Sayı 2

Page 1

DİMAĞFANZİN

SAYI2 ÜCRETSİZ

“İTİRAFLAR İLTİFATLAR İHTİMALLER”



e l i k e d r e

Merhabalar, ikinci sayımız ile tekrardan sizlerleyiz... İlk sayımız için çok güzel, yerli ve gerekli geri dönüşler aldık. Bu bizi çok mutlu etti! Bu sayı biraz daha çalıştık,kocaman bir grup olduk. Kendimizi eleştirme şansı bulduk. Bu şekilde daha da gelişeceğimizi düşünüyoruz. Ha, bir de aldığımız eleştirilerden dolayı, yarası olan gocunur deyip, yaptığımız işin sonuna kadar arkasında durmaya devam ediyoruz!

r

S

ç

N

i

Ö

Ö

Z

ÖZGÜRBEN KAPKALEM ATAKAN KUŞ CEREN KARTAL ERHAN UZUN ÜLGEN SARAÇOĞLU YAVUZ EMRE İNCİ

DİMAĞ EKİBİ NUR KAHYA İREM GENKERTEPE


Bir bürokrat istihbaratın teşkilat izlerini sildi bile. İşkence edildiğinde üniversitelere, görüyoruz ki piramitler rektörleşiyor. Zanlı karakol yakalandığını söylüyor fakültelerin. Geveze adliyelerin suskun koridorları diyorum. Bi de karanlık nezaretlerin parıldayan mazgalları... Kantar üzerinde tutuklandığımıza bakmayın, bakın nasıl ağardığımıza. Bizim ağzımızdan dökülen ‘Merhaba’larımıza dahi zabıt tutulur da Onların poligonal kurumlarında, av

düşünceye ağırlık

Etkisi bir tehlike gibi. Sanki trafolar patlıyor ardı ardına.

odalarında arama ÖZGÜRBEN dahi yapılmaz. KAPKALEM Burada külüstür faytonlar yıldızlar üstünde sürülür bayım. Kantar üzerinde hapsolduğumuza bakmayın, bakın nasıl uçabildiğimize. Dekanlarının, 09/2010 tarihli yargılama sezonları

Av sezonundan başka bişey değildir. Güneş dediğin abajurumdan doğar, metrononumdan batar. Her şeyin özeti Şerefe itina Düşünceye ağırlık.


Ben kayboluşuma türkülen söyleyen bir seyyahım. Yerçekimi beni ayakta tutar. Doğa da beğenmedi bugün beni, sırtından atar. Oksijen günü geldiğinde gitmemiz için bize zehir saçacak ve tüm bu olanlara rağmen insanoğlu imara açık bir alanda binaların boyunu uzatacak.

terra

Bugün bir mürtedle sabahladım. Sınırları gördüğünü ve haritasını yırttığını söyledi. Acelesi vardı. Gideceği yerler ve kaçacağı devletler varmış. Ona göre yolun gidişatını biliyorsa her yer onun eviymiş. Göç etmek ruhunu serbest bırakmakmış. Seçenekler yönlendirme, fırsatlar tecrübeymiş. ‘’Gören için’’. Ben külüstür bir ara sokağım. Doğup büyüdüğüm yer, Terra. Parasomnia hastasıyım. Vatan, gezdiğim topraklardır. Vatan, uykumun saptığı gecelerde bulduğum ışıktır. Yok olup gitmeden önce Ayder’de akan son dereyim. Suyum hırçındır, taşlarımı yerinden oynattılar. Yeryüzüne kazıklar çakan, gökyüzüne uçaklar fırlatanlar. Olumlu olarak aradığınız bütün özellikler, aslında yitirdiklerinizdir. Sadece arkanızda bir tehdit varken hızınızı arttırabilirsiniz. Depremler ile uyanacaksınız. Eğer atlar kadar cesur bir yüreğiniz varsa size saygı duyabilirim. 3,2,1 burası Terra burada ölen insanların, ellerinin izi atının üzerine çizilir.

CEREN KARTAL


‘Yalnızlığın bile yalnız kalmamıza izin verdiği bir vakitte, altında en güzel düşlerin.. Büyürken ellerimiz, pabuçlarımız ve boyları çocukluğumuzun.. Yine kayboluyoruz sessizliğinde Aşk’ın, sevginin.. Uykusunda bütün o büyükler.. Uyuyorlar geçsin diye bir şeyler.. Çabucak geçiyor başlarından ‘tik-tak’ sesleri, duymuyorlar.. Haykırın, kuşlar uyanmak üzere.. Takın sırtınıza uçurtmalarınızı, sokak yarışları başlıyor.. En önde, en disiplinli köle.. Ardında en genci.. Durmayın, koşun cahilliğe sırtınızda çantalarla.. Yetişin, büyüyün bir an önce.. Bok var çünkü! Evet, bokunu çıkaracaksınız dümdüz bir şekilde bu dünyanın.. Haklıydı dünyanın düz olduğunu savunanlar.. Eminim ki, yine yanlış anlaşıldılar.. ‘Dümdüz edeceksiniz bu dünyayı ...’ Baksanıza, araya o zaman bile sansür yerleştirmişler.. Birden aklınıza çarpacak yalnız, tüm bu işe yaramazlıklarınız.. Ya da, sadece kendi işinize yaramalarınız, öyle bir şey işte.. Belki bir kitabın ortalarında, belki anlarsanız, şiirin başlarında, belki de izlediğiniz bir filmde.. Sahi, o zaman uyanacak mısınız? Diyecek misiniz ki, ‘Çocukken güzeldi her şey..’ diye? Peki, sonradan aklınıza dank edecek mi? ‘Oysa her şey çocukluğumdaki gibi.. Bir tek, ben çocuk değilim artık!’ diye? Sanırım, tanrı yaratmamış olsaydı insanlığı, bütün hayvanlar huzur içinde yaşayabilirdi.. Kurtarabilirlerdi bu dünyayı.. Ne yazık ki varız.. Ve bizi kurtaracak en büyük güç çocuklarda.. Önce kendinize, sonra da çocuklarınıza iyi bakın! Güçlerini gösterin onlara ve izin verin, güzelliklerle bu dünyayı yaşatmalarına..’

düm düz ya da bom bok dün ya

ATAKAN KUŞ


ERHAN UZUN

Kara bulutlarla kaplı gökyüzü... Dokunsan, ağlayacaklar... Tutuyorlar kendilerini. Bir serçe dokunuyor... Bir damla yaş düşmüyor yere... Kuş sürüleri geçiyor... Bulutlar arasında kayboluyor... Onlar kayboldukça, gök gülümsüyor... Bir an gözlerin değiyor bulutlara... Bir damla yaş kalmıyor

Kara bulutlarla kaplı düşüncelerim... Dokunsalar ağlayacağım, Tutamıyorum kendimi... Bir duvar yazısına denk geliyorum... Birkaç damla dökülüyor gözlerimden... Bir şiir okuyorum, pınarlarım kuruyor. Hani, bir anlık da olsa, Değse gözlerin gözlerime... Şu kara bulutlu düşüncelerim,

Bırakacak yerini, Gökkuşağının rengine.

gözlerin gökkuşağı


Saçlarıma yazılan şiirleri teker teker kırptım gecenin karasına, Bal köpüğü gözler ile bir daha asla dokunulmasın diye.

belki biraz itiraf

Tutam tutam tutsak kuyulara dökülüyorlar sonra, öpmesi gereken koca hastalık, engelleri aşamıyor ve rüzgarın serin kırbacındaki intiharlara atıveriyor kendini. Ölümün kucağından toparladığım sığ düşünceleri umursamadan, suskunluk akıyor sarıya, ellerin sarısına Ve hatıra diye bırakılmış maviler, is kokuyor burnunun yamacında. Aklına bir ton kabuk kabuk küfür getiriyor ve sen ruhunu uyuşturmaya sığınıyorsun, dokunamadığın her gece. Oysa ki bilmelisin; şerefsizce harama dokunmak, mavileri şarap kızılına öldürüp, gökkuşağından mahrum bırakır seni.

Toprak ana ise öyle yücedir ki, NUR çürüttüğü her şeyi sana tekrar bir nimet olarak döndürür, ve tendeki bile kor ateşleri söndürür.

KAHYA


Korktuğum fakat özlediğim geçmişimin köreltilmiş duyguları, şu sıralar sivriliyor ve batıyor aciz bedenimin her yanına. Gecenin şu saatlerinde. .. Ay ışığı, derinlere gömülmüş, hem somut hem soyut nitelikli bir fotoğrafı getiriveriyor gözümün önüne. Karartmayı reddettiğim son fotoğraf. Kısık gözler, devamı gelecekmiş gibi bana bakıyor. Gitsem yanına ellerimi tutacakmış ve bir daha bırakmayacakmış gibi.. Uyku, sonlandırıyor bu isyanı. Günün herhangi bir saatinde, fotoğrafın çekildiği yerde oluyorum aniden. Karakter farklı, gözler aynı, bana bakıyor. Aydınlık bir ışıkmışım gibi o gözler bana kısılıyor. Hayatımı sonlandırma kararını alıyorum, veda öpücüğünü alıyorum. Gidemiyorum. Öldürdüğüm tek şey, ölmeyeceğini idda ettiğim duygular oluyor. Ben yine savaştan yorulmuş bedenimi, askıya asıyorum. Ruhum tutsak kalmaya alışkın değil, gidemiyorum.. NUR KAHYA

fotoğraf


müstehcen şeyler

İG RE EN MK E R T E P E

Zamanın benim üzerimde kullandığı ambargoyu reddettim. Seni soyundum. Seni çıkardım üzerimden. Yok ettim. Yaratmışım gibi umarsızca yok ettim. Uzun sakallı adamlar soktum rüyalarıma, hiçbiri sahip çıkamadı bana sen kadar. Sonra sordular bana bu boktan hüznün kaynağını. Cevap veremedim onlara. Çünkü senin son yaktığın sigaranın ucundan öperken, hasret kaldığım sevgini geri çağırıyordum. Yok ettim. Bulamadığım, geri getiremediğim şeyleri yok ettiğimi söyledim. Parmak uçlarımı kibritlerle yakarken sana hiçbir şey söyleyemedim. Göz yaşımı sildim. Sigaranın ucundan bir kez daha öptüm. Gidişini seyrettim. “Gitme” derken sesimin kısılışını işittim, kulaklarımı yok ettim. Seyredemeyeceğim dedim, gözlerimi yok ettim. Yetişemedim sana, Duygularımı yok ettim.


öz

Soğuk bir kolun bana uzanıp, tüm bedenimi taşa çevirmesinden ibaretti her şey. Belki anlatamazdım tarif edemezdim bunları. Ama yaptım. Yalnızlık kuyusunda boğulurken yaptım. Biraz da başardım. Yok muydu bunların bir getirisi? Olmayacak mıydı? Bu sorular kafamı kurcalıyordu, beni bir kelebeğe dönüştürüyordu. Çirkin kelebeği oynuyordum. Sonsuzluğa, kalıcılığa veda ediyordum. Bazen de kurcalamıyordum, veda etmemesi daha kolay geliyordu. Kendimi boğuyordum ettiğim vedalarda. Başarılı olamıyordum, veda ettiğim yere yapışıp kalıyordum, veda ettiğim yerde can veriyordum. Yine de veda etmekten vazgeçmiyordum... Neredeydi bunun mantığı? Aslında yoktu, olmayacaktı da. Anlamsızlıklar kuyusundan çıkma cümlelerdi bunlar, sadece benim dudaklarımda anlam bulan, her üflenen dumanda gökyüzüne ağıt

İREM GENKERTEPE


Dün akşam, aylardan sonra ilk defa ulusal bir kanalda ana haber bülteni seyrettim. İnsanları küçük ayrıntılarda boğmak için hazırlanmış, büyük resimden çok uzak ve fikirden yoksun yorumlar eşliğinde. Ayrıntılar o kadar küçük ve farklı parçalardan oluşuyordu ki, sanki birileri milyon parçalı bir yap bozu akıllısı-aptalı, okumuşu-cahili, iyisi-kötüsü bütün bir halkın önüne atmış ve "haydi yapın bakalım" der gibi meydan okuyordu... Sanki Dünya'yı tröstler ve onların vahşi kapitalist politikaları değil de gerçekten halkların demokratik(!) seçimleriyle meclislerine gönderdikleri vekiller yönetiyormuş gibi... Sanki bu tröstlerin, yerel kompradorları kendi insanlarını düşünen ve gücünü üretimden alan bir ülke istiyormuşlar gibi... Hatta, halinden memnun kölelerin, öğretilmiş, sözde inançları uğruna bu düzeni nasıl canları pahasına koruduklarını nefesimi tutarak seyrettim dün akşam. Ama asıl oyun, yap bozun insanları hipnotize eden enstrümanlarıydı. Bu enstrümanlar o kadar ustaca ve bilimsel yerleştirilmişti ki kompozisyona, bir an ben bile kendimi kaçan bir golün ardından küfrederken veya protest bir şarkının sözlerini lanetlerken buldum. Yani global emperyalizmin müşterisi oldum istemsizce. Bu sırada nedense aklıma Habil ve Kabil, bütün yaradılış hikayelerindeki isyankar figürler, Amerika'nın keşfiyle yağmalanan medeniyetler, halkının kendi topraklarının hakimi olamadığı kara Afrika, Nazi Almanya'sının gettoları ve Auschwitz geldi. Sanki birileri, sahip olmak istediği topraklarda küçük veya büyük çaplı terör olayları düzenliyor ve istedikleri alanları boşaltarak, taşeron kompradorların yardımıyla buraları mülk ediniyordu. Günümüzün çılgınlığı sosyal medya da bu taşeronların en büyük silahı olmuştu. Tarih boyunca böyle olmadı mı? Birileri, insanların hayatını kolaylaştırmak için bir buluş yapar, birileri bu buluşla nasıl daha çok insan öldürürümü planlar. Uzun lafın kısası, ülkem insanı da bu kurgunun içinde haklı ve gururlu(!) yerini almak için var gücüyle savaşıyor. Siyonizmin çizdiği aydın yolda özgürlük ve demokrasi uğruna kan akıtan ve can veren feodal sosyalistler, sosyal faşistler; vatan uğruna kan akıtan, can veren mikro milliyetçiler, faşistler; din(!) uğruna kan akıtan, can veren hurafiler... Ve işin kötüsü global egemenler bütün bu kurguyu tek bir dürtüyle yönetiyor: İnsanoğlunun çekirdek içgüdüsü "kendi genlerini, bir sonraki nesle nakletme dürtüsü". Bütün bu sözleri etmeme neden olan milyon parçalı yap boz vardı ya hani... Şimdi size iki parçalı bir yap boz vermek istiyorum: 1-Ülkemin aydın gençleri, "karşıt görüşlü öğrenciler" adı altında ve bu karşıt görüşlerin herbiri ülkesini refaha kavuşturmak adına neden birbirlerinin kanını akıtır? 2-Dünyanın kanayan yarası(!) Ortadoğu'da, besmeleyle tetiği çeken insanlar, son sözü şehadet kelimesi olan insanları neden öldürür? Haydi bakalım, başka bir ana haber bülteninde buluşmak üzere, esen kalın... ÜLGEN SARAÇOĞLU

r i e n b e a t h ül b


müzik üzerine bir kaç söz; 'harflerden notalara' Müzik sanatındaki anlam tartışmalarının en derininde, müzik-edebiyat ilişkisini de barınındırır. Aşılan yüzyıllar boyunca müzik ve edebiyatınoluşturduğu dil, bu birliğin gücüdür. Tüm sanat dallarında üretilen eserlerin, duyuların anlayacağı nitelikte olmasına, uyarıcı, doyum verici, akıl için besleyici, biçimlendirici ve yüceltici anlamlar katmasına yol açmalı ve düşünme eyleminin yanı sıra, yaşamın anlamı konusunda da sorgulanmasına imkan kılmalıdır. günümüz popüler müzik kültürü, anlamsız, edebi değeri olmayan bir avuç kelime yığınının bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Bu da müzik sektörünün gerilemesine ve müzik-edebiyat arasındaki güçlü dilin gün geçtikçe değerini yok etmesine sebep olacaktır...

YAVUZ EMRE İNCİ



Bazen hiçbir şeyi dinleyemeyecek kadar sarhoş hissediyorum. Belki de ucuz bir şarap olmalıydım. -daha mutlu olacağıma eminimŞişe dikildikçe, duygularım da dibe çökerdi. Gösterişten sıkılmış bir şarap olurdum. -sonuçta gece yarısından sonra tüm içkiler şaraptır-

İREM GENKERTEPE Ecel görünümlü intihar teorim ile oturdum, kaderimi yazdım.

Küçükken en büyük hayalim yazar olmaktı, şimdi ise senin için yazar olmak.

NUR KAHYA


BİZE ULAŞIN! İNSTAGRAM_ @YOSUNGİBİYİZ @LUCİFERİANDO TWİTTER_ @YOSUNGİBİYİZ @DİMAGFANZİN MAİL_ DİMAGFANZİN@GMAİL.COM


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.