1
ÇOK DA ŞEY YAPMAMAK LAZIM
GÖKHAN TOSUN
“İnsan küçük şeylerden mutlu olmayı bilmeli…” deriz ya hep, gözden kaçırdığımız nokta şu ki: Küçük şeyler sayesinde mutlu olan insan, küçük şeyler yüzünden mutsuz da olur. Sonuç olarak, yıl sonunda ‘Z Raporu’ alınınca görünen tek şey bol gollü beraberliktir. Üst oynayanlar memnun, oyundan zevk almayanlar tereddütte. Ben? Mutlu olacak çok şey bulabiliyorum elbette!
Çamaşır yıkayıp, kuruması için odama astığımda da mutlu oluyorum. Bu sayede televizyon karşısında uyuyorum. Tek başıma yaşadığım evde, televizyon karşısında uyumak için kendimi ikna edecek sebepler bulmayı seviyorum. Diğer türlü içimden anne çıkıyor “Kalk da yatağına yat oğlum.” diyor. “Sen daha yatmadın mı?” diyen baba gelmeden koşa koşa gidiyorum odama.
Mutlu oluyorum! Hiçbir şey almadan çıktığım süpermarketten, kapıdan geçerken yaşadığım gerginlik sonucunda alarm ötmeyince mutlu oluyorum. O an markette çalışan herkesin, kasada sıra bekleyen insanların bana baktığını ve takdir ettiklerini hissediyorum. Başımı kaldırıp, omuzlarımı dikleştirip, gözlerimi ufka doğru dikerek Tosun Paşa edasıyla yürümeye devam ediyorum.
Mutlu oluyorum! “Ogün Şanlısoy” diyen kişiyi “Sanlısoy” diye düzelttiğimde, “entellektüel” yazan birine “Entelektüel olacak o.” dediğimde mutlu oluyorum. Garsona teşekkür edince, pilavcıya “Kolay gelsin.” deyince, yemek getiren kuryeye “Nasılsın abi?” diye sorunca mutlu oluyorum. Misafirliğe gittiğimde yer yatağı yapılırsa gözlerim ışıldıyor, yeni yıkanmış çarşaf kokusuyla Nirvana’ya ulaşıyorum. Susamlı çubuk krakerin dibindeki susamları başıma dikince hiç ölmeyecekmiş gibi huzurla doluyorum.
Mutlu oluyorum! Havaalanında, X-Ray cihazından ilk seferde ötmeden geçince mutlu oluyorum. “Ötse de şu adamın her yerini elleyerek arasam!” diye bekleyen güvenliğin önünden “Modern bir insanım ben, havaalanı kurallarını da gayet iyi bilirim. Hazırlığımı yaptım, ona göre geçtim. Hahhaaayt! Sizin karşınızda kim var beee!” diye içimden laf soka soka geçiyorum, yüzümde tebessüm oluşuyor. Yüzlerce insanın içinde kemerimi takıyorum. Çıkartırken nasıl mutluysam, takarken de o kadar mutlu oluyorum. Zira bu hareketi havaalanı dışında nerede yaparsam yapayım dayak yiyeceğimin farkındayım. Mutlu oluyorum! Önümde yürüyen mini etekli kızın, hızlı hızlı yürüyerek önüne geçince mutlu oluyorum. “Vay be, ne delikanlı çocukmuş! Bakmadı ve yürüdü önüne geçti kızın.” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bu ‘cool’ tavrımın, o mini etekli kızı da etkilediğini fark ediyorum ama durmuyorum. Vakur bir ifadeyle yoluma devam ediyorum. ‘Vakur’ kelimesini cümle içinde kullanıyorum, yine mutlu oluyorum.
Mutlu oluyorum! Gece uyumayınca, sabah uyanmayınca mutlu oluyorum. İçimdeki anarşiste saygı duyuyorum. Güneş sistemine kafa tutmuş gibi hissediyorum kendimi. Uykumun arasında, yastığın soğuk tarafını bulunca, gurur duyuyorum kendimle. O mutluluğu kaybetmeyeceğimi bilsem ayağa kalkar alkışlarım kendimi. Rüya görmeyince de mutlu oluyorum. “İçim dışım bir maşallah, bilinçaltım tertemizmiş. Bizim kimseden gizlimiz saklımız yok arkadaş!” diyor, sıcak havada buz gibi duvara vücudumu dayayarak uyumaya devam edip mutlu oluyorum.
Mutlu oluyorum! 11. Ankara Kitap Fuarı’nda “11 yaşında, mavi montlu, Umut adında kaybolmuş bir çocuk” bulunduğunda mutlu oluyorum. Sadece ben değil, tüm kitap fuarı Mutlu oluyorum! Kışlık oluyor. Kitapları seven . mutlu montumun cebinden insanların, insanlara verdiği Şubat, an çocuktur y para çıkmayınca mutlu değere şahit olduğumda çok t olma ediği için i v e k s oluyorum. “Zeki adammutlu oluyorum. Kitap alacak pü rm evinde ailesi izin ve katılamayan kadar parası olmayan ilkokul mışım vesselam, parayı çocuklarının, fuardan ucuz doğru zamanda harcamıŞubat, len tiyatroya Van i , t d diye kitap ayracı aldıklarını şım. Anı yaşamışım. Kali a g b sınıfça ğrencidir. Şu rülen ama görünce mutlu oluyomadı böyle erkekler şimdi.” ü ö t ö . r g u diye düşünüp kendimi ödülrum. Çocuklarına, mizah a d olcu anın b t m s u f a l lendiriyorum. Mandalina ve dergisi alan anne babaları n p de maya n ı l a portakal alıyorum. Mandalina görünce keyiften 4 köşe a kadroy dilimlerinin birine yapışmış oluyorum. küçük (Bence bebek) dilim Bugs Bunny’nin başlangıcına yetiştiğimde, bulunca, mandalinayı işaret bütün “de ve da’ları” doğru yazan insan gördüğümde, parmağıma takıp padişahçılık çayın içindeki kaşığı geri gönderdiğimde, otel odasında oynayınca, portakal kabuğundan kendime diş yapınca uyuduğumda, çoraplarımı yatağın içinde çıkarttığımda, mutlu oluyorum. elektrik kesildiğinde, elektrik geldiğinde, çişim geldiği anda diziye reklam girdiğinde, asansör bulunduğum katta Mutlu oluyorum! Uyanmak için kurduğum alarmdan 1 olduğunda, gizli numaradan arandığımda, arayan kişi dakika önce uyanınca dünyanın en mutlu insanı oluyokonuşmadığında, uyandığımda telefonda yüzlerce bildirum. Alarmı bekliyorum ve çaldığı saniye kapatıp “Patron rim gördüğümde, montla dışarı çıktığım bahar günü hava kimmiş gördün mü? Koyduk muuuu!” nidalarıyla “Pınarsoğuk olduğunda, tişörtle çıktığım gün sıcak olduğunda başı” söyleyerek halayla yataktan kalkıyorum. mutlu oluyorum!
2
Küçük şeylerden mutlu olunca, küçük şeylerden mutsuz da oluyorsun hâliyle. Şubat ayına çok üzülüyorum mesela… Kendini bilmez 2 imparatorun egoları yüzünden 28 çekiyor ay. “O’nun ayı 31 günse benim ayım da 31 gün olmalı! Şubat’tan alın bana verin!” diyen imparator mu olur lan? Hayır madem derdin bu, neden Şubat’tan alıyorsun? Robin Hood’a da mı atar yapıyorsunuz? Fakirden alıp zengine vermek nerenin adeti? Şubat ayına neden gareziniz var? Aralık’tan 1 gün alıp, Ocak’tan 1 gün alıp, Şubat’a verseniz ne olur?
Arkadaşlarının yanında mahcup kalıyor sizin yüzünüzden çocuk. Şubat, evinde püskevit olmayan çocuktur. Şubat, ailesi izin vermediği için sınıfça gidilen tiyatroya katılamayan öğrencidir. Şubat, Van deplasmanına götürülen ama kadroya alınmayan futbolcudur. Şubat, tatilin ilk günü regl olan genç kızdır. Şubat, her şeye zam gelirken zam alamayan asgari ücrettir. Şubat, altın günü sırası kendine geldiğinde düşen altın yüzünden zarar eden ev hanımıdır. Şubat, bizden biridir. Şubat, Müslüm Gürses dinlemelidir. Şubat, rakı masasına çağrılması gereken bir kaybedendir. Şubat, 28 onurlu günle, 11 ayın karşısına dikilmiştir ve bizim desteklerimizi beklemektedir. Şubat, gönüllerin en uzun ayı, kaybedenlerin en yakın dostudur. Şubat, 6 saatleri biriktirerek kendi gününü, emeğiyle kazanan tek aydır. Şubat, 11 ayın adamıdır! Ben artık üzülmeye de korkar oldum aslında. Ne zaman bir şeye üzüldüğümü dile getirsem “Bugün buna üzülüyorsun ama 3 gün önce şu olduğunda neredeydin?” diye soruyorlar. Daha fenası “Ona üzüleceğine şuna üzülsene!” diye bağırıyorlar. Onlara da çok üzülüyorum. Aynı anda sadece bir tek şeye üzülebileceğimizi zannediyorlar. Neye üzüleceğimizi onlara sormamızı bekliyorlar. Neye üzüleceğine, başkalarının karar verdiği insanlardan oldukları için, bizden de aynı itaati görmek istiyorlar. “Bana ne?” demeyi bilmiyorlar, “Sana ne?” diyen olursa ağızlarından köpükler çıkarak saldırıyorlar. Mutluluğumuzu kıskandıkları gibi, üzüntümüzü de kıskanıyorlar. Gerçekten üzülmeyi bilmiyorlar. Albert Schweitzer’ın dediği gibi “Mutluluk iyi bir sağlık ve kötü bir hafızadan fazlası değildir.” Buna rağmen mutlu olamıyorsanız Newton’u dinleyin “Mutluluğun formülü, gerektiğinde önemsiz şeylerle meşgul olabilmektir.”
3
Defteri
/kitapsizinbiri /mehmetakkoyunlu88
MEHMET AKKOYUNLU
- Acılar içindeki insanlığa selam olsun. - Bu aralar kendimi yine manyak düşünceler içerisinde hissediyorum. Dışarıdan bakınca aslında pek belli olmuyor ama göğsümden kalbimi kalbimi kalbimi söküyor. - Telefon rehberindeki arkadaş listesine sadece kandillerde toplu SMS atan 1 (bir) adet arkadaşım var. Ayrıca mesajın sonuna da adını soyadını yazıyor. Sizin de böyle bir arkadaşınız varsa getirin çiftleştirelim. Sonra da sokağa salalım. Bu güzel insanların nesli tükenmesin. - Özgür iradeden bahsedebilir miyiz? Bence hayır. Sevdiğimiz insanı bile kendi irademizle seçemiyoruz. Kim seçiyor, nasıl seçiliyor, bu durumu zaten anlayamıyorum. Sevdiğimiz kişiyi sevme kararını nasıl alıyoruz? Bu kararı alırken hangi değişkenler ya da sabitler hislerimize yön veriyor acaba? Keşke aşk diye bir şey olmasaydı. Öyle olsaydı evleneceğim kişiyi karpuz seçer gibi poposunu tokatlayarak seçmek isterdim. Çünkü ben iyi karpuz seçerim. - Kendime batırmam gereken iğnemi, her seferinde karşımdakine batırdığım için benim payına düşen şey çuvaldız oluyor bu durumda. Bu tarz iğneleyici durumlara maruz kalmamak için kimseye laf sokmuyorum. Bana laf sokan olursa da sadece gülümsüyorum. Çünkü bu iplemez gülüşüm o şahısları ziyadesiyle çıldırtıyor. Şaka lan şaka... Hiç altta kalır mıyım? Ben de hemen cevabı yapıştırıyorum.
Kimsenin de ayağına gitmem. Lan ben bu yüzden mi yalnızım yoksa? Bu yazıyı okuyan birisi, ya ayağıma gelsin ya da ayağına çağırsın beni. Çok acil! - Tükenmez dediğin kalem bile tükeniyor.
Keşke aşk diye bir şey olmasaydı. Öyle olsaydı evleneceğim kişiyi karpuz seçer gibi poposunu tokatlayarak seçmek isterdim. Çünkü ben iyi karpuz seçerim.
- O kadar sene okuduktan sonra, her şeyin aslında koca bir hiç olduğunu fark ederek, Ege’de küçük bir sahil köyüne yerleşip, geçimini zeytinliğinden kazanan basit bir köylü olmak isterdim. Bir de teleskobum olsun isterdim, geceleri yıldızları seyrederdim. Vaktimin çoğunu zeytin ağaçlarıma adar, kalan zamanlarımda ise kitap yazardım. Büyük bir kütüphane oluştururdum kendime. Homeros’u okurdum denizin karşı kıyısını düşleyerek… Yeterince param olursa ve sağlığım el verdiği sürece her gün en az 1-2 bira içerdim. Haftada bir gün de rakı… Ama öyle balıkla falan değil. Yoğurtlu ve otlu Ege mezeleriyle… Sonra, geçmiş hayatımın bütün ayrıntılarını eleştirel bir dille yazardım. Kendi kendimi yererdim. Okuduğum bütün kitapları sakin kafayla tekrar okurdum. Anlamadığım o kadar çok şey var ki anlamış gibi yaptığım. En önemlisi düşüncelerimden ve hayallerimden kimseye bahsetmezdim. Kimse bunların imkansızlığından bahsedip beni değiştirmeye çalışamazdı böylece. Beni sıradan biri gibi kabul ederlerdi. Uzun uzadıya kimseyle sohbet etmezdim. Selam verip geçerdim insanlara. Ve hep gülümserdim… - Terminator serisinin ilk filminde Arnold’un götünün göründüğü bir sahne vardır. Bilen bilir. Çocukken bu filmi ilk izlediğimde Arnold’un götünü görünce çok şaşırmıştım. Televizyonda ilk kez bir göt görüyordum. Sonra reelde de görmeye başlayınca zamanla alışmaya başladım. Artık götlere şaşırmıyorum. Bilakis, selam verip geçiyorum.
- Bir elimizde beş parmağımız varken “Neden altıncı bir - Yaşlı Mehmet, genç Mehmet’in elinde silah olup olmadıparmağımız yok.” diye üzülmeyiz. Ama hâlihazırda sahip ğına bakmıştı. Kalbine sıktığı kurşun onu henüz öldürmeolduğumuz parmaklarımızdan birini kaybedersek bunun mişti. Ölümün tarifsiz korkusunun verdiği telaşla kurşunu eksikliğini hissederiz ve çok acı çekeriz. Hayat hep böyledir. çıkarmaya çalışırken yanlışlıkla kalbini çıkardı. Kalbi Sahip olmadığımız bir şeyin acısını bilemeyiz. Ama sahip elindeydi, kurşun ise hâlâ kalbindeydi. Ama olup sonradan kaybetmenin acısı tarifsizdir. artık kalpsizdi. Karşısındaki rahat bir nefes aldı. Çünkü biliyordu ki: Kalpsiz insan - Sevgilim, yarın yine bir başıma açacağım Meteorolojinin tehlikesizdir. Zaten, hep bizi bir kalbi gözlerimi, senin bilmediğin dünyamın son tahminlerine göre olduğunu söyleyen Serdar Ortaçlar herhangi bir mekânında… İlk gördüyaralamadı mı? Ellerinde ağaç moEda Taşpınar sezonu açana ğüm şey muhtemelen odamın tavanı torlarıyla Yıldız Tilbeler kovalaolacaktır. Ama aslında o tavana bakınkadar yaz gelmeyecekmiş. Yani ca, önceki gece uykuya dalmadan önce madı mı? Biz birinden kaçarken Eda suya düşünce yaz gelmiş oraya bakarak, seni düşündüğümü diğerinin kucağına düşmedik mi? Sahi bu silah kime aitti? Kim verdi anımsayacağım ve gülümseyeceğim. demektir. Zaten kendisi bir elimize bu silahı? Yoksa bizim asıl süre sonra iyice bronzlaşıp silahımız kalbimiz miydi? Bu yüzden mobilya rengini alıyor. mi kalpsizken tehlikesiz olduk? Bile- Para, güç, iktidar, AVM’ler ve Acun Ilımiyorum. calı… Kafa yapan maddeleri saydık. Şimdi sıra hava durumunda… - Overlok makinesi gibi ansızın ayağıma gelsen diyorum sevgili. Ayağıma derken o lafın gelişi, yanıma gelsen yani aslında… Çünkü ben ayağıma gelmeni - Ne yazık ki meteorolojinin son tahminlerine göre Eda istemem. Aslında ben kimseyi ayağıma çağıramam. Taşpınar sezonu açana kadar yaz gelmeyecekmiş.
4
Yani Eda suya düşünce yaz gelmiş demektir. Zaten kendisi bir süre sonra iyice bronzlaşıp mobilya rengini alıyor. Oltanız varsa Eda’dan sandal yapıp balığa çıkabilirsiniz.
- Buralara kış günü kar ve bombalar yağınca, yazı ve huzuru özleyip, ülkeyi terk ettim. Şu an burada hava harika! Şort ve parmak arası terlikle takılıyorum. Yazı özleyenler yanıma gelebilir. I am at Mozambik Muhtarlığı Halk Plajı (Mozambique, Africa) w/ 258 others
- Toplumsal nefret unsuru olarak Demet Akalın şarkılarını inceliyorum: “Kalbimi kapatmışım sen gibilere, sen de kendin gibi bir şerefsize aç!” - Çocuğunun ismini Uzay koymak nedir ya? AVM’nin ortasında kadın bağırıyor: “Uzay, koşma anneciğim düşeceksin!” Ulan Uzay isimli çocuk hiç düşer mi? Ne bileyim Mehmet ya da Recep düşer mesela. Ama Uzay düşmez. Ben çocuğuma Uzay ismini koysam ondan kesinlikle koşarken düşmemesini beklerim. Bu çocuklara marjinal isim koyma işinin boku çıkmadan çocuk sahibi olsam iyi olacak. İsimler de hazır. Kız olursa Zeynep Rima, erkek olursa Mustafa Ali koyacağım. - Güzel bir kızın paylaştığı fotoğrafa “Bebişim çhoq qüzelsin.” yorumu yapan çirkin kıza “O senin güselliğin cnm.” diye cevap vermek en büyük ikiyüzlülüktür. Ben mesela bana “Çok yakışıklısın kardeşim.” diye yorum yapanlara anında sövüyorum. Çünkü ben yakışıklı değilim. Ama karizmatik olmadığımı da söyleyemem. Bir çekiciliğim var. - Hamdım, piştim, yandım, söndüm, uçtum, düştüm, koştum, yattım, kalktım, baktım, gördüm, bildim, anladım, unuttum. - Psikoloji desen hep bozuk… Beynime de bir kayyum atasanız ya… - Bir süredir bor rezervlerimizle övünüp, bu rezervlerden optimal şekilde faydalanamayışımızı dış mihraklara bağlayan bir konuşmacıya rastlamadım. Bu tip bor(u)cuların nesli tükendiğine göre bir nebze ilerleme sağlamışız demektir. Tükenmeyip bor rezervlerimizi övmek için bir köşede uygun zamanı bekliyorlarsa da yandık demektir. Abi içten içe bu ülkeden –bu şartlar altında- bir cacık olacağını düşünüyorsanız bu kadar hıyarlığın fazla olduğunu bilmeniz lazım. O boru hemen öyle bize çıkartmazlar. Dış mihraklar izin vermez en başta. - “Şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik.” günlerindeyiz ülke olarak. Toplumsal hafızamızın üzerinde bulunan tozları bir üfleme zamanı gelmedi mi? - Hiçbir şeyi unutmayın!
5
ters köşe Hayat o kış, Ata Demirel’in bitmek tükenmek bilmeyen Ege Bölgesi şivesi temalı filmleri kadar sıradan ve sıkıcı olmaya başlamıştı. Kendimi amaçsız hissetmenin zirvesindeydim ve bilirsiniz, zirvedekiler daima yalnızdır.
Aslında, düşününce çok güzel koydum küfrü ama Tek sorun senin bunu hiç görememiş olman. “ dedi ağzım itaat yeteneğini kaybetmişti. ve kucağıma kiloyla entrikayı bırakıp koşarak çıktı Saatte altmış kilometre hızla duvara girmişodadan. tim ve bunun sonucunda ön sıralardan Hassiktir ! Karnıma neden ağrı girdi tavşan dişlerimi mideye indirmiş ve ki şimdi ? şimdi de beyin sarsıntısı geçiHastaneden çıkıp doğru eve gitDurduk yere bunalımlara Salondaki koltuğuma kırlent yastıklardan kıçıma riyordum. Millet sarf ettiğim tiğimde çoktan akşam olmuşgirdiğimiz anlar olur. Biri uygun yuva yapmış, yenilir içilir her şeyi elimi uzatıp cümleleri dilimize çevirmeye tu. Koltuğa oturup ışıkları alacak mesafeye konumlandırmıştım. Kış uykusuna çalışırken benim kafa çoktan yakmadan, üç yıl boyunca muhabbet arası bir şey söyler, yatmak için tüm imkanları sağlamıştım kısacası. Yedi mars yolculuğuna çıkmışgösterdiğim çabalar sırasındolmuşçu bozuğu yok diye “Bu segünahtan; MİSKİNLİK ve OBURLUK adına gerekli tı bile. Kalabalığın içinde da Aynur’un pozisyonunu ferlik geç kardeş, bizden olsun.” der, düşündüm. Bana bakışlaadımları atmış ve izlenebilecek tüm dizi ve filmleri bana doğru çığlık atarak not almıştım. koşan sebeb-i mevcudiyetim rını, her sabah günaydın küçük ve orta ölçekli dönerci amca Ayla’yı gördüm ve tabi ondan deyişlerini. Bir de Ayla’nın jest yapıp fazladan koyarak anneDurduk yere bunalımlara girdiğimiz anlar olur. Biri önde depar atan yapışık ikizi hareketlerini düşündüm. ni hatırlamana sebep olur muhabbet arası bir şey söyler, dolmuşçu bozuğu yok Aynur’u. Bana bakmayışlarını, hiçbir diye “Bu seferlik geç kardeş, bizden olsun.” der, kügünaydınıma cevap vermeyişleçük ve orta ölçekli dönerci amca jest yapıp fazladan “Ay gitti çocuk !!!! “ rini… koyarak anneni hatırlamana sebep olur falan filan... Lan !? Burulursun, triplerden triplere sürüklenirsin. DurGözlerimi hastanede açtığımda yanımda bekliduk yere bir susma gelir mesela, konuşasın kaçar bir yorlardı. Üç koca yıldır keklendiğim, ciddi anlamda bir birey tarafına ya da aşık olursun karşı balkondaki dilbere Kalp kapakçığım Ayla ve yüzüne ilk defa dikkat olarak dahi kale alınmadığım, resmen öbürsüleştive tam aşkın harlandığı sırada senden on kata kadar ederek baktığım Aynur. Dikkat ederek diyorum çünrildiğim kanaatlerine vardığımda gün aydınlanmaya daha seksi bir mahalle delikanlısı gelip gözünün kü yüzüyle yüzüm arasında yaklaşık yirmi santim başlamıştı. Doktor; “En az beş saat daha uyuma.” önünde evine bırakır kızı. Olur yani bir şeyler illa ve mesafe vardı. diyeli on yedi saat olmuştu. Koltukta olduğum yerde olmuştu bana da. Korunaklı yuvama kaçmıştım ben “Ne oldu bana ! “ yan dönüp ömrümün en uzun uykusuna, daha kafam de. diye yatakta koltuk minderine değmeden dalmıştım bile. doğrulmaya Sonraki gün bunalıma girmek için gereken tüm haOkul kantinleri bir nevi seçme ve seçilme alanıdır. çalışırzırlıkları tamamlama işine girişmiş, hayatımın son üç Ben de bu hakkımdan tam üç yıldır aynı kızı seçerek ken Ayyılının yalandan ibaret olduğunu anlamanın yarattığı faydalanıyordum. Tek sorun, kızın bu seçimden tek nur üzüntüyle koltuğumda pozisyonumu almıştım. başına iktidar çıktığını bilmiyor olmasıydı. Kalbim omuzlaDördüncü gün kapım çaldı. Çaldı çünkü gelen ne yaptığını bilmeyen beş yüz elli üyeye bölünüyorrımtelefonlara dahi bakmıyordum. Birinin canına tak du onu her gördüğüm ve açılamadığımda. Kırılgan dan etmişti demek ki. gönlümün tek tesellisi, yanında sevgili kisvesi altında tutup kimseyi görmüyor oluşumdu. Yazılmış mektuplar, “Şİşşşşşş Yavaşça yerimden kalktım ve uyuşup hissizleşmiş durduk yere gelen çiçekler gırla olmasına rağmen sakin ol, olan kıçımı ovuşturarak kapıya yöneldim. götüm yiyip de ismimi hiçbirine eklemediğim için ufak bir aşkım hep anonim kalıyordu. Olsundu ama, ortada görünmez kaza, Midem guruldadı çünkü yiyecek stoklarım sona hep bir aşk vardı en nihayetinde. iki dişini yuttun ufak ermişti dün akşam. da beyin sarsıntısı” dedi, sevimli bir gülücükle. Günlerden bir gün dersten çıkmış kantine depar Sevimli derken ? Neyse. Gereksiz biri olabilir düşüncesiyle son saniyede atarken bölüm başkanını son saniye teğet geçip soluaçmaktan vazgeçip delikten kontrol ettim. ğu düz duvarda aldığımda saat öğlen sularıydı. DersAyla; “Geçmiş olsun çok korkuttun.” dedi yarım ten çıkmış, arkadaşlarıyla yemeğe giden, gönlümün ağızla ve telefonuyla bir yerlere yıldırım hızında Aynur ! en biriciği, olaya ilk elden bu vesileyle şahit olmuştu mesajlar yazmayı sürdürdü. O an, yaklaşık altı saniye içerisinde delikten yüzübile ancak duvara sivrisinek gibi O nasıl umursamazlık lan ? Neyse. nü incelediğim sırada aslında bir aynaya baktığımı yapıştığım sırada buna dikanladım. kat edemedim tabi. Daha Aynur halen ve ısrarla yüzüme olan yirmi ben duvardan ayrılasantimlik mesafeyi korumaya çalışıyordu. Üç Ben ne yaşadıysam o da yaşamıştı. Üç koca madan koridorda yıldır Ayla’nın kıçında devriye attığım halBen ne gördüysem karşımdakinden, o da aynılarını kahkahalar arşa de Aynur’a hiç dikkat etmediğim aklıma görmüştü. yıldır keklendiğim, ulaşmıştı haliyle. geldi. Aşkın gözü gerçekten kör oluyor ciddi anlamda bir birey olarak Yıllardır korudemek ki. Tek farkımız vardı; O BENDEN DAHA CESUR dahi kale alınmadığım, resmen duğum sakin ÇIKMIŞTI. kişiliğim, Ayla “Geçmiş olsun tekrar, bir saaöbürsüleştirildiğim etliye sütlüye te taburcu edeceklermiş. Aynur ben Elinde saklama kabıyla son bir kez daha zili çalıp kanaatlerine vardığımda karışmayan efendi kapıdayım canım” diyerek odadan çıkıp arkasını döndüğünde kararımı çoktan vermiştim. gün aydınlanmaya mizacım bir anda gidince Aynur iyiden iyiye mesafeyi on Umarım bu kız benim ruh ikizimdir. başlamıştı. doping almış yarış beş santimlere kadar düşürmüştü. Umarım ömrümde ilk kez hem mutlu edip hem atı gibi şahlandı: mutlu olurum. “Çök mökömökömönöDurduk yere ve hiç hesapta yokken uçarak Umarım bu işi elime yüzüme bulaştırmam ve köyüm!” elmacık kemiğime mermi hızında bir buse kondu- Umarım rup “Ayla’dan hoşlandığını ikimiz de biliyoruz ama, O saklama kabının içinde sıcak börek vardır. O ne demek lan ? ona karşı ne hissediyorsan üç yıldır ben de sana karşı Ne dedim ben şimdi böyle ? hissediyorum.
6
7
KONTRPİYE YAZILAR Editörün Notları Müjde! Editörlüğünü üstlendiğim aylık ebediyat dergisi Kürek önümüzdeki aydan itibaren raflardaki yerini alacak. Hayır hayır, yanlış okumadınız, biz de yanlış yazmadık. Ebediyat dergisi. Ebediyete uğurladıklarımızla dolmuş taşmış, sayfalarını çevirdikçe toprak kokusu alacağınız, bol bol fotoğraflayacağınız aforizma içeren, sizleri hediyeye boğan bir neşriyat. Hediye demişken ilk sayımızdan eli bol, gönlü bol bir dergi olduğumuzu belli edeceğiz. Çeşit çeşit poster, takvim, ayraç, bardak altlığı, 6’lı çay bardağı seti (Şiir baskılı çay tabağı ve şair baskılı bardak.), Kafkalı nevresim takımı (Franz Kafka bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini dev bir nevresim takımına dönüşmüş olarak buldu.), fotoğraflarınızı süslemesi için çeşit çeşit karton kitap kapağı… İçeriğimiz de hediyelerimiz kadar bol ve özgün. Değerlerimize sahip çıkma ve onları tanıtma amaçlı bir yayın politikasına sahip olduğumuz için özellikle yitirdiğimiz ustalara geniş yer veriyoruz. (Bir de ne yazarla uğraşıyorsun, ne telif ödüyorsun. Yaz Nâzım’ın şiirini, Oğuz Atay’dan alıntıyı, Kemal Sunal’dan repliği…) Geçmişe bağlanıp kalmıyoruz. Günümüzün usta yazarlarını da unutmuyoruz elbette. “Abi Oraya Kamyon Gelecek” grubundan Aybars Berk Özüm, popüler televizyon dizisi “Aşkına Ekmek Bandım”ın yakışıklı başrolü Melihcan Mehmetcan Dokuzcan, polisiye yazarı Asiye Hafiye, ev hanımı Şehnaz abla, küçük kardeşim Üzeyir ve usta şair Celalettin abi… Bu kadroyla yola çıkıyoruz fakat ilerleyen sayılarda başka yazarlara ve şairlere de yer vereceğiz. Derginin ismini ve hikâyesini de merak ediyorsunuzdur elbette. Hemen anlatayım: Toplumumuzun üzerindeki ölü toprağı atmasına yardımcı bir dergi olmak istediğimizden ve okurlarına bir çeşit aydınlanma yaşatması temennisiyle bu ismi seçtik. Ayrıca güzellikle anlamayanlara kaba kuvvet uygulamaktan çekinmeyeceğimizin de mesajını veriyoruz böylelikle. Kürek, okurlarının zihninin derinliklerini kazarak, onları bilinçlendirmekle kalmayıp, Türk edebiyatının da derinlerine inip, yeni cevherler, yazarlar çıkartmanın peşinde. Aynı zamanda içimizden, hayattan bir nesne olan kürek, belli bir zümreye ait değil. Çiftçi de kullanıyor, işçi de. CEO da kullanıyor, sanatçı da. Bu yüzden kendimizle özdeşleştirdik küreği. Birilerinin sesi değil, herkesin sesi olacağız. Şimdi siz soracaksınız “CEO’nun sanatçının ne işi olur kürekle allaşkına?” Olur dostlarım, olur. Bir sanatçı, yakın arkadaşı başka bir sanatçıyı son yolculuğuna uğurlarken usulen de olsa birkaç kürek toprak atmaz mı? İşte bakın, kürek ve kaybettiğimiz bir değerimiz yan yana. İşte bu yüzden “Kürek” dostlar! Ayrıca bizlere güvenip destek olan, dergimizi bünyesine katan “Sızlayan Kemik Yayınları”na, derginin okurlara ulaşmasında en az bizler kadar payı olan “Toprağı Bol Olsun Matbaası” ve çalışanlarına binlerce kez teşekkür… Kürek dergi. Kürek kürek edebiyat…
8
9
ÜSTAT Sanatın birçok alanında olur olmadık fikirleri olan, kafasında beresi, kahverengi ceketi, kırmızı gömleği, saçma sapan bir pantolon ve garip fularıyla herkesin her şeyi sorduğu üstat... Geçmiş karşıma bana mizah yazıları ve yazarları hakkında eleştirilerini sıralarken karşımda toplama bilgisayar gibi duruyordu. Bir fıkra var hatırlatmakta fayda var, bu toplama bilgisayar çakma üstada cuk oturuyor. Adamın biri, papağan almak ister. Gittiği dükkândaki papağanları sırayla inceler. 1. kafeste rengarenk, pırıl pırıl tüyleri olan papağanı beğenir. Etiketinde 5.000 dolar yazılıdır. Dükkân sahibine sorar. -“Bu kuş niye bu kadar pahalı?” -Dükkan sahibi -“Bu papağan tam 7 dil biliyor, onun için”. Adam başka bir kafeste bembeyaz şahane bir kuş daha görür. Hem de 10.000 dolarlık. Yine sorar. Meğer bu kuş anayasayı ezbere okurmuş da ondan. Adam bir bakar en köşedeki kafeste, tüyleri dökülmüş ve kararmış yaşlıca bir kuş var. Ama o da ne tam 50.000 dolar. Peki der: -“Bu perişan haldeki kuşun nesi var?” Dükkan sahibi: -“Vallahi birader, bu kuşun nesi var biz de bilmiyo-
EŞŞEK EFRO • Efrahim Aslan utanmadan sunar...
10
ruz. Ama öteki papağanlar sabahları buna günaydın ÜSTAT diyorlar.” Evet bu fıkradaki gibiydi bu toplama bilgisayar, çakma Üstadın durumu. Üstat elinde bir kafes ve içinde bir papağanla geldi yanımıza. Ağzından tükürükler saça saça aldığı bu yavru papağanın tam 50 kelime öğrenebildiğini ve çok pahalı bir kuş olduğunu, gözüne kestirdiği kıza anlatıyordu. Hatta papağanın konuşabilmesi için ‘’konuşturan yemlerin’’ paketinin çok pahalı olduğunu, bir servet harcadığını yüksek sesle anlatırken ister istemez kulak misafiri olmuştuk. Aradan bir ay geçmiş, bizim Üstat gene kafeye gelmiş telefonda bağıra bağıra konuşuyordu. “Kardeşim bu papağan konuşmuyor… 3000 TL. para ödedim. Bir ayda konuşturan yem diye 1000 Liralık malzeme sattınız, hepinizi mahkemeye vereceğim… Dolandırıcılar…” Bizim masayı bir gülme almıştı. Üstat bize doğru döndü; “Göreceksiniz bu adamları sürüm sürüm süründüreceğim... Beni kazıklamak neymiş göstereceğim.” dedi ve papağanla birlikte bir hışımla ayrıldı kafeden. Aradan bir kaç saat geçmişti ki bizim Üstat gözü morarmış, üst baş yırtılmış, hurdaya ayrılmış toplama bilgisayar gibi gelmişti. Papağanı satın aldığı yerin sahibinden dayak yemiş, parasını da alamamış perişan bir haldeydi.
Ben de; “Üstat tam mizahlık olmuş. Sana Nasrettin Hoca’dan bir fıkra anlatayım.” dedim; Nasrettin Hoca pazarda dalgın yürüyormuş. Etrafındaki esnafları seyrediyormuş. Bu sırada ensesine bir tokat gelmiş. Hoca tökezlemiş, bir kaç adım sendelemiş neyse toparlanıp sinirli bir şekilde arkasını dönmüş. Bir bakmış ki hocanın iki katı, iri kıyım bir adam. Hoca durmuş, bir yutkunmuş sonra: - Bana sen mi vurdun? demiş adama. Adam: -Ben vurdum Hoca ne olacak, demiş. Hoca: -Şakadan mı vurdun ciddi mi? demiş Adam: -Ciddi vurdum Hoca ne yapacan? Hoca: -Aman aman, öyle olsun... Çünkü şakadan hiç hoşlanmam da ... Üstat orada perişan halde çayını içerken radyodan bir Sezen Aksu şarkısı çalmaya başladı; “Sen seni bil sen seni Sen sıkı tut çeneni Eline diline hakim ol Yoksa öcüler yer seni…”
11
12
MEHMET ESEN SERDE Bİ CAN VAR CANDAN İÇERİ İstanbul uyurken insanlar uyur Kediler köpekler kuşlar uyurken Annem uyur Aydınlık uyurken Yağmur yağar deniz kudurur Lodos lodos üstüne Martılar sarhoş Kayıklar ürkek Deniz denizi kusarken Vapurlar çalışmazken Hava aydınlanmazken Seyrederim sessizce alemi Cihangir’de Eski bi evde Yağmur suları camdan içeri Serde bi can var candan içeri Annem uyanınca Zarfı mazrufa karışınca Görüp de beni sarılınca Dökülür üstüme sıcacık mısraları Duaları Karanlığa okunan Ezanlara karışır Sarıp sarmalar beni Ve gün başlar. hava aydınlanırken Umudum hayatla yarışır.
13
tekerleklibavul tekerleklibavul
Değerli büyüğümüz, adamın hası Herakleitos’un bir sözü vardır: “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.” diye. Şimdi şöyle bir düşünelim, gerçekten değişmeyen şeyler var mı hayatımızda? Tamam Herakleitos Bey’in zamanında her şey değişiyor olabilir. Fakat bizim zamanımızda değişmeyen şeyler var bence. Ayrıca yanlış anlaşılmasın, amacım Herakleitos’u gömmek değil. Hemşehri sayılırız şunun şurasında. Neyse konu dağılıyor, değişmeyen şeylere dönelim. Tırnak makası değişmiyor mesela. Bildiğin bug’da kaldı alet. Hiç mi gelişim gösteremez yıllardan beri. Bak mesela çakmak da öyle pek değişmiyor ama içine gül koyuyorlar bazen. Ayrıca bunun Zippo’su var, Clipper’ı var, muhtarı var… Bir değişim çabası içerisinde, fark ettiriyor bunu. Tırnak makasında ise tık yok. Ucuna asılı zinciri bile değişmiyor. Ayrıca tırnak makasına “tırnak çakısı” diyen bir güruh var. Atlamadan geçemeyeceğim. Onları kınıyorum buradan. Aynı güruh katlamaya da “dürmek” diyor. Yaptıkları bayağı bayağı terbiyesizlik bence. Eminim bu güruh “Televizyon izliyorum.” yerine “Televizyona bakıyorum.” da diyordur. Haklarında müebbet talep ediyorum. Herkesin kabul ettiği bir şey var: İnsan değişen bir varlık. Yediği, içtiği, sevdiği her şey değişiyor ömrü boyunca. Dinlediğimiz müziklerden yola çıkalım. Çocukken dinlediklerimizden, ergenken dinlediklerimizden, gençlik dönemi, olgunluk, yaşlılık… Mesela ben ilkokulda Ferdi Tayfur dinlerdim deli gibi. Gazete, kasetini bedava veriyor diye sabah büfenin önünde sıraya girmişliğim vardır. Size garip gelebilir ama bence hâlâ çok normal. Ortaokula geldiğimde ise çılgınlar gibi Eminem dinlemeye başlamıştım. O ilk geçişimi çok merak ediyorum gerçekten. Artık nasıl bir ciğerim dağlandıysa direkt Eminem’e geçmişim. Ardından lisede Türkçe rap furyası. Allah’ım dissler, küfürler, aykırı yaşam tarzı, götten düşen pantolonlar, eli pipiye götürmeler… İşte tarzımı buldum demiştim. Kasetlere sesimi kaydediyorum. Şarkı sözleri yazıyorum. Rap hakkındaki kompozisyonumla dereceye giriyorum. Konserlere gidiyorum. “Rap dinlemeyen kızla olmaz moruk.” havalarına giriyorum. Bir zaman geliyor bu asiliğim bitiyor ve yavaş yavaş farklı müzikler de dinlemeye başlıyorum. Kazancı Bedih, Seyfettin Sucu gibi Urfa’nın tanınmış sesleri ile tanışıyorum. Kürtçe müzik diye bir şey öğreniyorum. O dönemde etnik müziklere merak sarıyorum. Poznan’daki Etnik Müzik Festivali’ne gitme hayalleri kuruyorum. Ardından bir gün geliyor ve “Kulağıma hoş gelen her müziği dinliyorum.” kafasına ulaştığımı fark ediyorum.
14
Çok duymuşsunuzdur bunu. Belki siz de öylesinizdir bilemiyorum. Ben öyleyim şu an. Ama kulağa hoş gelen müziği dinlemek bir yaşlılık belirtisi bence. Hoş gelmeyen müziğe karşı olan bir somurtkanlık. “Ay ne anlıyorlar şundan dıptıs dıptıs?” triplerim yaklaşıyor gibi, hissediyorum bunu. Çok sevdiğiniz bir yemekten yavaş yavaş soğumaya başladığınız oluyor mu? Bunu laf olsun diye sormuyorum. Gerçekten bana özgü bir durum mu diye merak ediyorum. Çünkü son dönemde bu tip olayları çok sık yaşar oldum. İyi bir iskender yiyicisiyken bir anda ne olduysa iskenderden nefret etmeye başladım mesela. Arkadaşlarla buluştuğumuzda “Ne yiyelim?” diye düşünürken birisi iskender derse “Yemeyeceksiniz onu. Hiçbiriniz yemeyecek. Ya iskender, ya ben!” diye bağırasım geliyor. Patates kızartmasının yanındaki o kızartılmış köfteye bayılırken şimdi köfteyi sulu yemeğin içinde görmek istiyorum sadece. Salam deseniz aynı şekilde. Eskiden kahvaltılarımın vazgeçilmeziydi. Şimdi markette onun olduğu reyonun yanından söve söve geçiyorum. İnsan salama söver mi abi? Allah beni ıslah etsin, ne diyeyim. Kişilik değişiminin yanı sıra fiziksel değişim de mevcut tabii insanların hayatında. Mesela benim kimliğimdeki fotoğraf 2008 yılından. Beni son yıllarda tanıyıp da kimliğimi gördüğünde “Vay amk.” demeyen arkadaşım yok. Tipimi biliyorsunuzdur belki, bilmeyenler Instagram’dan bakabilir. İsteyen de Google’a “Haşim Ahmet Abdulbaki Buğra Bahadır Nebioğulları” yazabilir. “Ne alaka?” demeyin. Eminim sizi çevrenizde birilerine benzetiyorlardır. Bir şarkıcıya, bir oyuncuya, bir sunucuya vb. Olması gereken de o zaten. Bizim gibi sıradan insanlar genelde ünlülere benzetilir. İşte bende tam olarak sorun burada. Ben, internette dolaşan komik resimdeki adama benzetiliyorum. Upuzun adı olan ve adının uzun olması komik bulunan adamın kimliğindeki fotoğrafı bana çok benziyor. Maşallah o komik resimde de nasıl bir istikrar varsa, 3 yılda bir yeniden popüler oluyor ve mesaj kutum doluyor.
Gönül isterdi ki biz de Brad Pitt’e, Johhny Depp’e, hiç olmadı televizyon dizilerinde boy gösteren herhangi bir oyuncuya benzeyelim ama olmamış işte. Komik resimdeki adama benziyoruz. Buna da şükür. Gelelim düşüncelerdeki değişime. Bir Ahmet Hakan olmasak da bizim de dönem dönem siyasi, toplumsal, kültürel düşüncelerimizde değişimler oluyor. Bir yerde okumuştum: ”Bizim insanımız lisede ülkücü, üniversitede komünist, parayı bulunca da kapitalist olur.” diye. Bu arada bir yerde okumuştum dediğime bakmayın. Facebook’ta, Twitter’da ya da başka bir sosyal mecrada görmüşümdür. Ben onu okumaktan saymıyorum pek. Kimileri sayıyor. Lisede küpe takan bir erkekle oturup konuşabileceğimi düşünemiyordum mesela. Üniversitede dilinde piercing olan müthiş insanlarla arkadaşlık yaptım. Bence en güzel değişim, ön yargıların yıkılmasıdır. Ön yargılar da yıkıl yıkıl bitmiyor tabii. Ne pis insanlarmış biz arkadaş? Adeta vücudumuzun dörtte üçü ön yargılardan oluşuyormuş. Günümüzde insanların birbirlerine karşı olan sabrı gün geçtikçe azalıyor. Zamanında “Amaaaan.” diye geçiştirilip gidilen olaylar, belirli yaşantıların, toplumsal sıkıntıların da etkisiyle büyüyor da büyüyor. Metroda dalgınlıkla ayağını fazla uzatmış olan adama “Ayağınızı çekebilir misiniz?” demek yerine “Ayağını çek istiyosan.” denip, bir de nefret dolu bakış atılıyor. Farklı görüşlerdeki insanlar hain ilan ediliyor. Kutuplaşmalar artıyor, bazen yön değiştiriyor. Yani içinde bulunduğumuz toplum da sürekli değişiyor. Tabular çoğu zaman yıkılıyor. Tabularına sahip çıkanlarla, onları yıkanlar arasında çatışmalar yaşanıyor. Sonunda kazanan çıkmıyor. Bence her şeyden önemlisi insanın sürekli değiştiğini kabul etmesi gerekiyor. “Ben artık oldum. Tamam buyum işte. Ölene kadar böyle kalacağım.” düşüncesi bana aşırı tehlikeli geliyor. İnsanın kendisine yaptığı büyük kötülüklerden birisinin de bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir zaman sonra hayal kırıklığına uğranması muhtemel. Şahsı “Ben karaktersiz miyim?” diye düşündürebilir. Ama öyle değil işte. Hepimiz değişiyoruz. Sen, ben, o… Eğitim sistemi değişiyor. Kış saati uygulaması kaldırılıyor. Başımızdakiler bile sürekli değişiyor. Hemşehrim Herakleitos da benim gibi bu konuya takmış olacak ki “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.” demiş. Helal olsun Hera. Adammışsın sen. Toprağın bol olsun.
15
16
17
Hayırsever bir hayvan; LAMA... Merhaba Lamacılar, Sizlerle bu ilk buluşmamızın hayırlara vesile olması dileğiyle... Ferhat Şahin Kaya kardeşim benden yazmamı isteyince ne yazıyım diye düşündüm, ama öncelikle Ferhat’ın adlarını ve soyadını yazarken dikkat etmeliydim... Çünkü Şahin Kaya’yı birleşik yazarsam durumun kötü olabileceğini fark ettim, malum 12 Eylül darbecilerinden birinin soyadı Şahinkaya,bu durumda FERHAT’ın onunla karışma ihtimali var ki bu Ferhat’a büyük haksızlık olur...Düşünsenize lockheed skandalının baş kahramanı darbeci biriyle karıştırılmak hiç hoş olmasa gerek... Düşünsenize birisi milletin anasını ağlatırken diğeri ise milleti güldürmek için mizah dergisi çıkarıyor.... Neyse gelelim yazımıza, önce Lama’ya kafayı taktım...Güney Amerika menşeili bu hayvan düşünüce bana çok hayırsever geldi… Niye mi?
18
Çünkü Lama malumunuz üzere tükürmeyi seven bir hayvandır... Bizdeki dallamaların kökü de bu hayvanlardan geldiği iddia edilmektedir -ben demedim duyduğumu aktarıyorum-, neyse efendim yani şimdi bu hayvanlardan bir tane Türkiye’nin de edindiğini düşünsene, işin o kadar kolaylaşır ki çünkü bu memlekette çok suratına tükürülecek adam var,yani bir laman olsa bu işi senin yerine o yapar ve bu da çok hayırlı bir iş olur. Hem şikayetçi olanlar içinde ben n’apabilirim hayvanın huyu bu dersin böylece ceza almaktan kurtulursun.... Ama bu arada hayvana bol bol su içirmen gerekecek yani allah muhafaza hayvancağız bu ülkede tükürük zafiyetine uğrayabilir… Mesela bu hayvanla meclise gittiğini düşünebiliyor musun? Yazık yavrum tükürmekten bitap düşer, hele anayasa değişiklik paketi esnasında lamayla beraber arazöz de götürmek gerekebilir ki yavrunun tükürük ihtiyacı karşılansın. Yoksa beşinci dakikada tükürük stokları bitebilir... Mecbur kalır bacak falan ısırmaya başlar onun için arazöz şart.... Şimdi ülkemizi bence artık çok hayırlı günler bekliyor. Nisan’ın ilk haftasına kadar ne kadar hayır stoğumuz varsa kullanacağız. Her işte bir hayır vardır. Onun için hayırlarımızı bu hayırlı iş için bol bol kullanalım yoksa ilerde hiçbir işe yaramayabilir... Baksanıza eskiden sosyal medyada herkes hayırlı
cumalar dilerken bir anda bıçak gibi kesildi aksine dilemeyenler, her günümüzü hayırla yaad etmeye başladı. Hayır hiç bu şekilde kutlanmamışken bir anda “Bu hayır kutlaması ne?” diyeceğim ama, aman boş ver her işte bir hayır vardır diyorum. Neyse efendim, şimdilik hayırlı günler... Bu yazımızda hayırlara vesile olur inşallah.....
19
20
21
22
KİME ANLATIYORUM!
Üniversitede bir arkadaşımın hoşlandığı güzel bir kız vardı. Güzel olduğu için ben de hoşlanabilrdim ama hoşlanmadım. Bir gün bu çekingen arkadaşım bana kız hakkında neler hissettiğini anlattı. Ben anlatmadım. Çünkü bir şey hissetmiyordum. Arkadaşım tüm medeni cesaretini topladı ve benden onun adına kızla tanışmamı istedi. Kendi adıma sevindim. Tamamen iyi niyet üzerine yaptığımız bu kurgunun çok saçma olduğunu kısa sürede farkettik. Bkz ; 1 Kız, bu değişik girişimimden ötürü beni tebrik ederek tarih çalışmaya davet etti. Gitmemem, Türk örf ve adetlerine aykırı olur diye arkadaşım adına gitmeye karar verdim. Arkadaşım adına 15 dakika kadar Osmanlı tarihi çalıştıktan sonra yine arkadaşım adına sevişmeye başladık. Ertesi gün, arkadaşımla karşılaştığımda “hadi yine iyisi, götürdün kızı” diyerek onun adına yaptığım şeyler için bir birayı hakettiğimi söyledim. Çok teşekkür etti ve bira ısmarladı. Şimdi mutlu bir ilişkileri var. Sanıyorum.. Bu olaydan sonra pek görüşemedik. Hayatta hep mantıklı olanı yapmayı ilke edindim. İlişkilerim de mantık ilişkisi oldu bu zamana kadar. Geçen yıl bir mantık evliliği yaptım. 1 yaşında da bir mantık oğlum var. Tabi öncesinde bir takım mantık hataları yaptığım oldu. Bir tanesi de çalıştığım şirketteki bir kıza çıkma teklif etmem. Aslına 3 ayrı aday vardı ama ikisini elleyerek 1’e düşürmeyi başardım. Evet, eleyerek değil, elleyerek.. Yanlışlıkla oldu ama detaya girmeyi düşünmüyorum. Kalan tek seçeneğim şirketteki en çirkin kızdı. Victoria’s Secret’ta çalışsam bu duruma üzülmezdim mesela. Üzüldüm. Ama önemli olan iç güzelliği diyerek çıkma teklif etmeye karar verdim. Bkz ; 2 Hafifçe yanına sokuldum ve “akşam bi yerde bi şeyler mi
içsek?” dedim. Bir şeyler içmekten ne kastettiğimi anladığını ve kendisinin o tarz bir kız olmadığını belirtti. Ne tarz bir kız olduğu sordum. Söylemedi. Tipini tarzını saygıyla anıyorum... Zamanla kızlar konusun uzmanlaştım ve neden iki kız arkadaşım olmasın diye düşündüm. Derhal bir sevgili yapıp kız arkadaşımla tanıştırdım. Tanıştırmasam uzun süreli bir üçlü ilişki yaşayabilirdim. Ama yalanlar üzerine bir ilişki kurmak istemedim. Kız arkadaşım bu durumu çok olgun karşıladı ve nazikçe gitmemi istedi. Bu nazik reddini kıramadım ve eşyalarımı topladım. Yaşadığımız olayı daha iyi anlamam için hiç anlamadığım bir atasözü söyledi. “Bir koltuğa iki karpuz sığmaz.” Bkz ; 3 Beynimde kızlar ve karpuz arasında çeşitli bağlantılar kurmaya çalıştım. “Karpuz gibi kalça”, “karpuz gibi göğüsler“.. Hepsi edepsiz bağlantılar olduğundan hemen vazgeçtim. Atasözünde geçen koltuğun, oturduğumuz koltuk olmadığını anlamam biraz zaman aldı. Meğerse koltuk altında sadece 1 bir tane karpuz taşıyabilirsin gibi bir şeymiş. Ama yine saçma. İki karpuzu iki koltukta taşıyabiliyoruz çünkü. O zaman iki kız arkadaşımız da olabilir gayet. Bir atasözüyle laf sokma girişimini daha başarıyla atlatmanın haklı gururunu yaşıyorum. Evet, belki iki sevgilimle de ayrılmış olabilirim. Ama bu bir şey değiştirir mi? Alooo? Sana soruyorum sana.. Kime anlatıyorum ben bunları!
23