değere değer katar...
www.colpankitap.com Çolpan Kitap, Nüans Kitapçılık San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin tescilli markasıdır.
Birinci Dünya Savaşı’nın ülkeyi kasıp kavurduğu, ülkenin işgal edildiği günler… Kadınların hem eğitim hem de üretim alanında var olmaya çalıştığı, işgalcilere karşı erkeklerle omuz omuza mücadeleye girdiği yıllar… Bir aşk üçgenindeki çıkmazı görüp kendini feda eden Osman Fahri’nin şiirlerinden damıtılıp Şükufe Nihal’in gönlüne sunulmuş mektuplar… Bir Osmanlı subayı olan babasının isteğine boyun eğerek erken yaşta evlenen Şükûfe Nihal, eşinden ayrıldıktan sonra Darülfünun’da öğrenim gören ilk kadın öğrencilerden biri olmuş, Millî Mücadele’yi desteklemiş, şiirler yazmıştır. Şükûfe Nihal’e ilk görüşte âşık olan Osman Fahri, ömrünce aşkının peşinde pervane olmuş, her şiirini, her bir mektubunu onu düşünerek ona yazmıştır. İki şairin hazin aşkının odağa alındığı Hiç Aklıma Gelmezdi Ayrılık, Birinci Dünya Savaşı ve işgal dönemi Türkiye’sinin siyasal, toplumsal ve edebî hayatına ışık tutuyor. Bu ışığın aydınlattığı alanda neler yok ki: Devrin kahramanları ve bigâneleri… Osmanlı’nın son döneminde yaşanan zorluklar, çaresizlikler… Yangın, kıtlık, işgal, yok sayılma ve yeniden canlanma… Yokluk içinde modern bir hayat kurma çabası, kadınların eğitim dünyasına ve hayata katılması… Ve aşk; sımsıcak, hazin, umutsuz bir aşk… Hiç Aklıma Gelmezdi Ayrılık, zor coğrafyanın en sıkıntılı yıllarında heba olan bir aşkın, iki şairin, Osman Fahri ile Şükûfe Nihal’in öyküsü. Bu roman, Şükûfe Nihal’in “Ben bütün şiirlerimi bir tek şahıs için yazdım. Hep onu anlattım, ona seslendim.” dediği ve Yakut Kayalar adlı romanında onun aşkını anlattığı Osman Fahri’yi intihara sürükleyen bu aşkın iç burkan tortusu. ISBN 978-605-81146-8-5
Roman
Hiç Aklıma Gelmezdi Ayrılık Hayri Öztürk
Roman
Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar Fazıl Sayın Yeraltı zenginliklerinin Kocagümüş Köyü’nden yarattığı erken bir şehir Balya. Sanayi Devrimi sonrasında hammadde ihtiyacını karşılama arayışına giren sömürgeci Avrupa ülkelerinin Osmanlı coğrafyasında girdiği ilk yerlerden biri. Balya Madenleri, önce bir Alman şirketi, ardından bir Fransız şirketi tarafından işletilir. 1892’de bir Fransız şirketinin kurduğu Balya Karaaydın Madenleri Osmanlı Anonim Şirketi, 1939’a kadar Türkiye’nin yeraltı zenginliklerinden bir bölümünü Avrupa’ya taşır. Bu arada, küçük bir köyden bir şehir doğar. Maden; Türkiye’de ilk işçi göçü dalgasına yol açar, ilk işçi eylemini ve grevi hazırlar. Maden işletmesi aracılığıyla taşrada elektriğe ve demiryoluna kavuşan ilk yerleşim bölgesidir Balya. Avrupa’dan gelen yatırımcı aile, teknisyen ve uzmanlarla yurt içinden gelen işçilerin oluşturduğu kültürel hayat, Balya’nın çokkültürlü bir yapı kazanmasını sağlar. Elbette, “Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar”ın hayatı birbirinden farklıdır. Emek ve sömürü, çaresizliğin çözdüğü geleneksel değerler, taşranın günlük hayatı, Avrupa ile Türkiye arasındaki zihniyet farkı, “Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar”da sürükleyici bir anlatım ve klasik bir kurgu ile değerlendiriliyor. Fazıl Sayın; karakter canlandırmadaki başarısı, diyaloglardaki rahatlığı, olay örgüsünde gösterdiği sağlamlıkla dikkat çektiği kadar tarihsel olana yaklaşımıyla da tarihsel roman janrında özgün bir kimlik olarak beliriyor. Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar’da, tarihsel olanı, üretim ve insan ilişkileri dolayımında kurguya dönüştürüyor. Böylece tarihin ışığını yılların dehlizinden geçirip günümüze düşürerek merakla okunacak bir roman sunuyor.
ISBN 978-605-68292-5-3
Zannediyoruz ki hayat belli bir düzen içinde yaşanır, giriş, gelişme, sonuç... Oysa bunlar senaryolarda, romanlarda olur; hayat, dağınık bir düzen içinde ilerler. Kimi yaşanmışlıklar, uçları bağlanmadan, öylece açıkta kalır. “Hay Allah dersin, yani bu kadar mı?” Oysa başlanırken zihnimizde son derece düzenli bir kurgu vardır. Her şey tıpkı filmlerde olduğu gibi yerli yerine oturacak, ayrıntılar bile bütünü tamamlayan bir anlamlılıkla yerlerini bulacaktır. Böyle olmaz. Hayatın tek müdahil unsuru, hattâ kendi hayatımızın yegâne efendisi biz değilizdir, ters rüzgârlarda alabora oluruz. Yine de yaşananların organik bir yanı vardır; tüm bu ters yüz olmalara rağmen kendimizi onarırız. Sadece şimdiyi, geleceğimizi değil aynı zamanda geçmişimizi de onarırız; onu yeni baştan kurarak yaparız bunu. Hayatın Kıyısına Düşen’in tanık Yazar’ı, yitirmeye hazır yaşayanların hikâyesini dinlediğinde, bunları söylüyor. Yitirenlerin hayatını kurmaca içinde yeniden kurgularken şimdiyi olduğu kadar geleceği ve geçmişi de onarmaya çalışıyor. Şair Rauf ’un, mafyaya bulaşmış ülkücü Hayri’nin, eski ülkücü ve sonradan bürokrat Süleyman’ın, devrimci Cahit’in baştan yitirilmiş hayatları… Askerî darbe ile hayatları alt üst olmuş bu dört karakter etrafında kurulan roman; aşk, sevgi, arkadaşlık, inanma, özveri ve hayatı yaşanır kılan başka değerlerin nasıl aşınabileceğini ve yerlerine yalan, yalnızlık, aldatma, hınç ve ihanetin nasıl yerleşebileceğini derinden hissettiriyor. Dört karakter, her bir bölümde, gerçekliği, kendi yorumlarıyla yerinden ediyor. Özneyi, tam bir şeye tutunmuşken boşluğa bırakıveren bir duygu durumu bu. Bir bakıma şaka, bir bakıma hayata takılan çelme. Duyuşuyla olduğu kadar anlatımıyla da usta işi bir roman Hayatın Kıyısına Düşen.
ISBN 978-605-82649-3-9
Roman
Hayatın Kıyısına Düşen M. Naci Bostancı
Roman
Ölünün Gözleri Mahmut Yesari Hazırlayan: Recai Özcan Ölünün Gözleri; vicdanı ile yüzleşmek zorunda kalan Mihriban Hanım’ın, gözünü para hırsı bürümüş Âsım Bey ve Sadık Efendi gibi türedi zenginlerin, çaresizlik yüzünden moral değerleri bir yana bırakan Hamide ve Hilkat Hanımların, bozuk dünya düzeni karşısında rindane bir yaşamı tercih eden Hilmi Baba’nın, iş sahibi olmasına rağmen pek de çalışkan olmayan Sadık Efendi’ye karşılık çalışmak isteyen Macit’in kısacası Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’un arka sokaklarında kalan Türkiye’nin bir yüzünün romanıdır. Mahmut Yesari’den bir suç ve ceza romanı, Ölünün Gözleri. Yesari, bu evrensel temayı, yerel bir atmosfer içinde işler; çürük bir konakta hasta, ihtiyar bir kadının mirasına konmayı bekleyen, “küçük hayaller” peşinde koşan, moral değerlerle arası açılan sıradan insanların yaşamı etrafında yorumlar. Yazar, çürüyenin konak değil, değerler olduğunu vurgular. Hasta yatağındaki yaşlı kadının ölümünü hızlandıran açgözlü akrabalardan Mihriban Hanım, diğer ölü soyucular gibi davranamaz. Son nefesini veren Vildan Hanım’ın açık kalan gözlerini o kapasa da gözler vicdanında hep açık kalır. Yaşadığımız dünyaya bakıldığında, Ölünün Gözleri’nin hâlâ açık olduğu rahatlıkla görülebilir.
ISBN 978-605-68292-6-0
Mahmut Yesari, “popüler romancı” sıfatını aşan bir yazardır. Çok ve çabuk yazmak zorunda olması nedeniyle anlatımındaki rahatlık hemen fark edilir. Bununla birlikte, roman kurgusunda gevşekliğe ve dil kullanımında savrukluğa düşmez. 1932’de tefrika edilip 1933’te kitap olarak yayımlanan Tipi Dindi, kurmacadaki ustalığını gösteren bir romandır. Türkçeyi kullanımındaki rahatlık, özellikle figürlerin diyaloglarında belirginleşir. Figürlerin canlandırılmasında hem diyaloglar hem de psikolojik çözümlemeler romanın başarısını sağlar. Tipi Dindi, kurgu tekniği yönünden de özgün bir metin olarak öne çıkar. Romanın merkezî figürü Macit’in dönüşümüyle toplumsal bir olgu yansıtılır. Bir yaşayış biçiminin çöküşü, Macit üzerinden sergilenir. Tipi Dindi’de, 1930’lar İstanbul’unun merkezden taşraya sosyal panoraması sunulduğu gibi, kahramanı Macit üzerinden bir “yok oluş” veya “ölüm” hikâyesi anlatılır. Bu, hem hayatı gerçekleriyle göremeyen ve yenik düşen bireyin hem de yeni bir toplumsal yapılanışa ayak uyduramayan ailenin ölümüdür. Macit, hayatın zorlukları karşısında zihinsel felce uğrar; babasının ölümü sonrasında sırtlanmak zorunda kaldığı aile yükünün altında ezilir. Deneyimsizlik, kimsesizlik, yoksulluk ve hayat bilgisi eksikliği, Macit ve bakmakla yükümlü olduğu iki kardeşinin hayatında tipi etkisi yaratır. Kız kardeşi Müzehher sefalet içinde ölür; devletin sahip çıkmasıyla yatılı okulda yeni hayata katılan erkek kardeşi Niyazi, yapayalnız kalır; Macit, akıl hastanesinde son nefesini verir. Bütün bunlar yaşanırken çevreden gelen yırtıcı ilgi ve yağma sonrasındaki ilgisizlik, Tipi Dindi’nin topluma dönük eleştirisini yansıtır. Bu yönüyle tipinin hâlâ dinmediği rahatlıkla söylenebilir. ISBN 978-605-82649-5-3
Roman
Tipi Dindi Mahmut Yesari Hazırlayan: Recai Özcan
Roman
Kızıl Gölgeler Emine Öztürk Kalafat Birlikte yaşamanın, insanî değerler üzerinden sağlanan uzlaşmanın, coğrafyanın kader oluşunun romanı Kızıl Gölgeler. Emine Kalafat, insan olgusu üzerinden anlatıyor Anadolu’yu; tarihi, insanın acılarına duyarlı bir dikkatle değerlendiriyor. 1915’e bir çocuğun kavrayışıyla bakıyor. Ermeni meselesi hakkındaki yoğun okumalarını, yaşanmışlıklardan yola çıkarak dramatik bir kurguyla sunuyor. Bir çocuğun gözünden Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’nun içinde bulunduğu durum, Osmanlı-Rus Savaşı, tehcir yasası, Bolşevik Devrimi, “kızıl bir gölge” olarak çepeçevre kuşatıyor romanı. Anıların gölgesine demir atan geçmişteki günler, karanlık mahzenlerden firar eden acılar, insanı boğan ve tutkuları ezip geçen savaşlarla onların ürettiği düşmanlıklar, dirimi değil ölümü getiriyor hep. İnsanı merkeze alarak onu öteleyen kötülüğe karşı içleniş; kimi zaman susmayı, kimi zaman haykırmayı hazırlayan bir bellek fırtınası ve akla çivilenmiş olan vedalaşma… Harabeye dönen o andan şunlar duyuluyor: “O harabeye bakıyorum şimdi. Biz oradayız Karine. O sıcak elinden tutmuş, rüzgârın taradığı otların içinde koşuyoruz. Arkamızda Abraham, Garabed, Yeprosine, Armen, Âdem, Kemal, Şah Senem… Cıvıltıları duyuyor musun Karine?” Cıvıltıları duyacağınız bir roman Kızıl Gölgeler.
ISBN 978-605-82649-1-5
Orijinal yazım dili Batı Ermenice olan Yoldaş Pançuni, gerek konusu gerekse edebi kalitesi bakımından okuyucusuna keyif vermenin yanı sıra düşündürücü ve sorgulatıcı özelliğiyle de dikkat çekicidir. Yervant Odyan’ın hiciv sanatını ve politik mizah ustalığının satır satır hissedildiği eser, içeriğindeki konular itibariyle hikâyenin geçtiği döneme ışık tutmasıyla da öne çıkıyor. Taşnakçı bir Ermeni propagandisti ve eylemcisi olan hayali bir karakterin ağzından dönem yansıtılırken Türkiye’deki toplumsal hayata ne şekilde zararlı müdahaleler yapıldığına ilişkin de bizlere ipuçları verilmektedir. Eserde ana temanın işlendiği dönem 1908 Meşrutiyeti sonrası dört yıllık dönemse de genel olarak Birinci Dünya Savaşı öncesi -1890’lardan itibaren- mercek altına alınmakta, olaylar ve olgular anlatılırken gerçek yaşanmışlıklardan ve kişilerden beslenilmektedir. İşte bu noktada eser bir kez daha değer kazanıyor ki, o da dönemi çalışacaklar için ve 1915 olayları öncesi yaşanmışlıklara derinlemesine incelemede bulunacaklar için Taşnak Komitesinin düşünce yapısını yansıtması bakımından bir pusula niteliğinde olmasıdır. Bu pusula yardımıyla da binlerce yıllık birikimin ürünü olan Anadolu toplumsal hayatının bir takım kişilerin eliyle nasıl bozulmaya çalışıldığı mizah penceresinden anlaşılacaktır.
ISBN 978-605-82649-0-8
Roman
Yoldaş Pançuni Yervant Odyan Çeviren ve hazırlayan: İbrahim Çağlar
Öykü
Parmak Hesabıyla İki Kişi Ahmet Balcı Bir ilk kitap, Parmak Hesabıyla İki Kişi. Ahmet Balcı’nın öykülerini denge sözcüğü ile betimlemek mümkün. Onun öykülerinin olay örgüsünde, karakterlerinde, dilinde ve anlatımında, dengenin korunduğu hemen fark ediliyor. Bu, öyle gözetilerek, kurmacanın sigortası gibi yedekte tutularak ulaşılmış bir özellik değil. Ahmet Balcı, öykünün anlatma zeminini hiç yitirmediği gibi, olayları örerken de sıçramayı, öyküye renkler katmayı biliyor. Karakterler tam kopup gidecekken onları, olayın veya durumun içinde tutmayı beceriyor. Kayış diline yükleneceği beklenirken uzaklaşıyor o mecradan. Sarkastik anlatımın rahatlığına teslim olacakmış gibiyken farklı bir duyarlılık alanına geçip karakterlerini oradan zenginleştiriyor. Dil duyarlılığı kadar düşünce coğrafyasını da geniş tutmaya çalışan bir tavrı var Balcı’nın. Farklı dünyaların, farklı çevrelerin, farklı yaş gruplarının öykülerini yazabiliyor. Hem sakin hem de entrikalarla karmaşıklaşan dünyaların içine rahatlıkla girip çıkabiliyor. “Türkiye’nin İlk Kübra’sı” ile “Şifre Kırıcı”, “Aprın” ile “Tukay, 27” duyarlılığın olduğu kadar gözlem gücünün de örneği. Ahmet Balcı’nın kendi yazma süreci için de bir denge merkezi oluşturan Parmak Hesabıyla İki Kişi, hangi açıdan yaklaşılırsa yaklaşılsın ilgiyi hak eden bir ilk kitap.
ISBN 978-605-80481-2-6
Boş Pencere, bizi, varlığın terk edilmişliği ile dikkati çeken evine, ünlemeden çağırıyor. Ellerimizi kaşlarımıza siper ederek her yaşantıyı tozlanmaya bırakan “şimdi”den bakar bakmaz içeri, bakanın bakılan olduğu bir oyunda buluyoruz kendimizi. Yaşamın kavurucu sıcağını gölgeye çeken, gölgedekini yakmayan bir güneşe çıkaran Boş Pencere’de dile gelen “Anlar”, “Anımsayışlar”, “Sayıklayışlar” ve “Küçürek Dalışlar”da geçmişin tozu şimdinin rüzgârıyla çiçeklenecek bir düşüncenin rüyasına taşınıyor. Bir anlam bulmak üzere ötede beride yer tutmuş yaşantıları gün yüzüne çıkaran, kelimelerin büyüsüdür. Bu büyüyle Boş Pencere’den bakanların gördüğü rüyada okunan, rüyayı görendir aynı zamanda. Kitaptaki öykülerin her biri, kelimelerle görülen bir rüya. İzleri süren anlatıcının kendi de bir iz olan Boş Pencere’den gördükleri, yokluğa varlık kazandıran kelimelerdedir. Nihayetinde ve daima başlangıç noktasına dönüşü işaret eden kelimeler: Hem nedir yazmak, hatırlamaktan başka? Bekir Şakir Konyalı, bu uyarıcı retorik soru ile varlığın hâllerini bellek üzerinden kurguluyor. Her bir öyküde, insanın toplumla karşılaşması sürecindeki ağırlığı duyuruyor.
ISBN 978-605-81146-0-9
Öykü
Boş Pencere Bekir Şakir Konyalı
Öykü
Korsanlar Seyir Defteri Tutmaz Ergin Çiftçi Korsanlar Seyir Defteri Tutmaz, “Vazosunu Kıran Çiçek” ile açılıyor; yazmanın hem de bir kurgu ile dünya yaratmanın gerilimini haber veriyor. “Bulanık Sular”, insanın varlığını hissettiği aşkla derinleşiyor. “Salyangoz Mevsimi”nde, benliği bütünüyle kaplayan, ele geçiren bir derinleşme karşılıyor okuyucuyu. “Estella”, bir ömrü kuşatan veya yankısını geleceğe yayan bir çığlık. “Çakıl Taşları”, anıların akıntısıyla incelen yaşı belirsiz birinin kendine kapanması, kendindeki “Işıltı”yı görmesi. “Masum Bir Yeni Yıl Kartı”na yurt olması istenen, “Kullanılmamış Yaşamlara” karışan veya o yaşamları karıştıran, “Korsanlar Seyir Defteri Tutmaz” bilgisini içselleştiren “Küçük Hanım” geliyor sonra. İğneye düğümsüz geçirilmiş bir iplik gibi, anlatıcının yaşamını birleştirirken onun zihnini delik deşik eden “Küçük Hanım”. “Devinimsiz Bir Rüzgârgülü” özlemin, âşinâlığın ve bahtsızlığın bilgisiyle bekliyor: Uzakları özlemin hazzı “Orion”da, bir benzeri olduğu duygusu “Böcek”te ve bahtsızlık “Carettaconus”ta anlaşılıyor. Bilen bir “Rüzgârgülü” bu, o yüzden devinimsiz. “Gölgenin Sahibi”, yaşananlardan geriye kalanların, sadece onların da değil daha yaşarken geriye ne kalacağını hisseden öznenin biriktirdiklerinin ağırlığını taşıyor. “Duvarlar”, “Tabela” ve “Taş”… Hepimizin gelip gelip tosladığı, insanın çözümü buldum dediği anda çözümde boğulduğu, yolun sarpa sardığı ânın öyküleri. Korsanlar Seyir Defteri Tutmaz’da kurulan dünya, çizgisel değil, döngüsel. Döngüyü yaşamın ta kendisi var ediyor ve bunu anlayan özne de anıların çekiminde hep derinlere gidiyor. Ergin Çiftçi, öyküyü, hem klasik hikâye anlatma hem de modern bir kurmacaya ulaştırma yönüyle biliyor. Ama onu asıl belirginleştiren, öykü yazdığını hissettirmeyen içtenliği ve anlatımındaki şiirsellik. Cümlelerinde Türkçe’nin çiçeklendiği hemen hissediliyor. Üzgün bir çiçek belki ama benzerini bulduğu kişiye, çok yakışacağına hiç kuşku yok. ISBN 978-605-68292-0-8
Mutlulukla hüzün, huzurla huzursuzluk, ilgiyle kayıtsızlık ve bunların okuyucunun iç dünyasında duyumsattığı karşıt duygular arasında yaptığı keskin geçişlerle beliriyor Yumuşak Oda’daki öyküler. Güldürürken düşündürmek gibi bir görev üstlenmiyor; şaşırtıyor. İlginç, muzip veya dramatik bir olayı merkeze alıp onun etrafında kurulan ironik dille yaşanan gerçekliğin belirgin izlerini bulanıklaştırıyor. Büyük bir kararsızlık hâliyle ilerleyen hayata senkronize olmak isteyen öyküler bunlar. Günü gününü tutmayan gündelik hayatın getirdikleri gibi, okuru sarsmayı hedefliyor kurgusuyla. Öykülerde tüm bu özellikleri duyumsayan ve kaygı duyan karakterler öne çıkıyor. Yumuşak Oda bu karakterlerin yalnızlaştığı, yorulduğu, korktuğu ya da çıldırdığı bir yer. Herkesin içinde rastlanabilecek, kendilerinin inşa ettiği türden bir yer. Acıyı hafifletmese de benimsettiğini kitabın başında yapılan tek cümlelik bir alıntıdan da anlayabileceğimiz bir yer: “Trajedi artı zaman eşittir komedi.”
ISBN 978-605-82649-9-1
Öykü
Yumuşak Oda Dinçer Apaydın
Şiir
Çiğ ve Mahrem Mehmet S. Fidancı Çiğ ve Mahrem, Mehmet S. Fidancı’nın beşinci şiir kitabı. Kırın ve doğanın getirdikleriyle nefesi açılan, kentten aldıklarıyla varlığı sınayan, anılarla kişinin nasıl oluştuğunu duyan şiirler. Her birinin çekiç ile örsün arasında bir duyarlılıkla yazıldığı rahatlıkla hissediliyor. Fidancı, şiirine özgü hale getirdiği sözcükleriyle ve hem ses hem de anlam düzeyinde yakaladığı ritimle ölüm-dirim, varlık-yokluk, unutmahatırlama gerilimini duyuruyor. Çiğ olanı, yaşantıyla mahremleştiriyor. nasıl anlatayım ıslığını alıçların çığlığını yaban armutlarının ölülerle konuşuyorum, ölülerle mezarlara gitmelerim bu yüzden mertekleri saymam, gömütleri taşına yaslandığım ruhları teşrin miydi, kanunuevvel mi ölümler ve doğumlar birer zelzele takvimler kıyamet habercisi
ISBN 978-605-81146-6-1
Sadeddin Nüzhet Ergun, Osmanlı İmparatorlugu›nun klasik medeniyetinin son verimlerinden biri ve Cumhuriyet’in ilk nesil kültür adamlarındandır. Yılmaz Öztuna, onu,”Köprülü’den sonra Türk Edebiyatı Tarihi sahasında yetişen en büyük âlimdir.” diyerek selamlar. Hayatını pek çok kez karşı karşıya geldiği haksızlıklar, anlayışsızlıklar, engeller ve müzmin bir hastalık ile boğuşmanın yanı sıra muazzam blr çalışma azmi ile verimkâr geçiren Ergun’un, kendi deyişiyle “Bektaşî edeblyatını ve daha dogru bir tabir ile Bâtınî zümreler edebiyatı mahsullerini” bir araya toplamayı hedefleyen en önemli eserlerinden biri, Bektaşî Şairleri ve Nefesleri’dir. Elinizde tuttuğunuz eserin ilk baskısı, 1930’da Maarif Vekâleti’nce Bektaşî Şairleri adıyla yapılmıştır. Eserin sunuş yazısını yazan Prof. Fuad Köprülü, ögrencisini ve söz konusu kitabını şu sözlerle yüceltir: “Sadeddin Nüzhet Bey’in bugün ilim âlemine takdim ettiği bu büyük cilt, Bektaşî edeblyatının en zengin kısmını teşkil eden Bektaşî şiirinin zengin ve güzel numunelerini ihtiva ediyor. Sadeddin Nüzhet Веу, bu yeni eseriyle, tasavvufî Türk edebiyatının bu zengin ve orijinal sahasını aydınlatmış oluyor. Yalnız millî edebiyat noktasından değil Bektaşîlik tarihi noktasından da pek mühim olan böуlе bir eser vücuda getirdiğinden dolayı eski ve kıymetli talebemi tebrik etmek benim için hem bir vazife hem de en büyük bir vicdanî hazdır.” Bektaşî Şairleri ve Nefesleri, Ergun’un ölümünden önсе yayımlanan ikinci baskısı esas alınarak ve ilk baskıdaki “Lügatçe” de eklenip güncellenerek yetmiş üç yıl sonra okura sunuluyor. Türk düşüncesindeki önemli bir kanalın şiirle işlenişini ve Türk şiirindeki önemli bir damarın dile hâlâ nasıl kan taşıdığını görmek bakımından kaynak bir kitap Bektaşî Şairleri ve Nefesleri. ISBN 978-605-82649-2-2
Antoloji
Bektaşî Şairleri ve Nefesleri Sadeddin Nüzhet Ergun Hazırlayan: A. Âsûde Soysal Doğan
Anı
Irmak Tersine Tersine Mehmet S. Fidancı Anılar, yurdudur insanın. O yurda dönme arzusu uyanınca olamayacak şeyler olur, ırmak tersine tersine akar. Tersine akan bu ırmakta değil iki kez, defalarca yıkanabilir insan. Yurtsama, yaşantının kirlerinden arınmayı da imler, kişinin nasıl kendi olduğunu anlamayı da. Yetişkinin edindiği bilinç, geçmişin içindeki kendini aramaya başladığında, kapanmış kapılar önce aralanır; sonra yavaş yavaş açılır. Geçmişin ışığı, şimdiyi aydınlatır. Heyecan, yazıklanma, pişmanlık, sevinç, sevgi, memnuniyet, belleğin hüzmesinden yayılıp yeni bir bakışla görmeyi sağlar. Mehmet S. Fidancı, Irmak Tersine Tersine’de çocukluk, yeniyetmelik ve gençlik yıllarına giderek oradan yeni bir bakış kazanıyor. Yozgat, Kayseri, Ankara hattında 1970’li ve 1980’li yıllarda büyüyen birinin hikâyesini anlatıyor. 1990’larda yerlisi olduğu Ankara’da yaşadıklarını da o hikâyenin dipnotları olarak kitaba ekliyor. Irmak Tersine Tersine’de, bir aşk kırgını, geçmişin dehlizlerinde geziyor. Kırlara, ormanlara, yollara, hızarlanmış ağaçlara, ölüme yapraklanan gelinciklere, kardeşinin küçücük bedenini gizleyen mezara içini açtığında da yatılı okullarda, eczanelerde, tamirhanelerde, marangozhanelerde, yayınevlerinde içinin sesini gizleyişinde de hep o kırgınlık var. Kayıplara neşide, Irmak Tersine Tersine; ölüm ve dirimin bellekteki esintisi. Sığınma arzusu ile öz yurdunu bulma çabasının belirginleştiği kitap, şimdiden geçmişe gönderilmiş uzun bir mektup. “Ben bir kapı oldum da kendime kapandı sürgüm, sürgünlüğüm” diye başlıyor ve “tersine tersine akmaya devam ediyor”.
ISBN 978-605-82649-7-7
Trablusgarp Harbi’nin başlamasıyla birlikte, Mahmud Şevket Paşa’nın emriyle Erkân-ı Harbiye’de bir özel şube kurulur. Bu şube, askeriyenin diğer birimlerinden bağımsız çalışarak, Trablusgarp Komutanlığı’na para, erzak, silah ve cephane sevkiyatı sağlar. Aziz Samih İlter, 1911–1913 yılları arasında, özel şubenin kararı ile Hasan Talip adı ve bir tüccar sıfatıyla Tunus’a giderek bölgeye yapılan sevkiyatı yönetir. Trablusgarp Harbi’nin Gizli Cephesi, onun Trablusgarp Harbi’ndeki görevine ilişkin hatıralarından oluşmaktadır. Aziz Samih hatıralarında; vaatte bulunan hilekâr tüccarlara, İtalyan ajanlarına ve Tunus’taki Fransız hükümetine rağmen Trablusgarp Komutanlığı’na yapılan sevkiyatı anlatır. Bu yönüyle kitap, bir savaşta cephede verilecek mücadele için cephe gerisindeki çalışmaların önemini sergiler. Ayrıca savaş ekonomisini düzenleyen ve yönlendiren kaynakları görme fırsatı da sağlar. Fransız işgali altındaki Tunus’ta; Osmanlı Devleti’nin iradesi, yerli halkın işgale karşı örgütlenmesi ve direniş faaliyetleri hatıralarda dikkat çekilen diğer konulardır. Aziz Samih’in seyahat güzergâhında yer alan Paris, Marsilya, Roma ve Tunus’a ilişkin gözlemleri ise, tarihsel ve siyasal meselelerin merkeze alındığı kitaba, bir gezi metni zenginliği de katar. Trablusgarp Harbi’nin Gizli Cephesi, roman gibi okunabilecek bir deneyimi de içermektedir.
ISBN 978-605-80481-1-9
Anı
Trablusgarp Harbi’nin Gizli Cephesi Aziz Samih İlter Hazırlayan: İbrahim Özen
Anı
Gazetecilik Hatıralarım Suphi Nuri İleri Hazırlayan: İbrahim Özen Suphi Nuri İleri, aydın bir ailenin üç oğlundan biridir. Ağabeyi Celâl Nuri, 1918–1924 yılları arasında önce Âti adıyla yayımlanan, ardından İleri adını alan siyasî günlük bir gazete çıkarır. Bu gazete, işgal yıllarında Millî Mücadele’nin İstanbul’daki sesi olur; Cumhuriyet’le birlikte yeni rejimi destekler. Celâl Nuri, 1920’de Malta’ya sürgün edilmesi ve yurda döndüğünde milletvekili olarak görev yapması nedeniyle gazetenin başında değildir. Onun yokluğunda İleri, kısa bir dönem Sedat Nuri’nin, ardından Suphi Nuri’nin idaresinde yayımlanır. Gazetecilik Hatıralarım, Suphi Nuri’nin İleri’yi yönettiği yıllardaki gazetecilik mesleğine ilişkin hatıralarından oluşmaktadır. Suphi Nuri’nin hatıralarında, işgal altındaki İstanbul’da basın hayatı, İleri gazetesinin Millî Mücadele’deki rolü, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün gazetecilerle ilişkisi ve Celâl Nuri’nin siyasî kişiliği ile basın hayatındaki yeri öne çıkan konulardan bazıları. Ayrıca, yazarın dost ve düşmanları, yazarlarla ilişkisi, gazeteciyken yaşadığı veya tanık olduğu ilginç olaylar, mesleğin olumlu ve olumsuz yönleri, gazeteciliğin teknik sorunları ve ekonomik boyutu hatıraların içeriğini zenginleştiren diğer konulardan birkaçı. Suphi Nuri İleri, hatıralarında, yaşadığı dönemin politik, ekonomik, kültürel ortamını hissettirecek bir ufuk sunuyor. Basının devletle ilişkisi, gazete yazarlarının sisteme bağlanış biçimleri, edebiyatçı gazete yazarlarının tefrika geleneğiyle romanı popülerleştirmeleri, gazetelerin birbirinden okur kapma yarışı, gözlem ve deneyimden gelen bir birikimle sergileniyor. Gazetecilik Hatıralarım’da İleri’nin anlatımındaki kırgın ton hissedilse de seçtiği meslekten zevk almış birinin memnuniyeti de rahatlıkla fark ediliyor. ISBN 978-605-81146-4-7
Ahmet Midhat Efendi, yazma tarzını, “habbeyi kubbe yapmak” diye tanımlamıştı. Bir su kabarcığını, mimari eseri görünür kılan kubbeye çevirmek, ustalığın göstergesidir. Kurgusal metinlerde, bu tutum, yazarın yeteneğiyle olduğu kadar konuyu görüşü ve işleyişiyle de ilişkilidir. M. Kayahan Özgül de Seke Seke Ben Geldim dizisinin Sekmeler-I’inde, habbeyi kubbe yapıyor. Ama o, kurgusal metinde belirginleşen ustalıkla değil, araştırmanın kazandırdığı birikimle gerçekleştiriyor bunu. İğneyle kuyu kazarcasına çalışıyor. Dikkatin getirdiği fark edişle ayrıntılardan yola çıkıp edebiyat tarihine dipnotlar düşüyor. M. Kayahan Özgül, Türk edebiyatındaki ilkleri işaret ediyor, doğru bilinen yanlışları düzeltiyor, unutulmuş şair ve yazarları hatırlatıyor, metinler arasındaki benzeyişleri anlam, imaj veya söyleyiş özellikleriyle belirginleştiriyor, bağlar kurup sağlamlaştırdığı gibi kimi kabullerin de altını oyuyor, muzip ve ironik olduğu kadar sert ve acımasız eleştiriler getiriyor, edebiyat araştırmasına heves edenleri “batan gemilerin malları”na yönlendiriyor. Zengin bir birikimin her bir yazısında fark edildiği Seke Seke Ben Geldim Sekmeler-I, Türk edebiyatına dair ezber yargıların ve genel kabullerin inceden inceye sorgulandığı bir kitap. Kitaptaki yazıların “Kimi unika bir belge neşri, kimi eskimiş bir eleştiri; bazısı okuma notu, bazısı geliştirilmeden ham hâliyle bırakılmış bir düşünce... Aralarında hatıralar, birilerine vaktinde verilmeyip soğuması beklenmiş cevaplar yahut cevap bekleyen sorular da var.” Seke Seke Ben Geldim Sekmeler-I, kısa notlarla okuru pek çok konudan haberdar ettiği gibi, onun dikkatini tetikliyor, merakını depreştiriyor. Ele alınan konuyla ilgili görsellerle de zenginleştirilen Seke Seke Ben Geldim Sekmeler-I, dizinin gelecek kitaplarını merakla bekletecek. ISBN 978-605-82649-6-0
Deneme
Seke Seke Ben Geldim - Sekmeler I M. Kayahan Özgül
Deneme
Seke Seke Ben Geldim - Sekmeler II M. Kayahan Özgül M. Kayahan Özgül’ün Seke Seke Ben Geldim-Sekmeler dizisinin ikinci kitabı, Çolpan Kitap etiketiyle Yayımlandı. Özgül, “Batan Geminin Malları”nda, yazı meraklılarına ve heveslilerine, çalışma konuları öneriyor; “Okşayış”larda, birbirine benzeyen dizeleri işaret ediyor; “Nota Bene”lerde, okuru uyanık tutmak için bazı noktaları belirginleştiriyor. Zengin bir kaynak ve belgelerle kültür ve edebiyat tarihine dipnotlar düşülen kitapta, yazar, yer yer olabildiğince ciddi yer yer ironik bir üslupla doğru bilinen yanlışları düzeltmeye devam ediyor. Kitap, bilimsel çalışmalar için kaynak değeri taşırken, meraklı okuru kışkırtacak pek çok konuyu da içeriyor. Elizabeth dönemi İngiltere’sinin Fatih Sultan Mehmed’e tarihî ve edebî bir figür olarak gösterdiği ilgi, Küçük Prens’teki Türk bilim adamı ve Batı’nın Doğu’yu algılayışındaki sorunlar, Goethe’nin “Züleyha” adını verdiği sevgilisi, Türk edebiyatında ispritizma ilgisi, kitap yakma önerileri ve uygulamaları, İstanbul’da sokak köpeklerinin itlafına ilişkin öneriler ve köpek ağızlı “Av’ave” şiiri, Ahmet Muhip Dıranas ile Nihal Atsız arasındaki sert tartışma, Yahya Kemal’in şiirlerinin kitaplaştırılarak yağmalanışı ve şairin buna tepkisi, ödüllerin veriliş biçimi ve 1942’de verilen “CHP Roman Mükâfatı”ndaki tuhaflıklar, Abdülhak Hâmit Tarhan’ın devlet kasasından beslenişi ve borçları, Recâi-zâde Ekrem Bey’in aşkları, azimle şair olan Turgut Uyar, ölmeden önce gazeteler tarafından birkaç kez öldürülen Refik Halid Karay ve Yaşar Nezihe’nin hikâyesi, intiharı yüceltilen yazarlar ve işin arkasındaki gerçekler, “okey” sözcüğünün “okay” olarak ilk kez 1934’te kullanılışı kitapta üzerinde durulan konulardan bazıları. Geniş konu yelpazesiyle Seke Seke Ben Geldim-Sekmeler II, aydınlatıcı olduğu kadar zevkli de bir kitap. Metne eklenen görseller, ele alınan konunun tarihselliğini belirginleştirdiği gibi, kitaba bir albüm havası da katıyor. ISBN 978-605-82649-8-4
Sekmeler-III, “historia in nuce” (bir bardak suda fırtına koparmak) kastıyla yazılmış yazılardan oluşan Seke Seke Ben Geldim dizisinin üçüncü kitabı. M. Kayahan Özgül, “herkesin, kocaman kocaman meselelerle boğuşurken ara yerde çiğneyip geçtiği, toz duman arasında fark edemediği, fark etse de burun kıvırıp umursamadığı, umursayacak olsa bile, pek kısa düşeceği için yazmaya gelmediğini düşündüğü konulara el uzatıyor” yine. Yazar, “Bazen bir saksağana benzediğimi düşünüyorum; renkli, parlak, garip ne bulsa yuvasına taşıyan bir saksağan...” diyor bu yazıları yönlendiren merakı açıklamak için. Sekmeler-III’te de renkli, parlak ve garip ayrıntıların üzerine gidilerek geliştirilmiş yazılar var. Her biri, tarihin içinde yuvarlanan bir kartopu; belgelerle, kurulan bağlarla, atıflarla büyütülmüş sıkı bir bilgi toplamı. Nâmık Kemal’in hicivle tırnaklarını parlatan kedisi, Büyük İskender’in farklı kültürlerde farklı biçimlerde belirişi, Abdülhak Hâmid’in “manzum senet”i, halk şiirinin entelektüel zevki, Mustafa Fazıl Paşa’nın “Encümen-i Ülfet”i, şairlerin poetik oyunları, Sait Faik’in aşkları, modern “Encümen-i Şuarâlar”, Ali Ekrem’in kızı Selma Ekrem’in anıları, “şakrak romanlar”, şair Nigâr Hanım, çalınıp yurtdışına satılan yazma eserler, Süleyman Nazif ’ten Tevfik Fikret’e mektuplar, “Yedi Meş’ale”nin kayıp halkası, Nurullah Ataç’ın Türkçülüğü, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yayımlanan öğrenci dergileri, hece şiirinin temsilcileri, Türk edebiyatında mitoloji ilgisi, bu toplamdan sadece birkaçı. Öncekiler gibi “hurde-bînâne nazar”la küçük şeyler üzerine eğilen Seke Seke Ben Geldim Sekmeler-III de meraklı okuru kışkırtacak bir kitap.
ISBN 978-605-68292-1-5
Deneme
Seke Seke Ben Geldim - Sekmeler III M. Kayahan Özgül
Deneme
Seke Seke Ben Geldim - Sekmeler IV M. Kayahan Özgül Seke Seke Ben Geldim dizisinin dördüncü kitabında M. Kayahan Özgül, ince eleyip sık dokumayı, küçük şeylere titizlenmeyi önemseyen, hattâ bunu karaktere dönüştüren bir yol izliyor. “Mikro eleştiri” olarak da adlandırılabilecek sekmeleriyle kimi zaman geçmişi şimdiye taşıyor, kimi zaman da şimdiyi geçmişe ekliyor. Yazıldığı düzen içinde okunacak bir kitap Sekmeler: okuruna göre, baştan sona da gidilebilir, ortalardan başa ve oradan sona ve tekrar ortalara doğru da. Metnin hazzı da bu seke seke okumayla belirginleşiyor. Nereden nereye sekilebileceğini görmek için şunlar anılabilir: Abdülhak Hâmid’den Andy Warhol’a, Hüseyin Siyret’ten Köroğlu’na, Lewis Carroll’dan Melih Cevdet’e, Yunus Emre’den Charles Vernay’e, Neyzen Tevfik’ten Elsa Lindberg’e, James Joyce’dan Müftüoğlu Ahmed Hikmet’e, Nurettin Nart’tan Ali Rûhi Bey’e, Nâbi-zâde Nâzım’dan Victor Hugo’ya, Zeki Müren’den Yaşar Kemal’e, Aleksander Puşkin’den Hüseyin Nihal Atsız’a, Althusser’den Basri Gocul’a, Shakespeare’den Ömer Seyfettin’e; Yatık Emine’den gözlük merakına, şiiristandan Osmanlı’da bilimkurguya, romanda “vignette”ten muammâ geleneğine, erotizmden tabut küplere, poetikalardan sanatta gözün belirişine, Mark Twain Derneği’nden belge-mektuplara, deneysel şiirden Türk romanında Kürtlere, Servet-i Fünûn dergisinden edebiyatta millîlik söylemine, kadın ağzı söyleyişten tefrika yayıncılığına, Hyde Park’tan piyano ile tanışmaya, şiir dilinden emojilere, ayvatüyünden fiktif metne, bohemden şairin soyunmasına… M. Kayahan Özgül, Seke Seke Ben Geldim Sekmeler-IV’te de bacak kasları güçlü ve bir o kadar da uyanık okura geniş bir alan açıyor.
ISBN 978-605-68292-3-9
Metaforlarla çevrili bir dünyada yaşıyoruz. Kimi metaforlar güçlü çağrısıyla hayatı önemsizleştirip ölümü güzelleştiriyor. Freud’un hayatının sonlarına doğru yoğun ilgi duyduğu “insanın thatanos -ölüm arzusu- eğilimi” metaforlar üzerinden “hayat” buluyor. Kimi zaman şiire kimi zaman şarkılara, ateşli söylemlere dayalı olarak geliyor ölüm çağrısı. “Gözünden perdenin düştüğünü sananlar” hâlâ mağaranın duvarına bakıyor olabilirler. Yanlış bilgiyi siler, yeni teoriler geliştirebilirsin, mağara duvarı mı değil mi, tartışabilirsin, kanıtlar ileri sürebilirsin, yeni sözler çıkartırsın dağarından ama ölümler işin içine girdiğinde tashih mümkün olmaz. Elbette, metaforlarla büyülenmiş olanların kulakları duymaz. Yine de “insan” denen mucize, bastırılan iç aklının sesine kulak verebilir diye umut etmek gerekiyor. O umudun dalga dalga yayıldığı denemeleri içeriyor Kuma Yazılanlar. Yaşanmışın dille yeniden kurulduğu bir dünyada buluyor okur kendini. Kitaptaki denemeler, “Yaşadım”ın “Sen de yaşayabilirsin”e evrildiği, yabancılaşmaya karşı duyarlılık kapılarının hep açık tutulduğu, dikkatin başka metinlerle sürekli tazelendiği, dünle bugünün iç içe geçtiği bir yoğunlukta akıyor. M. Naci Bostancı, Türkçenin zevkini duyuran denemelerinde, kelimeler, yazı, tabiat, mekân, zaman ve yol üzerinden varoluşa patikalar açıyor. Bu patikalarda insanın nasıl insan kalabileceğini, sürekli değişen ve her değişimde birbirini içeren deneyimlerle sergiliyor.
ISBN 978-605-81146-3-0
Deneme
Kuma Yazılanlar M. Naci Bostancı
Deneme
Keşiş, Cinler ve Tanıklar Ahmet İnam Keşiş, Cinler ve Tanıklar, Türkiye tarihinden bir kesit. “Kısa Türkiye Tarihi” de denebilir bu kitaba. Ama o kadar kısa ki bu tarih ve öyle bir kesit ki bir türlü sonu gelmiyor. 1970’lerin sonu ile 1980’lerin ortalarına gelene kadarki yıllarda göründüğü söyleniyor Keşiş’in. Oysa söylendiği gibi değil, hâlâ bir yerlerden bakıyor bize. “Ahmed’in Cinleri” bölümündeki cinler hâlâ içimizde: kimi zaman dersliklerde “Cin Cini” olup hakikatin bilimle mi gönülle mi kavranacağını sorguluyor, kimi zaman Cin Mehmed olup ensemizden gözlüyor bizi, kimi zaman bilmeye ve öğrenmeye yönlendiren Sevdâ biçiminde beliriyor. Ele avuca sığmaz cinleri var Ahmed’in; bir de tanıkları: Keşiş, Elif, Nuri, Dilek, İlyas, Süavi, İbrahim. Her birinin ayrı bir hayatı, dramı, trajedisi, kahrı, öfkesi, arayışı, kopuş biçimi var ve her biri, Keşiş’i gösteriyor; her birinin yolunu Keşiş tutuyor. Aslında, her şeyi harften ibaret olan Keşiş, onlarda nasıl da parçalandığını görüyor. Okuyanın, düşünenin, anlamaya çalışanın parçalanması bu ve ancak parçalarını gördüğünde kendisini fark etmesi. Keşiş, Elif, Nuri, Dilek, İlyas, Süavi, İbrahim; hepsinin toplamı, KENDİSİ. Dünyasını harflerden, kitaplardan kurmuş olan Keşiş ve benzerinin bir harf oyunu, Keşiş, Cinler ve Tanıklar. “Keşiş, harflerden başını çıkarıp dünyaya bakamaz pek.” Ama bakabileceğini de baktığında ne olacağını da bilir. Bakarsa ne mi olacak? “Bir baksın Tarzan olacak.” Bakışın korkunçluğuna davet ediyor bu kitap.
ISBN 978-605-68292-2-2
Varlığı sevdâda duymak, bir oluş biçimi. Bir Sevdâ Yorumu Kitabı olan Gülden ile Hoca’nın kestirmeden söylediği bu. Ama öyle bir kestirme ki bu, hep patikalardan ilerliyor; tam yol bittiğinde kendi patikasını açıyor. Bunu, bazen tek bir cümle ile, bazen bir durum üzerinden, bazen de ironinin keskin diliyle yapıyor. Yer yer kimin Gülden, kimin Hoca olduğu belirsizleşiyor. Sevdâ, gönül aşısı olup dönüştürüyor özneleri; iki, bir oluyor; bir, sevdâda yüceliyor. İnsanın sevme gücü, varoluşun temel koşulu olarak beliriyor. Kimi yerlerde felsefî akıl yürütmelere, kimi yerlerde tasavvufî düşünceye, kimi yerlerde halk hikâyelerine göndermede bulunan, bunlara yaslanarak söylenenleri sağlamlaştıran Ahmet İnam, Türkçe ile yazmanın ve düşünmenin esrikliğine kapılarak dilin imkânlarını araştırıyor. Bu, dil ile yapılan insan dünyasının da araştırılmasıdır. Yer yer düzyazı şiir olarak okunan Bir Sevdâ Yorumu Kitabı Gülden İle Hoca, sevdâ ve aşk hâllerinin sorunsallaştığı boyutlarda da geziniyor. Bazen bir halk şairini, bazen tasavvufun içinden seslenen bir bilgeyi, bazen aşkın karşısında durmakla aklı öne çıkaran “zâhit”i görüyoruz. Bütün bunlar, Türkçenin ahengiyle söyleşiyor. Aşktan başı dönen “mestâneler”le aşkı ters yüz eden “divâneler” karşı karşıya geliyor. Okurun, kendini “Bakışının ekininden kelime biçilmiştir.” sözünün genişlettiği anlam dalgalarına bırakarak okuması gereken bir kitap. Bir anlatı değil Gülden ile Hoca, özdeyişler kitabı da fragmanlar toplamı da değil; Bir Sevdâ Yorumu Kitabı.
ISBN 978-605-82649-4-6
Deneme
Bir Sevdâ Yorumu Kitabı Gülden ile Hoca Ahmet İnam
Eleştiri
Şiir Yüklü Gemi Bâki Asiltürk Türk edebiyatında eleştiri, en sıkışık alanlardan biridir. Gazete ve dergilerde yazan eleştirmenler kavram kullanmaya uzak durup yüzeysel iddialarla oyalanırken akademi öznel değerlendirme yapmaktan çekinir. Gerçi, 1990’ların eşiğinde akademi, önceki dönemlere göre kendini epeyce geliştirdi, yeniliklere daha cesur bakma yeteneği kazandı. Artık akademide yeni dönem şairleri hakkında da kapsamlı makaleler yazılıyor, tezler yapılıyor. Edebiyat dünyasında ise farklı bir gelişme gözleniyor. Eleştirmenlerin çoğu, haftalık veya aylık telifle çalışan kitap eklerine sıkışıp kalmış gibi gözüküyor. Kitap eklerinin sayfalarını, yayınevlerini ve/ veya şairleri küstürmekten korkan, cesur yorumlar yerine tanıtım amaçlı ifadelerle şekillenen yazılar dolduruyor. Edebiyat dünyasının önemli dergilerinde yazılar yazdıktan sonra akademiye geçmiş olan Bâki Asiltürk, her iki dünyayı da yakından tanıyan biri. Bu özelliği, Şiir Yüklü Gemi’deki yazılarında hemen fark ediliyor. Zaman zaman öznel yorumlarla, zaman zaman da akademik değerlendirmelerle kuruyor yazılarını. Şiir Yüklü Gemi’deki yazıların çoğu, son çeyrek yüzyılda yayımlanan şiir ve şiir eleştirisi kitapları hakkında. Bu yazılar, son dönem şiirine ve şiir eleştirisine ilişkin belli ölçekte bir harita oluşturuyor. Asiltürk, özellikle genç kuşağın nabzını tutmada etkin bir rol üstleniyor. Tek tek kitaplar hakkında yaptığı değerlendirmelerle bir bütüne giden yola taşlar döşeyip, okura yeni yollar açıyor.
ISBN 978-605-81146-1-6
Metin Celâl, şiirleriyle olduğu kadar şiir üzerine yazılarıyla da “80 Kuşağı”nın önemli şairlerinden biri. 1980’lerde yayımlanan Üç Çiçek, İmge/Ayrım, Yeryüzü Konukları, Poetika ve Fanatik ile Eylül 1990’da yayın dünyasına giren Sombahar adlı dergilerde belirginleşen ve kendisinin “Yeni Türk Şiiri” diye adlandırdığı eğilim içinde yer aldı. Türk şiirinin birikimini bütünüyle görmeye niyetlenen ve ideolojiyi değil edebî ve estetik ölçütleri önceleyen bu eğilimi, yazılarıyla belirginleştirdiği gibi, savundu da. Metin Celâl, Yeni Türk Şiiri -“80”li Yıllar’da, söz konusu yazılarını bir araya getiriyor. Kitapta “Yeni Türk Şiiri”nde imgeci yönelim, siyasi bakış, bu şiirin 1990’lara aktardığı birikim ve dikkat başta olmak üzere, “12 Eylül ve Toplumcu Şiir”, “Genç Müslüman Şiir”, “Şiir Okulu Olarak Hapishaneler”, “1980’li Yılların Kadın Şairleri”, şiir dergileri, şiir eleştirisi, şiirin sürümü üzerine yazılar yer alıyor. Yeni Türk Şiiri -“80’li Yıllar”, 1980’lerde yazılan şiir için yol haritası çıkardığı gibi, Türk şiirinin 1990’larda hangi eğilimlerle ilerleyeceği yönünde de bazı saptamalar içeriyor. “80 Kuşağı” tartışmalarında neler konuşulduğunu merak edenlere kolaylık sağlayacak, birinci elden belgelere ulaşmalarında yardımcı olacak, nihayetinde “80 Kuşağı”nın görüşlerini, tezlerini de esas kaynaklarından okuma imkânı sunacak bir kitap Yeni Türk Şiiri.
ISBN 978-605-68292-9-1
İnceleme
Yeni Türk Şiiri -“80’li Yıllar” Metin Celâl
İnceleme
Çağdaş Türk Şiirinde Modernizmin İmgeleri Mustafa Kurt Modernizmin İmgeleri, İkinci Yeni şairleri başta olmak üzere 1950 sonrasında Türk şiirinde öne çıkan bazı isimler ile onlardan seçilen metinler üzerine yapılan çözümleme ve yorumları içeriyor. Kitapta İlhan Berk’ten başlayıp Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu ve Erdem Bayazıt gibi şairlere ait farklı metinler veya imgeler çözümlenerek modern Türk şiirinin temel nitelikleri araştırılıyor. Söz konusu çözümlemeler sayesinde, dünyaya bakış tarzları ne kadar farklı olursa olsun, Türk şiirinde 1950 sonrasında yazılan şiirlerin; yapı, söyleyiş, gerçekliğin edebî düzleme taşınması ve tercih edilen imgelerin bazı noktalarda benzerlik gösterdiği görülüyor. Bu çerçevede Sezai Karakoç ile Edip Cansever, Turgut Uyar ile Cahit Zarifoğlu’nun şiirini yan yana okumanın şaşırtıcı sonuçlar ortaya koyabileceği beliriyor. Böylelikle, ele alınan şairlerin kendi değer yargıları doğrultusunda geliştirdikleri “modernite karşıtı söylem”leri ile Türk şiirinde “edebî modernizm”in ortak bir dili olup olmadığına yönelik bir tartışmanın da kapısı aralanıyor. Şiirin, şairin ve imgelerin gelişimini, tarihini ve anlam katmanlarının oluşumunu araştıran merak dolu sorularıyla Modernizmin İmgeleri, okuru, şiirin gizemli ve zengin dünyasına çağırıyor.
ISBN 978-605-68292-4-6
Sadeddin Nüzhet Ergun, 1931’de, Tanzimat’a Kadar Muhtasar Türk Edebiyatı Tarihi ve Nümuneleri adıyla hacimli bir ders kitabı yayımlamıştır. Edebiyat ve Edebiyat Tarihi Özü, bu kitabının devamı gibidir. İlk kez 1935’te yayımlanan kitap, bakalorya sınavına girecek öğrenciler için hazırlanmıştır. Ama Edebiyat ve Edebiyat Tarihi Özü, sadece sınava hazırlıkta kullanılacak bir yardımcı kitap olarak değerlendirilemez. Edebiyat retoriği ve başlangıcından XIX. yüz yıla kadar Türk edebiyatı tarihi konularını da içeren kitabın yarısından fazlası, Yeni Türk Edebiyatı tarihine ayrılmıştır. Böylece Edebiyat ve Edebiyat Tarihi Özü, Ergun’un edebiyat tarihi çalışmalarını, 1930’lara gelene kadarki dönemi kapsayacak biçimde tamamlar. Konu anlatımında kullanılan örnek mısra ve beyitlerle küçük bir antoloji havası da sunan kitap, Hem Ergun’un edebiyat tarihi çalışmasına eklenmesi hem de 1930’ların ruhunu yansıtması bakımından önemlidir. Mehmet Can Doğan tarafından hazırlanan bu yeni basımda, ilk baskıdaki yazımdan kaynaklanan sorunlar giderilmiş; böylece kitap, günümüz okurunun daha rahat yararlanabileceği bir nitelik kazanmıştır.
ISBN 978-605-68292-8-4
İnceleme
Edebiyat ve Edebiyat Tarihi Özü Sadeddin Nüzhet Ergun Hazırlayan: Mehmet Can Doğan
İnceleme
Karanlıkta Savaşanlar 1984 Üzerine Bir İrdeleme Metin Savaş 1984, George Orwell’ın kült romanı. 1984 evreninde iktidar bütün ağırlığıyla gündelik hayatın her anında hissedilir. Vatandaşların özel ve mahrem hayatlarını kısıtlayan iktidarın ideolojisi asla sorgulanamaz. Vatandaş gibi görünen insanlar aslında köledir. 1984’ün devleti, bir canavardır. Lidere tapınma elzemdir. 1984’te tasarlanan Okyanusya toplumu, yabancı toplumlar karşısında, kendine tapınma hakkına sahiptir. Okyanusya ülkesi bütünüyle tapınaktır. Burada sadece liderin iradesi geçerlidir. Günümüzde çok iyi bilinen gözetleme üzerinden kurulmuş iktidarın yapısını, hayli erken fark etmiş ve bunu bir distopya olarak kurgulamış bir yazar George Orwell. 1984’te, panoptik yöntem, hem kamusal hem de kişisel hayatın sürekli izlendiğine yönelik tedirginliği başarıyla sıvazlar. Ya görülürsem kaygısı ve korkusu, bireyleri psikolojik olarak baskı altına alır. Bütün ezici ağırlığına ve her an hissedilmesine karşın iktidar görünmez. İktidara tapınanlar ilâhlarını göremezler. Gerek klasik devlet gerekse modern devlet artık çok gerilerde kalmıştır. George Orwell karamsarlığı ve insanlığın geleceğine ilişkin umutsuzluğuyla 1984 evrenini kurgularken günümüzdeki postmodern devletin dayatmacı ve gizemli değişik bir biçimini tasarlamıştır. Romancı kimliğiyle tanınan Metin Savaş, George Orwell’ın 1984’ünü, romanın kurgusal dünyasında belirginleşen kavramlarla okuyor. Büyük Birader’in gözü, “yenikonuş” ve “çiftdüşün” paradoksları, karanlıkta savaşmak, buharlaşmak, yedi sayısının gizemi gibi göstergeler üzerinden öznesizlik, iktidarın görünmezliği, eskatolojik tedirginlikler, ontolojik zeminin kaydırılması gibi sorunları irdeliyor. Karanlıkta Savaşanlar, yaşadığımız dünyanın aydınlatılmasına dönük dikkat açıcı bir kitap. ISBN 978-605-81146-7-8
Kurmacanın Peşinde, Türk edebiyatının hikâye ve roman birikimini merkeze alan bir çalışma. Kitapta, önce kurmaca ve gerçeklik ilişkisi değerlendirilerek kavramsal çerçeve çiziliyor. Ardından Ahmet Mithat Efendi’nin roman yazma yöntemi, hikâye tekniği bakımından “Letâif-i Rivâyât”, erken dönem Türk modernleşmesinin “Araba Sevdası” üzerinden yorumu, Halit Ziya ile Mehmet Rauf ’un hayatları ile romanları arasındaki ilişki, hikâyede üstkurmacanın hikâyecilik dersi olarak belirişi, postmodern anlatılarda modernizmin eleştirisi ve Hüseyin Cahit’in divan şiirinin sevgili tipini parodileştirdiği “Nadide” adlı romanı, kavramsal çerçevenin ufku doğrultusunda değerlendiriliyor. Ayrıca bir romana adının nasıl verildiği, Tanzimat’tan günümüze edebiyatın popülerleşmesini sağlayan gazete-edebiyat ilişkisi, Mevlana’nın “Mesnevi”sindeki hikâyelerin kaynakları ve Doğu hikâyeleri de peşine düşülen kurmaca metinler olarak öne çıkıyor; unutulan kurmaca metinlerden “Teşebbüs-i Şahsî”, “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” ve “Serbest İnsanlar Ülkesinde” de yeni bir dikkatle ele alınıyor. Selçuk Çıkla’nın zengin bir kaynak taramasıyla oluşturduğu Kurmacanın Peşinde - Hikâye ve Roman Yazıları adlı çalışması, kuram ile edebiyat tarihinin metinler merkezinde buluştuğu bir kitap olarak belirginleşiyor.
ISBN 978-605-81146-2-3
Araştırma
Kurmacanın Peşinde Hikâye ve Roman Yazıları Selçuk Çıkla
Araştırma
Bir Edebî Muhit Olarak Ankara Necati Tonga Ankara, uzun tarihi boyunca çeşitli devletler tarafından yönetilen, işgal edilen, kuşatma altında tutulan, bazen yakılan-yıkılan ama her zaman stratejik önemini koruyan bir şehirdir. Frig, Galat, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini yaşayan Ankara, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi, uzun tarihinin şaşırtıcı terkipleri ile doludur. Yaklaşık bir asır evvel Ankara’nın önce Millî Mücadele merkezi, ardından da başkent seçilmesi, şehrin yıldızının yeniden parlamasını hazırlamıştır. Ankara, özellikle başkent olduktan sonra Türk edebiyatına yön veren bir edebî muhite de dönüşmüştür. Bir Edebî Muhit Olarak Ankara, şehrin bu özelliğinin, 1923-1980 yılları arasındaki birikim gözetilerek değerlendirildiği bir çalışmadır. Necati Tonga, titiz bir araştırma ile başkent Ankara’nın edebiyat haritasını çıkarıyor. Önce Ankara’nın edebî bir muhit olmasındaki etkenleri belirliyor. Ardından, Ankara’da şair ve yazarların iletişim ortamı olan, eserlerde de yansımaları görülen pastane, lokanta, meyhane, bar, kahvehane türünden edebiyat mahfillerini inceliyor. Başkentteki şair ve yazarların birer mahfile dönüşen evleri ile kitabevleri, dergi idarehaneleri, dernekler, oteller ve tiyatroları da edebiyat mahfili olarak değerlendiriyor. Bir Edebî Muhit Olarak Ankara, bir şehrin edebî muhitini anlamak yolunda önemli bir adım olmasının yanı sıra başkentin yakın dönem kültür tarihi ile ilgili önemli bilgiler, belgeler ve fotoğraflar da içeriyor. Modern Türk edebiyatının bütün yenileşme hamlelerini hazırlayan Ankara’yı ve bu hamleleri kuşatan siyasal ve kültürel atmosferi anlamak için kaynak bir kitap.
ISBN 978-605-80481-0-2
Bahtsızlığından doğan bir sanatçıdır Cemal Nadir. Liseyi bitirmemiş, hususi tahsil görmemiş, dolgun bir sanat muhitinde yetişmemiş, aile durumu da toplum hayatı da hedefi için ona alan açmamıştır. Otodidakt bir kişilik olarak var etmiştir kendini. Kısa ömründe yüzbinlerce resim-karikatür çizmiş, karikatür albümleri yayımlamış, mizah sayfası hazırlamış, sayısız yazı yazmış, kitap kapakları yapmış, dergi çıkarmış; Amca Bey, Ak’la Kara, Dalkavuk, Dede ile Torun, Salomon, Tonton, Yeni Zengin tiplerini yaratmıştır. “Fotoğraf Tahlilleri”ni albüm olarak yayımlamayı düşünmüş ama ömrü vefa etmemiştir. Onun bu niyetini, Mehmet Can Doğan, titiz bir araştırma ile ölümünden yıllar sonra gerçekleştiriyor. Fotoğraf Tahlilleri’nde Cemal Nadir, çizgi ile yazıyı ustalıkla buluşturup, yaşadığı dönemin meşhurlarını ince ince eleştiriyor. Aka Gündüz, Cemal Reşit Rey, İbrahim Çallı, Rıza Tevfik, Muhsin Ertuğrul, Yahya Kemal Beyatlı, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl Kısakürek, Mesud Cemil, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa, Nurullah Ataç onun iğneli kaleminin üzerinde gezindiği meşhurlardan bazıları.
ISBN 978-605-81146-5-4
Portre
Fotoğraf Tahlilleri Cemal Nadir Hazırlayan: Mehmet Can Doğan
Mektup
Hoş Çakal Hoş Tilki Enis Batur’a Mektuplar 1975-2002 Ece Ayhan Ece Ayhan, “Hoş çakal hoş tilki” diye bitiriyor, Enis Batur’a yazdığı bazı mektuplarını. Hayatla olduğu kadar mektubun muhatabıyla da iyimser bir ilişkiyi bildiriyor bu son sözler; ayrıca Ece Ayhan’ın dille oynamayı sevdiğini de işaret ediyor. İlk mektuplar, 1974’te beyin ameliyatı için gittiği Zürih’ten. Sıkıntılı günlerinde, hem edebiyat ortamından hem de dost ve arkadaş diye bildiklerinden yakınıyor. Diğer mektuplarında da hastalıklarından çektiği maddi ve moral acıları aktarıyor. Bu durumun üretimini bir yandan nasıl kösteklediği, diğer yandan da nasıl bir yazma duygusu geliştirdiği fark ediliyor. Kitaplarının yayıncısı olarak yazdıklarında ise Batur’a duyduğu güven hissediliyor. Kitaplarını nasıl kurduğu, nasıl ve hangi şartlarda çalıştığı, kimi şair ve yazarlar hakkında neler düşündüğü, yoksulluğun ve yoksunluğun insanı nasıl etkilediğine ilişkin doğrudan veya dolaylı bilgilerle dolu mektuplar. Elbette, şiiri için ipuçları da sunuyorlar. Mektupların tonunda her ne kadar yakınma baskınsa da bu metinlerin derininde sevincin nabzı atıyor. Ece Ayhan, çeyrek asrı geçen bir zamanda Enis Batur’la dertleşiyor. Hoş Çakal Hoş Tilki, “ayağa kalkarak” Ece Ayhan dedirten bir kitap.
ISBN 978-605-80481-3-3
İlhan Berk 1988’de yazdığı mektuplarının birinde, “Yahu Enis, sen insanı deli edersin, bilmem bunu biliyor musun?” diye sesleniyor Enis Batur’a. 1975-2005 yılları arasında yazdığı mektuplarının tamamında, bu duygu ve ton hissediliyor. İlk mektubunu yazdığı tarihte İlhan Berk elli yedi, Enis Batur yirmi üç yaşında. Ama mektupların hepsinde eşit bir ilişki belirgin. Genç bir şairi, metnin içinden görüyor İlhan Berk ve onun duyuşu üzerinden gençlik aşısı yapıyor sanki kendine. İlerleyen yıllarda yazdığı bazı mektuplarında ondan etkilendiğini çekinmeden belirtiyor da. Kendi poetikasına duyduğu güvenle birlikte, Batur’un şiirine ve yazılarına hayranlığını her fırsatta vurguluyor. İlhan Berk’in mektuplarında şiire nasıl çalıştığı, şiiri nasıl kurduğu, duyuşunu hangi kaynakların belirlediği, neler okuduğu ve okuduklarından nasıl yararlandığına ilişkin bilgiler var. Berk; resim ilgisi, resimle şiirin kuruluş bakımından benzerliği veya farklılığı ve resimden kazandığı paradan aldığı keyfe dair de veriler sunuyor. Enis Batur’a yayıncısı olarak yazdığı mektuplarında da Berk’in telif meselesiyle ilgili hassasiyeti ve kitaplarının yayımlanması sürecindeki titizliği fark ediliyor. İlhan Berk, Enis Batur’un kitaplarına poetik tutum yönünden olduğu kadar nesne kitap yönünden de hayranlık duyduğunu ve onu kıskandığını gizlemiyor. Kendi şair imgesini kuran bir şairin güvenli övgülerinin yanı sıra, bazı mektuplarda onun öfkesi, küskünlüğü, hırçınlığı da okunuyor. İlhan Berk’in Enis Batur’a Mektuplar’ı, bir sanatçının kişiliğini olduğu kadar metnin doğasını anlamak ve iki zor şairin bir ilişkiyi otuz yıl sürdürebilmesindeki incelikleri görmek bakımından da dikkat çekici bir kitap.
ISBN 978-605-80481-4-0
Mektup
Enis Batur’a Mektuplar 1975-2005 İlhan Berk
Röportaj
Şiir Ölüyor mu? Hazırlayan: Mehmet Can Doğan Şiirin öldüğü veya daha hafif bir söyleyişle ölmekte olduğu iddiası, zaman zaman ortaya atılır. Ama şiir, her seferinde iddiayı geçersiz kılar. Ölen, yerleşik beğenilerdir; yaşayan ise tazeleyici atılımlardır. Seksen iki yıl önce Ulus gazetesinde yayımlanan “Şiir ölüyor mu?” sorulu ankete verilen cevaplar ve bunların doğurduğu yankı; şaire, şiire ve bunların algısına ilişkin önemli bir uyarandır. Ankette görüşleri alınan şairler dışında anketin açtığı ufukla şiirin durumunu değerlendiren şairler de vardır. 12 Kasım 1937’de Ulus gazetesinde başlatılan “Şiir ölüyor mu?” sorulu anket, 6 Ocak 1938’de tamamlanır. Anket aracılığıyla “bu mevzu üzerinde tanınmış şairlerin fikirleri”nin toplandığı belirtilir. Ulus gazetesinin seçimi ve sunumuyla dönemin “tanınmış şairler”i şunlardır: Ahmet Kutsi Tecer, Ziya Osman Saba, Behçet Kemal Çağlar, Halûk Nihad Pepeyi, Ömer Bedrettin Uşaklı, Suut Kemal Yetkin, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Necip Fazıl Kısakürek. Anket için cevap alınan bu şairlerin neye göre seçildiği veya bu ankete neden adı geçen şairlerin görüşlerinin alındığı, sorulması gereken sorulardır. Bu soruların cevabı, şairlerin ankete verdikleri karşılıklar okunurken kendiliğinden ortaya çıkar. Seksen iki yıl önce düzenlenen “Şiir ölüyor mu?” sorulu ankete verilen cevapları ve bu anket etrafında yazılanları okumak, şiirin nasıl ölmediğini göstermektedir. Nurullah Ataç’ın “Şiir ölüyor mu?” sorulu anket ve etrafında gelişen tartışmaları kapatan sözü, bugün için de rahatlıkla kullanılabilir. Farklı beğenileri yansıtan pek çok şiirin ve pek çok şairin ilgi gördüğü günümüzde, “şiir ölüyor demekse, şiir daima ölsün”!
ISBN 978-605-81146-9-2
Millî edebiyat arayışı ve talebi, milliyetçilik düşüncesinin uyanışına koşut olarak gelişir ve “ulus devlet”in kuruluşuyla projeye dönüşür. Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte, millî edebiyat söylemi, kültürel yapılanmadaki projelerden biridir. Nusret Safa Coşkun’un 1936’da Açık Söz gazetesinde dizi olarak yayımlanan röportajında, Cumhuriyet’le birlikte millî bir edebiyat yaratılıp yaratılamadığı dönemin şair ve yazarlarına sorulmuştur. Bu dizi röportaj ile on üç yıldaki girişimlerin sağlaması yapılmak istenir sanki. Açık Söz’de yayımlanan röportajlar, 1938’de Millî Bir Edebiyat Yaratabilir miyiz? adıyla kitaplaştırılır. Kitapta, yirmi dokuz şair ve yazarın cevabına yer açılır. Nusret Safa Coşkun, röportajların devamının ikinci ciltte yer alacağını duyurur ama bu cilt yayımlanmaz. Millî Bir Edebiyat Yaratabilir miyiz? adlı kitaptakilere Açık Söz gazetesinde yayımlanan diğer röportajları da derleyerek ekleyen Şaban Özdemir, Coşkun’un bu niyetini, yıllar sonra gerçekleştiriyor. Bu yeni yayında, kırk altı şair ve yazarın görüşleri yer alıyor. Fuat Köprülü, Mehmet Emin Yurdakul, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halid Ziya Uşaklıgil, Peyami Safa, Şükûfe Nihal Başar, Suat Derviş, Necip Fazıl Kısakürek, Orhan Seyfi Orhon, Salih Zeki Aktay, Yaşar Nabi Nayır, Behçet Kemal Çağlar ve Nahid Sırrı Örik onlardan bazıları.
ISBN 978-605-68292-7-7
Röportaj
Millî Bir Edebiyat Yaratabilir miyiz? Nusret Safa Coşkun Hazırlayan: Şaban Özdemir
Ahmet Balcı Parmak Hesabıyla İki Kişi
¨22,00
Ahmet İnam Bir Sevdâ Yorumu Kitabı Keşiş, Cinler ve Tanıklar
¨20,00 ¨18,00
Aziz Samih İlter Trablusgarp Harbi’nin Gizli Cephesi
¨22,00
Bâki Asiltürk Şiir Yüklü Gemi
¨32,00
Bekir Şakir Konyalı Boş Pencere
¨18,00
Cemal Nadir Güler Fotoğraf Tahlilleri
¨29,00
Dinçer Apaydın Yumuşak Oda
¨18,00
Ece Ayhan Hoş Çakal Hoş Tilki - Enis Batur’a Mektuplar 1975-2002 ¨18,00 Emine Öztürk Kalafat Kızıl Gölgeler
¨24,00
Ergin Çiftçi Korsanlar Seyir Defteri Tutmaz
¨18,00
Fazıl Sayın Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar
¨27,00
Hayri Öztürk Hiç Aklıma Gelmezdi Ayrılık
¨29,00
İlhan Berk Enis Batur’a Mektuplar 1975-2005
¨24,00
M. Kayahan Özgül Seke Seke Ben Geldim - Sekmeler I Seke Seke Ben Geldim - Sekmeler II Seke Seke Ben Geldim - Sekmeler III Seke Seke Ben Geldim - Sekmeler IV
¨33,00 ¨33,00 ¨33,00 ¨33,00
M. Naci Bostancı Hayatın Kıyısına Düşen Kuma Yazılanlar
¨24,00 ¨24,00
Mahmut Yesari Tipi Dindi Ölünün Gözleri
¨20,00 ¨24,00
Mehmet Can Doğan Şiir Ölüyor mu?
¨17,00
Mehmet S. Fidancı Irmak Tersine Tersine Çiğ ve Mahrem
¨20,00 ¨19,00
Metin Celâl Yeni Türk Şiiri “80’li Yıllar”
¨23,00
Metin Savaş Karanlıkta Savaşanlar - 1984 Üzerine Bir İrdeleme
¨21,00
Mustafa Kurt Çağdaş Türk Şiirinde Modernizmin İmgeleri
¨15,00
Necati Tonga Bir Edebî Muhit Olarak Ankara (1923-1980)
¨40,00
Nusret Safa Coşkun Millî Bir Edebiyat Yaratabilir miyiz?
¨32,00
Sadeddin Nüzhet Ergun Bektaşî Şairleri ve Nefesleri Edebiyat ve Edebiyat Tarihi Özü
¨32,00 ¨30,00
Selçuk Çıkla Kurmacanın Peşinde
¨28,00
Suphi Nuri İleri Gazetecilik Hatıralarım
¨20,00
Yervant Odyan Yoldaş Pançuni
¨18,00
Ahmet Balcı Ahmet İnam Aziz Samih İlter Bâki Asiltürk Bekir Şakir Konyalı Cemal Nadir Güler Dinçer Apaydın Ece Ayhan Emine Öztürk Kalafat Ergin Çiftçi Fazıl Sayın Hayri Öztürk İlhan Berk M. Kayahan Özgül
M. Naci Bostancı Mahmut Yesari Mehmet Can Doğan Mehmet S. Fidancı Metin Celâl Metin Savaş Mustafa Kurt Necati Tonga Nusret Safa Coşkun
un Sadeddin Nüzhet Erg Selçuk Çıkla Suphi Nuri İleri Yer vant Odyan
Mustafa Kemal Mahallesi, 2157. Sokak No:12/A, Çankaya, 06530, ANKARA Tel: + 90 312 419 8096 Faks: + 90 312 418 4512 bilgi@colpankitap.com facebook.com/colpankitap www.colpankitap.com instagram.com/colpankitap