Daralan Dergisi 2. Sayı

Page 1


editör

HATİCE TURHAN turhanhat@itu.edu.tr

içerik yönetmeni ARAL ONUR

onurar@itu.edu.tr

yayın yönetmeni

tasarım

DENİZ BAŞARAN

basarand@itu.edu.tr

genel koordinatör GANİ ÖNDER

onderg@itu.edu.tr

EMRE DERİCİ

dericie@itu.edu.tr

İTÜ Rektörlüğü Binası İTÜ Ayazağa Kampüsü 34469 Maslak-İSTANBUL Ayazağa Santrali: 285 30 30 (40 hat) İTÜ Rektörlüğü Yazı İşleri Müdürlüğü Faksı: 212 285 29 10

2013 sayı2 Basım: Özdil Basımevi

Galipdere Caddesi No:77 Kat:1|34420 Beyoğlu İstanbul 0212 251 83 14 info@özdilbasimevi.com

Para ile satılmaz.


Haberler Nereden alınır? Nerede okunur? Kitap incelemeleri Emre Kınay ve Duru Tiyatro Çağla Kubat : İTÜ Makinadan Rüzgar Sörfüne Bir imalatçının günlüğü

10 16 22 26

Coşkunöz Teknik Gezisi

58

İnsan Kaynakları Zirvesi

60

Edith Piaf

32

Tahribatsız Hasar Analizleri

38

Beyinde Kuantum

44 42

Atom Bombası nedir?

46

İmalat Mühendisliği İlk Mezunları:2007

50

Hüseyin Kasırga ve BSH ziyareti

56 54

Prof.Dr. Levent Trabzon ve Nanoteknoloji

4

İÇİN DE KİL ER


Prof. Dr. Levent Trabzon, Yrd.Doç.Ali Gökşenli, Hüseyin Kasırga, Can Altunlu, Çağla Kubat, Emre Kınay ve Duru Tiyatro, İTÜ Kültür Sanat Birliği Özdil Basımevi ayrıca dergimizin bu sayısında katkısı olan herkese TEŞEKKÜR EDERİZ.


Sevgili Okuyucu, Nereden geldik biliyoruz, nereye gittiğimizse daha doğduğumuz vakitlerde belirlenmişti büyük ihtimalle. Her gün konserve kutularındaki sardalyalar gibi yolculuk ettiğimiz otobüsleri, ders çalışarak sabahladığımız geceleri düşünürsek geleceğe doğru nasıl heves ve hızla ilerlediğimizi de söylemek sanırım yanlış olmaz. Bu kadar koşuyoruz da varacağımız yer neresi? Bugünümüzü kariyerimiz için çalışarak geçiriyoruz, yarını da bugünlere dönmek için mi harcayacağız? Yolun sonunda, başımıza ne gelirse gelsin bize umut verecek kadar sevdiğimiz bir iş mi olacak? Eminim çoktan buna karar vermiş arkadaşlarımız vardır, onlar da dergimizi okusunlar, en azından vakit geçirmek için; ama asıl işimiz, bizim gibi henüz nerede olması gerektiğine karar vermemiş müstakbel mühendislerle. Bu sorulara cevap vermek ve tabi ki geleceğinizi planlamak sizin işiniz, biz sadece farklı, başarılı, tanıdık tecrübeleri; umut ve heves dolu hayatları anlatıyoruz. Bugünümüz eğlenceli, güzel olsun, çok çalışıp, öğrenip, yorulalım, ziyanı yok, ne de olsa en güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız. Bize güvenen ve yardım eden herkese çok teşekkür ederiz.

Keyifli okumalar.


PROF. DR. LEVENT TRABZON ve 21.yy'ın devrimi: NANOTEKNOLOJİ

İTÜ-NANO Nanoteknoloji Merkezi

"There is a plenty of room at the bottom." Richard Feynman Biraz kendinizden bahseder misiniz? Lisans eğitimimi Boğaziçi üniversitesi makina mühendisliğinde, yüksek lisans eğitimimi Carnegi-Mellon Üniversitesinde yaptım. Sonra Pennsylvania State Üniversitesinde mühendislik bilimleri bölümünde silisyum malzeme teknolojisi üzerinde çalışarak beş yıl süre içinde doktoramı bitirdim. Bu bana ister istemez makina mühendisliği, fizik, malzeme prosesleri gibi çok farklı disiplinlerde, farklı kişilerle çalışma kabiliyeti kazandırdı. Nanoteknolojiye yöneliminiz doktora sırasında mı başladı? Sonrasında neler yaptınız? Evet, aslında nanoteknoloji 95'li yıllarda çok bilinen bir alan değildi. Daha doğrusu yeni yeni konuşulmaya başlanmıştı. Nanoteknolojik projelerin resmi tanıtımı, desteklenmesi, fonlanması, Amerika başta olmak üzere tüm dünyada 2000'lerde başladı. Ama bu daha önce nanoteknoloji yoktu anlamına gelmiyor bundan önceki yıllarda da nanoteknolojiyle ilgili birçok araştırma yapılmıştı fakat adı konmamıştı. 2000’lerle beraber, bir anlamda 2000 bu işin miladı denebilir, dünya genelinde resmi devlet politikalarında dahi çok fazla duyulmaya başlandı.

4daralan

Tabi ben 2000 yılında İTÜ’ ye geldiğimde burada henüz yapılmış bir çalışma atılmış bir adım yoktu. Laboratuvar ortamı yeterli değildi biz de nanaoteknoloji üzerine olmayan farklı çalışmalar yaptık. Daha sonra farklı konularda araştırma yaparken bir temiz oda (clean room) laboratuvarı kurma fikri ortaya çıktı. Temiz oda laboratuvarı, bizim bulunduğumuz ortamdaki toz miktarının azaltılmasıyla elde ediliyor. Bu özel ortamları oluşturmak için 1 m^3 havada 10 milyon tane 5µm çapında toz varsa hepafiltrelerle bunu 10 binlere 20 binlere düşürüyorsun. Doktora yaparken bu tip laboratuvarlarda çok çalıştım. Entegre çip teknolojisinde bu tip ortamlarda çalışmaya mecbursunuz. Sonrasında 2004 yılında projeyi yazmaya başladım, 2005'te proje başladı. Laboratuvarın çalışır hale gelmesi 2008 yılını buldu. İTÜ-MEMS'te 2008’den beri aktif olarak çok farklı konularda çalışıyoruz. Bunlardan bazıları mikroakışkanlar, nano yüzey geliştirme, MEMS konularıdır. Ayrıca daha laboratuvar kurulmadan yüksek lisans bazında, daha önce açılmamış bir konuda ders vermeye başladım. İTÜ hatta makina fakültesinin bulunduğu binada 1970' lerin başında prototip şeklinde transistor üretiliyor ve buna yönelik Ar-Ge faaliyetleri yapılıyordu


Fakat bu 80'lerin sonlarına doğru bitti. Çalışanların yurt dışına çıkması, yeterli fon bulunamaması nedeniyle 88 yılında o alan kapandı. Benim projemin olmasının ve devam etmesinin nedeni devlet desteğidir. Birlikte çalıştığımız Doç. Dr. Hüseyin Kızıl ile beraber son dört yılda 30’a yakın yüksek lisans, 10’a yakın lisans çalışması yaptık. Mesela makina lisanstan Mustafa adlı bir arkadaşınız İTÜ-MEMS’ te yaptığı çalışmalarla Japondevletinin bursunu kazandı. Şu anda yüksek lisansını bitirmek üzere. Yani burada yaptığımız çalışmalar, imkânlar dünyadaki diğer üniversitelerden farklı değil, aynı standartlarda. Tabi bu imkânlara ulaşmak kolay olmadı. İTÜ-MEMS’in 2008’de faaliyete geçmesi çok ciddi emek ve devlet desteğiyle oldu. Sıfırdan kurulmuş bir laboratuvardır, ciddi emek karşılığı gerçekleşti. Hatta bu devletin, üniversitenin desteğiyle ve bizimde çok ciddi fedakârlıklarla yaptığımız çalışmalar sonuncunda 2012 yılı Elginkan Vakfı Teknoloji ödülünü almaya hak kazandık. Ayrıca yaptığımız bilimsel çalışmalardan çok ciddi sonuçlar aldık. İTÜ için gurur verici bir durum, çok mutlu olduk.

Doç. Dr. Hüseyin Kızıl-Prof.Dr. Levent Trabzon

İTÜ-MEMS AR-GE

Peki, bu nanoteknoloji tam olarak nedir? Her ne kadar 2000'lerde bu konu için çok para harcanmaya başlansa bile nanoteknolojinin miladı, 80’lerin ortalarında bir atomu nano mertebede alıp başka bir tarafa taşımayı sağlayarak ortaya çıkan bir teknoloji olan atomik kuvvet mikroskopu ya da taramalı tünel mikroskobu teknolojisinin geliştirilmesidir. Bu teknoloji, buluşu yapanlara 1986 yılında Nobel ödülü kazandırmıştır. 2000'li yıllar bu teknolojinin resmi olarak fonlandığı yıllar, ABD odaklı tüm dünyada bir dalga gibi yayıldı, asıl başladığı tarih 1985'li yıllardır. Nanoteknoloji aslında yaklaşık 10 bin yıldır var ama ne oldu da biz bunu şimdi kullanmaya başladık? Sebep şu; atomları, çok küçük birimleri, bilinçli ve sistematik olarak nano seviyede manipüle edebilme, görebilme, modifiye edebilme kabiliyetini, gelişen teknolojiyle son zamanlarda kazandık. Bundan dolayı biz nanoteknoloji çağına girdik diye söylüyoruz tabi ki atomların yapısı, tanecikler hatta vücudumuzdaki yapıların çoğu nano boyutta aslında, ama biz bunları manipüle edebilmeye 80’lerin ortalarında başladık. Tabi her küçük şey nanoteknoloji değil bir boyutsal sınırı var, 100 nm.

daralan5


Bizim saç telimizin kalınlığı 100 µm, saç telinin binde biri boyutunda olan ya da etken mekanizmasal boyutu 100 nm altında olan her şeye nanoteknolojik ürün diyebiliriz. Şu an için ülkemizde ve dünyada binin üzerinde nanoteknolojiyle üretilmiş ürün kullanılıyor. En basit örnekler, nano boya, nano kumaş, nano gümüş (anti bakteriyel olduğu için giysiler bununla kaplanırsa bakteri oluşumu dolayısıyla koku oluşumu önlenebilir), gözlük camları için UV ışınları engelleyen oksit tabakalar. dolayısıyla koku oluşumu önlenebilir), gözlük camları için UV ışınları engelleyen oksit tabakalar. Bu ürünlerin hepsi kullanışlı ama bu durum biraz magazinsel hale geldi nano ön eki gelince reklamın daha etkileyici olduğu düşünülüyor sanırım, nano-oto yıkama diye bir oto-yıkama servisi görebilirsiniz. Bu bine yakın ticari ürün aslında nanoteknolojinin daha emekleme evresinde bile olmayan bir zaman diliminde ortaya çıktı. Nanoteknolojinin asıl ticarileşme sürecinin 2030’larda başlayacağı bekleniyor, o zaman belki 10 bin, 20 bin hatta 100 bin ürün olacak. 2030’larda ticari olarak bir kıymet, ana ürün haline gelmesi ve bunun 2080’lere kadar devam etmesi bekleniyor. Zaman ilerledikçe fikir halindeki bir konunun ticarileşme süreci azalıyor şu an yaşadığımız tarihlerde eğer tıbbi bir buluş değilse ticarileşme süreci beş yıla kadar iniyor, bu da nanoteknolojinin popüler olmasının nedenlerinden olabilir. iniyor, bu da nanotek-

nolojinin popüler olmasının nedenlerinden olabilir. Elbette gelişen teknolojiyle bu tarihler değişebilir. Şunu demek istiyorum, şu an 2013 ve bu işin emekleme dönemindeyiz. Türkiye bu treni kaçırmadı, yakalayabilir bu amaçla devlet, üniversite ve şirketleri desteklemek için çok ciddi teşvikler ortaya koydu. Çok fazla üniversitenin laboratuvarı var ve firmalarda bu konuyu ciddiye alıyor, çünkü katma değerli ürün yapmak yıkıcı teknolojiyle olur. Teknoloji aslında bir şeyi yıkarak gelişir. Mesela buhar teknolojisini yıkarsın dizel teknolojisini kurarsın, bunu da yıkar hidrojen teknolojisini kurarsın o yüzden bu yeni tip teknolojiler yıkıcı teknoloji olarak adlandırılır, nanoteknoloji de bunlardan biri. Eğer sen ülke olarak 2023 yıllarında en az 500 milyon dolar ihracat düşünüyorsan bunu yapabileceğin yegâne yol nanoteknoloji gibi mikroteknoloji gibi olağan üstü katma değerli ürün üretme kabiliyeti olan yaklaşımlardır. Bu bağlamda Ar-Ge’ye değer verme 2004 yılında başladı. Şu aşamada ise ülke olarak ikinci faza, uygulamalı Ar-Ge’ye geçmek üzereyiz. Bunlar çok farklı konular ama buradan şuna geçmek istiyorum, eğer nanoteknolojiyi uygulamalı Ar-Ge ile birleştirebilirsek o zaman beyaz eşyadan uyduya kadar her şeyde kullanabiliriz.


Nano-columns in spiral form

Nanoteknoloji çok kısa bir sürede çok hızlı yayılacak diyorsunuz bunun olması için büyük oranlarda kar edilmesi gerekli ama nanoteknolojik imalat yöntemleri oldukça pahalı. Bu nasıl mümkün olacak? Nano fabrikasyon üretimle alakalı farklı yöntemler var en temeli silisyum teknolojisi. Bunu şöyle anlatabiliriz, nasıl odada yanan ışıktan o odada bulunan herkes faydalanıyor ya da güneş gibi, silisyumdan üretilen çipler de bir platformda bulunur ve bir çip yapmak için harcanan enerjiyle 400 çip/sistem aynı anda yapılabilir. Bir tane üretmek için uygulanan üretim adımları paylaşılır. Yani, yatırım maliyeti yüksek üretim maliyeti düşük. Başka bir yöntemse self-assembly, içeriği oluşturuyorsun, oda sıcaklığında karıştırıyorsun, sabah geliyorsun orada partikül oluşmuş. Bunun yanında çoklu üretim, hücre tipi büyük üretime de geçilebilir. Gerçek bir örnek vermek gerekirse, boyanın içinde nano boyuttaki değişimlerle boya hidrofob hale getirilir, dolayısıyla boya yüzeyindeki su tutunamaz, suyla birlikte de kir ve toz akıp gider. Nano boyuttaki moleküler bir değişimi oluşturarak bunu tüm duvara uygulayabiliyoruz. Böylece “BIGnano” diye isimlendirdiğimiz “BÜYÜKnano” yaklaşımını elde edebilirsin. Bunu dışında malzemeyi çok ince toz gibi yaptığımızı düşünelim püskürterek yüzeye yapıştırır ve eğer o toz parçaları çok sert ise yüzeyin aşınmaya karşı olan dayanıklılığı artar. Bu da nano boyutta kaplama yapmak aslında.

2009 yılında kök hücreden ilk kemik hücresini ürettiğiniz için tıp literatürüne geçtiniz. Şimdi o kemik hücresi nerede? Biz nanoteknolojik boyutta kolonlar ürettik. Kolon dediğimiz silisyumdan üretilen kesit alanı farklı sütunlardı. Kesit alanları kimisinin üçgen kiminin dörtgen, yuvarlak oldu. Mezenkimal kök hücreyi üzerine ektiğimizde bu hücre sadece bir tanesinin üstünde ortamı beğendiği için, değişime uğradı kök hücre haline geldi ve kemikte bulunan CaP’ın kemikte olan bileşimini aynı oranda elde ettik. Tesadüfen gibi görünüyor ama zaten araştırma budur, parametrik olarak çalışırsınız, önceden bu olursa şu olur diyemezsin. Biz farklı şekilleri yaptık, hücreyi ektik nasıl bir sonuç alacağımızı bilmiyorduk zaten araştırma da budur. Tabi daha sonra bunu açıkladık ve ilgili bir yayınımız da oldu. Fakat burada şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın, bu sadece laboratuvar ortamında olmuş bir araştırmadır sonucunu aldık ve devam ediyoruz fakat kemik hastalığı olan bir hastamıza çok kısa süre sonra kemik yapacağız gibi bir beklentiye girmemek lazım, o uzun süreli bir araştırma. Biz nano ölçekte bir takım geometrik farklılıklardan dolayı vücudumuzda bulunan ortama göre şekillenen kök hücre için aynı ortamı oluşturduk. Bizim en büyük farkımız buydu, zorlayıcı ya da kolaylaştırıcı bir besi ortamına koymadık, vücudumuzda olduğu gibi standart bir ortam kullandık.

daralan7


Hücreler vücudumuzda membran denen yüzeylerin üzerinde bulunur, membranın özelliğine göre hücre başkalaşım geçirir. Hücrenin üstünde bulunduğu geometri çok önemli biz onu gerçeğe en yakın haliyle oluşturduk. Ben bu araştırmadan 2-3 yıl önce bir fare membranın resmini görmüştüm, insan vücudundakiyle aynı, oradaki yüzeyler tek bir yüzey özelliğine sahip değil nano, mikro, milimetrik yapıların farklı geometrilerin ortak bir oluşumu. Bizim şimdi böyle bir çalışmamız var, mikro yapılar üstüne nano yapılar koyarak vücuttaki membrana benzer yapıları taklit edebilir miyiz? Taklit yapıyoruz aslında, farklı bir geometri oluşturmuş olsaydık farklı bir hücre elde ederdik, bilimde tesadüf çok önemli, bir amacınız vardır ama o amaçtan tamamen farklı bir sonuç elde edebilirsin. İTÜ-MEMS’in kuruluşunu biraz anlattınız peki işleyişi nasıl? Şimdi orda devam eden fonlu ya da fonsuz 5-6 değişik konu var, her bir projede görevli 2-3 öğrenci, yüksek lisans, doktora ya da lisans öğrencileri bulunuyor ve her öğrencinin aktif yani desteği olan, çalışılan bir projede olmasını istiyoruz. Proje kapsamında tezlerini, çalışmalarını yapıyorlar. Projelere gelirsek, ana konulardan bir tanesi mikro akışkan temelli biyolojik sensör geliştirmeye yönelik çalışmalar var. Diğeri yüzey

8daralan

geliştirme, üstünde nano ve mikro ölçekli yapılar ya da lisans öğrencileri bulunuyor ve her öğrencinin aktif yani desteği olan, çalışılan bir projede olmasını istiyoruz. Proje kapsamında tezlerini, çalışmalarını yapıyorlar. Projelere gelirsek, ana konulardan bir tanesi mikro akışkan temelli biyolojik sensör geliştirmeye yönelik çalışmalar var. Diğeri yüzey geliştirme, üstünde nano ve mikro ölçekli yapılar geliştirerek optik ya da biyolojik özelliklerin incelendiği farklı yaklaşımlar var. Ayrıca mekanik MEMS var, esnek mekanizmalar, ivmeölçerler, basınç sensörleri gibi mekanik yapılar bir takım üretim yöntemleri kullanarak geliştiriyoruz. Biz imalat deyince sadece klasik imalat yöntemlerini anlıyoruz. Bunlar tabi ki önemli ama sadece onlar değil, bizim şu an İTÜ-MEMS’te ya da İTÜ-NANO’da yaptığımız mikro ve nano seviyede imalat, tabi bu nedenle kullanılan cihazlar pahalı ve uzmanlık isteyen cihazlardır ama biz temelde imalat yapıyoruz, karakterizasyon bizim için ikinci sırada. Yürüyen projelerden bir tanesi, tekstil yüzeyi üzerine laktik asit tespitine yönelik bir mikro sistem, kumaşın üzerindeki sensörler terden laktik asit miktarını ölçerek yorulma seviyene bağlı olarak fazla yorulmaman için sana uyarı verecek ve biz bunu basit, ucuz, kullanılabilir bir halde yapmaya çalışıyoruz. Bu tekstil, imalat, biyoloji, mikro ölçekli üretimle ve mikroteknoloji ile ortak yapılan bir proje, zaten genelde yaptığımız projelerin hepsi disiplinler arasıdır. Son zamanlarda biyolojik konularda yoğunlaştık, kanserli hücrelerin tespitini hatta ayrıştırmasını sağlayacak mikroakışkan sistemler tasarlayıp-üretip-karakterize ediyoruz, böylelikle kanser oluşmadan çok önceleri bunları teşhis etmek mümkün olacaktır. İTÜ-MEMS’in ya da İTU-NANO’nun diğer nanoteknoloji laboratuvarlarıyla karşılaştırıldığında Türkiye’deki yeri nedir?


çok kolay bir şekilde havaya karışarak bizim solumun sistemimizden kana karışabiliyorlar, bu taneciklerin sağlığımızı nasıl ve ne kadar etkilediği ise bilinmiyor.

İTÜ-MEMS aslında öncü bir laboratuvar Türkiye’de ilk kurulan yerlerden, tabi kapsam olarak çok geniş tutmadık çünkü Ar-Ge üniversitelerinde olması gereken minimum alan buydu, 100m^2 lik bir alanda kurulu 1000 sınıfı bir temiz odadır. İTÜ-NANO ise bir 1000 sınıfı, bir tane de 100 sınıfı temiz oda bulunan toplam 400m^2 alanı olan kendi sınıfında kalitesi, standartları açısından en iyisidir. İTU- MEMS cihazları ve alt yapısı nedeniyle mikroteknolojiye uygun bir merkez. Biz burasının oluşumunda kazandığımız tecrübeyle İTUNANO'yu kurduk. İTÜ-MEMS olmasaydı, bu tecrübe ve dolayısıyla İTU -NANO gibi çok daha büyük ve donanımlı bir merkez, temiz oda, olmayacaktı. Türkiye de birçok üniversite bu tip merkezlere sahip olacak ya da bu konuda çalışıyor olacaklardı, nano olmasaydı İTÜ bu teknolojinin gerisinde kalacaktı. İTU-NANO, üniversitemize sınıf atlatmıştır ve sizin gibi öğrencilerin kullanımı için kurulmuştur. Genel olarak gelecekte olabilecekleri konuştuk peki bunların dışında bizi nanoteknoloji açısından gelecekte neler bekliyor olabilir? Gelecekte her şey toz pembe değil elbette, çok belirsiz alanlar, edişeler var. Nano, mikro yapılar toz halinde kullanıldığında

Son yıllarda çalışmalar, konferanslar yapılmaya başlandı ama nanoteknolojinin diğer alanlarına göre daha yavaş ilerlemesine rağmen bir bilinçlenme olması olumlu bir durum. Nanoteknoloji deyince elimizde sihirli değnek olduğu sanılmasın, olumsuz tarafları var ama bunların ne olduğu konusunda henüz kesin bir fikrimiz yok. Şu an çok yoğun bir şekilde faydalanıyoruz ama proses, performans ve dağılış açısından beklenmedik sonuçlar verebiliyor, bu konuya henüz çok hakim değiliz daha dikkatli yaklaşmalıyız. Zararları üstünde çalışan araştırmacılar var fakat faydaları için çalışanların yanında çok küçük bir kesim. Elbette devletler tarafından bu konu içinde ayrılmış fonlar var ama çok az araştırmacı var, bildiğim kadarıyla Türkiye’de hiç yok. Bu konu tıp, mühendislik ve daha birçok alandan araştırmacının ortaklaşa yaptığı bir çalışma olmadır çünkü çok fazla alanı ilgilendiriyor. Son olarak ne söylemek istersiniz? Öğrencilere şunu tavsiye edebilirim lisans dönemindeki klasik mühendislik eğitimini en iyi şekilde tamamlamalılar bu sayede iyi bir analitik düşünce yapısına kavuşabilirler. Lisans eğitimi sırasında geleneksel eğitimi iyi alabilirseniz akademik anlamda ya da profesyonel hayatta daha rahat ilerlersiniz. Bunun yanında 3. veya 4. sınıf öğrencileri örneğin bir Ar-Ge laboratuvarına entegre olurlarsa, akademik anlamda çok daha hızlı ve etkin bir şekilde kendilerini yetiştirebilirler. Sadece ders çalışmak yeterli değil, çünkü siz 20 yıl sonrasının mühendisisiniz ve teknolojinin trendlerini lisans döneminde de takip etmelisiniz. Her zaman talaşlı imalat ve kaynak olacak ama teknolojiyle onlarda gelişecek ve değişecek.

daralan9


Hüseyin KASIRGA ve BSH

BSH’ ta çalışma hikâyeniz ne zaman başladı ve nasıl devam etti?

10daralan

Sorumlu olduğum üretim departmanı bünyesinde bana bağlı yaklaşık 100 çalışanımız bulunmakta. Bu sayının büyük bölümü mavi yakalı olarak tabir ettiğimiz işçi, operatör, usta başı ve supervisor arkadaşlardan oluşuyor. Buna ilave olarak beyaz yaka olarak nitelendirdiğimiz iki proje stajyerimiz ve henüz işe alım süreci devam eden bir mühendis çalışanımız var. Mühendis kadromuzun da tamamlanması ile daha sağlıklı bir hiyerarşi yapısına kavuşacağız.

Hüseyin Kasırga

BSH firmasını ilk olarak fakültedeki bir kariyer günü organizasyonunda tanımıştım. Firmaya ilk adımı ise proje öğrencisi olarak attım. Bu kapsamda, 2008 yılının yaz ayında 3 aylık bir proje stajını ve ardından 2009 yılı Şubat-Haziran ayları arası dönemde de bitirme tezimi burada verdim. Projemin tamamlanmasına müteakip iş teklifi sunuldu ve diplomayı aldıktan sonra Temmuz 2009’da BSH’ ta çalışmaya başladım. Şu anda yaklaşık 4 yıldır BSH bünyesinde çalışmaktayım. İlk işe başladığımda ankastre buzdolabı fabrikasının Endüstri Mühendisliği adlı departmanda metot mühendisliği görevi yaptım. Bu görevin kapsamında üretim hatlarının verimliliği, hat dengeleme, hat kapasiteleri ve montaj hatlarının endüstri mühendisliği ihtiyaçlarının planlanması yer alıyordu. Bu departmanda 6 ay kadar çalıştıktan sonra endüstri mühendisliği departmanında organizasyonel bir yapılanmaya gittik ve yeni kurulan Yatırım ve Teknik Planlama departmanının sorumluluğunu üstlendim. Bu departmanın temel görevleri arasında fabrikanın yatırım bütçesinin, üretim kapasitesinin, makine alımlarının ve makine verimliliklerinin planlanlanması ve yönetilmesi yer alıyordu. Bu departmanın idaresini 3 yıl kadar sürdürdükten sonra da 2013 Ocak ayında şu andaki görevimi devraldım ve fabrikanın iki üretim departmanından birinin yöneticiliğini yapmaktayım.

Size bağlı olarak kaç kişi çalışmakta?


Siz 4 yıl içerisinde hızlı bir şekilde basamakları çıkmışsınız. BSH’ ta bu terfiler nasıl sistemlerle belirleniyor? Şirket bünyesinde genellikle kişilerin performansına dayalı bir terfi sistemi var diyebilirim Bunun yanında takım ruhunu sağlamak, liderlik vasıfları, iletişim becerileri gibi mental özellikler de ön planda. Yöneticilerinizin sizin hakkındaki görüşleri de önemli elbette. Bir de şans faktörünün etkisini göz ardı etmemek lazım, doğru zamanda doğru yerde olmak diyebiliriz buna. Fabrikadaki çalışma vardiyaları nasıl? Şu anda montaj hatlarımız tek vardiya, ön üretim ve mekanik hatlarımız ise 2-3 vardiya düzeninde çalışıyor, genellikle montaj hatlarında vardiya düzenimiz 08.00-16.00 arası, zaman zaman sipariş yoğunluğuna göre 08.00-18.00 düzenine de geçiyoruz. Beyaz yaka kadrosunun çalışma düzeni ise 08.00-18.00 olarak sabit. Fabrikamız stoka üretim yapan bir fabrika diyemem, aksine müşteriden gelen siparişe yönelik üretim yapan bir fabrika.

Ürünün yolda geçireceği süre ve ani talep artışlarına karşı yurtdışı depolarımızda ve bölge bayilerimizde bir miktar stok tutuluyor, fakat oranı çok düşük. Bu nedenle vardiya düzenimiz de siparişe odaklı. BSH’ ta çalışan bir imalat mühendisinin bir vardiyası nasıl geçer? Günün içeriği ve temposu konusunda departmanlar arasında ciddi farklar var, öncelikle bunu belirtmem lazım. Bazı görev tanımları tüm gün ofiste bilgisayar başında ve/veya telefona bağlı bir şekilde çalışmayı gerektirirken, bazıları tamamen üretimle iç içe geçirecek şekilde çalışmaktadır. Üretim departmanından sorumlu bir imalat mühendisi olarak kendimden yola çıkarak açıklamak gerekirse: Günün bir bölümü yönetsel sorumluluklarım nedeniyle toplantılara katılım, raporlama, departmanların koordinasyonu ve çalışanların sevk & idaresi ile geçmekte.


Buna ilave olarak departmanın günlük rutin işlerinin takibi ve üretimin istenen kalitede devamlılığını sağlamak için vardiya içerisinde karşılaşılan problemlerin çözümü/karara bağlanması ana görevler arasında. Günün geri kalan kısmında lideri veya üyesi olduğumuz orta ve uzun vadeli proje çalışmaları ile zaman geçmekte. Gün içerisinde birinci önceliğim elbette fabrikanın bacasının tütmesi, yani kaliteli ve planlanan kapasiteye göre verimli bir şekilde üretim yapmasını sağlamak. -Sabahları sorumluğu olduğunuz hatta geniş çaplı bir toplantı olduğundan bahsetmiştiniz. Bu toplantılar kimlerle yapılıyor ve neler konuşuluyor? Literatürde “Shop Floor Management” olarak geçen günlük bir toplantı, her sabah yarım saat sürmekte. Üretimin devamlılığına etkisi bulunan departmanları (üretim, kalite, AR-GE, lojistik vb) temsil eden mavi ve beyaz yakalı çalışanlar katılır. Toplantının moderasyonunu üretim departmanı olarak ben veya benim muadilim olarak diğer üretim hattının alan yöneticisi yapmakta.

12daralan

Toplantı içerisinde sunumlar aracılığı ile günlük/aylık/yıllık gidişatına göre kalite seviyesi, bir gün öncesinde karşılaşılan kalite problemleri, montaj zorlukları, kritik malzemeler, verimlilik değerleri, iş güvenliği, enerji tüketimi, çevre hedefleri, makine arızaları gibi konular hakkında bilgi paylaşımı yapılır. Problemli konular masaya yatırılıp tartışılır, aksiyonların takibi yapılır. Bu toplantının ardından 15 dakikalık bir toplantıda da ilgili departmanların müdürlerine özet bir aktarım yapmaktayız. BSH’ ın çalışanlarına verdiği imkânlar nelerdir? Şirketin birkaç adımdan oluşan bir kariyer planı sistemi var. İçeriğinde de temel amaç çalışanların yetkinliklerini arttırmak. Teknik ve kişisel gelişim eğitimleri aracılığıyla bunu sağlama yöntemlerinden biri. Bu eğitimlerin bazılarını şirket kendi bünyesinde iç eğitmenleri aracılığı ile veriyor ve çalışanlar istediği eğitime katılabiliyor. Şirket bünyesinde verilemeyen daha kapsamlı eğitimler için ise çalışana yıllık olarak tanımlanmış bir eğitim bütçesi dâhilinde çalışanlar şirket dışındaki bir eğitime yöneticisinin onayı ile katılabilmekte. İlave olarak şirket içinde rotasyon imkânı bulunmakta, ihtiyaç durumuna göre çalışanlar yurt içinde ve/veya yurtdışında belirli bir süre için çalışabiliyor.


Yöneticilik potansiyeli taşıyan veya yeni yönetici olan çalışanlar için de yönetici geliştirme havuzu ve bu havuz kapsamında çeşitli gelişim programları var. Şimdilik aklıma gelenler bunlar, tabi bir de iş kanunu kapsamında tanınan sosyal imkânlar mevcut. Staj imkânları nasıl BSH’ ta? Şirkette üç tip staj imkânı var. İlki yakın bölgedeki meslek lisesi öğrencileri için: Eylül-Haziran arasında haftada iki gün şirkete gelmek suretiyle bir staj dönemi geçiriyorlar. İkincisi lisans öğrencilerine yönelik yaz stajı uygulaması: talepleri şirketin internet sitesi ve çeşitli kariyer siteleri üzerinden toplanmakta. 3.Sınıf öğrencileri genelde tercih edilmekte olup zorunlu stajı olan öğrencilere öncelik verilmekte ve süresi okulun zorunlu kıldığı süre ile kısıtlı. Genellikle devam eden projelere destek olması amaçlı kullanılırlar. Üçüncüsü ise “UPP” olarak kısalttığımız mezuniyet projesi programı: proje odaklı bir staj imkânı. 3.Sınıfı tamamlamış lisans öğrencilerinden seçilmekte. Talepler yine şirketin internet sitesinden ve kariyer sitelerinden toplanır. Ardından insan kaynakları tarafından uygun bulunan adaylar mülakata çağrılır. Mülakat sonrasında ise seçilen adaylar fabrikalardan ve departmanlardan gelen projelere göre ikili gruplar şeklinde dağıtılır ve her proje için başlarına bir mentör (koç, danışman) atanır. Bu arkadaşlar yaz boyunca 10 hafta süresince staj dönemini fabrikada geçirirler, bu süre zarfında konaklama, ulaşım, sigorta ve maaş hakları şirket tarafından karşılanır. Staj süreleri boyunca çeşitli eğitimler alırlar. Yaz stajının bitmesinin ardından bitirme tezine kaydoldukları dönem boyunca da haftada iki gün şirkete gelmek suretiyle projelerine mentörleri gözetiminde devam ederler ve bu projeyi okulda bitirme tezi olarak kullanırlar. Projelerin ve arkadaşların başarısına göre mezuniyetlerinin ardından bu arkadaşları işe alma durumumuz da

oluyor. Ben de bu şekilde adım atmıştım şirkete. Staj konusunda sizlere verebileceğim hem ikinci dönem hem de üçüncü dönem stajlarınızı mümkün olduğunda uzun süreli yapmanız ve proje stajı olarak geçirmeniz. 20 iş günü süren bir stajın siz de takdir edersiniz ki ilk bürokratik işler ile, ikinci haftası işi öğrenmekle, son haftası da deftere veri toplamakla geçiyor ve fayda elde edemiyorsunuz. Şirketler de bu işgücünü etkin değerlendirebilmek adına uzun süreli ve proje odaklı staj programlarına yöneliyor ve bunu uygulayan şirketlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Örnek verebileceğiniz projeler var mı Her departmanda farklı projeler olmakta. Malzeme planlama departmanında hatlarda malzeme sevkiyat sıklıklarının belirlenmesi, taşıma ergonomilerinin belirlenmesi gibi konularda çalışılır. Üretim ve endüstriyel mühendislik departmanında hat dengeleme, yerleşim planlama, kapasite iyileştirme konularında projeler verilir. Kalite departmanında belirli bir kalite hatasının giderilmesi, genel kalite takip sistemi kurulması için çalışılır. ArGe departmanında ise ürünün tasarımına yönelik çeşitli projeler yapılır. Bu projeler o dönemde fabrikanın ne tür bir iyileştirmeye ihtiyaç duyduğuna göre sürekli değişir. Bu dönem, benim mentörlüğünü yaptığım iki İTÜ İmalat Mühendisliği Lisans Programı öğrencimiz var departmanda. Bu arkadaşlar yaz döneminde fabrikanın kapasitesi ve yerleşim planlaması üzerine bir proje yaptı. Bu projede kapasitenin darboğaz makinalara göre optimizasyonu ve kapasite ihtiyacı nedeniyle yeni makine alımı yapılırsa bunların nerelerde hangi ürünlerde çalışacağını tasarladılar.

daralan13


Uzun vadeli stratejik bir proje oldu bizim için ve bu yıl parça parça uygulamaya geçecek. Şu anda bitirme tezi olarak ise “Üretim hatları için istatistiksel proses kontrol süreci tasarımı ve örnek bir projede uygulanması” konulu bir çalışma yapıyorlar. Son olarak şu anda eğitimine devam eden bizlere neler söylemek istersiniz? Okul dönemi iş hayatına hazırlık için çok önemli, şimdi sizlere klişe bir cümle gibi geliyor olsa da geriye dönüp baktığımda keşke ile başlayan cümleler kuruyorum bazen. Bu hazırlığın da birkaç boyutu var: teknik bilgileriniz, kişisel gelişiminiz ve sosyal becerileriniz. Okul size iş hayatında ihtiyaç duyacağınız bütün donanımı kazandırmıyor. Okul aslında bizlere öğrenmeyi öğretiyor, neyi ne kadar öğreneceğimiz bize kalıyor. Teknik bilgi konusunda bölümümüz bildiğiniz üzere temelde makine ve endüstri arasında bir konumda. Bu nedenle iş hayatında veya akademik kariyerinizde hangi tarafa yöneleceğinizi belirlemeniz gerekecek. Ardından bu yöne doğru çalışmak istediğiniz alana yönelik teknik bilgi açığınızı kapatmanız gerekecek. İşe alım görüşmelerinde artık diplomada yazan bölümün, üniversitenin, not ortalamasının etkisi giderek azalıyor; işverenler veya işveren temsilcileri olarak artık mülakatlarda kişinin ilgili pozisyonun gerektirdiği bilgi birikimine sahip olup olmadığını daha çok sorgulamaktayız. Pozisyonla ilgili kimi terimleri bilip bilmediği, konular hakkında kulak dolgunluğu ya da teorik de olsa bilgisi olup olmadığı, pozisyonun gerekliliklerini karşılayıp karşılayamadığı temel tercih sebeplerimizden biri oluyor. Bilip bilmediği, konular hakkında kulak dolgunluğu ya da teorik de olsa bilgisi olup olmadığı, pozisyonun gerekliliklerini karşılayıp karşılayamadığı temel tercih sebeplerimizden biri oluyor. Bu alanda açığı kapatmak için de çalışmak istediğiniz alandaki sektörel dergiler,

14daralan

akademik yayınlar, haberler, yenilikler yardımcı olabilir. Yeni mezun birinden beklenti elbette konuları detaylı olarak bilmesi değil; ancak en azından işi öğreneceği süreyi hızlandıracak kadar “temel düzeyde bilgi”ye sahip olması, yabancı kalmaması tercih sebebimiz oluyor. Kişisel gelişim başlığı altında ise sahip olunan teknik bilginin etkin kullanımı, yorumlanması ve iade edilmesi için gerekli becerileri düşünebiliriz. “İletişim becerileriniz” bu açıdan çok önemli ve mülakatlarda da öne çıkan tercih nedenlerinden biridir. Kişinin bilgisini aktarıp aktaramadığı, kendisini ifade etme yeteneği, ikili ilişkileri, düşüncesini kabul ettirme yetenekleri mülakatlarda ve terfilerde dikkat çeken noktalardan. Elbette bu beceriyi hem anadilinde hem de şirketin gereksinim duyduğu “yabancı dil” ile sağlıyor olmanız önemli. Bu nedenle okul döneminizde İngilizce düzeyinizi geliştirmeniz çok önemli (özellikle de konuşma düzeyiniz). SME bu bağlamda sizler için önemli bir fırsat olabilir. Bilginin etkin kullanımı ve yorumlanması için ise artık kurumsal şirketlerin ayrılmaz bir parçası “bilgisayar bilgisi”. Ofis programları (Outlook, Excel, Powerpoint) okul yıllarından baktığımızda iş hayatı için küçük bir ayrıntı gibi görünse de kurumsal şirketler için önemi çok büyük; işlerin büyük bölümü bu programlar üzerinden akıyor ve ön planda olmak için bu programlara olan hâkimiyetiniz ile işinizi kolaylaştırmanız önemli bir avantaj. Ve son olarak da sosyal hayat. Mühendisliğin üzerine yafta olmuş zaten asosyallik. Sosyal hayat da iletişim becerilerinize olan etkisi nedeniyle artık işe girmek ve yükselmek için göze çarpan özelliklerden biri haline geldi. Okul hayatında edineceğiz her sos� yal beceri emin olun iş yaşamınızda size bir katkı sağlayacak ve göze çarpacaktır. Şu ana kadar edinmiş olduğum tecrübeye istinaden benim önemli olduğunu


düşündüğüm temel noktalar bunlar. Ve son olarak da okul yıllarında bu temelleri bir arada bulabileceğiniz tek yer öğrenci kulüpleri diyebilirim. IMLK ile örnek verelim: düzenlenen teknik geziler, konferanslar, çıkarılan bu dergilerin tamamı siz farkında olmadan teknik bilgi açısından sizleri besliyor. Her yaptığınız organizasyonda, aldığınız her yeni sorumlulukta planlama yapmayı, zamanı yönetmeyi, süreç yönetmeyi, dahası insan yönetmeyi öğreniyorsunuz adım adım ve bunlar olurken de iletişim yetenekleriniz gelişiyor; kendinizi, düşüncenizi, yaptığınız işi daha iyi ifade eder hale geliyorsunuz; toplantı kültürüne giriş yapıyorsunuz; arkadaşlıklar kuruyorsunuz; kurumsal bir çevre ediniyorsunuz; yeri geliyor kendinizi şirketlere pazarlama fırsatı elde ediyorsunuz; ve tüm bunların sonucunda da sizi başkalarından ön plana çıkaracak o sosyalleşmeyi, teknik bilgiyi, kişisel gelişimi almış oluyorsunuz.

Kendi adıma tereddüt etmeden diyebilirim ki iş hayatında başarılı bir görüntü çiziyorsam şayet arkasında kulüpte geçirdiğim yılların etkisi büyüktür. İşe başladıktan 6 ay sonra ilk terfimi aldığımda müdürümün bana kurduğu bir cümle hala aklımdadır “sende kaynağını anlayamadığım bir işleri organize etme, planlama, insan yönetme tecrübesi var”. Sebebi elbette IMLK’da geçen yıllardı…

daralan15


2007 : Türkiye'nin ilk imalat mühendisleri

CA: Can Altunlu CK: Cagri Kutay KA: Kadir Altun BG: Berk Guldogan OA: Onur Alkan EM: Emre Manzak Biraz kendinizden ilk mezunlar olarak bahseder misiniz?

CA: Merhaba, adim Can Altunlu. 2007

ITU İmalat Mühendisliği ilk mezunlarındanım. Mezun olduktan sonra Vehbi Koç ve su anki ismi ile T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bursu ile Koç Üniversitesi’nde Arşelik ile ortak proje üzerinde 2009’da yüksek lisans çalışmamı İmalat ve Otomasyon Araştırma Merkezi’nde tamamladım. Ardından EU Marie Curie ITN bursu ile Hollanda’da Twente Üniversitesi’nde doktora çalışmalarımı sonlandırmak üzereyim. Doktora projesi suresince İngiltere’de Siemens Industrial Turbomachinery ve Belçika’da Laborelec (GDF Suez) firmalarında çalışmalarda bulundum. Doktora’dan sonra Hollanda Shell’de Ar-Ge mühendisi olarak kariyerime devam edeceğim. CK: Çağrı Kutay. 2007 mezunuyum. Önce Procter&Gamble’da proses lideri olarak is hayatıma başladım. Arkasından tutkula-

16daralan

rımın peşinden giderek Mercedes-Benz Turk’te otomobil satış departmanında bölge yöneticisi olarak çalışmaya başladım. Bugün de Mercedes-Benz Turk’te Mercedes-Benz, smart, Maybach ve AMG markalarının ürün yöneticisiyim. KA: Adım Kadir Altun. İTÜ den 2007 yılında mezun olduktan sonra aynı yıl Almanya’da Hamburg Teknik Üniversitesinde Uluslararası Üretim Yönetimi yüksek lisansı yaptım ve hemen ardından 2010 yılında Continental Oto Lastik Firmasının AR-GE sinde çalışmaya başladım. İki bucuk yıldan sonra Continenta’lde Lastik Geliştirme Mühendisi olarak meslek hayatıma Hannover, Almanya’da devam etmekteyim. BG: Merhabalar, adim Berk Guldogan. İTÜ imalat mühendisliği ilk mezunlarındanım, aynı zamanda imalat kulübünun kurucularındanım. Herhalde üye olduğum tek kulüp de imalat mühendisliği kulubüdür. Lisans eğitiminden sonra İTÜ’de mekatronik yüksek lisans yaptım ve şu anda tartım sistemleri konusunda çalışan bir firmada FIRMA Ar-Ge mühendisi olarak çalışmaktayım. OA: Hasan Onur Alkan. İTÜ İmalat Mühendisliği bölümünden 2007 yılında mezun olduktan sonra, 2007-2009 yılları arasında Konstrüksiyon bölümünde yüksek lisansımı tamamladım. Bu süre içerisinde vinç proje-


leri üreten bir firmada tasarım mühendisi olarak çalıştım. 2010-2012 yılları arasında Ford Otosan Gölcük fabrikası montaj bölümünde proses mühendisi olarak görev yaptım, 2012 yılı başından itibaren Takosan Otomobil Göstergeleri A.Ş.’de proje/ürün mühendisi olarak çalışmayı sürdürüyorum. EM: İsmim Cihan Emre Manzak, ben de imalat mühendisleri kulübünün kurucularından biriyim. İmalat Mühendisliğini bitirdikten sonra İsveç’te KTH Üniversitesi’nde finans üzerine master yaptım, şu anda da TEB (BNP Paribas Group) hazinede çalışmaktayım.

Tek tek soracak olursak neden imalat mühendisliğini seçtiniz ?

CA: Mühendis bir babanın oğlu olarak, kü-

çüklüğümden beri imalat sektöründeydim. Açıkçası 2003'te üniversite sınavının akabinde denizden cıkmış balık durumunda kalıyor insan. Bu sınavdan önceki hazırlık surecini tekrar düşündüğümde kariyer hedeflerini net koymamın hiçbir imkanı yoktu. O zaman ki düşüncelerim ve sorumluluklarım çok daha farklıydı. Bunun yanında doğru zamanda doğru yerde olmak da çok önemlidir. İTÜ imalat mühendisliği benim için doğru yer ve doğru zamandı, inandığım açıkçası buydu. Ne yazık ki sınav sonucu elime ulaştığımda planlarımda biraz değişiklik oldu. Puanım beklediğimden çok daha aşağıdaydı. İTÜ’lü olmak her zaman bir ayrıcalıktır. Bu sebepten İTÜ meteoroloji mühendisliğine girdim, hatta numara sıralamasına baktığınızda benim puanımdan aşağıda, benden sonra İTÜ’ye giren çok da insan yoktu, anlayacağınız sonlardaydım. İlk senenin ardından, yatay geçiş ile imalat mühendisliğine geçiş yaptım. Ne kadar doğru bir secim yaptığımı su anda anlıyorum. CK: Otomobil “hastası” biriyim. Küçüklüğümden beri otomobillerle ilgili olmam ve tam bir mühendis ailesinde olmam nedeniyle yolum küçüklüğümden çizilmişti. İTÜ’de Makine Mühendisliği okuyacaktım. Makine mühendisliğini isterken dershanemizin sahibi Ahmet Nuri Akan, ders programlarını incelediğini, imalat mühendisliğinin programının,

bulunduğu modern bilgisayar destekli mühendislik dersleri sayesinde günümüz yeni mezun mühendisine daha uygun olacağını düşündüğünü iletmişti. Kendisi fikirlerine güvendiğim bir kişi olduğu için önerisini dikkate alarak makine mühendisliğinden yukarıya imalat mühendisliği yazmıştım. KA: İmalat mühendisliği programını ilk İTÜ üniversite tanıtım günlerinde tanıma fırsatı bulmuştum. Ahmet Aran ve Mehmet Demirkol hocalarımızın programla ilgili verdikleri bilgiler beni çok etkilemişti. Makinenin teknik yönü ile o zaman revaçta olan Endüstri mühendisliğinin üretime yönelik yönetim derslerini birleştirdiği için hoşuma gitmişti ilk olarak. Ama simdi geriye dönüp baktığımda hayatımda aldığım en büyük risklerden biri olarak da görüyorum İmalat Mühendisliği programı seçimini. Düşünün, 2-3 sene üniversiteye hazırlanıp, puanı bile belli olmayan bir bölümü seçmek ve tanıdıklarının hiç duymadığı bir programa gitmek. Ne derler risk olmadan kazanç olmaz. Mezun olalı bu yıl 6 yıl olacak, ne mezun olduktan önce veya sonrasında bir gün bile hayıflanmadım neden bu bölümü seçmişim diye. BG: Aslına bakarsanız İTÜ makine mühendisliğini istiyordum fakat kısmet imalat mühendisliğineymiş. Ben makine mühendisliğine yakın olacağını düşündüğümden tercih etmiştim fakat şimdi imalat mühendisliğini kazanımlarının makine mühendisliğinden eksik olmadığını aksine daha geniş bir bakış açısı verdiğini söyleyebilirim. OA: Matematik ile aramın iyi olması ve yeni şeyler ortaya koyma fikri, beni mühendislik eğitimi almaya yönlendirdi, fakat kesin olarak istediğim bir bölüm mevcut değildi. Elektronik, bilgisayar, endüstri mühendisi de olabilirdim. Aldığım sonuç, beni imalat mühendisliğine yönlendirdi. Pişman değilim.

daralan17


İmalat Mühendisliği Kulübü’nü kurarken de staj bulmak için fırsat yaratmış olduk. Ayneyi hayal ettiniz? Hedeflerinizi gerçekleş- rıca 2007’de Society of Manufacturing Engitirebildiniz mi? neering (SME) - İstanbul Öğrenci Bölümünü kurarak uluslararası düzeyde ilk adımımızı atCA: Arkadaşlarla baktık ki madem ders mış olduk. Şuanki ve mezun imalat mühendisçalışmaktan üniversite dışına çıkmaya lerinin tek çatı altında toplanabileceği bir aile vakit kalmıyor, bari bu durumdan pay çı- yaratmak IMLK’da en önemli hayallerimden kartalım. Şaka bir yana, kulüp, isminden biriydi. Kulübü o dönemki arkadaşlarımla bede anlaşıldığı gibi sadece bolüme hazırlık raber kurduk ve bu süreçte o dönemki bölüm misyonunun yanında ulusal ve uluslararası koordinatörü Ahmet Aran’ın katkısı aşikardır. boyutta hem bolumu hem de bizleri, yani Kendisine ve arkadaşlarıma beraberliklerinimalat mühendislerini temsil etmektedir. den ve desteklerinden dolayı teşekkür ederim. Bolumun ilk öğrencileri ve ilk mezunları CK: Birlikten kuvvet doğar. Türkiye için yeni olabilme inancında iken, kafanıza bir suru olan bu mühendislik eğitimini alanların, avansoru geliyor. Hissediyorsun doğru yerde- tajlarını daha kurumsal bir yapı ile duyurabilsin ama sen kimsin, ne olacaksın, sana melerini istiyordum. Ayrıca SME tarafından ihtiyaç var mı, ileride çalışacağın firmalar tanınan bir organizasyon olmasıydı. hangileridir... IMLK ile ilk önce üniversite KA: Biz ilk öğrenciler olarak imalat müheniçinde bir kimlik yarattık, diğer fakülteler disliği programına 7 kişi başladık. İlk öğrencive bölümlerle iletişim kurduk. Bu iletişi- leri olarak İTÜ makina fakültesi gibi köklü bir mi, düzenlediğimiz seminerler ve eğlenceli fakültede kendi kimliğimizi oluşturmak için organizasyonlar ile perçinledik. Yalnız, biz biraz da hocalarımızın tavsiyeleri ile bu kulübü üniversite içinde markamızı yaratmaya kurmaya karar verdik. Daha sonra kulüp kurçalışırken, bizimle ayni yollardan geçecek ma prosedürlerinin ardından aramıza yatay üniversite sınavından cıkmış arkadaşları- geçişle katılan arkadaşlarımızla sayımız biraz mız, yani ilerideki meslektaşlarımıza se- daha artı ve kulübümüz kurulmuş oldu. çimlerinde yardım etmemiz gerektiğini Hayalimdeki imalat mühendisleri kulübü, büdüşündük. Bu sebepten fakülte temsilcile- tün imalat mühendislerinin parçası olduğu rinin yanında kulüpten öğrenci olarak ta- için gurur duyacağı bir kulüp olmasını isterim. nıtıcı etkinliklere katıldık ve bölüme yeni İmalat mühendislerinin kendi içinde eğitimlebaşlayan öğrencilere hızlıca adapte olabil- rine katkıda bulunacak, öğrencisi ile mezunu meleri için men torluk yaptık. Fikrini de- ile kontağını koruyarak, kendi ismine ve mesğiştirdiğimiz arkadaşlar için yapacak bir leğine değer katacak bir kulüp olmasını isterşey yok, onlar artik bizlerden biri. Bunların dim. Bu arada eğlenceli, bol aktiviteli bir kulüp dışında, ilk imalat mühendisi olarak ileri- olsa da iyi olur hani :) deki eğitim kalitesini mümkün olduğunca BG: İlk sene bölüm 25 kişi almıştı fakat hazırüst düzeye çekmek için üniversite ve bo- lığı geçen 7 kişi civarındaydık. Daha sonra bir lum koordinatörlerine bu konuda destek kaç arkadaşımız yatay geçiş sonrası bize katıldı. olmak bizim için önemliydi. Bütün kom- Koca fakültede toplasanız 10 - 15 kişiydik. Az binasyonların üzerimizde denendiğini dü- sayıdaydık ve bunun dezavantajını her konuda şünürseniz, bu süreç biraz sıkıntılı olduysa yaşamışızdır. Bizden sonra giren arkadaşların da geniş bir ağda bilgi sahibi olduğumuzu bu sorunları yaşamaması, aynı zamanda bize inkar edemem. Ayrıca, endüstride tanı- destek olmalarını kulüp yoluyla sağlayabiliriz nırlığımız mezun olduğumuzda is bulma diye düşündük. surecinde önemli olacaktı, bundan dolayı OA: O zamanlar bir gereksinim gibiydi. İmafirmalarla kontak sağlayıp, üniversitemize lat mühendislerine ait, kendine has bir oluşum seminer için davet ettik. Bu sayede hem hedefleniyordu, biraz da Ahmet Aran Hocaileride çalışabileceğimiz firmalar ile ileti- mızın teşvikleriyle tabi... En azından benim bu şime geçmiş, farklı sektörleri tanımış, hem konuda ciddi hedeflerim olduğu söylenemez.

18daralan


EM: İmalat mühendisliğini biz elimizden gel-

İlk mezunlar olarak sizce Türkiye’de imalat mühendislerine ihtiyaç var mı? Gördüğünüz kadarıyla iş olanakları nasıl?

Okul dışında ilk imalat mühendisleri olarak nasıl karşılandınız?

CA: Türkiye imalat sanayinin ihtiyacı olan

diğice tanıtmaya çalıştık bundan sonrası size düşüyor. Başarılar dilerim..

CA: O döneme geri dönecek olursak, net ola-

rak söyleyebilirim ki aldığımız dersleri ve bu derleri veren üst düzey akademisyenleri göz önüne alırsanız yüksek eğitim ve/veya is hayati için çok kuvvetli bir başlangıç yaptık. Mezun olduğum üniversite ve fakülte, beraber çalıştığım akademisyenler ve bunun yanında aldığım eğitim geniş bir çalışma alanında bana fırsat yarattığını gördüm. Bu büyük bir avantajdı! CK: Önce yadırgandım, ancak makine mühendislerinden farkımızı anlatınca takdir edildim. İmalat mühendisi olmalarının bir dezavantaj getirdiğini duymadım. KA: İTÜ den sonra Almanya’da direk olarak yüksek lisansa başladığım için, herhangi bir değişik bir tepki ile karsılaşmadım açıkçası. Bunun sanırım en büyük nedeni, İmalat mühendisliği ve benzeri programların Almanya da uzun yıllardır aktif olarak üniversitelerde bölüm olarak bulunması ve birçok mezununun değişik sektörlerde çalışması. BG: İmalat mühendisliğinin ardından mekatronik yükseği yaptım. Bu işleri iyice karıştırdı tabi ikisi de yeni bölümler ve pek tanınmıyorlardı. Tabi her seferinde açıklama yapmak gerekiyor, en sonunda sıkıldım artik makine demeye başlamıştım bir aralar, şimdi öyle değil bölümümüzü hakkında bilgisi olan daha çok insan var. OA: Tam olarak ne olduğumuzu ne biz ne de sanayi biliyordu. Bu yüzden, en azından belli bir süre, Makine mühendisi gibi davranmalıydık ve bunu da başardık sanırım. Lakin Makine mühendisleri odasına kayıt olmaya gittiğimde, biz sizi tanımıyoruz, isterseniz bir de bilmem ne odasında şansınızı deneyin denilerek geri çevrildiğimi hatırlıyorum. Ben o zamanlar mücadele etme gereği duymadım (hala da üye değilim, olmayı da düşünmüyorum) ama mücadele edip, bu yolu açan arkadaşlara gelecek nesiller adına teşekkür etmek gerekiyor.

nitelikli çalışanların yetiştirilmesi amacıyla imalat mühendisliği bolumu kurulmuştur. Türkiye imalat sanayinde yaratılan katma değer, dünyadaki katma değer içerisinde payı artan bir konumdadır. Bu nedenle, imalat sanayinin ivmesini ve sürecin içeriğini göz önüne aldığınızda, nitelikli ve bu konuda özelleşmiş mezunlara ihtiyaç da orantılı olarak artmakta ve geniş bir yelpazede çalışma imkanı yaratmaktadır. CK: Türkiye, imalat konusunda küçüğünden büyüğüne her ölçekte isletmeye sahip. Dolayısı ile is olanaklarının her ideale uygun olduğunu düşünüyorum. KA: Türkiye gibi hızla gelişmekte olan ve iş gücünün Avrupa’dan daha ucuz olduğu ülkelerde, üretim ve imalat sektörü her zaman çok önemlidir. Bu yüzden Türkiye bugün birçok uluslu firmanın üretim merkezi durumundadır. Bu kadar imalat ve üretim odaklı bir ülkede, bir ürün üreten, veya üretim danışmanlığı veren her firmada imalat mühendisi kendine iş bulur. Bunun dışında İTÜ gibi iyi bir üniversiteden mezun olmak ve özellikle üniversite yıllarında kazanılan analitik düşünme yeteneği ile imalat mühendisleri mezunları istedikleri takdirde başka alanlarda da çok rahat iş bulurlar. BG: İmalat mühendisliği iş olanaklarının oldukça fazla olduğunu düşünüyorum. Orta ölçekli firmalar imalat mühendislerine olan ihtiyaçlarının farkına yeni varıyorlar. İmalat maliyetlerini düşürmek için bu doğrultuda eğitim almış imalat mühendislerinden yardım alıyorlar. Bu konuda tecrübenin değeri oldukça fazla, piyasadaki imalat mühendisleri tecrübelerini artırdıkça daha çok talep edilir konuma gelecektirler.

daralan19


konuma gelecektirler. OA: Makine mühendislerine yönelik tüm pozisyonlarda iş olanağı mevcut. Özellikle belli bir branşta deneyimin (hac, titreşim vs.) istendiği işler dışında, genel anlamda imalat mühendislerinin iyi bir iş bulmaları zor biz zanaat değil. Fakat Türkiye’de, özellikle büyük şirketlerde mühendislik yapmak için, okulda görülen mühendislik eğitimine pek ihtiyacınız olmadığını gördüğünüzde (istisnalar kaideyi bozmaz), ufak bir hayal kırıklığı yaşamanız olası. EM: İş ararken de fark edeceksiniz ki Türkiye’de imalat mühendisi gereksinimi oldukça fazla dolayısıyla bu açığı kapatmak için uygun hazırlanmış bir program.

İlk imalat mühendisleri olmanın avantajları veya dezavantajları oldu mu?

CA: Bu programın günümüz ihtiyacına

göre hazırlanması, teknoloji ve bilgi gereksinimi acısından bizleri ileri model olarak piyasada yer almamızı sağladı. Buna karşın, ilk zamanlar imalat mühendisliğini anlatmak, tanıtmak biraz aman aldıysa da bunun dezavantaj değil ilerisi için avantaj olduğu söyleyebilirim, çünkü bu kadar anlatmak ve konumsak imalat mühendisliğini akılda canlı tutmuştur. CK: Dezavantaj olarak sadece mülakatlarda sadece bölümümü söyleyip devam edememek, açıklama yapma ihtiyacı duymak. Ancak avantajları daha fazla. Bizler, daha modern, daha günümüz teknolojisi ve endüstri koşullarına göre yetiştirildik. BG: Biz daha çok dezavantajları ile karşılaştık. Avantajı sanırım özel ders havasında 9 10 kişi ile aldığımız dersler ve oradaki arkadaşlıklarımız oldu. Piyasada çalışma bakımından pek bir avantajı olduğunu görmedim.

20daralan

Aldığınız 4 yıllık imalat mühendisliği programını nasıl değerlendiriyorsunuz?

CA: Açıkçası, biz imalat mühendisliği programı-

nın ilk öğrencileriydik. Bu sebepten, bu bolum açıkçası bizim üzerimizde denendi. Tam teçhizatlı olarak mezun olabilmemiz için gerçekten sıkı ve kapsamlı bir programdan geçtik. Mezunlar geldikçe anlaşılıyor ki, urun ve surecin olduğu her sektörde çalışma imkanımız oluyor. O zaman deseydiniz inanmazdım ama: hiç dert etmeyin, bu sınavlar da dönemler de biter; asil problem bu zamanlar tekrar geri gelmiyor. Önemli olan, kişisel gelişim, tecrübe, fırsat ve olanak yaratmak, bunların peşinden gitmektir. CK: Yetersiz değil, İTÜ’nün stratejisi dahilinde değil ancak isletme fakültesinden daha fazla seçmeli ders olanağı sağlanması, mezunlara yönetim bilinci kazandırılması konusunda faydalı olurdu. KA: Her programın daha iyisi yapılabilir ve her program gelişime acık olmalıdır. Ama ilk deneklerden biri olarak açıkça söylenilirim ki benim için İmalat mühendisi ligi programı lisan programı olarak gayet yeterliydi. Yüksek lisansım sırasında ve meslek hayatımda, bu 4 yılda öğrendiğim birçok şeyin gerçekten çok faydasını gördüğüm için ayrıca çok mutluyum. BG: Biz ilk öğrenciler olarak biraz zorlandık. 2. sene okuduğumuz kitabi 4. sene tekrar gördük mesela, sonra 2 için fazla denildi değiştirildi filan. Makine mühendisliğindeki her konudan onlar kadar aldık fazladan endüstri ve isletme konularına da girdik. Programın yoğunluğu fazlaydı, ilk sene olduğundan sanırım makineden ayırmadılar, fazlasıyla verdiler her konuyu. Bizden sonra programda tekrar ayarlamalar yaptılar diye biliyorum, dersler aynı olsa bile konularda değişikliğe gittiler. OA: Zamanımızda birtakım eksiklikleri vardı elbet. Aynı dersi, farklı isimle iki kez aldığımız bile oldu. Şimdi,10 yıl sonra, bu tip aksaklıkların tamamen ortadan kalktığını düşünüyorum. Aslında bütün olay, hocaların ne kadar verebildikleri ve öğrencilerin bunların ne kadarını kazanıp üstüne koyabildikleri ile ilgili, program falan hikaye. Ama yine de, program bence yeterli.



ATOM BOMBASI

tom Bombası”nın; İkinci Dünya Sa- tif ” (ışınetkin) nükleer “yakıt elemanlarınA vaşı'nı kesin biçimde noktalamak üze- dan” sıyrılması; ayrıca, üst derecede müşkül re gerçekleştirilip patlatılması uzantısında; nükleer enerjinin, enerji üretimi amacıyla kullanılması yönündeki çalışmalar yoğunlaşıyordu... Bomba birbirinden çok farklı, iki yoldan gerçekleştirilmişti. Birincisi, “doğal uranyumun”; asıl “fısıl” (yani parçalanabilir) olup; yüzde birden daha az bir oranda içerdiği (toplam 235 nötron ve protondan oluşan) Uranyum-235 atom çekirdeğinden yana, yüzde yüz, “zenginleştirilmesini” içermekteydi. Bu uğurda bir ekip (Tennessee Eyaleti'ndeki) Oak Ridge National Laboratory'de, geceli gündüzlü çalıştı; bomba malzemesini hazırladı. Diğer yol; doğada bulunmayan “Plutonyum-239” atom çekirdeğinin; doğal uranyumunun bir nükleer reaktörde ışınlanmasıyla elde edilmesini, içeriyordu. Bu amaçla, ünlü bilim adamı Enrico Fermi yönetiminde bir ekip (Đllinois Eyaleti'nde) Chicago'da, yeryüzündeki ilk nükleer reaktörü kurmayı ve çalıştırmayı başardı. Plutonyum-239 üretimi, böylelikle gerçekleşiyordu. Olayların berisinde, hele o günün oldukça sınırlı dağarcığı itibariyle, sergilenen bilimsel, teknik ve teknolojik başarı; konuya birazcık olsun girmiş olanlar açısından, inanın, baş döndürücüdür. Plutonyum-239’un; üretildiği nükleer reaktör içindeki fevkalade “radyoak-

22daralan

bir teknolojik başarıyı sergilemekteydi. Nükleer enerji, akıllara durgunluk verecek kadar çok yoğun bir enerjiydi. Atom çekirdeği parçalanıyor; bu sırada “madde”, “enerjiye” dönüşüyordu. “Nükleer”, “çekirdeksel” demek. “Atom çekirdeği” içinde yer alan tepkimeler, bu açıdan “nükleer” sözcüğü ile anılır. Burada, “tepkime” sözcüğünü, “reaksiyon”, “olay”, “vukuat”, anlamında kullandığımıza, dikkat edilebilir. “Atom Bombası”nın kökeninde, “ağır” atom çekirdeklerinin bölünmesine (füzyon) ilişkin tepkime, yer alıyor. Çekirdek bölünmesinden çıkan enerji, o açıdan, füzyon enerjisi olarak anılıyor. Öte yandan “hafif ” atom çekirdekleri; Güneşimiz'de, keza tüm yıldızlarda olduğu şekliyle, kaynaşabiliyor ve nükleer füzyon yani nükleer kaynaşma enerjisini, açığa çıkartıyorlar. “Hidrojen Bombası”nın kökeninde, işte, böylesi bir “tepkime” (hafif atom çekirdeklerinin kaynaşması), yer alıyor. Bu arada, “Atom Enerjisi”, ya da “Atom Bombası” deyimlerinin (sırasıyla) “nükleer enerji” ve “nükleer bomba” deyimleriyle, yanlış biçimde “anlamdaş” olarak kullanıldığını, belirteyim. “Atom enerjisi” deyimi, nitekim, “atoma ilişkin enerji” demektir. “Atom çekirdeğine ilişkin enerji” demek, değildir. “Kömür ener-


birinin yüzbinde biri boyutunda olduğunu, anımsatabilirim. Sözünü ettiğim bütün gelişmeler, işte, böyle bir boyutta yer alan olaylardan kaynaklanıyor. Müthiş, değil mi? Bu kadar küçük boyutları nasıl gözlemlediğimizi sorabilirsiniz elbette... İnanın, bu konuda çok tatminkar, hem kuramsal hem de bunları alabildiğine doğrulayan deneysel sonuçlar mevcuttur.

sözgelişi; “kömür atomunun” oksijenle birleşmesinden kaynaklanıyor olup; esas olarak “atom enerjisi” deyimiyle anılabilecek, bir enerjidir. Bir “lazer bombası” yapılsa (ki lazer silahları üzerinde yoğun biçimde çalışılmaktadır), işte bu tam (lazer, atom düzeyinde bir olay olduğu için), “atom enerjisiyle” gerçekleşen bir bomba olur. O acıdan, “Atom Bombası”na, daha doğru olarak, “nükleer bomba”; bunun kökenindeki enerjiyi işaret etmek üzere ifade olunan “Atom Enerjisi” deyiminin yerine de, “nükleer enerji” demek, uygundur. Her neyse… Ster “fiston” (çekirdeksel parçalanma) yoluyla olsun, ister “füzyon” (çekirdeksel kaynaşma) yoluyla olsun; “nükleer enerji”,dediğim açıdan, maddenin enerjiye dönüşmesi bazında, çok yoğun bir enerji olma, özelliğindedir. Bakın, örneğin 1 kilogram Uranyum-235 içindeki atom çekirdekleri parçalanırsa; buradan 1000 Megawatt (ya da 1 milyon kilowatt) ya da yuvarlak Keban Barajımızın gücündeki bir santralin, bütün bir gün boyunca üreteceği kadar enerji, açığa çıkar. Diğer bir deyişle, 365 kilogram, yani hepsi, neresinden bakarsanız bakın, bir kucak dolusu (uranyum, gerçekten yoğun bir metaldir) Uranyum-235’le, Keban Barajımızı, bütün bir yıl boyunca ürettiği kadar çok ısıl enerji sağlamak, mümkündür. Orta boy bir karpuz kadar Uranyum-235, ya da Plütonyum-239; koca bir kenti, yerle, bir edebilmektedir. Bu arada atom çekirdeğinin, bir tırnak boyunun yüzmilyonda

”Gecmiste ve Bugun NUKLEER ENERJİ TARTISMASI”, Prof. Tolga YARMAN, 2011

daralan23


başlayıp 2. 1da 930’larda Dünya Savaşı yıllarınhızlanan atom bombası

yapma çalışmaları, 1945 yılının Ağustos ayı başlarında ABD’nin ilk atom bombasını yapmayı başararak Japonya’nın Hiroşima kentinde kullanmasıyla sonuçlanmıştır. 60 kg uranyum-235 içeren ve “little boy” ismi verilen bu bombanın patlaması sonucu 140,00 insan yaşamını yitirmiştir. Radyasyon yayılımının uzun süreli etkileri ile de bu sayı 300,000’e ulaşmıştır. “Fat Man” isimli ikinci bomba içinse Kokura şehri hedef seçilmiş; ancak zayıf görüş koşullarından dolayı Nagazaki kentine atılmıştır. Patlama 22 kiloton TNT gücüne eşit 8 kg plütonyum-239 kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Sovyetler de yaptıkları çalışmalar sonucunda 1949 yılında ilk nükleer denemeyi gerçekleştirmişlerdir.

24daralan

1952 yılında ABD tarafından “Little Boy”dan 700 kat daha güçlü Hidrojen Bombası üretilmiştir. Sovyetler hidrojen bombasını 1953 yılında, İngilizler ise 1957 yılında üretebilmişlerdir. Nötron bombası 1977 yılında yine ABD tarafından üretilmiştir. Günümüzde ise ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin Halk Cumhuriyeti, Pakistan, Hindistan, Brezilya, Arjantin, Güney Afrika Cumhuriyeti, İsrail, Kazakistan, Ukrayna ve Beyaz Rusya nükleer güce sahip devletlerdir. Stratejik bombardıman uçağı ile atılacak olan nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların nispi etkilerini bir Birleşmiş Milletler çalışması aşağıdaki gibi değerlendirmiştir: * Bir megatonluk bir nükleer bomba 300 km²’lik bir alan içinde korunmasız halkın yüzde doksanını öldürebilir.

* 15 tonluk bir kimyasal silah 60 km²’lik bir alandaki halkın yüzde ellisini öldürebilir. * 10 tonluk bir biyolojik silah 100.000 km²’lik bir alandaki halkın yüzde yirmi beşini öldürür ve yüzde ellisini hastalandırır. Bu etkiler, kimyasal ve biyolojik silahların geniş bir yüzeye yayılabildiği ve toprak düzeyine ulaştığı durumlarda gerçekleşebilir. Nükleer silahların istenilen etkileri ise yer düzeyinde ya da arzu edilen yükseklikte patlatılması ile sağlanabilir. İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan bir atom bombasını elde etmek için belirli bir çekirdek içinde bağlı enerjiyi açığa çıkartan nükleer füzyon prosesi kullanılır. Çekirdek içinde hapsedilmiş enerjinin açığa çıkması çok hızlı, miktarı çok büyük olduğundan, etkisi çok büyüktür.


Atom Bombası Nedir, Nasıl Yapılır? Öyle bir malzeme düşünün ki, atom çekirdeğinin özellikleri dolayısıyla, belli bir kütleye ulaştığında, kütlesini, kendi kendine ve bir çırpıda enerjiye dönüştürebilsin! İşte atom bombası budur. Kabaca basket topu kadar bomba malzemesiyle ortalık bir anda cehenneme çevrilebilir. Küp kadar bomba malzemesiyle, koca Keban Barajı'nın bütün bir yıl boyunca ürettiği kadar enerji, bir

fevkalade müşkül teknolojilerle elde olunuyor. Başlangıçta hangisinin daha kolay elde edilebileceği bilinmediği için, atom bombası yapımında her ikisi de ayrı ayrı kullanılmak, sonuçta ortaya çıkan bombalar ise, işte Hirosima ve Nagazaki'de ayrı ayrı denenmek istenmişti. Ne yazık ki öyle de yapıldı. Bomba Malzemesi Uranyum-235, doğada bulunan "doğal uranyumdan" hareketle, adına "zenginleştirme" denilen işlemle, elde olunur. Doğal uranyum, Uranyum235'den yana, çok fakirdir; bunun doğal uranyum içindeki payı, yüzde birin altındadır. Uranyum-235'den atom bombası yapabilmek üzere, doğal uranyumu, gayet külfetli bir teknoloji bazında, Uranyum-235'den yana, yüzde yüz zenginleştirmek gerekmektedir. Plutonyum-239 üretimi için ise, önce "doğal uranyumu" belli bir süre "özel bir nükleer reaktörde", "nötron ışınlaması" altında tutmak gerekiyor. Böyle bir reaktörün amacı, bir yandan plutonyum

çırpıda ya da kontrollü olarak, üretilebilir. Malum, imha maksatlı ilk iki atom bombası, 1945'te, Hirosima ve Nagazaki'de patlatıldı; o zamandan bu zamana, atom bombası ya da hidrojen bombası, genel deyişle, nükleer bomba, şükür ki, patlatılmadı. Hiroşima ve Nagazaki'ye farklı farklı iki bomba atılmıştı. Bunlardan birincisi, Plutonyum-239 Bombası, ikincisi ise, Uranyum-235 Bombası'ydı. Plütonyum-239 derken, toplam 239 nötron ve protondan oluşan, plütonyum atom çekirdeğini; Uranyum-235 derken de, toplam 235 nötron ve protondan oluşan, uranyum atom çekirdeğini, kastediyorum. Teknik ayrıntı bir yana, bu her iki madde de, pratikte, doğada bulunmuyor, yapay olarak elde ediliyor. Plutonyum-239 ve Uranyum-235, birbirinden çok farklı yollardan, her ikisi de çok farklı, ayrıca

daralan25


BEYİNDE KUANTUM

Beyinde Kuantum Mekaniği İşler mi? elişen teknoloji ve deneysel tekniklerle, G özelleşmiş alt disiplinler de teorik bakış açımız ileriye doğru gitmektedir. Zaman

içerisinde bilişsel psikoloji moleküler sinirbilime doğru geçiş yaptı. Günümüzde, işlevsel beyin görüntülemeleri 1 mm kadar ayrıntılı biyolojik değerlendirmeye fırsat vermektedir. Ancak, tam resmi görmek için epey zamana ihtiyacımız var görünmektedir. Sinirsel aktiviteyi hücre altı moleküler mekanizmaya ve zihnin tümünü beyne bağlayan yapıştırıcının (glue) ne olduğunu bilmiyoruz. Oysa fizikte, maddeyi bir arada tutan yapıştırıcıların (gluonlar) az çok ne olduğunu biliyoruz. Fiziğin

sinirbilime uygulanması yeni bir olay değildir. Kant, daha 1787’de, insan deneyimlerinin Newton fiziğinin belli özelliklerine benzediğini öne sürmüştü. Ancak insan deneyiminin Newtonian olmayan yönleri de vardır ve açıklayacak olan kuantum mekaniğidir. Kant bugün yaşasaydı, elbette aynı fikirde olurdu. Daha yakın dönemde ise Hodgkin-Huxley ve Katz (1952), mürekkepbalığı sinir hücresi ana uzantısında (akson) potasyum iletimini fizik denklemleri ile tanımladılar. Bu denklemle sinir iletisinin elektriksel özelliklerinin yapay olarak modellenebileceği anlaşıldı. 1959’da Rall, dendritik dallanmalar kablo modelini geliştirdi. 1995 yılında doğal gerçekçi sinir ağları oluşturan GENESIS bilgisayar programı yapıldı. 1988’de ise üst kollikulustaki sinir hücrelerinden yapılan kayıtların vektör

ortalamaları ile göz hareketlerinin genliği ve yönü önceden tespit edilebildi. İleri matematiksel modellerle Apostolos Georgopoulos (1986), devinimsel beyin kabuğu sinir hücrelerinden yaptıkları kayıtlamaların ortalamalarını alarak, el ve kol hareketlerini önceden tahmin edebildi. Bu işlemsel sinirbiliminin (computational neuroscience) önemli bir aşamasıydı. Yani, fizik ve matematik biz istesek de istemesek de sinirbilim alanına el atmaktadır. Evet: Beyinde Kuantum Mekaniği İlkeleri İşler lasik fizik bakışına göre, bizler tam anK lamıyla mekanik otomatlarız. Bizim her fiziksel hareketimiz, bizi oluşturan zihinsiz

temellerin arasındaki mekanik etkileşimlerle tam olarak önceden tahmin edilebilirdir. Kuantum mekaniği ise insanı otomattan zihinli bir kişiliğe dönüştürür. Ama bunu bütün kuantum fizikçileri yapmaz. Çoğunluğu “parçacıkların içine düştüklerinden”, bütünden haberdar değillerdir. Klasik fizik için pasif olan bilinç (ve gözlemci) metafiziğin konusu olmaktan çıkar ve bilimsel alan olan kuantum mekaniğinin içine girer. İnsan aktif katılımcı görevi üstlenir ve doğanın bir parçası haline gelir. Her beklenen veya niyetlenilen hareket, deneyimsel bir yanıt veya geri bildirim meydana getirir. Kuantum mekaniği ile Newton’un nereye gideceği önceden bilinebilen bilardo topları, beraberinde dalganın eşlik ettiği ve olasılıkla nereye gidebileceği bilinebilen toplar haline geldi. Ve modern fizikte “bilinçlilik sorunu”, atomsal fenomenlerin gözlemlenmeleri ile iyice kendini ortaya koydu. Elbette her şeyi fizikle açıklamaya çalışmak ve “Ahlaki ve siyasi yanlışlıkların bile fizik yasalarını bilmemekten kaynaklandığını” ileri sürmek kadar aşırıya kaçabilir ve saçmalık olarak görülebilir. En azından kesin olan bir şey varsa, E=mc^2 denkleminin ifade ettiği kütlenin enerjiye eşit olmasından fizikle beynimizin bir ilişkisi vardır diye düşünebiliriz! Sinirbilimcilerin çoğunluğu, beynin bilinçle olan ilişkisini ortaya koymada klasik fiziğin yeterli olduğunu düşünürler. Bu bakış açısı, kuantum mekaniği temellendi-


rilmeden önce doğru olabilirdi; fakat bugün için geçerliliği tartışmalıdır. Beynin çalışması ve insan davranışları, iyonik sinir ileticileri ve atomik işlemlere bağlı olduğundan, kuantum mekaniği de işin içine girmelidir. Örneğin; sinirsel elektrik uyarısı, sinir hücreleri arası kavşak yerine varınca kalsiyum iyonları hücre içine girer ve sinir ileticisinin salınımına neden olur. İyonlar ve iyon kanalları çok küçük boyutludurlar. Kanalların açılması ve iyon hareketi durumunda kuantum mekaniği kuralları, tıpkı diğer ortamlardaki iyonik atomların hareketinde devreye girdiği gibi, kuantum mekaniksel bir olaydır. Ardından, içeri giren iyonlar sinir ileticileri içeren keseciklerden salınıma neden olurlar (ya da olmayabilir). Salınan sinir ileticileri, algılayıcılara etki edebilir (ya da etmeyebilirler). Bu davranışlar kuantum olasılık yöntemleri ile belirlenebilir. Tek bir sinir sonlanmasında olabilecek böyle bir kuantum etkisi önemsenmeyebilir, ancak 1015 sinir hücresi arası bağlantı (sinaps) içeren bir beyinde bu durum gerçekleştiğinde, klasik fizik bunun ne anlama geldiğini açıklamada yetersiz kalır. Özel bir fiziksel süreci kendinde barındırmayan bir varlığın, bir bilincinin olması imkânsız görünmektedir ve bunun aramanın yolu da daha derinlere inmektir.

Benzerlikler avid Bohm’a göre kuantum mekaniği ile bizim içsel deneyimlerimiz ve düşünce Dsüreçlerimiz arasında sıkı bir benzer-

lik vardır. Bu nedenle, kuantum mekaniği zihin çalışmasında önemli rol alabilir. Bu benzerlikler arasında, dil ve düşüncelerin kelimelerden oluşması gibi, dünyayı oluşturan klasik fizik daha alt alan ve parçacıklardan oluşur. Düşünce ve dil, temel yapıların analizi ile incelenebilir. Bunun yanında dil bütüncüldür (holistik). Kavram ve kelimeleri bireysel olarak ele alamayız. Aynı şey düşünce için de geçerlidir. Kuantum mekaniğinde tüm evren, düşünceler gibi, “tek ve bölünemez bir bütündür”. Her madde altı parçacığın bireysel özellikleri vardır. Kelimelerin de kendine ait özellikleri vardır. Düşünce işlemleri ve kuantum teorisi klasik limiti arasında da benzerlik vardır. Kuantum seviyesindeki hareketler kesiklidir, oysa klasikte devamlıdır. Her gün yaşadığımız düşünceler gibi kuantum teorisindeki dünya da bölünemezdir. Bireysel kuantumların tahmin edilemez davranışları, sigorta şirketlerinin kullandığı istatistiklere benzer. Birçok kuantum ele alındığında, olasılık hemen hemen kesin olarak hesaplanır. Bu aynı, sigorta şirketlerinin yaptığına benzer. Büyük bir grup içinde, bir kişinin ortalama yaşam süresi hesaplanabilir, ama tek bir kişinin yaşam süresini tespit etmek imkânsızdır. Mantıksal düşünce işlemleri ve klasik fizik mantığı arasında da benzerlikler vardır. Herhangi bir mantıksal işlem parçalara ayrılarak analiz edilemez. Parçalara ayırmak anlamını değiştirir veya bozar. Bu, mantıksal düşünceler için de geçerlidir. Mantıksal düşünme olmaksızın, bizim düşüncelerimizin sonuçlarını aktarmak mümkün olamazdı ve gerçekliklerini kontrol edemezdik. Tıpkı kuantum teorisinin sonuçlarının klasik bir limitle ifadesine benzer. Ancak, temel bazı düşünce işlemleri mantıksal olarak tanımlanamaz.

daralan27


u nedenle, ilham denilen şey bir anda geB lir. Genellikle uzun ve başarısız araştırma ardından ortaya çıkar. Bu durumda, sıradan

mantıksal düşünme süreçleri kullanılmaz. Bu kuantum sıçraması ile benzerlik gösterir. David Bohm’a göre, yeni fikirlerin keşfi, kuantum benzeri genel düşünme (bölünemez mantıksal adımlar) ile olur. Genel düşünme mantıksal düşünme aşamaları kullanır. Temel ya da basit düşünme ise iyi tanımlanmış kavramsal terimleri kullanır. Genel olarak bakıldığında, beyindeki fiziksel aktivitenin iki seviyesi vardır: klasik ve kuantum seviyesi. Bu düşünce süreçlerimize benzer. Mantıksal ifadelerle ve nörofizyolojik terimlerle tanımlanabilen klasik fizik seviyesi (iyon akımı, aksiyon potansiyeli, sinir ileticisi oluşumu, salınımı…) ve temel düşünme süreçlerini (deneyimler, ağrı acı, hoşluk hissi, tat gibi) oluşturan kuantum mekaniği seviyesi. Zihnin tipik bir durumu her ikisini de bir arada içerir. Zihnin farklı durumları, bu iki seviyenin farklı çalışma ağırlıkları ile ilişkili olabilir. Zihin ve madde arasında asla keskin bir ayrım yapamayız. Sonuçta, ne “maddeden” ayrılabilecek bir zihin vardır ne de “zihin”den ayrılabilecek bir madde vardır. Kuantum mekaniği ile düşünce işlemleri arasındaki benzerlik, kuantum teorisini anlamamızı sağlayabilir (bu çıkarım fizikçinin bakış açısı ve ihtiyacıdır, sinirbilimci için önemsizdir). Sinirbilimcilere lazım olan ise benzerliğin düşünce süreçlerini doğuran beyni anlamamızı sağlamasıdır. Diğer bir kuantum mekaniği ve sinir sistemi ilişkisi nedeni, zihni ve beyni anlama çağında bir de Kuantum Rönesansı olmasıdır. Kuantum mekaniği zihnin önemsemediğimiz özelliklerini anlamamıza yardım edebilir. Beyni ve zihni anlamak için, klasik fizik yaklaşımımıza kuantum mekaniğini ekleyecek olursak +1 puan daha önde olabiliriz. Fizik ve kimya yasalarının doğruluğunu kontrol edebildiğimiz her yerde bu yasaların canlılar için de geçerli olması gerekir. Canlı organizmaları birer fiziksel ve kimyasal sistem olarak kabul ettiğimizde, onların da bu sistemlerin kuralları dahilinde davranmaları beklenebilir. Niels Bohr, Erwin Schrödinger, Walter Heitler ve Max Delbrück gibi önemli fizikçiler biyolojik süreçlerin ancak kuantum kuramı modeline

28daralan

göre tanımlanabileceğini ileri sürmüşlerdi. Ancak, bu anlayış biyoloji alanında bir türlü yandaş bulamamıştı. Yıldızlardaki atomlarda işleyen fiziko-kimyasal kurallar ve kabuller ne ise, beynimizi oluşturan atomlar için de aynı kurallar geçerlidir. Yıldız tozlarının artıklarından oluşan bizim bedensel yapımız ve sinir sistemimiz farklı kurallara tabi değildir. Mineraller, bitkiler ve hayvanlarda aynı maddeden yapılmıştır ve aynı kurallar içindedirler. Biyologlar hayata ilişkin her şeyi ellerinden geldiği kadar kimyaya bağlamaya çalışmaktadırlar; kimyanın ardındaki kuram da kuantum kuramı ve elektrodinamiğidir. Kuantum kuramı, kimyanın tümünü ve nesnelerin çeşitli özelliklerini açıklayabilmesinden dolayı çok başarılı kabul edilir. Bu benzerlikler tesadüf müdür? Genel olarak bakıldığında “oluş ve işleyiş” arası bu 3+1 boyutlu evrende ciddi farklar yoktur. Dolayısı ile benzerliğe çok şaşırmamak gerekir, ama bir anlam aramak gerekip gerekmediği esas sorudur. Evrenin işleyişinde, var oluşunda başlayan kuantum mekanik kanunları neden içinde var olan maddesel beyinler için geçerli olmasın ki? Ancak, canlı organizmanın ve sinir sisteminin kendine özgü karmaşıklığı öylesine cesaret kırıcıdır ki, fizik ve kimyanın sinir sistemini tam olarak tanımlayıp tanımlayamayacağı sorununu ortaya çıkmaktadır. Bohr’un belirttiği gibi, canlı organizmaları, fizikçi açısından mükemmel yorumlayabilecek bir tanım belki hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Ancak, maddenin içyapısından yukarı doğru gidildiğinde cisimler fiziğine, kimyaya ve sonunda da biyolojiye varırız. Tersi yönde gidince atomun iç parçacıklarına ulaşırız. Beynin kendisine fiziko-kimyasal bir mekanizma gibi davranacak olursak, bütünlüğünden daha derinlerine bakmamız gerekecektir. Klasik fizikten bahsederken, sanki bizden tamamıyla ayrı olan bir şeyden söz eder gibi davranmamıza rağmen, kuantum mekaniğinin girdiği sistemde ise, insandan bahsederken, bizden ayrı değil de bizim de içinde olduğumuz bir sistemden bahsederiz.


ysa, gerçekte insan ve beyni aynı olmaO sına rağmen, klasik ve kuantum mekaniksel yaklaşımları göz önüne aldığımızda

farklı bakış açılarına geçeriz. Fiziğin sonuçları deneysel ve kuramsal bakımdan oldukça güvenilir biçimde sağlama alınmıştır. Geleneksel fiziğin nesneleri çeşit çeşit, karışık ve düzensiz bir görünüm sunsalar da, kaotik sistemlerin ifade ettiği anlamda karmaşıklık göstermezler, kısmen daha basit bir durum sunarlar. Bugün için beynin çalışmasını ve bilinci açıklayabilmek için yeni moleküller ve beyin yapıları bulmayı ummaktan ziyade, moleküllerin etkileşiminde yeni düşünceler bize daha çok yardımcı olacaktır. Bu anlamda kuantum mekaniksel yaklaşım yeni bir yol açabilir. Beynimizde taşıdığımız atomların aslında yıldızlarda olanlardan bir farkı olmadığını ya da onların yıldız tozlarının kalıntılarından oluştuğunu düşünürsek, ister istemez fizik kurallarına bağlı doğanın, aynı kanunları beyin için de işlettiğini düşünürüz. Sinir sistemindeki haberleşme, kimyasal sinir ileticilerinin, hücreler arası bağlantı noktalarında (sinaps) hareketi ile ortaya çıkar. Bu sinaptik yapılar makroskobiktirler. Kimyasal ileticilerin de %95’i peptid yapısındaki makroskobik yapılardır. Mini proteinler 100 aminoasit kadar yapıdan oluşur ve en fazla 10 bin atomik kütle ağırlığındadırlar. Çoğunun boyutları ise 10 nm kadardır. Heisenberg’in belirsizlik ilkesi düşünüldüğünde, bir peptidin yeri Δs=Δv.Δt=0,63 mm’dir.

Bu değer, peptidin etki edeceği algılayıcısına (reseptör) göre çok geniş bir mesafedir. Bu nedenle, kuantum belirsizlik ilkesi sinir ileticilerinin algılayıcılarına etki etmesinde göz önüne alınabilir. Yine peptidlerin üst üste binmesi de (kuantum üst üste binme=süperpozisyon) olabilir. Ayrıca, sinir ileticileri davranışlarımız ve karar vermelerimizde etkisi olduğundan, kuantum belirsizlik/olasılık ilkelerinin devreye giriyor olması mümkündür. Sinir hücreleri zarında yer alan x-çapındaki bir kanaldan, kalsiyum iyonu sinir sonlanışına (pre-sinaptik bölge) girdiğinde, Heisenberg’in belirsizlik ilkesine göre, momentumu ћ/x, hızı (ћ/x)/m olarak ifade edilebilir. Uzaysal yayılma zamanı, t=200 mikrosaniye (bu kanal açılması ile sinir ileticisi salınımı arasındaki süredir) ve yayılım mesafesi x=1 nm alındığında dalga fonksiyonu 0,04 cm (diğer ifade ile binde 4 cm) bulunur. Bu kalsiyum iyonunun çapı olan santimetrenin yüz milyarda birine göre (1/100.000.000 cm) hayli büyük bir değerdir. Bu değer kalsiyum iyon çapının 100 milyon katı geniş bir bölgeye etki edebilir anlamına gelir. Yani, bir kalsiyum iyonu kendi etki bölgesinin dışındaki kanallar üzerine de olası bir etki gösterir. Bir kalsiyum iyonu için bunun bir önemi olmayabilir ama trilyonlarca kalsiyum iyonu düşünüldüğünde bu bütüncül ve birbiri ile sıkı ilişki içinde bir beyin çalışması oluşturabilir. Anlaşılacağı üzere, beynin çalışma mekanizmasında kuantum mekaniğinin devreye girmesi yadsınamaz.

daralan29


Kuantum mekaniksel olarak, her iyon kanalı tek bir kanal olarak ele alınamaz. Bir iyon seçici olarak bir kanaldan geçse de, aslında birçok kanal bir arada beyinde bütüncül etki oluşturur. Kuantum dolaşıklık + yerel olmama +belirsizlik bir arada etki eder.

irçok ilaç bedenimizde, peptidB lerle ve sinir ileticileri ile yarışarak, onların etki edeceği algılayıcılara

etki eder. İlaç moleküllerinin birçoğu, yapılarının çok küçük olmasına karşın, çok büyük kuantum mekanik konum belirsizliği gösterebilirler. Örneğin, endorfinler vücutta üretilen morfin benzeri ağrı gidericilerdir ve peptid yapısındadırlar. Naloksan ise endorfinlerle aynı yere etki eden karşıt bir ilaçtır. Endorfinler ağrı giderirken, naloksan ağrıyı geri getirir. Her ikisi arasında kuantum üst üste binmeli bir yarış olabilir ve sonuçta ağrı veya haz (ağrı yok) gibi öznel deneyimler ağırlıklarına göre oluşabilir. Eğer sinir hücreleri arasındaki (sinaps) sinir ileticileri salınımını kuantum mekaniksel olarak tanımlayabilirsek, beyindeki sinaptik olayların toplamı “bütüncül beyin dalga fonksiyonu”nu verebilir. Zamanın herhangi bir anında, gözlemlenen olayların olası durumlarının üst üste binmesi söz konusu olabilir. Yani, beyinde, herhangi bir zamanda alternatif seçimlerin tümü bir arada bulunur. Uygun uyarıcı geldiğinde, alternatiflerden biri seçilir. Beyinde bir bütün olarak sinirsel kuantum aktivite örüntüsü oluşabilir. Bilinçli algılama ise bunların hissedilmesi olabilir. Böylesi bir model özgür irade ve seçim kavramını çok rahatlıkla açıklayabilir. Ancak, beyinde kuantum mekaniğinin işlemesi için bazı fiziksel şartların olması gerektiği öne sürülür. Kuantum mekaniğinin işleyebileceği yapılar; 1. uzak mesafelere yayılabilmeli, 2. çevreden iyi yalıtılmış olmalı, 3. çok kısa sürede kuantum durumlarının ortaya çıkmasına izin verebilmeli, 4. bütün beyin sinir hücrelerinde bulunan bir özellikte olmalıdır. Elimizde, bunların bir kısmını karşılayan kuantum beyin teorileri vardır.

Kuantum beyin teorileri, öne sürüldükleri kişiler ve tarihler 1. Sinapslarda elektron tünellemesi - Walker, 1970 2. Dendritik ağlar – Holografik beyin modeli- Pribram, 1971 3. Sinir hücresi suyu-kuantum alan düzenlenişi- Stuart, Takahashi ve Umezawa, 1978 4. Sinapslardaki mikro tünellenen yerler- Psikonlar- Eccles, 1986 5. Sinir hücresi zarı Bose-Einstein Yoğunlaşması - Marshall, 1989 6. Beyin durumlarının algılanması - Lockwood, 1989 7. Sinaps öncesi kesecik salınımı –Kuantum belirsizlik- Beck/Eccles, 1992 8. Sinir hücresi proteinleri- Conrad, 1992 9. Mikrotübüller – Kuantum eşdurum - Hameroff, 1994 10. Düzenlenmiş su - Superradians - Jibu/Yasue, 1994 11. Kalsiyum iyonları – Dalga fonksiyonu çökmesi - Stapp, 1994 12. Mikrotübüller – Kuantum hesaplama/nesnel indirgenme-Penrose/Hameroff, 1995 13. Dendritik ağlar – Kuantum bellek-Yasue, 1995 14. Kuantum bilişsellik ve kuantum duyusal girdi- Globus, 1995 15. Hücre zarı lipitleri- Kuantum girişim - Wallace, 1996 16. Hücreler arası sıkı bağlantılarda (Gap Junction) tünelleme - Hameroff, 1998 17. Mikrotübüller- Biofoton emisyonu - Hagan, 1998

30daralan


Hayır: Beyinde Kuantum Mekaniği İşlemez

yıllardan beridir, pek çok yazar ynı durum bir taştaki atomları anla1 970’li Zen gibi doğu mistisizminin kuantumA mak için de gereklidir. Ancak, taşın mekaniğinde kullanılan kavramlarla yakın bilinci hakkında kuantum mekaniği ile bir ilişkisini öne sürmüşlerdir. Ancak, bunların çoğu hayalidir ve bilimsel tabandan yoksundur. Özellikle, kuantum mekaniği ve “kuantum” adı birçok para getirecek işin önüne önemli bir sıfat olarak eklenmektedir. “Kuantum NLP, Kuantum Düşünce Tekniği, Kuantum İş Yönetimi, Kuantum Tantra-Seks, Kuantum Cilt Bakımı, Kuantum Tıp, Kuantum Reform” gibi saçmalıklar olarak... Hemen her yeni şeyden çekici bir “kuantum kokusu” yayılmaya başlar. Çünkü kuantum kelimesi başlı başına gizemlidir ve çoğu kimse ne ifade ettiğini anlamaz. Kuantum mekaniğinin temel özelliklerini anlatan bir fizik kitabını incelediğinizde, rastlantısal olarak elinize alacağınız sinirbilimler üzerine yazılmış bir kitaptan daha çok “gözlemci, bilinç, gözleyen” gibi terimlerle karşılaşırsınız. Buna karşılık, sinirbilimleriyle ilgili bir akademik kitabı incelediğinizde, kuantum mekaniğinin bahsettiği temel iddialardan hiçbirini göremezsiniz. Örnek mi? Bazı popüler fizik kitaplarındaki konu başlıklarına bir göz atalım: Roger Penrose’un Kralın Yeni Usu adlı eseri: Beyin gerçekte neye benzer?, Bilincin yeri nerede?, Ayrık beyin deneyleri, Kör nokta, beyin faaliyetlerinde kuantum mekaniğinin rolü var mıdır?, Usun fiziği nerede yer alır? Diğer bir kitabında ise (Büyük, Küçük ve İnsan Zihni); Fizik ve Zihin, zihinsel etkinlik ve kuantum mekaniği başlıkları yer alır. Diğer tanınan fizikçi olan Paul Davies’in Tanrı ve Yeni Fizik adlı eserinde, özgür irade ve belirlenimcilik/zihin ve ruh/benlik... Bütün bunlara ilave olarak, son on yılda fizik alanında uzman biliminsanlarının kuantum mekaniği ve beyin konusunda yazdığı birçok kitap vardır. Oysa, kuantum mekaniği maddeyi temel seviyede tanımlayan en büyük teoridir. Ancak bazıları onun bundan daha fazlasını yaptığına inanır. Bilincin temeline kuantum mekaniğini yerleştirirler. Kuantum mekaniği beyindeki atomları anlamak için gereklidir.

çıkarım yapılması gerekmez. Dolayısı ile bilincin doğasını anlamada kuantum fiziği doğru bir başlangıç değildir. Bazı yazarlar, kuantum mekaniğinin görünmez gizinin bir hayli çelişkiye neden olduğu, ciltleri aşan anlamsız iddiaların çoğaldığını, aklı başında bir fizikçinin bunlara yanıt vermek için nereden başlayacağını bile kestiremez hale geldiğini öne sürerler. Kimileri, “yeryüzündeki hayatın bir kuantum sıçramasıyla başladığının”, “özgür iradenin” ve “bilincin” kuantum mekaniğinden ileri geldiğinin iddia edilmesine başkaldırır. Bunların altında yatan düşünce, “anlaşılmaz” olayları, yine “anlaşılmaz” nedenle kuantum mekaniğine bağlama girişimidir. Ancak, kuantum mekaniği hiç de anlaşılmaz değildir. Fakat çok şaşırtıcıdır. Alwyn Scott (1996), kuantum teorisinin beyin ve bilinç arasındaki ilişkiyi anlamada önemli rolü olduğu fikrine karşı çıkar. Ona göre, doğrusal olmayan (nonlinear) klasik fizik, bilincin fiziksel temelini anlamak için yeterli ve daha önemlidir. Scott’a göre “sıvı su temel olarak gaz hidrojen ve oksijenden farklı değildir”. Bu farklılık kuantum alan teorisine göredir. Kuantum alan teorisi genelde doğrusal olmayan alan eşitlikleridir ve daima belli istatistiksel değerler için doğrusal dalga fonksiyonu denklemleridir. Doğrusal olmama, dalga fonksiyonu denkleminin doğrusallığı ile engellenemez.

Dr. Sultan Tarlaci’ nin “Kuantum Beyin: Bilinç-Beyin Sorununa Yeni Bilimsel Yaklaşım” kitabından alınmıştır.

daralan31


Tahribatsız Muayene Yöntemleri Y. Doç.Dr. Ali GÖKŞENLİ, Araş. Gör. Ergin KOSA

Tahribatsız muayene yönteminin önemi Tanım olarak Tahribatsız Muayene Yöntemi (TMY), “Malzemeyi tahrip etmeden yüzeyinde veya içinde bulunabilecek hataların (süreksizliklerin) tespit edilmesidir”. TMY, muayene sonrası servisteki ürüne zarar vermeden ürünün kullanılmasına devam edilebilinmesi, bazılarının kolay, hızlı ve ekonomik olması gibi avantajlara sahiptir. TMY ürünün imalatından, kullanılmasına kadar geçen sürenin her aşamasında kullanılabilmektedir. TMY günümüzde imalat (dövme, döküm, kaynak), otomotiv, havacılık (bakım-onarım ve parça imalatında), inşaat-yapı, köprü bakımı, boru imalatı, demir yolları, endüstriyel binalar (nükleer reaktörler) gibi alanlarda yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. Peki “Tahribatsız Muayene Yöntemlerini” neden kullanırız? Neden bizim için ürünün yüzeyinde veya içinde çatlak gibi hata ve süreksizliklerinin varlığı önemlidir? Bu soruya cevap verebilmek için TMY nerelerde kullanıldığına bakmalıyız. Örneğin, TMY ürünün ilk aşaması olan imalatta safhasında kullanılmaktadır. Kaynaklı basınçlı kaplarda %100 tahribatsız muayene istenmektedir. Özellikle döküm sonrası yapı içinde döküm kusurlarını, boşluklarını tespit etmek için TMY kulanılmaktadır [1]. Hatalı parça mümkün olduğu kadar erken teşhis edilerek, bu hataya neden olan yanlışlar tespit edilip sonraki aşamalarda benzer hataların oluşması önlenmiş olunmaktadır. Bu sadece hurda miktarını azaltmamakta aynı zamanda imalatta maliyetlerin azalmasına da neden olmaktadır. İmalatı tamamlanmış ürünlere TMY uygulanmasının nedeni ise, ürünün ilgili mühendislik standartlarına ve teknik şartnamelere uygunluğu kontrol edilerek, birnevi ürün kalitesinin belgelenmesidir. Buraya kadar bahsedilen TMY kullanım nedenleri daha çok imalat ve kalite kontrol ile ilgili. Oysa teknik sistemleri kullananlar için önemli olan, sistemlerin servisi esnasında belirli dönemlerde Tahribatsız Muayene Yöntemi ile kontrol edilmesidir. Belirli periyodlarla gerçekleşitirlen bu kontrollerde teknik sistemlerin kritik parçaları muayene edilmektedir. Bu muaye-

32daralan

nelerde amaç parça yüzey veya içinde herhangi bir hatanın (çatlağın) mevcut olup olmamadığının incelenmesi, bir çatlak varsa da bu çatlağın konumunun ve boyutunun tespit edilmesidir. Tespit edilen çatlağa rağmen sistemimizin güvenilir bir şekilde kullanılıp kullanılamayacağı sorusuna cevabı ise “Kırılma Mekaniği” vermektedir. Çatlak içeren malzemelerin davranışlarını da inceleyen bu bilim dalı, bize belirli çatlak boyundaki malzemenin nasıl özellikler göstereceğini açıklamaktadır. Belirli bir çatlak boyuna ulaşdığı zaman (ki biz bu çatlak boyuna kritik çatlak boyu diyoruz), çatlağın boyu aniden büyür, ses hızına ulaşır ve yapımız, tehlikeli hasar türü olan gevrek kırılma sonucu hasara uğrar. Katastrofik bir kırılma olan gevrek kırılmayı önlemek için özellikle kritik olan elemanlara çatlak kontrolü sürekli olarak gerçekleşitirilmelidir. . Burada bilmemiz gereken, bakımda tespit edilen bir çatlağın, bir sonraki bakıma kadar, dinamik zorlanmalar altında nasıl ilerleyeceğidir. Bu durumda çatlağın; malzemeye, uygulanan gerilme genliğine ve çatlağın tipine bağlı olarak, ilerleme hızı tespit edilmelidir. Paris-Eroğan denklemi olarak da bilinen ifadeyle, her bir çevrim sonucunda çatlağın ne kadar ilerlediği tespit edilebilinmektedir. Burada maalesef söylemek zorundayım ki, İTÜ Makine’de öğretim üyeliği de yapmış olan Erdoğan hocamızın yurtdışındaki doktora öğrencisi olan Paris ile geliştirdiği ve çatlak ilerleme hızının hesaplanabildiği ünlü “Paris-Erdoğan Denklemi”, yurtdışı kaynaklarında sadece “Paris Equation” olarak geçmektedir. Çatlak ilerleme hızı da göz önüne alınarak, hata içeren parçanın ne zaman tekrar TMY ile kontrol edileceği veya değiştirilmesi gerektiğine karar verilir. Karar verilirken elemanın ne kadar kritik bir eleman olduğu, bu elemanın hasara uğraması sonucu ne gibi kayıpların yaşanabileceği de göz önüne alınmaktadır. Belirli dönemlerde uçakların hangara çekilmesi veya köprülerin trafiğe kapatılıp stratejik bölgelerin muayene edilmesi bunlara örnektir.


Tahribatsız muayene yöntemleri Yukarda önemi belirtilen tahribatsız muayene yöntemlerini genel olarak ikiye ayırabiliriz. İlki yüzey ve yüzeye yakın bölgelerde hataları tespit eden, diğeri ise malzemenin içinde bulunan hataları tespit eden yöntemlerdir. Her bir yöntemin farklı çalışma prensibi olmakla beraber tüm istekleri karşılayan tek bir metod bulunmamaktadır. Bu nedenden dolayı hangi muayene yöntemini seçeceğimize karar vermeden önce, her bir yöntemin artı ve eksiklerini bilmek zorundayız. Aşağıda kullanılan başlıca tahribatsız muayene yöntemleri kısaca tanıtılmıştır. Gözle Analiz Öncelikle hasara uğrayan parçanın yüzeyine baktığımızda eğer çatlak yüzeye açıksa ve gözle görülebilecek büyüklükteyse diğer tahribatsız muayene yöntemlerini kullanmadan çatlağı tespit etmemiz söz konusu olabilir. Ancak her zaman bu durum mevcut olmayabilir. Çatlak, ulaşamayacağımız bir bölgede olabileceği gibi, kullandığımız parçanın iç kısmında veya gözle görülemeyecek kadar küçük olabilir [2]. Bilinmelidir ki insan gözünün çözünürlülüğü 0,2 mm’dir. Penetran Sıvı Yöntemi Öncelikle süreksizliğin yüzeye açık olması gerekmektedir. Muayene edilecek parça yüzeyi temizlenerek kir, yağ ve pastan arındırılır. Temizlenen parça yüzeyine penetran sıvı uygulanır ve 10 dakika kadar beklenir. Kapiler etki yardımıyla penetran sıvı süreksizliğin içine sızar. Penetran sıvının geri kalan kısmı çözücülerle temizlenir. Daha sonra yüzeye developer uygulanır. Developer, kapiler etkiyle sızan penetran sıvıyı emerek yüzeye çıkarır ve florans renkte görünmesini sağlar. Parça içerisindeki çatlaklar bu yöntemle tespit edilemez. Tüm metallere uygulanabilir ve ferritik olmayan metallerde yüzey çatlakları için en uygun metottur. Aşırı pürüzlü ve gözenekli yüzeylerin testinde düzgün sonuç alınamaz ve hassasiyeti düşüktür [3].

daralan33


Manyetik Parçaçıkla Muayene Demir, kobalt gibi ferromanyetik özelliğe sahip malzemelerin tahribatsız muayene yönteminde genellikle yüzey ve yüzeye yakın alandaki çatlakların tespitinde kullanılmaktadır. Ferromanyetik malzemelerin manyetik iletkenligi iyidir. Muayene edilecek parçanın yüzeyi temizlenir. Mıknatıslama işlemi akım geçirilerek gerçekleştirilir. Manyetizasyon sırasında manyetik alan çizgileri çatlaklarda olduğu gibi daha az iletken bir bölgeye geldiginde, değişen manyetik iletkenlikten dolayı bir manyetik alan saçılması oluştururlar. Manyetik alandaki bu değişim, manyetik partikül muayenesinin temelini oluşturur. Yüzeydeki çatlak, manyetizasyon sırasında yüzeye kuru veya süspansiyon içerisinde uygulanan ve serbest olan demir oksit tozlarını çeker ve hatalı bölge üzerinde manyetik bir köprü oluşturur. Bu şekilde çatlak veya malzeme ayrılması üzerinde oluşan toz yığını gözle görülerek hatalı bölge olarak tanımlanabilir. Bu yöntemin üstünlükleri, yüzeydeki pisliklerin muayene hassasiyetini etkilememesi ve segregasyonların da tespit edilebilinmesidir. Zayıf yönleri ise, sadece ferromanyetik malzemelere uygulanabilinmesi, bütün doğrultulardaki hataların tespit edilebilinmesi için değişik doğrultularda seri manyetikleştirme yapma ihtiyacı, uygulanan manyetiklenmeden dolayı parçanın aşırı ısınmasıyla malzemenin mekanik özelliklerinin olumsuz etkilenebilmesidir. Manyetik Partikül Çatlak Kontrol yöntemi döküm, dövme ve kaynak dikişi kontrollerinde yoğun olarak kullanılmaktadır [4]. Ultrasonik Muayene Yüksek frekanslı (20.000 Hz üzeri) ses dalgalarıyla malzeme kontrol yöntemidir. Malzeme içine gönderilen yüksek frekanslı ses dalgaları homojen malzeme içinde önemli bir kayba maruz kalmadan yayılırlar. Ancak ses yolu üzerinde bir engele çarparlarsa yansırlar. Çarpma açısına bağlı olarak yansıyan sinyal alıcı başlığa (prop) gelir. Alıcı başlığa yansıyan sinyal, ultrasonik muayene cihazının ekranında dalga çizgileri (eko) oluşturur. Yankının konumuna göre yansıtıcının muayene parçası içindeki konumu tespit edilebilinir. Yankı sinyalinin şekline ve yüksekliğine bakılarak yansıtıcının türü ve büyüklüğü hakkında da bir yorum yapmak mümkün olabilir. Metalik veya metalik olmayan malzemelerin iç çatlak tespiti için kullanılabilir. Ayrıca parça kalınlığının tespitinde de tercih edilebilinir. Parça yüzeyi probun rahat bir şekilde gezdirebilmesi için prop öncelikle temizlenip yağlanır ve parça yüzeyinde gezdirilir. Prop, bir monitöre bağlıdır. Prop parça yüzeyinde gezdirilirken monitörde farklı ekolar gözlemlenir. Bunlar dip ekosu ve ikincil geri yansıyan ekolardır. Malzeme içersinde çatlak var ise probdan yollanan ses dalgaları çatlağa çarpıp geri yansır ve bunun sonucunda oluşan ekolara “İkincil Eko” denmektedir. Deneyimli bir usta aynı prensip ile malzemeye çekiçle

34daralan


vurarak da gelen sese göre de parça içerisinde süreksizlik tespit edebilir [5]. Bu yöntemin üstünlikleri, yüksek hassasiyette olması, yani çok küçük çatlakları dahi tespit edebilmesi, kalın parçaların analizine imkan vermesi, kusurun büyüklüğünü ve konumunu gösterebilmesidir. Eksi yönleri ise, ani kesit ve profil değişimlerin okumayı güçleştirmesi, yüzeye çok yakın küçük hataların probun “sağır” bölgesinde kalarak çatlağın tespitinin güçleştirmesidir.

Girdap akımları ile muayene İçinden akım geçen bir iletkenin etrafı bir manyetik alanla çevrilidir. Bu manyetik alanın gücü, kendini oluşturan bu akımla doğrudan ilişkilidir. Şayet elektrik iletkenligine sahip bir malzeme bu manyetik alan içerisinde bırakılırsa, malzemenin içersinde bir gerilim indüklenir. Malzeme iletken olduğunda bu gerilim malzemenin içerisinde bir akım indükler. Bu akım “Eddy current” (Eddy akımı ya da Girdap Akımı) olarak bilinir. Eddy akımı kendini oluşturan akımın özelliklerini taşır fakat doğrultusu terstir. Eddy akımının etkilediği derinlik frekansın artmasıyla azalacaktır. Eddy akımları şayet çatlak, boşluk, yüzey hasarları veya hatalı kaynak birleştirmeleri gibi malzeme kusurları ile karşılaşırsa, akışın olması gerektigi doğrultuda yayınamazlar. Bunun sonucunda manyetik alanda bir değişiklik oluşur ve buna bağlı olarak test bobini de reaksiyon verir. Eddy current muayenesinde bu kavram malzeme hatalarının tespitinde kullanılmaktadır. Bu yöntemin üstünlükleri, yüzeysel veya yüzeye yakın iç hataların ve çatlak derinliğinin tayin edilebilinmesi, yüzey pisliklerine karşı hassas olmaması, test esnasında deney parçası ile temasa gerek olmaması, yüksek sıcaklıklarda dahi muayenenin yapılabilinmesidir. Ancak iletken olmayan malzemelerde uygulanamaması, karmaşık geometriye sahip malzemelerin zor incelenbilmesi ve eğitim görmüş bir teknisyene ihtiyaç duyulması ise yöntemin dezavantajlarıdır [6].

daralan35


Radyografik Muayene Kaynak olarak X veya gama ışınları kullanılır. X veya gama gibi ışınlar malzeme içinde belli oranda yutularak kayba uğrarlar. Şradyasyon kaynağı yardımıyla şekildeki gibi altyüzeye yerleştirilmiş olan filmi pozlar. Parçada süreksizliğin olduğu bölgede yutulma farklı olacağından süreksizliğin denk geldiği alttaki film bölgesi farklı yoğunlukta pozlanır. Banyo işleminden sonra bu film analiz edilerek süreksizliğin olup olmadığı tespit edilir. Radyasyon, kaynak olarak kullanıldığı için gama ışınları insan sağlığına zararlıdır [7].

36daralan


Bu yöntemin üstünlikleri, bütün katı malzemelere uygulanabilinmesi, kalıcı bir kayıt oluşturulabilinmesi ve çatlağın boyutları hakkında bilgi verebilmesidir. Eksi yönleri ise, arka kısmına levhaların yerleştirilebilecek serbest alanın olması gerekliliği, deneyimli personele ihtiyaç duyulması, zaman alıcı bir muyene olup sağlık problemlerinin mevcududur.

KAYNAKLAR [1] www.kocaelimakine.com/wp-content/uploads/2011/09/tahribatsiz-malzeme-muayene-yontemleri.pdf [2] http://www.belgeler.com/blg/9lp/tahribatsiz-muayene-yntemleri (Uğur Işık) [3] http://hbogm.meb.gov.tr/modulerprogramlar/kursprogramlari/metal/moduller/tahribatsiz_muayene.pdf [4] http://makina.ktu.edu.tr/dosyalar/lisans/laboratuvarfoyleri/lab21.pdf [5] http://www.indiamart.com/indo-technological/services.html [6] http://www.kocaelimakine.com/wp-content/uploads/2011/09/tahribatsiz-malzeme-muayene-yontemleri.pdf [7] A.A. Carvalho, Reliability of non-destructive test techniques in the inspection of pipelines used in the oil industry, International Journal of Pressure Vessels and Piping, 2008.

daralan37


HABERLER

Türk mühendisin cep telefonu kan tahlil ediyor... UCAS, “Lensfree UltL rawide-field Cell-monitoring Array platform based

CLA’da (University of U California - Los Angeles) yardımcı doçent olarak

araştırmalarını sürdüren Dr. Aydoğan Özcan’ın liderlik ettiği araştırma grubunun geliştirdiği metod sayesinde, modifiye edilmiş bir cep telefonuyla HIV, sıtma gibi kan hastalıklarını ortaya çıkarabilen portatif bir test cihazı elde edildi. Günümüzde kan testleri buz dolabı büyüklüğünde yüzlerce, bazen binlerce dolar maliyete sahip cihazlar

ya da mikroskop ile baktığı örneğin ne olduğunu anlayabilecek kapasiteye sahip laboratuvar teknikerleri ile yapılıyor. Her iki sistem de maliyeti yüksek ve yavaş işleyen yöntemler olarak tanınıyor. UCAS görüntüleyiL ci ile modifiye edilmiş Sony-Ericsson cep telefonu,

maliyeti yüksek bu işlemi ucuz fiyatla ve daha hızlı bir şekilde gerçekleştiriyor.

on Shadow imaging” (Gölge görüntülenmeye dayalı Ultrageniş alan Hücre izleme platformu) anlamına geliyor. UCLA Elektrik Mühendisliği araştırmacılarından Dr. Aydoğan Özcan’ın modifiye ederek ürettiği cep telefonu, filtrelenmiş bir ışık kaynağına maruz bırakılmış binlerce kan hücresini aynı anda görüntülüyor. Filtrelenmiş ışık hücrelerin ayırt edici özel-

liklerini ortaya çıkarıyor. Bu özellikler sonradan Özcan’ın geliştirdiği yazılım ile analiz ediliyor. Tüm inceleme dakikalar içinde gerçekleştirilebiliyor. Normal olarak cep telefonunun kapağı orjinalinden farklı olarak bir menteşeyle donatılmış. Kapağı açın, kan örneğini CCD sensörün üzerine bırakın ve bir fotoğraf çekin. Filterlenmiş ışık kaynağı (mavi renk) bu prototipteki başarının anahtar kelimesi. Işık hücrelerin ayırt edici özelliklerini ortaya çıkarıyor ve bu şekilde Özcan’ın geliştirdiği yazılım tarafından kullanılacak veri ortaya çıkarılıyor.


Türkiye seçildi... ord’un dizel motor gelişF tirme çalışmaları, Ford Otosan’ın Gebze’deki Ar-Ge

merkezi mühendislerince yapılarak, kalibrasyonu sağlanıyor. Ar-Ge Merkezi sayesinde lüks otomobil konforunda, ticari araçlar geliştiriliyor. Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün, Ford Otosan’ın otomotiv sektöründeki geleceğini garanti altına almak için 2007 yılında ciddi bir operasyon yaparak Ar-Ge Merkezi açtığını hatırlattı. Gebze’de TÜBİTAK MAM içindeki merkezde bin 240 genç mühendisin görev yaptığını ifade eden Yenigün, Otosan’ın toplamda 2 bin 400 civarında mühendis ve yöneticisinin içinde bin 240’ının sadece araştırma ve geliştirme üzerine çalıştığını bildirdi. Türkiye’nin özel sektördeki en büyük Ar-Ge merkezine sahip olduklarını ve Türkiye

otomotiv sektöründe Ar-Ge harcama oranı en yüksek şirket olmaya devam ettiklerini vurgulayan Yenigün, ''Mevcut projelerimizi geliştirmeye olduğu kadar, Ford Otosan'ın ve Ford'un yurt dışındaki projelerine de hizmet ediyorlar'' dedi. Yenigün, bu yıl içinde 2 aracın daha devreye alınacağını, bunlardan birinin yapımına geçen ay başlandığını dile getirerek, 3 aracın da mühendislik çalışmalarının Ar-Ge merkezinde yapıldığını kaydetti. Ford’un dizel motor geliştirme açısından tüm motorlarını Gebze’deki mühendislerce geliştirildiğini dile getiren Yenigün, bunların kalibrasyonlarını da kendilerinin yaptığını kaydetti. Yenigün, dünyada dizelle ilgili Ford’un en önemli ve tek merkezi haline geldiklerine dikkati çekerek, bunların gerek Ford Otosan’a, gerekse Türkiye’ye çok büyük faydasının bulunduğunu bildirdi. Bunun en

önemli faydasının ''know how''ın Türkiye'de oluşması olduğunu vurgulayan Yenigün, ''Önümüzdeki dönem projeleri de Ford Otosan ve Türkiye açısından büyük projeler. Bunu kullandığımız araçlara ya da yeni nesil araçlara yeni teknolojiler üretmek olduğu kadar, mevcut teknolojilerin de yeni nesillerini üretmek üzere yapıyoruz'' diye konuştu. Yengün, bu güne kadar lüks otomobillerde olan bir çok teknik özelliğin yeni üretilen ticari araçlarda da kullanıcılara sunmaya başladıklarını belirterek, ''Bu türünde bir ilk. Aynı zamanda yeni çıkarttığımız Ford Tourneo, Transit Custom, bağımsız araç güvenlik kuruluşu Euro NCAP'ten en yüksek güvenlik not olan 5 yıldıza layık görülen sınıfındaki ilk araç oldu. Teknoloji ve güvenlikte mükemmel araçlar üretmek için, bir mükemmeliyet merkezi olan Ar-Ge'nizi kuvvetli tutmanız gerekir. Otosan da bu strateji çerçevesinde çalışmalarını sürdürüyor'' ifadelerini kullandı.

daralan39


ASELSAN çatlatacak...

düşman

ost-düşman bundan D böyle ASELSAN ile ayırt edilecek. ASELSAN'ın

üzerinde 7 yıl çalıştığı ''Dost-Düşman Tanıma Sistemi'' Türk Silahlı Kuvvetleri'ne teslim edildi. Hava savunma sistemleri, savaş uçakları, helikopterler ve gemilerin tanımlanabilmesi için hayati önem taşıyan sisteme dünyada sadece 7 ülke sahip durumda. Sistem uzmanlardan tam not aldı. Dost düşman tanıma tanıtma sistemi olarak bilinen ''Milli IFF (Identification Friend and Foe) Mod 5/S'', tamamen yerli üretim. Sistem, F-4 uçakları ile hava savunma radarlarına entegre adilerek test edildi.

40daralan

SELSAN Genel MüdüA rü Cengiz Ergeneman, Dost-Düşman Tanıma-Ta-

nıtma Sistemi geliştirme projesi için 6 Aralık 2006'da Milli Savunma Bakanlığı ile ASELSAN arasında sözleşme imzalandığını söyledi. Proje kapsamında,

1. Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığı'nın, sistemin F4/E-2020 uçağına entegrasyonunda, NETAŞ firmasının da tasarım faaliyetlerinde alt yüklenici olarak görev aldığını ifade eden Ergeneman, kripto birimi ile bunun sisteme entegrasyonu ve testlerinin TÜBİTAK-BİLGEM ile birlikte yürütüldüğünü söyledi. Sistemin sorgulayıcı ve cevaplayıcı prototiplerinin geliştirilmesi ve ilgili platformlara entegrasyon ve test faaliyetlerinin tümünün Kasım 2012’da başarıyla tamamlandığını belirten Ergeneman, ‘’ASELSAN tarafından donanım ve yazılımı özgün olarak geliştirilen, NATO standartlarına uyumlu Mod 5/S yetenekli IFF sistemi, hem tasarım ve hem de üretim yetenekleri açısından ASELSAN ürün ailesindeki yerini aldı’’ dedi.


Elektrikli araç üretimine yapacaklarını da vurgulayan Ar-Ge çalışmaları ile yerli Ergün, elektrikli araç tek- olarak geliştireceğini dile teşvik geldi nolojilerinin kritik nitelikte getirdi. Desteklenecek pro-

T

ÜBİTAK, elektrikli araç üretimine yüzde 100 Ar-Ge desteği verecek. TÜBİTAK öncülüğünde üniversiteler, özel sektör ve kamu Ar-Ge kuruluşları güç birliği yapacak. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün,TÜBİTAK'ın, elektrikli araç üretimine yüzde 100 Ar-Ge desteği vereceğini, TÜBİTAK öncülüğünde üniversitelerin, özel sektör ve kamu Ar-Ge kuruluşlarının güç birliği yapacağını ifade etti. Elektrikli araç sektöründe söz sahibi ülkeler arasına girmeyi hedefleyen Türkiye'nin, yerli üretim için önemli bir adım attığına işaret eden Ergün, uzun süredir merakla beklenen çağrı duyurusu kapsamında ilk etapta üniversitelerin, özel sektörün ve kamu Ar-Ge kuruluşlarının işbirliğiyle elektrikli araç teknolojilerinin kritik bileşenlerinin yerli olarak geliştirileceğini ve ardından bu bileşenler kullanılarak yerli araç üretileceğini kaydetti. Proje kapsamında bakanlık olarak 5 yıl boyunca toplam 200 elektrik araç alımı

olan bileşenlerinin yerli olarak geliştirilmesi ve bu bileşenlerin kullanılarak yerlielektrikli araç projelerine yüzde 100 Ar-Ge desteği verilecek" dedi. Bakan Ergün, "Elektrikli Araç Teknolojilerinin Geliştirilmesi" başlıklı çağrı kapsamında üniversite, kamu ve özel sektör kuruluşlarının oluşturacağı Proje Yürütücüsü Kuruluşlarının tasarım, batarya, elektrikli motor ve araç kontrol sistemi gibi araç ekipmanlarını

jelerin en fazla 4 yıl içinde tamamlanacağına işaret eden Ergün, "Elektrikli Araç Üretici Kuruluşları ise geliştirilen bileşenleri kullanarak elektrikli aracı üretecek. 24 Mayıs 2013'e kadar proje teklifleri TÜBİTAK'a sunulacak. TÜBİTAK'ın destekleyeceği projelerin azami ölçüde yerli olarak geliştirilmesi gerekiyor" diye konuştu.

daralan41


NEREDEN ALINIR?

G E Z E G E N SAHAF Aslıhan çarşısının üst katına çıkar çıkmaz karşılaşıyoruz Gezegen Sahafla. Dışarıda plaklar kartpostallar kitaplar… Girmeden önce bizi karşılayan bir yazı var “Lütfen ders kitabı ve ders için kitap sormayınız! Eskisi gibi kitap karıştıran okuyucuları istiyoruz artık !”. Kendimizden bile şüphe ederek giriyoruz içeri. İçerdeki atmosfer inanılmaz; sayısız kitap, kartpostallar etrafta.. Bizi Sedat Bey karşılıyor içeride. Kendisi 1996 yılından beri bu işle uğraşıyor, üniversiteden kitap satmayla başlayan bu serüveni şimdi de gezegen sahafta devam ettiğini söylüyor bize. Sahaf işinin önce tutku sonra meslek olduğunun da altını çiziyor. Sedat beye gezegen sahafla ilgili pek çok soru sorduk.

42daralan

Sedat 7 - 8 yıldır Aslıhan sahaf pasajında yer aldıklarını söylüyor. Neden isimlerinin gezegen olduğunu sorduğumuzda, aslında kendisinin astronomi mezunu olduğunu öğreniyoruz, her kitabın yaşanması gereken bir gezegen olduğunu belirtiyor. İçerideki arşiv gerçekten çok büyük ve büyüleyici, eski gazetelerden,

1600 - 1700lü yılların kitapları, pek çok imzalı kitap koleksiyonu, sayısız afiş, milli piyango koleksiyonu bile mevcut. Ne yazık ki az az ilgiden şikâyetçiler, artık okuyucuların kitap bilgisinin azlığından, kitaplara olan ilginin ve tutkunun sönüklüğünden sitemliler. Daha çok ödev için kitap almaya gelen bir neslin ilerlediğinden bahsediyorlar bize. Bu kadar kitaba nasıl hâkim olduğunu soruyoruz, tabii ki her kitabın ismini ezberlemediğini bu işe ilgiyle baktığınız zaman sizin de sahaftaki bütün kitapları bilebilceğinizi söylüyor. Gezegen sahaf her Pazar öğlen saat 2de mübadele yapıyor, açık artırımla 1 ya da 2 liradan başlayan fiyatlarla kitaplar, plaklar, afişler, kartpostallar, efemeralar, aksesuarlar satılıyor. İlgililere duyurulur…


NEREDE OKUNUR?

AHMET HAMDİ TANPINAR EDEBİYAT MÜZESİ Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi tam anlamıyla huzurlu ve saygı duyulacak bir mekan. Dekorasyonu Osmanlı’dan, fikri Avrupa’dan, zengin kütüphanesi Türk ve dünya eserlerinden gelen kimsenin gereksiz gürültüyle rahatsız edemeyeceği bir yer. Kütüphanede birçok kitap var. Çalışma alanları çok güzel dekore edilmiş ve düzenlenmiş alay köşkünden olan kütüphane elbette saraylı olur.

Görevliler çok saygılı. Birçok müzede ve kütüphanede olduğu gibi tahammülsüz ve asık suratlı değiller. En alt katta bulunan cafede insanlar çaylarını yudumlarken kitaplarınıokuyabiliyorlar. İçeride Tanpınar dışında Edebiyatımızın değerli temel taşlarına ait özel eşyalar ve kitaplar bulunmakta.

daralan43


Ne Okunur



EMRE KINAY ve Duru Tiyatro

izde buna proje diyoruz. B Zaten sürekli okuyorsun, düşünüyorsun. Oyunu

Dergi okuyucularına tiyatro yaşantınızı biraz özet geçebilir misiniz? yılında profesyonel 9 2oyuncu oldum, 95’te Al-

manya’ya yüksek lisans için gittim geldim. 97 yılında döner dönmez Dostlar Tiyatrosu’na başladım, sonra Müşfik Kenter vakıf ve belediye tiyatronun başına geçince beni de yanına çağırdı, oraya geçtim. 2005’e kadar ordaydım; 2005'te Duru Tiyatro'yu kurdum. 2006’da memuriyetten istifa ettim. 2005’ten beri özel tiyatroda yer alıyorum. Tabi meşakatli bir yol.İlk zamanlar Profilo sahnesindeydik ama yerleşmek için bir yer lazımdı; sıkıntı oluyordu getir dekoru çıkar dekoru onu taşı yükle vb..

46daralan

Önceleri başka bir lisedeydik, oradan bir şekilde atıldık ve buraya davet edildik. Masraflarını biz karşılamak üzere 10 yıllık bir sözleşme imzaladık. Gördüğünüz her şeyi salondaki koltuklar hariç zemin kattan itibaren her şeyiyle biz yaptık.

Biz de imalat mühendisleri olarak sizi sanat mühendisi niteliğinde görüyoruz; çünkü bizim yaptığımız işte piyasaya sürülecek bir ürünün baştan sona bütün süreçlerini kontrol eden, düzenleyen ve planlayan bir bir oyunun baştan sona hangi süreçlerden geçtiğini kısaca anlatabilir misiniz? Biz buna tabi proses diyoruz, siz nasıl nitelendirirsiniz?

çıkardık örneğin şuvan bile yeni oyunu düşünüyoruz. 10 yıllık repertuar hazır aslında. Oyunu çıkarmada uzun biç tasarımı var. Ne yaparız ne yapmalıyız, var olanı nasıl iyileştirebiliriz, örneğin Nafile Dünya’yı kaç oyuncuyla yapacağız, onun planını ayarlıyoruz. Oyun kaç kişi, biz kaç kişi oynuyoruz. İlk önce görüşmeler başlıyor oyuncularla, çaktırmadan da konuşurken görüşmeyi de yapmış oluyorsunuz aslında. İdeal oyuncu planını kurduktan sonra, müzikalde müziği ne yaparız, en iyi kim yaparı düşünürüz, alternatifleri deneriz, kararımız veririz. Ne kadar bütçeli çıkar bu iş, dekor nasıl olmalı bunları tartışırız. Sonrasında provalar başlar, okuma provaları, ağıza oturmalar, değiştirmeden kısaltmalar, seyircinin anlayacağı dilde uyarmalar… Masa başında okumalar yapılır, ezbere başlanır daha sonrasında. Uyarlamalar da seyircinin algısına göre yapılır yazarın demek istediğini değiştirmemek kaydıyla. Sonraki aşamada oyuncular artık role yaklaşmaya başlar, karakteri üstüne yapıştırmaya başlar; artık kağıtları bırakıp ezber başlarlar. Yavaş yavaş dekorlar oturur ve eskizin realizasyonu başlar.


urada gelir gelmeden giderler başlar, B dekor süreci gelir geçer. Müzikallerde müziğin oturmasını sağlarsın. Sözler gelir

müzikle harmanlanır oyuncular da müziğe ve sözlere alışır. 2-2.5 ay sürer bu bir oyunun baştan sıfırdan başlayıp sahnede oynanması. İlk 1-1,5 ay afisler hazırlanır geri sayım geliyoruz hazırız diye. Sonrasında kostümler karar verilir. Kostüm dekor uyumuna dikkat edilir bu aşamada, ertesinde kostüm dekor gelir. 20 gün kala oyun oturmaya başlar. Biletler en az bir ay önce satışa çıkmalıdır, son haftada bombardıman tanıtım yaparsın. Eş dosta ilk oynarsın. Sonra tam biletli kim gelirse onlara oynarsın. Galalarını da yaparsın. Galanın esprisi örneğin Adıyaman’daki de İzmir’deki seni davet etsin ya da gelsin oyununu izlesin diyedir. Tanıtım bu işte çok önemlidir.

Peki, oyunun gelişme süresi var mı, örneğin biz mühendislerde ürün iyi satılmazsa geri bildirimler olur, buna göre değişiklikler yapılır, tiyatroda da bunu görüyor muyuz? lursa ilk 10-12 oyun arasında olur ki O burada temel düzeltmeler çok olmaz, eklemeden ziyade çıkarmalar olur. Seyirci

beğenmezse oyunu çıkar at durumu olmaz bizde. Kim gelirse 10 olsun 50 olsun çıkar oynarız. Seyirciyi rahatsız ediyor diye oyunu çıkarmam, atmam. Orasını ben daha iyi bilirim.

Bir röportajınızda sanat sanat için mi toplum için mi sorusuna her ikisi içindir cevabını vermişsiniz? vet öyledir, ben sanat yapmak istediE ğim için bu işi yapıyorum, topluma sunmak için de toplum için yapıyorum.

Toplumdan olumlu tepki alırsa geniş kitlelere ulaşır almazsa daha dar alanda yayılır. Tiyatro yedi sanattan farklı olarak iletişim becerisi sanatıdır. Endüstriyel üründen farklı olarak tiyatronu zamana dayanıklık parametresi vardır. Örneğin ben 1960 yapımı Oktay Arayacı‘nın eserini kullanıyorsam bu eserin zamana dayanıklılık parametresini aştığı içindir. Ben bu işi para için yapmıyorum, sanat para için yapılmaz. Ama tabiki maliyeti var ama zaten yaptığımız iş ticareten mantıklı bir iş değil ticari. Ben oynamayayım az kişi var, kar edeyim gibi bir durumum yok. Zaten bunu yapmak bizim meslekte ahlaksızlıktır. ndüstriyel ürün, evet bir hizmet malıdır, Ealamadığında ama hizmetin karşılığını bedel olarak piyasadan kaldırabileceğin

bir ürün değildir. Sürdürebildiğin kadar sürdür. Dünyada böyle değil. Türkiye'de tiyatro yapmanın karşılığı Müslüman mahallesinde salyangoz satmanın karşılığıdır. Ne kadar salyangoz satmak zorsa, Türkiye'de de tiyatro yapmak o kadar zordur. Eğer toplumları bilinç seviyesinde yükseltmek istiyorsanız bu yapmak zorunda olduğunuz bir iş. Eğer sen bir malın ne kadar iyi ve güzel kullanımda bir mal olduğunu anlatmak istiyorsan sadece bilinçli tüketiciyle yaparsın, o da okur- yazar sayısı yüksek toplumdan gelir. Sponsorluk da burada devreye girer; “Bana sponsor ol, ben de senin tüketici kitlenin bilincini yükselteyim” içindir.

daralan47


anat tüketen bir Sinsanlar toplum olsaydık İstanbul'a

◌Bence siz tam bir sanat mühendisisiniz... eşekkür ederim.. Bakın size bir anekdot T anlatayım kendinize göre biçimlendirin, yorumlayın. Küçükçekmece'de bahçeli bir

evimiz vardı, çocukluğum orada geçti, bir gün bir muteahit geldi, orayı apartman yaptırdı. Biz de evi kat karşılığında muteahite verdik, 5 kat 5 kardeş paylaşacağız, süper. Ben de yüksek lisansta falanım. Bir gün gittim bina bitmişti, ustanın biri parke yapıyor. Ne iş yapıyorsun falan dedi oyuncuyum dedim futbolcu musun dedi yok tiyatro oyuncusuyum dedim. Sanat neye yarar ne işe yapar dedi ben güldüm bir şey demedim neyse gittim geldim baktım ne kadar yumru yamuk varsa ortada… Dedim ustayı getirin bana. Usta geldi, sen dedim bana geçen hafta dedin ki sanat ne işe yarar, sanat şu işe yarar; eğer biraz müzik dinlersen, tiyatro izlersen, birkaç film izlersen hayatında, bak bu budak, bu yamuk yapı beni rahatsız ettiği gibi seni de rahatsız eder ve bunu halının altına gelecek şekilde ayarlarsın, tıpkı bizim dekorun arkasındaki koşuşturuşumuzu sizin oradan görememeniz gibi. Sanat en azından bu işe yarar.

48daralan

inerken bu nasıl bir şehir diye kimse bakmazdı, abuk sabuk sıvalarla doğru düzgün yapılmamış evler olmazdı. O yüzden bu iğrenç yapılaşma içersindeyiz. Dışarıda, yurtdışında böyle değil işte. Şehrin ortasında en kalabalık yerde çim alan, ben bile diyorum kaç katlı plaza olur burada diye. Orda insanlar mutlulukları için çalışıyor burada para için. Sanat en azından bu işe yarar.


Duru Tiyatro

BİZ KİMİZ ? art 2005'de kurduğuM muz tiyatro topluluğumuz, bir repertuar tiyatrosu

olarak yaşamına başladı. 2005/2006 sezonunu İstanbul'daki birçok özel tiyatro salonlarında ilk oyunumuz olan "Kara Sohbet"! sahneledik. 2006/2007 sezonunda yıllarca atıl kalmış olan A.F.L Kültür Merkezi'ni hiçbir maddi destek almadan kendi imkanlarımızla restore ettirip kullanıma açarak yerleşik düzene geçtik, kendi oyunlarımızı kendi tiyatro sahnemizde oynama hayalimizi gerçekleştirdik.

"duru" bir tiyatroyu nasıl yaratabiliriz düşüncesi ile yola çıktık. Sanatçılar, eğitimciler, idareciler, yöneticiler, çalışanlar; aslında tek bir tanımla "Gerçek Sanatseverler" 5 ay her gün, günde en az 10 saat çalışarak ellerini gerçekten 'taşın' altına sokarak herkesin gurur duyduğu bir kültür ve sanat merkezi oluşturdular.

Hepimiz gurur duyduk... Bazılarının deyimiyle "Bu devirde Tiyatro Kuran Deliler" olmakla... Göstermiş olduğunuz yoğun ilginize, yaptığımızın doğru olduğunu bize kanıtlayan alkışlarınıza ve süreceğine emin olduğumuz desteğinize, size, tüm tiyatro seyircilerine teşekkür ederiz.

5 Ocak 2008'de sezonun 8 dalda 'En İyi' ödülleri ile ödüllendirilerek yılın oyunu seçilen "Bana Bir Picasso Gerek" adlı oyunumuzla perdemizi açtık. Ve hemen ardından "Kaset", "Aşk Her Yerde" ve "Şah Mat" adlı oyunlarıVe daha sonra... mızı sahneye koyduk. Aynı Eylül 2007'de 'Maarif Kültür sezonda "ilk kez" özel bir tiMerkezi' projesine başlar- yatro dört yeni oyunla "perken, çağdaş bir kente yakışır de" dedi...

daralan49


Çağla Kubat ile Kısa Sohbet

İTÜ Makina Mühendisliği bölümünden, 2001 yılında onur öğrencisi olarak mezun olan Çağla Kubat ile görüştük. Bize İTÜ'de geçen zamanını ve sonrasındaki hayatını anlattı. Şu an kendi kurduğu Çağla Kubat Windsurf Academy ile çalışmalarına devam etmektedir. Neden üniversite seçiminizi İTÜ makinadan yana kullandınız? iliyorsunuz ben İtalyan Lisesi mezunuyum; lise yıllarında matematik ve fizik derslerine çok yatkın buluyordum kendimi. Aynı zamanda bütün ailem mühendis ve mimarlardan oluştuğu için bu bölümü seçmeye karar vermiştim; babam inşaat mühendisi, annem de mimar. Dolayısıyla mühendisliğe ilgi duyuyordum. Ayrıca lisede özel ders de almıştım çünkü okulumuz test sistemine yönelik değildi ki bu benim için bir avantajdı. Test üzerinden, ezber dayatmalı bir eğitim almadığım için

B

İTÜ’de geçirdiğiniz yıllarda unutamadığınız anlar var mı? Okulun en zor yanı, en kolay yanı neydi örneğin? radaki dostluklarımı, arkadaşlıklarımı çok özlüyorum tabii ki. Makina fakültesi Gümüşsuyu'nda olunca okul çıkışları çok eğlenceli oluyordu, okul sonrası anılarımın daha zevkli olduğunu söyleyebilirim; ama okul içinde de labtaki stajlarda çok eglenmiştim keyif almıştım. Derslere çok konsantre olmak zorundaydık, o yüzden derslerde çok eğlendiğimizi söyleyemem. Yani en zor yanını soracak olursanız fakülte çok basarlı insanlardan oluşuyor, herkes hırslı, zor bir yarışta buluyorsunuz kendinizi. Bir de sosyal hayatları zayıf insanlardan oluşan bir sınıftaydım, hobi konusunda okulda istediklerimizi pek yapamıyorduk. O dönemde de %30 İngilizceye geçiş yapılıyordu fakültede. Onun sıkıntısını çektiğimizi söyleyebilirim. En güzel tarafı fakültede az kız olmasıydı, böyle bir durumda çok değerli oluyorsunuz, İtalyan lisesinden sonra az kız görünce tabi çok şaşırmıştım, yüzde 70 80 erkek olunca ilginç bir deneyim olmuştu benim için.

O

Mezuniyet notunuz kaçtı? olması lazım tam hatırlamıyorum yanlış da söylemeyim ama ilk 40’ta olduğumu hatırlıyorum hatta arkadaşlarım takılmışlardı bana haydi bak seni de kürsüye ilk 40’ta göstermek için notunu 3 yapmışlar diye aramızda konuşuyorduk.

3

50daralan


Sevdiğiniz halde niye makine mühendisliği yapmadınız? apmadım çünkü 3. Sınıfın sonunda Bursa’da yaptığım stajı, daha sonrasında Amerika’da elektronik parça üreten firmada yaptığım stajı oradaki ortamı sevmedim. Aslında şöyle, Amerika’da gene bir nebze azdı ama Bursa’daki otomobil fabrikasında yaptığım stajda gördüm ki işçiler bayan mühendisleri pek dinlemiyordu, oradaki bayan mühendislerin de şikayetleri de duyunca biraz uzaklaştım, o sırada da böyle bir güzellik yarışmasıyla televizyon kapısı açılınca ben de niye bu yönümü kullanmayayım dedim. Hani olur ya bir kararsızlık dönemi, ne yapsam ne olacak dönemi, bende denemek istedim bu şansımı.

Y

Spor ve okuldaki başarınızın sırrı, tarifi sizce nedir? ence en önemlisi doğru ve planlı çalışmak. İkisini de beraber yapabilmek için gayret göstermek sanırım. Spor benim yorgunluğu atmak için bambaşka bir yoldu. Zamanı da doğru kullanarak bu iki işi birlikte yürütebilirsiniz, tabi fedakarlık yaptığım oldu ama buna değdiğini düşünüyorum, çok keyifli

B

çok keyifli mutlu yıllar geçirdim, hala da geçiriyorum. Bence sadece birini yapabilirsin diye bir kaide yok, doğru ve planlı çalışırsan ikisini de başarılı yürütebilirisin. Çağla Kubat Windsurf Academy’i kurmanızdaki amaç hayal neydi? arışlara hazırlanırken, eğitimini alırken antrenör bulmakta çok sıkıntı çektim. Başladığım, yarıştığım zamanlarda bizleri çalıştıracak, antrenman tecrübesi yüksek eğitimli hocalar azdı. Muzaffer Karaciger çok değerliydi ismini belirtmek isterim. Belki başarılarımı daha önce kazanabilirdim daha iyi bir eğitim alabilseydim. Benim okulumda böyle bir amaçla kuruldu. Yeni başlayanları yarış seviyesine getirebilmek, Türkiye’ye dünya şampiyonluğunu kazandırmak istedim hep. Sevdiğim bir dalda eğitim vermek istedim hem. Turkiye'ye şampiyonluk kazandırmak hayali var. Tahmin ettiğimden de çok zaman ayırıyorum bu akademiye. Başarı kazanan öğrencileri görmek gerçekten çok mutluluk verici. Özellikle 0’dan başlayan bir çocuğun derece aldığını görürsem hayalimin gerçekleştiğini söyleyebilirim.

Y


Spor askınız nasıl gelişti, nereden geliyor? ilemden geliyor aslında. Diğer ailelere de bunu söylüyorum, öncelikle çocuklarına örnek olmaları gerekiyor. Benim ailemde böyleydi; beraber tenis oynardık pazar günleri spor yapardık, yüzerdik ,basket oynardık, annemin işi gereği yurtdışına gittiğimizde bile yeni spor aktiviteleri denemeye çalışırdık, çok yürürdük örneğin. Bastan kazanılmış bir alışkanlık size yetenek kazandırabiliyor. Ama tabii ki ailelerin çocuklarına illa spor yap diye baskı yapmaması gerekiyor. Sporu siz yaparsanız çocuklarınız da sporu sevecek ve hayatlarına sokacaklardır.

A

Ekol olarak gördüğünüz bir sporcu var mı? rnek aldığım sporcu aklımda, ilk olarak simdi İsviçreli Karin Jaggi’i söyleyebilirim; yelkenci kendisi hala yarışıyor. 42 yaşında, hatta kendi board markasını kurdu dünyaya satıyor, aynı zamanda sörf federasyonun basında da yer alıyor. Windsurf te de hayranlık duyduğum biri. Tabi ki daha başka da beğendiğim sporcular da vardır ama aklıma şimdi o geldi.

Ö

52daralan


İtü’yle ilgili planınız-projeniz var mı? abi, İtü'den çok sevdiğim öğrencilerle projemiz var; windsurf okulumu doğaya dost bir okul haline getirme ürerine çalışmalar yapıyoruz.Rüzgar enerjisinden yararlanmak, doğaya dost şampuan ve krem kullandırmak gibi... Ne yapabilirizi şuan araştırıyoruz, bunun üzerine benim ve arkadaşlarımızın düşündüklerini birleştirmek için toplantılar yapıyoruz. Bu aşamadan sonrada İtü’den mezun önemli yerlerdeki kişileri bu projeyi birleştirmek istiyoruz.

T

Biz öğrencilere hayat adına hangi tavsiyelerde bulunursunuz? nce şöyle söyleyim herkes böyle diyor ama İtülü olmanın büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. Özel üniversiteyi seçmeyip İtü'de verdiğini almak isteyen hocalarla çalışmak ayrıcalıktı benim için. Belki çok kullanmadım bu bilgileri ama pratikte çok geniş bir bakış açısı kazandırdılar.

Ö

elki çok kullanmadım bu bilgileri B ama pratikte çok geniş bir bakış acısı kazandırdılar. Doğru insanlarla tanışmamı

sağladı. Öğrenciler; ne yaparlarsa yapsınlar belki çok eğlenmiyor olabilirler, olabilirsiniz, önemli değil, üniversiteden alacağınız kullanacağınız pek çok şey olacak. O yüzden önemli olan mutlu olduğunuz işi yapmak hayatın kendinize dokunmasına izin vermek, tek bir şeye konsantre olmamak iyi bir vakit geçirmek, mutlu olduğunuz şeyi yapmak. Tabiki spor olsun müzik olsun tiyatro olsun hobileriniz de olsun sadece ders olmaz. Farklı bir şeyler yapmak istediğiniz zamanlarda iste bu hobileriniz kullanıyorsunuz bu yüzden aktivitelere de ihtiyacınız var.






İMLK NELER YAPIYOR?

COŞKUNÖZ GEZİSİ

Kemal Coşkunöz olan Coşkunöz A.Ş., Otomotiv sektöründe kalıp ve seri Kurucuları saç parça imalatı, makina sektöründe kaynak makinaları, mekanik ve hidrolik pres

imalatıyla faaliyet gösteren,80.000 m²’ye ulaşan kapalı alanı, yaklaşık 1600 çalışanı ve sanayideki yarım asrı geçen tecrübesi ile Bursa’da üretim yapmaktadır.

Mühendisleri İgezimalat Kulübü olarak, teknik kapsamında 4 Mart

2013 tarihinde Bursa'daki "Coşkunöz Metal Form" fabrikasına gittik. Yaklaşık 4 saat süren yolculuk sonunda bizi kurumsal iletişimden Hakan Oğuz karşıladı ve yemekhanelerinde yemek yedik. Yemek sonrası sırasıyla metal form-presleme, kaynak ve kalıphane atölyelerini gezdik.

58daralan


oşkunöz özellikle oto C yan sanayinin önde gelen firmalarından biri;

otomobil iç ve dış aksamlarını üreten, kalıp parça ve saç parça seri üretimine de sahip çok büyük bir kuruluş. Üretim kapasiteleri üst düzeyde. Plastik şekil verme, kaynak, döküm ve kalıp atölyelerindeki imkanlar çok yüksek ve imalat mühendislerinin bütün öğrendiklerini uygulayabileceği bir firma izlenimi verdi bize. Üniversitemizden birçok imalat ve makina mühendislerinin Coşkunöz’de staj yaptığını hatırlatalım.

daralan59


İMLK NELER YAPIYOR?

İnsan Kaynakları Zirvesi

Fransız ortaklı Renault 600 kişilik fabrika, üretim ve montaj hattıyla 4 milyondan fazla araç üretmiştir.

niversitemizin MakiÜ na Fakültesi Gümüşssuyu kampüsünde İnsan

Kaynakları Zirvesini İmalat Mühendisleri Kulübü olarak 25-26 Şubat tarihlerinde organize ettik. Bu organizasyonda imalat ve makine sektörünün önde gelen şirketleri ile öğrenciler ortak bir çerçevede aynı koridorda buluştu. Öğrenciler kafalarındaki sorulara cevap aradı, şirketler de seminerler düzenleyerek de kendi tanıtımlarını yaptılar, ayrıca çoğu şirketin yarışmalar düzenlemesi de kampüse büyük renk kattı. Öğrencilerin en büyük ilgisi stajlardı, bu konuda da yardımcı olmaya çalıştılar.

60daralan


NELER OLDU NELER... u platformda çoğu şirket de zirvede ödüllü yarışmalar düzenledi. Doğuş otomotiv playstation getirerek kampüste araba yarışı düzenledi ve birinciye PORSCHE deneme sürüşü gibi eşine az rastlanır bir ödül verdi. Aynı zamanda BOSCH’da bilgi yarışmasıyla en yüksek puan yapanlara bir günlük yönetim stajı ödülü verdi. En çok etki bırakansa TIRSAN’ın tasarım yarışmasıyla grubun üyelerine verdiği ödüldü… IPAD. 2008 yılında oluşumu tamamlanan ATR tipi jetleriyle dikkat çeken firma İKZ'de de öğrencilerin ilgi odağı oldu.

B

daralan61


Doğuş Otomotiv'in düzenlediği simülasyon büyük ilgi topladı...

ren holding de staj başE vurusunda bulunanların isimleriyle çekiliş düzenledi ve birinciye ğ marka gömlek hediye etti. Bitmedi, Bemar dil kursu (british town) düzenlediği seminere katılanların çekilişini yaparak online eğitim de hediye etti. Kazanan yine öğrenciler oldu.

62daralan


KOKTEYL ütün bu yorgunluğun B ardından da Üzeyir Garih salonunda

kokteylimizde JazzMatiz eşliğinde insan kaynakları çalışanlarıyla örgenciler bu sefer sohbet için buluştu. Yorgunluğumuza değen bir günün sonunda şirket çalışanlarıyla beraber dinlenme salonumuzda keyifli bir vakit geçirdik.

daralan63



daralan 1



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.