanabilir. Eğer dinazorlar yaşamaya devam etseydi, biz küçüklerin yeryüzünde yaşamak için pek şansı olmayacaktı. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/gercek-jurassic-park/

3

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler

Dünyanın En Kirli Gölü Karaçay Gölü, Rusya’nın batısında bulunan Ural Dağları’nın kuzeyinde yer alan küçük bir göldür. 1951 yılında Sovyetler Birliği tarafından radyoaktif atık yeri olarak kullanılmıştır. Worldwatch Enstitüsü tarafından yapılan açıklamaya göre dünyanın en kirli gölüdür. Çernobil’den on misli daha tehlikeli olacak, radyoaktif artıkların bulunduğu söylenen Sibirya’nın batısındaki Karaçay Gölü, bir saatli bomba adeta: Gölün altında, yaklaşık yüz metre derinlikte beş milyon metreküp radyoaktif tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmekte. Doğanın kendini yenileyemeyecek kadar, insan eliyle kirletebileceğini, ne yazık ki en iyi örneği bu zavallı göl … Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/dunyanin-en-kirli-golu/

4

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler

Neden Sayıları Tanıyamıyor ? Araştırmacıların sadece isminin baş harflerine dayanarak adlandırdığı R:F:S kod isimli hasta 60 yaşında. Artık sayıları tanımıyor. Garip bir görme bozukluğu olan bu hasta araştırmacıları şaşırtmaktadır. Adam artık iki ile dokuz arasındaki sayıları tanımlayamıyor. Buna rağmen harfleri ve diğer sembolleri, sıfır ve bir rakamını sorunsuzca tanıyabiliyor. Peki neden böyle? Beyninde nasıl bir sorun var? İşte bu sorunun cevabını araştıran Cambridge`deki Harvard Üniversitesi`nden Teresa Schubert liderliğindeki bilim ekibidir. Artik sayıları tanıyamayacağınızı ve sayı diye önünüze konulan sembolleri rastgele çizilmiş, spagettiye benzeyen çizgiler olarak algıladığınızı düşünün. PNAS dergisinde işte tamda böyle bir sorunu olan adam ile ilgili yapılan araştırmanın sonuçları yayınlandı. R.F:S olarak isimlendirilen adamın beyninde olanları en basit şekile indirgeyerek anlatabilmek için bazı terimlerin ne anlama geldiğini kısaca anlatmamız gerekli. Serebral Korteks : Beynin üstünde bulunan gri bir örtüdür. Kalınlığı 1,5 mm ile 5 mm arasındadır. Beynin diğer kısımlarının çoğunun beyaz renkte olmasını sağlayan yalıtımın kortekste bulunmasindan dolayi rengi gridir. Serebral korteks sağ ve sol yarım küre olmak üzere iki yapısal kısma ayrılmaktadır. Ağırlığı beynin 3/2 si kadardır ve neredeyse beynin bütün yapilarinin üzerini örter. İnsan beyninin en gelişmiş kısmı olup, düşünme, algı ve dil gibi işlevlerden sorumludur. 5

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler

Gelelim şimdi Bazal Ganglion`a : Beynin orta kısmında bulunan prefrontal korteks (bütün kaynaklardan gelen bilgilerin düzenlendigi ve birleştirilip ortaya çıkarılacak davranışa karar verecek bölge) ile ayni zamanda alt motor ve duyu bölgeleri arasındaki iletişim ve yönetimi sağlayan yapıların genel adı. Nörodejeneratif : Nöronlar, beyni ve omuriliği bünyesinde barındıran sinir sisteminin yapı taşı. Nöronlar normalde çoğalmaz ve kendilerini yenileyemez. Bu nedenle hasar gördüklerinde yokluklari hissedilir. Bu yokluklarinin her birinin ayrı bir hastalık adı vardır. Parkinson, Alzheimer veya Huntington hastalığı gibi. İşte R:F:S olarak adlandırılan hasta, serebral korteksi ve bazal gangliyonları etkileyen nadir bir nörodejeneratif hastalıktan muzdarip. Hafıza problemleri ve kas seğirmeleri gibi beklenen şikayetlere ek olarak hasta görme kaybından da şikayetçi. Onun için kendisine gösterilen iki ila dokuz arasındaki sayıları sadece “spagetti” olarak tanımladığı garip çizgiler olarak görüyor. Şaşırtıcı bir şekilde, bir ve sıfır sayıları herhangi bir soruna neden olmuyor. Roma rakamları ile yazılmış sayıları ve harfler ile iki, üç diye yazılmış sayıları da tanıyabiliyor. Bilim insanları tarafından yapılan diğer testlerde iki ila dokuz arasındaki rakamlar devreye girdiğinde hastanın algısının her zaman durduğu ortaya görüldü. Örneğin, ilgili rakamların hemen yakınında bulunan veya üzerlerine yerleştirilen görüntüleri tanıyamadı.Kemanın çizimini tanıyor ama üç sayısının içine gömülmüş keman resmini algılayamıyordu. Hastaya rakamları nasıl gördüğünü çizmesi söylendiğinde, çizdiği resmi aşağıda görüyorsunuz. Elektroensefalografi (EEG) yardımıyla Schubert ve arkadaşları, bazen sayılarla birleştirilen bazen de birleştirilmeyen yüzlerin fotoğraflarını göstererek hastanin kafasında neler olduğunu araştırdılar. Her iki durumda da benzer beyin dalgası modellerini keşfettiler – R.F.S. Yüzü kendi algisina uygun ifade şekline göre tanıyabildi ya da tanıyamadı. Yalniz R.F.S isimli hasta ile yapılan testlerde dikkat çeken sonuçlardan biri de rakamların içine gizlenmiş yüzleri farkında olmadan tanıması oldu. Bu durum bilinçli farkındalık olmadan bile beynin karmaşık işlem gerektiren adımları gerçekleştirdiğini gösteriyor. Belki de bunun için hasta muhtemelen sıfır ve bir rakamlarını tanımlayabiliyor. Çünkü bilişsel olarak özel bir anlamı var ve ayrıca şekilleri çok basit. Aynı zamanda harf olarak “O” ve “I” harflerine benziyor. Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/neden-sayilari-taniyamiyor/ 6

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler

Su Altında, 200 Metre Yükseklikte Dalgalar Keşfedildi

Güney Çin Denizinde deniz altında yapılan bu keşif ile şimdiye kadar keşfedilmiş en büyük denizaltı dalgaları ünvanını aldı. Luzon, Tayvan ve Filipinler arasında ki bu dalgaları bir araştırma ekibi tesadüf eseri keşfetti. Denizaltı dalgaları, sudaki kum ve besin organizmalarını oradan oraya sürükleyerek aslında denizlerin altını canlı ve yaşanılır tutan doğa olaylarıdır. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/su-altinda-200-metre-yukseklikte-dalgalar-kesfedildi/

7

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler

Gama Işınları

Gama ışınları, 1900 yılında Fransız kimyager ve fizikçi olan Paul Villiard tarafından bulunmuştur. Radyoaktiviteye ya da nükleer reaksiyona uğramış maddenin, atomlarında, yapısında bir bozulma olmadan, enerjisi alınıp , enerji seviyesi en düşük temel enerji seviyesine düşürülürken, yayınladığı fotonlara ” Gama ışınları” denilir. Enerjiktirler, en kısa dalga boylarına ( 0,0000000001 m den azdır ) sahip, en büyük frekanslı ve en fazla foton enerjisine sahiptirler. Bu ışınların kütleleri yoktur ve yüksüzdürler. Onun için elektrik ya da manyetik alanda saptırılamazlar. Yüksek enerjilerinden dolayı, madde içinde yol alabilirler, ışık hızı ile yayılırlar, gazları iyonlaştırıcı özellikleri vardır. (İyonlaşma: Atomdan elektron alma ya da vermeyle iyonların oluşması ). Atomlar bildiğiniz gibi, bir çekirdek ve etrafında dönen elektronlardan oluşur. İşte, bu Gama ışınları, madde içinden geçtiklerinde, maddenin atomlarındaki bütün elektronlara çarparlar. Bu durum, atomun çekirdeğini etkilemez. Proton ve Nötron sayıları aynı kalır, sadece çekirdeğin enerjisinde azalma olur. Bu çarpışma sonucunda meydana gelen iyonlaşmanın sonucunda “Gama ışınları” diğer adı ile “iyonize radyasyon” oluşur. G ama ışınlarının oluşması için ; 1) CERN deneyinde olduğu gibi, yüksek enerjili parçacıkların birbirleriyle, ışık hızına yakın bir hızda çarpıştırılmaları gerekir. 8

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler 2) Parçacığın, kendi karşıt parçacığıyla birbirlerini yok etmeleri gerekir. 3) Uzaydaki radyoaktif bozunmalarda Gama ışınları üretir. 4) Süpernova patlamaları, Kara delikler, Nötron yıldızları ve Pulsarlar tüm evrenin Gama ışın kaynaklarıdır. Evrenin en sıcak bölgelerinde üretilen, ışığın en enerjik formudur. İyonlaşabilen bütün elektomanyetik ışınımlar gibi Gama ışınlarıda, yoğun bir şekilde maruz kalındığında hücrenin genetik maddesi olan DNA yı parçalar. DNA’nın zarar görmesi ise hücreleri öldürür. Bunun sonucunda doku zarar görür, az bir bozulma bile kansere yol açacak değişimlere sebeb olur. Bu kadar zararının yanı sıra, ölçülü bir şekilde kullanılan Gama ışınları insanlığa büyük hizmetler sunmaktadır. Tıpta, kanser tedavisi ve teşhisinde, paketlenmiş ürünlerin strelize edilme aşamasında, arşiv ve antikaların üzerindeki mikroorganizmaların öldürülmesi ve çürümesini önlemekte, ağaç ürünlerinin sertleştirilmesinde, plastiklerin parçalanmasında Gama ışınları kullanılmaktadır. Uzaydaki şiddetli Gama ışını patlamaları, eğer Dünyamıza yakın bir yerde gerçekleşecek olsaydı, dünyada bakteri bile kalmayacak bir şekilde her şey kururdu. Olası Dünyanın sonu ile ilgili senaryoları biliyorsunuz. Göktaşı çarpması, enerjisini tüketmek üzere olan güneşin, şişerek kırmızı dev haline gelip bizi yutması. Son zamanlarda ortaya atılan yeni teori, KOZMİK TABANCA, diğer adıyla “Gama Radyasyonu Işını”. Bu teoriye sebep olan olay ise şu: iki gezegen birbiri etrafında bizden 8000 ışık yılı uzakta dönüyorlar (WR104 Sistemi). Bu ikili yıldız sistemi, yaşamlarının sonlarına gelmiş, süpernova yada hipernova patlamasına hazır, saatli bombalar. Gama ışınlarının, direkt bir objeye denk gelebilmesi için, iyi nişan almaları gerekir. Çünkü, bu ışınlar, her ne kadar aşırı enerji yüklü, önlerine gelen her şeyi yok edebilecek güçte de olsa kendisi çok dardır. Sydney üniversitesi araştırmacılarına göre, Kozmik Tabancanın namlusundaki gezegende biz olabiliriz, veriler de hedef DÜNYAMIZ. Yazan: İ: KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/gama-isinlari/

9

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler

Her Şeyin, En Küçük Temel Bileşenleri Nedir?

Standart model, hiçbir içyapısı olmayan, nokta benzeri temel bileşimlerdir der. Fakat Süpersicim kuramının keşfiyle birlikte Evrenin, en küçük bileşenlerinin, mikro seviyedeki manzaranın küçük tellerden oluştuğunu, bu tellerin titreşim örüntülerinin, kozmosun evrimini yönettiği öne sürülür. Sicim kuramına göre, evrenin temel bileşenleri, nokta parçacıklar değildir. Aksine küçücük, tek boyutlu iplikciklerdir. Peki, sicimler neyden yapılmıştır? Rusların, matruşka bebeklerinin sonuncusu gibi, sicimlerin bir boyutu olsa da, neyden oluştukları sorusunun bir anlamı yoktur. Eğer, sicimler daha küçük bir şeyden oluşuyor olsalardı, temel olmazlardı. Şuan ki Teknolojimize göre, metrenin milyarda birinin milyarda biri ölçümünde, standart Model doğrulanmıştır. Fakat Standart Model, kütle çekimini içeremediği için, eksiksiz ya da her şeyin kuramı olamaz. Sicim kuramı, atomları oluşturan parçacıkların, ultramikroskobik parçacıklar olduğunu ileri sürer. Sicimler o kadar küçüktür ki, ortalama uzunlukları ancak Planck uzunluğu kadardır. Yani, bir sicim, bir atomun çekirdeğinden yüz milyar kere milyar, 10 üzeri 20 defa küçüktür. Eğer, bugünkü teknolojik kapasitemizin çok üstünde bir teknoloji ile incelenebilirse, standart modelin, nokta parçacıklarının her birinin, aslında salınım halinde, çok küçük birer sicimden oluştuğunun görüleceği iddia edilir. 10

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Haberler Günümüzde yapılan deneylerin, maddenin mikro seviyede sicimlere dayalı doğasını çözemiyor olması şaşırtıcı değil. Çünkü Sicimler, atomaltı parçacıklar ölçeğinde bile çok ama çok küçüktür. Bir sicimin, bir nokta parçacık olmadığını doğrudan gösterebilmek için, maddeleri bugüne dek yapılmış olanlardan, milyon kere milyar kat daha yüksek bir enerjiyle çarpıştıracak bir hızlandırıcımız olması gerekiyor.

Peki, bu niçin önemli? Çünkü; Bu kuram, Genel Görelelik ile Kuantum Mekaniği arasındaki çatışmayı çözmektedir. Evrenin en büyükleri ve en küçüklerini uyum içinde birleştirir, açıklar. Bütün maddenin ve bütün kuvvetlerin tek bir temel bileşenden, sicimlerden oluştuğunu öne sürerek birleşik bir kuram ortaya atar.

Her şeyin teorisi olmaya aday bir kuramdır. Her şeyin teorisi ise Stephen Hawking`in “Tanrı`nın zihnini bilme yolunda ilk adım” nitelendirdiği şeydir. Bu kurama göre, bir keman telinin oluşturduğu farklı titreşim örüntülerinin, farklı notalar oluşturması gibi, temel sicimdeki farklı titreşim örüntüleri de farklı kütleler ve kuvvet yükleri oluşturur. Kısacası, temel bir parçacığın özellikleri, kütlesi ve farklı kuvvet yükleri, içteki sicimin titreşim şekliyle belirlenir. Farklı temel parçacıklar olarak görünen şeyler ( Fotonlar, Zayif bozonlar, Glüonlar, Graviton vs. ), aslında temel bir sicimin çıkardığı farklı notalardır. Muazzam sayıda böyle titreşen sicimlerden oluşan evrenin, KOZMİK SENFONİ den farkı yoktur. * Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/her-seyin-en-kucuk-temel-bilesenleri-nedir/

11

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Fizik

Fizik Yasaları Doğanın Dengesidir Evrenin istikrarı herkes gibi fizikçiler için de hayati önem taşıyan bir dayanaktır. Bugün geçerli olan yasalar dün de geçerliydi, yarın da geçerli olacaklar. Hepsini anlayamıyorsakta , eğer fizik yasaları birdenbire değişiyor olsa idi o zaman ” yasa ” teriminin hiçbir anlamı kalmazdı. Fakat yasaların sabit oluşu, evrenin durağan olduğu anlamına gelmez. Evren bir andan diğerine sayılamayacak kadar çok biçimde değişir kuşkusuz. Değişimi yönlendiren yasaların sabit ve değişmez olmasıdır evreni tutarlı yapan. Yasaların sabit ve değişmez olduğundan dolayı evrenin Büyük Patlama`dan kısacık bir an geçtikten sonraki halinden itibaren günümüzdeki haline dek çok sayıda özelliğini betimlemekteki başarımızdır bizi bu düşünceye iten. Dünyanın her yerinde yapılan deneyler aynı temel fiziksel açıklamalar kümesinde birleşir. Dahası tek ve değişmez bir fiziksel ilkeler kümesini kullanarak kozmosun çok uzak bölgelerine dair pek çok astrofiziksel olayları da açıklayabiliyoruz. Yine de bu, evrenin farklı yerlerde aynı göründüğü ya da aynı ayrıntılı özelliklere sahip olduğu anlamına gelmez. Ay`da yaylı bir sopa üstünde zıplayan bir astronot, Dünya`da yapılması imkansız birçok şeyi yapabilir. 12

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Fizik

Fakat bu farklılığın Ay`ın kütlesinin Dünya`ninkinden daha az olmasından kaynaklandığını biliyoruz. Yani bu kütleçekimi yasasının bir yerden diğerine değiştiği anlamına gelmiyor. Kütleçekim yasası Dünya`da neyse Ay`da da odur. Astornotun deneyimlerinin farklı olması, fizik yasalarındaki bir değişiklikle değil ortamdaki detayların değişmesiyle ilgilidir. Fizikçiler fizik yasalarının bu zarif özelliğine yani onları nerede ve ne zaman kullandığınıza bağlı olmamalarına ” doğanın simetrisi” der. Bu terimle, doğanın aynı temel yasaların geçerli olmasını sağlayarak, zamandaki her ana ve uzaydaki her yere eşit (simetrik) davranmasını kastederler. Simetri nasıl sanatta ve müzikte etkiliyse, benzer şekilde doğada da etkilidir. Doğanın işleyişindeki bir düzene ve tutarlılığa ışık tutar. Fizikçilerin “güzel” terimini kullandıklarında kastettikleri şeylerden biri, basit bir evrensel yasalar kümesinden doğan zengin, karmaşık ve büyük bir çeşitlilik gösteren olguların zarafetidir. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/fizik-yasalari-doganin-dengesidir/

Elektronun Spini Olmazsa, Elektron Olmazdı, Spin Ne Demek? 1925`te Hollandalı fizikçiler Uhlenbeck ve Goudsmit, atomların yaydığı ve emdiği ışığın özellikleriyle ilgili çok miktarda kafa karıştırıcı verinin, eğer elektronların çok belirli manyetik özelliklere sahip olduğu varsayılırsa açıklanabileceğini fark etti. Bundan yüzyıl kadar önce, Fransız Ampere, manyetizmanın elektrik yükünün hareketinden doğduğunu göstermişti. Uhlenbeck ve Goudsmit bu yoldan gittiler ve elektronun sadece tek bir belirli hareketinin, verilerin gösterdiği manyetik özelliklere yol açabileceğini buldular.Dönme hareketi yani Spin. Böylece bu iki bilim insanı, klasik beklentilerin tersine, elektronların biraz Dünya`ya benzer bir şekilde hem bir yörüngede hem de kendi eksenleri etrafında döndüğünü söyledi. 13

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Fizik

Çalışmaları olağan imgeye biraz benzeyen, ama doğasına kuantum mekaniği içkin olan, kuantum mekaniğine özgü bir spin kavramı bulunduğunu gösteriyordu. Bu, mikro dünyanın klasik fikirleri tazeleyen, fakat bunlara deneysel olarak doğrulanmış bir kuantum niteliği veren özelliklerinden biridir. Örneğin, kendi ekseni etrafında dönmekte olan bir buz patenci düşünün, kollarını iki yana indirirse daha hızlı açarsa daha yavaş döner. Dönme hareketine ne kadar hızlı başladığına bağlı olarak, er ya da geç yavaşlayacak ve duracaktır. Uhlenbeck ve Goudsmit`in ortaya koyduğu spin türü için böyle değildir. İkilinin yaptığı ve onlardan sonra yapılan çalışmalara göre evrendeki her elektron, her zaman ve sonsuza kadar, sabit ve hiç değişmeyen bir hızla döner. Bir elektronun spini, şu ya da bu sebeple dönmekte olan daha tanıdık nesneler için olduğu gibi geçici bir hareket hali değildir. Bir elektronun spini, kütlesi ve elektrik yükü gibi içkin bir özelliktir. Bir elektronun spini olmasaydı elektron da olmazdı. Daha önceki çalışmalar elektrona odaklanmış olsa da fizikçiler daha sonra, spinle ilgili bu fikirlerin bütün madde parçacıkları için de geçerli olduğunu göstermiştir. Bütün madde parçacıklari ve karşı madde eşleri de elektronun spinine eşit bir spine sahiptir. Fizikçiler meslek dilinde madde parçacıklarının hepsinin spin -1/2`ye sahip olduğunu söyler. 1/2 değeri, kabaca elektronların ne kadar hızlı döndüğünün kuantum mekaniği açısından ölçüsüdür. Dahası fizikçiler, kütleçekimsel olmayan kuvvet taşıyıcılarının da fotonlar, zayıf ayar bozonları ve glüonlar içkin olarak spin özelliğine sahip olduğunu ve spinlerinin madde parçacıklarınınkinin iki katı olduğunu bulmuştur. Hepsinin spini ” Spin-1 dir. Gravitonun kütleçekimi kuvvetinin taşıyıcısı olabilmesi için spininin fotonların, zayıf ayar bozonlarının ve glüonlarinkinin iki katı olması gerektiği tespit edilmiştir. Kısacası yerçekiminin en küçük yapı taşı olan gravitonun spini 2 dir. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/elektronun-spini-olmazsa-elektron-olmazdi-spin-ne-demek/

14

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Fizik

Paralel Evrenler, Kuantum Fiziği ve Şarlatanlar Son yıllarda ortaya çıkan Sicim Teorisi, M Teorisi ve Görelilik Teorisi ile Kuantum mekaniğini içine alarak birleşen yeni bakış açısına göre, bizim çok sayıda paralel evrenimiz ve bu evrenlerde yaşayan diğer eş benzerlerimiz var. Bu birleşik teoriye göre; evrendeki her şey titreşimlerden oluşuyor, atom altı parçacıklar evrenin her yerinde aynı anda bulunabiliyor, bu parçacıklar arasında telepati mevcut yani haberleşebiliyorlar ve bir başka evrenin yansıma evreninde olabiliriz düşüncesi mevcut. İşte bu konu hakkında son çalışma Griffith Üniversitesi akademisyenlerinden geldi.. Ekibe göre paralel evrenler gerçekten var ve bir birleri ile etkileşim halindeler. Bağımsız şekilde evrimleşmek yerine yakın dünyalar itme şeklinde hafif güçle bir birlerini etkiliyor. Ekibe göre bu etkileşim kuantum mekaniği hakkındaki tüm tuhaflıkları açıklayabilir. Teorik fizikçi Richard Feynman`nin dediği gibi, “Sanırım rahatlıkla söyleyebilirim ki hiç kimse kuantum mekaniği anlayabilmiş değil.” ya da kuantum fiziğine 50 yılını vermiş Niels Bohr`un söylediği gibi “Kuantum mekaniğini düşündüğünüzde, başınız dönüp mideniz bulanmıyorsa, onu gerçekten anlamış sayılmazsınız. Büyüklüğü önemli olmaksızın, maddi olan her şey moleküllerden, atomlardan ve atomaltı parçacıklardan oluşur. Bu bakış açısı Everett`i kuantum mekaniğinin Çoklu Dünyalar yaklaşımına ve Kuantum Çoklu Evreni anlayışına götürdü. Çoklu Evren Modelleri varlıklarını sayılara ve denklemlere borçludur. Sorun şu ki , kuantum fiziğinin karmaşık yapısından ve paralel evrenlerin matematiksel ispatının olmasına karşın, henüz yapısı ve işlevi konusunun bir netlik kazanmamasından dolayı bu bilgilerin istismara açık olmasıdır.” 15

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Fizik

Dünyanın her yerinde kuantum düşünme, kuantum alışveriş, kuantumlu beyin ya da dejavu , 6.his, olmayan varlıklarla konuşma,fal, yıldız falı gibi konular da gücünü bilimden aldıklarını savunan asalaklar mevcuttur. Deneysel ve kuramsal gelişmelerin belli bir çoklu evren modelinden ayrıntılı öngörüler çıkartacak duruma gelmesinin yılları mı on yılları mı bulacağını kimse bilmiyor. Çoklu Evren yerleşik kuramlardan ( genel görelelilik ve kuantum mekaniğinden ) yola çıkmakta ve en güçlü kuramsal desteğini sicim kuramından almaktadır. Göreli Ağır İyon Çarpıştırıcısı`nda elde edilen sonuçlara kısmen yakın değerler vermektedir. Bütün belirtiler bu tür deneysel ilintilerin gelecekte çok daha güçleneceğini göstermektedir. Daha iddialı fiziksel çıkarımlarda bulunabilmek için gelecekteki kuramsal ve deneyse çalışmaları beklemeliyiz ve bu tür insanlara itibar etmemeliyiz. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/paralel-evrenler-kuantum-fizigi-ve-sarlatanlar/

Işınlanma: Tele Taşıma Işınlanma, bilim kurgunun geleceği önceden sezme yeteneğinin klişeleşmiş örneklerinden yalnızca biridir. Acaba günün birinde çok uzun zamandır içine hapsolmuş olduğumuz uzaysal mekandan ve zamansal dönemden sıyrılıp uzayın ve zamanın en uzak köşelerini araştırmamız mümkün olabilecek mi? Yoksa bilim kurgu ile gerçeklik arasında ki çizgi sonsuza kadar hep böyle mi kalacak? 16

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Fizik İşte bu yazıda ışınlanmaya ya da tele taşıyıcılığa hem kuramsal hem de deneysel olarak gerçekten ne kadar yaklaştığımızı anlatmaya çalışacağız. Geleneksel bilim kurgu betimlemelerinde taşınacak cismi tarar ve bilgiyi cismin tekrar oluşuturulduğu uzak bir konuma gönderir. Burada ki teknik, ya cismin kendisi “maddesizleştirilerek” atom ve molekülleri tekrar birleştirilmek üzere bir planla birlikte gönderilir ya da alıcı tarafındaki atom ve molekküller cismin tam bir kopyasını oluşturmak üzere birleştiririlir. Son 10 yılda ışınlanma için geliştirilen bilimsel yöntemler bu ikinci metoda daha uygundur. Eğer başarabilirsek tam kopyaya aslı gibi mi davranacağız ya da o öyle mi davranacak ? Kopyayı yeniden oluşturmayı sağlayacak, bir planını çıkarmaya yetecek mükemmellikte belirlememiz mümkün olabilecek mi ? İşte uğraşılması gereken sorular bunlar. Klasik fizik yasalarıyla yönetilen bir evrende, ikinci soruya verilecek cevap “evet” olacaktır. İlke olarak bir cismi oluşturan her parçacığa ilişkin bilgiler ( Her parçacığın kimliği, konumu,hızı vs. ) tam bir kesinlikle ölçülebilir, uzak bir yere gönderilebilir. Fakat, bir avuç temel parçacıktan daha fazla sayıda parçacıktan oluşan bir cisim için bunu yapmak olanaksız derecesinde güçtür. Engel olan evrenimizde ki klasik fizik değil, karmaşıklıktır. İşte bu karmaşıklık kuantum fiziği yasalarındadır.Bir parçacığın kopyasını yapabilmek için gözlemlemeliyiz. Ama gözlem işlemi değişime neden olur, bu yüzden eğer gördüğümüzün aynısını yapacaksak bu, biz bakmadan önceki şeyin aynısı olmaz. Karmaşıklık ile kasıt işte tam da bu dur. 1960`larda uluslararası bir fizikçi ekibi, bu sonucu engelleyen çok zekice bir yol buldu. En basit bir şekilde bu yolu anlatmamız gerekirse, önce atomaltı parçacıkları hatırlayalım. Kuantum mekaniğine göre evrende ki her elektron diğeri ile aynıdır. Hepsinin kütleleri, elektrik yükleri, zayıf ve güçlü nükleer kuvvet özellikleri ve toplam spinleri tam olarak diğerleri ile aynıdır. Aynı şekilde her yukarı kuark diğerleri ile aynı, aşağı kuark ve fotonlar içinde bu böyledir. Dolayısı ile eğer bir ışınlanma yapılacaksa, bunlar en küçük paketçilerdir ve birbirlerinin mükemmel ikizleridir. Eğer bu ikizlerden birinin yerlerini değiştirecek olursak kesinlikle bunu anlamanın, fark etmenin bir yolu yoktur, değiştiren haricinde. Bu yüzden, eğer bir parçacık alırsak ve aynı türden bir parçacığın uzak bir yerde, bir şekilde tam olarak aynı kuantum durumunda olmasını sağlarsak, ortaya çıkan parçacık özgün parçacıktan ayırt edilemez ve IŞINLANMA (TELE TAŞIMA ) gerçekleşmiş olur. Işınlanma sonrasında eğer özgün parçacık varlığını sürdürüyorsa bu sürece ” Kuantum kopyalama” ya da “Kuantum fakslama” adını da verebiliriz. Acaba bir parçacıkla gerçekleştirilen bu deney, bir yığınla ya da bir cisimle yapılsa sonuç ne olur ? 17

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Fizik Bir cismi ışınlarken, amaç tıpa tıp kopyasını yapmaktır. Bir cismin nasıl göründüğü, nasıl bir his uyandırdığını, nasıl koktuğu, nasıl ses çıkardığı hatta tadının nasıl olduğu atom ve moleküller arasındaki ilişki belirler. Cansız bir cisim araba, ev, heykel, ev eşyası vs. ileride belki bu şekilde taşınabilir ve bilim insanları bunların kokusu, yapısı, eskiliği, yeniliği gibi tüm özelliklerin birebir kopyasını gerçekleştirebilirler. Fakat ya canlı ışınlaması, mümkünmüdür? Bu konuda bilim insanları fikir ayrılığı içindeler. İçlerinde ünlü sicim kuramcısı Brian Greene de olmak üzere bazı bilim insanlarının düşünsesi ” Bileşen atomları ve molekülleri benimkilerle tam olarak aynı kuantum durumunda olan birisi benimdir. Benden iki tane var demektir. Düşünceler, hatıralar, duygular ve kararların insan vücudunun atomik ve moleküler özelliklerinde fiziksel bir temeli vardır, bu temel bileşenlerin aynı kuantum durumunda olmaları aynı bilinç durumuyla sonuçlanmalıdır. Zaman geçtikçe deneyimlerimiz bizi farklılaştıracaktır ama bu ana kadar ki ben, iki tanedir.” iddiasındalar. Kısacası iddiaları, canlının ışınlanması da tıpkı cansız madde gibi sonuç verir. Bilim insanları, kuantum mekaniğinin mucizeleri yoluyla tek tek parçacıkların ışınlanma ile taşınabileceğini gösterdiler ve ışınladılar. Makroskobik cisimlerin (araba, ev vs) , ışınlanması (tele taşıma) olanaksız görünüyor. 40 yıl önce bilim-kurgu filmlerinde seyrettiğimiz Atılgan`ın bilgisayarı da bize imkansız görünüyordu. Kim bilir belki bir gün…

Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/isinlanma-tele-tasima/ 18

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Yaşamın Nasıl Oluştuğuna Dair Yeni Bir Kuram

Bu kuram cansız karbon atomlarınında uygun şartlarda canlanabileceğini iddia eden bir kuramdır. Peki bu uygun şartlar nelerdir? Bu kuramın gerçekten canlı yaşamın başlangıcını açıklayabilmesi mümkün müdür? Fiziğin bakış açısından canlılarla cansız karbon atomu yığınları arasında sadece bir tane temel fark var: Canlı sistemler çevrelerinden topladıkları enerjiyi ısıya dönüştürmekte cansız sistemlere göre çok daha iyiler. 31 yaşındaki MIT profesörü Jeremy England, canlı sistemlerin bu yeteneğini açıkladığına inandığı yeni bir matematiksel formül türettiğini söylüyor. Temel fizik yasalarına dayanan bu formüle göre, atmosfer ya da su gibi bir ısı banyosu içinde bulunan karbon atomları, güneş gibi bir dış enerji kaynağının varlığında kendilerini yeniden organize ediyor ve giderek artan bir biçimde daha çok enerji kullanmaya başlıyor. Bunun anlamı, bazı özel koşullarda madde kaçınılmaz biçimde yaşamsal özellikler kazanıyor. Kısacası, “Bir grup gelişigüzel atomla işe başlayıp, bu kitleyi yeterince uzun süre ışığa maruz bırakırsanız, ortaya bitkilerin çıkması kaçınılmaz olur,” diye özetliyor teorisini England. England’ın kuramı Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim kuramını çürütmüyor, tersine onaylıyor. Darwin’in kuramı genler ve popülasyonlar aracılığıyla yaşamın iyi bir tanımını yapıyor. Kuram, bilim adamları arasında yeni bir tartışma yarattı. Kimileri kuramı zayıf bulurken, kimi de bunun bir devrim olduğunu söylüyor, bazıları ikisini de… 19

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji Kuram, henüz kanıtlanmış değil. Ancak şimdiden bu kuramı laboratuvarda test etmeye hazırlananlar var. Daha detaylı bilgi isteyen meraklılar için kuramı su şekilde anlatabiliriz: Son zamanlara dek, fizikçiler termodinamik yasalarının nasıl olup da yaşamı ortaya çıkmaya zorladığını açıklayamıyorlardı. Schrödinger’in zamanında termodinamik denklemleri yalnızca denge durumundaki kapalı sistemler için çözülmüştü. 1960larda, Belçikalı fizikçi Ilya Prigogine zayıf bir dışsal bir enerji kaynağının etkisi altındaki açık sistemlerin davranışlarının tahmin edilmesi konusunda ilerleme kaydetti. Prigogine bu çalışmasıyla 1977 Nobel Kimya Ödülünü kazandı. Ancak yine de denge noktasından çok uzakta bulunan, dış ortamla bağlantılı ve güçlü bir enerji kaynağının etkisi altındaki sistemlerin davranışı ön görülemiyordu. England’ın kuramının temelinde yatan fikir termodinamiğin ikinci yasası olarak adlandırılıyor. Bu yasanın bir diğer adı da artan entropi yasası, ya da daha bilinen adıyla “zamanın oku.” Sıcak cisimler soğur, gazlar havada yayılır, çırpılan yumurtanın sarısı ile beyazı kendiliğinden ayrılmaz. Kısaca, zaman geçtikçe enerji yayılma eğilimi gösterir. Entropi bu eğilimin bir ölçüsüdür ve bir sistemin parçacıkları arasında enerjinin hangi ölçüde yayıldığının ölçüsüdür. Ayrıca entropi, parçacıkların uzaydaki yayılımının da bir ölçüsüdür. Entropi, olasılık yasalarının zorunlu bir sonucudur: Enerjinin yayılması, bir yerde toplanmasından daha olasıdır, çünkü yayılım için daha fazla yol vardır. Bu yolla, bir sistem içindeki parçacıklar hareket ederek etrafta dolaşırlar ve birbirleriyle etkileşirler. Böyle olması şans faktörünün bir sonucudur. Sonuç olarak parçacıklar enerjinin uzay içinde iyice yayıldığı düzenlemeleri tercih ederler. Nihayetinde her sistem eninde sonunda maksimum entropi denen bir duruma ulaşır. Bu durumdaki bir sistemin, enerjinin eş biçimli olarak yayıldığı yani “termodinamik denge” içinde olduğu söylenir. Bu ilkenin bir sonucu olarak bir fincan kahve ile içinde bulunduğu odanın sıcaklığı zamanla eşitlenir. Kahve ve oda kendi haline bırakıldığında bu sonucun geri dönüşü yoktur. Kahve asla kendiliğinden yeniden ısınmaz. (Oysa böyle olması için yeterli enerji sistemde mevcuttur.) Bir başka deyişle, sistemi oluşturan parçacıklar arasında enerjinin eşit olarak 20

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

yayıldığı durumların sayısı, enerjinin bir yerde toplandığı durumların sayısından olağanüstü derecede fazladır. Kahvenin soğuması ve odanın bir miktar ısınması kaçınılmaz olur. Her ne kadar “kapalı” ya da “izole” bir sistemin entropisi sürekli artmak zorundaysa da, “açık” bir sistemin entropisi düşük kalabilir. Bu durumda açık bir sistemin parçacıkları arasında düzensiz enerji dağılımı mümkün olur. Ancak bu durumda sistemi çevreleyen ortamda büyük bir entropi artışı gözlenir. 1944 yılında yayınladığı “Hayat Nedir?” adlı makalesinde Erwing Schrödinger canlıların böyle yapmak zorunda olduğunu iddia etmiştir. Örneğin bir bitki soğurduğu yoğun enerji içerikli güneş ışınlarını kullanarak şeker sentezler; bunun sonucunda enerjinin çok daha az konsantre biçimi olan kızıl ötesi ışıma yapar. Bitkinin yaptığı fotosentez evrenin toplam entropisini arttırır, çünkü güneş ışığındaki enerji harcanmaktadır. Görüldüğü gibi bir bitki evrenden çevresinden topladığı yoğun içerikli enerjiyi daha az yoğun içerikli bir başka enerji türüne dönüştürmekte, bu arada kendi iç yapısındaki düzeni koruyarak, çürümekten kurtulmaktadır. Yani, entropi kanununa aykırı olarak bitkinin çürümemesi evrenin bir bütün olarak entropisinin artması pahasına gerçekleşir. Buna göre, okyanus ya da atmosfer gibi belli bir ısıya sahip dışsal bir banyo içinde bulunan atom kümeleri çevrelerindeki mekanik, elektromanyetik ya da kimyasal kaynaklarla daha iyi bir şekilde rezonansa girmek zorunda kalırlar. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/yasamin-nasil-olustuguna-dair-yeni-bir-kuram/

21

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Ne Kadar Neandertal Olduğunuzu Öğrenebilirsiniz

Neandertal ( Homo neanderthalensis) türüne ait bireyler bugün yaşasalardı, muhtemelen görsellerde ki gibi gözükeceklerdi. Gördükleriniz. Almanya’daki Neandertal Müzesi tarafından hazırlanan bir figürdür. 1856 yılında Almanya’nın Neander Vadisi’nde bulunan insan kalıntıları, dünyada bulunan ilk insan fosillerindendir. Bu türe ait kalıntılar, daha önce, 1848 yılında İspanya’da ilk kez bulunmuş olsa da ne olduğu önceleri anlaşılamamış. Neander Vadisi’ndeki bu dünyaca ünlü fosilin bulunduğu yerde, bugün Neanderthal müzesi bulunuyor. 1996 yılında açılan müzeyi yılda 170 binden fazla ziyaretçi geziyor. İnsan evrimini anlatan bu müze, “biz kimiz?”, “nereden geliyoruz?” ve “nereye gidiyoruz?” gibi sorulara cevap vermek üzere tasarlanmış. Kalıcı sergi, insanın Afrika savanlarında başlayan ve bugün büyük şehirlerde devam eden kültürel evrimini anlatıyor. 1856 yılında Almanya’nın Neander Vadisi’nde bulunan insan kalıntıları, dünyada bulunan ilk insan fosillerindendir. Bu türe ait kalıntılar, daha önce, 1848 yılında İspanya’da ilk kez bulunmuş olsa da ne olduğu önceleri anlaşılamamış. Neander Vadisi’ndeki bu dünyaca ünlü fosilin bulunduğu yerde, bugün Neanderthal müzesi bulunuyor. 1996 yılında açılan müzeyi yılda 170 binden fazla ziyaretçi geziyor. İnsan evrimini anlatan bu müze, “biz kimiz?”, “nereden geliyoruz?” ve “nereye gidiyoruz?” gibi sorulara cevap vermek üzere tasarlanmış. Kalıcı sergi, insanın Afrika savanlarında başlayan ve bugün büyük şehirlerde devam eden kültürel evrimini anlatıyor. 22

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Neandertaller olarak bilinen Homo neanderthalensis türü günümüzden 250.000 yıl kadar önce evrimleşmiş, 28.000 yıl kadar önceyse soyları tükenmiş bir insan türüdür. Modern genetik veriler, biz modern insanlar ile Neandertaller’in Avrupa’da karşılaşması sonrası çiftleştiklerini net olarak gösteriyor. Asya ve Kafkas toplumlarının genlerinin %4 civarı Neandertal genlerinden oluşmaktadır. Eğer ki ne miktarda Neandertal DNA’sı taşıdığınızı öğrenmek istiyorsanız, bir parça pamuğu yanağınıza bastırıp sıvayarak National Geographic’e gönderebilirsiniz! National Geographic tarafından yürütülen Genographic Proect, genom dizileme çalışmaları sürdürmektedir ve size belli bir para karşılığı son derece ilginç bilgiler verebilir. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/ne-kadar-neandertal-oldugunuzu-ogrenebilirsiniz/

23

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Neandertal Geni Olan Kadınlar Daha Fazla Çocuk Doğurur

Araştırmanın sahipleri Almanya Leipzig`deki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü ve İsveç`teki Karolinska Enstitüsü araştırmacıları. Yapılan araştırmalar sonucunda Neandertal geni olan kadınların daha fazla çocuk doğurduğu, bulgusu Moleküler Biyoloji ve Evrim dergisinde bir makale olarak yayınlandı. Avrupa`daki her üç kadından biri, progesteron reseptörünü Neanderthal`lerden miras almış durumda. Progesteron reseptörü, doğurganlığın artması, hamileliğin başlangıcında daha az kanama ve daha az düşük ile ilişkili bir gen varyantıdır. Max Planck Evrim Antropolojisi Enstitüsü araştırmacısı Hugo Zeberg, “Progesteron reseptörü araştırmasının, Neandertallerden modern insanlara aktarılan genetik varyantların bugün yaşayan insanlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını göstermesi bakımından önemli” olduğunu dile getiriyor. Progesteron, adet döngüsünde ve hamilelikte önemli bir rol oynayan hormondur. Bu araştırma ,244.000 kadın da dahil olmak üzere 450.000’den fazla insandan elde edilen biyo-banka verilerinin analizi ile yapılmıştır. Bu araştırmadan çıkan sonuç, Avrupa’daki neredeyse her üç kadından birinin, progesteron reseptörünü Neandertallerden aldığını göstermektedir. Kadınların yüzde 29’u Neandertal reseptörünün bir kopyasını taşır ve hatta Avrupa’daki kadınların yüzde üçü ise Neandertallerden alınmış iki gen kopyası taşır. 24

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Hugo Zeberg`e göre : “Bu geni Neandertal`lerden miras alan kadınların oranı, diğer Neandertal gen varyantlarını miras alanların oranının yaklaşık on katı.” “Sonuçlarımız, Neandertal varyantının günümüz insanlarında doğurganlık üzerinde yararlı bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir.” diyerek, açıklamasına devam ediyor. Çalışma, reseptörün Neandertal varyantına sahip kadınların genellikle hamileliğin başında daha az kanamaya ve daha az düşüklere sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca daha fazla çocuk doğururlar. Moleküler analizler, bu kadınların hücrelerinde daha fazla progesteron reseptörü ürettiğini gördü. Bu da progesterona duyarlılığın artmasını sağlıyor ve böylece erken düşüklere ve kanamaya karşı korunmaya neden oluyor. Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/neandertal-geni-olan-kadinlar-daha-fazla-cocuk-dogurur/

Parmaklarımız Nasıl Evrimleşti? 375 Milyonluk Sır Aydınlandı. Hiç merak ettiniz mi elimizde parmaklar neden var? Esnekliği ile gelişmemize olanak sağlayan parmaklar nasıl oluştu. Daha doğrusu nasıl evrimleşti? Bilim camiası çok uzun zamandır bu sorunun cevabını arıyordu. 375 milyon yıllık bir fosil bu sorunun cevabını karanlıktan ortaya çıkarmış oldu. 25

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji Bilim insanları, balıkla atadan karaya çıkan tetrapodlara geçişin bir fosili sahip değillerdi. Bu yüzden parmakların nasıl ve ne zaman evrimleştiği ile ilgili bir bulgu yoktu. Yeni keşfedilen 375 milyon yıllık bu fosil sayesinde parmakların, omurgalıların karadan kolonileşmek için suyu terk etmesinden önce evrimleştiğini ortaya koydu. Ellerin kökeni ve tetrapodların yükseliş hakkında ki bu kanıt bizlere çok şey söylüyor. Dört ayaklı canlıların bizden farklı gözükse de benzer işlevleri gören elleri vardır. Bu eller, kuşlar ve yarasalarda kanatları oluşturmaya yardım eder; fillerde çok büyük yer tutarak kocaman gövdelerini ayakta tutar. Bu benzerliği fark eden Charles Darwin, 1859 yılında yayımladığı devrim niteliğindeki kitabı Türlerin Kökeni’nde bu benzerliğe değinmiştir. Bu fosil de bize Darwin’in bir kez daha haklı olduğunu ortaya koyuyor. Darwin olaya şöyle bir açıklama getiriyordu: Farklı hayvanlar, benzer modeller paylaşıyorsa ortak atadan evrimleştiklerindendir. Yani bu hayvanlar parmaklara sahip ortak bir atadan evrimleşmişlerdir. Bu fikir günümüzden 160 yıl önce oraya atıldığını düşünecek olursak çağın ilerisinde devrimci bir fikir olduğunu kabul etmemiz gerekir. O tarihten günümüze evrimsel biyologlar paleontoloji, genetik ve embriyoloji bilimlerinden yararlanarak bir çok kanıt sundular. Bilim insanları, balık-atadan evrimleşen tetrapodların ortak soylarını ortaya çıkardı. insan elini oluşturan kemiklerin kurbağalarda, kuşlarda ve balinalarda da olduğunu ortaya koydular. Diğer varyasyonların yanı sıra, parmakların ve kanatların gelişimini kontrol eden bazı genleri de tanımladılar. Güney Avustralya’da bulunan Flinder Üniversitesi’nden paleontolog Prof. John A. Long ve Quebec Üniversitesi’den evrimsel biyolog Prof. Richard Cloutier, Scientific American’ın 2020 Haziran sayısında kaleme aldıkları heyecanlandırıcı makalede; 2020 mart ayında, 375 milyon yıllık bir balık fosili olan Elpistostege watsoni’nin tam iskelet fosil olarak ortaya çıkardıklarını duyurdular.

26

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Elpistostege watsoni Evrimin bu karanlık sırını aydınlatan bu fosilin yüzgeçlerinde, parmaklarımızı oluşturan kemiklerle karşılaştırılacak kadar iyi korunmuştu. Bulunan bu fosil, omurgalıların karaya çıkmadan önce parmağın evrimleştiğini ortaya koyuyor. Bu fikir daha öncesinden biliniyordu ama kanıtı yoktu. Quebec’teki Miguasha Milli Parkı’nda keşfedilen 375 milyon yıllık balık Elpistostege watsoni’nin tam iskeleti, göğüs yüzgecini koruyan balık-atadan tetrapoda geçişe dair ilk fosil kanıtı oldu. Bu fosilin yüzgeçli parmakları, insan parmaklarını oluşturan kemiklere eşdeğer olduğu görüldü. Yazan:Selim ÖZTEMEL Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/parmaklarimiz-nasil-evrimlesti/

27

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Tetrapodlar

Tetrapodlar kelimesi Yunanca ve Latincedeki anlamına bakarak anlamına ulaşabiliriz. ‘‘Tetra’’ Latince’de dört, ‘‘pod’’ ise Yunanca’daki ‘‘pous’’ kelimesinden ayak anlamına gelmektedir. Yani ‘‘tetra-pod’’ kelimesi, dört ayaklı veya dört uzuvlu anlamına gelmektedir. Tetrapodlar iki ana taksona ayrılır. Bunlardan biri günümüzde de 5.000 türü ile yaşamını devam ettiren amfibiler(lissamfibia) ve amniyotlar(aminota). Amfibiler yaşam döngülerinde iki farklı form aldıklarından dolayı onlara ‘‘çift yaşamlılar’’ da denir. İlk olarak suda larva olarak yaşama başlarlar ve ardından başkalaşım (metamorfoz) süreci geçirerek yetişkinliklerinde karaya da uyum sağlarlar. Amniyotlar ise günümüzde yaklaşık 25.000 tür ile günümüzde yaşamını sürdürmektedir. Bu grupta kuşlar, sürüngenler ve memeliler vardır. İşte bu iki grup toplamı olan 30.000 türün yer aldığı amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve memeliler, ‘‘tetrapodlara’’ üst sınıfının ana gruplarıdır. Büyüklükleri türlere göre değişiklik gösterse dahi bir takım morfolojik özellikleri ortaktır. Tertapodların en önemli ve ayırt edici özelliği adları üstünde dört uzuvlu 28

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

olmalarıdır. Yılanlar gibi günümüzde bacaklarını kaybetmiş dahi olsa atalarından kalan miras kalan çıkıntılar yada 4 uzuvlu atalardan gelmiş olmalarıdır. Yaşayan en büyük tetrapod 30 metre uzunluğu geçebilen mavi balinadır (Balaenoptera musculus). En küçük terapod ise 7,7 milimetre boyunda Paedophyrine kurbağasıdır (Paedophryne amauensis). Tetrapodlar görüldüğü üzere geniş çaplı bir yaşam ekosistemine sahiptir. Çölden kutuplara, savandan ormanlara, gölden okyanuslara kadar her yere dağılmış durumdalar. Evrimsel açıdan tüm tetrapodlara ‘‘bacaklı balıklar’’ da denenebilir.

Tetrapodların kökeni Devoniyen Dönemi’ne kadar uzanır. (372 ila 359 milyon yıl öncesi) Geç Devoniyen Dönem’de yaşamış ve soyu tükenmiş bir kök tetrapod cinsi olan Ventastega curonican’ın uzuv ve kafatası anatomisi, erken tetrapod karakteri özeliklerinin çoğunu bulundurur. Fosil kayıtlarında bulunan bazı erken tetrapodlar arasında Nectridea, Ichthyostega ve Acanthostega yer alır. Erken terapodlar arasındaki iskelet anatomisi çeşitliliği, tertapod soyunun karıştırılmasında zorluklar oluşturabilir. Yazan: Selim ÖZTEMEL Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/tetrapodlar/

29

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Tiktaalik

Chicago Üniversitesi’nden Neil Shubin ve meslektaşları 2006 yılında Kanada Arktik’te elipstostegalian balık fosili olan Tiktaalik roseae fosili keşfettiklerini duyurdular. Tiktaalik fosili bizlere hem oynak bilek eklemleri ile balıklarda göğüs yüzgeci olarak bilinen herhangi bir fosilden daha ileri olduğunu hem de gelişmiş kol eklemlerine sahip olduğunu göstererek büyük bir keşif olduğunu işaret ediyordu. Tiktaalik tetrapodlar tarafından ortak özellikler arasından: belirleyici bir kafatası ve uzun, düz bir burunla da bir takım ayırt edici özellikleri de vardı. Eşli elpistostegal balık fosillerinde tertapodlar ile bağdaşmayan tek durumsa parmaklardır. Bulunan bu eski kanıtlara göre parmakların, yüzgeçlerden uzuvlara geçiş olmadığı sonucuna varılıyordu. Öyleyse, tertapodlarların parmakları daha sonra evrimleşmiş olmalıydı. Ancak son keşifle birlikte 33.800’den fazla tetrapodun omurgalı el yapısının tamamlayıcı kanıtı ortaya çıkmıştır. Yazan: Selim ÖZTEMEL Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/tetrapodlar/ 30

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Hayvan Yüzleri Birbirine Benzerken İnsan Yüzleri Birbirinden Çok Farklıdır

Niçin Aynı Cins Hayvan Yüzleri Birbirine Benzer İken İnsan Yüzleri Birbirinden Çok Farklıdır? Bu konu üzerinde araştırma yapabilmek için Berkeley üniversitesinde bilim insanları 40 milyon insanın genlerini ve 10 milyonlarca askerin vücut yapılarını , yüzlerini inceledi.Ayrıca yine bir soruya cevap arandı. Acaba vücut ile yüz gelişimi arasında bir bağ var mı ? Yıllar süren bu araştırmada çıkan sonuçlar ise şöyle özetlenebilinir : * İnsanın yüz özelliklerinden tek bir gen sorumlu değil. Bu özellikler bir çok gene bağlı bir şekilde kazanılıyor. * Vücut ve yüz organları arasında hiçbir bağlantı olmadığı gibi yüzde ki organlar da birbirinden genetik olarak bağımsızdır. İnsanın kolu uzun ise bacağı da uzun oluyor. Vücutta ki hareketlilik ve oranlar birbirine bağlı bir şekilde evrimleşmiştir. Yüz için aynı şeyi söyleyemiyoruz. * Araştırmacılar aynı zamanda bu çeşitliliğin insanın evrim sürecinde ne zaman ortaya çıktığını anlamak için modern insan ile bir Neanderthal ve insan ırkının eski bir akrabası olan Denisova insansılarının DNA’larını da karşılaştırdı. Buna göre, yeni ve eski DNA’larda, biri çene ile burnun en üst kısmı arasındaki bölüm, diğeri de burun şekliyle bağlantılı iki genin benzer düzeyde çeşitliliğe sahip olması, yüz çeşitliliğinin modern insandan çok daha önce evrimleştiğini ortaya koyuyor. 31

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji *İnsanlar, hayvanlara göre daha karmaşık toplumsal ilişkiler kuruyorlar. Hayvanlar için sadece ebeveynlerini ve yaşadıkları küçük grubu tanımak önemli olmasına karşı bu insanlarda çok daha geniş bir toplumla iletişim için olması gereken bir özellik olarak ortaya çıkıyor. Zebralar birbirini çizgilerinin farklılığından tanıyor, bazı hayvanlar ise tanıma işini koku duyularını kullanarak gerçekleştiriyor. İnsanlar ise yüz özelliklerini diğer vücut özelliklerinden çok daha kolay ayırt edebilecek şekilde evrimleşmiştir. Hatta insan beyninin bir bölümü sadece yüzleri tanımak için adeta uzmanlaşmış gibidir. * Birbirimize benzemiyoruz çünkü insanlar , kolay tanımak ve tanınmak üzerine evrimleşmiştir sonucuna varabiliriz. Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/hayvan-yuzleri-birbirine-benzerken-insan-yuzleri-birbirinden-cok-farklidir/

Böceklerin İmparatorluğu

İnsanoğlunun kurduğu bütün imparatorluklar, medeniyetler, çağlar sadece, son 50 bin yıl içerisinde olmasına rağmen, hepsi yıkıldı. Böceklerin ise, 300 milyon yıldır, bilinen 1,5 milyar çeşidi ile hâlâ dünyada kurdukları imparatorluğu devam ediyor . Pardon insanoğlu, sizin üstün olduğunuz söylemlerinizden, böceklerin haberi var mı? Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/boceklerin-imparatorlugu/

Bombacı Böcekler

Evrim teorisine karşı Yaradılışçıların kullandığı en büyük kozlardan biriydi bir zamanlar bombacı böceklerin varlığı. ” Eğer Darwin`in teorisi doğru olsaydı, bu böcekler kendi kendine patlardı.” dediler. Çünkü vücutlarında bir bomba taşıdıklarına inanılırdı. Önce bu böceklerin niçin bombacı olarak adlandırıldıklarını inceleyelim. Bu böcek, düşmanının yüzüne öldürücü bir hidrokinon ve hidrojen peroksit karışımı fışkırtıyor. Bu iki kimyasal madde karıştıklarında kelimenin tam anlamıyla patlıyorlar. 32

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

olayısıyla, bombacı böcek bu kimyasalları vücudunda depolayabilmek için, onları etkisiz kılacak kimyasal bir engelleyici evrimleştirmiştir. Böcek kuyruğunun ucundan sıvıyı fışkırttığı anda, bir katalizör ekler ( katalitik enzimler ) ve böylelikle karışım kimyasal tepkime sonucu patlayıcı hale gelir. Eğer, Hidrojen peroksiti Hidrokinonun içine dökerseniz en ufak bir ısınma bile olmaz. Onun için yaradılışçıların iddia ettiği gibi bu iki madde karışır karışmaz patlamaz. Mutlaka bir katalizör gereklidir. Bu böcekler, toplamda 500’den fazla tür içerir. Kimyasalın yarattığı tahribat böcekler ve küçük yaratıklar için ölümcül olabildiği gibi insan derisi için de acı vericidir. Antartika dışında diğer bütün kıtalarda yaşamaktadır. Genellikle ılıman bölgelerdeki ağaçlık alanlarda ve otlaklarda yaşarlar. Yumurtalarını bırakmak için nemli yerlere giderler. Kısacası , Bu böceğin düşmanlarına sıcak bir hidrojen peroksit ve hidrokinon karışımı püskürttüğü doğru. Fakat bu karışım, içine katalizör eklenmedikçe şiddetli tepki vermez. İşte, bombacı böceğin yaptığı da bu, katalizör eklemek. Merak edenler için ; Hidrojen peroksit (H2O2) soluk mavi renkte; sulandırıldığında ise renksiz hale gelen bir bileşiktir. Hidrojen peroksitin akmazlık değeri, sudan daha yüksektir. Çok güçsüz bir asit olan bileşik; özellikle kâğıt sanayinde kağıtlara beyaz renk vermek için üretilmektedir. Bileşik ayrıca dezenfektasyon, oksitlenme, antiseptik üretimi ve roket yakıtı üretiminde de kullanılmaktadır. Hidrokinon, benzene-1,4-diol ya da kuinolkimyasal formülü C6H4(OH)2 olan, fenol tipinde aromatik organik bileşiktir. Kimyasal yapısı bir benzen halkasına para konumda bağlı iki hidroksil grubundan oluşur. Beyaz granüler bir katıdır. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/bombaci-bocekler/

33

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Yarasalarda Sonar Sistemi

Yarasanın 200 cins ve 17 familya içinde 900 – 1000 türü vardır. Kanatları açık durumdaki boyları 5 cm’den 150 cm’ye kadar değişebilir. Dünyanın her bölgesinde yaşarlar: Yarasalar çok miktarda böcek tükettikleri için, dünyanın dengesi açısından büyük önem taşırlar. Yarasaların bir sorunu var: Karanlıkta yol bulmak. Yarasalar geceleri avlanır, avlarını bulmada ve engellerden kaçınmada kendilerine yardımcı olmak üzere ışığı kullanmazlar. Bu sorunu yarasaların kendi kendilerine yarattıklarını ve alışkanlıklarını değiştirip gündüz avlanmakla sorunun ortadan kaldırılabileceğini söyleyebilirsiniz. Fakat gündüz işleyen ekonomi başka yaratıklar, örneğin kuşlar tarafından yoğun olarak kullanılmaktadır. Gece çalışarak yaşamı sürdürmek mümkün olduğundan ve gündüz işleri tümüyle dolu olduğundan doğal seçilim, geceleri avlanma işine çıkan yarasaların lehine işlemiştir. Ayrıca, yaşamını geceleri kazanma alışkanlığının biz de dahil, tüm memelilerin geçmişinde var olma olasılığı yüksek. Gündüz işleyen ekonomide dinozorların egemen olduğu o eski zamanlarda, atalarımız büyük olasılıkla geceleri avlanmanın bir yolunu bulduklarından hayatta kalabildiler. Ancak dinozorların 65 milyon yıl öne kitle halinde yok olmalarından sonra, atalarımızın büyük bir kısmı gün ışığına çıkabilmeye başlamıştır. Yarasaların ışığı kullanmadan yollarını bulabilme ve bu güçlüğü aşabilme sorunu, aynı şeklide geceleri uçan avcı böceklerin de sorunudur. Derin denizlerdeki balıklar ve balinalar gündüz de gece de ışığı çok az görebilir ya da hiç göremez, 34

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

çünkü güneşin ışınları derinlere sızamaz. Çok çamurlu sularda yaşayan balıklar ve yunuslar, ışık olmasına karşın, bu ışık sudaki pislikler tarafından engellendiği ve saçıldığı için göremez. Günümüz hayvanlarının birçoğu, görmenin zor ya da olanaksız olduğu koşullarda yaşar. Derin deniz balıkları dışında, insandan başka hiçbir hayvan yolunu bulmak için ışık üretmez. Yarasalardan hepsi birbirine benzermişcesine söz etmek bizi yanlışlığa sürükleyebilir. Dünya meyve yarasalarının görme duyuları iyidir ve çoğu yollarını bulmak için yalnızca gözlerini kullanır. Rousettus türü yarasalar ise, uçarken dilini şaklatarak yüksek ve ritmik bir ses çıkartır ve her şaklama sesi ile yankısı arasındaki süreyi ölçerek rotasını çizer. Sonar ( Yankı ile ses saptama ) yönetimin kullanan yarasalar, Rousettus`un tersine, çok gelişmiş yankı-makineleridir. Çoğu kez, bu küçük yarasaların, büyük olasılıkla pek iyi göremeyen, ufak gözleri vardır. Yankılar dünyasında yaşarlar ve bizim gözümüzde canlandırabilmemiz olanaksız olsa da, beyinleri yankıları kullanarak imgeleri görür. Ürettikleri ses de, en tiz notadan daha tizdir. Bu sesleri duymadığımız için şanslıyız çünkü müthiş güçlüdürler. Eğer duysaydık, yarasalar bizi sağır edebilecek bir gürültü çıkarıyor olurlardı ve geceleri uyumak mümkün olmazdı. Nasıl ki biz gözlerimizi açık tuttuğumuz sürece görsel imgelerimiz güncelleniyor ise yarasanın içinde gezindiği dünyanın imgesi de saniyede on kez güncelleşmektedir. Yarasaların çığlıkları çok şiddetlidir ve yarasaların kulakları da çok duyarlıdır. Kendi çıkardığı sesten ya da topluluktaki yarasaların çıkardıkları sesten zarar görmesi tehlikesine karşı yarasalar, radarlarda ki sistemin aynısı olan “alıcı/verici ” açma-kapama teknolojisini çok çok uzun zaman önce geliştirdiler. Büyük olasılıkla atalarımız daha ağaçlardan inmeden milyonlarca yıl önce. Bu teknoloji şöyle çalışıyor ; Yarasaların kulaklarında, tıpkı bizimkilerde olduğu gibi, şekillerinden dolayı örs, çekiç, üzengi diye adlandırılan üç ufak kemik, sesi kulak zarından mikrofonik, sese duyarlı hücrelere taşır. Bazı yarasalarda üzengiye ve çekice bağlı gelişkin kaslar bulunmaktadır. Bu kaslar büzüldüğünde, sesi iyi iletemez. İşte yarasa da kulaklarını geçici olarak devreden çıkarmak için bu kasları kullanır. Yarasa her çıkış atımından hemen önce bu kasları kasarak kulaklarını kapatır ve böylece yüksek atımın vereceği zararı önler. Bundan sonra kaslar gevşer ve kulak geri dönen yankıyı yakalamak üzere yüksek duyarlığını tekrar kazanır. Bazı yarasa türlerinde bu açma-kapama başarısı saniyede 50 kereye ulaşır. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/yarasalarda-sonar-sistemi/ 35

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Kırmızı Işık, Yaşa Bağlı Görme Yorgunluğunu Önleyebilir Kırmızı ışık, mitokondrinin aktivitesini arttırır ve böylece retinal hücrelere enerji tedarikini ve görme duyusunu geliştirir. Retinanın doğal yaşlanma sürecine bağlı olarak, 40 yaşın üzerindeki kişilerde yavaş işleyen süreçte de olsa mutlaka görme kaybı olur. Bu durum, retina hücrelerinin mitokondrilerinde ATP molekülünün üretimindeki azalma ile tetiklenir. ( ATP hücre içi biyokimyasal reaksiyonların gerçekleşmesi için gerekli olan kimyasal enerjiyi taşımakla görevli, hücre yapısı içerisinde yer alan çok işlevli bir nükletittir.) Azalan ATP hücreleri yüzünden retina hücreleri, yaşlılıkta yüzde 70’e kadar daha az enerji alır ve hissetmekten sorumlu hücrelerinin performansı böylelikle düşer. Londra Kolej Üniversitesi`nden Glen Jeffery’nin açıkladığı gibi, “Görme sistemi yaşlandıkça önemli ölçüde performans kaybı yaşar. Bunun için retinanın ve aynı zamanda renkli görmenin hassasiyeti inanılmaz derecede zayıflar. Aynı zamanda kötü aydınlatma koşulları da görme üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu yadsınamaz.”

Işık mitokondriyal aktiviteyi arttırır Daha önceleri yapılmış araştırmalar da, farelerle yapılan deneyler belli ışık dalga boylarının mitokondrinin aktivitesini arttırdığını ve böylece hücrelerin ATP üre36

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

timini uyardığını göstermişti. Jeffery’ye göre, “mitokondrilerin, performansını olumlu etkilemeye yarayan spesifik ışık emme özellikleri var.” Bilim adamının açıkladığı gibi, “özellikle 650 ila 1,000 nanometre aralığında ki dalga boyları fareler tarafından iyi emilir ve mitokondrilerin performansını ve enerji üretimini arttırır.” Bu etkinin insan gözünde de meydana gelip gelmediğini bulmak için, bilim adamları 28 ila 72 yaş aralığında olan 24 sağlıklı denekle bir pilot çalışma gerçekleştirdiler. Gerontoloji Dergisi’nde yayınlanan makaleye göre, çalışmanın başlangıcında, bilim adamlarının retinanın koni ve çubuklarının performansını belirleye bildikleri çeşitli aydınlatma koşullarında göz testleri yaptılar. Bunlar, deneklerin düşük kontrastlı harfleri tanıması veya karanlıkta zayıf ışığa tepki vermesi gereken testleri içeriyordu.

Kırmızı LED görüşü iyileştirir Daha sonra test denekleri, günde üç dakika boyunca gözlerini aydınlatan 670 nanometre dalga boyuna sahip basit bir LED el feneri alarak, ya doğrudan ışığa bakabilir ya da ışığı göz kapaklarına yönlendirebilir konumda ışığa maruz bırakıldılar. Çalışma yazarlarına göre, göz kapağındaki ince cilt uzun dalga ışığının retinaya ulaşmasını engelleyemez. İki hafta sonra, kırmızı ışığın olası etkilerini belirlemek için göz testlerini tekrarladılar.40 yaşın altındaki katılımcılarda hiçbir değişiklik olmadı. Buna karşılık, tüm yaşlı denekler ortalama yüzde 20 daha iyi renk kontrastı algısı yaşadılar. Düşük ışıkta görünürlük, yaşlı deneklerde de önemli ölçüde artti. Bu deneyin en önemli sonuçlarından biri ise, yaşlılıkta genellikle kötü tanınan mavi renk spektrumunda bile gelişme sağlanmış olmasaydı. Daha ileri çalışmalar, görmede iyileştirme için gerekli olan optimal dozu belirleyecektir Jeffery “Çalışma, belirli dalga boylarıyla kısa tedavi yaparak yaşlı insanlarda görme yeteneğini iyileştirmenin mümkün olduğunu gösteriyor.” dedi. Prensip olarak, herhangi bir yan etkisi bulunmadığı takdirde, tedavi yöntemi yakında günlük klinik uygulamalarda rahatlıkla kullanılabilir. Jeffery’ye göre, “Bunun için gereken teknoloji oldukça basit ve güvenlidir.” Çünkü kendi çalışmalarında kullandıkları LED fenerlerin satış fiyatı sadece 15 Euro.. Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/kirmizi-isik-yasa-bagli-gorme-yorgunlugunu-onleyebilir/ 37

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Bilim İnsanları Uyarıyor: Staphylococcus epidermidis

Normal cilt bakterileri cilt kanserine karşı koruyucudur. İnsanlarda yaygın görülen bir Staphylococcus epidermidis bakteri türü, deri tümörlerinin büyümesini engelleyen bir madde üretir. Dolayısıyla antibakteriyel ürünleri cildinize ve elinize sürerken bunları göz ardı etmemenizde büyük yarar var. Yazan: İ. KAYA Kayna: https://cilginfizikcilervbi.com/bilim-insanlari-uyariyor-staphylococcus-epidermidis/

38

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Cinsel Sapıklığın Sebebi Hakkında Bilimsel Yaklaşım

Beyin bütün sinir sisteminin kontrol merkezi olarak, 100 milyar nörona ev sahipliği yapan muazzam bir sistem. Nasıl ki aç ya da tok olduğumuza, öğrenmeden tutun acıya kadar her duygumuza karar veriyor ve bizi yönlendiriyor ise, cinsel dürtülerimizde de mutlaka çok büyük rolü vardır diye araştırmaya başladım. Amacım sapıkların sapıklıklarını haklı çıkarmak değil, bilakis bu sürecin ebeveynlerin farkında olması ve çok geç olmadan çocuklarını sağlıklı hormonlara, beyin loblarına sahip olacak şekilde yönlendirmesidir. Cinsel sapkınlıklar genellikle erkeklerde ve ilk belirtilerini 15 li yaşlarda göstermektedir. Bilinçaltını anlama konusunda çalışmalarıyla ünlü Freud`a göre 3-5 yaş aralığında ki safha, çocuğun ileride ki seksüel kimliğinin belirlenmesi açısından hayati bir rol oynar. Bu dönemde çocuk cinsiyet ayrılığının farkına varır. Bu dönemde erkek çocuğunda ki gelişmeler şu şekildedir; Anneye seksüel ilgi duyar, babayı rakip görür. Bu dönemde ki çocuğun Sevgi ihtiyacının yeterince karşılanması, sosyalleşmesi ve ebeveynler ile sağlıklı iletişimi sonucu bu gelişmeler yavaş yavaş küçülmeye başlar ve en sonunda da sağlıklı bir şekilde baskılanır. Peki bir çocuk bu dönemi sağıklı bir şekilde atlatamazsa neler olur? Bizi biz yapan ve etrafımıza sergilediğimiz karakterimiz, buz dağının sadece görünen yüzüdür. Bilinçaltı dediğimiz ve kişiliğimizin çok büyük bir bölümünü kaplayan, Id, ego, yüksek-ego gibi bölümleri bu süreçten başarısız çıkan bir çocukta çok büyük ve onarılması zor hasarlara yol açıyor. Süper-egonun sorumlu olduğu vicdan ya da ahlaki pusula, hislerimizi Doğru-yanlış olarak yorumlaması sağlıklı işlemiyor. 39

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Bunun sonucu da yetişkin olan birey agresif, boş ve aşırı hırslı birey oluyor.

İşte ne oluyorsa bu şekilde bilinçaltında elektrik tellerinin spagetti olması gibi karmakarışık olan sistemin, bilinç üstüne yansıması ve suç teşkil etmesi için katalizör (hızlandırıcı) görevini ise üstlenen unsurlar, ensest ilişkiler ve aşırı şekilde sapkınlık derecesinde seks fantezileri düzenli bir şekilde okumak, seyretmek zaten sağlıksız olan karar verme, muhakeme etme yetisinde kişiye yanlışlar yaptırıyor. Beyinde ki üreme ile ilgili devreler, hücreler, bağlantılar ve kimyasal haberleşme maddeleri, canlının davranışı üzerinde çok belirgin bir etkiye sahip. Sırf bu etki ile çiftleşme sonucu dişiye yem olacağını bile bile sadece çiftleşme arzusunun yoğunluğunu yaşamak için ölümü kabullenen böcek türlerini duymuşsunuzdur. İnsanlar da ise, anne karnında ki bebeklerin hepsi ilk haftalarda kız bebeklerdir. Erkeklerin emzirme olayı olmadığı halde meme uçlarına sahip olması da bir zamanlar kız çocukları olmasından kaynaklanmaktadır. Cinsiyet hormonlarının miktarında ki artma sonucu eğer Testosteron arttı ise erkek, östrojen artışı fazla ise kız çocuğu oluyor. Bu hormonların merkezi de beyindir. Hormonlar sadece vücutsal değişikliğe sebep olmuyor, beyninde özellikle sol bölgesi ve birçok bölgesinde de değişikliğe sebep oluyor. Bunun sonucu ise erkek ve kız çocukları arasında bir çok davranış farklılıkları ortaya çıkıyor. Bu hormonu yöneten bölümün adı hipotalamus. İlginçtir ki, hem kadında hem de erkekte cinsel arzuların tetikleyicisi erkeklik hormonu testosterondur. Kadında ki Klitoris adeta bir mikropenis gibidir. Dolayısıyla her iki cinsinde içinde hem kadın hem de erkek yaşamaktadır. Bağımlılık ve sapıklık söz konusu olduğu zaman, beyin sağlıklı karar verme ve muhakeme etme lobunun şalterini ya indiriyor ya da az kullanarak akıllı telefonlar gibi enerji tasarrufuna gidiyor. Buradan elde ettiği enerjiyi ise aşırı şekilde kullanmaktan, devamlı sekse odaklı bir yaşam tarzı oluşturmaktan kaynaklanan dikkatine yönlendiriyor. Suçu işlemeden ve fantezisini eyleme geçirmeden önce onlarca defa hayalinde bu fanteziyi de yaşayarak, legal hale getirmiş oluyor. Her cinsel fantezinin hayalde yaşanmasının sağlıklı bir süreç olmadığı, özellikle muhakeme ve karar verme yetisi zayıf olan insanlar da çok tehlikeli sonuçlara yol açacağını söylemek yanlış olmaz. Zaten bu kadar soğukkanlı bir şekilde sapıklıklarını eyleme dökmelerinin asıl sebebi de defalarca o fanteziyi kendi içlerinde yaşamış olması ve doyumsuzluklarına kılıf bulabilme, çıtayı daha da yükseltme adına çeşitlendirmeleri fark edilmeden toplumda yaşamaları ile en yüksek noktalara çıkabiliyor. Toplumun ahlaki değerleri ve evrensel ahlak söylemlerine kesinlikle karşı olan tiplerde de bu potansiyel 40

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji sapıkların ekmeğine yağ çalıyor olması, özgürlüğü sadece cinsel özgürlük boyutun da ele alma gelişmemiş ya da gelişmekte olan toplumların en büyük sorunudur. Kadınların ezildiği toplumda, kadın sapkınlardan ve sapıklarından bahsetmenin ne kadar doğru olacağına karar veremedim ama yine de objektiflik adına araştırmamda kadınlara düşen payı yazmayı kendime görev saydığım için onu da açıklamaya karar verdim. Cinsel dürtüsü fazla olan kadınlar da cinsiyet hormonlarının beynini ele geçirmesi ve karar verme, muhakeme loblarının ya kapanması ya da az çalışması sonucu suç işleyebiliyor. Oranlarının erkeklere göre daha az olmasının sebebi ise teşhircilik ile bu duygularını bir nebze olsun hafifletiyor olmalarıdır. Gözlerin devamlı kendinde olması, çok dar giyinme, iç çamaşırlarının çok belirgin olması vs her ne kadar kendilerini bilinçaltında rahatlatmış olsa da, kendisine bakan bilinçaltında arızalı, cinsellik odaklı bir yaşam benimseyen sapkınların eylemine ve fantezilerine bir damla da olsa katkıda bulunduklarını özellikle belirtmek isterim.

Peki kendimizi ve çocuklarımızı bunlardan nasıl koruyacağız? Çocuklarımıza şeker, çikolata gibi ödülle kendini öptürme ve yabancıya yaklaşma alışkanlığımızı toplum olarak kesinlikle bırakmak zorundayız. 3 yaşını geçmiş her çocuğa banyo da lifi verip, özel yerlerini sadece kendisinin elleyebileceğini öğretip, kendisinin temizlemesini öğreteceğiz. Pipini yerim vs ile çocukların orasını burasını ellemeyeceğiz. Amcasıdır, dayısıdır, abisidir bir şey olmaz diye hiçbir erkekle, özellikle sanal ortamda ya da tesadüfen tanıştığınız kişiler ile çocuklarınızı asla yalnız bırakmayacaksınız. Çocuklarınızın size yaptığı itirafları ciddiye alacaksınız. Unutmayınız ki üstünü örttüğünüz her ufak sapıklık girişimi, topluma daha büyük acı olarak geri dönecektir. Ben geçiştirdim, ucuz atlattım mantığı ile hareket ederseniz yine aynı mantıkla hareket etmiş bir ebeveynin, çocuğun sapığı daha da güçlenmiş olarak sizi denk gelme olasılığı yükselecektir. Teşhir edin, şikayet edin ve kesinlikle göz ardı etmeyin.Kendinizi korumak adına da; ağzı iyi laf yapsa da sözlerin bir kişiyi tanımada sadece %7 yi oluşturduğunu, karşınızda ki kişinin geçmişini, çevresini ve yaşadıklarını, bilinçaltını bilmediğinizi asla unutmayın. Tesadüfen böyle kişiler ile tanıştığınızda ise kadın kuruluşları ile koordineli çalışıp, mücadele edin. Temiz toplum için duyarlı olmak her vatandaşın aslı görevidir. Tamamen normal görünüşlü ve davranışlı olması sapıkların teşhisini zorlaştırıyor olduğunu da aklınızdan çıkarmayın… Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/cinsel-sapikligin-sebebi-hakkinda-bilimsel-yaklasim/ 41

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji

Enerji Şampiyonu Kabak Kurbağalar Teknoloji ilerledikçe aynı dünyayı paylaştığımız canlıları uzun süre ses kaydedici cihazlar ve gece görüşü olan kameralar ile daha iyi takip edip, haklarında bilgi sahibi oldukça şaşırıyoruz. Bilimin ilerlemesine bağlı olarak da tanıdığımız canlı türlerinin özelliklerine hayran oluyoruz. Bahsettiğimiz Kurbağa ; Leptodactylus mystacinus, Leptodactylidae familyasındaki bir kurbağa türüdür. Yerel adı, “kabak kurbağa” dır. Arjantin, Bolivya, Brezilya, Paraguay ve Uruguay’da bulunur. Doğal habitatları, subtropikal veya tropikal nemli ova ormanları, nemli savanna, subtropikal veya tropik kuru çalılar, subtropikal veya tropikal nemli çalılıklar, subtropikal veya tropikal yüksek irtifa çalılıkları, ılıman otlak, subtropikal veya tropik kuru ova otlakları, subtropikal veya tropik mevsimsel ıslak veya Tatlısu gölleri, aralıklı tatlısu gölleri, çayır, kırsal bahçeler, ağır bozulmuş eski ormanlar ve göletler. IUCN tarafından tehdit altında sayılmıyor. ( Subtropikal bölgeler dünyanın tropik kuşağının hemen kuzey ve güney sınırında kuzey ve güney 23.5 °’paralellerinde yer alan Yengeç dönencesi ve Oğlak dönencesi ile sınırlanmış coğrafik bölgelerdir.) Kabak Kurbağaları 3 ila 6 cm arasında büyüklükleri ile bilinmektedir. Senckenberg (Frankfurt-Almanya) Araştırma Enstitüsü’nden Martin Jansen liderliğindeki ekip, kurbağa aramalarını birkaç saatte tamamlayarak, uzun süreli bir ses kayıt cihazı ve bir kızıl ötesi kamera ile sabah 22-6 arasındaki kurbağaların seslerini kaydetti. 42

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Biyoloji Erkek Kabak Kurbağalarının gece boyunca 50.000 kere dişi kurbağaları etkilemek için ses çıkarmaları ve boyutlarının bu enerjiyi depolayacak kadar büyük olmayışını gören araştırmacılar şaşkınlık içinde kaldılar. Bir saatte 700 saniyeyi ses çıkarmaya ayıran kurbağaların, biz insanların ön sevişme için ayırdığımız enerji ve zaman ile karşılaştırınca performans olarak, kurbağaların çok altında kaldığımızı ve karşılaştırmanın bile komik olacağını dile getirdiler. Kabak Kurbağalarının bu enerjiyi nereden aldıkları ve nasıl depoladıklarını bilim insanları henüz bilmiyor. Bu kurbağaların enerjiyi depolama yöntemini öğrenip, insanoğluna uyguladığı an hiç yorulmayan, süper enerjili insanları sadece bilim kurgu filmlerinde değil, yaşantımızda da görebileceğiz. Özgün Çeviri: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/enerji-sampiyonu-kabak-kurbagalar/

43

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi

Astronot Olmak İster misiniz?

Kendinizi hiç astronot olarak hayal ettiniz mi ? Acaba, dünyadan yüzlerce kilometre uzakta, uzayda astronotlar günlük yaşantılarını nasıl sürdürüyorlar ? Bunları bilmek astronot olma hayallerimizi gerçekleştirmede ilk adım olacaktır. ABD ve Rusya, uzay çalışmalarında öncülüğü uzun yıllardır kimseye bırakmıyorda olsa son zamanlarda, Avrupa Uzay Ajansı (AUA), Iran ve Çin de büyük atak içinde, disiplinle ilerliyorlar. Astronotların eğitim yerlerinden biri Avrupa Astronot Merkezi`dir. Almanya`nın Köln şehrinde bulunur. Uluslararası Uzay istasyonuna gönderilen bütün astronotlar burada eğitilir. Astronotlar, sürekli yakın takiptedirler. Eğitimde oldukları kadar iş hayatında da sürekli gözetim altındadırlar. Uzayda bulunan her bir Avrupalı astronot için Köln`de bir gözetmen bulunur. Uluslararası Uzay Istasyonu`ndaki astronotlar, önceden belirlenmiş, sabit çalışma tempoları ile yorgunluklarının, bıkkınlığa dönüşmesi engellenir. Çünkü, 6 aylık bir uzay uçuşu görevini almış astronotlar için yaşam, bir konserve kutusunda, arkadaşlarıyla zaman geçirmek kadar sıkıcıdır. Özgürlükler kısıtlanmıştır. Birde üzerine, uzayın radyasyonlu ve yerçekimsiz ortamını eklerseniz, sağlık açısından da olumsuz yönlerine katlanmak zorunluluğu vardır. 44

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi

Avrupa Uzay Ajansı, NASA gibi bütün kurumlar, uzun bir süre uzayda, astronotların kalabilmeleri, uzay yaşamının insan vücudu üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirgemek, aylarca yerçekimsiz ortamda kullanılmayan kas ve kemiklerin durumunu iyileştirme konularında, hatırı sayılır bir bütçe ile yoğun çalışmalar yapmaktadırlar. Amaç, uzayda daha fazla kalabilmek, bu uzak keşifler ve uzayda yaşamı açacak, ilk anahtarımız olacaktır. Eğer, yerçekimsiz ortamda yaşamaya başladıysanız, bedeniniz kemiklerinizi kullanmayacaktır. Ve vücudunuz kalsiyumu idrar yolu ile dışarı atacak, kemiklerinizi kaybetmeye başlayacaksınız. Yerçekiminin olmaması, kas ve iskelet sistemi üzerinde olumsuz bir etki bırakır. Sürekli kas ve kemik kaybı, uzun vade de tehlikeli sonuçlar doğurur. Ayda yaklaşık yüzde bir ve iki arası kas kaybeden astronotlar, 6 aylık uzay görevi sonunda, tekrar eski sağlıklarına kavuşabilmek için, 6 hafta iyi bir bakım sürecinden geçmek zorunda kalırlar. Uzayda kasları zinde tutmanın, zararı en aza indirgemenin tek yolu spordur. Bisiklet ve ağırlık kaldırma, astronotların günlük yapmak zorunda olduğu aktivitelerdir. Ayrıca, uzayda bulunan radyasyonun yüksek olması, astronotların lösemi kanseri olma riskini de oldukça artırır. Su ihtiyacının karşılanması ise ancak geri dönüşüm ile mümkün olabiliyor. Kullanılan suyun % 70 i geri dönüşümden kazanılıyor. Astronotların idrarları da bu geri dönüşümle, suya dönüştürülüyor. Düşünün, sürekli aynı su ile kahve içiyorsunuz, idrar ve diğer arkadaşlarınızın içtiği kahveyi tekrar tekrar içiyorsunuz. Yerçekimsiz ortamda uyumak, dünyada bir yatak üzerinde uyumaktan da çok farklıdır. Yatakta uyumanız mümkün değil, uçarsınız. Hatta yastığınız, yorganınızda uçar. Uzayda nerede uyuduğunuzun hiçbir önemi yoktur. Astronotlar, ya ayakta durarak ya da tavana yükselip yere paralel uyurlar. Bu koşullar altında, çalışan ve bilime katkıda bulunan bütün astronotlarımızı, saygı ile anıyoruz. Onlar, insanlık tarihine, adları ve emekleri hiç unutulmayacak şekilde yazılmış kahramanlarımızdır. Astronot olmak, bu zorlu eğitimlerden geçip, uzaya gitmek istiyorsanız ve disiplini seviyorsanız, yukarıda belirtiğim Uzay Ajanslarının her hangi birine başvuru gönderebilirsiniz. Bol şanslar! Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/astronot-olmak-ister-misiniz/ 45

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi

Kuantum Çoklu Evrenler

Büyüklüğü önemli olmaksızın, maddi olan her şey moleküllerden, atomlardan ve atomaltı parçacıklardan oluşur. Bu bakış açısı Everett`i kuantum mekaniğinin Çoklu Dünyalar yaklaşımına ve Kuantum Çoklu Evrenler anlayışına götürdü. Elli yıldan fazla bir süre sonra, Everett`in yaklaşımının doğru olup olmadığını hala bilmiyoruz. Ama kuantum kuramının dayandığı matematiği ciddiye ( Tam anlamı ile ciddiye) alarak Everett bilim dünyasının en önemli buluşlarından birini yapmış olabilir. Çoklu Evren Modelleri varlıklarını sayılara ve denklemlere borçludur. Bu varsayımı fazla ciddiye aldığımızı ya da belki de yeterince ciddiye almadığımızı zaman gösterecektir. Bilim insanlarını paralel dünyalar üzerine düşünmeye sevk eden matematiğin hepsinin veya bir kısmının gerçeklikle ilişkisi kanıtlanırsa, Einstein`ın meşhur sorusunun, yani evrenimiz sahip olduğu özelliklere sırf başka evrenler mümkün olmadığı için mi sahiptir sorusunun yanıtı kati bir ” HAYIR ” olacaktır. Evrenimiz, mümkün olan tek evren değildir. Özellikleri çok farklı olabilirdi. Pek çok çoklu evren önerisinde, o çoklu evreni oluşturan diğer evrenlerin özellikleri de farklı olacaktır. O halde, belli şeylerin neden oldukları gibi olduklarının esastan bir açıklamasını aramak anlamsızdır. Bunun yerine, istatistiksel olabilirlik ya da basit rastlantıyı kozmos kavrayışımıza ( olağanüstü geniş bir kozmos) kararlı bir şekilde dahil 46

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi edebiliriz. Ulaşacağımız sonuç bu mudur kimse bilmiyor. Fakat sadece yılmadan çalıştığımız takdirde kendi sınırlarımızı keşfedebiliriz. Sadece kuramların peşinde akılcı bir şekilde koştuğumuz taktirde gerçekliğin enginliğini gözler önüne serebiliriz. Yazan: İ. KAYA Kayna: https://cilginfizikcilervbi.com/kuantum-coklu-evrenler/

İlksel Kara Delikler Kara delik terimi oldukça yenidir. 1969 yılında Amerikalı bilim insanı John Wheeler bu terimi ilk olarak ortaya attı. Fakat bu kara deliklerin varlığının ilk tespiti değildi. 1783 yılında Cambridge`te öğretim görevlisi olan John Michell, yeterli ölçüde yoğun ve kütleli bir yıldızın ışığın kaçamayacağı yeğinlikte bir kütleçekim alanına sahip olabileceğini ve yoğun bir kütleçekim alanına sahip olacağını vurgulamıştı. Yıldızın yüzeyinden yayılan ışığın hepsi çok uzağa gidemeden yıldızın kütleçekim kuvvetince geri çekilecekti. Michell bu durumda çok sayıda yıldız olabileceğini öngörüyordu. Işıkları bize ulaşmadığı için onları göremiyor olsak da kütleçekim kuvvetlerini hissedebilirdik. Haklı çıktı. Bilim insanları, evrenin çok erken evrelerinde düzensizliklerin çökmesiyle meydana gelen, çok küçük kütleli ilksel kara deliklerin var olabileceğini düşünüyor. 47

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi Bu tip kara delikler çok daha yüksek bir sıcaklığa sahip olur ve çok daha büyük oranda ışınım yayarlar. Baslangıç kütleleri bundan daha az olan ilksel kara delikler şimdiye dek tamamen buharlaşmış olur, ama bundan çok az daha büyük kütlesi olanlar halen X ışınları ve gama ışınları biçiminde ışınım yayarlar. Bu X ışınları ve gama ışınları ışık dalgalarına benzer, sadece dalga boyları çok daha kısadır. Bu tip deliklerin kara sıfatını hak etmesi zordur. Renkleri beyazdır ve yaklaşık on bin megawattlik bir enerji yayarlar. Gücünden faydalanabiliyor olsak, böylesi bir kara delik on tane enerji santralini çalıştırabilirdi. Ama pratikte çok zordur diyebiliriz. Çünkü; Bir kara deliğin kütlesi, bir dağın kütlesinin bir santimetrenin milyon kere milyonda birinden daha aza, bir atom çekirdeğinin boyutlarına sıkıştırılmasına eşittir. Bu kara deliklerden biri dünyanın yüzeyinde olsaydı, onun yerin yüzeyinden dünyanın merkezine düşmesini engellemek olanaksız olurdu. En sonunda merkeze yerleşene dek toprağın altında bir aşağı bir yukarı salınırdı. Bu ilksel kara deliklerin yayınımından faydalanamıyor olsak bile acaba onları gözlemleme şansına sahip miyiz ? İlksel kara deliklerin yaşam sürelerinin büyük bir bölümünde yaydıkları gama ışınlarının peşine düşebiliriz. Çok uzakta oldukları için çoğunun ışınımı çok zayıf olsa da hepsinin toplamı tespit edilebilir. Plank`ın kuantum ilkesi bize her bir gama ışını kuantumunun çok yüksek bir enerjiye sahip olduğunu söyler. Yine de böyle bir kara deliğin Plüton kadar bize ( Evren mesafesi olarak çok yakında ) olduğunu düşünsek, Plüton mesafesinden gelen bu kuantumu gözlemlemek için, şu ana dek inşa edilenlerin hepsinden daha büyük bir gama ışını algılayıcısını gerektirir. Bu dedektörün uzayda olası gerekir, çünkü bu gama ışınları atmosferin içinden geçemeyecek kadar azdır. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/ilksel-kara-delikler/

48

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi

Yıldızların Özelliklerinin Bilinmesi Nasıl Oluyor?

Yıldızlar gözümüze ufacık ışık noktaları olarak görünecek ölçüde bizden uzaktır. Onların boyutlarını ve şekillerini göremeyiz. Öyle ise farklı türde yıldızılar olduğunu nasıl böyle uzaktan söyleyebiliyoruz ? Yıldızların ezici çoğunluğunun gözlemleyebildiğimiz sadece bir ayırıcı özelliği vardır, o da ışıklarının rengidir. Newton, güneş ışığının prizma denilen üçgen şekilli bir cam parçasından geçtiğinde, tıpkı gök kuşağındaki gibi, bileşiminde yer alan renklere (tayfına) ayrıştığını keşfetmişti. Bir teleskobu bir yıldıza veya bir galaksiye odaklayarak benzer biçimde o yıldız veya galaksiden kaynaklanan ışığın tayfını gözlemek mümkündür. Çünkü, yıldızlar farklı tayflara sahiptir. Ancak farklı renklerin göreli parlaklığı kıpkırmızı halde parlayan bir nesnenin yaydığı bir ışıkta ne bulmayı bekliyorsak her zaman onunla tam olarak aynıdır. Aslında kıpkırmızı halde parlayan opak nesnelerin yaydığı ışık, IŞIK TAYFI adını verdiğimiz ve sadece nesnenin sıcaklığına bağlı olan ayırıcı özellikte bir tayfa sahiptir. Bu şu anlama geliyor; Işığının tayfından yola çıkarak bir yıldızın sıcaklığını söyleyebiliriz.” Her kimyasal elementin kendisine özgü belirli bazı renk kümelerini soğurduğunu bildiğimiz için, bunları herhangi bir yıldızın tayfında eksik olanlarla eşleştirme yoluyla söz konusu yıldızın atmosferinde hangi elementlerin bulunduğunu tam olarak tespit edebiliriz. 49

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi 1920`li yıllarda gökbilimciler başka galaksilerdeki yıldızların tayflarına bakmaya başladıklarında çok garip bir şey buldular. Kendi galaksimizdeki yıldızlarda aynı ayırıcı özellikte kayıp renk kümeleri vardı, ancak bunların hepsi aynı göreli miktarda tayfın kırmızı sonuna doğru kaymışlardı. Bunun sonucunu anlamak için Doppler etkisini inceleyelim. Işık, elektromanyetik alandaki dalgalanmalardan veya dalgalardan oluşmaktadır. Işığın dalga boyu olağanüstü küçüktür. ( bir metrenin on milyonda dördü ile yedisi arasında yer alır.) Insan gözünün farklı renkler olarak gördüğü şeyler, aslında ışığın farklı dalga boylarıdır. En uzun dalga boyları tayfın kırmızı sonunda, en kısa renkler de tayfın mavi sonunda görülenlerdir. Şimdi bizden uzakta bir yıldıza baktığımızı hayal edelim. Eğer bu yıldız sabit bir dalga boyunda ışık dalgaları yayan bir yıldız ise, bize ulaşan dalgaların dalga boyları kaynaktan yayıldıkları dalga boylarıyla aynı olacaktır. Şimdi kaynağın bize doğru hareket etmeye başladığını varsayalım. Kaynak, ikinci dalga tepesini yaydığında bize daha yakın olmuş olacak, dolayısıyla dalga tepeleri arasındaki uzaklık da yıldızın hareketsiz olduğu duruma göre daha küçük olacaktır. Bu da dalga boylarının hareketsiz konumadan daha kısa olacağı anlamına gelir. Aynı şekilde, eğer kaynak bizden uzaklaşıyorsa, bu kez dalgaların dalga boyları daha uzun olacaktır. Bu yüzden, ışık açısından bu, bizden uzaklaşan yıldızların tayflarının, tayfın kırmızı sonuna doğru kayarken (kırmızıya kayma), bize doğru gelenlerde tayfların maviye kayacağı anlamına gelir. Bu tıpkı, bizden uzaklaşan arabanın sesinin algılayışımız gibi. Yoldan geçen arabaya kulak verin, araba yaklaşırken motor sesi daha yüksek perdeden duyulur. Ses dalgaları açısından, bu daha kısa bir dalga yoluna ve daha yüksek bir sıklığa karşılık gelir. Yanımızdan uzaklaştığında ise, ses daha düşük perdeden duyulur. Işığın ve radyo dalgalarının hareketi birbirine benzer. Hatta, trafik polisleri de kendilerine yansıyan radyo dalgalarının titreşimlerinin dalga boylarını ölçme yoluyla araçların hızını belirlerken Doppler etkisinden faydalanmaktadır. Yazan:İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/yildizlarin-ozelliklerinin-bilinmesi-nasil-oluyor/

50

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Bilim İnsanı

Lyra Kuyruklu Yıldızı

Lyra ( Lyrids ) kuyruklu yıldızının tozları çarşamba günü (22 Nisan 2015) yeryüzüne yağacak, Eski inançlara göre, kuyruklu yıldızın kayması ya da tozlarının ışık akımı şeklinde gökyüzünde görünmesi her ne kadar uğur getirdiğine inanılsa da birkaç yüzyıl öncesinden bilim insanları, Lyra kuyruklu yıldızının tozlarının yeryüzüne 22 nisanda düşeceğini hesaplamışlardı. Size kalan ise bu görsel şovu izlemek. Gece 3 ila 5 arasında daha yoğun bir şekilde düşeceği öngörülüyor. Gökyüzünde çıplak gözle gözlemlenebilen en ilginç olaylardan biri akan yıldız veya kayan yıldızlardır. Kayan yıldız, Dünyaya düşen gök taşlarının (meteor) atmosfere hızla girdiğinde hava sürtünmesi ile ısınıp yanması sonucu gökyüzünde çizgi boyunca hızla giden parlak bir tanecik şeklinde görülmesidir. Genellikle oluşan yüksek ısı nedeniyle gök taşı yeryüzüne inmeden yanıp yok olur. Nadiren ve eğer göktaşı yeterli büyüklükte ise yeryüzüne erişebilir ve düştüğü noktada hasara ve hatta krater oluşmasına neden olabilirler. Böyle bir hasar oluşumu bu seferlik beklenmiyor. Kuyruklu yıldızlar parçalandığında kopan parçalar yörüngeleri boyunca dağılır. Kuyruklu yıldızların yörüngeleri kendilerinden kopmuş ve yaklaşık aynı hızla hareket eden irili ufaklı göktaşları ile doludur. Dünya Güneş etrafındaki yörüngesi boyunca ilerlerken bir kuyruklu yıldızın yörüngesinden geçerken bu göktaşları atmosfere düşer. En parlak bir şekilde görmek için, şehir ışıklarının en az bulunduğu karanlık bölgeleri seçmenizde ayrıca tavsiye edilir. Avrupa ülkeleri bu olayı bizden daha net bir şekilde görecekler. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/lyra-kuyruklu-yildizi/ 51

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi

Yeryüzünde Keşfedilen En Büyük Meteor Çarpma İzi Araştırmacılar, Avustralya’da iki ayrı ve her biri 200 kilometrelik kraterler açmış, dev bir göktaşı izi buldular. Bu dünyanın yakın tarihinin en dramatik olaylarından biri olmalı diyor bilim insanları. Meteorun, yere yaklaşık 190 kilometre çapında iki dev delik ve 20 kilometre derinlik açarak orada ufalanmış olduğu belirtiliyor. Avustralya Ulusal Üniversitesi (ANU) Andrew Glikson`un açıklamalarına göre, bu çarpma bundan 300 milyon yıl ile 500 milyon yıl arasında ki dilimde gerçekleşmiş, şimdiye kadar keşfedilen en büyük ve en şiddetli çarpma. Avustralya’da Warburton Havzasında keşfedilen bu göktaşı izleri, dinozorların neslinin ortadan kalkması ile ilişkili Orta Amerika’da Chicxulub kraterinden, daha büyük olduğu için, yeryüzünde hayatın birçok formlarının sonunun gelmesinden sorumlu olabileceği tezi araştırmaya açıldı. Alınan örnekler ve yapılan çalışmalarda bu iki dev kraterinde aynı göktaşı tarafından açıldığı biliniyor. Yazan:İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/yeryuzunde-kesfedilen-en-buyuk-meteor-carpma-izi/

52

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi

Uzayda Cinsellik Ve Doğum Mümkün mü?

Yaşam kaynaklarımızı hızlıca tükettiğimiz için mi? Dünyanın ömrünün bir gün sona ereceğini bildiğimizden mi? Yoksa sırf merak eden araştıran canlı türleri olduğumuzdan mıdır bilinmez ama uzayda yaşam arayıp, orada kendimize yaşam koşulları oluşturma çalışmalarına başladık bile. Yaşama uygun gezegen arayışlarımız sürüyor. Uzay çalışmalarında, uzay üssü inşası, uzay giysileri, uzayda yiyecekler, bitki yetiştirme gibi konularda ilerleme gösteren bilim insanları, aynı başarıyı uzayda cinsellik konusunda da göstermeye çalışıyor. Çünkü, eğer uzayda yaşayacaksak, orada ürememiz, üremek için de cinselliği yaşamamız gerekliliği vardır. Uzayda cinselliğin nasıl yapılabileceğini bilmiyoruz. Fakat, uzayda seks yapmanın romantizmden çok bir külfet olduğunu, çok uğraş verilmesi gerektiğini biliyoruz. Yerçekimsiz bir ortamda cinsellik üzerine konuşan NASA doktorlarından Jim Logan, “Öncellikle yerçekiminin sıfır olduğu bir ortamda cinselliğin koreografisinin yapılması gerekir. Çünkü hiçbir yere tutunmadan boşlukta uçan iki insanın öpüşmesi bile zor. İş cinselliğe gelince sağa sola savrulmak kaçınılmaz. Uygun pozisyonların önceden belirlenip uygulanması gerekir.” Logan`a göre, yerçekimsiz ortamın en kötü etkilerinden biri olan ve astronotların da sık sık yakındığı mide bulantısı da romantizmi bozacak önemli bir etken.

53

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Astronomi Uzayda, astronotların çok fazla terlediği gerçeğini göz önüne alırsak, cinsellik sırasında ter damlaları havada uçuşacak, sıfır çekimli bir ortamda, kan basıncı düşeceğinden, bazı organlarda görevini iyi yapamayacaklardır. Bu sorunları aştığımızı farz edelim. Peki, anne karnında cenin oluşabilecek mi, yerçekimsiz ortamdan nasıl etkilenecek cenin, doğum gerçekleşebilecek mi ? 1994 yılında Medeka balıkları, uzayda çiftleştirilen ilk canlılar olup, yumurtalarından sağlıklı yavrular çıktı. Ve bu bize uzayda üremenin mümkün olduğunu gösterdi. Fakat, memeli hayvanlar (insanlar da dahil) hamile kalma süreci, plezantanın gelişim süreci, hamileliğin evreleri ve doğum fazlaca karışık süreçler içerir. Bu sorulara cevap arayan bilim insanları, fareler üzerinde gerçekleştirdikleri deneyler de şu sonuca ulaştılar: İnsanın uzayda, daha doğrusu yerçekimsiz ortamda üreyebilmesi mümkün olmuyor. Yani bir kadının uzay boşluğunda hamile kalması çok çok düşük bir olasılık. Çünkü, hem spermler yerçekimi yokluğunda yollarını bulmakta çok zorlanıyorlar. Hem de radyasyon kadın yumurtalarını ve erkek sperm hücrelerini olumsuz yönde etkiliyerek doğurganlığın önüne geçiyor. Bu şekilde döllenme mümkün olsa bile, kısa süre de döllenmiş yumurta ölüyor ve düşük gerçekleşiyor. Yazan: İ. KAYA Kaynak:

54

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Bilim İnsanları

Bir Dâhiyi, Deli Gibi Gösteren Fotoğrafın Hikayesi…

Einstein’in, bir organizasyon dönüşü sırasında, peşini bırakmayan fotoğrafçılar tarafından sürekli kameraya gülümsenmesi isteniyordu. O gün defalarca kameralara gülümsemek zorunda kaldıktan sonra “Bu kadarı yeter” diye gazetecilere bağırdı; ancak onları vazgeçiremediğini anlayınca bu sefer dilini çıkardı… İşin ilginç yanı, bu fotoğrafın orijinalinden kesilmiş olmasıdır. Aslında burda Einstein, eşi ve Dr. Frank Aydelotte ile birlikte bir arabanın arka koltuğunda oturmaktadır. Fakat ünlü bilim insanlarının bu fotoğrafı çok sevdiği ve sadece yüzünün olduğu bölümü kesip çoğalttıktan sonra arkadaşlarına kart attığı söylenmektedir. Böylece fotoğraf en ünlülerinden biri haline gelmiştir. Ayrıca 19 Haziran 2009’da orijinal fotoğraf bir açık arttırmada 74.324 dolara satılmış ve Einstein’ın en pahalı fotoğrafı olmuştur. Yazan: i. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/bir-dahiyi-deli-gibi-gosteren-fotografin-hikayesi/ 55

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Bilim İnsanları

Albert Einstein`ın Siyasi Görüşü

Albert Einstein gelmiş geçmiş en büyük dahi ve en büyük bilim insanlarından biridir bunu hepimiz biliyoruz. Peki, siyasi görüşü nedir? İşte bu konuyu bile irdelemek aslında, bilimin kimseyi putlaştırıp, kutsallaştırmadığını, objektif bir yaklaşımda bulunduğunu, iyi veya kötü tarafları ile konuyu irdelediğini ve eleştirisel yaklaşımlara açık olduğunu gösterir. Albert Einstein `in nükleer bombayla olan politik bağlantısı iyi bilinir. Başkan Roosevelt`e yazılan ve ABD`yi bu fikri ciddiye almaya ikna eden ünlü mektubu imzalamış ve savaş sonrasında nükleer savaşı engelleme çalışmalarına katılmıştır. Aslında Einstein`ın yaşamı, kendi ifadesini kullanırsak” politika ile denklemler arasında bölünmüştü.” Einstein`ın ilk politik faaliyetleri, 1.Dünya Savaşı sırasında Berlin`de profesörken gerçekleşti. Savaşa karşıt eylemlere katıldı. Sivil itaatsizliği ve zorunlu askerliğin reddedilmesi için halkın teşvik edilmesi gerektiğini savunmuş ve meslektaşları arasında pek hoş karşılanmamıştı bu görüşleri. Savaş sonrasında ise bu kez uzlaşma ve uluslararası ilişkileri geliştirme yönünde çalışmalar yürüttü. Bu da onu vize alma konusunda dersler ve konferanslar verdiği ülkelere gidişte zorladı. 56

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Bilim İnsanları

Einstein`in ikinci büyük hedefi siyonizmdi. Yahudi bir aileden gelmesine karşın Einstein kutsal kitaptaki Tanrı fikrini reddetti. Ancak toplumsal olarak 1.Dünya savaşının öncesi ve sonrasında yaşanan Yahudi düşmanlığı ( yükselen antisemitizm), giderek onun kendisini yahudi toplumuyla özdeşleştirmesine ve daha sonrasında siyonizmin samimi destekçisi olmasına yol açtı. Hiçbir şey onu, düşündüklerini söylemekten alıkoyamıyordu. Kuramları saldırıya uğradı, hatta Einstein karşıtı bir örgüt bile kuruldu. Bir kez suikasta uğradı. Ancak Einstein soğukkanlıydı. “100 yazar Einstein`a karşı ” adında bir kitap basıldığında cevabı yapıştırdı. ” Haksız olsaydım zaten biri yeterli olurdu !” 1933 yılında Hitler iktidara geldiğinde, Einstein Amerikada`ydı ve Almanya`ya geri dönmeyeceğini açıklayınca, Nazi milisleri evini basıp, banka hesaplarına el koydu ve bir Berlin gazetesinde şu başlıkla yayın yaptı. ” Einstein`dan iyi haber, Geri Dönmüyor!” İşte nükleer silah yapımında ABD`yi ikna etmesinin en büyük nedeni, Nazilerin böyle bir silah yapacak olmasının verdiği endişe ve korkudur. 1952 yılında kendisine İsrail`in cumhurbaşkanı olması teklif edildi. Sebebini ise şu ünlü cümleleri ile açıkladı. ” Denklemler benim için daha önemli, çünkü siyaset şimdiki zamanla, ancak bir denklem sonsuzlukla ilgili bir şeydir.” Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/albert-einstein-in-siyasi-gorusu/

57

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Bilim İnsanları

Teorik Fizik Ve Astrofizikçi Stephen Hawking’in Ünlü Sözleri

- Hayatım boyunca büyük sorularla yüzleşmekten büyük zevk aldım ve onlara bilimsel yanıtlar vermeye çabaladım. Belki de bu yüzden Madonna’nın seks üzerine yazdığı kitaplardan daha çok kitap sattım fizik üzerine. - Biz sıradan ortalama bir yıldızı olan ufak bir gezegendeki gelişmiş maymun türleriyiz. Ancak evreni anlayabiliyoruz. İşte bu bizi çok özel kılıyor. - Belli ki tanrı yalnızca zar atmakla kalmıyor, ayrıca gözleri kapalı oynuyor ve ara sıra da zarları görülemeyecek yerlere atıyor. - Milyonlarca yıl insan türü hayvanlar gibi yaşadı. Ancak sonra bir şey oldu tüm hayal gücümüzü ortaya çıkaran. Konuşmayı ve dinlemeyi öğrendik. Konuşma fikirlerin iletişimini sağladı, insanlığın birlikte çalışıp imkansız şeyler başarmasını da. İnsan türünün en büyük kazanımları konuşma ile geldi, ve en büyük hataları konuşmamaktan. Böyle olmamalı. En büyük umutlarımız gelecekle birlikte gerçek oluyor. Teknoloji kullanımı ile, imkanlar sınırsız. Sadece konuşuyor olduğumuzdan emin olmamız gerek. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/teorik-fizik-ve-astrofizikci-stephen-hawkingin-unlu-sozleri/ 58

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Daha Fazlası

Maksim Gorki Kimdir?

Aslında gerçek adı bu değil. Gorki rusçada acı demektir. Bu isim ona çevresi tarafından, çok acı bir hayat hikayesi olduğu için verilmiş. Asıl ismi Aleksey Maksimoviç Peşkov. Hayat hikayesinden bildiklerimiz, 5 yaşında iken babasının ölmesi, annesinin yoksulluktan evlenmek zorunda kalması ve kocasının Gorki`yi yanına almayı kabul etmemesi. 8 yaşında hamal olarak calışmaya başlaması, sokaklarda büyümesi ve yoksulluk, yokluk içinde bir hayat sürmesi. 14 yaşına kadar okula gidemeyen Gorki, bir gemide bulaşıkçılık yaparken okumayı sırf merak ettiği için öğrendi. Bir intihar girişiminde bulunmuş olması aslında yaşadığı hayat koşullarına bakınca şaşılacak bir durum gibi görünmüyor . Daha sonra da ilk öyküleri Tiflis’te bulunduğu yıllarda dergilerde yayınlandı. 1895’te Petersburg’da yayınlanan bir dergide çıkan “Çelkaş” adlı öykü ile ünlendi. Ardından “Yirmi Altı Erkek ve Bir Kız” öyküsü yayınlandı. Ünü hızla yayıldı. Marksizmi benimsedi. Komünist Parti içinde 1903’teki bölünmede Bolşevikler’e destek verdi. Ama partiye hiçbir zaman resmi üye olmadı. Halkını tutan çoğu aydının ölümü gibi oldu ölümü de. Oğlunun Mayıs 1935’teki ani ölümünü takiben Gorki de, 1936 yılında Haziran ayında öldü. Her ikisinin de ölümü şüphe altındadır. Zehirlendikleri iddia edilmiş, ama bu iddia hiçbir zaman ispatlanamamıştır. Gorki’nin cenaze töreninde tabutu taşıyanlar arasında Stalin ve Molotov da yer alacaklardır. 1938’de Buharin’in mahkemesinde Gorki’nin, Yagoda’nın NKVD ajanları tarafından öldürüldüğü itiraf edilmiştir. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/14-yasinda-okumayi-ogrenip-dunyanin-en-iyi-yazarlari-arasina-giren-maksim-gorki/ 59

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları


Daha Fazlası

Neden Bilim?

Neden Bilim? Çünkü, bilimi anlamak evreni, işleyişini, doğayı ve insani anlamaktır. Neden var olduk, nereden geldik, evren muhteşem bir tasarım mi yoksa tesadüfi mi? Bunların cevabini araştırmak,sorgulamak bilinçli bir yasam sürmenin en önemli adımlarıdır. Bilinçli yaşam ise huzur, mutluluk verir. Günlük hayatımızda kullandığımız her türlü elektrik ve elektronik aletlerden, tıptan, internetten, aşıya kadar her şeyin altındaki imza bilimin attığı imzadır. Dünya ya da ruhani görüsünüz ne olursa olsun, tarafsız bir şekilde gelin birlikte bilim çerçevesinde, ispatlanmış teorileri, bilim insanlarının buluşlarını anlamaya öğrenmeye çalışalım. Herkesin yasam sloganı, yeni bilgi ile beslenmek ve ilerlemek olmalıdır. Bu çerçevede ilk konumuz: NEREDEN GELDİK? HEPİMİZ BİRER YILDIZ TOZUYUZ ! DNAmızdaki karbon, dişlerimizdeki kalsiyum, kanımızdaki demir, içtiğimiz sudaki oksijen kendi içinde çökmüş bir yıldızdan yapılmıştır. Bu da bizi yıldız tozu yapar. ( Carl Sagan ) Yıldızlar ilk öldüklerinde geriye toz bırakırlar. Bu yıldız tozu, hidrojen, karbon, oksijen, silikon ve demir gibi elementlerle doludur. Yeni yıldızları, yıldız sistemlerini, gezegenleri ve elbette bizi oluşturacak ham maddelerdir bunlar. Etrafımızda gördüğümüz her şey bir zamanlar patlayan bir yıldızın kızgın çekirdeğinde üretildi. Yıldızlar bir elementi diğerine dönüştürürken hem kimyasal hemde genel yapılarını değiştirir, geliştirir. Bildiğimiz gibi bilim evrenin bundan 13,7 milyar yıl önce büyük patlama ile oluştuğunu söyler. Ağır elementler, yıldızların içinde üretilmiş olsa da, helyum gibi en hafif elementler büyük patlamanın ilk 10 dakikasında oluşmuştur. Hala evrendeki helyum bolluğu büyük patlamanın güçlü bir kanıtı olarak öne sürülmektedir. Bir yıldız parçası görmek ister misiniz ? Elinize bakınız, siz yıldız tozunun ete bürünmüş halisiniz. Hatta Sağ elinizdeki atomlar ile sol elinizdeki atomlar farklı yıldızlardan gelmiş olabilir. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/neden-bilim/ 60

Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.