‹STANBUL OCAK 2011
B‹R MEDEN‹YET GEZG‹N‹N‹N ‹Z‹NDE Medeniyetlerin yak›ndan tan›klar› olan gezginler, coflkun akan ›rmaklara benzerler. Gezip gördükleri yerlerdeki medeniyet birikimlerini bize aktar›rlar. Durmadan, yorulmadan, b›kmadan geçmiflten gelece¤e hep bilgi tafl›rlar, görgü tafl›rlar, kültür tafl›rlar. Her medeniyet ayn› zamanda kendi gezginlerini de yetifltirir. Gezginin gezme merak›, aflk› ve tutkusu, yaflad›¤› medeniyet havzas›n› derinli¤i ile mütenasiptir. Daha zengin bir medeniyet havzas›nda yetiflen gezginler, adeta kanatlanarak bütün evreni yücelerden seyretmek isterler. Hem kendi medeniyet birikimlerini dünyaya tafl›rlar, hem de öteki medeniyet havzalar›n›n zengin ürünlerini bölgelerine aktarmak, anlatmak ve tan›tmak isterler. Üç k›taya yay›lm›fl bulunan ihtiflaml› “Devlet-i Aliyye-i Osmaniye”nin yani Yüce Osmanl› Devleti’nin sahip bulundu¤u hazineleri bize aktarmaya çal›flan Evliya Çelebi iflte bu anlamda bir medeniyet gezginidir. Kendisini sürekli “Evliyâ-y› bî-riyâ” olarak tan›tan, ata binip cirit oynayan ve ömrünün 40 y›l›n› seyahat ile geçiren bu büyük gezginin, iyi e¤itim görmüfl, üslup sahibi bir edip, flair, hattat, nakkafl, musikiflinas, zarif ve entelektüel bir ‹stanbul çelebisi oldu¤u anlafl›lmaktad›r. Öylesine bir gönül zenginli¤ine sahiptir ki, bu muhteflem imparatorlu¤un en üst kademesinde görev alan devlet ricalinin yönetici kadrosunun en yak›n›nda ye ald›¤› halde asla makam, mevki ve mans›b derdine düflmemifl, eserinde kendi ad›n› dahi gizleyerek hocas›n›n lakab›yla an›lmay› tercih etmifltir.
O, art›k son bulmaya bafllayan muhteflem Osmanl› rüyas›n›n efsanevi an›lar›n› yeniden canland›rma ifltiyak› ile yan›p tutuflur. Hep bu eski rüyan›n sürüp gitmesini arzular. Bu nedenle de eserini rüyalar üzerine kurulu bir an›lar manzumesi gibi planlam›fl gözüküyor. Devrinin pek çok ayd›n› gibi, kulaklar› Kanunî döneminin muhteflem an›lar›yla dolup taflm›fl olan Evliya Çelebi bu ihtiflam›, flaheser bir ifade ve abart› dolu bir üslup ile gözler önüne sermeyi amaçlar. Onuncu yüzy›ldan itibaren say›lar› h›zla artan seyyahlar, genifl ‹slam co¤rafyas›n›n yan› s›ra bilinen dünyan›n ulaflabildikleri bölümlerini de bize tan›tmaya çal›fl›rlar. Böylece ortaya zengin bir seyahat literatürü ç›kar. Bu literatür ayn› zamanda bize ‹slam medeniyetinin geliflim seyrini de gösterir. ‹slam dünyas›nda ünlü seyahatname yazarlar› aras›nda ‹bn Fadlan, ‹bn Havkal, fierif el-‹drisî, ‹bn Cübeyr ve ünlü gezgin ‹bn Batuta gibi 2
isimler öne ç›ksa da, dünya seyahat literatürünün önde gelen isimleri aras›nda Evliya Çelebi’yi baflta saymak gerekir. Evliya Çelebi, 1040 y›l› Muharrem ay›n›n kutlu Aflure günü (19 A¤ustos 1630) sabah namaz› vaktinde mana âleminde kendisini ‹stanbul’da Yemifl ‹skelesi civar›ndaki Ahi Çelebi Camii’nde bulur. Minberin yan›nda oturarak camiyi dolduran ayd›nl›k yüzlü, güzel görünümlü seçkin cemaati hayranl›kla izler. Önce yan›nda oturan ve kim oldu¤unu bilmedi¤i zata sorar. O, aflere-i mübeflflereden okçular›n Piri Sa’d ibn Ebi Vakkas oldu¤unu bildirince ayr› bir coflkuya kap›l›r ve cemaatin teker teker ismini sorar. Bunlar›n gelmifl geçmifl bütün peygamberlerin, velilerin ve sahabelerin ruhlar› oldu¤unu ö¤renir. Bu yüce ruhlar›n Azak Savafl›’na kat›lmak üzere burada toplanm›fl olduklar› bilgisini al›r. Rehberi ona, birazdan Hz. Peygamber’in Oniki ‹mam ve Aflere-i Mübeflflere ile birlikte 3
gelip sabah namaz›n›n sünnetini k›laca¤›n› ve kendisine iflaret ederek kamet getirip Bilal-i Habeflî ile birlikte müezzinlik yapmas›n› isteyece¤ini müjdeler. Evliya Çelebi biraz sonra caminin kap›s›ndan flimflek çakar gibi bir ›fl›¤›n belirdi¤ini, içi zaten nur ile dopdolu olan caminin nura gark oldu¤unu fark eder. Mihraba geçen Hz. Peygamber, sabah namaz›n›n sünnetini k›ld›ktan sonra, Evliya Çelebi’ye kamet getirmesini emreder, o da segâh makam›nda salât ve selam getirdikten sonra Bilal-i Habeflî ile birlikte kamet getirir. Namazdan sonra Sa’d ibn Ebi Vakkas elinden tutarak Hz. Peygamber’in huzuruna götürür ve “Sad›k âfl›k›n, müfltak ümmetin, Evliya kulun flefaatini rica eder” diye niyazda bulunur. Bu esnada heyecana kap›larak a¤lamaya bafllayan Evliya Çelebi, Hz. Peygamber’in elini öper ve “fiefaat ya Resulallah” diyece¤ine “Seyahat ya Resulallah” der. Hz. Peygamber tebessüm ederek “fiefaatim, seyahatim ve ziyaretim senin üzerinedir, hadi yürü” buyurur. Evliya’y› elinden tutup Hz. Peygamber’e takdim eden Sa’d ibn Ebi Vakkas, belinden sada¤›n› ç›kar›p ona kuflat›r ve “Müjdeler olsun! Bu mecliste gördü¤ün her kesin makam›n› ziyaret edecek ve ‘Seyyâh-› Âlem, Ferîd-i Benî Âdem’ olacaks›n” der. Ve iflte böylece bafllar bu ünlü gezginin seyahat maceras›. Camide bulunanlar›n kimisinin eli misk, kimisinin anber, kimisinin sünbül, kimisinin gül, kimisinin reyhan, kimisinin safran, kimisinin menekfle, kimisinin karanfil gibi koktu¤unu gören Evliya Çelebi, 4
Hz. Peygamber’in bedeninin safran ve aç›lm›fl gül gibi koktu¤unu, mübarek ellerinin de pamuk gibi yumuflak oldu¤unu söyler. Evliya Çelebi, önce “Darü’s-Saltanati’l-Aliyye, Hasretü’l-Mülûk, Taht-› Yunaniyan, Gulgule-i Rum, Tantana-i Rum, Velvele-i Rum, Debdebe-i Rum” dedi¤i ve yeryüzünde efli benzeri bulunmayan bir diyar olarak tan›tt›¤› ‹stanbul’un de¤iflik semtlerini gezer, görür ve anlat›r. Bursa, ‹zmit gezisinden sonra babas›n›n manevi o¤ullu¤u Ketenci Ömer Pafla’n›n Trabzon valisi olmas› üzerine onunla birlikte Trabzon’a, oradan Anapa’ya, oradan da Azak Seferi’ne kat›larak K›r›m’a gider ve Bahad›r Han’a misafir olur. Yusuf Pafla ile birlikte Girit seferine ifltirak eder. Defterdarzade Mehmet Pafla’n›n maiyetine dâhil olarak Erzurum, Azerbaycan ve Gürcistan’a giden Evliya, Murtaza Pafla ile birlikte fiam’a gider. Suriye, Filistin, Güneydo¤u Anadolu kentlerinden geçerek Sivas’a gelir
Çok sayg› duydu¤u ve annesi taraf›ndan akrabas› olan Melek Ahmet Pafla ile yolculu¤unu sürdüren Evliya Çelebi onunla birlikte genifl Osmanl› co¤rafyas›nda uzun süren seyahatlerde bulunur. Rumeli’yi gezer, ‹ran, Irak bölgesinde dolafl›r, Ruslar ve Kazaklara karfl› yap›lan seferlere kat›l›r. Faz›l Ahmet Pafla ile Avusturya’ya gider, Uyvar Kalesi’nin fethinde bulunur. Daha sonra Hersek üzerinden Venedik’e geçer ve çevrede bulunan yerleri gezer. Oradan Macaristan’a geçer. Elçi Kara Mehmet Pafla ile birlikte Viyana’ya gider Almanya 5
içlerinde geziler yapar. Bohemya ve ‹sveç’e gitti¤ini belirten Evliya Çelebi, K›r›m üzerinden Kafkasya’ya geçmifl, Volga boylar›n› dolaflm›fl, Azak Kalesi’ni, Kefe’yi ve Bahçesaray’› ziyaret etmifltir. Art›k o, bir dünya gezginidir. ‹mparatorluk hudutlar› içinde ve çevresinde gezip görmedi¤i, dolafl›p gelmedi¤i yer kalmam›fl gibidir. “Evliyâ-y› bî-riyâ” 1671 y›l›nda bir rüya daha görür. Mübarek bir Kadir gecesinde Eyüp Sultan Camii’nde namaz k›lmaktad›r. Babas› Dervifl Mehmet Z›llî Efendi ile Hocas› Evliya Efendi de orada haz›r bulunurlar. Her ikisi de kendisine, bütün dünyay› gezdi¤ini, flark› ve garb› dolaflt›¤›n›, 6
art›k Allah’›n evini, Kâbe-i Muazzama’y› ziyaret edip anlatmas›n›n zaman› geldi¤ini söylerler. Böylece yeni bir yolculu¤a daha ç›kmaya karar verir. O y›l›n May›s ay›nda ‹stanbul’dan ayr›l›r. Bursa, Kütahya, Afyon üzerinden ‹zmir’e geçer. Buradan gemi ile Güney Ege ve Akdeniz sahillerini dolaflarak Adana Marafl, Antep ve Kilis üzerinden fiam’a gider. Adet oldu¤u üzere fiam’da toplanan Hac kafileleriyle birlikte Arabistan çöllerini aflarak mukaddes topraklara var›r. Hac farizas›n› ifa eder ve bu esnada gördüklerini anlatt›ktan sonra K›z›ldeniz yoluyla Kahire’ye geçer. ‹stanbul’dan sonra en uzun anlatt›¤› yer Kahire’dir. Belki de bu iki 7
flehrin iki büyük ‹slam devletine baflkentlik yapm›fl olmas›ndan veya kendi zaman›nda ‹slam medeniyetinin yaflayan iki örnek flehri olmas›ndan dolay› böyle yapm›flt›r. Buradan ‹skenderiye’ye geçer ve Afrika içlerinde gezintiye ç›kar. Nil boyunca ilerleyerek Sudan’a ulafl›r. Buradan mübarek Nil’in kayna¤›n› görmek ister ve Osmanl› s›n›rlar›n› aflarak Afrika içlerinde dolafl›r. Habeflistan üzerinden tekrar M›s›r’a döner. Hayat›n›n bundan sonraki k›sm› hakk›nda bir fley bilmiyoruz. Art›k rüyalar› son bulmufl, ufuklar›n ötesine do¤ru sonsuzluk yolculu¤una bafllam›flt›r. Mum söner, hayat biter, soluk kesilir, kalem düfler ve “Seyyâh-› flehîr, Evliyâ-y› bî-riyâ” sonsuzluk kervan›na kat›l›r. Bundan sonra ondan ne bir haber 8
al›n›r, ne de bir hat›ra aktar›l›r. Ne vefat etti¤i tarih kesin olarak bilinmektedir, ne de vefat etti¤i yer tam olarak malumdur. Tanr›’ya flükür ki son seyahatlerini anlatt›¤› Seyahatname’nin X. cildi, bilinmeyen birileri taraf›ndan, bilinmeyen bir flekilde ‹stanbul’a ulaflt›r›l›r. Yüzlerce y›l›n ard›ndan Evliya Çelebi, hâlâ bize muhteflem bir imparatorlu¤un flaflaalar dolu destan›n› masal›ms› bir üslup ile anlatmaya devam etmektedir. Abart›l› da olsa bu üslup, bu cihan devletinin azametini gözler önüne serecek niteliktedir.
9
400. DO⁄UM YILINDA EVL‹YA ÇELEB‹ UNESCO 2009 y›l›n›, Kâtip Çelebi y›l› ilan etmiflti. Bu vesile ile Bahçeflehir Üniversitesi Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi (MEDAM) olarak 2009-2010 y›llar› boyunca bir dizi program yapt›k. Dünyan›n önemli baflkentlerinde sergiler açt›k, paneller düzenledik. Uluslararas› bir sempozyum ile bu büyük bilginin çal›flmalar›n› gözler önüne sermeye çal›flt›k. Cihan-Nümâ isimli ünlü eserinin t›pk› bas›m›n› yapt›k, bugünkü dile aktard›k ve ‹ngilizce tercümesini tamamlad›k. UNESCO 2011 y›l›n› da Evliya Çelebi y›l› ilan etti. Dünya seyahat edebiyat›n›n flaheserlerinden birini bize arma¤an etmekle kalmay›p ayn› zamanda yüce Osmanl› devletinin hudutlar› dâhilinde kalan yerleri ve çevre bölgeleri bizzat gezip görerek tan›tan Evliya Çelebi, bizim kültürümüzün en önemli kiflilerinden birisidir. 10
O, eflsiz üslubu ile bizi adeta hayallerin ötesine bir gezintiye götürmektedir. Bu vesile ile Bahçeflehir Üniversitesi Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi (MEDAM) olarak Evliya Çelebi ile ilgili de genifl bir proje haz›rlad›k. T.C. Kültür ve Turizm Bakanl›¤› ve Türk Tan›tma Fonu Genel Sekreterli¤i ile birlikte yürüttü¤ümüz bu projede Evliya Çelebi’nin yaflad›¤› dönemi ve olaylar› konu alan sergiler, paneller, konferanslar dizisi tasarlad›k. Evliya Çelebi atlas› ile onun gidip gördü¤ü yerleri dünü ve bugünü ile tan›tmaya çal›flt›k. Bir dokümanter belgesel, bir uzun metrajl› film ve Evliya Çelebi’nin ülkelerini tan›tan kitaplar haz›rlamay› kararlaflt›rd›k. Evliya Çelebi, bizim co¤rafyam›z›n, bizim dilimizin, bizim kültürümüzün, bizim medeniyetimizin mümtaz bir flahsiyetidir. Onu genç nesillere tan›tmam›z baflta gelen görevlerimizden birisidir. Ama o, ayn› zamanda bir medeniyet eri, bir medeniyet tafl›y›c›s›d›r. Onun bu yönünü de tüm insanl›¤›n gözleri önüne sermek gerekir. UNESCO iflte bize bu imkân› ve f›rsat› vermifltir.
11
MEDEN‹YET SEMBOLÜ B‹R KENT ‹stanbul medeniyet sembolü bir kenttir. Yeryüzünün iki büyük medeniyetine baflkentlik yapm›flt›r. Nas›l her kentin bir ruhu varsa ‹stanbul’un da kendine özgü bir ruhu vard›r. Bu ruh, onun arkas›nda yatan bir varl›k telakkisinin ve bir dünya görüflünün eseridir. ‹stanbul, Roma, Bizans ve Osmanl› imparatorluklar›n›n baflkenti oldu¤u gibi tek tanr›l› iki büyük dinin de baflkenti olmufltur. Medeniyetler, uzun bir sürecin ve zengin bir birikimin ürünüdürler. ‹nsanl›¤›n bafllang›c›ndan beri ak›p gelen bu görkemli ›rmak, yaln›zca bir toplumun, bir kültürün, ya da bir dinin eseri de¤il, bütün insanl›¤›n ortak katk›lar›n›n mahsulüdür. Her din, toplum ve kültür, kendi imkânlar› ölçüsünde bu sürece ve bu bütünün oluflmas›na az veya çok katk›da bulunur.
12
Medeniyetler karakteristik özellikler tafl›rlar. Medeniyetin temel göstergeleri, flehirlilik, evrensellik ve ço¤ulculuktur. Kültürler geliflerek medeniyetleri olufltururlar. Medeniyetler birbirinden etkilenerek ortak de¤erler sistemini kurarlar. Din, kültür ve medeniyet aras›nda s›k› iliflkiler bulunmakla beraber, zaman zaman bunlar›n birbirine karfl›t konumlara yerlefltirildi¤i de görülmektedir. Kültür özel, medeniyet geneldir. Kültür millî, medeniyet ise milletler aras›d›r. ‹stanbul, kendine özgü rengi, tad›, havas› ve ruhu olan medeniyet sembolü bir kenttir. Do¤u-bat›, kuzey-güney istikametlerindeki kara ve suyollar›n›n kesiflti¤i noktada iki k›tay› birbirine ba¤layan ve dünyan›n iki büyük medeniyetine ev sahipli¤i yapm›fl olan bu güzel flehir, bizim medeniyetimizi temsilcisi oldu¤u kadar, evrensel uygarl›¤›n da seçkin örneklerine ev sahipli¤i yapm›fl sembol bir kenttir.
13
KENTLER‹N RUHU Her medeniyet, ayn› zamanda kendi kentini kurar ve ona kendi ruhunu verir. Dolay›s›yla o kentte yaflayanlar, bu bilince sahip olarak yaflarlar. Bu bilinç kayboldu¤u zaman kent, ruhunu kaybetmifl olur. Bu ise kentler aç›s›ndan bir felaket oldu¤u kadar, o kentte yaflayan insanlar aç›s›ndan da zaman zaman bir faciaya dönüflür. Ve böylece o kentte, o yörede, o bölgede, medeniyet ›fl›klar› bir bir sönmeye bafllar. fiehirler, canl› bir organizmaya benzerler. Do¤arlar, büyürler, geliflirler ve ölürler. Ölüp de bir daha hayata dönemeyen flehirler oldu¤u gibi, yeniden dirilen ve ölümsüzlü¤e do¤ru koflan flehirler de vard›r. fiehirler vard›r, canl› ölüler gibidirler; art›k hayatiyetlerini yitirmifllerdir. fiehirler vard›r, daima canl›, daima flen, daima c›v›l c›v›ld›r; güzellikleriyle gözleri kamaflt›r›p dururlar, fluh bir dilber gibi herkesin ilgisini üzerlerine çekerler: ‹stanbul gibi, Roma gibi, Paris gibi. 14
fiehirler vard›r, metafizik âlemin kap›lar›n› önümüze açarlar: Kâbe gibi, Kudüs gibi. fiehirleri as›l flehir yapan, ona kendi kimli¤ini kazand›ran, ana rengini veren, temel özelli¤ini sa¤layan ve onu özgün k›lan husus ise, flehirlerin ruhudur. Bir kenti, kat› cans›z bir madde y›¤›n› olmaktan ç›kar›p, bir sembol, bir gaye ve hedef haline getiren unsur, onun tafl›d›¤› ruhi ve manevi zenginliktir. O ruh, o flehre, adeta kendi damgas›n› vurur, kendi rengini verir. Onu köfle tafl› yapan ve tarihin ana aktörlerinden biri haline dönüfltüren fley de iflte bu ruhtur. Siz, bu ruhu, bir kelimede, bir seste, bir na¤mede, bir renkte, bir taflta, bir a¤açta, bir evde, bir çat›da, bir sokakta, bir mevsimde görüp yakalayabilirsiniz. Ama onu kaybedecek olursan›z yeniden meydana getirmek hemen hemen imkâns›zd›r. Zira bu ruh, as›rlar boyu ak›p gelen, süzülüp berraklaflan, yo¤rulup flekillenen sürekli bir ak›fl›n ve oluflun mahsulüdür.
15
KENTLER‹ KURAN ‹RADE Bir kente o kentin sahip bulundu¤u ruhu veren, o havay› sa¤layan ana güç kayna¤›, elbette ki o kenti kuran irade ve o kenti yönlendiren iradenin ba¤l› bulundu¤u de¤erler manzumesidir. Bu de¤erler manzumesinin arkas›nda sakl› bulunan dünya görüflü, hayat felsefesi ve varl›k telakkisidir. Bu de¤erler manzumesi, sahip bulundu¤u bütünlük, özgünlük, evrensellik, gerçekçilik ölçüsünde ve onunla mütenasip bir dinamizm ve canl›l›k getirir kente. Bu sayede o de¤erler manzumesi çevrede, insanda, eflyada hayat bulur. ‹nsanlar›n davran›fllar›na, al›flkanl›klar›na, giyim kuflamlar›na, düflüp kalkmalar›na, yeme içmelerine t›pk› hava ve koku gibi s›z›p sirayet eder. O kente, bir yandan o kent olma özelli¤ini verir, bir yandan da kentlilik bilincinin oluflmas›n› sa¤lar. Bu ise bizi bir medeniyet bilincine götürür. 16
Yer seçiminden tutun da kentsel plan ve projelere kadar her fley, belirli bir düflünceyi ve felsefi yaklafl›m› yans›t›r. Böyle bir yaklafl›mla kurulmayan ve böyle bir plan ve proje olmadan kendili¤inden oluflan kentler, yapay kentlerdir. Bunlara gerçek anlamda kent demek bile do¤ru de¤ildir. Ünlü ‹slam düflünürü Fârâbî’nin deyifliyle bu kentler, “fas›k” kentler; ya da modern Bat›’da kullan›lan terimiyle “bidon kentler”dir. Günlük dilde kulland›¤›m›z “gece kondu” tabiri tam da bunu ifade ediyor gibidir. ‹stanbul, bu manada, arkaik bir kent, bir tarih hazinesi oldu¤u kadar, yaflayan an›n yekpare flahidi, canl› ve dinamik bir flehirdir. O, sizi, zaman›n labirentlerinde dolaflt›r›rken bugünün kayg›lar›ndan al›p geçmiflin zenginliklerine götürür. Siz o an› yaflarken, binlerce y›ll›k maceray› da yudumlars›n›z.
17
‹stanbul
KENTLER‹N DOKUSU Salt maddi yap›lar, bir kenti gerçek anlamda kent yapmaz. Ufkumuzu karartan, gökyüzünü bize dar eden, heyula gibi bizi ezercesine üstümüze aban›p duran, gökdelenlerin gölgesindeki, günefl ›fl›klar›ndan yoksun lofl sokaklar, trafik keflmekeflinden karfl›dan karfl›ya geçilmesi güç geometrik bulvarlar, insan mahfleri halindeki al›flverifl merkezlerinin oluflturdu¤u ça¤dafl megapollerden tarihe nelerin kalaca¤›n› kestirmek hemen hemen imkâns›z gibidir. Ça¤dafl uygarl›k gibi metafizik temelleri y›k›lm›fl, ruhu yok edilmifl, postmodern yaklafl›mlar›n simgesi halinde beton y›¤›nlar›yla doldurulmufl modern kentler, içinde yaflayan insanlar›, bir anl›k huzur ve sükûndan yoksun b›rak›rlar. Bir kent, her fleyden önce içinde yaflayan insanlara güven vermelidir. Güvenli olmadan güven verilebilir mi? Güven, huzuru getirir, huzur ise istikrar›. 18
Bir kent, güvenlikli oldu¤u kadar rahat ve güzel olmal›d›r. Bu nedenle kentin, sakinlerini rahatlat›c› biçimde planlanmas› ve estetik olarak güzel kavram›n›n öngördü¤ü özellikleri tafl›mas› gerekir. Bu özellikleri tafl›mayan kentleri, Kur’ân-› Kerîm “ölü kentler”, “y›k›k kentler”, “zalim kentler”, “azg›n kentler” ve “müsrif kentler” olarak niteler. Bu temel prensipten hareketle yola ç›kan ünlü ‹slam düflünürü Fârâbî’ye göre, insan›n biricik amac› mutlu olmakt›r. Mutlu bireyler, mutlu toplumlarda geliflme imkân› bulurlar. Toplumlar›, yetkin ve yetkin olmayan diye ikiye ay›ran ünlü düflünür, yetkin toplum yap›s›n›n ilk örne¤i olarak kenti gösterir ve ideal kentin “erdemli kent” oldu¤unu bildirir. Erdemli kentin ana özelli¤inin ak›lc› bir düzenlemeye ve planlamaya sahip olmas›d›r. Kargafla ve düzensizlik, hem erdemin hem de kentlili¤in tabiat›na ayk›r›d›r. Nas›l, evrende yarat›c›dan yarat›lanlara do¤ru bir tertip ve düzen varsa ve düzen de do¤al olarak uyumu ve birli¤i gerektiriyorsa, kentlerde de düzen, uyum ve birlik olmal›d›r. Bunlar ayn› zamanda medeniyetin de olmazsa olmaz ön koflullar›d›r. ‹stanbul, tarih boyunca iflte bu özellikleri ba¤r›nda tafl›yan bir kent olmufltur. Bunun için eskiler ‹stanbul’a, mutluluk kap›s› “Der-Saâdet”, güzellikler beldesi “Belde-i Tayyibe” ve güvenli diyar “el-Beledü’lEmîn” demeyi ye¤lerlerdi.
19
YERYÜZÜ BAfiKENT‹ ‹stanbul, büyük Konstantin taraf›ndan kuruldu¤u günden beri sadece Roma devletinin baflkenti olmakla kalmam›fl, siyasi anlamda da, düflünce, kültür, sanat ve medeniyet aç›s›ndan bir yeryüzü baflkenti olmufltur. Bir zamanlar Roma bir dünya baflkenti idi. Büyük Konsatantin’in imparatorlu¤un baflkentini Roma’dan ‹stanbul’a tafl›mas›yla birlikte bu ayr›cal›¤›n› yitirdi. Bat› Roma’n›n y›k›l›fl›yla yaln›zca ‹stanbul dünya baflkenti oldu. Fatih Sultan Mehmed’in bu kenti fethetmesiyle birlikte, Bizans’›n ve ‹sevîli¤in baflkenti olmaktan ç›kt›, Tevhid’in merkezi haline dönüfltü. Yavuz Sultan Selim’in M›s›r’› fethiyle birlikte bu kent, art›k ‹slam dünyas›n›n yöneldi¤i yüce bir kap› (Bâb-› Âlî), oldu. Böylece ‹stanbul, Do¤u’nun Bat›’n›n, Asya’n›n, Avrupa’n›n, Afrika’n›n, Arabistan’›n, M›s›r’›n, Irak’›n, Suriye’nin, Anadolu’nun ve Rumeli’nin baflkenti haline dönüfltü. 20
Asya’dan, Avrupa’dan, Afrika’dan, Afganistan’dan, Maverünnehir’den, ‹ran’dan, ‹spanya’dan, Polonya’dan, Macaristan’dan kaçan veya kovulan gariplerin s›¤›na¤› oldu. Mahallelerinde onlarca ›rka mensup insan oturdu, sokaklar›nda onlarca dil konufluldu, mabetlerinde onlarca din ve mezhebin ayinleri icra edildi. Fakl› dinlerden, milliyetlerden, kültürlerden ve anlay›fllardan insanlar›n birlikte ve bir arada yaflayabilmesi ve önemli sorunlar meydana getirmeden uzun bir süre bu birlikteli¤in devam edebilmesi, elbette ki tesadüfler yoluyla kendili¤inden gerçekleflebilecek basit bir olay de¤ildi. Bunun toplumsal, tarihî, dinî ve felsefî bir arka plan›n›n bulunmas› gerekti¤i gibi, bu yap›n›n devam etmesini sa¤layan reel ve rasyonel bir sistemati¤in de gelifltirilmifl olmas› icap ederdi. Bunun için, öncelikle do¤ay› ve insan› merkeze alan bir dünya görüflü bulunmal›yd›. Do¤an›n hepimize bahfledilmifl bir nimet oldu¤u ve onu korumam›z gerekti¤i fikri yayg›nl›k kazanm›fl olmal›yd›. Bütün insanl›¤›n ayn› kökten geldi¤i ve kardefl oldu¤u, tarih içerisinde insano¤lunun üretip ortaya koydu¤u evrensel de¤erlerin, herkes taraf›ndan paylafl›l›p savunulmas› gerekti¤i kabul edilmeliydi. Böyle bir varl›k ve hayat tasar›m› zihinlere ve ruhlara nakfledilmeli, bu tasar›m›n eyleme dönüflmesi ve davran›fllara yans›t›lmas› sa¤lanmal›yd›. ‹stanbul’da iflte bunlar gerçekleflti. Ve ‹stanbul bir dünya kenti, bir yeryüzü baflkenti oldu.
21
KAD‹M HIR‹ST‹YANLI⁄IN MERKEZ‹ Türklerin Anadolu’ya geliflleriyle birlikte, yavafl yavafl çat›flman›n yerini karfl›l›kl› iflbirli¤i ve ortakl›k ald›. Selçuklu ve Osmanl› devletlerinin sanca¤› alt›nda Ermenîler, Süryânîler, Rûmlar, Keldânîler, Ya’kûbîler, Nestûrîler, Dürzîler, Yezîdîler, Habeflliler, K›ptîler, S›rplar, Bogomiller, Bulgarlar, Romenler, Macarlar, Gürcüler uzun as›rlar bar›fl içerisinde birlikte yaflaman›n ak›l ermez s›rr›n› keflfettiler. Rum Diyar› ‹slam ülkesi oldu; Selçuklu hükümdar›, Rum sultan›; Osmanl› padiflah›, “Müslümanlar›n ve H›ristiyanlar›n sultân›, Anadolu’nun ve bil-cümle diyâr-› Rûm’un (yani Ortodoks dünyas›n›n) hükümdâr› oldular. Fatih Sultan Mehmet’in Ortodoks az›nl›¤a karfl› gösterdi¤i eflsiz müsamaha, II. Bâyezîd’in ‹spanyol Yahûdîlerini kabulde gösterdi¤i âlîcenâpl›k ve Türk halk›n›n uzun as›rlar boyunca yirminin üzerinde dili 22
konuflan, yirminin üzerinde farkl› din ve mezhebe mensup de¤iflik ›rklardan insanlarla bar›fl içinde bir arada yaflama tecrübesi, evrensel uygarl›¤›n temel göstergeleri haline geldi. Bu sebeple Bizans’›n önde gelen din ve devlet adamlar›, Katoliklerin uyru¤u alt›na girmektense, Türklerin egemenli¤i alt›na girmeyi tercih ettiler. Notaras’a ait oldu¤u bildirilen “Kardinal bafll›¤›n› görmektense Türk sar›¤›n› görmeyi tercih ederim” cümlesi, bunun tipik bir göstergesidir. Fatih Sultan Mehmet, ‹stanbul’u fethetti¤inin ertesi günü ö¤leden sonra, bu kente girerek do¤rudan Ayasofya’ya gitmifl, orada iki rekat flükür namaz› k›ld›ktan sonra kentin imar edilmesi ve da¤›lan Ortodoks birli¤inin yeniden kurulmas› için gerekli çal›flmalar› bafllatm›flt›r. Ve Ortodoks Kilisesi’nin karargâh› olan Patrikhâne’yi ortadan kald›rmak yerine, ona her türlü devlet bask›s›ndan uzak bir konum sa¤lam›flt›r. ‹mparatorluk hudutlar› dâhilinde yaflayan H›ristiyan topluluklara kendi ruhânî liderlerini seçme hakk›n› vermifl ve Rum Ortodoks Kilisesi’nin Roma Katolik Kilisesi’nin otoritesi alt›na girmesini istemeyen Gennadius’u Patrik tayin etmifltir.
23
B‹R MEDEN‹YET GEZG‹N‹ 10 Muharrem 1020/25 Mart 1611 tarihinde ‹stanbul’da Unkapan›’nda dünyaya gelen Evliya Çelebi’nin babas› Saray-› Amire Kuyumcubafl›s› Dervifl Mehmet Z›llî Efendi’dir. Kendisi ailesinin Hoca Ahmed Yesevî soyundan gelme bir erenler oca¤› oldu¤unu, babas›n›n Kanunî Sultan Süleyman’›n seferlerine kat›ld›¤›n› ve K›br›s’›n fethinde bulunarak büyük yararl›l›klar göstermifl bir gazi oldu¤unu, Sultan Ahmet Camii’nin kap› ve pencerelerinin tezyinat›nda hizmet görmüfl hünerli bir sanatkâr ve Müsahib-i fiehriyarîli¤e yükselmifl bir bilge kifli oldu¤unu bildirir. Ayr›ca cetlerinin Ortaasya’dan gelip Kütahya’y› yurt tutan Germiyano¤lu ailesine mensup olduklar›n› ve daha sonra ‹stanbul’a gelip yerlefltiklerini ifade eder. Dönemin önde gelen vezirlerinden Melek Ahmed Pafla, Defterdarzade Mehmet Pafla ve ‹pflir Mustafa Pafla ile akraba olan annesi, 24
Abaza kökenli olup I. Ahmed zaman›nda saraya getirilmifl ve Dervifl Mehmet Z›llî Efendi ile burada evlendirilmifltir. Ayn› zamanda haf›z-› Kur’an olan Evliya Çelebi’nin, iyi bir medrese e¤itimi gördü¤ü, yedi y›la yak›n bir süre fieyhü’l-‹slam Hamid Efendi Medresesi’nde ö¤rencilikten sonra Enderun’a girdi¤i, bilahare IV. Murad’a takdim edildi¤i ve burada dört y›l baflar›l› e¤itimden sonra sipahi zümresine dâhil oldu¤u bilinmektedir. Yaya olarak “Belde-i Tayyibe ve Mahmiyye-i Konstantiniyye”nin çevresindeki köyleri, kasabalar›, ‹rem ba¤›n› and›ran nice bin bahçe, gül ve gülistan› seyir ve temafla eden Evliya Çelebi, daha küçük yaflta dünyay› gezip dolaflmak sevdas›na düfler. Onun, bu dünyada yüce yarat›c›dan istedi¤i üç fley vard›r: Beden sa¤l›¤›, seyahat ve son nefeste iman.
25
EVL‹YA ÇELEB‹’N‹N ‹Z‹NDE Medeniyetlerin yak›ndan tan›klar› olan gezginler, coflkun akan ›rmaklara benzerler. Gezip gördükleri yerlerdeki medeniyet birikimlerini bize aktar›rlar. Durmadan, yorulmadan, b›kmadan geçmiflten gelece¤e hep bilgi tafl›rlar, görgü tafl›rlar, kültür tafl›rlar. Her medeniyet ayn› zamanda kendi gezginlerini de yetifltirir. Gezginin gezme merak›, aflk› ve tutkusu, yaflad›¤› medeniyet havzas›n› derinli¤i ile mütenasiptir. Daha zengin bir medeniyet havzas›nda yetiflen gezginler, adeta kanatlanarak bütün evreni yücelerden seyretmek isterler. Hem kendi medeniyet birikimlerini dünyaya tafl›rlar, hem de öteki medeniyet havzalar›n›n zengin ürünlerini bölgelerine aktarmak, anlatmak ve tan›tmak isterler. Üç k›taya yay›lm›fl bulunan ihtiflaml› “Devlet-i Aliyye-i Osmaniye”nin yani Yüce Osmanl› Devleti’nin sahip bulundu¤u hazineleri bize aktarmaya çal›flan 26
Evliya Çelebi iflte bu anlamda bir medeniyet gezginidir. Üslup sahibi bir kalem, objektif bir gözlemci, gerçekçi bir yazar, duygu yüklü bir sanatkâr, ileri görüfllü bir ayd›n ve cesur bir savaflç›d›r. O, art›k son bulmaya bafllayan muhteflem Osmanl› rüyas›n›n efsanevi an›lar›n› yeniden canland›rma arzu ve ifltiyak› ile yan›p tutuflur. Devrinin pek çok ayd›n› gibi, kulaklar› Kanunî döneminin muhteflem an›lar›yla dolup taflm›fl olan Evliya Çelebi bu ihtiflam›, flaheser bir ifade ve abart› dolu bir üslup ile gözler önüne sermeyi amaçlar. Belki de böylece yeni bir canlan›fl›n tohumlar›n› atmak istemektedir. O, sanki bu eski rüyay› hep yaflamak istemektedir. Ve bir rüya üzerine kurulu bir an›lar manzumesi planlam›fl gibidir.
27
B‹R KUTLU RÜYA Evliya Çelebi, 1040 y›l› Muharrem ay›n›n kutlu Aflure günü (19 A¤ustos 1630) sabah namaz› vaktinde mana âleminde kendisini ‹stanbul’da Yemifl ‹skelesi civar›ndaki Ahi Çelebi Camii’nde bulur. Minberin yan›nda oturarak camiyi dolduran ayd›nl›k yüzlü, güzel görünümlü seçkin cemaati hayranl›kla izler. Önce yan›nda oturan ve kim oldu¤unu bilmedi¤i zata sorar. O, aflere-i mübeflflereden okçular›n Piri Sa’d ibn Ebi Vakkas oldu¤unu bildirince ayr› bir coflkuya kap›l›r ve cemaatin teker teker ismini sorar. Bunlar›n gelmifl geçmifl bütün peygamberlerin, velilerin ve sahabelerin ruhlar› oldu¤unu ö¤renir. Bu yüce ruhlar›n Azak Savafl›’na kat›lmak üzere burada toplanm›fl olduklar› bilgisini al›r. Rehberi ona, birazdan Hz. Peygamber’in Oniki ‹mam ve Aflere-i Mübeflflere ile birlikte gelip sabah namaz›n›n sünnetini k›laca¤›n› ve kendisine iflaret ederek kamet getirip Bilal-i Habeflî ile birlikte müezzinlik 28
yapmas›n› isteyece¤ini müjdeler. Evliya Çelebi biraz sonra caminin kap›s›ndan flimflek çakar gibi bir ›fl›¤›n belirdi¤ini, içi zaten nur ile dopdolu olan caminin nura gark oldu¤unu görür. Mihraba geçen Hz. Peygamber sabah namaz›n›n sünnetini eda ettikten sonra, Evliya Çelebi’ye kamet getirmesini emreder. Evliya Çelebi segâh makam›nda salât ve selam getirdikten sonra Hz. Peygamber de ayn› makamda Fatiha ve zamm-› sure okur. Namazdan sonra Sa’d ibn Ebi Vakkas elinden tutarak onu Hz. Peygamber’in huzuruna götürür ve “Sana sad›k âfl›k›n, müfltak ümmetin, Evliya kulun flefaatini rica eder” der. Heyecana kap›lan Evliya çelebi hüngür hüngür a¤layarak Hz. Peygamber’in elini öper ve “fiefaat ya Resulallah” diyece¤ine “Seyahat ya Resulallah” der. Hz. Peygamber tebessüm ederek “fiefaatim, seyahatim ve ziyaretim senin üzerinedir, hadi yürü” buyurur. ‹flte böyle bafllar “Seyyâh-› âlem”in maceralar›. Camide bulunanlar›n kimisinin eli misk, kimisinin anber, kimisinin sünbül, kimisinin gül, kimisinin reyhan, kimisinin safran, kimisinin menekfle, kimisinin karanfil gibi koktu¤unu gören Evliya Çelebi, Hz. Peygamber’in bedeninin safran ve aç›lm›fl gül gibi koktu¤unu, mübarek ellerinin de pamuk gibi yumuflak oldu¤unu söyler.
29
SEYYÂH-I ÂLEM Evliyâ-y› bî-riyâ Muhammed Z›llî Efendi’nin elinden tutup Hz. Peygamber’e takdim eden Sa’d ibn Ebi Vakkas, belinden sada¤›n› ç›kar›p ona kuflat›r ve “Müjdeler olsun! Bu mecliste gördü¤ün herkesin makam›n› ziyaret edecek ve ‘Seyyâh-› Âlem, Ferîd-i Benî Âdem’ olacaks›n” der. Evliya Çelebi, önce “Darü’s-Saltanati’l-Aliyye, Hasretü’l-Mülûk, Taht-› Yunaniyan, Gulgule-i Rum, Tantana-i Rum, Velvele-i Rum, Debdebe-i Rum” dedi¤i ve yeryüzünde efli benzeri bulunmayan bir diyar olarak tan›tt›¤› ‹stanbul’un de¤iflik semtlerini gezer, görür ve anlat›r. Bursa, ‹zmit gezisinden sonra babas›n›n manevi o¤ullu¤u Ketenci Ömer Pafla’n›n Trabzon valisi olmas› üzerine onunla birlikte Trabzon’a, oradan Anapa’ya, oradan da Azak Seferi’ne kat›larak K›r›m’a gider ve Bahad›r Han’a misafir olur.
30
Yusuf Pafla ile birlikte Girit seferine ifltirak eder. Defterdarzade Mehmet Pafla’n›n maiyetine dâhil olarak Erzurum, Azerbaycan ve Gürcistan’a giden Evliya, Murtaza Pafla ile birlikte fiam’a gider. Suriye, Filistin, Güneydo¤u Anadolu kentlerinden geçerek Sivas’a gelir. Çok sayg› duydu¤u ve annesi taraf›ndan akrabas› olan Melek Ahmet Pafla ile yolculu¤unu sürdüren Evliya Çelebi onunla birlikte genifl Osmanl› co¤rafyas›nda uzun süren seyahatlerde bulunur. Rumeli’yi gezer, ‹ran, Irak bölgesinde dolafl›r, Ruslar ve Kazaklara karfl› yap›lan seferlere kat›l›r. Faz›l Ahmet Pafla ile Avusturya’ya gider, Uyvar Kalesi’nin fethinde bulunur. Daha sonra Hersek üzerinden Venedik’e geçer ve çevrede bulunan yerleri gezer. Oradan Macaristan’a geçer. Elçi Kara Mehmet Pafla ile birlikte Viyana’ya gider Almanya içlerinde geziler yapar. Bohemya ve ‹sveç’e gitti¤ini belirten Evliya Çelebi, K›r›m üzerinden Kafkasya’ya geçmifl, Volga boylar›n› dolaflm›fl, Azak Kalesi’ni, Kefe’yi ve Bahçesaray’› ziyaret etmifltir. Art›k o, bir dünya gezginidir. ‹mparatorluk hudutlar› içinde ve çevresinde gezip görmedi¤i, dolafl›p gelmedi¤i yer kalmam›fl gibidir.
31
SON YOLCULUK “Evliyâ-y› bî-riyâ” 1671 y›l›nda bir rüya daha görür. Mübarek bir Kadir gecesinde Eyüp Sultan Camii’nde namaz k›lmaktad›r. Babas› Dervifl Mehmet Z›llî Efendi ile Hocas› Evliya Efendi de orada haz›r bulunurlar. Her ikisi de kendisine, bütün dünyay› gezdi¤ini, flark› ve garb› dolaflt›¤›n› art›k Allah’›n evini, Kâbe-i Muazzama’y› ziyaret edip anlatmas›n›n zaman› geldi¤ini söylerler. Böylece sonsuzluk umman›na dalmaya ve yeni bir yolculu¤a daha ç›kmaya karar verir. O y›l›n May›s ay›nda ‹stanbul’dan ayr›l›r. Bursa, Kütahya, Afyon üzerinden ‹zmir’e geçer. Buradan gemi ile Güney Ege ve Akdeniz sahillerini dolaflarak Adana Marafl, Antep ve Kilis üzerinden fiam’a gider. Âdet oldu¤u üzere fiam’da toplanan Hac kafileleriyle birlikte Arabistan çöllerini aflarak mukaddes topraklara var›r. Hac farizas›n› ifa eder ve bu esnada gördüklerini 32
anlatt›ktan sonra K›z›ldeniz yoluyla Kahire’ye ulafl›r. Buradan ‹skenderiye’ye geçer ve Afrika içlerinde gezintiye ç›kar. Nil boyunca ilerleyerek Sudan’a ulafl›r. Buradan mübarek Nil’in kayna¤›n› görmek ister ve Osmanl› s›n›rlar›n› aflarak Afrika içlerinde dolafl›r. Habeflistan üzerinden tekrar M›s›r’a döner. Hayat›n›n bundan sonraki k›sm› hakk›nda bir fley bilmiyoruz. Art›k rüyalar› son bulmufl, ufuklar›n ötesine do¤ru sonsuzluk yolculu¤una bafllam›flt›r. Mum söner, hayat biter, soluk kesilir, kalem düfler ve “Seyyâh-› flehîr, Evliyâ-y› bî-riyâ” sonsuzluk kervan›na kat›l›r. Bundan sonra ondan ne bir haber al›n›r, ne de bir hat›ra aktar›l›r. Ne vefat etti¤i tarih kesin olarak bilinmektedir, ne de vefat etti¤i yer tam olarak malumdur. Tanr›’ya flükür ki son seyahatlerini anlatt›¤› Seyahatname’nin X. cildi, bilinmeyen birileri taraf›ndan, bilinmeyen bir flekilde ‹stanbul’a ulaflt›r›l›r. Yüzlerce y›l›n ard›ndan Evliya Çelebi, hâlâ bize muhteflem bir imparatorlu¤un flaflaalar dolu destan›n› masal›ms› bir üslup ile anlatmaya devam etmektedir. Abart›l› da olsa bu üslup, bu cihan devletinin azametini gözler önüne serecek niteliktedir.
33
BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ Beşiktaş Kampüsü Beşiktaş Campus Çırağan Caddesi Osmanpaşa Mektebi Sokak No: 4-6, 34100 Beşiktaş / İstanbul / TURKEY Tel. Phone : +90. 212. 381 00 00 Faks Fax : +90. 212. 381 00 20 www.bahcesehir.edu.tr
MEDAM Medeniyet Araştırmaları Merkezi Civilization Studies Center Çırağan Caddesi No: 8 Kat: 2 34100 Beşiktaş / İstanbul / TURKEY Tel. Phone : +90. 212. 381 09 80 Faks Fax : +90. 212. 381 00 37 www.medam.org.tr www.medam.bahcesehir.edu.tr