Dengê Kurdistan.20
YAZGIMIZ
KAZANMAKTIR
“Yüreklerimizin göklerinde çelik bir yıldız olan Yoldaşlara sözümüz var .... Geçti artık boyun eğme dönemi Yazgımız Kazanmaktır.” (Mayakovski) Tarihin yeniden yazıldığı zorlu ama bir o kadar da, umut yüklü, devrimci zamanlardayız. Ortadoğu’da ve bölgede, irili ufaklı çok sayıda özgürlük ateşi yanıyor, kimi alanlarda burjuva, gerici iktidarları yakacak koca bir yangının alevleri boy gösteriyor. İktidarlarını yitirme olasılığı güncel bir sorun haline gelen kanemici diktatörler, pervasızca kıyımlara başvuruyor. Zalimler zulümle bile yönetmede zorlanıyorlar. Hem de her bakımdan. Zamanın ruhunu devrimci kılan, başta Türkiye'deki faşist AKP diktatörlüğü olmak üzere, Ortadoğu'daki tüm gerici iktidarların temellerinin sarsılıyor oluşudur. Bu sarsıntıdan bir devrim ya da devrimler serisi çıkıp çıkmayacağı, ezilenlerin bilinç ve örgütlülük düzeylerine, birleşik hareket edebilme yeteneklerine ama en çok da, politik askeri bir varlık olarak, bu süreci karşılamaya denk bir hazırlığa sahip olup olmamalarına bağlıdır. Çünkü bölge gericileri
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 ve faşist diktatörlükler, politikayı artık daha dolaysız bir şekilde, askeri araçlarla yapıyor, halkları ellerinde tuttukları şiddet tekeli ile yönetiyorlar. Tayyip Erdoğan'dan Netanyahu'ya, Suudi kralı Selman'dan Esad'a, tüm gerici faşist diktatörler, bu süreçte, “bombalı siyaset”i yaygınca kullanıyorlar. AKP'li Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve emperyalistlerce bölge halklarının başına bela edilen DAİŞ tarih sahnesine bombalarıyla çıktı ve ancak o dilden yanıt almaya başlayınca biraz da olsa durduruldu. Bombalar katliam, yıkım ve dehşet yayma, en yaygın siyaset yapma biçimi oldu bu güçlerin elinde. Tayyip Erdoğanın başını çektiği faşist diktatörlük, Cizre'de, Nusaybin'de, Sur'da, Silopi'de, Gever'de, Xezek'te ve Kürdistan'ın tüm dağlarında görüldüğü gibi, siyaseti doğrudan bombalarla yapıyor, yakıp yıktığı şehirleri, bilinçli olarak, yaygın medyalarında gösteriyor. Böylece naklen korku yayıyor. Onlar şimdilerde sadece korkuyla, artık hiçbir meşruiyetlerinin kalmadığı Kürdistan'ı yönetmeye çalışıyor. Diri diri yaktığı genç devrimcilerin, Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Sevê Demir gibi yurtsever halk önderlerinin ya da bedenlerine 18 kurşun sıktıkları MLKP/FESK komutanları Berçem ve Ekin yoldaşların şahsında, mücadele edenlere gözdağı veriyor.
2
Dengê Kurdistan . 20 Korku, en kıyıcı ordu, en caydırıcı kuvvet ve egemenlerin önemli bir silahı olarak yaygınca kullanılıyor. Devletler halklar üzerinde kelimenin gerçek anlamıyla terör estiriyor, teröristleşiyor. Artık herkesçe de görünür olduğu üzre, Türk burjuva devleti tıpkı Siyonist İsrail gibi terörist bir devlettir. Başta Kürt halkımız olmak üzere, Türkiye'deki tüm halklara karşı resmi devlet zulmü uygulamakta, terör estirmektedir. Korkuya Karşı Cesaret Korku kadar, cesaret de, bugün her zamankinden daha politik bir nitelik ve içerik kazanmış durumdadır. Devlet terörünün hedefi korkuyu kitleselleştirmek, halkları yıldırmak, öncü iddialı grupları pasifize etmektir. Mevcut egemenliğin sürdürülebilir olması için onların buna ihtiyaçları var. Korkuyu pasifize edici, politik bir pratik olarak uygulayanların karşısına, her alanda ve her biçimde cesaretle çıkmak, hem onurlu insan olmanın gereği, hem de siyasi görevidir. Bu durum, örgütler için ise vazgeçilemez devrimci bir zorunluluktur. Faşist saray cuntasının onur ve özgürlük mücadelemizi kanla bastırma politikasına karşı yükselen seslere gösterilen saldırgan tepkilerden de görüldüğü gibi korkuyu yaymak isteyenlerin itiraza tahammülü yoktur. Onlar tam teslimiyet, ya da onların diliyle söyleyecek olursak, biat isterler.
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 Bu nedenle, barış isteyen akademisyenlerin sıradan bir imza kampanyaları bile, saray cuntası ve yandaşları tarafından büyük bir saldırganlıkla karşılanmış, aydınların bu kirli savaş suçlarına ortak olmayacaklarını beyan etmeleri, Tayyip Erdoğancı katiller sürüsünü adeta çıldırtmıştır. Öyle ya, onlar insanları diri diri yakarak, ne denli gözüdönmüş olduklarını gösterirken, herkesin bundan büyük korku duyarak geri çekilmesi gerekirken, kimin haddine “bu suça ortak olmayacağız” demek! Ama denildi işte... Sadece denilmekle kalmadı, bütün tehdit, saldırı ve tutuklama terörüne rağmen, bu onurlu barış hareketinin ana gövdesi geri adım atmadı... Cesaretli davrandı. Korku etkisizleşti. Cesaret korkuyu etkisizleştirir çünkü. Bu korku ikliminde bu tür adımlar değerli ancak, süreci boşa çıkarmaya yetmemektedir. Daha cesur adımlara, daha cesur çıkışlara ve buna bağlı politikalara ihtiyaç var. Israrlı ve giderek kitleselleşmesini başarmak zorunda olduğumuz her türlü sokak hareketleri ve moral değeri yüksek başarılı askeri eylemler dizisi, bu korku cenderesini kırmanın başlıca yollarındandır. Hem Türkiye cephesinde hem de Kürdistanımızda başarmak zorunda olduğumuz devrimci görevimiz budur. Ve cesaretle bu görevin gereklerini yerine getirmeye kilitlenmeliyiz.
3
Dengê Kurdistan.20 Başlangıçtaki tüm dezavantajlı hallerine ve güçlü hazırlık imkanlarından yoksunluğa rağmen, Bakur Kürdistanın yoksul sokaklarında yükselen hendek ve barikatlar politikası, her açıdan cesur bir devrimci çıkıştır. Tarihsel ve hamlesel değeri sonradan daha iyi anlaşılacak olan bu çıkış, sömürgeci faşist diktatörlükle savaşımı daha üst bir seviyeden sürdürme kararlılığı ve iradesidir. Marksist Leninist Komünistler bu politikanın başarısını kendi başarıları olarak görmek, ihtiyaçlarını kendi öncelikleri kapsamında değerlendirmek zorundadır. Cesur Örgütsel Atılımlar ve Görevler Mevcut örgütsel tablomuz, bu devrimci görevlerin yerine getirilmesi bakımından mutlaka aşılması gereken bir dizi engeli ve sorunu barındırıyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, şimdiki düzeyimiz, bu sürecin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaktır. Ancak, bu aşılamaz, mahkûm olduğumuz bir durum hiç değildir. Aşmak doğrultusunda attığımız mütevazı adımlar önemli ancak, mutlaka süreklileştirilerek geliştirilmelidir. Dönemin ruhu devrimci, çıkış imkanları sıçramalıdır. Geleneksel çalışma alanlarımızın dışından, yüzünü partimize çeviren, mücadele saflarında yerini alan yurtsever Kürdistan gençliği, her bakımdan daha ileri hamleler yapmamızın gereklerini tüm örgüt-
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 çülerimize hatırlatıyorlar. Mevcut -ya da artık eski- düzen, eski alışkanlıklar, eski ilişkiler ve eski tarz, dönemin ihtiyaçlarının uzağındadır. Öyleyse, her bakımdan yenilenmek, her bakımdan cesur adımlar atmak durumundayız. Örgütler kurmada, insan kazanmada, eylem yapmada, statükoları ya da düzenleri bozmada, yeni alanlara açılmada, görev ve sorumluluklar üstlenmede, özcesi adanmışlıkta daha fazla cesaret sahibi olmak, kendine rol biçmek, devrimci politika yapmanın bir yolu ve gereğidir. Dönemin ihtiyacı ve tek tek, kadın erkek, tüm komünistlerden beklentisi budur. Dönem, özgür bireyleri, özgür çalışmaları daha önemli kılıyor. Kısıtlı, dar ve en önemlisi de düzeniçi tüm ilişkilerin ve anlayışların aşılması gerekiyor. Bir nevi tutsaklık haline gelen tüm statükoları bozmak, fiili meşru ve daha özgür çalışmaları geliştirmek, devrime yürüyen Kürdistanın komünistlerden beklentisidir. Bu beklentileri yanıtlamak için, herkes bulunduğu pozisyondan bir ya da bir kaç adım daha öne çıkmayı, partinin Kürdistan'daki sıçramalı gelişiminin yapıcısı olmayı başarmalıdır. Kürdistan devriminin zaferinin inşacısı olmanın yolu budur. Şiirde de denildiği gibi “yazgımız kazanmaktır.” Kazanacağız!
4
Dengê Kurdistan . 20
Devrimin Kadroları Olmak İçin Kopuşlar Örgütlemek Kürdistan'daki parti faaliyetinin varlık iddialarımıza uygun hale gelebilmesinin yolu, başta kadrolar olmak üzere, tüm parti kitlesinin kendini devrime göre düzenlemesidir. Yaşam tarzından eyleme, gündelik ilişkilerden gelecek düşlerine kadar, devrimi hayatın her alanına sirayet eden bir değer, yol gösteren ışık, motive eden duygu, dirençli kılan moral, iradeye yön veren bilinç ve her an birlikte yaşanan varlık haline getirmek bunun başlıca yollarındandır. Bu ancak devrimi gündelik yaşamın içine ama mutlaka tüm düzenlerin dışına yerleştirmekle mümkün ola-
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 caktır. Devrimin ve devrimciliğin günlük yaşamın içine yerleştirilmesi, uğruna dövüşülen değerlerin; özgürlük tutkusu, onurlu ve insanca yaşam, adalet ve hakikat arayışçılığı, dayatılanı red ve itiraz edebilme, ezilenlerden yana olma, kadın özgürlükçü üslup, ilişki ve değerlerin kurumlaşmalardan ev ortamına kadar yansıması, örgütlü olma hali ve pratiğinin türlü şekillerde hayata geçirilmesiyle mümkün olur. Devrimcilik iddialı bir insanın ya da örgütün, gündelik ilişkilerine, yukarıda sadece bir kaçı sıralanan değerleri yansıtması, tutarlılığın gereğidir. Bir gevezeler topluluğu, bir demagoglar korosu gibi özü başka, sözü başka davranmak devrimcilerin tarzı değildir. Devrimciliği bir meslek, bir kıyafet gibi icra edip, üstünde taşıyanlar, henüz devrimciliği bir yaşam felsefesi haline ge-
5
Dengê Kurdistan.20
tirememiş ve düzeni aşamamış demektir. Oysa, ilke basittir...İnandığı gibi yaşamak, bunun için mücadele etmek! Bu insan için devrimci ahlaka dayalı, devrimci pratiktir. Parti ve örgütler içinse, stratejilerinin gereğini yapmak, programlarını ve iddialarını kağıt üstünde bırakmamak, hayata geçirmektir. Eşitlik üstüne bir çuval söz söyleyip, bunu hayatına uygulamayan, silahlı mücadeleye dair mangalda kül bırakmazken, bir tek silahı dahi bulunmayan, kadın özgürlükçü mücadeleye dair sözlerini, erkek egemenliğini gizleyen bir maske haline getiren, gündelik hayatta klasik erkek olan, örgüte ve örgütlenmeye dair çok konuşan ama pratiğinin esası kendiliğindenci ve örgütsüz olan, inandığı ve iddia ettiği gibi
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
yaşamıyor demektir. Ezilenlerin, işçi ve emekçilerin, böyle kişilere de örgütlere de güven duymak için nedeni yoktur. Doğaldır ki, insanlar özüyle sözü bir olan kişi ve örgütlere güvenirler. Devrimi Yaşamak ve Kopuşlar Örgütlemek! Devrim, mevcut düzenlerin yıkılması, alt üst olması anlamına gelir. Bu ekonomik toplumsal ilişkiler için de geçerlidir, tek tek bireylerin yaşamları için de. Partiler, örgütledikleri sınıfları ve o sınıflara mensup bireyleri devrim düzenine göre konumlandırabildikleri ölçüde eskiyi aşabilirler. Devrimcinin “düzen içindeki düzeni” gün be gün yıkılıp aşılmıyorsa, birey eskisi gibi yaşamaya devam edebiliyorsa, orada bir tutarsızlık vardır. Çünkü
6
Dengê Kurdistan . 20 devrim de, devrimci de; bilinçte, örgütte ve eylemde düzen dışında, onu aşarak inşa olur, onu tutsaklaştıran sınırları içinde kalarak değil. Bunun tek bir yolu yok kuşkusuz. Ancak şurası kesin, kopuşlar düzeni aşmayı ve yeniyi inşa etmeyi mümkün kılan en devrimci yol ve tavırlardan biridir. Bu hem düşünsel hem de eylemsel olarak gerçekleşebilir. Kafada düzeni reddetmek, onun dayatmalarını meşru görmemek, kendi etrafından başlayarak, düzendışı bir duruş, bilinç ve yaşam inşa etmek devrimi bugünün sorunu haline getirmektir. Partinin ve partilinin gittiği her yere bu bilinç gidiyor, buna göre bir pratik gelişiyorsa, işler yolunda demektir. Değilse, en hafifinden bir tutarlılık sorunu var demektir. Devrim düzen dışı ve yıkıcıdır Devrimcinin düzeniçileşmesi onu yozlaştırır. Çünkü devrim düzen dışı ve düzen yıkıcıdır. Peki nasıl? Devrimin hem gündelik hayatın içinde hem de tüm düzenlerin dışında olması nasıl sağlanır? Ekonomik ve toplumsal ilişkiler, yaşam tarzı, kültür, alışkanlıklar, ihtiyaçlar sürekli hareket halindedir. Burjuva ideolojisi bu hareketi kontrolü altına alır, kendi sınıf çıkarları yönünde ona burjuva bilinç katar. Devlet, pek çok örgütsel mekanizmasıyla birlikte, kültür, eğitim,
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 medya vb. kurumlarıyla düzen sınırları içinde tutmaya çalışır. Nesnel olarak ilerleme eğiliminde olan toplumsal dinamizm, böylece statüko içinde hapsedilir ve boğulur. Devrimci irade toplumsal hareket yasalarını tanır ama onu kendiliğinden bir akışa bırakmaz. Onu sosyalist bilinç, duygu ve düşünüş ile yönlendirir, yönetir ve sınıfsız topluma doğru ilerlemesi için rolünü oynar. Bunun için de her günkü ilişkileri değiştirir, dönüştürür, devrimcileştirir. Devrimcilik yenilenme ve değişimin sürekliliği anlamına gelir. Devrimci olmak ilk adımdır, devrimci kalmayı başarmak ise kesinkes yeni ve genç kalmayı, değişimin yönünü ileriye doğru örgütlemeye bağlıdır. Dünün devrimciliği nesnel olarak bugünün gerisinde kalır, eskir. Dünün devrimci örgütü bugünün değişen koşul ve ihtiyaçlarına cevap veremez. Dünkü devrimci düşünüş, yaşam tarzı ile yetinen, dünün devrimciliğini sürdürmek için statüko inşa eder. Bir tür düzen kurmak anlamına gelen statükoculuk her türlü yenilenme ve değişimin düşmanı olduğu gibi, devrimin de düşmanıdır. Çünkü bugünün devrimciliğinin kendi kurulu düzenini de yıkacağından korkar. Devrimin zaferi ve devrimci iktidar koşullarında da 'devrimci' statükoyu, bir kere kurulmuş 'devrimci düzeni' olduğu gibi sürdürmeye kalkışmak devrimi düzen içine hapsetmek ve boğmak anlamına gelecektir. Bu anlam- 7
Dengê Kurdistan.20 da devrimci parti ve tek tek devrimcilerin dünün tarz ve alışkanlıklarına karşı yenilenme ve mücadeleyi eskiye karşı yeninin, statükoya karşı düzen dışılığın, evrime karşı devrimin mücadelesi biçiminde ele almaları gerekir. Devrimcinin kendisinde yıkacağı şey eski devrimcilik tarzı ve alışkanlıklarıdır. Bugünün devrimciliği dünün devrimciliğini yıkarak ancak yenilenir. Bu açıdan devrim daima düzen dışıdır, kendi kurduğu düzene mahkum değildir. Dünün eskiyen devrimci düzenine karşı da yıkıcıdır. Devrim bir kerede, hızlı, ani ve sert değişim demektir. Kopuşlar da öyledir. O nedenle kopuşlar devrimcidir diyoruz. Zamana yayılan ağır aksak ilerleyişlere karşı devrimci kopuşlar, yenilenmenin ve her daim genç devrimciler olarak kalmanın en emin yoludur. Kendi düzenini yıkmayan, eskiyen devrimciliğini yenilemeyen, yaşamını kopuşlar örgütleyerek devrimcileştirmeyen hiç kimse bugünün, dönemin devrimcisi olamaz. Dönem, Pirsus şehitlerinin ayak izlerine basarak yürüyen, başta genç komünistler olmak üzere, bütün parti güçlerine tarihi bir fırsat sunuyor. Herkesin kendi tarihini yazdığı koşullarda, kopuşlar yoluyla partinin yeni dönem atılımının mimarları, yapıcıları olmak için, cesaretle savaş siperlerinin en önüne yürüyenlere selam olsun!
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 KÂBUSUNUZ OLACAĞIZ! Adları Zilan, Arîn, Berçem, Ekin, Zinar, Çağla, Dîrok, Eylem... Genç ömürlerini onurlu ve özgür bir yaşam için tereddütsüzce sunarak cüretle ileri fırladılar. Halkların kurtuluşu davasına olan sarsılmaz inançlarıyla, yaşadıkları burjuva sistemin içinde onu yıkan birer dinamite dönüştüler. Düşünsel ve pratik varlıklarını devrime adadılar. Çürümüş sistemin tüm vaatlerini davaya adanmışlıkları ve cüretleriyle ellerinin tersiyle ittiler. İnandıkları değerler için ölümü hiçe saydılar. Yeni bir yaşam umudunu tüm eşitsiz koşullara inat büyük bir adanmışlık ve irade ile ortaya koyarak sömürgeci faşizmin kâbusu olurken, ezilenlerin yeşeren gelecek umudu oldular. Burjuva aklın hiçbir zaman anlayamayacağı cüretli eylemleriyle, ezilenlerin bilincinde silinmeyecek izler bırakarak ölümsüzleştiler. Onlar; insanlığın onurlu davası için burjuvaziye göre 'insanın en temel şeyi olan ve vazgeçilmesi mümkün olmayan' yaşam denen şeyi, seve seve terk ettiler. Eylemleriyle ölümü değil, yaşamı temsil ediyorlar Feda eylemi yapan devrimcileri “beyinleri yıkanmış, kandırılmış kişiler” olarak tanımlayan faşizmin demagogları, her türlü silahı etkisizleştiren bu olağanüstü irade karşısında ça-
8
Dengê Kurdistan . 20 resizleşmektedirler. RAF Örgütü'nün kurucularından Ulrike Meinhof'un beynini; ölümünün ardından on yıllarca laboratuvarlarda birçok testten geçirerek incelemeye alan burjuva akıl bu çaresizlik örneklerinden biridir. Burjuva psikologlar, sosyologlar devrimcilerin yaşamı uğruna ölecek kadar sevmelerinin sırrını çözememişlerdir. Eylemleriyle tarihe iz bırakan insan güzellerinin eylemlerinin anlamı da, ortaya çıkışı da yalın ve sadedir. İnsan olmanın bütün değerlerinin ayaklar altına alındığı, halkımızın çocuk, yaşlı, kadın, erkek diri diri vahşet bodrumlarında yakıldığı, imha saldırılarına tabi tutulduğu bugün, insanlığın gülen yüzleri olarak büyük bir adanmışlık ve maneviyatla ortaya çıkmışlardır. ''Ya özgürlük ya özgürlük'' diyerek, öldüğü sanılanların aslında yaşayanlar olduğunu göstererek ardıllarına koskoca bir mücadele mirası bırakmışlardır. Devrimcilerin adanmış eylemlerini ''hayat içerisinde amacı olmayan, çıkışsız bireylerin eylemleri'' olarak yansıtarak, değersizleştirmeye çalışan Faşist Sömürgeciliğe yanıtı da, birer kahramanlık destanı olan eylemleriyle göstermişlerdir. Amaçları açık, hedefleri bellidir. Mücadele etmek içinse çok nedenleri vardır. Dağlarımızda, kentlerde, savaş cephelerinde, büyük bir kararlılıkla mücadele ederek ölümsüzleşen onlarca devrimcinin yaşamı, bu büyük mücadele kararlılığının ispatıdır. Rüzgâr ekenler fırtına biçecektir Bakur Kürdistanda, öz yönetim direnişlerinde ölümsüzleşen yaş ortala-
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 ması yirmilerde olan bu genç yürekler, kirli savaşın en fütursuzca yürütüldüğü doksanlı yıllarda doğdular ve büyüdüler. Kiminin köyü yakıldı, kiminin gözlerinin önünde sevdiklerine tecavüz edildi, yakınları katledildi. Köy meydanlarında işkenceden geçirildi aileleri. Bu nedenle savaşa doğan çocuklar erken büyüdü. Bu vahşeti asla unutmayan dünün çocukları bugünün gençleri ant içti kavgaya. Ve bugün savaşın en eşitsizi devam ediyor. On yıllardır halkımızın iradesini kıramayan sömürgeci faşist Türk devleti savaşın en kirlisini sürdürüyor. En ileri teknolojiyi halkımızı katletmek için kullanıyor, bodrumlarda gençleri diri diri yakıyor, tank, top, havan, savaş uçakları ile yüzlerce insanımızı katlediyor. Tüm direnenleri katlederek, hapsederek, meclisten atarak tasfiye edeceğini, hizaya sokacağını sanan sömürgeci, imhacı devlet, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu sanarak sonuç alacağını düşünüyor. Yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevdiler Yurtseverler, devrimciler, komünistler...İnsani ve vicdani olan ne varsa ona düşman olan sömürgeci katillere karşı en eşitsiz koşullarda dövüşüyorlar. Birer direniş güzellemesi yazarak ölümsüzleşiyorlar. Cizre'nin vahşet bodrumlarında ''öleceğiz ama asla diz çökmeyeceğiz'' diyen Mehmet Tunçlar, sömürgeci devletin başkentinin “en güvenli yerinde” gerçekleştirdiği feda eylemi ile sömürgeci zihniyetin kabusu olan Abdulbaki Sömerler, Seher Çağla Demirler, halkımı- 9
Dengê Kurdistan.20 zın ulusal özgürlük başkaldırısının önlenemeyeceğini gösteriyorlar. İşte bu adanmışlık ve feda ruhudur sömürgeci devleti rejim krizi ile sarsan. Abdulbaki'nin eylemindeki cüret ve taktik akıldır faşist devletin, devrimci irade ve adanmışlık karşısında çaresiz kaldığını gösteren. Yine Ankara'nın ortasında elleri kanlı faşist katiller grubunu hedefleyen Seher Çağla Demir; özgür kadın kimliği ile onurlu yaşam uğruna, okuduğu üniversiteyi terk ederek sınırsız devrimciliğin, halkına adanmışlığın görkemli eylemcisi olmuştur. Aynı adanmışlığı kuşanan Eylem Yaşa ve sayısız feda eylemcisi faşizmin korkusunu büyütüyorlar. Türkiye metropollerinden sömürgeci faşist diktatörlüğü hedefleyerek eyleme geçen Yeliz Erbay ve Şirin Öter yoldaşların görkemli direnişi de devrimci iradenin, adanmışlığın başka örnekleridir. Başta Kürdistan'da halkımıza, Türkiye'de devrimcilere, ilericilere yönelik saldırılar ve katliamlara karşı ezilen halkların adalet talebini yükselterek Suruç katliamının, Amed'in, Ankara’nın hesabını sordular. Ezenlerin fütursuz şiddeti karşısında eylemleriyle ezilenlerin şiddetinin meşruluğunu gösterdiler. Özyönetim direnişinde ölümsüzleşenlerimizin hesabını sormak için devrimci adaletin uygulayıcısı oldular. Kuşatıldıkları parti üssünde tüm eşitsiz koşullara rağmen kahramanca direnerek sömürgeci faşist katiller güruhunu şaşkına çevirdiler. Gelecek kuşaklara, komünist kadının çelikten iradesine, cesaret ve cüret dolu
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 direniş hanesine bir miras bıraktılar. İnsanlığın onurlu gelecek yürüyüşünü engelleyemezsiniz Sömürgeci Türk Devletinin tüm olanaklarıyla saldırdığı Sûr, Cîzîr, Şirnex ve Nisêbin’de destansı direniş yaratıldı. Artan gerilla eylemleri, Halkların Birleşik Devrim Hareketi'nin Türkiye kentlerinde geliştirdiği eylemler faşist Türk devletini çaresizleştirirken ezilenlerin umudunu büyütüyor. Bedel ödeyerek, bedel ödeterek onurlu gelecek düşlerimizi örüyoruz. Savaş tüm yıkıcı ve eşitsizliğiyle sürerken adanmış devrimcilerin, ışıltılı eylemleriyle umut büyüyor. Sömürgeci faşist rejim kayıplarını gizlemeye çalışsa da gerçekler balçıkla sıvanamayacak kadar net ortaya çıkıyor. Hayat bir kez daha devrimci iradenin, adanmışlığın olduğu yerde bütün eşitsizliğe rağmen duruma meydan okunabilineceğini, sömürgeci faşizmin kâbusu olunacağını gösteriyor. Nisêbin'de onur ve özgürlük barikatlarında savaşan yoldaşlarımızın sözleriyle söyleyecek olursak tüm baskılara rağmen “diz çökecek olan sarayın cellatlarıdır”. Ve kazanacak olan direnmeyi yaşamak belleyenler olacaktır. Her biri 'kavgayı daha da büyütün' çağrısı olan ölümsüzleşenlerimizin düşlerinin izini süreceğiz. Kentlerde, kırlarda, barikat başlarında Berçem olup, Ekin olup, Zinarca, Arînce savaşarak zorba düzenlerini yıkacağız. Her kentte, her sokakta karşılarına çıkarak kâbuslarını büyütmeye devam edeceğiz. 10
Dengê Kurdistan . 20
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 maestro rolünü oynar.
PARTİ YAYINLARINA SAHİP ÇIKMAK Parti yayınları ile kurulan ilişki örgütlü ve partili devrimci olmanın kriterlerinden birisi olarak önemini koruyor. Bir partinin siyaset üretme yeteneği, kendini yenileme ve örgütlenme kapasitesi, devrimin sorunlarına çözüm geliştirme düzeyi, ideolojik-teorik donanımı, savaş iradesi ve kararlılığı yayın organları aracılığıyla dile gelir, somutluk kazanır. Parti önderliğinin günlük devrimci siyaseti yönetme araçlarından birisi de yine yayın organlarıdır. Dolayısıyla parti kuvvetlerimizin, parti çizgisine uygun ve parti önderliğinin talimatları doğrultusunda devrimci mücadele yürütmelerinde, parti yayınları ile kuracakları ilişki tayin edici bir yerde durmaktadır. Bu nedenle dün olduğu gibi bugün de sosyalist yurtseverler parti yayınları ile nasıl ilişkilendiklerini sorgulamak zorundadırlar. Örgütsel sorunlarımızın başında düzgün parti işleyişini oturtmak gelmektedir. Düzenli organ toplantıları, belli konularla ilgili kolektif tartışmalar ve eğitimler, parti çizgisine ve tarzına uygunluk, disiplin, iç illegalite, güvenlikli çalışma, rapor sisteminin oturtulması, eleştiri özeleştiri, istikrarlı gelişim çizgisinin yönetilmesi, yeni örgütler kurma ve kadrolaşma yönelim ve talimatları, perspektifler, uyarı ve eleştiriler, parti yayınları aracılığıyla kuvvetlerimizle paylaşılır. Parti yayınları ile kurulan ilişki düzgün parti işleyişini oturtma düzeyini de yansıtır. Yayınlar, parti yaşamında adeta bir orkestranın ses uyumunu sağlamada
Kendiliğindenciliği mahkum etmek ve iradeyi kuşanmak. Kendiliğindencilik ve kendine görelik parti tarzının düşmanıdır. Bir talimat ya da perspektifin partinin tüm örgütleri tarafından kavranması ve kolektif tarzda pratikleştirilmesi, öncelikle bir örgüt gibi davranmanın gereklerindendir. Parti talimatlarının 'bana göresi-sana göresi' olmaz. Yerel-kesimsel çalışmalara göre özgünleştirmekle, kendine göre yorumlamak aynı şeyler değildir. İradeyi parçalayan, eylemin vuruş gücünü zayıflatan, hedefi belirsizleştiren bu tür yaklaşımlar partiyi parti olmaktan çıkaran pratikleri besler. Örgüt, en özlü tarifi ile eylem birliği demekse, eylem birliğini zayıflatıcı tüm pratikler örgütsüzlüğü teşvik eder, örgütün tasfiyesini getirir. Parti yayınları ile kurulacak sıkı ve devrimci ilişki parçalılığı önler, kendine göre davranışların zeminini ortadan kaldırır, iradeyi hakim kıldıkça kendiliğindenciliği parti yaşamından uzak tutar. Günlük-haftalık parti politikalarının yürütülmesi ve yönetilmesinde parti yayınları belirleyici rol oynarlar. Politika ile örgüt her zaman iç içedir, araç-amaç bağlantısını sağlar. Yine de her durumda politika aracın bir adım önünde ilerler, ona ön gelir. Ne yapmak istediğinize karar verdikten sonra ne ile/nasıl yapacağınızı, yani aracı inşa edersiniz. Diğer bir ifadeyle örgüt politikaya göre biçim alır. Politikanın parti kuvvetlerine ve oradan da kitlelere aktarılmasında kilit rolü parti yayınları üstlenir. Örgütle önderlik, örgütle kitleler, politika ile örgüt arasındaki bağlantıyı sağlayan en önemli araçlardan birisi de yine parti 11 yayınlarıdır. Politika ile kurulan
Dengê Kurdistan.20
ilişkide, parti yayınlarıyla kurulan ilişki bir veri niteliğindedir. Parti yayınları ile ilişki yüzeysel, kendiliğindenci, en iyi ihtimalle bireysel kalıyorsa politika ile ilişki de aynı yetersizlik ve zayıflıkla maluldur. Örneğin; Merkezi Politik Yayın Organını düzenli okumuyor, günlük parti çalışmasının perspektifini oradan almak biçiminde ilişkilenmiyor, yazı ve makalelerini kolektif tarzda okuyup tartışmıyorsanız, partinin merkezi politikalarını dikkatli takip etmiyor ya da çalışmalarınızda rehber almıyorsunuz demektir. Teori ve Kadın Teori yayınını takip etmiyor, bireysel ve kolektif eğitimlerinizde yararlanma ihtiyacı duymuyorsanız, eğip bükmeden doğrudan söylemek gerekir ki düşünme tembeli ve düşünce fukarası olduğunuz açıktır. Yine, Merkezi Yayın Organlarına her türlü güvenlik ve illegalite koşullarını yerine getirerek ulaşma ve takip etmeyi ihmal ediyorsanız, öncelikle
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
örgüt ve kadro sorunları için çözüm yol ve yöntemleri diye bir gündeminiz yok, partinin gelişim sorunları sizi ilgilendirmiyor demektir. Bu koşullarda yürütülen parti çalışmalarının hedefsiz, kör, ufuksuz ve kısır döngüden ibaret kalacağı açık değil mi? Örgüt çalışmasını güçlendirmek için yayınları etkin kullanmak Parti yayınlarının dağıtımı konusunu 'ilave' bir yük olarak görmek gibi apolitik bir yaklaşım parti kuvvetlerimiz arasında öteden beri süregelmekte. Gazete ve dergilerin dağıtılması 'gerçek' (!) parti çalışmalarını aksatıyor diye tartışan algı ve örneklerimiz mevcut. Halbuki parti yayınları kadro ve örgütlerimizin elindeki ideolojik, politik, teorik, ajitasyon-propaganda-örgütlenme için en düzenli, en etkili ve güçlendirici araçların başında gelir. Kitle çalışmasının ajitasyon konuları ve içeriği orada verilidir, propaganda ça- 12
Dengê Kurdistan . 20 lışmasının aydınlatıcı, eğitici materyalleri keza parti yayınlarında işlenmiş haldedir. Kadın özgürleşmesi, erkek egemenliğine karşı mücadele perspektif, yol ve yöntemleri, analizleri yayınlarda yol gösterici, aydınlatıcı, eylem kılavuzu olarak kadrolara, örgütlere sunulmaktadır. Yaşanan kadro ve örgüt sorunlarının çözüm yolları, partinin gelişim sorunları orada ele alınmış ve kadroların bu perspektifle donatılması için sunulmuş durumdadır. Kitle çalışmasında, insan örgütlemede, politikaları kitlelere taşımada, tek tek ve yüz yüze ilişki kurmada, kuvvetlerimizi eğitme, militanlaştırma, aidiyet duygusunu güçlendirme açılarından yayın dağıtımı özel bir yerde durur. Örgüt çalışmasının tamamlayıcısı ve niteliği yükselten bir konuma sahiptir. Dolayısıyla parti yayınlarının dağıtımı 'ilave' bir yük değil, tersine, yükü hafifleştiren, hız ve tempoyu yükselten, emek verimliliğini muazzam düzeyde arttıran, kısacası kadro ve örgütleri her bakımdan silahlandıran bir işleve sahiptirler. Parti yayınlarıyla kurulan ilişki interaktif olmalıdır. Bu açıdan, okuyup tartışmak yetmez, yazı ve önerilerle katkıda bulunmak, yayınlanan makale ve yazılarla ilgili görüş ve eleştirileri ilgili kurullarla paylaşmak her kadro ve örgütün, her partilinin görevi ve sorumluluğudur. Yayınları, doğal örgütlenme aracı olarak ele almak, doğal yazar, muhabir olmak, dağıtım ağını oluşturmak, bunu örgütlenmenin bir aracına dönüştürmek her partili militanın bir görevidir. -Unutulmamalı ki parti tarihimizde yayınlarla kurulan temasla örgütlenen çok sayıda partili militan örneği günceldir-Parti yayınlarını desteklemek deney aktarımı, başarılı örnekleri yayma,
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 kolektif ruhsal şekillenmeye katkı, yine aidiyet duygusunu güçlendirme, dil birliği, irade birliği ve eylem birliği sağlamada işlevseldir. Yayınlarla kurulan bu tarz bir ilişki kolektif etkin birey olmanın bir gereğidir. Aksi halde parti kuvvetlerimiz seyredici, kaydedici, ağlaşan ve yakınan bir topluluğa dönüşür. Özneleşmez, kendine rol biçmez, rol bilincini kaybeder. Nitelik kaybı anlamına gelecek böyle bir geriliği asla kabul edemeyiz. Devrimci sorumluluk partinin gelişimine kendini sınırsızca katmayı gerektirir. Devrimci durum koşullarındayız. Sosyalist yurtsever mücadelemiz devrimin yeni evresinde öncülük iddiası ile niteliksel bir sıçrama yapmaya odaklanıyor. Parti olarak rol ve etkinliğimizi bir kaç kat arttırmak zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz. Partimiz, döneme cevap olacak politikaların geliştirilmesi ve örgütsel mekanizmaların süreçle uyumlu yeniden inşası hattından ilerliyor. Bu süreçte kadroların parti çizgisine ve devrim iddialarına sıkı sıkıya, tutkuyla ve kararlılıkla bağlanma ölçütlerinden birini parti yayınları ile kurdukları ilişki oluşturacaktır. Keza parti yayınları, bizim, yeni alanlarda, yeni güçlere ulaşmamızın basamaklarından biri ve kolektif örgütleyicisi olacaktır. Tam da bu nedenle, her alanda parti yayınlarının dağıtılması işinin örgütlenmesi, muhataplarının belirlenmesi, örgütlerinin kurulması ve sisteminin işletilmesi gerekmektedir. Tutarlı bir örgüt olmanın ölçülerinden biri budur. Partimiz her düzeyde çıta ve ölçü yükseltiyor. Gereğini yapmak, tüm parti güçlerinin görev ve sorumluluk alanındadır.
13
Dengê Kurdistan.20 AMED ZİNDANLARINDA BİR DİRENİŞ DESTANI: DÖRTLER Tarihin Gidişine Eylemleriyle yön verdiler 18 Mayıs 1982...Haki Karer'in katledilişinin yıldönümü. Şimdi tarih yazma sırası Amed zindanlarında adlarını Dörtler olarak andığımız Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Öner ve Mahmut Zengin'e gelmiştir. Amed zindanı işkence ve insanlık dışı uygulamaların merkezi durumundadır. İrade kırarak beyinleri teslim almak için işkencenin, onursuzlaştırma saldırılarının hepsi devreye konulur. Faşist katil Esat Oktay Yıldıran'ın işkence yöntemleri ile 12 Eylül faşizminin ideolojisi hakim kılınmaya çalışılır. Fare ve dışkı yedirme, tecavüz, zorla istiklal marşı söyletme, kaba dayak...Bütün bu insanlık dışı saldırıların tek amacı vardır o da direnenlerin iradelerinin kırılmasıdır. Amed, Kuzey Kürdistan'ın başkentidir, aynı zamanda Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin de merkezi durumundadır. Ulusal bilincin ve bu paralelde politik canlılığın en gelişkin olduğu, devrimci ve özgürlükçü parti ve örgütlerin yaygın örgütlülüğe sahip olduğu bir kenttir Amed. Devrimci direniş ve ulusal özgürlük mücadelesinin merkezi
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 olan bir kenti teslimiyet ve ihanet bataklığında boğmak Türk sömürgeciliğinin stratejik hedefidir. Askeri faşist diktatörlük ucubesi bu alçaklık ve lanetli stratejik hedefi gerçekleştirmek üzere sömürgeci Türk burjuvazisinin kınından çıkardığı keskin kılıçtır. Bu amaçla Amed zindanı merkez seçilmiş, her türlü saldırı biçimi ince hesaplarla hazırlanmıştır. Öncelikle Kürtlük düşürülecek, utanılası hale getirilecek, unutturulacak. Kürdün inkarı basitçe bir inkar değil, aşağılama ve Kürtlüğünden utanır hale getirme, Kürt olduğuna pişman etme, düşkünleştirme ile birlikte yürütülecek. Amed zindanındaki bütün işkenceler, aşağılayıcı, utanç verici uygulamalar bu sonucu elde etme ve Kürdü, Kürtlüğü, devrim idealini ve ulusal özgürlük amacını Amed zindanına gömmek üzere devreye sokulmuştur. Sıklıkla tartışıldığı gibi Amed zindanındaki işkence ve onur kırıcı uygulamalar bir grup Türk ırkçısı psikopatın marifeti değildir. En ince noktasına kadar tüm planlamalar sömürgeci faşizmin tepe yönetimlerinde hazırlanmış, bu vahşeti uygulayacak insanlık düşmanı kuklalar ise özel olarak görevlendirilmiştir. Bu gerçeği kavramadan Amed zindan direnişinin tarihsel anlamı ve önemini anlamak mümkün değildir. 14 Azgınca sürdürülen iş-
Dengê Kurdistan . 20 kencelerle ırkçı faşizm belli ölçülerde sonuç almıştır. Faşist hapishane yönetiminin direnenlerle, işkencede zayıf düşenleri birbirinden ayırarak içten çözme taktiği direnişi bir dönem zayıflatır. Başlangıçta aralarında Dörtlerin de olduğu bir grup 33. koğuşa geçmeyi kabul eder. Teslim olmayanlarsa işkenceli hücrelerde direnmeyi sürdürür. Gördükleri yoğun işkenceler sonucu iradeleri kırılarak tek kişilik hücrelerden koğuşa geçen Dörtler teslimiyet ve ihanet üzerine yaptıkları tartışmalar ve devrimci sorgulamalar sonucunda partilerine ve ezilen halklara cüretli eylemleriyle özeleştirilerini verirken, düşmanı da şaşkına çevirmişlerdir. Komün yaşamını inşa ederek, eğitim ve tartışmalar başlatarak 33. Koğuşu teslimiyet batağından çıkarmaya çalışmışlardır. Yaşam içerisindeki duruşları ile tutsakların doğal saygısını kazanan Dörtler, görkemli eylemleriyle insanlık onurunu ve isyanını tekrar ayağa kaldırmışlardır. Kürdistan Devrimi'nin çağdaş Kawaları olan Dörtler, eylem gecesi, ateşi söndürmeye çalışan arkadaşlarına “ateşi söndürmeyin, ateşi söndürmek ihanettir” diyerek yeni direniş manifestosunu yazdıkları o anda
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 eylemlerinin ardı sıra teslimiyete karşı nasıl bir fedai kuşak yetişeceğinin bilincindedirler. Dörtlerin bedenlerini yakarak tutuşturdukları meşale Kürdün-Kürtlüğün ulusal onuru, devrimin ve özgürlük mücadelesinin yeni manifestosudur. Ne-
rede, hangi koşullarda olursanız olun, kimliğinize, onurunuza, ideallerinize yönelik her türlü saldırıya göğüs gereceksiniz! Hiçbir silaha sahip olmasanız da bedeninizi silah haline getireceksiniz! Bugün Rojava'da devrimin zaferinde, Bakur Kürdistan'da ulusal özgürlük mücadelesinin süreğen devrim halini almasında Dörtlerin bedenleri ile yaktığı meşalenin ışıltısı vardır. Bugünkü özyönetim ve öz savunma direnişleri de onur ve özgürlük direnişleridir. AKP 15 faşizminin biat ettirme,
Dengê Kurdistan.20 teslim alma, pişmanlık getirme saldırılarına karşı halkımızın gerilla güçleri ile birlikte top yekün fedaice direnişi Dörtlerin izinden ilerlediklerini göstermektedir. Bedenini ateş topuna çevirerek, düşman karargahlarını kahredici ateşi ile yakıp yıkan fedai savaşçılar yetişiyor halkımızın direniş bahçesinde. İşte Zilanlar, Arînler, Zinarlar, işte Seher Çağla, Mehmet Tunç, Eylem Yaşa, Abdulbaki Sömerler, işte Berçemler Ekinler... ve daha nice devrimci ve yurtsever savaşçılar... Binlerce şehidimiz ve tutsağımızla bir halk olarak, Kürt halk gençliği olarak sömürgecilere, ırkçılara, faşistlere gösteriyoruz özgürlüğe tutkuyla nasıl bağlı olduğumuzu. Kimliğimiz, onurumuz, ideallerimiz için tutkuyla nasıl savaştığımızı, zafere nasıl kilitlendiğimizi, devrimin zaferine nasıl inandığımızı fedai eylemlerimizle gösteriyoruz dosta düşmana. 'Teslim olun' diyenlere cevabımızdır, 'fedaice direniriz ama teslim olmayız'. 'Diz çöktüreceğiz' diyenlere cevabımızdır, 'o dizler kırılır ama asla çökmezler'. 'Biat edeceksiniz' diyenlere cevabımızdır, 'boynumuzu veririz ama asla eğmeyiz'. Tarih direnenleri yazar, teslim olanları değil, çünkü zafer direnenlerin eylemiyle kazanılır! Devrim için, özgürlük için, onurumuz için Dörtlerin meşalesi ışığımız olsun!
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
Şoreşa Gelan Gihîşt Minbicê! Şervanên Meclîsa Minbicê ya Leşkerî bi Hêzên Sûriyeya Demokratîk (QSD) li dijî çeteyên DAIŞ û hêzên piştgirîyê didin wan çeteyan em dikarin ji niha de bibêjin serkeftîyek stratejîk dest xistin. Hemleya rizgarkirina Minbicê ya bi navê Şehîd Fermandar Ebu Leyla bi serkeftî ber bi dawîyê diçe. Di vê hemleyê de şervanên me jî di eniyê şer a herî pêş de cihê xwe girtin. Her çiqasî bajarê Minbic ji bo şoreşa Rojava û Surî cihek stratejîk e di heman demê de jî ji bo çeteyên DAIŞ’ê jî bajarek stratejîk e. Hemû riyên stratejîk ên di Bakurê Helebê de li Minbicê digihêjin hev. Bajarê Minbic, 40 kîlometreyan dikeve li bakurê Kurdistan û 80 kîlometreyan jî dikeve rojhilatê bajarê Helebê. Riya Navneteweyî ya navbera Heleb û Reqa, ji Minbicê derbas dibe. Azadkirina Minbicê li ser têkiliya dewleta Tirk a dagirker û çeteyan darbeyek esasî ye. Ji bo ji holê rakirina qutbûna fîzîkî ya navbara kantonên Rojava bêheqiya dîrokî ya li ser Kurdistan û ji bo meşa ber bi Şoreşa Sûriyeya Demokratîk ve, ev hemle gelek girîng e. Rizgariya Minbicê û têkoşîna xwegihandina Efrînê, wê li dijî Tirkiye û DAIŞ ên hewl didin Şoreşa Rojava têk bibin, bibe pêngavek dirokî. Di heman deme de têkçûyîna
16
Dengê Kurdistan . 20 sîyaseta BAAS’ê ya ‘kemerê Ereb’ e. Bêtehemil û êrîşa dewleta Tirk ji vê tirsê ye. Şervanên MLKP’îyan ji bo vê tirsê di dilê dijminê xwe de mezin bike tewli vê hemleyê bûn. Bi hevalên xwe yên Kurd, Ereb, Tirkmen re li hemberî dijminê gelan şer dikin, birîndar û şehîd dikevin. hemû ç tecrûbeyên xwe yên di nav şer de desxistinin wekî çalak ji bo şoreşa Rojava û şoreşa gelên Rojhilata Navîn di vê hemleyê de bikar tînin. Bi hemleya Minbicê re biratiya gelên Kurd, Ereb û hemû gelên Rojava di nav têkoşînê de hê bêhtir xurt dibe. Em di keseyeta Fermandarê nemir Faysal Ebû Leyla de rizgarkirina Minbicê diyarî hemu şehîd û birîndarên hemleya rizgarkirina Minbicê û gelên Rojava û Sûriyayê dikin.
MLKP: Fermandar Şehîd Faysal Ebû Leyla bêmirin e! Ji bo Fermandar Ebû Leyla yên ku di têkoşîna rizgarkirina Rojava û Sûriyeyê bi zanabûn û çalak, bi cesaret û nêzîkatiya xwe hema hema li hemû enîyan şer kir re, hezar silav. Li dijî şerê qetlîyamwarî û qirêj ên çeteyên DAIŞ’ê yên li hember gelê me bi baweriyekî mezin û tim di enîyê şer ên pêş de şer kir. Ne tenê li dijî çeteyên DAIŞ’ê, li dijî dîktatoriya rejîma BAAS’ê ya li dijî gelê Sûriyeyê jî di raperînên de yek ji kesên ku di rêzên pêş de cihê xwe girtibû.
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 Ev şervanê azadiyê û fermadar li gelek eniyan de şer kir bi taybet di berxwedana destanwariya Kobanê de di refên pêş de cihê xwe girt û ji bo rizgarkirina Kobanê gelek kedên giring meşand. Ew di zanabûna azadbûna Sûriyeyê di azadbûna Rojava re derbas dibe û li gorî vê fermandarekî mezin bû. Ew ji bo azadiya gelê Sûriyeyê, ji bo zarokên Sûriyeyê rojên xwe û şadî bibînin, ji bo azadî û wekheviyê, ji bo zilm, împaratoriya tirsê hilweşîne bi ruhê fedayî şer kir û bû nemir. Ti mirazên Fermandarê Tabûra Şems El-Şemal û Endamê Meclîsa Leşkerî ya Minbicê nîvço namîne. Rizgarkirina Minbicê ji sibehê nêzîktir e. Weke hemû şervanên Azadiyê yên ku di hemleya Şehîd Fermandar Faysal Ebû Leyla de cih digirin, wê şervanê MLKP’ê jî di serkeftin û tacîdarkirina vê hemleyê de bi canfedayî şer bikin. Fermandar Şehîd Faysal Ebû Leyla bêmirin e! Her Bijî Şerê Azadî û Rûmetê ya Gelê Me! Wê Minbic Azad bibe û Heyfa Şehîd Fermandar Faysal Ebû Leyla bê hilîn.! Bijî Şoreşa Rojava! MLKP Rojava
17
Dengê Kurdistan.20
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
İRADEMİZLE SAVAŞARAK ÖZGÜRLEŞECEĞİZ! Kürdistan'da kadın özgürlük mücadelemizin en temel gündemi sömürgeci faşist erkek egemenliğinin cinsiyetçi, tecavüzcü, ırkçı politikalarıyla yaşam hakkının gasp edilmesi, ulusal, cins kimliğine dönük saldırı karşısında eşitlik ve özgürlük sorunudur. Irkçı, cinsiyetçi devlet ve onun AKP hükümeti sona yaklaştıkça vahşileşiyor, azgınca saldırıyor. Zamanların en kanlı, katliamcı politikalarıyla teslim alma, irade kırma, kadın kimliğini parçalama, olmadı yok etme hedefini uygulamaya koymuş durumda. "İlk önce kadınları vurun" AKP'nin dün olduğu gibi bugün de parolasıdır. Saldırılar karşısında halkımızın onur ve özgürlük mücadelesi ise yaşamın her alanında tarihi direnişle sürüyor. Kadınlar, mücadelenin tüm aşamalarında ön saflarda yerini alıyor. Barikatlarda, siperlerde, yaşamın tüm alanlarında kadın iradesi büyüyor. Biz zafere yürüyoruz, düşman ise tüm korkaklığıyla yenilgili zamanlara. Özyönetim ve öz savunma direnişimiz irade ve eylem gücüyle düşmanı şaşkına çevirmiş halde. Sömürgeci rejim tüm işgalci devlet kurumlarıyla askeri, siyasi saldırılarını hat safhaya çıkartıyor. Biz milyonlarla birlikte onur ve özgürlük yürüyüşümüzü sürdürüyoruz, düşman ise en alçak ve kirli savaş yöntemleriyle halkımıza kırım politikalarını dayatıyor.
Ezilen yoksul, emekçi kadını ve erkeğiyle Bakur halkımız iradesine sahip çıkıyor. Şiddetin devlet kaynaklı olanı da, toplumsal erkeklikten besleneni de kadınlara, ölüm, yaralama, taciz, tecavüz getirirken, kadınların, düne göre kendini savunma, cinsiyetçi şiddet düzeninden hesap sorma bilinci gelişiyor. Devrimci gerilla ve özsavunma birlikleri, etkin askeri vuruş ve alan savunmasıyla savaşı yükseltiyor. Kürdistan'ın iç bölgelerinde ulusal özgürlük talebi öne çıkarken, sınır şeridinde ulusal özgürlükle toplumsal özgürlük talepleri iç içe geçiyor. Sömürgeci, cinsiyetçi sisteme karşı yükseltilen bu irade savaşında Kürt kadınlar; iradesi, eylem gücüyle işgalci faşist Türk askeri kuvvetlerine sendromlar yaşatıyor. YPJ'nin Rojava Kürdistanında DAİŞ faşizmine yaşattığı çaresizlik durumunu sömürgeci katiller sürüsüne YPSJin ve gerilla kadın gücü, öz yönetim savunmasında yer alan kadın iradesi yaşatıyor. Sömürgeci devlet, dünya ezilen emekçi kadınlarına ilham olan Kürt kadının özgürlük yürüyüşünü, direniş çizgisini hedefliyor. Düşman, çareyi askeri teknik kullanımını arttırmada kitlesel katliamlarda arıyor. Direnişçi kadının bedenine saldırarak, intikamcı cinsiyetçi yüzünü, kinini gösteriyor. Bu ortaçağ politikalarıyla Kürt halkımızın, kadının iradesini ezip, yok edeceğini sanıyor. Ama
18
Dengê Kurdistan . 20 nafile, örgütlü bir halkı, Kürt kadınını hiç bir güç teslim alamaz. Kürt kadının iradesi bugün Sevêlerde, Aysellerde, Beritanlarda, Zerya, Sozda, Rojevin, Ronahi, Rozerin ve sayısız şehit kadın yoldaşlarımızda somutlaşmıştır. Kürt kadınları acı yüklü tarihten her dönem kendini yenileyerek çıktı. Bir kez özgürlük arayışına giren Kürt kadını için artık geri dönüş yok. Gerici, sömürgeci güçler derin bir çöküş yaşıyorlar, sarsıntılar silsilesinin devrime dönüşmesinin tüm koşulları mevcut. Daha fazla örgüt, eylem gücü yüksek pratik hat, cesareti, cüreti kuşanmış öncü kadınların yönlendiriciliğinde gelişen militan, fiili meşru mücadele çizgisi birleşik kadın özgürlük hareketini ileriye sıçratacaktır. Kürdistanımızda gelişen devrimci durum, kadınları özgürlük savaşımında daha ileriye çıkıp, meşru savunmayı her alanda büyütmeyi zorunlu kılıyor. Tam da burada, Kürdistanlı devrimci komünist kadınlar olarak nasıl bir politik hattan gideceğiz sorusu önem kazanıyor. Meşru savunmanın, hesap sorma hattıyla birleşmesi, bugün milyonların adalet talebine yanıt olacak politik çizgiye kavuşması elzemdir. Bu hattın oluşturulması için, araçların, mücadele biçimlerinin de devrimci duruma göre yeniden ele alınması gereklidir.
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
Mükemmelliyetçi düşünmek hareketsizliğin temel nedenidir. Bu nedenle amatör ruh, profesyonel kafa emekçiliği, cesaret, cüret bugünün en temel ihtiyacıdır. Yaşamın tüm alanlarında meşru savunma hattını büyütmek Devrimci politikada bir dizi araç, yöntem birlikte kullanıldığında vuruş gücü, etki çapı daha sarsıcı olacaktır. Bu nedenle politik askeri taktiklerimiz yanında, mücadelenin başkaca enstrümanlarını birlikte kullanmak önem kazanıyor. Devrimci ajitasyon, propaganda ve eylem hattımızın aynı paralellikte yürümesi elzemdir. Meşru özsavunma hattımızı; sokaklarda, atölyelerde, kampüslerde, köylerde, mahallelerde, kent merkezlerinde politik kitle ajitasyonu ve propogandayı yoğunlaştırarak kadınlara anlatmalıyız. Bildiri, afiş, gazete gibi araçlarla çalınmadık kapı, gidilmedik işyeri, okul, kampüs bırakmamalıyız. Bir atılım çağrısıdır bu. İhtiyaç, kadınlarla birlikte politika yapmak için yan yana gelme ve sesimizi milyonlara 19
Dengê Kurdistan.20 ulaştırarak çoğalmak için atılım yapmaktır. Kürdistan'daki inkarcı ve soykırımcı sisteme karşı, anadilde yaşam, eşitlik-adalet isteyen, tecavüz, taciz saldırısına karşı kadınların, geniş halk toplantılarında, sosyal aktivitelerde, üretim faaliyetlerinde bir araya gelişini ve sokakta buluşacak kadın isyanını örgütlemeliyiz. Kaç kadın toplantısı, kaç ev-işyeri toplantısı yapacağımız şimdiden belli olmalı ve hummalı kadın kitle çalışmasına başlamalıyız. Seçim çalışması ve çeşitli politik kampanya deneyimlerinden yararlanabiliriz. Kürt kadınların ulusal özgürlük talebiyle, emekçi alevi kadınların inanç ve politik özgürlük taleplerini buluşturabilmeliyiz. Maraş Terolar'da ve şimdi de Sivas Divriği'de Suriyeli mülteciler için yapılacağı yalanıyla kurulmak istenen DAİŞ kampıyla, halklarımıza 1978 Maraş, 1980 Çorum katliamları hatırlatılmak ve yeniden yaşatılmak isteniyor. Terolar'da kadınlar öncülüğünde halk, nöbet çadırlarında eylemler yaparak bu planı engellemeye çalışıyor. Devrimin özneleri olarak, direnen kadınların, halkımızın içinde, barikatların en önünde olmalıyız. Ancak çok güçlü bir politik savaşım verirsek bu tür saldırıları püskürtebiliriz. Terolar, Divriği ve yeni başka noktalarda kurulmak istenen AKP-DAİŞ kamplarına karşı, mücadelenin her biçimini kullanmalıyız. Kadınlara ve çocuklara yönelik erkek saldırılarına, şiddete ve tecavüze, tacize karşı fiili meşru eylemleri çoğaltmalıyız. Kadına dönük şiddete karşı adalet talebi komünist kadınların ön-
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 cülüğünde pratikleşerek milyonlara yanıt olmalıdır. Kürdistan'da ve Türkiye'de ses getiren Sosyalist kadınların gerçekleştirdiği Kızıl Sopa eylemleri bu anlamıyla ilgi çeken bir yerde durmuştur. Taciz ve tecavüzcüler kadının misilleme hızı ve gücünden korkmalı, kadın kitleleri ise arkalarında devrimci komünist kadınların olduğu gerçeğinden cesaret almalıdır. Bu bağlamda örneğin, kadınlara kitlesel özsavunma dersleri verilebilir. Bunun için çeşitli kurumlaşmalara gitmek, eğitimi süreklileştirmek gerekir. Anadil Hem Özgürlüğümüz Hem de Özsavunmamızdır! Gerek yukarıda saydığımız özsavunma eksenli çalışmaları gerekse, diğer politik faaliyetleri Kürdistan gerçekliğine yaslanarak başarmak zorunda olduğumuz açıktır. Kadınlar arasındaki politikamızda anadilimiz Kürtçe ile seslenmeyi, Kürdistanileşmeyi bu yönüyle de önemsemeliyiz. Dilimizi kullanmak ve geliştirmek sömürgeci faşizme karşı ideolojik savaştır. Bu aynı zamanda özsavunmadır. Bilmeyen kadın yoldaşların dil öğrenmesi ve Kürtçede ısrar etmek halkımızla kültürel ve manevi değerlerde ortaklaşma, kadın yoldaşlığını büyütme anlamına gelecektir. Sömürgeciliğin asimilasyon saldırılarına karşı unutturulmaya çalışılan dilimize sahip çıkmak özsavunmanın bir biçimidir. Dil hem gündelik hayatta hem de siyasetin her alanında yaygınca kullanılmalıdır. Kürtçe okuma, yazma oranının zayıflığını gözeterek yazılı yerine görsel 20
Dengê Kurdistan . 20 ajitasyon, çalışmalarda tercihimiz olabilir. Genç kadınlar, Kürdistan'da sistemin kültürel ideolojik kuşatması altında apolitikleştiriliyor. Alkol, uyuşturucu, sosyal medya, televizyon, kafeler, prangaya dönüşen erken evlilikler, ruhsal olarak tüketici sık ve değişken duygusal ilişkiler ataerkinin genç kadınları sisteme biat eder hale getiren, boğucu cendereleridir. Mutsuzluk ve umutsuzluk halinin, bilinç eksikliğinin ortaya çıkardığı bu sürüklenme durumu karşısında, devrimci-komünist kadınlar cins özgürlük bilincini kuşanarak panzehir olmalıdır. MLKP KKÖ'lü genç kadınlar, sisteme karşı bir umut ve özgürlük arayışının adresi olmalıdır. Örgütlenmek, savaşmak dışında bir seçenek olmadığını kavratmak, kadınlara kendi örgütlü güçlerinin neleri başardığını göstermek esas olmalıdır. Bu kapsamda, başarılı bir politik ve askeri çalışmaların ikna edici rolü tartışmasızdır. Eğitim gruplarımız, okuma gruplarımız, paylaşımı büyüten doğal sohbet ortamlarımız, kültürel sanatsal üretimlerimiz, eylemlerimiz başka bir yaşamın mümkün olabileceğini gösterecektir. Özgürlük ve mutluluk MLKP/KKÖ saflarındadır, dağları ve kentleri savunan gerilladadır, örgüttedir, yoldaşlıktadır. Kürdistan devrimimize, kadın devrimine yeni bir iddia ve tutkuyla katılmaya, yeni başarılarla kadın özgürlük mücadelesinde şehit düşenlerimize coşkulu, güler yüzlü selamlar göndermeye var mısınız?
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 İBRAHİM KAYPAKKAYA: SANA YOLDAŞ OLMAK “...gider ...gider, nice koçyiğitler gider Senin de içinde bir oğlun varsa çok değildir Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki Yüreğimiz kabına sığmamakta Örsle çekiç arasında yoğrulduk Hıncımız derya gibi kabarmakta" Yoldaşların yoldaşı İbomuz... İbrahim yoldaş, bu şiiri şehadetinden bir süre önce, bedeni paramparça haldeyken hastahanede yazar. 24 Ocak sabahı, 73 yılında Dersim'de kuşatıldıkları üslenme noktalarında üç yoldaşı ile çatışmada çember dışına çıkarken, yoldaşı Ali Haydar Yıldız yanı başında şehit düşer, ona bakıp intikam yemini eder, boynundaki ağır saçma yaralarıyla oradan kurtulur. İki gün ağır yaralı halde bir mağarada kaldıktan sonra köylerin birinde sermayenin uşağı bir köy öğretmeninin ihbarı ile jandarma tarafından esir alınır. Ocak sonundan Mayıs ayına değin sayısız işkenceli sorgulardan geçer. Yakalandığında buzlu derelerde yerde sürüklenerek götürülen yaralı bedeni bir yandan işkenceyle parçalanırken, bir yandan da tek bir bilgi alamamanın hıncıyla ölmesin diye arada bir tedavi ettirilir, kaldıkları yerden işkence sürdürülür. Ayakları kangren olur ve kesilir. Amed işkencehanelerinde yolda21 şın direnişi karşısında çıl-
Dengê Kurdistan.20 gına dönen faşist cellatlar bedenini kurşuna dizerek katleder. Ser verip sır vermeyen devrimci yoldaşımız Kaypakkaya, 18 Mayıs 73’te tarihe direnişi ile adını yazdırdı. Sıkıyönetim işkencehanelerinden başeğmeden çıkan Ömer Ayna'nın resmini yoldaşlarına gösterip "devrimci olmanın ilk koşullarından birinin işkenceye dayanmak olduğunu" söyleyen İbrahim yoldaş söz ve eylem birliğini her durumda gösterendir. İbrahim yoldaş, faşizmin 68-74 arası artan saldırıları ve 71 askeri faşist darbe sonrası koşullarında Türkiye ve Kürdistan'da süreci devrime evriltme savaşımı içinde olan bir devrimci önderdi. İşkencede baş eğmezliği, düşman karargâhlarını top ateşine boğan bir eylem yangınıdır. Şehadeti, direnişi yaşamın süzgecinden geçmiş bir devrimci eylem şekline dönüştüren bu zafer kişiliği ile Kaypakkaya, bugünlerin FESK komutanları Berçem ve Ekinlere, YPS, YPS-jin ve MLKP savaşçılarına ve şehitlerine ilham olmuştur, olmaya devam edecektir. Kürdistanımız, sömürgeci faşizmin işgaline ve kapitalizmin sömürüsüne karşı direnir, kendi alternatif sistemini yaratırken bugün kırdaki ve kentteki devrimci gerilla güçleri yoksul ve emekçi halkımıza yönelik saldırılara
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
en üst düzeyde yanıt vermeye çalışıyor. İbonun, Denizlerin, Mahirlerin yoldaşları olarak halklarımızın biriktirdiği adalet, özgürlük ve eşitlik özlemlerinin gerçekleşmesi için günün devrimci savaşını yükseltirken, ezilen halklarımızı temsil ediyoruz. Bu açıdan devrimci önderlerimizden İbrahim yoldaşın güçlü eylem kılavuzu olan yaşamı ve şehadetinden öğrenme ve onunla yoldaşlığı büyütme bugün daha farklı bir anlam kazanıyor. Düşmana ser verip sır vermeyen geleneğin yaratıcısı yoldaş İbrahim, adanmış devrimcilikte hem düşünsel hem pratik çözüm üreticisidir. O bir umut yaratıcısıdır, yalın, ferah bir devrimcilik, gerçek bir komutanlık ve önderlik tarzı sergiler. İşkencede direnmek, böyle adanmış bir ömür için 'bundan doğal ne var' de-
22
Dengê Kurdistan . 20 dirten bir sonuçtur. Düşmanla birebir açık, cepheden irade savaşı olan işkencede de, bağlı olduğu örgütün çalışma pratiğinde de düşmana öfke ve hesap sorma nettir. Öyle ki; İbrahim yoldaş esir düşmeden bir süre önce, Nurhak dağlarında gerilla savaşına başlayan THKO'dan Sinan Cemgillerin katledilmesine sebep olan ihbarcıyı yakalayıp ölümle cezalandıran eylemin komutanıdır. Böylece devrimci adaletin iki elinin devrim düşmanı ihbarcıların yakasında olduğu, ihbarcıların affedilmeyeceği dosta düşmana gösterilir. Çevredeki köylülerin ve tüm devrimcilerin büyük coşkusu ile karşılanan bu eylem sıkıyönetimin azgınca sürdüğü bir dönemde gerçekleştirilir. Bu eylem, İbrahim Kaypakkaya'nın devrimci dayanışmadan ne anladığını, onun silahlı mücadele çizgisini, silahlı eylem hedefleri konusundaki görüşlerini de pratikte gösterir. Yine parti önderliği olan dağ gerilla grubu İbrahim yoldaş yakalanmadan birkaç gün önce halkın üzerindeki baskılara karşı Dersim'de bir karakol ve lojmana yönelik bombalı eylem gerçekleştirir. Bu eylem de İbrahim'in adalet ve devrimci şiddet ilişkisini nasıl ele aldığını yansıtır. Genç bir devrimcidir Kaypakkaya, ama gençliğine sığınmamış, genç yaşamını kopuşlar gerçekleştirerek üretken kılmıştır. Genç önderler kuşağının temsilcisidir o. 68 gençlik hareketinin devrimcileşmesine, reformist-parlamenter çizgiden devrimci çizgiye sıçramasına öncülük eden-
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 lerdendir. Üniversite amfilerindeki kitlesel tartışmalarda; bilgisi, donanımı, teorik derinliği ile ayırt edilir. Sivil faşistlerle ve polisle girilen çatışmalarda savaşçı ve komutan özelliklerini birlikte sergiler. Örgütçüdür, çevresinde kalıcı etkiler bırakır. TİP-TKP geleneğinin dejenere ettiği illegal örgüt ve illegalite anlayışını sıkı bir devrimci örgüt kurarak aşmayı amaçlar. İdeolojide ve teoride, dönemin temel eğilimlerinden Maoizmin etkisinde, ilkeler konusunda uzlaşmazdır. PDA-Perinçek revizyonizmi ile yürüttüğü ideolojk mücadele İbrahim Kaypakkaya'yı dönem arkadaşlarından farklılaştırmış, illegal devrimci parti anlayışını Leninist parti fikrine doğru yaklaştırmıştır. İbrahim yoldaş, dönemin baskın siyaseti olan Kemalizmle, ideolojik ve siyasal olarak karşı karşıya gelmekten çekinmeyen bir politik cesaret örneğidir. Faşizme, emperyalizme ve gericiliğe karşı yaşamının 24 saatinde devrimci savaş verebildiğindendir ki fedai bir direniş tarihi yazmıştır. Diyarbakır işkencehanelerinde sergilenen ideolojik politik düzeyi yüksek bu eylemsel duruş duyguda, düşüncede, davranışta devrimci olanı ortaya koyar. İşkencede direnen beden gibi gözükse de aslında direniş, düşmana karşı savaşımdaki bilinç açıklığı ve netliğin pratik karşılığıdır. İbrahim yoldaş bunu yaşamının her alanında ortaya koyar. Ve bir sıra neferi olarak, sırası geldiğinde ölmesini de bilir. Kendi dilinden söylersek; `devrim için 23
Dengê Kurdistan.20 her zaman ölecekler bulunur'. O da görevini yerine getirir! 43 yıl sonra bugün... Kürdistan’da devrimci komünistler olarak devrim sürecini örgütlerken İbrahim yoldaşın ve 71 devrimci önderlerinin adanmışlıkla örülü pratikleri yol göstericimizdir. Çok bedel ödenerek geçen yılların, devrim mücadelesinin zafere dönüşebilmesi için 70’lerin bu devrimci önderlerinin adanmış ve ihtilalci çizgisiyle yürümeye zorunluyuz. Onlarla yoldaşlaşmak hem boynumuzun borcu ve yeminimiz, hem de ulaşılması ve aşılması gereken bir çıtadır. Dün onların açtığı yolla gelişen Türkiye ve Kürdistan devrimi bugün yepyeni bir eşikte. İbrahim gibi Denizler, Mahirler, Sinanlar gibi sağlam köklü bir devrimciler kuşağına dayanan bugünün devrimci pratiği Rojava cephe mevzilerinden, Bakur hendek ve barikatlarının ardından, Türkiye metropol ve varoşlarından, Bakur, Karadeniz, Amanos dağlarından, sokaklardan, zindanlardan selamlanıyor. Düşmana ser veren İbrahim Kaypakkaya’nın yoldaşları Süleyman Yeterlerin, Hasan Ocakların, Sibel Bulutların, İvana Hoffmanların, Yeliz ve Şirinlerin, Cebrail Günebakanların ve daha nice şehitlerimizin izinden önder parti MLKP şiarı ile devrimin zaferine yürüyoruz....Yolumuz “açık olsun” demiyoruz çünkü devrime giden yolu “Biz açacağız”! Sana selam, sana saygı, sana söz İbrahim yoldaş...
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 DEVRİMCİNİN İŞİ DEVRİM YAPMAKTIR Mayısın kızıl gülleri Denizlerin, Sinanların izinden.... Bu sözü somutta en yakında Sarya yoldaşın canfeda ruhunda bulmak mümkün. Tarihimizdeki devrimcilerin de en büyük mirası bu ruhtur. Mayıs’ın kanlı günlerinde adı Deniz’dir, Hüseyin’dir, Yusuf ’tur. Kaypakkaya'dır, Sinan’dır, Kadir’dir, Alpaslan’dır bu ruhun. Denizler idam sehpasına giderken geride böylesine büyük bir miras bırakacaklarını belki de düşünmemişlerdi. Onlar devrimciydi ve “ölüm nereden gelirse gelsin, hoşgeldi sefa geldi”ydi. Onlar, görevlerini yapmış olmanın, düşmana boyun eğmemenin devrimci hazzı ile ölümün üstüne yürüdüler. Tarih bazen anda kendini göstermez, yıllar içinde damıta damıta sunar halkın önüne tarihsel olanı. Mayıs'ta ölümsüzleşenlerimizden, Denizler ve Sinanlar, devrim yapmak için cüretli bir kopuşa ve buna denk gelen örgüte ihtiyaç olduğunun bilincindeki öncüler olarak, tarihe eylemleriyle yazıldılar. Denizler devrimci gençlik mücadelesinin neferleri olarak, düzeniçileşen kurumlardan koparken de, gerilla eğitimi alırken de, düzendışı örgütler kurarken de, eylemlerinin sonuçlarının farkındaydılar. 24
Dengê Kurdistan . 20 Bu yüzden idam sehpasında dizleri titremedi. Korkusuzca o tabureleri tekmelediler, yere devirdiklerinin faşist düzen olduğunu bilerek. Üniversite sıralarında öğrenci gençlik mücadelesi yürüten Deniz Gezmiş, 1970’te Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan’la birlikte THKO’yu (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) kurar. Deniz Gezmiş ve dönemin devrimci gençliğinin kopuşa dayalı ihtilalci çıkışları, esasen Türkiye devriminin sadece gençlik hareketi ve parlamenter mücadele ile gerçekleşmeyeceğinin bilinciyle silahlı mücadelenin gereklerini yerine getirme çabasına girişmelerinde somutlaşır. Onlar bu bilince eriştikleri anda, işin gereklerine uygun adımları atmaya başladıkları için, tarihe geçen eylemlerin öncüleri oldular. İşin demagojisini değil, devrimci pratiğini kendi-
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 lerini ortaya koyarak yaptılar. Program ve strateji düzeyindeki bir takım kusurlarına rağmen, THKO’yu kurmanın temel paradigması budur. Ve Denizlerin sonraki pratikleri de bunun kanıtıdır. Devletin Denizler’e yaklaşımı da aynı pratikle olmuştur. Faşist Türk devleti, gençlik hareketi liderlerini defalarca yargılamasına rağmen onlar geri adım atmamış, ancak, düzeniçi mücadelelerin sonuçsuz kalacağı bilincine erişen genç devrimcileri, silahlı mücadeleye giriştikleri anda idamla cezalandırmıştır. Faşist devlet, şiddete dayalı tekeline dönük hiç bir eylemi kabullenemez. Zira o beslendiği, iktidarını sürdürmesine vesile olan alanı kaybetmek istemez. 71 Gençlik hareketinin ve dönemin devrimci önderleri, o günün tüm sınırlandırıcı yetmezliklerine, ide-
25
Dengê Kurdistan.20
olojik etkilerine rağmen, Türkiye ve Kürdistan devrimini gerçekleştirmenin yolunu anlama ve kavramada kat ettikleri mesafe ile gelecek kuşaklara örnek oldular. Deniz, Yusuf ve Hüseyinler idam sehpalarında, Sinan Cemgil ve yoldaşları Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga, Nurhak dağlarında katledildikleri zaman da aynı ideale bağlı kaldılar. 12 Mart 71 darbesine direnerek şehit düşen Sinanlar da devrim hareketinin Türkiye ve Kürdistan birleşik mücadelesiyle gerçekleşeceğini biliyorlardı. Kürdistan devrimi ile kurdukları bağ henüz yeniydi ve o ana kadarki devrimci hareketin pratiği ve felsefesi, ideolojik alt yapısı bunu kavramaktan uzaktı. Fakat Deniz
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
Gezmiş, idam sehpasına tekmeyi vururken devlete ve devrimci hareketin geleneksel sosyal şoven tutumlarına da yanıt verir gibi seslendi: Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Bağımsızlık Mücadelesi! 68 devrimci gençliği ABD’ye ait Kürecik radar üssünü basacak kadar iddialı, 6. Filo’yu denize atacak kadar cesur, idam sehpasına tekmeyi vuracak kadar iradeliydi. İbrahim Kaypakkayalar, Denizler ve Sinanlar devletle hesaplaşırken, aynı zamanda mevcut sosyal şoven devrimcilikle, ufkunu sınırlı devrimcilikle kuşatmış pratikle ve iddiasızlıkla da hesaplaştılar. Büyük bir iddia ile yola çıktılar, ömürlerinden daha fazla tarih yazdılar. Miras bıraktıkları devrimci ruh bugün Kürdis-
26
Dengê Kurdistan . 20 tan’da hayat buluyor. Canfeda’da, siyasi ve ideolojik olarak miraslarını daha bir kararlılık ve irade ile, politik ataklıkla sürdüren mirasçıları var. Denizler ve Sinanlar, Rojava sokaklarında, savaş cephelerinde adları ile yaşıyor, ruhları ile savaşıyorlar. Sevgili Sarya’mız şehit düşmeden önce “devrimcinin işi devrim yapmaktır” demişti. Kendinde devrim, ülkede devrim, dünyada devrim. Denizlerin, Sinanların, Kaypakkayaların mirasçısı Komünistler Rojava’da, Bakur’da, aldıkları devrimci mirası yükseklerde tutuyorlar. Denizlerin ve Sinanların mirasına sahip çıkmak, devrimi Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında, halkların kardeşliği ve birliğini yaratarak hayata geçirmekle somutlaşacaktır. Kürdistan devrimine yabancı kalmak, Türkiye devrimini anlamamak, devrimci önderlerin siyasal mirasına sahip çıkamamak demektir. Bütün sosyal şoven zehirlenmelerden uzak, Türk ve Kürt halkı ile bölgede yaşayan tüm ezilen halkların devriminin mayası, devrimci önderlerin canfeda ruhunda, siyasal olgunluğunda ve ideolojik sağlamlığında yatıyor. Yeni bir yaşamı örgütleyen Türkiye ve Kürdistan halkları, katil sürülerine ve faşist diktatörlüklere ve sömürgecilere karşı kendi devrimini yaratıyor. Sosyalistlerin, Komünistlerin, Denizlerin ve Sinanların düşlerini sahiplenerek, onların ideallerini yaşatmak görevleri her günkü mücadelelerinde yol gösterici olacaktır.
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
DEĞİŞİM İÇİN İLK ADIM O günleri net hatırlıyorum. Böylesi kirli bir sistemin içinde genç bir kadın olmak kolay değil. Benim için de kolay olmadı ama ben bir tercih yaptım zamanında. Baştan alıyorum. Partiyle birlikte mücadele ve devrimci yaşamla çok erken yaşlarda tanıştım, fakat hep örgütlü değildim. İlk çelişkilerimi eğitim hayatında gördüm. Sistem bana ne okuma ne de istediğim meslekte eğitim alma, çalışma imkânı vermediğinden kaynaklı çok erken yaşta bir çok şeyi gördüm. O sömürü ve sömürülme ilişkisini, erkek egemen sistemin kadınlara baskısını, ailenin feodal yapısındaki çelişkilerini yaşayarak gördüm. Hayat çok hızlı akıyordu ve ben devrimci bir yaşam ile sistemin içinde süren yaşam arasında gidip geliyordum. Kişiliğim ikiye parçalanmıştı. Bir sistemin içindeki yaşayan bendim ve yoldaşların arasında devrimci mücadelenin içinde var olan ben. Ben de kim olduğumu bilmiyordum, aslında kökenlerimin nerelere dayandığını bilmeme rağmen kimlik arıyordum. Ben kimim? Kim olmak istiyorum? Bütün çelişkilerim buna dayanıyordu. Sistemin içinde bir iş hayatım iyi kötü giden bir meslek, de- 27
Dengê Kurdistan.20
vam eden okul hayatım... Orada edindiğim arkadaş çevrem, eğlenme anlayışım, hatta giyim tarzıma kadar her şey ikiye bölünmüş durumundaydı. Sistemdeki arkadaş çevrem söyleniyordu ‘yine mi politika tartışacaksın yeter’. ‘Yine okula gelmedin bu sefer nereye gittin'. Bilmiyorlardı ki benim ‘başka bir hayatımın’ daha olduğunu. Onların yanında olmadığım zamanlarda, dernekte faaliyet yürütmekteydim, bir eyleme hazırlanmaktaydım, bir toplantıya gitmek üzere yine yollardaydım. Çünkü ben aynı zamanda bir devrimci genç kadındım. Benim örgüte karşı sorumluklarım vardı ve onlara koşturmaktaydım. Yoldaşlardan ise telefonumu gizlerdim çünkü onların da benim sistem içindeki yaşam tarzımdan haberdar olmalarını istemezdim. Barlarda çekilen fotoğraflar, arkadaş çevremle kurduğum sosyal yaşam tarzım vb... Çünkü, bunların hepsi başka biriydi, aslında benimde kabul etmediğim ama benim kendimde yaşattığım biriydi. İki tane çantam vardı. Bir tanesinde içinde para olmadan dışarıya çıkmadığım, diğeri ise içinde öyle ya da böyle hep bir boya spreyi ve maske olan. Bu iki hayatı o kadar ince bir ip ayırmaktaydı ki ne zaman kopacağı sadece bir zaman sorunuydu. O ip beni özgürlüğüme mi yoksa köleliğe mi götürecekti? Bu karar anının o kadar yakın olduğunu
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
ben de tahmin etmiyordum... Televizyonun önünde donup kaldığım, gördüklerime, okuduklarıma ve duyduklarıma inanamadığım o an, benim için bir karar verme anı oldu. MLKP savaşçısı Serkan Tosun yoldaş Rojava’da şehit düşmüştü. Bir an, sadece bir an, bütün o sistemde yaşattığım beni utanca boğan bir an. Yoldaşımın karşısında yaşadığım utanç o kadar canımı yaktı ki. Ben sistemin kirliliği içinde kendimi yaşatırken, Serkan yoldaş Rojavada benim onurum, bizim onurumuz için savaşıyordu. Serkan yoldaş o an benim yanımda durdu ve bana elini uzattı. Beni o kirlilikten çıkarttı ve arınmamın yolunu gösterdi. Serkan yoldaş o an bana doğru yolu, özgürlüğe giden yolu gösterdi. Partimiz o an benim gözümde bambaşka canlandı. Bana kim olduğumu söyledi, arayışıma cevap oldu. Sistemin sadece çıkmaz bir yol olduğunu ve bana sunacağı kölelik, baskı, kimliksizlik dışında hiç bir şeyin olmadığı... Sadece kendimi harcadığımı anladım sistemde. İsyanım bir saniye içinde isyan olmak dışında intikam diye bağırdı. Sistemin, emperyalistlerin, faşistlerin benden aldıklarının intikamını alacaktım. Özgürlüğümü, keleşi omuzlayarak geri alacaktım. Her ne kadar sınırları tanımadan, çizilen sınırları yıkmak için yola çıktıysam da ken-
28
Dengê Kurdistan . 20
di içimdeki sınırlarla hala çarpışmaktayım. Sistemin bende bıraktığı izlerle hala mücadele ediyorum. Rojava’da bir gözle görünen bir de içimdeki görünmeyen düşmanla çarpışıyorum her gün. Ama artık güçlüyüm, çünkü döğüştükçe güçleniyorum. Çünkü artık sırtımı yasladığım beni sürekli boşa düşüren sistem değil, tam tersi hep arkamda, yanımda duran yoldaşlar ve partim var. Rojava devriminde yaşadıkça ona güvenim de an be an artıyor. Serkan yoldaş şahsında bütün Rojava şehitlerimiz, Pirsus şehitlerimiz, Berçem ve Ekin yoldaşlar her attığım adımda bir sonraki adımı aydınlatıyorlar. Her biri bir çıta daha yükseltmemi istiyor. Yoldaşlarımız nasıl sınırsızca kendilerini ortaya koyup çarpıştıysalar, hala dört bir yanda sınırsızca çarpışıyorlarsa, ben de Kürdistan ve Türkiye devrimi için kendimi sınırsızca ortaya koyup dövüşmeyi öğreniyorum. Dediğim gibi bugün daha güçlüyüm. Ben devrimci bir genç kadınım ve kendimi devrimin ihtiyaçlarına göre örgütlemek istiyorum. Yolumu çizdim ve silahımdaki son mermiye, bedenimdeki son kan damlasına kadar yürüyeceğim, dövüşeceğim. Rojava'dan bir MLKP/KKÖ savaşçısı
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
SAVAŞ SİPERLERİNDE YOLDAŞLIK BÜYÜTÜYORUZ! Heseke'ye bağlı Şeddade kentinin ve köylerinin özgürleştirilmesi hamlesinde şehit düşen sevgisi, savaş zekası ve kavga inancıyla yoldaş olan YPG komutanı Heval Serdar'a… Birlikte hareket etmeye başladığımız daha ilk günlerde Şeddade'nin manevi anlamını anlatmıştı bana Heval Serdar. Bu kentte, tutsak edilip köleleştirilen Şengalli analar ve genç kadınları pazarlıyordu çeteler. “Biz en çok bunun için savaşmalıyız” diyordu. Heval Serdar'ı gözümde canlandırdığımda, uzun boyu, spor ayakkabıları, gözlükleri, hiç çıkartmadığı kefiyesi ve şapkasıyla Rojhilatlı bir savaşçı çıkıyor karşıma. Zorlanarak konuştuğu Türkçe onun ses tonuyla başka bir anlam kazanıyor. Ne kadar az bilse de espri yaptığında komik, ciddi olduğunda gayet resmi bir şekilde kullanıyor Türkçeyi. Önderliğine bağlılığı ve sevgisi her durumda hissediliyordu. Her yaşanan sorunda savaşçılarına Reber Apo imzalı sözlerden kesitler alarak anlatıyordu doğruyu. İlk karşılaşmamızın daha 15. dakikasında kendimizi operasyonda ve ardından çatışmada bulduk. Sonrasında bir mezrada birlikte 7 gün kaldık. Heval Serdar'ı bu sürede yaşamda gözlemleme şansı elde ettim. Her gün arabalar dolusu arkadaş, kaldığımız noktadan geçip saldırılara gidiyor,
29
Dengê Kurdistan.20 biz ise günlerdir hiçbir şey yapmıyor, çağrılmayı bekliyorduk. Her gün “Hevalê Serdar sanki îro em diçin ha?” diye sorduğumda espri ile ve umutla “Kesîn em diçin” diyordu. Bu diyalog artık bir samimiyetin göstergesi olmuştu ikimiz için. Sürekli PKK, MLKP ve kavgamız üstüne sohbetler yapıyorduk. Önceden de partili komutanlar ve yoldaşlarla savaşmış olan Heval Serdar'dan yoldaşlar ''bize rahatlıkla görev ve sorumluluk verirdi'' diye bahsediyorlar. Benim de onunla yaşadığım pratik böyleydi. Bir sohbetimizde “Ben MLKP'li yoldaşlarda bir şey gözlemlediysem o da her birinin içinde bir APOCU'luk olduğudur” demişti. Bu söz Partili yoldaşlara olan güvenini ve feda ruhuna inancını yansıtıyordu. Altıncı günün sonunda bir kol gücü ve bölük komutanımız Heval Serdar ile operasyon için Şeddade'ye yakın bir bölgeye ilerledik. Akşam operasyonu başlatıp köye sızdığımızda, etraftan sadece köpek havlamaları ve bebek sesleri duyuluyordu. Köyün kontrolü bittiğinde Heval Serdar, benim de içinde olduğum 3 arkadaşı köyün girişindeki evin arkasına, patlatma aracı gelmesine karşı güvenlik almak için yolladı. Battaniyesiz ve yağmurlu bir gecede nöbetleşerek sabahı ettik. Sabah gün aydınlanırken yavaş yavaş dışarıya çıkan köylüler ilk önce korku dolu gözlerle izlediler bizi, gün ilerledikçe endişeli bakışlar yerini samimiyete bırakıyordu. DAİŞ çetelerinin sigarayı yasakladığını, kiminin elini kestiğini, kimini kırbaçladığını anla-
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 tan köylüler Heval Serdar'ın verdiği sigaraları keyif ve özlemle içiyorlardı. Köydeki neredeyse tüm aileler çoluk çocuk ellerinde kahvaltı tepsileri ve demliklerle bize “hoş geldiniz” diyorlardı. Bir ara önümüzde 4-5 demlik çay olmuştu. Köyün yaşlıları bizi içtenlikle kucaklıyor, genç kadınlar “neden geç geldiniz” diye bizi eleştiriyordu. Köydeki görev süresi içinde genç bir arkadaşı, köylülerden bir şey isterken emir kipi ile konuştuğu için Heval Serdar sert biçimde ”Bizler bu insanlar için savaşıyoruz, yoldaşlarımızı şehit veriyoruz, senin sergilediğin pratiğe bak” diyerek eleştirmişti. Bu tavır halka olan saygı ve sevgisi ile kavgasına olan bağlılığının açık göstergesi idi. Hemen ertesi sabah büyükçe bir köyü direnişle karşılaşmadan ele geçirdik. 3 saat kadar sonra üstümüze yollanan bombalı aracı boşa düşürmüştük. Bizim bulunduğumuz nokta ile çete noktası arasında 450-500 metre vardı. Köyde yoğun hareketlilik nedeni ile intişar halindeydik. Öğleye doğru araziye çıkan 15 kadar çete mevzilenerek üstümüze doğru geliyordu. Heval Serdar'ın talimatı netti “kimse tek mermi atmayacak!” Çeteler gitgide yaklaşıyor biz ise bekliyorduk. Heval Serdar'ın komutasında bir tim ile beraber köyün öbür ucuna ilerledik ve mevzilendik. Hava kararmaya başladığında çeteler 80-100 metreye kadar gelmiş ve tekbirlerle mermi yağdırıyordu. Heval Serdar'ın ateş talimatı gayet açıktı “Bijî berxwedana YPG” ile aynı anda silahlar ateşlenmeye
30
Dengê Kurdistan . 20 başlamış, izli mermiler ve ateşlenen Bisving roketleri geceyi aydınlatmaya koyulmuştu. Savaşırken müthiş bir heyecanla dolan komutan Serdar, aynı zamanda savaşçılarına güven ve rahatlama duygusu aşılıyordu. Sürekli sloganlar atıyorduk Heval Serdar'ın örgütlemesiyle. Katil çetelerin tekbirleri yerini acınası çığlıklara bırakmıştı. Köydeki dördüncü gecemizde saat 02:30 civarı çok yoğun bir hareketlilik vardı arazide. Çatışma sürüyor, çeteler ağır kayıplar veriyor ama yine de direniyorlardı. Sabaha doğru 05.00 civarı çetelerin direnci kırıldı, kayıplarını takviye edemiyorlardı artık ve çatışma hafiflemişti. Tam bu anda mevziimden ayrılıp Heval Serdar’a bilgi vermeye gittim. Termal dürbününü çantadan çıkartıyordu. ”M16 üstünde termalleri var sakın çıkmayın” diye uyardı bizi, çetelerin ne konumda olduğunu, ne yaptıklarını görmek için termalini alıp mevziden çıktı. 2-3 saniye sonra böbreklerinden aldığı M16 mermisi ile yere yığıldı. Biz yarasıyla ilgilenirken o, cihazdan köyün diğer ucundaki takım komutanı Heval Ruken’e bağlanarak durumuyla dalga geçiyordu. Onu oradan çıkartması için iki arkadaş görevlendirdik. Yolda şehit düşen komutanımızın haberini günler sonra alabildik. Savaş zekâsı, pratiği, kavgaya inancı, hızlı inisiyatif alma, hızlı plan yaratma, yoldaşlık sevgisi ve bağlılığı komutan Serdar’dan bana birer amaç olarak kaldı. Rojava’dan bir MLKP savaşçısı
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
ÜLKEM KADAR YEŞİL Kuzey Kürdistan kentleri tank ve top atışları altında yıkılıyor. Sömürgeci, faşist, katliamcı AKP kural ve sınır tanımıyor. Yaralıların hastaneye kaldırılması engelleniyor, insanlık bodrumlarda diri diri yakılıyor, cenazelerin alınmasına izin verilmiyor, sokaklarda çürümeye terk ediliyor, çıplak bedenlere sokak ortasında işkence ediliyor. Sokağa çıkma yasakları ayları bulurken yediden yetmişe insanlık katledilmeye devam ediyor. Henüz Nusaybin direnişinin başlamadığı günlerde, Cizre, Sur, Silopi'de can feda bir direniş var. Büyük Botan yürüyüşü kararlılıkla sürdürülüyor. Nusaybin Giremira köyünde faşist saldırılara rağmen halk ablukaya karşı seferber olmuş durumda. Türkiye'nin ve Kürdistan'ın dört bir yanından akıp gelen genç, yaşlı, kadın direnişçileri izliyorum. Kimi korkusuyla, kimi acısıyla, kimi öfkesiyle, kimi hesap sorma kararlılığıyla bir araya gelmiş. Dayanışma, yoldaşlık, siper yoldaşlığı gibi kelimeler yeniden anlam kazanıyor zihnimde. Dillerde aynı sloganlar ''direne direne kazanacağız'', ''Cizre halkı yalnız değildir'', ''ya hep beraber ya hiç birimiz''... Bu kararlılık ve irade ile başlıyor nöbetimiz. Ve bir zaman yolculuğuna çıkıyorum zihnimde. Bir direniş öyküsü Kobane 31
Dengê Kurdistan.20 zaferi... Dün Kobane savunması için nöbet tutan, Kobane'ye destek veren halk ve oradaki nöbet günleri. Şimdi ise Cizre de haftalardır bodrum katlarında sıkıştırılmış insanlık için bir araya gelen kitle.. Devlet terörüne karşı ayakta. Ölüm pahasına da olsa yaşam alanlarını terk etmeyen Cizre halkının gösterdiği onurlu direnişi tüm alanlara yaymak ve Cizre halkına el uzatmak için bir araya gelmiş. Cizre yangın yeriyken, katliamlar gün be gün artarken 'bizler hiçbir şey yokmuş gibi evlerimizde oturamayız' diyen, ilk kez direniş alanlarına katılanlar da vardı. Ve tabi ki bu kişilerin korkuları, kaygıları da vardı, buna rağmen orada kalıp nöbetlerde, yürüyüşlerde yerlerini alarak büyük bir irade ortaya koyan gençlerdi onlar. Nöbet köyünde yürüyüş hazırlıklarımızı yaparken JÖH'ler tarafından iki koldan saldırıya uğradık. İlk anın verdiği şaşkınlıkla kimileri dondu kaldı ne yapacağını bilemedi. Birileri ise bunu bir direnişe çevirerek barikatlar kurmaya başladı. Korkuların, kaygıların, şaşkınlıkların kenara bırakıldığı an 60 yaşındaki bir kadının barikat kurmak için kendinden ağır olan taşı taşıdığı andı. O an hayatında ilk kez biber gazı yiyen bir arkadaş yanıma gelip 'hadi çatışalım ne yapmamız gerekiyor hemen yapalım' dedi, tüm duygularını o an bir kenara bırakarak. Bu arkadaş bir gece önce yürüyüşte saldırı olacak hazırlıklı olalım dediğimizde 'saldırıda ne yapıcam ben çatışmayı bil-
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 mem' diyen arkadaştı. Neydi o korkulardan hızlıca kurtuluşumuzu sağlayan şey diye düşündüm. Cizre'de bodrumdaki yoldaşlarımızın, kadınların, gençlerin diri diri yakıldığı haberini aldım. Buydu işte korkulardan hızlıca kopuşu sağlayan şey, anı yakalamak, şehitlerin çığlığını duymaktı. Ardından Cizre'den haberler gelmeye devam etti ''bizimle gurur duyun, biz diz çökmedik ''sözleri yankılandı tüm Kürdistan'da. Bu onurlu insana ait bir çığlıktı, isyanın direnişin çığlığı, eyleme çağrıydı. Bu ses, bu çağrı tüm Kürt halkının sesi ve çağrısı oldu. Bu çağrıya kulak veren genç kadınlar, erkekler bu sesi her alanda var etmek için and içti, Nusaybin'deki nöbet eylemine gelerek barikatların, hendeklerin içine girdiler birer birer. Kimi Mehmet Tunç'un kararlılığından, kimi Berçem ve Ekin yoldaşların komutanlığından, kimi Sevê'lerin direngen ruhundan öğrenerek barikatların başına geçti bu direnişi büyütmek için. Hepimizde gelişen ortak duygu “faşizmi yeneceğiz, bu sefer biz kazanacağız” duygusuydu. Şimdi her zamankinden daha fazla umut yüklüyüz, direniş sürüyor, zafere daha yakınız. Özgürlük için tutuşturalım yangınları, koparalım zincirlerimizi, kesk û sor û zer olsun yeryüzü ve gökyüzü. Bakur Kürdistan'dan bir genç sosyalist yurtsever
32
Dengê Kurdistan . 20
NEHİR OLUP AKMAK Bir akarsunun öyküsünü yazar gibi yazmak istiyorum bu metni. Kürdistan çalışmasına gelmeye ilk karar verdiğim zamanlarda kendi iç çelişkilerimle savaşıp durdum. Evet istiyordum ama ailem ile yaşayacağım çatışmalara, kopuşlara hazır hissetmiyordum kendimi. Ben kendimi bu sürece hazırlarken aynı zamanda Kobane İnşa Kampanyasının da hazırlıkları sürüyordu. Ailede kimi tartışmalar yaşatarak yola koyuldum ben de. Suruç Katliamı yaşamımda bir eşik noktasıydı. Yola devam etmek mi yoksa durmak mı diye sorup durdum kendime hem de o gün oracıkta sordum bunu. Biliyordum çünkü bundan sonra yola devam edersem eskisi gibi olmayacağını, eskinin bana yetmeyeceğini... Ve yine orada karar verdim asıl şimdi ettiğimiz yeminler anlamlaşacak diye. Durmaksa bir daha fotoğraflarına dahi bakamamak yoldaşların. Ve yeni doğum günüm dedim ben 20 Temmuz'a koyuldum yola. Profesyonel devrimciliğe ilk adımlarımı atarken her devrimcide olması gereken amatör ruh ile yeni mücadele alanıma, yeni kentime gittim. Her ilk adımda duyulan heyecan ve korkuyu bende o kente gittiğim ilk günde yaşadım. O kente dair heyecan duymak, belki korkmak ama mutlaka ruhumuzda yeniyi hissetmek gerekir. Yeni deneyimler biriktirmek açığa çıkarmak için eskinin alışkanlıklarını atıp, değişimin ilk adımlarını başlatmak gerekir. Gittiğim kentte aldığım sorumluluğun
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016 da etkisi ile kimi anlarda yanlış yapmaktan korktuğum için eylemsiz kalmıştım. Bu bazen bir sokak eyleminin örgütlenmesinde, bazen genç bir yoldaşını eleştirebilme ve özeleştiri verebilme gücünde somutlaşıyordu. Fakat bunları aşmak çok zor olmadı benim açımdan. Bir kente, bir insana yada eyleme dair ön yargımız yoksa o uyumu yakalayıp, sonra değişime inanmak ve değişim için harekete geçmek çok da zor olmuyor. Çalışma yürüttüğüm alanda yoldaşlarla ilk tanışmaya başladığımda gençlik alanından gittiğim için yoldaşları, ilişkileri, çevre çeper kim varsa tanımak istedim. Kimi ilişkileri sorduğumda “O yıllardır aynı yerde duruyor ilerlemez, çağırsak da gelmez, ondan birşey olmaz” gibi cümlelerle karşılaştım. Amatör bir ruh için heyecan kırıcı cümlelerdi bunlar. Fakat insana güven ve değişime inanç taşıyorsak eğer biz insanlara gitmeliyiz, emek vermeliyiz, değer vermeliyiz. Bu tanıma sürecinde, hiçbir aktif çalışmada yer almayan demokratik kitle eylemlerine dahi nadiren gelen genç bir kadınla en azından tanımak ve anlamak üzerinden ısrarda bulundum. Bunu yapmasam, belki beni yönlendirmeye çalışanlar gibi, benden sonrakileri yönlendirecektim. Derken 8 Mart hazırlıklarına başladık. Emek yoğunluklu işlerde o genç kadın yoldaş, beraberinde örgütlediği başka bir yoldaşımızla birlikte sabahlayarak pankart hazırlıyor, stand açıyor, tek başına kampüslerde afiş asıyor. Bir devrimcinin en mutlu olduğu anlardan biri yaşanıyor. Verdiğin emeğin sonucu, değişim kendini bütün çıplaklığı ile gösteriyor.
33
Dengê Kurdistan.20
Keza benzer önyargılar tarza ilişkin kimi pratik işlerde de yaşanıyor. Karşı güçlerin ve baskının az olduğu alanlar olunca birçok devrimci sosyalist örgüt stand açıyor dergi gazete vb satışları, materyal dağıtımı yapılıyor. Fakat öğrenci kitlesinde olağan, rutin bir hal alınca dergi standları çok ilgi görmüyor haliyle. Bizim de gençlik olarak benzer durumu yaşadığımız birgün “Haydi yoldaşlar masaları gezelim böyle olmuyor” dediğimde yine deneyim değil alışkanlığın getirdiği bir önyargı ile yaklaşıldı.”Burada öyle olmuyor” dedi bir yoldaş, bir diğeri ise kendine dair açık davranarak “Yoldaş ben utanıyorum” dedi. Ve biz nihayetinde denemekten zarar gelmez diyerek kantinleri dolaştık, sonucunda elimizdeki dergilerimiz bitti. Yoldaşların ve benim yüzümde hem deneyimizin olumlu sonuçlanmasının hem de dergileri gençlikle buluşturmuş olmanın mutluluğu vardı. Evet, benzer bir çok durum yaşadım olduğum kentte. İki somutlaşmış durum
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
ile anlatmak istedim sadece. Yaşadığım sürece dönüp bakınca öncelikle önyargıyı yok etmek, değişime inanmak ve devrimci yaşamda hata yapmaktan korkmamak gerektiği sonucunu çıkarıyorum. Bizi geliştirecek, deneyimlerimizi kalıcı hale getirecek olan hatalarımızından ve yanlışlarımızdan öğreneceklerimizdir. Mükemmelliyetçi yaklaşımlar ne insanı ne örgütü ilerletmiyor. Hepimiz denizle buluşmak isteyen birer nehiriz en nihayetinde. Kimi yeraltı nehirleri; kimi Munzur, Dicle, Çoruh, Fırat.. Kayalara çarpacağız evet ama en coşkulu aktığımız zamanlar o anlar olacak. Bazen güzergah uzun süre yön değiştirmeyince daha durgun ve dingin görüneceğiz. Ama geçtiğimiz her yerden birşeyler alarak ve yine birşeyler katarak akacağız denizlere... Akarsularımızda barajlara izin vermeyelim, yönümüz engin mavilikler olsun yoldaşlar. Bakur Kürdistan'da bir MLKP'li
34
Dengê Kurdistan . 20
KELEBEK GÜZELLİĞİNDE VE ONURLUCA YAŞAMAK! Dinlediğim bir hikaye bana bu yazıyı yazdırdı. Hikaye kısaca şöyleydi: Dört tane kelebek varmış. Bir gün bu kelebekler ateşi görmüşler. Ama ateşin ne olduğunu bilmiyorlarmış. Tek tek gidip ne olduğunu anlamaya karar vermişler. Birinci kelebek gidip ateşe yaklaşmış, ateşin ışığı gözlerini kamaştırınca dönüp diğer kelebeklere "bu şey(ateş) ışıktır" demiş. İkinci kelebek gitmiş, biraz daha yaklaşmış ateşe, ısısını hissedince dönüp diğer kelebeklere "bu şey ısıdır" demiş. Üçüncü kelebek gitmiş biraz daha yaklaşmış ateşe, kanatları yanmış ve dönüp diğer kelebeklere "bu şey yakıcıdır" demiş. Son olarak dördüncü kelebek gitmiş ve ateşin ortasında durup "bu şey benim" demiş. Dördüncü kelebek olmak için yola çıkan birisi olarak yazıyorum bu yazıyı. Yaşananlar karşısında yaptıklarım bana yetmiyordu. Katliamlar, yakarak öldürmeler, kahvaltı sofrasında çocuklarının gözleri önünde öldürülen kadınlar, sokak ortasında cansız bedeni sekiz gün bekletilen Taybet Ana'lar, 13 yaşında kokmasın diye buzdolabında bekletilen Cennet çocuklar... Birşeyler yapmam gerekiyordu. Olduğum şehir Kürdistan'ın ortasında maddi geliri yüksek olan bir ilçeydi. Bu ilçede devrimci bir çıkışın olmaması için polis özel yöntemler uyguluyordu. Halk ve devrimciler içinde güvensizliği örgütlemek için "ajan var" söylentisi yaymıştı. Bunun etkisiyle her kesimde bir hareketsizlik vardı. Bu durumu kırmak için sosyalist yurtsever gençlik olarak çeşitli eylem tarzları örgütlememiz gerektiğine
Hezîran-Tîrmeh/Haziran-Temmuz 2016
karar verdik. Yaptığımız eylemlerle çekim merkezi olduk, o güne kadar eylemsiz kalanlar, kendi pratiğini sorgulayarak etkili bir şey yapamadıkları için ne kadar pişman olduklarını, bizim bu yaşta onlara yol gösterdiğimizi söylediler. Bizler de herkesin yapabileceği şeyler var bunu göstermek istedik ve yapılacak çeşitli eylem tarzları olduğunu onlara anlattık. Çeşitli araçlar yardımıyla herkesi birlikte hareket etmeye çağırdık. Böylelikle hareketimizle, hem dördüncü kelebek olmaya ve ateş olup yakmaya niyetli ve kararlı olduğumuzu belirttik, hem de bizim dışımızdaki kelebeklerle iletişim kurmaya çalıştık. Sonra ise "yaptıklarım yetmiyor, fazlasını yapabilirim" diye çıktığım yola özgür alanlara gelerek devam ettim. Devrim; alt üst oluş, eskiyi yıkıp yeniyi inşa etmek! O yüzden alt üst oluşa kendimden başladım. Yeniyi yaratarak daha büyük eylemlere yürümek için, kendimden başlayarak devrim yapmak istedim. Çünkü, Cennet çocuklara borçlu olduğumuz sözümüz ve eylemimiz var. Son olarak yolun başında olan birisi olarak yeni kelebeklere seslenmek istiyorum; hepimizin yapabileceği bir şeyler var bu mücadelede! Yeter ki yapmak için bir adım atalım. Kimimizin gözleri kamaşacak, kimimiz ısısında ısınmaya göğüs gereceğiz, kimimiz kanatlarımızın yanmasını cüretle kucaklayacağız, kimimiz ateş olup yakacağız. Ateşin ortasında olup düşman karargahlarını yakmayı aklına koymuş kelebekler! Bizim için ise zaman durup beklemek değil, hızlı adımlarla ilerleme zamanı! Zaman partimiz saflarında bayrağımızı en yükseğe taşıma zamanı! Özgür alanlardan genç bir komünist
35