Lama 18 hüseyin eksik

Page 1

1


..

Bitti! Bitmez denen, üstümüze üstümüze gelen, vurdukça vuran, bölüm sonu canavarı gibi karşımıza dikilen 2016 nihayet bitti. “Hâlâ bitmedi mi şu yıl?” soruları arasında, diğer yıllardan da 1 saniye uzun kaldı hatta. Ben demiyorum, National Geographic diyor. (Yazar burada entelektüel birikimini gözler önüne seriyor.) Kalktı diye sevindiğimiz istenmeyen misafirin, kapının önünde sohbeti uzatması gibi terliklerini çıkarttı, ağır ağır ayakkabılarını giydi. Sonuçta bitti, gitti. “Gelen, gideni aratır.” demiş atalarımız ancak ben onları pek dinlemiyorum. “Laf olsun, torba dolsun.” diye atasözü bulduktan sonra “Laf torbaya girmez.” diyerek kendi tezlerini çürütmüş insanlardan bahsediyoruz. Bence, atalarımız birbiriyle diss’leşiyordu. Zira, son noktayı koymak için başka biri de çıkıp “Milletin ağzı torba değil ki büzesin.” demezdi. Gelen, gideni hiçbir şekilde aratmayacak ondan eminim. Kimsenin “Ne güzel yıldı be!” demediği bir yılı geride bıraktık sonuçta. 2016’ya girerken neler dilediniz? Sağlık? Mutluluk? Huzur? Para? Dünya barışı? Kızıl saçlı, beyaz tenli, çilli, Norveçli bir kadın? Hangisi gerçekleşti peki? Ben sadece “Uyumak istiyorum” dedim. Uyudum. Öyle böyle uyumadım yalnız. Bir uyudum, bir uyudum fiiiiyuuuuuvvv görmeniz lazım. Horlaya horlaya. Döne döne. Osu… Neyse konumuza dönelim. 4 haneli bir sayının, son rakamından bir şey umacaksanız bu sizin yapabileceğiniz şeyler olsun. 2016 size bir şey vermez, siz aldıklarınızı ona mâl edersiniz. “Derleeer” fıkrasındaki gibi bir durum tamamen. Biz zamanında 1999’dan 2000’e geçmiş bir neslin evlatlarıyız. Ki 4 basamaklı bir sayının 4 rakamını birden değiştirmek herkese nasip olmaz. Sonuç? Hâlâ Jetgiller seviyesinde hayatlar yaşamıyoruz. (Yürüyen bantlar ve sensörlü kapılar hariç!)

“Buçuk ne ola ki?” sorusu var. Yılbaşı dışında da hiç görmezdim o sigaraları. Aynı o mantık. Gerçi o sigaraları yıllardır hiç görmüyorum, zira o yıllarda sigara vergisi, sigaradan daha pahalı değildi. Yılbaşı demişken; yılbaşının en sevdiğim yönlerinden bahsetmek isterim kısaca.Victoria Secret defilesi dışında sevdiğim şeyler de var tabii! En önemlisi, geceden kalanları sabah yemek. Hazırlıklar, yemekler, çerezler, cipsler, meyveler… Sonuç? Saat 10 olmadan doyan insanlar ve sabah yenmek üzere masanın üzerinde beni bekleyen ganimetler. O güzel sabahlarda, bayatlamaya başlamışantep fıstığının bile tadı farklı oluyor arkadaş! Bir diğeri; –ki benim favorimdiryeni yıl heyecanıyla geri sayım yapma. Her yıl, bir kenara çekilip izliyorum bu ritüeli. “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.” diyen Heraklietos, sanırım “10’dan geri sayım yapıldıktan sonraki sevinç patlamasının ardından gelen boşluk hissi”ni bilmiyormuş. Her yıl aynı, her yıl gözlerde o boşluk, her yıl “Eee şimdi ne yapacağız?” bakışları… İnsanoğlu azizim, geçmişten ders almıyor işte. Geçtiğimiz 20 yılda da yaşadın bunu, biraz kendini geliştirsene, bir çözüm üretsene. Ya da hiç üretmeyin, sizi izlemek kadar keyif veren bir şey yok bana.

2016’ya dönecek olursak (Korkmayın yahu yazıda döneceğiz sadece. Yeni yıl, insanlara gü“Aman Allah korusun” bakışlarıde, n i r e y n r zellikler getirir. nızı görebiliyorum.) Leonardo Di nde n he Ülkeni olojiler yüzü mbalı Hatta güzelliklerin Caprio’nun nihayet Oscar’ı almaan ide yda 2 kez bo p sıyla ülke olarak huzura erdik. biri gelir, biri gider. a s a saçm ık. ık. A d d n a Sizin düşündüğüDonald Trump’ın başkan olmal a t y a ca p yle u nüz gibi güzellikler sıyla, Amerika siyaseti uzmanlıdefalar ırı haberleri e öldük, d n sald e değil saçmalamayın, ğı mertebesine eriştik. Hepimiz k r ide de. Maça g ine çıkarken , Victoria Secret defilebüyük resmi görmeye başladık k n ü z i d l ı ö ş sinden bahsediyorum bir anda. Dolar’la 3.5 attık. r e ça ken d .. . r e a d p a n y ben. Her yılın en güzel Nasuh Mahruki, AKUT’tan e Tatil alışırk ç e y e anı odur. Seneye umutistifa etti, şoke olduk. Bu olaişm işe yet la başlamamızın yegâne yı anlamakta zorlandım çünkü ben nedenidir. Açarsın teleikisini belirtili isim tamlaması zannediyordum. Şavizyonu, uzatırsın ayaklarını ve şırtan ayrılıklara, Safiye- Faik çifti eklendi. İkisinin de güzelliklerin biri gelir, biri gider. Yılbaşı dışında başkalarıyla beraber olabilme ihtimali beni bir miktar da keyif vermez bu meret insana. Nedendir bilmiyorum. korkuttu açıkçası. Olimpiyatlara Türkiye olarak nereZamanında yılbaşı için yabancı marka sigaralar alınırdı deyse hiç Türk götürmeden katıldık. Devşirme sporcueve, misafire o ikram edilirdi. larımız, Türk sporcularımızı aratmadı ve 8 madalyayla döndük. 4.5 G ile tanıştık. Birçoğumuzun aklında hâlâ

2

Marsel İlhan, 67 kez ilk turda elendi. Angelina Jolie ve Brad Pitt boşandı, Büşranur buna çok sevindi. Tarkan evlendi, Büşranur buna çok üzüldü. Milli takım, Avrupa Şampiyonası’na katıldı. Sadece katıldı. Başarısızlığın sorumlusu biz olduk nedense. Kerimcan’ı ünlü yaptık. Sonra “Nasıl ünlü oluyor bunlar ya?” geyiğine düştük. Ete Nusret tarzı tuz atmayı öğrendik. Bu arada ülkenin %45’i evine et götüremiyordu. Cinayeti Müge Anlı’da çözdük, sevişme onaylarımızı İzdivaç programlarından aldık, komedi dizilerini birer birer yayından kaldırdık, dizi sürelerini 140 dakikaya dayadık. Sadece izlemeye devam ettik. Alkollü araç kullanan “biri” polis arabasına çarptı, çarpan serbest, polisimizi kaybettik. Bir darbe girişimi atlattık. Ölenler de bizim insanımızdı, öldürenler de. İnsanlarımızı kaybettik. Kadınlarımızı kaybettik. Kimini şort giydiği için, kimini hamile olduğu için, kimini öğrenci olduğu için, kimini evine gece döndüğü için kaybettik. Ataerkil düzenimize uyum sağlayamayanları katlettik. Çocuklarımızı kaybettik. Henüz doğmamış olanları bile. Yine madencilerimizi kaybettik. Huzurumuzu kaybettik, patladık. Ülkenin her yerinde, saçmasapan ideolojiler yüzünden defalarca patladık. Ayda 2 kez bombalı saldırı haberleriyle uyandık. Maça giderken de öldük, çarşı iznine çıkarken de. Tatil yaparken de öldük, işe yetişmeye çalışırken de öldük. O gün ölmeyenler olarak ertesi gün yine işe gittik. Sadece oradan geçmekte olduğmuz için öldük. Dayanamadık, kendimizi kaybettik. Ve daha da kötü olduk. Yorganın altına girip, ışıklı Casio saatimizin yeşil ışığını yakınca mutlu olmamışçasına kötü olduk. Hiç televizyonun karşısına yüzüstü uzanıp, halının üstünde ödev yaparken çizgi film izlememiş gibi kötü olduk. “Penaltıda kaleci değişirse, 2 penaltı kullanılır” kuralınca “Birinci gol olursa ikinci atılmaz.” adaletini getiren biz değilmişiz gibi kötü olduk. Küfrettik. Ölene küfrettik, doğana küfrettik. Şampiyon olana küfrettik, kaybedene küfrettik. Ağlayana küfrettik, gülene küfrettik. Konuşana küfrettik, susana küfrettik. Bizimle aynı fikirde olanlara sarıldık, fikrimiz değişince sarıldıklarımıza küfrettik. Öğretmene küfrettik, polise küfrettik. Siyasilere küfrettik, apolitiklere küfrettik. Teistlere küfrettik, ateistlere küfrettik. Kendimiz dışındaki kimseyi sevmedik. Severken ayrıldığımız eski sevgiliye küfrettik. Tanıdıklarımıza çok küfrettik de bu yıl tanımadıklarımıza da küfrettik. Hiç tanımadığımız insanların ölüsüne, bizimle aynı fikirde değil diye küfrettik. Biz bu yıl, insanlarımızı ve insanlığımızı kaybettik.


3


Tamam düşüncelerle zaten sürekli kendi kendimize konuşma halindeyiz, tanıyoruz diyebilirsiniz ama her şey psikolojik değildir. Biraz fiziğinize de önem verin. Psikolojinizi önemseye önemseye kendinizi verdiniz antidepresana, Nutella’ya, çikolataya… Görmüyor musunuz gıdınız sarktı lan! Poponuzun yarısından iki adet inek çıkacak neredeyse. Aynanın karşısında geçin de az kıçınıza falan bakın. Yaz gelmeden eritin o yağları.

(Bu köşeyi kakanızı yaparken okumanızı tavsiye ederim.)

Çünkü acılarımızı seviyoruz, acılarımızın nedenlerini de…

Acılar içindeki insanlığa selam olsun.

Geçenlerde kendim ile çok susmalı sanat filmi tadında sohbet ediyordum. Çocukluğumdan bahsettik. Çocukluğum Reha Muhtar haberciliği sayesinde bir travmalar geçidi idi.

Nüfus cüzdanımı, banka kartlarımı, migros indirim kartımı ve kartvizitimi kesip kapitalizmle bağımı koparmaya karar verdim. Ama bir türlü sistemden kaçamıyorum. Nefesimi tutuyorum, valizimi hazırlıyorum; tam modern hayatı reddedip şehirden kaçayım diyorum ama bir bakıyorum internet faturası geliyor. Hadi borçlu kalmayayım diyorum, onu ödüyorum. Sonra tak e l e k t r i k f a t u ra s ı geliyor.

Tedaş’la mühürlenme polemiğine girmemek için onu da ödüyorum. Tam valizimi elime alıyorum ama kapı çalıyor; gelen ev sahibim, kirayı istiyor. Onu da ödüyorum, sonra bakıyorum ki cebimde para kalmıyor. Neyse diyorum, aybaşına kadar çalışayım. Maaşımı alıp öyle kaçarım diyorum. Maaşı alınca kredi kartı ekstresi geliyor. Ne yapsam ne etsem bu kısır döngüden çıkamıyorum. Bu faturalar beni sadece bir aylığına rahat bıraksalar kaçabileceğim ama bırakmıyorlar. Velhasıl kelam, kuyruğunu kovalayan kedi gibi yaşıyorum. Hep aynı yerimdeyim.

Kurtulmak Bu yendiğimiz kaçıncı ejderha, istediğimiz birçok şeyden ben bile sayısını bilmiyorum. kurtulamayışımızın asıl nedeni bilinçaltında onu hep Manyak bir paylaşım çağının nihai ürünleriyiz. talep ediyor olmamızdır.. Bunalımdayız. Hepimiz Çünkü acılarımızı manyağız. Anksiyete ve panik atak ortalıkta kol geziyor. seviyoruz, acılarımızın O zamanlar Aczmendi Şeyhi Hepimizin ayarları kaçık. Ama Müslüm Gündüz’ün tecavüz nedenlerini de… biz amaçsız bir şekilde sürekli ettiği Fadime Şahin ile Van Gölü canavarını evli sanıyordum. Bu saçma haberleri mal gibi her gün izliyorduk. Bir de Ninja Kaplumbağalar izlerken o yedikleri pizzadan canım çekerdi hep. Ve Splinter Usta... Gerçi lağımda gezinmekten başka da bir ustalığını göremedik ya Splinter Usta’nın.

Mehmet Erdem’i Mehmet Erdem yapan şey boğazındaki yaklaşık 20 gramlık balgamdır. Senin de alacağın olsun lan doktor! Zamanında verdin balgam sökücüyü, Mehmet Erdem gibi sesim varken Mehmet Akkoyunlu gibi birisi yaptın beni. Düşünebiliyor musunuz, zamanında o balgam sökücüyü kullanmasaydım şimdi Hande Yener ile düet yapan kişi ben olacaktım. Hep yanlış zamanda yanlış işler yapıyorum. Acaba sigaraya mı başlasam? Bu ülkede demokrasi var kardeşim. İzmir’de belediye başkanı seçmediğimiz adam ülkeye başbakan olabiliyor. Söyleyeceklerim bu kadar. Bana en samimi gelen insan tipi kararsız seçmenlerdir. Mesela bu aralar kendisinin tek derdi belinden soğuk yememektir. İçlik falan giyer. Politika, gündem falan zerre umrunda değildir. Belki biraz Fox Haber izler o kadar. Canım kararsız seçmenim şu an ne yapıyor acaba? Kesin eşofman paçalarını çorabına sokup tv karşısında göbeğini kaşıyordur. Porselen tabağın içine doğranmış elma ve mandalina yiyordur belki de bir yandan. Hatta elmanın bir parçasını bıçağa saplayıp eşine ve çocuğuna da uzatıyor olabilir. Mutluluk aslında bu kadar basit.

Yakın dostlarım bilir; son zamanlarda çok sık cüzdan ve para kaybetmemle meşhur bir insanım. Dalgınlığımla alakalı olduğunu sanmıyorum. Genelde çok dikkatli biri olduğumu söyleyebilirim. Sanırım cüzdan ve para gibi metalara yabancılaşmamla alakalı bu durum. Gerçi cüzdanım Ramazan gelse de ünlülerden ezan her kaybedişimde bir şekilde bir performansı dinlesek. Hayatları yerlerde bulunup geri geldi. hep gıybetle laf sokmakla Modern köleler Neyse. Dostlarımla oturup geçiyor. Hayat TV8’in magazin konuyla ilgili şakalaşırken programlarından ibaret değil. olarak bizler, prensese onlara cüzdanımın lanetli Minareye çıkın da iki sevap ulaşmaya çalışan Mario’ya olduğunu söyledim ve en kısa kazanın. zamanda yeni bir cüzdan alıp döndük. Sürekli level atlıyoruz eskisini yakacağımı söyledim. Çıplaklık, giysi giyerek ama bir türlü prensese Dediğimi yerine getirmek için ya b a n c ı l a ş t ı ğ ı m ı z ulaşamıyoruz. Bu yendiğimiz bedenlerimizi keşfetmemizdir. kısa bir süre sonra kendime kaçıncı ejderha, ben bile yeni bir cüzdan aldım. Çıplaklık devrimci bir harekettir. Ama farkında olmadan eski Aslında bu sıralar mevsim sayısını bilmiyorum. cüzdanımın aynısını almışım. nedeniyle bu pek mümkün Çok ilginç değil mi? Yani demem olmasa da en azından evinizde şu ki; -daha geniş anlamda daçıplak dolaşmaya çalışın. Göbek kurtulmak istediğimiz birçok şeyden deliğinize bakın. Aynanın karşısında kurtulamayışımızın asıl nedeni bilinçaltında kendinizi inceleyin. Cinsel organınıza falan onu hep talep ediyor olmamızdır bence. bakın. Kendinizi tanıyın.

4

Modern köleler olarak bizler, bu sistem içinde prensese ulaşmaya çalışan Mario’ya döndük. Sürekli level atlıyoruz ama bir türlü prensese ulaşamıyoruz.

paylaşıyoruz. Yemek ye ama önce fotoğrafını çek, paylaş. Dışarı çık ama önce nasıl giyindiğini çek, paylaş. Arkadaşlarınla bira iç ama önce biraların fotoğrafını çek, paylaş. Eğleniyormuşuz gibi fotoğraflar ve videolar silsilesi... Eğlendiğimizi sürekli başkalarına gösterme isteği. Yavşakça fotoğraflar falan... Hayatlarımız götlerimizi göğe erdirme çabasından ibaret. İtiraf edelim; aslında hepimiz çok sıkılıyoruz. Teknoloji ilerliyor, bilim ilerliyor, tıp ilerliyor, edebiyat, sanat, felsefe... Her şey ilerliyor. Toplumları şekillendiriyor. Toplumsal alışkanlıklara yön veriyor. Kitleleri uyarıyor. Bir moda yaratıyor, bir tutum belirliyor. İsviçreli bilim insanları durmadan deney üstüne deney yapıyor. Bilime doymuyorlar ve hep daha fazlasını istiyorlar. Norveçli balıkçıların elleri ve yüzleri bilimin ilerlemesi ile Norveç böğürtleni özüyle yapılan kremler sayesinde soğuklardan iyice korunuyor. Bizim burada yazları Çeşme sahiline gidenler bilmem kaç faktörlü kremlerden ya da kakao ve havuç özlü bilmem bir şeylerden vücuduna sürerek güneşin zararlı etkilerinden korunuyorlar. Henüz bikini diyeti telaşında olmayan kadınlar şu ara waffle ve Nutella’ya abanıyorlar. Ben ise taharet musluğunun bozulması karşısında çaresizlikten kıvranıyorum. Abi kimse bana teknolojiden ve bilimden bahsetmesin lütfen şu anda. Gecenin bir vakti taharet musluğunun bozulması karşısında çaresiz kalabiliyorsam ben toplumsal ilerlemeye inanamam. Ya da ben toplumsal ilerleyememişim demektir. Gece gece ıslak mendilden tiksindim şerefsizim! Sen de yalanmışsın be cansıns beybi! Yeni Türkiye çok bomba bir ülke oldu. Kefeninizi giymeden sokağa çıkmayınız. Nesneler kullanılmak, insanlar ise sevilmek için vardır. Sevin, sevişin.


5


YETERSİZ BAKİYE -Sakatat seven bir erkeğin sevgilisi %95.4 vejeteryandır. -Mini etek giymekten haz duyan bir kadının sevgilisi %96.2 maçodur. -Temizlik takıntılı bir obsesif annenin evladı %97.7 pisliğin önde gidenidir. -Hayırlı bir babanın evladı %98.7 hayırsızdır. -Ters gitmeye meyil eden her iş ters gitmeye %99.2 devam eder. İstatikî her bilgi %99.9 doğruluk payı taşı taşır ancak bu hayatta %0,000000000001’ lik “Piç İhtimaller” de bulunur. O sabah yine 04:30’a kurulu alarmına ve mesleğinin 35. yılının son mesai gününe yine küfürler yağdırarak uyanan, yıllar yılı ve yollar yolu gaza basmaktan ayak parmakları yukarı dönük kalan, gerek stresinden gerek hareketsizliğinden yakındığı işinin bir başka mutasyonik yan özelliği olan oval mi oval göbeğinin verdiği hareket kabiliyetsizliğine de ayrıca bir küfür patlatan, evinin direği , üç çocuk babası ve kırkbir yıllık karısının döşü kıllısı, 541 no’lu Eryaman/Sıhhiye EGO hattının en yaşlı şöförü İsmet Körük, bahsi geçen bu piç ihtimallerden habersiz Mamak’ta bulunan evinden son seferi için son günü şerefine normalden daha geç bir saatte ayrıldığında, henüz imam sabah namazı için abdest tazelememişti bile.

Bunun böyle olacağını bildiğinden geceden hazırladı- Otobüse depara kalktığı sırada durağa , çöpsüz üzümle ğı takım elbisesini hızlıca giyip yine dünden masanın gah öpüşüp gah mıncıklaşarak yaklaşan Tankut ile göz üzerinde kalan ve kurumuş olduğunu yerken göze geliyorlar ve çıkardığı çatır çutur seslerden anladığı “ Allah belanı versin Tankut “ diyerek ekmeği kibrit kutusu büyüklüğünde biniyor otobüse Aynur. Çünkü EGO bir peynirle sakinleştirmeye çalıştı. otobüsleri asla beklemez. Babasının illallah etmelerine rağDıııııt YETERSİZ BAKİYE ! men anasının medarı iftiharı , “Geber inşallah Tankut!” Dııııt komşu ve akraba gezmelerinde YETERSİZ BAKİYE ! İstatikî her bilgi %99.9 anlata anlata bitiremediği, bala “Allah’ından bul Allahsız doğruluk payı taşı taşır ancak göte de olsa iş sahibi olmanın Tankut !” verdiği gururla mahallede çabu hayatta %0,000000000001’ lik lımından geçilmediği, uzun Gözyaşı, mahcubiyet ve yet“Piç İhtimaller” de bulunur. meyen bakiyenin ızdırabıyboylu yağız delikanlı Kenan Uyur, adeta uygunsuz yerlerine la tam arkasını dönüp inmek asit dökülmüş de tutuşmuşcasıüzereyken götü başı dağıtmış, kravatı kaymış, elinde ki evrak na evden en yaman forvetlere taş çantası çeşme başında ağanın kötü çıkartan bir deparla çıkışını tam onbir dakikada gerçekleştirdiğinde , zemin oğlu tarafından tecavüze uğramış Fatma katta oturan ve her fırsatta Kenan’a asılan kaGirik gibi harap olmuş Kenan adeta hareket radul Müjgan fino köpeğini günlük sabah yürüyüşüne halinde ki otobüse aksiyon filmi tadında atlayıp derin çıkarmamıştı bir oh çekiyor Aynur’un yüzüne karşı. Normalde cingar bile. çıkartır ancak canı çok yandığından bu hafif peynir kokulu nefese aldırmadan üzgün bir yüzle şöföre dönüyor. Hava güneşli ve güzel Aynur sarışın ve güzel, sevgilisiTam kendisini indirmesini rica edecekken Kenan , Aynin evi ikidurak aşağıda olduğundan gayet yakın ve bu nur’un omzunun üzerinden ; durum hepsinden güzel. “Günaydın İsmet abi , geç kalmışsın sende ? “

O sabah yine 06:30’a kurulu alarmıyla hayatının 24. yılının son üniversite gününe yine dağınık saçları, duş alıp ayılma ihtiyacı ve Eryaman’dan Sıhhiye’ye kadar, her zaman içi sebepsizce yaşlı dolu olan ve “YİNE” onca yolu ayakta gideceği gün gibi aşikar olan yolculuğun tasası ile uyandı. Dört yıldır her çeşit siyasi aksiyonun tadını yaşamasına vesile olan ama yine de mezun olacağından ,şimdiden özlemeye başladığı canının içi okuluna (Ans o n kara Üniversitesi / DTCF) son kez özene bezene giyinip O k u l u n süslenerek gitmek için yatağından neşe ile zıpladı. Pav- günününverdiği yondan kaldırdığı dansözle İstanbul’a kaçan abisinden huzuru sevgiliye bir bok olmayacağını anlayıp tüm yatırımı kendisine yapılacak süpriz ziyaretle kanalize eden ailesinin gözünün nuru, sokakta bulup üç pekiştirmek için yeteri miktar simitle yıldır yanından ayırmadığı tekir kedisinin manevi an- yürümeye başlıyor. Sevgilisi güzel sanatlar bölümü son nesi, sarı saçlarından bizzat kendisinin sorumlu oldu- sınıf öğrencisi Tankut Geniş. Ailesi tarafından onaylanğu, sevgilisinin göz bebeği güzeller güzeli Türk Dili ve mıyor olmasına rağmen Aynur onu çok seviyor. NorEdebiyatı mezunu ve geleceğin öğretmen adayı Aynur malde Tankut’un ders saatleri geç olduğundan sabahlaKafiye, bu sabaha mahsus acele etmeden tüm rı ondan bir saat erken düşüyor yollara. Eve yaklaştıkça hazırlıklarını (muhteşem anne kahvaltısı dahil) tamam- heyecanlanıyor çünkü Tankut bu saatlerde çıkıyor. layıp evden normalden daha geç bir saatte ayrıl- Hava güzel , simitler sıcak , kuşlar ötüyor ve Tankut dığında, karşı büfenin kendisine tam saatinde evden çıkıyor. Yanında esmer bir çöpsüz aşık olan yaşça pek küçük üzümle. Üzüm Tankut’u öyle bir öpüyor ki Aynur üç -Sakatat seven bir çırağı , hayatının aşkının yıllık ilişkilerinde tövbe böyle öpücük kondurerkeğin sevgilisi %95.4 yollarını gözlediği için mamıştır. Tankut durur mu ? O da veriyor karhenüz gazeteleri dizşılığı. Simitler durur mu ? Onlar da düşüyor vejeteryandır. memiş olduğundan yere ağır çekimde. Peki Aynur durur mu ? -Mini etek giymekten haz duyan bir ustasından günlük Duruyor. Şayet insan duygularının şiddeti kadının sevgilisi %96.2 maçodur. sismografi cihazıyla ölçülebilseydi eğer dayağını yeme-Temizlik takıntılı bir obsesif annenin mişti bile. , o gün sabah 08:53’te Ankara/Eryaman evladı %97.7 pisliğin önde gidenidir. merkezli 9.2 şiddetinde dünyanın en ses-Hayırlı bir babanın evladı siz depremi kayıtlara geçerdi. Geçmiyor. %98.7 hayırsızdır. O sabah yine Üzerinden kuşlar geçiyor , karşıdan karşı-Ters gitmeye meyil eden her iş 07:00’ a kurulu ya çocuklar geçiyor, yanından EGO otobüalarmına rağmen hasü geçiyor ama deprem içinde kalıyor. ters gitmeye %99.2 yatının 27. yılının ilk iş “Hasiktir otobüs!!! “ devam eder. gününe, doğumu da dahil Hayat gailesi ve bu mobil huzur eviyle 45 dakika sürecek olan yolculuk aldatılmaya ağır basıyor. Göolmak üzere herşeye, heryere ve herkese geç kaldığı gibi 08:10’da zünde yaşlarla otomatik olarak koşmaya başlıyor çünkü adeta zik zoruyla aniden uyanmanın verdiği mahmur- ailesinin göz bebeği Aynur sorumluluklarını aşkından lukla yataktan düşerek merhaba dedi. bile önde tutabilen bir birey.

6

“Bu son günüm Kenan’ım emekli oluyor Körük abin ondan sallanarak geldim biraz, hey yavrum hey” “Deme. Emekli olduğun gün hayat kurtardın be abi , geç kaldım sallanarak geliyordum bende durağa. Sayende sanırım kovulmaktan kurtuldum” “Şu otobüse bir kere de otobüs dururken bindiğini göremeden emekli oluyorum iyi mi “ Muhabbet uzadıkça uzuyor ve ne Körük abi ne de omzuna adeta kafasını koymuş konuşan Kenan Aynur’a dikkat ediyor. “Ay yeter ama !” diye viyaklamasıyla Kenan’ın korkup kapı boşluğuna düşmesi bir oluyor. Kısa süreli bir gergin bekleyişten sonra Aynur’un içi acıyor ve eğilip dağılan çantaya yardım ediyor. Geri kalan herkes yaşlı olduğundan derin bir ayıplama dalgası arka sıralara doğru Meksika dalgası gibi yayılıp gidiyor. Kenan korkmuş , Kenan mahçup , Kenan özür ve şaşkınlık dolu bakıyor bu sarı mucizeye. Aynur toplama işini halledip şöföre “ kartım boş ben inebilir miyim ?” diyor. Kenan toplanan çantayı ters çevirip tekrar döküyor kartını bulmak için. Körük abi mevzuyu çakmış olmanın verdiği kalender ve babacan tavırlarla; “Geçin çocuklar bu gün gençlere de bedava“ diyor gevrek bir kahkahayla. 65 yaş üstü tüm yolcular yine cıkcıkcık’lıyorlar. Önce Aynur teşekkür ediyor, sonra Kenan. Önce Aynur’a yol veriyor, sonra kendi geçiyor Kenan. Önce Kenan uzatıyor elini... Güzel ve peynir kokulu bir merhaba geçiyor aralarından. Aynur gülümseyerek yakalıyor uzanan eli ve kimden olduğu belli olmayan %0,000000000001’lik piç bir ihtimal gelip buluyor bu ikiliyi.


7


KONTRPİYE YAZILAR KAYBOLAN DEĞERLERİMİZ: SÜVETER

Maalesef bir devrin daha sonuna geldik. Artık süveter giymemiş çocuklar devrindeyiz. Okullarda da gömlek, kravat, süveterin kalkmasıyla nice çocuk süveter diyemeden hatta süveter kelimesini duyamadan büyüyor. Sonra bir gün, hiç beklemediği bir anda belki baklava desenli belki çizgili bir süveterle karşılaşacak bir yerde. İşte o gün o çocuğa süveteri nasıl anlatacağız? Sivitşörtlerle büyümüş, sivitşört diye diye ortalığı inletmiş o çocuğa bunu nasıl açıklayacağız. “Senin ataların bu süveterlerle büyüdü. O zamanlar kombili, sıcak, tişörtle rahat rahat yatılan evler yoktu. Süvetersiz bir yaşam henüz mümkün değildi. İşte eğer bugün insanlık halen varlığını sürdürebiliyor ve sivitşört üretebiliyorsa bunu süvetere borçluyuz evlat!” diye bir açıklama yapılabilir mi? O gün zor durumda kalmamak için diyorum ki buram buram naftalin kokan süveterlerinizi sakladığınız yerlerden çıkartın. Geniş çaplı bir basın toplantısı düzenleyerek bu unutulmuş değeri yeniden topluma hatırlatın. Anlatın herkese boğazı dar süveterleri çıkartmaya çalışırken kaç kişinin kafasının süveterde sıkışıp kaldığını, zar zor çıkartırken de yüzünü nasıl sıyırıp geçtiğini. Kaç gencimizin ağzına tüy kaçarak heba olduğunu. Kıvılcım çıkartan kafa ve süveter sürtünmesini anlatın fizikçiler. Zorla giydirilen süveterler yüzünden utangaç, içine kapanık bir nesil yetiştiğini anlatın psikologlar, sosyologlar. Kaç süveterin evden çıkınca çıkartılıp çantaya tıkıştırıldığını, dev gibi olan çantayla nasıl okula gidildiğini ve sonra tekrar eve gelirken giyildiğini anlatın. Süveterin felsefesini anlatın. Süveterin kümülatif bir nesne olduğunu anlatın. Büyüdükçe üstümüze küçük gelen süvetere yapılan eklemelerle nasıl büyütüldüğünü ve tekrar senelerce giyildiğini anlatın.

Bir vakitler annelerimizin elinden düşmeyen ipler ve şişleri yeniden hatırlatın şimdi ellerindeki akıllı telefonlardan kafalarını kaldırmayan annelere. Artık 2,5 numara şiş yok akıllı telefon var, top top renk renk ip yok tivitır var, birbirine model sormak yok vatsap var, ödünç şiş almak yok layk var, üstünde süveterin ölçüleri alınan çocuklar yok avemeye gider alırız var, Ören Bayan yok ‘Sosyal’ Bayan, Modern Bayan var! Oysa süveter toplum demektir. Süvetere atılan her ilmik aynı zamanda bizi birbirimize bağlayan bir arada tutan değerlere atılmıştır. Süveter neydi? Süveter emekti. Süveter sevgiydi. Süveter merhametti. Süveter anne şefkatiydi. Süveter çocukluktu. Süveter garibanın çelik yeleği, zırhıydı hastalığa, soğuğa karşı koruyan! İlaçlarınız şuruplarınız sizin olsun istemez. Bize süveterlerimizi verin yeter! Tabi bütün bunların elimde yüklü miktarda süveter yapımında kullanılacak şiş, yün falan olmasıyla bir ilgisi yok.

8


** Otobüsteyim… Tam karşımda bir çift var ve kız, eski sevgilime inanılmaz benziyor. Çaktırmadan kızın fotoğrafını çekip ‘’Canımın içi! Sanki her yerde sen varsın’’ mesajı ile birlikte kızın fotoğrafını eski sevgilime atmak için telefonu elime alıyorum. Fotoğrafı çekerken, kapatmayı unuttuğum flaş bir anda patlıyor ve yaşadığım panikle birlikte telefonu cebime sokmaya çalışıyorum ama artık çok geç. Patlayan flaş, kızın sevgilisini şüphelendiriyor ve çocuk yanıma gelip telefonu istiyor. Güzel abim yanlış anladın, tahmin ettiğin gibi değil diyerek savunmaya geçiyorum. Bir olay çıksa da biz de dahil olsak diye pusuda bekleyen birkaç yardımsever genç de hemen olay yerine intikal ediyor ve sert bakışları üzerimdeki psikolojik baskıyı iyiden iyiye arttırıyor.

** Alnımdan boşalan ter beni gerçek bir suçlu gibi gösteriyor ve ayakta duran yardımsever gençlerin göbeklerini başucumda hissetmenin verdiği korku ile birlikte şekilden şekilde giriyorum. Kızın sevgilisinden gelen ‘’Ver lan telefonu!’’ şeklindeki talebin çok da masum bir talep olmadığını ve yavaş yavaş sonumun geldiğini düşünüyorum. Kızın erkek arkadaşı telefonumun galerisine giriyor ve kız arkadaşının fotoğrafını görüyor. İşin kötü yanı ise flaşın patlaması ile heyecanlanan ben, telefonu aşağıya indirirken kızın bacaklarını çekmişim gibi bir görüntü yakalamış oluyorum. Kardeşim durum sandığın gibi değil! Demek için çırpınıyorum ancak bu esnada erkek arkadaşı galerimdeki diğer fotoğraflara da bakmış oluyor ve farklı kızların bana gönderdiği; bacak, meme ve bilumum cinsel içerikli fotoğrafları da görüyor. O an çocuğun gözünde azılı bir sapığa dönüşüyor ve alnımdan boşalan terin daha yoğun bir şekilde hissedilmesiyle savunma gücümü kaybettiğimi fark ediyorum. ** Son kozumu kullanmak için harekete geçiyor ve eski kız arkadaşımın fotoğrafını gösterip ne kadar çok benzediklerini anlatmak adına whatsapp’a girip kız arkadaşımla olan sohbet penceresini açıyorum ama o kadar şanssızım ki kız arkadaşım profil fotoğrafını silmiş oluyor. Yalan söylediğimi düşünüp üzerime geliyorlar ve dayak yememe ramak kala kız arkadaşımı aramak aklıma geliyor. Bir anda ayağa kalkıp gururlu bir şekilde ‘’Durun! Diyorum, durun.’’

Yardımsever gençlerin yanı sıra ulaşım aracındaki diğer yolcuların da bakışları bana çevriliyor ve ne olduğunu anlamaya çalışan yaşlı bir teyzenin ‘’Hayırdır neden kavga ediyorlar?’’ sorusuna ‘’Milletin karısını kızını çekiyormuş ırz düşmanı’’ şeklinde verilen yanıtı duyuyorum. ** Yaşlı teyzelerin herhangi bir olayı kısa sürede çok sayıda insana ulaştırabilme gücüne sahip oldukları aklıma geliyor ve teyzeyi kendi tarafıma çekmek için ‘’Teyzeciğim yok öyle bir şey’’ diyerek kendimi ispat etmek adına bu kez de teyzeyi hedef alıyorum. Kız arkadaşımı arayıp olayı detaylı bir şekilde anlatıyorum ama bana inanılmaz kızgın olduğu için: Allah belanı versin! Tek gecelik ilişkilerin yetmedi bir de milletin karısını kızını mı çekiyorsun şerefsiz? Diye bağırıyor ve o an tüm çabalarımın yetersiz olduğunu ve infazımın gerçekleşeceğini anlıyorum. ‘’Canım Anam’’ dövmeli adamların da yardımı ile kızın sevgilisi beni öldüresiye dövüyor ve ertesi gün: ‘’Etek altı sapığı linç edildi’’ şeklinde haberlerim çıkıyor. İnsanlar, suratımın üzerinde kırmızı çarpı işareti yer alan fotoğraflarımı paylaşıp beni afişe ediyor ve suçsuz olduğuma kimse inanmıyor…

9


10


11


12


13


tekerleklibavul tekerleklibavul

“Bağlaç olan da / de ayrı yazılır aşkım. Lütfen uyan artık. Haydi kendine gel. Bağlaç olan ki ve soru eki olan mi de ayrı yazılır. Sana diyorum Emre. Hey siz de bakmayın öyle. Hiç kimsenin yanında yazım kılavuzu yok mu? Telefon. Şarjım yok. Şarjı olan birisi TDK’nin sitesine girebilir mi? Şarz değil bak, şarj. Aşkım uyan. Yalvarıyorum sana. Herkez değil aşkım, herkes. Son harfi ’s’. Lütfen kendine gel.” Her şeyi duyuyordum. Sevgilimin çığlıklarını, etraftaki insanların kendi aralarındaki konuşmalarını, trafiğin sesini duyuyordum. Yine de ne gözlerimi ne de ağzımı açabiliyordum. Hoşuma gidiyordu aslında bu durum. Sanırım keyfini çıkarıyordum. Neyin mi? Aslında her şey bundan 18 yıl önce başladı. Annem ve babam çalıştığı için ben okuldan çıktıktan sonra onlar gelene kadar babaannemde kalırdım. Bir akşam evimize gelen bir telefonla babaannemin hastaneye kaldırıldığını öğrendik. Ardından öldüğünü söylediler bana. Çocuklar ölüme ne kadar üzülebiliyorsa o kadar üzülmüştüm ben de. Artık okul çıkışlarında anneanneme gitmem gerekiyordu. Babaannem ile anneannem aynı mahallede oturduğundan benim için fark eden bir şey olmamıştı. Yine bir okul çıkışı anneannemin evindeyken elektrikler kesilmişti. Ödevlerimi bitirmiş, ardından eski kitaplıktaki kitaplara bakıyordum. İşte hayatımın sonrasını şekillendiren hamleyi o gün yapmıştım. Kalın bir yazım kılavuzunu kitaplıktan alıp okumaya başlamıştım. 9 yaşındaydım daha. Yazım kurallarının olduğu yeri anlamayarak okuyordum ve işin garibi bırakamıyordum. Anneannemden kitabı eve götürmek için izin istedim. Annem ve babam kitabı görünce “Sen yeter ki oku da, ne okursan oku.” dediler. Ben senelerce yazım kılavuzunu zaman zaman açıp okudum. Okulda yeni şeyler öğrendikçe yazım kılavuzu daha da anlam kazanıyordu. Lisede edebiyat öğretmenimle “doküman”ın doğru yazımı hakkında iddiaya girip kazandığımda öğretmenim doğru yazımını nereden bildiğimi sormuştu. “Yazım kılavuzu okuyorum.” dediğimde sınıftakiler taşak geçmişti bu cümlemle günlerce. Bir süre sonra yazım kuralları bende takıntı hâline gelmişti. Karşımdaki insanın “dinazor” dediğini duyduğumda ona doğrusunun “dinozor” olduğunu söyleyene kadar söylediği hiçbir şeyi dinleyemiyordum. Onun boş bir sayfaya yüzlerce “dinazor” yazdığını düşünüyor ve iyice çıldırıyordum. Tabii insanları uyarmak her zaman kolay olmuyordu. Bunun için birtakım teknikler geliştirmiştim. Karşımdaki “sarmısak” dedikçe, ben cümlesinin büyük bir kısmını tekrarlayıp “sarımsak” diyordum. Karşımdaki “ünvan” dedikçe, ben aynı şekilde defalarca “unvan” diye tekrar ediyordum. İnternetle haşır neşir olmaya başladığım dönemlerde TDK’nin tutarsızlıklarını bulup her gün onlara e-posta atıyordum. Yeri geliyor TDK’ye trip de atıyordum. Kısaltmalar dizininde numara kelimesinin kısaltmasını “nu.” yazmalarına rağmen, ana sayfadaki adreslerinde “no.” olarak kullanmaları kanıma dokunuyordu adeta. Eto’o adlı futbolcunun adındaki kesme işaretine benzer işaretin adının “Eto’o kesmesi” olması teklifime cevap verilmemesi bende derin yaralara sebebiyet veriyordu. Üniversiteye başladığım ilk senemde “yazılı anlatım” dersinin hocası yazım kılavuzundan sınav yapacağını söylediğinde sevinçten yumruğumu sıkmıştım. Siz sinirlendiğinizde yumruğunuzu sıkarsınız ya hani, ben genelde sevinçten sıkarım. Nitekim sınavdan tam puan aldığım için hoca beni özel olarak odasına çağırmıştı.

14

7 yıldır bu dersi veriyormuş ve bu sınav da ilk kez hiç hata yapmayan bir öğrenciyle karşılaşmış. O da bana bunun sebebini sormuştu. Ben yine lisedeki gibi “Yazım kılavuzu okuyorum.” demiştim. O ise bana bir anasonlu şekeri hak ettiğimi söylemişti. Seneler geçtikçe yazım kuralları takıntıdan hastalığa doğru ilerlemişti bende. Beklemediğim kişilerin yaptığını gördüğüm yazım yanlışları ağlamama sebebiyet vermeye başlayınca yakın çevrem psikoloğa gitmemi önermişti. Günler öncesinden randevu aldığım psikoloğun kapısındaki kâğıtta “Kendini akıllı sanan herkez aptaldır.” yazısını görünce “z” harfini tükenmez kalemle “s” yapıp eve dönmüştüm. Benden önce onu hiç kimsenin neden düzeltmediğini düşünüp üzülmüştüm. Bazı sevgililerim her zaman yanımda oldu bu konu hakkında, bazıları terk etti. Hatta bir tanesi gitmeden önce spreyle evimin duvarına kocaman direkt yazıp sondaki “t” harfinin üzerine çarpı koymuştu. Öğretim üyelerine yaptığı sunumun ortasında “Aşkım direk yazmışsın. Direkt olacak o. Dün akşam söylemiştim ya.” diye bağırdığım için böyle bir eyleme başvurmuştu. Sunumun sonunda söz alıp söyleyebilirdim bunu. Hatamı kabul ediyorum. Şu anki sevgilim bu konuda beni destekliyor. Zaten “direkt vakası”ndan sonra sevgili seçerken en büyük kriterim de yazım kuralları oldu. Evimin karşısına yeni açılan dükkânın tabelasında gördüğüm bir yazım yanlışı yüzünden ağladığım zaman benimle birlikte ağlamıştı. Dükkânın sahibine yanlışı düzeltmesini söylemek için dükkâna gittiğimde o da yanımda gelip adama atarlanmıştı. Yeni gittiğimiz şehirlerde benimle birlikte kuru yemişçilerin tabelalarına bakıp “Yine ‘kuruyemiş’ yazmışlar. Yine bitişik.” diye somurtması da doğru bir seçim yaptığımı gösteriyor bence. Bazı arkadaşlarım da bu takıntımdan faydalanıyor. Özellikle blog yazanlar yazılarını yayımlamadan önce son olarak bana okutturup yazım yanlışlarını düzelttiriyorlar. Bazıları atacakları tweet’leri, güncelleyecekleri durumlarını önce bana gönderiyorlar. Birçoğuna cevap olarak TDK’nin internet sitesini yollasam da, kırama-

dığım insanlar da oluyor. Peki ben bu hastalık boyutuna varan takıntı olayından memnun muyum? Buna “Evet” ya da “Hayır” diyemiyorum. Bazen bıktığım ve bu durumdan sıkıldığım zamanlar oluyor. Hatta bir keresinde ajandamın boş bir sayfasına defalarca “Yanlız yalnışları görmekten vazgeçmeliyim.” yazmıştım. 15 dakika sonra o sayfayı ve belki arkadaki sayfalarda da cümlelerin izi çıkmıştır diye 3-4 sayfayı koparıp çöpe atmıştım. Demem o ki, sanırım ölene kadar böyle bir insan olarak kalacağım. Yine de belli olmaz. Belki yaşım ilerledikçe kendiliğinden sönüp gidecek her şey ya da yaşlılığın getirdiği huysuzlukla insanlara karşı daha kırıcı olacağım. Bilemiyorum. Sonunda gözlerimi açabiliyorum. Sevgilim bana sarılıyor. “Beni çok korkuttun aşkım.” diyor. “Benim yüzümden mi oldu?” diye soruyor. Ona gülümsüyorum. “Hayır.” diyorum. Parmağımla caddenin karşısını gösteriyorum. Çünkü caddeye yeni açılmış dükkânın camında büyük harflerle “KARDEŞLER KURU YEMİŞ” yazıyor. Kapısında muhtemelen dükkânın sahibi duruyor. Sevgilim var gücüyle “Senin bu ülkeye dair umutlarımızı yeşertmeye ne hakkın var adam?” diye bağırıyor.


15


16


17


AKÜLÜ ADAM Ankara adamıdır Neco.. Ankaralı gibi yaşar…Ankara oyun havaları dinler taka Kamyonetinde.Kimseye dalaşmaz, haksızlığa tahammül edemez ve asla kamyonetine laf ettirmez. 75 model kamyonetiyle ekmek peşinde koşan Neco… Neco’nun kamyoneti o kadar değerlidir ki, bir yere gitse mutlaka MOBESE ya da kameraların olduğu yere aracını park eder. Modeli yüksek arabalara itibar etmez. En büyük korkusu arabanın ön kaputunun levye vs. açılarak arabanın aküsünün çalınmasıdır. Bu yüzden mutlaka Kamyonetini itinayla park ettikten sonra aküsünü çıkarır ve her nereye giderse gitsin üşenmeden aküsünü elinde bir çanta gibi taşır. Lakabının AKÜ NECO olması bu yüzdendir. Yoldaki meraklı bakışlara aldırmadan elinde aküsüyle her tarafa gider. Ankara’da Akülü gezen Neco’yu birçok Ankaralı yakından tanır. Akü Neco bir markadır. Çoğu zaman yolda kalan birçok araca elindeki Akü sayesinde müdahale eden Akü Neco, Ankara’da bir halk kahramanıdır. Akü Neco Kamyonetiyle iş beklerken bir müşteri gelir ve bir eşeği kamyonetle Ankara’nın lüks semtlerinden birine götürüp götüremeyeceğini sorar. İşin parasını peşin vereceğini söyleyen adam emaneti adrese Akü Neco’nun götürmesini ister. Mesafe kısa olmasına rağmen normalin iki katı para verilince bizim Akü Neco dayanamaz ve prensip olarak Canlı Hayvan götürmediğini ancak çok beyefendi bir insan olduğu için bu işi yapacağını söyler.

18

Adamla çay içerler. Meraklı Akü Neco adama sorular sormaya başlar; “Yahu bu eşeği neden senin arkadaşa götüreceğim?” diye sorar.. Adam da arkadaşının doğum günü olduğunu, çok şakacı olduğunu ve arkadaşına eşek şakası yapmak istediğini vs. söyler. Adam bizim Akü Necoya ısrarla eşeğin teslimatını arkadaşının işyerine götürmesini ve bizzat vereceği isme teslim etmesini sıkı sıkı tembihler. Neyse adres alınır. İş kutsaldır…Bu eşek sağ salim yerine ve sahibine teslim edilmelidir. Bizim Akü Neco arabasının kaputunu kaldırıp aküsünü yerleştirir ve eşeği sapa sağlam kamyonetin arkasına bağlar ve yola çıkar.Eşek arkada bizim Akü Neco direksiyonda yavaş yavaş trafiktekilerin gülümseyen bakışları içinde verilen adrese doğru yavaş yavaş hareket ederler. Adres Ankara’nın en nezih semtinde bir lokantadır. İçerisi çok kalabalık olan lokantanın önüne gelen bizim Akü Neco kamyonetinden sakince iner. Akü Neco sakince kaputu açar ve aküsünü itinayla çıkardıktan sonra kamyonetin arkasında bağlı bulunan eşeği aşağı indirir. Bir elinde akü bir elinde eşeğin ipini tutarak lokantanın sahibini sorar. Adam tüm müşterilerin arasından kızara bozara gelir. Bizim Akü Neco bağıra bağıra ‘’siparişiniz olan eşeği getirdim efendim’’ diye lokantanın tam girişinde avazı çıktığı kadar bağırır.Bu arada Lokantanın sahibi çaresiz bir yanlışlık var vs. demesine rağmen bizimki ısrarla; Olur mu efendim aha da adres burası… İsimde senin ismin. Benim adım Akü Neco…Navigasyon hata yapar ben yapmam der.. (sırıtarak)

Bu arada müşterilerin homurtusu yükselmeye başlar.. Rezalet.. tüh… eşek etimi yedirdiniz bize.. Allah belanızı versin… yuhhh…. Sinirlenen lokanta sahibi bizim Akü Neco ya müdahale ederken eşek ipten kurtulur ve lokantanın içine dalar. Ortalık tam bir mahşer yeri olur. Neco’nun elinde Akü adam Neco’nun peşinde tüm garsonlar eşeğin peşinde tam bir curcuna… bu arada müşteriler bağıra çağıra lokantayı ter kederler… Garsonlar ve patron bizim Akü Neco’ya eşşek sudan gelene kadar verirler sopayı… Akü Neco Can havliyle bir elinde Aküsü bir elinde eşek Perişan bir halde yürür. Taka kamyoneti lokantanın önünde kalmıştır ama o kendi kendine akü bende çalıştıramazlar gece gider alırım diye düşünür. Bir süre sonra yorulan Akü Neco Eşeğe biner ve elinde aküsüyle türküsünü söyler; Eşeği saldım çayıra, Otlaya karnın doyura,


Antep Fıstığı & Kaju Fıstığı Sürekli elinden bira şişesi, ağzından sigara düşmeyen kadınlarla tanışıyordum. Oysaki hep daha hanım hanımcık kişiler olsun istiyordum hayatımda. Galiba yanlış ortamlarda takılıyordum. O da diğerleri gibi çok sigara içiyordu. Sigarayı bırakması çok istiyordum. Kadınlara kendimi iyice sevdirdikten sonra “ya sigara ya ben” sorusunu sorup bir müddet sigarayı azaltmalarını sağlıyordum. O yemezse onlara çaktırmadan sigara koktuklarını belli ediyor, öpüşürken rahatsızlık duyduğumu ufaktan hissettiriyordum. Kendimce yöntemler işte. Sevdiğim insanların eli kolu kesilsin istemiyordum sadece. Bu masum bir istek. … O gün en güzelinden karışık kuruyemiş alıp çaldım kapısını. Tutup elinden, belki de Ankara’nın en güzel manzarasına sahip olan 50. yıl parkına çıkardım. Hava çok soğuktu, üşüyorduk ama değiyordu. Omzum omzuna, bacakları bacaklarıma değiyordu. Onun için soğuk iliklerime değiyordu ama değiyordu. Onunla mutluydum. Zaten nasıl oluyorsa herkesle mutluydum yada mutlu gibi yapıyordum. Mutsuz olsam terk ediyorlar çünkü. … Bir yandan kuruyemişleri yiyip bir yandan Ankara’nın akşam ışıklarını izliyorduk. Ankara’yı akşam yüksek bir yerden izlemek çok güzel. Çok farklı bir manzarası var.

Tam manzaraya dalmışken belediye ekipleri gelip yanımızdaki duvara “Manzaranız hayırlı olsun. İ. Melih Gökçek” yazılı bir pankart astı. Ölmekten hep korkuyorum ama bu adamdan önce ölmekten daha çok korkuyorum. … Birden bana doğru dönüp, “neden ben” diye sordu. Bu klasik soru karşısında ben de yüzümü gökyüzüne dönüp “Neden ben Tanrım?” dedim. Tabi ki cevap gelmedi. Tanrı hep susma hakkını kullanıyor niyeyse. Gözlerimi Ankara’dan alıp O’na doğru baktım. Etkileyici bir cevap vermem gerektiğinin farkındaydım. Çünkü farklı bir insan imajı çizmiştim ve basit bir cevapla bu imajı yok etmemeliydim. Yoksa giderdi. Kendimi toparladım ve konuşmaya başladım.

O güne kadar duyduğum en temiz cümlelerden birisiydi. Kendim olmayı özlemiştim. Bana kendim olmam için fırsat verdi. Kuruyemiş poşetini alıp içinden bir antep fıstığı çıkarttım ve kabuklarını tırnaklarımla ayırıp fıstığın yarısını ısırıp yarısını ona uzattım. Şaşırdı. Mutlu oldu, çok mutlu oldu. Kalktık gittik, giderken mutluydu. Evine bıraktım onu. Ayrılırken hala mutluydu. Sorsam hala mutludur...

“Neden kuruyemişin içinden sürekli antep fıstıklarını seçip yiyorsun. Çünkü onu seviyorsun. O tatlı, o güzel. Diğerlerinden çok var ama ondan az var. Diğerleri ucuz, o pahalı. Ben seni seviyorum. Antep fıstığım sensin” dedim. Önce bana sonra kuruyemiş torbasına baktı. Elini torbanın içine atıp bir tane kaju fıstığı çıkarttı. Gözlerini Ankara’nın manzarasına tekrar dikerken elindeki kaju fıstığını bana uzattı ve konuşmaya başladı. “Ezbere konuşuyorsun *mına koyyim. Ben hiç antep fıstığı yemedim. Sadece kaju fıstıklarını yedim.” Dedi. Bir hasssiiktirr çektim karşıki dağlar yıkıldı. O zaman antep fıstıkları nerdeydi? Ani bir hareketle kuruyemiş poşetini alıp şöyle bi salladım. Kuruyemişçi iyice karıştırmamış ve antep fıstıkları altta kalmış. Şimdiye kadar kadınlarla çok farklı sebeplerden ayrıldığım olmuştu ama bir kuruyemiş ayrılığını hiç olmamıştı. Mahcubiyetimi ve sıkıştığımı fark etmişti ve bana dönüp ; “Merak etme, ben senin farklı olduğun için değil, sadece hoşuma gittiğin için yanındayım. Basit bir cevap da verebilirsin. Ben sadece vereceğin cevabı merak ettim.” Dedi.

19


20


21


22


TINDER Tinder, iOS ve Android platformları için geliştirilen bir arkadaşlık uygulamasıdır. MP3’lü, çok popüler telefonlarımız varken ne güzeldi. Takardık kulaklığımızı, müziğimizi son ses açar keyfimize bakardık. Telefonumu çok seviyordum, ta ki Başıma bu telefonla ilgili bir olay gelene kadar. Sonra ne mi oldu? Tabi ki akıllı telefon aldım. Olay şu; Halk otobüsünde eve gidiyorum. Otobüse, etrafa hava atan çift bindi. Belli ki yeni sevgili olmuşlar. Ama ne yalan söyleyeyim. Kız, çocuğa yakışmıyordu. Ne ara olduysak kızla göz göze geldik. Uzun bir süre gözlerimizi kaçırmadık. Evet, beni kesiyordu. Kızı bu çocuğun elinden nasıl kurtarabilirim? Diye düşündüm. Hemen şu dokunmatik telefonuma kendi numaramı yazıp, kıza doğru gösterdim. Kız telefonuna not etmeye başladı. Kendi durağıma gelmiştim… Ve indim. Kız, camdan bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi. Telefonuma uzaktan şöyle bir baktım. Ve o an, yazıların görünmediğini anladım. Sonuç olarak kızı kurtaramadım. Bkz; 1 Teknolojiye geçtik. Tinder uygulamasını kurup çok ciddi bir ilişki peşine düşmüştüm. Biriyle keşiştik ve 1 ay sonra buluştuk. Muhabbet çok güzel giderken sevgili adayının bana, TİNDER’ın asıl amacını söylemesiyle, çok ciddi ilişki düşüncelerim suya düştü. Duygularımla oynanmış ve kendimi kullanılmış hissediyordum. Meğer sevgilim olması gereken kişi beni bir seks objesi olarak görüyormuş. Sadece seksi bedenimi kullanmak istemiş. Devir çok kötü valla. Tabi çok üzüldüm ben bu duruma ve teselliye ihtiyacım vardı. Sağ olsun kızcağız bi de otel parasını kendisinin vereceğini söyleyince rahatladım.

lıyordu sanki. Bkz; 2 Sonra uygulamaya alışmış ve ciddi ilişki arayışımı askıya almış olarak hayatıma devam ettim. Zor oldu tabi. Tüm ciddiyetsizliğimle “one night stand” yaşamaya başlama kararı aldım. Hemen Tinder’da karşıma çıkan bi kızla tanıştım. Seksi de bişey. Fotolara baktım. Gayet tatmin edici. İşe duygularımı karıştırmadan edebimle buluşup sevişmeye karar verdim. Evinin adresini verdi. Sıfır masraf, kolay seks, güle güle aşk acısı… “Ne güzelmiş böyle ya” diye düşünerek evin yolunu tuttum. Ama hayallerim bir ker daha yıkıldı. Tinder gibi bir uygulamayı bulan dahi beyinler, fotoğrafları güzelleştiren uygulamalar da geliştirmiş tabi. Bir yandan karşımdaki kıza bakıyorum, bir yandan fotoğraflara… Allahım nası başarılı bir iş. Yemin ediyorum alkışladım uygulamayı yapanları. Helal… Bkz ;3 Hayat çok acayip ya. İlerde daha da acayip olcak. Sanal sanal sevişip rahatlarız herhalde. Ciddi ilişkilerimiz bile sanal olmalı hatta. Sanal da bebek yaparız. Çiş derdi yok, ağlama yok. En fazla şarjı biter. Savaşlar da sanal olsa. Terör saldırıları olunca sadece Facebook’tan falan silseler mesela. Kimse ölmese...

Kafamda “Welcome to new world old man” diye bi ses çın-

23



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.