1
ÇOK DA ŞEY YAPMAMAK LAZIM
GÖKHAN TOSUN
Seriyi devam ettirip bu ay da Mart’la ilgili bir Gökhan?” diye hesap soracak haliniz yok ya. Tesisatçı şeyler yazmak isterdim ancak gerek yok. Bence zaten Ahmet abinin karşısına dikilip “Dünya dışında hayat Mart ayına da gerek yok. Mart baştan aşağı gereksiz bir belirtileri bulmuşlar, neden söylemedin bize!?” diye aydır. İnsanlığa herhangi bir yararı yok koskoca ayın. Za- çemkirmeyi düşünen var mı aranızda?) Kırmızı Başlıklı rarı desem, ufak tefek birkaç tane yalnızca. Verebileceği Kız, çocuklara nasıl bir ders veriyor mesela? “Yaşlılara maksimum zarar, tüm gün elimizde montla dolaşmamızı yardım etmeyin sakın yoksa kurtlar sizi yer” olabilir mi? sağlamaktır. Bir de ince giyinerek dışarı çıktığımızda “Yoldan geçen, tanımadığınız bir ormancıyı eve alın ve yağmur yağarsa yaşlıların ağzına laf verir o kadar. Çok kurdun karnını kestirin” olabilir mi? Kızın, babaannesini sever yaşlılar Mart ayında yağmur yağarsa bilmiş bir tanımayıp kurtla onu karıştırmasına hiç değinmiyorum edayla “Eee ne demişler? Mart kapıdan baktırır, kazma bile. Hasta analarını, ormanda kaderiyle baş başa bırakıp, kürek yaktırır.” demeyi. Haziran’da da yağmur yağar sefa içinde hayat süren hayırsız evlatlar da var öte yanama laf etmezler ona. Mart, yıllar sonra gerçekleşen lise dan. Yazar Türk olsa “Kırmızı kıyafetler giymiş bir genç buluşmasında yokluğu fark edilmeyen, ismini kimsenin kız ormanda tek başına dolaşmamalı” mesajı veriyor hatırlamadığı, duvar kenarındaki orta sırada oturan, en derdim. Gerçi aynı olay Türkiye’de gerçekleşyakın arkadaşları hep sayısal sınıflarında olan dişi telli se “kızın o saatte ne işi varmış orada, kesin çocuktur. Mart, aslanlığı birkaç netle kaçırmış, kaplan yolluymuş, aranıyormuş.” der, kurdu serbest olacakken atanamamış ve bunun gerginliğini sürekli bize bırakır, oduncuyu hapse atarlardı. hissettiren kedilerin “Biz sevişmek istiyoruz!” diye yeri Balkona da bir miktar kafayı takmıştım bir göğü inlettiği bir aydır yalnızca. Ona bir paragraf yazmış aralar. “Balkon yapmak kimin, neden aklına olmam yeter de artar bile. Hiç! gelir lan?” diye kendi kendime hayıflanıyorİnsan Mart’a neden takar? Ben takıyorum işte, sorudum ki Adanalılar aklıma geldi. Arkeolognum da tam olarak bu. Bir yerlerden alakasız şeyler bulu- lardan ricamdır, ilk balkon araştırılsın. yorum, oturup üzerine saatlerce düşünüyorum. Her şeye Altından, evde de mangal yakmak üşenen ben, düşünmeye üşenmiyorum. Hapse girsem, isteyen bir Adanalı çıkacaktır. Eve dahil en azından “düşünce suçlusu” der saygı duyarlar. Gerçi ama evin dışında, altı boşluk, sadece hapse girsem de çıkar çıkmaz ilk cümlem “İçerde düşün- keyif yapmaya yarayan bir şeyin icadı, evet meye çok vaktim oldu.” olur. Zaten, bir şeyi düşünenleri işte “Adana’da sıradan bir gün.” Balkonu hapse atarlar, her şeyi düşünenlerin terfi edebileceği tek kapatıp salona katma fikri de ilk olarak yer ruh ve sinir hastalıkları hastanesidir. Her şeyi kafaya Kayserililerin bence. Böyle böyle zengin takmaya başlayınca en son huniyi de takıyorsun kafana. oluyor adamlar. Freud haklı, her şeyin temeli çocukluk. Çocukluğum İngilizce çok havalı olan isimlerin Türkruh ve sinir hastalıkları hastanesinin karşısında geçti beçeye çevrilince saçma sapan bir hâl almasınim. Bildiğin karşı komşumuz ruh sağlığı hastanesiydi. na da takıyorum kafayı. “Head & Shoulders” Otobüsten hep “ruh sağlığında inecek var” diyerek inergibi aşırı derecede naif ve dim. İlk diş doktorum da orada çalışan bir doktordu. melodik bir ismin “Kafa Dişimi gitar teliyle çekmek istediğinde ve Omuzlar” olmasını e anlamıştım adamın diş aklım almıyor. Hatta “gafa ve s m a’ya ki ia yüzünden omuzlar” oluyor çoğu yörede. y e r doktoru olmadığını. ü S Cemal ısın? Bir idd it bıyığını “Yok onla çekmeyelim” Müthiş kahve markası “Jacyak m ıkartılır? G ler yap- kobs”a ne demeli? Piyasaya n a dediğimde gitarı değil, m ç y “Oğlum dan harf mi ma sapan şe düm. dişimi bırakmıştı. “TaTürkçe isimle girse 3 ayda ç n ı a d s ş dü ün yadı iflas bayrağını çekerdi. “Ooo rla a soya k o mam o zaman” diyerek m ç s ı e ye d mek bi so gitar çalmaya devam etti Mehmet abi Yakup’unkini kes, ye memiş mi di değiştirir gi e mi ı y neşe içinde. Şimdi tekrar almışsın.” “Hanım getir de ma” de kullanıcı ad , ilgi çekme m ı da ’ d r düşününce adamın dokbir Yakup’unkini içelim.” a e t t t s i ? Tw tirilir ü rsun allasen ş i ğ tor olduğundan bile şüphe Piiiğ leş. “Harley Dae d o mı çalışıy ediyorum. Geldiğim noktavidson” peki? Asiliğin da kendimi o adama yakın kitabını yazan marka! Motorhissediyorum, kan çekiyor da, ayakkabıda, deri montta her yerde çok demek ki. havalı. Peki “Harley Davutoğlu” ismiyle gelse siyah, yana Kırmızı Başlıklı Kız’a taktım bu aralar. doğru altın rengi çapraz şeritler olan poşetlerde satılmaz Bu masalın neden dünyanın en ünlü masalı olduğunu mıydı? anlamaya çalışıyorum, başaramıyorum. Ya araya adam Cemal Süreya’ya kimse “Oğlum manyak mısın? Bir idsoktu Wilhelm Grimm, rüşvet yedirdi ya da masal lobisi dia yüzünden soyadından harf mi çıkartılır? Git bıyığını diye bir şey var. Masal lobisi varsa arkasında da kesin kes, yemek ısmarla saçma sapan şeyler yapma” demeİsrail vardır, demedi demeyin. (“Demedi demeyin” lafına miş mi diye de çok düşündüm. Twitter’da kullanıcı adı da taktım mesela, bir insana demediği bir şey yüzündeğiştirir gibi soyadı mı değiştirilir üstadım, ilgi çekmeye den neden kızasın ki? Bir gün karşıma dikilip “Masal mi çalışıyorsun allasen? İnsan neden durduk yere Cemal lobisinin arkasında İsrail olduğunu neden söylemedin Süreya’ya kafayı takar da atarlanır hiçbir fikrim yok.
2
Eee ne demiş atalarımız? Can çıkar, huy çıkmaz. Hah bu arada atasözlerine de kafayı taktım. Henüz ilkokulda, Sabah gazetesinin verdiği “Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü”nü bitirmiş biri olarak buna hakkım var diye düşünüyorum. “Nasıl olsa adımız geçmeyecek, saçmala gitsin.” demek suretiyle söz söylemiş atalarımız var. Aksi takdirde “Hamama giren terler.” gibi bir atasözü olabilir miydi? İnsanın bu kadar realist atası olabilir mi? Aynı adam durmuyor ve “Kahveye su gerek.” diye yeni bir atasözü daha söylüyor. Aynı adam olduğundan eminim. Malumun ilanını yapan çok atamız olmasa gerek. Durdurulmasaydı “Yağmurda yürüyen ıslanır.” “Sobaya dokunan yanar.” “Yemek yiyen doyar.” gibi sözleri de listeye ekletecekti. Tarihteki önemli adamların her lafını üşenmeden not eden delileri de kafaya taktım, ardından yorum kattıklarına kanaat getirdim. Zira koskoca krallar, komutanlar, padişahlar, mimarlar işi gücü bırakıp aforizma kasmakla uğraşmaz. Sezar, o kadar afili cümle kurduysa, o savaşlara ne ara girdi? Tamamen çarpıtma mevzusu. – Yüce Sezar, vardınız mı? +Geldim geldim. -Dayınız gelince bir beni görsün demişti? +Gördüm. -Savaş ne oldu? +Yendim. -Hemen not et hemen “Geldim, gördüm, yendim.” 300 retweet’i var bunun yapıştır. Sezar da bakıyor ki cümle yürümüş, hiç bozuntuya vermiyor “iyi laf etmişim yalnız” diyor, her yerde söylemeye başlıyor. Sorarım sana Jül; Düşüyor mu böyle? Bir de yalanı dolanı var tabi bu işin. Adamın mezarından çıkıp “Yoo ben öyle bir şey demedim” deme şansı da yok. Koskoca Victor Hugo’nun “Kalp boşaldıkça kese dolar” diye bir sözü olabilir mi? Facebook kullanan, 50 yaş üstü uzaktan akraba mı bu adam? Bunları zamanında düşüneceksiniz arkadaş. Sonra “by_chapkın_34”ün msn iletisini alıp Turgut Uyar’ın şiiri diye kapağa koyuyorsunuz. Ayıptır! Arada güzel şeyler de düşünüyorum. Kendimi mesela. Bence kendimi düşünüyor olmam, beni çok düşünceli bir insan yapıyor. Düşüncesiz ve bencil olduğumu düşünenlerin düşüncesine katılmıyorum. Bana “kendini beğenmiş” diyenlere hak veriyorum yalnızca. Ama onların da bana hak vermesini bekliyorum, herkesin beğendiği bir şeyi benim de beğenmem neden suç oluyor ki?
3
Defteri
MEHMET AKKOYUNLU
/kitapsizinbiri /mehmetakkoyunlu88
-Bi eşofmanım var 6 senedir aynı. -Ben bazen insan olduğumu unutuNe bir yırtık ne başka bir şey? Nefret yorum. Yalan siyasetten, ağıttan, ediyorum ondan. 6 senede ben değişReferandum öncesi Türkiye ölümden, katillerden, kandan, tim, dünya değişti, çocuklar büyüdü, mücadeleden, kavgadan, gürültü‘Evetçiler’ ve ‘Hayırcılar’ olmak den, bombalardan, silahlardan, yaşlılar öldü ama bir sen değişmedin üzere ikiye bölünmüş durumda. dayaktan, gazdan, sudan, yaralıdan, eşofman. En kısa zamanda bıçaklıycam seni. Çık git hayatımdan! Gerçi Tamam, insanlar politik bir tavır cenazeden, nefretten, tartışmaktan, bıçaklandıktan sonra 6 yıl daha yer takındı takınmasına ama kimse hırstan, egodan, anlaşamamaktan, anlaşılamamaktan o kadar çok bezi olacaksın eşofman. Ve böylece referandumdaki soruyu sıkıldım ki! Acaba insanlığın bütün tam olarak ölümün, insanoğlunun bilmiyor. bu kavramlardan vazgeçip kendi özüyok olmasına denk düşecektir. ne ve doğaya dönme isteği olamaz mı? -Şu dünyada bir fakir gibi yaşayan zenÇiçek, böcek, aşk, su, deniz, kum, güneş, ginleri anlayamıyorum, bir de zengin gibi -Esnek çalışma saat- yaşayan fakirleri… patika, meyve, sebze, sağlık, mevsim, sevgi, barış, paylaşmak… Acımasız kış mevsimi de lerine uyumlu birer olmasa keşke, bahar gelse… Mesela sevgilim, bana önce -Nişanlanan çiftlerde nişanlık - kravat uyumu skini ilk makine olup çıktık. bir şiir okusan, sonra seninle şiir gibi bir konsere gitsek kim çıkardı acaba? Siyah takım elbiseli damat, yavruağzı Aynı zamanda da ne güzel olurdu. Konser çıkışı elimizde bira şişeleri, çıplak kravat takıyor. Neymiş, nişan elbisesine uyumlu olacakprezantablız… Esnek çalışma saatleriy- mış! Bak bak… Kravat öncelikle giydiğin takım elbiseye ayakla yürürdük sokaklarda. Sonra bir parkta çimlerin le esnedikçe esniyoruz. uyumlu olmalı, kemer de ayakkabıya… Bırak kardeşim, üstünde uyuyakalırdık. İnsan olduğumuzu hatırlardık. kravatın nişanlının elbisesine uyumlu olmayıversin. Ortak İnsan olduğumuzu anlardık. Bir gün yirmi dört saat, bir yaşama doğru giden yolda kurdeleniz kesilip, nişanlı biliyorsunuz. Dünyanın -Bu yaşıma geldim. Hala Ülker çubuk krakeri yerken olduğunuzu davetlilere ispatlayacaksınız zaten. Kravat her yerinde de böyledir. ağzıma yanlamasına sokmaya çalışıyorum. Naif bir insan kendinle uyumlu olsun. Bu yola çıkarken kalplerinizin, mıyım yoksa düpedüz öküz müyüm, ben de anlamadım. Dolayısıyla herkes için bir gün, tam olarak yirmi dört saat olmalı… Fakat davranışlarınızın, sevginizin ve saygınızın birbirine -Ateşin Bulunmasına Dair Aforizma: Eskiden insanlar dotahminimce esnek çalışma saatlerine uyumlu çalışan uyumluluğuna olduğundan emin olun. Uydurun. Zaten mat, soğan ve biberi pişirmeden salata yapıyorlardı; şimdi isteyen şer odakları, işçi sınıfının bir gününü otuz – otuz nişanlılık uyduruktan bir uyuşma halidir. Asıl evlenince ise pişirip menemen yapıyorlar. Bu ne biçim ilerleme beş saat olarak düşünüyorlar olsa gerek. Çünkü bir günü görürüm ben sizi. Kafası o zaman geliyor… anlamadım gitti. -İhlas suresini oku desen bilmez. Ama Justin’in bütün hepi topu yirmi dört saat olan bir kişinin bu denli esnek -Referandum öncesi Türkiye ‘Evetçiler’ ve ‘Hayırcılar’ şarkılarının İngilizcesini tersinden okuyor. Sabah ezanı çalıştırılmasının daha başka mantıklı, ahlaki ve vicdani olmak üzere ikiye bölünmüş durumda. Tamam, insanlar okununca bu çağrıyı namaz kılma zamanı olarak değil de, bir açıklaması olamaz. Kısa bir hesaplama yapalım. Zaten politik bir tavır takındı takınmasına ama kimse refe‘’oha lan çok geç olmuş’’ diye algılıyor. Koltuk altı kıllarını bir günün yaklaşık on iki saatini çalışarak geçiriyoruz. randumdaki soruyu bilmiyor. Harbi referandumda ne zaten kesmiyor. Velhasıl, yeni nesilden çok şikayetçiyim Birer saat işe gidip gelirken harcıyoruz. On dört saat oldu. soracaksınız bize? Şunu bir öğrensem de ben de ona göre Hakim Bey. Ertesi gün işimizde verimli çalışabilmemiz için ise sekiz evet mi diyeceğim yoksa hayır mı, önümüzdeki sayıdaki -Nedense liseli, askerli, polisli, doktorlu ve hemşireli disaat uyuyoruz. Etti mi yirmi iki saat? Enerjimiz kalırsa ziler hep tutuyor. Üniforma fantezisi midir bilemem ama geriye insanlığımızı yaşayabileceğimiz, yiyip içip, sıçabiyazımda kararımı açıklayayım. Umarım dergiden kovulleceğimiz, sosyalleşebileceğimiz ve sörvayvır izleyebilemama neden olmayacak bir açıklama yaparım. ülke olarak bunlara gizli bir zaafımız olduğu kesin. ceğimiz iki saatimiz kalıyor. İki saat ulan! Hangi birisine -Hayatınız boyunca hiç Nahçivan’ı düşündünüz mü? Ben -Kadın olmak çok acayip bir şey lan! Toplum içinde kadın yeter ki bu zaman? Esnek çalışma saatleriymiş!.. Sizin ben az önce düşündüm. Nahçivan, yalnız başına yaşayan yaşlı kadına tuvalete falan gidebiliyorsun. Normal yani. Erkekvicdanınızı sileyim. ler gitse, hemen gay diye lafı yapıştırırlar. Hayır, homofobir emmi gibi biri sanki. Neyse elime bir kap yemek alıp gideyim de halini hatrını sorayım bari. İki hayır duasını bik değilim ama bence bu işte bir iş var. Mesela Bülent Ersoy’a karşı değilim. Ama zamanında Show Tv’deki Bülent -Ev terliklerini ne zaman ters görsem sanki bir terslik alırım. Beni işitmezse kulağına eğilip bağırarak konuşuErsoy Show’a karşıydım. Olayı bu açıdan düşünün yani. olacakmış hissiyle düzeltiyorum. Hep annem rum; “NABIYON NAHÇİVAN EMMİ, EYİ MİN?” yüzünden edindiğim batıl inançlar bunlar. -Ne zaman kendi içime yolculuk yapmak için uzaklara Bu arada materyalistim. Geçenlerde -Bugünlerde ülkenin bir kısmı Türkiye’nin kaçma fikriyle harekete geçsem bir süre sonra kendimi dağda bira içerken bi arkadaşım, bana durumu iyidir ve daha da iyi olacaktır bakkaldan aysti şeftali alıp eve geri dönmüş olarak buluMesela sevgilim, bana bir taşın bile bilincinin olabileceğidiyor; diğer kısmı ise ülkenin durumu yorum. Bunu farkettiğim için kendime bir Afrika gezisi önce bir şiir okusan, sonra ni söyledi. Ben de “Hassiktir lan şu an çok kötüdür ve daha da kötü ayarladım. Kafa dinlemek için bir süreliğine Tanzanya, seninle şiir gibi bir konsere gitsek ordan!” dedim. Eğer o an yerdeki olacaktır diyor. Büyük bir çoğunluk Botswana ve Zimbabwe’de olacağım. Öncelikle oralardaki ne güzel olurdu. Konser çıkışı elibir taş dile gelip bir bilince sahip ise hiçbir şey demiyor. Onlar kim uçsuz bucaksız ovalarda zebra sürüleriyle nefesim kesilene mizde bira şişeleri, çıplak ayakla yü- peki? Apolitik kararsız seçmenler... olduğunu bana ispatlasaydı çok kadar koşmak istiyorum. Doğayı, sonsuzluğu ve özgürlüpis morarırdım. Sonuçta gece Şu an eşofman paçalarını çorabının ğü hissedeyim. Sonra da yorulup kendimi yere attığımda rürdük sokaklarda. Sonra bir parkta ayazında dağlarda alkollü içecek içine sokup Fox dizisi izleyen kararsız pusu bekleyen yavşak aslanlar beni yesin diyorum. Belki çimlerin üstünde uyuyakalırdık. tüketiyoruz. Her yer daş, toprak, ot seçmen, şu aralar tek derdi belinden de başımda zırtlanlarla kavga ederler. İsterseniz giderken İnsan olduğumuzu hatırlardık. ve ağaç. Tartışılacak şeyler de kısıtlı soğuk yememek olan kararsız seçmen, Uzun’u götüreyim de biraz hava alsın ülke. Ya da yok lan İnsan olduğumuzu anlardık. oluyor haliyle. Şehre döndüğüm iyi ülkede olup bitenden bir s.k anlamayan götürmeyim. Şimdi az gelişmiş ülkelerin durduk yere raoldu. kararsız seçmen... Gelecek nesil senin hatını bozmayım. Adamların yeterince derdi vardır zaten. eserin olacaktır. Senin ben ta alnını öpeyim -Son söz: Gördüğünüze inanmayın! -Dışarıdan Beyazıt Öztürk gibi görünsem de alnını. aslında tam bir Okan Bayülgen’im. Bilen bilir. -Acılar içindeki insanlığa selam olsun! -Bu yazımı okuyup, referandumda kullanacağım oyu doğru tahmin edenler içerisinden çekilişle belirleyeceğim şanslı bir okurumla 2 gece 3 gündüz TV8 izleyeceğim. -Yine acılarımızla kendimizi var edebildiğimiz bir ayı daha geride bıraktık. Yine çok çalıştık, çok ezildik, çok mutsuzuz ve beş parasızız.
4
5
şalter Her normal çocuk gibi parkta bahçede oyunumu oynayıp, üstümü başımı piç edip terli ve pis bir şekilde evime döndüm. Okuluma zamanında gidip, zamanında saçını çektim hoşlandığım kızın.
Tatil olağanca hızıyla başlayıp biz de kendimizi ipini koparmış dana gibi sokağa salınca ilk bir ay tamamen “SMS” ve “ÇAĞRI ATMA” şeklinde geçti. Benim için sıkıntı yok tabi ama hattın öbür ucunda kopan fırtınaları hissetmemek de imkansız. Her şey olması gerektiği gibi rutin gidiyordu anlayacağınız. Ağustos geldi, yani hatunun doğum günü. Başbaşa bu sıcakta romantizm Damatlıkla ilgili dile geKafa da ilk şalter attığında henüz anaokulunda idim. Yerini yeni yeni öğrendiğim çekilmez diye koskoca Ankara’da tatitirdiğim her isyan “sevimlilik” sevgili pipimin bana verdiği ataerkil yetkilere dayanarak mıncırdığım ilk kızın, le gitmeyen ortak ne kadar arkadaş olarak algılanmış ve kutsal evlilik olayı ışık hızında ailesine yetiştirmesi sonucu daha 5-6 yaşında “DAMAT” varsa arayıp bir iki tanesini kafalamüessesesinin olağanca zorluğu mi- mak suretiyle, en gidilmeyecek yer statüsüne yükselmiştim. Damatlıkla ilgili dile getirdiğim her isyan “sevimlilik” olarak algılanmış ve kutsal evlilik müessesesinin olağanca zorluğu minik nik omuzlarıma çökmüştü. Mecburen olan Sincan Harikalar Diyarı’ndaki omuzlarıma çökmüştü. Mecburen kol kanat gerdik hemen hanıma. Zira dünya kol kanat gerdik hemen hanıma. Zira piknik alanında yerimizi almak büyük ve ben somun ekmekten hallice bir boy ortalamasına sahiptim. dünya büyük ve ben somun ekmek- üzere yola çıktık. Şimdi bunun yanına oturması var. Sınıfta ki diğer küçük haşerelerin saç baş ten hallice bir boy ortalamasına çekme esprilerinden koruması var. Verilen sempatik ev ödevlerine yardımı var “SEN ÖNCE GÖTÜNE DON AL” sahiptim. diye diye aradan yıllar geçti ve peder beyin işi sağ olsun başka bir şehre taşınarak deyimi henüz ortalarda olmadığı gayri resmi karımdan kimselere herhangi bir açıklama yapmadan sessiz sedasız, yıllar olmasına rağmen iliklerime kadar celsesiz ve mal paylaşımsız ayrıldık. varlığını hissediyordum. Üç kuruş para ve onlarca cefaya gark olarak tesis ve finanse Çocuklar bende kaldı tabi. Neyse. ettiğim pikniğe başlamış, mangalı yanda ki ailenin reisinin yardımıyla yakmış, kızlara masayı hazırlatmıştık. Yüzüm gülüp içim yaBizim zamanımız da orta okul vardı. Ey gidi. Her yeni okula başladığımda nıyordu ama olsundu, bu kadın okul kanunları gereği artık helalimdi ve yine okul yaptığım üzere, sınıfa kafayı sokar sokmaz muhtemel hedefleri belirledim. Zira kanunları gereği iki ayı geçen her ilişkiye gerçek hayatta da evlenirler gözüyle boşanma sürecini yeni atlatmış bir sabi olarak harabeye dönmüş kalbimi ancak bakılırdı. Mangaldan yüz çevirip az oksijen aldığım sırada gidip şunu bir öpeyim yepizyeni bir aşk pir-ü pak ederdi. diye düşünürken bir de baktım ki kadının surat yaklaşık dokuz karış yerde. Hedeflerimi yüksek tutmak gibi bir gayem olmadı. Vizyonsuzdum. Girer girmez sağdan üçüncü sırada tek oturan bir dilber bana doğru güleyazdı. HOOAAYYDAAAAAAAA N’OLDU LA BUNA ŞİMDİ!? Eğer bakmayıp güzel kızlar bölgesine doğru gidersem elde ki elmadan Dedim “ Hayırdır yârim sorun nedir?” olabileceğim düşüncesi böğrüme oturunca ben de gidip gülüşünün Dedi “ Sen benimle eskisi kadar ilgilenmiyorsun.” Bah bah yanına oturmuş bulundum. Minyatür kıçım henüz tahta sıraya lafa bah. temas etmişti ki olağanca öküzlüğüyle kocaman bir “ UUODedim “ Ne alakası var yavrum yanındayım ya işte.” OOOOOOOOO” tezahüratı peydah oldu sınıfta. Birbirimize Dedi “ Hayır öyle değil! Tatildeyiz ama sen benim yanıma bakakaldık. Tabi haliyle hormonlar yükselip eller ayaklar titredi. hiç gelmiyorsun.” Mecburen artık o gülüşün sahibi helalimdi, çünkü diğer kızların çoktan eniştesi olmuştum. İşte efendim derste not yazıp gönder(YAZAR NOTU: Tam bu nokta da yeni nesil arkadaşlara meler, teneffüslerde karşılıklı bakışmalar derken yine bir şekilde açıklama yapma ihtiyacı duyuyorum. evlendim. Bizim zamanımızda, 15-16 yaşında çocuk kalkıp da şehrin Henüz liseye adımımı atamadan ikinci evliliğe bu anlık geçiş iki nuöteki ucuna gezmeye gidemezdi.) maralı şalterimin de atmasına vesile oldu tabi. Tam üç hafta iki gün süren dillere destan bir aşk, daha dönemi yarılamadan son bulmuştu. On dört erkeğin Cebimde ki üç kuruş parayla tertip ettiğim piknik düzenine, biz hariç neşe arasından gelip özellikle benden kalem tıraş isteyen, yârimin azılı düşmanı şirret ile cıvıldayan arkadaşlara, civarda ki küçük çocuklara ve kuşlara baktım. Çat diye kadın yüzünden sınıfın öküzleri yine “UUOOOOO” çekmişti. Tek bir açıklama bir ses geldi kafamın içinden. fırsatı vermeden beni terk etti. Zaten diyeceğim bir şey de yoktu. Çocuktum lan Üç numaralı şalteri de orada attırmış oldum. ben ne açıklaması. Dedim “ Harun, ver bir sigara kardeş.” Lise geldi çattı. Gittik arkadaş ortamımızı yapıp derslere baktık oluru var mı bu Dedi “ Sen içiyor muydun ya?” işin falan derken karşı sınıftan çat diye görücü geldi. Dedi “bizim kız seni beğenDedim “Evet mk” miş “. Yuh mk , gelsin anamdan usule uygun İlk sigaramdı ve bitene kadar da öksürüklerimi kamufle etmek için mangalın istesin o zaman , lise de böyle mi başından bir an bile ayrılmadım. oluyormuş? Demeye kalmadan dönem sonuna bir ay kala gittik Henüz neyin ne olduğunu tam bilmediğim, osuruktan tayyare yıllarımda üç şalteVizyonsuzdum. aldık kızı bir öğlen arasında. ri çoktan attırmıştım bile. Girer girmez sağdan üçüncü Neyse efendim, usul gereği ŞİMDİ Kİ AKLIM OLSA ÖYLE YAPMAZDIM AMA ÖYLE YAPMASAYDIM kolyedir küpedir bilekliktir DA ŞİMDİ Kİ AKLIM OLMAZDI sorunsalından hareketle pek pişman da değisırada tek oturan bir dilber bana falan bir elmanın iki yarısı lim açıkçası. Koca da oldum enayi de , ergen de oldum olgun da. doğru güleyazdı. Eğer bakmayıp gibi simetrik olduk diyene güzel kızlar bölgesine doğru gidersem kadar haşırt diye yaz tatili Özellikle dün aldığım tek taş yüzükten sonra düşünüyorum da ; elde ki elmadan olabileceğim dükalktı geldi. şüncesi böğrüme oturunca ben de Dedim “ tatilde de buralarİnsan hayata 5-17 yaş arası hazırlanıyor. dayız “. O aralıkta ne gördüysen gördün, geri kalan her şey o biriktirdiğin tecrübenin gidip gülüşünün yanına oturmuş Dedi “ biz de buradayız “. üzerine süs oluyor. bulundum. İyi dedim içimden, yarraa yedik. Zaten beş kuruş para Sonuç olarak buradan gelecekte ki karıma sesleniyorum; yok cebimizde, ota boka çağırır durur şimdi. Hayır bahane de yok, Kadınım, bin türlü dünya hali görüp geçirdim ve şimdi heybem envai çeşit tecsıkıyorsa gelemem de. Peh. rübe ile dolu olarak sana geliyorum. Geri kalan tüm süslemeyi bir ömür birlikte yapmak dileğiyle...
6
7
Bulduk dergileri, gazetelerin arkasına yerleştirilmiş ya da saklanmış! “Gazeteliğe kimler gelip baktı abi?” diye sordum. “Valla sabah İrfan gelip kurcaladı biraz, sonra gitti. Sinirliydi diye ses etmedim bende.” dedi.
Editörün Notları Müjde! Editörü olduğum aylık ebediyat dergisi Kürek ilk sayısıyla okurlarının karşısına çıktı. Çıktıda n’oldu diye soranlar olacaktır, anlatayım. Dergiyi bastık, dağıttık ve mahallemizin bakkalına da editör olarak bizzat ben götürdüm, gazeteliğe güzelce yerleştirdim dergileri. Bakkalımız Erkan abiyle ayaküstü bir çay içip edebiyat ve yayımcılık dünyası üstüne biraz lafladık, kendisinden röportaj sözü aldıktan sonra keyifle eve gittim. Evde dergiyi bir kez daha, okur gözüyle okudum, eksiklerimizi bir yere not alıp yeni sayıda neler yapabiliriz diye düşünmeye başladım. Bu arada da sık sık telefonuma bakıyordum aramızdan ayrılan yeni bir ünlü var mı diye. Neyse efendim ertesi gün oldu, ekmek almak ve dergi satışları hakkında bilgi edinmek üzere bakkala gittim. Fakat gelin görün ki dergileri bulamadım. Sevinçle içeri girip Erkan Abiye sordum: “Abi dergilerin hepsi satıldı mı?” Durdu, yüzüme baktı: “Yok” dedi, “Daha kimse almadı. Bi de satılmayanları geri iade yapıcak mıyız? Yoksa ben kullanırım yani. Ekmek dolabına, kolilerin altına sererim, camları silerim.” “Ya ne diyosun abi ya, daha kimse almadıysa nerde o zaman bu dergiler?” deyip tekrar gazeteliğe döndüm.
8
İrfan abinin nalbur dükkânı var. Kendisine pek işim düşmediği için bir samimiyetimiz yok ama aynı mahalle sakiniyiz sonuçta az çok tanıyoruz birbirimizi. Neyse, bir hışım gittim nalbur İrfan’ın yanına. Dükkânın önünde oturmuş çay içiyordu, beni görünce “Hayırdır, kürek sapı mı lazım? Hehheh..” diye güldü. Aldırmadım. “Abi dergileri sen mi sakladın?” diye sakince sordum. “Evet!” dedi öfkeyle. “Peki ama niye abi?” dedim. “Dergiye mahalleden herkesi çağırmışsın. Biz eşekçi başı mıyız burada? İnsan İrfan abimi de çağırayım der zaten nalbur dükkânı gibi dergi, beni çağırmıycan da kimi çağırıcan? O bunak Celalettin bile var ben yokum. Bi bilsen bende ne hikâyeler var. Mesela daha geçen gün arkadaşlarla bi kaçamak yaptık. Anlarsın ya…” deyip birtakım el hareketleri, kaş göz işaretleri yaptı. “Abi lütfen. Birbirimize olan saygımızı yitirmeyelim. Sevdiğimiz saydığımız bi abimizsin ama biz daha ciddi bi iş yapıyoruz. Ben gelirim gene anlatırsın hikâyelerini ama dergicilik daha başka be abi.” dedim, bozuldu. “Gelme lan! Sitrik git! Dergicilikmiş, ciddiymiş… Ben daha kralını yaparım ulan! Senin kıytırık dergine mi kaldık?” deyip ateş küreğiyle kovaladı beni. Evet, gördüğünüz gibi daha ilk sayımızdan büyük bir yankı uyandırmayı başardık. İrfan abiden yediğim dayak mahallemizde uzun süre yankılandı. Bende bütün bu süreçte eve kapanıp yeni sayıyı hazırlamaya başladım.
Dayak yaratım sürecini hızlandırdı açıkçası. Peki tüm bunları size niye anlattım? Derginin ne şartlar altında çıktığını bilin ve bu zor zamanlarımızda bize destek olun diye. Kürek olarak bu tür magazinsel polemiklerle değil yazdıklarımızla gündeme gelmek istiyoruz fakat ismini aldığımız nesneyle saldırıya uğramakta bizleri düşündürtmedi değil. İrfan abinin bu planlanmış saldırısına ve İrfan abi gibilere rağmen biz sizleri aydınlatma yolundan geri dönmeyeceğiz. Aydınlanmanıza vesile olması amacıyla ve kitaplı kahveli paylaşımlarınızda da kullanmak üzere çeşit çeşit mum hediye ediyoruz bu sayımızda. Takvim, ayraç, poster zaten demirbaş. Kürek dergi. Kürek’le kazın, Kürek’le kalın, Kürek alın…
9
Başına BUDA mı gelecekti… Şubat ayında piyasanın da gazı ile her taraf 14 Şubat Sevgililer günü afişleri ile dolmuş taşmıştı. Herkes sevgilisine en farklı hediyeyi almak için Avm, Mağaza, Kuyumcu vs. her tarafı geziyordu. Birde Sevgililer günü fuarı organize edilmiş ve bir çok ülke ve şehirden gelen esnaflar burada sevgililere özel hediyelik eşyalar satıyordu. Ben de ilk kez stantları tek tek gezme şansı bulmuştum. Aslında satılan malzemelerin bir çoğu birbirinin benzeri idi. Ama bir Stant çok dikkatimi çekmişti. Buradaki eşyalar Uzakdoğu kültürünü yansıtan değişik otantik eşyalardı. Ağzı kapalı metalden yapılmış Vazo gibi bir şey elime geçmiş inceliyordum ki Stant görevlisi elimde tuttuğum eşyanın Krematoryumda yakılmış bir ölü olduğunu söylediğinde birden benim için zaman durmuştu. Stant görevlisi bana Budist inanç sistemini anlatmaya çalışıyor, Reenkarnasyon veya ruh göçüne Budist inançta inanıldığını vs. anlatıyordu. Evet resmen bir gariban Budist vatandaşın külleri satılıyordu bir stantda.
10
Stant görevlisine baktım bi kaç şey söylemek istedim ama boğazım kurumuştu. Elimde metal ağzı kapalı vazo ve içindeki küller baka kalmıştım. Tamam Ruh göçü güzel de adamcağız acaba nerede ölmüş, yakılmış ve Türkiye’ye gelmişti. Gele gele bizim ülkeye gelmesi bir sevgililer günü fuarında stant da satışa sunulması çok ilginçti. Neyse oradan uzaklaşmaya başladım diğer stantları geziyordum. Ama ne yalan söyleyim aklım orada kalmıştı. Unutmaya çalışıyordum ama Fuarın ses sisteminden Bir Sezen Aksu Şarkısı; Ne ağlarsın benim zülfü siyahım Bu da gelir bu da geçer Ağlama Göklere erişti feryadım ahım Bu da gelir bu da geçer Ağlama Şarkıda her “bu da” lafı geçtikçe aklıma kavanoz geliyordu. İçimden vah kardeşim başına “Buda” mı gelecekti? Diye mırıldanıyordum. Adam ruh göçüne inanırken kendisi gelmişti bizim ülkeye.. Neyse biraz fuarda gezdikten sonra kendimi toparladım ve hızla o stanta doğru gitmeye başladım. Evet gidip o kavanozu
satın alıp adamın küllerini bir yere gömecektim. Stanta geldim bir baktım bizim kavanoz satılmış. Stant görevlisine kim aldı dedim? O da bir koleksiyoncunun aldığını söyledi. Sen yıllarca Budist olarak yaşa, öl, geleneklerine göre seni yaksınlar ve gele gele bizim buralara gel.İnsanın aklına Nasrettin Hoca fıkrası geliyor; Hoca’nın komşusu ölmüş. cenaze mezarlığa götürülürken, karısı başlamış ağıt yakmaya; Gittiğin yerin adı var Ne tuzu var ne tadı var Ne odun ne ocağı var Böyle nereye gidersin? Hoca, karısına dönüp; Hanım demiş; galiba cenaze bizim eve geliyor.
FU’YA MEKTUPLAR “PUNK ÖZEL”
Yazan & Yöneten: Efrahim Aslan
Efrahim Aslan sundu...
Bu bölümde neler oluyor?: Kahramanımız Efro, insanın içini titreten bu soğuk havalarda, kalbindeki ağrının mutlaka bir gün biteceği gibi bu soğuk havaların da biteceğini anlamış ve kurnaz beynini çalıştırıp punk olmaya karar vermiş. Böylece yazın sıcak havalarında, olası bir kavuşma ihtimalinde FU ile aralarındaki boy farkını ayağındaki botlarla dengeleyecektir. Çünkü iyi bir punk bütün hava koşullarına rağmen ayağındaki botun hakkını verebilmelidir. Kahramanımız Efro yaza kadar iyi bir punk olabilmek için hazırlıklara başlamış ve soğuk-sıcak, gece-gündüz demeden yüzünü piercing, kulağını Sex Pistols, ayaklarını bot, hayallerini FU ile doldurmuştur.
facebook.com/efrovski / twitter.com/ieaslan / instagram.com/ieaslan
11
12
13
tekerleklibavul tekerleklibavul
“Herkesin kabul ettiği özel bir günde farklı davranmaktansa, sıradan bir günde farklı davranıp, o günü kendime özel kılmayı tercih ederim.” Evet, böyle yazmışım bundan 4 yıl önce bir yılbaşı arifesinde. Neden? Çünkü yılbaşında dışarıda olmaktan nefret ettiğim için. Zaten buz gibi hava, dopdolu mekânlar. Dans etmekten de hoşlanmıyorum. Bence nefret etmek için tüm şartlar uygun. Geçenlerde de Sevgililer Günü münasebetiyle 4 yıl önce yazdığım bu söz tekrar aklıma geldi. Hayır, tabii ki yalnız olduğum için değil. Öyle geliverdi bir anda. Ben hiçbir sevgilime Sevgililer Günü hediyesi almadım. Çünkü bence hediye almak içten gelen bir şey olmalı. Verilecek kişiye yakıştırılmalı ki anlamı olsun. Şunu kabul edebilirim: Bir kişiye bir hediye almak istersin ve o kişi sevgilindir. Bu yüzden Sevgililer Günü’nde verirsin o hediyeyi. Tabii ben aşırı sabırsız bir insan olduğum için hiç Sevgililer Günü’nü bekleyemedim. Hediyenin niteliğine gelirsek eğer, bunda da iki farklı düşüncem var: Hediye dediğin ya el emeği göz nuru olacak ya da verilen kişinin kullanabileceği bir şey olacak. “Geriye ne kaldı?” diye sorarsanız eğer şu hazır satılan ayıcıklar, kalpli boklar gibi güne özel şeylerin hediye olmasına karşıyım. Çiçek hariç. Fark ettiniz mi? Havalar çok soğuk. Yine ne tespit yaptım be üstat. Kendimi tebrik ediyorum. Umarım siz bu satırları okurken ısınmıştır havalar. Kırlarda ko ko koşup oynarken çiçekleri kokluyorsunuzdur. Benim en sevdiğim mevsim ilkbahardır. Kışa karşı da ön yargılı değilimdir aslında. Hatta yazdan daha çok severim. Fakat sevdiğim kış, 2016-2017 yılındaki kış değil kesinlikle. Doğal gaz faturası geldiğinde gözlerimi kısarak bakar oldum bu kış. Ben gözlerimi değil, kombiyi kısmak istiyorum artık. Yağarken “Bu son kardır herhâlde.” dediğimiz her kar taşak geçti adeta bizimle. Kar bitti diyoruz, ardından yağmur başlıyor. Pantolonlarımızın arkası çamur oluyor her gün. Levent Yüksel’e sorasım var “Hani baharlar gelecekti ulan?” diye. “Niye kandırıyorsun ki bizi adam?” Havalardan bahsetmişken çevrenizde hava durumu tahmini manyağı insanlar vardır muhtemelen. Yoksa da artık ben varım. Ben ve benim gibi manyaklar hava durumu tahmini ile ilgili bir muhabbet açıldığında bir haftalık hava durumunu önünüze sererler. Telefonlarında üçten fazla hava durumu uygulaması vardır. Bütün uygulamaların tahminine bakıp ortalama bir tahmin çıkarmaya çalışırlar. Tahminleri tutmazsa hayal kırıklığına uğrarlar.
14
Mesela ben yanımda şemsiye olmadığı için ıslandığım günü, yağmur yağacak diye yanıma şemsiye aldığım hâlde yağmur yağmayan güne tercih ederim. Aynı şemsiyenin altına iki kişi girdiğiniz çok olmuştur. Romantik olandan bahsetmiyorum. Onun bir şekli var çünkü. Arkadaşla ya da bir tanıdıkla olandan nefret ediyorum ben. Şemsiyeyi tutan bensem, yanımdaki kişi ıslanmasın diye strese girerim ve benim bir tarafım komple ıslanır. Şemsiyeyi tutan yanımdakiyse, ben ıslanmamayım diye istemeden kendisini ıslatmasını dert edinirim.
uyanırım ve kapalı gözlerle mutfağa gitmek zorunda kalırım kesin. Hayat böyle çünkü. Uyurgezerlik bana çok garip geliyor. Üniversitede oda arkadaşlarımdan biri uyurgezerdi. Ranzanın ikinci katında yatıp uyurgezer olmak da çok zor aslında. Ama bunda özel bir yetenek vardı, uyurken gezeceği zamanlar efsane bir şekilde iniyordu merdivenlerden. Uyur mu, uyanık mı olduğunu ayırt etmek zor oluyordu. Ayrıca uyurken sadece gezmiyordu. Benim uyanık olduğum zamanlarda beni hep amcası sanıyordu. Yüzüme baka baka “Amca amcaaaa” diye bağırıyordu. Ben başlarda diyecek bir şey bulamayınca sürekli bir şeyler anlatıyordu bana. Sonradan kendimce bir çözüm bulmuştum. Bu “Amcaaaa.” diye bağırmaya başladığı an “Ben senin amcan değilim. Sen de benim yeğenim değilsin. Burası üniversitenin yurtları ve biz seninle oda arkadaşıyız.” diye açıklama yapıyordum. O da her seferinde “Pardon ya.” deyip tekrar uyuyordu. İnsanların yapmakta zorlandığı gözle görülür iki şey: Birincisi özür dilemek, ikincisi ise teşekkür etmek sanırım. Nice sıkıntılar bir özür ile dinecekken, nice gönüller bir teşekkür ile hoş olacakken ilişkiler sürekli karmaşaya sürükleniyor. İlkokulda her tema sonunda öğretmenler tarafından özür dilemek ve teşekkür etmek konuları tekrar ettirilmeli bence. Çünkü ağaç yaş iken falan filan.
Dedelerin kara şemsiyeleri var ya hani, plaj şemsiyesi büyüklüğünde. Onlardan olursa iş değişir. Değil iki kişi, bütün mahalleyi alırım altına. Kimse de bir damla ıslanmaz. Çift kişilik yataklar tek kişinin uyuması için ideal bence. Eğer bir yatakta çift kişi uyuyacaksa dört kişilik yatak olmalı. Bazen mecbur veya kendi isteğimizle bir arkadaşımızla, kuzenimizle ya da sevgilimizle aynı yatağı paylaşmışızdır. İşte ben bu tip durumlarda yanımdakinin hayvanlar gibi uyuyabilmesine şaşırarak geçiririm bütün geceyi. Uyuyabildiğim anlarda ise yatakta her dönüşümde uyanırım. Saçma sapan bir uyku olur. Muhtemelen kişiye alışmakla ilgili bir durum. Eğer öyle değilse, geleceğe umut dolu gözlerle bakamıyorum ne yazık ki. Yanınıza bir bardak su koyup uyuduğunuzda gece kalkıp o suyu içtiniz mi hiç? Ben hiç içmedim. Hep sabah kalktığımda içinde baloncuklar oluşmuş şekilde görüyorum o suyu. Ayıp olmasın diye birkaç yudum içiyorum. O suyu koymasam gece
İlkokul üçüncü sınıfta sabahçıydım. Öğlenciler okuldan çıkarken velileri onları almaya geliyordu. Velilerin arasında Şadiye diye bir kadın vardı. Biz ona “Şadiye şak şak, kırmızı taşşak.” diyorduk. Yine üçüncü sınıfta, Türkçe kitabında “Vaşak” adlı metni “Taşak” yapmıştım ve öğretmen beni dövmüştü. Türkçe kitabında sadece “Vaşak” adlı metni “Taşak” yapmakla kalmayıp Cahit Külebi’nin soyadını yanlış yazdıklarını sanıp “Kulübe” diye değiştirmiştim. Sanırım biraz problemli bir öğrenciydim. Jules Verne denen yazarın adını yazıldığı gibi söylüyordum. Umarım bu yazıyı okurken siz de öyle söylememişsinizdir. Önden görünen adamın ayakkabılarını bir türlü çizmeyi beceremiyordum. Kırmızı kalem ile yazılan başlıkları kesinlikle ortalayamıyordum. Sulu boya yaparken kâğıt dalgalı bir hâl alınca moralim bozuluyordu. Silginin üzerine pilot kalemle adımı tersten yazarak deftere basıyordum ve mühür etkisi yaratıyordum. Ayakkabılarımın cırt cırtlarını çapraz yapıştırıp kendimi dünyanın en hızlı koşan kişisi sanıyordum. Şimdilerde pek sevmesem de o zamanlar doğum günümün kutlanmasını çok seviyordum. Her şeyden öte o zamanlar sürekli mutlu oluyordum. Darısı şimdilerin başına. Amin.
15
16
17
18
19
20
21
22
23