oylum ruh redaksiyonsahibieditör
Oylum’da yayınlanan yazılardan alıntı yapmak, kaynak belirtmek şartıyla serbesttir. Yazılardaki düşünceler yazarlarına ait olduğundan Oylum dergisini bağlamaz.
yayına hazırlama grafik ve tasarım genel koordinatör
eskizkulubu@gmail.cominstagram/eskizkulubuktueskizkulübüibrahimemrekaradelioğluipekkurtipekkurtipekkurtibrahimemrekaradelioğlu
Oylum’da dile gelen düşünceler okul duvarlarında kendisine yer buldu ve bu düşünceler kuruluş aşamasında olan bir okulun şekillenmesinde önemli bir rol oynadı.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. T cetvelleri ahşap, KTÜ yolları çamur iken. ‘’Hak verilmez. alınır!’’
Gel zaman git zaman Oylum ve ifade ettiği düşünceler unutuldu ve öğrenciler okulda pasif duruma düştüler.
oylum
Bu sözlerle bir araya gelen öğrenciler aslında kendilerine ait olan mekanı hak sahipleri olarak ele geçirdiler ve adını o an koydular.OYLUMZamanla
Aradan geçen 51 yılın ardından dönem öğrencileri olarak bizler Oylum’u ve ifade ettiği düşünceleri hatırlayabilmek adı na yeniden yorumladık. Bu sayıya kadar olan süreçte Oylum da bizimle birlikte başkalaştı. Bu dergiyi sizlerle buluşturmak taki amacımız hem eğlenip öğrenmenizi sağlamak hem de önemli bir şeyin farkına varmanızı istememizdi. Aldığımız eği timin asıl amacı proje çözen birer mimar olmamızdan ziyade entelektüel bir birey olarak yetişmemiz. Umudumuz bu dergiyi okurken sizlerin de en az bizim kadar keyif almanızdır.
Keyifli okumalar... :) ipek kurt ebranur yılmaztuğçe bayraktar furkan namalburak kaya halenur yenidünya kübra koç emre karadelioğlu
içindekiler 40 10 42 12 44 14 46 16 820 ruhuşehrin kampüshatıralarımdaki kayaburak imgeyeşiirden seslerikanmendilimde kurtipek karikatür kübra kulübüeskiz imgeyekitaptan körlük yenidünyahalenursinema vurmasınlaruçurtmayı kurtipek ||| |yaşayarakbinalardaakıllı yakalageleceği altınşeyma olmakvaryolda yılmazebranur
22 28 30 32 34 36 ustaoğluyeşim röpotaj kampüsbellekteki yenidünyahalenur kampüsbellekteki karadelioğluemre yakalamaktin’imimarlığındapeyzaj düzenlituğbadr.öğr.üyesimimarlıkalternatif||
1 yıl 3 ay oldu ve tekrar Trabzon’dayım. Uçaktan indiğim ilk anda sanki babamın beni yurda yerleştirdiği günkü heyecanı yaşıyorum. İlk yaptığım denizi görebileceğim bir yere gidip sigara içmek oldu. Okul haya tım boyunca “bir buçuk senelik sürede” canım ne zaman sı kılırsa bu eylemi gerçekleştirmekten çok keyif alıyordum ve tekrardan bu keyfi yaşamanın mutluluğunu hissettim. Eşyalarımı eve bıraktıktan sonra rotamı hemen kampüse yönelttim. Okula girer girmez D kapısındaki değişimi gördüğümde üzülmekten kendimi alıkoyamadım. O demir geçiş yerleri, o bozuk yolların yerine yapılan beton bir yol ile her ne kadar daha derli toplu gözükse de eski halinin ben deki karşılığı daha anlamlıydı. Değişimin daha güzel olması anılarımdaki görüntünün orada var olmaması ve değişiyor ol ması, gelecekte yapmayı planladığım mesleği sorgulamama neden oldu fakat kısa bir süre sonra mimarlığın bir bakıma insanların anılarını yıkmanım ötesinde, yeni anılar için im kanlar yaratabileceğini düşünüp bu fikirleri aklımdan saldım.
şehrin ruhu | hatıralarımdaki kampüs burak kaya Pandemi sürecinde değişen şeylerden biri de şehirler ga liba. ‘Bir şehir ne kadar değişebilir?’ diye sordum kendi me ve şu sonuca vardım; bir şehri var eden şey o şehirdeki deneyimleriz ve duygularımız. Ve sanırım bu ikisini değiştirmek yeni deneyimler yaşamamıza ve yeni duy gular hissetmemize bağlı. Bu da bir şehri değiştirmek ten çok, o şehrin restore edilmesi anlamına geliyor. Eskinin yanına yenilerinin eklenmesi bir şehri ne kadar Pandemideğiştirebilir?başlayalı
8 oylum | ruh
9oylum | ruh fikrinin gerçekleşiyor olması beni her ne kadar mutlu etse de o eski dar forum yolunu ya da o yoldaki deneyimlerimi tekrar ya şayamayacak olmanın üzüntüsüyle eve dönüş yolunu tuttum. Aldığım bir seçmeli derste bilişsel harita yapmamız isten mişti. Zihnimde hâlâ canlı olan yerleri çizdiğimi hatırlıyorum. Şu an kampüste gezerken bilişsel haritamda yer alan yerleri gezdiğimi fark ettim ve bir kentin, bir yerin veya mekânın hâlâ zihninde canlı kalmasının, orada yaşadığın deneyimlerle ve biriktirdiğin anılarla doğru orantılı olduğunun farkına vardım. Her ne kadar zihnimdeki görüntüyle karşılaştığım görüntü farklı olsa da orayı hâlâ öyle hatırlayacağımı ve bu hatırala rımın ancak yeni deneyimlerle değişebileceğini düşünüyo rum. Ve her yeni deneyim, o mekânı farklı bir gözle görmeme neden olacak. Bu da, bir şehri değiştirmenin tek yolunun o şehrin ruhunu farklı bir gözle görmek olduğunun göstergesi. Galiba asıl sorulması gereken şey de bu, bir şehrin ruhunu kaç farklı gözle görebiliriz?
Yol boyunca geçtiğim her yerde hüzün ve hu zurun birbirine karıştığı anlarda, zihnimin en de rin yerlerindeki anılarım gün yüzüne çıktı ve yüzümde bir gülümse oluştu. Geçmişi tekrar hatırlamak her zaman iyi olmasa da şu an için beni gülümsetme ye yetiyordu. İlk durağım tabii ki de mimarlık bölümü oldu. Saatin çok erken olmasından dolayı sanki derse yetişme ye çalışıyor hissiyle hızlı hızlı yürümeye başladım. Mimarlık bölümüne geldiğimde her şeyin aynı olması, hatıralarımdaki gibi değişmemiş olması, anılarımın canlanmasına yardım edi yordu. Girişteki Mimar Sinan heykeli, bölümün ortasında bir insanın omurgası gibi duran kırmızı duvar, panolardaki temel tasarım ödevleri ve anılarım… Hepsi aslında Mimarlık bölümü nü bende var eden temel ögelerdi. Fakat bu kadar sessiz ol ması, etrafta koşuşturan veya konuşan insanların olmaması mimarlık bölümünün ruhunun hiç de var olmadığını gösteri yordu. Mimarlık bölümünden ayrılırken bölümün girişinde ar kadaşlarımı görmeyi hayal ettim. Fakat göremeyeceğimi bil diğim için rotamı direkt ‘Şenlik Alanı’na çevirdim. Biraz şenlik alanında oturduktan sonra anılarımı takip etmeye başladım. Erkek öğrenci yurdu, spor tesisi, koru kafe… D kapısı ile A kapısı arasında geçen bir buçuk senelik bir yaşamın iz lerini takip etmek, zaman yolculuğu yapmışım izlemi verdi bana. A kapısına yaklaştığımda önündeki yol çalışma sını gördüm. Okul hayatım boyunca arkadaşlarımla sürekli düşündüğümüz kampüs ile Forum alışveriş merkezini
10 oylum | ruh şiirden imgeye | Mendilimde Kan Sesleri ipek kurt Bilmezlikten... gelme Ahmet abi Umudu Umutsuzluğudürt yatıştır Diyeceğim şu ki Yok olan bir şeylere de benzerdi o zaman trenler Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse Çocuklar, kadınlar, erkekler Trenler tıklım tıklım Trenler cepheye giden trenler gibi Almanyaİşçiler yolcusu işçiler KimiKadınlaryolcu, kimi gurbet bekçisi Ellerinde bavullar, fileler Kolonyalar, su şişeleri, paketler Onlar ki, hepsi Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler Ah güzel ahmet abim benim Gördün mü bak Dağıtılmış pazar yerlerine benziyor şimdi is tasyonlar Ve dağılmış pazar yerlerine memleket Gelmiyor içimizden hüzünlenmek bile Gelse de Öyle sürekli değil Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün O kadar çabuk O kadar kısa İşte o Ahmetkadar.abi,güzelim, bir mendil niye kanar? Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar? Mendilimde kan sesleri. Edip Cansever
11oylum | ruh
akıllı binalarda yaşayarak geleceği yakala
12 oylum | ruh
Tarihin akışını değiştiren üç devrim ele alındığında, yetmiş bin yıl önce başlayan Bilişsel Devrim, on iki bin yıl önce buna katılan Tarım Devrimi ve yalnız ca beş bin yıl önce başlayan Bilimsel Devrim ile yetmiş bin yıl önce Homosapiens’e ait organizmaların varlığı ilişkilendirildiğinde süre cin gelişmişlikten nasıl etkilendiği görülmektedir. 20.yy’ a kadar gelen süreç, bir makinenin bir insandan daha akıllı olabileceği iddiası içeren Alan Turing‘in Turing Testi ile farklı bir yola girmiştir. Turing’in bu konuda yazdığı makale, yapay zeka araştırmalarına test ile beraber ışık tutmuştur. Bu gelişmelere ek araştırmalarla birlikte, insan zeka sı gibi yapay zeka da farklı kategorilere ayrılmıştır. Kategorilerden biri yapay dar zeka olup yalnız ca tek alanda, ikincisi yapay genel zeka olup farklı konularda ve insan seviyesinde, üçüncüsü ya pay süper zeka olup her alanda ve insandan daha üstün olarak uzmanlık gösteren türler olarak sınıflandırılmıştır.
şeyma İnsanlığınaltıngelişmesi, zaman ilerledikçe geçmi şe göre daha hızlı gerçekleşmektedir.Fütürist Ray Kurwezeil bunu insan tarihinin İvme Kanunu olarak adlandırmaktadır.Yani 1959 ve 1989 arasındaki gelişmişlik 1989 ve 2019 arasın daki gelişmişlikten daha zayıftır.
13oylum | ruh yaratımından günümüzde üretim ve tüketimin her alanında karşımıza çıkan yapay dar zeka, sanat gibi in san duygularını harekete geçiren bir çok alanda da yaygınlaşmaya başlamıştır.Sony’nin 2016 yılın da büyük bir veri tabanıyla çalışan yapay zeka sis teminin ürettiği pop müziği yayınladığı gibi… Roman yazmaktan resim yapmaya kadar uzanan bu teknoloji-sanat ilişkisindeki gelişim, mimarlık pratiğini de doğrudan etkilemiştir.Hazırda kullanılan hesap ma kinesi dahi yapay zeka içerirken geldiğimiz noktada BIM yazılımlarının tasarıma katkısı yadsınamaz. Tasarım aşamasından çıkılıp kullanım aşamasına gelindiğinde yaygın olarak kullanılan akıllı bina sistemleri karşımıza çıkmaktadır. Akıllı ev, içerisinde yaşayanların düşük maliyetli, verimli ve çevreye dost bir ortam var etmek amacıyla, yapıdaki hizmetlerin, yöntemlerin ve strüktürün optimizasyonunu ve entegrasyonu olarak tanımlanmaktadır. Akıllı ev sistemlerinde göz önünde bulundurulan temel öğe, uygulanan sistemin bilgisa yarlar ile doğruve uyumlu bir şekilde çalışabilmesidir.Bu sistemler; güvenlik, sahhipleniliciliğindenlarınortamodaklanmalarınıKullanıcıjursoğutma,ses-görüntü,CCTV,perde-panaydınlatma,iklimlendirme,ısıtma,sistemleriolarakçeşitlendirilebilir.içineforgerektirenişlerazaltılarak,yaşamlarınasağlayandahakişiselleştirilmiş,duyarlıbiryaratılmaktadır.Buesktrakonforortamıbazıkullanıcıdijitalsistemleregüvensizliğindenyadaanalogkullanımokadardakonforlubulunmamaktadır. İnsanlar, asgari yaşam faaliyetlerini sürdürdüğü ilk zamandan bu yana güvenlik konusunda titiz davranmıştır. Evrimsel süreçte, güvenlik ve korumacı lık adına bir arada yaşama durumundan, özel güven likli sitelerde yaşamaya kadar uzanan bu tutucu dav ranış insanı ve hareketlerini sınırlandırmaktadır. Akıllı bina sistemlerinde de kimi kullanıcıya göre kontrolü bırakmak güvenilir olmayan, aynı zamanda kişisellik ten uzak, ve fazla yapay olabilir. İnsanı insan yapan detayın bir makineden farklı olarak sezgiler olduğu düşünülürse, kullanıcının kendi adına kararlar veren bir sisteme yakınlığını sorgulaması bu aşamada doğal dır. Çünkü bir çok konuda, kişiden bağımsız gelişen ve değişen durumlar, kullanıcının bu durumlara karşı bağlılığını sorgulamasına yol açmaktadır. Bu sonu ca bağlı olarak aynı durumu akıllı bina sistemlerinde görmek de mümkün olacaktır. Tüm bunlardan farklı olarak yaşam standartlarının yükselmesi, modern insanın zamanının çok değerli olması gibi sebeplerle de bu konforlu sistemlerin ter cih edilmesi olağan ve doğaldır. Çünkü hareket etmek için spor salonuna yazılan bireylerin evdeki hareketten yoksun kalmaları, konfor koşullarıın ekstra düzeyde art masına tercih edilecek kadar önemli bi durum olarak görülmemektedir. Burada küresel dünyanın hazırda bulunan imkanı kısıtlayıp, bu kısıtlanan imkana yeni alternatifler sunması modern çağın üzerine dü şünülmesi gereken paradokslarından biridir.
birçok film vardır ama bunlardan biri var ki küçük Barış ve İnci’nin minik bir sevda öyküsünü anlatır. Barış; annesi, siyasi suçlu İnci ve diğer
16 oylum | ruh koğuş sakinleri ile hapishanede yaşamaktadır. Bulutlar ve kuşlar dışında hiçbir şeyin -hatta simitçinin gevrek sesinin bile- giremediği bu duvarlar dünyasını tanımlar küçük Barış’ın. Küçük bir çocuğa her şey yabancıdır, her şeyi sorar, sorgular anlamaya çalışır ama Barış için sorulması gereken bu sorular çok daha fazladır. Göremediği, duyamadığı, dokunamadığı şeyleri İnci’nin anlattığı kadarıyla canlandırır zihninde. Barış’ın ve İnci’nin kocaman hayatından küçücük bir kesiti böylesine derinden hissettirerek anlatan bu filmin sahnelerini; bende bıraktığı izlerle, olaylarla ve kişilerle harmanlanmış olan mekanların bana hissettirdikleriyle inceledim. Bir kitap, size kelimelerle bir dünyayı anlatır, herkesin zihninde başka bir şey canlanır. Belki bildiğiniz belki bilip de görmek istemediğiniz bir dünyayı. Sinema ise bu kelimeleri zaman ve mekanla harmanlayıp görsel bir şekilde sunar size; bir anın, bir hikâyenin bir duygunun belki de bir kişinin peşinde sürükler. Birkaç saat boyunca başka bir hayatı yaşarsınız. Başka bir duyguyu, başka bir mekânı, başka bir zamanı deneyimlersiniz. Belki güzellikleri belki hayal kırıklıklarını, size ne veriyorsa ya da siz ne almak istiyorsanız onu... Sinema, tüm bunları yaparken mekân kavramını işler içine. Bir ranza, ranzanın kenarında bir dantel, bir yastık, bir pencere, pencereden giren ışık, figürün duvara yaslanan gölgesi, beton bir zemin, zeminden yükselen soğuk, o soğukluğunu yumuşatan bir halı, kısacası oradaki yaşanmışlıkların tümü. Mekân, kişilerin, olayların ve duyguların harmanlanıp kendini göstereceği ve bunu yaparken kendinden izler de katacağı bir ortam hazırlar size. Bir kitaptaki kelimeler, üç boyuta geçip duyularınıza hitap ederek bir filmi oluşturur. Bir film ise mekânın ruhunu kendine eklemleyerek hatta bununla oluşarak, görselleşmiş kelimelerin ve duyguların gerçekliğini ve aktarımınıKitaptansağlar.uyarlanan
sinema | uçurtmayı vurmasınlar ipek kurt
merdiven korkuluğunun arkasından bir çekim açısı görürüz. Korkuluğun demirleri, bize parmaklık hissi verir ve ‘ardındakileri’ gösterir. Bu parmaklık, bir mekâna hapsolmayı anlatır. Önündeki ve ardındakileri birbirinden ayıran bir sınır çizgisidir. Gardiyanın bulunduğu sahnede, merdivenin sahanlığındaki korkuluğun ardından aşağı doğru bir bakış vardır. Bu sahnede yükseklik farkından dolayı aşağıdaki mahkûmlar küçücük görünür. Bu küçüklük algısı ve yükseklik farkı, bize hiyerarşiyi gösterir. Avlunun girişinin bir üst kattan olması “içeri düşmek” söyleminin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Mekâna giren kişi merdivenle beraber aşağı çekilerek yüksek duvarlı avlunun içerisine ulaşır ve tutsaklık hissi daha da ön plana çıkmaya başlar. İçeriden çıkarken ise yükselerek mekânı terk eder ve özgürlüğe kavuşur.
17oylum | ruh parmaklıklarSahnelerinçoğunda
18 oylum | ruh Barış’ı, İnci’nin peşinden koşarken gördüğümüz mekandaki açık kapılar, kapı sınırından giren ve zeminde devam eden ışık, aydınlık bir mekân yaratır. Bu sahnede karanlığın içindeki ışık, Barış’ın bulunduğu bu kafesteki umudu; açık kapılar ise kafesin içinde İnci’nin ona hissettirdiği özgürlüğü temsil eder. İncinin çıkıp gitmesiyle, kapılar kapanır ve mekân karanlıklaşır. Geriye Barış ve küçük bir boşluktan giren ışığın oluşturduğu, duvara yaslanan gölgesi kalır. Bu ışık, İnci’nin Barış’a öğrettiği düşünceler. Bu düşüncelerin Barış’ta bıraktığı iz ise gölgesidir. Bu gölge vurgusuyla, Barış artık kendi kendini büyütmek zorundadır. inci’nin gidişi
Barış, önceden o çok sevdiği, duvarların arkasındaki güzel gökyüzünü, ‘dışarıyı’ kendisine gösteren İnci’nin gidişiyle birlikte boşalan ve anlamsızlaşan yatağına bakar. Bu İnci’nin yatağıdır, Barış’ın güvenli bölgesi, renkli kitaplara baktığı yerdir. Eskiden duygularla ve insanlarla ruh bulan bir mekânın tüm bunlardan sıyrıldığında geriye kalan iskeletini ve anlamsızlaşmasını görürüz bu sahnede. Bir mekânın ‘boş’ olması, içindeki eşyaların değil insanların gitmesiyle gerçekleşir. Barış, burada dikilmiş dururken, mekânın ona hissettirdiği yaşanmışlıklarla kucaklaşan boşluğa bakar.
– hapishaneden kaleye bakış
İnci gidince, Barış, hapishanenin parmaklıklarının ardından Kale’ye, İnci ise Kale’den hapishaneye, Barış’a bakar. Eskiden içinde bulunduğu hapishaneyi de içine alan, sınırsız bir görüş alanı vardır önünde İnci’nin. Barış ise pencerenin ona izin verdiği kadarıyla görür şehri. Birbirini arayan iki göz; Barış, şehrin siluetinde bir yerlerde belki de Kale’de olan İnci’nin varlığını bilerek izler şehri, İnci ise Barış’ın içinde olduğunu bildiği hapishaneye bakar. Bir mekânın iki farklı perspektiften görünüşüdür bu. İnci’nin, eskiden içinde olduğu ve simitçinin gevrek sesinin bile giremediği bu kocaman duvarlar, uzaktan küçücük görünür. İçinde hala gülen, kavga eden, mektup bekleyen, gün sayan insanların varlığını bilerek izler İnci, şehrin kalabalığı içinde oturmuş bekleyen bu küçücük hapishaneyi. “Sen artık uçurtma görebiliyor musun İnci? Bizim göğümüzün bir tek gündüzü var, senin göğünde akşam oluyor mu?”
19oylum | ruh boş
kaledenyatakhapishaneye
20 oylum | ruh kitaptan imgeye | Körlük ‘ ve göz, belki de insan bedeninde ruh barındıran tek kısımdır. ’ José Saramago
21oylum | ruh halenur yenidünya
röportaj ‘ Bir anı ancak bütünüyle var olduğumuz zaman kavrayabiliriz, sesiyle, dokusuyla, rengiyle… Ona temasınız, ancak görmek, bakmak, duymak, koklamak gibi bütün algılarınızın tam olduğu anda gerçekleşir, o zaman anı yaşayabilirsiniz. ’
22 oylum | ruh
yeşim ustaoğlu
Hepsi biraz tesadüf gibi, liseyi bitirirken iki tane se çenek vardı hayatımda, biri tıp diğeri de mimarlıktı, mimarlığı kazandım. Sonra bir seçenek daha girdi, sinema. Hep böyle seçenekler oluyor insanın ha yatında.
Babam Numune Hastanesi’nde doktordu ama tıp deyince, doktorluk deyince, psikiyatri daha çok il gimi çekiyordu, doğal olarak babama özeniyor dum ben de o zamanlar, iyi ki de kazanmamışım.
Mutlaka var bence, çocukluluğunuzu nasıl geçirdi ğiniz çok önemli. Geldiğimden beri de tekrar tekrar dolaşıyorum şimdi. Şehir değişmiş, hızla da değişi yor. Bence Türkiye çok hızla değişiyor. Trabzon da bu değişimden iyi ya da kötü nasibini alıyor. Bura da okuyorken bir dersimiz vardı, ‘tasarlanmış çev re sorunları’ adında. O dersi şimdi alıyor olsaydım neye bakardım diye düşünüyorum. Çünkü geldi ğimden beri o sorunlara bakıp duruyorum. Üzeri ne tez yazılabilecek şeyler, oransız değişimler var. Ne gibi değişimler? Kimliğini yitirmeye başlamış. Birçok yer böyle, Türkiye’nin en büyük problemi bu sanırım. Hafı zamızda, hatıralarımızdaki ilişkimizin hızla koptu ğunu, eski şehrin hızla uzaklaştığını bir yanda da büyüdüğünü ve doğayla olan ilişkisini kopardığını düşünüyorum. Fakat doğa, hala güçlü bir şekil de direniyor. Buna rağmen şehrin dokusu sanki onunla sürekli çatışıyor, istinat duvarları, çok yük sek binalar, ışıkla ilişkinin kopması, vadilere çok yüksek konutların yapılmış olması, dere alanları… Akçaabat’ta biraz dolaştık az önce. Orada hala nefes aldığımı hissettiğimi, çok özlediğimi fark ettim. Anılarımın yeniden canlandı. Bir değişik liğe sürekli baktığımda hafızamın da hareke te geçmiş olması ve oradaki hatrı, kıymeti his setmek, oradaki anıların yeniden depreşmesi, bunlar önemli şeyler. Hafıza önemli bir şey, ha fızanın akdedilmesi de önemli değişimlerin içinde. Orada, bir çelişki yaşadığımı hissettim. İlkokuldan üniversite sonuna kadar, üzerimde et kisinin çok güçlü olduğunu hissettiğim bir çocuk luk dönemim oldu burada. Üniversitenin sonlarına doğru ‘Gitmem gerekir artık, burası benim gelişi mim için yeterli. Başka bir yerde, İstanbul’da devam etmesi gerekiyor hayatımın’ dediğim ve gitmekle kalmak arasındaki o çelişkiyi yaşadığım zamanlar oldu. Çünkü bu şehirle aramızdaki bağ da çok kuv vetliydi. Örneğin, bahsettiğim ‘gitmek ve kalmak’ çelişkisi, filmlerimin ana konusu olmuştur. Kültürel farklılıklar, ilişkiler, az önce bahsettiğimiz konular. Burası bir çocuk için çok gizemli bir şehirdi aslında. Doğanın, denizin ve yeşilin, dağların bu kadar güç lü olması, tarihi dokunun bu kadar köklü bir miras bırakmış olması bir çocuk için çok etkileyiciydi. Biz dijital çocuklar da değildik daha az korunak lı daha serbest çocuklardık. Her zaman dışarıda, sokakta oynardık. Servis çocukları da değildik. Ben, tüm eğitimim boyunca okullarım da dahil her
İlginizi çekmesinin nedeni toplum baskısından mıydı yoksa gerçekten kişisel miydi?
23oylum | ruh Mimarlık eğitimine nasıl karar verdiniz?
Trabzon’da büyüdünüz üniversiteyi de Trabzon’da okudunuz peki Trabzon’da okumanız sinemaya karşı tavrınızda bir etkisi var mı, varsa üslubunuzu nasıl etkiledi?
Trabzon Lisesi’ndeyken belki de sinema nın eğitimle öğrenilecek bir şey olduğuna dair bir bilgim olmadığı için tasarım ve sanatla daha ilişkili gördüğüm mimari, bana en uygun seçenek gibi gö rünmüş olabilir. Tarih, kültür, sanat, resim, şiir, yazı, müzik çocukluğumdan beri hep ilgimi çekmişti. Oldukça sessiz, içe kapalı bir çocuktum, dolayısıy la mimari bana çok uygun gelmiş olabilir. Tıp oku mak da istiyordum o zamanlar, psikiyatri hala çok ilgimi çekiyor ama iyi ki kazanmamışım diyorum.
Çok yakınlarımdı ve ölümlerine tanık oldum. Hala ço cukları benim en yakın arkadaşlarımdır, görüşürüm.
Mesela sabaha karşı yaşadığınız bir ışık, bir gün doğumu veya çok karlı bir atmosferdeki bir ses,
Mimarlık eğitiminin zor olduğunu ve diğer disiplinlerle ilgilenmemiz gerektiğini bütün hocalarımızdan ve çevremizden duyuyoruz fakat bu, eğitimle beraber zorlaşıyor kimi zaman. Siz buna iyi bir örneksiniz. Bir süre yurtdışında eğitim görmüşsünüz sanırım, bundan biraz bahsedebilir misiniz? 1979 yılıydı sanırım, biz üniversitelerarası bir mima ri proje yarışmasına katıldık Marmara belediyeler birliğiydi yanılmıyorsam. Türkiye’deki bütün üniver siteler katılmıştı. Projede, ben ve bizden büyük sınıf arkadaşlarımızla, üç dört kişiydik. Deniz Beyazgül, Erol Şahin, ben katılmıştık ve birinci olduk. Öğle den sonra proje çiziyorken, Trabzon Radyosunda, TRT’de isimlerimiz geçiyordu, ne oluyor diye bir dü şündük. Çok şaşırmıştık. Daha sonra -uygulandı mı hatırlamıyorum ama- uygulama projesi çizmeye çizmeye İstanbul’a çağırdılar bizi, gittik. Sonra Özdemir Aksoy bana önerdi, dilim de vardı diğer arkadaşlarıma göre, ‘Senin gitmen lazım. Sanata, tasarıma olan ilgin çok güçlü, mutlaka yeni şey ler görmelisin’ dedi ve Salzburg’daki Mozarteum Akademisi’ne -yaz akademisi gibi bir okul- burslu olarak gönderildim. 1979 yılında Trabzon’dan oto büse bindim, İstanbul’da indim. Başka bir otobü se bindim ve kendimi Salzburg’da buldum. Küçü cük bir çocuktum o zaman, 18 yaşında var mıydım hatırlamıyorum. Çok güzel bir yıldı, inanılmaz bir tecrübeydi benim için. 1979’u gözünüzün önüne getirin ve tek başıma çıktığım bu macera, sahne sanatlarını, müziği tekrar keşfetmeme yardımcı ol muş; zihnimin özgürleşmesinde beni çok tetikle miş, etkilemiş olabilir. Çok güzel bir süreçti, sonra da aynı şekilde aynı yılda geri döndüm Trabzon’a.
yere yürüyerek giderdim. Yani dış hayat bizim için çok güçlüydü, o hayat çok şey öğretiyor insana.
24 oylum | ruh
Bir filmi gözlerimizle olduğu kadar kaslarımızla ve derimizle de izlediğimiz için sinema mekânı, her mekânda olduğu gibi dokunsal deneyimler yaşatıyor diyebilir miyiz?
Okulumuzun kurucu hocalarından Erdem Aksoy ve Özgönül Aksoy hocalarımız?
Ben de bir filmi duyularımızla izleriz demişim dir her zaman. Aslında çevremize bakışımızda tüm duyularımız etkin rol oynamalı. Dün benzer bir konuya değindim, algı denen şey biraz böyle bir şey, görmek, bakmak, koklamak, dokunmak, işitmek bir anın içinde bütün duyularımızla bütün algımızın açık olduğu bir biçimde yaşayabilmeyi becermek aslında tam anlamıyla o anı hissede rek yaşamak demek. İzlemek de böyle bir şey. Bu şekilde hissettiğiniz bir anın anlatımı sizin için daha farklı olur, o kokuyu unutmazsınız, ora daki dokunma duyusunu anlatmak ve izleyici nizde de aynı şeyi tetikleyebilmek istersiniz. Bir mekâna sadece üç boyutuyla bakmamak gere kiyor, aynı mekânın algısını ışık da çok değiştirir.
Tam tersi, tam anlamıyla hakimiyetimi sağlıyor çünkü aslında öncelikli olarak yazıyorum, yazmak zaten yaratmanın en önemli kısmı ama söylediğim gibi bir bütünlük içinde yazıyorum. Daha sonra onun sette yeniden yaratımını sağlıyorum. Ama biraz önce sözünü ettiğim bütün her şeyi içine katarak yazarım. Yani anın nasıl olacağını, nasıl dokunacağını, hangi saatte olacağını, hangi renkte ve dokuda olacağını, karakterimin ne yaptığını ne hissettiğini, bütün bunları zaten yazarak ortaya çıkardığım için daha sonra sete gidip onları yönet mek, onu var etmek, set öncesindeki tüm hazır lıkları yapmak, oyuncularımı yetiştirmek, seçmek, mekânları defalarca izlemek, yazım sürecinde de sonrasında da benim hakimiyetimi güçlen dirir. Ekibimi koordine etmemi, yönetmemi güç lendirir. Aynı zamanda yapımcılığını da yaptığım için -en problematik kısmı o- finansal açıdan na sıl bir stratejiyle bunun yapılabileceğini denetle mem ve sonunda da mülkiyeti bana ait bir fil min ortaya çıkacağını biliyor olmam, çok önemli ve özgür bırakıcı bir şey. Öbür taraftan yıpratıcı -zamanımı çok aldığı için şikâyet etmiyorum ama- bir tarafı var o sürecin ama onu da tek basıma yapmam. Sonuç olarak bir ekip işi bu, prodüksiyon ve finans kısmında da benimle bir likte çalışan insanlar var. Sete girdiğiniz zaman da tamamen güvenilir insanlarla çalışmanız la zım çünkü güven ilişkisi her zaman her işte çok önemli. Ama sinemada çok daha önemli çünkü bir para yönetiyorsunuz -hoş, her işi yönetiyor sunuz- ama sete girerken bunu tamamen bir arkadaşıma devrederim. Zaman zaman yine de bir kontrol sağlamak gerekir ama sette finans ya da prodüksiyonla ilgilenmem. En zorlandığım kısım bir filmin dağıtım kısımlarıyla uğraşmak.
Film çekerken aslında birçok farklı görev var, çok farklı disiplinlerin bir uyum sergilemesi gere kiyor. Siz de bir filmi çekerken birçok görevi üstleniyorsunuz. Bu sizde bir bölünmeye neden oluyor mu ya da birden fazla şeyle uğraşmak o filmdeki hakimiyetinizi sarsıyor mu?
25oylum | ruh karın varlığı da her şeyi çok değiştirir. Sizin o anki modunuz ve psikolojik yapınız da bunu değiştirir. Hislerinizle, duygularınızla bakmış olursunuz ve o duygularınızla baktığınız mekânı ya da o mekânın sizde uyandırdığı duyguları anlatmak istersiniz. Dolayısıyla her zaman için, hayatın her anında o sorgulamayı yapın, kendinizi geçiştirerek yaşa mayın. Şunu hiçbir zaman söylemeyin ’bu geçsin, daha sonra bunu daha iyi yapacağım’. O geçen şey geçmez çünkü aslında. ‘Daha iyi bir zaman ya şayacağım’ demeyin. İçinde bulunduğunuz zama nın -hakikaten kötü olduğunu hissettiğiniz bir an bile olsa- size verdiği bütün o yılgınlığı, üzüntüyü, onun içinde mutsuzluğu yaratan şey neyse, acıyı, hüsranı, yorgunluğu yaşayın. Hiç değilse onların da sizdeki etkisini bilin, sonuna kadar yaşayın ki o neden öyle yaşatıyor size anlayın. Zaman denen kavram o yüzden bildiğimiz bir kavram değil, için de hissettiğiniz anla ilgili daha rölatif bir kavram.
Mimarlığın sinemanıza olan etkisi nedir? Mekân seçimlerinde nelere dikkat ediyorsunuz? Reel mekânlar ve zaman beni her zaman çok etkiledi. Gerçek anları, gerçek insanları kullan mak da çok etkiledi ama reel mekânları kullan mayı her zaman tercih ettim. Onun replikası gibi bir set oluşturmak sürecine hiçbir zaman girme dim. Bütün kültürel ögeler, doku, insanın bunla rın içindeki varlığı her zaman seçimlerimde çok önemli oldu. Otel ve İz filmlerimi gördüyseniz eğer abstract mekân kullanımım da oldu. Mekâ nın başka bir şey söylediği, daha soyut bir kav ramla orada kendini gösterdiği kullanımlarım da oldu. Ondan sonra, kullanıcıyla kültürel ve sos yal bütün ögelerin birlikte var olduğu bir mekân
Dolayısıyla mekân kendisini çağırıyor. Zaten öyle
Bir önceki filmimin bütün o gidiş-gelişleri sırasında bir benzin istasyonunda konakladığımda, saba ha karşı bir saatte, çok küçük bir kızın bize hizmet ederken yorgunluktan ölmüş hali, gözlerindeki hü zün, o anki yağmur, bizim gelgeçliğimiz, oranın de vasa bir yer olması, dokunsan ağlayacak gibi duran ufacık bir kızın o anki duruşu gibi bir şeyin beni te tiklemesi gerekiyor. O kızın o gözleri çok üzerimde kalmıştı mesela, o andaki yağmur, soğukluk, bizim bir an önce eve gitme çabamız… Biz de yorgunduk ama bu nereye gidecek, bu kızın hayatı nedir diye sormaya başladığınız anda oluşmaya başlıyor. Ben de hemen ayaküstü sorular sordum. Mesela bilme diğim bir şeyi o anda öğrendim, aslında onun 24 saattir çalıştığını, vardiyaların 24 saat olduğunu, daha sonra eve gidip 24 saatini de evde geçirdiğini. Ama çok tuhaf bir şey bu, kendi hayatımızla kar şılaştırdığımızda bildiğimizden çok farklı bir şey ve o şey hemen çağırıyor hikâyeyi. İşte o zaman bu kızın hayatı nedir, ne ister, nasıl bir gelecek tahay yül ediyordur, onu ne bekliyor, nerede yaşıyordur diye soruyorsunuz. Ama biraz önce de değindim, o sırada anın benim de üzerimdeki etkisi önemli.
Zaten o günün çok soğuk, yağmurlu veya karlı bir gün olması da filmin ana rengini belirlemiş oluyor. Daha sonra da ona konsantre olup gidiyorsunuz.
Araf filminde Karabük’ü seçmenizdeki sebep Karabük’ün de arafta ka lan bir şehir olmasından dolayı mıydı?
bir anla karşılaştığım için öyle bir hikâye yazıyorum.
26 oylum | ruh seçimini daha çok tercih ettim. Yaşayan evler, yaşa nan mekânlar, yollar, doğa, doğanın o sırada söylediği yalnızlıklar… Giderek şuna dönüştü, mekâna bakmak, mekânın kendi içinde ruhsal ve imgesel olarak başka bir anlam da içerdiğini anlamak ‘bende bir yalnızlık hissi mi var, bende bir boğulmak hissi mi var onu mu söyleyecek bana?’ gibi. Çünkü her mekân buna kar şılık bir şey söyleyebilir, ona uygun mekânları daha doğrusu onu bana hissettiren yerlerde ve anlarda olmayı tercih ettim ve ona göre seçmiş oldum. Me sela Tereddüt’te, boğulma ve özgürleşme imgeleri en güçlü imgelerdi. Karasu o konuda çok iyi bir ce vap verdi bana. Mekânın manası çok önemli aslında. Filmlerimde keşif duygusu çok önemliydi, bundan dolayı da yollar ve yolculuklar hemen her filmimde kendini gösterir. Değişmek, keşif, bir şeyin içinden çıkmak, farklılaşmak, bir şeye temas edip oradan bir büyümeye doğru geçmek gibi kavramları ve bun ların en önemli imgesi olarak da yolu kullandım. İstanbul’a ilk geldiğinizde bir dergi çıkarma süreciniz olmuş sanırım biraz bundan bahsedebilir misiniz? Çalıştığım, aynı zamanda da master yaptığım za man İFSAK’taki sinema bölümündeydim ve kısa film festival düzenleme sürecinde de bulunuyor dum. Bir dergi de çıkarmıştık o zaman. Sizin dergi niz gibi basılıp, dağıtımını ve her şeyini kendimiz yaptığımız bir dergiydi o. Hem editörlük hem yazar lık yapmak, her işinde çalışmak çok güzeldi. Dijital de değildi, yaklaşık iki sene sürdü. Zaten sonrasın da İFSAK da tekrar öyle bir dergi çıkarmadı sanırım, ilk ve son dergisi olabilir. Ben bir süre sonra kısa film yapmaya başladıktan sonra İFSAK’tan ayrıldım. Tasarlama süreciniz nasıl? Karakter her zaman önce oluşur. Bizim pilot ya da longline dediğimiz, her filmin kendine özgü ve çok önemli bir cümlesi vardır, o cümleyi çok iyi kurmak lazım. Araf’ı düşünürseniz, Zehra ve Olgun’un araf ta kalmışlığı içinden büyüme hikayesidir. Büyüme ye çalışan ve kendine bir gelecek perspektifi tutar ken, arafta kalmışlık hisseden iki gencin hikayesini anlatmak istiyorum. 24 saat vardiya çalışacak bir benzin istasyonu ve Karabük gibi bir doku, işte bu seçimi çok iyi yapmak gerekiyor. Ama bunu yaz mak için sizi, beni tetikleyen bir şey zaten oluyor.
27oylum | ruh Evet, Zonguldak ve Karabük bölgesini Pandora za manında çok dolaşıyorduk. Her Karabük’ten geçişi mizde ‘Allah’ım burada mutlaka bir şey yapmam la zım’ diyordum. Bir işçi şehri. Özelleştirmeden sonra bir işsizlik hali var, bir yandan gelecek endişesi var, öbür taraftan çok ilginç bir hayat var. Mesela oraya bağlılık var, Gençler arasındaki ilişki, çok güçlü bir dostluk var. Belki biraz da gelecekten korkmayla bağdaşmış olarak gençlerin birbirine yaslanıp kal maları… Her yerde görebileceğimiz hikayeler aslında, inanılmaz ve çok güzel bir estetiği var aynı zamanda. Dışarıdan gelip geçiyorken, ‘Ya aman Karabük’te de yaşanır mı’ dediğiniz şehrin içine girdiğiniz zaman çok güzel bir estetiği olduğunu da görüyorsunuz. Araflık biraz da böyle bir şey, güzellik var dostluk var, sıcaklık var, yoğunluk var, çok ciddi bir saflık var. İçine girdiğimiz zaman her şey değişiyor. Mesela kapıları çalıyorduk ‘biz burada bir şey çekmek istiyoruz’ di yerek, hemen ayran, sütlaç, evde ne varsa ikram edi yorlardı. Yani çok güzel bir çağrı ve içeri alma ile kar şılanıyorduk. Bunlar çok etkiliyor fakat öbür taraftan nasıl bir resim, nasıl bir duygu verdiği, kendi kendine nasıl bir hikâye anlattığı da önemli. Zamanla değişi yor o yapı da. Türkiye’deki bu değişim dönüşüm de il ginç bir şey. Mesela şimdi gitsem, oradaki o kompakt yoğunluk da kaybolmuştur gibi bir his var içimde.
Karakterler sanki hep birbiriyle ilişkili. Mesela ilk uzun metrajlı filminiz Güneşe Yolculuk’ta Berzan, Mehmet; son filmdeki Elmas, Şehnaz Evet, iç içe geçen karakterler var. Ama Berzan ve Mehmet kadar Arzu da çok önemli bir sacayağı oluşturur. Mehmet ile Arzu’nun ilişkisi Güneşe Yol culuk’ta çok önemlidir. Tabii ki filmin bakış açısını gösteren, olayları sürükleyen bir ana karakter var dır ve her şeyi onun bakışından anlatırsınız. Aslında filmin bakan gözü odur, aynı zamanda benim gö züme de sahip olur. Ama onunla temas eden diğer karakter de değişimi sağlayacaktır, onun hayatından da etkilenecektir. Diğer karakteri de en az onun kadar kıymetli ve özel bir şekilde, bütün detayla rıyla, bütün yoğunluğuyla anlamanız, etüt etme niz ve bir o kadar da geliştirmeniz gerekir. Çünkü insanlar birbirine ettikleri temaslarla veya temas sızlıkla vardır. Hikayelerimiz öyle var olur, ya çok temassızız, iletişimsiziz, kopuğuz ya da birbirimiz den öğrenerek, birbirimize değerek gidiyoruz. Bu ölüm ya da ölümün bize öğrettiği büyüme bile olabilir. Her aile için, -Pandora’da önemli bir te madır o- her ailenin bir diğeriyle olan ilişkisinde ki farklılık bile önemlidir. Mesela baba ilgisi birin de farklıdır, diğerinde daha farklıdır. Herkes farklı bir şekilde büyür bir evin içinde. Aynı baba, aynı anne olmasına rağmen farklı bir şekilde temas eder, orada bile bir ilişki farklılığı oluşabilir aslında.
Filmlerinizi belki iki üç defa izledim ve her izlediğimde farklı bir şey katıyor bana Önemli olan da budur zaten. Benim de yapmaya çalıştığım şey, katmanları okuyabilmeniz, arkada ki diğer yoğunlukları da hissetmeye başlamanız aslında. Bu anlamda kaliteli olan bütün filmleri iki kere mutlaka izleyin. İlkinde hikâyeye şöyle bir hâkim olursunuz, bunu anlatmış dersiniz. İkin cisinde, arkadaki bütün katmanları, yönetmenin oturup günlerce, haftalarca, aylarca, binlerce de tayı içine yerleştirişini izlersiniz. Aylarca süren bir çalışma var arkasında, bunu birinde es geçersiniz, ötekinde ‘Aa aslında o ses orada çınladığı için böyle’ dersiniz. Bir anı ancak bütünüyle var oldu ğumuz zaman kavrayabiliriz, sesiyle, dokusuyla, rengiyle… Ona temasınız, ancak görmek, bakmak, duymak, koklamak gibi bütün bu algılarınızın tam olduğu anda gerçekleşir, o zaman anı yaşayabilir siniz. Sevincinizi de melankolinizi de pekiştirebilir ve sizi o anın içinde tutar, var olduğunuzu daha iyi hissedersiniz. Filmde de böyle bir şey var, biz filmlerde bunları yapmaya çalışıyoruz aslında.
roger waters erol akyavaş 70’lerdeki en iyi rock gruplarından olan Pink Floyd’un bas gitaristidir. Mimarlık eğitimini Londra’da aldı. Orada grubun diğer üyeleriyle tanışıp müzik hayatındaki başarılı kariyerinin ilk basamaklarını çıkmaya başladı. T cetvel yerine bas gitarı tercih eden sanatçımız sanatını eskizlerle değil de notalarla sürdürmeye karar vermiştir. Zamanında ve bugünde de milyonlarca insanın severek dinlediği, her döneme damgasını vuran Pink Floyd’a can Solovermiştir.albümleriyle de başarıyı yakalayan sanatçımız hala hayatta olup kariyerine yeni başarılar eklemeye devam ediyor. Mimarlıktan önce resimle tanışan Erol Akyavaş, Bedri Rahmi’nin atölyesinde resim hayatına başlıyor. Ardından şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Okulu’nda ve Floransa’da mimarlık eğitimi alıyor. Bir yandan mimari çalışmalarıyla Ağa Han ödülünün finalisti olurken bir yandan da sürekli sergiler açmaya devam ediyor. Resimlerindeki mimari mekanlar ve derinlik algısı zamanla daha kavramsal çalışmalara dönüşüyor. Geleneksel hat ve minyatürlerle ilgilenmesiyle de kendi soyut ve imgesel tarzını oluşturmuş oluyor.
30 oylum | ruh alternatif
31oylum | ruh yaptığınıidameilkardından,çeşitliüzerebirBonatzGüzeloluyor.olsaHercihatmimarlıkburaknekadarmimarlık,yazarlıkveseramikleilgileniyordaCihatBurakdeyinceaklailkgelenşeyresimleriGalatasarayLisesi’ninardındanMimarSinanSanatlarOkulu’ndaSedatHakkıEldem,PaulveEminOnat’tanmimarlıkeğitimialanmimarımız,süreçalıştıktansonramimarlıkveresimeğitimialmakParis’egidiyor.Üçyılsonrageridöndüğünde,üniversitelerderesimeğitimivermeyebaşlıyorve42yaşındaİstanbulBeyoğluŞehirGalerisi’ndesergisiniaçıyor.Röportajlarındamimarlığıhayatınıettirmekiçin,resmiisekişiselbirtutkuolaraksöylüyor. federico babina Mimarlık okuyup sanat eseri tadında binalar tasarlıyoruz. Peki ya sanatçı olup mimar olmaya karar verirseniz?
Federico Babina işte o insanlardan biri. Mimarlık okuyup binalar yapmıyor. Tasarım çalışmalarına binalar ekliyor. Aklımıza ilk gelen, özellikle eğitim döneminde ve sonrasında da mimarları zorlayan ‘peki içini nasıl çözüyorsunuz?’ tarzı bir şey değil bu. Grafik tasarımcısı olan Babina, tasarımlarında bazen mimarlığı bazen de mimarlık üzerinden diğer çalışmaları soyutluyor. Cetvelle kalemle değil de direkt programlarla işe başlayıp başarılarıyla adını duyuran eşsiz hayal gücüne sahip sanatçımız, mimarlığı buluşturduğu farklı alanlardaki konularla ön planda. Çalışmalarına bir göz attığınızda şunu anlıyorsunuz: Mimar demek orkestra şefi olmak demektir.
32 oylum | ruh halenur yenidünya
33oylum | ruh
34 oylum | ruh ibrahim emre karadelioğlu
35oylum | ruh
36 oylum | ruh
peyzaj mimarlığında tin’i ‘düzenli’yakalamakatölyesindeeskiz süreci dr.öğr.üyesi tuğba düzenli Peyzaj mimarlığı; insanların ihtiyaç ve isteklerine bağlı olarak çevrenin tasarlanmasıyla kullanıcılara yaşanabilir uygun mekanlar yaratan bir disiplindir. Peyzaj mimarlığı disiplininde bu mekanları tasarlarken öncelikle kullanı cı odaklı, birbirinden farklı ve yaratıcı tasarımlar ön plana çıkmalıdır. Bu nedenle peyzaj mimarlığı eğitiminde öğren cilere tasarım ve yaratıcılık becerisi kazandırmak, tasarım daki ruhu ‘tin’i yakalamak açısından oldukça önemlidir. Tasarım kavramı ile ilgili olarak birçok farklı tanım ve yaklaşım bulunmaktadır. Birçok araştırmacıya göre ta sarım bir problem çözme sürecidir, bazı araştırmacılara göre karar verme, kimilerine göre ise deneme-yanılma sürecidir . Yani tasarım genellikle; “bir faaliyet için gerek li olan şemaların veya planların hazırlanması süreci” ola rak tanımlanırken, “yaratıcı sürecin kendisi” olarak da ele alınabilir. Tasarım sürekli problem çözme sürecinin bir parçasıdır . Ve bu doğrultuda tasarım, “belirsizlikler içe risinde karar vermek” , “çeşitlilik azaltmak” , “fiziksel bir yapının doğru fiziksel bileşenlerini bulmak” gibi çeşitli tanımlarla ifade edilmiştir. Bayazıt (1994) en temel tanımı ile tasarlama bir plan ya da eskiz yapmak üzere zihinde canlandırmak, biçim vermek ya da üretilerek zihinde can landırılan bir plan ya da bir şeydir demiştir. Bir sonucu hazırlayan adımların ortaya konulduğu zihni bir pro je ya da şemadır. Bunları yapabilmek için bir sürece ihtiyaç vardır. Bu tasarım süreci, tasarımcının algıla ma-düşünme-ifade etme ve kullanılan görsel-sözel
37oylum | ruh araçlarla gerçekleştirdiği aktiviteler bütünüdür. Bu sü reçte kullanılan araçlar; süreci, bir fikrin ifadesi olan ürü nü ve onun algısını etkiler ; Dolayısıyla tasarlama sü reci, zihinsel düşünce gücünü, tüm duyuların çevreden topladığı verileri ve doğuştan gelen yetenekleri bir bü tün olarak sentezlendiği bir etkinliktir. Bu sürecin en önemli ve en yaratıcı parçası eskiz yapma aşamasıdır. Bu nedenle, Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Pey zaj Mimarlığı Bölümünde ‘Çevre Tasarım Proje’ dersleri ‘Dr. Öğr. Üyesi Tuğba DÜZENLİ’ atölyesi kapsamında, öğ rencilerin özgün tasarımlar yapabilmeleri için nasıl eskiz üretebileceklerinin öğretilmesi amaçlanmıştır. Yazı kap samında, Çevre tasarım proje derslerinde üretilen eskiz ler aracılığıyla öğrencilerin fikirlerini yaratıcı tasarımlara dönüştürmedeki farklılıkları ortaya konmaya çalışılmıştır. Tasarım sürecinde, yaratıcılığın nasıl geliştirilebilece ği ya da yaratıcılığın nasıl öğretilebileceği tasarım eğiti minin önemli bir problemidir ; . Özellikle tasarım eğiti minin ilk yıllarında öğrencilerin zihinlerinde kurguladığı tasarımı, eskiz üzerine aktarmaları oldukça zordur. Çün kü tasarım her ne kadar somut bir sonuç olsa da tasa rımcıyı bu sonuca götüren süreç soyuttur. Özellikle eği timin başlangıç döneminde olan öğrencilerin tasarım bilgisi, görgüsü yetersiz olduğu için bu soyut süreci so muta dönüştürmekte zorlanmaktadırlar. Bu nedenle ders kapsamında; öğrencilerin daha kolay seçenek üretmesi açısından, örneklerden esinlenerek eskiz üretme yöntemi kullanılmıştır. ‘Tuğba Düzenli’ atölyesinde dersi alan öğ rencilerden doğadan veya literatürdeki projelerden örnek seçmeleri ve bu örneği biçimsel-işlevsel açıdan analiz ede rek bir konsept oluşturmaları ve eskizler üretmeleri istenir. Bu aşamada öncelikle biçimsel olarak esinlenilen örneğin gerçeğini yansıtma başarısına göre gerekirse ilk aşamaya feedback yapılarak eskiz geliştirilir, bir yandan da örneğin hangi etkinlik, hangi konseptle örtüşeceğine karar verilir. Seçilen örneğin bu şekilde ne olacağına tam olarak karar verildikten sonra seçilen konsepte bağlı olarak açık me kan tasarımına ilişkin eskizlere devam edilir. Genel süreç içinde en uzun zaman alan ve sıkça feedback ile aşama içinde başa dönülen safha bu aşamadır. Öğrenciler hem esinlendikleri örneğin biçimsel analojisini yapmaya ça lışırken hem de etkinliklerin çalışma alanındaki genel da ğılımlarına karar vermeye çalışırlar. Bu bağlamda Çevre Tasarım Proje 2 dersinde eskiz üretme aşamalarına ilişkin örnekler Tablo 1’de, Çevre Tasarım Proje 5 dersinde eskiz üretme aşamalarına ilişkin örnekler Tablo 2’de verilmiştir: tablo 1: çevre tasarım proje 2 dersinde eskiz üretme aşamaları
38 oylum | ruh tablo 2:çevre tasarım proje 5 dersi nde eskiz üretme aşamaları
39oylum | ruh Belirli tasarım ölçütleri aracılığıyla kullanıcının ihtiyaç ve gereksinimlerine yanıt veren mekânlar yaratmayı amaç layan Peyzaj Mimarlığı disiplini için eğitim sürecinin nasıl olması gerektiği günümüzde hala tartışma konusudur. Tasarım ve yaratıcılık süreçlerini içeren tüm disiplinler de olduğu gibi Peyzaj Mimarlığı eğitim programlarında da öğrenciye tasarım becerisi kazandırmaya yönelik üslup ve yöntemler oldukça önemlidir. Örneklerden esinlenme yönteminin tasarım süreciyle ilişkileri üze rinde ilerleyen derste bu yöntemin tasarım eğitiminde eskiz üretme sürecine faydaları olduğu belirlenmiştir. Bu esinlenme yaklaşımını uygulayan tasarım eğitimin de; öğrencilerin tasarım sürecine başlamaları, konsept belirlemeleri ve estetik kurguyu sağlamaları kolaylaş mıştır. Ayrıca esinlenme yaklaşımı; tasarım öğrencileri ne estetik, işlevsel ve yaratıcılık açısından yardımcı ol muş, tasarım eğitimini daha anlaşılabilir hale getirmiştir.
42 oylum | ruh
43oylum | ruh
ebranur yılmaz Kalabalıklar arasında yalnız kaldığınızda akıp giden bir nehir misali bir yol görünür veya bir yol bulunur. Kimileri bir kaçış der kimile ri ise bir bitiş bense bir var oluş diyorum buna… Bu var oluşum her şeyden bihaber başladı.
Nereye gittiğimi, neyden veya neler den gittiğimi hiçbir şekilde bilmiyordum. Bir anda bir yere otobüs bileti aldım. Daha önce hiç gitmediğim, hiçbir arkadaşımın, yakınımın olmadı ğı bir kente. Birkaç parça eşya doldurdum heybe me, fotoğraf makinemi ve defterimi de aldım. Bel ki kayıt etmem gereken bir şeyler olabilir diye. Otobüs saati geldi, bir kenti geride bırakıp gidecek tim, hazırdım. Otobüse bindim, koltuğa yerleştim.
44 oylum | ruh
yolda var olmak
Uzunca bir süre uyumuşum. Yol almaya devam ediyor duk, bu sefer uyumadım, dolunay var hava açık, bulut yoktu. Otobüsün uğultusu taktığım kulaklığa rağmen duyuluyordu, Ezginin Günlüğü’nün gideceğim kente bestelediği parçayı dinliyordum. Bu şekilde 1-2 saat daha yol gidip sabah karşı kente vardık. Heybemi omzuma takıp yürümeye başladım sabah alacasında. Uzunca bir süre yürüdüm, kent merkezine varana kadar gün doğdu. Surla çevrilmiş bir kentti burası, oldukça düz, eğim yok denilebilir. Hafta içi, sokaklarda insan lar telaşlı telaşlı bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar dı. Bazı konuşmalar işittim fakat ne konuşulduğu nu anlamadım. Sanki farklı bir dilde konuşuyorlardı. yolda, hareket halinde
Diğer koltuktaki bireylerle iletişime bile geçtim, hi kayelerini dinlemeye başladım, fakat otobüs kalk mıyordu. Belli ki bir sorun vardı. İndim sordum, oto büs arızalanmış, bir süre beklememiz gerekiyormuş. Bekleme süresinde kafamda bin bir türlü fikir oluş tu. Acaba geri mi dönsem, gitmesem mi, gitmemem mi gerekiyor, bu bir işaret mi? Ama bu sırada oto büsteki diğer bireylerle hala iletişim halindeydim. Soru işaretleriyle yolculuğum başladı, gün ba tana kadar ağaçları, dağları, dağlardaki hay vanların çizdiği yolları izledim. Sonra yavaş ya vaş gözlerim kapanmaya başladı ve uyudum.
küçelerin arasında çocuklar çiçek amca Heybemi hikayelerle dolduruyorum, gönlümü de Çiçekler ile… Heybem doldukça, gönlüm Çiçek açtıkça var oluyorum…
Küçelerin arasından çıkıp surların yanından yürümeye başladık. En sonunda, ona ilk başta sorduğum doğu kapısına geldik. Bu kapı oldukça manzaralıydı. Ken tin bahçesini, nehrini, köprüsünü, dağını görüyordu. Ayrılık vakti geldi yeğenim dedi. Suru, küçeleri dolaştığım amca, Çiçek amcam, bir anda bu manzarada, Suzan Suzi’yi mırıldanıp ağlamaya başladı.
45oylum | ruh Çok önemsemeden yürümeye devam ettim. İçerisin de dolaştığım surların pek çok kapısı var, birkaçına git tim. En son doğuya açılan kapısına gitmek istedim, onun yerini sormak üzere birilerine yaklaştım, dört ayaklı bir minarenin gölgesinde oturan iki amcaya. Amcalardan biri hemen ayağa kalktı ve bana yolu ta rif etmeye başladı, tarif ederken bir baktım benimle yürümeye başladı. Ben solda, amca sağımda yol al maya başladık. Bir yandan yerel ağzıyla bana bir şey ler anlatıyordu. Kentin yakın tarihte geçirdiği olaylar dan bahsetti ilk başta, ardından kendini anlatmaya başladı, birlikte surun ‘küçelerini’ dolaştık bu şekilde. Küçelerin arasında, papaz bir arkadaşını ziyaret et tik, kiliseyi gezdik. Ardından da yine sur küçelerinde amcanın ablasının evine gittik, acı bir çay içtik. Ora dan çıktık ve surda çarşı içerisinde bir arkadaşını ziya rete gittik. Arkadaşı aşıktı. Bağlamasıyla beraber bize anlamadığım bir dilde ve kendi dilimde birkaç tür kü okudu. Biraz sohbet ettik ve oradan da ayrıldık.
46 oylum | ruh eskiz kulübü Canlı Yayın Sohbetleri
47oylum | ruh
EtkinliklerDijitalDuvar
Dergileri