Biz Kimiz?
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları 2012 yılından itibaren eğlenerek bilimi sevdirme misyonu ile hizmet vermekte olan bir oluşumdur. YouTube kanalımız ve web sayfamızda içerik üreterek eğlenceli bir şekilde bilimi sevdirmeye çalışıyoruz. Youtube: Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları Web Sitesi: cilginfizikcilervbi.com
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları Şimdide E - Dergide Her ay çıkarmayı planladığımız e - dergimizle, bir önceki ay içerisininde web sitemizde yayınlamış olduğumuz yazılarımızı, bir arşiv niteliğinde e - dergi severlere ücretsiz olarak sunacağız. Dergimizde; haberler, fizik, biyoloji, kimya, astronomi, matematik, bilim insanları, röportaj ve daha fazlası gibi bir çok kategori bulunmakta. Eğlenerek öğrenebileceğiniz bir çok konuda yazı dolu e - dergimiz sizlerle. Umarız keyifle okur ve geri dönüş yaparsınız. #BilimleKalın Ailemize katılıp, Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları yazarı olmak ister misiniz? Başvurmak için kendinizi anlatan kısa bir yazı ile birlikte en az 300 kelimelik bir deneme yazısını mail olarak bize atabilirsiniz.
Çıkmış olduğumuz bu zorlu yolda, siz de bize destek olup, katkılarınızla bu aydınlanma yolunda gücümüze güç katabilirsiniz. Yapacağınız her katkı, karanlık yolda bir meşale olarak destek olacaktır. Önümüzü ve geleceğimizi daha iyi görebilmek ve içerik üretebilmemiz için bir meşale de sen yak! Şimdiden teşekkür ederiz. Destek için: https://kreosus.com/cilginfizikcilervbi Reklam ve sponsorluk için: info@cilginfizikcilervbi.com mail atabilirsiniz.
1
Bilim Dolu Yolculuğa Çıkmak için Haydi Sayfayı Çevir!
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
İçindekiler Dolardan Önce Dünya Parası “Deniz Kabuğu”ydu (3) Kellik İle Vücut Yapısı Arasında Bağ Bulundu (6) Yeni Bir Balık Türü Keşfedildi (8) Bir Gıda Devrimi Bu Yıl Gerçekleşiyor (9) Okyanuslar Alarm Veriyor! (11) Özel Görelilik (12) Geleceğin Yakıtı: Hidrojen Enerjisi ve Hidrojen Pilleri (13) CERN´deki Deneylerde Kara Delik Oluşabilir mi? (15) Atom Dünyasına Yolculuk (17) Atom Dünyasına Yolculuk Bölüm: 2 (20) Evrimin İlk Olarak “Balık”larda Geliştiği Fikri Güçleniyor! (24) Gözümüzün Önünde Evrim Geçiren Kertenkeleler (25) Yaşamın Oluşumuna Dair (26) Neden Gıdıklanıyoruz? (28) Bizde Olmayan Fakat Öteki Canlıların Sahip Olduğu Olağanüstü 10 Duyu (29) İnsanların Diğer Canlılarla Olan Gen Benzerliği (34) Altın Kan: Dünyadaki En Nadir Kan Grubu (36) Niçin Herkesin Zekası Farklıdır? (38) Komada İken İnsan Ne Hisseder Ya Da Hisseder mi ? (39) Dil Öğrenmenin Yaşı Vardır! (41) İklim Felaketleri! Dikkat Ağaçlardan başınıza İguana düşebilir (42) Güneş Niçin Patlar? (43) 1A Türü Süpernova’lar Nedir? (44) İnsanlı Uzay Uçuşunun Antik Tarihi (45 Matematiğe İnanmalı mıyız? (48) Bilime Adamış Hayat: Marie Curie (50) Işığın Efendisi Thomas Young (52) Dünyayı Değiştirecek 10 Teknoloji (53) Doğa Konuşuyor (62) “Su”yun Bize Fısıldadıkları (68) Sorgulamanın Sırları (70)
2
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Dolardan Önce Dünya Parası “Deniz Kabuğu”ydu Eğer bunun gerçek olamayacağını düşünüyorsanız, anlatmama müsaade ediniz. Para, mal ve hizmet takası demektir. Türkçeye de Farsça Pare yani küçük parça sözcüğünden geçmiştir. Ülkelerin merkez bankaları ve dünya ticareti basılan paraların karşılığında bir değer sunarlar. Bu paranın sadece bir kağıt parçası olmadığını ve değerini ifade etmesi için gereklidir. Sunulan bu değerler günümüzde ülkenin altın rezervleri ya da petrol dolu varilleridir. Şu an parayla ne satın alabiliyor sanız o zamanda aynı şekilde deniz kabukları ile satın alabiliyor dunuz. Günümüzdeki para birimleri tarihi çok da eskiye dayanmıyor. İlk ne zaman nerede tam olarak kullanımının başladığı bilinmiyor fakat antik geçmişimizde bu kabukların izini süren araştırmacılar kabile ya da grup yerleşim yerlerinde 8000 yıl öncesine kadar süren para olarak kullanım izleri buldular. 9000 bin yıl önce ise iplere dizilen deniz kabuklarının sadece süs eşyası olarak kullanıldığı ayrıca tarih bilgisi olarak verebileceğimiz önemli bir detaydır. 1300 yıl boyunca birçok ülkede resmi para birimi olarak deniz kabuğu kullanıldı.1500’lü yıllarda yaygınlaşmaya başlayıp 20.ci yüzyıla kadar dünyada kullanılan para bildiğiniz deniz kabuğu idi. Hemen aklınıza fakir ülkeler kullanıyordu sadece düşüncesi geldi ise yanılıyorsunuz. 3
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Dünyanın her yerinde birçok ülkenin parası deniz kabuğu veya salyangoz kabuğuydu. Bu kabukların en yaygın kullanılanı ve dünya ticaretinde tanınanı Cypraea moneta idi. Tıpkı şu an para birimlerinin arasında en çok tutulanı dolar olması gibi. Cypraea moneta türü deniz kabukları ise en çok Hint Okyanusu`nda bulunuyor. Sonradan yapılan kazılarda ve tarihsel araştırmalarda bu kabukların hemen hemen her kıtada ve medeniyette kullanıldığı anlaşıldı. Amerika, Sri Lanka, Maldiv adaları, Doğu Hint adaları, Afrika kıyılarındaki ve zamanla iç kesimlerindeki ülkelerde, Malabar`da, Andes ve Meksika Körfezlerinde, Güney ve Doğu Asya’da, Çin, Avustralya, Yeni Gine, Güney Pasifik Adaları, Ortadogu, Kızılderelilerde vs. Hatta 1845 yılında Nemrut`ta yapılan kazılarda da Cypraea moneta türü deniz kabuğu paraları bulunmuştur.Kısacası insanoğlunun ayak bastığı her kıtada bu paraların izlerine rastlamak mümkün. Kıtalar ve ülkeler arası ticaret ağında bu para çok önemli bir yer tutuyordu. Bazen de aynı kıta içinde bulunan kabilelerde farklı deniz kabukları en değerli para yerine geçebiliyordu. Yinede bu durum ticaret ağını etkileyecek kadar önemli bir ölçüde değildi. Buna en güzel örnek, Avustralya kabileleri arasında görülüyor. Bir kabile için çok önemli ve değerli olan deniz kabuğu türü, öteki kabile için çöp değeri taşıyordu. Bu ise ticari anlaşmazlığı doğuruyordu. Para olarak değer biçmede deniz kabuğunun parlaklığı, desenleri, uzunluğu, yaşı gibi özellikleri büyük bir kriterdi. Kimi kabuklar ise düzgün parçalara ayrılır, tesbih gibi ipe dizilir ve ucuz olan malların alımında kullanılırdı. Aynı şekilde tipleri benzer olanlarda bir bütün olarak ipe dizilir ve değerlerine göre de bir ürün satın alınabilirdi. Kumar oyunu içinde kullanılıyordu. Örneğin, Nepal`de 16 tanesi bir ipe dizilmiş deniz kabuğu para yerine geçiyordu. Deniz kabukları para haricinde aynı zamanda da takı ve süs eşyası olarak da çok kıymetliydi. Bunlar kadınlık, doğurganlık, doğum ve zenginlik sembolleri idi. Hala Hindu festivali olan Tihar ve Deepawali için bu kabuklara tanrıça sembolü olarak ibadet ediliyor. Nasıl ki günümüzde bazı falcılar bir avuç baklayı masanın üzerine gelişi güzel atarak fal bakıyor ise geçmişte bu işi kahinler aynı şekilde deniz kabuğu atarak yapıyordu. Kullanım alanı ve deniz kabuğunun insanlara verdiği anlam inanılmaz genişti. Köle ticareti de bu paralar ile yapılıyordu. Afrika`da cinsel zevk ve iyi şans ile de ilişkilendiriliyordu. Alman kaşif Heinrich Barth’ın 1850 yılında kaleme aldığı anılarında Afrika’nın iç kesimlerinde bir öküzün fiyatının 1000 yıllık 1000 adet deniz kabuğu ettiğini ve Maniyoma kralının servetinin ise 30 milyon deniz kabuğu 4
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
olduğunu, çoğu servetini köle satışından elde ettiğini öğreniyoruz. Deniz kabuğu parası ,yirmilik, kırklık, ellilik, yüzlük diziler halindeydi. Bu dizilimler denizaşırı ticarette tüccarlara büyük kolaylık sağlıyordu. Bu kabuklar 20. yüzyıla kadar Afrika’nın ücra bölgelerinde kullanıma devam etti ancak sonraları yerini modern paraya bıraktı. Bunun içinde Uganda`da renkli, parlak salyangoz kabuğunun iki tanesine bir kadın satın alma 20. yüzyılın başına kadar olağan bir ticaretti. Modern paraların hükmüne meydan okurcasına, deniz kabuğu parası Solomon Adaları`nda hala kullanımda. Papua Yeni Gine adasının doğusunda bu paralar hala yasal para birimi olarak kabul ediliyor ve ticarette kullanılıyor. Umarım sahillerden deniz kabuğu toplarken elinizde atalarımız için çok kıymetli bir parayı tutuyor olduğunuzu hatırlarsınız. Şu anki deniz kabuğu koleksiyonlarının ise bir zamanlar kralların hazinesi olduğunu unutmazsınız…. Özgün Çeviri ve Makale: İ.KAYA Kaynak: ttps://cilginfizikcilervbi.com/dolardan-once-dunya-parasi-deniz-kabuguydu/
5
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Kellik İle Vücut Yapısı Arasında Bağ Bulundu
Genetik çalışmaya göre, saç dökülmesi ve kellik, daha çok ufak cüsseli erkekleri etkiliyor, Araştırma, Almanya Bonn Üniversitesine ait. Kellik ve saç dökülmesi özellikle erkeklerin korkulu rüyasıdır. Yaş ilerledikçe saç tellerinde incelme ve dökülme başlar. Bilim insanları, neden saçların döküldüğünü kesin olarak bilmiyor fakat çalışmalara göre şimdiye kadar en önemli sebep diye gösterilen erkek cinsiyet hormonu testosteronun bundan sorumlu olmadığını tespit ettiler. Bunun yanı sıra, saç dökülmesinin en önemli sebepleri arasında tiroid, bağırsak sorunları ve genetik yatkınlık olduğu ifade ettiler.. Bonn Üniversitesi araştırmacıları kelliğin sebebi ve çözümü için toplamda 20 bin denek ile çalıştı. İncelenen 20 bin denekten erken saç dökülmesi olan erkeklerin diğerlerine göre prostat kanseri ve kalp hastalığına yakalanma olasılıklarının daha yüksek olduğunu tespit ettiler. Ayrıca ilk defa hangi genlerin saç dökülmesinden sorumlu olduğu ve hangi fiziksel özelliklere sahip olanların kellik sorunundan daha sık muzdarip olduğu araştırıldı. Nature Communications dergisinde yayınlanan araştırmada 20 bin kişi kellik risk faktörleri açısından incelendi. Çalışma ekibi başkanı Stefanie Heilmann-Hambach ve ekibi, deneklerini toplamda 7 ülkeden seçtiler. Bu konuda bugüne kadar 6
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler yapılan en büyük genetik araştırmaya katılan 20 bin denekten yarısının saçları tam ve dökülme sorunu yaşamayanlar, ikinci yarısı ise saç dökülmesinden muzdarip olanlardı. Heilmann-Heimbach ve ekibindeki bilim insanları, genleri analiz ettiklerinde, insan genomunda erken saç dökülmesi riskini artıran toplamda 63 gen değişikliğini tespit ettiler. Saçın dökülüp dökülmemesinde önemli faktörleri olan gen değişikliklerinde bazıları şöyle.
Saç foliküllerinin hücre yapısı ve özellikleri Sac folikülleri diğer adı saç kökleridir. Saçın içinde büyüdüğü yapıdır. Bu yapı yağ üreterek deriyi ve saçı yağlandırır. Başka bir önemli gen değişikliği ise kafa derisindeki bağışıklık ve yağ hücrelerinin özellikleridir. Bu faktörler saçınız ile ilgili memnuniyet yaşayıp yaşamayacağınızı belirler. Buna ek olarak, çalışma sonuçları saç dökülmesinde sadece gen varyantlarının sorumlu olmadığını gösteriyor. Saç dökülmesi aynı zamanda kişinin fiziksel özellikleri ve hastalıklarla da bağlantılıdır.. İşte bu sonuçlar, araştırmanın en ilgi çeken kısmını oluşturuyor. Kelliğe sebep olan gen varyantlarından olumsuz etkilenen fiziksel özellikler arasında en dikkat çekici olanlar, ergenliğe erken girenler ve vücut boyu ortalamasının altında olan kişilerdir. Ayrıca, açık tene sahip olma ve kemik yoğunluğu fazlalığı da saç dökülmesini etkiliyor. Çalışma, erken saç dökülmesinin, diğer hastalıkların hangi süreçlerinden birebir sorumlu olduğunu göstermez. Bunun cevabını bulmak için daha kapsamlı başka bir araştırma yapmak gerekir. Çeviri: İ.KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/kellik-ile-vucut-yapisi-arasinda-bag-bulundu/
7
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Yeni Bir Balık Türü Keşfedildi
Dünya`da yaşayan canlı türlerinin sadece %5 i karada, geriye kalanların ise sular da yaşadığı göz önüne alınır ise bu keşfin ve buna benzer keşiflerin bizi şaşırtmasına hazırlıklı olmalıyız. Sidney ( Avusturalya) kıyılarından 200 km açıkta, okyanus altında volkanları inceleyen bilim insanları boyu 2 cm olan, vücuduna göre iri mavi gözleri ve dört büyük dişi olan, levrek ailesine ait olduğu sanılan 50 milyon yıl öncesinde evrimleşmiş bir balık türü keşfetti. Bu balık , ejderha versiyonunun bilinen en küçük üyesi gibi. Yapılan araştırmalar da yetişkin siyah balıkların boyunun 35 cm ye kadar ulaştığı tespit edildi. Okyanusun 5 km derinliğinde yaşayan bu canlılar hakkında araştırmalar devam ediyor. Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/yeni-bir-balik-turu-kesfedildi/
8
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Bir Gıda Devrimi Bu Yıl Gerçekleşiyor
Bir Gıda Devrimi Bu Yıl Gerçekleşiyor, Laboratuvarlarda üretilen etler yakında süpermarketlerde satışa sunulacak…. Birkaç yıl öncesine kadar, yapay bir şekilde laboratuvarlarda üretilen ete erişim inanılmaz pahalıydı.. Ancak son yıllarda, hiçbir hayvanın ölmesini gerektirmeyen, laboratuvar üretimi etin maliyeti hızla düştü ve süpermarket raflarında yerini alması çok yakın bir tarihte gerçekleşecek. Giderek daha fazla insan daha bilinçli bir şekilde gıdalara yaklaşıyor. Etten ve hatta hayvansal ürünlerden kaçınanların sayısı gittikçe artıyor. Şirketler de tüketici davranışındaki bu değişikliğe göre strateji belirliyor. Örneğin, vejetaryen ve vegan gıdaların oranı son yıllarda hızla arttı ve ürün yelpazesindeki çeşitlilik yıldan yıla artmaya devam ediyor. Bir sonraki devrim hemen yanı başımızda. Bu inanılmaz bir devrim çünkü, artık hiçbir hayvanın ölmesi gerekmeden “gerçek et” yiyebilmeyi mümkün kılıyor. 2013 yılında, Hollandalı Mark Post , canlı bir hayvan olmadan elde edilen laboratuvar etinin kıymasından yapılan ilk hamburgerleri kamuoyuna sunmuştu . Fiyatı inanılmaz pahalıydı çünkü o zamanlar laboratuvar eti ile ilgili araştırmalar bu noktada değildi. Hala emekleme döneminde olduğundan o ilk, hamburgerin fiyatına maliyet göz önüne alınarak yaklaşık 250.000 avro değer biçilmişti. Yinede bu gelişmeden büyük heyecan duyan, Google’ın kurucusu Sergey Brin, Bill Gates, Peter Thiel veya Richard Branson gibi birçok büyük şirket ve parası olan bireysel yatırımcılar, laboratuvar etinin potansiyelini gördü ve bu alandaki araştırmaları açık çek sunarak desteklediler. 9
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Mali destek sayesinde, laboratuvar eti araştırma şirketleri son yıllarda üretim süreçlerini önemli ölçüde iyileştirebildi. Örneğin sığır etine ek olarak, laboratuvarda tavuk eti de üretmeyi başardılar. Üretimin çeşitliliğinin yanı sıra, laboratuvar eti maliyetleri de büyük oranda düştü. Örneğin, şu an bir tavuk burger üretimi fiyatı artık sadece 100 dolar civarında. Süpermarket veya fast food zincirleri için fiyatı hala çok yüksek olmasına rağmen, gelişme doğru yönde ve hızla ilerliyor. ABD`nin girişimci şirketlerinden Just, sadece üç yıl içinde laboratuvar etinin üretim fiyatının muazzam düştüğünü ve birkaç yıla kadar ahırda et üretiminin çok daha pahalı bir seçenek haline geleceğini dile getirdi. Restoranlarda müşterilere ilk laboratuvar et sunumunun 2020 yılının sonlarına doğru olacağını ve lezzetinin yanı sıra fiyatı ile de tercih edileceği vurgulanıyor. Bu devrimin getirdiği pozitif değerler ise şöyle : Laboratuvarda üretilen et sayesinde artık, et tüketimimiz için hayvanları beslemek ve öldürmek zorunda değiliz Eti için yetiştirilen büyükbaş hayvanların doğaya saldığı metan gazları ve onları beslemek için harcanan gıda, temiz su miktarları göz önüne alındığında laboratuvar eti iklim için çok daha dost bir çözümdür. Ahırlarda, büyük kümeslerde yetiştirilen hayvanlara daha çok ve daha çabuk büyümesi için verilen ilaçlar, antibiyotikler yediğimiz et ile birlikte bizimde vücudumuza geçiyor. Aynı şekilde hastalıklı hayvanın hastalığını da etini tüketerek vücudumuza alma riskimizde büyüktür. Fakat yapay ette bu risk yok. Laboratuvar etleri hastalık ve ilaç içermiyor. Laboratuvar eti üretiminde tek zorluk üretim maliyetlerini dahada düşürmek değil, aynı zamanda etin kalitesi ve tadının gerçek hayvanın et kalitesinde ve tadında olmasıdır. Bu amaçla, neredeyse tüm girişimciler, laboratuvar etinin kalitesi ve tadı hakkında kendilerini son derece yardımcı olan, ünlü mutfak şefleriye işbirliği yapmaktadır. Bununla birlikte, sonuçta, tüketici yapay etin iyi olup olmadığına, sığır eti, domuz eti ve tavuğa gerçek bir alternatif sunup sunamayacağına kendisi, karar verecektir. Bekleyip göreceğiz… Çeviri: İ.Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/bir-gida-devrimi-bu-yil-gerceklesiyor/ 10
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Haberler
Okyanuslar Alarm Veriyor! 12 Araştırma kurumunun ortak çalışması sonucunda, okyanuslarda beş trilyon plastik parçasının yüzdüğü açıklandı. Olayın boyutunun ne kadar korkunç olduğunu anlatabilmek için, parçalanarak plastiklerin okyanuslarda ince bir katman oluşturduğunu ve küçük balıklar dahil, çoğu balığın midesinde olduğunu sanırım söylemek zorundayız. Okyanuslar Alarm Veriyor! Bilim insanları, her yıl kıyılarımızdan okyanuslara 5 milyon ton civarında plastiğin döküldüğünü düşünüyor. Bu plastik akışını yavaşlatmak ve mevcut kirliliği ortadan kaldırmak için, potansiyel kaynakları araştıran yetkililer listenin başında Çin`in olduğunu ve kıyıda yaşayan her ülkenin vatandaşlarının da bir şekilde bu kirliliğe katkıda bulunduğunu dile getirdiler. Okyanusların dibine çöken plastikler haricinde bir de trilyonlarca ufalanmış plastik parçalarının toplanabilmesi büyük bir sorun. Inrernational Coastal Cleanup ( Uluslararası Kıyı Temizleme ) gönüllüleri tüm dünyada 5.500 tondan fazla kıyı çöpü topladı. Bunun içinde 940.000 den fazla plastik şişe vardı. Çözüm ise, plastik kullanımını tamamen yasaklamak. Ortalama bir Amerikalı yılda 84 kilo plastiği çöpe atıyor. California`da ( San Jose bölgesinde) naylon poşet kullanımı yasaklanınca şehrin su kanallarında ki tıkanıklıklar % 90 azaldı. Dere ve nehirlerde ki naylon çöplerde % 60 düşüş oldu. Eğer yasaklanmasaydı bu çöpler direkt Pasifik Okyanusuna dökülecekti. Birçok deniz canlısı, kaplumbağa ve deniz kuşu çeşidi, sindirim sistemlerini tıkayan plastik parçaları yüzünden ölüyor. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/okyanuslar-alarm-veriyor/ 11
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Einstein zamanı için inanılması güç pek çok öngörülerde bulunmuştur, bunlardan en önemlileri: Cisimler hızlandıkça zaman cisim için daha yavaş akmaya başlayacaktır, ışık hızına ulaşıldığında zaman durmalıdır. Cisimler hızlandıkça kinetik enerjilerinin bir kısmı kütleye dönüşür, durağan kütleye sahip cisimler hiçbir zaman ışık hızına erişemeyeceklerdir. Cisimler hızlandıkça hareket doğrultusundaki boyları kısalmaya uğrayacaktır. Özel görelilik, mantığımıza ve sağduyumuza aykırı bir evren tanımladığından bilimciler 100 yılı aşkın bir süredir bunun doğruluğunu gözleri ile görmek ve bir açık bulmak umudu ile deneyler yapıp durmaktadırlar. Bu öngörülerin pek çoğu 1905’ten günümüze dek defalarca denenmiş ve doğru çıkmıştır:
12
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
İçlerinde çok hassas atom saatleri taşıyan uçaklar değişik yönlere doğru değişik hızlarla hareket ettirilmiş ve saatlerin kuramın hesaplarına yeterince uygun olarak yavaşladığı/hızlandığı gözlenmiştir. Zamandaki yavaşlamanın sadece saatte meydana gelmediğini, gerçekte yaşandığının kanıtı ilk olarak nötrino ve mü-mezon deneylerinde ortaya çıkmıştır. Güneşten dünyamıza gelen nötrino ve müonların ışık hızına çok yaklaştıkları (%99.5) için ömürlerinin (yaşam sürelerinin) Dünya’da üretilen durağan olanlara göre çok daha uzun olduğu görülmektedir. Parçacık hızlandırıcılarında ki hızlandırma deneylerinde bugüne kadar kütlesi olan hiçbir cisim, atom veya elektron, ışık hızına çıkarılamamıştır. Hız arttıkça kütlesi de arttığı için ivmelendirilmesi zorlaşmaktadır. Düzenleyen: Selim Öztemel Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/ozel-gorelilik/
Geleceğin Yakıtı: Hidrojen Enerjisi ve Hidrojen Pilleri
İleriyi gören bilim insanları, bir gün fosil kaynaklarının biteceğini düşünerek, yaklaşık 100 yıl önce den alternatif enerji arayışlarına yönelmişlerdir. 1839`da keşfedilmiş, 1932`de üzerinde gelişmeler sağlanmış ve 1952 yılında NASA tarafından uzay çalışmalarında enerji sağlayıcı olarak 13
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
kullanılan yakıt pilleri, 1960`lı yıllarda ilk yakıt hücreli traktör yapımı ile kara ulaşımında kullanıma sunulmuş 1980`li yıllarda yakıt hücreli tren, 1990`lı yıllarda yakıt hücreli denizaltı ve uçak ile gelişim göstermiş son yıllarda kara araçlarında ve güç santrallarinde yaygın araştırma ve uygulaması başarı ile gerçekleştirilmiştir. Neden hidrojen pilleri ? Çünkü : *Hidrojen enerjisi ve yakıt pilleri, saf su açığa çıkarken kullanılan elektronun enerjisidir. Ürettiği atık sadece saf sudur. *Yenilenebilir bir enerji kaynağıdır, çevreye zarar vermez. Bunun için, geleceğin çevre dostu enerji teknolojisidir. *Hidrojenden doğru akım, elektrik enerjisi üreten mekanizmadır. *Petrol kullanılan araçların jenaratörlerinde verim %15-20 arası olup, sesli ve kirli bir enerji kaynağıdır. Hidrojen pilinde ise, verim %30-40 arası olup, sessiz ve temiz bir enerji kaynağıdır. Yakıt pili istasyonları için 20 m² lik bir alan yeterlidir. ( Bu oran 2MW lik bir istasyon için gerekli olan alandır.) Bu durumda elektriğin tüketicilerin bulunduğu kentlerden uzakta üretilmesine gerek kalmamaktadır. Böylelikle, iletim hatlarının kısalığından dolayı, elektrik kaybı minumum seviyede olur. Çalışma prensibini, kimya bilgisi olmayanlar için en basit bir biçimde şöyle özetleyebilriz. Yakıt pilinde gerçekleşen dönüşüm, pil ya da akümülatördeki dönüşüm ile benzerdir.Yakıt pili ile bunlar arasındaki temel farklılık ise,yakıt pillerinin enerji dönüşümünü yakıt ve oksitleyici sağlandığı sürece gerçekleştirebilmesidir. Diğerlerinde ise bu dönüşüm içlerinde depolanmış enerji ile sınırlıdır. Yakıt pili 3 temel kısımdan meydana gelir.Anot(negatif elektrot),katot(pozitif elektrot) ve bu iki elektrot arasında kalan elektrolit(değişim zarı). Yakıt hücresinin içinde basınçlı hidrojen gazı (H2), negatif yüklü anota doğru pompalanır. Gaz katalizör boyunca itilir. H2 molekülü katalizöre dokunduğu an, hidrojen iyonu (H+) ve iki elektrona (e) ayrılır. Elektron geçişine izin vermeyen elektrolit yalnızca hidrojen iyonunun geçişine ve katot elektrota ulaşmasına izin verir.Elektron ise harici bir devreden katoda iletilir. Katotta buraya gönderilen O2 elektrolit üzerinde gelen hidrojen iyon ve dış devreden gelen elektron reaksiyona 14
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
girerek çevrim tamamlanır.Açığa ise emisyon olarak saf su çıkar.Dış devre üzerindeki elektron hareketi ise elektrik akımını oluşturur. Saf su açığa çıkar. Çünkü, suyun kimyasal formülü H2O dur, dolayısı ile Hidrojen ve oksijenin bir araya gelmesi ve çeşitli reaksiyonlardan geçmesi sonucunda ortaya çıkan atık, saf su olacaktır. Şu anki teknolojiyle üretilen yakıt pillerinin maliyetini arttıran en önemli malzeme platinyum olarak açıklanıyor. Günümüzün hidrojen yakıt piline sahip prototip otomobillerinden Chevrolet Equinox, bu değerli ve çok pahalı metalden 80 gram taşıyor. Uzmanlara göre 2025 yılına kadar bu değer 2 grama kadar inecek. GM`in son çalışmalarıyla ortaya çıkan yeni yakıt pili ise 30 gram platinyumdan yararlanıyor ve bu değerin daha da düşmesi için çalışmalar hızla devam ediyor. Geleceğin Yakıtı: Hidrojen Enerjisi ve Hidrojen Pilleri Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/gelecegin-yakiti-hidrojen-enerjisi-ve-hidrojen-pilleri/
CERN´deki Deneylerde Kara Delik Oluşabilir mi? CERN laboratuvarları bildiğiniz gibi çağımızın insan eli ile yapılmış en güzel ve en karmaşık teknolojisidir. Deneyler başlamadan önce, kara delik olacak biz insanları ve dünyayı yutacak denildi. Her zaman bilinmeyenden, cevabı bulunmamış sorulardan korkmuşuzdur. Kimi Tanrıya bir meydan okuma, kimi de Tanrıya daha da yakınlaşma bekledi sonuçlarından. Oysa ki bilimin amacı sadece gerçeklere ulaşabilmek, evreni ve oluşumunu anlayabilmek. 15
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Bilimsel bir çalışmadan söz etmek için, önce soruya cevap olacak teoriler üretilir. Bu teoriler kağıt üzerinde matematiksel olarak ispatlanır. Sonra da laboratuvar ortamında en fazla milyonda bir hata payı verecek şekilde sınanır. İşte bu laboratuvarın önemi ve korkulmasının sebebi, iki protonun çarpışmasından ortaya çıkacak enerjinin gücü. Deneysel parçacık fiziği Einstein’ın ünlü E=mc2 (kütle ve enerji birbirine dönüşebilir) denklemine uygun olarak, yüksek enerjili parçacıkları birbirine çarpıştırarak, açığa çıkan enerjiden yeni parçacıklar üretmeye dayanıyor Düşünün ; 27 kilometrelik tünelde 15 metre uzunluğunda normal mıknatıstan 90 bin kat daha güçlü 1500’e yakın, yüksek güçte mıknatıs var. Bu mıknatıslar tünelde tutulan her maddenin atomundaki proton parçacıklarını elektromanyetik dalgalarla hızlandıracak. Bu parçacıkların ışık hızına yakın bir hızda birbirleri ile çarpışması için LHC’nin 8 parçası, eksi 271 dereceye kadar soğutulacak. Eksi 271 dereceye ulaşıldığında bir protona kütlesinin 7 bin katı enerji verilecek ve parçacıklar, saniyede 40 milyon kez çarpışacak. 5000 GeV’lik (giga elektron volt) iki protonun kafa kafaya gelme ihtimali çok düşük, ancak iki proton kafa kafaya çarpıştığı an ortaya çıkacak fotoğraf, “kara madde”yi, bir başka deyişle kayıp maddeyi gösterecek. Çarpışmada saniyede 40 milyon fotoğraf çekilecek. Peki gerçekten bir kara delik oluşabilecek mi bu deneyler esnasında ? Bazı bilim insanları evet kesinlikle oluşur derken, bazıları da oluşmaz demesi her ne kadar kafa karıştırıcı da olsa, imdada, genel göreliliğin tüm karmaşık matematiksel denklemlerine göre gerçekleştirdikleri bilgisayar benzeri (similasyon), iki parçacığın çarpışmasıyla bir mini kara deliğin gerçekten oluşabileceğini göstermesi yetişiyor. Mini kara delikler eğer oluşursa bunun çok önemli olan farklı boyutları da ispatlayabileceğini ve bilimin zaten Higgs bozonunun bulunması ile farklı bir yöne doğru müthiş ilerlemesini hızlandıracağını unutmamamız gerekiyor. Fizikçiler LHC’de mini kara deliklerin ancak uzayın bildiğimiz üç mekan ve bir de zaman boyutunun dışında ek boyutlara sahip olması halinde ortaya çıkabileceği görüşündeler. Bazı kuramlara göre bizim duyularımızla algılayamadığımız, ancak bir parçacık hızlandırıcısında gözlemlenebilecek bu fazladan boyutlar uzay-zaman dokusuna örülmüş küçük halkalar içinde saklı. Aynı kuramlara göre fazladan boyutlar, Planck enerjisinin değerini büyük ölçüde düşürebilir. Dolayısıyla Dünyamızı yutmayacak ve varlıkları bozundukları parçacıkların dev detektörlerde saptanmasıyla anlaşılabilecek mini-kara deliklerin 16
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
ortaya çıkması, aynı zamanda fazladan boyutların varlığını da kanıtlamış olacak görüşü hakim. CERN Güvenliği Denetleme Grubu, çarpıştırıcının gerçekleştireceği bu deneyin doğada çoğu kez kendiliğinden oluştuğunu ve bir tehlike bulunmadığını savunarak, kozmik ışınların dünya ve diğer gök cisimleri ile sürekli benzer çarpışmalar yaşadığını söyleyerek haklı çıktılar. Şimdiye kadar yapılan tüm deneylerde böyle bir sorun ve tehlike yaşanmadı. Bir karıncanın kafasını kaldırıp, bir makinaya ve onun gücüne hayran kalması , korkması gibidir belki de bizim korkumuz. Yine de bilimsel öngörü ve kontrollü riskler bizi ilerlemeye götürecek unsurlardır. Elektronun bulunduğu gün kimse bilgisayarın icat edileceğini hayal edemezdi. Burada ki buluşlarında neler getireceğini tahmin etmek mümkün değil. Bilinen o ki, evrendeki tüm maddelerin sadece beşte birini açıklayabiliyoruz. Evrenin gizeminin çözülebilmesi için beşte dördünü oluşturan karanlık maddenin keşfedilmesi gerekiyor. Düzenleyen ve Çeviren: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/cerndeki-deneylerde-kara-delik-olusabilir-mi/
Atom Dünyasına Yolculuk
Şüphesiz hepimiz, ‘maddenin en küçük yapı taşı atomdur’ hipotezini duymuşuzdur. Bu yargı tamamı ile doğru bir yargı olarak görülmez. Doğru, madde içinde atom bulunur ama maddenin en küçük yapıtaşı atom değildir. Bir madde içinde atomdan daha küçük parçacıklar vardır. Bu parçacıklara ‘atom altı parçacıklar’ adı verilir. Maddenin en küçük yapı taşının atom olduğunun keşfi 20. Yüzyıla dayanmaktadır. Bu Fizik bilimi için o zamanlar bir dönüm noktası olarak sayılmaktaydı. Yapılan bu keşif sadece maddenin içeriğini öğreniyor olmamızla bitmedi, maddeleri ve öyle ki evrenin tümünü bir arada tutan kuvvetin ne olduğuna ilişkin yargıları tamamen değiştirdi. 17
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik Atoma dair teoriler ilk olarak 20. Yüzyılda ortaya çıkmamıştır. Bu teorilerin temeli Demokritos’a kadar dayanır. Yunan filozof Demokritos, her şeyin atomdan oluştuğu görüşünü geliştirmiştir. Hatta öyle ki bugün kullandığımız ‘atom’ kelimesi Yunan’lara dayanır. Yunanca da bölünemez anlamına gelen ‘atomos’ kelimesinden gelmiştir ve bu kelime Demokritos’a atfedilmiştir. Demokritos bir düşünce ortaya atmıştır. Bu düşünceye göre, maddeler sahip oldukları atomların özelliklerini göstermeliydi. Dolayısıyla Demokritos’a göre demirin atomları sağlam, suyun atomları ise pürüzsüz ve kaygandı. Demokritos’tan sonra 19. Yüzyılın başlarında John Dalton, elementlerin birleşimlerinde her zaman basit tam sayılı bir oran olduğu görüşünü ortaya atmıştır –katlı oranlar yasası- ki bu yeni bir atom teorisi idi. Bu yeni atom teorisi aslına bakarsanız ilk modern atom teorisi olarak sayılabilir. O dönemde çoğu Fizikçi, Fiziğin temellerinin keşfedildiğini artık bundan sonrasının bu temelleri geliştirmek olduğunu düşünüyorlardı. Bazı fizikçilere göre ise keşfedilmeyi bekleyen daha çok Fizik temeli vardı. O fizikçilerden biri 1896 yılında ‘X ışınları’ keşfini yapan bilim insanı Wilhelm Röntgen’in izinde ilerleyen Becquerel açıklayamadığı bir ışınım keşfettiğini belirtti. O zaman açıklanamayan bu ışınımın artık radyasyon olduğunu biliyoruz. Becquerel bu ışınımın Uranyum elementi kaynaklı olduğunu tahmin etmiş ancak kanıtlayamamıştı, bu ışınımın belirsizliği ünlü fizikçi çift Pierre Curie ve Marie Curie’nin keşfine kadar devam etti. Pierre ve Marie Curie çifti Radyum elementinin bozunumunu incelediklerinde radyoaktif özellikteki elementlerin içinde sabit ve görünürde tükenmez bir enerjinin var olduğunu keşfettiler. Bu keşif Fizik’te ki çoğu temel yasanın ihlali anlamına geliyordu. Aslında burada ki ihlal Fizik’te ki temel yasaların o dönemde henüz eksik olmasından kaynaklanıyordu. Bu keşiften bir yıl sonra J.J. Thomson atomlardan topaklar koparabildiğini açıkladı. Thomson negatif yüklü elektrotlardan yayılan ışınlar üzerine araştırma yaparken bazı görüşlerde bulundu. Bu negatif yüklü elekrotlardan yayılan ışınım kendine has yani bireysel taneciklerden oluşuyordu. Çünkü bu ışınımlar bir perdeye çarptırıldığında nokta benzeri ışık kıvılcımları yaratıyordu. Bu keşif bir çok gerçeğin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu ışınım negatif yüklüydü çünkü bir ışık demeti bir elektrik alanı tarafından saptırılırdı. Çok hafifti hatta öyle ki bir Hidrojen atomundan bile çok daha hafifti ve hangi element kullanılırsa kullanılsın Thomson bu ağırlığın değişmediğini gördü. Thomson’un atom modeli ‘üzümlü kek’ baz alınarak tanımlanır. Kek bir çekirdektir ki bu çekirdek içinde pozitif yüklerin bulunduğunu söyler ve kekin içinde dağılmış olarak bulunan üzümler ise negatif yükleri temsil eder. 18
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Thomson’un keşiflerinden sonra, Rutherford’da atom üzerine araştırmalarda bulundu. Rutherford, Manchester Üniversitesi fizik laboratuvarında, Thomson’un ‘üzümlü kek’ modelini test etmek amacıyla bir deney tasarladı. Bu deney sonucunda, ona 1908 yılında Nobel Fizik Ödülü aldığı ‘Atomun Parçalanması Teorisi’ni sundu. Bu teori radyoaktif özellikteki elementlerin yaydığı ışınımların sonucunda atomlarının parçalanması ile ilgiliydi. Aslında Rutherford bizlere radyoaktivitenin bir elementin kendiliğinden bir başka elemente dönüşmesi gerektiğini söylüyordu. Onun çalışmaları gelecekte atomun içini araştırıp, keşifler yapılmasına temel olmuştu. Niels Bohr atom üzerine yaptıüı çalışmalarla Rutherford atom teorisinin unutulmasının önüne geçti. Bohr’un çalışmaları ışığın atomlardan yayılması ve emilmesi üzerineydi. O bunun kesin örüntüsünü çıkartmak üzerine çalışmalarını sürdürdü. Bohr bunu, ‘yörünge kavramı’ ile açıkladı. Her elektronun belli bir yörüngede bulunduğunu ve bu yörüngelerin belli özgül değerler alabildiğini öne sürdü. Bohr’un yörünge modeline göre her bireysel elektronun enerjisi o elektronun bulunduğu yörüngenin çekirdeğine olan yakınlığı ile ilgiliydi. Bir elektron, çekirdeğe ne kadar yakınsa o kadar düşük bir enerjiye sahipti. Ama elbette ki elektronlar daha üst enerji seviyelerine çıkabilecek yeteneğe sahiplerdi. Bu durum elektronun belli bir dalga boyunda elektromanyetik ışınım emmesi sonucunda gerçekleşmekteydi. Bohr’un atom modeli yalnızca teorikti ancak birçok sorunu çözebildiği aşikardır. Atomun yapısına ilişkini bir sonra ki keşif şüphesiz James Chadwick’in yaptığı nötronun keşfidir. Chadwick’in keşfi, Rutherfod’un 1920’de yaptığı keşiflere dayanır. Rutherford, çekirdeğin içinde bulunana pozitif yükün itici etkisine farklı bir parçacığın sebep olduğunu düşünmüştü. Dolayısıyla kanıtlanmamış da olsa nötronun varlığı, Rutherford’un ön görülerine dayanmaktadır. Cahdwick, hocası Rutherford’un gözetiminde Alman fizikçilerin yaptığı berilyum elementini alfa parçacıklarıyla bombardımanı deneyi üzerine çalışıyordu. Bu deney sonucunda farklı bir ışınımın mevcudiyeti görüldü. Chadwick, bu deneyi tekrarladı ve bu ışınımın şüphesi Rutherford’un, çekirdeğin içerisinde protondan farklı bir parçacığın yani nötronun olduğu görüşünü doğruladı. Gelecekte nötron ve protonun temel parçacık olmadığı, atom altı parçacıkların yani kuarkların varlığı keşfedilecekti. Günümüzde atoma ve atom altı parçacıklara ilişkin çalışmalar devam etmektedir… Yazan: Sultan KIŞ Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/atom-dunyasina-yolculuk/ 19
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Atom Dünyasına Yolculuk / Bölüm 2 (
Bu evrendeki insanlık görevine atandığımız ilk gün itibariyle değişmeye başlıyoruz ; bu durum bazen istemli oluyor bazen istemsiz. Ya da bazen hızlı bazen yavaş. Dolayısıyla çevremiz de değişiyor ; eşyalarımız , sevdiklerimiz , alışkanlıklarımız… Bu değişim hengamesinde bulunmamız gayet normal. Çünkü : İçinde bulunduğumuz gezegen , gezegenimizin yer aldığı yıldız sistemi , yıldız sistemimizin bulunduğu galaksi , hatta ve hatta evrenimiz bile o “ilk” andan bu yana değişiyor. Biz de , bize verilen “bilinç” doğrultusunda sorgulayıp ” anlamaya ” çalışıyoruz bu hengameyi. Durum karışık olunca ben de Richard P. Feynman gibi , “Evreni ” oluşturan bu hareketli ( değişen ) nesnelerin , Tanrılar tarafından hazırlanmış bir “satranç” olduğunu düşünerek , bu karmaşayı bu tanımla basite indirgemeye tercih ediyorum . Öncelikle , izleyici olduğumuz için doğal olarak en başında kuralları bilmiyorduk . Ancak bu oyunu yeterince seyrettikten sonra bazı temel kuralları öğrenebildik. Burada oyunun temel kuralları temel fiziği temsil etmektedir. Ancak oyunu uzun süre izlesek de bazı özel hamlelerin neden yapıldığını anlamayabiliyoruz. Doğada da böyledir , hatta çok daha zordur ; ama yeterli gözlemi yaparsak belki bütün kuralları bulabiliriz. Bu sebeple doğayı anlamak istiyorsak eğer , incelemelerimizi daha temel bir soruya yönlendirmeliyiz ; temel kurallar nedir , nelerdir ?Çünkü : Kuralları biliyorsak , dünyayı ” anlıyoruz” diyebiliriz.
Resmin bütününü görebilecek miyiz ? 20
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
1900 yılında ünlü fizikçi Lord Kelvin ( William Thomson ) fizik biliminde sona geldiğimizi düşünüyordu. Daha doğrusu , fiziğin ufukta gözüken iki küçük bulut dışında bitmiş olduğunu iddia etmişti. Sonradan bu ” bulutların ” bizi kuantum ve görelilik kuramlarına ulaştıracak ipuçlarından başka bir şey olmadığı anlaşıldı. Peki her şey bitti mi ? Hayır. Şu an bizlerde iki bulut görüyoruz ; kara madde ve kara enerji . Evet , belki yolun yarısında bile değiliz. Belki hiçbir zaman resmin bütününü bile göremeyeceğiz. Ancak oyunun kurallarını anlama yolunda emin adımlarla ilerliyoruz.
Benzer Hamleler , Farklı Sonuçlar Hayatta ya da bilimde , eğer ilerlemek istiyorsak doğru yolu seçtiğimize emin olmalıyız. Eğer başlangıçta bir hata yaptıysak , daha sonrasında bu hatadan dolayı ilerlemekte güçlük çekebiliriz. Isaac Newton , bu oyunu başarılı bir şekilde gözlemleyebilen ilk kişilerden biriydi. Hatta Newton öyle başarılıydı ki , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşünceler , bulduğu kurallar bize hala ışık tutuyor. Ancak , bu kuralların her biri” doğru ” değildi , kütle çekim gibi . Doğrusu Newton’ın kütle çekim teorisi yanlış değildir , ancak bizi ileriye taşıyacak kadar da doğru değildir. Bunu bize fizik tarihine başarılarıyla damga vuran Albert Einstein Genel Görelilik teorisiyle göstermiş oldu. Bu karşılaştırma ; Newton mu yoksa Einstein mı daha zekiydi ? diye kullanılan bir karşılaştırma değildir. Bu karşılaştırmayı sık sık görürsünüz , duyarsınız. Çünkü : Popülerliği dışında bu karşılaştırma , fizikteki en önemli şeyin ; belli bir çerçeveyi kapsayan ” teorilerin” değil , evrenin tamamını kapsayan ” teorilerin ” geçerliliğini koruduğunu gösterir. Bu analojiden yola çıkarak , bu yazımızda mikro evrene konuk olacağız.
Atom Resmine İlk Bakış 19. yüzyılın sonlarına geldiğimizde , atom düşüncesi birçok bilim insanı tarafından biliniyordu – biliniyordu , fakat henüz herkes tarafından benimsenmiş değildi. Kısmen Newton ve Dalton’un mirası nedeniyle İngiltere’de atom kuramlarını kullanma yönünde bir eğilim vardı. Öte yandan , Almanya’da atomculuk fikrine karşı gösterilen direnç devam etmekteydi. Bu tabii ki tam anlamıyla Alman fizikçi ve kimyacıların atomlara kesin şekilde inanmadıklarını göstermiyordu. Ancak Viyanalı Ernst Mach’ın etrafında oluşan ampirik felsefe okulunun etkisi altındaydılar ve pozitivizmi savundukları için çoğu – atom gibi – doğrudan gözlenemeyen şeyleri kuramlarına sokmaya çekiniyorlardı. Ancak neyi savunduğunuz yapılacak deneyleri etkilemez. 21
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
Elektron’un keşfine giden yolculuk Elektron keşfedilmeden önce bilim insanları “elektriklenme” üzerine çalışıyordu. Günlük hayatımızda elektriklenme olayının örnekleriyle sık sık karşılaşırız. Bir kehribar parçasının , bir kürke sürtüldüğünde , küçük saç parçaları gibi madde kırıntılarını çekme gücü kazandığı binlerce sene önce bile bilinen bir olguydu. Hatta Platon , Timaios diyaloğunda ” kehribar çekimiyle ilgili mucizelere ” değinmiştir. Daha sonrasında , elektriksel çekimin çok fazla cisimde gözlemlenmesi , doğal olarak bilim insanlarında şu düşünceye yol açmıştı : “Elektrik , cisimlerin kendilerinin bir iç özelliği olmayıp , cisimlerin birbirlerine sürtünmesiyle doğan ya da aktarılan ve yakındaki cisimleri çekmek için yayılan bir tür ‘akışkandır’. “ ya da elektrik isminin babası olan William Gilbert’in deyimiyle , elektrik ” görünmez buhar ” idi. 17. yüzyılda ortaya çıkan bu tanım seneler sonra , Stephan Gray tarafından elektriksel iletkenliğin keşfiyle desteklenmiş oldu. 1706 yılında Francis Hauksbee , Royal Society’ye şöyle bir rapor sundu: Bir cam çubuk sürtünmeyle elektrikle yüklendiğinde , önce pirinç kırıntılarını çeker; fakat bu kırıntılar tüple temas ettikten sonra tüp tarafından itilirler. Daha sonrasında , elektriklenmiş olan cisimlerin diğer elektriklenmiş cisimleri ya çektiği ya da ittiği anlaşıldığında , bir tür mü yoksa iki tür mü elektrik var ? sorusu ortaya çıktı ; bu da elektriklenme konusunu daha karmaşık hale getirdi. Hauksbee bu raporundan 3 yıl sonra bir deney yaptı ; bir cam kabın içindeki havanın , kabın basıncı normal basıncın 1/60’ına ininceye dek dışarı atılması ve kabın bir sürtünmesel elektrik kaynağına bağlanması halinde , kabın içinde acayip bir ışığın oluşabildiğini gözlemledi. Ancak , Hauksbee bu ışığın doğasını açıklayamadı. 1743 yılında Benjamin Franklin , iki farklı türde elektrik olmadığını gösterdi. Sanılanın aksine durum şuydu ; (+) ya da eksik (-) olacak şekilde tek tür elektriğin iki yüzü vardı. Benjamin Franklin daha sonrasında ,yüklerin modern gösterimi olan pozitif ve negatif isimlerini verdi. Franklin, yükün taşıyıcısını pozitif olarak düşündü, ama hangi durumda yük taşıyıcısının pozitif ve hangi durumda yük taşıyıcısının negatif olduğunu tanımlayamadı. Bu konu üzerine çalışmalar devam ediyor , deneyler git gide hassaslaşıyordu. 1838 ve 1852 yılları arasında Richard Laming ; atomların , birim elektrik yüklerine sahip atom altı parçacıklar tarafından çevrelenmiş maddenin özünün birleşimi olduğu fikrini ortaya attı. Johnstone Stoney 1874 ‘ te “elektriğin tek kesin özelliği” olduğunu ve bunun da ” tek değerlikli iyonun yükü ” olduğunu öne sürdü. Stoney , Faraday’ın 1834 yılında yayınladığı Elektroliz yasaları doğrultusunda bu temel yükün (e-) değerini de tahmin edebilmiş olsa da bu yüklerin atomlara sabitlenmiş olduğuna ve ayrılamayacağına inandığı için hatalıydı. Yine de elektronun isim babalığını Stoney üstlendi. Başlarda ” elektriyon ” ismi kullanılmasına rağmen , 22
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Fizik
zamanın ünlü fizikçilerinden Hendrik Lorentz ” elektron ” ismini kullanmaya devam ettiği için bu temel parçacığın isminin “elektron” olarak kaldığı düşünülüyor. Bu yıllarda bir tarafta , bu gizemi çözmek için ” elektroliz ” olayına yoğunlaşan bilim insanları varken , bir tarafta da Francis Hauksbee’nin zamanında yaptığı gibi ” Seyreltilmiş gazlarda elektrik ” üzerine çalışmalarda bulunan başka bir ekip vardı. İkinci grubun en ünlüleri ; Julius Plücker , Eugen Goldstein , William Crookes ve J.J Thomson ‘ dı diyebiliriz. William Crookes içerisinde yüksek vakum olan bir tüp geliştirdi . Yani Francis Hauksbee’nin zamanında yaptığı deneyi daha net sonuç alabilmek için kapsamlaştırdı. William Crookes, Seyreltik gazlar içindeki elektrik boşalmalarını incelerken, katotun (pozitifliği ve negatifliği duruma göre değişen iletken uç ) çevresinde, bugün kendi adıyla anılan (crookes tüpü) karanlık bir bölge oluştuğunu gözlemledi. Katot ışınlarının düz bir çizgi boyunca yol aldıklarını, bazı maddelere çarptıklarında fosfor ışıma ve ısı çıkardıklarını kanıtladı. Katot ışınlarının özelliklerini incelemek için birçok aygıt tasarladı. William Crookes çalışmaları doğrultusunda elektronun keşfine giden yolda birçok keşif yaptı. Hatta , maddenin 4.hali olan “plazma ” üzerine ilk çalışma yapmış kişi unvanı ile tarihin başarı sayfalarına ismini yazdırdı. Belki yüzlerce bilim insanı yüzyıllarca bu konu üzerine çalıştı . Ancak , tam sonuçlar 1897 yılında J.J Thomson tarafından elde edildi. ( Ufak bir ek bilgi : Bazı kaynaklarda elektronun ispatını ilk yapan kişinin Walter Kaufmann olduğu , ancak Walter Kaufmann’ın bu keşfi fark edemediği de yazmaktadır. ) Kimliği açık biçimde saptanmış olan ilk temel parçacık elektrondur. Hiç kütlesi ve elektrik yükü olmayan birkaç parçacık türünü hesaba katmazsak , temel parçacıkların büyük bir farkla en hafifi elektrondur . Hafifliği , yükü ve kararlılığı nedeniyle elektron, fizik, kimya ve biyolojide eşsiz bir öneme sahiptir. Bir telden geçen elektrik akımı , elektronların akışından başka bir şey değildir. Elektronlar , Güneş’in ısısını üreten çekirdek tepkimelerine katılır. Daha da önemlisi , Evren’deki her normal atom , elektronlardan oluşan bir bulutla sarılmıştır. Elektron standart modelin “leptonlar” ( kütle olarak “hafif ” olanların bulunduğu ) olarak adlandırılan grubunda yer almaktadır. Ayrıca , elektronun keşfi sonrası , elektronun başrol oynadığı ve diğer temel parçacıkların davranışları üzerine birçok teori , ilke ortaya atılmıştır; Temel parçacıklar konusunda ” top ” noktamız (şimdilik!) yanda resmini gördüğünüz Standart Modeldir. Standart Model : Gözlemlenen maddeyi oluşturan, şimdiye dek bulunmuş temel parçacıkları ve bunların etkileşmesinde önemli olan 3 temel kuvveti açıklayan kuramdır. (Teoriye dahil edilemeyen kuvvet , Kütle Çekim. ) Yazan: Alper KİRLİOĞLU
Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/atom-dunyasina-yolculuk-bolum-2-elektron/ 23
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Evrimin İlk Olarak “Balık”larda Geliştiği Fikri Güçleniyor!
Kanada’nın kuzeyinde balık ile karada yaşayan hayvanlar arasında geçişi temsil eden bir canlının fosilini bulundu. Bilim insanları, Kanada’nın kuzeyinde balık ile karada yaşayan hayvanlar arasında geçişi temsil eden bir canlının fosilini bulduklarını belirtti. Tiktaalik roseae adı verilen balık benzeri canlı, kara hayvanları gibi hareket etmesini sağlayan uzuvlara da sahipti. Araştırmacılar, karada yaşayan canlılarla balıklar arasındaki geçişi temsil ettiğini belirttikleri canlının 375 milyon yıl öncesine uzanan fosiline ulaştı. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmada yer alan ABD’nin Drexel Üniversitesi’nden zoolog Edward Daeschler, “Tiktaalik, ilkel ve gelişmiş canlı özelliklerini barındırıyordu” ifadesini kullandı. Araştırmada, Tiktaalik’in balık olarak ele alındığında, balıklar ile timsah karışımı bir canlıyı yansıttığı belirtilirken, boyu 30 santimetre civarında olan canlının vaktinin çoğunu sığ sularda avlanarak geçirdiği ifade edildi. Solungaç, yüzgeç ve pulları olan Tiktaalik, kara hayvanlarına benzeyen bir boyna, gelişmiş göğüskafesine ve ilkel akciğerlere sahipti. Tiktaalik’in en şaşırtıcı özelliği ise balık-hayvanın dirsek ve kısmen gelişmiş bilekleri bulunan gelişmiş ön yüzgeçleri oldu. Bilim insanları, kara hayvanlarına benzeyen bu uzuvların, Tiktaalik’in karaya geçiş sürecinde kazandığını düşünüyor. Yazar: İ Kaya
Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/evrimin-ilk-olarak-baliklarda-gelistigi-fikri-gucleniyor/
24
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Gözümüzün Önünde Evrim Geçiren Kertenkeleler
Düşünün, hızla dönen rüzgarların oluşturduğu güçlü fırtınaların ortasında bir ülkede yaşayan küçük bir kertenkelenin çaresizliğini. Tutunduğu yerden koparılıp fırtınayla birlikte sürüklenip, o hızla bir yere çarparak ölecek. İşte bu trajedi Karayipler’de yaşayan kertenkelelerin sıklıkla karşılaştığı bir durum. Bu soruna karşı Karayip kertenkelelerinin kalıcı bir evrim geliştirdiğini ve bunun gelecek kuşaklarına gen aktarımını etkileyecek kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz. Araştırmanın sahibi Saint Louis`deki Washington Üniversitesi`nden Colin Donihue ve ekibi. Peki bu kertenkeleler bu sorunlarına çözüm için nasıl bir taktik geliştirdiler? sorusunun cevabı ise kertenkelelerin ayaklarındadır. Tutundukları yüzeyde rüzgara karşı daha dayanıklı bir tutunma sağlamak için ayak parmaklarında daha büyük yapışkan alanlara sahip olmayı başardılar. Özellikle kasırgaların çok sık olduğu adalardaki kertenkeleler üzerinde araştırma yapan ekip Karayipler ve Bahama adalarında 188 farklı anolis türü kertenkeleyi incelediler. Anolis tipi kertenkeleler, Amerika’ya özgü iguana kertenkeleleri ailesinden bir cinstir. Dünyanın en zengin tür çeşitliliğine sahip anolisler, toplamda 425`ten fazla tür ile amniyot tertapod cinsini temsil ederler. Karayipler ve Bahama adalarındaki bu canlıları yine aynı türdeki başka adalarda ki kertenkeleler ile karşılaştırdılar. Ortaya çıkan sonuç ise, kasırgaların sıkça yaşandığı adalar özellikle Karayipler`deki kertenkeleler üzerinde kalıcı bir evrim etkisi olduğudur. Burada yaşayan Anolis cinsi kertenkelelerin ayak parmaklarında fırtınaya karşı yüzeye tutunma kuvvetini artıran yapışkan yüzeylerin çok daha fazla olduğu gözlemlendi. Dolayısıyla araştırmacılar, kertenkelelerde ayak yapısı ile kasırga sıklığı arasında bir ilişki olduğunu fark etti. Çünkü Anolis cinsi kertenkeleler durduk yere ihtiyaç olmadan böyle bir evrim geçiremezdi. Ortam şartlarına uygunluk yaşam şansını artıracak en büyük 25
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji etkenlerden biridir. Dolayısıyla bu kertenkeleler fırtınada hayatta kalma şansını artırmak için daha çok yüzeye tutunma ihtiyacı duyarlar. Bunun içinde daha büyük parmak pedleri geliştirerek, kavrama yeteneklerini güçlendirdiler. Özellikle 2017 yılındaki Maria ve Irma kasırgalarından sonra, uzmanlar kasırgadan etkilenen adalardaki kertenkeleleri incelediler. Hayatta kalan kertenkelelerin ölenlere nazaran daha büyük ayaklı kertenkeleler olduğunu fark ettiler. Yapılan incelemelerde ise hayatta kalan kertenkelelerin ayak parmaklarındaki değişikliği gördüler ve gözümüzün önünde olan değişim ve evrim bilim insanları ve takipçileri arasında heyecan uyandırdı. Özgün Çeviri: İ.KAYA
Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/gozumuzun-onunde-evrim-geciren-kertenkeleler/
Yaşamın Oluşumuna Dair
Dünya’nın yaşının yaklaşık 4,54 milyar yıl olduğu, Zirkonyum kristalleri üzerinde yapılan radyometrik tarihlendirme ile ortaya çıkmıştır.Bunun 4 milyar yılda gelişmiş yaşam formu yaşamamıştır. İlkel zaman olarak adlandırabileceğimiz bu devrin sonlarında alg ve radilaria adı verilen canlılar ortaya çıkmışlardır. Dünya bundan aşağı yukarı 4 milyar yıl önce şekillenmeye ve ilkel prokaryotlar da yaklaşık 3 milyar yıl önce ortaya çıkmaya başlamıştır. Dünyanın yüzeyi sabit kalmamış, zaman zaman büyük jeolojik olaylarla yer kabuğunun şekli değişmiş, dağlar, denizler, göller meydana gelmiş ya da kaybolmuştur. Bu arada büyük iklim değişiklikleri ortaya çıkmıştır. Bu kıvrılmalara bağlı değişiklikler göz önüne alınarak “Jeolojik zamanlar” ayrılmıştır. Çevre koşullarında meydana gelen değişikliklere göre, canlıların bir kısmı tamamen ortadan kalkmış, bir kısmı değişerek uyum yapmış, bir kısmı da bu değişikliğe uyum gösterebilmiştir. Jeolojik zamanlar arasında kesin sınırlar yoktur. 26
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji Kısacası ; Dünyada yaşamın oluşabilmesi için bütün çevre koşullarının yaşama uygun olması çok uzun bir süreç içerir. Dünya 4.5 milyar yıl yaşında, aşağı yukarı güneşle aynı yaşta sayılır. Dünyadaki en eski kaya örnekleri 4 milyar yaşında görünüyor. Ancak aydan getirilen kaya örneklerinin incelenmesi bu sonuca varmamıza yol açtı. Başlarda atmosfer çok ince idi ,zira dünyanın hafif gazları tutacak “kütlesi- kütle çekimi” yok. Oysa atmosfer oluşumu canlı yaşam için çok önemlidir. Dünyaya zarar verecek asteroit yağmuru ve ultraviyole ışınlarının süzülmesi ve Dünya sıcaklığının belirli seviyede korunması gerçekleşmeliydi. Zamanla, Atmosferin oluşumu volkanik aktivite sayesinde gerçekleşti. Bilim adamları başka gezegenlerde hayat izini araştırırken ilk baktıkları şey volkanik açıdan gezegenin faal olup olmadığıdır. Volkanik aktivite hafif gazların olduğu kadar ağır metallerinde dünya yüzeyine çıkmasına neden oldu. Uzun süre 2.8 milyar yıl atmosferde oksijen bulunmuyordu.(Bunu pas oluşumundan, bıf veya binded iron formationdan anlıyoruz.) Okyanusların oluşumu hayat için kritik bir dönemeçtir. Okyanusların oluşumu dünyanın oluşum süreci esnasında kısmen soğuması sonucu volkanik aktivite ile kazanılan su buharının su haline geçmesi ile mümkün oldu. İlk okyanusların yine volkanik aktivite sonucu üretilen karbondioksiti erimiş halde tutması ve kayaçların karbondioksit ile rekasiyona girerek karbonat minerallerini oluşturması sonucu sera etkisi azaldı. Dünya canlı yaşamın başlayabileceği ölçüde soğudu. İlk prokaryotik organizmalar 3.8 milyar yıl önce ortaya çıktı. Çekirdekli hücre (Ökaryot) oluşması ise en az 2 milyar yıl sonra (1.5 milyar yıl önce) gerçekleşebildi. Bitkiler ve hayvanların yani tüm canlılar hücre ya da hücrelerden meydana gelir. Yine bu hücrelerin sahip olduğu genetik bilgilerinde, oluşan diğer hücrelere aktarır. Tek hücrelilerden çok hücreli organizmalara geçiş dünya üzerindeki yaşam sürecinde en önemli gelişmelerden biridir. İlk çok hücreli canlılara ise ilk defa bundan yaklaşık 700-900 milyon yıl önce rastlamaktayız. Yani yaklaşık 160-360 milyon yıl boyunca, ilk çok hücreli canlılar yumuşak vücut formlarıyla evrimleşmiştir. Bundan 542 milyon yıl önce ise ilk defa sert kabuklu canlılar evrimleşmeye başlamıştır. Karmaşık yapılı ve çok hücreli en eski fosil, bundan 600-580 milyon yıl öncesine aittir. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/yasamin-olusumuna-dair/
27
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Neden Gıdıklanıyoruz?
Her ne kadar gelişmemiş toplumlar da Evrim Teorisi ciddiye alınmazsa da, bilim çevrelerinde ve gelişmiş ülkelerde gerçekliği konusunda tartışmalar aşılmış. Artık evrim ile ilgili yeni teoriler üretilmeye başlanmıştır. İlk hücreden bu yana geçen 4 milyar yıllık süreç içinde, evrim ağacında bize en yakın akrabalarımız olan maymunlar ile molekül, kas, DNA benzerliğimiz %97 . Sadece %3’lük farklılık sonucunda beynimiz gelişti, insan olduk. Gıdıklanma, ayak altı, boyun, koltuk altı ve karın bölgesinde yoğunlaşır. Gıdıklanma esnasında beynimizde uyarılan bölge “cerebral kortex” denilen bölgedir. Gıdıklandığımız zaman sinir uçlarından direkt bilgi bu bölgeye gider. Beynimizin ” cerebral cortex ” denilen bu bölgesi her canlıda, tıpkı parmak izi gibi farklılık gösterir. Ayrıca bizi hayvanlardan ayıran en belirgin bölgedir. Korkularımız, acılarımız, anılar, duygular, seks zevkini yaşamak bu bölgeye gelen sinyaller sonucunda oluşur. İşte gıdıklandığımız an bu bölgeye giden sinyalleri iyi okuyabilmek için, evrimde çok geriye gitmemiz gerekiyor. Insanoğlunun ormanda yaşadığı zamanlar da uyku halinde ya da dinlenme halinde kendini koruyacak sinir uçlarının onu uyaracak bir şekilde evrimleşmesi sayesinde ayağının altında yürüyen zehirli böcek ve yılanlardan kendini korumaya çalışmış. Boyun bölgesinden bir hamle ile şah damarına saldıracak yırtıcı kedilerden de sakınmak , onlara yem olmamak için de aynı zamanda boynuna dokunulduğun da beynin korku kısmı olan “cerebral cortex” i uyandıran sinir uçları geliştirmiştir. Bu da habersiz dokunulduğu an tepki vermemize yol açar. Kendimizi gıdıklayamamızın sebebi de, yapacağımız hareketin bilgisine sahip olan beyin zaten kendisini buna hazırlamış olmasıdır.. Orta da ne bir tehdit ne de tehlike söz konusudur. Bunu bilen beyin dolayısı ile cerebral cortex`i uyarmıyor. Kısacası gıdıklanmanın altında büyük bir ölüm ve acı duyma korkusu yatmaktadır. Yazar: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/neden-gidiklaniyoruz/
28
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Bizde Olmayan Fakat Öteki Canlıların Sahip Olduğu Olağanüstü 10 Duyu
Bizim beş duyu organımızla algıladıklarımızın dışında, çok ilginç ve olağanüstü duyu organlarına sahip olan canlıların olduğunu bilmek çok şaşırtıcı. Halbuki bizler, uzun süre insanoğlunun en mükemmel yaratıklar olduğunu sanıyorduk. İşte bu yargınızı değiştirecek bir yolculuğa çıkacağız şimdi. Çiçeklerin ilk bakışta gördüğümüzden daha renkli, tuhaf şekli olan burunların genellikle çok yararlı olduğu, bitkilerinde duygulara sahip olduğunu kısacası duyusal algı dünyasında hiçbir şeyin tuhaflık olarak karşılanmadığı bir alana gireceğiz. Hazırsanız, başlayalım…
1) Bal arıları ve yaban arıların gözleri bizim gördüklerimizden farklı olarak ultraviyole ışınlarını da algılar.
Başının iki yanında petek gözlerinin yanı sıra başının üstünde de üç tane nokta gözleri vardır. Bu gözlerle, uzaktaki bir cismi 60 kere büyütülmüş şekilde görürler. Ultraviyole ışınlarını algılayabilmeleri demek, daha yüksek frekanslardaki ışığı algılayabiliyorlar, demektir. Sadece bu özellik bile arılara biyolojide yepyeni bir
dünya açar. Birçok bitki, sadece bu dalga boyu aralığında görülen desenler ve renk varyasyonları gösterir. Bu da çiçek tozlayıcı arılar için ek bir bilgi demektir. Çoğu çiçek, ultraviyole aktif renk şeridi ile böcekleri nektarlarının olduğu yerlere doğru yönlendirir. 29
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
2) Polarize ışık gözlerine sahip olanlar.
Biyolojik olarak tıpkı ultraviyole ışın algısına benzer bir işleve sahiptir, ancak fizyolojik olarak bu ek bilgileri algılamak biraz daha karmaşıktır. İlk defa duyanlar için polarize, görüntüde yansıma ve parlamayı kesen bir filitredir. Örneğin yağmurdan sonra tekrar çıkan güneşin suda veya
zeminde parlaması, ayna görevi görüp gözü yanıltmasının önüne geçer. Böcek gözleri işte polarize ışık için mükemmeldir. Canlı gözlerinde ışığa duyarlı molekülün adı rodopsindir. Rodopsin, retinada da bulunan morumsu-kırmızı ışığa duyarlı bir pigmenttir. Böceklerde rodopsin molekülüne gelen ışıklar bizde olduğu gibi rastgele karışmaz. Böceklerde her duyusal hücre belirli bir polarizasyon yönünü algılamayı tercih eder. Peki bu hücreler hangi polarizasyon yönünü algılamayı nasıl tercih ediyorlar diyecekseniz, olay çok basit. Yerin manyetik alanına tam olarak dik polarize edilmiş ışığı en iyi emiyorlar. Kısacası oldukça gelişmiş görme yetenekleri ile arılar, ufuk çizgisini görebiliyor, bunu baz alarak yollarını buluyorlar. İşte bu yetenekleri sayesinde de karıncalar ve arılar, hızla ve kolayca eve dönüş yollarını bulabiliyorlar. Ahtapotların ve bazı örümcek türlerinin de polarize ışığı emen özel gözlere sahip olduğunu da ek bir bilgi olarak söyleyebiliriz.
3) Dokunma Hissine Sahip Bitkiler
Venüs sinek kapanı bitkisi bir diğer adı da sinekkapan bitkisi buna iyi bir örnektir. Bu bitki yapraklarının iki ucunda yer alan üçgen şeklindeki üçer tüyün, fiziksel uyarımları elektriksel uyarılar dönüştürebilme özelliği olduğu ve avın yaprak üzerindeki hareketi ile bitkinin elektrik mekanizmasını kullanarak avını yakalar. Böcekler ile beslenmesinin sebebi minerallerden arınmış bir toprakta yaşadığı için bitki köküyle alamadığı besini evrimleşerek kapan ile avlama sayesinde almaktadır. Dokunma hissini o kadar geliştirmiştir ki, her dokunuşa tepki vermez. Avının uygunluğu, büyüklüğü, hassas antenlerine dokunuş sayısı ve zamanı ile kendi karar verir. Bu dokunma hissinin nasıl çalıştığı henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Bununla birlikte bitkinin azot eksikliğini gidermek için bu şekilde azotlu besinleri kullandığı sanılmaktadır. Bitkinin istediği kriterlerdeki avı geldiğinde saniyede on metre hızla ilerleyen kapaklarını kapatır. 30
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
4) Ortamdaki en ufak karbondioksit değişimini hissetme Yayın balığı için avının kendini ne kadar iyi kamufle ettiğinin hiçbir önemi yok. Onu bulması için avının sadece nefes alması yetiyor. Çünkü her hayvan küçük karbondioksit ve proton izleri bırakır. Platosus cinsi mercan yayın balığı işte avını gözüne kestirdiğinde sudaki karbondioksit konsantrasyonunda ki en küçük değişikliği bile hissedecek duyular geliştirmiştir. Balıklar gece avcılarıdır ve çoğunlukla deniz tabanındaki solucanları yerler. Dolayısıyla görme duyuları onlara çok az bilgi verir ve onlarda solucanların ufacık miktarda bile olsa yaydığı solunum gazlarının farkına varırlar. Yayın balıkları hassa duyularını takip ettiğinde avının bunun için hiçbir kaçış şansı olmaz.
5) Yankıyı hissetme ve üç boyutlu görüntüsünü oluşturma yeteneği
Tahmin ettiğiniz gibi yarasalardan bahsedeceğiz..Yönlerini bulmak için yüksek titreşimli ses dalgaları gönderirler. Tüm yarasa ve meyve yarasa türlerinin yarısı avını ve uyku yerlerine giden yollarını bu şekilde bulurlar. Geri gelen ses dalgalarından nesnenin ya da canlının gerçekte olduğu gibi görüntüsünü oluştururlar. Kulakları, sesi mümkün
olacak en iyi şekilde yakalamak için özel olarak şekillendirilmiş, gibidir. İşitme sistemleri o kadar hassastır ki yarasalar bir kilohertzin on binde biri kadar olan frekans farklarını bile algılar. Kilohertz, bir saniyede bin titreşimi olan elektromanyetik dalga boyu ölçüsü birimidir. Çoğu insanın inançlarının aksine, tüm yarasa çağrılarını duyacak hassasiyette kulaklarımız yok.
6) Koku duyuları ile hiç görmedikleri, atalarının yaşadığı yeri bulma 31
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji Bahsettiğimiz hayvan Somon balığı. Somon balığının hayatı sıra dışı hayatlara verilecek en güzel örneklerdendir. Tatlı sularda doğarlar. Irmaklarda tatlı sularda başlayan yaşantıları yetişkin olana kadar bir yıl bu sularda devam eder. Yetişkin olduktan sonra denize göç etmek için yolculuğa başlarlar. Bu yolculukta şelalelere tırmanıyorlar. Akıntılara karşı ters yüzme bile onları durduramıyor. Göç esnasında tatlı sularda doğmuş olsalar bile, vücutlarında sıra dışı dönüşümler ile fizyolojileri tuzlu suda yaşayacak şekilde dönüşüm geçirir. Binlerce kilometre süren bu yolculukları sonucunda ebeveynlerinin yetişkin olarak yaşadıkları sulara kavuşmuş olurlar. Somon balıkları o kadar sıra dışıdır ki, kendi doğdukları nehir hatta nehrin hangi kolunda doğdular ise oraya geri dönerek yumurtalarını bırakarak yaşamlarına son veriyorlar. 1954`te araştırmacılar, balıkların binlerce nehir ve akarsular arasında kendi doğdukları nehri hissetmek için koku duyularını kullandıklarını saptadılar. Somon balığını bu kadar etkileyici hassasiyette koku duyularına sahip olmasını sağlayan moleküller nelerdir? Çoğu kanıt amino asitleri gösteriyor. Amino asitlere diğer hayvanlarda güvenir. Örneğin alabalık derisindeki amino asit algısı sayesinde en ufak bir ortam değişikliğini algılar. Aynı zamanda insan derisinde de büyük miktarda bulunur. Balıkçı avlandığı sularda elini yıkadığında, insandaki amino asit kokusunu alan balıklar diğer balıkları uyarır.
7) Kök uçlarını kullanarak akrabalarını tanıma : Bitkilerin en hassas duyu organları muhtemelen kök uçlarıdır..Bitkiler kök uçları sayesinde sadece yabancı türleri ayırt etmez aynı zamanda da yakın akrabalarını tanırlar. Akrabalarına, yabancı bitkilere davrandıkları agresif rekabet davranışlarını sergilemezler. Hatta kendi köklerini genetik olarak birebir aynı olan öteki bitkiden ayırt edebilir. Peki bunu nasıl yapıyor? Yapılan araştırmalara göre, bu yetenek büyük olasılıkla kökler tarafından salınan bazı maddelerin saptama yapması sonucu olduğu düşünülüyor. Örneğin çilek ve bezelye kökleri toprak altında yabancı kökler ile karşılaştığında büyümeye ve onların alanlarını işgal etmeye devam ediyor. 32
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Fakat kendileriyle genetiği aynı olan akrabalarıyla karşılaştıklarında hemen köklerinin büyümesini durduruyor, alan işgali yapmıyor. Daha da ilginç olan ise bitkinin kendisini nasıl tanıdığıdır. Deneyler, bu tanımada çözünür bir maddenin de rol oynadığını, ancak temel olarak farklı bir mekanizmaya göre bu sistemin çalıştığını göstermektedir. Bazı bitkiler döngüsel olarak farklı miktarlarda madde salabilir. İşte bu miktar ve madde bitkinin kendi spesifik ritmini tanımasına yardımcı olmuş olabilir.
8) Yan ya da kenar organına sahip olmak
Balıklar ve amfibiler su hareketlerini algılarlar. Bu uzaktan bir tür dokunsal bir duyudur. Sudaki hayvanlar için özellikle de su bulanık veya ışığın geçmesine izin vermeyecek derinlikte ise balık sürüsü yanal çizgi organları ile hareketlerini koordine ederler. Eğer bir balık yön
değiştirirse komşu balık suyun basıncındaki değişikliği fark eder ve kendini ona göre hizalar.
9) Dünyanın manyetik alanını algılayabilme
Kuşların ve kaplumbağaların dikkat çekici yön bulma yetenekleri, dünyanın manyetik alanını algılaya bilmelerine dayanır. Birçok canlı aynı şekilde manyetik alanları algılıyor olduğu halde birçok durumda bunu nasıl yaptıklarını hala bilmiyoruz. Manyetik alanı algılayabilme becerisi her canlıda farklı bir yöntemledir, insanlar ise pusula yardımı ile yönlerini bulur. Manyetik duyu neredeyse hiç araştırılmamıştır. Ancak kuşların gözlerinde bulunan gelişmiş bir sistem sayesinde ışığa bağlı olarak manyetik alanı algılayabiliyor. Deniz kaplumbağaların da da benzer şekilde manyetik alan algılama hissi olduğu biliniyor. Ayrıca inekler, tavuklar, tilkiler ve böceklerde de bu yeteneğin olduğu dile getiriliyor. Yinede çoğu hayvanın hangi yöntemi kullandığı hakkında fazla bir bilgi henüz yok.
10) Yıldız burunlu köstebeklerinin çok özel dokunma hisleri
33
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Muhtemelen dünyadaki en garip duyu organı, yıldız burunlu köstebeklerin burunlarıdır. Silindir gövdesi üzerinde kısa sivri bir kafa ve kafanın üzerinde 22 adet parmak şeklinde cilt uzantısı bulunur. Bunlar, potansiyel av hayvanlarının izlenebildiği ve bir saniyenin kesirleri içinde atak yapabilen dokunsal organlar olarak işlev görür. Hareketler o kadar hızlıdır ki insan gözü o anı takip edemez. Özel kameralarla yapılan son ölçümler bir yıldız burunlu köstebeğin saniyede on üç potansiyel ava dokunabileceğini ve inceleyebileceğini gösterdi. Oldukça hassas uzantılar, avlarının kas hareketi sırasında ortaya çıkan elektriksel impulsları algıya
bildikleri elektro reseptörler olarak işlev gördüğü anlaşıldı. Çeviri: İ.Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/bizde-olmayan-fakat-oteki-canlilarin-sahip-oldugu-olaganustu-10-duyu/
İnsanların Diğer Canlılarla Olan Gen Benzerliği Genlerin görevi dokunun ne özellikte olacağını diğer yardımcı birimlere aktarmaktır. Sentezlenecek proteinlerin şifresi genlerde yer alır. Her ayrı protein için ayrı bir gen vardır. İnsanların Diğer Canlılarla Olan Gen Benzerliği İnsan vücudunda yaklaşık olarak 30 binin üzerinde gen olduğu söylenmektedir. Bu genler aracılığı ile deri rengimiz, boyumuz, el, ayak yapımız aklınıza gelecek tüm özelliklerimiz protein üretim aşamasında proteinlere aktarılır. Ve bizi biz yapan özelliklerimiz ortaya çıkmış olur. Kısacası genler bizi biz yapan tüm özelliklerin şifresini taşırlar. Genetik özellikler genler vasıtasıyla anne babadan yavrulara geçer. Mitoz ve mayoz bölünmeler sırasında bu aktarım olur. 34
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
“Tek hücreli canlılardan insana doğru gittikçe gen sayısı artıyor.” Ancak bir fareyle insan arasındaki gen farkı sadece 300. İnsanı fareden üstün kılan işte bu genler. DNA üzerindeki bu küçücük hata bile canlı bir organizma üzerinde korkunç sonuçlar doğurabilmektedir. Belki zaman zaman televizyonlarda görmüşsünüzdür. 6 ayaklı koyun, iki başlı sığır veya yapışık ikizler. Bu canlıların hepsi mutasyonlar sonucunda sakat kalmışlardır. Özellikle “Çernobil” faciasından sonraki kuşaklarda korkunç derecede sakatlıklar görülmüştür. Bunun temelinde ise mutasyona yol açan etmenler yatar. Bu etmenlerin başında ise kimyasal maddeler, fiziksel etkiler ve radyoaktif ışıma gelmektedir. Radyoaktif ışınlar çok yüksek enerjili olup gen dizilerinde kopmalara neden olurlar. Çernobil ve Hiroşima şehirlerinde meydana gelen her iki nükleer facianın üzerinden yıllar geçmesine rağmen halen birçok çocuk ya sakat yada kanserli olarak dünyaya gelmektedir. İnsanda 30 bin civarında gen ve bu genlerin kodlandığı 100 bin kadar protein vardır. bu yüzden, 100 bin proteinin sadece 40 tanesinin benzemesiyle insan ve maymunun bütün genlerinin % 99 aynı olduğunu iddia etmenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Kaldı ki söz konusu bu temel proteinler diğer pek çok farklı canlılarda da bulunan ortak hayati moleküllerdir. yalnızca şempanzede değil, bütünüyle farklı canlılarda bulunan aynı tür proteinlerin yapısı insanda kilerle çok benzerdir. Nematod solucanları ve insan DNA‘larında % 75’lik bir benzerlik ortaya koymuştur. Drosophila türüne ait meyve sineklerinin genleri ile insan genleri karşılaştırıldığında, % 60’lık bir benzerlik çıkmıştır. İnsanın bazı türlerle benzerlik oranları şöyledir:
Yazan: İ. KAYA
*Homo neanderthalensis (Neandertal İnsanı): %98-99 *Pan troglodytes (Şempanze): %86-98 *Pan paniscus (Bonobo): %88-96 *Canis familiaris (Köpek): %86-90 *Bos taurus (Sığır): %75-87 *Mus musculus (Ev Faresi): %70-85 *Rattus norvegicus (Sıçan): %72-87 *Gallus gallus (Tavuk): %57-68 *Danio rerio (Zebra): %74-78 *Arabidopsis thaliana (Turpgiller’den): %50-65 *Oryza sativa (Pirinç): %45-62 *Drosophila melanogaster (Meyve Sineği): %37-45 *Anopheles gambiae (Sivrisinek): %36-44
Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/insanlarin-diger-canlilarla-olan-gen-benzerligi/ 35
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Altın Kan: Dünyadaki En Nadir Kan Grubu Dünyadaki en nadir kan grubu sadece 43 kişide tespit edilmiştir. Bu kan grubu çok nadir olduğu ve aynı zamanda mükemmel donör kanı sayıldığı için halk dilinde “altın kan” olarak adlandırılır. Bugün dünyadaki yaklaşık 7.8 milyar insandan sadece 43’ünün altın kana sahip olduğu sanılmaktadır. Almanya’da, AB0 olarak adlandırılan sistem esas olarak kanı sınıflandırmak için kullanılır. İnsanlarda en önemli kan sistemi, kan hücrelerinde benzer 50 yüzey protein grubunu hassas bir şekilde analiz etmek için kullanılabilen Rhesus sistemidir. “Rh” kısaltması, kan grubunun yanına yazılır. AB0 kan sistemine benzer şekilde, Rhesus sistemi de pozitif veya negatif (Rhesus pozitif, Rh+ veya Rhesus negatif, Rh-) gibi terimlere sahiptir. Aranan protein karşılık gelen kan hücrelerinde varsa, Rhesus faktörünün pozitif olduğu söylenir; bu eksikse Rhesus faktörü negatiftir. Kan, Rhesus sistemindeki 50 yüzey proteininin hepsinden yoksunsa, resmi olarak Rh sıfır grubundandır ve dünyadaki en nadir kan grubu diye adlandırılır. AB kan grubu, AB0 dağılımında en nadir görülen gruptur. Tüm dünyada %1 kadar bulunur. Rhesus faktörü burada sıklıkla verilir, ancak bu 50 proteinin tümünü değil, sadece D antijenini ifade eder. Dünya nüfusunun yaklaşık %15’inde bir D antijeni olmadığından, AB kan grubu en nadir kan türüdür. Bununla birlikte, altın kan ile karşılaştırıldığında, diğer 49 yüzey proteininin tümü pozitif bile olabilir. Altın kanda ise bu 50 yüzey proteinin hiçbir karşılığı yoktur. Bu da çok özel bir durumdur. 36
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Kan Grubu Dağılımı:
AB negatif %,1 B negatif %2 AB pozitif %4 0 negatif %6 A negatif %6 B pozitif %9 0 pozitif %35 A pozitif %37 0 Rh-null %0,0000006
Karşılaştırma için: 0 Rh-null, 180 milyon kişide sadece bir kez görülür. Bu, dünya nüfusunun sadece yüzde 0.0000006’sını oluşturur. Piyangodan ikramiye kazanmaktan çok daha az bir olasılık içerir. Çünkü piyangoda ikramiyeyi kazanma şansı 140 milyonda 1’dir… 0 Rh-null kanı olan insanlar mükemmel bağışçılardır. Altın kan antijen içermediğinden, bu kan grubuna sahip insanlar tıpta mükemmel kan donörleri olarak kabul edilir. Altın kanın aslında kan naklinde kullanılması mükemmel sonuçlar verdiği halde, çok çok nadir olduğu için mümkün değildir. Çeviri: İ.KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/altin-kan-dunyadaki-en-nadir-kan-grubu/
37
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Niçin Herkesin Zekası Farklıdır?
Zekaya sebep olan şey, beyindeki nöronlar arası ilişkiler ve nöronların kendi çalışmalarının toplamıdır. Tüm zeka, bunların sayısının artması ve gelişimiyle ilgilidir. Her canlının beyni birbirinin aşağı yukarı aynısıdır; ancak aradaki zeka farkı, nöronların sayısı, aralarındaki bağlantı sayısı, tipleri ve benzerleriyle ilişkilidir. Bunların sayısı arttıkça, zeka da ister istemez artacaktır. Elbette, beynimizin gelişmesinin pek çok çevresel ve genetik etmene bağlı olduğunu unutmamamız gerekmektedir. Beyin, canlıların aldıkları günlük enerjinin genellikle 5`te 1`ine yakınını tüketir. Zeka kalıtsal bir özelliktir ve çocuk zekasının %80’nini annesinden alır. Bunun gibi yetenek de kalıtsaldır fakat yeteneği keşfetmek için belli bir sosyal çevre gerekmektedir.Aile unsuru ise bireyi oluşturan en önemli unsurdur. Bireyin kişilik gelişiminde, yeteneklerinin farkına varmasında aile en önemli etmendir. İki türlü zeka vardır, duygusal ve analitik zeka. Bunların insan yaşamında uyumlu hareket etmesi çok önemlidir. Duygusal zekanın kavram ve tanım olarak gelişimi yenidir. Kavramı ilk olarak kullananlar, doğal toplum ile bütünleştirip açıklamak yerine insanın kendi duygularını bilip yönetmesi, toplumun diğer üyeleriyle iyi ilişkiler kurma ve onların iyi yönetmenin aracı olarak ele alabiliriz. 38
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Günümüzün ilişki ve yaklaşımları değerlendirildiğinde sınıflı toplumla birlikte insanların mantık yapılanmalarında ve sorunları ele alış tarzında önemli değişiklikler olmuş, doğal topluma özgü olan hesap plan ve yaklaşımların egemen olduğu analitik zekaya bırakmıştır. Dolayısıyla bireyciliğin şahlandırıldığı kapitalist toplum da ilişkileri yönetmek ve yönlendirmek esas olarak analitik zekanın bir ürünü olmaktadır. İnsan türünün toplumsal tarzında yaşaması analitik zekanın gelişim seviyesiyle bağlantılıdır. Analitik zeka hızlı toplumsal gelişmeyi sağlar. Fakat duygu boyutundan yoksun olduğundan serbest kaldığında çok tehlikeli olur. Özellikle iktidar ve savaş kültürüne alışıldıktan sonra analitik zeka hırçınlaşır. Bu zeka en çarpıcı ifadesini yakın çağların imha savaşlarında göstermiştir. Adeta bir makine düzeninde çalıştığı için acı, korku, sevgi gibi duygulardan yoksunluğu, empati ve sempatiyi tanımaması bu imhacı özelliğini çok tehlikeli kılmaktadır buna içinde çalıştığında en sağlıklı çözümleme yeteneği yüksek birey ve toplulukların oluşumunda belirleyici rol oynar. Acımasız yöneticilerin, niçin böyle olduklarını böylelikle anlamış olduk, başta Adolf Hitler olmak üzere bütün diktatör ve seri katiller, işkenceciler vs. beyinsel fonksiyonlarında uyumu bulamamış, duygusal zekasını yitirmiş, insanlar olduklarını bilimsel olarak da anlamış olduk. Umarım gelecekte, bu konuda bilim, yöneticileri testten geçirecek ve hasta ruhlu olup olmadıklarını tespit edecek bir cihaz da geliştirebilir. Yazar: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/nicin-herkesin-zekasi-farklidir/
Komada İken İnsan Ne Hisseder Ya Da Hisseder mi ? Bu soruya en güzel yanıtı koma deneyimi yaşayanlar verebilir. Onlar acaba çalışmayan bir vücuda sahip, bilinci açık insanlar mı yoksa tamamen bilinçsiz bir şekilde mi yıllarca yatağa mahkum yaşıyorlar? Bilinci açık ise çevrede olup bitenlere tepki verememek, ben buradayım, sizleri duyuyorum diyememek nasıl bir duygudur ? Bu soruya en güzel yanıtı koma deneyimi yaşayanlar verebilir. Onlar acaba çalışmayan bir vücuda sahip, bilinci açık insanlar mı yoksa tamamen bilinçsiz bir şekilde mi yıllarca yatağa mahkum yaşıyorlar? Bilinci açık ise çevrede olup bitenlere tepki verememek, ben buradayım, sizleri duyuyorum diyememek nasıl bir duygudur ?
39
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
İşte bu sorularımıza cevap verebilecek bir isim, Martin Pistorius. 11 yaşında geçirdiği bir çesit menenjit hastalığından (kriptokokal menenjit) beyin ölümü gerçekleşti denilerek bitkisel yaşama girmiş bir çocuk. 12 yıl boyunca komada kalan Martin bu deneyimini şu sözler ile açıklıyor. ” Komaya girdikten birkaç ay sonra bilincim yerine geldi. Kendimi kafese konulmuş gibi hissediyordum. Vücudum hiçbir şeye tepki vermiyor, konuşulanları duyuyor, fakat bir şey söyleyemiyordum. Odamda hemşirelerin televizyonda açtığı dinozor çizgi filminden nefret ediyordum fakat hep aynı çizgi filmi açıyorlardı.. Bir şey söyleyemiyordum. Bir gün annem geldiğinde, elimi tuttu ve Martin keşke ölsen dedi. Çok üzülmüştüm, onu da anlıyordum, tepki veremiyordum. Karanlıkta, çalışmayan bir vücutta hapistim.” Daha sonra bir terapistin vücudunda ki bazı hareketlenmelerini ciddiye alıp tedaviyi başlatması üzerine , tam 12 yıl sonra iyileşti. Şimdi ise 39 yaşında ve evli. Koma deneyimlerini anlatan, »Ghost Boy« ( Hayalet Çocuk) adlı bir kitap yazdı. Ünlü fizikçi Stephen Hawking tarafından kullanılan beynin görüntüleme tekniğinin benzeri bir cihazın, komada yatan insanlara uygulanabilmesi, vücut ile beyin arasında ki iletişime ve komadan ansızın uyanmalarının sebebini öğrenmeye, direkt hastalar ile bu yolla iletişime geçilip tedavide doğru yol izlemesine önemli bir katkı sağlayacağını biliyoruz. Martin Pistorius ve onun gibi karanlık dünyalarından kurtulan hastaların deneyimlerinin ciddiye alınıp, böyle bir cihazın komada yatan hastalar için cankurtaran olacağını umuyor ve bilim dünyasından iyi haberler bekliyoruz. Özgün Yazı ve Çeviri: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/komada-iken-insan-ne-hisseder/ 40
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
Dil Öğrenmenin Yaşı Vardır! Uzmanlar “Yabancı dil eğitiminde en kazançlı dönem 2-7 yaş arası. Bu süreçte çocuklar dil öğrenme gelişimlerini tamamlar ve sembollerle düşünmeye başlar” diyor. Bu konuda yapılmış onlarca araştırmanın özeti şu şekilde ; 9 yaşına kadar başka bir ülkeye yerleşmiş çocukların, o ülkenin dilini öğrenmesi ve aksanı ile konuşması çok kolay ve olasılığı çok yüksektir. 9 yaşından sonra ise dil öğrenmek mümkün olsa da aksan ile konuşmak zorlaşıyor. Başarma olasılığı yaş ilerledikçe düşüyor. Onun için 2 yaşından itibaren çocuklarınıza en azından günde bir saat dünyada geçerli olan ve eğitimde faydası olacağına inandığınız bir dilde çizgi film seyrettiriniz. Mutlaka faydasını görecek ve daha kolay öğrenecektir. Öğrenme kapasitesinin en yüksek olduğu dönem küçük yaşlar. Çocukların yabancı dil öğrenmesi üzerine yapılan bilimsel çalışmalar dil öğrenimine başlama yaşının 3-4 olduğunu gösteriyor. Bu süreç doğal bir biçimde gerçekleşiyor. Bebekler yaşamlarının ilk aylarında dünyadaki tüm dilleri oluşturan 200 sesi algılama kapasitesine sahip. Zaman içinde bu yeteneklerini yitirerek anne-baba veya bakıcılarından duydukları sesleri ve kelimeleri kullanarak da ilk anlamlı sözcük ve cümleleri kurmaya başlar ve konuşmayı öğrenirler. 24-30 aylık bebekler anadilinde dilbilgisi açısından basit anlamlı cümleleri kurup iletişime geçerler. Çocuklar esnek beyin yapıları nedeniyle 5 yaşına kadar öğrendikleri dili daha hızlı ve ana dil telaffuzuna yakın konuşacak şekilde öğrenirler. Bilgileri uzun süre zihinlerinde tutarlar. Böylelikle de çocuğunuzun eğitimine ve beyin gelişimine çok büyük bir katkıda bulunmuş olursunuz. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/dil-ogrenmenin-yasi-vardir/ 41
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Biyoloji
İklim Felaketleri! Dikkat Ağaçlardan başınıza İguana düşebilir… Şaka değil, ABD hava durumu servisi NWS‘den bir tweet. Florida ‘nın normalden daha soğuk geçen hava durumu için yayınladığı haber. Boyları 2 metreye ulaşan iguanaları Florida’nın besin zincirinde avcısı olmadığı için geniş geniş takılıp, bolbol ürüyorlarmış. Zaten kertenkeleleri de insanları çok rahatsız ediyormuş. Çevreciler ölecek mi iguanalar diye endişe ederken yetkililerin “ hayır” açıklaması yaptı, ortalık sakinleşti. Bizde böyle bir şey olsa ilgili ilgisiz herkes, her kurum burnunu sokar, buradan kendine bir pay çıkarırdı. Örnek: Diyanet fetva yayınlar Cübbeli iguan düşürmez esvap satar Başına iguana düşenden vergi alınır A haber bunu iktidarın başarısı gösterir Yobazlar, kafasına iguana düşenin İzmirli olup olmadığını araştırır Ekonomi bakanlığı ise iyi beslenmiş iguanaların olmasının ekonominin iyiye işaret olduğunun göstergesi olduğunu söyler .:D Çeviri: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/iklim-felaketleri-basiniza-iguana-dusebilir/ 42
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Güneş Niçin Patlar ? NASA ve birçok uzay istasyonu, güneşi adım adım izliyor. Sebebi ise en önemli enerji kaynağımızın güneş olması. Bazen güneşte o kadar büyük patlamalar oluyor ki , patlamanın her birinin içine birkaç dünya sığacak boyuta ulaşıyor. Dünya bunun etkisini uzaklıktan dolayı 8 dakika da görebiliyor. Bir atmosferimizin ve manyetik kalkanımızın olmasından dolayı da , güneşten bize ulaşan radyasyonlardan korunmuş oluyoruz. Buraya kadar herkesin bildiği bir konu bu. Güneş Sistemi kütlesinin % 99,8’ini oluşturur. Geri kalan kütle- Güneş’in çevresinde dönen gezegenler, asteroitler, gök taşları, kuyruklu yıldızlar ve kozmik tozlardan oluşur. Güneşin içine 1000 dünya ya da 300 Jüpiter`in sığabildiğini söylesek büyüklüğü daha iyi anlaşılmış olur. Samanyolu Gökadası’nda bilinen yaklaşık 200 milyar yıldızdan birisi olan Güneş’in kütlesi sıcak gazlardan oluşur ve kendi ekseni etrafında saatte 70.000 km hızla döner ve bir tam turunu yaklaşık 25 günde tamamlar. Güneşin yüzey sıcaklığı 5500 °C ve çekirdeğinin sıcaklığıysa 15,6 milyon °C’dir. Güneş’ten çıkan enerjinin 2,2 milyarda 1’i yeryüzüne ulaşır. Geriye kalan enerjisi uzayda kaybolur. Güneş’in üç günde yaymış olduğu enerji, Dünya’daki tüm petrol, ağaç, doğal gaz vb. yakıta eşdeğerdir. Bu muazzam enerji kaynağı aslında bazen geniriyor da diyebiliriz. Sebebi ise ; Saniyede 600 milyon ton hidrojen, helyuma dönüşür. Bu da, Güneş`in her geçen saniye 4,5 milyon ton hafiflemesine yol açar. Güneş’teki füzyon olayı sonucunda kızıl kırmızımsı bir alev 15-20 bin km yükselir ve Güneş Fırtınası meydana gelir. Güneş lekeleri aslında yüzeyde daha az sıcak olan bölgelerdir. Bu lekeler milyonlarca alanda ve yükseklikte manyetik alanlar oluştururlar. 43
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi
Patlamalar Güneş’in ürettiği yüksek enerjili ışınım ve atomik parçacıkların aniden boşalması sonucu oluşur. Bu ani ve şiddetli boşalma güneş lekelerinden çıkan parçacıkların manyetik alanlara yakalanmamasından dolayı gerçekleşir. Bu enerji atımını bir hortumdan tazyikli suyun dışarı çıkışı olarak düşünebiliriz. Astronomlar bu patlamaları X-ray ışımalarının şiddetine göre üçe ayırmışlardır buna göre X sınıfı patlamalar en büyük ve şiddetli M sınıfı patlamalar orta şiddetli ve C sınıfı patlamalar ise genellikle M sınıfı patlamalardan sonra meydana gelen küçük parlamalarıdır. Bu patlamalar sonucunda uzaya güneşin normal zamanda fırlattığından on milyon kat daha fazla sayıda atomik parçacık fırlatılır. Bu parçacıklardan biri olan nötrinolardan bir saniye içerisinde vücudumuzdan milyarlarcası biz hissetmeden geçmektedir. Nötrinolar elektrik yükü ve hatta neredeyse kütlesi olmayan, ışık hızında hareket eden ve çok ender olarak diğer bir maddeyle etkileşime giren temel parçacıklardır. Yazan: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/gunes-nicin-patlar/
1A Türü Süpernova’lar Nedir?
Yıldızlar nükleer yakıtlarını bitirdikleri zaman, dışarıya doğru olan ve yıldızın çekirdeğindeki nükleer füzyondan kaynaklanan basınç azalır ve yıldız kendi ağırlığı altında çökmeye başlar. Yıldızın çekirdeği kendi kendini ezerken sıcaklığı ani olarak yükselir, bu da kimi zaman yıldızın dış katmanlarını parlak bir göksel havai fişek gösterisiyle dışarı püskürten devasa bir patlamayla sonuçlanır. Süpernova Böylesi bir patlama süpernova patlaması olarak bilinir, patlayan tek bir yıldız, haftalar süresince bir milyar güneş parlaklığında ışık verir. Bu, gerçekten akıllara durgunluk vericidir. Hemen hemen tüm bir galaksi parlaklığında ışık veren tek bir yıldız! Farklı yıldız türleri, farklı boyutlarda, farklı atom bolluklarında vs. ,farklı süpernova türlerine yol açabilir ama yıllar boyunca astronomlar belirli bazı süpernova patlamalarının her zaman aynı gerçek parlaklıkla ışıdığını fark ettiler. Bunlar 1a türü süpernova patlamalarıdır. 1A türü süpernovaların özellikleri ise : Bir beyaz cüce yıldız vardır, kendi nükleer 44
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Kimya
yakıt stoğunu bitirmiştir ve yıldız kendi süpernova patlamasını başlatamayacak kadar küçük kütlelidir. İşte bu durumda kendine yakın yoldaş yıldızından kendine madde çeker. Cüce yıldızın kütlesi özel bir kritik değere, Güneş`in kütlesinin 1,4 katına ulaştığında, yıldızı süpernovaya dönüştüren kaçak bir nükleer reaksiyon başlar. Patlamaları ile ortaya çıkan ışığın şiddeti önce hızla artıp daha sonra yavaş yavaş azalarak belirgin bir fark sergilediği için, bir süpernovanın 1a türü olduğunun belirlenmesi oldukça kolaydır. Ama 1A türü süpernovayı gerçekten patlama sırasında yakalamak çok büyük bir olaydır. Çünkü bu tür süpernovalar tipik bir galakside birkaç yüzyılda bir patlarlar. Buna rağmen, binlerce galaksinin aynı anda gözlenebilmesini sağlayan geniş açılı ve yüksek teknoloji ürünü olan teleskoplar sayesinde bilim insanları, Dünya`dan çeşitli uzaklıklarda 50 kadar, 1A türü süpernova bulmayı başardılar. Yazar: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/1a-turu-supernova-lar-nedir/
İnsanlı Uzay Uçuşunun Antik Tarihi
Bundan 59 yıl önce tam da bugün (12 Nisan 2020), Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk insan oldu. Aslında bilim kurgu, antik çağlardan beri bu uçuşu öngörmüş ve verilen pek çok eserde mümkünlüğünü anlatmıştı. 2. Yüzyıl’da Samsatlı Lukianos (Lucian), “Gerçek Bir Öykü (A True Story)” adlı kitabında Ay’a yolculuğu anlatmaktadır. Öyküde Lukianos ve arkadaşları, bir tekneyle Herkül Sutunları’nın (Cebelitarık) batısındaki denizlere açılmayı başarırlar. Bu noktada belirtmek gerekir ki Lukianos’un zamanında Cebelitarık’ın ötesi keşfedilmemiş gizemli bir diyar olarak bilinmekteydi. Tekne, bu gizemli su diyarında 45
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Kimya
yol alırken ansızın bir fırtına kopar. Dalgalar, fırtınanın da şiddetiyle gemiyi gökyüzüne fırlatır. Yelkenleri rüzgarda yalazlanan tekneyle birlikte yedi gün yedi gece göklerde çaresiz gezinirler ve sonunda gökyüzünde parıl parıl parlayan bir adaya ulaşırlar. Bu ada Ay’dan başkası değildir. Öykünün ilerleyen bölümlerinde Lukianos ve arkadaşları, Aylılar ile güneşlilerin savaşlarına tanıklık eder, başka dünyalarda yaşayanların öykülerini dinler ve sonrasında da yeryüzüne geri dönerler. Lukianos’un bu hayal gücü ve öngörüsü, şimdiye kadar kayıt altına alınmış ilk öngörü niteliğindedir. Jules Verne‘den çok daha önce uzayda yaşam olabileceğini ve uzaya roket gönderebileceğimizi hikayelerinde dile getirmiştir. Bilim kurgu Kulübü olarak, “İnsanlı Uzay Uçuşu“nun ilk defa gerçekleştirildiği bu günde, Lukianos’u anmadan kutlamanın eksik kalacağını düşündük. Lukianos’la ilgili şu küçük bilgiyi de vermek gerek: Kendisi Samsatlıdır. Eski adıyla Samasota kenti, adını büyük ölçüde korumayı başararak günümüze kadar gelmiştir. Samsat bugün, Adıyaman iline bağlı bir ilçedir. Yani dünyanın bilinen ilk bilimkurgu yazarı bu topraklardan çıkmıştır. Keşke bu tarihi gerçeği sahiplenerek, bilim kurgu alanında gelişmiş bir ülke olabilseydik…
46
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Astronomi Lukianos’un kitapları ve hikayeleri, Antik dönem yazarlarını etkilediği kadar, çağımızın yazarlarına bile ilham vermeyi sürdürüyor. Bilim kurgu yazarları, kendi toplumlarının durumlarına ve teknolojik düzeylerine dayanarak, hayal güçlerinin de yardımıyla pek çok muhteşem eser yarattı. Teknolojik olarak her ne kadar sadece 50 yıldır uzaya çıkabiliyor olsak da, bilim kurgu bunu tam 2000 bin yıl önce gerçekleştirmeyi başardı. Kim bilir bugün bize uçuk gelen kimi bilim kurgu filmleri ya da romanları da, belki bundan 2000 yıl sonra gerçeğe dönüşecek. Unutmayın, özgür düşünebilenlerin dünyasıdır bilim kurgu. Ne demişler:
“Bilim kurgucular hayal eder, bilim insanları gerçekleştirir…” Hazırlayan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/insanli-uzay-ucusunun-antik-tarihi-bilim-kurgu/
47
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Metematik
Matematiğe İnanmalı mıyız?
Keşiflerle dolu yüzyıllar fazlasıyla açıklığa kavuşturmuştur ki fizikteki büyük devrimler çoğunlukla matematiğin öncülüğünde gerçekleşmiştir. Einstein’ın matematik ile anlaşılması güç dansı bunu gözler önüne seren bir örnektir. Masa başında gerçek dünya ile ilintisi kanıtlanan haddinden fazla miktarda matematiğe ev sahipliği yapmış olsa da kuramcıların kurcaladığı her denklemin, kabul gören önemli bir bilgi mertebesine erişmesi çok zordur. Peki hangi denklemin ne kadar ciddiye alınması gerekiyor? İşte matematiğin sanat ve önsezi ile buluşması bu noktada başlıyor. İkna edici deneysel ya da gözlemsel sonuçlar olmadan, hangi matematiğin ciddiye alınması gerektiğine karar vermek bir bilim olduğu kadar sanattır da. Bunu çok güzel bir örnek olan James Clerk Maxwell’in 1800’lü yılların sonunda ışığın bir elektromanyetik dalda olduğunu fark ettiğinde, denklemleri ışık hızının saniyede 300.000 km ( Deneylerde ölçülen değerlere çok yakın bir değer) olması gerektiğini göstermişti. ancak denklemlerinde şu sorunun yanıtı yoktu : Neye göre saniyede 300.000 km ? Bilim insanları, uzayı kaplayan görünmez bir maddenin, görünmeyen bir harektsizlik standardı oluşturduğunu ileri sürerek geçici bir çözümün peşinden gittiler. 48
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Matematik
Ancak 20. Yüzyılın başlarında Einstein, araştırmacıların Maxwell’in denklemlerini daha ciddiye almaları gerektiğini öne sürdü. Eğer Maxwell`in denklemleri bir hareketsizlik standardına atıfta bulunmadıysa, bir hareketsizlik standardına gerek yoktu. Einstein`in ısrarla söylediği gibi, ışık hızı her şeye göre saniyede 300.000 kilometredir. Kısacası, herkesin Maxwell’in matematiğine erişimi vardı fakat bu matematiği tam olarak kavramak için Einstein’ın dehası gerekti. Einstein, genel görelelik kuramını geliştirirken, çağdaşı fizikçilerin çok az bildiği ya da hiç bilmediği matematik alanlarında artık çok ustalaşmıştı. Genel göreliliğin artık son denklemlerini yazarken sağlam fizik sezgisiyle bu matematiksel yapıları son derece usta biçimde bağdaştırabilir duruma gelmişti. 1919`da güneş tutulması, genel göreliliğin yıldızların ışığının eğri bir yol izlemesi gerektiği ön görsünü doğrulayınca, Einstein kendinden gayet emin bir şekilde ” Eğer sonuçlar farklı çıksaydı sevgili Tanrı adına üzüntü duyardım çünkü kuramım doğru ” demiştir. Onun bu sözleri, bir matematiksel denklemler dizisinin kendi pürüzsüz iç mantığıyla, kendi iç güzelliğiyle ve geniş uygulanabilirlik potansiyeliyle gerçekliği nasıl tanımladığını çok iyi ifade ediyor. Matematik bütün bilimlerin temel yapı taşıdır, matematiksel ispatı olmayan bir teori ciddiyetten her zaman uzaktır…. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/matematige-inanmali-miyiz/
49
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanları
Bilime Adamış Hayat: Marie Curie
İlklere doymayan, kendini bilime adamış bir kadın… Marie Curie Marie Curie ve ya doğum adıyla Maria Salomea Skłodowska 1867’de Varşova’da dünyaya geldi. O dönemde çarlık sistemi ile yönetilen Varşova’da kadınların üniversite okuyabilmesi ya da teknik eğitim alabilmesi için yurt dışında gitmesi gerekiyordu, ancak Endüstri ve Tarım Müzesi adı altında gizlice kadınlara eğitim veren Polonya okulu sayesinde Marie bir süre ülkesinde eğitim gördü, ve ardından Paris’e ablasının yanına giderek eğitimine burada devam etti. 1894 yılında yine önemli bir fizikçi olan Pierre ile tanışıp evlenmesiyle Marie, Sklodowska yerine “Curie” soyadını kullanmaya başladı. 1896 yılında öğretmenlik diplomasını aldıktan sonra 1897’de, daha önce Henri Becquerel’in duyurduğu; uranyum tuzlarının yaydığı sonraları radyoaktivite olarak adlandırılacak, ışın üzerine detaylı araştırmalara başladı. 1898 yılının başlarında toryumun da bu ışınları yaydığını fark etti. ve bu noktadan sonra eşi Pierre ile bunun üzerine çalışmaya başladılar. Temmuz 1898’de Curie’ler yeni radyoaktif bir element olan ve uranyumun radyoaktif bozunmasından ortaya çıkan polonyumu bulduklarını duyurdular. Eylül 1898’de Fransız kimyacı Eugène Anatole Demarçay’ın spektroskopi yöntemi ile 50
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanı tanımlanmasına yardım ettiği, doğal radyoaktif element radyumu duyurdular.
Nobel Fizik Ödülü Tüm bu çalışmalar devam ederken Marie, 1904 yılında doktorasını vererek Fransa’da gelişmiş bilim alanında doktora unvanı alan ilk kadın oldu. Aynı yıl radyoaktivite konusundaki araştırmalarından dolayı, Pierre Curie ve Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü’nü alarak, tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın olarak adını duyurdu. Ardından polonyum ve radyum üzerine yaptığı çalışmalarla da 1911’de Nobel Kimya Ödülü’nü alarak yine bir ilke imza attı. O dönem yoğun çalışmalar sürerken bir yandan da Radyumun dokuya verdiği zarar, araştırmacılar tarafından kabul edilmeye başlanmıştı. Aynı zamanda, radyumun etkisinin kötü dokulara uygulanarak tedavide kullanılabileceği fikri de doğmaya başlamıştı. Marie bu fikre öncülük etti. Kansere karşı çok etkili sonuçlar veren “radyoterapi”, uzun yıllar boyunca milyonlarca insanın hayatını kurtardı. Ancak bu başarılı gelişmeler kimi spekülasyonları da beraberinde getirmişti. Ziftli su reklamları kozmetikte kullanılan radyum reklamları radyumun öldürücü etkisi ortaya çıkınca birdenbire durduruldu. Örneğin 1930’lu yıllarda doktorlar, saat fabrikalarında çalışan işçilerin büyük bir bölümünde kanser vakalarına rastladılar. Küçük bir fabrikada, işçiler saat kadranına son şeklini vermek için radyum içeren boyalar kullanıyorlar ve bu işlemi, fırçanın ucunu dilleriyle yalayarak gerçekleştiriyorlardı. Sonuçta, işçilerin çoğu kemik kanserine yakalandı. Aynı dönemlerde, Marie Curie de radyum tehlikesini fazlasıyla yaşamaya başladı. 1934’te çok ciddi şekilde rahatsızlanmıştı. Uzun yıllar üzerinde çalıştığı radyum nedeniyle kan kanserine yakalanmıştı ve çok geçmeden 4 Haziran 1934’te gözlerini hayata yumdu. Hastalığı, aşırı dozda radyasyona maruz kalmasına bağlandı. Öyle ki Curie’nin not defterleri bile o kadar çok radyasyona maruz kalmıştı ki, kurşun kaplı bölmelerde tutulup radyoaktif koruma altında incelenebildi. Yazan: Selim Öztemel Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/bilime-adamis-hayat-marie-curie/
51
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Bilim İnsanı
Işığın Efendisi
Thomas Young!
Thomas Young, 1773-1829 yılları arasında, Einstein‘dan 100 yıl önce yaşamış bir İngiliz fizikçi. 2 yaşında okumayı öğrendi ve 16 yaşında iken toplam 9 dil biliyordu. O gerçek bir dahi idi. Böyle birinin doğanın oluşumu ile ilgilenmesi ve bilim insanı olarak yetişmesi, insanlığın en büyük şanslarından biri olduğunu söylememiz abartı olmayacaktır. Aristoteles’ten Newton’a kadar, doğa felsefecileri binlerce yıl ışığın çok küçük parçacıklardan oluştuğu düşüncesini savunmuşlardı. Einstein‘dan yüzyıl önce yaşamış olmasına karşı aslında ikiside sözünü esirgememesi yüzünden toplum dışına itilmiş ve kaderlerinde yaşadıkları dönemdeki bilimsel kurumlarla devamlı bir savaşım halinde olmuşlardı. Matematiği çok hızlı öğrenmesi ve amatör bir bilim adamı olmasına rağmen Young, aynı zamanda tıp doktoru olmak için gittiği okulun yanı sıra 26 yaşında iken ortaya , ışığın parçacıklardan değil, dalgalardan oluştuğu ve renklerinin de farklı titreşim frekanslarından kaynaklandığını ileri sürdü. Bu büyük bir devrim aynı zamanda da bilim dünyasının merkezi olan Londra Kraliyet Derneği`ne açılmış bir savaş anlamına geliyordu. Kendisi ile alay edilmesi, gururunun kırılmasına karşı Young yine de yılmadı. İzleyen yıllarda diller ile ilgili çalışmasına geri döndü ve pek çok şey başardı. Hata bir ara, Mısır`da çıkarılan tabletlerin üzerindeki hiyeroglif yazıların çözülmesine yardımcı olarak bir tür Indiana Jones bile oldu. 1801’de Çift yarık deneyinde ışığı yan yana bulunan iki ince yarıktan geçirerek, ışığın, girişim deseni denilen, aydın52
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji lık ve karanlık ışın çizgilerinden şekil oluşturduğunu gördü. Deneylerindeki girişim (interferans) sayesinde ışığın dalga boyunu ölçtü. Bir sonraki yıllarda parçacık teorisinin aleyhindeki kanıtların artmasıyla birlikte, gittikçe daha fazla sayıda bilim adamı ışığın dalga teorisini benimsemeye başladı. Çoğu bilim insanı bu süreçte, Young’un bundaki payından söz etmeyi unuttu. Young, hayata gözlerini yumarken kendisini küçük düşüren bilim çevrelerinin teorisini kabul edip ispatladıklarını görmenin huzuru içindeydi. Bu yazıyı hazırlarken bizde aradan 300 yıl geçmesine karşı, kendisini unutmadığımızı ve saygı ile andığımızı göstermek istedik. Tarih herkesi hakkettiği yere mutlaka koyacaktır. Yazar: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/isigin-efendisi-thomas-young/
Dünyayı Değiştirecek 10 Teknoloji 1) Otonom Sürüş (Tekerlekler İnsan Olmadan Hareket Edecek) Geleceğin arabasında direksiyon ve gaz pedalı yok. Arabayı trafikte yönlendirmemize gerek yok, bu akıllı bir bilgisayar sistemi tarafından gerçekleştirilecek. Otonom araçların yollara hakim olması sadece zaman meselesidir. Hemen hemen tüm otomotiv şirketleri zaten bunları geliştiriyor. Otomobiller birbirleriyle iletişim kurabilecek, trafiği optimize edecek. Egzoz dumanı, kaza ve daha az hava kirliliği olacaktır. Otobüsler de Tramvaylar ve trenler bağımsız olarak kontrol edilebilecek. Gelecekte, sadece birkaç kişi kendi sürücü ehliyetine sahip olacak. Kendi başına bir araba kullanmak, sadece belirlenmiş rotalarda izin verilen bir hobiye dönüşecek. 53
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji
2) Blockchain (Güvenli Elektronik Ticaret)
Hassas verilerin tamamen güvenli olduğu bir İnternet yakın zamana kadar, sadece bir umuttu. Bu umut, Blockchain ile bir gerçeklik haline gelecek.Büyük çoğunluğumuz bu terimi sadece Bitcoin ve Ethereum gibi kripto para birimleriyle bağlantılı olarak bilir. Bununla birlikte Blockchain, verilerin genel olarak yönetilmesini ve siber saldırılardan korunmasını sağlayan bir teknolojiyi demektir. Bu, onun çalışma prensibinden kaynaklanır: “blok” olarak adlandırılan her biri, kriptografi kullanılarak genişletilebilen ve birleştirilebilen kayıtların bir listeyi bünyesinde barındırma özelliğinden dolayı kusursuzdur.. Bloklar, sırasıyla ilgili bir önceki bloğun, bir zaman damgası ve işlem verileri hakkında bilgi içerir. Bir blok sonradan değiştirilirse, sonraki tüm bloklar da değişecektir. Herhangi bir müdahale çok görünür ve anlaşılabilir. Bu teknoloji dijital para birimleri içinde yapılıyor. Her türlü elektronik bilgi alışverişinde ve kaydedilmesinde de, insanoğlu rahatça kullanılabilecek. Sağlık verilerini, seçim oylarını, eğitim sertifikalarını veya vergi ile ilgili verileri üzerinde hiçbir oynamaya izin vermeden kayıt altına alabilecek. Buna ek olarak, yöntem çok güvenilirdir: Katılımcı sunucular merkezi olmayan bir ağla bağlantılı değildir. Bir hata oluşursa, katılan her sunucunun veri kopyası vardır. Bu, ekonomiyi önemli ölçüde değiştirebilir çünkü elektronik ticaret gerçekten güvenli olacaktır. Blockchain, verileri gerçek zamanlı olarak depolar, böylece büyük miktardaki güncel bilgiler hızlı bir şekilde değiştirilebilecek. 54
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji
3) Genom Düzenleme (Ölçü ve Siparişle İnsan Yapma) Bir kişinin doğumdan önceki görünümünü ve zekasını tanımlamak, siparişe göre ayarlamak, geleceğin korkunç bir vizyonu gibi görünür olabilir ama. gerçek şu ki, artık bunun gerçekleşmesine, o kadar uzak değiliz. Genetik mühendisliğinin gelişimi, CRISPR / Cas9 gen makasının icadı ile gerçekten çok başarılı olmuştur. Bununla birlikte, genetik malzeme nispeten kolay ve hassas bir şekilde manipüle edilebiliyor. Bu, tıbbi genetik mühendisliği tarafından planlandığı gibi DNA’nın hasarlı bölümlerini çıkarmak ve değiştirmek için kullanılsa da.. genetik malzemeyi spesifik olarak değiştirmek ve örneğin canlı varlığın gelişim sürecine müdahale etmek için gen makası da kullanılabilecek. Şimdiden, hayvanların kök hücrelerinde, bu, birçok laboratuvarda dünya çapında uygulanmaktadır. Gelecekte, bu teknolojinin radikal fırsatlara yol açması çok olasıdır.. Bir yandan, hastalıklar daha iyi tedavi edilebilecek, insanların fiziği ve zekayı optimize edilecek, aynı zamanda yaşlanma sürecine de karşı konulabilecek.. Bir noktada insanlar kesinlikle teknolojinin potansiyelini sonuna kadar kullanacaklar. Genetiği değiştirilmiş organizmalar – insanlar dahil – muhtemelen gelecekte gündelik hayatın sıradan bir parçası olacaktır.
55
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji
4) Nanoteknoloji (Atomlar ve Moleküllerin Dünyasını Tasarlama) Pek çok nanoteknolojiyi duyanların favori vizyonu, sadece vücutta dolaşan ve doğru yere ilaç veren minik moleküler makineler olduğudur. Fizikçi Richard Feynman 1959’da “Altta çok yer var” konulu bir konferans verdi. Molekül ve atom dünyasında büyük bir potansiyel olduğunu söyledi. 1990’larda, birkaç uzman, nanoteknolojinin 21. yüzyılın temel teknolojisi olacağına inanıyordu. Şu ana kadar bu beklentileri karşılama sanılandan daha yavaş oldu. Bununla birlikte, yeni nano ölçekli bulgular ve teknikler ile ilgili çok sayıda yayın durmuyor. Örneğin, araştırmacılar nano parçacıklar ve moleküller ile motorlar inşa ediyor DNA iplikçikleri hakkında veri depolama veya küçük elektronik bileşenler ve sensörler oluşturma alanlarında çok yol kat ettiler. Bu nanoteknolojik icatlar tıp, malzeme bilimi, bilgisayar teknolojisi ve biyoteknolojide birçok şekilde uygulanabilir. Nanoteknoloji bu nedenle geleceğin dünyasını kesinlikle kapsamlı bir şekilde şekillendirecektir.
56
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji
Bunu bilim-kurgu filmlerinden biliyoruz: Odadaki muhatabın gerçekçi, üç boyutlu bir görüntüsü aniden ortaya çıkıyor. Kişi hareket ediyor ve her yönden görülebiliyor. Bu, çoğu insan için eğlenceden ibaret. Fakat, genel olarak, holografi terimi başlangıçta tüm bilgilerin ışık dalgaları tarafından depolandığı ve daha sonra yeniden üretildiği bir teknik anlamına geldiği için. bu teknoloji, bir nesnenin veya bir kişinin gerçek hayatta temsil edilmesini mümkün kılar. Bu, bugün zaten mümkün ve örneğin sanatta kullanılmaktadır. Ancak, çoğu hologram hareket edemez. Her taraftan görülemezler, ancak sadece ışık dalgalarının kaydının yapıldığı yönden görülür.. Dünyadaki araştırmacılar bunu değiştirmek için çok çalışıyorlar. Bu sihirli küpün şimdiye kadarki görünümleri en fazla birkaç santimetre ile sınırlı ve hareketleri hala çok ilkel. Ama bu yakında değişecek.
6) İmmünoterapi (Tıpta Devrim)
mmünoterapi, hastalıkla savaşmak için vücudun kendi savunma sistemini kullanır. Özellikle kanser için büyük bir umut doğurdu. Şimdiden bazı başarılara imza attığını biliyoruz. Örneğin, Amerikalı bilim adamları kan kanseri hastalarından bağışıklık hücrelerini almış ve genetik olarak onları dejenere hücreleri tanımak ve savaşmak için yapılandırmıştır. Bu hedefli seri
katili vücuda tekrar enjekte ettiler, Bu seri katiller daha sonra vücutta çoğaldılar ve tüm kanser hücrelerini yok ettiler. Tedaviden sonra hastalar tamamen iyileşti. Hatta artık umut olmayan çok ileri hastalığı olanlar bile bu metot ile kurtuldu. Başka bir immünoterapi formunda ise, araştırmacılar hastalıklı hücreleri işaretliyorlar, böylece vücudun bağışıklık sistemi onları daha iyi tanımlayabiliyor. Şimdiye kadarki denemelerde ki kısmen şiddetli yan etkiler, henüz yeterince kontrol altına alınmış değil. Üzerinde çalışılıyor. Birçok hekim hala immünoterapinin ilacı devrim yapacağı görüşüne katılıyor.
7) Nükleer Füzyon (Yüksek Verimli Enerji Üretimi) Nükleer füzyon araştırmasının amacı, güneşe benzer bir şekilde enerji üretmektir. 57
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji
Nükleer füzyon araştırmasının amacı, güneşe benzer bir şekilde enerji üretmektir. Füzyon sürecinde, iki atom çekirdeği birleşir. Güneşte yaklaşık iki hidrojen çekirdeği bir helyum çekirdeği oluşturur. Kural olarak, büyük miktarda enerji açığa çıkar. 20.ci yüzyılın ortalarından beri araştırmacılar bu şekilde enerji kazanmaya çalışıyorlar. Ancak teknik zorluklar devasadır, çünkü çok yüksek ısıya ve çok yüksek basınca ihtiyacınız vardır. Süreç, hızlı bir şekilde elden çıkabileceğinden, büyük riskler de taşır. Ek olarak, yeterince korunmuş olması gereken tehlikeli nötron radyasyonunu salgılar. Birçok bilim insanı, 2030’larda ilk gerçekçi testlerini gerçekleştirmesi beklenen Fransa’daki deneysel nükleer füzyon reaktörünün yapacaklarını merakla bekliyor. Bilim insanları, sisteme manyetik alan aracılığıyla bir plazma dahil etmek istiyorlar. Bu, hidrojen çekirdeğini kaynatmak için gerekli basınç ve ısıyı sağlayacak. Her ne kadar teknoloji yavaş gelişse de, birçok uzman, ilk kez “füzyon akımı” ‘nın prizden çıkmasının sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor. Fosil yakıtlar yakında bayağı azalacak. Nükleer füzyon yenilenebilir enerji üretimini tamamlayabilir.
8) Yapay Zeka (Homo Sapiensler İçin Rakipler) Yapay zeka denilince, insandan bağımsız olarak kendi kendine öğrenebilen ve böylece daha fazla “akıllı” hale gelebilen bilgisayar programlarını anlıyoruz. Bu bağlamda yapay zeka, belirli görevleri insandan çok daha iyi gerçekleştirebileceği anlamına gelir. Strateji oyunları oynamak veya fotoğraflarda yüzleri tanımak gibi. 58
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji
Kendini öğrenme davranışı ile yapay zeka, bu yeteneğini, insandan çok daha iyi bir şekilde ustalaşana kadar geliştirmeye devam eder. Zaten bugün, yapay zeka görüntü tanıma veya veri analizi de dahil olmak üzere belirli alanlarda kullanılmaktadır. Bununla birlikte, yapay zeka araştırması, belirli problem çözme sürecinden, temel olarak her şeyi öğrenebilen kapsamlı bir yapay zekaya doğru hareket ediyor. Bunu yapmak için bilim adamları sistemleri kullanıyor Beynimizin sinir ağına benzer şekilde çalışırlar. Günlük yaşamın birçok alanında, yapay zekalar, insanlar için seçimler yapacak. Ya yaratıcı alanlarında veya daha fazla alanda bizden daha üstün olacaklarsa? Böyle bir senaryonun nasıl biteceği, hayal etmek bile korkunç. Bu nedenle, kişi yapay zekanın sunduğu olanaklardan yararlanmak istesek de, potansiyel tehlikelerine her zaman dikkat etmeliyiz.
9) Kuantum Bilgisayar (Veri Dünyasında Yeni Standartlar) Bu fikir 1980’lerin başlarında ortaya çıktı: Hesaplama birimi olarak sadece 0 ve 1 değerlerini kabul etmeyen bir bilgisayar hayal edin., Şu an elimizdeki bilgisayarlar bu kadar kısıtlı ve belirli bir dereceye kadar her değeri de kabul edebilen bir bilgisayardir. Böyle her değeri kabul eden bir sistem, bilgisayarın gücünü patlatır. Şimdiki sistemde, istenilen işlemi gerçekleştirmek için kuantum mekaniğin sadece iki durumu kullanıla biliniyor. 59
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji Kuantum bilgisayarlar, yalnızca iki durumundan birinde değil, herhangi bir örtüşme durumunda da, süperpozisyonlar olarak adlandırılan sistemlerdir. Bunun bir örneği, bir elektronun spinidir, başka bir deyişle, atomların veya moleküllerin enerji seviyeleridir. Zor olan şey, böyle kuantum sistemlerinin kontrol edilmesi çok zor olmasıdır. Buna ek olarak, kullanışlı bir uygulama için bu tür birçok kubitleri birbirine bağlamanız gerekir. Dünyanın dört bir yanındaki araştırmacılar çözüm üzerinde çalışıyorlar. Aslında, birkaç kübit’i birleştirdikleri küçük “kuantum bilgisayarlar” oluşturdular. Bu tür sistemlerin geleneksel bilgisayarlardan çok daha güçlü olduklarını kanıtlaya bildiler. Yine de, prototipler şimdiye kadar sadece çok özel problemleri çözüyor.Uzmanlar bu teknolojinin mevcut bilgi teknolojisinde devrim yapacağını ileri sürüyor. Buna ek olarak, kuantum bilgisayarlar ilk kez, kuanta dünyasını tam olarak tanımlayabilir ve böylece kendilerini bir şekilde çözebilirler. Uzmanlar teknolojinin mevcut bilgi teknolojisinde devrim yapacağını ileri sürüyor. Buna ek olarak, kuantum bilgisayarlar ilk kez, kuanta dünyasını tam olarak tanımlayabilir ve böylece kendilerini bir şekilde çözebilirler.
10) Sanal Gerçeklik (İkinci Bir Gerçek)
60
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Teknoloji Gözlerini aç ve aniden başka bir dünyadasın: sanal gerçekliğe hoş geldiniz! Bu teknolojinin önceki uygulamaları genellikle video oyunları ve film projeleri ile sınırlıdır. Ancak, yakında, sanal dünya gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçası olacak, çünkü teknoloji hızla gelişiyor. İleriki kuşaklar, sanal dünyalarda zamanlarının büyük bir kısmını harcayacaklar. Orada görevler yapacaklar, yeni beceriler öğrenecekler ve cinsel zevkler de dahil olmak üzere her duyguyu gerçeği kadar gerçek yaşayacaklar. İşletmeler, ürünlerini sanal gerçeklikte lezzetli hale getirebilir. Müşteriler bunları deneyebilir ve sanal mağazayı istedikleri gibi tarayabilir. IKEA’nın sanal ortamı bunun ilk örneği. İşverenlerin, örneğin, yeni makinelerin nasıl işlediğini öğrenmek için çalışanlarını sanal gerçeklikte eğitmeleri beklenmektedir. Özellikle, artırılmış gerçeklik (aynı zamanda Artırılmış Gerçeklik olarak da bilinir) sözde önemli bir rol oynayabilir. Sanal elemanlarla gerçek bir çevreden oluşur. Örneğin, artırılmış gerçeklikte, nesneler hakkındaki bilgi veya cihazlar için kullanım talimatları, gösterilebilinir. Sanal dünyadaki deneyimi daha da gerçekçi kılmak için, bilim adamları havadaki ultrasonik dalgalar üzerinde çalışarak, sadece görme değil hissetmenizi sağlayacak. geri bildirimler üretmeye çalışıyorlar. En son olarak, kendinizi bir çift kontakt lens ile böyle bir sanal gerçeklik içine sokabildiğiniz zaman, ister sevin ister sevmeyin, gerçek dünyaya, gerçek bir rakip olacaktır. Çeviri: İ. Kaya Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/dunyayi-degistirecek-10-teknoloji/
61
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası
Doğa Konuşuyor Doğa Konuşuyor: Doğa Ana Bazıları bana “Doğa” der. Bazıları da “Doğa Ana”. 4,5 Milyar yıldır buradayım. Sizden yirmi iki bin beş yüz kat daha uzun zaman önceden beri… Benim insanlara ihtiyacım yok, insanların bana ihtiyacı var. Sizin geleceğiniz bana bağlı. Ben serpildiğimde, siz serpilirsiniz. Ben bocaladığımda, siz bocalarsınız yada daha kötüsü… Ama ben çok uzun zamandır buradayım. Sizden çok daha üstün canlılar besledim. Ve sizden daha üstün canlıları yok ettim. Benim okyanusum, benim toprağım, benim ırmaklarım, benim ormanlarım. Hepsi sizden alınabilir yada sizde kalabilir. Günlerinizi, bana saygıyla yada saygısızlıkla geçirmeyi seçmenizin benim için gerçekten önemli değil. Öyle yada böyle eylemleriniz kaderinizi belirleyecek. Benimkini değil. Ben doğayım. Ben var olmaya devam edeceğim. Evrilmeye hazırlıklıyım. Ya sen? 62
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası
Doğa Konuşuyor: Okyanus Ben okyanusum. Ben suyum. Ben bu gezegenin çoğuyum. Onu ben şekillendirdim. Her akıntı, her bulut ve her yağmur damlası. Hepsi bana geri döner. Öyle ya da böyle, her canlının bana ihtiyacı var. Ben kaynağım. Her şeyin içinden sürünerek çıktığıyım. İnsanlar da farklı değiller. Benim onlara hiçbir borcum yok. Ben veririm. Onlar alır. Ama ben her zaman geri alabilirim. Bu her zaman bu şekilde oldu. Bu onların gezegeni değil. Hiç olmadı. Asla olmayacak. Ama insanlar paylaştıklarından fazlasını alıyorlar. Beni zehirliyorlar, sonrasında onları beslememi bekliyorlar. Bu şekilde yürümez. Eğer insanlar doğadan benimle birlikte, benim sayemde var olmak istiyorlarsa, onlara beni can kulağıyla dinlemelerini öneririm. Bunu sadece bir kere söyleyeceğim. Eğer doğanının sağlığı korunmazsa, insanlar hayatta kalamaz. Bu kadar basit. İnsanlar var olmuş olmamış, benim umurumda değil. Ben okyanusum. Eskiden tüm gezegeni kapladım. Ve her zaman tekrar kaplayabilirim. Söylemem gerekenler bu kadar.
Doğa Konuşuyor: Buzullar Ben buzum. Yavaş hareket ederim. Dünyayı serin tutarım. Her zaman olduğu gibi. Ama insanlar dünyayı ısıtıyor. Sizi uyarmayı denedim. Bazı parçalarımı okyanusa gönderdim. Hiç bir şey yapmadınız. Deniz seviyelerini yükselttim. Hiç bir şey yapmadınız. Belki de farkına varmanız uzun yıllar alacak. Ancak bundan sonra bu kadar yavaş olmayabilirim.
Doğa Konuşuyor: Yağmur Ormanları Ben yağmur ormanıyım. Onların burada büyüdüğünü izledim. Gittiler. Ama her zaman geri dönerler. Evet, her zaman geri dönerler. Ağaçlarım, onların yakacak odunlarıdır. Bitkilerim, onların ilaçlarıdır. Güzelliğim, onların kaçış noktalarıdır. 63
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası Ben onlar için her zaman oradayım. Daima onlara hizmet ettim. Ve bu cömertlikten daha öte bir şeydi. Bazen hepsini onlara verdim. Şimdi hepsi bitti. Sonsuza kadar. Ama insanlar, onlar çok akıllılar. Çok akıllı. O kocaman beyinleri ve türlerine özgü bükülebilen başparmaklarıyla. Bir şeyleri nasıl yapacaklarını iyi bilirler. Harika şeyleri. Şimdi, neden benim gibi yaşlı ormana ihtiyaç duysunlar ki? Vahşi ormanlara? Ağaçlara? Pekala hava soluyorlar. Soludukları havayı ben yapıyorum. Bunun hakkında hiç düşünmüşler midir? İnsanlar, çok akıllılar. Onlar bir yolunu bulacaklar. Hava Üreten insanlar. Bunu izlemek eğlenceli olacak.
Doğa Konuşuyor: Toprak Ben toprağım. Tepelerde, vadilerde, tarlalarda ve meyve bahçelerinde hep ben varım. Ben olmazsam insanlar var olamaz. Buna rağmen bana pislik gibi davrandınız. Bu gezegende ince bir deri olduğumun farkına varabildiniz mi? Ve aslında canlı olduğumun? Besinleri büyüten organizmalarla dolu olduğumun? Ama artık kırıldım, ağrılarım var, aşırı kullanıldım ve hastayım. Sizin yüzünüzden. Son yüz yılda, sahip olduklarımın yarısını sizin yüzünüzden yitirdim. Buna aldırış ediyor musunuz? Çöle dönüşüyorum. Belki bana birazcık saygıyla yaklaşırsınız? Sanıyorum ki bir şeyleri yiyebilmek istersiniz değil mi?
Doğa Konuşuyor: Kızıl Orman Niye mi bu kadar akıllıyım? Çünkü çok uzun zamandır buradayım. Göründüğünden çok ama çok uzun zamandır buradayım. Ve neredeyse her şeye tanık oldum. Çok fazla zaman gördüm. Her türlü. 64
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası
Her türlü canlı gördüm. Başlangıçta sadece böcekler ve örümcekler vardı, sonra farklı fareler ve sıçanlar, sonra tavşanlar ve ayılar, ve kokarcalar. Sonra aniden insanlar geldi. Ve her yeri cehenneme çevirdi. İnsanlar ne mi yaptı? Kurtları köpeklere dönüştürdüler. Gölleri, nehirleri ve dağları dönüştürdüler. Onlar hiç bir zaman bu sistemin bir parçası olduklarını anlamadılar, onu hep kullanmaya çalıştılar. Gezegeni sadece onlar için yaratılmış gibi kullanma başladılar. Sanki yedekte başka varmış gibi. Bunu anlamıyorlar mı bilmiyorum. Onlar doğanın bir parçası olduklarının farkında değiller. Bu gidişle yeni ağaçların büyüdüklerini görmek için burada olamayacaklar.
Doğa Konuşuyor: Çiçek Ben bir çiçeğim. Evet güzelim. Bunu daha öncede duymuştum, hiç değişmez. Görüntüm için seviliyorum. Kokum için. Ama bir şey daha var. Hayat benimle başlar. İnsanları beslediğimi gördünüz. Tüm meyveler benden gelir. Her patates benim, her mısırın çekirdeği benim. Pirincin her tanesi benim. Ben, ben, ben biliyorum. Ama gerçek bu. Bazen onların ruhlarını beslerim. Kelimeler yetmediğinde ben varım. Hiçbir ses kullanmadan “seni seviyorum” derim. Hiçbir ses kullanmadan “Özür dilerim” derim. En yücelerine ilham veririm. Ressamlara, şairlere, tasarımcılara. Hepsi için ilham perisiyim. Ama tecrübelerime göre, insanlar hoş güzel bir çiçeğin gücünü küçümsüyorlar. Çünkü onların hayatı benimle başlamıyor. Ama bensiz sona erebilir.
Doğa Konuşuyor: Ev Ben evinizim. Size rahatlık, ailenize sığınacak yer veririm. Kim olduğumu görün. Evim güzel evim. Sizin barınağınızım. Sizi tutan zeminim. Eğitim veren kurumunuzum. Siper olmuş duvarınızım. Sizi koruyan çatıyım. Ben evinizim. Bana önem vermezseniz. Bende size önem vermem. 65
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası
Doğa Konuşuyor: Gökyüzü Yukarı bak. Ben oradayım. Ben gökyüzüyüm. Ben koruyucu sıcak battaniyeyim. Dünya üzerinde herkesin üzerini örten… Bulutları getirebilirim. Yağmuru ve rüzgarı… Bir buz fırtınası olabilirim. Bensiz kalsanız kızarırdınız. Her gün içinize çektiğiniz nefesim ben siz beni hasta ederken. Tıkandım bu dengesizlikten. Kirli havadan. Görüyor musunuz? Ben sizin düşündüğünüzden daha narinim. Benim bu mükemmel gaz karışımımı, sıcaklığı ve hoşlandığınız havayı yaratmam milyonlarca yılımı aldı. Ama şimdi arabalarınız, fabrikalarınız ve kalıntılar… Beni sınırı geçmeye zorladı. Ve şimdi benim tayfunlarımın ve hortumlarımın neden bu kadar yoğun ve çok olduğunu merak ediyorsunuz. Tahmin edilemez oldum. Buraya daha az yağmur. Oraya çok daha fazla yağmur. Daha sıcak yazlar, daha soğuk kışlar. Artık ben bile kendimi kontrol edemiyorum. Benim hakkımda bu kadar bilgi yeter. Önümüzdeki günler size değişen özümü göstereceğim. Ama sonunda ben yine iyi olacağım. Bana birkaç bin yıl verin yeter. Daha önce travmalarım, yıpranmışlıklarım oldu. Ama kendim için asla endişe etmedim. Yukarı bak.
Doğa Konuşuyor: Mercan Ben mercanım. Bazıları beni sadece bir kayadan ibaret sanır. Aslında bu gezegende yaşayan en büyük şeyim. O kadar büyüğüm ki, uzaydan bile görünebilirim. Ama ne kadar sürecek bu? İki yüz elli milyon yıldır büyümekteyim. Ve insanlardan sonra beşte birimi kaybettim. 66
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası Evet denizin dibinde yaşamaktayım. Beni çok sık göremeyebilirsiniz. Ama bana ihtiyacınız var. Deniz yaşamının çeyreğinin bana bağlı olduğunu farkında mısınız? Ben denizin bakım eviyim. Küçük balıklar yiyecek bulmak için bana muhtaç. Ve büyük balıklardan saklanmak için. Ve tahmin et büyük balığı kim yiyor? Evet bildin. Sen! Ben dünyanın protein fabrikasıyım. Okyanusun ısısını artırmaya başladınız ve bu durumda artık yaşayamıyorum. Büyük fırtınalar ve tsunamiler okyanusu vurduğunda sizi koruyan kale olurum. Ama siz beni dinamitle patlatırsınız ve siyanürle zehirlersiniz. Pekala, işte size çılgın bir fikir: beni öldürmeyi bırakın.
Doğa Konuşuyor: Su Ben suyum. İnsanlar için sadece orada olan bir şeyim. Ben sadece, onların hak görüp aldıkları bir şeyim. Ama çok fazlası değilim. Ve her gün ama her gün çoğaldıkça. Dağlarda yağmur olarak başlarım. Nehirlere ve kaynaklara akarım. Ardından okyanuslara varırım. Ve sonra döngü yeniden başlar. Şu an bulunduğum yere dönmem on bin yıl sürecek. Ama insanlar için ben sadece suyum. Sadece orada duruyorum. İnsanlar beni nerede bulacak, etrafta onlardan milyarca daha fazlası olduğunda? Kendilerini nerede bulacaklar? Benim için savaşlar mı başlatacaklar? Diğer her şey için başlattıkları gibi! Bu her zaman bir seçenektir. Ama tek seçenek değil…
Doğa Konuşuyor: Dağ Ben dağım. Doğanın en eski tapınağıyım. Buzullarım ve akarsularım içtiğiniz suyu sağlıyor. Ormanları sizin odununuzu ve temiz havanızı olur. Buradan, yukarıdan bakınca bu dünyayı nasıl davrandığınızı görüyorum. Eskiden ruhunuzu ve bedeninizi, ormanlarımın sakinliğinde dinlendirirdiniz. Bir zamanlar aydınlanmak için tepelerime tırmanırdınız. 67
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası
Artık islediğiniz her şeyi aldınız. Ve sadece kendi kazancınızı düşünüyorsunuz. Hala vakit varken gözlerinizi açın. Çünkü açıkça görebildiğim bir şey varsa. Aşağısı kayalıklarla dolu uçurumun kenarındasınız. Düzenleyen: Selim ÖZTEMEL Kaynak ve Sesi Dinleme: https://cilginfizikcilervbi.com/doga-konusuyor/
“Su”yun Bize Fısıldadıkları “Her şey keşfedildi, artık keşfedilecek hiçbir şey kalmadı” denildiğinde daha cep telefonu ve internet bile yoktu. Atomaltı Parçacıkların dünyasına yapacağımız yolculuk başlamamıştı. Bu dünyanın kapısından içeri girildiğinde ilk görünenleri anlamlandırmak, bu dünyanın bizim makro dünyamızdan çok farklı işlediğini kabul etmeye çalışmak, doğru bildiğimiz ve sımsıkıya sarıldığımız inançlarımızı sorgulama, milenyum çağının en büyük sancısı olacaktır. Bu sancı, “Su” ile ilgili yapılan deneyler ve tesadüfler ile atomaltı parçacıklar ile uğraşan bilim insanlarından, halka doğru yayılmaya başladı. Su`da olanlar, sorgulayan, sadece gerçeği bulmaya çalışanların ilgi odağı haline geldi. İnsanın insana olan zararının, şiddet gibi sadece fiziksel uyarılar ile olmadığını, zihinsel uyarıcılardan olan yani psikolojik şiddetinde olduğunu bizler zaten çoktandır biliyorduk. Fakat bunun doğa içinde geçerli olduğunu bilmiyorduk. 68
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası Her şey Japon bilim insanı Emoto’nun fiziksel uyarılar yerine su`ya zihinsel uyarıcılar vermesiyle başladı. Su molekülleri söylenilen sözlerin güzelliği veya psikolojik şiddet içermesine karşı şekillerini mükemmelleştirerek ya da bozarak tepki verdiler. O sadece bir su. Nasıl olur da insan gibi tepkisi olur? Nasıl olur da hassasiyeti olur? Bay Emoto düşünce gücü ve niyetin SU tarafından algılandığına inanıyor. Yine farkli bir laboratuvarda, bir asistan tamamen kapalı cam kapsül içinde bulunan zehiri, bir surahi su içine düşürüyor. Su ile hiçbir fiziksel etkileşimi olmayan bu cam kapsülü ise iki gün sonra fark edince su`dan çıkarıyor. Bu sürahide ki suyu ise kobay farelerine içme suyu olarak kullanıyor. Bu su`dan içen farelerin öldüğü görülünce otopsi yapıyor. Kanlarında hiçbir zehirin olmadığı tespit ediliyor. Peki bu fareler neden öldü? sorusuna cevabın işte bu Bay Emoto`nun dediği gibi zehrin hiçbir fiziksel temas olmazsa da su tarafından algılandığını ve ona göre moleküler şekiller alarak zehirli moleküllere benzediği ve onların taşıdığı mesajı absorbe ettikleri, tespit ediliyor. Daha sonra Su moleküllerinin farklılığı için hiç insan eli değmemiş doğadan ve şehir sularından, şehirlere yakın ırmaklardan su örnekleri alınıp bakıldığında, su`da ki mükemmel kristal şekillerin insanların yerleşim yerlerine, yaklaştıkça bozulduğu görülüyor. Peki eğer Su bir mesaj taşıyıcısı ise, kirli sulara belli bir miktar mükemmel kristal molekülleri olan su`dan bıraksak temizlenir mi? deniliyor. Evet, deney başarı ile sonuçlanıyor. Kirli sular, bu şekilde temizleniyor. Vücudumuzun sıvı miktarı düşünüldüğünde, bu sonuçlar insanı ürpertiyor. Düşünsenize bir bardak su istediğiniz insanın, mutfaktan suyu size getirene kadar ki niyeti içtiğiniz suya yansıyor ve siz bunu eğer niyeti kötü ise zehir olarak vücudunuza alıyorsunuz. Seviştiğiniz insanın ağız salgısı ile de onun vücudundaki su moleküllerinin mesajlarını almış oluyorsunuz. Doğadan gelen, su gibi bir elementin zihinsel uyarıları mesaj olarak taşıması, bizi hasta edebileceğini ya da iyileştirebileceğini bilmek, çok düşündürücü. Binlerce yıl önceden gelen, “şifalı su, dualı su, okunmuş su, kutsal su” kelimelerinin anlamını , kimsenin elinden su içmeyenleri, su içtikten sonra verene “su gibi aziz ol” temennisini ya da su`dan bahaneler diyerek, su`yun küçümsenmesi, sebeplerini ister istemez sorguluyor insan. En önemlisi de anne yemeğinin “içine sevgimi kattığım için çok lezzetli” sözündeki gerçeklilik payını. Evren ve Yaşam`ı bir yap-boza benzetirsek eğer, bilim bu yap-bozun birçok parçasını buldu fakat hangi parçanın tam nereye ait olduğunu, sadece maddesel alemi 69
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası
kullanarak asla bulamayacak. Atomaltı parçacıkların mesaj taşıyıcı özelliği ve her bir hücrenin kendi bilinci oluşu bu duruma büyük bir engel. Bir gün zahiri (görünen) inançlar ile batini (ruhani) inançlar el ele çalışacak ve hem evrenin hem neden yaşam olduğunun anlamını bulacaklar. O zamana kadar siz yinede içtiğiniz su`yun taşıdığı mesaja dikkat edin. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/suyun-bize-fisildadiklari/
Sorgulamanun Sınırları Newton fikirleriyle bilimin önüne geniş kapılar açtı. Cisimlerin hem yeryüzündeki hem de uzaydaki hareketlerinin birkaç matematiksel denklemle tanımlanabileceğini keşfetti. Yine de Newton evrenin, kendi yasalarının ifade ettiğinden çok daha zengin ve gizemli olduğuna inandı ve ” Dünya yaptıklarım konusunda ne düşünür bilemem ama kendi açımdan söylemem gerekirse, ben hala kumsalda oynarken arada bir sıra dışı düz bir çakıl taşı ya da deniz kabuğu bulan ancak önünde tümüyle keşfedilmemiş bir gerçeklik okyanusu uzanan küçük bir çocuğum. ” demiştir. Aradan geçen yüzyıllar Newton`un bu söylediklerini fazlasıyla doğruladı. Elbette, ormanda yiyecek toplayarak ya da bozkırlarda avlanarak hayatta kalabilme mücadelesi veren atalarımızdan, elektronların kuantum davranışları ya da kara deliklerin kozmolojik anlamları üzerine kafa yormalarını bekleyemezdik. Çağlar içinde beynimizin boyutları büyüdüğü gibi, zihinsel yetilerimiz de gelişti ve çevremizi daha ayrıntılı biçimlerde anlama isteğimiz arttı. İnsan soyu, kimi zaman çeşitli aletler icat ederek, kimi zaman, örneğin matematikte olduğu gibi, 70
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Daha Fazlası
sistematik ilişkileri belirleyen ifade biçimleri geliştirerek anlama sınırlarını her defasında daha da genişletti. Tüm bu gelişmeler de insanı gündelik yaşamda görünenlerin ötesindekileri araştırmaya yöneltti. Öğrendiklerimiz gerçekliğin doğasıyla ilgili anlayışımızda köklü değişiklikler gerektirdi. Böyle değişiklikler kolayca gerçekleşmedi. Bilim insanları tarafından incelediler ve çoğu zaman keskin direnişlerle karşılaştılar. “Şaşırtıcı olanla karşılaşmamak bilimde şaşırtıcı olur ” prensibi ile bir kuşağın bıraktığı bayrağı, öteki kuşak devralarak bilimi daha da geliştirdiler. Yüzyıllardır insanoğlunun yeryüzündeki yaşama ortamına duyduğu merak, yaşam standartlarını yükseltecek bir etkinliğe bürünmeye başladı. Olağan gibi görünen olayları anlama çabası, aslında dünyanın gizemlerle dolu bir yer olduğunu ve bunları çözümlemek gerektiği gerçeğini doğurmuştur. Geleneksel bilim sadece anlamaya ve çözmeye gereksinim hissetse de, ileri safhalara bölünen bilim türleri sadece çözmeyi değil çözümden öte ilerlemeyi de kapsar. Geçmişe bakıldığında en önemli sayılan bilim dallarından bazıları matematik, geometri, gök bilimi ve tıptır. Çok çeşitli matematiksel çözümleme sistemlerinin geliştirildiği ilk zamanlardan bu yana hala yeni formüller, sistemler, kuramlar geliştirilmektedir ki bu da bilimin sürekliliğine bir örnektir. Sorgulama her keşif ve ispatlanan her teoriden sonra yeni sorular ve cevap bulma arayışı ile devam edecektir. Sorgulayan beyinler yok olmadıkça , sorgulamanın da sınırı ve sonu olmayacaktır. Yazan: İ. KAYA Kaynak: https://cilginfizikcilervbi.com/sorgulamanin-sinirlari/
71
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları
Röportaj
72
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları