efe elmastaş
çizimler
yiğit gönlügür emrah ersan
elif şeyda doğan
nokta, virgül
kara duvar
yardım, basım, dağıtım artık ne olursa bizimle bağlantıya geç. FANKİTini bas! fanzinapartmani@gmail.com
FANKİT HAREKETİ -Şu coşkun deniz ne zaman durulur?
-Durulacağı zaman.
Hikâyeler bitmez. Bir anlatıcının kulağınıza fısıldadığı o öyküleri kastediyorum. Kalabalık, kaldırımlar boyu akarken sizi yazmaya iten, hayat bağlarınızı koparırcasına dış dünyayla ilişiğinizi kesen o kuvvetli zamanlardan… Sayfalar boyu yazarsınız ve paylaşma isteği dayanılmaz bir hal alır. Cümlelerinizde karakterin sözleri, bulunduğunuz mekânlarda soyut siluetiyle karşılaşırsınız. ….ve onu yaşatmak istersiniz. İşte FANKİT hareketi böyle bir nüvenin meyvesidir. Özgür bir yayın kafasının, her şeye rağmen basma inadının eseridir. Bırakın yayınevleri, çok satan yazarlarını ve reklamlar olmadan beş para etmeyen kitaplarını yayımlayadursun. Kitapevleri vitrinlerini best seller kitaplar doldursun. Bizler kendi yolumuzdan yürüyelim. Frankenstein veya Pinokyo fark etmez. Caddelere fırlatalım, elden ele dağılalım. Meraklı gözlerin önlerine sererek metinlerimize can verelim. BU SESİ DUY YAZAN KİŞİ! Elin beyaz kâğıtlara bulaşsın. Cümlelerin sokağa karışsın. Ne olursa olsun BAS! FANZİN APARTMANI 1
bu boktan dĂźnyaya dipnotum olsun. e.e:
2
1
B
ayan Klavdiya, televizyonun sesini kısıp koltuktan doğruldu, tüm dikkatini kapıya verdi. Bir süre boş sessizliği dinledi. Tak tak tak! Kapının arkasındaki konuştu: “Bayan Klavdiya, kapıyı açın! Ulusal Güvenlik!” Elleri titremeye başladı. Telaşla terliklerini aradı, tekini bulamadan bastonunu kavrayıp kapıya doğru ilerledi. Hissetmediği tabanlarına rağmen hızlı adım atıyordu. “Bir Ulusal Muhafız’ın benimle ne işi olur?” diye aklından geçirdi. Bu karşılaşma, onun için ilkti. Kilitleri teker teker açarken kapı ardında onu bekleyenlerin kalabalık olduğunu sezdi. Sırtından soğuk terler akıyordu. Karşısında üniformalı iki Ulusal Muhafız ve üç takım elbiseli kişi duruyordu; ikisi kadındı. Çatık kaşları, gülümseyen ağızları vardı. - Buyurun, ne istemiştiniz? - Jeleznova Klavdiya Vasilyevna? - Evet, benim. - Merhabalar efendim, ben Ekoloji Savunma Bakanlığı’ndan Snijana Kovalyova, bu arkadaşlar ise Adalet ve Sağlık Bakanlığı’ndan... Müsait misiniz? İçeri girmemiz mümkün müdür? Bayan Klavdiya’nın heyecanı daha da artmıştı, aceleci tavırlarla gelenleri içeri aldı, Ulusal Muhafızlar kapıda bekledi. Misafirlerine bir şeyler hazırlamak istedi. Israrla geri çevirdiler. Adalet Bakanlığı’ndan gelen memur durmadan terliyordu.
4
Snijana, evin içinde dolandı. Resimlere baktı, bibloların bu küçük evde yarattığı ahengi seyretti. Bir ara Sağlık Bakanlığı memuruyla göz göze geldiler, yavaşça kafasını öne eğdi. - Bayan Klavdiya, yalnız mı yaşıyorsunuz? - Eşim öldüğünden beri, evet. Gelecek ay, on beş sene olacak. İnanın, yıllar nasıl geçti anlayamadım. Adalet Bakanlığı memuru: -Resmi kayıtlara bakıldığında herhangi bir çocuğunuz veya varisiniz olmadığı, eşinizin emekli maaşını aldığınız belirtiliyor. Bu doğru mu? -Eşimin bir rahatsızlığı vardı ve bu sebeple Tanrı bize çocuk vermedi. Kardeşlerimin çocuklarıyla avundum yıllarca ama artık onlar da kocaman oldular, hatırlanmak için fazla yaşlandım. Snijina, çantasından bir kâğıt çıkardı, gözleriyle taradı ve sordu “Guidestones Uzlaşması’ndan haberiniz var mı?” Göz bebekleri irileşti, sonra yüzünü bir gülümseme aldı. - Evet evet! Hani şu, devletlerarasında imzalanan, dünyayı korumak adına yapılacak şeyler… Güzel şeyler bunlar tabii. Ortalık savaş zamanlarına döndü, iklimler bozuldu. Zehirli gazlardan dolayı akşam belli bir saatten sonra sokağa bile çıkmak yasak. Nice evsiz, kaldırımlarda öldü, ziyan oldu insancıklar. Gelenler sallanan başlarıyla yaşlı kadının sözlerini onayladılar. Sağlık Bakanlığı memuru devam etti: -Sizin de bildiğiniz gibi; yaşamamız için gerekli olan ekolojik sistem tehdit altında ve bu durum türümüzü dünya üzerimden silebilir. Önde gelen ülkeler, emisyon salınımını engellemek adına çok ciddi önlemler aldılar ve meydana gelen ekonomik krizlerin önüne geçmeye çalışıyorlar. Üçüncü dünya ülkelerinde nicedir var olan kıtlık, artık ülkemizin sınırlarına
5
kadar dayandı. Halkın paniğe kapılmaması için haberlere bile sansür uygulanır oldu. Artık yaşam, gezegenimizde gittikçe güçleşiyor. Adalet Bakanlığı memuru: -Bu durum, özellikle mevcut hukuk sisteminin sarsılmasına, bilinen devlet yapısının sorgulanmasına sebep oluyor. Güney Amerika’dan izlediğimiz yağma videoları, Afrika’daki insan yeme sahneleri hepimiz gibi beni de ürkütüyor. Açıkçası, bu gibi haberler ülkemizin kuzeyinden de kulağımıza geliyor ve artık dünyanın imzalanan uzlaşmadan başka umudu yok. Tüm ülkeler, acil eylem planları başlığı altında, nüfusu azaltmaya yönelik planlar yapmaya varacak kadar cesur kararlara imza atıyorlar. Bayan Klavdiya, başını öne eğdi. Duyduğu olayların ağırlığıyla bir süre halı desenlerine baktı. Soluk rengi ona ölümü hatırlattı. - Her ne kadar evimden çıkmasam da sağdan soldan duyduklarımız var. Mesela; geçenlerde, genç çocuğun biri kapımı çaldı ve bana bir bildiri uzattı. İlgilenmediğimi söylesem de bana uzun uzun bir şeyler anlattı; birleşmemiz gerektiğini falan söyledi. İnsan, onun söylediklerini işitince ister istemez korkuya kapılıyor. Hele ki ben, kalp hastasıyım, böylesi şeylere dayanamam. Bayan Klavdiya, yerinden kalkıp şifonyerden bildiriyi aldı, konuklarına uzattı. Üzerinde “ONLAR SÖMÜRDÜLER, ONLAR ÖLSÜNLER!” yazıyordu. Köşesinde, logoya benzer, siyah bir duvara yazılmış, yuvarlak içinde bir “A” harfi vardı. Snijina, sert gülümsemesiyle kâğıdı aldı, mırıldanarak cebine koydu. -Hanımefendi, buraya gelme sebebimiz, bahsi geçen uzlaşma kapsamında bakanlığımıza ihbarda bulunan komşularınız sonrası hakkınızdaki kararı bildirmek adınadır. Üzülerek belirtmeliyiz ki; aranan şartlara uygunluğunuz sebebiyle sizi büyük insanlık adına fedakârlıkta bulunmaya çağırıyoruz. Umarım bu onurlu görevi reddetmezsiniz.
6
- Ne yani? Siz bana şey mi demek istiyorsunuz... - Gelecek nesiller size minnettar olacak. Odaya sessizlik hakim olmuştu. Bayan Klavdiya, daha önce hiç tanımadığı bu kişilerin yüzlerine öylece baktı. Kafası karışıktı, üstü kapalı laflarla ağızlarında geveledikleri kelimelerden akla yatkın şeyler meydana getirmeye çalışıyordu. Bu sırada bildiri veren çocuk geldi aklına. Engellilerin, akli dengesi yerinde olmayanların, müebbet hapis cezasına çarptırılanların uyutulmasından, yaşlılar sığınağından ve Minnet Anıtı’ndan bahsetmişti. Durdu ve sıranın kendisine geldiğine inanmak istemedi. Bu kadar kolay olamazdı. Ağzında bir şeyler geveledi ama bir cümle meydana getiremedi. Son bir toparlanmayla aklına ilk gelen soruyu sordu. - Aaanlayamadım! Komşularıma ne bundan? Adalet Bakanlığı memuru cevap verdi. - Bu hususta ihbar esastır. Belirtilen kişinin uygunluğu kontrol edilir, gerekli şartları taşıyıp taşımadığı araştırılır. Soruşturma bittikten sonra, uygun şartlara sahip olan kimseler için uyutulma izni çıkartılır, hane ziyaret edilir. Yaşlı kadın, belli bir süre sustuktan sonra: - Ben bu teklifinizi kabul etmezsem ne olur? Yani sonuçta… Sözünü bitiremeden ağlamaya başladı. Snijina, yanına geldi, boynuna sarıldı. Onun da gözlerinden bir iki damla yaş akarken kapı ağzındaki Ulusal Muhafızlar, gülüşerek sohbet ediyorlardı. Bayan Klavdiya, Ulusal Muhafızlara “Sizin paranızı ben veriyorum köpekler!” diye bağırsa da onlar hiç istiflerini bozmadılar. Adalet Bakanlığı’ndan gelen yetkili, arkasını dönene kadar şakalaşmalarına devam ettiler. Bayan Klavdiya:
7
- Bana bak sırtlan suratlı ruhsuz herif! Şu an konuştukları senin annen de olabilirdi. Onu da böyle gülerek götürebilecek miydin? Homurdanarak merdivenlerden aşağıya indiler. Yaşlı kadın, sözlerine devam etti. Engel olamadığı hıçkırıkları yüzünden zor konuşuyordu: -Anlamıyorum, inanın hiç anlayamıyorum. Yeni taşınan birkaç kişi haricinde neredeyse herkesi tanırım. Bay Kalaskov’un kızı Marina’ya beş yaşına gelinceye kadar ben baktım. Bayan Pavlova kirasını ödeyemezken ev sahipleriyle ben konuştum, hatta iki aylık kiralarını borç olarak verdim. Yönetici olduğum zamanlarda zemin kattaki Bay Lopatin, sırf kapı çarpmasından rahatsız oluyor diye apartman sakinlerinden para toplayıp kapıyı yenilettim. Şimdi siz, bana gelip bu insanlar sizi ihbar etti diyorsunuz. Sizinle gelmiyorum. Hayır, bu evde kalmak ve bir böcek gibi ölmek istiyorum. Sizler, takım elbiseli cellatlarsınız! Sağlık Bakanlığı memuru ince sesiyle: - Bayan Klavdiya! Sizi çok iyi anlıyoruz. Şu an bir sinir krizi geçiriyorsunuz ve bu gayet normal. Çıkan karara itiraz edip süreci uzatmanız bir şey değiştirmez. Günümüz dünyasında yeterince yasa bu kararların iptaline engel olmakta. Üstelik itiraz yoluna giderseniz, Minnet Anıtı’na yazılmama gibi bir durum da söz konusu. Bence sakin olun. Sizi buradan almadan gitmemiz zaten mümkün değil. Yasal süreçleri deneyecekseniz bile mantıklı davranmanızı rica ediyorum. Şimdi biraz olsun rahatlayın. Siz bir kahramansınız. Rus halkı için kendini feda edecek, yüce bir kişiliksiniz. Yaşlı kadın, ilk önce odadaki insanlara, sonra duvarda asılı duran resimlere baktı. Koltuğa oturdu, arkasına yaslanırken bir şeyler mırıldandı. “Zaman ne çok değişmiş meğer.”
8
2
Y
anına en fazla üç günlük eşya almasını söylediler. İç çamaşırı, çorap, gecelik gibi şeyler. Uyku sırası kendisine gelene kadar birkaç gün geçtiği oluyordu. Yapılacak işlemleri anlatırken sanki bir gezi programından, hizmet aşamalarından bahseder gibi rahat ve sakindiler. Tabii, yüzlerine takındıkları, rahibelere has tinsel huzur ifadesini saymazsak, rahat ve sakindiler. Bu duruş, Bayan Klavdiya’da çağrışım yapmış olacak ki uykuya geçmeden önce papazla görüşme olup olmayacağını sordu. Bunun program içinde yer aldığını söylediler. Yaklaşık iki saat sonra geri döneceklerdi. Muhafızlardan birini kapıda bırakıp gittiler. Uzun koltuğa uzandı ve ağlamaya başladı. Bir yandan da yapacağı büyük fedakârlığım gururunu yaşıyordu. Ölümü beklediği evinde yok olup gidecekken, Büyük Zafer Şehitleri gibi adı tarihe kazınacaktı. Bu onun için bir onurdu. Vitrine yöneldi, rafta duran yıllanmış şişeyi aldı ve bir kadeh votka koydu. Geçen onca sene, onu daha da sertleştirmişti. Gözyaşları kadehe damlarken içmeye devam etti. Yaklaşık bir saat olmuştu ve Bayan Klavdiya şişenin sonunu görmüştü. Oturduğu yerde öylece oturuyordu. Kapı çaldı. Bastonuna sarıldı ama yerinden kalkamıyordu. Üçüncü denemesine rağmen ayakları üzerinde duramıyordu. Zil ardı ardına çalmaya başladı. Kapıda duran kişiye seslendi: -Patlamaaa! Ben yaşlı bir kadınım, ancak geliyorum. Bir o yana, bir bu yana yalpalayarak kapıya vardı. Gelen Bayan Pavlova’ydı. Daha kapıyı açar açmaz yaşlı kadının ellerine sarıldı ve meraklı bir ifadeyle: -Klavdiya Teyze, neler oluyor? Ulusal Muhafızların kapınızda işi ne?
10
Bayan Klavdiya baygın bakışları, alaycı ifadesiyle: -Kızım, beni alması için Gleb Jeglov’un gelecek hali yok ya! Sanki bilmiyorsun ne olduğunu. Seni ikiyüzlü paçavra! Bi’ de gelmiş kapıma şaşırmış gibi yaparak… -Bayan Klavdiya! Siz sarhoşsunuz. Yaşlı kadın, sesini yükselterek devam etti: -Evet, votka içtim ama aklım başımda. Sen ve senin gibi aşağılık pislikler için ölüme gitmek canımı acıtıyor olsa da bunu yüce Rus halkı için, gözümü kırpmadan yapacağım. Asacak olsalar bile sandalyemi kendim tekmeleyeceğim ve bir kahraman gibi kendimi feda edeceğim ama senin gibi yavşakları ruhum rahat bırakmayacak. Benim gibi Minnet Anıtı’nda yer alacak çoğu vatansever, sizler nefes aldığınız sürece ensenizde olacak. BU SATKINLIĞINIZIN HESABINI TANRI ÖNÜNDE VERECEKSİNİZ! Kapıdaki muhafız, Bayan Klavdiya’yı sakinleştirmeye çalışırken Bayan Pavlova, hızlı adımlarla merdivenleri çıkarak kaçıyordu, arkasında bağırmaya devam etti: SAVAŞTA KAHRAMANLAR ÖLÜR KORKAKLAR YAŞAR, DUYUYOR MUSUN BENİ? SÜRTÜK! Merdivenlerin korkuluklarında, görünmeyecek şekilde duran komşular, yaşlı kadının bağırışlarını dinliyordu. Herkesin yüzüne hüzünlü bir utanç hakimdi. Yarım saat sonra yetkililer geldiler ve Bayan Klavdiya’yı alıp Ulusal Muhafız minibüsüne bindirdiler. Minibüste kendi yaşlarında beş kişi daha vardı. Arka koltukta boylu boyunca uzanmış orta yaşlı evsiz adam şarkı söylüyordu: Hayatın kurtlara gülümsediğini hiç görmedim, boşuna biz onu seviyoruz. Oysa ölümün harika bir gülümsemesi var, çok da sağlam dişler.1 1
11
Vısotskiy- Ohota Na Volkov
Adamın kötü sesinin aksine şarkının sözleri insanın içine dokunuyordu. Bay Kurkov, arkasına dönerek, siniri bir şekilde söylendi: -Hey! Pis alkolik, kes artık sesini! Yoksa birazdan balyozumun tadına bakacaksın. Evsiz adam, kafasını kaldırmadan gülüyordu: -Dikkat et ihtiyar! Bu iş pipiciğini işerken tutmaya benzemez. Daha çok gülmeye başlamıştı, o kadar ki; eliyle karnını tutuyor, gözlerinden yaşlar akıyordu. -Kusura bakma ihtiyar! Bir an bu işi nasıl yaptığın gözümün önüne geldi de… Yaşlı adam sinirlenerek yerinden kalkmaya çalışırken muhafızlar müdahale etti. İkisini de uyardılar. Bayan Klavdiya: -Yoldaşlar, sakin olun! Evsiz adam, kesik kesik gülmeye devam etti: -Yoldaş mı? Sen hangi çağda kaldın teyze? -Hayır, yoldaş, bizler, bu ulusun devamlılığını sağlamak adına yaşamlarını feda eden kahramanlarız. Adam, kahkahayı bastı: -Hayır, yoldaş(!), bizler sadece, bu ülkenin tasarruf politikasıyız, fazlalık olarak görülen ve imhaya gönderilen biyolojik atıklarıyız. Boktan daha değerli değiliz. Başka bir yaşlı kadın araya girdi: -Adımız Minnet Anıtı’na yazılacak!
12
Evsiz adam gene konuştu: -O yarak gibi diktikleri taş götümüze girdiği için sadece bir çentik atılacak. Kadın, hıçkırarak ağlamaya başladı, o kadar kendini kaptırmıştı ki titriyordu. Diğerleri kadını sakinleştirmeye çalışırken muhafızlardan biri evsiz adamın yanına gitti, boğazını sıktı: -Bak ahbap, ya şu lanet çeneni kapatırsın ya da senin infazını şuracıkta gerçekleştiririm. Evsiz adam, ukala bir tavırla cevap verdi: - Çok garip, bana huzurlu ve acısız bir uyuma olacağı söylenmişti. Ne olduğunu kimse anlamadan muhafız, evsiz adamın yüzüne yumruğunu indirip burnunu kırdı. Kan oluk oluk akıyordu. Aniden kuvvetli bir çarpma sesi duyuldu. Minibüsün içini bir sis bulutu kapladı. Silah ve cam kırılma seslerinin nereden geldiği anlaşılmıyordu. Kapılar açıldı, bağrışmalar yükseldi. -Çıkın! -Özgürsünüz! Kaçışma anında Bayan Klavdiya’nın ayağı kaydı ve yere yuvarlandı. Asfalt kayıyordu. Silah sesleri dar sokakta bomba gibi patlıyordu. Evsiz adam, koluna girdi ve onu yerden kaldırdı. “Benimle gel!”. Her tarafta siyah giyimli, kar maskeli adamlar vardı. Minibüsten çıkanların koluna girerek onları başka bir araca götürüyorlardı. Bay Kurkov, kendine yardım eden kişiye direniyordu.
13
-Beni nereye götürüyorsunuz? -Öldürülmeyeceğin bir yere… -Siz terörist misiniz? -Teröriste teröristiz… Araca bindiklerinde herkesin ağzını mendille kapattılar. İçeride bir itiş kakış yaşanıyordu. Yaşlılar, karşı koymaya çalışıyordu. Kar maskeli kadın, aracın içinde bağırıyordu: “BU GEREKLİ! KORKMAYIN! SADECE BİR EMNİYET!” Eter, etkisini hızlıca gösterdi. Kısa bir mücadele sonunda ortalık yatıştı. Herkesin gözleri yavaş yavaş kapanırken Bayan Klavdiya, evsiz adamın sesini duyuyordu. -Dostum sana n’oldu? -Orospu çocuğu burnumu kırdı!
14
3
B
ayan Klavdiya kendine geldiğinde feci bir boyun ağrısı hissetti. Üzerine örtülü, alüminyum rengindeki örtüyü attı ve etrafa bakındı. Burası, kanalizasyonu andıran bir yerdi. Az ilerde yanan projektörden başka ışık yoktu. Ortada, iki tarafı birbirinden ayıran, alçak seviyede bir su vardı, etraf kötü kokuyordu. Vücudundaki kan lekelerini gördü, endişelendi. Kollarını, bacaklarını ve yüzünü kontrol etti, herhangi bir yarası yoktu. Yerinden kalkmak istedi ama olmadı, yatırıldığı yerin arkasındaki boruya zincirlenmişti. Yanında, birlikte yolculuk ettiği iki kişi daha yatıyordu. -Üzerindekini çıkarmasan iyi edersin. Hepimizi yakalatacaksın, hemen örtün. Sesin geldiği yönde baktı, kısa saçlı bir kadın yanına doğru geliyordu, o da alüminyum örtüye benzer bir kıyafet giyinmişti. -Sonar tarama cihazları tepemizde olabilir. Tanışalım, adım Zetkin. Bayan Klavdiya, kısa kısa nefes alıyordu. Heyecandan kalbi, göğüs kafesini kıracak gibiydi. Kafasını hala toplayamıyordu. -Biz neredeyiz? -Şu an kanalizasyondayız. Ortalık sakinleşene kadar burada kalacağız. Daha sonra güvenli bölgeye geçeceğiz. -Siz kimsiniz ve neden buradayız? -Kara Duvar’ın himayesi altındasınız. Endişelenecek bir durum yok.
15
Yeşil Duvar, bozulan ekolojik sistemle birlikte kendi komünal yerleşim alanını kuran, anarşist bir topluluktu. Sivrilen itiraz diliyle hakim sistemden bağımsız yaşam mücadelesi veriyordu. İlk zamanlar bir köy görünümünde olan yer, çok geçmeden bir kasaba büyüklüğüne ulaşmıştı. Dünyanın birçok yerinden insanlar, burada yaşamlarına devam etmek için geliyordu. Okullar açtılar ve doğayla içi içe yaşamanın eğitimlerini verdiler. Hastaneleri, temelleri özgürlük ve doğa merkezine oturan kültür merkezleri vardı. Metropollerde açtıkları derneklerle insanları topraklarına çekmek için çalışmalar yapıyorlardı. Yaşam hakkını savunarak sistemin araçlarını yerden yere vuruyorlardı. Hareketin önde gelenlerinin akademisyenlerden ve sanatçılardan oluşması, birçok kesimden insanın ilgisini çekiyordu. Söylemleri keskindi. Gazeteler onlardan bahsediyordu. Varlıklarıyla toplumun kafasında koca bir soru işaretiydiler. “Acaba başka türlü bir dünya mümkün mü?” Dünyanın birçok yerindeki açlık, ölüm ve savaşlar, televizyon ekranlarından evlerin içine girerken, onlar sanki başka bir gezegendeymişçesine hayatlarını sürdürüyorlardı. “Modern dünyanın sunduklarından soyutlanarak kurdukları düzen, yeni medeniyetin öncüsü olarak gösteriliyordu. Popülariteleri arttıkça tepkiler de baş göstermeye başladı ve siyasilerin hedefi haline geldiler. Onları “vahşi hayvan, Tanrı tanımaz ve yalancı” olarak yaftaladılar. Derneklerine davalar açtılar, toplantılarını sabote ederek yalan propagandalarla onları karalamaya çalıştılar. Kendine karşı bir tehdit olarak gören sistem bu “tümörü” yok etmek istiyordu. Yeşil Duvar, itirazıyla hükümet politikaları önündeki en büyük kitlesel karşı duruş halini aldı. Hem de bunu siyasal bir olgu haline getirmeden… Nihayetinde devlet içinde ayrılıkçı bir yapı olarak algılanan bu topluluk, toprak bütünlüğünü tehdit ettiği gerekçesiyle dağıtılma kararı alındı. Bu karara ülkenin kuzey bölgelerinde devam eden bağımsızlık hareketleri de etki ettiği söylenebilir. Karara karşı çıkan binlerce insan sokaklara döküldü ve olayı protesto etti.
16
Yeşil Duvar’ın önüne gelen kitleler canlı kalkan oluşturarak dozerlerin, Bronevik’lerin1 önünde durdular. Sert müdahaleler fayda etmiyordu. Kameralar saniye saniye kayıttaydı. Yaralanmalara rağmen kimse yerini terk etmiyordu. Medyadan olayları izleyenler Yeşil Duvar’a gelmeye çalışıyorlardı. Yaşam hakkını savunan yüz binlerce insan şehirlerde ve Yeşil Duvar’da çarpışıyordu. Sivil direniş beş gün sürdü. Beşinci günün akşamında, sosyal medyada yayılan bir fotoğraf şiddetin fitilini ateşledi. Fotoğrafta, boğazları kesilmiş iki polis yerde yatıyordu. Üzerinde “ANARŞİTLER POLİSLERİ KATLETTİ” yazılıydı. Fotoğraf, sosyal medyada bir anda yayıldı, polis teşkilatı sahte haberi doğruladı. Kışkırtılan sağ muhalefet sokağa indi ve barikatların ardındaki direnişçilere saldırdı. Basın sustu. Aynı gece, Yeşil Duvar önlerine gelen ordu direnişe müdahale etti. Mücadele, sabahın ilk ışıklarına kadar sürdü. Günün ağarmasıyla birlikte yerde yatan onlarca cesedin üzerine basarak Yeşil Duvar’ı aştılar. Gaz bulutunun içinde göz gözü görmüyordu, önlerine geçen herkesi ezdiler. Gözaltına alınmaya direnenler, boğazlarına takılan lastik kelepçelerle sürükleniyordu, kadın, erkek fark etmeden çırılçıplak soyup kelepçeli halde birbiri üzerine yığdılar. Görünen tablo, bir insan avını andırıyordu. Tutuklamalar sonrasında yerleşim yeri tamamen yıkıldı. Her yerden bir çığlık yükseliyordu. İşte, Kara Duvar, böyle bir cehennemde doğdu. Tekrardan bir araya gelmek, inandıkları dünyanın duvarlarını yükseltmek için… Zetkin ile Bayan Klavdiya konuşurlarken yerde yatan diğerleri de yavaş yavaş ayılmaya başlamışlardı. Lorenzo yanlarına geldi, elinde bir şişe su vardı. Bardaklara tek tek su dolduruyordu: -Geçmiş olsun yoldaşlar. Zamanında yetiştik ve sizi kurtardık. Şu anda endişelenecek bir durum yok. Geride bıraktığınız iki arkadaşınız sizin kadar şanslı değildi ve muhafız kurşunuyla ne yazık ki can verdiler. Işıklar içinde uyusunlar. 1
17
Rusya’da TOMA benzeri araçlara verilen ad
รงizim
Kurkov, ensesini sertçe sıvazlayarak Lorenzo’ya doğru yöneldi: -Siz kim oluyorsunuz? Bizi kimden kurtarıyorsunuz? Silah doğrulttuklarınız, bu ülkenin ulusal muhafızlarıydı. -Öldürülecek olan da sizlerdiniz. Ne için? Onlar daha rahat yaşasın, yıllardır sömürdükleri düzen devam etsin diye. -Ulusun yaşaması adına bazen birilerinin fedakârlık yapması gerekir. -İşte, devlet denen mekanizmanın ikiyüzlülüğü bu! Görünüşte insan ideallerine saygı besler, onun adına faaliyete girişir ama bunu ihlal etmekten başka bir halt etmez. Kendi inisiyatifi ile gerçekleşmeyen her yapıyı önce yok sayar sonra yok etmek ister. Yani amaç, insanların iyiliği falan değil, kuruluş temelleri altında, kendi gücünü sabit kılmaktır. Lorenzo, ağzından tükürükler saçıyordu, ortam iyice gerilmeye başlamıştı. Kurkov, yerinden doğrulmaya çalıştı ama kalkamadı. Uzun süredir orada yatıyordu. Karanlığın içinden esneyerek gelen adam, ağır ağır yaklaştı, Zetkin’in beline sarıldı. Bu minibüsün içindeki evsiz adamdı. “Gene mi zırvalıyor bu herif?” diyerek Bay Kurkov’u gösterdi. Burnu pamuk doluydu, yüzü şişmişti. Onun da üzerinde alüminyuma renginde benzer bir önlük vardı. Durup durup yaşlı adamı kesiyordu. Bir şeyler konuşurken bile gözü hep onun üzerindeydi. Bu milliyetçi kafadaki yaşlı keçileri iyi bilirdi. Sabitleşmiş ön yargılarına, kalıplara dökülmüş suni tecrübelerine sıkı sıkıya sarılırlardı. Yanına gidip çömeldi: -Baksana moruk, sen o Yeşil Duvar eylemleri sırasında duvara karşı olan tarafında mıydın? Kurkov, gergin ama kısık bir sesle cevap verdi: -Hayır! Evimde oturuyordum.
19
-İyi, kulağını aç o zaman, beni dinle! Eğer burada da evindeki gibi kıçını kırıp oturmazsan kemiklerini tek tek kırarım. Umarım beni iyi anlamışsındır! Kurkov, sadece yüzüne baktı, Zetkin, onları izliyordu. Evsiz adamın saldırgan hareketlerine alışıktı. Bu atılganlığını içinde, onu günden güne yiyip bitiren kinine bağlıyordu. Aralarından uzaklaşıp karanlığın içine daldı. Bu sırada Kurkov ile evsiz adamın sürtüşmeleri devam ediyordu. -Ya ne olacaktı? Bir kasabayla dünya kurtulur mu sandınız? Bizler bu rüyalarda uyumak için fazla yaşlıyız evlat! Sizin de uyanmanızı tavsiye ederim. Bizi bu sıçan deliğine tıkarak kahramanlık mı yaptınız şimdi? Evsiz adam, elindeki beze eter döküp Kurkov’un ağzına dayadı, çenesini sıkıca kavramıştı. Adam, ne kadar kurtulmaya çalışsa da başaramıyordu, bu sırada yaşlı kadınlar çığlık çığlığa bağırıyordu, Bayan Klavdiya altına kaçırmıştı. Lorenzo, bu şamataya bir son vermek için kollarından çekerek Evsiz adamı uzaklaştırdılar. Kurkov bayılmıştı, dili dışarı sarkıyordu. Bayan Klavdiya, ölüp ölmediğini soruyordu. Diğer yaşlı kadın avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Katiller!” Bu sırada yanlarına Zetkin geldi. Elinde gaz maskeleri vardı. -Bunları akşama takarsınız, bu bölgede zehirli gazlar oldukça yoğun olur. Ölmenizi istemeyiz. Bu sözleri söylerken yüzünde alaylı bir sırıtma vardı. Maskeleri bırakıp diğerlerinin yanına gitti. Lorenzo, elindeki tabletten olup bitenleri merkeze rapor ediyordu. Oradan da sosyal medyaya ve dünyaya… Herhangi bir haber bülteninde gerçekleşen baskına dair tek bir haber yoktu, onun yerine ülke dışında olan felaketler ve magazin vardı. Ekranlarda hayat bilindiği gibi akıyordu.
20
En göze çarpan şeyler zamlanan gıdalar, hava durumu ve kamu spotu reklamlarıydı. “Yetkililer saat 21.00’den sonra sokağa çıkmamayı öneriyorlar.” Onun haricinde diziler, realite şovlar ve yarışmalar her zaman olduğu gibiydi. Kara Duvar’ın bu haberleri devlet tarafından ne onaylanıyor, ne de yalanlanıyordu. Zaten hemen hemen çoğu ülkede böylesi direnişler olduğu biliniyordu ama görmezden gelmek bir kuraldı.
Bayan Klavdiya’nın iç konuşmaları: Korkularıyla yüzleşebilmeli insan. Düştüğü yerden ayağa kalkabilmeli. Yaşı ne olursa olsun başka dünyaları keşfetmek için asılabilmeli zincirlerine. Buradayım ve bağlıyım. Neden? Ait olduğumu sandığım dünyaya dönmemem için… İçinde bir ömür yaşadığım ama ait olmadığım… Beni yaşatan ve öldüren dünyam. İstenmediğim bir kaos. Ölmek düşkünlerin çıkmazıdır. Yaşamak ise nefes almak için direnenlerin. Bense nerede olduğumu, nereye gideceğimi bilmez halde, ıslak betonun soğukluğunu böbreklerime emiyorum. Ne daha iyiyim ne daha kötü. Çıkmaz sokaktan gökyüzüne bağırıyorum, çaresizliğe abanmış bir korkak gibi. Fark etmiyor. Nerede olsam fark etmiyor.
21
Zetkin, uzandığı yerden hafifçe doğruldu ve dikkatlice etrafı dinledi. Su damlalarını, uzakta çalışan metronun sesini… “BİRİ GELİYOR” Hızlıca projektörü kapatıp etrafa dağıldılar. Dikkatli ama sessiz bir şekilde hareket ediyorlardı, elleri tetikteydi. Yaşlı kadınların kalpleri yerinden çıkacak gibiydi. Suskun şekilde bekliyorlardı. Ses yakınlaşıyordu. Gelmekte olan kişi tünele yayılan sigara kokusunu fark ettiğinde adımlarını yavaşlattı. Daha temkinli yürümeye başladı ve köşeyi döndüğünde cılız fener ışığıyla gördüğü ilk şey Bayan Klavdiya’nın yüzü oldu. Durdu. Diğer yaşlı kadın avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı: “BİZİ KURTARIN!” Lorenzo, silahını fenerin olduğu yere doğrultarak bağırdı: “KIPIRDAMA, ELLERİNİ BAŞININÜZERİNE KOY!” Fenerin ışığını kapattı, ellerini başının üzerine koydu. “ATEŞ ETME!” Evsiz adam, projektörü açtığında karşısında onu gördü. Üzeri pislik içindeydi, saçları dağınıktı. Uzun sakalları, yüzü tanınmaz hale getirmişti. “KİMSİN?” “YA SEN?” Lorenzo, siper aldığı yerden çıktı, gelmesini işaret etti. Ellerini indirip yanlarına geldi, çevresine umursamaz gözlerle bakıyordu. -Burada ne yapıyorsun?
22
-Kaçıyorum. -Adın ne? -Arsen. Lorenzo, arka arkaya sorular sorarken evsiz adam, tünelin köşesine giderek beklemeye başladı. Zetkin’in eli tetikte, gözü bu gizemli adamın üzerindeydi. Böylesi sürprizlerden oldu olası nefret ederdi. Arsen hikayesini anlatmaya başladı. Bir tarih öğretmeniydi ve akıl hastanesinden firar etmişti. Bu tünellerin Sovyet Rusya zamanında birçok kaçağa ev sahipli yaptığını biliyordu. Tek istediği bir an evvel bu şehirden çıkmaktı. Birçok hastanın uyutulmasına şahit olmuştu hatta hasta bakıcılara yardım etmeye zorlanarak onları gömmüştü. Bir gün sıranın kendisine geleceğini biliyordu. Başka bir hastanın onu gömeceğini, adının büyük harflerle “temizlik” listesine yazılacağını… Aslında ölüm onun için korkutucu bir şey değildi. Her geçen gün alıştığı, vazgeçilmez bir sondu sadece. Yaşamanın bir önemi de yoktu ama öncesinde yapması gereken son bir işi vardı. Onun için yollara düşmüştü. Saatler ilerledikçe sorgu, sohbete dönüştü. Hepsi bir arada oturuyordu. -Yerinizde olsam bu morukların hepsini öldürür ve böyle bir eyleme bir daha asla kalkışmazdım. Bu tipleri bilirim. Onlar için bir kahramandan ziyade, kanun kaçağı serserilersiniz. Hepsinin kafasına sıkın gitsin. Zetkin, mağrur bir duruşla cevap verdi: -Bizler inandığımız doğrular için savaşıyoruz. Bu insanlar her ne kadar devletin hakim ideolojisine itaat ediyorlarsa da, bu onların yaşama hakkından değerli değil. Arsen güldü:
23
- Dünyayı sorgulamak oldukça ince bir noktadır bayan. Bizler, karşımıza çıkan problemler, anlamlandırmaya çalıştığımız olgular için cevaplar ararız ve ince nokta şu ki; eğer cevaplar bizi tatmin ediyorsa diğerlerini süzgeçten geçirmek yerine karşısında oluruz. Bir düşün! Şu zavallı kadın gördüğü cılız bir ışıktan bile yardım ister haldeydi. Ne için? Onu çöp olarak gören sistemin kucağına koşmak ve bağrında ölmek için. Bence boş verin. İnanın bu canlı türü için değmez. Evsiz adam, bir yandan elindeki kabloyla oynuyor bir yandan da Kurkov’u kesiyordu. Elini cebine atıp bir ilaç şişesi çıkardı. İçindeki tozu avucuna döktü ve kanlı pamukları çıkartarak burnuna çekti. Ensesini sıvazladı, omuzlarını oynatıp boynunu kütletti. Hafifçe silkelendi ve derin bir nefes aldı, daha iyi görünüyordu.
24
Evsiz Adamın iç konuşmaları: Arsen haklı. Ne için didiniyoruz ki? Şu çürümekte olan beyinlere bir bak! Yıllardır kalıplaşmış, milli bayramlardan başka sokağa çıkma zahmetinde bile bulunmamış, yönetime katılmayı sandıklara zarf sallamak sanan toplumun en yoz kesiminin hayatını kurtarmak da neyin nesi? Kime yarar ki? Ait olduğu düzen bile onları bir çöplük olarak görürken, en taze kadroları canı pahasına öne sürmek neden? Varsın ölsün hepsi, zaten bir boka yaramıyorlar. Tabii onların açısında bakıldığında bir dram bu ama şu lanet sistemde hangimiz bu pisliğe bulanmadık ki? Can, büyük idealler uğruna yürümeyi göze almışsa kıymetlidir. Hadi itiraf edelim! Ha bir fare ha bir insan… Yeryüzü sahnesinde ikisi de önemli değildir. Aslında herkesin benim gibi düşündüğünü seziyorum ama kendimize bile itiraf etmekte zorlandığımız bir gerçek bu. Çünkü kuramcılarımız böyle yazmadı, inancımız böyle buyurmadı. İnsanı sevmek ve komünal birliktelik… Neden? Çünkü bu onun gerçek doğası değil. Bizi sistem bu hale getirdi. Eski komünal toplumlarda falan filan… Ha siktirsin oradan! Bunlar kendimize uydurduğumuz bahaneler. İnsan, iyisiyle olduğu gibi kötüsüyle de budur. Öylesinedir ki; ayyuka çıkmış bencilliğini perdelemek için kıçından olgular uydurur. Aşk, sevgi ve ideoloji vs... Hiçbirini tutamazsın ama yaşarsın, sürekli manevi anlamlar pompalarsın ama gerçekte öz istencinden başka bir şeye odaklanamazsın. Bizler sadece iyiye dönük olanları kendimize göre yontmaya çalışıyoruz hepsi bu. Dünyanın altında koca bir delik ve bizler sabahtan akşama yalan kusuyoruz. Yaşamak daha dolaysız ve maskesiz olabilirdi. Bundan nefret ediyorum, lanet olsun. 25
Bayan Klavdiya saatlerdir, sessiz bir şekilde onları izliyordu. Arada bir başını duvara yaslayıp gözlerini kapatsa da kulağı onlardaydı. Evsiz Adam kendini izleyen kadına pis pis sırıtarak sordu: -Hayrola teyzeciğim, canın mı çekti? Biraz sen de çekmek ister misin? - O neydi? - Kokain. Evsiz adam, ağzını açarak gülmeye başladı. Ağzında eksik olan dişler bile görülüyordu. Diğerleri kısık gözlerle ona bakıyordu. Bu alaycı tavrı gereksizdi. Evsiz adam dönerek kendine bakanlara sordu, yüzünde alaycı bir tavır vardı: -Ne o? Yoksa ideal toplumumuz için yanlış bir teklif miydi? Bayan Klavdiya’ya dönerek devam etti: -O zaman size böyle kimyasal uyuşturucular yerine tamamen doğal, Afgan topaklarında yetişmiş, özenle kurutulmuş marihuana ikram etmek isterdim ama ne yazık ki şu an yanımda yok. Arsızca gülüyordu. Lorenzo, el işaretiyle sesini kesmesini işaret etti. Bu sırada Bayan Klavdiya’nın sesi duyuldu. -İstiyorum. Hadi gel de biraz bana da ver. Evsiz adamın gülmesi iki kat arttı. Lorenzo, başını öne eğmiş sırıtıyordu. Arsen, mimikleriyle yaşlı kadını işaret ediyordu. Zetkin şaşkındı. Evsiz adam, yerinden kalktı ve Bayan Klavdiya’nın yanına gitti. Pis pis gülerek az miktarda kokaini avucuna döktü. “Sen ciddi misin?” diye sordu. Yaşlı kadın, başını sallayıp avucunu burnuna götürdü, bir kerede çekti. Başını duvara yasladı, etrafa bakındı. Ağzından tek kelime çıktı. “İyiymiş.”
26
İçinde dolaşan enerjiyi hissedebiliyordu. Ağrıyan beli, ayak tabanları daha iyiydi. Sanki vücudunun buzları çözülüyordu. Aklından delice şeyler geçmeye başladı. Ayağa kalkıp “YUKARIDAKİLER VE AŞAĞIDAKİLER! HEPİNİZ OROSPU ÇOCUĞUSUNUZ!” diye haykırmak istiyordu. Kendinde her şeyi yapabilecek gücü bulmuştu. Kahkahalarla gülüyorlardı. Arsen, başını önüne eğilmiş iki yana sallıyordu. Durmadan aklındaki şifreyi tekrarlıyordu. Navera298261 “Hey nine! Orada havalar nasıl?” diye sordu Evsiz adam. Yaşlı kadın, uzun uzun gözlerine bakıp güldü. “Sen pisliğin tekisin!” Bu sırada Lorenzo çantasından votka şişesini çıkardı, plastik bardaklara paylaştırdı. “Maskeleri takmadan önce birer yudum alalım. Üç saat sonra hareket edeceğiz. Bu iş başka türlü yürümez.” Herkes bardağını tane aldı, bir dikişte yuvarladılar “DAVAY!”. Boğazlardan akıp giden votka hareket öncesi içlerini ısıttı. Arsen kızaran gözlerle onlara bakıyordu. “Sizleri tanıdığıma memnun oldum.” Zetkin, parmakları arasına bardakları sıkıştırarak karşı tarafa geçti. Önce Bayan Klavdiya’ya ardından diğer kadınlara ikram etti, onlar da bir dikişte içtiler. Kurkov, hala daha aynı şekilde yatıyordu, onu ayağıyla dürttü ama işe yaramadı. “Haydi babalık! Şu votkayı başından aşağı dökmemi istemiyorsan kalk!”. Hiçbir hareket yoktu. Bardağı yere bırakıp başını elledi, soğuktu. Adamı yüzü koyun yatırdı ve sıkıca nabzına bastırdı, atmıyordu. Cebindeki küçük feneri çıkartıp göz kapaklarını kaldırdı. Bir sağdakine bir de soldakine baktı. Koşarak karşı tarafa geçti ve dirseğini Evsiz adamın ensesine geçirdi. Ne olduğunu anlamadan yere yuvarlanan adam tam dönecekken Zetkin, boynunu kolunun arasına aldı, var gücüyle sıktı. “Seni şuracıkta geberteceğim, boynunu koparıp farelere yedireceğim!”. Lorenzo, onu belinden yakalayıp çekiştirmeye başladı. “Sakin ol! Neler oluyor?” Evsiz adam, Zetkin’nin kolundan kurtulup kendini duvarın köşesine attı. Derin derin öksürüyordu.
27
-Onu öldürdü yoldaş! Onu faşist devlet gibi öldürdü! Arsen, yerinden kalkıp yatmakta olan adamın yanına gitti, nabzına baktı, kalbini dinledi. Ağlamaklı gözlerle kendine bakan kadınlara dönerek kafasını salladı. “Yapacak hiçbir şey kalmamış.” Bu sırada Zetkin, avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kendini kaybetmişçesine ağzına geleni söylerken gözleri yaşarmıştı. Lorenzo, iki kolundan çekerek uzaklaştırmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Var gücüyle onu karşı tarafa itti. “Kapa çeneni!” Zetkin, ayakta durmaya çalışırken bir anda dengesini kaybedip suya düştü. Hızlıca ayağa kalktı, Evsiz adamın üzerine doğru yürürken kanalizasyon duvarlarında silah sesi yankılandı. BAAAMMM! Zetkin, kafasına isabet eden tek kurşunla tekrar suya düştü. Kimse ne olduğunu anlamadı, panik halinde sağa sola bakınırken Ulusal Muhafızlar ateşe başladı, otomatik silahın ışığı tünelin köşesindeki karanlığı aydınlatıyordu. Arsen, kaçmaya fırsat bulamadan bacağına isabet eden kurşunlarla yere yığılmıştı. Yanık etinin kokusunu alıyordu. Sürünerek Kurkov’un cesedini siper aldı. Yaylım ateşi, yaşlı kadınlardan birinin de boynuna isabet etti, boylu boyunca uzandı. Gırtlağından akan koyu kan ve hırıltılarla kısa süre titredi ve öldü. Lorenzo kafasını çıkarmadan sağa sola ateş ediyordu. Evsiz adam ise hala şoktaydı. Zetkin’in kafasının parçalanışı, silah sesleri ve duvarda patlayan yankıları saliseler içinde beyninde dönüp duruyordu. Silahını almak için saklandığı duvarın köşesine sıçradı ve bir hamlede kabzayı yakaladı. Mermiyi, namluya sürdü ve içeriye giren ilk muhafızın üzerine sıktı. Omuzundan yaralanmasına karşın, silahını, kendini vuran bu pis suratı serseriye doğrulttu, o sırada evsiz adam ikinci mermiyi gönderdi. Bu sefer kurşun boynuna isabet etti. Lorenzo, arkasına yaslandı, şarjörü değiştirip tekrar ateşe devam etti. Evsiz adam da sürünerek geldiği, tüneli uzunlamasına gören noktadan karanlıktaki hareketliliklere sıkıyordu. Karşı tarafta ateş
29
kesilince derin bir nefes aldılar. Arsen doğrulmak için vücudunu oynatmak istediğinde kalçasından da vurulduğunu anladı. El kol hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyorsa da ikisi de ona bakmıyordu. Aynı zamanda şarjörlerini yenilediler ve siper aldıkları yerlere gömüldüler. Bir kaç dakika sonra muhafızların kuvvetli ateşi tekrardan başladı ve Arsen’in olduğu tarafa atılan nova bombaları büyük bir ışımayla patladı. Herkesin gözüne bembeyaz bir perde inmişti. “GEBERİN!” Evsiz adam, saklandığı yerden çıktı ve sağa sola ateş açmaya başladı. Artık hedef almıyordu, gözleri kapalı şekilde oraya buraya ateş ederken göğsüne aldığı iki kurşunla yere yığıldı. Nefes alışı yavaşladı ve öldü. Yapacak fazla bir şey kalmamıştı. Onların acımasızlığını, istediklerini alıncaya kadar bir insana yapılabilecek her türlü işkenceyi yapacaklarını biliyordu. Lorenzo, son kez etrafına baktı, yere çöktü, ağzına namluyu soktu ve tetiği çekti. Parçalanan kafasından sıçrayan kanlar, tünelin gri duvarları kırmızıya boyandı. Muhafızlar hızlıca içeri girdiler ve etrafı kolaçan ettiler. “Temizdi.” İçlerinden biri seslendi. “Arsen yaşıyor!” Ulusal Muhafız Komutanı, su içinde sakin adımlarla yürürken gür sesiyle seslendi. “Baksanıza, bugün şanslı günümüzdeyiz. Bir taşla iki kuş… Ne tesadüf ama…” Arsen’in yanına geldi: -Fare, fareyi sıçan deliğinde bulur diye boşuna dememişler. Birbirinizi tamamlamışsınız. Sayende onları da bulduk. Arsen kalkmaya çalışsa da başaramıyordu. Omuzlarından aldığı güç bacaklarını oynatmak için yetersizdi. Komutan, acılar içinde kıvranan adamın kulağına eğildi:
30
-Bizden kaçamayacağını söylemiştim. Umarım artık senin de bize söyleyeceklerin vardır köstebek dostum. Muhafızlara dönerek seslendi: “Götürün bunu buradan!” Bu sırada diğerleri, yerde yatanları kontrol ediyordu. Ölenler, siyah poşetlere konulup tünelin ağzına yığıyorlardı. Muhafızlardan biri, Bayan Klavdiya’nın başına dikildi. Elindeki metal testereyle zincirini keserken, çevresinde olan çatışmalara ve perişan haline rağmen yaşlı kadın gözlerini karşıya dikmiş, Lorenzo’nun duvardaki beyin parçalarına bakıyordu. Muhafız, onu postalıyla dürterek kalkmasını söyledi. Bayan Klavdiya başını kaldırdı, gözleri ağlamaklıydı. Bir şeyler söylemek ister gibiydi ama gücü yoktu. Bakışları ağırlaşmıştı. Biraz zaman geçtikten sonra ağzından tek cümle çıktı: -Öldür beni, bitsin bu iş.
31