Daralan Dergisi 3.Sayı

Page 1

03/2013

"En iyi bildiğim iş..."

AHMET NAZİF ZORLU

Mimar, oyuncu

BUĞRA GÜLSOY

"Çizerek rahatlıyorum..."

YILMAZ ASLANTÜRK

İTÜ'nün Sırlar Odası

YÜKSEK GERİLİM


röportaj

41950'den beri İTÜ sanat 10Zorlu Holding Sinematografik 49 Ürün müdürü 16 Moda 54 Otisabi 24 Türkiye'de İlk 62 36Buğra Gülsoy Prof.Dr. Yaşar Özemir Ahmet Nazif Zorlu Çağrı Kutay

Film Restorasyonu

Yılmaz Aslantürk

bilimkurgu kütüphanesi


DARALAN DERGİSİ

editör hatice turhan

turhanhat@itu.edu.tr

yayın yönetmeni emre derici dericie@itu.edu.tr

teknik

20Sırlar Odası

İTÜ Yüksek Gerilim Lab.

64

gezi

Uzaktan Japonya

içerik yönetmeni aral onur onurar@itu.edu.tr

görsel direktör deniz başaran

basarand@itu.edu.tr

reklam direktörü gani melik önder onderg@itu.edu.tr

yayın ekibi m. aras karabıyıkoğlu karabiyikoglu@itu.edu.tr

jeyan çınar

cinarj@itu.edu.tr

neslihan gülfer belce belce@itu.edu.tr 2013 Sayı:3 Basım:Özdil Basımevi Galipdere Caddesi No:77 Kat:1/34420 Beyoğlu/İstanbul 0 212 251 83 14 info@ozdilbasimevi.com



“Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek” Cemil Meriç

2003-2004 öğretim yılı kimsenin ne olacağını bilmediği bir bölümü tercih etmiş ve üniversiteye başlamış bir grup insan için diğerlerinden biraz daha farklıydı. Yeni yaşam hem umut verici hem korkutucuydu, en kötü düzen bile kimi zaman insanlara bilinmezlikten daha iyi gelir. Cesaret, yeni cesaret ister, kölelik bedava da cesaret emek ister. Fakat yenilenmeliyiz, yenilemeliyiz, yenilere destek vermeliyiz, sonuçta ingiliz anahtarıyla bilgisayar tamir edilmez. Elbette taşların yerine oturması zaman alacak, ödülü ise olgunlaşmak.. 10. yılımızdayız kutlu mutlu olsun, buraya gelmek pek zor değil de sıfırdan kurmak zor, sonra yaşatmak, aslında yaşamak zor. İnsan yaşıyorsa işi gücü yaşamak olacak. Yaşarken dergimize de zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Elinizde tuttuğunuz küçük dergi çokça cesaret ve emek ürünüdür. Keyifli okumalar... Editör

Teşekkürler Prof. Dr. Yaşar Özemir Prof. Dr. Aydoğan Özdemir Yılmaz Aslantürk Ahmet Nazif Zorlu Özkan Gökçekaya Buğra Gülsoy Ferhan Doğan Özdil Basımevi


Prof. Dr. Yaşar ÖZEMİR Üniversitemizin

eski dekanlarından

Yaşar Özemir

ile okulumuzun,

okulumuzda

öğrenciliğin ve

öğrenimin tarihi

hakkında sohbet

ettik. Bize aktardığı değerli bilgiler

ışığında her üyesinin İTÜ hakkında

bilmesi gerektiğini düşündüğümüz

kısımları bir araya topladık.

4

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


...itü baştan

1

773’te Mühendishane-i Bahr-i Hümayun olarak kuruldu ve deniz subayları yetiştirmeye başlamıştır. 1795 Mühendishane-i Berr-i Hümayun yani kara mühendishanesi yapısına katılmıştır, aynı yıllarda da topçu okulu açıldı. Deniz savaşlarında olduğu gibi kara savaşlarında da mühendislere ihtiyaç duyulduğundan 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında ülkeleri işgal edilen Macar ve Polonyalı mühendisler yardıma gelmiştir. Fakat Rum ve Ermeni tercümanların yeterli bilgi akışını sağlayamamaları üzerine II. Abdülhamit 1883’te Mühendishane-i Şahane adında sivil bir mühendislik okulu kurdurmuştur. Cumhuriyet döneminde bayındırlık bakanlığına bağlı olarak yüksek mühendis mektebi adıyla Halıcıoğlu’na, birkaç yıl sonra şu anki konumuna taşınmıştır. İTÜ’nün ilk binası da yine Gümüşsuyu’ndakidir. 1944’e kadar İstanbul Üniversitesi Yüksek Mühendislik Mektebi olarak isimlendirildikten sonra o yıl İstanbul Teknik Üniversitesi ismini almıştır. 1934’te Darülfünun, İstanbul Üniversitesi olarak isimlendirildiğinde bu enstitü Yüksek Mühendislik Mektebine bağlanmıştır. 20 Temmuz 1944’te çıkan kanunla sırayla inşaat, mimarlık, makina ve elektrik fakülteleri olmak üzere 4 fakülteli bir teknik üniversite olmuştur. 1951’de rektörlük ve inşaat fakültesi de Taşkışla’ya taşınmıştır. Makina fakültesi genel makina, uçak ve gemi olarak üçe bölünmüştür. 1953’te Maçka’daki binaların tahsisi ile orada maden fakültesi ve İTÜ teknik okulu kurulmuştur. 1968’te senato kararı ile mühendislikler ve yüksek mühendislikler, lisans ve yüksek lisans bölümleri olarak adlandırılmıştır. Bu tarihe kadar üç bölüm olan makine fakültesinde, gemi mühendisliği bağımsız bir fakülte olmuş, yerine sanayi bölümü kurulmuştur. 20 Temmuz 1982 kararnamesi ile Maçka’daki lisans ve Gümüşsuyu’ndaki yüksek lisans bölümleri birleştirilmiştir.

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

5

Prof. Dr. Yaşar Özemir; dekanlık döneminden..

••• “Ben Maçka’daki makine mühendisliğinin dekanı iken kararname ile her ikisinin de dekanı oldum. 5 sene Maçka’da, 9 senede burada olmak üzere 14 sene dekanlık yaptım. Benim dekanlığım döneminde sanayi bölümü işletme fakültesine endüstri mühendisliği olarak bağlandı. 1983’te de uçak bölümü fakülte olarak ayrıldı. Bunun üzerine sadece makine kalmasın amacıyla burada tekstil bölümü kurdum. Ben şimdi dekan olsaydım imalatın bölüm olmasını ve tesisat bölümü kurulmasını sağlardım.”

•••


Yüksek mühendis okulu ile

Lisede yabancı dil olarak Fransızca

Teknik üniversite kurulduğunda

teknik üniversite arasındaki

okudum. Pascal’ın bir yazısında

matematik,

fark nedir?

‘İstikbal mekaniktedir.’ diye bir

bilimler hariç doktora muafiyeti

cümle geçiyordu. Bu sözü hiç

tanınmış 1956’ya kadar. Ben

Yüksek mühendis okulunda eğitim

unutmadım. Bu söz beni makine

1955’te mezun oldum. Yurtdışına

6 seneydi. Teknik okulda bu 5

mühendisi olmaya teşvik etti.

gidip doktora yapmak için 2 sene

seneye indi. Yüksek mühendislik

Öğrencilik

yıllarımızda

devlet memurluğu zorunluluğu

okulunda biz 2 tane makine

yemekhanenin bir kısmı kantin

vardı. 1957’ye kadar asistanlıktan

elemanları,

olarak çalışıyordu. Saat 11’e

sonra ben ve Mustafa Gediktaş

kadar

burslu olarak Almanya’ya gittik.

2

makineleri,

tane

buhar

kaldırma kazanları,

açık

olurdu.

Ayrıca

fizik

gibi

temel

L " isede yabancı dil olarak Fransızca okudum. Pascal’ın bir yazısında ‘İstikbal mekaniktedir.’ diye bir cümle geçiyordu. Bu sözü hiç unutmadım." buhar makineleri, su makineleri,

etüt

motorlar

Sürekli

ve

elektrikle

tahrik

olmak üzere 9 proje yapıyorduk.

salonlarımızda projeler

vardı.

1960’ta döndüm. 27 Mayısta

çizdiğimiz

doktoradan sonra bekleme süresi

için teknik resim masaları da

2 seneden 4 seneye, askerlikte 1

mevcuttu.

Saat

Öğrencilik yıllarınız nasıldı?

da

Mühendis olmaya nasıl karar

Mezun

verdiniz?

akademisyenliğe

kütüphane

10’a açık

olur

6

kadar

seneden 2 seneye çıkarıldı. Ben

olurdu.

2 sene yedek subaylık yaptım.

olmaz

1966’da ben, Mustafa Gediktaş ve

başladım.

Fuat Tahsin makine fakültesinin

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


ilk doktoralı doçentleri olduk.

ama sonrasında bu uygulanmadı.

Benim doktoram ziraat makinaları

Ben kesinlikle yabancı dile karşı

alanında.1971’de

profesör

değilim. Ben Fransızca lise eğitimi

olduk. Akademisyen olarak devam

aldım. Kendi çabamla Almanca

ettim. O zamanlar özel şirketlerde

öğrendim ve Almanca doktora

çalışan mühendislerle yakın olsun

verdim.

diye bizim okulda kalmamız

girerken doçentlikteki yabancı

için Adnan Menderes o zamanın

dilin haricinde yeni bir dilde

parasıyla 42 lira veriyordu. Bir

sınav vermek gerekiyordu ve ben

de özel şirketlerde çalışanların

İngilizce de sınav verdim. Bunlarla

emeklilik imkânı yoktu. 1966’da

yetinmeyip İtalyanca, Rusça ve

doçent

Arapça'da

olunca

de

ders

vermeye

Profesörlük

mürekkep

sınavına

yaladım.

başladım. 1972’de ben ve Fuat

Yine söylüyorum, bir insan en iyi

Tahsin Maçka fakültesine geçtik.

kendi dilinde öğrenir ve öğretir.

Şimdiki öğrencilere tavsiyeniz nedir? Tavsiyem devam

yılmadan

derslere

etmeleridir.

İnsanın

kendini geliştirmesi ve ülkesine katkı sağlaması çok önemlidir. Şu anda ders vermiyorum. Ben 14

30 İngilizce programa geçilince ders

vermeyi

bıraktım.

12

Eylül'den önce üniversiteler arası kurulda

Boğaziçi

Üniversitesi

ve ODTÜ dâhil olmak üzere bütün

üniversiteler

•••

" endi çabamla Almanca öğrendim ve Almanca K doktora verdim. Profesörlük sınavına girerken doçentlikteki yabancı dilin haricinde yeni bir dilde sınav vermek gerekiyordu ve ben sınavı İngilizce verdim. Bunlarla yetinmeyip İtalyanca, Rusça ve Arapçada mürekkep yaladım. Yine söylüyorum, bir insan en iyi kendi dilinde öğrenir ve öğretir."

eğitimin

•••

Türkçe olmasına karar verdiler

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

•••

“Okulda bizim dönemimizde bayan arkadaşımız yoktu. 1950’de bu binada kadınlar tuvaleti yoktu. Sadece dekanlığın karşısındaki yerde çalışanlar için bir yer vardı. İlk makine mühendisi kadın 1953 yılında mezun oldu.”

eğitime karşıydım. İnsan en iyi kanaatindeyim. 1997’de yüzde

1" 954’te Murat Tabanlı hocamızın babası Yılmaz Tabanlı Arı Sanat Kulübünü kurmuştu. Turan Topçu yine aynı sene Arı Spor Kulübünü kurdu."

•••

sene eğitimim süresince İngilizce ana dilinde öğrenir ve öğretir

•••

7


“O zamanki rektör yardımcısı arkadaşlara Gümüşsuyu’nda kalmak istediğimi söyledim ve makine fakültesi burada kaldı. O dönemde askerler de burayı istiyorlardı ve sürekli askeri hastanedeki albayı gönderiyorlardı. Albaya burada 3000 öğrencinin olduğunu, Ayazağa’ya bu kapasiteli bir okulun kurulması ve buranın hastane düzenine gelmesi için yapılacak düzenlemelerin çok pahalıya mal olacağını dolayısıyla okulun kalmasını istediğimi söyledim ve albay bir daha gelmedi. Aslında hastanenin de bize verilmesi durumu olmuş. İsmet İnönü’nün oğlu Ömer İnönü uçak bölümünde okurken rektörümüz Taylan Bey Taşkışla binasını istemiş. İsmet İnönü hem oğlu Ömer’i ziyaret etmek hem de Taşkışla’nın verildiği müjdesi için geldiğinde hastaneyi ve şimdiki gök kafesin olduğu yerleri de isteyip istemediğini sorduğunda Taylan Bey sadece Taşkışla’nın yeteceğini söylemiş.”

••• " skiden emekli olan hoca okuldan ayrılırdı. E O zamanlar çok iyi bir motor hocası olan Hikmet Bey, bu odada kalırdı. Benim dekanlığımda emekli olan Hikmet Bey’e odasını ve dersini muhafaza etmesini söyledim. O günden beridir emekli hocalarımıza burada hak tanımış oldum."

•••

5 Nisan 1941 Gümüşsuyu Fakültesi 8

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Makine Fakültesi Otomatik Kontrol Laboratuvarı

Taşkışla Fakültesi İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

9


DARALAN

"Zorlu"bir başarı öyküsü Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı:

AHMET NAZİF ZORLU

Türkiye’ye değer katan ve hem ülkemizde hem de dünyada öncü markalara sahip olan Zorlu Holding’in yönetim kurulu başkanı Sayın Ahmet N. Zorlu’yla keyifli bir söyleşi yaptık. Ülkemizde beyaz eşya ve elektronik aletler konusunda öncü Vestel firmasına ek olarak Zorlu ailesinin mesleği olan tekstil ve son zamanlarda da enerji konusundaki yatırımların arkasındaki kişi olan Ahmet Zorlu’ya erken yaşlardaki girişimlerini, ihracat hedeflerini, Ar-Ge ve sanayi – üniversite iş birliği konusunda merak edilenleri sorduk. 10

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Röportajlar 1.Ticaretten geçişiniz

nasıl

sanayiye

üretim esnasında, iplikleri farklı

hizmeti her şeyin üzerinde tuttuk.

oldu?

üretim tesislerinden alıyor, farklı

Dolayısıyla hedeflerimizi ticaret

yerlerde

hayatında o günün koşullarına

dokutuyordum.

Tabii

Ticaret hayatım çocuk denecek

ki bu da, farklı işletmelerde

uygun

yaşta

farklı

Bununla birlikte, bizi bu noktaya

başladı…

Babadağ

Denizli’nin

ilçesinde

aşamalardan

geçen

olarak

belirledik.

babamın

kumaşın her zaman aynı kaliteyi

ulaştıran

ambardan

sağlamamasına neden oluyordu.

hala

sorumluydum. Mal teslim etmek

Ben

elden

çalışmalarımızda bize yön veren

ve teslim almak gibi işlerin

yapmanın

fark

pusula olmaya devam ediyor.

ardından, pazarlama ile ticari

ettim ve 25 yaşına geldiğimde

hayatımı ilerlettim. Henüz 15

Bursa’da bir fabrika kurarak

3.İthal

yaşındayken,

sanayi sektörüne girmiş oldum

düşünceleriniz

Babadağ’da dokunan çarşafları

2.Ticarete

atıldığınız

İthal ikamesi, uygulandığı yıllarda,

yerinde pazarlamak için Trabzon’a

günlerde belirlediğiniz hedefleri

konjonktür gereği yerli üreticiyi

giderek

gerçekleştirebildiniz

koruyan

dükkânında

baba

mesleği

de

üretimi

tek

zorunluluğunu

temel

hedeflerimiz,

yolumuzu

aydınlatan,

ikamesi

hakkındaki nelerdir?

olan ticareti yerinde yapmak ve

orada

kurdum.

ilk

mi?

Bu

bir

yapıya

sahipti.

global

yapıda,

Ardından işlerimi büyütmek için

hedefler ile bugünkü hedefleriniz

Fakat

İstanbul’a gitmem gerektiğini fark

arasındaki

bu uygulama toplumları çağın

farklar

nelerdir?

ettim. En iyi bildiğim iş çarşaf

mevcut

gerisinde

bırakacaktır.

Serbest

üretimiydi. Dünyada neler olup

Zorlu

bittiğini araştırdım, Türkiye’de

hikâyesinde

ne gibi yeniliklerle daha iyisini

gibi, her zaman daha fazlasını

kendi iddiasını ortaya koyarak

yapabileceğimizi

düşündüm.

ve daha iyisini yapmak için

pazarda

Bu sırada bir İtalyan dergisinde

çalıştım. Babadağ’dan Trabzon’a,

destekliyorum.

gördüğüm desenleri, çarşaflara

Trabzon’dan

İstanbul’a,

tüketici talepleri doğrultusunda,

uyarlamaya karar verdim ve o

İstanbul’dan dünyaya uzanan 60

kendilerini geliştirmesi gerektiği-

güne kadar sadece çizgili çarşaf

yıllık yolculukta değişmeyen iki

ne inanıyorum. Türkiye artık

kullanan

Türk

halkı

Holding’in de

doğuş aktardığım

ticareti, adil rekabet koşulları altında

olan yer

her

üreticinin,

alması

yönünde

Üreticilerin,

desenli

unsur var. Birincisi, her zaman

birçok ülkeye ihracat yapan bir

çarşafla tanıştı. Fason olarak

daha ileriye gitmeyi hedefleyerek

ülke, 2023 hedeflerimiz arasında

üretmeye başladığım bu çarşaflarla

çalıştık, “yapacaksan en iyisini

500 milyar dolarlık ihracat yer

bir yenilik daha yakalamıştım; o

yap”

alıyor.

güne kadar Türkiye’de üretilen

Diğeri ise, bütün bu çalışmaları

ihracatla büyüdüğü yeni dünya

çarşaflar 1.80 m ebadındayken

yaparken

düzeninde,

2.20 m'lik ebatta desenli çarşaf

ailem” felsefesini benimsedik,

uygulamasının

üretimini gerçekleştirdim. Fason

insanımıza

zarar vereceğini düşünüyorum.

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

felsefesiyle hep

ürettik.

“ülkem,

hizmeti,

11

işim,

ülkemize

Ülke

ekonomilerinin ithal

ikamesi ekonomiye


DARALAN Bütün gençlerimizin, hayallerine sahip çıkmalarını, kararlarının arkasında durup, hayallerinin peşinde adımlar atmaktan korkmamalarını ve hep daha yükseğe çıkmak için çalışmaktan vazgeçmemelerini öneriyorum.

4.İhracattaki hedefiniz nedir? 60. yılımıza ulaştığımız bu yılda,

60

ihracat ve istihdam rakamlarımızın büyüklüğü, dünya pazarlarındaki rekabet

gücümüzle,

ekonomik

ülkemizin

kalkınmasında

etkin bir rol oynuyoruz. Zorlu Tekstil ile 58 ülkeye ihracat gerçekleştiriyoruz. Vestel 2012 yılında 2,9 milyar dolar ihracatla, Türkiye’nin en çok ihracat yapan firmalarından biri oldu. Vestel ile 145 ülkeye ihracat yapıyoruz. Mikronezya’dan

Yemen’e

dünyayı insanların evine, Vestel ile getirmekteyiz. Yine Vestel elektronik ürünleriyle geçen yıl ilk kez ulaştığımız Latin Amerika pazarında Uruguay ve Brezilya’ya ihracatımızı arttırdık. Brezilya’da yapacağımız üretimlerle çevre ülkeler

Uruguay,

Paraguay,

Peru ve Kolombiya’ya da Vestel teknolojisini taşıyacağız. Benzer iş modelini Asya ülkeleri Vietnam

12

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Röportajlar ve Tayland’da başlatmayı ve bu bölgelerde büyümeyi hedefliyoruz. Kuzey Afrika’daki başarılı sonuçları Sahra Altı ve Güney Afrika’ya da taşıyacağız.

güç halİne geldİğİ

5.Spora tutkunluğunuz nereden geliyor? Disiplinli ve düzenli çalışmanın bir parçası olarak, kendi disiplininizi de sağlamanız gerekiyor. Spor bu anlamda, insanın iç disiplinini koruması, işlerine daha kolay konsantre olabilmesi ve her şeyden önemlisi zinde ve sağlıklı kalabilmesi için en büyük yardımcı… Bu nedenle ben de senelerdir her gün, hiç aksatmadan 2 saat spor yaparım. 6.Bütçenizde Ar-Ge’ye ayrılan pay nedir? Bu

Zorlu Grubu olarak, Ar-Ge’ye en fazla yatırım yapan holdinglerden biriyiz. Yıllık bütçemizin önemli bir kısmını araştırma geliştirmeye ayırıyoruz. Bilginin en büyük güç haline geldiği günümüz dünyasında, bilginin üretilmesi ve en iyi şekilde kullanılması yolunda yatırım yapanların hep bir adım önde olacağına payı

zamanın

nedenle, şartlarına

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

Ar-Ge’ye göre

günümüz dünyasında, bİlgİnİn üretİlmesİ ve en İyİ şekİlde kullanılması yolunda yatırım yapanların hep bİr adım önde

payı arttırmayı düşünüyor musunuz?

inanıyoruz.Bu

Bİlgİnİn en büyük

ayırdığımız

arttırabiliyoruz.

13

olacağına İnanıyorum.

"


DARALAN 7.Üniversite

Teknokent/Teknopark

uygulamaları

hakkında ne düşünüyorsunuz? Vestek ile ilgili hedefleriniz

nelerdir?

Vestel’in bugün sahip olduğu başarının çok büyük bir kısmını Ar-Ge çalışmalarına borçlu olduğuna inanıyorum. Bilgiyle teknolojiyi buluşturarak, geleceğin tasarımlarına imza atan Vestel, Vestek’in çalışmaları doğrultusunda elektronik alanındaki başarılarını devam ettirecektir. Vestel, bildiğiniz gibi sadece televizyon

"'Bunun yanında ilk yerli tablet bilgisayar ile ilk yerli akıllı tahtayı üreten mühendislerimizin başarısını yakında tüketiciye sunulacak olan yazılımı ve donanımı yüzde yüz yerli, Vestel akıllı telefonla göstermeye devam edeceğiz.''

teknolojisinde ilklere imza atmıyor. Bunun yanında ilk yerli tablet bilgisayar ile ilk yerli akıllı tahtayı üreten mühendislerimizin başarısını yakında tüketiciye sunulacak olan yazılımı ve donanımı yüzde yüz yerli, Vestel akıllı telefonla göstermeye devam edeceğiz.

14

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Röportajlar 8. Sanayi – üniversite işbirliğini

takip edip, dünyanın bir adım

yeterli buluyor musunuz?

önünde olma çabası ile birlikte başarılı olacaklarına inanıyorum.

Zorlu Grubu olarak tekstilden

Üretimin kalbi diyebileceğimiz

elektroniğe mümkün olan her

bir alanda öğrenim gören İTÜ

alanda

Makine

üniversitelerle

işbirliği

yapılmasını destekliyoruz.

Bu

Fakültesi’nin

değerli

öğrencilerinin, hem Türkiye’de

işbirliklerinin hem üniversitelere

hem

hem de sektöre büyük katkısı

imza atarak büyük başarılara

olduğuna

inanıyorum.

de

dünyada

ilklere

Ben,

ulaşmalarını temenni ediyorum.

bu uygulamalardan daha fazla

Bütün gençlerimize, hayallerine

verim alınabilmesi için sanayi

sahip

kuruluşları ile üniversitelerin ortak

arkasında

görüşleri doğrultusunda yenilikler

peşi

getirilmesini

korkmamalarını ve hep daha

destekliyorum.

çıkmalarını, sıra

durup, adımlar

kararlarının hayallerinin atmaktan

yükseğe çıkmak için çalışmaktan 9. Üniversite gençliğinden

vazgeçmemelerini

beklentiniz nedir? Özellikle İTÜ Makina Fakültesi öğrencilerine söylemek istedikleriniz ve tavsiyeleriniz nelerdir? Gençlerimizden, yaşadığımızı

bilgi

çağında

göz

önünde

bulundurarak, bilginin peşinden koşan,

bilgiyi

çabalayan

üretmek

gençler

için

olmalarını

bekliyorum. Öte yandan onların hedeflerine bağlı, disiplinli bir şekilde

çalışarak

hem

kendi

geleceklerine hem de ülkemizin geleceğine dilerim.

faydalı Her

olmalarını

zaman

daha

iyisini yapmak için çalışarak, araştırarak, dünyadaki yenilikleri İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

15

öneriyorum.


DARALAN Otomobil Tutkunu İmalatçı Çağrı KUTAY Langırtı bulan adam her neredeyse son 10 senedir daha huzurlu! İmalat mühendisliğinin ilk mezun grubunun bir parçası olan Çağrı Kutay, Mercedes'i, 9 kişi ile yapılan çanları, imalat mühendisliğinin ilk yıllarını anlatıyor.

16

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Röportajlar İmalat

Mühendisleri

Kulübünün ilk zamanlarından bahseder

B

izim

misiniz

biraz?

zamanımızda

kantinin

içinde

kulüp küçük

bir odadaydı -şimdiki Robotik Kulübü. O kantinin girişindeki sağlı

sollu

kulüp

odalarına

özenerek bakardık, onlar gayet tatmin

ediciydi

kulüp

odası

olarak. Öteki tarafta işte biz küçücük

odaya

sığışmaya

çalışıyoruz 9 kişi, langırt duruyor mu hala bilmiyorum da imalat mühendisliğinin resmi sporuydu bizim zamanımızda. Hocalar derse bizi almaya langırta gelirlerdi. Langırt

imalatçılara

özgüydü?

E

h

tabii

kulüp

odasının

kapısında olduğu için biraz

daha parselledik. Arada makinacı arkadaşlara da izin verirdik tabii. Siz

bölüme 2003'de girdiniz,

ondan sonra hocaların da teşviki ile “hadi bir kulüp kuralım” mı dediniz, bu süreç nasıl gelişti?

T

am

olarak

Langırt duruyor mu hala bilmiyorum da imalat mühendisliğinin resmi sporuydu bizim zamanımızda. Hocalar bizi derse almaya langırta gelirlerdi...

nasıl

başladı

ki hedefimiz SME'ye katılmaktı,

beğenmiyor,

muhtemelen oradan başladık. Bi'

anlatamıyosun ki adama zaten 1.

de, eğer yanlış hatırlamıyorsam,

hep Kadir, AA alıyor. İkinciliği

makina mühendislerinin kulübü

de Burak kapmış BA'yı alıyor.

var da bizim neden yok diyerek

Zaten alabileceğin en iyi not

başlamıştık. Kişi sayısı dolayısı

BB... Ben tabii en 1. de değildim

ile kuruculardan biriyim haliyle.

ve zaten üniversiteye girerken

9 kişi olduğumuz için başlangıç

amacım da o değildi. Hedefim

çok

İmalat

İTÜ'yü 4 senede bitirmekti ki

dersine

hele Makina Fakültesi için çok

birileri

kolay bir şey de değildir bu.

enteresandı.

Mühendisliğine girdik,

Giriş

bekliyoruz

ki

sen

de

gelecek, 8 kişiyiz. Ahmet Aran geldi

ve

o

veriyordu

bizi

acı

Bir

arkadaşınız

sınavını

gerçekle verip

dersi,

yüzleştirdi. da

gelecek

hazırlık dedi.

Kadir de gelince 9 kişi olduk... İlk bölüm dersinde 9 kişiyiz. E

İmalat

mühendisliğini

nasıl

tercih ettiniz?

B

en lise sonda dershaneye giderken

sahibi

dershanenin

makina

mühendisiydi.

Makina Fakültesi'nde çan var...

Ben hangi bölümü seçeceğimin

1. bölüm dersinde 2 kişi kaldı.

telaşındayım.

Çünkü

sınavdan

Öbüründe 7. Diğerinde 8 derken..

sonra

hesapladığım

tahmini

puana

göre

Makina

Sizin mezun olmanız da çok zor

Mühendisliği'ni

olmuş...

zaten

Ş

ben

ODTÜ

kurtarmıyor, İTÜ

Makina'yı

imdi CV'de not ortalamasına

istiyorum ama o da tam belli

bakıyor

değil, ya ucundan gireceğim ya

adam,

hatırlamıyorum ama o zaman

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

İlk

e

17

2.60'ı


DARALAN ucundan

kaçıracağım.

Ahmet

öğretiyorlar ve çıkınca ekstra bir

Hoca, dershanenin sahibi dedi

yüksek lisansa ihtiyaç duymadan

İçinizde kalmış bi' İTÜ Makina

ki “Sen, imalat mühendisliğini

doğrudan okulda öğrendiklerinle

uktesi yok mu?

seçmelisin. Hatta makinadan da

çalışabileceğin

daha yukarı yaz. Bölüm yeni

donatıyorlar, “Tamam!” dedim.

açılacağı için puanını hiçbirimiz

Otomotiv

öngöremiyoruz” ve bana makina

İTÜ Makina'ya girip 4. sınıfta

mühendisliği

şekilde

odaklı

seni

biriydim

Y

ok yok, kesinlikle yok. Makinada

arkadaşım

da

vardı

çok

zaten

ve

programında

otomotiv seçeceğim derdim ama

onlara

güncelliğini yitirmiş yığınla ders

bunu daha mantıklı buldum ve

sonra stajlarda falan da, ben okulda

olduğundan, imalat mühendisliği

sonuçta imalat mühendisliğinin

öğrendiklerimi

derslerinin

üstüne otomotiv yüksek lisansı

oradaki mühendislerle aynı dilden

gerçek

hayatta

"Bizim zamanımızda moda tasarım da yeni açılmıştı ve kızlar kantine inmezlerdi. Aralarından kısa çöpü çekeni kantine gönderirlerdi, o kız da tostları alıp kaçardı üst kata." daha

işlevsel

bahsetti.

olabileceğinden

Gerçekten

çalışmaya

başlayınca

bilgilerin

neredeyse

yine yapılabiliyor. En kötü bir

de

sene ortalama kasıp yatay geçiş

teorik

yaparım diye düşünmüştüm hatta.

baktığımda,

kullanabilirken,

konuşabilirken bi'

daha

diğerlerinde

senkronizasyonsuzluk

seziyordum. Ama çok enteresan olaylar

da

yaşadık

Ankara'lısınız, istemiyorum

Ş

tabii.(?) ODTÜ'yü

dediniz

ya..

ehir değiştirmek istiyordum, bi' de özellikle İTÜ'ye gelmek

hiçbirini

Ama gerçekten hem program hem

kullanamıyorsun, okulda vakit

de içeriği hoşuma gitti. Arkadaşlık

dedem İTÜ İnşaat Fakültesi'nden

harcadığınla kalıyorsun. Örneğin

ortamı da çok farklıydı. 200

mezun, eniştelerimin ikisi de İTÜ

bilgisayar destekli mühendislik

kişilik makinada 2 ders üst üste

Makina Mühendisliği mezunu.

programları çıktı. Sen oturup

aynı kişiyle oturmuyorsun. Ama

Başka bi' eniştem İTÜ Elektrik

hiçbir zaman kağıt kalemle hesap

imalatta hocalarla hep iletişim

Mühendisliği mezunu. Hatta kapı

yapmıyorsun artık. Ben de baktım

içindesin, hocaya istediğin zaman

komşularımız da İTÜ Mimarlık ve

imalat

statik

istediğin şeyi sorabiliyorsun ve

Makina Mühendisliği mezunuydu.

mühendisliğinde

dinamik

gibi

birleşik

hakikaten çok iyi hocalarla özel

Çevremde üniversite hikayeleri

ve gerçekten gerekli olduğunu

ders yapıyormuşsun gibi. O ruhla

anlatılırken hep İTÜ anlatılıyordu

düşündüğüm imal usülleri daha

girdim işte ve 4. sınıfta fark ettim

yani. Ayrıca dediğim gibi şehir

fazla

programda,

“Ya bi' dakika, ben otomotiv

değiştirmek ve kendi ayaklarımın

sana robot programlamayı dahi

istiyordum, n'apcam şimdi” diye.

üstünde

yer

dersler

istiyordum. Çünkü babam ve

alıyor

18

durmak

istiyordum.

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Röportajlar Mezun

olduktan

sonra

eniştem, o zamanlarda elektrik

B

izim zamanımızda tabii ki

fakültesi

yoktu. Bu konularda stajda

orada okumuş, hem dedem ders

konuşup tanıtabiliyorsun bölümü.

almışız. Eniştelerim de makina

mezun oldum ve beni işe alın!”

Senden

mühendisliği okumuş zaten, yine

mı?

anlatıyorsun,

insanlara ne dediniz, “Ben imalat

mühendisiyim,

yeni

sorumlu

mühendise

olduğu

için

aklına

aynı bina. Az önce saydıklarımdan

yatardı mesela... Ama tabii ben

da mimar olan kapı komşumuz

mühendislik alanında çalışmadım.

hariç hepimiz aynı koridorlarda

O

daha

yürümüşüz. Hatta bu sene için

rahat cevaplar bunu. İlk stajımı

amcamın bi' planı var, İTÜ'nün

1.sınıfın

Ankara'da

bi' projesi varmış Maslak'ta İTÜ

yazacağı idi. Biz daha bölüm

babamın çalıştığı şirketin imalat

mezunu dede-çocuk-torun ağaç

olmamıştık

İmalat

bölümünde yapmıştım. O zaman

mı ne dikiyormuşsun... Zaten

Mühendisliği mezun vermediği

daha imalat mühendisliği diye bir

yanlış bilmiyorsam şu an hayatta

için.

rahatlıkla

bölümün açıldığından haberdar

olanlardan bu 3'lüyü tamamlayan

anlatıyordum. Makinada 4.senede

bile değiller tabii orada. O bilgi

1 aile daha varmış sadece.

uzmanlaşılan imalat programına

oraya

biz

durumda imalat mühendisliğini

O zaman o da Çağla Kubat! Annesi,

anlatmak

düşüyordu

anneannesi ve kendisi, 3'ü de İTÜ

Otomotivi seviyorum dediniz,

elbette. Ama tabii orada adamlar

mezunu. (bkz. Daralan 2.sayı)

o zaman Mercedes planlı bir

bilgisayar destekli teknik resim

hamle miydi?

yaparken

B

iz

mezun

olana

kadar

bize söylenen diplomada

“İTÜ

Makina

Bölümü,

O

İmalat o

Programı”

zaman

yüzden

baştan

H

Mühendisliği

başlıyoruz

diye...

alanda

onların

orada

çalışan sonunda

ulaşmamış

henüz.

bana

sen

biri

de

Bu

anlıyorsun,

yapabiliyorsun. Makinacı ile aynı ayır,

hiç

değil!

hissiyatı da sağlayabilirdi ama

doğru

mesela BSH'daki adam kaizen

hamle Mercedes'in kabul ettiği

deyince, üretim süreçlerinden,

staj başvurusunu reddetmek oldu.

planlamadan

İlk iş yerim değil Mercedes.

rahat

Kariyerimdeki

en

bahsedince

anlayabiliyorsun.

çok Belki

de bizim avantajımız, seçilmiş Piyasada

sizin

imalat

hocalardan

ders

hakkındaki

ve

olduğumuz

fikirleriniz kadar olgun fikirler

de

var mı? Ne olduğumuzu, ne

Gümüşsuyu

yapabileceğimizi biliyorlar mı?

hem ben, hem babam, hem

mühendisliği

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

az

kişi

mecburen

alıyorduk için

dinliyorduk. Kampüsü'nden

19


DARALAN

İtü'nün Sırlar Odası

Yüksek Gerilim Laboratuvarı İTÜ Makina Fakültesi öğrencilerinin çoğu şu soruyu sorar; fakültenin arkasında kalan bu piramit görünümlü yeşil-mavi gizemli yapı nedir, bu binanın İTÜ ile ilişkisi nedir? Daralan Dergisi olarak bütün bu sorulara cevap almak için bu “gizemli” binanın, Yüksek Gerilim Laboratuvarı’nın müdürü Sayın Prof. Dr. Aydoğan Özdemir’le yüksek gerilim laboratuvarının tarihi, amacı ve yapılan çalışmalar hakkında konuştuk.

35 20

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013 İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Röportajlar

Prof. Dr. Aydoğan Özdemir kimdir? 1980 yılında İTÜ’de elektrik mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra yüksek lisansını ve doktorasını Yüksek Gerilim Laboratuvarında yapmıştır. Arada 3 yıl ABD'de misafir öğretim üyeliğim dışında tamamen İTÜ bünyesinde çalışan Özdemir, 38 yılı geride bırakmış, 1980'de lisans bittikten sonra önce mühendis-teknisyen, sonra doktor, yardımcı doçent, doçent ve profesörlük süreçleri boyunca yer aldıktan sonra şuan da laboratuvar sorumlusu olarak çalışmaktadır.

Laboratuvarın tarihi…

İTÜ Yüksek

Esasen açılışı 1978, kuruluş çalışmaları ise

gerilim laboratuvarı,

1960'lara dayanıyor. Bu süreçte bazı revizyonlara

yüksek gerilim araştırmalarının ve

uğruyor. Nihayetinde 1978'de faaliyete giriyor

deneylerinin yapıldığı bir mekandır. Dünya

ve 1998 yılına kadar, 20 yıl süre ile çok sayıda

ölçeğinde en büyük “üniversite yüksek gerilim

endüstrinin deneyleri burada yapılıyor ki

laboratuvarı”dır. İTÜ’nün bu laboratuvarı

bu laboratuarın da desteği ile Türkiye'deki

çeşitli ulusal ve uluslararası bazı hakemlik

elektromekanik sanayi bu noktaya gelmiş ve çok

durumlarında yoğun olarak kullanılan

ciddi oranda ihracat yapılabilmektedir.

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

bir laboratuvardır.

21


DARALAN Laboratuvarın kapasitesi Laboratuvarda çeşitli hacimlerde, irili ufaklı yüksek gerilimler var, yüksek gerilim dediğimiz 1000 Volttan başlar, 1000-10000 Volt ölü bölgedir, yani elde edilmesi zor olan bölgedir 10000 üzerinde gidebildiği kadar gidilir. Şuan laboratuarın da çeşitli farklı yüksek gerilim prizlerdekine benzer alternatif akım gerilimlerinin 1.200.000 Volta kadarı, yıldırımlar için 3.600.000 Volt ve pillerin DC gerilimleri 1.000.000 Volta kadar olanları vardır. Burada her 3 gerilimde çok yüksek düzeylerde üretilebilir ve ölçülebilir.

22

Burada yapılan deneyler hakkında daha fazla bilgi verir misiniz? “Yalıtım deneyleri mesela, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. yüksek gerilim ayırıcısı dediğimiz bir anahtar alacak. Bu anahtarın belli özellikleri sağlayıp sağlamadığı rutin bazı deneylerle test edilir. Belli düzeydeki gerilimlere dayanmalıdır. Eğer ayırıcıyı üreten firma o düzeydeki gerilime erişemiyorsa ya da deney bağımsız bir yerde yaptırılmak isteniyorsa devreye biz gireriz, o yüksek gerilimleri uygular ve donanımın buna verdiği cevaplara bakarız. Bu kurum Türkiye'deki bir elektrik kurumu olabileceği gibi dış ülkelerin bir kurumu da olabilir. Bunlar, araştırma ayağı olmayan sadece ürünlerin kalite testlerin yapıldığı deneylerdir.”

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Röportajlar Araştırma ayağı nasıl? “Burada, laboratuvarda şu anda 2 doktora ve 5 yüksek lisans öğrencisi sürekli burada olmasalar da eğitimlerine devam ediyor. Bu öğrencilerimizin projeleri de Türkiye'deki elektromekanik endüstrisinin çeşitli problemlerine dayanarak belirlenmiştir. Bu projelerin bir teorik tarafı vardır ve bilgisayar simülasyonuna dayanır, bir de deneysel araştırmalar vardır; örneğin bir yalıtım sisteminin boyut optimizasyonunu yapılmıştı bu optimizasyon ile ilgili simülasyon ve teorik incelemelere ek olarak burada bir dizi test yaptık. Siz bir ürün geliştirildiğinizde, söz konusu ürünü, özellikle hizmet sektöründe, kullanmadan önce test etmelisiniz ve belli kriterleri sağlamalısınız. İşte bu kriterleri sağlayıp sağlamadığınızı bu deneylerle anlar ve ona göre geliştirirsiniz.”

İTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü Web Sayfası: http://www.elk.itu.edu.tr/ Telefon: 0212 285 67 45 Faks: 0212 285 67 00

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

23


24

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Okulun ilk günü herkesten daha güzelsin! Fakülteye yaklaşınca bi' durup giriş kapısından kendini kesiyorsun. Gömleğinin yakalarını düzelt (aslında insan yakışıklıysa Otisabi gibi bir pardesüsü olmalı) ya da işte bluzunun omuzlarını. Aradan bir yaz tatili geçmiş, yaz tatilleri insanları güzelleştirir. Okula girip kantine iniyorsun şu girişteki ilk merdivenlerden. Koridorda bir çocuk gördün ya da çok güzel bir kız. Yeni mi, hangi bölümden? Geçen dönem sonundan beri Otisabi'nin 13-14 macerasını okudun, daha atik olmalısın. Kahve içerken, derse girerken, yemek yerken onu düşündün. Her kantine indiğinde gözlerin onu aradı. Belki bütün bir gün boyunca değil ama en azından bir aralık buldun işte, sevgilin varsa dahi gözü başka yerdeyken... Yeni mi, hangi bölümden? Öğlen yemek yiyecek mi? Göz göze mi geldik? Bu ne anlama geliyor? Otisabi gibi düşünmeye çalış. (Bar değil de kantin, bir içki değil de langırtta bir el ısmarlamak mesela...) Kendini masum göstermene gerek yok. Okulun ilk haftaları langırt oynayanların omuzları daha dik. Eylül'ün son günlerinde herkes herkesten daha güzel. Sen itiraf etmesen de, Yılmaz Aslantürk bunu biliyor. Birçok kadın ve erkek adına anlatıyor ve hepsinden önemlisi kendisinin de söylediği gibi k"adınlarla erkekler arasındaki şeyin cevabını kimse bulamaz ki!" . Yılmaz Aslantürk ile hayatını, çizdiklerini, bugünü ve Oğuz Aral'ı konuştuk. İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

25


26

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Yazı deneyiminiz, çiziminiz, ilhamınız nereden

başarısız, beceriksiz adamlar falan hep kadına

geliyor? Yazıdaki kaynağınız nedir?

yaranmak için yapıyorlardı böyle şeyleri. O zaman ben kendi hayatıma bakıyorum, gelip giden kadının

İlk kitabı çıkarırken de başımdan geçenleri

hesabı yoktu, gayet de mutluyum. Ben bu işi

yazmıştım. Zaten bu Otisabi’yi çizerken yarı

yıllarca yapacağım diye başlamadım, çok para da

başımdan geçenleri, yarı gördüklerimi çizmeye

kazanmıyordum, ev kirasını anca ödüyordum.

başladım. Bir üniversite öğrencisinin başından

“Aman okur beni sevsin, yüceltsin...” hiç böyle

geçenler ne olur; ev bulamaz, parası azdır, kız

bir derdim olmadı. Ben çizerek rahatlıyorum.

vardır, hele seksenlerde bir mahalleye bir kız

Dışarda küfür edemiyorsun, ama çizerken rahatça

getirmek, hele de bekâr bir adamın getirirken

laf sokuyordum. Sokabilmek için bu tipi yarattım.

görülmesi feci bir şey. Hem mahalleliye, hem

Gördün mü, ne dandik cümleler kuruyorum.

kıza çaktırmayacaksın, bir sürü numara. Bunları çizmeye başladım, yani başımdan geçenleri, ilginç

Bu işe başlarken kaç yaşınızdaydınız?

şeyleri çizerek. Sonrasında kadın erkek ilişkilerine yönlendi. Okuldada Uykusuz okuyan büyük

Hatırlamıyorum, 1990'ların başı... 30 yaşına

bir kitle var mutlaka. Bir kısmı da “Abi sadece

gelmemiştim. 28-29 yaşlarındaydım. Matematiğim

Otisabi'yi okuyoruz.” diyor. Ben sevmiyorum,

iyi değil.

okumuyorum diyenler var bir de, okumuyorsan nasıl sevmiyorsun?

Yapmayı sevdiğiniz bir uğraşın sonradan işinize dönüşmesi güzel değil mi?

Otisabi nasıl çıktı ortaya peki? Tabii canım, çalışıyormuş gibi olmuyorsun. Zaten Nasıl çıktı biliyor musun, bir dönemki çizerler

her hafta çizmek çok yorucu benim yaşımda birisi

– yazarlar, isim vermeden anlatayım, o dönemki

için. Bir de bir seviye yakaladın, onu sürdürmek,

dergilerde bazı çizerler, böyle bana göre ikiyüzlülük

her hafta bir basamak yukarı çıkarmak zorundasın.

yapıyorlardı. Çoğunu da tanıdığım için, kadınlara

Bir de hep aynı konuda çizdiğim için, bir done

kendilerini sevdirmek için, başını okşatmak için

buluyorum, sonra bir de ben bunu yapmış mıydım

kendini olduğundan daha kötü acınacak halde

diye düşünüyorum. Nasıl bakayım 6 kitaba tekrar

çizip onları hayran kitlesine döndürme derdinde

tekrar. Hatta bir keresinde aynısını yapmıştım,

(olduklarını görebiliyordum. Kadın erkek ilişkisi

hemen ekşide buldum kendimi.

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

27


Oğuz Aral? sevindi. Okuldan da Oktay Hocamız vardı. Sonra O'nun öğrencisiydim. O'nun sayesinde başladım.

(yurt dışı için) 5 milyon burs lazımdı. Oğuz Abi "Ben

1982’de üniversiteye başladım. Bursa’dan buraya

2,5 vereyim, (gerisini hamin ninenin yastığı altından

gelince "Yaşasın Oğuz Aral’ı da göreceğim, Gırgır’a

al)" 5 yıl Fransa’da kalacaktım, bambaşka bir adam

da gideceğim" diye heyecanlıydım. Pazartesi günleri

olacaktım. Çizer oldum. Bizimkilere söyledim, o kadar

toplantısı olurdu, saatler sürerdi, akşam 5.30-

sene okudun pandomim neymiş diye (yollamadılar).

6.00 gibi başlar, gece 12’ye kadar sürerdi. Vapur

Çok

şahane

kaçardı. Sadece çizmeyi de değil, dünyaya nasıl

ben

Otisabi'yi...

bakacağımızı da gösterirdi. Şu kitapları okuyun,

Okurlar arasından

şu gazeteleri okuyun, şu köşe yazarlarını okuyun

başıma gelmişti" gibi söylemlerde bulunan oldu mu?

diye önerileri de olurdu. Kişisel gelişime de katkısı

Erkekler Otisabi ile rekabet halinde,

olmuştur. Bir karikatürü bana 6 kere çizdirmişti.

yapıyoruz ha" diyenler var. Kadınlarda da, "Bizi

Ağladım artık. Ufacık bir şeyi 6 kere çiziyorsun,

nasıl bu kadar anlayabiliyorsun?" diyen var,

telefonu şöyle mi yapsak böyle mi yapsak.

"Senin suratına tükürmek istiyorum" diyen de var.

bir

adamdı. Yani

Çok Oğuz

severim Abi'yi...

"Geçen hafta çizdiğin benim "Biz de

Üniversitede de pandomim grubu kurduk, birkaç arkadaş birbirimizi bulduk. Pandomimin sebebi de

Akıl danışanlar var mı?

12 Eylül sonrası tiyatro yapsan oynayabileceğin oyunlar belli, her şeye karışıyorlar. Pandomim

Var, olmaz mı? Ergenler! Mailler geliyor bir sürü, öyle

olunca her anlama çekilebilir, ben onu demedim ki

oldu, böyle oldu... İşte dershanede bir kız varmış da,

diye kaytarabileceğin bir alan. O yüzden başladık.

aman bilmem ne, kız arkadaşıma hediye alacağım,

Oğuz Abi de pandomim yaptığı için ona gittim, çok

ne alayım. "Eldiven al" dedim, kızların elleri üşür.

28

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Hepsine cevap veriyor musunuz?

Siz baya keyfinize göre yaşıyorsunuz galiba?

Bazen... Keyfime göre, zamanıma göre... Musallat

Ben acayip disiplinli bir adamımdır, asker

oluyorlar sonra. Bu yaz tatilde birine cevap verdim,

disiplini vardır bende. Mesela az önce gönderdim

mesajlaşmalarının resmini çekip göndermeye başladı.

önümüzdeki haftaki sayfayı. Daha önce 2

Siz baya keyfinize göre yaşıyorsunuz galiba?

hafta önceden giderdim, tatil olunca 1 sayfayı

Ben

yedim. Birazcık otistiklik var, takıntılarım var.

acayip

disiplinli

bir

adamımdır,

asker

disiplini vardır bende. Mesela az önce gönderdim önümüzdeki

haftaki

sayfayı.

Daha

önce

2

hafta önceden giderdim, tatil olunca 1 sayfayı yedim. Birazcık otistiklik var, takıntılarım var. Mesela nasıl takıntılarınız var? Hep aynı şeyleri yapıyorum. Buraya gelirken hep aynı yerde karşıdan karşıya geçiyorum. Direğin aynı tarafından dolanıyorum. Değişiklik olunca çok huzursuz oluyorum. Değişik bir yere, başka bir ülkeye gitmiş gibi. Aynı şeyleri yiyorum öğlenleri. Geçen kış her gün her gün pide yemekten 92 kilo oldum. Size “Oo ne güzel lay lay lom” çalışıyorlar gibi geliyor ama öyle değil, ızdıraplı bir şey.

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

29


Mesela nasıl takıntılarınız var?

"İsmimi de unuttum,Yılmaz demiyor kimse. Bir keresinde, kitap fuarında anonslar yapılıyor "Otisabi lütfen danışmaya!" diyor... Sonra bi daha tekrar etti “bilmem ne plakalı oto sahibi..."

Hep

aynı

şeyleri

yapıyorum.

Buraya

gelirken

hep aynı yerde karşıdan karşıya geçiyorum. Direğin aynı tarafından dolanıyorum. Değişiklik olunca çok huzursuz oluyorum. Değişik bir yere, başka bir ülkeye gitmiş gibi. Aynı şeyleri yiyorum öğlenleri. Geçen kış her gün her gün pide yemekten 92 kilo oldum. Size “Oo ne güzel lay lay lom” çalışıyorlar gibi geliyor ama öyle değil, ızdıraplı bir şey. Peki televizyondaki Otisabi için ne düşünürdünüz, sizin dışınızda gelişen diziyi göz ardı ederek soruyoruz... Diziyi bir özet geçeyim. Baştaki karakteri bulmuştum. Otisabi dediğin adam benim aslında, saçı maçı benziyor. Çok fazla insan geliyordu televizyon işi için. Gelenlerden birinin şirketi iyi olunca soruşturdum, “Şahanedir.” dediler. Benim her şeyine karışmam gerekiyordu bu projenin, çok hassas bir konu, içinde seks var. Yanlış bir şey yaptın mı birden Aydemir Akbaş filmlerine döner. “Sen olacaksın kesinlikle” dediler. Neyse işte,

oyuncuyu bulduk. Bulduk da, sakallı filandı ilk fragmanlarda gördüğünüz adam. Deneme filmi çekmişler. O filmden bir sahneyi aldım, bilgisayarda saç yaptım. “Budur” dedim. Çok güzel gülüyor, suratında da bir ablaklık var, o da uyuyor Otisabi’ye. Neyse tanıştık, olur hadi başlıyoruz derken, fragman çekimine dahi beni çağırmadılar. Tesadüfen aradım da, çekime denk gelmiş, o anda söylediler “abi biz çekiyoruz” diye. Sözleşmeye de bir madde koydurmuştum benim onayım olmadan yayınlanmayacağına dair bir madde vardı ama onu hiçbir işe yaramayan bir maddeye dönüştürdüler. Para bitti, bulamadılar bir yıl. “Yollarımız ayrılıyor” dediler, bir ay sonra da “çekiyoruz” dediler “Ama Tim Seyfi ile”. Neyse işte, büyük patronla tanıştık. "Benim elimde sözleşme var, istediğimi oynatırım, istersem bu sözleşmeyi başkasına satarım" dedi. Buna karşılık benim diyecek bir şeyim yok, “buyrun” dedim “ama arkasında benim olmadığım bir şeyi kimse izlemez, onu da söyleyeyim”. Bunlar başladı çekmeye, hep irtibat halindeler benimle. Önce bir taşerona devrettiler ,en ucuz çeken adama, sonra sanat grubu geldi, "Onlara bir şeyler söylesene, Otisabi ne içer ne yer nerde yaşar..." Yahu çiziyorum zaten! Bir sanat grubundaki adam bakıp da o kanepenin, perdenin ne olduğunu anlayamıyor mu? Hiçbir şey benzemiyordu... Otisabi’nin evi çatı katında, bu ara kat. Hiç çizgi roman kahramanı ara katta oturur mu? Oynayacak adamın boyu 1.65 m, tepesi açık, kel, kocaman bir burnu var, fırıncı çırağı gibi, bembeyaz vücudu var. 12 cm topuklu ayakkabıyla yaptılar çekimleri. Ben de “Artık bu işte yokum” dedim, dedim ama peşimi bırakmadılar. Tesadüfen Galatasaray’ın önünde çekim yaptıklarını gördüm, yolumu değiştirdim sonra yine gördüler, oradan tramvaya atladım, orada da

30

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


cama vurup bana el salladılar. Sonra Twitter’dan çemkirip durdu bana yönetmen. Bir boka benzemedi, kimse seyretmiyor zaten. Ben şimdi oturup bir tane kedi videosu çeksem, Youtube’a

koysam

daha

fazla

seyredilir. 4000 kişinin seyrettiği bir dizi başarısızdır. Senaryo da kötü, teknik olarak da kötü. Nejat amca zayıf bir adam, burada şişko, göbekli bir adam olmuş. Tüplü televizyona Play Station bağlamışlar. Yani, Otisabi’nin perdesi dikdörtgen desenli, orda tam tersi daire desenli. Kötü... Sıraselviler’de kızla yürüyorlar, yere kameranın gölgesi düşüyor; asansörde çekiyorlar, aynada kameraman görünüyor. RTÜK’ü falan aşacak formül var kafamda. Yani hiç çıplaklık göstermeden baya milleti tahrik edebilecek, daha doğrusu seviştiklerini anlatacak sahneler çekilebilir. Çizdiklerime bakın, bunu okuyunca “Burada seks var” diyorsun. Kafalarda geçen o düşünce bulutları esas pornografik olan. Son kare de mecburen çizdiğim bir şey. 1990’larda çizdiğimde daha özgürdüm, şimdi o kadar özgür hissetmiyorum kendimi. Ayrıca ben o kadar meraklısı değilim televizyonda görmenin, yanıp tutuşmuyorum... Başka birileri de çekelim edelim dedi ama meraklısı da değilim, çok para falan da kazanmadım...

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

31


Otisabi televizyonda olsaydı yine sevilir miydi?

Otisabi hep böyle mi devam edecek? Bir öyle, bir böy koşmaya değer mi?

İnsanlar derken hangi insanlar? Annen de baban

Evet! Yani bir kere seks var işin içinde. Erkek için se

da seyreder Otisabi'yi. Bir şey çiziyorsan ya da

sürüyor en kabadayısı. 45 saniye, geri kalanında ise koc

televizyon için bir şey çekiyorsan kendine bir okur,

elbiseler, çantalar, ayakkabılar hepsi buna hizmet ediyor.

bir izleyici kesimi seçmiş oluyorsun. Zaten ben

yiyorsun" diyorlar. Ben nereye yiyorum bunun ekmeğin

bunlara hitap edeceğim diyorsun ya da Muhteşem

alırsan istediğin adamı tavlarsın, bunu alırsan istediğin

Yüzyıl gibi daha çok açıyorsun yelpazeyi. Şimdi

günü diye bir şey var mı? Sevgililer günü var, anneler gü

okur kitlesini seyirciyi seçiyorsun. Ben de burada

Sırayla yılbaşı var, sevgililer günü var. Kadınlar günü b

çok sevilen bir adam çizmiyorum, anti kahraman

doğum günleri. Bir de şimdi Ağustos’a kadar bir şey yok

çiziyorum. Mesela Fırat çok seviliyor. Ben öyle bir

yazıyor çok satıyor diye. Hayatında aşk yaşamamış, bir

şeyi en başından kendime sınır koyarak reddettim.

aşkı yüceltiyor. Çok satıyor bunlar diye. Oradaki pazar

O kadar sevilsin istemiyorum. Müdahaleler başlıyor,

İşim çok rahat, asla bana kimse bir şey yaptıramıyor,

bir de böyle çizsene, bir de böyle çizsene diye. Bu

usturuplu bir şekilde eleştirilebiliyorum. Okurlar da

beni özgür kılıyor, çok sevilmek istemiyorum. Yukardaki. Benim hitap edeceğim okuru ben kendim seçiyorum. Beğenmiyorsa beğenmiyor. "Ay kadını aşağılıyor" diyorsa, ben ne yaptığımı biliyorum, o öyle anlıyorsa bana ne. Restimi çekiyorum, sınırımı koyuyorum. Ben ilişki abisiyim, biz bu yolları biliriz demiyorum böyle bir şey yok. Ben de çizerek çözmeye çalışıyorum, çok da tutarlı olduğumu sanmıyorum. Bir hafta bir şey söylüyorum, öbür hafta başka bir şey söylüyorum. Otisabi üzerinden kadınlar arasında böyle böyle diyorum, objektif olmak zorunda da değil. Mizah zaten sübjektif bir şeydir. Hala siz de arıyorsunuz yani kadınlar ve erkekler arasındaki o meşhur sırrı? Kadınlarla erkekler arasındaki şeyin cevabını kimse bulamaz ki. Taraflardan birisinin daha pasif olması gerekiyor, daha boyun eğmesi gerekiyor, evliliklerin formülü bu. Ama bu aldatılmama garantisini getirmiyor. Yani her insan ayrı bir dünya. Kadın erkek diye de ayırmamak lazım. Kadınlar aldatmaz, erkekler aldatır diye bir şey yok. Erkekler kıskanmaz, kadınlar kıskanır diye bir şey yok. Bir kalıba sokamazsın, çok yanlış.

32

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


yle cevap aramaya mı çalışacak? Sonsuza kadar aranır mı? Peşinden

eks var aslında. Erkeklerin aptallığını da işliyorum. Alt tarafı 1,5 dakika

caman bir hayat var ve bütün bu hayat, işler, arabalar, evler, plazalar, takım

. Bana da "Sen de bir damar buldun, kadın erkek, yıllardır bunun ekmeğini

ni, çık İstiklal Caddesi’ne, bütün vitrinler dolu, millet hücum ediyor, bunu karıyı götürürsün diye. Yani seks satar diyorlar ya, esas satan aşk! Seks

ünü var. Sırf o sevgiyi, aşkı sömüren şeyler var. Yıla bak hiç boş kalmıyor.

bambaşka bir şeyken onu da hediye yapıtlar. E anneler günü, babalar günü,

k, o zaman hadi alışveriş festivali. Hayatında sevmeyen adamlar aşk kitabı

risine kendisini feda da etmemiş, mıymıntı pısırık birisi aşk kitabı yazıyor,

rlamacılık kurnazlığı. Dışarıda, oradaki "bilmem ne jeans’den farkı yok.

, asla bana şunu çiz diyemiyorlar. Lafımı sakınmadan söyleyebiliyorum,

a direkt olarak bunu söylemeseler de alttan alttan hoşlarına gidiyor. Genç yazarları, çizerleri nasıl buluyorsunuz? Sizin zamanınızdaki gibi mi, başarılı buluyor musunuz? Başarılı olanlar var. Espriler, komik şeyler yapanlar var, da çizgiye önem vermiyorlar. O da gelişmeyi engelleyen bir şey. Çizgi ikinci, hatta üçüncü planda. Hep aynı tipleri çizip geliştirmeleri gerekiyor. Hareketi (çizmeyi) de bilmiyorlar. Çizgi, desen gelişmediği için o da, direkt karikatürden başlamanın tehlikesi o. Yıllarca hep aynı adamı, aynı kadını çizecek onda ustalaşacak. Hareket alanı dar. O çizgiye uygun espriler devam edecek. Çok uzun soluklu bir şey olacağını sanmıyorum. Bir çizginin espriyi izah etmesi kadar bir de güzel olması gerekiyor, bakan adamın güzel bir kare görmesi gerekiyor, filmlerde olur ya. İltem Dilek’e çok gülüyorum mesela, erkek gibi çalışıyor kafası. Erkek zannediyorlar, "Yanına bir de vinyetini çiz" dedim. Oğuz Aral’dan bahsediyorduk ya, 6 kere çizdirmişti bana telefon kulübesindeki adamı. Şimdikilerin işi daha kolay, editöryel filtreden geçmiyor. İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

33

t Otis lafı nereden geliyor diye soracak mısınız? Çok ilginç bir şey değil ya. Daha önce ben Pişmiş Kelle’de bir sütun yazıyordum; atasözlerini, deyimlerini, şarkı sözlerini yanlış yerden bölersen başka bir anlam çıkıyordu. O zamanlar Dustin Hoffman, Rain Man vardı, sevimli göstermişlerdi. Ben de saf saf “Otis” aldım bir de abi koydum özel isim olsun diye. Bunlar yayınlanmaya başlayınca çok ilgi gördü, "abi ben de böyle espri yapıyorum ama herkes beni aşağılıyor, dışlıyor" diyenler oldu. İşte, onların abisiymiş gibi... Hikâye çizmeye başlayınca da o isim devam etti. Onların üzerine de kendimi çiziyordum, her hafta başka bir şekilde. Pilot, demir döven adam...


Uykusuz dershanesi ile biraz da Oğuz Aral dönemindeki yönlendirme amaçlanmıyor mu? İyi bir şey o. Geçen sene ben bakıyordum amatörlere de, çok sıkıldım artık. Adama diyorum ki bunu şöyle çizsen daha iyi, bunu böyle yapsan daha iyi diye, haftaya getiriyor yine aynı hatayı yapmış. Bir ilerleme kaydetmiyorlar, “Ya uzatma işte bas gitsin” derdindeler. Ben bir emek, zaman harcıyorsam 4-5 saat car car konuşacağıma gider bira içerim, seks yaparım. 5 saat! Çok değerli şeyler söylüyorsun anlamıyorlar. Jenerasyonla alakalı, annelerle de alakalı bak biliyor musun? Bu 1990’larda doğan çocukların anneleri, kendi anneleri olmamak için çocuklarını çok yüceltiyorlar, “Ay benim oğlum Picasso, benim oğlum Rembrandt”, aşırı kendine güven pompalıyorlar. Burada da bir kayaya çarpınca çok şaşırıyorlar, nefret etmeye başlıyorlar.

Aileler bu işi pek desteklemiyor galiba? Anneler bunu iş olarak görmüyorlar ya. Benim annem de böyleydi. Gırgırlarımı yaktı "Yamuk yumuk kafalı adamlar çiziyorsun, otur dersine çalış" diye. Anneler öyle, bizimkiler öyleydi. Şimdikiler de "Ayy benim oğlum süper top oynuyor, süper çiziyor’. Bir şey olduğu da yok, üniversiteden mezun oluyorlar yaptıkları bir iş yok. Sonra bu call centerlarda falan çalışıyorlar. Benim yeğenim de öyle. Makina mühendisi, yıllarca süründü. 4-5 sene sonra anca, inat edersen düzlüğe çıkıyorsun, hiç hayır demeden. Mimar Sinan'dan tamam da, İTÜ Makina’dan Otisabi çıkar mıydı? O kadar çok erkek arasından?

34

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Yanılıyorsunuz, rekabetten daha yaratıcı şeyler çıkar aslında. Çok da yaratıcı değiliz galiba... Makinacı deyince akla gelen bir tip var malum... 5 aylık sakallar, haftalarca giyilen T-shirt... Kendine bakan bir adım öndedir tabii. Bazısı da yanakları şişko diye uzatıyordur sakalı, favorileri o yüzden bırakmıştım ben de. Askerden geldiğim de"Tosun gibiyim lan bir şey yapmak lazım" dedim kendi kendime. Aynaya baktım, buralardan bir şey olsa biraz daha daralır surat diye... O zamanlar da böyle bir şey yoktu, dönüp bakıyorlardı. Laf atanlar oluyordu.

İTÜ Makina Fakültesi'nde her güne farklı bir çapkınlık hikayesi dinleyebilirsiniz. İnanıp inanmamak size kalmış. Ancak kesin olan bir şey var, yalan da olsa her çapkınlık hikayesinin en azından bir dinleyicisi var. İşte Otisabi, hikayeleri anlatan tüm bu kadınların ve adamların etrafında, onları anlatıyor. Sıradan bir hikaye anlatıcısının ötesinde Yılmaz Aslantürk. İlişkilere, insanlara ve hayata dair soruları mutlu son vaad etmeden, gözümüzün önünde...

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

35


. BUGRA GÜLSOY İILE . SETINDE BULUSTUK... .

-

Buğra Gülsoy, inşaat mühendisi babanın mimar oğlu.. Eğitim hevesiyle Kıbrıs’a gitmiş gezmiş, eğlenmiş, çalışmış, sabahlamış mimarlık öğrenmiş ya da mimarlık ona bildiklerini harmanlamayı, eklemeyi uyumlu bir şekilde sergilemeyi öğretmiş. Buğra beton ve cam gibi farklı malzemeleri bir araya getirmeye çalışırken, bir binayı ayakta tutmak hedefiyken, fotoğrafla filmi birleştirmiş yaptığı kısa filmler ödüller almış. Kelimelerle eğlenmiş oyunlar yazmış oynamış. Bir mimar bunları yapmış fakat her mimar yapabilir mi? İşte aradığımız cevap…


. . ESKIİ HIKAYE


“Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde mimarlık okudum. Mimarlık okuduğum sürece tiyatro yapıyordum. Orada özel bir tiyatromuz vardı. Tam mezun olduk, diplomamı aldım, dönecekken, mimarlık yapacakken, bizim tiyatronun genel sanat yönetmeni, Mehmet Ulubatlı, devlet tiyatrolarının müdürü oldu. Tam dönecekken ben, “gitme” dedi ,”kal seni yetiştirmek istiyorum”. Ben de o an tiyatroyu seçtim. Yani hayatta bazen insanların hisleriyle hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. O an, öyle hissettim. Zaten tiyatro yapıyordum dönüp mimarlığa başlayacağım, bir de hiçbir zaman üniversiteden çıktığın gibi değil gerçek hayat, biz mimarlık okurken hocalarımız bizi çok özgür bırakıyorlardı. Özgür tasarımlar yapıyorduk. Ama sen, ne yazık ki bütün meslekler için böyle, mezun olduktan sonra, ilk başta, teknikerlik, çizim yapıyorsun. Kendi rüştünü ispat edeceksin de, yıllar geçecek de, kendi istediğin tasarımları yapacaksın. Tiyatroda kendimi daha iyi ifade edebileceğimi düşündüm ve yürüdüm. Son durum tamamıyla hislerimin ürünü yani.”

13 yaşındayken kendinin super oynayıp da tiyatroyu meslek ed farklı bir çocukmuş. Buna sana var, kültür birikimi küçük yaşta genişlemiş ama abisi büyük bir bir endüstri mühendisi, birikimi doğru zamanda doğru yerde de “Üniversite, sadece ders çalışılan yer değildir. İlk kez ailemin yanından çıktım ve üniversiteye gittim. Ailenin dışında olmak önemli, karakterimi orada oluşturdum. Üniversite ortamı içinde kimliğinizi, karakterinizi oluşturuyorsunuz. Dolayısıyla içinde bulunduğunuz sosyal ortam ve çevreye ne kadar katkı sağlayabilirseniz, ne kadar bir şeyler yaparsanız mezun olduktan sonra, yaşınız ilerledikten sonra da iş hayatınızda daha aktif oluyorsunuz. Hayatı üniversitede öğreniyorsunuz aslında. Yaşadığım için söylüyorum, ilerde çocuklarımın asla benle aynı şehirde okumasını istemem. Çünkü karakterlerini gerçekten orada oluşturuyorlar. Okulun içinde sosyal faaliyetlere katılım çok önemli, spor, sanat, ne olursa olsun ama sosyal bir çevrenin bir gurubun içerisine dahil olmak çok önemli.”


rman zanneden bir deliyi dinmek isteyecek kadar atsever ailenin elbette katkısı izlenen oyunlarla filmlerle r fabrikada çalışan başarılı in yanında yetenek istek ve e olmak gerekmiş. “Okul da önemli ama insan hem eğlenip hem çalışmalı. Bizim mimarlık fakültesinin en komik anıları proje zamanlarından çıkar, sürekli bir proje yetiştirmek için fakültede gruplar halinde sabahlarız. Maketler yaparız, o maketler ellerimize mi yapışmaz, silikonlarla ellerimizi mi yakmayız, sabah kahve kolaları birleştirir uyumayalım diye onları içeriz sonra sabahına jüriye çıkacağız çünkü. Jüriye çıktığında işte gözler kaymış bir garip olursun. Yani, en keyifli anlarım orda geçti aslında. Bir de tabii ki tiyatroda, Açık Tiyatro’ydu adı, orada da sabahlıyorduk. Biz tiyatronun her şeyiyle ilgileniyorduk. Işığından dekoruna müziğine çalışmasına kadar orda da çok sabahlamışlık vardır. Unutamadığım tek şey onlar. Grup halinde sabahlamalar. Bir şeyi yetiştirme çabaları, son dakika eklemeleri, her öğrenci gibi. “


Mimarlık bu kadar eğlenceliyken insan bu işi bırakıp bir çocuk oyununda palyaço rolü oynar mı? “Pişman değilim. Çünkü ben bir yolu hissettim. Çok şükür ki istediğim gibi gidiyorum o yolda da. Zevk aldığım işi yapıyorum. Oyunculuğu da yaşlanıncaya kadar, ölünceye kadar yapmaya devam edeceğim. Ama mimarlık hep aklımın bir köşesinde. Çok severek okudum gerçekten. Belki böyle 45 – 50li yaşlarda babamın inşaat – mimarlık şirketi açmak isteğini gerçekleştiririz. O benim mimar olmamı istedi. Düşün, parayla okuttu, ben döndüm dedim ki ‘Ben Kıbrıs’ta kalıp tiyatro yapacağım’ tiyatroda ilk oynadığım da soytarıydı, çocuk oyunlarıydı. Bir küslük yaşadık elbette ama öğrencilere, gençlere tavsiye edelim ki, birilerinin size yüklediği değil sizin hissettiğiniz şey olun. Hissettiğiniz şeyi yapın. Dolayısıyla mimarlık yapmayı da ilerde düşünürüm. Oyunculuk, tabi ki bırakmam, devam eder. Babama vermiş olduğum sözü de tutacağım yani. Bir ofis açacağız,

40

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


tamam, merak etme. Aklımın köşesinde diyorum.” “Mimarlık da sanatın bir dalı. Mimari bir tasarım yaparken, onun her şeyini düşünüyorsunuz. Yaratacağınız binanın matematiğini, geometrisini, felsefesini düşünüyorsunuz Bir bina tasarlamak, bir şeyi tasarlamak demek, oyunculuklar aynı şey demek, yazmakla aynı şey demek, resim yapmakla aynı şey demek. Çünkü hepsinde geçtiğiniz yol, bir ürün ortaya çıkacağı zaman, hepsinde gidilen yol, aynı yol. Oyunculuk da mimarlık gibi. Karakteri inşa ediyorsunuz. Karaktere renk veriyorsunuz. Oyunculukta matematik çok önemlidir mesela. Duyguların matematiği de çok önemlidir. Aynı mimarlıkta da matematik, geometri, oran, orantı çok önemlidir ve yazarken de öyle. Ben zaten mimarlık okurken seçmeli grafik, fotoğrafçılık, film dersleri aldım, filmleri izleyip onların üzerine tartışma yapılan dersler okulda her alanda eğitim aldım aslında.

Mezun olduktan sonra Kıbrıs’ta kaldım, tiyatro yapmaya devam ederken bir şeyler yazıp çizmeye başladım. Fotoğraf makinam vardı, acaba fotoğraf makinasıyla kısa film çeker miyim falan diye düşündüm. Onları kurguladım ettim boş zamanımda tiyatroyla uğraşmadığım zamanlarda. Ben bir karar verdim, Kıbrıs’ta kaldım

Ç

ok radikal kararlar veririm. Tabi ki pişman olduğum

kararlar da olmuştur ama hayat

ve elimdeki her şeyi kullandım. En önemlisi de ustanın yanında yetiştim,

işte pişmanlıklarla doludur. Dönüp de ‘aman niye pişman oldum’ diye kafaya takmamak

tiyatroyu da pratiğin

lazım. Zaman ilerliyor, genelde

içinde öğrendim, hayatı da ondan öğrenmiş oldum. Karakterimi, yolumu

hislerimle yollarımı seçtim. İçgüdülerim çok kuvvetlidir. Çok da yanılmadım aslında. Kıbrıs’ta

oluşturmada Mehmet

yaşayacaktım, orada tiyatro

Ulubatlı’nın çok büyük

yapmaya devam edecektim, hatta

etkisi vardır. “ “

kendi evimi tasarlayıp içinde oturacaktım. İstanbul’dan bir teklif geldi ve şimdi buradayım.”

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

41


Pragma, yazar, yönetmen, oyuncu koltuğunda Buğra Gülsoy. Oldukça ilginç ve bir o kadar da medyatik olan oyun hakkında konuşurken epey heyecanlıydı başarılı oyuncu sanırım en çok sevdiği iş bu, eski dostu tiyatro.. “Hepsi yaşamış karakterlerdi, onların hayat hikayelerini bilip de oyuna girdiğinizde işte o zaman daha büyük keyif alıyorsunuz. Pragma’da herhangi bir giriş – gelişme – sonuç yoktu. Bir hücrenin içinde canlı doksan dakikayı gösterdik. Onların birbirini deneylemesini gösterdik. Bunlara bir deney yapılıyor. Dolayısıyla herhangi bir başlangıcı ve sonucu yok. Biz bir durumu gösterdik ve çektik. Bu katillerin faydacılıktan yani pragmatizmden etkilendiklerini anlatıyor. Çünkü faydacılık diyor ki, bir düşünce eyleme geçtiği takdirde doğruluğunu ispat etmiştir. Bunların hepsi düşündükleri, yargıya vardıkları her şeyi eyleme geçirmiş insanlar. Otokontrolü olmayan insanlar ve pragmatizmle, faydacılıkla birleşiyorlar. İki sene oynadık, en son İzmir’de oynadık, bitirdik. Şimdi yeni bir oyun üzerinde çalışıyoruz ama bakalım ne zaman çıkaracağız. Pragma beş yıllık bir oyundu, üç yıl sonra çıktı mesela. İçimize sindiği zaman çıkarıp oynamayı seviyoruz. Biz tiyatroyu açıkça söyleyeyim para kazanmak için değil daha çok kendimizi tatmin etmek için, istediğimiz şeyleri yapalım diye oynuyoruz, yapmak için yapıyoruz.” Televizyon ; “Ben severek yapıyorum, her işin zorlukları var yani severek yapmıyorsan gerçekten katlanılacak iş değil. Tek oyuncular için değil ekip için de öyle. E tabi her hafta bir sinema filmi yetiştiriyorsunuz. Senaryo önceden yok, bir hafta kala geliyor, çıkıyorsunuz sete, altı gün sabahlıyorsunuz, çekiyorsun, yayına yetiştiryorsun. Böyle bir dünya, dönüp duruyor işte. Bir süre sonra alışıyorsun ama. İzleyicide size alışıyor televizyonla çok yakınsınız aslında, Kuzey – Güney etkileri

42

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


p R A G M a o y u n c u l ar ı hala devam ediyor, güzel bir işti. Oyunculuk böyle, bir rolü oynarsınız, o rol özellikle televizyondaysa, öyle bir ilgi bulduysa size yapışır ve bir sonraki gelen karakter de aynı olduğu için onu oynarsınız. Elbette herkesin sabit oyunculuk tarzı vardır, onun üzerine karakteri inşa eder. Al Pacino’yu bir çok filmde izlersin ve her zaman Al Pacino’yu barındıran şeyler vardır.

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

43


Karakter geçişleri önemli,

rolden çıktım da ona

hemen yarışmaya başladı ama zor işler, karar vermek

giremedim durumunu yaşamadım. Okuyorsunuz

ilerlemek gerek “

karakteri, bir şekilde kafanızda kuruyorsunuz onu,

“Son olarak diyebilirim ki kendi kararlarınız

çok da tarif edilebilir bir şey yok, yani işte şunu

doğrultusunda ilerleyin. Hisleriniz doğrultusunda

yapıyorum, her gün sabah yumurta yiyorum falan

ilerleyin. Hiçbir zaman ‘keşke öyle olsa’demeyin,

gibi bir şey değil. Bir anda okuduğunuz zaman

mezun olurken ki aldığınız eğitimle gerçek hayatta

çıkıyor çok da bir tarifi yok yani. Deliyi oynamak

gördüğünüz şey aynı olmuyor. Ona da hazırlıklı

için deliyi incelemenize de gerek yok. Hem hangi ara

olun.”

inceleyeceksin düşünsene. Amerika’da sinema filmi

“Makine mühendisliğinde de, diğer mesleklerde de

çekiyorlar, senaryoları hazır, her şey çekiliyor, bitiyor

bütünü görmek işin sırrıdır. Üretilen bir şey, bir parça,

satılıyor. Üç yıl öncesinden çalışmaya başlıyorlar,

bir bina, bir resim, bütünü görebiliyorsan, her şeyde

git delilerle yaşa. Burada öyle bir şey yok ki. Haftaya

bütünü görürsün. Bir tiyatro oyununu yazmak bütünü

filme başlıyoruz, ne ara deliyi inceleyeceksin, sen

görmek demek, oyunculukta karakterin bütününü

deli olursun. O yüzden biz gerçekten büyük işler

görmek demek, tasarımın bütününü görmek demek.

başarıyoruz. Baktığınız zaman dizilerdeki görüntü

Mimarlık eğitimi buna dayalı.”

kaliteleri, çekimler

Amerikan dizileriyle hemen

Katkılarından dolayı Merve Turhan'a teşekkür ederiz. 44

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


ALIŞILMADIK MALZEMELER

tERMİNATÖR pOLİMER Yine bir NASA buluşu olan bu madde, Terminatör filmlerinde kendini iyileştirebilen robotlara atfen bu isimle anılmaktadır. Tipik elastomer görünümünde olan bu madde, kesici aletlerle kesilse bile kesildiği yerden eski parçasıyla temas halinde bırakıldığında tekrar eski haline geri dönebilmekte, hasarsız bütünleşebilmektedir. Bu özelliğiyle canlı deriye benzetilen maddenin nanoteknoloji ürünü donanımla birleştirilerek dış etkileri, başka bir deyişle dokunuşları algılayabilecek hale getirilebileceği düşünülmektedir. İmalatı laboratuvar ortamlarıyla sınırlıdır.

Aerojel İsminin aksine bir katı olan aerojel, havadan 7 kat daha hafif, porlu yapıda sentetik bir malzemedir. Görünüşünden dolayı aldığı isimler ‘katı hava’ ve ‘donmuş duman’dır. %99’u havadan oluşmaktadır. Katmanları arasında hava geçişi hiç kesilmediği için en gelişmiş fiberglas yalıtım malzemelerinden 39 kat daha iyi yalıtım yaptığı

düşünülmektedir. Bir tarafına konulan doğrudan oksijen beslemeli ate bile öteki tarafından hissedilmez. NASAtarafından sıklıkla kullanılan aerojel, artık plastik kadar kolay şekillendirilebilmektedir. Kullanımı uzay araçlarının dışına çıktığında hem sağlık, hem dayanım açısından birçok faydasının görüleceği düşünülmektedir. Şu aşamada piyasada yaygın değildir.

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

45


DARALAN İTÜ’nün Inferno’su Brown’dan Ortaylı’ya

D

an Brown’un son romanı Cehennem

“Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion’unda

(orijinal adı Inferno), Haziran ayında tüm

Ve kulağını yere daya,

dünyada okurlarıyla buluştu. Bir Brown

Dinle suyun şırıltısını.

klasiği olarak kısa ve sürükleyici bölümlerden

Batık sarayın derinliklerine in,

oluşan roman, sadık okurlarının rahatlıkla tahmin

Orada, karanlığın içinde bekler khthonik canavar

edebileceği gibi yine bir Robert Langdon serüveni.

Kan kırmızısı sularına gömülmüştür lagünün

Brown’un bu seferki ilham kaynağı büyük usta

Ki yansıtmaz yıldızları…”

ise İlahi Komedya’sı ile romana damgasını vuran bir Floransalı, Dante Aligheri. Cehennem

Heyecanı kaçırmamak adına romanın arka

de zaten İlahi Komedya’nın üç bölümünden biri

kapağından da okuyabileceğiniz bu dizeleri

(Cehennem, Araf, Cennet). Bu romanda Profesör

açıklamak istemiyorum, maksadım merakınızı

Langdon’a ilk bölümlerden itibaren üstün bir

uyandırmak. Her ne kadar bu yazıyı derlemekteki

zekâya sahip güzel bir bayan olan Sienna Brooks

amacım kitaptaki bir hatayı açıklamak olsa

eşlik ediyor. Romanın ilerleyen bölümlerinde ise

da, bu kitabın (ikinci sayfasının hemen

tahminleri alt üst edecek gelişmelerle okuyucuyu

arkasında da okuyabileceğiniz üzere) kurgu

saran bir kurgu var. Önceki romanlarından alışık

olduğunu unutmadan hikâyeyi okursanız, kitabı

olduğumuz şekilde Brown, birçok sanat eserini

beğeneceğinize eminim. Kişisel görüşüm,

farklı bir bakış açısıyla kurgulayarak Langdon’ın

Cehennem’in Brown’un öteki kitaplarıyla

hikâyesine katmış. Eserler Floransa, Venedik

yarışacak kadar iyi olmamasına rağmen 574

ve İstanbul’da olmak üzere tarihi dünyaca ünlü

sayfada sadece birkaç günü anlatmakta başarılı

şehirlerden seçilmiş. Türk basımının ön kapağında

olduğu (Langdon’ı altı kitap boyunca berbat bir

bulunan Santa Maria del Fiore Bazilikası ve arka

yalancı olarak bırakabilen yazarımıza da bravo).

kapağındaki Ayasofya da bunların arasında.

46

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


Röportajlar Esas konuya giriş yapalım. Az önce bahsettiğim gibi, kitabın ikinci sayfasında kitabın kurgu olduğuyla ilgili bir uyarı var. Ama kitapta biraz ilerlerseniz, Önsöz’den hemen önce, Gerçekler başlığı

altında

bir

paragrafta

kitapta yazılı olan isimler dışında her türlü bilginin gerçek olduğu yazıyor. Bu da, Brown’un bütün kitaplarının birçok

dünya

çapındaki

tartışmanın

olmasını

konusu

kaçınılmaz

hale

getirecek şekilde kafa karıştıran

Ayasofya Yeraltı Galerisi

bir durum. Kitapta okuyucuların ve alanında uzman bazı kişilerin bulduğu

hatalar,

diye

sempatik

nitelendirebileceğimiz

yazarımızın ‘gerçek’

yazdıklarının

olduğunu

söylerken

şaka yapmış olduğunu diletecek nitelikte. Keza bu yaz aldığım SNT113E kodlu Sanat ve Yorum dersinde hocamdan duyduklarım beni çok şaşırttı. Kitabın

son

İstanbul’da

yüz

sayfası

geçiyor.

Dört

yüzlü sayfalara gelene kadar zaten ‘Ah ne zaman gelecekler şu kitabı

İstanbul’a!’

kaygısıyla

yercesine

sayfalarda

ilerliyorsunuz (en azından ben öyle yaptım). 469’uncu sayfaya geldiğinizde ise, bize her derste söylenen, ama burada net bir İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

şekilde

çiğnenmiş

görüyorsunuz:

kural

bağlayan tüneller ve Anemas

KOPYALA-

Zindanları’nın yeraltı uzantılarını

bir

YAPIŞTIR YAPMAYIN. Hürriyet

keşfettiler.

Daily News’dan doğrudan alınmış

Yarısı

bir haber bence böyle bir romanın

bir

içinde biraz sırıtıyor. Brown bile

temellerini

yapmadıysa biz niye alıntılama

içindeki

ile uğraşalım, değil mi? İşte size

eski bir fotoğrafını gördükten

haberin kitaptaki kısmı:

sonra belgeseli çekmeye karar

AYASOFYA’NIN ALTINA TÜPLÜ

verdiğini

DALIŞ: Belgesel film yapımcısı

“Ayasofya’nın

Göksel Gülensoy ve araştırmacı

yüzeyin

dalgıç ekibi İstanbul’un yoğun

daha heyecan verici olduğunu

turist çeken dini yapısının yüzlerce

düşünüyorum”, diye açıklamada

metre altında sular altında kalmış

bulundu.

çok eski havzalar buldular.

İlk okuduğumda gurur duymadan

Sayısız mimari harikanın yanı

edemedim

açıkçası.

sıra, sekiz yüz yıllık çocuk aziz

böylesine

ünlü

bir

mezarları, Ayasofya’yı Topkapı

kitabında

Türk

belgeselcinin,

Sarayı’na,

belgeselinin ve Ayasofya’mızın

Tekfur

47

Sarayı’na

sular

altında

dehlizde

kalmış

Ayasofya’nın

inceleyen

bot

araştırmacıların

söyleyen

Gülensoy,

altındakilerin

üzerindekilerden

çok

Dünyada yazarın


DARALAN ilk elden reklamı? Kulağa gerçekten mükemmel geliyor. Ama size çok kötü bir haberim var. Bu haber ciddi anlamda hatalı. Üstelik 2009 yılında Hürriyet gazetesinde çıkan ve doğrudan çevirisi Hürriyet Daily News'da yer alan bu haber üniversitemiz rektörlüğü tarafından tekzip edilmiş. Yine de aynı haber hala virgül değiştirilmeden tekrar veriliyor. Sanat dersini aldığım hocam Doktor Çiğdem Özkan Aygün, yeni kurulan internet sitesinin (http://www.hagiasophiasubterranean.itu.edu.tr/) girişine düştüğü notta yapılan bu araştırmanın tek olduğunu ve tüm haklarının İTÜ ekibi ve ASPEG’e aitliğinin hukuki belgelerle kanıtlanabileceğini açıkça anlatmış. Hürriyet Daily News haberindeki bilgilerin gerçek olmadığı da notta yer alıyor. Net bir şekilde anlaşılabileceği gibi bu araştırma okulumuzun bir ürünü. Kazı Sempozyumları dışında İtalya ve Fransa'da da yayınlanmış, hatta İTÜ Vakfı dergisinin 2010 Mart – Haziran sayısında (55. Sayı) bu araştırmaya özel bir dosya hazırlanmış, Atlas dergisi ve National Geographic de makaleler yayınlanmış. Siteyi incelediğinizde görebileceğiniz gibi, İlber Ortaylı’nın da bu konuda gerçekleri ortaya koyan bir yazısı var. Yazıda her ne kadar karşı tarafın isimlerine değinmese de, popüler kültürdeki yansımalarından ipuçlarını takip edebiliyoruz. Cehennem’in Teşekkür kısmında da görebileceğiniz gibi yazar, araştırmalarını kendisi yapmıyor, bu bölümde adı geçen medya ajansıvari internet bazlı

Dr. Çiğdem Özkan Aygün

bir araştırma firmasına yaptırıyor. Görünen o ki, bu konu firma tarafından incelenirken fazla derine

Jeyan Çınar

inilmemiş. Okurlarımızdan ricam, bu yanlışlığı sosyal medyada duyurmaya, okulumuzun ve

cinarj@itu.edu.tr

doğrunun haklarının korunmasına yardımcı olmak.

48

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


. FILM RESTORASYONU “ Bitmiş bir filmciliği yeniden diriltmek ‘Hayır yeniden kurmak’ hiç de kolay değil. Hele dünya sineması yeni teknolojileri art arda sıralar, dün piyasaya çıkardığı yeniliği bugün demode ilan ederken bunu başarabilmek hem de hesapsız zorluklar, üst üste gelen darbelere göğüs gererek bugüne varmak inanılmaz bir radenin, kırılmaz bir azmin eseridir. ” İlhan Arakon Sinema 1890’larda sanat ve eğlence için yeni bir form olarak dünyaya tanıtıldığından beri, yıpranma, eskime gibi bir çok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Yirminci yüzyılın ilk yıllarında özgün bir sanat haline gelmiş, tıpkı diğer sanat dallarında olduğu gibi korunması savunulmuştur. Film korunması alanında profesyonelleşilmesi gerektiğini fark eden ilk kişi Jeffrey Selznick olmuştur. 1996 yılında Paolo Cherchi Usai işbirliğinde dünya film mirasının korunması için kuzey Amerika'da bir okul kurarak diğer ülkelere de bu mirasın korunması gerektiğini fark ettirmiştir. Türkiye’deki sinema arşivciliğini başlatan ve ülkemizdeki sinema çalışmalarına kimlik kazandırmayı başaran kuşkusuz kendine özgü kişiliği ile Prof. Dr. Sami Şekeroğlu olmuştur. 1959 yılında girdiği İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (bugünkü MSGSÜ) Yüksek

Resim bölümünde sanat hayatına başlamıştır. O yıllarda sinemanın bir sanat olup olmadığı tartışılıyor, Akademi gibi ülkemizin tek sanat eğitim merkezinde bile sinema sanat olarak kabul edilmiyordu. Gençlik yıllarından beri sanatın her yönüyle ilgilenmiş sinemaya tutkuyla bağlanmış Prof. Sami Şekeroğlu Akademi’ye girdiği ilk günden beri kültür sanat faaliyetlerine katıldı. Bir yandan Akademi dışındaki işlerini sürdürürken diğer yandan da öğrencilere şiir dinletileri düzenleyip, konsolosluklardan aldığı sanat filmlerini öğrencilere gösteriyordu. Düzenlediği gösteriler sadece öğrenciler tarafından değil Akademi dışından da büyük ilgi topladı. 1962 ‘de Akademi’nin Fındıklı kampüsünde bir merdiven altında 2x2,5 m. boyutlarındaki bölgeyi kapatıp,

Türkan Şoray ve İzzet Günay Vesikalı Yarim filminde.

49


konsolosluklardan aldığı sanat filmlerini öğrencilere gösteriyordu. Düzenlediği gösteriler sadece öğrenciler tarafından değil Akademi dışından da büyük ilgi topladı. 1962 ‘de Akademi’nin Fındıklı kampüsünde bir merdiven altında 2x2,5 m. boyutlarındaki bölgeyi kapatıp, topladığı dergileri, şiir kitaplarını, film rulolarını arşivleyip çalışmalarını burada sürdürmeye başladı. İzinsiz olarak yaptığı bu girişim sinemaya karşı olan Akademi hocalarının büyük tepkisini topladı. Büro olarak kullandığı bu odacığın kapısına ‘ Vazifeye atılmak için, içinde bulunduğumuz ahval ve şeraiti düşünmedik.’ tam karşısına da Ziya Paşa’nın ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’ sözlerini yazmıştı. Böylece Türkiye’deki ilk sinema kulübünün temelleri atılmış oldu. İsmini de sinemayı sanat olarak düşünmeyen topluma ’yedinci sanat’ olduğunu söyleyerek Kulüp Sinema 7 koydu. 1962-1966 yılları arasında Kulüp Sinema 7’nin düzenlediği gösteri programlarında iki yüzün üzerinde film yer aldı. Bu filmler içinde Türk sinemasına ait filmlerin yanı sıra, Türkiye’de daha önce gösterilmemiş, dünya sinemasının önemli ürünleri de yer alıyordu.

1967 Türk Film Arşivi

O yıllarda aydın kesim içinden bir grup Türk sinemasına karşı yabancı sinemayı savunuyor ve Türk filmlerini eleştiriyor ‘Yeşilçam Sineması’ diye adlandırıp aşağılıyordu.. Prof. Şekeroğlu, sinema ürünlerinin bir kültür mirası olarak değerlendirilmesi ve sinemamızın koruma altına alması nedeniyle eleştirilere hedef olmasına rağmen 1967 yılında Kulüp Sinema 7’nin adını ‘Türk Film Arşivi olarak değiştirdi.

Fındıklı'daki merdiven altının birebir benzeri şuan MSGSÜ Prof. Dr. Sami Şekeroğlu sinema tv merkezinde sergileniyor. Şu anki STM müdürü Prof. Dr. Asiye Korkmaz yakın zamanda bir sinema müzesi planları olduğunu ve Sami bey dahil bir çok sinemaya gönül vermiş yönetmen ve oyuncuların koleksiyonlarının burada sergileneceğini söyledi.


Dijital Teknoloji ve Restorasyon Çalışmaları Türk Sineması'nın eksik olduğu konulardan biri de teknolojiydi. Modern sinema teknikleri, Türk filmlerini geride bırakıyor, uluslararası arenada Türk Sineması yeterli düzeyde ifade edilemiyordu. Prof. Şekeroğlu Avrupa’da ve Amerika’daki sinema merkezlerinde teknolojik altyapı konusunda araştırmalar yaparak ülkemizdeki sinema teknolojisini Hollywood standartlarına getirerek bu konuda öncü oldu. Küçük bir merdiven altında kurduğu sinema arşivini geliştirerek 10.000 filme ulaşmasını sağladı ve dünyanın sayılı film arşivlerine girmesini sağladı. Daha sonra Akademi’ye bağlı, devletin de yardımını da alarak, Sinema TV Merkezini kurdu. Böylece sinema alanında araştırmalar yapan ve eğitim veren Türkiye’nin ilk kurumu kurulmuş oldu. Prof. Sami Şekeroğlu sinematografik mirasın korunması, restorasyonu ve gelecek kuşaklara aktarılması konusundaki çalışmalarını 53 yıl kesintisiz olarak sürdürdü. Kurumun devlet

Planlama Teşkilatı ve Kültür Bakanlığı işbirliğiyle gerçekleştirdiği ‘Dijital Sinema Altyapı’ projesi ve ‘Osmanlı İmparatorluğunun Son yılları, Cumhuriyet Dönemi ve Atatürk’e Ait Yanar Tabanlı Filmlerin Dijital Yöntemlerle Restorasyonu ve Yenilenmesi’ projelerini yönetti. Dünyada dijital film restorasyonu çalışmalarının başlamasıyla eş zamanlı olarak dijital sinema altyapısını kurdu. Sinema – TV Merkezini gerek teknolojik donanım gerekse yüksek kalitedeki restorasyon çalışmaları bakımından öncü konuma getirdi. Büyük bir sabır, emek ve dikkat gerektiren bir çalışma alanı restorasyon konusunda uzman eleman yetiştirmek amacıyla dijital sinema ve dijital film restorasyonu lisansüstü eğitim programlarının açılmasını sağladı. Film restorasyonunu bir eğitim ve uzmanlık alanı haline getirerek bu konuda da ülkemizde öncü oldu.

Filmlerin fiziksel bakım ve onarımları yapılıyor, daha sonra ultra sonik temizleme cihazında tozlarından arındırılıyor. Tarama cihazında veya dijital telesinede yüksek çözünürlükte taranarak dijital ortama aktırılıyor.


Dijital ortamdaki görüntüler, özel yazılımlar kullanılarak kare kare restore ediliyor. Üzerindeki toz, çizik, yırtık, vb. her tür arıza ve deformasyon giderilerek yenileniyor. Restorasyonu yapılan görüntüler, lazer yöntemiyle yeniden film üzerine basılarak, ömürleri 500 yıl garanti altına alınıyor.

Dijital ortamdaki görüntüler lazer teknolojisiyle film üzerine aktarılıyor.


Şu ana kadar MSGSÜ Sinema TV Merkezi'nin restore ettiği üç film Vesikalı Yarim, Gurbet Kuşları ve Üç Arkadaş filmleri HD kalitesinde izlenebiliyor. Son olarak Atatürk’ün yaptığı konuşmaları kayıt altına almış filmler ve Osmanlı’nın son zamanlarını gösteren filmler restore aşamasında. Ülkemizde MSGSÜ Sinema TV Merkezi dışında bu işi yapan özle şirketler de var. Televizyonlarda gösterilen Hababam Sınıfı serisinin HD hale getirilmiş halleri bu özel şirketler tarafından yapılmıştır. Sinema gibi ortak kültürü geçmişten geleceğe kesin bir dille aktaran bir sanat için Film Restorasyonu çok önemli bir aşamadır. Bu sayede yok olmaya yüz tutmuş filmler evlerimizde HD kalirede veya Blu-Ray formatta izlenebiliyor.

Değerli, katkılarından ve yardımlarından dolayı MSGSÜ Prof. Dr. Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi genel müdürü Prof. Dr. Asiye Korkmaz’a teşekkür ederiz. Kaynaklar : MSGSÜ Prof. Dr. Sami Şekeroğlu Sinema TV Merkezi http://selznickschool.eastmanhouse.org/

‘’Sevgi de yetmiyormuş çok eskiden rastlaşacaktık.’’ Sabiha.


Eğer erkeğin eğlenceli bir kişiliği varsa ve renkli pantolonu kendine yakıştırıyorsa giymesinde hiçbir sakınca yok. Tek bir şartla, pantolon aşırı dar olmamalı!

Üniversite hayatının kurtarıcısı oduncu gömleği bir diğer konumuz oldu.

Kesinlikle beğeniyorum, seksi! Oduncu gömleği giymeye devam!

Karşı cins birbirini eleştirmeyi hem çok sever, hem de birbirlerinin fikirlerini asırı merak eder. Buna bir son vermek istedik ve üniversite ortamında istenilen kız ve erkek profilini çizmeye çalıştık!

Tarz sahibi olmalılar. Yataktan kalkıp gelmiş görünümü olmamalı. Özellikle yakası fazla açık gömlekler, beyaz çoraplar ve sivri burun ayakkabılar hiç hoş durmuyor. Kaslı erkeklerin dar tişört giymesini de çok ama çok kasıntı buluyorum.

ODA TASARIM

Renkli pantolonları günde kaç insanın üstünde görüyoruz diye saymaya kalksak rakamlar bile yorulur. Bir trendi başkalarının üstünde çok sık görmek bazılarını teşvik ederken bazılarında ise ters tepebilir. Bu konuyu masaya yatırdık ve hem kızlara, hem erkeklere karşı cinsin üzerinde renkli pantolon görmek ne hissettiriyor sorduk. Buyrun kızlarımızın cevapları...


MODA TASARIM

Buyrun buradan da erkeklerin cevaplarını görelim... "

Kızlarda renkli pantolonu seviyoruz. Dikkat edilmesi gereken nokta mevsimsel tonlara uygun renkler seçilmesi.

Çekici ve seksi. Dekolteli bir bluzdan daha seksi bir şey varsa o da oduncu gömleğidir. Aynı zamanda dar jeanler de muhteşem.

Tarz sahibi olmalılar, birbirlerine benzememeliler. Markacı olanlar tek tip görüntüye sebep oluyor. Kalıp gibi saçlar ve koyu makyajlar kötü bir görüntü yaratıyor. Babetleri, hasır dolgu topuklu, burnu açık ayakkabıları ve portföy çantaları sevmiyoruz!


MODA TASARIM

Ecem: Renkli pantolon sevmiyorum. Siyahi

bir erkek değilseniz yakışma olasılığı düşük. Oduncu gömleğine gelince kızlarda sevmiyorum; çünkü sokakta gördüğüm profiller beni çoğunlukla düşünmeden giyinmiş diye düşündürüyor. Erkeklerde ise bu "fazla düşünmedim" havaları hoşuma gidiyor. Bu nedenle bol kesim ve büyük desenli olmak kaydıyla giyilebilir. Kalıplardan çıkın ve stil sahibi olun, çok daha anlamlı hissedeceksiniz. Okulumuzdaki kızların çoğu hiç makyaj yapmıyor. En azından yüze bir renk verilmeli. Bir kalem ya da ruj şart. Gün içinde güzel ve mutlu hissetmek için sabah alarmınızı 10 dakika daha erkene kurun ve hafif bir makyaj yapın. Erkek tarafına geldiğimizde ise ağız bakımı benim için çok önemli. Dişleriniz düzgün olmayabilir ama temizlik çok daha önemli.

Ege:

Bordo, hardal sarısı, koyu yeşil ve saks mavisi hoş duruyor, açık renklerden sadece nil yeşilini yakıştırıyorum. Erkeklerde koyu renk jean, beyaz t-shirt ve üzerinde düğmeleri açık oduncu gömleği kombinini beğeniyorum. Özellikle bordo renk favorim. Kızlarda da beğeniyorum fakat fit görünüm yerine büyük beden görünümü daha çok hoşuma gidiyor. Makyaj ve bakım konusuna gelince, ben de okula gelirken çok makyaj yapan biri değilimdir, kalem ve rimel çoğunlukla yeterli olur, ruh haline göre yüze hafif bir renk verilebilir. Ben, Ecem ve Özlem'den farklı olarak kokuya da çok önem veriyorum. Parfüm çok önemli.

Özlem:

Moda öğrencisi olmama ve toplumumuzdaki erkek kesimin renk duvarlarını aşmasına rağmen koyu tonlar benim için erkek modasının önemli bir parçası. Renkli pantolon için aşırı dar kesimlerden uzak durularak tercih edilen koyu tonlar bence oldukça stil sahibi bir izlenim veriyor. Oduncu gömleğinin kız-erkek ayrımı yapmadan her iki cinste de uğraşılmamış


Her kız farklıdır. Biz çok iyi anlaşan 3 arkadaşız, biz

bile farklıyız. Ancak ortak payda da buluştuğumuz birkaç ayrıntı var ki mutlaka bahsetmeliyiz… -İlköğretimden lise hayatına kadar kullanılan bez sırt çantaları yerine daha az ayrıntılı sade ve şık sırt çantaları tercih edilmeli. -Okulda parmak arası terlikler ve ayakkabılar tercih edilmemeli, kombinasyonda sıkıntı çıkıyor. -Kızlar uzun ten çorap giyiyorlarsa dikkatli olup kaçmamasına dikkat etmeliler, delikli çorap maalesef çok ucuz duruyor. -Erkekler beyaz pantolon giyerken sonuçtan emin olmalılar, hayal kırıklığı yaratan çok fazla. -Aşırı dar parçalar, aşırı düşük bel pantolonlar... Kısacası aşırı dozlara dikkat. -Değişik tarz denemeyen kişiler bizde korkak imajı çiziyor maalesef. Farklı tarzlar denemek klasikten daha eğlenceli. Sizi eğlenmeye davet ediyoruz!

Ecem Bozkurt Ege Gazioğlu Cemile Meryem Özlem Şimşek

ODA TASARIM

bir seksilik yarattığını düşünüyorum. Stil dediğimiz kişinin ruhunda olan bir şeydir ve bunun için fazladan zaman harcamaya gerek duyulmadığını düşünüyorum. Bu nedenle okul için sabahın köründe kalkıp dolabı açtığında rastgele elini attığı parçalar bile kişiyi stil sahibi gösterecektir. Son moda kıyafetler satın almak zorunda değilsiniz, Beyoğlu'nda 2. el butiklerden alacağınız eski bir parça, sizi yaşadığımız şu dönemde tek kılacaktır. Erkeklerde ayakkabı, çanta ve diğer aksesuarların önemi büyük. Makyaj konusunda her ne kadar çoğu erkek en azını tercih etse de birçok kız arkadaşım gibi benim içinde makyaj vazgeçilmez. Bakkala kadar makyajsız gidebilirim ama bir adım daha ötesi olmaz. Ayrıca erkeklerin bilmesi gerekir ki kızların ilk anda dikkat ettiği iki önemli çift var: ağız-diş ve eltırnak!


Dünya Kupası:

1966

Kaçın, Sahibi geldi!

1966 yılında İngilizler'in başına gelen en iyi şey Eric Cantona idi, sevindirici bir diğer haber ise Dünya Kupası'nı kazanmaları oldu.

1966, futbolu icad eden İngilizler'in, “Futbol 22 kişinin

Kupası İngiltere'de düzenlendi. İngilizler tarihte

mücadele ettiği ve sonunda Almanlar'ın kazandığı

birçok şeyi öngörmüş olabilir, dünya savaşlarını,

bir oyundur.” sözünü duymayı en azından biraz

suikastleri, ekonomik krizleri... Ancak sanıyorum,

daha ertelemeye çalıştığı -bunu bilinçli yaptıklarına

1966 Dünya Kupası'nın üzerinden 57 sene geçtikten

eminim- yıl. Yine de Gary Lineker'i durduramadılar,

sonra İstanbul Teknik Üniversitesi'nde çıkan Daralan

o söz söylendi! Her neyse. O sene, yani 1966'da

Dergisi'ne konu olacağını düşünmemişlerdir. Bir de,

Dünya Kupası İngiltere'de düzenleniyordu. Bir

bu turnuva Dünya Kupaları tarihinde maskotu olan

önceki sene Şili 1962 Dünya Kupası'nda çeyrek final

ilk turnuvaydı, olaylara bir yerde etkisi olacak mı

oynayan İngiltere, Sir Alf Ramsey ve en verimli

bilmiyorum ama aklımızda bulunsun.

çağını yaşayan Banks, Moore, Charlton kardeşler, Greaves, Hurst ve Hunt gibi oyuncuları ile birlikte kendi evinde mücadele edecekti. 1966 Dünya

58

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


T

urnuva, 11 Temmuz 1966'da, Pazartesi günü başladı. Ama '66 Dünya Kupası'nı anlatmaya ilk maçtan başlarsak hem sıkıcı bir

giriş yapmış hem de çok önemli bir detayı atlamış oluruz. O yıllarda Dünya Kupası, turnuvanın düzenlenmesini sağlayan ve 1921-1954 yılları arasında FIFA başkanlığı görevini yürüyen Jules Rimet'nin adını taşıyordu. 1974'den itibaren farklı bir görünüme bürünen kupanın Yunan Mitolojisi'nde zaferin simgesi olan Nike figürü etrafında gelişen bir görünümü vardı -sık sık anlatılan Brezilya'nın 1970'de kazandığı, çalınan ve bulanamayan kupa hikayesindeki kupa, bu sürecin son temsilcisidir. Neyse işte, yeniden 1966'ya dönersek o yılın mart ayında bir Dünya Kupası geleneği olarak kupa, turnuva başlamadan önce sergileniyordu... ve çalındı! Organizatörlerin uykularını kaçıran bu durum Pickles adında bir köpek tarafından çözüldü. Pickles çalındıktan bir hafta sonra kupayı buldu. Jules Rimet Kupası yerine konulduktan sonra muhtemelen herkes rahat uyumuştur. İlk maç ev sahibi İngiltere ile Uruguay arasındaydı. 90 dakika sonrasında berabere biten maçı izlemedim, bozuk para atışı dışında onları ümitlendiren neler vardı kesin olarak söyleyemem. Belki de İngiliz taraftarlar için bu maçın en güzel tarafı, milli takımlarının Dünya Kupası mücadelesini televizyondan ilk kez renkli izleyebilmekti. Ancak kesin olan bir şey var; ertesi gün aynı saatlerde oynanan Brezilya-Bulgaristan maçında Pele'nin sakatlanması bütün bozuk paralardan daha değerliydi. Futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi oyuncuları arasında sayılan Pele'yi izleyemeyecek olmak, Dünya Kupası'nı kazanmak anlamına gelebilir. Mersey Nehri civarında yaşayanları bir kenara koyarsak İngilizler -Brezilya grup maçlarını oynuyordu ve muhtemel çeyrek final maçlarını orada oynayacaktıve konu futbol olduğu için Almanlar, Pele'nin Bulgar defansı sakatlandığı o günden sonra çok daha umutluydular. Bundan 10 sene kadar önce bir yerde okuduğuma göre eskiden İngiliz futbolcular, böyle dünya çapında şampiyonalarda filan galibiyet alınca, bir sonraki maçta da o kazandıkları maçta giydikleri iç çamaşırlarını ve çorapları giyiyorlarmış. Bunun üzerine 1966 Dünya Kupası hakkında bir şeyler öğrendikten sonra insan merak ediyor, acaba Geoff Hurst de final maçına kadar aynı çorapları giydi?

Yazının devamı: http://bit.ly/daralan İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

59


"

HALİÇ'DE I. Kısım Güneş. Daha bu sabah doğdu ama hepimizden daha olgun. Bir yandan pırıl pırıl süslerken Haliç’i, müthiş bir ağırbaşlılıkla karşılıyor yeni günü. Kaygısı, tedirginlikleri; umutları, beklentisi yok. Telaşı hiç yok. Her şeyi olgunlukla karşılıyor, alınmıyor kimseye. Yeni başlayan güne küfredenleri, geceyi sabırsızlıkla bekleyenleri, sıcaktan şikayet edenleri yani kimseyi ayırmıyor diğer insanlardan; herkese aynı ışıldıyor, aynı ısıtıyor herkesi. Turuncu, ılık bir kucaklayış ve ağzımda bir yara ile uyandım bu sabah. İlk ve son görüşümdü bu ufuk çizgisini. Peki o gördüğüm şey sabah mıydı gerçekten? Rüyalardan uyanıp ufuk çizgisindeki turuncu rengi gördüğümüzde bu, ille de güneşin doğduğu anlamına gelmez. Batıyor da olabilir değil mi? İnsanlar bunu hiç düşünmüyor. İnanmak istedikleri şeye inanıyorlar hep. Oysa kafalarının içiyle dış dünya aynı olsaydı aralarında etten ve kemikten bir duvar olur muydu hiç? Ağzımdaki yara iyice acımaya başladı… II. Kısım Güneş. Bugün biraz erken doğdu sanki. Bazı türler için bereketini kaçırıyor denizin. Yaşadığım hayattan; evimden, işimden uzaklaşmak için geliyorum Haliç’e. Kafamı dağıtmak için atıyorum oltamı suya. Buradan döndüğümde beni bekleyen sorunları düşündükçe oltayı değil kendimi atmak istiyorum Galata Köprüsü’nden aşağı. Oltam titriyor. İşte bu gelen, kısa bir süreliğine de olsa ilgimi kafamdakilerden


YA Ş AYA N L A R uzaklaştıracak olan şey. Büyük mutsuzlukları unutmayı sağlayan küçük bir mutluluktur bazen. Küçük mutsuzlukları getiren de büyük mutluluk beklentileridir çoğu zaman. İkincisini tüm insanlar yapar fakat birincisi zordur, kendini adamanı ister. Ben de Haliç’e adadım kendimi, balıkçılığa adadım. Ağzımın suyu akmaya başladı… III. Kısım Haliç’de güzel bir sabahtı. Tramvay tekerleri tıkırdıyor, martılar uğulduyordu. Baharın gelmesiyle denizin tuzlu kokusu belirginleşmişti. Balıkçılar Galata Köprüsü üzerindeki yerlerini almış siftahlarını yapmayı bekliyordu. İşte, yeni günde Haliç’te tutulan ilk balık bir adamın oltasını titretiyordu. Balığı kaçırmamak için usulca çekti adam oltasını. Bir an için tek düşündüğü o balıktı. Hayat galesinden uzaklaşmış, zihnini sadece önündeki amaçla dolduran mutlu bir adamdı tablodaki. Ama ne yazık ki bu bir tabloydu nihayetinde, o anın resmiydi. Film yeniden oynadığında ve amaca ulaşıldığında makarada eski bant dönecekti. Balık, nasıl hissetmiyorsa kılçıklarının kendisine battığını; öyle hissetmiyordu kalbinin kırıklarını. Balık, nasıl hatırlamıyorsa az önce olanları; öyle hatırlamıyordu kendisine yapılanları. Sonra balık öldü ve su yüzüne çıktı. Gerçekler de öyle…

Soykan GÜNEY guneyso@itu.edu.tr


Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi "Edebiyata meraklıysan, fotoğraf çekmeyi seviyorsan, dağcılıkla iligileniyorsan, araştırmak, huzurlu sakin bir ortamda çalışmak istiyorsan buraya bir göz atmalısın."

İ

stanbul Atatürk Havalimanı'ndan Isparta'ya 29 Kasım 2007 günü saat 23:20'de havalanması gerekirken, Priştine seferinden

geç

dönmesi

nedeniyle 30 Kasım'da saat 00:51'de toplam 50 yolcu ve 7 mürettebat ile İstanbul'dan kalkış yapan uçak, saat 01:36'da Süleyman Demirel Havalimanı'na inişe geçtiği sırada Isparta'ya 18 km mesafede Keçiborlu'da düştü, kazadan

kimsenin

sağ

kurtulamadığını

açıklandı.

Özgen Berkol Dogan uçakta bulunan altı fizikçiden biriydi. Fizik, dağcılık, fotoğraf, edebiyat; özellikle bilim kurgu ve çizmek, hayal etmek sevdiği işlerdi ve ailesi, seveneleri onu manevi olarak yaşatmak için sevdiği şeyleri kullandı. Önce bir dernek kuruldu, fizik alanında ödüller burslar verildi, dans festivali düzenlendi, Berkol unutulmadı. Son olarak 2008'den bu yana planlanan ve 2 Aralık 2012 de Kadıköy’de “Özgen Berkol Doğan Bilim Kurgu Kütüphanesi” açıldı.


O

kumak, çalışmak, dinlemek isteyenler geliyor kütüphanemize. Edebiyat, fotoğraf, bilim kurgu fantastik meraklısı okuyan bir gençliğimiz var, bizim dönemimizden daha fazla okuyorlar. Okumayan bir kesim de var, amacımız sıcak samimi bir ortam yartıp tüm

kesimleri buraya çekebilmekti. Daha bir yılı doldurmadık ama epey iyi gittiğimizi söyleyebilirim.” “ İlk başta, Ülkü Tamer, Refik Durbaş, Yılmaz Özdil bağışları ve bizim kitaplarımızla kurduk. Daha sonra dışarıdan aldığımız, sahaflardan topladığımız kitaplarla, okuyucuların ve de çeşitli basımevlerinin bağışlarıyla kısa sürede 10.000'in üzerinde bir kitap sayısına ulaşmış böyle bir koleksiyona sahip olduk. Hafta içi genellikle Perşembe günleri yaptığımız farklı ilgi alanlarındaki söyleşilerle kütüphanemizi daha ilgi çekici hale getirmeye çalışıyoruz, ziyaretçi yorumlarına bakarak iyi bir yolda olduğumuzu söyleyebilirim.”

B

ilimkurgu daha çok konu hakkında gerçekten bilgi sahibi olan yazarların ele aldığı bir dal. Bilimkurgunun bir felsefesi, bir düşünme şeklide var. Fantastik yazılar ise herkesin deneyebileceği bir yazı türü. ama tabiî ki ikisi de birbirnin ayrılmaz iki kavramı. Bilimkurgu kütüphanesi Kadıköy çarşısının arka sokaklarında okurseverlerini ağırlıyor.haftaiçi her gün 11.00-18.30 saatleri arasında kütüphane açık.


I- I-S R M I I K LOJ O N A A TI- HAR KNO TEKN A Y HI- I-TE AIA E H I-SUS NDA -SEND C GE LOJ HI-SE USHI I KIR KNO US OJI S LOJI A R TE JI S NOL NO A I-H DAI- OLO TEK I-TEK H S EN KN IRI- KIR U I-S HI-S I-TE RAK ARA J LO US KIR I-HA HI-H O N JI S RA USH SUS O I-HA E S ME L O H IM ANI S N SU ATI-A YATIA Y HA CE H GE I R

J

aponya, birçok farklı büyüklükte farklı isimlerde a ülke. Ama şimdi bir sayfa kadar yakın. Araştıma Gö gözlemlerini bizlere bilmediğimiz pek çok şeyle ber


OJI L O

UZAKTANJAPONYA

adalardan oluşan Türkiye’ye saatlerce uzaklıkta olan bir örevlisi Özkan Gökçekaya Japonya’da kaldığı zamanların raber samimi bir dille anlattı.


j

Teknoloji ve Dil

J

aponya denince ilk akla gelenlerden biri teknolojik aletler olsa gerek. Evet o konu

tartışılmaz, Japonlar hemen hemen kendilerine lazım olan tüm teknolojiyi kendileri üretme potansiyeline sahip. Hatta o kadar ki, ingilizce konusunda

pek

başarılı

olamamalarının

sebebi bence bundan kaynaklanıyor. Çünkü kendi dillerinde kitaplardan istedikleri gibi yeterli bilgiyi edinebiliyorlar ve ingilizce bir programa ihtiyaç duymadan makinelerini kullanabiliyorlar. Ayrıca eklemek istediğim bir şey daha var o da Japonların okuması! Yani adamlar okuyor! En ufak şeyi öğrenmek için bile okuyorlar, bizim gibi yapalım bakalım ne çıkarsa diye değil açalım şunun kullanım

kılavuzunu

olan

yer.

bir

Okuma

okuyalım

mantığı

sadece

kullanım

kılavuzlarıyla sınırlı değil tabii, her şeyi okuyarak

öğrenmek

kültürlerinde

var.

Bildiğim kadarıyla Japonya’nın kanji olarak yazılımında kullanılan iki kanji karakterden biri güneş diğeri oku anlamına geliyor. Güneş kullanmalarının sebebi Japonya dünyada üzerine güneşin ilk doğduğu yer olarak tabir edildiği için, oku kanjisi de nerden geliyor anlamışsınızdır sanırım.

Su da var 3 tane alfabesi olduğunu biliyorsunuzdur, hiragana katakana ve kanji. Kanji Çin’den gelen bir alfabe, hiragana kendi temel alfabeleri, katagana da dillerinin yabancı kelimelerden korumak için kullandıkları yabancı kökenli kelimelerde kullanılan alfabe. Hiragana katakana’yi sökmek kolayda kanji’yi öğrenmek çok su götürür.


Çünkü iki çubukla senin kaşık kullanarak alamayacağın kadar pilav alan japon gördüm ben! Yemek Japonlarla ilgili teknoloji dışında bahsetmemiz gereken sushi olsa gerek! Evet sushi tahmin ettiğiniz üzere geleneksel bir Japon yemeği gibi bir şey. Bize biraz garip gelen pişmemiş balık, tutmuşlar pilava sarmışlar, diyoruz. Aslında burada yaşayınca pek de garip gelmemeye başlıyor, çünkü daha ne garipleri var  pirinçle yapılabilecek her şeyi bulmanız mümkün aslında, tatlısından tuzlusuna! Ama şu gerçek ki İstanbul’da da sushi yedim burada ki bir başka. Hakikaten önyargılı gelen biri olarak burada yediğim sushileri beğendim. Çiğ yenen et sadece balık değil, eti genel itibari ile pek pişirmeden yeme geleneği hakim; bizim aksimize, çünkü az pişince vitaminleri kaybolmuyormuş. Adamlar biliyor arkadaşım. Tabii mangal yaptığımızda, bizim etler piştiğinde Japon arkadaşlar kendi mangallarının başında doymuş oluyorlar. Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim diğer bir konuda bu chopstick mevzusu, şu iki çubukla yemek yeme olayı. İlk olarak zor değil ben bile yemeye başladım 3-4 ay sonrasında, “keşke japoncayı öyle kolay sökebilmiş olsaydım ya neyse bu konu çok su götürür.” Çubuklarla yemek yemek görüldüğü kadar zor değil hatta avantaj sağladığı durumlarda var. Sakın adamlar çorbayı da çubukla mı yiyor diye düşünmeyin! Ama evet çubukla yiyorlar çünkü içindekilerini çubukla yiyip suyunu kafaya dikiyorlar. Bana ilginç gelen ve söylemeye çalıştığım, adamlar çubukla yediği için zayıf değiller, adamlar sağlıklı beslendikleri için zayıflar. Çünkü iki çubukla senin kaşık kullanarak alamayacağın kadar pilav alan japon gördüm ben! Birde yemek konusunda kısaca baharat reyonuna değiniyim, baharat kullanılmıyor japon yemeklerinde, ‘soy sos’ denilen daha sağlıklı ve ayni işi gören bir şey kullanıyorlar. Soy sosa bandır bandır ye artık! Birde ‘wasabi’leri var tabii müthiş acı bir şey, bizim arnavut biberiyle yarışır. Evet yemek konuşunca, canım bir iskender istedi şimdi! Türk yemeklerini anlatmaya ne hacet!


Sendai - Japon Eskişehir’i Japonya’nın büyük adasında Sendi şehrinde yaşıyorum, tarif etmek gerekirse Tokyo’nun biraz kuzeyi, şu büyük depremin olduğu yere çok yakın aslında. Nüfus olarak büyük şehirlerinden biri ve samuray döneminde de Date isimli samurayın kontrolünde olan bir yer. Bu arada Sendai’nin de boğa dili meşhur yemek olarak, artık kendimi yemeklere nasıl kaptırdıysam, bitiremedim o mevzuyu. Ben buraya depremden 1.5 yıl kadar sonra geldim ve depremin etkisini pek görmedim. Zaten deprem değil Japonya’yı sarsan deprem sonrası tusunaminin kıyı kesimlerini harap etmesi. Kıyı şeridinde hayat bitmiş durumda ama şehir merkezi kıyıdan uzak olduğu için etkilenmemiş. Bu duruma yorum yapan Türk arkadaşlar, Sendai’de ki en yüksek westin binalarının dış cephesi tamamen cam ve depremde (ki 9 küsur büyüklüğünde bir depremden bahsediyorum) tek bir camın bile kırılmadığını söylediler. O yüzden şehirde herhangi bir sıkıntı yok, zaten Sendai şehri Türkiye’deki Eskişehir’e benzetiyorum bazen. Guton tamamen memur ve öğrenci merkezli bir şehir, denilen boğa dili yemeği dışında diğer meşhur olan şey Tohoku Üniversitesi. Tohokudai Japonya’da ve dünyada kendini kanıtlamış bir üniversite, özellikle malzeme mühendisliğinde dünyada sayılı üniversiteler arasında olduğu biliniyor. Bunu okula girip malzeme çalışmaya başlayınca daha iyi anlıyorsunuz ama o konuda konuşup gelmeye niyeti olanların keyfini kaçırmayayım simdi. İşin şakası bir yana evet malzeme konusunda gayet iddialı bir yer burası ve şehirde öğrenci olarak gayet rahat bir hayat sürmek mümkün.

68

İTÜ Daralan Dergisi |EKİM 2013


..... bisiklet ya da motor kullanırken gözünüz kapalı içiniz rahat olabilir çünkü japonlar gerçekten kurallara harfiyen riayet eden bir toplum ..... Kurallara riayet Özellikle ulaşım inanılmaz kolay, çünkü bisikletle merkezde her yere ulaşabilirsiniz ya da 50cc’lik küçük motorlar çok yaygın. Ve bisiklet ya da motor kullanırken gözünüz kapalı içiniz rahat olabilir çünkü japonlar gerçekten kurallara harfiyen riayet eden bir toplum. Yani eğer sana yeşil yanıyorsa yaya olarak gözün kapalı yürü derim sorun değil, birde İstanbul’da yürü bakalım gözün kapalı . Tabii gördüğüm 2 tane aykırı durumu da söylemezsem olmaz, araba kullanırken traş olan bir adam birde makyaj yapan bir kadın gördüm! Kadın göz makyajını araba giderken yapmaya çalışıyordu, nasıl bir azimse artık.

İTÜ Daralan Dergisi | EKİM 2013

69


Mesela, biz ofislere ayakkabıyla girmiyoruz bina girişinde ayakkabılar çıkarılıyor ve bütün binayı terlikle geziyorsun. Ayakkabı çoğu yere girerken çıkarılıyor zaten, geleneksel japon restoranları da dahil. O yüzden dikkat çeken bir durum göze çarpıyor, japonların büyük ayakkabı giyme alışkanlıkları, bizde olduğu gibi büyük olsun seneye de giyersin diye değil, büyük olsun çabuk giyilip çıkarılsın diye

Günlük Hayat

Çalışma Temposu

Genel olarak bir insan Japonya’da

Tempolu çalışmanın sonrasında

ne yapar tam net konuşamam belki

genelde eve yatmaya giderle tabii

çünkü ben daha çok akademisyen

giderlerse! Yani ev denilen yer

hayatını biliyorum diğerlerinin

sadece uyumak için kullanılıyor

nasıldır

ama

ve bu yüzden ufak ama kullanışlı

gördüğüm kadarıyla hayat çok

bekar evleri revaçta. Örneğin

erken başlıyor ve keşke çok erken

benim

bitiyor diyebilsem ama maalesef!

yani

Çok erken bir saatte çalışmaya

banyo mutfak… kutu gibi ev

başlayıp çok geç saatlere kadar

mantığı

uzanan güzel bir çalışma temposu

nüfusunun Türkiye’nin iki katı

var

ve yüzölçümünün yarısı olduğu

emin

ama

değilim

standartlaştırmak

evim her

toplamda

19m2

dahil,

tuvalet

şey hakim.

Japonya’nın

gerekirse üniversite hayatındaki

hesaba

master veya doktora seviyesinde

dağlık alanların yoğunluğunda

iseniz bu çalışma saatleri ortalama

eklendiğinde

12 saat olarak söylenebilir. Tabii

ortaya çıkıyor. Bu yüzden alan

bu tamamen benim genellemem,

doldurmak

kesin her yer böyledir demek zor.

arabayı ucuza alsan bile onu park

Tamamen laboratuvara, profesöre

etmek için bir yılda araba parası

ve

ödemen mümkün olabiliyor.

ortama

göre

değişebilir.

katıldığında alan parayla,

ayrıca sıkıntısı mesela

Lab deyince aklıma gelmişken söyleyeyim, bizdeki kültürün daha gelişmiş bir hali olan ayakkabı çıkarma olayı da var.

Yazan: Araş. Gör. Özkan Gökçekaya


Harakiri

Eğitim

Eğlence Hayatı

Bazen japonlar için robot gibi

Japonya’da öğrenci olmak demek

Hayatın pahalılığını söyle ifade

insan

çalışmak

arkadaşım.

edebiliriz Türkiye’deki x 2 yada

laboratuarda

3 Japonya’ya denk gelir sanırım.

diyorlar

noktalar

ya

yok

katıldığım

değil,

olmadıklarını

ikili

anlıyorsunuz.

Bir

robot

demek çoğunu

daha

Ama pahalı diye eğlenmekten geri

kurabiliyor.

kalmıyorlar. İş sonrası stres atmak

ve şeref için Harakiri yapan bir

Mesela hocalarla laboratuardaki

için yaptıkları genel geçer şey

toplum sonuçta. Harakiri dediğim

öğrenciler aile gibi. Ayrıca bunu

gidip yiyelim içelim. Her büyük

onuru zedelenmiş ya da yüz

sağlamak için yıl içinde üniversite

şehrin bu tür istekleri karşılamak

kızartıcı bir suç işlemiş birisi bu

çatısı altında farklı spor dallarında

için taksim misali bir bölgesi

utancı ailesine yaşatmamak ya

yarışmalar yapılıyor ve böylece

mevcut. Sendai de Kokubuncho

da düşmanın eline düşmemek

grup

diye anılan bir bölge bu işi

gibi

çalışılıyor.

durumlar

ilişkilerde

Günün

kere

için

gurur

harakiri

geçirdiği yakın

için

insanlar

ilişkiler

havası

pekiştirilmeye

görüyor.

denilen kendi onurunu kendi elleriyle temizleme seklinde tabir edebileceğimiz intihar yöntemiyle sorunu çözebiliyor. Yani duygular derin ama bastırıyorlar diyelim.

Yeme içme muhabbetinde ilginç olan Japonya’da ki garip sistem, çoğu mekana girerken baştan söylüyorsun “Nomuhodai” sonra iç içebildiğin kadar, yani sınırsız içme diye bir seçenek var.

Tabi mekan sahipleri bunu pek dert etmiyorlardır, çünkü japon arkadaşlarımız pek de sağlam değiller içme konusunda. Stres atma konusu japonlar için epey önemli çünkü bildiğiniz gibi iş stresi yüzünden intiharların yaşandığı bir ülke burası, tabii insanlar da bunun farkında ve bu duruma düşmemek için buna para harcıyorlar. E sektörde onlara farklı alternatifler sunuyor tabii, bunlardan en yaygını konuşmak için birisine para ödemeniz mesela! Ya da son dönemlerde birisinin onlara sarılması için bile para verdikleri duyulmuştur, ilginç tabii! Ama böyle anlatınca sanmayın ki insanları çok sıkıcı, işten başka bildikleri yok! Hayır aslında gayet renkli insanlar ve hayal güçleri inanılmaz. O kadar manga, anime nasıl çıkar yoksa! Demem o ki, buralarda çalışmak da yaşamak da ilginç. Bu sadece Japonya’yla ilgili diye demiyorum, mümkün olduğunca Türkiye dışına çıkıp yeni toprakları yeni insanları tanımanızı tavsiye ederim. Ben burada kessem iyi olacak, konu konuyu açıyor çünkü. O zaman japonlarin deyimiyle, “otsukarasama des”




Firmamızın hedefi , ''kaliteli ürün'' , ''hızlı tedarik'' , ''en düşük maliyet avantajı'' ilkeleri ile , Siz değerli müşterilerimize hizmet sunarak , işletmelerde oluşan ''yüksek alternatif maliyet'' sorunlarına çözüm ortağı olmaktır.

Necatibey Cd.No:34/607 Karakoy-Istanbul Mail: info@ak-kon.com FAX: +90 (212) 249 80 76 TEL: +90 (212) 252 70 63 GSM: +90 (532) 362 66 64


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.