1
ÇOK DA ŞEY YAPMAMAK LAZIM
GÖKHAN TOSUN
“İnsan küçük şeylerden mutlu olmayı bilmeli…” deriz ya hep, gözden kaçırdığımız nokta şu ki: Küçük şeyler sayesinde mutlu olan insan, küçük şeyler yüzünden mutsuz da olur. Sonuç olarak, yıl sonunda ‘Z Raporu’ alınınca görünen tek şey bol gollü beraberliktir. Üst oynayanlar memnun, oyundan zevk almayanlar tereddütte. Ben? Mutlu olacak çok şey bulabiliyorum elbette!
Çamaşır yıkayıp, kuruması için odama astığımda da mutlu oluyorum. Bu sayede televizyon karşısında uyuyorum. Tek başıma yaşadığım evde, televizyon karşısında uyumak için kendimi ikna edecek sebepler bulmayı seviyorum. Diğer türlü içimden anne çıkıyor “Kalk da yatağına yat oğlum.” diyor. “Sen daha yatmadın mı?” diyen baba gelmeden koşa koşa gidiyorum odama.
Mutlu oluyorum! Hiçbir şey almadan çıktığım süpermarketten, kapıdan geçerken yaşadığım gerginlik sonucunda alarm ötmeyince mutlu oluyorum. O an markette çalışan herkesin, kasada sıra bekleyen insanların bana baktığını ve takdir ettiklerini hissediyorum. Başımı kaldırıp, omuzlarımı dikleştirip, gözlerimi ufka doğru dikerek Tosun Paşa edasıyla yürümeye devam ediyorum.
Mutlu oluyorum! “Ogün Şanlısoy” diyen kişiyi “Sanlısoy” diye düzelttiğimde, “entellektüel” yazan birine “Entelektüel olacak o.” dediğimde mutlu oluyorum. Garsona teşekkür edince, pilavcıya “Kolay gelsin.” deyince, yemek getiren kuryeye “Nasılsın abi?” diye sorunca mutlu oluyorum. Misafirliğe gittiğimde yer yatağı yapılırsa gözlerim ışıldıyor, yeni yıkanmış çarşaf kokusuyla Nirvana’ya ulaşıyorum. Susamlı çubuk krakerin dibindeki susamları başıma dikince hiç ölmeyecekmiş gibi huzurla doluyorum.
Mutlu oluyorum! Havaalanında, X-Ray cihazından ilk seferde ötmeden geçince mutlu oluyorum. “Ötse de şu adamın her yerini elleyerek arasam!” diye bekleyen güvenliğin önünden “Modern bir insanım ben, havaalanı kurallarını da gayet iyi bilirim. Hazırlığımı yaptım, ona göre geçtim. Hahhaaayt! Sizin karşınızda kim var beee!” diye içimden laf soka soka geçiyorum, yüzümde tebessüm oluşuyor. Yüzlerce insanın içinde kemerimi takıyorum. Çıkartırken nasıl mutluysam, takarken de o kadar mutlu oluyorum. Zira bu hareketi havaalanı dışında nerede yaparsam yapayım dayak yiyeceğimin farkındayım. Mutlu oluyorum! Önümde yürüyen mini etekli kızın, hızlı hızlı yürüyerek önüne geçince mutlu oluyorum. “Vay be, ne delikanlı çocukmuş! Bakmadı ve yürüdü önüne geçti kızın.” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bu ‘cool’ tavrımın, o mini etekli kızı da etkilediğini fark ediyorum ama durmuyorum. Vakur bir ifadeyle yoluma devam ediyorum. ‘Vakur’ kelimesini cümle içinde kullanıyorum, yine mutlu oluyorum.
Mutlu oluyorum! Gece uyumayınca, sabah uyanmayınca mutlu oluyorum. İçimdeki anarşiste saygı duyuyorum. Güneş sistemine kafa tutmuş gibi hissediyorum kendimi. Uykumun arasında, yastığın soğuk tarafını bulunca, gurur duyuyorum kendimle. O mutluluğu kaybetmeyeceğimi bilsem ayağa kalkar alkışlarım kendimi. Rüya görmeyince de mutlu oluyorum. “İçim dışım bir maşallah, bilinçaltım tertemizmiş. Bizim kimseden gizlimiz saklımız yok arkadaş!” diyor, sıcak havada buz gibi duvara vücudumu dayayarak uyumaya devam edip mutlu oluyorum.
Mutlu oluyorum! 11. Ankara Kitap Fuarı’nda “11 yaşında, mavi montlu, Umut adında kaybolmuş bir çocuk” bulunduğunda mutlu oluyorum. Sadece ben değil, tüm kitap fuarı Mutlu oluyorum! Kışlık mutlu oluyor. Kitapları seven montumun cebinden insanların, insanlara verdiği para çıkmayınca mutlu şahit olduğumda çok eki değere d n i b i oluyorum. “Zeki adammutlu oluyorum. Kitap alacak erin dkince, k a r mışım vesselam, parayı kadar parası olmayan ilkokul k buk aşıma di bi u ç ı l doğru zamanda harcamıçocuklarının, fuardan ucuz Susamusamları b ecekmiş gi . şım. Anı yaşamışım. Kaldiye kitap ayracı aldıklarını s ey um görünce mutlu oluyomadı böyle erkekler şimdi.” hiç ölumrla doluyor diye düşünüp kendimi ödülrum. Çocuklarına, mizah huz lendiriyorum. Mandalina ve dergisi alan anne babaları portakal alıyorum. Mandalina görünce keyiften 4 köşe dilimlerinin birine yapışmış oluyorum. küçük (Bence bebek) dilim Bugs Bunny’nin başlangıcına yetiştiğimde, bulunca, mandalinayı işaret bütün “de ve da’ları” doğru yazan insan gördüğümde, parmağıma takıp padişahçılık çayın içindeki kaşığı geri gönderdiğimde, otel odasında oynayınca, portakal kabuğundan kendime diş yapınca uyuduğumda, çoraplarımı yatağın içinde çıkarttığımda, mutlu oluyorum. elektrik kesildiğinde, elektrik geldiğinde, çişim geldiği anda diziye reklam girdiğinde, asansör bulunduğum katta Mutlu oluyorum! Uyanmak için kurduğum alarmdan 1 olduğunda, gizli numaradan arandığımda, arayan kişi dakika önce uyanınca dünyanın en mutlu insanı oluyokonuşmadığında, uyandığımda telefonda yüzlerce bildirum. Alarmı bekliyorum ve çaldığı saniye kapatıp “Patron rim gördüğümde, montla dışarı çıktığım bahar günü hava kimmiş gördün mü? Koyduk muuuu!” nidalarıyla “Pınarsoğuk olduğunda, tişörtle çıktığım gün sıcak olduğunda başı” söyleyerek halayla yataktan kalkıyorum. mutlu oluyorum!
2
Küçük şeylerden mutlu olunca, küçük şeylerden mutsuz da oluyorsun hâliyle. Şubat ayına çok üzülüyorum mesela… Kendini bilmez 2 imparatorun egoları yüzünden 28 çekiyor ay. “O’nun ayı 31 günse benim ayım da 31 gün olmalı! Şubat’tan alın bana verin!” diyen imparator mu olur lan? Hayır madem derdin bu, neden Şubat’tan alıyorsun? Robin Hood’a da mı atar yapıyorsunuz? Fakirden alıp zengine vermek nerenin adeti? Şubat ayına neden gareziniz var? Aralık’tan 1 gün alıp, Ocak’tan 1 gün alıp, Şubat’a verseniz ne olur? Arkadaşlarının yanında mahcup kalıyor sizin yüzünüzden çocuk. Şubat, evinde püskevit olmayan çocuktur. Şubat, ailesi izin vermediği için sınıfça gidilen tiyatroya katılamayan öğrencidir.
Şubat, Van deplasmanına götürülen ama kadroya alınmayan futbolcudur. Şubat, tatilin ilk günü regl olan genç kızdır. Şubat, her şeye zam gelirken zam alamayan asgari ücrettir. Şubat, altın günü sırası kendine geldiğinde düşen altın yüzünden zarar eden ev hanımıdır. Şubat, bizden biridir. Şubat, Müslüm Gürses dinlemelidir. Şubat, rakı masasına çağrılması gereken bir kaybedendir. Şubat, 28 onurlu günle, 11 ayın karşısına dikilmiştir ve bizim desteklerimizi beklemektedir. Şubat, gönüllerin en uzun ayı, kaybedenlerin en yakın dostudur. Şubat, 6 saatleri biriktirerek kendi gününü, emeğiyle kazanan tek aydır. Şubat, 11 ayın adamıdır! Ben artık üzülmeye de korkar oldum aslında. Ne zaman bir şeye üzüldüğümü dile getirsem “Bugün buna üzülüyorsun ama 3 gün önce şu olduğunda neredeydin?” diye soruyorlar. Daha fenası “Ona üzüleceğine şuna üzülsene!” diye bağırıyorlar. Onlara da çok üzülüyorum. Aynı anda sadece bir tek şeye üzülebileceğimizi zannediyorlar. Neye üzüleceğimizi onlara sormamızı bekliyorlar. Neye üzüleceğine, başkalarının karar verdiği insanlardan oldukları için, bizden de aynı itaati görmek istiyorlar. “Bana ne?” demeyi bilmiyorlar, “Sana ne?” diyen olursa ağızlarından köpükler çıkarak saldırıyorlar. Mutluluğumuzu kıskandıkları gibi, üzüntümüzü de kıskanıyorlar. Gerçekten üzülmeyi bilmiyorlar. Albert Schweitzer’ın dediği gibi “Mutluluk iyi bir sağlık ve kötü bir hafızadan fazlası değildir.” Buna rağmen mutlu olamıyorsanız Newton’u dinleyin “Mutluluğun formülü, gerektiğinde önemsiz şeylerle meşgul olabilmektir.”
3
Defteri
/kitapsizinbiri /mehmetakkoyunlu88
MEHMET AKKOYUNLU
- Acılar içindeki insanlığa selam olsun. - Bu aralar kendimi yine manyak düşünceler içerisinde hissediyorum. Dışarıdan bakınca aslında pek belli olmuyor ama göğsümden kalbimi kalbimi kalbimi söküyor. - Telefon rehberindeki arkadaş listesine sadece kandillerde toplu SMS atan 1 (bir) adet arkadaşım var. Ayrıca mesajın sonuna da adını soyadını yazıyor. Sizin de böyle bir arkadaşınız varsa getirin çiftleştirelim. Sonra da sokağa salalım. Bu güzel insanların nesli tükenmesin. - Özgür iradeden bahsedebilir miyiz? Bence hayır. Sevdiğimiz insanı bile kendi irademizle seçemiyoruz. Kim seçiyor, nasıl seçiliyor, bu durumu zaten anlayamıyorum. Sevdiğimiz kişiyi sevme kararını nasıl alıyoruz? Bu kararı alırken hangi değişkenler ya da sabitler hislerimize yön veriyor acaba? Keşke aşk diye bir şey olmasaydı. Öyle olsaydı evleneceğim kişiyi karpuz seçer gibi poposunu tokatlayarak seçmek isterdim. Çünkü ben iyi karpuz seçerim. - Kendime batırmam gereken iğnemi, her seferinde karşımdakine batırdığım için benim payına düşen şey çuvaldız oluyor bu durumda. Bu tarz iğneleyici durumlara maruz kalmamak için kimseye laf sokmuyorum. Bana laf sokan olursa da sadece gülümsüyorum. Çünkü bu iplemez gülüşüm o şahısları ziyadesiyle çıldırtıyor. Şaka lan şaka... Hiç altta kalır mıyım? Ben de hemen cevabı yapıştırıyorum.
Kimsenin de ayağına gitmem. Lan ben bu yüzden mi yalnızım yoksa? Bu yazıyı okuyan birisi, ya ayağıma gelsin ya da ayağına çağırsın beni. Çok acil! - Tükenmez dediğin kalem bile tükeniyor.
Keşke aşk diye bir şey olmasaydı. Öyle olsaydı evleneceğim kişiyi karpuz seçer gibi poposunu tokatlayarak seçmek isterdim. Çünkü ben iyi karpuz seçerim.
- O kadar sene okuduktan sonra, her şeyin aslında koca bir hiç olduğunu fark ederek, Ege’de küçük bir sahil köyüne yerleşip, geçimini zeytinliğinden kazanan basit bir köylü olmak isterdim. Bir de teleskobum olsun isterdim, geceleri yıldızları seyrederdim. Vaktimin çoğunu zeytin ağaçlarıma adar, kalan zamanlarımda ise kitap yazardım. Büyük bir kütüphane oluştururdum kendime. Homeros’u okurdum denizin karşı kıyısını düşleyerek… Yeterince param olursa ve sağlığım el verdiği sürece her gün en az 1-2 bira içerdim. Haftada bir gün de rakı… Ama öyle balıkla falan değil. Yoğurtlu ve otlu Ege mezeleriyle… Sonra, geçmiş hayatımın bütün ayrıntılarını eleştirel bir dille yazardım. Kendi kendimi yererdim. Okuduğum bütün kitapları sakin kafayla tekrar okurdum. Anlamadığım o kadar çok şey var ki anlamış gibi yaptığım. En önemlisi düşüncelerimden ve hayallerimden kimseye bahsetmezdim. Kimse bunların imkansızlığından bahsedip beni değiştirmeye çalışamazdı böylece. Beni sıradan biri gibi kabul ederlerdi. Uzun uzadıya kimseyle sohbet etmezdim. Selam verip geçerdim insanlara. Ve hep gülümserdim… - Terminator serisinin ilk filminde Arnold’un götünün göründüğü bir sahne vardır. Bilen bilir. Çocukken bu filmi ilk izlediğimde Arnold’un götünü görünce çok şaşırmıştım. Televizyonda ilk kez bir göt görüyordum. Sonra reelde de görmeye başlayınca zamanla alışmaya başladım. Artık götlere şaşırmıyorum. Bilakis, selam verip geçiyorum.
- Bir elimizde beş parmağımız varken “Neden altıncı bir - Yaşlı Mehmet, genç Mehmet’in elinde silah olup olmadıparmağımız yok.” diye üzülmeyiz. Ama hâlihazırda sahip ğına bakmıştı. Kalbine sıktığı kurşun onu henüz öldürmeolduğumuz parmaklarımızdan birini kaybedersek bunun mişti. Ölümün tarifsiz korkusunun verdiği telaşla kurşunu eksikliğini hissederiz ve çok acı çekeriz. Hayat hep böyledir. çıkarmaya çalışırken yanlışlıkla kalbini çıkardı. Kalbi Sahip olmadığımız bir şeyin acısını bilemeyiz. Ama sahip elindeydi, kurşun ise hâlâ kalbindeydi. Ama olup sonradan kaybetmenin acısı tarifsizdir. artık kalpsizdi. Karşısındaki rahat bir nefes aldı. Çünkü biliyordu ki: Kalpsiz insan - Sevgilim, yarın yine bir başıma açacağım Meteorolojinin tehlikesizdir. Zaten, hep bizi bir kalbi gözlerimi, senin bilmediğin dünyamın son tahminlerine göre olduğunu söyleyen Serdar Ortaçlar herhangi bir mekânında… İlk gördüyaralamadı mı? Ellerinde ağaç moEda Taşpınar sezonu açana ğüm şey muhtemelen odamın tavanı torlarıyla Yıldız Tilbeler kovalaolacaktır. Ama aslında o tavana bakınkadar yaz gelmeyecekmiş. Yani ca, önceki gece uykuya dalmadan önce madı mı? Biz birinden kaçarken Eda suya düşünce yaz gelmiş oraya bakarak, seni düşündüğümü diğerinin kucağına düşmedik mi? Sahi bu silah kime aitti? Kim verdi anımsayacağım ve gülümseyeceğim. demektir. Zaten kendisi bir elimize bu silahı? Yoksa bizim asıl süre sonra iyice bronzlaşıp silahımız kalbimiz miydi? Bu yüzden mobilya rengini alıyor. mi kalpsizken tehlikesiz olduk? Bile- Para, güç, iktidar, AVM’ler ve Acun Ilımiyorum. calı… Kafa yapan maddeleri saydık. Şimdi sıra hava durumunda… - Overlok makinesi gibi ansızın ayağıma gelsen diyorum sevgili. Ayağıma derken o lafın gelişi, yanıma gelsen yani aslında… Çünkü ben ayağıma gelmeni - Ne yazık ki meteorolojinin son tahminlerine göre Eda istemem. Aslında ben kimseyi ayağıma çağıramam. Taşpınar sezonu açana kadar yaz gelmeyecekmiş.
4
Yani Eda suya düşünce yaz gelmiş demektir. Zaten kendisi bir süre sonra iyice bronzlaşıp mobilya rengini alıyor. Oltanız varsa Eda’dan sandal yapıp balığa çıkabilirsiniz.
- Buralara kış günü kar ve bombalar yağınca, yazı ve huzuru özleyip, ülkeyi terk ettim. Şu an burada hava harika! Şort ve parmak arası terlikle takılıyorum. Yazı özleyenler yanıma gelebilir. I am at Mozambik Muhtarlığı Halk Plajı (Mozambique, Africa) w/ 258 others
- Toplumsal nefret unsuru olarak Demet Akalın şarkılarını inceliyorum: “Kalbimi kapatmışım sen gibilere, sen de kendin gibi bir şerefsize aç!” - Çocuğunun ismini Uzay koymak nedir ya? AVM’nin ortasında kadın bağırıyor: “Uzay, koşma anneciğim düşeceksin!” Ulan Uzay isimli çocuk hiç düşer mi? Ne bileyim Mehmet ya da Recep düşer mesela. Ama Uzay düşmez. Ben çocuğuma Uzay ismini koysam ondan kesinlikle koşarken düşmemesini beklerim. Bu çocuklara marjinal isim koyma işinin boku çıkmadan çocuk sahibi olsam iyi olacak. İsimler de hazır. Kız olursa Zeynep Rima, erkek olursa Mustafa Ali koyacağım. - Güzel bir kızın paylaştığı fotoğrafa “Bebişim çhoq qüzelsin.” yorumu yapan çirkin kıza “O senin güselliğin cnm.” diye cevap vermek en büyük ikiyüzlülüktür. Ben mesela bana “Çok yakışıklısın kardeşim.” diye yorum yapanlara anında sövüyorum. Çünkü ben yakışıklı değilim. Ama karizmatik olmadığımı da söyleyemem. Bir çekiciliğim var. - Hamdım, piştim, yandım, söndüm, uçtum, düştüm, koştum, yattım, kalktım, baktım, gördüm, bildim, anladım, unuttum. - Psikoloji desen hep bozuk… Beynime de bir kayyum atasanız ya… - Bir süredir bor rezervlerimizle övünüp, bu rezervlerden optimal şekilde faydalanamayışımızı dış mihraklara bağlayan bir konuşmacıya rastlamadım. Bu tip bor(u)cuların nesli tükendiğine göre bir nebze ilerleme sağlamışız demektir. Tükenmeyip bor rezervlerimizi övmek için bir köşede uygun zamanı bekliyorlarsa da yandık demektir. Abi içten içe bu ülkeden –bu şartlar altında- bir cacık olacağını düşünüyorsanız bu kadar hıyarlığın fazla olduğunu bilmeniz lazım. O boru hemen öyle bize çıkartmazlar. Dış mihraklar izin vermez en başta. - “Şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik.” günlerindeyiz ülke olarak. Toplumsal hafızamızın üzerinde bulunan tozları bir üfleme zamanı gelmedi mi? - Hiçbir şeyi unutmayın!
5
YETERSİZ BAKİYE -Sakatat seven bir erkeğin sevgilisi %95.4 vejeteryandır. -Mini etek giymekten haz duyan bir kadının sevgilisi %96.2 maçodur. -Temizlik takıntılı bir obsesif annenin evladı %97.7 pisliğin önde gidenidir. -Hayırlı bir babanın evladı %98.7 hayırsızdır. -Ters gitmeye meyil eden her iş ters gitmeye %99.2 devam eder. İstatikî her bilgi %99.9 doğruluk payı taşı taşır ancak bu hayatta %0,000000000001’ lik “Piç İhtimaller” de bulunur. O sabah yine 04:30’a kurulu alarmına ve mesleğinin 35. yılının son mesai gününe yine küfürler yağdırarak uyanan, yıllar yılı ve yollar yolu gaza basmaktan ayak parmakları yukarı dönük kalan, gerek stresinden gerek hareketsizliğinden yakındığı işinin bir başka mutasyonik yan özelliği olan oval mi oval göbeğinin verdiği hareket kabiliyetsizliğine de ayrıca bir küfür patlatan, evinin direği , üç çocuk babası ve kırkbir yıllık karısının döşü kıllısı, 541 no’lu Eryaman/Sıhhiye EGO hattının en yaşlı şöförü İsmet Körük, bahsi geçen bu piç ihtimallerden habersiz Mamak’ta bulunan evinden son seferi için son günü şerefine normalden daha geç bir saatte ayrıldığında, henüz imam sabah namazı için abdest tazelememişti bile.
Bunun böyle olacağını bildiğinden geceden hazırladı- önde tutabilen bir birey. ğı takım elbisesini hızlıca giyip yine dünden masanın Otobüse depara kalktığı sırada durağa , çöpsüz üzümle üzerinde kalan ve kurumuş olduğunu yerken gah öpüşüp gah mıncıklaşarak yaklaşan Tankut ile göz göze geliyorlar ve çıkardığı çatır çutur seslerden anladığı “ Allah belanı versin Tankut “ diyeekmeği kibrit kutusu büyüklüğünde bir peynirle sakinleştirmeye çalıştı. rek biniyor otobüse Aynur. Çünkü EGO otobüsleri asla beklemez. Babasının illallah etmelerine rağmen anasının medarı iftiharı, Dıııııt YETERSİZ BAKİYE ! komşu ve akraba gezmelerinde “Geber inşallah Tankut!” İstatikî her bilgi %99.9 anlata anlata bitiremediği, bala Dııııt YETERSİZ BAKİYE ! doğruluk payı taşı taşır ancak göte de olsa iş sahibi olmanın “Allah’ından bul Allahsız verdiği gururla mahallede çabu hayatta %0,000000000001’ lik Tankut !” lımından geçilmediği, uzun “Piç İhtimaller” de bulunur. boylu yağız delikanlı Kenan Gözyaşı, mahcubiyet ve yetUyur, adeta uygunsuz yerlerine meyen bakiyenin ızdırabıyla asit dökülmüş de tutuşmuşcasına tam arkasını dönüp inmek üzeevden en yaman forvetlere taş çıreyken götü başı dağıtmış, kravatı kartan bir deparla çıkışını tam onbir kaymış, elinde ki evrak çantası çeşdakikada gerçekleştirdiğinde, zemin katme başında ağanın kötü oğlu tarafından tecavüze uğramış Fatma Girik gibi harap ta oturan ve her fırsatta Kenan’a asılan karadul Müjgan fino köpeğini günlük sabah yürüyüşüne çıkar- olmuş Kenan adeta hareket halinde ki otobüse aksimamıştı bile. yon filmi tadında atlayıp derin bir oh çekiyor Aynur’un yüzüne karşı. Normalde cingar çıkartır ancak canı çok Hava güneşli ve güzel Aynur sarışın ve güzel, sevgilisiyandığından bu hafif peynir kokulu nefese aldırmadan nin evi iki durak aşağıda olduğundan gayet yakın ve bu üzgün bir yüzle şöföre dönüyor. Tam kendisini indirdurum hepsinden güzel. mesini rica edecekken Kenan, Aynur’un omzunun üzerinden ;
O sabah yine 06:30’a kurulu alarmıyla hayatının 24. yılının son üniversite gününe yine dağınık saçları, duş alıp ayılma ihtiyacı ve Eryaman’dan Sıhhiye’ye kadar, her zaman içi sebepsizce yaşlı dolu olan ve “YİNE” onca yolu ayakta gideceği gün gibi aşikar olan yolculuğun tasası ile uyandı. Dört yıldır her çeşit siyasi aksiyonun tadını yaşamasına vesile olan ama yine de mezun olacağından Oku lun ,şimdiden özlemeye başladığı canının içi okuluna (An- son gükara Üniversitesi / DTCF) son kez özene bezene giyinip nünün süslenerek gitmek için yatağından neşe ile zıpladı. Pav- verdiği huyondan kaldırdığı dansözle İstanbul’a kaçan abisinden zuru sevbir bok olmayacağını anlayıp tüm yatırımı kendisine giliye yapıla kanalize eden ailesinin gözünün nuru, sokakta bulup üç cak süpriz ziyaretle pekiştirmek için yıldır yanından ayırmadığı tekir kedisinin manevi an- yeteri miktar simitle yürümeye başlıyor. Sevgilisi güzel nesi, sarı saçlarından bizzat kendisinin sorumlu oldu- sanatlar bölümü son sınıf öğrencisi Tankut Geniş. Aiğu, sevgilisinin göz bebeği güzeller güzeli Türk Dili ve lesi tarafından onaylanmıyor olmasına rağmen Aynur Edebiyatı mezunu ve geleceğin öğretmen adayı Aynur onu çok seviyor. Normalde Tankut’un ders saatleri geç Kafiye, bu sabaha mahsus acele etmeden tüm olduğundan sabahları ondan bir saat erken düşüyor hazırlıklarını (muhteşem anne kahvaltısı dahil) tamam- yollara. Eve yaklaştıkça heyecanlanıyor çünkü Tankut layıp evden normalden daha geç bir saatte ayrıl- bu saatlerde çıkıyor. Hava güzel, simitler sıcak , kuşlar dığında, karşı büfenin kendisine ötüyor ve Tankut tam saatinde evden çıkıyor. Yanında aşık olan yaşça pek küçük esmer bir çöpsüz üzümle. Üzüm Tankut’u öyle bir -Sakatat seven bir çırağı , hayatının aşkının öpüyor ki Aynur üç yıllık ilişkilerinde tövbe böyerkeğin sevgilisi %95.4 yollarını gözlediği için le öpücük kondurmamıştır. Tankut durur mu? henüz gazeteleri dizO da veriyor karşılığı. Simitler durur mu? vejeteryandır. memiş olduğundan Onlar da düşüyor yere ağır çekimde. Peki -Mini etek giymekten haz duyan bir ustasından günlük Aynur durur mu? Duruyor. Şayet insan kadının sevgilisi %96.2 maçodur. duygularının şiddeti sismografi cihazıyla dayağını yeme-Temizlik takıntılı bir obsesif annenin mişti bile. ölçülebilseydi eğer, o gün sabah 08:53’te evladı %97.7 pisliğin önde gidenidir. Ankara/Eryaman merkezli 9.2 şiddetinde -Hayırlı bir babanın evladı dünyanın en sessiz depremi kayıtlara ge%98.7 hayırsızdır. O sabah yine çerdi. Geçmiyor. -Ters gitmeye meyil eden her iş 07:00’ a kurulu Üzerinden kuşlar geçiyor, karşıdan karşıya alarmına rağmen haçocuklar geçiyor, yanından EGO otobüsü geters gitmeye %99.2 yatının 27. yılının ilk iş çiyor ama deprem içinde kalıyor. devam eder. gününe, doğumu da dahil “Hasiktir otobüs!!! “ olmak üzere herşeye, heryere Hayat gailesi ve bu mobil huzur eviyle 45 dakika süve herkese geç kaldığı gibi 08:10’da recek olan yolculuk aldatılmaya ağır basıyor. Gözünde adeta zik zoruyla aniden uyanmanın verdiği mahmur- yaşlarla otomatik olarak koşmaya başlıyor çünkü ailelukla yataktan düşerek merhaba dedi. sinin göz bebeği Aynur sorumluluklarını aşkından bile
6
“Günaydın İsmet abi , geç kalmışsın sende ? “ “Bu son günüm Kenan’ım emekli oluyor Körük abin ondan sallanarak geldim biraz, hey yavrum hey” “Deme. Emekli olduğun gün hayat kurtardın be abi , geç kaldım sallanarak geliyordum bende durağa. Sayende sanırım kovulmaktan kurtuldum” “Şu otobüse bir kere de otobüs dururken bindiğini göremeden emekli oluyorum iyi mi “ Muhabbet uzadıkça uzuyor ve ne Körük abi ne de omzuna adeta kafasını koymuş konuşan Kenan Aynur’a dikkat ediyor. “Ay yeter ama !” diye viyaklamasıyla Kenan’ın korkup kapı boşluğuna düşmesi bir oluyor. Kısa süreli bir gergin bekleyişten sonra Aynur’un içi acıyor ve eğilip dağılan çantaya yardım ediyor. Geri kalan herkes yaşlı olduğundan derin bir ayıplama dalgası arka sıralara doğru Meksika dalgası gibi yayılıp gidiyor. Kenan korkmuş , Kenan mahçup, Kenan özür ve şaşkınlık dolu bakıyor bu sarı mucizeye. Aynur toplama işini halledip şöföre “ kartım boş ben inebilir miyim?” diyor. Kenan toplanan çantayı ters çevirip tekrar döküyor kartını bulmak için. Körük abi mevzuyu çakmış olmanın verdiği kalender ve babacan tavırlarla; “Geçin çocuklar bu gün gençlere de bedava“ diyor gevrek bir kahkahayla. 65 yaş üstü tüm yolcular yine cıkcıkcık’lıyorlar. Önce Aynur teşekkür ediyor, sonra Kenan. Önce Aynur’a yol veriyor, sonra kendi geçiyor Kenan. Önce Kenan uzatıyor elini... Güzel ve peynir kokulu bir merhaba geçiyor aralarından. Aynur gülümseyerek yakalıyor uzanan eli ve kimden olduğu belli olmayan %0,000000000001’lik piç bir ihtimal gelip buluyor bu ikiliyi.
7
KONTRPİYE YAZILAR Editörün Notları Müjde! Editörlüğünü üstlendiğim aylık ebediyat dergisi Kürek önümüzdeki aydan itibaren raflardaki yerini alacak. Hayır hayır, yanlış okumadınız, biz de yanlış yazmadık. Ebediyat dergisi. Ebediyete uğurladıklarımızla dolmuş taşmış, sayfalarını çevirdikçe toprak kokusu alacağınız, bol bol fotoğraflayacağınız aforizma içeren, sizleri hediyeye boğan bir neşriyat. Hediye demişken ilk sayımızdan eli bol, gönlü bol bir dergi olduğumuzu belli edeceğiz. Çeşit çeşit poster, takvim, ayraç, bardak altlığı, 6’lı çay bardağı seti (Şiir baskılı çay tabağı ve şair baskılı bardak.), Kafkalı nevresim takımı (Franz Kafka bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini dev bir nevresim takımına dönüşmüş olarak buldu.), fotoğraflarınızı süslemesi için çeşit çeşit karton kitap kapağı… İçeriğimiz de hediyelerimiz kadar bol ve özgün. Değerlerimize sahip çıkma ve onları tanıtma amaçlı bir yayın politikasına sahip olduğumuz için özellikle yitirdiğimiz ustalara geniş yer veriyoruz. (Bir de ne yazarla uğraşıyorsun, ne telif ödüyorsun. Yaz Nâzım’ın şiirini, Oğuz Atay’dan alıntıyı, Kemal Sunal’dan repliği…) Geçmişe bağlanıp kalmıyoruz. Günümüzün usta yazarlarını da unutmuyoruz elbette. “Abi Oraya Kamyon Gelecek” grubundan Aybars Berk Özüm, popüler televizyon dizisi “Aşkına Ekmek Bandım”ın yakışıklı başrolü Melihcan Mehmetcan Dokuzcan, polisiye yazarı Asiye Hafiye, ev hanımı Şehnaz abla, küçük kardeşim Üzeyir ve usta şair Celalettin abi… Bu kadroyla yola çıkıyoruz fakat ilerleyen sayılarda başka yazarlara ve şairlere de yer vereceğiz. Derginin ismini ve hikâyesini de merak ediyorsunuzdur elbette. Hemen anlatayım: Toplumumuzun üzerindeki ölü toprağı atmasına yardımcı bir dergi olmak istediğimizden ve okurlarına bir çeşit aydınlanma yaşatması temennisiyle bu ismi seçtik. Ayrıca güzellikle anlamayanlara kaba kuvvet uygulamaktan çekinmeyeceğimizin de mesajını veriyoruz böylelikle. Kürek, okurlarının zihninin derinliklerini kazarak, onları bilinçlendirmekle kalmayıp, Türk edebiyatının da derinlerine inip, yeni cevherler, yazarlar çıkartmanın peşinde. Aynı zamanda içimizden, hayattan bir nesne olan kürek, belli bir zümreye ait değil. Çiftçi de kullanıyor, işçi de. CEO da kullanıyor, sanatçı da. Bu yüzden kendimizle özdeşleştirdik küreği. Birilerinin sesi değil, herkesin sesi olacağız. Şimdi siz soracaksınız “CEO’nun sanatçının ne işi olur kürekle allaşkına?” Olur dostlarım, olur. Bir sanatçı, yakın arkadaşı başka bir sanatçıyı son yolculuğuna uğurlarken usulen de olsa birkaç kürek toprak atmaz mı? İşte bakın, kürek ve kaybettiğimiz bir değerimiz yan yana. İşte bu yüzden “Kürek” dostlar! Ayrıca bizlere güvenip destek olan, dergimizi bünyesine katan “Sızlayan Kemik Yayınları”na, derginin okurlara ulaşmasında en az bizler kadar payı olan “Toprağı Bol Olsun Matbaası” ve çalışanlarına binlerce kez teşekkür… Kürek dergi. Kürek kürek edebiyat…
8
TALAT BULUT ‘’Sette Bekleme Saat ödülü’’ Türkiye’de dağıtılan o kadar çok ödül var ki... Bir tane de ben oluşturayım dedim: SBSÖ. Bu isim uzun yıllar yaşayacaktır çünkü setlerde çalışma süresi disiplinsizliği asla değişmeyecektir. Bu yüzden, bu ödülün daha gerçekçi, dağıtımının daha kolay olduğunu düşünüyorum hemde kategorize etmeden.Hiyerarşi gereği,yönetmen dahil,çayımızı demleyen,sette var olan herkes için bu ödül geçerli.Ayrıca ödülün maliyeti masraflıda değil,illa saatin böyle olması gerekmiyor.Kolunuzdaki saati de ödül olarak adlandırabilirsiniz.Kol saati ,masa saati,duvar saati gibi...Önemli olan bu ödülü gündemde tutabilmak.Hafta 7 gün,günde 17 saat çalışıp 140 dk bölüm yetiştirmek kolay değil.Hadi biz oyuncular biraz dah rahatız.Yönetmenler ve setteki diğer arkadaşlarım için ne demeli?onlar nerdeyse 24 saat çalışıyor.Bunun bir ödülü olmalı öyle değil mi? Bir festivale dönüştürmeden ilk ödülü kendime verdim. O kadarda olsun,isim ve ve komite başkanı olarak bunu hakettim. O gün yine uzun süre kamera önüne çağrılmayı bekledim.Ortalama 7 saat. Çalıştığımız mekanda bu ağır ve iri görünümlü saat masa üstünde duruyordu.Aldım pozumu verdim .Yanaklarımdan öptüm.Tebrik ederim Talat’ım dedim.Gerçi kimse alkışlamadı.Alkışlanmayan ödül iyidir.Zaten herkes yorgundu alkışlamaya mecalleri yoktu. Eveeet sevgili meslektaşlarım ödülün duyurulması için bunu paylaşın.Paylaşınki ödül alma sevincimiz,sabrımızı mutlu etsin. Bu aşkın tarifi yok,tarifsiz aşk kıymetlidir Sevgiler
9
10
11
12
13
tekerleklibavul tekerleklibavul
Değerli büyüğümüz, adamın hası Herakleitos’un bir sözü vardır: “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.” diye. Şimdi şöyle bir düşünelim, gerçekten değişmeyen şeyler var mı hayatımızda? Tamam Herakleitos Bey’in zamanında her şey değişiyor olabilir. Fakat bizim zamanımızda değişmeyen şeyler var bence. Ayrıca yanlış anlaşılmasın, amacım Herakleitos’u gömmek değil. Hemşehri sayılırız şunun şurasında. Neyse konu dağılıyor, değişmeyen şeylere dönelim. Tırnak makası değişmiyor mesela. Bildiğin bug’da kaldı alet. Hiç mi gelişim gösteremez yıllardan beri. Bak mesela çakmak da öyle pek değişmiyor ama içine gül koyuyorlar bazen. Ayrıca bunun Zippo’su var, Clipper’ı var, muhtarı var… Bir değişim çabası içerisinde, fark ettiriyor bunu. Tırnak makasında ise tık yok. Ucuna asılı zinciri bile değişmiyor. Ayrıca tırnak makasına “tırnak çakısı” diyen bir güruh var. Atlamadan geçemeyeceğim. Onları kınıyorum buradan. Aynı güruh katlamaya da “dürmek” diyor. Yaptıkları bayağı bayağı terbiyesizlik bence. Eminim bu güruh “Televizyon izliyorum.” yerine “Televizyona bakıyorum.” da diyordur. Haklarında müebbet talep ediyorum. Herkesin kabul ettiği bir şey var: İnsan değişen bir varlık. Yediği, içtiği, sevdiği her şey değişiyor ömrü boyunca. Dinlediğimiz müziklerden yola çıkalım. Çocukken dinlediklerimizden, ergenken dinlediklerimizden, gençlik dönemi, olgunluk, yaşlılık… Mesela ben ilkokulda Ferdi Tayfur dinlerdim deli gibi. Gazete, kasetini bedava veriyor diye sabah büfenin önünde sıraya girmişliğim vardır. Size garip gelebilir ama bence hâlâ çok normal. Ortaokula geldiğimde ise çılgınlar gibi Eminem dinlemeye başlamıştım. O ilk geçişimi çok merak ediyorum gerçekten. Artık nasıl bir ciğerim dağlandıysa direkt Eminem’e geçmişim. Ardından lisede Türkçe rap furyası. Allah’ım dissler, küfürler, aykırı yaşam tarzı, götten düşen pantolonlar, eli pipiye götürmeler… İşte tarzımı buldum demiştim. Kasetlere sesimi kaydediyorum. Şarkı sözleri yazıyorum. Rap hakkındaki kompozisyonumla dereceye giriyorum. Konserlere gidiyorum. “Rap dinlemeyen kızla olmaz moruk.” havalarına giriyorum. Bir zaman geliyor bu asiliğim bitiyor ve yavaş yavaş farklı müzikler de dinlemeye başlıyorum. Kazancı Bedih, Seyfettin Sucu gibi Urfa’nın tanınmış sesleri ile tanışıyorum. Kürtçe müzik diye bir şey öğreniyorum. O dönemde etnik müziklere merak sarıyorum. Poznan’daki Etnik Müzik Festivali’ne gitme hayalleri kuruyorum. Ardından bir gün geliyor ve “Kulağıma hoş gelen her müziği dinliyorum.” kafasına ulaştığımı fark ediyorum.
14
Çok duymuşsunuzdur bunu. Belki siz de öylesinizdir bilemiyorum. Ben öyleyim şu an. Ama kulağa hoş gelen müziği dinlemek bir yaşlılık belirtisi bence. Hoş gelmeyen müziğe karşı olan bir somurtkanlık. “Ay ne anlıyorlar şundan dıptıs dıptıs?” triplerim yaklaşıyor gibi, hissediyorum bunu. Çok sevdiğiniz bir yemekten yavaş yavaş soğumaya başladığınız oluyor mu? Bunu laf olsun diye sormuyorum. Gerçekten bana özgü bir durum mu diye merak ediyorum. Çünkü son dönemde bu tip olayları çok sık yaşar oldum. İyi bir iskender yiyicisiyken bir anda ne olduysa iskenderden nefret etmeye başladım mesela. Arkadaşlarla buluştuğumuzda “Ne yiyelim?” diye düşünürken birisi iskender derse “Yemeyeceksiniz onu. Hiçbiriniz yemeyecek. Ya iskender, ya ben!” diye bağırasım geliyor. Patates kızartmasının yanındaki o kızartılmış köfteye bayılırken şimdi köfteyi sulu yemeğin içinde görmek istiyorum sadece. Salam deseniz aynı şekilde. Eskiden kahvaltılarımın vazgeçilmeziydi. Şimdi markette onun olduğu reyonun yanından söve söve geçiyorum. İnsan salama söver mi abi? Allah beni ıslah etsin, ne diyeyim. Kişilik değişiminin yanı sıra fiziksel değişim de mevcut tabii insanların hayatında. Mesela benim kimliğimdeki fotoğraf 2008 yılından. Beni son yıllarda tanıyıp da kimliğimi gördüğünde “Vay amk.” demeyen arkadaşım yok. Tipimi biliyorsunuzdur belki, bilmeyenler Instagram’dan bakabilir. İsteyen de Google’a “Haşim Ahmet Abdulbaki Buğra Bahadır Nebioğulları” yazabilir. “Ne alaka?” demeyin. Eminim sizi çevrenizde birilerine benzetiyorlardır. Bir şarkıcıya, bir oyuncuya, bir sunucuya vb. Olması gereken de o zaten. Bizim gibi sıradan insanlar genelde ünlülere benzetilir. İşte bende tam olarak sorun burada. Ben, internette dolaşan komik resimdeki adama benzetiliyorum. Upuzun adı olan ve adının uzun olması komik bulunan adamın kimliğindeki fotoğrafı bana çok benziyor. Maşallah o komik resimde de nasıl bir istikrar varsa, 3 yılda bir yeniden popüler oluyor ve mesaj kutum doluyor.
Gönül isterdi ki biz de Brad Pitt’e, Johhny Depp’e, hiç olmadı televizyon dizilerinde boy gösteren herhangi bir oyuncuya benzeyelim ama olmamış işte. Komik resimdeki adama benziyoruz. Buna da şükür. Gelelim düşüncelerdeki değişime. Bir Ahmet Hakan olmasak da bizim de dönem dönem siyasi, toplumsal, kültürel düşüncelerimizde değişimler oluyor. Bir yerde okumuştum: ”Bizim insanımız lisede ülkücü, üniversitede komünist, parayı bulunca da kapitalist olur.” diye. Bu arada bir yerde okumuştum dediğime bakmayın. Facebook’ta, Twitter’da ya da başka bir sosyal mecrada görmüşümdür. Ben onu okumaktan saymıyorum pek. Kimileri sayıyor. Lisede küpe takan bir erkekle oturup konuşabileceğimi düşünemiyordum mesela. Üniversitede dilinde piercing olan müthiş insanlarla arkadaşlık yaptım. Bence en güzel değişim, ön yargıların yıkılmasıdır. Ön yargılar da yıkıl yıkıl bitmiyor tabii. Ne pis insanlarmış biz arkadaş? Adeta vücudumuzun dörtte üçü ön yargılardan oluşuyormuş. Günümüzde insanların birbirlerine karşı olan sabrı gün geçtikçe azalıyor. Zamanında “Amaaaan.” diye geçiştirilip gidilen olaylar, belirli yaşantıların, toplumsal sıkıntıların da etkisiyle büyüyor da büyüyor. Metroda dalgınlıkla ayağını fazla uzatmış olan adama “Ayağınızı çekebilir misiniz?” demek yerine “Ayağını çek istiyosan.” denip, bir de nefret dolu bakış atılıyor. Farklı görüşlerdeki insanlar hain ilan ediliyor. Kutuplaşmalar artıyor, bazen yön değiştiriyor. Yani içinde bulunduğumuz toplum da sürekli değişiyor. Tabular çoğu zaman yıkılıyor. Tabularına sahip çıkanlarla, onları yıkanlar arasında çatışmalar yaşanıyor. Sonunda kazanan çıkmıyor. Bence her şeyden önemlisi insanın sürekli değiştiğini kabul etmesi gerekiyor. “Ben artık oldum. Tamam buyum işte. Ölene kadar böyle kalacağım.” düşüncesi bana aşırı tehlikeli geliyor. İnsanın kendisine yaptığı büyük kötülüklerden birisinin de bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir zaman sonra hayal kırıklığına uğranması muhtemel. Şahsı “Ben karaktersiz miyim?” diye düşündürebilir. Ama öyle değil işte. Hepimiz değişiyoruz. Sen, ben, o… Eğitim sistemi değişiyor. Kış saati uygulaması kaldırılıyor. Başımızdakiler bile sürekli değişiyor. Hemşehrim Herakleitos da benim gibi bu konuya takmış olacak ki “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.” demiş. Helal olsun Hera. Adammışsın sen. Toprağın bol olsun.
15
16
17
AKÜLÜ ADAM Ankara adamıdır Neco.. Ankaralı gibi yaşar…Ankara oyun havaları dinler taka Kamyonetinde.Kimseye dalaşmaz, haksızlığa tahammül edemez ve asla kamyonetine laf ettirmez. 75 model kamyonetiyle ekmek peşinde koşan Neco… Neco’nun kamyoneti o kadar değerlidir ki, bir yere gitse mutlaka MOBESE ya da kameraların olduğu yere aracını park eder. Modeli yüksek arabalara itibar etmez. En büyük korkusu arabanın ön kaputunun levye vs. açılarak arabanın aküsünün çalınmasıdır. Bu yüzden mutlaka Kamyonetini itinayla park ettikten sonra aküsünü çıkarır ve her nereye giderse gitsin üşenmeden aküsünü elinde bir çanta gibi taşır. Lakabının AKÜ NECO olması bu yüzdendir. Yoldaki meraklı bakışlara aldırmadan elinde aküsüyle her tarafa gider. Ankara’da Akülü gezen Neco’yu birçok Ankaralı yakından tanır. Akü Neco bir markadır. Çoğu zaman yolda kalan birçok araca elindeki Akü sayesinde müdahale eden Akü Neco, Ankara’da bir halk kahramanıdır. Akü Neco Kamyonetiyle iş beklerken bir müşteri gelir ve bir eşeği kamyonetle Ankara’nın lüks semtlerinden birine götürüp götüremeyeceğini sorar. İşin parasını peşin vereceğini söyleyen adam emaneti adrese Akü Neco’nun götürmesini ister. Mesafe kısa olmasına rağmen normalin iki katı para verilince bizim Akü Neco dayanamaz ve prensip olarak Canlı Hayvan götürmediğini ancak çok beyefendi bir insan olduğu için bu işi yapacağını söyler.
18
Adamla çay içerler. Meraklı Akü Neco adama sorular sormaya başlar; “Yahu bu eşeği neden senin arkadaşa götüreceğim?” diye sorar.. Adam da arkadaşının doğum günü olduğunu, çok şakacı olduğunu ve arkadaşına eşek şakası yapmak istediğini vs. söyler. Adam bizim Akü Necoya ısrarla eşeğin teslimatını arkadaşının işyerine götürmesini ve bizzat vereceği isme teslim etmesini sıkı sıkı tembihler. Neyse adres alınır. İş kutsaldır…Bu eşek sağ salim yerine ve sahibine teslim edilmelidir. Bizim Akü Neco arabasının kaputunu kaldırıp aküsünü yerleştirir ve eşeği sapa sağlam kamyonetin arkasına bağlar ve yola çıkar.Eşek arkada bizim Akü Neco direksiyonda yavaş yavaş trafiktekilerin gülümseyen bakışları içinde verilen adrese doğru yavaş yavaş hareket ederler. Adres Ankara’nın en nezih semtinde bir lokantadır. İçerisi çok kalabalık olan lokantanın önüne gelen bizim Akü Neco kamyonetinden sakince iner. Akü Neco sakince kaputu açar ve aküsünü itinayla çıkardıktan sonra kamyonetin arkasında bağlı bulunan eşeği aşağı indirir. Bir elinde akü bir elinde eşeğin ipini tutarak lokantanın sahibini sorar. Adam tüm müşterilerin arasından kızara bozara gelir. Bizim Akü Neco bağıra bağıra ‘’siparişiniz olan eşeği getirdim efendim’’ diye lokantanın tam girişinde avazı çıktığı kadar bağırır.Bu arada Lokantanın sahibi çaresiz bir yanlışlık var vs. demesine rağmen bizimki ısrarla; Olur mu efendim aha da adres burası… İsimde senin ismin. Benim adım Akü Neco…Navigasyon hata yapar ben yapmam der.. (sırıtarak)
Bu arada müşterilerin homurtusu yükselmeye başlar.. Rezalet.. tüh… eşek etimi yedirdiniz bize.. Allah belanızı versin… yuhhh…. Sinirlenen lokanta sahibi bizim Akü Neco ya müdahale ederken eşek ipten kurtulur ve lokantanın içine dalar. Ortalık tam bir mahşer yeri olur. Neco’nun elinde Akü adam Neco’nun peşinde tüm garsonlar eşeğin peşinde tam bir curcuna… bu arada müşteriler bağıra çağıra lokantayı ter kederler… Garsonlar ve patron bizim Akü Neco’ya eşşek sudan gelene kadar verirler sopayı… Akü Neco Can havliyle bir elinde Aküsü bir elinde eşek Perişan bir halde yürür. Taka kamyoneti lokantanın önünde kalmıştır ama o kendi kendine akü bende çalıştıramazlar gece gider alırım diye düşünür. Bir süre sonra yorulan Akü Neco Eşeğe biner ve elinde aküsüyle türküsünü söyler; Eşeği saldım çayıra, Otlaya karnın doyura, Gördüğü düşü hayıra, yoranın da avradını… NOT: Kesin olmayan bulgulara göre Eşeği lokantaya gönderen kişinin SSK’sı yatmayan eski bir çalışan olduğu Akü Neco tarafından tespit edilmiştir.
19
20
21
22
TINDER Tinder, iOS ve Android platformları için geliştirilen bir arkadaşlık uygulamasıdır. MP3’lü, çok popüler telefonlarımız varken ne güzeldi. Takardık kulaklığımızı, müziğimizi son ses açar keyfimize bakardık. Telefonumu çok seviyordum, ta ki Başıma bu telefonla ilgili bir olay gelene kadar. Sonra ne mi oldu? Tabi ki akıllı telefon aldım. Olay şu; Halk otobüsünde eve gidiyorum. Otobüse, etrafa hava atan çift bindi. Belli ki yeni sevgili olmuşlar. Ama ne yalan söyleyeyim. Kız, çocuğa yakışmıyordu. Ne ara olduysak kızla göz göze geldik. Uzun bir süre gözlerimizi kaçırmadık. Evet, beni kesiyordu. Kızı bu çocuğun elinden nasıl kurtarabilirim? Diye düşündüm. Hemen şu dokunmatik telefonuma kendi numaramı yazıp, kıza doğru gösterdim. Kız telefonuna not etmeye başladı. Kendi durağıma gelmiştim… Ve indim. Kız, camdan bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi. Telefonuma uzaktan şöyle bir baktım. Ve o an, yazıların görünmediğini anladım. Sonuç olarak kızı kurtaramadım. Bkz; 1 Teknolojiye geçtik. Tinder uygulamasını kurup çok ciddi bir ilişki peşine düşmüştüm. Biriyle keşiştik ve 1 ay sonra buluştuk. Muhabbet çok güzel giderken sevgili adayının bana, TİNDER’ın asıl amacını söylemesiyle, çok ciddi ilişki düşüncelerim suya düştü. Duygularımla oynanmış ve kendimi kullanılmış hissediyordum. Meğer sevgilim olması gereken kişi beni bir seks objesi olarak görüyormuş. Sadece seksi bedenimi kullanmak istemiş. Devir çok kötü valla. Tabi çok üzüldüm ben bu duruma ve teselliye ihtiyacım vardı. Sağ olsun kızcağız bi de otel parasını kendisinin vereceğini söyleyince rahatladım.
Kafamda “Welcome to new world old man” diye bi ses çınlıyordu sanki. Bkz; 2 Sonra uygulamaya alışmış ve ciddi ilişki arayışımı askıya almış olarak hayatıma devam ettim. Zor oldu tabi. Tüm ciddiyetsizliğimle “one night stand” yaşamaya başlama kararı aldım. Hemen Tinder’da karşıma çıkan bi kızla tanıştım. Seksi de bişey. Fotolara baktım. Gayet tatmin edici. İşe duygularımı karıştırmadan edebimle buluşup sevişmeye karar verdim. Evinin adresini verdi. Sıfır masraf, kolay seks, güle güle aşk acısı… “Ne güzelmiş böyle ya” diye düşünerek evin yolunu tuttum. Ama hayallerim bir ker daha yıkıldı. Tinder gibi bir uygulamayı bulan dahi beyinler, fotoğrafları güzelleştiren uygulamalar da geliştirmiş tabi. Bir yandan karşımdaki kıza bakıyorum, bir yandan fotoğraflara… Allahım nası başarılı bir iş. Yemin ediyorum alkışladım uygulamayı yapanları. Helal… Bkz ;3 Hayat çok acayip ya. İlerde daha da acayip olcak. Sanal sanal sevişip rahatlarız herhalde. Ciddi ilişkilerimiz bile sanal olmalı hatta. Sanal da bebek yaparız. Çiş derdi yok, ağlama yok. En fazla şarjı biter. Savaşlar da sanal olsa. Terör saldırıları olunca sadece Facebook’tan falan silseler mesela. Kimse ölmese...
23