2004 | Türkiye Mimarlığında Modernizmin Yerel Açılımları

Page 1

CİNNAH 19: KENTTE FİGÜR ____ALİ CENGİZKAN

Bir sivil mimarlık ürünü olarak "Cinnah 19", Ankara'da kooperatif bölgelerinin ve "kooperatif apartmanlar"ın çok yaygın olarak inşa edilip oluşturulduğu ve kullanıldığı, Ankara'nın bir kent olarak hem genişlemesini, hem de diğer Türkiye kentlerine örnek oluşunu bu yapı ve süreçlerle gerçekleştirdiği 1945-1965 döneminden bir örnek. Dönemindeki adıyla Çankaya Caddesi üzerinde, 1955-57 yılları arasında tasarlanıp inşa edilen yapının mimarı Nejat Ersin'dir. Asıl adı "Meydanlar müdürlüğü İşçileri Yapı Kooperatifi Ortaklığı" olan bir konut kooperatifinin üyelerine seslenen bu yapı, hepsi de kuzeye ve Ankara manzarasına dönük olarak tasarlanan onbeş dupleks konuttan oluşmaktadır. Her katta yer alan beş dupleks konut, iki katta bir dolaşımı sağlayan ve o dönemler için "yeni" olan galeri ile, Cinnah Caddesi üzerindeki merdiven kovasına bağlanır. Böylece altı kat yüksekliği içinde, üç giriş düzlemi oluşturulmuş ve yapı, nesne olarak topraktan koparılmıştır. 1958-59 yıllarındaki bir tadilatla çatı terasına eklenen yüzme havuzu, 1966-67 yılına kadar kullanılır. Yerden yükseltilmiş olması ve kent içinde farklı bir yeşil alan yaratması-kullanması ve teras katında Ankara'da yaz aylarında özlenen açık ve ortak kullanım alanlarını geliştirip kullanması ile, döneminin parsel içinde apartman bloğu figürü arayışları arasında önem kazanır. anahtar sözcükler: betonarme; "Modern Mimarlığın Beş Noktası"; konut mimarlığı; konut kooperatifleri; apartman bloğu.


İSTANBUL “İMAR”I: 1956-1960 ____NEŞE DOĞUSAN

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, Osmanlı yönetiminden devralınan kent yönetimi ve düzenlenmesi ile ilgili kanun ve yönetmeliklerin, eksikleri giderilmeye ve yeni oluşan ihtiyaçlar doğrultusunda geliştirilmeye çalışılmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde kente yönelik çalışmalarda, kent içinde noktasal uygulamalar yapmak yerine İstanbul bir bütün olarak ele alınmaya çalışılmıştır. Bölgesel planlamanın henüz gündeme gelmediği bu dönemde kentin bir bütün olarak düşünülmeye başlanmasının ilk ürünü ise 1934 yılında Herman Elgötz tarafından hazırlanan nazım planı raporudur. Elgötz’den sonra Martin Wagner ve Henri Prost da İstanbul genelini kapsayan raporlar hazırlamış ancak yeterli ödenek ayrılamadığı için 1956 yılına kadar kent genelinde uygulamalar yapılamamıştır. Kentsel düzenlemelerin, 1956 yılından sonra İstanbul genelinde uygulanabilmesi ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen ekonomik büyüme ile mümkün olmuştur. Ancak düzenleme çalışmaları için detaylandırılmış bir mali program yapılmamıştır. Böyle bir programın hazırlanmamış olmasının sonucu ise yarım kalmış, tamamlanamamış işler ve çalışmaların kesilmek zorunda kaldığı 1960 senesinde, belediye bütçesinde saptanan büyük açıktır. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde İstanbul eksenli yapılan kent tartışmalarında, modern hayata yeni katılan motorlu taşıtların, mimar ve kent planlamacılarının çözmeye çalıştığı önemli bir sorun olduğu görülmektedir. Bu dönemde, motorlu taşıtlarla gerçekleştirilen taşımacılığın büyük bir devrim olduğu ve geleceğin bu sistem üzerinden kurulabileceği düşünülmektedir. Ancak, motorlu taşıtların kentlerde ihtiyaç duyduğu büyüklükte alanların varolan kent dokusu içine nasıl entegre edileceği sorusuna yeterli netlikte cevaplar üretilememektedir. Kendi sanayisini kurmaya çalışan Cumhuriyet Türkiye’sinin en önemli limanı olan İstanbul’un da karayolları ile çevresine bağlanması önem taşımaktadır. Bu bağlamda Herman Elgötz Marmara ve Haliç sahilleri boyunca uzanan otoyollar önermiştir. Martin Wagner ise önerisinde İstanbul’u Terkos’a, Karadeniz’e, Çorlu’ya, Edirne’ye, Tekirdağ’a ve Gelibolu’ya uzanan ana ulaşım yolları ile bağlamıştır. Ayrıca Martin Wagner de Haliç ve Boğaz’ın iki yanında otoyolların inşa edilmesi gerektiğini düşünmektedir. 1956-1960 Yılları arasında yapılan imar uygulamalarının da birincil amacı İstanbul kent merkezini ve limanlarını Edirne’ye, buradan da ülke sınırlarının dışına bağlayabilektir. Ancak bu bağlantı yolları gerçekleştirilmeye çalışılırken, Elgötz ve Wagner’in tarihi yarımadanın kent dokusunu bozmamak için otoyolları kentin etrafından dolaştırma ilkesi gözardı edilmiştir. Kent merkezinden surların dışına ulaşımı sağlayan Vatan, Millet ve Ordu caddelerinin inşa edilmesi sonucunda tarihi kent dokusunun içinde büyük boşluklar açılmıştır. İstanbul kentsel planlama tarihinin 1956-1960 yılları arasındaki kesitinin ele alındığı bu çalışmada, İstanbul’un bu dönemde geçirdiği değişimin geri planı, gazete ve süreli yayınların da yardımıyla, incelenmeye çalışılmıştır.


BATI ANADOLU’DAN KENTSEL NİTELİKLİ MODERN MİMARLIK MİRASINA BİR BAKIŞ ____SENEM DOYDUK

Akhisar ilçesinde Erken Cumhuriyet döneminde genişletilen yeni ana cadde üzerinde yer alan özellikli yapılar, ülkemizde büyük kentler dışında yer alan Modern Mimarlık yapıtları arasında, kentsel ölçekli bir bütünlük sergilemeleri açısından incelenmeye değer yapı grupları oluşturmaktadırlar. Manisa iline bağlı Akhisar ilçesinde; 20. yy.a ait mimarlık örnekleri, söz konusu Tahir Ün Caddesi’nde ve ona dik açılan sokaklarda yoğunlaşmaktadır. Cadde, İzmir - İstanbul karayolunun doğusunda, tarihi kent merkezi ile Tren Garı binasını birbirine bağlamaktadır. Tahir Ün Caddesi, üzerindeki yapı tipleri ile 19. yy.dan itibaren kentin en önemli ticaret aksı olmuştur. Kent genelinde olduğu gibi bu aksta da eski doku, tarihsel süreçte yeni yapılaşmalar ile zedelenmiştir. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde kente kazandırılmış olan, Tahir Ün Caddesi’nin sık çınar ağaçları dizisi ve bahçeli konak yapıları günümüze ulaşmamıştır. Günümüzde cadde üzerinde 1980’lerden sonra inşa edilmiş olan banka, iş hanı, mağazalar ve çok katlı apartmanların yanısıra, 1950 – 70’li yıllar arasında inşa edilmiş olan konut, okul ve otel binaları da bulunmaktadır. Bu yapılar, 1950-70 arası sergiledikleri kentsel bütünlüğü 1980’den sonra yapılan müdahalelerle kaybetmiş bulunmakta olup, cadde boyunca değişik noktalarda yer almaktadır. 20. yy.a ait, konut olarak inşa edilmiş olanlar günümüzde ticarethane olarak, okul ve otel binaları ise orijinal işlevleri ile kullanımları sürdürülmektedir. Ayrıca caddeye açılan sokaklar üzerinde ve Tahir Ün Caddesine paralel caddeler olan 1. ve 2. Nakliye Caddeleri üzerinde 1950’li yıllarda modern yaşamın ihtiyaçlarını karşılayacak olan; şehir sineması, belediye binası, kasaphane gibi yapılar inşa edilmiştir. Bu yapılardan belediye binası yıkılmış ancak kasaphane ve şehir sineması bazı değişikliklere uğrasa da günümüze ulaşmıştır. Bölgede yer alan dükkanların tamamı ve otel binası, özel mülkiyetli yapılardır. Kasaphane ve sinema binasının mülkiyeti Akhisar Belediyesine aittir. Günümüzde kullanılır durumda olan bu dükkanların, iç mekanlardaki farklı işletme gereksinimleri için oranlar değiştirilmiş ve orijinal planlar bozulmuştur. Cepheler müdahalelerle değişikliğe uğrasa da iç mekanlara oranla daha özelliklidir. İki katlı dükkan cephelerinde, zemin kat açıklıkları büyük oranda değiştirildiği için bu tipteki dükkanlar alınlık, saçak ve silmelerindeki süslemeleri ile öne çıkmaktadır. Bu çalışmada, Tahir Ün Caddesi üzerinde yer alan yapıların özellikleri ve Caddenin kentsel 1970-2000 döneminde geçirdiği dönüşüm sergilenmektedir.


20. YÜZYIL MİMARİ MİRASI’NA BİR ÖRNEK: İSTİNYE KÖPRÜSÜ ____KEMAL KUTGUN EYÜPGİLLER

İstinye, İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında, Sarıyer İlçesi’ne bağlı bir yerleşmedir. 20. yüzyılın ortalarında itibaren hızla büyüyen İstinye’nin Bizans ve hatta Antik dönemden bu yana iskan edildiği, Osmanlı devrinde küçük bir köy olduğu bilinmektedir. İstinye’de yer alan ve bu çalışmaya konu olan köprünün adına hiçbir kaynakta rastlanmamıştır. 1915 tarihli Necip Bey haritasında İstinye Deresi’nin denizle birleştiği noktada bir köprünün varlığı görülmekle birlikte, konuyla ilgili kaynaklarda bu köprüden söz edilmemektedir. Necip Bey Haritası’nda görülen köprü ile, günümüzde aynı yerde bulunan köprünün farklı olduğu köprünün üzerindeki yazıttan anlaşılmakta, köprünün ayağında yer alan bu yazıttan yapının 1928 yılında inşa edildiği öğrenilmektedir. İstinye Köprüsü üç gözlü, betonarme bir yapıdır. Betonarme köprülerin ülkemizdeki ilk örneklerinden olan İstinye Köprüsü ince bir zevkle biçimlendirilmiştir. Köprünün iki başında bulunan ve üzerlerinde birer küre bulunan babalara kesme taş görünümü verilmiş ve neoklasik bir görünüm elde edilmiştir. Köprünün iki yanındaki kanallara yatay ve düşey derzlerle kemer görünümü kazandırılmış, betonarme korkuluklar eğrisel biçimde yapılarak, kemer etkisi verilmiştir. Bu bağlamda yapı, sahip olduğu işlevin ötesinde yüksek düzeyde bir plastik görünüme sahiptir. Tüm detayları incelikle düşünülmüş ve usta bir işçilikle uygulanmıştır. Tasarımı ve uygulamacısı belli olmamakla birlikte, Cumhuriyet’in ilk köprülerinden biri olan bu yapıda modern köprü uygulamalarında deneyimli bir yabancı mimar ya da mühendisin çalıştığı düşünülebilir. Bu teknik eleman, Tershane’de görevli bir mühendis de olabilir. Yapım tarihinin eskiliği ve türünün ilk örneklerinden olması İstinye Köprüsü’nün korunmasını gerektirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nde geleneksel köprüler dışındaki yeni uygulamaların ilk örneklerinden olması onu değerli kılmaktadır. Bitişiğinde yer alan yeni betonarme köprü yapılırken saygısız ve hoyratça davranılmış, yeni köprü kısmen tarihi köprünün üzerine oturtulmuştur. Bu durum köprüyü kullanılamaz hale getirdiği gibi, zarar da vermiştir. Sözü edilen yeni köprünün estetikten uzak, kaba tasarımı ve niteliksiz / kötü uygulaması bu köprünün önemini daha da artırmaktadır. Tarihi İstinye Köprüsü yaşatılmalı, kapsamlı bir restorasyondan sonra yaya köprüsü olarak yaşamının devam etmesi sağlanmalıdır.


BEZM-İ ALEM VALİDE SULTAN VAKIF GUREBA HASTANESİ PROF. FRANK AMFİSİ ____KEMAL KUTGUN EYÜPGİLLER

İstanbul Vakıf Gureba Hastanesi, Sultan I. Abdülmecid’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından 1843 yılında 200 yataklı bir hastane olarak, “Bezm-i Alem Gureba-i Müslimin Hastanesi” adı ile fakir insanların ücretsiz tedavi edilmesi için inşa ettirilmiştir. Gureba Hastanesi, 20. yüzyılın başına kadar tarihi binasında sağlık hizmeti vermiş, 1900’lü yıllarda ihtiyacı karşılayamaz hale gelmesine bağlı olarak, 1910 yılında, günümüzde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin kullandığı binaların inşaatına başlanmıştır. 1915 yılında inşaatı tamamlanan binalar, 1933 Üniversite Reformu’nda İstanbul Tıp Fakültesi’ne devredilmiştir. Tıp Fakültesi’nin gereksinimini karşılamak için çeşitli binalarla birlikte bir de konferans salonu inşa edilmiş ve bu yapıya “Prof. Frank Anfisi” adı verilmiştir. 1934 yılında hizmete giren amfiye ismi verilen Prof. Dr. Erich Frank, Breslau Üniversitesi'nde iç hastalıkları profesörü iken, 1933'de Hitler'in politik gelişiminden etkilenerek Türkiye'ye gelmiş ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde II. Dahiliye Kliniği Direktörlüğü görevini 1957 yılında vefat edene kadar yürütmüştür. Prof. Frank’ın, Atatürk’ü hastalığı sırasında muayene eden doktorlardan biri olduğu bilinmektedir. Yapı, kuzeybatısındaki bir koridor ile hastahanenin ana binasına bağlanmaktadır. Dikdörtgen planlı, kırma çatılıdır. Dikdörtgen kütlenin iki yanına, daha alçak birer kütle olarak, merdivenler ve tuvalet grupları yerleştirilmiştir. Amfi, kademeli 13 sıradan oluşmakta, yarım daire biçiminde yerleştirilmiş 350 koltuk barındırmaktadır. Yıkılmış olan kuzeybatı duvarının önünde kürsü bulunduğu ve yukarıda sözü edilen koridordan geçirilerek getirilen hastaların buradaki platformda öğrencilere gösterildiği anlaşılmaktadır. Mekan, üst kotta yer alan pencereler dışında, çatıdaki ışıklıktan ışık almaktaydı. Frank Amfisi, 1930’lara egemen olan Modern mimarlığın yalınlığıyla, dekoratif unsurlardan arındırılmış, net bir kütleye sahiptir. Dış duvarları dolu tuğla, amfinin basamaklı döşemesi betonarme olarak inşa edilmiştir. Döşemeyi taşıyan giriş holündeki kolonlar olasılıkla yine betonarmedir. Prof. Frank Amfisi günümüzde kullanılmayacak durumda haraptır. Amfinin kuzeybatıya bakan duvarı yıkılmış ve diğer duvarların ayrılmaması için bina çelik kuşaklarla çevrelenmiştir. Binanın onarılarak yeniden tıp eğitiminin hizmetine sunulması için girişimler varsa da, henüz sonuç elde edilememiştir. Prof. Frank Amfisi’nin restorasyonu kapsamında öncelikle strüktürel güçlendirme yapılması gerekmektedir. Yıkılan güneybatı duvarı tamamlanmalı, kargir yapı çağdaş bir strüktürle desteklenmelidir. Çatının onarımı, hasar gören ahşap koltukların aslına uygun olarak yenilenmesi, sıva ve benzeri kaplamaların elden geçirilmesi gereklidir.


DENİZLİ-BULDAN BÖLGESİNDEKİ -CUMHURİYET SONRASIKAMUSAL VE SİVİL MİMARİ ÖRNEKLERDE “MODERNİZMİN YEREL AÇILIMLARI”NIN TARTIŞILMASI ____EMİNE GÖRGÜL

Amaç: 20. Yüzyıl başında etkisini yoğun olarak hissettiren mimarlıktaki Modern Hareket; -hiç kuşkusuz-, asırlardır süre gelen mimari anlayışa yeni bir soluk kazandırırken, mimarlık dünyasını da çeşitli yönlerde etkilemiştir. Bu köklü değişimin etkilerinin, sınır tanımayarak evrensel anlamda geniş bir alanda etkili olduğu gözlenir. Ulusal ölçekte, sosyo-politik değişimlere de bağlı olarak tartışabileceğimiz bu yeni anlayış ve biçim dilinin gelişimini, ülkemizin çeşitli noktalarında -hatta geleneksel doku içinde dahi- görebilmemiz mümkündür. Bu çalışma kapsamında amaçlanan, “Ulusal Çalışma Grubu”nun ortaya koyduğu hedeften hareketle; böylesi bir değişimin yerel anlamdaki karşılıklarına tanık olduğumuz Denizli’nin Buldan ilçesindeki örnekleri, söz konusu çerçevede gündeme getirmek, tartışmaya sunmaktır. Kapsam ve Yöntem: Belirtildiği gibi, bu çalışmada, Buldan ilçesinde yer alan gerek kamusal (Buldan Göğüs Hastalıkları Hastanesi ve Buldan Hamamı gibi) gerekse özel kullanıma ait yapıların, poster sunuşu formatında tartışılması öngörülmektedir. Bu anlamda söz konusu yapılara ait görsel malzemeler ile, temin edilmiş planlar ve krokiler sunulacak; aynı zamanda yapılara ait bilgilendirmeyi hedefleyen kısa tanımlamalara da yer verilecektir. Öte yandan bu çalışma sırasındaki daha ileri bilgilenme sürecinde; -hali hazırda 2001 yılından itibaren süre gelen- TÜBA-TÜKESK projesi kapsamında, Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜBA) ve Buldan Belediyesi’ne ait belgeler ile, bölgeyle ilgili hazırlanmış Mim. Nezehat Köşklük’ün (Y.Mim., DEÜ Arş. Gör.) yüksek lisans tezinden de yararlanılması öngörülmektedir. Sonuç: Özetle -bu çalışmada-, geleneksel karakterdeki yapılaşmanın ağırlıkta olduğu -bahsi geçenbölgedeki, Modernizm’in etkisiyle biçimlendiği öngörülen yapılar ortaya konacak; bu yapıların mimari biçim dilleri ile mekansal oluşumları, yerel karakterden hareketle Modernizm çerçevesinde tartışılacaktır.


AKDENİZ MODERNİZM’İNİN KURUCU ÖĞESİ OLARAK GÜNEŞ KIRICILAR ____DENİZ GÜNER & H.GÖKHAN KUTLU

Bu poster, Akdeniz mimarlığı mitosu ile Avrupa Modernizmi’nin etkileşiminden doğan melezlenmeyi, Doğu Akdeniz havzası ve Izmir bağlamında incelemeyi hedeflemektedir. Bu melezlenmenin başat mimari elemanı olan “Güneş Kırıcılar” (Brise-Soleils), Modernizm’i Akdeniz ikliminde gerçekleştirmeyi hedefleyen Le Corbusier tarafından icat edilmiş ve ilk kez 1938 yılında Cezayir’deki uygulanmamış “Gratte-Ciel” projesinde kullanılmıştır. 1922’deki Büyük Yangın nedeniyle ticari ve yönetsel merkezini yeniden inşa etmek zorunda kalan İzmir, bu travmatik tabula rasa durumu nedeniyle, her tür modernist vizyonu gerçekleştirebilme potansiyeli taşımaktaydı. Kent merkezini yeniden inşa eden modernist vizyonun gerçekleşebilmesi, enkazların kaldırılmasının uzun yıllar sürmesi nedeniyle, 1930’ların sonuna kadar gecikmiştir. Coğrafi ve kültürel olarak periferi’de yer alan İzmir’in modernizmi alımlayışı ve bu vizyonu gerçekleştirmesi de 20 yıllık bir gecikmeyle olur. Bu süreçte ironik olan ise, uygulamaya girişilen Modernizm’in merkezde çoktan Uluslararası Stil’e dönüşmüş olmasıdır. II. Dünya Savaşı esnasında, Avrupa intelligentsia’sının Amerika’ya göçü ve Le Corbusier’in belirlediği yeni yönelimler sonucunda oluşan Uluslararası Stil, Erken Modernizm’in eleştirel niteliklerinden yoksun, estetik bir kategori olarak, 1950’lerin ortalarından itibaren İzmir’de de yaygın olarak benimsenir. 1930’larda konulmuş “modern kent” vizyonlarının gerçekleşme olanağı bulabildiği 1950’li yıllarda İzmir, yükselişe geçen ticaret burjuvazisinin artan baskıları ve Amerikanlaşmanın etkisiyle kent merkezini yeniden biçimlendirmek zorunda kalmıştır. Bu süreçler sonucunda, Gümrük-Kordon kıyı hattında yoğunlaşan ticaret bölgesindeki hızla yapılaşma, beraberinde beklenmedik bir şekilde, Akdeniz dünyasının duyarlı yerel mimarlığı ile bağlamsız Uluslararası Stil’i birleştiren bir mimari melezlenmeyi doğurmuştur. 1950’lilerde, Uluslararası Stil’in tropikal iklimle buluştuğu Güney Amerika Modernizmi’nde olduğu gibi, Uluslararası Stil’in Akdeniz iklimiyle buluşmasında da, en etkin kurucu rolü oynayan mimari eleman “Güneş Kırıcı”lardır. Bu mimari elemanın İzmir Mimarlığı içinde yaygınlık kazanmasında iki kaynak etkili olmuştur. İlk olarak, Sedat Hakkı Eldem’in icat ettiği “Milli Mimari” söylem ve buna ait geniş saçaklar, daha sonra ise yine Eldem’in İstanbul Hilton Oteli yoluyla Türkiye mimarlık gündemine taşıdığı Uluslararası Stil ve mimari güneş kontrol elemanları, etkisi 1960’lardan günümüze kadar süren iklimsel ve üslupsal melezlenmenin başat mimari elemanları olmuştur. Eldem’in Boğaz’daki yalı tipolojisinden etkilenerek icat ettiği İkinci Ulusal Mimarlık söylemini, 1954’de inşa edilen Şato Restaurant ile İzmir’e gecikmiş olarak taşımaya çalışan Rıza Aşkan ve Doğan Tekeli, geniş yatay saçak kullanımlarıyla bu stilin yaygınlaşmasında öncü rol üstlenmişlerdir. Harbi Hotan tarafından tasarlanmış İzmir Ticaret Odası Lokal Binası ise, Eldem’in 1952’de gerçekleştirdiği Hilton Oteli’nden 11 sene sonra İzmir’de Uluslararası Stil’i yakalamaya çalışan ilk yapıdır. Yüksek Modernizm’in İzmir’deki yetkin ürünlerinden olan bu yapının betonarme çatı pergolası, gridal petekvari “süslenmiş Modernist” giydirme cephesi ve batı yönündeki pencerelerinde bulunan betonarme yatay kanat elemanları, Modernizmi Akdeniz’le buluşturmayı hedefleyen İzmir Mimarlığı’nda, bir kuşak boyunca etkili olan karakteristik elemanlardır.


MODERNİZMİN ISPARTA’YA YANSIMALARI: ISPARTA HALİL HAMİT PAŞA KÜTÜPHANESİ ÖRNEĞİ ____HASAN ŞEHMUZ HAŞTEMOĞLU

Modernizm, aydınlanma, humanizm ve rasyonalist felsefe ve düşünce sistemi ile sanayileşme hareketlerinin etkisiyle meydana gelen dönüşümlerden kökler alıp, 20.yy. başlarından itibaren ülkelere yayılarak etkisini göstermiştir. Ancak her ülkede farklı süreçler izleyip, farklı özellikler göstererek yayıldığı görülmektedir. 19. yy. sanayi devriminin ardından toplumlarda oluşan yaşam koşullarının değişmesi, ekonomik yapının dönüşümü, yeni kentleşme hareketleri, modernizm kavramının mimarlık anlayışında da kendini hissettirmesine neden olmuştur. Gerek kamu yapılarının, gerekse konutların tasarımlarında yalınlık, işlevsellik, bütünlük gibi kavramları mimaride yeni yaklaşımlar oluşturmuş ve sanayi yapıları gibi yeni yapı tipleri ortaya çıkmıştır. Modernizmin bu etkilerinin mimari açıdan Türkiye’ye yansıması savaşlar sebebiyle özellikle 1950’lerde yoğunlaşmıştır. Büyük kentlerde başlayan dönüşümlerin küçük Anadolu kentlerine gelişi ise 1960-70 dönemlerine denk düşmüştür. Bu kentlerden biri de Isparta’dır. Tarımsal ekonomiden sanayiye dayalı ekonomiye geçmeye başlayan, bununla birlikte yaşam koşulları değişen Isparta’da sanayi yapılarının yanı sıra PTT, otel, kütüphane, eğitim yapıları gibi kamu binalarının arttığı ve modern mimariden etkilendikleri gözlenmektedir. 1960-1970 dönemine ait bu yapıların modern mimarinin karakteristik özelliklerinden olan dikdörtgen form, yalın, işlevsel plan ve cepheler, dönemin teknolojik gelişimlerine uygun olarak da betonarme, cam gibi malzemelerin kullanımlarıyla uygulandığı görülür. Isparta’da dönemin modernizm anlayışının mimarlığa etkisinin algılanabildiği yapılardan biri Halil Hamit Paşa Kütüphane Binası’dır. Bu bina, 1965 yılında Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı görevini yürütmekte olan M. Sadık Güneş’in girişimleriyle kurulan Halil Hamid Paşa Halk Kütüphanesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından, Isparta ili imar planına göre 16 ada, 34 parselde gösterilen alana inşa ettirilmiştir. Yapıda, dönemin modernist yaklaşımının karakteristik özelliklerinden işlevsellik ve yalınlık ön planda tutulmuştur. Yapı, yalın, dikdörtgen bir plana sahiptir; bu yalınlık anlayışı kendisini yapıda iki sağır, iki şeffaf cephe kullanımıyla hissettirmektedir. Isparta ilinde betonarme karkas yapı sisteminin uygulandığı ilk örneklerden olan Halil Hamit Paşa Kütüphane Binası bu yönüyle de strüktürel açıdan modernizm anlayışını yansıtmaktadır. Bina işlevsel olarak incelendiğinde de basit ama aynı zamanda fonksiyonel bir plan çözümü görülmektedir.


ZONGULDAK İŞÇİ KONUTLARI ____BİLGE İMAMOĞLU

Zonguldak Kömür Havzası 1850’lere kadar giden madencilik geçmişiyle Anadolu’nun endüstriyel tarihinde önemli bir yerde durmaktadır. Milli Mücadele Yıllarında çoğu yabancı yatırımcıların işletmesinde olan maden ocakları Ankara hükümetinin de ilgisini çekmiş, 1921 yılında kömür havzası için çıkarılan özel bir kanunla son derece kötü olduğu anlaşılan çalışma şartları düzeltilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyet döneminde havzaya yönelik öncül çaba kömür madenciliğinin millileştirilmesi olmuş ve bu doğrultuda T. İş Bankası 1926 yılında kurduğu iki şirket Maden ve Kömür İşleri Türk A. Ş. (Türk-İş) ve Kömür İşleri A.Ş. (Kömür-İş) ile havzaya girmiştir. Kömür üretiminin ve verimliliğin artışını teknik alanda olduğu kadar sosyal anlamda da gelişmeyle sağlama anlayışıyla bu iki şirket çalışanları için uygun konfor, refah ve hijyen şartlarını sağlama çabasında olmuştur. Bu doğrultuda 1934-1936 yıllarında mimar Seyfi Arkan’a iki konut kompleksi tasarısı hazırlatılmıştır. Bu projelerden Türk-İş için olanı Üzülmez’ de, yine 1934 yılında inşa edilen antrasit fabrikasının çalışanları için 450 aileyi barındıracak şekilde ve beş yıl içinde tamamlanmak üzere düşünülmüştür. Bu kompleks mühendisler, memurlar ve evli olan işçiler için bahçeli iki ve üç katlı evler, bekar ve dönemlik işçiler için işçi yatakhaneleri, bunların yakınında konumlandırılmış ve duşları, ortak mutfak ve çamaşırhaneleri barındıran bir servis binası ve bir ilkokuldan oluşmaktadır. Tasarımın bir diğer önemli parçasıysa merkezde yer alan ve bantlar halinde yapı gruplarının aralarına uzayan, Arkan’ın yerleşim planında “koru”, İş Bankası’nın kömür şirketlerini tanıttığı 1937 tarihli yayınında “orman parkı” olarak geçen yeşil alandır. İkinci proje 1935-1936 yıllarında Kömür-İş şirketi için Kozlu’da tasarlanmıştır. İlk projeye çok benzer bir programla bu kompleks de mühendis, memur ve işçi evleri, bekar ve geçici işçiler için yatakhaneler, bir idare binası, bir ilkokul ve bir de tenis kortundan oluşmaktadır. Konutlar, Türk-İş projesinde olduğu gibi ayrı ayrı özel bahçeler içine yerleştirilmiştir. Yeşil alanlar yine belirgin bantlar halinde farklı yapı gruplarını birbirinden ayırmak üzere kullanılmıştır. Her iki projede de betonarme iskelet yapı sistemi kullanılmıştır. Bu iki proje büyük ölçüde uygulanmamıştır. Mevcut durum Arkan’ın yerleşim planı ile karşılaştırıldığında ve Türk Taşkömürleri Kurumu’nun arşivlerinde bulunan 1937 tarihli fotoğraflar incelendiğinde Türk-İş projesinde, geçici işçi yurtlarından dördünün, memur evlerinden on birinin ve ilkokulun gerçekleştirilmiş olduğu, projede gösterilenle aynı yerde, fakat çok daha basitleştirilmiş bir servis bloğunun da inşa edilmiş olduğu anlaşılıyor. Fotoğraflarda göremesek de İş Bankasının yayınları yoluyla gerçekleştirildiğini bildiğimiz bir başka tasarım öğesi ise merkezde yer alan korudur. Kömür-İş projesinin ise çok daha küçük bir bölümü gerçekleştirilmiştir. Burada, benzer fotoğraflar yoluyla inşa edildiğinden emin olabildiğimiz tek bina, daha sonra yıkılmış olan idare binasıdır. Arkan’ın yerleşim planı ile mevcut durum birlikte incelendiği zaman, sadece yolun bir kısmının çakıştığı görülmekte ve yolların açılmasından sonra projeden vazgeçildiği anlaşılmaktadır. Bu durum 1940’lı yıllarla birlikte madenciliğin modernizasyonu çabasına bütüncül bir rasyonalizasyon getirebilmek düşüncesiyle tüm işletmelerin, İş Bankası’nın sahip oldukları da dahil olmak üzere, Ereğli Kömür İşletmesi bünyesinde birleştirilerek devletleştirildiği, yani projelerin inşa sürecinde işletmelerin el değiştirdiği olgusuyla açıklanabilir.


R.M.S. ve M.L.F. ____ERKAN KAMBEK

Rob Mallet-Stevens'ı bizim için önemli yapan Mecidiyeköy Likör Fabrikası'dır. Son birkaç yıla kadar adına Gropius veya Le Corbusier kadar aşina olmasak da Mecidiyeköy Likör Fabrikası'nın satılması, yıkılması ve yerine yeni bir ticaret merkezi yapılmak istenmesi dolayısıyla mimarı ve yapıyı daha yakından tanımaya başladık. 24 Mart 1886'da Paris'te doğan Rob Mallet-Stevens; resimlerle ilgilenen babası ve ailesinin etkisiyle sanatla iç içe büyümüştür. Ecole Speciale d'Architecture'ı 1910 yılında dönem birinciliğiyle bitirdiği sıralarda Belçika'daki dayısı Baron Stoclet'in evinin yapılışını gözlemlemiştir. Palais Stoclet'in mimarı olan Avusturyalı Joseph Hoffman'nın Stevens üzerindeki etkisi açık bir şekilde hissedilmektedir. Ayrıca Rob Mallet-Stevens'in çalışmalarında ESDA'nın rasyonel ve mimaride hijyen eğilimlerinin etkisi de gözlemlenebilir. Özellikle disiplinler arası çalışmaya önem veren Rob Mallet-Stevens mimarlık, iç mimarlık, mobilya ve güzel sanatlar alanlarındaki farklı deneyim, fikir ve tecrübeleri bir araya getirmeyi amaçlayan sergilere katıldı. Uluslar arası Stil'in öncüsü olarak anılan Rob Mallet-Stevens kendi döneminde Kübist ve Art Deco mimar olarak tanımlanıyordu. Fakat kendine özgü yaklaşımları olan mimar için tam olarak bir üsluba kapılmadığını söylemek yanlış bir yargı olmayacaktır. Rob Mallet-Stevens'in önemli yapılarının arasında kendi adını taşıyan konut yerleşim projesi (19251927), Villa Noailles (1929) ve Villa Cavrois (1932) ilk akla gelenlerdir. Rob Mallet-Stevens Sokağı yerleşim projesi beş ayrı konuttan oluşur, ancak yapıların teker teker değerlerinden ziyade ortaya çıkan ortak mekan ve kentsellik etkisi projeyi farklı ve özgün kılar. 1929 yılında tamamlanan Villa Noailles'de mimar farklı formlar yaratmanın yanı sıra planlamaya da yeni bir anlayışla yaklaşmıştır. Rob Mallet-Stevens 1932 yılında yaptığı Villa Cavrois'u; hava, ışık, iş, spor, hijyen, konfor ve ekonominin bir aradalığı olarak tanımlamıştır.


R.M.S. ve M.L.F. ____ERKAN KAMBEK

Şehircilik problemleriyle çok fazla ilgilenmeyen Rob Mallet-Stevens daha çok dekoratör-mimar olarak tanınmıştır. Ancak eğitimciliği ve disiplinler arası sergi organizasyonları ile pek çok mimarın yetişmesine katkısı olmuştur. Rob Mallet-Stevens 1930 yılında Türkiye'ye gelerek Mecidiyeköy Likör Fabrikası'nı yaptı. Mecidiyeköy Likör Fabrikası 2000li yıllara girene kadar neredeyse hiç bozulmadan, korunarak gelmiş olmasına rağmen ilk olarak likör fabrikasının Bilecik'e taşınmasıyla, daha sonra ise işlevinin değiştirilmesi amacıyla yapılan dekorasyonla projesiyle özgünlüğünü kaybetmeye başlamış durumda ve bulunduğu yer itibariyle sürekli bir yıkım tehdidiyle karşı karşıyadır. Mecidiyeköy Likör Fabrikası 1932 yılında başladığı üretim sürecini 2000 yılında terk ederken yapının mimarı veya tarihçesi hakkında oldukça az bilgimiz vardı. 2003 yılına gelindiğinde ise fabrika ana üretim binasında yapılan dekorasyon çalışmasıyla yapıyla ilgili, yapının kendi anlatacakları da sadece kütleden ibaret bırakıldı. Mecidiyeköy Likör Fabrikası 1930 yılında tamamlandığında çevresindeki kır kahveleri ve birkaç konak dışında tümüyle dutluk bir arazinin içerisindeydi. Yaklaşık 48 bin m2lik bir alana kurulan tesis yaklaşık 2 bin m2 kapalı alana sahipti. 1960lı yıllarda Ali Sami Yen stadı ve çevre yolu için yaklaşık 13 bin m2 Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü'ne; 11 bin m2si ise Karayolları Bölge Müdürlüğü'ne verildi. Şimdiki mevcut alanı yaklaşık olarak 24 bin m2dir. Çevresindeki tüm değişikliklere rağmen "yeşil alan" olarak kalmayı başarmış, Mecidiyeköy'ün nefes alınabilen tek yeridir. Tesis, bir ana üretim binası ve bir de giriş pavyonu olmak üzere iki kütle halinde tasarlanmış ve yapılmıştır. Ancak yukarıda belirtilen stad ve yol yapım çalışmaları nedeniyle giriş pavyonu ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Onun yerine şimdiki giriş binaları yapılmıştır.Ana üretim binası son yıllara kadar bozulmadan gelmiş olmasına rağmen, işlevini yitirmesi sonucu yapılan ofise çevirme işlemi nedeniyle özgünlüğünden oldukça uzaklaşmıştır. Ayrıca bu işlemden önce yapının giriş kısmına eklenen yönetim birimi de yapının bütünlüğünü ve özgünlüğünü zedeleyen diğer bir öğedir. Özgün projede bir bodrum, iki galerili kat ve bir çatı katından oluşan yapı yatay bir etkiye sahiptir. Özellikle binayı çevreleyen betonarme saçak, bu saçağı destekleyen guseler, toprak seviyesinden kopartılmış teras ve kolonlar arasındaki bant pencereler bu yatay etkinin oluşmasında oldukça etkindirler. Yapının bacası ve bacanın taşıyıcısı olan kolon-kiriş strüktür hem yapıya plastik bir değer katar hem de düşeyliğiyle yapıdaki yataylığı kırıcı bir etkisi vardır. Şu anda niteliksiz bir polikarbon ile örtülü olan galerinin üstü ise cam tuğla ile örülmüş bir tonoz ile kapatılmaktaydı. Mecidiyeköy Likör Fabrikası için dekorasyon projesi azırlanmadan önce yapılan sağlamlaştırma projesinde sadece yapıya daha sonra eklenen yönetim kısmına ilave perdeler önerilirken, özgün bina için herhangi bir statik takviyeye gerek duyulmayışı yapının iyi durumda olduğunu göstermesi açısından sevindiricidir. Ancak, ne var ki Mecidiyeköy Likör Fabrikası için asıl tehlikenin deprem olmadığı da aşikardır.


ÜÇ BANKA BİNASI AYDIN ____EMRAH KÖŞGEROĞLU & F.NURŞEN KUL

T.C. ZİRAAT BANKASI: 1929 yılında inşa edilen yapının mimarı Guilio Mongeri’ dir. Yapım tarihi itibariyle ulusal mimarlık döneminde yapılmış olmasına karşın yalın kütlesi, süslemeden uzak detaylarıyla uluslararası üslup özelliklerini daha çok yansıtmaktadır. Kazım Karabekir Caddesi üzerinde köşe parselde 2 katlı ve betonarme olarak inşa edilen yapının girişi köşedendir. Ana giriş cephesine birleşen iki uzun cephe şehrin iki işlek caddesi üzerinde yer almaktadır. Özgün plan şemasında yapı, giriş cephesi ve ona birleşen iki uzun cephe dışında farklı uzunluklarda ve değişik açılardaki bölümlerin küçük bir orta avlu etrafında birleşmesinden oluşmaktadır. Bugün ise yapının cadde üzerinden algılanan köşe giriş ve iki yan cephesi dışındaki bütün duvarlarına ek binalar birleşmiştir. Yapının iki katında farklı pencere düzenler vardır; zemin kat pencereleri dikdörtgen, birinci kat pencereleri ise basık kemerlidir. Alt kat pencerelerinin yalın demir parmaklıkları vardır. Birinci katın basık kemerli pencerelerinin alınlıkları düzgün kesme taştandır. Yapının giriş kapısı üzerinde metal payandalarla desteklenmiş, kırma çatılı kiremit kaplı bir sundurma vardır. Kırma çatılı yapı kiremit kaplıdır. Saçak altlarında geometrik süslemeler vardır. DENİZBANK: 1931 yılında inşa edilen yapının mimarı İrfan İzzet’ tir. Yapı Kazım Karabekir Caddesi üzerinde, Ziraat Bankası ile aynı aksta yine bir köşe parselde yer almaktadır. Yapı bugün bodrum üzerinde iki kattan oluşmaktadır. Eski fotoğraflarda tek katlı olduğu görülen yapının çatı bitişi pencereler arasındaki aksları vurgulayan profilli plasterların dendan biçiminde çatıdan uzaması ve aralarında profilli dikdörtgen panoların yerleşmesinden oluşmaktadır. Tarihi belirlenemeyen bir dönemde yapıya ikinci bir kat eklenmiş, dendan biçimli çatı uzantıları ikinci katın çatı bitişine kadar çıkarılmış ve düz bir saçakla yapı bitirilmiştir. Basamaklarla çıkılan yapının girişi köşede yer almaktadır. İki katın cephe düzenleri aynıdır ancak zemin katın yüksekliği daha fazladır. Dışardan algılanan iki cephede aynı nitelikte dikdörtgen, ve yapı cephesinden taşan geniş taş denizlikli pencere sıraları vardır. İki katın pencerelerinin altında da içinde üçlü bir niş sırasının olduğu dikdörtgen çıkıntılar vardır. Yine tüm pencerelerin üzerinde dikey profilli dikdörtgen alınlıklar vardır. Alt kat pencerelerinin yalın demir parmaklıkları vardır.Kırma çatılı yapı kiremit kaplıdır. T.C. İŞ BANKASI: Yapım yılı ve mimarı belirlenemeyen yapı Kazım Karabekir Caddesi üzerindedir. Yalın dikdörtgen formlu yapı iki katlıdır. Katlar arası taş bir silmeyle vurgulanmıştır. Yapıya giriş Kazım Karabekir Caddesine bakan cephenin köşesinden basamaklarla çıkılan ve katları birbirinden ayıran taş silmeye kadar çıkan büyük bir kapıyla sağlanmaktadır. Giriş cephesinde kapının yanında yine taş silmeye kadar çıkan taş söveli üç adet pencere vardır. Bu pencerelerin süslemeli demir parmaklıkları vardır.


MANİSA’DA CUMHURİYET DÖNEMİ YAPILARI ____ NURŞEN KUL

KİTAPSARAY Anafartalar Mahallesinde Cumhuriyet Caddesi üzeride yeralan yapının inşaasına Türk Ocağı olarak başlanmış, ancak Türk Ocakları kapatılınca inşaata ara verilmiştir. Daha sonra kütüphane olarak değerlendirilmesine karar verilen yapı 29 Ekim 1938 de tamamlanmış ancak 1945 yılında hizmet vermeye başlamıştır. Yükseltilmiş bir bodrum üzerinde tek kattan oluşan yapıya kuzey cephesinin ortasında yer alan geniş mermer merdivenlerle çıkılan bir kapıdan girilir. Simetrik olarak düzenlenmiş giriş cephesinde kapının iki tarafında birer pencere vardır. Kapı ve pencereler dışa taşan bordürlerle çerçevelenmiştir. Simetrik planlı yapının giriş holüne açılan dört büro odası, ortada geniş bir okuma salonu ve okuma salonundan küçük bir holle ayrılan iki kitap deposu vardır. Yapının batı cephesi boyunca sonradan eklenen bölümü çocuk kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Doğu cephesindeki bordürlü pencerelerin herbirinin üzerinde yine dışa taşan bordürlerle çerçevelenmiş eliptik pencereler vardır. Yapının bütün pencerelerinin sade işçilikli demir parmaklıkları vardır. KONAK OTELİ Ulusal Mimarlık Akımının karakteristik özelliklerini gösteren yapı Nişancı Paşa Mahallesinde Cumhuriyet Bulvarı ile Yağcılar Sokağının kesiştiği parselde yer almaktadır. İki katlı kagir yapının köşesinden girilen ve iki sokağa geniş sivri pencerelerle cephe veren alt katı bugün lokanta olarak kullanılmaktadır. Cumhuriyet Bulvarı üzerinde yeralan ikinci bir girişle de üst katta ulaşılmaktadır. Özgününde otel olan bu kat günümüzde yurt olarak kullanılmaktadır. Yapının Cumhuriyet bulvarına bakan cephesi küçük farklılıklar dışında simetrik olarak düzenlenmiştir. Cephe iki kat boyunca giden düşey plasterlarla üçe bölünmüştür. Zemin katta; ortada geniş ve yüksek bir adet sivri kemerli pencere, onun solunda dar ve kısa iki adet sivri kemerli pencere yer almaktadır. Bu iki pencerenin üzerinde dairesel şekilli dekoratif bir öğe vardır. Geniş orta pencerenin sağında soldakilerle aynı nitelikte bir pencere ve üst kata giden kapı vardır. Bu pencere ve kapının üzerinde de sağda olduğu gibi dairesel şekilli bir dekoratif öğe vardır. Üst katın pencere açıklıkları ve türleri alt kattakilerden daha farklıdır. Alt katta ortada yeralan yüksek ve geniş pencerenin etkisi onun üstündeki yıldız motifli balkonla vurgulanmıştır. Ortada balkona açılan basık kemerli iki dar balkon kapısı, bunların sağında ve solunda yine basık kemerli ikişer adet dar pencere yeralmaktadır. Yapının Yağcılar Sokağına bakan cephesi de diğeriyle aynı özelliklere sahiptir. Yapı kırma çatılı ve kiremit kaplıdır. Geniş saçaklarının alt yüzeyi dekoratif geometrik motiflerle bezelidir. KIZ MESLEK LİSESİ Cumhuriyet Caddesi üzerinde yer almaktadır. Yapım yılı ve mimarı tespit edilememekle birlikte, süslemeden uzak düz çatılı kübik kütlelerden oluşan kompozisyonu, yatay etkiyi vurgulayan silmeleri malzemesi ve tekniğiyle yapı uluslararası üslubun özelliklerini taşımaktadır. Bodrum üzerinde iki katlı yapı uzun kenarı Cumhuriyet Caddesine paralel bir ana uzun aks ve her iki ucunda bu uzun aksı dik olarak kesen iki kısa akstan oluşmaktadır.U planlı zemin katın uzun aksı ortada geniş bir koridor etrafına dizilmiş sınıflardan oluşmaktadır. Koridorun her iki ucunda merdivenler yer alır. Kısa akslardan birinde konferans salonu, diğerinde ise idari birimlerin bulunur.L planlı kat ortada bir koridor etrafına dizilmiş sınıflardan oluşmaktadır. Kornişli silmelerle biten düz çatı, iki kat boyunca dikey olarak uzanan etrafı taş sövelerle çerçevelenmiş merdiven pencereleri, pencerelerin alt ve üstünde tüm yapı boyunca varolan yatay silmeler yapının genel cephe özellikleridir.


SU SÜZGECİ (FİLTRE İSTASYONU) BİNASI ____MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ

Yapım Yıl(lar)ı: 1935-1936 Yeri: A.Ü. Ziraat Fakültesi arkası, Ankara Proje: Hochtief Şirketi Yeni kurulan ve nüfusu kısa sürede artan başkentin su gereksinimini sağlamak, Cumhuriyet’in ilk önemli uğraşları arasında olmuş, bu amaçla Çubuk I Barajı ve filtre istasyonunun (su süzgeci) yapımının 1930’ların ilk yılları içinde karar verilmişti. 10.6.1935 tarihinde temeli atılan yapı 3.11.1936’da barajla birlikte görkemli törenlerle hizmete açılmıştır. Tesis için idarî kısım, makinist ve amele evleri, ambar ve depo gibi gerekli yapılarla birlikte duvarlarla tariflenen kendi küçük alanı içinde yer alan Su Süzgeci binası uzun yıllar Ankara’ya temiz suyun yanısıra, sulama ve Gençlik Parkı havuzları için gerekli suyu sağlayarak hizmet etmiş, ancak bugün kullanım dışı kalmıştır.

Birbirine paralel uzanan üç bölümden oluşan ana binada orta nef yanlardan daha yüksektir. Güneye bakan uzun kenar boyunca binaya daha alçak bir kütle bitişmiştir. Bu kütlede, çembersel uzantısıyla su tahlil laboratuvarı, pompa ve makine dairesi ile elektrik santralı yer almaktadır. diğer uzun kenarın doğu ucunda şap havuzlarının olduğu alçak ve kısa bir kütle daha vardır. Ana binada ve tesisisin diğer yapılarında 1930’lu yılların “kübik” sözcüğüyle tariflenen modern mimarlık biçimlenmesi en tipik özellikleriyle izlenebilmektedir. Örneğin, kesin hatlı yalın geometrik biçimleriyle kütleler ince bordürlerle bitmektedir. Cepheler iri serpme sıva ile kaplıdır. Pencereler alt ve üstten Ankara taşından bordürlerle birleştirilerek şerit pencere görünümü yaratılmak istenmiştir. Süzgeç binasının ilginç iki kütle özelliğinden biri, yan kanadının, aynı yıllarda başka örnekleri görülen yarım silindirik biçimli bir uzantı ile bitmesi, diğeri, farklı yükseklikte dikey parçalardan oluşan gövdesiyle konstrüktivist bir dil sergileyen saat kulesidir.

Yapısal sistemi betonarme çerçeve olan ve modern malzeme ve teknikle gerçekleştirilen ana binada suya çeşitli işlemlerin uygulandığı, özel yalıtımlı havuzlar ve gereçler yer almaktadır.


BARAJ GAZİNOSU ____ MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ

Yapım Yıl(lar)ı: 1937-1938 Yeri: Çubuk 1, Ankara Mimarı: Theo Leveau-Nafia Vekâleti Yapı İşleri U.M. Projeler Bürosu Lokanta ve gazinonun birlikte olduğu yapı, vadinin on beş hektarlık alanı üzerinde gerçekleştirilen ve aynı mimarın tasarımı olan park alanı içinde yeralmaktadır. Barajın önündeki havuzun geniş olduğu kıyıda kuzeye ve dolayısıyla manzaraya yönlendirilmiştir. Yapının alt katında mutfak ve servis alanları, birinci katında ise su üzerine taşan ve sütunlar üzerinde duran daire biçimli gazino (dansing), ona bitişen dikdörtgen biçimli lokanta ve her ikisinin servisleri bulunmaktadır. Önceleri kayıklar, altı boşaltılan gazinoya bitişik, dairesel formu izleyen merdivene yanaşıyordu. Bu kat düzeyindeki çembersel formuyla pergolalı teras-rıhtım, barajın önünde havuzun her iki yakasını birleştiren köprüye dek uzanan yapıyı çevresiyle bütünleştirmiştir. Üst kat, üstü örtülü betonarme bir pergolası olan yarı açık bir terastır. Buraya hem dışarıdan, hem içeriden merdivenlerle ulaşılmaktadır. Gazinonun dans pistinin üstü terasta bahçe olarak düşünülmüştür. Yapının yatay gelişen geniş cam yüzeyleri ve beyaza boyalı cepheleri modern akımın sade hatlarını sergilemektedir. Betonarme iskeletin uygulandığı binada malzeme olarak Ankara taşı, mermer sıva ve yapay taş kullanılmıştır. Havuza bakan cephesinin pencere çerçeveleri demirdendir ve baştanbaşa açılabilir olarak detaylandırılmıştır. Yapının bir eğlence yeri olmak üzere geçirmiş olduğu değişiklikler arasında yeni dekore ediliş biçimi, geçmişteki modern görüntüsü ile bağdaşmamaktadır.


ANKARA KIZ LİSESİ ____ MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı ile başlayan çok boyutlu modernleşme projesinin bir parçası olarak Türk kadınının eğitiminin de erkek öğrencilerinki gibi modern temellere dayandırılması gereği Cumhuriyet’in eğitim politikasının önemli ilkelerindendir. Bu amaçla erken Cumhuriyet döneminde kız öğrencilerin modern eğitim olanaklarını kullanabilecekleri birçok okul kurulmuş, ve bu okulların faaliyet gösterebileceği yeni modern eğitim yapıları inşa edilmiştir. Ankara Kız Lisesi de böyle bir amaçla 1923 yılında kurulmuş, modern eğitim yapısına ise ancak 1935 senesinde kavuşmuştur. Ankara Kız Lisesi yapısının inşa alanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından Namazgah Tepesi olarak belirlenmiştir. Böylece modern devletin inşası için öngörülen kültür devrimi Namazgah Tepesinde Halkevi binası, Etnografya Müzesi ve Ankara Kız Lisesi olmak üzere, bu tepenin eteklerinde yer alan diğer eğitim ve kültür yapılarıyla beraber Cumhuriyet’in başkentinde filizlenmeye başlamıştır. Ankara Kız Lisesi böylesine önemli bir mevkide, 1927 yılında Türkiye’ye gelen mimar Ernst Arnold Egli (18931974) tarafından 1930 yılında tasarlanmaya başlanmış ve binanın inşası 1935 yılında bitmiştir. Ernst Egli erken Cumhuriyet döneminde uluslararası yaklaşımla bir çok binaya ve 1930 yılında Maarif Vekaletinde modern okul binaları için danışman olarak atandığında ise birçok eğitim yapısına imzasını atmıştır. Ankara Kız Enstitüsü de Egli’nin tasarladığı diğer binalar gibi uluslararası akıma yönelik fonksiyonu öne çıkaran basit geometrik kütlelerin birleşmesinden oluşan bir yaklaşıma sahiptir. Bu binada genç kızlar için öngörülen müzik odası, konferans salonu, jimnastik odası gibi pek çok faaliyeti içeren mekanlar uzun ve geniş bir koridor aksının iki yanına yerleştirilmiştir. Bu mekanların yanı sıra okul büyük bir açık alana sahiptir. Atatürk’ün bina ilk inşa edildiği zaman bahçeyi küçük bularak, genişlettirmesi ile oluşan ve bir rivayete göre ana kucağı şeklinde tasarlanmış olan binanın bahçesinde bir de amfi-tiyatro bulunmaktadır. Ankara Kız Lisesi binası civardaki diğer kültür yapıları Etnografya Müzesi, Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi, Türk Tarih Kurumu binası ve Halkevi ile birlikte bir kültür aksı oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra okula 1967 yılında bu dönemde yaygın olarak kullanılan brutalist akımın örneklerinden olan büyükçe bir tiyatro salonu ve bir de spor salonu eklenmiştir. Öte taraftan, günümüzde de Lise yapısı olarak kullanılan bu binada meydana gelmiş olan yüksek tahribatın giderilmesi ve bahçesinin kullanıma yeniden açılması hem okulun sahip olduğu kampus ortamına kavuşması açısından, hem de kültürel ve tarihsel birikimin Ankara kentine yeniden kazandırılması açısından da oldukça önemlidir.


TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE MODERNLEŞME HAREKETİ: KARABÜK DEMİR ÇELİK FABRİKALARI YERLEŞİMİ ÖRNEĞİ ____SEZEN ÖKTEM

Erken Cumhuriyet Dönemindeki modern mimarlık ortamı çerçevesinde Anadolu’da kurulan işçi yerleşimlerden biri olan Karabük Demir Çelik fabrikalarına ait olan yerleşim bu çalışmanın ana konusudur. Türkiye Cumhuriyeti’nde modernleşme zorlu şartlar altında verilen bir kurtuluş savaşının ardından yeni bir devlet kurmuş olmanın da verdiği ivme ile yenilenme, çağdaş olanı yakalama ihtiyacından doğmuştur. Bu çağdaşlaşma hareketi Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki çağdaşlaşma hareketlerinden farklı olarak bütün yurdu hedef alan bir harekettir. Yapılan inkılaplarla sosyal yapısı değiştirilmeye çalışılan halk, bir taraftan da eğitilir. Bu değişim sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kendini görsel olarak ifade ettiği mimarisi de yapılan inkılaplar doğrultusunda olmalıdır. Bu ortamda modern mimari yeni devleti hem düşünce yapısı hem de görsel olarak tamamlar. Ankara’dan Anadolu’ya doğru yayılması planlanan çağdaşlık, Anadolu’ya yeni kurulan sanayi ve bu sanayi kuruluşlarına ait yerleşmelerle taşınır. Bu yerleşimler, sıfırdan kurulan, modern binalardan oluşan, modern bir toplumun ihtiyaç duyacağı sosyal ve fiziksel olanaklar çerçevesinde kurulmuş yerleşimlerdir. Bu çevrede yaşayacak olan kişiler sanayileşmeden önce köylü olan, fabrikalarda çalışmaya başlamasıyla işçi konumuna geçmiş olan halktır. Ve gelecekteki modern Türk toplumunu oluştururlar. Bu doğrultuda halk uygulanan modern mimariyle görsel olarak eğitilir. Bu yerleşimler, çağdaş bir kent olarak uygulanan Ankara’dan sonra, Anadolu’daki örnek çağdaş çevreyi oluştururlar. Bu örnek yerleşimlerden biri de Türkiye’nin ilk ağır sanayi hamlesi olan Karabük Demir Çelik Fabrikaları’na ait yerleşimdir. Bu yerleşim modern bir toplumun ihtiyaç duyacağı sosyal donatılar doğrultusunda şekillendirilmiş, modern binalarda donatılarak bu tür bir toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde tasarlanmıştır. Yerleşimin bu şekilde düzenlenmesinin sebebi ihtiyaçtan öte toplumun bu doğrultuda eğitilerek modern bireyler haline gelmeleridir. Fabrikaların kuruluşuyla birlikte uygulanmaya başlayan yerleşimde inşaat faaliyetleri uzun yıllar devam eder. Yerleşimin yansımalarında da yerleşimin modern yapısı, burada oluşan modern toplum dikkati çeker. 1949 yılında bölgede incelemelerde bulunan Ord. Prof. Dr. Gerhard Kessler, yerleşimi İngiltere, almanya ve Hollanda’daki bahçeşehir yerleşmelerine benzetir ve içinde yaşanan halkın modern görüşlerinden bahseder. Erken Cumhuriyet döneminde, Anadolu’da uygulananbu yerleşimler, modern Türk toplumu için örnek çevreyi oluştururlar. Erken Cumhuriyet Dönemine ait yapıların bir çoğunun yıkıldığı kalan örneklerinse bir çoğunun üzerlerinde yapılan değişiklerle özelliklerini kaybederek günümüze kaldığı bir ortamda, orijinalini koruyarak günümüze kadar varlığını devam ettiren Karabük Demir Çelik Fabrikaları yerleşimi, dönemin mimari ideallerini göstermesi, modern toplum-modern mimari birlikteliğinin Türkiye’deki başarılı bir örneği olamsı bakımından önemlidir.


KIRSAL ALANDA MODERNLEŞME ÇALIŞMALARI: CEVİZLİ NUMUNE KÖYÜ ____H. TUĞBA ÖRMECİOĞLU

Geçen yüzyılın başında yaşanan gerek devrimci gerek reformist, ama özünde modernist toplumsal dönüşüm amaçlı birçok siyasal hareket varlığını sürdürmek için toplumsal dönüşüme ihtiyaç duyuyordu. Bu nedenle bunların birçoğunun gündeminde ekonomik ve kültürel varlıklarının devamını sağlama temeliyle sıkı sıkıya bağlantılı olan kırsal alan çalışmaları vardı. Dünyadaki köycülük çalışmalarının öncülerinden biri olan Cumhuriyet dönemi Türkiye köycülüğü ise, benzer bir dönüşüm sürecinden geçen Türkiye’de, mübadelenin etkisiyle daha başlangıç aşamasında insani ve halkçı bir anlam kazanmıştı. Cumhuriyet köycülüğü bir yandan, köylüyü ülke ekonomisine katkı sağlayan bireyler yapmayı, yönetimin ideallerini ona benimsetmeyi diğer yandan, köylüyü kente eşdeğer bir yaşam seviyesine çıkarmayı, onun hem refah hem de kültür seviyesini yükseltmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle devlet bir yandan ekonomik, eğitsel ve kültürel politikalarla Cumhuriyet köylüsü kavramı yaratmaya çalışırken, diğer taraftan Cumhuriyet köylüsünü yaratacak mekanları oluşturmaya çalışıyordu. Bu amaçla 1923- 1934 yılları arasında devlet eliyle 64 adet köy inşa edildi çok sayıda ideal köy ve köy evi projesi üretildi. Örnek olmak vasfının öneminden dolayı, yapılan bu köylere ‘Numune Köyleri’ deniyordu. Bu köylerden biri olan ve bir yangınla dörtte üçü yandıktan sonra bir numune köy olarak tekrar inşa edilen Antalya/Cevizli Numune Köyü, dokusunun büyük bir kısmının halen ayakta olması nedeniyle önemli örneklerden biridir. Köyün, ızgara düzenli planında ve bağımsız yaşama birimlerinde görülen iyileştirici amaç dikkat çekicidir. Daha önce yangınla yok olan köy planının ayrık düzene çevrilmesi, sokaklarla yapıların birbirinden kopartılması, bahçe içinde yapılan köy evleri, yerden yüksekte ve modernleştirilmiş köy evi planları ile yeni bir köy gündelik yaşamı öngörülürken; merkezileştirilen köy planı ve odağına yerleştirilen okul, halkevi ve çarşı ile yeni bir kırsal sosyal yaşam kurgulanmıştır. Bütün bunların yanı sıra Cevizli Numune Köyü, dönemin mimari gündeminde çokça tartışılan, köy evlerinin maliyeti, yapım sistemi ve imece usulüyle yapılması gibi bazı konulara da yapılan uygulamalarıyla numune köy çalışmalarında önemli bir yere sahiptir. Numune köy ve köycülük çalışmaları da tüm diğer erken dönem yapı faaliyetleri gibi, Cumhuriyet’in giriştiği büyük kalkınma ve modernleşme hamlesinin içinde gerekli toplumsal değişimleri gerçekleştirmek ve yeniden tanımladığı sosyal ve kamusal ilişkileri toplum geneline yaymak amaçlı, ‘yeni hükümetin, yeni ruhun, yeni idarenin temsili’ olan eğitim araçlarıdır. Bu köylerin bilinmesi, Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda Türkiye nüfusunun yüzde yetmiş beşini oluşturan kırsal kesimin geliştirilmesi kapsamında, Türk köyüne ve köylüsüne -dönemin yoğun kullanılan tanımıyla ‘halk’abakış açısını, belli tercihler ve amaçlar doğrultusunda tasarlanmış yapılı çevrelerin oluşumunu ve mimarinin eğitsel yönünün yeni bir halk yaratma çabalarındaki etkisini değerlendirmede yardımcı olacaktır. Bu değerlendirme Cumhuriyet’in çoğunlukla kentsel yönü incelenen mekanda modernizm ve sosyo-mekansal modernleşme çalışmalarının bir başka dalını ortaya çıkaracaktır.


MODERNİZM VE ZİYA TANALI ____ZEYNEP ONUR

Bir yapının modern akımın içinde nitelendirilebileceğini bildiren özellikleri var; elemanter geometrik biçimlerin kullanımı, beyazın hakimiyeti, yatayın vurgusu, strüktürün gizlenmemiş olması, malzemenin doğasına uygun olması, bezeme ve süsün kullanılmaması, tarihsel geçmiş ile olan bağları koparması, basit olması ve azla yapılmış olması. Erken modernistler gibi Ziya Tanalı' nın biçimlerinde de basitliği, azlığı, beyazı ve dürüstlüğü görürüz. Tasarım problemleri rasyonel bir biçimde çözülür. Gölge gerekliyse, yapı cephesi içeriye çekilir, manzara gerekiyorsa pencere yapılmıştır. Yapının unsurları basitçe olmaları gereken yerde yer almışlardır. Merdivenler, koridorlar, duvarlar kendiliğinden yerlerini bulmuş gibidirler. Strüktürel gereklilikler gizlenmez, bir olanak olarak kullanılırlar. Ankara Üniversitesi Hukuk , Siyasal ve Eğitim Fakülteleri Spor Salonunda "çatıyı oluşturan çelik kafes kirişlerin duvarlara oturduğu yerlerde perdeyi kalınlaştırmamak için dışardan algılanan bir tür payanda kullanmıştım, kendine özgü bir detay olmuş, yapısal bir ayrıntı yapı estetiğine katkıda bulunmuştu"1 şeklinde anlatır. Ziya Tanalı' nın Elazığ Fırat Üniversitesi1 yerleşkesini Sargın1, "Yerleşke’de olabildiğince uzanan ve yatay bir kütleye dönüşen Veteriner Fakültesi Binası, Modern Mimarlığın dramatik bir çerçevede yeniden-üretiminden öte bir şey değildir" şeklinde tanımlamaktadır.


MODERNİZM VE ZİYA TANALI ____ZEYNEP ONUR

Daha ilk yapılarından başlayarak Ziya Tanalı' nın mimarlığı evrensel mimarinin izlerini taşır. Elazığ' daki Fırat Üniversitesi yerleşkesinde Ankara Üniversitesi Eğitim Yapılarında, Kızıldel konutunda1 ya da Abdi ipekçi Spor Salonunda1. Konuttan çok büyük ölçekli yapılara kadar hep aynı, yalın ve basit dilin denemelerini izleriz. Mimarlığın tüm kısıtlamaları ve meydan okumalarına rağmen ölçek, yapılarının özünü ve dilini değiştirmez. Yakından bakıldığında bu yalın ve basit görünümün altında büyük bir uğraş vardır. Kendi sözleriyle; mekan sanatçısının işi bu nesnel gerçekliğin ötesine geçmektir. Modern mimarlığın estetik kanonunun öncülleri tarafından geliştirilen teorik altyapısında; "biçimsel belirlenmemişlik, bağlama duyarlık, değişen ihtiyaçlara , malzemelere ve tekniklere duyarlığı vurgulayan"1 bir söylem vardır. Bu söylem soyut, yeni, ahlak, evrensel, yer, bağlam ile ilgili soruları gündeme getirir. Ziya Tanalı' nın mimarlığını, modern mimarlığın bu teorik altyapısının Türkiye kültür ortamındaki ürünleri olarak tanımlayabiliriz. "Tanalı’nın, Modern’i Türkiye bağlamında yeniden kurmaya çalışan kurumsal mimarîsi, son bir yüzyılın seçmeci bir kopyasını değil, dönüşüme eklemlenerek zamanını temsil eden “özgün”ü işaretlemektedir."1 Tanalı modernizmi, yere, iklime, geleneksele, sosyal yapıya duyarlı bir modernizmdir. Onun için geleneksel , tüm insanlık kültürünün biriktirdikleri ile ilişkilidir, yeni olan bu varolanın içindedir. Yerel, konu ile; evrensellik ise içerik ile ilişkili bir sorudur. "........ M. Ziya Tanalı, sonuç olarak, Modernizm’in sosyal boyutuna ve mekânlarına yeniden dikkat çeken bir mimarlığı ve dolayısıyla Modenizm’in birincil sorgulama alanlarına dönülmesini savunan bir söylemi, Türkiye kültür ortamlarında çatkılamaktadır.... Tanalı’nın Atölye-A’da sürdürdüğü mimarlığın, aslında, çoğu tasarımcıda sıkça rastlanmayan, kültür bağlamlı bir Modernizm sorgulaması olduğu bilinmelidir "1 ".........Tanalı’nın klasik biçimleri, denenmiş, sınanmış ve bu nedenle de her türlü sosyal değişimi barındırabilecek ve/veya ona destek olacak biçimlerdir. Bunu sağlamak için biçimsel kurgulara ve uydurmalara gerek olmadığı gerçeğini Tanalı’nın yapılarının zamana işlevsel olarak dayanabilmesinden çıkarmak olanaklıdır. Özellikle eğitim kurumları için tasarladığı yapıları bu bağlamda rahatlıkla işaret edebiliriz. Ziraat Fakültesi Bağ ve Bahçe Kürsüsü, Ankara Üniversitesi Spor Salonu, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi ve Elazığ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Tanalı rasyonalizminin güzel örnekleridir. ...........Binalarındaki ekonomik kaygılar ise gelişmekte olan bir ülkenin toplumsalına sunulan bir saygıdır bence. Bu bağlamda Tanalı’nın yapıları ile ilgili özellikler, yani, sosyo-kültürel değerleri yansıtan top yekun değerlendirmeler, onun ekonomik alt-yapıya ne denli duyarlı ve ölçülü bir mimar olduğunu açıkça sergilemektedir. ............Onun yaratıcılığı, pürist sadeliğin, konstrüktivist-yapısalcı rasyonel ile birleşmesinden ortaya çıkan, her türlü mitolojik ve simgesel çağrışımdan uzak duran sentezlerinde aranmalıdır. Bu yaratıcı ve sistemli yaklaşımı onu Türk Modernizminin en başarılı örnekleri arasına yerleştirmemize yeter1".


ESKİŞEHİR’DE ULUSLARARASI ÜSLUB’UN YANSIMALARI ____NURAY ÖZASLAN & RANA KARASÖZEN

Eskişehir, İstanbul’u Anadolu’ya bağlayan yol üzerinde bulunan önemli yerleşim eşiklerinden birisidir. Devlet eliyle endüstrileşme çabalarının gerçekleştiği ve ulusal modernleşme ülküsünün yerelleştirildiği Anadolu kentlerindendir. Endüstriyel gelişme ve büyüme kentin kültürel yaşamında modern oluşumları ortaya çıkarmış ve bu durum mimari uygulamalarda etkisini göstermiştir. Bu yapılardan ikisi Eskişehir’de merkezin mimarları tarafından ve merkezin tercihlerinin Anadolu kentlerinde temsil edilmelerinin önemli örnekleridir. Ulusal modernleşme serüveninin merkezde üretilip yerelleştirilmesi sürecinin irdeleneceği bu toplantı için seçtiğimiz yapılardan biri Eskişehir diğeri Emek Otelleridir. Eskişehir Oteli, 1955 yılında Emekli Sandığının açtığı yarışmanın sonucu olarak otel ve işhanı olarak Vedat Dalokay tarafından tasarlamıştır. 1958 yılında tamamlanan yapı, daha sonra Orduevi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yapım tekniği betonarme karkas olup, ızgara sisteminde yerleştirilmiş bir strüktüre sahiptir. Söz konusu yapı, zemin kat üzerinde yükselen yedi kattan oluşan dikdörtgenler prizması formunda bir kütleye sahiptir. Giriş üzerinde betonarme kubbeli bir saçak vardır. Tesisat katı, kütlenin ön tarafında, zemin kat hizasında geriye çekilerek, kütle hareketi ile birlikte fonksiyonun vurgulanması sağlanmıştır. Yatak katları, lineer bir koridor üzerinde karşılıklı odaların yer aldığı bir şema üzerine kurulmuştur. En üst katta yer alan teras katı da alt katlara göre geriye çekilmiştir.Yapının cephe düzeni incelendiğinde, zemin ve birinci katların tamamen cam yüzeylerden oluşup yatak katlarının yatay ve düşeyde ızgara sisteminde bölünmüş balkonları ön plana çıkardığı görülmektedir. Teras katında ise, yatay bir şeffaflık hakimdir. Yan ve kısmen ön cephede yer alan düşey ızgaralı boşluklar, yapının yatay hatlarını dengelemektedir. Eskişehir Emek Oteli, Emekli Sandığı’nın 1960’da açtığı yarışma sonucunda AHE grubu tarafından tasarlanmıştır. 1964 yılında tamamlanan yapı, eski otogar binası ile kompleks oluşturmaktadır. Yapım tekniği betonarme karkastır ve ızgara sisteminde dizilmiş kolonlardan oluşan bir strüktüre sahiptir. Yapı, zemin ve asma kat üzerinde yükselen 3 yatak katı ile roof katından oluşan dikdörtgenler prizması formundadır ve teras çatı ile örtülmüştür. Söz konusu yapının cepheleri incelendiğinde, zemin ve asma katların tamamen cam cephelerden, yatak katlarında ise balkonların ızgara sistemli bölmelerden oluştuğu görülmektedir. Roof katı yatay bant pencerelerden oluşmaktadır. Söz konusu yapılar, şeffaf yüzeylerle zeminden koparılması, cephelerde fonksiyonun vurgulanması, teras çatının kullanılması ve dik açılı geometrik sistem esas alınarak planlanması açısından, Modern Mimari’nin katı rasyonel anlayışta tasarlanmış örneklerinden olup, Türkiye’de Hilton Oteli ile başlayan Uluslararası Üslub’un izleyicilerindendir. Yaklaşık aynı yıllarda, Uluslararası Üslup etkileri ile merkez inisiyatifler ve merkezin mimarları tarafından yapılmış olmaları dışında daha sonra mekan organizasyonu ve yapısal olarak ağır değişikliklere maruz kalmaları bu iki yapının ortak özellikleridir. Bu yapılar üzerinden yapacağımız inceleme, modern mimarlığın Anadolu kentlerindeki etkilerini ve günümüze kadar süren değişim süreçlerini irdelerken hem yerel modernlik tartışmalarına katkıda bulunmak hem de modern mimarlık uygulamalarında koruma sorununu bu yapılar bağlamında tartışmayı amaçlamaktadır.


MODERNİZMİN YEREL AÇILIMLARI: ISPARTA KENTİ ÖRNEĞİ ____LEVİN ÖZGEN

Modernite projesi her mekan ve zaman boyutunda farklı özellikler barındırarak gelişti. Modern mimarlık için de aynı şey söylenebilir. Genel olarak modernizmin sırasıyla aydınlanmadan, hümanizmden ve sonuç olarak rasyonalist felsefe ve düşünce sisteminden kökler aldığını söylemek olanaklıdır. Bağlı olarak sanayileşme ile kendini gösteren ekonomik yapı dönüşümünün, yeni toplumsal yapı oluşumunun ve bunları kucaklayan yeni siyasaların ve kültürel biçimlerin gölgesinde kalması kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Bu nedenle ulusallaşma, kentleşme, kentsel nüfus biçimlenmesi, ulusal pazarların bütünleşmesi, ulusal/yerel değerlerin yeni anlamlar kazanması modernite projesinin ayrılmaz sonuçlarını oluşturdu. Modernizmin ülkelere yayılması da farklı süreçler içinden gerçekleşti. Dahası bir ulusal coğrafya üzerinde büyük, arada kalan ve küçük kasaba-kentlere sirayet etmesi/girmesi de farklı zaman boyutlarında ve özellikler ile ortaya çıktı. Bunun güzel örneklerinden birisi de Türkiye’dir. Modernizmin Türkiye ulusal coğrafyasında yayılımının ve gerçekleşmesinin farklılıklarını ve özgünlüklerini sergileyen önemli örneklerinden birisi olarak Isparta kenti ele alınabilir. Türkiye, modernizmin dünyaya yayılmaya başladığı iki dünya savaşı sürecinde, özelde ise II. Dünya Savaşı sonrasında mağrur ve cesur genç bir Cumhuriyettir. Ama yılların geri kalmışlığı ve savaşların yarattığı yıpranmalar içinde olan tarımsal bir ülkedir. Bundan kurtulma, kendi kaderini tayin etmek için uluslaşma, gelişme ve kendi özgün ekonomisini, siyasalarını ve kültürünü oluşturma ve bunları ulusal coğrafyasının en ücra köşelerine kadar götürme çabaları, karakteristikleri ülkeye girmekte olan modernizm ile özgün bir sarmal örer. Sarmalın ulusal coğrafyada yer alan her kentte farklı somutlanması izlenir. Isparta gibi durağan, tarımsal geçimlik ekonomiye dayalı özel tarihsel geçmişi ve mirası olan, ana merkezlerden ve ulaşım akslarından uzakta yada onların gölgesinde kalmış Anadolu kentlerinde modernite şu yolu izler: ulusallaştırma, merkezi otoritenin ağırlığını kamusal, mali ve askeri anlamda ortaya koyması, iç pazarların bütünleştirilmesi, ikisine bağlı olarak eğitim, kültür ve sağlık gibi kamusal hizmetlerin yaygınlaştırılması, sanayileşme ve hızlı kentleşme. Bunlar bir yandan merkezi otorite kurumlarının ve yapılarının, bir yandan DSİ, Karayolları, PTT, YSE, Köy İşleri ve Milli Eğitim gibi kamusal hizmet yapılarının öncelikle yapılmasını getirir. Bir yandan da sanayileşmenin devlet öncülüğünde ittirilmesi sanayi yapılaşmalarını hızlandırırken inşaat sektörü oluşumu tabloya dahil olur. 1930’lardan itibaren günümüze kadar gelen ve halen süren modernist kentleşme ve yapılaşma, özgün değerlerin yavaşça yitirilmesi, modernizmin özgün yanlarına sıkıca tutunma, giderek bunların karikatürleşmesi ve sonuç olarak kişiliksizleşme adımlarından geçer. Böylece modernizm, uluslar arası modernizm, geç modernizm, postmodernite ve yeniden modernizm süreçlerini, bir çırpıda iç içe kendine özgü bir modernizm olarak yaşar. Bu olgu 1930’lardan 1960’lara, 1970’lere ve hatta 1980’li ve 2000’li yıllara kadar böylece sürer.


TARİHİ ZİRAAT BANKASI GİRESUN ŞUBESİ HİZMET BİNASI ____İSMAİL YAVUZ ÖZKAYA

Özet Yüzyıl başında denizden (muhtemelen bir gemiden) çekilmiş iki adet fotoğrafta ilk dikkati çeken, genellikle en fazla 3 katlı olarak inşa edilmiş diğer yapılara nazaran söz konusu yapı bir kat fazla (dört katlı), teras çatılı, beyaza dönük rengi ile yine çevresindeki yapılara göre daha yeni bir ifadeye sahiptir (her iki fotoğrafta da tarih bulunmamaktadır). Yüzyıl başında, özenli taş işçiliğine sahip cephelere sahip bu görkemli yapının inşasını ortaya çıkaran koşullar ne olabilir? 2003 yılında Tarihi Ziraat Bankası olarak bilinen yapının koruma amaçlı projesinin hazırlanması sürecinde yaptığımız araştırmalara göre, yapı yüzyıl başında (1912?) Giresun’lu ya da kentte faaliyet gösteren yabancı bir firmaya ait ticarethane (fındık deposu ve ofis), denizden (gemiden) algılanabilir bir prestij yapısı olarak tahminen yabancı bir mimar tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir. 1992 yılında Prof.Dr.Ayşıl Yavuz, Prof.Dr.Ömür Bakırer ve Prof.Dr.İnci Aslanoğlu tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda “yapının ölçeği, işyeri-atelye-konut gibi işlevleri çok dengeli bir biçimde bünyesinde toplaması, kütlesi, cephe modülasyonu, bezemeleri, ve özellikle volta döşeme sistemi, 19.yüzyılın ikinci yarısı ile bu asrın başı arasında bir tarihte yapıldığına işaret etmektedir” denmektedir. Cumhuriyet döneminde Giresun’un bir Vilâyet merkezi haline gelmesi ve Rum nüfusun Lozan Antlaşması sonrasında yapılan mübadele ile (1923) burayı terk etmesinden sonra bir süre boş kaldığını varsaydığımız yapı hakkında, Ziraat Bankası tarafından tadil edilerek kullanılmaya başlandığı 1950’li yıllara ait tek fotoğraf dışında, herhangi bir bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır. Ziraat Bankası Hizmet Binası ve lojmanları olarak uzun süre kullanılan yapı 1993 yılında terk edilmiştir. Restorasyonuna yakın bir tarihte başlanacak yapı tekrar Ziraat Bankası Giresun Şubesi ve lojmanları olarak kullanılacaktır. Yapının tanımı: Yapı 4 ve 2 katlı, bodrumsuz, teras çatılı olarak inşa edilmiştir. İlk iki kata göre simetrik yerleştirilmiş esas giriş aksında tek kollu bir merdivenle ilişkilendirilen katların döşemeleri en dışta yukarıya doğru kesiti azalan yığma taş duvarlar, içte ise 22’lik çift I çelik kolonlarla taşınmaktadır. Tek yönde (Güney-Kuzey) ortalama 55cm aralıklarla yerleştirilmiş 12’lik çelik putreller ve aralarında beton volta döşemeler 22’lik çift I çelik kirişlerin üzerine oturmaktadır. Arsadaki eğimi de değerlendiren planlamada 4 katlı blokta zemin kat seviyesinde girişe göre 1 metre yükseltilmiş bir platform bulunur (yükleme/boşaltma platformu ?). Zemin kat seviyesindeki büyük açıklıklar—ortalama 4 metre—zemin katın dükkan/depo gibi bir ticaret için kullanıldığını gösterir. Bu açıklıklarda güvenli katlanır demir kepenkler olma olasılığı yüksektir. Birinci katta pencere açıklıklarında demir kepenk olduğuna dair izler bulunmaktadır. Denizden (gemiden) algılanan esas cepheler—Batı ve Güney—özenli taş işçiliğine sahiptir. Bu cepheler ortalama 20 cm kalınlıkta ana taşıyıcı duvarların önünde oluşturulmuş “giydirme cephe” gibi tasarlanmıştır. Aynı yapı teknolojisi ve işçilikle inşa edilmiş yüzyıl başı ticari yapılardan günümüze ulaşan örnekler dışında bir okul, kilise ve bazı konutlarda da aynı yapım teknolojisi, detay ve malzemenin kullanıldığı görülmüştür.


TARİHİ ZİRAAT BANKASI GİRESUN ŞUBESİ HİZMET BİNASI ____ İSMAİL YAVUZ ÖZKAYA

Yapının işlevi: Yapının bir fındık ticarethanesi olabileceği varsayımını destekleyen yapıdan elde edilen bilgiler dışında halen mevcut ancak kullanılmayan işlevi bilinen fındık ticarethanesi diğer yapılarla olan benzerliğidir: Giresun halkı ekserisi fındık ziraati ve ticaretiyle meşguldür. Marangoz, dülger, taşçı, demirci ve kayıkçı, balıkçı, bakırcı gibi zenaatkar ve esnaf da vardır. . . . (1900 yılı) Salnamesina gore şehirde Avusturya-Macaristan konsolos memuru, Rusya vis konsulü, İtalya konsolos memuru, İran konsolos vekili gibi ecnebi devlet memurları vardır. . . .şehirde belirli sayıda İtalyan, Alman, gibi Avrupalıların yaşadığı, ticaret, zenaat, serbest meslek icra ettiği biliniyor. . . .işte bu grup şehrin Rumlarına da Avrupai bir tarz-ı hayat konusunda etki etmiş olmalı ki, gazino, lokanta gibi Akdeniz limanalarına has bazı sosyal kültürel birimler ortaya çıkmıştır. Ama genelde şehir kendine has mimarinin yanında yeni bir taş işçiliği ve inşaat tarzı ile yeni binalara sahib olmuştur. . . .Karadenizin bu bölgesinde XIX. Asırda eski tarz-ı mimari ile yeni bir kagir tekniğin bileşimi ortaya çıkmaktadır.” (İlber Ortaylı, “XIX Yüzyılda Trabzon Vilayeti ve Giresun Üzerine Gözl emler,” Tarih Enstitüsü Dergisi, ayrıbasım, Prof.Dr.Ö.Münir Aktepe’ye Armağan [İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1977, 181-182], vurgu eklenmiştir). Tümerkan İbiş’in “Trabzon’da bir Ticaret Sokağının Eski ve Yeni Yüzü” (1988) adlı bildirisinden Giresun için kullanılabilecek şu bilgilere ulaşılmıştır: “Kunduracılar Caddesinde, Türk ve Hıristiyan toplumuna mensup tüccarların ticaret yapıları yer almaktadır. . . ticaret yapılarının sokağa bakan cephelerinden, mimari açıdan, estetik değerin ön planda tutulduğu izlenebilmektedir. . . . (Bu) tüccarlar tarafından yaptırılmış üst katları depo/büro, zemin katları dükkan türündeki çok sayıda işyerini barındırmaktadır. Bu yapılar gösterdikleri mimari özelliklere göre XIX. Yüzyıl sonuna tarihlenebilir. . . . Yapıların sokağa bakan yüzlerinde yer alan süslemelere, saraklara, silmelere, kornişlere, kolon ve başlıklarına, vb. gibi hayli özen gösterildiği gözlemlenmektedir” (351, 356, 361) Tarihi Ziraat Bankası olarak bilinen yapının ortaya çıkış koşulları Trabzon’daki gibi Giresun’da da 19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren artan ticari ve sosyal hayata paralel gelişmiş olmalıdır. Kaptan Yorgi’nin Belediye Başkanı olduğu dönemde (1888-1904) şehrin mamur hale geldiği bilinmektedir. Yapının bir fındık Deposu ya da fındık atelyesi olma olasılığı ile Kemal Peker’in Fındık: Tarihçe Tarımsal Kültürel Ticaret İstihlak Bakımından adlı “fındık” üzerine yapılmış en kapsamlı araştırmasından fındık işleme ile ilgili aşağıdaki bilgileri aktarmakta fayda görüyoruz. Fındık, Gireson’un tek geçim, yaşama ve yaşatma faktörü olduğunda, herkes söz birliği edebilir (107) . . . .Rum ve Ermenilerin mubadeleye tabi tutulmaları ve bunlardan kalan bahçelerin mubadillere teffiz edilmesi sıralarında Gireson iktisaden ağır bir yükün altına girmiştir (111). . . . Gireson’da her yıl mahsulün geleceğini tayin eden gün dönümü fırtınasından sonra, kırma fabrikaları (değirmenler) yeni yıl için tamir olunmaya başlar, noksanlar ikmal edilir, eleklerden kırılmış, elevatörlerden bozulmuş olanlar varsa değiştirilir, aspiratörler yenilenir, deniz kenarında kumluk yerlerdeki sergi mahalleri müzayedeye çıkarılıp ihale olunur (112). . . . Bu mahsulle iştigal edenler, kazananlar olmuşsa da, faaliyetlerini uzun müddet ileri götürenler görülmemiştir (112). . . . Fındık ticaretinde toplu sermaye hareketlerinin memleketimizdeki başlangıç tarihi 1842 yılına kadar uzar.Türkler tarafından kurulan ilk fındık şirketinin piyasaya girişi . . . 1879-1903 yıllarına rastlar. . . . O zamanlar piyasada iki tür tacir vardı. . . Avrupa tacirleri . . . ve Hayriye tacirleri olup, bunların çoğunu Türkler teşkil ediyordu (128). . . . Gireson’da belediye reisliğini yapmış Kaptan Yorgi. . . bidayette tokmaklarla kırılan fındıkların elle dönen taş değirmenlerde iç haline konulması imkanlarını araştırmış ve bu işi başarmıştır (129) . . . (Fındıkların) Havaların devamlı kapalı ve yağmurlu geçtiği yıllarda . . . sun’i kurutmaların en iyisi, fındıkların çatı aralarında odalarda karşılıklı açık bırakılan pencerelerden geçen hava ceryanlarile temin olunması daha muvafık görülmektedir (142-3). . . . Sergi yerlerinden kaldırılan fındıklar kantara sevkedilip tartıldıktan sonra . . . fabrika binasının alt kısmındaki ambar-depoya dökülür. Evvelce bu ambarlar daima fabrika binalarının üst katlarında yapılırdı. . . sonraları bu mahzurlu görülmüştür. . . . Alt katta kurulan bu depolardan fındıklar elevatörler vasıtasile binanın üst kısmındaki tasnif eleklerine nakledilir. . . boylara göre tefrik edilir. . . değirmende kırılmış fındıklar önce toz eleğinden geçer ve sonra vantilatörde kabuklarından ayrılır , buradan da elevatörler vasıtasile iç fındık eleklerine gider (142-145). Yapının bir değirmen fonksiyonu içermediğini tahmin ediyoruz, ancak bir “depo” fonksiyonu olasılığı ağır basar. Kat döşemelerin 12’lik putrellerle taşınması ve volta tonozlarının oldukça ince kesitlere (6cm) düşmesi, büyük taşıyıcı açıklıkları ve çelik profil kesitlerinin fazlaca olmaması döşemelerin çok ağır olmayan bir yük için tasarlanmış olduğunu düşündürmektedir. Bu da Giresun’da hakim ticari faaliyetlere bakıldığında yapının bir “fındık deposu” olma olasılığını güçlendirmektedir. Fındık işleme ile ilgili bir yapı olabilir mi? Bilemiyoruz, buna ilişkin mevcut tek iz Doğu cephesindeki duvar yüzeyinde kesilmiş, taşıyıcı çelik kirişlere ait izler. Ancak yapının her iki işlevi bir arada barındırması da olasıdır.


ULUSLARARASI STİLİN YEREL MİMARLIKTAKİ İZLERİ : ÇEŞME PLAJ EVLERİ KOOPERATİFİ ____DENİZ ÖZKUT

Çeşme ilçesinin Ilıca plajında yeralan “Çeşme Plaj Evler Kooperatifi”, 1992 yılından bu yana kentsel sit kapsamında koruma altına alınmış, 1952-57 yıllarına tarihlenen, Türkiye’deki ilk toplu konut örneklerindendir. Ancak toplu konut gerek-şartlarından farklı olarak, konut gereksinimini ekonomik biçimde karşılamak amaçlı planlanmamış, sayfiye konutları oluşturmak üzere tasarlanmıştır. Mimari projeleri Mimar Bülent Serbes tarafından hazırlanan kooperatifin, uygulaması ise Frankfurt’tan Rollingen adlı müteahhit firma tarafından gerçekleştirilmiştir. Kooperatifin kredisi ise, Ziraat ve Emlak Kredi Bankalarından sağlanmıştır. Kooperatif, kapalı devre çalışabilen, her türlü sosyal ve teknik altyapının tasarlanıp uygulandığı bir kent parçası olarak Ilıca’nın yerel-geleneksel mimari dokusuna eklemlenmiştir. Ticari alanlarla yeşil alanların da yeraldığı bir örgütlenmeye sahiptir. İki ana aksın kesiştiği ve gridal planlı kooperatif alanının merkezine denk gelen noktada çarşı kompleksi bulunmaktadır. Her parsele ait yeşil alan kurgulanmıştır. Yine her parsele ulaşan termal su tesisatı ve tüm atık suyu olarak bir noktada toplayarak dağın arkasına yollayan pompalama merkezi gibi özelliklerden söz edilebilir. Ilıca’nın geleneksel ve organik dokusunun bulunduğu yerleşim merkezi yanında, Çeşme Plaj Evleri yeni bir çekim alanı oluşturmuş ve tüm Ilıca için, hem ticari hem de sosyal merkez haline gelmiştir. Çeşme plaj evlerinin mimari karakteristiğinden söz etmek gerekirse, uluslararası stilin, yerel/geleneksel mimari konsepti içinde kendine mimari eleman bazında yer bulmasını vurgulamak gerekir. Son derece yalın bir çizgiye sahip olan tek katlı konutlar, modernizm ile yerelliğin arasında bir yerdedir. Aynı zamanda son derece fonksiyonalist bir yaklaşım da izlenmektedir. Şehirden uzakta olmanın getirdiği bir gecikmenin yanı sıra, o dönemde herhangi bir planlamanın yapılmadığı bakir bir sahil kasabasında uygulanması, projenin bu yalın rasyonalist dilini oluşturmuştur. Çok yoğun kullanılan bu dokunun, sade modernist çizgileri bugün genel olarak korunmakla birlikte, 70’li yılların başından itibaren dönüşüm kaçınılmaz olarak başlamıştır. Sit kapsamına girene kadar oldukça kontrolsüz bir biçimde müdahalelerde (konutların birden çok haneye bölünmesi, çatı kotlarının yükseltilerek çatı odası eklenmesi, ana giriş kapılarının ve cephelerin görünümlerinin değiştirilmesi) bulunulmuştur. Ancak, henüz modern mimarlık örnekleri için bir koruma tavrı oluşmamış olduğundan, kurul kontrolü altında bile olsa, bu müdahalelerin biçimleri ve koruma öncelikleri hakkında bir kararsızlık sözkonusudur. Bu da, son derece rasyonalist bir dile sahip olan yapıların karakteristiğinin yokolması anlamına gelmektedir.


TÜRKİYE'DE 'MODERN' ÇEVRENİN İNŞASI: SÜMERBANK KAYSERİ VE NAZİLLİ FABRİKA YERLEŞİMLERİ ____BURAK PERİ

Türkiye’nin Modernleşme projesi hem ekonomik hem de sosyal bir projedir. Türkiye erken Cumhuriyet döneminde bu değişimi Kayseri ve Nazilli fabrika yerleşimlerinde deneyimlemiştir. Devletin sembolik gücünün bir göstergesi olarak anadolunun modernleşmesini, endüstrileşme yoluyla gerçekleştirebilmek adına Kayseri ve Nazilli bu fabrika yapılarının kurulması için seçilmiş kentlerdir. Endüstrileşme projesi kapsamında Birinici Sanayi Planı’nın önemi büyüktür. Bu plan göre, Türkiye’de tekstil endüstrisinin geliştirilmesi için Sovyetlerden alınan kredi sonucu Kayseri ve Nazilli yerleşkelerinin kurulmasına karar verilmiştir. Bu fabrikaların tasarımı ve yapımı Sovyetler tarafından gerçekleştirilmiştir. Yani Türkiye Sovyet tecrübesini ithal etmiştir. Sanayi üretimini gerçekleştiren bu fabrika yapılarının tasarımındaki ana fikir elbette ki iktisadidir. Diğer bir değişle üretim yapmaktır. Bu yapılardaki en önemli farklılık ise o güne kadar Türkiye’de yapılmış diğer örneklerine kıyasla çok daha kapsamlı sosyal yapıları içeriyor olmalarıdır. Bu sosyal yapılar; işçi konutları, toplantı mekanları, klüp evleri, sinemalar, spor alanları, yüzme havuzları ve Kayseri’de buluana manejdir. İşçi konutları işçilere ve ailelerine yeni evlerde, yeni bir gündelik yaşam biçimi önermektedir. İşçilerin boş vakitlerini geçirebilecekleri klüp evleri, sinemalar ve spor alanları sosyal iletişimin güçlü olduğu yerlerdir. İşçiler için fabrika yerleşiminin çalıştıkları yer olmanın yanı sıra kendi topraklarından para kazanmak için göç ettikleri ve kapitalist sistem içinde yer aldıkları sosyal bir dönüşüm merkezi olma anlamını ifade etmektedir. Kayseri ve Nazilli fabrika yerleşimleri, erken cumhuriyetin en çağdaş tekstil üretim merkezleri olmalarının dışında, sosyal eğitimin modern bir ülkede yeni bir vatandaş yaratmanın da örneğini teşkil etmektedir.


MODERNİZMİN ADANA MİMARLIĞINDAKİ İZLERİ ____GÖZDE RAMAZANOĞLU

Bu çalışma, Adana’ya dikkat çekecek bir tartışma açmayı hedeflemektedir. Adana’da 20. yüzyıl, özellikle 1970-1980 öncesi yapılar, Atatürk caddesi (Eskiden İstasyon Caddesi), Ziya Paşa Caddesi ve çevresinde, günümüzde de şehrin en gözde semtinde, yani arazinin en pahalı olduğu kesiminde yer almaktadır. Bu durum, bu dönemin iki-üç katlı, nitelikli konut yapılarının varlığının, kimi zaman, arazi işgali ve israfı olarak algılanmasına yol açmaktadır. Oysa işgalci gözüyle bakılanlar, toplumun değer yargılarını yansıtan maddi kalıntılar, dönem belgeleridir. Adana gar binasının inşasından sonra, şehir merkezi ile yeni istasyon arasına inşa edilen yeni yolun üzerinde “yeni mahalle kurularak sanki yeni bir kasaba gibi esaslar yapılıp, gayet geniş düz caddeler yapılması”, bölgenin 1917 öncesinde, planlı olarak iskana açıldığını belgelemektedir. Cumhuriyet dönemi ile birlikte, sözkonusu bülgenin yeni Cumhuriyet ideolojisine uygun olarak yapılandığı, kentliye ve dolayısıyle kente ilşkin yeni kamusal görünürlük kodlarının uygulama alanı biçiminde geliştiği görülmektedir. Özellikle 1960 öncesinde inşa edilen yapıların bir kısmı, dönemin mimarlık ve kadın dergilerinde izlenebilen modern yaşamın modern konutları anlayışından daha gelişkindir. Mimari ürün olarak, bütün dönemlerde geçerliliğini kaybetmeyen birer “tasarım” objesi özelliğini taşırlar. Binaların içindeki mekanlara da aynı derecede özenilmiş olduğu, enkazları arasındaki ithal malzeme kalıntılarından anlaşılmaktadır. Ancak, Cumhuriyet döneminde yapılan binaların koruma kapsamına alınıcağı söylentisi, dönem binalarının yok olma sürecine yeni bir ivme kazandırmıştır. Son üç ay içinde 2 bina yıkılmış, doğramaları sökülen biri yıkılmayı beklemektedir.


DERİNKUYU’DA BİR CAMİ ____LEVENT ŞENTÜRK

Yapımına 1965 yılında başlanan ve 1971 yılında tamamlanan bu yapı, heykeltraş Hakkı Atamulu’nun bir yapıtı. DOCOMOMO’nun merkez denebilecek kentlerin dışında yer alan, bir başka deyişle taşradaki modernist, ayrıksı ürünleri gün ışığına çıkarma amacına oldukça iyi yanıt verdiği kolaylıkla söylenebilecek bu yapı, topoğrafyasının benzersizliğiyle tüm dünyaca bilinen Ürgüp, Göreme, Sinasos, Uçhisar, Derinkuyu gibi dinsel-kültürel yörelerde kolay kolay rastlanmayan bir deney. Bu yönüyle, daha çok merkez denebilecek bir kentsel coğrafyanın ürünü olduğu ve merkezde konumlandığı izlenimini uyandırıyor. Keskin hatlı, göğü yırtan kararlı bir eğri çizen işaretsel minaresi, sonradan eklenen hoparlörleri saymazsak, etkisini hemen hiç yitirmeden ayakta durmaktadır. Minarenin tırmandığı parabolle bütünleşen ve planda bakışımlı bir yayla tanımlanan ibadet mekânı kadar, minarenin zeminindeki izdüşümde konumlanan ve giriş saçağının altındaki konik şadırrvan, cephelerde yüksek ve dar şeritler olarak sürekililik kazanan pencereleriyle birlikte, konvansiyonel ve kolaycı minare-avlu-kubbe birleşiminin dışına taşıldığı görülüyor. Bu yalın çözüm, yapının konumlandığı arazinin farklı noktalarında başka başka ve heyecan verici perspektiflerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Avlusunun çimle kaplı zemininde, ağaçların arasında saklanarak varolan musalla taşı, Hristiyan geleneğine yakın bir dış mekân kurgusunu hatırlatmaktadır. Zaten bu izlenimin belki de doğal bir sonucu olarak, caminin uzun süre cemaatsiz kaldığı ve ibadete gelenlerin tereddütüyle yüzyüze geldiği söyleniyor. Yapıya çok yakın olan büyük Ataürk heykeli, taş bloklar kullanılarak yine Atamulu tarafından inşa edilmiş. Bir Mısır tanrısı gibi yükselen bu heykelde de modernist bir yaklaşımın benimsendiğini söylemek yanlış olmaz. Heykelin önünde uzanan aks, bir parkla sonlanıyor ve içinde sanatçının taş heykelleri sergileniyor. Parktaki dikkat çekici bir obje de, Atamulu’nun tasarımı olan çeşme. Küçük bir monolit olan bu taşın yüzeyinde motifler yer alıyor, su bu motifleri izleyerek zemindeki kübik hazneye boşalıyor. Parkın içinde bir yüzme havuzu ve bir gazino da bulnuyor. Kısacası, cami, park, heykeller, havuz ve gazino, küçük bir rekreasyon kompleksi tanımlıyor ve bölgeyi bir vaha dönüştürüyor. Yapının hemen yakınlarında yer alan büyük, kâgir Ermeni Katolik kilisesinin ve girişinde yer alan incelikli, olağandışı güzellikteki çan kulesinin, cami ile diyaloğa girdiğini söylemek belki abartılı olacaktır. Yine de bu yapı, mekânsal atmosferi kuran aslî unsurların başta geleni olarak ayrı bir ilgiyi hak ediyor. Atamulu’nun ilerlemiş yaşı, kendisinden sağlıklı bilgiler ve belgeler almayı güçleştirse de, yerel yöneticilerin de desteğiyle, çevredeki diğer unsurların ele alınması, modernizmin Türkiye’deki açılımları bağlamında güçlü bir örneğin içine gömüldüğü ilgisizlikten kurtulmasına yardımcı olabileceğine beslediğim inancı belirtiyor, DOCOMOMO çalışma grubunun da bu umudu paylaşmasını diliyorum.


MODERNİZMİN ISPARTA’YA YANSIMALARI: ISPARTA OTELİ ÖRNEĞİ ____FEYZA SEZGİN

Modernizmin oluşmasında endüstriyel ve demokratik değişimler öncelikli rol oynar. Geleneksel tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına dayalı durağan bir yapıdan sanayileşmiş, şehirleşmiş, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının geliştiği, dinamik bir yapıya geçiş, modernizm olgusunun ortak özellikleri olarak belirtilebilir. Hakim özellik ise tarıma dayalı toplumsal bir yapıdan sanayiye dayalı toplumsal bir yapıya geçiştir. Modernizm kavramı bir anlamda sanayileşme ve teknolojinin yayılması, toplumsal yaşamda bilginin rolünün artması, ticaretin yayılması yoluyla dünya çapında ekonomik bütünleşmenin oluşması, kırdan kente göç ile zihinsel, kültürel ve yapısal değişikliği ifade etmektedir. Modern mimari anlayışı toplumsal tutumun temelinde genellikle “belirginlik, düzgünlük, saf biçimler, bütünlük, arınmışlık, yalınlık” ifadeleri ile açıklanır. Çünkü Modernizm döneminde, mimarlıkta mekan anlayışında fonksiyon/işlev ön plandadır. Bu durum özellikle sanayi devrimi sonrası dönemin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel koşullarının doğal bir sonucudur. Çünkü sanayileşme süreci boyunca ortaya çıkan ekonomik, sosyal sıkıntıların, konut sorununun, yeni yaşam koşullarının aşılması, bu ilkelerin öngördüğü mimari tutumla olanaklıdır. İki dünya savaşının yarattığı olumsuzluklar sonucunda modernizm Türkiye’de 1930-1950’lerde Isparta gibi Anadolu kentlerinde de 1960-1970’li yıllarda etkisini göstermiştir. Isparta ili özelinde incelendiğinde modern mimarlığın izleri, o dönemlerde tarımsal ekonomiden sanayileşmeye geçiş aşamaları neticesinde, özellikle kamu yapılarında görülmektedir. Bu çalışmada Isparta’da Isparta Oteli ölçeğinde dönemin modernizm anlayışının etkileri incelenecektir. Isparta kenti özelinde modernizmin açılımlarını yansıtan yapılar arasında yer alan Isparta Oteli, 1964 yılında SSK tarafından Terakki Kolektif Şirketi’ne inşa ettirilmiştir. Otel binası kent merkezinde, imar planına göre 379 ada, 12 parsel üzerinde konumlanan, kat adedi bakımından 11 kat ile Isparta’da o döneme kadar uygulanmış en yüksek binadır. Yapının mimari anlayışında dönemin modernist yaklaşımının etkilerinden olan yalınlık ve işlevsellik gözlemlenmektedir. Yapı, konumlanması ve kentteki yeri açısından aynı dönemde farklı kentlerdeki benzer yapılar gibi zeminde parsel alanını tamamen kaplayan bir oturuma sahipken, yükselen blok kısmı bir tesisat katı ile zemindeki katı kütleden kopartılmıştır. Zeminde lobi ve toplantı salonlarının bulunduğu kütle, tamamen şeffaf tasarlanmış olup yükselen yatak katları bloğunda bu dönemin sıkça kullanılan öğelerinden geniş pencere açıklıkları yer almaktadır. Strüktürel açıdan da yapı, betonarme karkas sistemle yapılmış aynı zamanda temelinde betonarme kazık sistemi kullanılmıştır.


ESKİŞEHİR İSTASYON BİNASI ____ OSMAN TUTAL & BERNA ÜSTÜN

Mimari etkinlikler, geçmişten günümüze değin özellikle ülke başkentlerinde başyapıtlar ya da anıtsal tanıklar olarak kentsel mekanda yerlerini almalarına karşın başkent dışında da 20. yüzyıl Türkiye mimarlığına dahil sayısız mimari yapı bulunmaktadır. Bu yüzden, her ne kadar ülkelerin mimarlık tarihi yalnızca başkent merkezli yazılıyor gibi görünse de başkent dışındaki şehirlerin de bir o kadar bilinmeye ve belgelenmeye değer mimari eserlerini ve mimarlığını ülke reel mimarlığına dahil eder. Cumhuriyet döneminde teknoloji düzeyi, hizmet kapasitesi ve özellikle örgütlenme bakımından en büyük gelişmeyi gösteren sektörlerin kentsel mekandaki simgeleri olduğundan ulaşım yapılarının ülke reel mimarlığı içinde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Öyle ki, bu ayrıcalıklı yer 1930’lu yıllarda, ulusal ekonomi politikasının hedeflerini “anayurdu dört baştan demir ağlarla örmek” gibi sloganların ifade edildiği ve iletişim-ulaşım ağlarının milletin yeni teritoryal bilincini temsil etme açısında önemli olduğu bir dönemdir. Hatta, erken Cumhuriyet dönemiyle özdeşleştirilen en önemli devlet teşebbüslerinden biri olan demiryolları, Kemalist inkılabı ülkenin her köşesine taşıyan yollar olarak özellikle simgesel bir statüye sahiptir. Böylece yeni rejimin “ demiryolu siyaseti”, inkılabın hedeflerini gerçekleştirecek bir araç olarak ve rejimin büyük ölçekli milli meselelere nasıl yaklaştığının göstergesi olarak ortaya çıkar. Özellikle 1930’ların başlarında inşa edilmeye başlanan yeni istasyon binaları, demiryollarının ilerici işlevinin en uygun mimari ifadesi olarak, belirgin bir biçimde modernist bir estetiği olan standart tasarımları yansıtır: Sade dikey ve yatay hacimlerle yapılan simetrik, süssüz düzenlemeler, düz çatılar ve geometrik cephe kompozisyonları olan, merkezi devletin taşraya uzanmasını simgeleştiren tekrara dayalı, kolayca tanınabilir modern bir imge olmaktan öteye gitmeyen yapılar. 21 Zilkade 1309 tarihli Sabah Gazetesi’nde “İş bu 1308 senesi Haziranın altıncı Cumartesi gününden itibaren Haydarpaşa’dan Eskişehir’e hareket edecek katarların ilanıdır” şeklinde duyurulan ilk tren seferlerinin başlaması, bir yandan kentin başkentle olan bağlantısını daha ucuz hale getirip hızlandırırken diğer yandan gelecekte demiryolu ile özdeşleşecek bir kentin ticari fonksiyonlarındaki canlanmanın habercisi olur. Demiryolu ağının ulaştığı şehirlerde olduğu gibi Eskişehir’de de hizmet ve prestij yapıları arasındaki yer alan istasyon binası, tren seferlerinin başlamasıyla birlikte kentsel mekandaki değişimin en önemli simgesi olur. Anadolu demiryollarının “merkez-i umumisi” olarak kabul edilen Eskişehir tren istasyonu, bünyesinde Ankara, Konya ve Haydarpaşa’dan gelecek lokomotifler için depo, makinistler için koğuşlar, bilet alım yeri ve “cer atölyesi” olarak bilinen büyük bir fabrikayı da barındırır. Almanlar tarafından inşa edilen istasyon binası daha sonra yıkılır ve yerine yapılacak istasyon binası için Devlet Demiryolları ve Limanları Umum Müdürlüğü tarafından “proje yarışması” düzenlenir. Yeni istasyon binası için jürisinde P. Bonatz, S. Eldem ve E. Onat’ın da bulunduğu yarışma,1950-60 yıllarında mimarlıkta serbest biçimlere çözüm getirme düşüncesini temel almaktadır. 26 projenin katıldığı yarışmanın sonuçlanmasını takip eden yıllarda yeni istasyon binası yapılır ve 2 kasım 1955’de hizmete girer. Eskişehir, Almanya’nın Osmanlı politikasında kullandıkları en temel araç olan Anadolu ve Bağdat demiryollarının önemli kilometre taşlarından biriyken, bu çalışmaya konu olan Eskişehir İstasyon Binası da kentsel mekanda değişimin önemli bir belirleyicisi, kentin önemli bir simgesidir.


MODERNİZMİN YEREL AÇILIMLARI: LEFKOŞA KIZ LİSESİ ÖRNEĞİ ____ TÜRKAN URAZ &HIFSİYE PULHAN PINAR ULUÇAY

Lefkoşa Kız Lisesi*, tarihi kent surları üzerindeki önemli bir giriş noktası olan Girne kapısı karşısında konumlanır. Osmanlı döneminden beri Türk Mezarlığı olarak bilinen bu alan, Kıbrıs Cumhuriyeti bünyesinde varlık gösteren Türk Cemaati’nin kullanacağı çağdaş bir yaşam çevresinin oluşturulması yolunda, eğitim, dinlenme ve kültür amaçlı olarak planlanmış; içindeki mevcut Erkek Lisesinin güneyinde yer alan Lefkoşa Kız Lisesi binası ise 1963 de tamamlanmıştır. Arsayı güney ve batı tarafından çevreleyen geniş yolun, Girne Kapısı ile okul arasındaki bölümü de o zamanlar tören alanı olarak kullanılmaktadır. Güneyde, tarihi şehir surlarına, kuzeyde, Beşparmak Sıradağlarına bakış veren bu alan üzerinde bloklar, doğu–batı ve çoğunlukla da kuzey-güney doğrultusunda konumlanır. İşlevsel farklılaşma ve gereklilikler, blok konumlarını ve morfolojilerini belirler; daha önemlisi bu yolla kentsel bağlama uyum ve iklimsel özelliklere de uygunluk sağlanır. Üç katlı derslik blokları ve yurt bloğu kuzey-güney doğrultusunda uzanır ve tüm derslikler doğu güneşini alırken, özel sınıfların kuzey ışığı alacak şekilde doğu-batı doğrultusunda, ama tek kat üzerine sıralanması dikkat çeker. Bu nedenle, çok katlı derslik blokları yola ve karşılarındaki tarihi sur duvarına dik, özellikle dar ve sağır tutulmuş cepheleri ile ön plana çıkarlarken tek katlıların çok fazla belirginleşmediği gözlenir. Böylelikle, çağdaş bir okul kompleksinin yeni ve heyecanlı yüzü ile tarihi duvarın ağırbaşlı dinginliğinin zedelenmesine izin verilmemiş; tam tersine onun karşısında sakin ve saygılı haliyle konumlanması sağlanmıştır. Sur duvarıyla kurulan bu işbirliği, Girne Kapısı ve önündeki Atatürk heykeli ile birlikte tören alanının mekansal etkisine katkıda bulunur. Bina bütününde, çok katlı derslik bloklarının morfolojisi üzerinde durmaya değerdir: Dersliklerin, koridor boyunca yatayda sıralanması yerine, ikili gruplar halinde ortalarında yer alan merdiven ve kat holleri aracılığıyla düşeyde bağlanması söz konusudur. Uzun bloklar, bu küçük blokların eklemlenmesiyle oluşur. Çok merdivenli ve koridorsuz düzen, dersliklerde pencerelerin karşılıklı açılmasına olanak verir. Doğuya bakan geniş pencerelerin karşısında batı cephesindeki yatay pencereler, hem doğal ışıktan azami yararlanmayı sağlar hem de doğu-batı yönünde esen hakim rüzgara mekan içinden yol verir. Doğu cephesini (bir kısmı şimdilerde tahrip olmuş) yatay ve dikey doğrultuda derin gölgeleme elemanları donatır; bu düzen içinde merdivenler, zeminde tamamen açık bırakılmış, üst katlarda ise hava hareketine izin veren hazır beton kafeslerle perdelenmiştir. Derslik bloklarının zeminle ilişkisi yarı açık toplanma alanları ve servis mekanları aracılığıyla kurulur. Blok aralarındaki güneye açık avlular kış ayları; buna karşılık, yarı boş ve gölgeli blok zeminleri de diğer zamanlar için daha uygundur. Açık ve yarı açık yapısıyla zemin katlar, doğu batı yönünde, merdiven altı geçitlerinin oluşturduğu, yer yer saçaklı sirkülasyon aksları yoluyla bağlanır; bunlar, aynı zamanda rüzgar tüneli olarak görev yapar ve serinlik dağıtırlar. Mekanik bir ısıtma ve havalandırma sisteminin olmadığı bu binalar grubu, Modern Mimarlık dili ve tasarım ilkelerinin, yerel verileri göz ardı etmeyen bir bakışla nasıl dengelenebileceğini ve hatta bunun yerleşim kararlarından, detay çözümüne kadar her düzeyde başarıyla sürdürülebileceğini örnekler.


ESKİŞEHİR HÜKÜMET KONAĞI ____ BERNA ÜSTÜN & OSMAN TUTAL

Şehirleri çağdaş kılma yolunda hayata geçirilen kararlar şehrin oluşumu, gelişimi, yapılanması, şehrin tarihi, kültürü, yaşamı ve insanı üzerinde ne kadar etkili olsa da şehirler karakterlerini şehrin yaşamından, yaşamın binalarından ve binaların mimarilerinden alır. Eskişehir Hükümet Konağı’da yapıldığı dönemden günümüze kadar geçen süreçte kent kimliği açısından önem taşıyan, kente karakterini veren binalardan birisidir. “Hükümet Konağı” kavramı cumhuriyet dönemi öncesinde de var olan bir kavramdır. Bu dönemde “Osmanlı İmparatorluğu” dediğimiz coğrafi mekan aslında eyaletlerden oluşan bir fiziki bütünlüktür. Osmanlı idare sistemi geniş eyaletlere değil, sancaklara dayanır. Sancakların sahip oldukları mekan bugünkü vilayetlerimizdir. Cumhuriyetin ilanı ile merkeziyetçi idare uygulanmaya başlanır ve sancaklar vilayet haline getirilir. Bu idari birimde görev alan sancak beyi, kadı, defterdar ve diğer çalışanların gereksinim duydukları ofis ise çoğu zaman memurların kendi şahsi mülkleri ya da kiralanan “konak” olur. “Hükümet Konağı” deyimi ise bu dönemlerdeki mekansal kullanımdan adını alır. 19. yüzyıla kadar taşralarda ve İstanbul’da bakanlık, hükümet konağı, adliye gibi binalar henüz yoktur. 19.yüzyılın ikinci yarısında, merkeze bağlı devlet yönetiminin dış etmenlerle değişim süreci içinde, merkeze bağlı yerel yönetim örgütlerinde nicelik ve nitelik bakımından değişiklikler yapan 1870 tarihli Vilayetler Kanunu çıkartılır. Böylece vilayet merkezlerine İstanbul’dan gelen devlet memurları yerleştirilir, yeni tanımlanan yönetim işlevlerini barındırması için bir merkez inşa edilir. Bu “yeni merkez” ile kente hükümet konağı, belediye binası, adliye binası, demiryolu ve istasyon binası, gibi yeni öğeler eklenir ve “yeni merkez” yeni hizmetler, bankalar, oteller, dükkanlar için bir çekim alanı oluşturur. 1937-42 yılları arasında Türkiye’de yapılan vilayet ve kaza hükümet konaklarını gösterir bir haritada Eskişehir’de yerini alır. Tasarımı Yük.Mim.Bedri Uçar’a ait olan ve inşaatı Bayındırlık Bakanlığı tarafından kontrol edilen hükümet konağı; yeniden hazırlanmış “kısmi imar planı”na göre yapılır. Kentin belkide en çok nefes alabildiği bir meydan etrafında sıralanan, adliye sarayı, belediye, merkez bankası binalarıyla çevrelenir. Devlet otoritesinin, halka saygı ve bağlılığın ifade edildiği hükümet konaklarının, ciddi ifadeli olmaları, cumhuriyet devrinin kültür seviyesine denk bir mimari nitelikte olmaları genel ilkelerdir. Bu dönem hükümet konaklarının genel tasarımsal özellikleri; merdivenli anıtsal girişlerin özellikle abartılması, iki sütun ve üç aralıklı girişlerin olması, sütunların çatıya kadar uzanmasıyla özetlenebilir. Çatıları genellikle kiremit kaplı ve eğimlidir. Eskişehir Hükümet Konağı’da 1940’lı yıllara ait bu tasarımsal özellikleri taşımaktadır. Güçlü, ciddi, devlet otoritesini yansıtan anıtsal bir anlatımı ile çalışmaya konu olan Eskişehir Hükümet Konağı Binası da kentsel mekanda değişimin önemli bir belirleyicisi, kentin önemli bir simgesi olarak aktarılacaktır.


TAŞRADAKİ MUASIR MERKEZ HALKEVLERİ ____NEŞE GURALLAR YEŞİLKAYA

1932 yılında Cumhuriyet Halk Partisi tarafından açıklan Halkevleri, tek parti döneminin önemli bir eğitim ve kültür kurumudur. Toplumun “mürebbesi” olarak görevlendirilen Halkevleri “telkin ve terbiye” ile halka “doğru tezler” aşılarke, “yeni” sanat ve zevk anlayışınıda binaları ile örneklendirmektedir. Dönemin ifadesi ile “mimari inkişafta rehberlik edecek eserler” halkevi binaları ile yaratılmaktadır. Böylelikle partinin ve dolayısıyle resmi ideolojinin algıladığı şekliyle “modern”, “yerel”, “milli”, “inkılap” mimarisinin örneklerini yurdun dört bir yanında uygulama imkanı bulunmuştur. 1945 yılında Halkevlerinin tamamının yeni banalarda yeralmadığını göz önüne alsak bike, elde edilen bina sayısı ve bu konudaki deneyim oldukça yüksektir. Halkevleri erken cumhuriyet dönemi mimarlık tarihimizdeki bu özel konumu ile dönem mimarisinin yerel açılımlarının analizi için ideal bir labaratuardır. Halkevleri 1950 yılında Demokrat parti iktidarı tarafından kapatılmış, mal varlıklarına el konularak arşivleri de dağıtılmıştır. Bugün merkez kentlerdeki önemli Halkevi binaları işlev değiştirerek kullanılmaktadır. Ancak özellikle taşradaki örnekler hızla yıkılmakta ya da kaderine terk edilmektedir. Erken Cumhuriyet dönemi mimari örneklerimizden önemli bir kesit sunan bu yapıların belgelenmesi yalnızca modern mimarlık tarihi litaratürümüz adına değil, cumhuriyet tarihi ve kültürümüz açısından da önemlidir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.