24 minute read

İnternette Yeni Devrim / Murat Sururi Özbülbül-Ekonomist/Yazar

» Murat Sururi Özbülbül

Ekonomist - Yazar

Advertisement

İNtErNEttE YENİ dEVrİM

internetin yaşamımıza girmesi zaten başlı başına bir devrimdi, 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren yaşamımıza giren internet, iş yapma biçimimizi tamamen ve kökten değiştirmiş tüm üreticilere ve iş insanlarına muazzam genişlikte bir ufuk açmıştı. Telefon hatları üzerinden dialup modemler ile bağlandığımız ilk dönemleri, adsl, fiber ve mobil bağlantılar takip etmişti.

Bugün insanların toplu halde yaşadığı hemen her yerin internete erişimi bulunmaktadır. Çok yakın bir gelecekte ise dünyanın en ücra köşesinden bile son derecede yüksek bir hızla internete bağlanmak mümkün olacaktır.

Uygulamaya konulan proje kapsamında tek bir şirket uzaya birbiri ile iletişim halinde olan ve bir ağ oluşturan 42 bin uydu gönderiyor ve bu uyduları yüksek hızlı interneti yeryüzünün her bir köşesine ulaştırmak üzere tahsis ediyor.

İletişim ve internet sektöründe muazzam bir devrim değil mi?

Bu gerçekleştiği andan itibaren devletlerin internet üzerindeki otoritesi tamamen bitecek ve tüm yerel iletişim sağlayan firmalar da havlu atacak.

Bu devrime imza atan kişi çağımızın Edison’u olarak tanımlanan Elon Musk’tır. Projenin adı ise Starlink’tir.

Starlink Amerikan uydu şirketi SpaceX tarafından uydu interneti erişimi sağlamak üzere inşa edilmekte olan bir uydu ağıdır. Bu uydu ağı, yer istasyonları ile birlikte çalışacak, seri olarak üretilen binlerce küçük uydudan oluşmaktadır.

Bu uydular iyon motorlarının itki gücüyle hareket ediyor, manevra yapıyor, yörüngede yükselip alçalabiliyor. Uydular hizmet süreleri dolduktan sonra da atmosfere girip kendisini yakarak imha edecek.

Ayrıca Starlink uyduları, iyon motorlarında kripton yakıtı kullanan ilk uzay aracı olarak da teknoloji tarihine geçmiş bulunuyor.

Yaklaşık 250 kg ağırlığında ve bir masa ebatlarında olan uydularda güneş panelleri, antenler, kriptonla çalışan iyon motorları dışında yine bu uydular için özel olarak üretilmiş hassas bir navigasyon cihazı da yer alıyor. Bu cihaz sayesinde uydular uzayda konumlarını büyük bir kesinlikle tespit ederek çarpışmalardan kaçınabilecekler.

Bilindiği üzere internet üzerindeki iletişim hızı ışık hızında dahi olsa yüksek irtifa uyduları kullanılınca özellikle hassas robotik cihazları olumsuz yönde etkileyen gecikmeler yaşanmaktaydı. Starlink, ABD’deki internet hizmeti sağlayıcılarının 600 milisaniyeye ulaşan gecikme süresini 25 milisaniyeye indirmeyi amaçlıyor. Bu da en hızlı fiber ağ bağlantılarını yakalayacağı anlamına geliyor.

Yerkürenin her bir noktasına ulaşan erişilebilir, hızlı ve ucuz internet bağlantısı artık bir rüya olmaktan çıkıyor.

Yeryüzündeki internet kullanıcıları bu yüksek hızdaki uydu ağına bağlanmak için yaklaşık 200 dolar değerinde olacağı öngörülen cihazlar kullanacaklar. Elon Musk’a göre bu cihazlar küçük bir pizza kutusu boyutlarında olacak bu terminal alıcılar; evlerde, arabalarda, uçaklarda, teknelerde ve hatta sırt çantalarında bile kullanılabilecek. Dünya’nın çevresini saracak uydular ile nerede olursak olalım, internet ağına bağlanmak mümkün olacak.

Proje şöyle yürüyor; her fırlatmada bu uydulardan 60 tanesi yörüngeye taşınıyor. Bir kapsüle yerleşmiş olan 60 uydu yörüngeye ulaşınca kapsülün dış kapakları açılıyor ve uydular uzaya bırakılıyor. 60 tanesi üst üste bir zincir gibi dizilerek uzayda süzülüyor, sonra bu zincir yörüngede çözülüyor, her bir uydu kendi konumuna yerleşiyor. Tanesi 300.000 dolar olan toplamda 18 milyon dolarlık 60 uydu, 50 milyon dolarlık bir Falcon 9 roketiyle fırlatılıyor ve bu işlem önümüzdeki 10 yıl boyunca her on beş günde bir yapılacak. Proje kapsamında 42 bin uydu uzayda bir ağ oluşturacak.

SpaceX 2030 yılına kadar bu projeye 10 milyar dolarlık bir yatırım yapacak. Çok büyük bir miktar gibi gözüküyor ama önümüzdeki 7 yıl boyunca optik kablo hatları için harcanacak para bunun 15 katı kadar yani, 150 milyar dolar bu durumda aslında yatırımdan çok ciddi manada bir tasarruf da sağlanmış olmaktadır.

Açıkçası hem teknoloji ve hem de toplumsal manada heyecan verici bir proje. Bu teknoloji sayesinde bir özgürlük ortamı olması gereken internet, medya ve sosyal medya üzerinde sansüre hevesli otokrat yöneticilerin hiçbir otoritesi kalmayacak.

Mesela bizim televizyon radyo denetçisi RTÜK ya da BTK gibi kurumlar tamamen işlevsiz kalacak, denetlemekle görevli oldukları medyayı denetleyemez hale gelecekler, otoriteleri sıfırlanacak.

Bu teknolojinin yaşamımıza girmesi demokrasi, özgürlükler ve iletişim açısından son derecede hoş bir gelişme olacak, internet devriminin ikinci fazına girmiş bulunduğumuzu iddia etmek de sanırım yerinde olacaktır.

Elbette bu teknoloji sadece özgürlükleri genişletmekle kalmayacak, bugüne kadar internet insanların iletişimini sağlamaya odaklanmıştı, bundan sonra ise nesnelerin interneti dediğimiz birbiri ile iletişim halinde olan makinelerin dönemi de başlayacak.

Bundan sonra televizyon ve radyo yayıncılığının da büyük ölçüde internet üstüne kayacağını, internet bağlantısının ise uydular ile sağlanacağını öngörmek ise asla bir kehanet olmayacaktır.

GBS İstanbul’da yerleşik; bombeler, basınçlı hava tankları çeşitli LPG depolama tankları, otogaz depolama tankları ve soğutucu gaz tankları üreten bir firmadır.

GBS is a manufacturer of dished heads,compressed air tanks,pressure vessels such as small and large propane storage tanks, autogas filling tanks,transportation tanks and refrigeration tanks in Istanbul.

Ürünlerin detaylarına ve iletişim bilgilerine kısa yoldan ulaşın

"F-35 prOGrAMıNdAN çıkArıLdığıMıZA SEVİNEcEk duruMA GELdİk"

İlhami Keleş

SAhA İStANbUL / Genel Sekreteri

ÖZEL RÖPORTAJ

Murat Alişiroğlu

"saha istanbul, Türkiye'nin savunma, havacılık ve uzay sanayisinde yürüttüğü milli Teknoloji hamlesi’ne en etkin desteği sunan sTk konumunda yer alıyor."

Saha İstanbul Genel Sekreteri İlhami Keleş, "Türkiye'nin en büyük Savunma Sanayii Kümelenmesi SAHA İstanbul, yeni firmaların katılımıyla da büyümeye devam ediyor" dedi. İlhami Keleş, Türkiye'nin savunma sanayinde gösterdiği gelişmeler, Saha İstanbul'un kuruluş yolculuğu ve hedeflerini Air World Türkiye Dergisi'na anlattı. n İlhami bey öncelikle bizi misafir

ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Sizi yakından takip eden birisi olarak uzun dönem kamu görevinden sonra, böylesine önemli bir derneğin yönetiminde ülkemize hizmet ediyorsunuz. Savunma sanayinde sıradışı işlerde sizin isminiz ön plana çıkıyor. Nedir sizi bu yolculuğa çıkartan?

Murat bey öncelikle hoşgeldiniz SAHA İSTANBUL’a. Bu yolculuk vatani bir görev aslında, Ben bu ülkenin çocuklarına güzel ve güvenli bir gelecek bırakmak isteyenlerin yanında kendimce vatani görevime devam ediyorum. n Sıradışı bir görev sizinki

sanırım, ilk nasıl başladı ülkemiz için birşeyler yapma isteği?

Ben SAHA İstanbul’un kurucu Genel Sekreteriyim. Benim SAHA’ya başlamadan önceki safahatım da sıra dışı bir safahat. 1983 yılının temmuz ayında Siirt’te göreve başladım. Bir sene sonra da PKK’nın ilk silahlı eylemi Eruh-Şemdinli baskını oldu. Buna tedbir olarak başlatılan harekâtın Şırnak Sınır Alayı Kışlası'nda kurulan ilk harekât merkezinin (Güneş Harekât Merkezi) ilk plan subayıyım. Tabi o zaman Kara Kuvvetleri olarak biz iç güvenlik harekâtı diye birşey bilmiyoruz, terör nedir, terrörist nedir, gayrinizami harp nedir? Yani bunlar bildiğimiz terimler değildi. Baskın olmuş, geceden alarm verilmiş piyadelere, onlar gitmişler. Sabah içtimasında Tabur Harekat Subayı geldi ve tabura alarm verdi. Tabi alarm diyince herkes birbirine baktı. Alarm! Biz sanıyoruz Irak’a gireceğiz. Biz alarm hazırlıkları ile uğraşıyoruz, bu arada Kurmay başkanının beni aradığını söylediler. Ben teğmenim. Tugay Kurmay Başkanı çok büyük adam. Heyecandan titreyerek açtım telefonu. Bana “bir polis arabası gelecek şırnaka gideceksin. Hızlı hazırlan” dedi. "Emredersiniz" dedim. Fakat "hazırlan" dedi ama neye hazırlanalım, hazırlanmak ne demek? O zaman bir çelik başlık, bir Thomson silah aldım, bir beyaz reno station polis araba geldi. Biz atladık Şırnak'a gidiyoruz. Fakat biz Siirt'ten çıktık Eruh’a gidiyoruz. Siirt ve Eruh arası 50 km öyle çok uzak değil. Bizim geceden alarm verilen iki piyade taburunun birçok reo kamyonu yollarda kalmış kaputları kaldırmışlar. Askerler araçların başında bakım ekibi bekliyor. Kaldıki 15 Ağustos’ta basıldı Eruh/Şemdinli, biz temmuzda kuvvet denetlemesinden çıkmıştık. 80 küsür not almıştık kara kuvvetleri denetlemesinden. Ama gerçek manzara buydu o dönemde. Yanımızda 5 km bile ötesi ile görüşülemeyen 2. Dünya savaşından kalma Amerikan artığı lambalı telsizlerimiz vardı. Şoför kapısında stepnesi takılı ördek Dodge'ler muhabere, ateş idare ve ölçme araçlarımızdı. Botlarımızın miadı 6 aydı ve ayakkabıcı askerler bot tamir eder, askerlerden terzi olanlar terhis olan askerlerin eski elbiselerini pantolon ve dirsek yaması yaparlardı. Bu durumdayken başladık iç güvenlik harekâtına. 25’er kişilik 101 tim köylere dağıldı. Hepsi benim plan subayı olduğum tek harakât merkezinden yönetiliyordu. Başlangıçta Güneş Harekât Merkezi'nin tamamı 1 Komutan, 1 Hrk. Ş. Md. 1 Plan Sb. ve bir Muhabereci Astsubaydan oluşuyordu. Komutan ile Tabur Hareket Subayı sürekli bir yerlere gider bütün timler bana kalırdı. Kimi çatışmaya girer, ikmal helikopteri gider timi bulamaz, tim aç kalır, kimi katırı terörist zanneder sabaha kadar katırı etkisiz hale getirmeye çalışır. (Gece görüş dürbünü sadece Genel Kurmay Özel Hareket timlerinde vardı.) Hergün 24 saatin en az 18 saati çırpınırdık. Şehitler gelir, kazalar olur, baskınlar olur. Bu arada botları parçalanmış askere 6 aylık miadı dolmadı diye bot göndermekten, 5 km ötedeki timi ile görüşmek için telsiz gönderemeyen devlet yöneticileri, “Nasıl olurda koskoca bir tugay 3-5 çapulcunun üstesinden gelemez” diye bize hesap sormaya gelir, “ne kadar beceriksizsiniz” imalı tepeden sorularla brifingimizi dinlerler giderlerdi. Onca imkânsızlıklar içinde hem birliklerimiz hem biz adeta çırpınarak görev ifa etmeye çalışırdık. Aynı dönemde tim komutanı olarak Eruh ve Pervari'nin mezralarında da görev yaptım. Yani Türkiye henüz PKK'yı, terörle mücadeleyi hiç bilmezken benim meslek hayatımın başlangıcı tam bu çırpınışın göbeğine denk geldi. O dönemden başlayarak meslek hayatımın hiç bir döneminde rahat bir görevim olmadı. n Aslında İlhami bey, bu terör

örgütlerini başımıza bela edenler bugün Savunma Sanayimizin edindiği tecrübeye baktıklarında bundan pişmanlık duyabilirler.

Yani Murat bey, başımıza terör belası musallat olmasaydı ve o dönemdeki gibi NATO’nun uysal çocuğu olarak kalsaydık, hala ördek Dodge'lerle Reo'larla idare ediyor olurduk muhtemelen. Herkeste gayet rahattı, arkamızda NATO vardı. Marshall yardımı ile Amerika'dan hibe toplarla, tanklarla tekrar eden, tecrübe edilmiş senaryolarla tatbikatlar, atışlar yapardık. Düşünün! yemek yediğimiz çatalların bile arkasında USA yazıyordu. Bir taraftan terörle mücadele mecburiyeti, diğer taraftan ambargolar bizi milli sistemler geliştirmeye mecbur etti. Her musibetten bir hayır doğarmış. Türkiye’yi tehdit olarak görmesine rağmen bizim gibi bir terör mücadelesi ile ve stratejik ortaklarının hainliği ile muhatap olmadığı için Yunanistan bizim gibi kendi savunma sistemlerini geliştiremedi. Kendi ihtiyaç duyduğumuz sistemleri geliştirdiğimiz gibi aynı zamanda ciddi bir ihracat rakamına da ulaşmış olduk. İhracat rakamlarımız ithalat rakamlarının üzerine çıktı. Kritik sistemlerde bağımlılığımız kalmadı. F-35 programından çıkarıldığımıza sevinecek duruma geldik şükürler olsun. İngiltere Başbakanına “Türkiye konvansiyonel harbin doktrinini değiştirdi.” cümlesini kurdurduk. n Aslında ordunun yokluk

zamanını gördünüz, şahit oldunuz bu duruma.

Aynen, ben iki dönemi de gördüm. Benim ikinci şark görevim ilkinden sadece 11 yıl sonra 1995’te Ağrı’daydı. Ağrı’dan Tunceli’ye geçtik. Ağrı’dan 120 araçla yola çıktık, Tunceli’de Ali Boğazı Operasyonu'na gittik ve orada da kaldık zaten. Ancak bu sefer Kriptolu 4014 Aselsan telsizleri ile çıktık yola, 120 araç Bingöl’de mola verdik. Ordan devam ettik, Tunceli’ye kadar geldik. Bir tane aracımız bile yolda kalmadan. Bahsetiğim o Eruh baskınından sonra sadece 11 yıl geçmişti ve ciddi bir yenilenme olmuştu ordu da.

n TSK'nın ciddi bir mesafe

katetmesini, gerek insan kaynağı açısından gerekse techizat bakımından neye bağlıyorsunuz?

20 yaşında teğmen iken bölgeye gittim, şu an 59 yaşındayım. Ordumuzda bu yaştan aşağıya doğru neslin tamamı o bölgenin çarkından geçti. Oradaki stresi yaşadı, orada doğrudan çatışmalara girdi, ya tepesinden mermi geçti, ya arkadaşı yanında şehit oldu. Diğer taraftan bu şartlara bağlı olarakta silah sistemi ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların milli üretimle karşılanması, daha doğrusu savunma sanayimizin bu hale gelmesinde de; TSK'nın muhattap olduğu güçlükler ve uğradığı hainliklerin çok büyük katkısı oldu. Biz bu kadar hainliğe muhattap olmasaydık, Türkiye bu kadar gelişemezdi. Düşünebiliyormusunuz bu ülkede 15 Temmuz’da darbe girişimi oldu. Darbeden çıkan ordu sadece 40 gün sonra sınır dışı Fırat Kalkanı Harekâtı'nı yaptı ve 20 gün gibi kısa bir sürede zafer kazandı. Kaldıki bir taraftan o darbenin ordu içindeki kalıntıları temizlenmeye devam edilirken, diğer taraftan yurt dışı harekât yapıyor bu ordu. Bunun Dünya’da başka bir örneği yok. Benzeri başka bir ülkede olsa değil 2 ay, 2 yılda kendini toparlayamaz ordu. n Ve ardından SAHA İSTANBUL

geldi.

Evet, aslında bu ana kadar bahsettiklerim işin sahadaki kısmıydı. Bakın Hava Savunma Okulu kurulurken ben kurucu ekibin içine atandım ve okulun ilk Muhabere Elektronik Kurul Başkanı oldum. Henüz Hava Savunma Okulu kurulmadan önce Topçu ve Füze Okulu'na Hava Savunma Sistemi olarak Amerika’dan “FAAD” adında bir sistem alınmış. Testbed, henüz bütün fonsiyonları ile kurulmamış bir sistemdi ve ciddi eksikleri vardı. Muharebede kullanılacak durumda değildi. Bununla ilgili Kara Kuvvetleri Kurmay başkanına sunum yapmam istendi. Yeni atanan Kurmay Başkanına Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndaki bütün projeler arz ediliyordu. Bende 22 dakikalık bir sunum hazırladım. Sunumum; Parasıyla ABD'den alınan bu sistemlerin eksiklikleri tamamlansa bile bunu ihraç eden firmanın Senato’dan izin alırken bu sistemin ilerde ABD veya istemediklerine karşı kullanılmayacağına dair güvence vermesini gerektiriyor. Bunun yoluda bu tip sistemlere arka kapı koymak suretiyle oluyor. Elektronik sistemler çünkü. Bu bir hava savunma erken ikaz ve komuta kontrol sistemi. Oldukça kompleks birşey aslında. Dolyısıyla bu bize satıldığına göre, mutlaka bunun içerisinde arka kapı var. Yani “Biz bunları ABD’ye ragmen kendi milli çıkarlarımız için kullanamayız. Bizim bunlarla değilde kendi milli sistemlerimizle ilerlememiz lazım. Bu hava savunmanın beyin ve sinir sistemi, bu yabancılara emanet edilemez” diye bitirdiğim bir sunum oldu. Yani orada ben şunu söylemiş oldum; kaldırıp bunları çöpe atalım, biz bunları milli yapalım. Tabi detayı çok uzun girmeyeyim fakat kabül gördü bu tezim. Bunun için Aselsan liderliğinde, Havelsan, STM, Aydın Yazılım ve Tübitak Bilgem’den oluşan bir konsorsyum kuruldu. O günden sonra ne gecem kaldı ne gündüzüm. Gerçektende Amerikalılar’ınkini kaldırıp çöpe atmak zorunda kaldık, hiçbir şeyinden faydalanamadık, radarlar hariç. Geceli gündüzlü sıfırdan ama herşeyi sıfırdan özgün olarak tasarladık. Aselsan, çokta güzel bir ekip oluşturdu. Konsorsyumda diğer ortaklardan kaynaklanan sıkıntıları da Aselsan gögüsledi. Günün sonunda bir yere kadar geldik ve bir yerde para bitti. Çünkü proje sıfırdan olduğu için öngöremediğimiz şeyler oldu. Aselsan orayı takviye etti. Bir yere kadar geldik bu seferde zaman bitti. Aslında proje tam tamamlanmadı ama sona iyice yaklaştı. Yani inandığımız davada tünelin ucu gözükmüştü. Bu seferde ben insiyatif aldım. Bu ülkenin kendine özgün bir sistemi tam bitmeden onayı vererek süre sıkıntısını aştık. Şu anda 5.versiyon geçti ve 6.versiyon envantere girmek üzere. NATO'da 12 ülkede var o sistemden. Konsepti en gelişmiş sistem bizim sistemimiz. Böyle bir milli sistem çıktı ortaya. Bunun arkasından rahat durmadım yine, bu sefer o radarlar. Madem sistemi milli yaptık, sistem de kullanılan radarlar da milli olmak zorundadır diye çalışmalara başladık ve Kalkan Radarları böyle ortaya çıktı. Onun da uzun ve ibretlik bir hikayesi var aslında. Tüm bu sefahatimi bildiği için SAHA İstanbul kurulurken Sanayi Bakan Yardımcımız Hasan Büyükdede, buraya Genel Sekreter olmam için davet etti ve ilk Genel Kurulda oluşan Yönetim Kurulunu’nun ilk toplantısında Kurucu Genel Sekreter olarak görevlendirildim. n SAHA İSTANBUL'un

kuruluşunda ya da fikir aşamasında var mıydınız?

Aslında fikir aşamasında ben

yoktum işin içinde. Cumhurbaşkanı TÜSİAD’ta bir babayiğit istiyorum diyince İTO'daki sanayiciler Sanayi İhtisas Komitesi'nde “Biz vaktiyle uçak yapmıştık, gelin biz uçağa yani havacılığa yönelelim” değerlendirmesi yapılmış. Türk Hava Yolları Teknik’i de katmışlar işin içine. Aslında başlangıçta şehirlerarası uçak üretmek için kurulan bir kümelenme. Daha sonra Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir hocamızın; “Siz buraya savunmayı da katın, sadece havacılıkta kalmayın” telkinleri oldu. SAHA'nın SA'sını Savunma Sanayi Başkanımız Sayın Prof. Dr. İsmail Demir hocam ekledi aslında. Sadece Havacılık iken Savunma da eklenince SAHA oldu. 21 firma ile 6 gerçek kişi üye ile başladık. Başlangıçta Kuzey Marmara diye kurulduk, Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli gibi, şu an 27 şehirde varız. n SAHA İstanbul üye sayısı

bakımından bir çok derneğin önünde. Baktığımızda basınçlı hava sektöründen de üyeler var fakat az.

Doğru, basınçlı hava sektöründen Alkın bizim üyemiz, Dalgakıran bizim üyemiz, SMS-TORK bizim üyemiz. n Peki diğer sektör firmalarımız

nasıl üye olacak, neler yapmaları gerekiyor?

Murat bey, bizim bir web sayfamız var, sayfamıza girdiklerinde üyelik için on-line başvuruda bulunabiliyorlar. Orada bir takım sorular soruluyor. O soruların geri planında çalışan bir algoritma var. Puanlıyor firmayı, belli bir eşik değeri var. O eşik değeri aşan bir firmaysa devam ettiriyor sorulara. Eğer o eşik değer aşılamıyorsa “üye alamıyoruz” diye mesaj çıkıyor ve devam edilemiyor. Orada bir takım millilik kriterleri var. Eskiden %51%49'du bizim millilik oranımız, onu %55'e çıkarttık mesela. Sırf yerli firma kriterini getirmek için %51-%49 hülle firmalar çıkmaya başlayınca yerlilik kriterini %55'e çektik. n Azerbeycan ve Ermenistan

arasındaki Karabağ Savaşı'nın kazananlarından birisi de Türk Savunma Sanayi oldu değil mi?

Savunma sanayi ürünlerinin muhattapları devletlerdir. Ama savunma sistemleri üretilirken gerekli olan sanayi ürünlerinin yani ham madde, ara ürün, alt sistem ve sistemlerin muhattapları ise firmalardır. Bir ara mamül satarsınız, hammadde satarsınız, savunma sanayi için bunlar tamam, bunları firmadan firmaya satabilirsiniz. Fakat ortaya nihai bir ürün çıkartmışsanız, silahtı, sistemdi bir şey çıkartmışsanız mutlaka devletlerin kontrolünde bunlar gerçekleşir. Burada da Karabağ zaferinde bizim insansız sistemlerin etkileri çok belirleyici oldu ve hatta ben Azerbeycan savunma bakanının telegram gurubundayım canlı canlı herşeyi izledik. Sürekli videolar atıldı oraya. Orada pirincin içinden taş ayıklar gibi nokta atışlar yapıldı. Roket sistemlerini, tanklarını, Rus Hava Savunma Sistemleri'ni teker teker ayıkladılar yani. Çok net bir başarı vardı orda. Bunu bütün dünyada gördü. Geri dönüşleri de oluyor tabiki. n Peki TCG Anadolu gemimiz için

sonradan bir değişiklik söz konusu. Gemi F35’ler verilmeyince ve bu net başarıların akabinde SİHA ve İHA'lar için dizayn edildi deniyor. Doğru mu?

Aslında o üzerinde çalışılan ve düşünülen bir şeydi. Yani Karabağ’dan sonra geliştirilen bir şey değil. TCG Anadolu Gemisi'nde sadece helikopterlerin konaklaması israf olur fikri zaten işin başından beri var olan bir görüştü. Burada bu F35’lerin dikey inişli versiyonlarının orda kullanılabileceği vaktiyle hesap edilmişti ama F35‘ler devre dışı kalınca bu sefer milli muharip uçak (MMU) içinde şu aşamada dik iniş kalkış öngörülmediği için bunlara en adapte edilebilecek olanlar insansız sistemlerdi. Dolayısıyla o zaten gündeme girmiş olan birşeydi. n Bu F35’ lerde de bir belirsizlik

söz konusu, İngiltere’nin 90 adet F35 alımını durdurduğu açıklandı. Türk Savunma Sanayisi'ni ve üyelerinizi nasıl etkiler?

Murat bey, F35’lerin sonu Concord’un sonuna benzeyecek muhtemelen. Yani Türkiye’nin F35 projesinin dışında kalması ve F35’ler için yatırım yapmaması bir kaç açıdan çok kıymetli. Öncelikle; Türkiye bir Kanada gibi veya herhangi Avrupa ülkesi gibi yada Amerika ile aynı tehditi aynı şekilde algılayan bir ülke değil. Bizim bakış açımız ile onların bakış açıları arasında farklılıklar var. Ayrıca çıkar çatışmaları var. Onların oyun alanı olarak gördüğü coğrafyaların bir kısmı bize ait coğrafya. Durum böyleyken F35’lerin F16’ların yerine geçerek ana muharebe uçağı olması çok rahat verilecek bir karar değil. Çünkü bunlar çok akıllı sistemler, her bir ünitesine dışardan nüfus edilebilinir alt sistemden oluşuyor. Elektronik sistemler ne kadar yoğunsa bir sistemde o kadar erişilebilir, yönetilebilinir veya müdahele edilebilinir bir hale geliyor. Bu bahsettiğimiz sistemler size ait değilse o uçakta size ait değil. Bu işin bir yönü, diğer yönü ise çok pahalı bir sistem. Bir tane uçak alıyorsunuz, sanırım 5 yılda onun bakım, onarım ve idame masrafları yeni bir uçak parasına geliyor. Ömür devir süreleri olan 40 yıl içerisinde 8 bakım. Yani 8 defa aynı uçağı satın almış oluyorsunuz. Bunun Türk savunma sanayiye yükleyeceği yükü düşünün. Buraya akan kaynaklarımız nedeniyle diğer tarafta fonlanamayacak milli sistemleri bir düşünün. Mesela şimdi 2030 yılında ABD’nin taarruzi hava gücünün %65’lik kısmı insansız olacak. Bu öngörülemeyen giderler aslında ABD içinde sorun olmaya başladı. Şimdi ABD Senatosu F35’lerin ABD ekonomisine getireceği yükü sorguluyor. Sadece ABD'de değil İngiltere ve diğer proje ortakları da sorguluyor. Çünkü buraya akan kaynaklar öbür tarafın yani insansız sistemlerin hızlı gelişimine engel oluyor. İnsansız sistemlerin insanlı sistemlere göre çok büyük avantajları var. Herşeyden önce uçan o cismin içinde insan yok. Ne manevra yaparken 9G’nin üzerine çıkamama

"saha isTanbul olarak 2021 yılında yoğun bir çalışma Takvimimiz olacak. pandemi dolayısıyla 2021 yılına erTelediğimiz saha eXpo Fuarı’nı 10-13 kasım 2021 Tarihleri isTanbul Fuar merkezi 5, 6 ve 7. salonlarda Fiziki olarak GerçekleşTireceğiz.'

derdin var, ne uyku derdin var, ne insani hata derdin var, ne dikkat dağınıklığı derdin var, vs. Bunların hiçbiri yok. Diğer taraftan, bugün pilot yetiştirmek başka birşeydir, savaş pilotu yetiştirmek bambaşka birşeydir. Mesela biz hava harp okulundan çıkan pilot adayını Çiğli'de yetiştirir pilot yaparız. Fakat savaş pilotu olması için Konya’da çok uzun yorucu ve maliyetli eğitimler gerekir. Yetişmiş bir savaş pilotunun nerden baksanız 3000 saat uçuşa ihtiyacı var. Bunun maliyetini düşünün. Diğer taraftan bütün bu masraflardan azade bir sistem gelişiyor artık. Burada F35 projesinin dışında kalmamız bu ülkenin çok hayrına olmuştur ve biz şu anda insansız sistemlerde dünyayı yakalamış durumdayız. n Bu durumda insansız uçak

kaldırmanın maliyeti düşük olduğuna göre, karşı tarafta bu sistem yoksa ciddi zarar veriyoruz, doğru mu anladık?

Deniz kuvvetlerinde de insansız hava araçları kullanılmaya başlayalı Yunanistan ciddi sıkıntıya girdi mesela. Bizim insansızlarımıza karşı insanlı uçak kaldırmaları ekonomik anlamda sıkıntı vermeye başladı. Biz burdan insansız bir uçak kaldırdığımızda 24 saat veya 48 saat indirmiyoruz. Onlarda buna karşılık insanlı uçak kaldırıyor. Bunu F16 ile yapmak, maliyetlerini karşılamak kolay birşey değil. O yetmezmiş gibi birde deniz su üstü insansız sistemler çıkmaya başladı şimdi. Yarın su altı insansız sistemler çıkmaya başlayacak. n SAHA İSTANBUL bildiğimiz

kadarıyla sadece sektörel bazda değil tüm sektörler ele alındığında Türkiye’nin en büyük kümelenmesi oldu. Üye sayısı olarak son durum nedir?

Evet Murat bey, Türkiye'nin en büyük Savunma Sanayii Kümelenmesi SAHA İstanbul, yeni firmaların katılımıyla da büyümeye devam ediyor. Ocak ayında yapılan son yönetim kurulu toplantısında üyelik için başvuru yapan firmaların SAHA İstanbul'a katılım başvurularının onaylanmasıyla SAHA İstanbul’a üye firma sayısı 607'ye yükseldi.

Kamu-sanayi-üniversite ekosistemini başarıyla hayat geçiren SAHA İstanbul, savunma sanayinin millileşmesinde etkin bir rol üstleniyor. ASELSAN, ROKETSAN, HAVELSAN, BAYKAR, BMC, TÜMOSAN, MKEK, THY Teknik, STM ve ASFAT gibi sektörün öncü firmalarını da bünyesinde barındıran SAHA İstanbul, Türkiye'nin savunma, havacılık ve uzay sanayisinde yürüttüğü Milli Teknoloji Hamlesi’ne en etkin desteği sunan STK konumunda yer alıyor. n 2021 ile ilgili hedefleriniz

nelerdir? Savunma Sanayide Yerlilik Çalışmaları Devam Edecek mi?

Yaklaşık 20 yıldır sürdürülen ve artık Türkiye olarak sonuçlarını somut olarak görmeye başladığımız Milli Teknoloji Hamlesi’ne elbette 2021 yılında da yoğun bir şekilde devam edilecek. Türkiye’nin savunma sanayinde yerlilik oranın %20’lerden %70’lere ulaştı. Ancak bundan sonraki süreçte yüksek teknolojinin hâkim olduğu çok daha stratejik ürünlerde, sistemlerde yerli ve milli üretime geçiş devam edecek. “2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı” kapsamında yapılacak çalışmalarla savunma sanayisindeki yerlilik oranının yüzde 71'e, savunma ve havacılık yurt dışı satış gelirlerinin 6,2 milyar dolara, savunma ve havacılık sanayisi cirosunun 19,7 milyar dolara ve istihdamının 81,5 bine ulaşması hedefleniyor. Bu yönüyle, geçmişten bugüne Türkiye sanayisinin lokomotifi olan Savunma Sanayii, bu görevine 2021 yılında da başarısını arttırarak devam edecektir.

SAHA İstanbul olarak 2021 yılında yoğun bir çalışma takvimimiz olacak. Pandemi dolayısıyla 2021 yılına ertelediğimiz SAHA EXPO Fuarı’nı 10-13 Kasım 2021 tarihleri İstanbul Fuar Merkezi 5, 6 ve 7. Salonlarda fiziki olarak gerçekleştireceğiz. 2021 yılı içinde eğer pandemi koşulları izin verirse yine yurt dışı alım heyetleri ve ticaret heyetleri ile görüşme faaliyetlerimiz olacak. Her bir komite bünyesinde oluşturduğumuz UR-GE’lerle firmaların ihracatlarını geliştirmelerine yönelik çalışmalarımız devam ediyor olacak.

Bahar döneminde yeni MBA programlarımızı başlatmış olacağız. Yine meslek iç eğitim ve kurs faaliyetleri devam edeceğiz. Milli Havacılık Endüstrisi Platformu (MİHENK) kapsamında Avrupa Havacılık Kalite Grubu (EAQG) denetimleri olacak.

Ana yüklenici firmalarla yüklenicisi firmaların bir araya getirildiği etkinlikler veya doğrudan proje bazlı tedarikçi görüşmeleri yapıyor olacağız. n Son sorum SAHA EXPO 2021

ile ilgili olacak. İlhami bey SAHA EXPO 2021 tam olarak ne zaman ve nerede yapılacak? Hangi kurumlar ve şirketler destek verecek fuarınıza?

SAHA EXPO Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayi Fuarı 10-13 Kasım 2021 tarihlerinde İstanbul Fuar Merkezinde düzenlenecek. SAHA EXPO Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayi Fuarı; Savunma Sanayii Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı katılım ve destekleriyle düzenlenen, Türkiye’nin yerli üretim potansiyelindeki artışın ve bağımsız üretim gücünün sergilendiği uluslararası bir platformdur. Yüksek teknolojiye sahip ürünlerin sergilendiği SAHA EXPO’da savunma, havacılık, denizcilik ve uzay sanayinde stratejik öneme sahip pek çok ürün ilk kez tanıtılacak. n İlhami bey bu kadar yoğun

temponuz arasında, içten, samimi ve detaylı cevaplarınız için şahsınıza okurlarımız adına teşekkür ediyorum.

Murat bey, sizleri gerek derginizle gerekse sosyal medyadan yapmış olduğunuz yoğun çalışmalarınızla takip ediyoruz. AIR WORLD TÜRKİYE’nin sektörel bir dergi olarak yarattığı farkındalığın tüm firmalarca saygı duyulan bir mücadeleye dönüşmesini hep beraber izliyoruz. Bu vesile ile AIR WORLD TÜRKİYE dergisine ve okurlarına teşekkür ediyorum.

GEMİ VE DENİZALtILARDA NO-MANYEtİk HAVA kOMprESÖrLErİ

MuAZZEZ küL

ar-Ge merkezi uzmanı alkın kompresör

dünya, insan ve hayvanların günlük yaşamları üzerinde ölçülemeyen karmaşık etkiler üreten önemli bir manyetik alana sahiptir. dünyanın manyetik alanı, özellikle aşırı ısıya sahip erimiş metaller içeren çekirdek yapısından kaynaklanır. erimiş metaller birbirleriyle elektriksel temas halinde olduklarından aralarında akım oluşturur ve manyetik bir alan (manyetosfer) yaratır.

resim 1. ıı. dünya Savaşı Esnasında kullanılan İlk Alman Manyetik Mayını

Manyetik alan, teknik olarak manyetik bir cismin (mıknatısın) içindeki ve etrafındaki boşlukta manyetik kuvvetin nasıl dağıldığını tarif etmek için kullandığımız bir terimdir. Mıknatısın çevresinde oluşan çizgilere mıknatısın o bölgede oluşturduğu manyetik alan çizgileri denir. Dünyamızın manyetik alanı bizi güneş ve diğer yıldızlardan gelen zararlı ışınımlardan korurken gemi ve denizaltılarda tespit edilebilir düzensizliklere sebebiyet verebilir. Manyetik iz olarak adlandırılan bu düzensizlikler, gemiyi düşman savunma sistemlerine karşı savunmasız hale getirir. Bu nedenle özellikle savunma sanayii alanında geçtiğimiz yüzyıl içerisinde birçok çalışma, dünya’nın denizde oluşan manyetik distorsiyon seviyelerini azaltarak bir gemi ya da denizaltı’nın tespit edilebilirliğini azaltmak amacıyla manyetik imzayı azaltmaya odaklanmıştır.

Bir denizaltının, yeryüzü manyetik alanı ile etkileşime girerek kendi çevresindeki doğal manyetik alan üzerinde sebep olduğu yerel değişimler manyetik sapma olarak adlandırılır. Manyetik sapmanın etkileri ilk olarak gemi ve denizaltıların çelikten inşa edilmesiyle başlamış ve kendilerine has göreceli kuvvetli manyetik alanlara sahip olarak seyir yapar hala gelmişlerdir. 1943 yılında başlayan II. Dünya Savaşı’na kadar da manyetik alanın göze batan tek etkisi sadece gemi pusulaları üzerinde oluşturduğu sapmalar olarak görülmüş ve sadece bu durumun düzeltilmesi üzerine çalışmalara ağırlık verilmiştir. Fakat 1943 yılında II. Dünya Savaşı’nın başladığı dönemde teknoloji alanındaki gelişmeler manyetik alan etkilerinden yararlanmaya yönelik çalışmalara hız kazandırmıştır. Alman bilim adamları II. Dünya Savaşı esnasında fizik bilimi temel alınarak geliştirdikleri demirleme cihazlarına bağlı, ucuz ve oldukça etkili bir silah olan manyetik mayınları tanıtmışlardır (Resim 1). Deniz mayınları, etraflarındaki manyetik alan bozulduğunda tetiklenecek şekilde tasarlanmıştır. Tetiklenme, gemiler veya denizaltılar şeklindeki büyük miktarlarda ferromanyetik yapılar yukarıdan geçtiğinde meydana gelir. Savunma sanayii alanında yadsınamayacak bir tehdit unsuru olan bu konuyla ilgili olarak II. Dünya Savaşı sırasında Washington tarafından Moskova’ya gönderilmiş istihbarat raporları ve belgeler bulunmaktadır (Resim 2).

Bu belgelerden de anlaşıldığı üzere Almanya tarafından geliştirilen bu teknolojinin oluşturduğu tehdide karşılık ABD tarafından da çeşitli önemler alınması yönünde çalışmalar başlamıştır. Bu çalışmaların başında da gemi ve denizaltıların manyetik izlerinin azaltılması ve hatta mümkünse ortadan kaldırılması gelmektedir. Çünkü deniz mayınları, bu manyetik alanı algılayıp tetikleme mekanizmasını çalıştırarak, gemiye büyük ölçüde zararlar verebilmektedir. Manyetik iz, bilimsel olarak bir gemi ya da denizaltının hareketi sırasında anlık olarak yaratmış olduğu 3 boyutlu ve güçlü manyetik alan olarak düşünülmektedir ve teknik olarak bir geminin manyetik izinin tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu bilgiler ışığında manyetik iz şiddetinin uygun yöntemler kullanılarak ciddi seviyede zayıflatılması ve böylece manyetik mayınların tespit edemeyeceği düzeye indirilebilmesi gereklidir.

Bu alanda öncü kabul edilen Anglo-Amerikan milletinin temelini atmış olduğu gemi ve denizaltıların manyetik izlerinin azaltılmasına yönelik yöntemler günümüzde halen kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin başında gemiler üzerine sabit olarak yerleştirilen bakır esaslı kangallar ve istendiği zaman çalıştırılabilen aktif manyetik iz bastırma donanımları gelmektedir.

Bu tedbirlere ilave, ağırlıklı olarak hava araçları tarafından geniş deniz sahalarının hızlı bir şekilde

resim 2. Alman Manyetik Mayınları ve Akustik torpilleri Hakkındaki Örnek İstihbarat raporu

resim 3. tcG Büyükada (Hayalet Savaş Gemisi) Gemisi F-512 resim 4: Alkın kompresör No-Manyetik Yüksek Basınç Hava kompresörü

taranabilmesi amacıyla kullanılan Manyetik Sapma Algılayıcı (MASA) donanımlarının mevcut tespit yöntemlerine karşı koyabilmek için günümüz denizaltılarında kullanılan üç temel çözüm yer almaktadır.

Derin Dalış: Derinlik artışıyla manyetik sinyal zayıflar. Derin dalış yeteneği denizaltının tasarımına ve kullanılan mukavim tekne malzemesinin niteliklerine doğrudan bağlıdır ve bu yöntem sığ su hareketleri söz konusu olduğunda kullanılamaz.

Manyetik İz Bastırma: Günümüz ihtiyaçları açısından denizaltıların üzerinde aktif manyetik iz bastırma donanımları taşımaları artık vazgeçilemez bir ihtiyaç olarak kabul edilmektedir. Bu alanda yapılan Süperiletken temelli ilk manyetik iz bastırma sistemi 2008'da Arleigh Burke Sınıfı bir muhrip olan Higgins (DDG-76) üzerine yerleştirilmiştir.

No-manyetik Malzeme: En etkin çözüm gemi veya denizaltıyı tamamen manyetik alandan en az etkilenen no-manyetik malzeme(ler), ekipmanlar kullanarak inşa etmektir. Kullanılabilecek no-manyetik malzemelerinin başında bakır ve alüminyum gibi metallerle, cam ve plastik gibi malzemeler gelmektedir. Günümüzde bu teknolojiye hâkim durumda olup kullanmakta olan tek ülke Almanya'dır. Tip 212 sınıfı denizaltılar bu tür malzemeler ile inşa edilmektedir.

Ülkemizde manyetik iz bastırma yöntemi ve no-manyetik malzemeler kullanılmasına dair ilk çalışmalar MİLLİ GEMİ (MİLGEM) PROJESİ kapsamında TÜBİTAK tarafından başlatılmıştır. MİLGEM kapsamında yapılan TCG BÜYÜKADA (Resim 3) gemisinin diğer adıyla hayalet geminin en büyük özelliği radarların tespit edememesidir. Çalışma kapsamında bu durumun sağlanabilmesi için akustik izi azaltmak üzere her cihazın altına "şok bant" denilen sistemler eklenmiştir. Bu şok bantları herhangi bir titreşimden dolayı oluşacak sesin aşağıya gönderilmesini engelleyerek gemilerin denizaltılar tarafından tespit edilmemelerini sağlamaktadır.

Aynı zamanda TÜBİTAK tarafından geliştirilen “degaussing” sistemi ile TCG BÜYÜKADA gemisinin manyetik iz şiddeti en aza indirilerek manyetik olarak bir eko yaymasının önüne geçilmiştir. Geminin infrared olarak görünmemesini sağlamak üzere bazı sistemler yapılmış ve bunun için ısı geçirmeyen izolasyon malzemeleri kullanılmıştır.

Ayrıca denizaltılar, mayın avlama gemileri ve savaş gemileri gibi yüksek güvenlik içeren askeri gemilerin yapım aşamasında kullanılan malzemeler ve teknik ekipmanlar da diğer gemilere göre farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların başında da gemi sevk ve idaresinde köprü üstü, makine dairesi ve yük operasyonlarında kullanılan makine, malzeme ve ekipmanların no-manyetik özelliklere sahip olması gelmektedir. Bu gemilerin inşasında manyetik sensörlü mayınlar tarafından tespit edilmeyi zorlaştırması ve riski düşürmesi maksadıyla, no-manyetik çelik, kompozit, ahşap malzemelerin kullanılması ya da kullanılacak makine ekipmanlarının bu şartlara uygun olarak tasarlanması istenmektedir. Bu sistemlerin en başında da gemi ve denizaltılarda ana makineye ve jeneratöre start verilmesi, servis ve solunum havası ihtiyacının karşılanması gibi uygulamalar için tedarik edilen basınçlı hava sistemleri yani hava kompresörleri gelmektedir.

Ülkemizde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı envanterinde kayıtlı Engin ve Aydın sınıfı olmak üzere toplam 11 adet mayın avlama gemisi bulunmaktadır. Burada bahsedilen her iki sınıfında ortak özelliği kullanılan malzemeler bakımından özgün olarak tasarlanmış olması ve kullanılan makine ekipmanlarının da bu standartları sağlamış olmasıdır. Örneğin mayın avlama gemilerimizde kullanılmak üzere seçilen hava kompresörleri bu standartlara uygun olarak yerli teknolojiler kullanılarak üretilen ve no-manyetik özelliklere sahip olarak özel tasarlanmış no-manyetik yüksek basınç hava kompresörleridir (Resim 4).

This article is from: