HASAN DEDE'NİN DİLİNDEN HZ. MUHAMMED EFENDİMİZ

Page 1


Hasan Dede’nin Dilinden

EVRENSEL MEVLANA AŞIKLARI VAKFI www.emav.org

!2


HASAN DEDE’NİN DİLİNDEN

PEYGAMBER EFENDİMİZ

SİBEL AVCI


Hasan Dede’nin Dilinden

HASAN ÇIKAR DEDE

!2


Hazreti Muhammed Efendimiz

“Dünyaya gönül verenler, Dünyayı sevenler, Tanrı’dan mahrum kalırlar. Hakk’a yüz tutup, Gönül ehlinin katında, Dünya ehli olanlar, Saman çöpüne benzerler. Gönül ehli olanlar, İki cihan serveri gönüller sultanı, Yüce Muhammed’in özleri olurlar...” Hasan Çıkar Dede

!3


Hasan Dede’nin Dilinden

Mevleviliğe adım attığım ilk günden itibaren, güler yüzüyle, gönülleri ısıtan sevgisiyle, sonsuz hakikat ilmiyle bu aciz kuluna insan olmak yolunda ışık tutan; kainatın nuru Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’i ve onun sırrının sırrı İmamlar Şah’ı Hazreti Ali’yi, Ehl-i Beyt Efendilerimizi, iki cihanın Kutb’u Pirimiz Hazreti Mevlana’yı ve onun ilahi aşkı Hakk’ın güneşi Tebriz’li Şems Hazretlerini ve diğer nebileri ve velileri bütün gerçeklikleriyle yakinen öğrenmemi ve bilmemi sağlayan, yüce Pirim Hazreti Mevlana’nın manevi temsilcisi, nurunun varisi, yeryüzündeki gölgesi, gerçek kamil İnsan, bende-i Muhammed, şeyhim Kutb’ül-Cihan Hasan Dede’me; “Allah göklerin ve yerin nurudur” ve “Allah dilediği kimseyi nuruna iletir” ayetlerinin yüce manası hürmetine; alemleri yaratan, kamil İnsan’ı alemlere rahmet olarak yücelten ve Zat’ının sırrıyla öğreten yüce Rabbime hamd ü senalar olsun. O’nun yüce himmetine ve güzel keremlerine sığınarak, şeyhimiz Hasan Dede’mizin, Peygamber Efendimizi anlattığı sohbetlerinden alıntıları kaleme aldığım bu eseri okuyan bütün canlara, O’nun sevgi, aşk ve birlik ışığını yansıtmasını temenni ediyorum. Her anımız aşk ile olsun, şeyhimiz Hasan Dede’mizin daha nice sohbetleriyle aydınlanmak nasip olsun… Muhabbetle. Sibel Avcı 20 Nisan 2015

!4


Hazreti Muhammed Efendimiz

Hasan Çıkar Dede Kimdir? Grubumuzun Onursal Başkanı Hasan Dede 1935 yılında Makedonya’nın Üsküp şehrinde dünyaya gelmiştir. O dönemlerde Üsküp şehri kültür, sanat ve akademik anlamda Balkanların en önemli merkezlerinden bir idi. Hasan Dede çocukluk yıllarında, birçok manevi kuruluşun da yer aldığı kentte dini eğitim almıştır. Üsküp’te bulunan Murat Paşa Camii ve Yahya Paşa Cami’lerinde görev alan Hasan Dede, eğitimini tamamlayarak ailesiyle birlikte 1959 yılı sonlarında İstanbul’a göç etmiştir. Ailesinden aldığı dini terbiye ve Üsküp’teki tasavvufi çevrelerin etkisiyle İstanbul’da daha da çok yoğunlaşan tasavvuf sevgisi ve ilgisi O’nu önce kitap okumaya ve araştırma yapmaya yönlendirmiş daha sonrada İstanbul’daki tasavvufi çevrelerle kaynaşmasıyla devam etmiştir. Girdiği çevrelerde yaptığı Mevlana aşkıyla dolu olan konuşmaları, kendisini daha önceleri Üsküp’ten tanıdığı ve ileride ilham kaynağı olacak Hakkı Dede’ye kadar götürmüştür. Böylece, Onursal Başkanımız Hasan Dede 1960 yılında Üsküp Mevlevihanesi'nin son postnişini Hakkı Dede ile tekrar karşılaşmış ve hayatında yeni bir dönem açılmıştır. Hakkı Dede’yle karşılaştıktan ve O’nun güzelliklerini gördükten sonra O'nun öğrencisi olmuş ve Mevlevi Kültürüne gönül vermiştir. Bu tarihten itibaren Hakkı Dede’nin yanında bulunmuş ve aralarındaki mana dolu o yüce ilişki Hakkı Dede’nin kendisine manen soyunması ile devam etmiştir. Ve 1965 yılında Hazreti Mevlana’nın manevi temsilciliğine ulaşmıştır. !5


Hasan Dede’nin Dilinden

Halen Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi’nde her Perşembe günü halka açık düzenlenen toplantılarda, yurtiçinden ve yurtdışından gelen birçok Mevlana hayranlarının sorularını yanıtlamakta ve Hazreti Mevlana'nın ilahi birlik mesajını aktarmaya devam etmektedir.

!6


Hazreti Muhammed Efendimiz

!7


Hasan Dede’nin Dilinden

HAZRETİ MUHAMMED !8


Hazreti Muhammed Efendimiz

“Ey kalbleri çevirip döndüren, kalbleri Senin itaatine çevir! Ey kalbleri halden hale döndüren, kalbleri Senin dinin ve itaatin üzerine sabit kıl!” “Biz bu aleme rahmetten nasibi olmayanlara, Allah’ın rahmetini ulaştırmak için geldik. Başka bir işimiz yok.” Hazreti Muhammed

!9


Hasan Dede’nin Dilinden

!10


Hazreti Muhammed Efendimiz

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM Hazreti Muhammed Efendimiz, 20 Nisan 571 yılında Mekke şehrinde dünyaya gelmiştir ve doğduğu o gece bütün cihan nur ile dolmuştur. Şu bir hakikat ki, O’nun nuru daha alemler yaratılmadan var idi. Bundan sonra da ilahi varlığı ile her anda baki olacaktır. Onsekizbin alemin Mustafa’sı “Levlake levlak lema halaktü’l eflak” hitabının sahibi olan Peygamber Efendimiz bir kudsi hadis-i şerifte, “Cenab-ı Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur. Adem çamurla balçık arasındayken ben Peygamberdim” diye buyurmuştur. Hazreti Mevlana, Mesnevi’sinde, “Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun, herkeste Muhammed’in nuru var. Meleklerin Adem’e secde edişi de yine bu, Muhammedi nur sebebiyledir. Mademki herkeste O’nun nuru var, hiç kimseye kafir deme. Hiç kimseye hor, hakir bakma, çünkü bir kişinin son nefesini nasıl vereceğini sen bilemezsin” diye buyurmuştur.

!11


Hasan Dede’nin Dilinden

Peygamber Efendimiz bütün insanlık alemine rahmet olarak gelmiştir. O, diğer peygamberler gibi değildir; diğer peygamberler ancak kendi ümmetleri için gelmişlerdir, Hazreti Muhammed ise bütün kainata, hatta kendinden önce gelmiş olan peygamberlere de “Rahmet”tir. Enbiya suresinin 107. ayetinde, “Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik - Levlake levlake lema halak’ül eflak” hitabınınmazharı olan Peygamber Efendimiz için Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de, “Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” buyurmuştur. Rahmet herkesin anlayacağı bir dille merhamet demektir. Fakat bu kuru bir acıma veya merhamet etme anlamında değil, yardıma muhtaçlara, maddi manevi her türlü yardımı etmeye muktedir bir merhamet sahibi olma anlamındadır. Rahmet, Allah’ın zati sıfatlarından olup, hayırları yerine ulaştırmayı, şeri de önlemeyi istemektir. Sadece kendisine inananlara değil, tüm evrene rahmet olan Peygamber Efendimiz için Tevbe suresinin 128. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, O size çok düşkündür. O, çok şefkatlidir, merhametlidir.” Peygamber Efendimiz, tüm yaratılmışlara sonsuz aşk-ı muhabbet, şefkat ve merhametinin !12


Hazreti Muhammed Efendimiz

b i r t e c e l l i s i d i r. B ü t ü n p e y g a m b e r l e r ümmetlerinden şikayetçi olurken, O sadece “Ya Rabbi, onlar bilmiyorlar, sen ümmetimi affet” diye Cenab-ı Allah’a yalvarıp, niyaz etmiştir. “Küfür, insanlığın yüzünü karartmıştı, Hazreti Muhammed’in nuru imdada yetişti. Sonsuz kadar yaşayacak manevi Sultan geldi. Kıyamet davulunu çaldılar, Dirilme sur’una üflediler. Haydi mezarlardan sıçrayın, kalkın, Dün cesetlerinin inadına, Rahmet kapısından kovulan, Şeytanın körlüğüne rağmen, Size ilahi yardım geldi. Dün gece parlayıp duran yıldızlardan, Bir gürültüdür kopmuştu, Neşeli bir ses şöyle haykırıyordu: Yıldızı pek kuvvetli olanların, En kuvvetlisi kainatı şereflendirdi...” Hüdavendigar Mevlana

!13


Hasan Dede’nin Dilinden

Peygamber Efendimiz, barışın ve kardeşliğin en yüce varlığıdır. O, hiçbir zaman hiçbir varlığa karşı kötü bir duygu beslememiş ve hiçbir zaman bir bedduada bulunmamıştır; O, her zaman herkes için en güzelini dilemiş ve dualarda bulunmuştur. Hatta Taife’de iken, Taife halkı tarafından taşlanıyorken bile, içindeki Rabbi kendisine, “Ya Muhammed, sana yapılan bu hakaretlere tahammül edemiyorum; dile benden ne dilersen, bu kavimi bir anda helak edeyim” diye seslendiği halde Hazreti Peygamber Efendimiz, Rabbinin bu seslenişine karşılık olarak ellerini havaya kaldırmış ve şu yalvarışta bulunmuştur: “Ya Rab! Ben bu alemi yok etmeye gelmedim, ben onları var etmeye geldim. Sen mademki benden bir dilekte bulunmamı istiyorsun, o vakit bu kavime hidayet ver de beni anlasınlar...” O esnada, Taife halkı, Peygamber Efendimizin kalçalarına, omuzlarına taşlar atıyorlardı, hatta bir taş da alnına isabet etmiş ve alnını kanatmıştı. Fakat Hazreti Peygamber Efendimizin bu duasını duyduklarında şaşkınlık içinde durakladılar ve yaptıklarından pişmanlık duydular. Peygamber Efendimizin amcası Hazreti Hamza, koluna girerek O’nu bir derenin başına götürdü ve alnından, yanaklarından akmakta !14


Hazreti Muhammed Efendimiz

olan kanı suyla yıkamasına yardım etmek istedi. Fakat Hazreti Peygamber amcasını durdurarak, “Ya Hamza, benim şefkatli amcam, eğer benim yüzümden akan bu kanların bir damlası bu suya karışacak olsa bütün denizler, okyanuslar coşar ve nizam-ı alem bozulur. Bırak bu kan benim üzerimde kurusun...” Bu olaydan şunu anlamamız gerekiyor ki, Hazreti Peygamber Efendimiz her ne kadar bir beşer sıfatında sanki bizlerden biriymiş gibi görünse de hakikatte tamamen manevi hidrojendi. Kendisine yapılmış bunca hakaretlere rağmen bir an olsun isyanlara düşmedi ve daima insanlara şefaatte ve dualarda bulundu. Şimdi bizler yaşanmış bunca hakikate rağmen Peygamber Efendimizi sadece bir elçi olarak görüp O’nun gerçek kimliğini araştırmamamız bizim için çok büyük bir hatadır. Eğer bizler O’nu araştırmaya ve öğrenmeye çalışırsak; O’nun güzel ahlakını ve güzel huylarını kendimize bende etmeye çabalarsak hem kendimize hem de toplumumuza faydalı insanlar oluruz.

“Ya Nuru Muhammed! Alemde gördüm nur cemalini, Seçtiğine Hakk ile verdin kemalini,

!15


Hasan Dede’nin Dilinden

Meclis-i irfan ile cem olup, Bulduk senin o güzel halini, Cemali nurunla doldurdun bizlerin kalbini. Ya Nuru Muhammed! Aşık olduk ağlayıp, döktü nurunu, Bulduk kalbimizde senin sürurunu, Hatırlayarak kendi vücudunu, Usanıp attı cümle dünya malını. Ya nuru Muhammed! Seni hatırlayan canı veren sensin, Canan olup, cana giren sensin, Hem şefiksin, hem Rabbül aleminsin, Seni bilmeyenler insanlığı ne etsin. Ya nuru Muhammed! Sen değil misin aleme hayat veren, Cümle cihana, asumana hükmeden, Lisanım yok ki, ilmini nasıl methedeyim, Muhammed Mustafa’yı bize gönderen. Ya nuru Muhammed! Seni andıkça titrer gök ve zemin, Yarattığını bırakmazsın, Senin eserindir bu cihan, Can ne ki? Zaten kurbanındır senin, !16


Hazreti Muhammed Efendimiz

Bir lokma hırka ile Ali’dir yolda senin serverin...” Hasan Çıkar Dede Hazreti Şems-i Tebrizi, Makalat’ında şöyle buyurur: “Eğer Hazreti Muhammed’in ümmeti hakkında duası, yani ‘Ya Rabbi, onlar bilmiyorlar, onları bağışla’ diyen yalvarışı olmasaydı nasıl olur da insanlar O’na haset edebilirlerdi. Nasıl olur da O’na kötülük eden Ebu Cehil’in elleri anında kurumazdı. Şu kadarı var ki, O’na bir edepsizlik eden kişiye çabucak bir bela erişir. O, öyle bir insandır ki, O’nun karşısında bütün insanlar ve melekler herşeyi bırakır, O’nun güzelliğini seyre dalarlar, sözlerine hayran olurlar. Mucizelerini görenlerin yürekleri yerinden oynar. Fakat O’nun herkesi affeden, koruyan ‘Ya Rabbi, onlar bilmiyorlar, sen onları bağışla’ duası olduğu için insanlar O’na karşı ç ı k m a , O ’ n a e d e p s i z l i k e t m e g a fl e t i n e düşebildiler. Yüce Efendimizin kıyamete kadar uzanan, hatta öteki alemi bile içine alan şefaati, affı, mağfireti, yaratılmışlara karşı duyduğu rahmani muhabbeti nedeniyle, gerek ümmet-i Muhammed, gerek diğer ümmetler, O’nun yüce ismini gafilane zikretmek ve o kutlu insana sırt dönmek cehaletinde bulunmuşlardır.”

!17


Hasan Dede’nin Dilinden

Hazreti Muhammed Efendimiz, mademki Allah’ın sevgilisi ve mademki bu kainat O’nun yüzü hürmetine yaratıldı; o zaman neden bizler de O’nu kendimize sevgili edinmeyelim? Eğer O’na “Sevgili” sıfatıyla bakarsak, mutlaka bundan feyizleniriz. Ama O’na sadece bir “Peygamber” olarak bakarsak ve O’nun üzerinde bir “Allah” aramaya kalkışırsak işte o zaman büyük kayıplara düşeriz. İşte Cenab-ı Mevlana şöyle buyurur: “Hazreti Muhammed Efendimizin dışında bir Allah aramaya kalkışırsanız, sizler kendinizi boşlukta bulursunuz.” Hazreti Allah baştan aşağı “Aşk”tır, Hazreti Muhammed Efendimiz ise O’nun cismidir, yani suretidir. Hazreti Muhammed Efendimize duyduğumuz sevgi ve saygı hakikatte Allah’a sevgidir, Allah’a saygıdır. “Ya Habiballah, Halik’in Rasul-i zişanı sensin Hazreti Zü’l-celalin seçilmiş, pak ve misilsiz kulu sensin Hazreti Hakk’ın nazlı nebisi, kainatın evveli ve bedr-i müniri Enbiyanın gözünün nuru, bizim gözümüz ve çerağımız sensin Cebrail üzengide, bir gecede miraç vaki olmuştu !18


Hazreti Muhammed Efendimiz

Yeşil gök kubbesinin üzerine şeref ayağını koyan sensin Ya Rasulallah, sen bilirsin ki ümmetlerin acizdir, günahkardır Başsız ayaksız acizlerin önderi, kurtarıcısı sensin Mevlana, Peygamber-i zişanın na’tını, vasfını yüce tutar Mustafa ve mücteba, O efendiler efendisi sensin. Ey Hazreti Allah’ın Resulü ey Habib-i Kibriya Ey alemin gözünün nuru, ey nebilerin imamı Her iki cihanda çihar yar-ı güzinin lütuf ve seha menbaı Ebubekir, Ömer, Osman, Ali dostun ve yaranındır Ya Resulallah senin cemal bağında naat söyleyen bülbülüm Zat-ı şah-ı risaletinizin hükm-i fermanını itaatle beklemekteyim Merhamet kıl, Molla-yı Rum’un yüzü, gece gündüz ayağının tozudur Ey Ahmed, Mahmud, Ebu’l Kasım Muhammed, Mustafa...” Hüdavendigar Mevlana

!19


Hasan Dede’nin Dilinden

Hazreti Muhammed Efendimiz külli akıldır, O’nun her zerresinden akıl fışkırır. Peki Evliyaullah “Evliya” mertebesine nasıl ulaşmışlardır? Onlar, Hazreti Muhammed Efendimizin huzurunda kendi akıllarını kurban etmişlerdir ve O’nun aklını başlarına tac etmişlerdir. Bugün Hazreti Muhammed Efendimizi yaşatanlar, O’nu kendilerine bende etmiş olan mürşid-i kamillerdir. Eğer yolcu, yani Hakk’ı taleb eden bir mürid, bağlandığı mürşid-i kamilin cemalinde Hazreti Muhammed’in nurunu görebilirse yol alabilir. Hazreti Muhammed Efendimizi gece gündüz hiç durmadan anlatmaya kalksak da yetmez, çünkü O kainatın nurudur, bütün güzelliklerin özüdür. O, sonsuz bir hazinedir. Yüce Pirimiz Hüdavendigar Hazreti Mevlana, Peygamber Efendimiz hakkında birçok kasideler dile getirmiştir. Bir kasidesinde şöyle buyurmuştur: “O, öyle bir varlıktır ki, varlığının güneşi balçık doğusundan doğmadan önce ışığının parıltıları sabah gibi alemi nura gark etmişti.” Hazreti Muhammed Efendimiz henüz peygamber değilken, daha çocuk yaşlarında iken, Mekke’de bir kıtlık meydana gelmişti. Halk, !20


Hazreti Muhammed Efendimiz

“Birisi gerek ki rahmet kapısının halkasını oynatsın, kaza ve kader kapısını çalsın ki, üzerimizden bu felaket kalksın, bu kıtlık halkın tozunu savurdu, ne hayvan kaldı, ne bitki, ne de insan. Yaşayış bitmek tükenmek üzere, ne yapalım, ne edelim?” diye Abdülmuttalib’in kapısına gelmişti. Abdülmuttalib, onlara, “Benim ne gökyüzüne yüz tutup yalvaracak yüzüm var, ne de yeryüzüne” diye cevap verdi ve “Ancak Muhammed’in alnında öyle bir nur parlamaktadır ki, O’nu getirin de O’nun hürmetine Tanrı’ya dua edelim, dileğimizi dileyelim. Belki o zaman O’nun yüzü hürmetine Allah’ın rahmetine nail olur da bu dertten kurtuluruz” diye seslendi. Bu söz üzerine Hazreti Muhammed’i getirdiler. Abdülmuttalib, O’nu görünce ayağa kalktı, O’nu alıp bağrına bastı, şefkatle okşadı, dizlerine oturttu ve sonra O’nun alnında parlamakta olan nuru öperek, “Ya Rabbi” dedi, “Bu senin kulun Muhammed’dir” diye devam etti fakat kendisini tutamayarak ağlamaya başladı. Hazreti Muhammed Efendimiz, nurlu yüzünü gökyüzüne çevirerek nazar edince lütuf padişahı merhamete geldi. Rahmet denizi coşup köpürdü. Yerden bir dumandır koptu ve göke ağdı. Bulutun yüzüne vardı ve yağmur yağmaya başladı. Çevredeki bütün kuyular, çukurlar doldu. Bitkiler suya kandı. Ölmüş alem dirildi. O’nun kutlu zat’ı yüzünden, puta tapan inkarcılar da beladan !21


Hasan Dede’nin Dilinden

kurtuldular. Bu kıyamet şefaatçisi henüz çocuk yaşta rahmet denizini böylesine coşturuyorsa, şefaat kemerini beline kuşanıp şefaate girişince o sonu olmayan, sınırları bulunmayan rahmet nasıl olur da inananları dertte, belada bırakır! “İki cihanın serveri, kainatın nuru, Nebiler Nebi’si, ahir zaman Nebi’si, Sensin ya Resuallah... Duydum Seni bilmeyenlere bile, Hayatsın ya Resulallah... İki cihanda mücrime, Beratsın ya Resulallah... Vücudun eşref-i mahluktur, Çünkü levlake levlaksın, Hem herşeyin evvelisin, Hem mucib-i eflaksın, Hem ‘El fakru fahri’ dedin, Hem Hakk’ler içre Hakk’sın, Anlaşılmaz bir muamma, Suretsin ya Resulallah... Sendedir cümle varidat, Hem Sendedir feyzi necat, Sen şefaatkanisin, !22


Hazreti Muhammed Efendimiz

Sensin alemlere hayat, Seni seven aşıklara, Hiç erer mi meftu memat, Onlar için bir mücella, Miraçsın ya Resulallah... Eşin yok ins-ü melekte, Hep felekler hayran Sana, Yedinci kat gökler oldu, Serbeser seyran Sana, Şu aşıklar eylemez mi, Canlarını kurban Sana, Önlerinde bir emsalsiz, Sıratsın ya Resulallah... Şefaatinden mahrum etme, Bu zayıf ümmetini, Çünkü aldanıp kaldık biz, Bu dünya zinnetine, Sen Dede’yi cüda etme, Ehl-i Beyt’in hürmetine, Bana Sen maksud-u muradsın, Ya Resulallah...” Hasan Çıkar Dede

!23


Hasan Dede’nin Dilinden

Hüdavendigar Mevlana, eseri Mesnevi-i Şerif’te o eşsiz Peygamber’in sonsuz merhamet ve şefaatini şöyle açıklamaktadır: “Hazreti Muhammed, bu dünyada da şefaatçidir, öteki dünyada da. Bu dünya din dünyasıdır, öteki dünya ise cennetler dünyasıdır. O’nun gizli ve aşikar adeti, “Ya Rabbi, ümmetime doğru yolu göster, onlar gerçekten de bilmiyorlar” diye dua etmektir. Hazreti Muhammed’in mübarek nefesleriyle iki kapı da açılmıştır, iki dünyada da duası kabul edilmiştir. O’na benzer birisi bu aleme ne gelmiştir, ne de gelecektir. O nedenle ki, cömertlikte son peygamber olmuştur.” Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet günü cennetin kapısına kadar giderim, kapının açılmasını istediğimde kapıcı, ‘Sen kimsin?’ diye seslenir, ben de ‘El fakru Muhammed’im’ derim, o zaman kapıcı, ‘Buyrun, sizden önce cennetin kapısını açmamak için emir aldım’ der.” Böylece Peygamber Efendimize cennetin kapısı da ilk defa açılır. Sözü edilen kapı her iki dünyanın hayır kapısıdır. Bu kapılar da ancak yüce Peygamberimizin varlığıyla açılır. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın lütfu, kereminin evveli de ahiri de O’dur. Dünya ve ahiret nimetleri O’ndan coşarak bizlere gelir.

!24


Hazreti Muhammed Efendimiz

Tevbe Suresi, 128. ayette Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir, kalbi üzerinize titrer, O size çok düşkündür. Müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. Fakat O’nun cömertliğine, şefkat ve merhametine rağmen inkarcılar edepsizliği ve ihaneti öylesine son haddine vardırmışlardır ki, bir gün Peygamber Efendimiz namazını eda ediyorken secdeye vardığında, O’nun o mübarek boynuna kirli bir koyun işkembesi atma cüretini göstermişlerdi. Her tarafına o işkembeden pislikler damlamıştı. Etrafına toplanan gençler, çocuklar ve ihtiyarlar bağırıp davullar çalarak O’nunla alay edip gülmeye başlamışlardı. Sahabenin bu olaydan dolayı gönülleri fazlasıyla kırılmıştı. Peygamber’e dediler ki: “Ey Tanrı’nın elçisi, senden önceki diğer bütün peygamberler, ümmetleri küstahlık ve eziyet ettikleri zaman, peygamberlerinin nefretiyle helak olmuşlardı. Sen, mertebe olarak bütün peygamberlerden üstünsün. Bu kavmin yaptıklarını diğer peygamberlerin kavimleri bile yapmamışlardı. Sen, ‘Hiçbir peygamberi beni incittikleri kadar incitmediler’ diye buyurmaktaydın. Şimdi sen bir beddua et de, bu küstah ve edepsiz kavim helak olsun.” Onların bu sözleri üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Ey sahabe, ellerinizi kaldırınız ki, dua edeyim.” Sahabe, Peygamber !25


Hasan Dede’nin Dilinden

Efendimize uyup ellerini kaldırdıklarında O, yüzünü göke çevirerek, “Ey Tanrım, onlara doğru yolu göster. Onları uyanık kıl ve bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar ve habersizler” diye buyurdu. Sahabe, “Ya Resulallah, biz beddua ediyoruz, sen ise onlara dua ediyorsun” dediler. O zaman da şu ayet nazil oldu: “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem Suresi, 4. Ayet) “Canım kurban olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed, Şefaat eyle bu kemter kuluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed Mü'min olanların çoktur cefası, Ahirette olur zevk-u sefası, On sekiz bin alemin Mustafa'sı, Adı güzel, kendi güzel Muhammed Yedi kat gökleri seyran eyleyen, Kürsün üstünde cevlan eyleyen. Mi'racda ümmetin Hakk’dan dileyen, Adı güzel, kendi güzel Muhammed

!26


Hazreti Muhammed Efendimiz

Ol çariyar anın gökler yaridir, Anı seven günahlardan beridir, On sekiz bin alemin serveridir, Adı güzel, kendi güzel Muhammed Aşık Yunus neyler iki cihanı sensiz, Sen Hakk Peygambersin şeksiz, gümansız Sana uymayanlar gider imansız, Adı güzel, kendi güzel Muhammed...” Yunus Emre Hazreti Mevlana bir kasidesinde şöyle buyurur: “Ey yüce Peygamber! Mühürleri kaldırmakta, kapalı kapıları açmakta sen hatemsin. Bu fazilet seninledir ve sende bitmiştir. Ruh bağışlayanlar cihanında ise, sen cömertlik hatemisin.” Mithat Bahari Beytur Hazretleri’nin Peygamber Efendimiz hakkındaki görüşleri ise şöyledir: “Hazreti Muhammed’de hiç kimseye nasip olmayan eşsiz bir maneviyat vardı. Bu muhteşem maneviyatla beraber sureti de birleştirmişti. O, Hakk’da tamamen mahvolmuştu. O, Allah’ın cemal ve visal şarabını durmadan içer içer, fakat kanmazdı. Mest idi, !27


Hasan Dede’nin Dilinden

fakat ayıktı. Şarabı zattandı; zatın kendinden, kendi hakikatinden fışkırırdı... O, bir kadehti; fakat cihana sığmayan bir kadeh. Allah kadehi, nur kadehi, visal kadehi, zat kadehiydi. O, mekanda görünen lamekan kadehiydi. O, beşeriyette görünen bir nihayetsizlikti; nihayetsizlik içinde bir beşeriyetti. O, bütün peygamberlerin, nurunu, feyzini, kemalini fazlasıyla zatında toplamış, Hakk’ın seçkin bir şaheseri, canlı bir hüsn-ü mutlak nakışı idi. O, ilahi bir kumandandı. O, ilahi bir sultandı. O, pek büyük bir Peygamberdi.” Hazreti Mevlana yine bir başka kasidesinde Peygamber Efendimiz hakkında şöyle buyurur: “Ey ulu Peygamber! Sen mumsun. Mum, geceleri hep ayakta durur. Senin parıltın olmadıkça, aydın gün bile gecedir. Sana sığınmadıkça, arslan bile tavşana esirdir. Ey Mustafa! Bu safa nuru denizinde kaptanlık et! Çünkü sen ikinci Nuh’sun... Akıllılara, her yolda bir yol bilen lazım. Hele yol, deniz yolu olursa. Sen vaktin Hızır’ısın, her geminin imdadına yetişen sensin. Bu topluluğun önünde, sen gökyüzünün ışığı, güneşi gibisin. Ey Şifa! Hastayı terketme. Sağıra kızıp da körün asasını bırakma. Doğru yolu gösterenin işi budur. Sen de doğru yolu gösterensin. Ahir zamanın gamına neşesin Sen. Ey benim yüce Peygamberim! Kalk, korkunç sura üfür de binlerce ölü, topraktan !28


Hazreti Muhammed Efendimiz

dışarı çıksın. Sen, vaktin İsrafil’isin, doğruca kalk da kıyametten önce binlerce kıyamet kopar... Kim; “Hani kıyamet?” derse, a güzelim! Kendini göster; “İşte kıyamet benim!” de. Ey mihnetlere düşüp de soru soran! Dikkatle bak; bu kıyametten yüzlerce alem kopmada.” Hazreti Ali Efendimiz de, çok sadık olduğu ve canı pahasına sevdiği Hazreti Muhammed Efendimiz hakkında şunları dile getirmiştir: “Sözü anlatıştır Onun, susması bile söz söyleyiştir. Sizler de tertemiz olan Hazreti Muhammed’in huylarıyla huylanın. Çünkü O, insanların en güzel huylusu, kulların en hayırlısıdır. Peygamberine benzemeye çalışan, Onun izini izleyen kişi ne kutlu kişidir.” Hazreti Şems-i Tebrizi ise Peygamber Efendimiz hakkında şöyle dil dökmüştür: “Bütün Peygamberlerin, ‘Ya Rabbi, beni Onun ümmetinden kıl’ dedikleri Hazreti Muhammed Mustafa’ya söz gelince hiçbir şey söyleyemem, çünkü Onun işi pek yücedir. Şüphe yok ki Allah, Onu kerem denizine batırıp çıkarırken mübarek bedeninden serpilen nur damlacıklarının her birinden bir nebi, bir peygamber yaratılmıştır, geri kalan damlalardan da Allah velileri, evliyaları yaratmıştır. Öyle ise onları birbirinden nasıl ayırabilirim. Ancak en son gelen Peygamber, evvelkilerin hepsinden çok daha !29


Hasan Dede’nin Dilinden

üstündür derim. Yaratılış olarak Hazreti Adem insanların atası kabul edilse de, ruh ve mana olarak Hazreti Peygamberimiz tüm insanlık aleminin atasıdır.” “Cenab-ı Hakk kün yarattı Adem’i, Kıldı Adem’le müzeyyen alemi, Mustafa nurunu alnına koydu, Bil! Habibim nurudur bu! dedi...” Mevlid-i Şerif Şeyh Galib Hazretleri de bir methiyesinde Hazreti Muhammed Efendimizi şu sözleriyle metheder: “Ey Allah’ın Resulü! Ey soyu pak Sultan! Ey kutlu Efendimiz! Sana, Peygamberler zincirinin en baş halkası ve o kutlu kafilenin serdarı, desem çok mu? Soy bakımından da, beşeri vasıfların, başından beri süzüle süzüle saflaşmış ve kemal noktasında seni bulmuştur. Ey iki alemin Sultanı! Ey şanı yüce Sultan! Şüphesiz ki Senin hükümranlığın iki cihanı da kaplar, iki alemde de bakidir. Sana sığınan çaresizlere bu dünyada da el uzatırsın, o âlemde de. Yetimin başı ilk Senin kutlu zamanında okşandı, yoksulun beli Senin devrinde doğruldu ve kadının da bir insan olduğu ancak o saadet asrında hatırlandı. !30


Hazreti Muhammed Efendimiz

Ey benim adı güzel kendi güzel Efendim! Ey Ahmed, Ey Mahmud ve ey Muhammed! Sen bizim desteğimiz, dayanağımız, sultanımızsın. Gözlerin bir kurtarıcı ümidiyle yollara dikileceği o korkulu günde, kutlu ayağın mahşer meydanını şereflendirdiğinde duyulacak tek gülbang Senin gülbangındır. Değil mi ki Sen, alemlere rahmet olarak gönderildin, o rahmetten bizleri de mahrum eyleme. Ey yüce Efendim! Sen A h m e d ’s i n , S e n M a h m u d ’s u n , S e n Muhammed’sin. Sen Hakk’ın tayin ettiği, desteklediği sultanımızsın bizim.” İki cihanın bütün güzelliği, Efendimiz, olduğu gibi, Cenab-ı Allah’ın kulluk kapısı da Ahmed, Mahmud, Muhammed isimleriyle açılır. Hazreti Muhammed’e ümmet olmadan Allah’a kulluk olunmaz. Cenab-ı Hakk, yarattığı kulunu inkar etmez ama, böyle bir kişinin de huzura varmaya gücü takati olmaz. “Kemal-i zatının na’tı anılmaz ya Resulallah! Kalır levh ü kalem mislin yazılmaz Ya Resulallah! Senin medhinde şirket eylesem Mevla’yama’dumum Bu babda cürm ü isyana bakılmaz ya Resulallah!

!31


Hasan Dede’nin Dilinden

Ne hakim ben ki na-şüste kalam deryayı cudunda Habab-ı Nün felak hiçe sayılmaz ya Resulallah! Şafak-veş her ki dağ-ı ateşin’i aşkını açmaz Gül-i maksud billahi açılmaz ya Resulallah! Gabar-ı asitanın pertevinden ab olan hatır Fürüğ-i pençe-i mihre kapılmaz ya Resulallah! Ümid oldur ki Galib çaker-i evlad ü alindir Güruh-i ehl-i hüsrana katılmaz ya Resulallah!..” Şeyh Galib Hazreti Muhammed Efendimiz, İmam Ali Efendimiz, Ehlibeyt Efendilerimiz, yüce Mevlana’mız ve Piran Efendilerimiz bizim sünnetlerimizdir, bizleri de sizlere farz kılmışlar. Onların yüzleri bizden görünür, onların dilleri bizden dile gelir; hiçbiri kabirden dile gelmez. İşte, Mürşid-i Kamil kainattır ve yüzyirmidört bin nebinin ve sayısız velinin varisidir. Gönül verilmiş ise mürşide, mürşid vasıtasıyla Pir’e ve Muhammed’e, O’nun o güzel cemaline ulaşılmış ise, O gönüllere ayna edilmiş ise, artık akıl O’nun aklıyla kemalat bulur, dil onun diliyle tatlılaşır, haller onun halleriyle güzelleşir ve böylelikle güzel bir insan olunur.

!32


Hazreti Muhammed Efendimiz

Hazreti Mevlana şöyle buyurur: “Hazreti Muhammed’in dışında bir Allah aramaya kalktığınız an, kendinizi boşlukta bulursunuz.” Pekala bizler O’nu bu alemde nasıl göreceğiz? Kim bu alemde Hazreti Muhammed Efendimize bende olmuş, O’nun haline bürünmüş ve O’nun dilinden konuşuyor ise, işte o kişiyi seyretmek Hakk’ı seyretmektir. Onun dışına çıkmak Hakk’ın dışına çıkmaktır. Allah esması kamufledir, örtüdür; zatını aradın mı insan çıkar. Zaten insan olmadıktan sonra, nereye yola çıkılır, kime gidilir? Bir insan, gönlüne Pirini koyarsa ve öyle yola çıkarsa, o zaman o, Hazreti Muhammed’i gönlüne koymuş demektir. O, artık ne yaparsa yapsın kirlenmez. Ama gönlünde yoksa Piri ve onun vasıtasıyla Hazreti Muhammed, o gece gün namaz kılsa da, Kuran okusa da, aklı dünyada oldukça hiçbir yere varamaz ve sıkıntılardan da kurtulamaz. Bizler, Allah’a gönül vermişiz; O, bize ne kadar acılar da verse, biz yine, Allah deriz, başka bir şey demeyiz. Bakın Hazreti Muhammed ne kadar acılar çekti, yine de her zaman teslimiyette durdu. Peki hiç ağlamadı mı? Ağladı, çok hüzünler yaşadı, ama yine de yüzünü güler tuttu, bir an dahi isyanlara, küfürlere düşmedi. O, Allah’ın sevgilisiydi; her türlü ıstıraba katlandı ve işte !33


Hasan Dede’nin Dilinden

Hakk, O’ndan yüzünü gösterdi ve O, Hakk’ın kendisi oldu. “Arayı arayı bulsam izini İzinin tozuna sürsem yüzümü Hakk nasip eylese görsem yüzünü Ya Muhammed canım arzular seni Bir mübarek sefer olsa da gitsem Kabe yollarında kumlara batsam Hub cemalin bir kez düşde seyretsem Ya Muhammed canım arzular seni Zerrece kalmadı gönlümde hile Sıdk ile girmişem ben bu hak yola Ebu Bekir, Ömer, Osman da bile Ya Muhammed canım arzular seni Ali ile Hasan Hüseyin anda Sevgisi gönülde mahabbet canda Yarın mahşer günü olur divanda Ya Muhammed canım arzular seni

!34


Hazreti Muhammed Efendimiz

Arafat dağıdır bizim dağımız Anda kabul olur bütün duamız Medine’de yatar Peygamberimiz Ya Muhammed canım arzular seni Yunus medh eyledi seni dillerde Dillerde dillerde hem gönüllerde Ağlayı ağlayı gurbet illerde Ya Muhammed canım arzular seni...” Yunus Emre Hazreti Mevlana’mız da buyurur der ki: “Hazreti Muhammed’in yüzünün nuru nice Yusuf’un nuruna bedeldir.” Yani Yusuf Aleyhisselam’ın yüzündeki o nur da, Hazreti Muhammed Efendimizin nurunun ancak bir yansımasıydı. Hazreti Muhammed Efendimiz, bu kainatın yaratılışına sebep olan nurdur. O iki cihanın Güneşidir. ‘Ümmet’in manası nedir? Bütün kendine faydası olmayan bilgilerden arınmış, bedenine Hazreti Muhammed Efendimizi baş etmiş, onu kendine bilgi edinmiş olandır, onun diliyle konuşandır, her yerde onu methedendir; işte ümmetin manası budur. !35


Hasan Dede’nin Dilinden

O, ilk ve son Peygamberdir, ondan önceki bütün peygamberler onun nuruyla bu aleme gelmişlerdir. Bizler Hazreti Muhammed Efendimizi ne kadar methetmeye kalkarsak kalkalım, yine kabımızın aldığı kadar ondan bahsedebiliriz; çünkü o manevi bir okyanusdur, onun rahmeti sonsuzdur, o iki cihanın nurudur, onun güzelliklerinin ne başı vardır ne de sonu. O hiçbir varlığa kem gözle bakmamış ve kırıcı konuşmamıştır. İncinmiştir ama incitmemiştir. İbadet korkuyla yapılırsa hiçbir işe yaramaz. İ b a d e t s e v g i y l e a ş k l a y a p ı l ı r. H a z r e t i Muhammed’imizin yolu sevgi yoludur, aşk yoludur. Cenab-ı Mevlana’mız şöyle buyurur: “Mahşeri görmek isterseniz gündüze bakın, ahireti görmek isterseniz geceye bakın. Aşığa ne mahşer gerek, ne ahiret gerek, yalnız Sevgilisi gerek...” Manevi aşk herşeyin üstündedir. Hazreti Muhammed Efendimiz sadece sevgi ve gönül istemiştir. Eğer O’na sevgini vermişsen ve temiz bir gönülle bağlanmışsan, sen heryerde O’nunlasındır. “Ya Rab! Bela-yı aşk ile kıl aşina beni Bir dem bela-yı aşktan kılma cüda beni !36


Hazreti Muhammed Efendimiz

Az eyleme inayetini ehl-i derdden Ya’ni ki çok belalara kıl mübtela beni Oldukça ben, götürme beladan iradetim Ben isterim belayı, çü ister bela beni Gittikçe hüsnün eyle ziyade nigarımın Geldikçe derdine beter et mübtela beni Öyle zaif kıl tenimi firkatinde kim Vaslına mümkin ola yetürmek saba beni Nahvet kılıp nasib Fuzuli gibi bana Ya Rab, mukayyed eyleme mutlak bana beni...” Fuzuli Evliyaullah’ın hepsi Hazreti Muhammed Efendi’mizin kardeşleridir. Hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin nuruyla nurlanarak bu topluma çıkmışlardır. Onların gönlünde, Hazreti Muhammed Efendimiz ve Ehl-i Beyt’imiz vardır. Onların hepsi bende-i Resul’dürler. Bu ne demektir? Kendi benliklerinden geçmişler, tamamen Hazreti Muhammed Efendimizin haline bürünmüşler, cüz’i akıllarını Onun önünde kurban etmişler, Onun aklıyla yola koyulmuşlar demektir. Onlar bütün aleme sevgi ile bakıp, hep sevgiden ve aşktan söz etmişlerdir.

!37


Hasan Dede’nin Dilinden

Bu nedenle biz burada devamlı Hazreti Muhammed Efendimizi dile getiririz. Çünkü o şefkat ve merhamet doludur. Güzel kerametleri sonsuzdur. O, bir öcü değildir. O, bir kanun adamı değildir. O, bu aleme kendisini sevdirmek için geldi, bizleri korkutmak için gelmedi. Bizleri ateşlerde yakmaya, ızdırap vermeye, cehenneme atmaya gelmedi. Eğer bizler Hazreti Muhammed’i bir kanun adamı gibi tanıtırsak, Onun dostu değiliz demektir. Hüdavendigar Mevlana’mız bir beyitinde buyuruyor ki: “Güneşin bile içine Muhammed’in aşk ateşi düşmüş de, böyle aşık böyle şaşkın bir şekilde dönmektedir. Eğer O’nun aşkı olmasaydı, güneş dönmekten usanır, başı döner yere düşerdi. Duha suresiyle güneşin içindeki Muhammedi nuru Ledünni bir dille tevhil eden Hazreti Mevlana, her zaman olduğu gibi bu beyitleriyle de ufkumuzu genişleterek ayetleri, dar görüş ve düşünce çerçevelerinden çıkararak sonsuz ve derin bir maneviyata taşımıştır. “Ay dahi güneş dahi nurundan Muhammed’in, Cümle şekerler tadı tadından Muhammed’in. Evliyalar geldiler saf saf olup durdular Canlar feda kıldılar yolunda Muhammed’in. Muhammed bir denizdir cümle yerleri tutmuş !38


Hazreti Muhammed Efendimiz

Evliyalar balığı bahrinde Muhammed’in. Yetmişbin hacı gider malı mülkü terkeder Varır ziyaret eder kabrini Muhammed’in. Ol Meryem oğlu İsa sırrı ile göğe ağdı Yüzbin İsa sergerdan vasfına Muhammed’in...” Yunus Emre Cenab-ı Mevlana bir başka beyitinde de buyurur der ki: “Ben hakiki yüzümü gösterecek olsam, başta güneş, ay ve yıldızlar yerinden oynar ve dünyanın nizamı alemi bozulur.” Yani bu demek oluyor ki, onlar, bizler gibi, sıradan bir insan suretine bürünmüşler ve örtmüşler hakiki yüzlerini. Ancak bunu anlıyacak olan yolcudur, yani müriddir. Bir mürid daha önce de söylediğim gibi sıdkı bütün bir imanla ve pürüzsüz bir sevgiyle ve aşkla bağlanırsa ikrar verdiği yere, işte o zaman manasında kabı taşıdığı kadar açarlar yüzlerini ve mürid o yüzde yanar, aşık olur ve artık hep o yüzün peşinde koşar. Bütün Evliyaullah, hepsinin selam olsun üzerlerine, kapları taşıdıkları kadar manalarında Hazreti Muhammed’in yüzünü gördüler ve onun aşkında yandılar. Şimdi, kimse cübbeye, bilgiye veya ilme aşık olamaz, ama hakiki yüzü gördü mü sevgisi artar ve aşka dönüşür. !39


Hasan Dede’nin Dilinden

Hazreti Mevlana der ki: “Bu kainatta ne görüyorsanız benim nazarımda hepsi uykudadır, ölüdür.” Ne zaman ki, o kişi, bir Hakk dostuyla, yani bir mürşid-i kamille yola çıkar ve tam bir teslimiyet içinde olursa, işte ölümün arkasından dirilik doğar. Tam bir teslimiyet içinde olmak ne demektir? Kendi aklını bırakarak, ikrar vererek bağlandığın mürşidine uymak, onun aklıyla aklını büyütmek ve olgunlaştırmaktır. Çünkü gerçek bir mürşidin de bağlı olduğu yer Hazreti Muhammed’dir. Hazreti Muhammed, Akl-ı Küll’dür. Bunun manası da şudur, Hazret Muhammed’in her zerresi akıldır, güzelliktir. “Gül açmaz, çağlayan akmaz, İlahi nurun olmasa, Söner alem, nefes kalmaz, Felek manzuhurun olmasa...” Yaman Dede Bizler her zaman Hazreti Muhammed Efendimizi, Ehl-i Beyt Efendilerimizi, Hazreti Mevlana’mızı, Piran Efendilerimizi ve onların güzelliklerini zikretmekteyiz ki, onların o güzel ruhları bizlerde yansıma yapsın. !40


Hazreti Muhammed Efendimiz

İnsan çok mukaddes bir varlıktır. Peygamber Efendimiz bütün kötülüklerden münezzehtir, hiçbir zaman dilinden kötü bir söz çıkmamıştır. Hazreti Mevlana şöyle buyurmuştur; “Allah’ı zikretmekle kalmayın, çalışın Allah’laşın, beşeriyetten dışarı çıkın.” Gerek Hazreti Muhammed, gerekse diğer Piran hepsi Allah’ı güzel bir dille andılar, anlattılar. Çünkü Allah insanla dile gelir, insanla kendini kanıtlar. İnsan küçük bir varlık değildir, hakikatte bütün kainat insanı zikretmektedir, insanı aramaktadır. Fakat ne yazık ki insan kimliğinden haberdar olmadığı için kendisini herşeyden aşağı görüyor. Oysa Hazreti İnsan kainatın hakimidir, Hazreti İnsan’ı sevmek de Allah’ı sevmektir, Hazreti İnsan’ın dışına çıkmak Allah’sız kalmaktır. İnsan elbisesi son makamdır ve bir örtüdür, bu örtünün içinde de Hakk’tan başka bir varlık yoktur. Bir insanın kimliğine ulaşması için aşka düşmesi lazım. Bir insan aşka düşmedi mi, akılda kaldı mı, ona ne şekilde anlatılırsa anlatılsın fayda vermez. Oysa insan aşka düştüğü zaman aklını bir tarafa bırakır. Onun artık aklı fikri sevdiği olur. O artık sevdiğinde meftun olur. Aşık nereye giderse gitsin; yolda, işte, yemekte, hep sevgilisiyle beraberdir. Şimdi böyle bir aşkta yaşayan kişi yaşadığı bu mecaz aşkı manaya !41


Hasan Dede’nin Dilinden

çevirebilirse, yani kendini Hazreti Muhammed Efendimizin güzelliklerine verebilirse, bütün sevgisini ve aşkını Hazreti Muhammed Efendimize yönlendirebilirse, işte o kişi o zaman hedefine ulaşır, Hakk ile Hakk olur. Hazreti Muhammed Efendimizin terbiyesinde yetişmiş olan Hazreti Ali Efendimiz şöyle buyuruyor: “Haber vermediler bu aleme gelişine, haber vermezler gidişine, daim hazır ol.” Cenab-ı Mevlana da, selam olsun üzerine, Hazreti Ali Efendimizin bu sözlerinden ilham alarak şöyle buyurur: “Ey insan, bu beden bir mektuptur, postalanmış Padişaha, layık ise postala, layık değil ise yırt, yenisini yaz, çünkü zaman az…” “Nur üstüne nursun, cihana ışıksın Nebiler nebisi, veliler velisi Muhammed Mustafa’sın. Ya Muhammed! O senin aşkına kurban olayım Ayağın tozuna ben Hakk ile yeksan olayım Göreyim gül yüzünü seyrine ver de tâkat Bakayım hüsnüne ben öylece hayran olayım Nur üstüne nursun, cihana ışıksın !42


Hazreti Muhammed Efendimiz

Nebiler nebisi, veliler velisi Muhammed Mustafa’sın. Yoktur bakacak, yüz bizde günahımız çok Sana aşık kullarına ne olur merhamet et Lütfuna şayan olalım Nur üstüne nursun, cihana ışıksın Nebiler nebisi, veliler velisi Muhammed Mustafa’sın...” Hasan Çıkar Dede
 Padişah’tan maksat Allah’tır. Bizler daha doğar doğmaz yola çıktık, gidiyoruz Allah’a... Bu yüzden her daim hazır olmalıyız. Ne kadar hazır durursak kazanırız, ama ne kadar boşverirsek, o gün geldiğinde pişman oluruz ama artık geri dönüşü olmaz. Hazır olmak ne demektir? Gönülden dünyayı çıkarmak ve Allah’ın güzelliklerine yönelmek. İnsan tamamen düşünceden ibarettir. Bir insan huzurlu olmak isterse en başta şunu düşünmesi lazımdır; en büyük akıl sahibi Hazreti Muhammed’dir, Onu bulmak için de kamil bir Mürşid ile yola koyulması ve orayla aklını büyütmesi gereklidir. Yolcuya ondan sonra çok şeyler sunulur, fakat yolcu bunları ancak Mürşidiyle paylaşır. Neden? Çünkü bunlar !43


Hasan Dede’nin Dilinden

herkese anlatılacak şeyler değildir, anlatmaya kalkışılırsa insanların akılları almaz. Bu yüzden Hazreti Mevlana buyurur der ki: “Ben insanı anlatmaya kalksam kıyamete kadar anlatamam.” Ancak anlayan biri çıkarsa o zaman konuşulur, muhabbet olur. Hazreti Mevlana ve Şems gibi, onlar birer manevi denizdiler. Hazreti Resulallah ve Hazreti Ali gibi, Resullah binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali’ye vermiştir ve Onu bütün Velilerin başı kılmıştır. Hepsinin Şah’ı Hazreti Ali Efendimizdir. Bütün uluların, büyüklerin Evveli ahiri sensin ya Ali! Sırlarına akıl ermez, bir ulu varlıksın ya Ali! Yüzyirmidörtbin Peygamberin ruhu, Nuru sensin ya Ali! Arif-i billah indinde alemlere cansın ya Ali! Surette insan göründün, varlığın Hakk’dır senin, Her libasdan görünürsün, hikmetin çoktur senin, Ta ezelî ezelden şanın paktır senin, Sana zaman, mekan olmaz, Sen daimsin, ansın ya Ali! Evvel ahir gelip giden varlığındır şüphesiz, !44


Hazreti Muhammed Efendimiz

Ne gelen var ne giden var, Böyle iman ettik sana biz, Bütün varlığımla kapına düştüm, Af diler bu kara yüz, Gerçi biz pek günahkârız, Sen de Sultansın ya Ali! Her nebinin sırrı idin, ahir oldun aşikâr, La fettailla denildin, la seyfe illa Zülfikar! Müminlerin imanısın, ey gani, yüce varlık, Hem bi-mekan, hem bi-zaman, Hem bi-nişansın ya Ali! Sen bir mazhar-ı Hakk’sın, Kim asla şüphem yok benim, Bunun için sevgim, muhabbetim çok benim, Hasan’ın seni gönlüne tac etmiş, der; Kapına geldim şu halime bak benim, Duydum sönük gönüllerde, Sen mihmansın ya Ali!” Hasan Çıkar Dede Bilinçli ibadet nedir? Biz, Allah, dediğimiz zaman, Mürşidimiz vasıtasıyla Pirimize ve Resulallah’a yolumuz çıkar. İşte Hazreti Mevlana !45


Hasan Dede’nin Dilinden

şöyle buyurur: “Hazreti Muhammed’in dışında bir Allah aramaya kalktığınız an, kendinizi boşlukta bulursunuz.” Hazreti Peygamber Efendimiz de Kur’an-ı Kerim’de, Allah dilinden şöyle konuşuyor: “Beni bu alemde göremezsen, öbür alemde hiç göremezsin.” Pekala biz onu bu alemde nasıl göreceğiz? Kim bu alemde Hazreti Muhammed Efendimize bende olmuş, onun haline bürünmüş ve onun dilinden konuşuyor ise, işte o kişiyi seyretmek Hakk’ı seyretmektir. Onun dışına çıkmak Hakk’ın dışına çıkmaktır. Allah esması kamufledir, örtüdür; zatını aradın mı insan çıkar. Zaten insan olmadıktan sonra, sen nereye yola çıkıyorsun, kime gidiyorsun? Bizler, tasavvuf ehli olarak, daima insan üzerinde dururuz ve insan dışına çıkmayız; hayali bir Allah peşinde koşmayız. Her zerremiz Allah ile diridir. Ruh, bu bedende akıl oldu, göz oldu, kulak oldu, bu bedenden konuşuyor, bu kalpte Allah’ı zikrediyor. Ruh bedenden feragat ettiğinde ise tüm bu azalar çalışmaz hale geliyor. Allah, bu beden örtüsüyle kendini gizlemiş ve bu bedenden sayısız bilgiler sunuyor. Onun için Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, bir gün diyor ki:

!46


Hazreti Muhammed Efendimiz

“Allah’ım seni o kadar çok seviyorum ki, bin tane canım olsa sana kurban olsun.” Fakat bu kelam ağzından çıkar çıkmaz Mevlana istiğfar etmeye başlıyor ve şöyle devam ediyor: “Estağfurullah, bana ait ne var ki, can verene can bağışlıyorum.” Başka bir yerde de yine şöyle sesleniyor: “Kalkmayın diyesiniz, ben Allah’a kulluk ediyorum, çünkü bu sözde dahi benlik vardır. Sen kulluğu kimin kudretiyle kime yapıyorsun?” Mademki bize kulluk eden de Allah’tır, o zaman bizim her an teslimiyette durmamız gerektir. “Ayağının tozuna cihanı verseler, Almam Yâ Resûlallah, Saçının bir teline, Yedi kat göğü değişmem Yâ Resûlallah. Senin teşrifinin, Tertemiz sulbünden geleceğini, Duyunca Hazreti Adem, Bir habbeye, cennetleri değişti Yâ Resûlallah.” Şems-i Tebrizi

!47


Hasan Dede’nin Dilinden

Hallac-ı Mansur’un, selam olsun üzerine, imanı güçlü, aşkı tam ve aşık olduğu yer ile sarhoş. Şibli de, aşkın şarabını içtim, diyor ama gönlü tam değil ve imanı da güçlü değil, bu yüzden akılda kalıyor ve o güzelliklere vakıf olamıyor. Bunlar çok ince hesaplardır. Hazreti Pir’in diliyle anlatıcak olursak; o kadar rahmete vermiş kendini ki, Resulallah’tan ileri çıkmak istiyor. Nasıl ileri çıkmak istiyor? Resulallah Efendimiz, selam olsun üzerine, Mirac’ta bütün ümmetinin beratını istiyor; Mansur-u Hallac Resulallah’ın dilinden bunu duyunca diyor ki: “Ben Resulallah gibi Mirac etmiş olsaydım, Allah’tan yalnız ümmetimin beratını değil, bütün insanlık aleminin beratını isterdim.” Hallac, bu sözü der demez hemen o akşam Peygamber Efendimiz asık bir yüzle rüyasına çıkıyor. Mansur-u Hallac buna çok üzülüyor ve Peygamber Efendimize niyaz ediyor ve şöyle yalvarıyor: “Ne suç işledim ya Resulallah, o güzel yüzünü neden benden uzak tutuyorsun, asık yüzle çıkıyorsun?” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, selam olsun üzerine, Hallac’ın bu yakarışlarına günlerce bir cevap vermiyor. Sonunda bir gece yine Mansur’un rüyasında görünüyor ve şöyle buyuruyor: “Ya Mansur, ümmetimin beratını isterken acaba ben mi istedim, yoksa benden !48


Hazreti Muhammed Efendimiz

Allah mı istedi? Sen beni Allah’tan ayrı mı görüyorsun?” Peygamber Efendimizin bu sözleri üzerine Mansur söylediklerinden bin pişman oldu ve yakarmaya başladı: “Ne olur ya Resulallah beni affet!..” Resulallah ona şu cevabı verdi: “Ancak başını verirsen affıma mazhar olursun!” Mansur bunu duyunca hemen ertesi günü kendi cemaatine şöyle bir seslenişte bulundu: “Ene’lHakk!” Cemaat, Mansur’un bu sözü üzerine Allah’lık davasına girdiğini düşündüler ve buna isyan ettiler. Mansur’u taşa tuttular, çarmıha gerdiler, başını kopardılar. Fakat yine de boğazından akan kan “Ene’l-Hakk” yazdı. “Bu nasıl dünyadır, bu nasıl alem? Ne askıda durur, ne bir direği var. Feza denizinde durmadan yüzer, Ne bir dümeni, ne de bir küreği var. Bu ne derin sırdır ki, akıllar ermez. Bu sırrı yüz binde bir kişi görmez. Hem bu koca dünya sahipsiz dönmez, Çarkını çeviren bir feleği var. Allah birdir, Hakk’tır Muhammed Ali! !49


Hasan Dede’nin Dilinden

Muhammed dinine demiştir belli.. İman edip ta ezelden ezeli, İnkar eylemenin ne gereği var. Gönlüm seni Hakk’a emanet ettim, Sakın ayrılma ki, zor bir imtihandır bu. Tek bir nefes Hakk’tan gafil olma ki, İmtihanla dolu bir cihandır bu.. Her yüzden cilvekâr olan bir Hakk’tır, Bu sırra ermeyen Hakk’tan ıraktır. Dünya ne su, ne taş, ne de topraktır, Biri iki gören sade zandır bu. Burada nefsini anlayan insan, Ene’l-Hakk diyerek Hakk olur hemen, Birlik kılıcını çektiği zaman, De ki, ne emsalsiz pehlivandır bu...” Hasan Çıkar Dede Hazreti Mevlana’mız, selam olsun üzerine, Kur’an-ı Kerim’den çok derin manalar çıkarmıştır ve demiştir ki: “Bendeniz, Kur’an-ı Kerim’in bir ayetine mana vermeye kalktım; denizler mürekkep oldu, ağaçlar kalem oldu, yapraklar kağıt oldu. Tam yazmaya başladım; denizler

!50


Hazreti Muhammed Efendimiz

kurudu, ağaçlar tükendi, yapraklar bitti, fakat mana bitmedi.” Bunu söyleme sebebi şu idi; bir insan sevgilisinin hakiki cemalini görürse, onun kimliğine vakıf olursa, onda kendini fani kılarsa, o güzel yüze aşkla baktığı için güzel manalar çıkarır. Şimdi bakın Hazreti Mevlana yine ne diyor: “İslam, kör ve topal olarak bu alemde varlığını sürdürüyor.” Bunu da neden söylüyor? Çünkü toplum hala Hazreti Peygamber Efendi’mizin dışında hayali bir Allah’a inanıyor ve bu yüzden tam olarak onu anlayamıyor ve Kur’an-ı Kerim’in de o derin manasına eremiyor. Malesef Peygamber Efendimizin iç alemini anlamaya çalışmadıkları, onun derinliklerine inmedikleri ve sadece dış suretine baktıkları için, bu toplum kişiliğine ulaşamıyor ve ulaşamayacak da. Ancak bir tasavvuf ehline, bir mürşid-i kamile gelirse, başta mürşid-i kamilin sözleri küfür görünür ama, yavaş yavaş muhakeme ettikçe ne demek istediğimizi anlar. Çünkü bizim sohbetlerimizle, cami sohbetleri arasında çok fark var. Orası ilkokuldur, burası ise üniversitedir. Çünkü biz burda hep insanı işliyoruz. Bizler kazançdayız, çünkü ölümsüzlere yüz tuttuk, en başta Hazreti Muhammed Efendi’mize yüz tuttuk, selam olsun üzerine. Bir mürşid-i kamilin !51


Hasan Dede’nin Dilinden

vasıtasıyla onları gönlümüze koyarsak ve onlarla yola çıkarsak, bir gün gelir dünya ömrümüz biter ama, yine mürşid vasıtasıyla Hazreti Muhammed’e yola çıkılır, ölümsüzlüğe ulaşılır. “Yıldızlar, güneş ve ay senin yüzünün nurundan alındı, Levh ve kalemin hikmeti senin ilminin denizinden bilindi. Gelmeseydin aleme sen halk olunmazdı cihan, Dostluğuna yaratıldı ey Nebi-yi Muhterem...” Niyazi Mısri Hazreti Muhammed Efendimizin bir diğer adı Habibullah, yani Allah’ın sevgilisi. Öyle Tanrı kulları var bu alemde, onu giymiş, onun yüzüyle topluma çıkmış, onun dilinden konuşuyor, onu a n l a t ı y o r. B i z l e r d e b u r a d a H a z r e t i Muhammed’in ruhuna büründük, ondan konuşuyoruz ve onu anlatıyoruz. O bizim sevgilimiz. Hazreti Muhammed Efendimiz bir seslenişinde şöyle diyor: “Benim ümmetim, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerden efdaldir.” ‘Ümmet’ in manası nedir? Bütün kendine faydası olmayan bilgilerden arınmış, bedenine !52


Hazreti Muhammed Efendimiz

Hazreti Muhammed Efendimizi baş etmiş, onu kendine bilgi edinmiş olandır, onun diliyle konuşandır, her yerde onu methedendir; işte ümmetin manası budur. Şeriat; ismi üstünde şeri at, yani kötülükleri at manasındadır. Ama bu yanlış anlaşılıyor, misal olarak, bir el uzanmış başka birinin hakkına haksız yere tecavüz ediyor diyelim. Elden maksat nefstir, yani nefsine hakim ol, nefsinin yolunu kes hakkı olmayan yere gitmesin. Hazreti Muhammed böyle buyurmuştur, ama malesef bu böyle anlaşılmadığı için insanların kollarını kesiyorlar, ellerini kesiyorlar, ayaklarını kesiyorlar. Hazreti Muhammed dememiştir ki, el, ayak kesin. İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Bununla ilgili şu hikayeyi anlatmam yerinde olacak; Hazreti Peygamber Efendimiz ve askerleri Uhud Savaşı gibi büyük ve zorlu bir savaştan dönüyorlar, Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Bu çok zorlu ve büyük bir savaştı, fakat asıl en zor ve büyük olan savaş bundan sonra başlayacak. Uhud’da görünen düşmana karşı savaştık, şimdi ise görünmeyen düşman olan nefislerimize karşı savaşacağız.” Seyyid Burhaneddin Efendi Hazretleri de şu sözleri dile getirmiştir: “Kim nefsi ile barışık ise bu alemde, bilsin ki, Allah ile savaştadır.” !53


Hasan Dede’nin Dilinden

Bir insan Allah ile savaşa girerse galip gelebilir mi? Allah hepsine hidayet nasib etsin. “O, öyle Ahmed ki, bütün peygamberlerin doğruluk dili, Öyle Ahmed ki, hikmet pirlerinin sözlerinin mealidir. Erdem, O’nun faziletinden kemal kazandı, İlimde hikmetlerin Lokman’ı O’na talebe oldu. Sözünün her nüktesi ilimlerin bütünüdür, Hadisinin tek incisi, hikmet madeninin meyvesidir. Ey yüce Peygamber! Şeriat topu ile hikmet çevganı Sana esirdir, Önce de sonra da hikmet meydanı Senindir. Bir kimya bakış ki, eğer kalbe bir kez baksan, Allah’tan balka herşey oradan kaçar. Ey yıkık beden ve ey toprak kalb, Elbette sizi de O’nun iyiliği bahtiyar eder, sevindirir. Ey Hakk yolcusu! Ümitsizlikle boğuşma! Allah, elbet sana bir çıkış kapısı açar, Hazreti Resul’ün sözünü tut, Şüphe semtine düşme, !54


Hazreti Muhammed Efendimiz

Sabır anahtarıyla genişlik kapısı açılır. Ey Padişah! Kur’an önce Seni andı, Muhammed’den murad, amaç Elhamdülillah’tır...” Esrar Dede İnsan yeryüzünde Allah’ın binasıdır. Şöyle izah edeyim; bir insan-ı kamil dendiği zaman, o insan-ı kamil kainattır, böyle bir kişiye çirkin muameleler yapılırsa bütün kainata yapılmış olur. Ama kişinin gözü kör oldu mu, nefsi galip geldi mi bütün kötülükleri yapar. Misal olarak Hazreti Hüseyin Efendimize de yaptılar, işte Kerbela vakası. Kime kılıç çektiler? Resulullah’ın torunlarına. İmam Hasan Efendimizi kimin vasıtasıyla zehirlettiler? Hanımı vasıtasıyla. Sonra şunu düşünmek lazım, bu kötülükleri yapanlar, sonra hangi yüzle Hazreti Muhammed’den şefaat bekleyebilirler. Bizler, Peygamberleri zikrederken şöyle bir dil sarfediyoruz: La ilahe illallah Musa kelamullah, yani Hazreti Musa Allah’tan kelam buyurdu; İsa’ya gelince şöyle diyoruz: La ilahe illallah İsa ruhullah, yani İsa Allah’ın ruhudur; Hazreti Resulallah’a gelince de şöyle zikrediyoruz: La ilahe illallah Muhammeden Resulallah, yani !55


Hasan Dede’nin Dilinden

Hazreti Muhammed Allah’ın elçisi ve Resulüdür. Hazreti Muhammed Efendimizi aynı zamanda şöyle de zikrediyoruz: La ilahe illallah Muhammed Habibullah, yani Muhammed Allah’ın sevgilisidir. Sevgili, yani Habibullah, her şeyin üzerinde kıymetlidir, ruhtan daha üstün nurdur. Hazreti Adem’den bu yana ne kadar Peygamber geldiyse bu aleme, hepsi Muhammed nuruyla gelmişlerdir. Biz canı neyleyelim Canan olmadıktan sonra... “Eğer bu şiddetli zaman bana göz açtırırsa, Kapısının toprağını sürme gibi gözüme çekeyim. Eğer felek yolumun üzerine aşılmaz sedler çekmezse, Dua yüzünü O’nun saadet eşiğine süreyim. Başkalarına yasak kavuşma anının aydınlık mumu, Tevhid sedefindeki tek inci. Eğer o padişah emretmeseydi, hükmünü yürütür, Kuzey rüzgarı akarsuyun yüzüne alın kırışığı gibi dalgalar oluşturmazdı. O padşah ki, eğer saba yeli dağlara O’nun değerini, vasıflarını anlatsa, !56


Hazreti Muhammed Efendimiz

Suları hep yukarı, zirveye doğru akardı. Avare su, ömürlerdir ayağının toprağına ulaşayım diye, Başını taştan taşa vurup gezmektedir. Bir kimse o padişahın korumasını hatırına getirse, Eğer yeri dağların zirvesi de olsa, Kıyametin kopuş rüzgarının hücumu, Mumun ışığını o an hareket ettirmeye güç bulamazdı, bu imkansız olurdu. Eğer O’nun mübarek kalbinin tasviri yazılabilseydi, Kalblerdeki siyah noktalar inci gibi beyaz olurdu. Vasıfları bütün insanları dilsiz bırakan o Zat’ın eşsiz kişiliğini anlatmak mümkün değildir. Miracıyla gök naz eder, ayağının iziyle toprak övünür. Şeriatının kılıcının suyu, alemleri küfrün çirkefinden temizledi. Şanının yüceliğinin delili, ‘Habibim sen olmasaydın bu felekleri yaratmazdım’ sözü oldu. Ey yücelik göğünün aydınlık güneşi, Bu göğün yaratılmasına sebep sensin. Ey yaralı sinelerin merhemi, !57


Hasan Dede’nin Dilinden

Ey padişahların ve dervişlerin kendisine köle olduğu yüce Peygamber! Ezel üstadı Allah, bu acayiplikler gösteren evi senin için yarattı. Adem senin hürmetine yaratıldı, Hazreti İsa senin hürmetine konuşturuldu. Hülasa bütün bu göklerin dönüşü, Ey evrenin övüncü senin içindir. Bu kainat senin için dönüyor. Yanağına gül, dişine inci dediler, Denizler ve karalar senin vasıflarınla doldu. Rüzgar, temiz vasıflarını iletmiş gibi çimenin renkleri çok güzel ve parlak olmuş...” Fasih Dede Peygamber Efendimiz, selam olsun üzerine, bir gün tefekkür halindeyken nefsine ıstırab vermek için, yatsı namazını eda ettikten sonra, bir ayak üstünde duruyor. O ayağı yorulunca da diğer ayağı üstünde durmaya devam ediyor. Bir zaman sonra Peygamber Efendimize Allah’tan şöyle bir nida geliyor: “Ey benim Habibim, hani sen beni çok seviyordun. Bu kadar sevmene rağmen, beni o kadar çok yoruyorsun ki, hayret bu mudur senin sevgin? Bir ayak üstünde duruyorsun, sen !58


Hazreti Muhammed Efendimiz

yoruluyorsun, ben yoruluyorum. Senin bir zerren bile benim dışımda değildir. Ben senin vücudunda gizlendim, ordan bu aleme tebliğler veriyorum.” Ebu Müslim de Hazreti Peygamber’in bu yaptığını yapmak istedi, ona da Allah’tan şöyle bir nida geldi: “Sen gece gün tek ayak üstünde dursan da benim Habibimin yerini tutamazsın!” Hazreti Muhammed Efendimizin iç alemi Hazreti Ali Efendimize sunulmuştur. Resullah, binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali’ye vermiştir ve Onu bütün Velilerin başı kılmıştır. Hepsinin Şah’ı Hazreti Ali Efendimizdir. Bütün tasavvuf ehlinin Piri Hazreti Ali’dir. Hazreti Ali, Peygamber Efendimizin yüzüne bakamazdı. Hazreti Ali Efendimiz, Resulallah’a aşıktı, hayrandı. Hazreti Mevlana ve Hazreti Şems’in aralarındaki ilahi aşk gibi. Esasen, Onun da cemali en az Resulallah kadar nurluydu. Pembebeyaz yanakları vardı, gözleri de resimlerde gösterildiği gibi siyah değildi, Pirimiz Mevlana’nın gözleri gibi ela renkteydi. Hazreti Muhammed Efendimizin gözleri ise kahverengiydi. Hazreti Hasan’ın da kahverengiydi, ama Hazreti Hüseyin’in gözleri yine elaydı. Ama hepsinde Hazreti Muhammed Efendimizin nuru vardı. Onların cemallerine bakmak kendinden geçmektir. Çünkü onların !59


Hasan Dede’nin Dilinden

yüzlerine benzeyen yüz yok kimsede. Onlar tamamen nurdurlar. “Edebi terk etmekten sakın, Bu Allah’ın sevgilisinin bulunduğu yerdir. Burası Allah’ın nazar ettiği, Hazreti Mustafa’nın makamıdır. Gökte yeni ay, onun Babü’s-selam kapısının göğsü yarılmış aşığıdır. Bunun kandili burcu burcu, Bu nurun ve ışığın kaynağıdır, doğduğu yerdir. Burası, Allah’ın sevgilisi Hazreti Muhammed’in uyuduğu yerdir, Fazilet bakımından arştan bile üstündür. Bu toprağın parlaklığından yokluk karanlıkları kalktı, Mevcudat iki gözlerini açtı. Çünkü bu toprak, göze fer veren sürmedir. Ey Nâbi, bu dergaha edeb şartını gözeterek gir, Burası meleklerin tavaf ettiği, Peygamberlerin tecelli ettikleri, Göründükleri yerdir...” Nâbi

!60


Hazreti Muhammed Efendimiz

Hazreti Şems, Mevlana’yla karşılaştığından ona şu soruyu soruyor: “Hazreti Muhammed mi daha büyüktür, yoksa Beyazid-i Bestami Veli mi?” Bu soruyu işitince Hazreti Mevlana celali ve cezbeli bir tavırla diyor ki: “Bu ne biçim bir soru?! Tabii ki Hazreti Muhammed daha büyüktür.” Şems devam ediyor: “Peki… Hazreti Muhammed Efendimize ‘Allah’a karşı ibadetini yaptın mı?’ diye sorduklarında dedi ki, ‘Yapamadım.’ Aynı soruyu Beyazid-i Bestami Veli’ye sorduklarında, o dedi ‘Yaptım’. Biri dedi ‘Yaptım’ diğeri dedi ‘Yapamadım’, şimdi bunlardan hangisi daha büyük?” İşte Mevlana Hazretlerinin verdiği cevap: “Beyazid-i Bestami Veli bir havuzdu, o havuza bir gölün suyu döküldü, havuz taştı ve ‘Hırkamın altında Allah’tan başka bir şey yoktur’ dedi. Hazreti Muhammed ise bir okyanustur, bütün denizler Ona aksa, O taşmak nedir bilmez.” İşte Hazreti Şems, Mevlana’dan bu cevabı duyar duymaz başını secdeye vurmuştur. “Ezelden aşkınla ben yane geldim Cemalin şem’ine pervane geldim Koy beni yatayım şeyh eşiğinde !61


Hasan Dede’nin Dilinden

Şu tatlı canımı kurbana geldim Nefsin kal’asını tevhiddir yıkan Esma kuvvetiyle meydane geldim Aşıkların dîdarın gördüm düşümde Kalmadı takatim divane geldim Şems-i Tebrizi’nin tablın kurmuşlar Şeyhim himmetiyle meydane geldim...” Hasan Çıkar Dede Cenab-ı Hakk, Kur’an’da Tebareke Suresinin ilk iki ayetinde diyor ki: “Önce ölümü yarattım sonra hayatı.” Bu ayetten şunu anlamalıyız; herşey yokluktan varlığa kavuşur. Evliyalar, selam olsun üzerlerine, evliya mertebesine ermeden önce ilmi zahiri bıraktılar, bir mürşid-i kamilin karşısında öldüler v e o n u n h u z u r u n d a y e n i d e n d o ğ d u l a r. Doğduktan sonra da doğdukları, yani yeniden can buldukları yer ile yol almaya devam ettiler ve topluma faydalı çok güzel insanlar oldular. Ölmekteki mana, nefsin kötü huylardan arınması, manevi güzelliklere kavuşmasıdır. Bir kişi, bu şekilde ölmediyse eğer, diri sayılmaz. Benliğinde yaşamaya devam ettiği ve ikilikte kaldığı müddetçe diri değildir.

!62


Hazreti Muhammed Efendimiz

Bu hadisi buyurdu Peygamber: Hangi kişi ki dirliğin ister, Kendisinden gerek kim ol öle, Dirliğin manasın ölüp bula. Ölmeden tez ölün ağın göğe, Kim sizi ay ile güneş öğe. Ol kim öldü, ölümsüz ol kaldı, Uçmağı bu cihanda nakd aldı. Kim ölürse, bugün diri ola, Ol kim ölmez, yarın yavuz ola. Dünyanın dirliği geçer, kalmaz, Tanrı’dan kim diriyse, ol ölmez. Gerçek dirilik, ölmeden ölmektir; Tanrı ile beraber olmaktır. Bu cihan sevgisini gönülden atmak, Aşk odundan daima pişmektir. Kendiden yavuzu gidermektir, Ol kim etmez bunu, ne ıraktır! Ölmeğin manası budur, iyi bil, Nefsin öldür, kim olasın bismil. Kendizinden yavuzluğu sil; Ne varsa ki Hakk değil, geri dur. Sarp iştir, bunu edemeyesin, !63


Hasan Dede’nin Dilinden

Yalnız bu yola gidemeyesin. Kendizinle yola çıkmayasın, Gözsüz ol ay yüze bakamayasın. İste onu ki yolu varmıştır, Canını Hakk nuruna karmıştır. Kim seni ol ulu Hakk’a erdire; Korkulu köprüden tez geçire.” Sultan Veled Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Ya Ali, Yasin suresini oku; zira Yasin suresinde on bereket vardır. Onu okuyan aç, doyar; susuz, kanar; çıplak, giydirilir; bekar, evlenir; korku içinde olan, emniyete erer; mahkum, kurtulur; yolcu, yolculuğunda yardım görür; kaybı olan, kaybettiğine kavuşur; hasta, afiyet bulur, iyileşir; ölüm döşeğindeki hastanın yanında okunursa, sıkıntısı hafifler.” Bu hadis-i şerif çok yerinde şöylenmiştir, çünkü ehl-i iman sahiblerine göre, Yasin-i Şerif, Kur’an-ı Kerim’in kalbidir. Tamamen semavattaki bütün varlıkları dile getirir, okuyan insanı da yüceliğe çeker. Hele ki Tanrı’ya aşıksan, Onun varlığına kendini teslim etmişsen, daha okumaya başlarken senin ruhuna yansıma yapar.

!64


Hazreti Muhammed Efendimiz

Mirac, gökleri fethetmektir. Gökler nasıl fethedilir? Çalışarak fethedilir. İslam alemi, Kur’an’ı ölüye okudu, çalışmadı. İnsan, geriden hiçbir şey isteyemez, geride birşey yok… Hazreti Muhammed, kendini sevenine teslim etti. Allah, insanı kendine vekil kıldı. Yarınlar için çalışmayanın, geleceği kayıptır.. Hazreti Mevlana der ki: “Bir mum bitmek üzereyken biliyor ki tamamen eriyip yok olacak ama ışığını bırakmaz, devamlı ışık verir. İnsan olan da böyle devamlı aydınlığı gösterir. Hastalık gelmiş, ölüm gelmiş korkmaz, son devrine kadar vazifesini yapmakla mükelleftir.” Dinin kuralı, kim tebliğ etti ise, onu sevmektir. Bizim dinimiz insandır. Kurallar olsun olmasın kişi, onu gönlüne koymadıktan sonra o kuralların kıymeti yoktur. Diline sahip olmanın yalanla alakası yoktur. Diline sahip olan küfürlü muhabbetlerde, isyanlarda bulunmaz. İnsan, kimseyle alaylı tarzda konuşmadan, kimseyi hakir görmeden, bütün çirkin işlerden kendini uzak tutarsa, kendini muhafazaya almış, edebiyle yaşıyor demektir. Yalana gelince… Hazreti Muhammed’e sorarlar: “Senin ümmetin yalan söyler mi?” Peygamber Efendimiz şu cevabı verir: “Benim ümmetim zor durumlara düşebilir, aç kalabilir !65


Hasan Dede’nin Dilinden

ama yalan söylemez. Yalan söylediği zaman benden değildir.” “Nebiler Nebi’si yüce Muhammed’e erenler, Gerçek yolu görenler, Senin sırlarını bir bir bilirler. Nebiler Nebi’si yüce Muhammed’e erenler, Keremlerinden kimsenin perdesini yırtmazlar, Zaman nasıl geçer giderse, Onlar da sürer giderler. Nebiler Nebi’si yüce Muhammed’e erenler, Hoşgörür, susarlar, Huzurunda daim edepte dururlar.” Hasan Çıkar Dede Tasavvuf ehli, namaza durur durmaz Hazreti Muhammed’i düşünür, kalbinde en güzel yeri ona verir. Namazda daha ağlar sızlar, beni o güzel cemalinden mahrum etme, bilerek bilmeyerek yaptığım hatalarımı affeyle diyerek onunla konuşur. Hep bu dünyaya ait isteklerde bulunmaz, devamlı dünyayı namazına sokmaz. Çünkü namaz miraçtır, Resulallah ile temiz bir görüşmedir. !66


Hazreti Muhammed Efendimiz

Allah sevenlerinden temiz bir gönül ister. Temiz bir gönülle işine gider, temiz bir gönülle namaz kılar, temiz bir gönülle topluma çıkar, temiz bir gönülle Allah’a bağlanırsan, sen her an ibadettesin. Esas oruç nefse hakim olmaktır. Nefsini bilen Rabbini bilmiştir. Yunus Emre der ki: “Kim nefsine sahip olmuşsa bu alemde bilsin ki o kişi, ona bütün erenlerin eyvallahı var.” Bütün davamız bu yolda nefsle mücadeledir. Çünkü nefsimiz bir an dahi bizi bırakmıyor, hep o galip geliyor. Bu yol ne kadar kolaysa, o kadar da zordur. Tasavvuf yolu, demirden leblebi çiğnemektir. Nohudu dişsiz adam da çiğner. Ağzında iki-üç gün tutar, yumuşatır, damağı ile ezer gider, ama demiri ezemez. Midesinde asit olması lazım ki onu eritsin. Büyük aşk olacak ki o demir leblebi çiğnensin. Şehadetin manası: Eşhedü en la ialhe illallah; yani, şehadet ederim bütün cihan boş, ancak sensin Allah. Ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu; yine şehadet ederim Allah’ım, Hazreti Muhammed gibi sana kulluk edeceğim ve topluma senden söz edeceğim, demektir. İşte şehadet budur. Şehadeti söyleyip, nefsinde yaşayan, papağan gibi şehadet etmiş olur. Şehadet ağızdan çıkıp, kulaklar işitti mi, onun manasına inip manasında yaşamak gerektir. !67


Hasan Dede’nin Dilinden

Eğer Müslümanlar şehadetlerinde yaşasaydılar hiçbir zaman kötülük yapmaz, silaha da sarılmazlardı. Çünkü hepsi Muhammedi’leşir ve tertemiz insanlar olurlardı. Herkes tarafından sayılan, sevilen ve dokunulmazlığı olan insanlar olurlardı. Dünya bir barış, sevgi yuvası olur ve huzur içinde yaşarlar, yaşatırlardı. Hazreti Muhammed Efendimizin ilmi, sevgi ilmidir; Onun dini yüksek ahlak üzerine kurulmuştur. Müslümanın içi de, dışı da temiz olacak. Yalnız lafla Müslüman olunmaz, namazla, bele kadar sakalla, kavukla Müslüman olunmaz. Nefsini yenmeyi başaramazsan, gece-gün zikir yapsan, namaz kılsan kendini kandırmış olursun, Allah kanmaz… Bunların da bilinmesi lazım. “Yalnız ben miyim hayran-ı sergerdan sana Mar u mur vahş u tuyur bay u geda sevdi seni Haddi mi sevmemek seni bu abd-i aciz Şem’i’ya İntisab itmek muradı ya Resul-i Kibriya Cümleden evvel yarattı ruh-i pakin Hazreta Kendine yar eyledi Bar-i Hüda sevdi seni...” Aşık Şemi Yasin-i şerif, semavattaki varlıkları dile getirir, bunu ölüye okuyun demez. Ehl-i iman sahibi !68


Hazreti Muhammed Efendimiz

ölmez. Bütün dostları tarafından en güzel bir dille anılır. Hazreti Muhammed’in, selam olsun üzerine, ne Yasin-i şerife, ne İhlas-ı şerife, ne de Fatiha suresine ihtiyacı yok. Hazreti Mevlana’nın ve diğer velilerin de yok. Onlar hayattayken canlı Fatiha idiler. Hakk ile Hakk oldular, hep Hakk’ı yadettiler, gönüllerde yer aldılar. Biz onlara okurken, düşünelim; onları yüklenelim de toplumu aydın kılalım, kişiliklerini verecek güzel işlere sürükleyelim, güzel hizmetlerde bulunsunlar, güler yüzlü, tatlı dilli olsunlar, kimseyi hor görmesinler, nefslerine hakim olsunlar, kırıcı konuşmasınlar. İnsan olmak için İnsan’ı örnek almak lazım. En güzel insan, Hazreti Muhammed. Onu örnek almaz, ona uygun adımlar atmaya çalışmazsak, insan olamayız. Velilerimiz güzel, nebilerimiz güzel. Biz onlara ayak uydurmadığımız için cefalar, gamlar, hüzünler, üzüntüler üstümüzden gitmiyor. Hem nefsimizle, hem de Allah’la olmak istiyoruz. Bu, iki karpuzu bir koltukta taşımak istemeye benzer. Bil ki biri düşer kırlır, öbürünü de düşürür. Onun için zahmetli yolu seçeceksin, sonu rahmettir. Alışverişimiz nedir? İnsanlık al, insanlık ver. Alışverişimiz bu olacak. “Kur’an böyle söyledi, şöyle söyledi” diyorlar. Kur’an kendi kendine hiçbir şey söylemez. Kur’an insanla dile gelir. Evet, Kur’an Allah !69


Hasan Dede’nin Dilinden

kelamıdır. Allah, rüzgarla, bulutla, güneşle bunu söylemedi. Allah bu güzel kelamları bir beni ademin ağzıyla söyledi. O kim? Hazreti Muhammed. Hazreti Muhammed, bütün o güzel sözleri dile getirirken, hep Allah benden böyle konuştu, dedi. İçindeki o kudrete Allah ismini verdi. Her an her dakika Allah’ı zikretti. Bütün o güzellikler Allah’a ait dedi, bana ait demedi. Halbuki o, Hakk’la Hakk olmuştu, yani Allah’ın dışında hiçbir varlığı yoktu. Onun vücudundan Allah işliyor, tebligatlar, bilgiler oradan geliyor. Onun için, Hazreti Muhammed’i sevmek Allah’ı sevmektir, Hazreti Muhammed’in dışına çıkmak Allah’ın dışına çıkmaktır. Demek ki insan dışında bir boşluk var. Bütün güzellikler insanda var ama her insanda değil. Bütün evliyaullah ondan beslendi. Onlar kitaba baktılar sahibini araştırdılar, onun güzelliklerini gördükten sonra onun iç alemine kendilerini kaptırdılar, oraya aşık oldular. Hakk aşığı demek, Resulallah’ın aşığı demektir. “Serde tacım kalpte ruhum tende canım Mustafa Kalmadı tende mecalim ey cananım Mustafa Ruyum siyah, destim boş, nasıl varam divana ben Hakk’a yarar amelim yok gevherkanım Mustafa Talihim tecrübe kıldım baht-ı siyah katreyim !70


Hazreti Muhammed Efendimiz

Kesmedim hergiz gümanım Şem’ine pervaneyim Ruhsat’ım haşrolanda değme böyle yanayım Tek dilde ezberim olsun nam ü şanım Mustafa...” Ruhsati Hazreti Mevlana’ya, ibadetin büyüğü nedir diye sormuşlar, şu cevabı vermiş: “İki irfanın, aşığın birbirine baş kesmesidir. Onların birbirlerine baş kesmesi, birbirlerini Hakk olarak tasdiklemeleridir.” Bu tasdiki yaptıktan sonra birbirlerine ihlas-ı şerif okurlar: “Kulhuvallahu ehad, (Ey kul yemin ederim, O Allah için, o ehad sensin). Allahüssamed, (Dünyada senden merti yok). Lem yelid velem yuled, (Ne doğarsın ne de doğurur bir ana senin gibi). Velem yekullehu küfüven ehad, (Sana bir zarar gelmemesi için, bütün bu alemi mahfederim).” Ne kadar büyük bir mana taşıyor ama Allah’a kulluk edersen bu sıfata nail olursun. İnsan, Yaratıcı’nın elçisi. Yaratıcı, insanın hep Ondan söz etmesini, Onun büyüklüğünü söylemesini, Onun güzelliklerini kendi bendelerine ikram etmesini ister. Onun dışında, başka yerlere gönlünü kaçırmasını istemez. Eğer insan, başka bir yerle meşgul olursa o an gaflete

!71


Hasan Dede’nin Dilinden

düşüp, güzelliklere perde çeker ve ondan sonra hüzne düşer, dertler bitmez. Rubaiyatta ne güzel söylüyor Mevlana: “Ey Sevgilim, seninle kol kola gül bahçesinde dolaşırken, bir gül yaprağının gölgesi yanağına düşse, seni o yaprağın gölgesinden kıskanırım.” Müminin kalbini kıran iflah olmaz. Kişi kendini kandırabilir ama Hakk’ı kandıramaz. Hakk her şeye vakıftır, her şeyi görür. Çünkü kainat O’nundur. O küçük akıllılar, o akılla ancak kendilerini aldatırlar. Yani onu incitmek Hakk’ı incitmektir. Şefkat dolu bir yer ama bir yerde de hiç affı yoktur. Akıl gözü ile kısa menziller görürsün ama kalp gözüyle çok şey görülür. Dar bakışla, bu gözle insan çok şey kaybeder. Hakk yolu kolay bir yol değildir. “Derdime dermansın sevdiğim dilber Koyma melül, mahzun, biçare beni. Yoktur dü cihanda sen gibi dilber Meylim müştak etme ağyare beni. Saadet tacısın ey Nur-u Server, Damadın şehriyar saki-i yaver. Yoktur bir taksimde böyle bir yaver, Kaydeyle deftere fukara beni...” Sümmani !72


Hazreti Muhammed Efendimiz

Tasavvufta cihad nefsinedir, insan öldürmek değildir. Tasavvufta kurban kesmek, bir öküzü, bir koçu kesmek, kan akıtmak değil, nefsini kesmektir. Bütün mesele nefsle uğraşmak, nefse galip gelmektir, tasavvuf buna yönelmiştir. Muhammediye’nin cihadı, nefsinedir. Eğer Hazreti Muhammed savaş taraftarı olsaydı, Hazreti Mevlana, “Sevgiye, kardeşliğe, birliğe dair ne varsa ben oradayım, savaşa dair ne varsa ben orada yokum” demezdi. Çünkü Hazreti Mevlana, Hazreti Muhammed’in bendesidir ve Hazreti Muhammed bütün insanlık aleminin rahmetidir. Herkesin ne İhlas’ı ne de Elham’ı tutulur. Temiz bir kalp lazım ki nefesler suret bulsun, yoksa gece gündüz okusan bir şey olmaz. Kur’an baştan sona nasihattir ve dünyadaki varlıkları söyler. Kur’an’da insanı irşad etmek için bir sürü tebligat var ama Kur’an yetmez. İnsanın içinde pislik varsa sadece Kur'an okumakla temizlenmez. Kişi ancak canlı bir Kur’an’ı örnek alıp, onun haline bürünmeye çalışarak kendini temizleyebilir. Yoksa o güzel sözleri oradan alır, neuzübillah iblis gibi ortaya çıkar. İblis herşeyi biliyordu ama o bilgiyle insanlara tuzak kurdu. Hakk’a baş kesmedi dünyamızda lanetullah oldu. Allah hepimizi iyi kullarından saysın, doğruluktan ayırmasın, hatalardan korusun, !73


Hasan Dede’nin Dilinden

bütün güzel hizmetlerin fatihi yapsın. İnsan güzelliğe zor, çirkinliğe çabuk ulaşır, birdenbire küfüre düşebilir ama küfürlerden arınmak için zaman ister. Toplumda güzel bir kişi sıfatını alan hem huzurlu yaşar, hem de kendini topluma kazandırır. Birinin arkasından konuşan kişi en büyük günahı işliyor. Bütün amacımız gıybetten kaçmak, Hazreti Muhammed’i, Hazreti Mevlana’yı güzel tahsil etmek, Yaratandan ötürü bütün topluma sevgi ile bakmak, sevgiden söz etmektir. Böyle davranırsak Allah katında iyi bir yere sahip oluruz. Bunların dışında namaz kılmışız, oruç tutmuşuz, zikir yapmışız ama aklımız, fikrimiz başka yerde olmuş, yine onun bunun aleyhinde konuşmuşuz, o zaman yapılan bütün ibadetler boşuna yapılmış sayılır, Allah katında hiçbir yeri yoktur. Sadece bir anlık değil, her an temiz düşüncelerde olmalıyız. Aşık, her an maşuku ile birliktedir. Madem öyle, ona göre davranmalıyız. “Elif Allah dost eyleyen Meylide güzel yar güzel yar Aşıklarıda mest eyleyen Huyuda güzel yar güzel yar Vefanın nehrinden misin !74


Hazreti Muhammed Efendimiz

Muhabbet bahrinden misin Medine şehrinden misin Şehride güzel yar güzel yar Dostumun elinden misin Kırmızı gülünden misin Muhabbet telinden misin Telide güzel yar güzel yar Su gibi çağlayıp akma Sevgili canana bakma Aşığın gönlünü yıkma Gönlüde güzel yar güzel yar Nesimi’nin gönlüde yaslı Dört yanı dumanlıda puslu Muhammed Ali’ninde nesli Neslide güzel yar güzel yar...” Nesimi Hazreti Muhammed, insanları pişirmek için akılla yola çıktı. Cebrail (as) akıldır. Dünya ömrü biteceği zaman aşkı ortaya çıkardı. Hazreti Muhammed, Hakk’a yürüyeceği zaman acaba bu topluma bir şeyler verebildim mi? diye gözyaşı döktü ve ümmetini istedi, ümmeti bağışlanmadan da yola çıkmadı. !75


Hasan Dede’nin Dilinden

Hazreti Mevlana ise gülerek gitti. Çünkü Peygamber zamanındaki cehalet olmadığı için Hazreti Muhammed’in büyüklüğünü, güzelliğini anlatmak için yarıştı ve gidiş gecesine Şeb-i Arus, yani kına gecem, düğün gecem, Sevgili ile buluşma gecem, dedi. Bu ömürde yaşadığımız herşey geçicidir. İnsanlara bir şeyler verir, bir gönülde yer alarak insan toplumu ile yaşayabilirsen, işte sen de baki olursun. Hazreti Muhammed, dünyada maşuk sıfatını almıştır. Maşuk sıfatı sevgili sıfatıdır. Allah hiçbir peygamberine sevgilim diye hitap etmedi. Sevgili sıfatını bir tek Hazreti Muhammed’e verdi. Habibullah, Allah’ın sevgilisi. O Yaratıcı var ya, o Allah diyor ki: “Ya Muhammed! Senin yüzü suyun hürmetine bu alemi yarattım, sen olmasaydın, bu kainatı yaratmazdım.” Çünkü O’nun gibi Allah’ı yadeden, O’nun gibi Allah’ın emirlerine uyan, O’nun gibi sevgi sözleri söyleyen, O’nun gibi merhamet, şefkat dolu bir peygamber ne gelmiş, ne de gelecektir. Bu aleme gelmiş geçmiş yüzyirmidörtbin peygamberde O’nun nuru vardı. Hazreti Mevlana, o nuru gördü de, bütün peygamberlere “Ahmed” diye hitab etti. İslam’ın kemalatı Hazreti Resulallah’ta tecelli etmiştir. Allah en güzel yüzünü Resulallah’tan göstermiştir. !76


Hazreti Muhammed Efendimiz

“İnsanlığın efendisi yüceler yücesi güzel Muhammed, Ahlakının güzelliğinden kötülükler düşünen huy kalmadı. İnsanlığın efendisi yüceler yücesi güzel Muhammed, Derdin gamın ne azı kaldı ne çoğu, Büyüklüğünün bir bölüğü dünyayı tuttu da, Herkes padişah oldu yoksul kalmadı...” Hasan Çıkar Dede Cenab-ı Pir Mevlana’mız, “Din, güzel ahlaktır” tanımı hakkında, buyurur der ki: “Bir gün Salih kavminin uluları içlerinden bir kişiyi Hazreti Muhammed’e, ‘Dinin nedir?’ diye sorması için gönderirler. Adam huzura gelir, “Ya Resulallah, bir sorum var” diye söze başlar. Hazreti Muhammed, “Buyur, sorun nedir?” der. “Senin dinin nedir bu alemde?” diye sorar. Hazreti Muhammed, “Benim dinim ahlaktır” diye cevap verir. Bu cevabı alır almaz kendisini gönderen kişiye gidip, “Sordum, benim dinim ahlaktır, dedi” der. Salih kavmi ahlakın manasını çözmeye çalışırlar, ancak çözemezler ve aynı kişiyi tekrar !77


Hasan Dede’nin Dilinden

Hazreti Muhammed’in huzuruna gönderirler. Adam tekrar Hazreti Muhammed’e aynı soruyu sorar. Bunun üzerine Hazreti Muhammed şöyle buyurur: “Benim dinim ahlaktır. Ahlak, ahlak ahlak! Bir insan hiçbir ilme sahip olmasa bile, insan toplumu için yararlı fikirler üretirse, bu kişi ahlak sahibidir, bendendir. Bir kişi ne kadar bilgi sahibi olursa olsun insanlığı ikiliğe, fesada, kavgaya sürüklerse, o benden değildir…” Cenab-ı Pir Hazreti Mevlana’ya sormuşlar: “Hazreti Muhammed cihanın gülü idi. Bu gül kurudu, gitti. Şimdi biz o kokuyu nereden alacağız?” Hazreti Pir hiç tereddüt etmeden, “Gülün kokusunu gülsuyundan alacaksınız. O gülsuyu bizleriz. O kokuyu Evliyaullah’tan alacaksınız. Hazreti Muhammed’den ne öğrenmek istiyorsanız bize sorarsınız” diye cevaplamış. Cenab-ı Mevlana, son nefesine kadar Hazreti Muhammed Efendimizi yaşatmaya yola çıkmıştır. Gül, renkli ve kokuludur ama aşılanmamışsa kokusu yoktur. Bir insan da, bir Velinin yaşamını etüd ederse oradan aşı alır, insanlık kokmaya başlar. “Seyrimde bir şehre vardım Gördüm sarayı güldür gül !78


Hazreti Muhammed Efendimiz

Sultanımın tacı tahtı Bağı duvarı güldür gül Gül alırlar gül satarlar Gülden terazi tutarlar Gülü gül ile tartarlar Çarşı pazar güldür gül Toprağı güldür, taşı gül Kurusu güldür, yaşı gül Has bahçenin içinde Servi çınarı güldür gül Gülden değirmeni döner Onun ile gül öğünür Akar suyu döner çarkı Bendi pınarı güldür gül Al gül ile kırmızı gül Çift yetişmiş bin bahçede Bakışırlar hare karşı Harı ezharı güldür gül

!79


Hasan Dede’nin Dilinden

Ümmi Sinan gel vasfeyle Gül ile bülbül derdini Yine bu garip bülbülün Ah u figanı güldür gül...” Ümmi Sinan Tanrı, insanlara perde koymadı. İnsanlardaki o perdeler kendi egolarıdır. Yolcu, Hakk’ın huzurunda mevtalar gibi teslim olacak, zerre kadar canlılık göstermeyecek. Onu gösterdiği zaman sen ona perde oluyorsun, o sana perde olmuyor. O, apaçık yüzünü gösterdi. Hazreti Muhammed’den, Hazreti İsa’dan, Hazreti Mevlana’dan işleyen bütün o güzellikler, içlerindeki Tanrı’ydı. Onlardaki o yüz, o beden örtüydü. Hakk’ın güzelliklerinin çoğuna ve hakikatine varan Hazreti Muhammed’dir. O, kavminden en çok cefa çeken Peygamber olmasına rağmen, onların cezalandırılması için Allah’a münacatta bulunmayıp hep sabır gösterdi. Onlara Allah’tan hidayet isteyerek: “Onların kaplerine hidayet ver, benim kim olduğumu anlasınlar, ben onları yoketmek için gelmedim” dedi. Fakir, yıllardır söylüyorum; kurallara bağlanırsanız kurallar sizi istediğiniz hedefe vardırmaz, ancak sevgi vardırır. Önemli olan !80


Hazreti Muhammed Efendimiz

insan sevgisidir, gönlüdür; teferruat değil. Hazreti Muhammed Efendimizi toplumumuz iyi tanısa kimseye fiske vurmaz, kimseye kötü bakmaz, incitmez, hor hakir görmez, tam manası ile O'nun gibi olur ama malesef O'nu gerektiği gibi tanımıyorlar. Şems-i Tebrizi Hazretleri: “Nefsin kalesini yıkan tevhiddir” diyor. Bir bilinçli tevhid, bir de hayali tevhid var. Allah bütün güzel sıfatlarını Hazreti Muhammed’de, Hazreti Mevlana’da gösterdi. Hazreti Muhammed’in dışına çıkarsan boşlukta kalırsın. Ona yüz tutar, ona büyük bir sevgi verirsen, anında düzelirsin Nefsin düşmanı Tanrı’dır, kalbine Hakk’ı koyarsan o gider. Peki nefsin insandan ayrılması, bünyeden çıkması mı gerekiyor? Hayır. Nefsimizi terbiye için varız, onu atmak için değil, o son nefese kadar bizimle olacaktır. Nefs çok şey ister, onu terbiye edersen mesele kalmaz, herşey senin elindedir. Önemli olan insan sevgisidir, gönlüdür, teferruat değil. İster Muhammediye’de, ister İseviye’de, ister Museviye’de teferruatta bulunan fakat gönlü, aklı başka yerde olan kişiye nasıl dindar denilebilir ki? Ama gönül o yolun sahibinde ise mesele yok. Afganistan olsun, Türkiye olsun, nerde olursa olsun, namazında niyazında, kisvelere bürünmüş kişilere !81


Hasan Dede’nin Dilinden

aldanmayın. Allah bunların içinde değil; Allah, güler yüzde, tatlı dilde, merhamet, şefkat bulunan yerdedir. Hakk yüzünü bütün insanları bir görüp hiç ayırım yapmayarak sevgisini sunandan gösterir. Bir insan bir yere ikrar verirse, dünya ile ne kadar işi olursa olsun, sevdiğini gönlünden çıkarmaz, başka varlıkları da gönlüne koymaz ve aklı fikri kolay kolay değişmez. Kişinin gönlünde Hakk yoksa, kafası her saniye dağınıktır. Hazreti Muhammed Efendimiz, “Bana ikrar veren kişi, ikrarına sadık ise, son nefesini nerede verirse versin şefaatçisi benim” diyor. İkrarına sadık olmayan kişi, gece gündüz dualarda bulunsa, yani Hakk’ı ağızda zikredip, ağızla ibadetini yapıyor ama gönlü başka şeylerle doluysa onun ibadeti boştur. Cenab-ı Mevlana’ya sormuşlar: “Allah’ı bu kadar zikrediyorsun, meth ediyorsun, ona bir şiir söyler misin?” “Söylerim” demiş, “Yandım ey Güzel, senin ateş-i aşkına. Gayrı güzel sevmeyeceğim ey Tanrım, senin aşkına…” Ne güzel söylemiş… “Divaneyim aşkınla değil elde iradem Uslanmaya yok elde bir imkanım efendim Her derde deva olmaya var sende liyakat !82


Hazreti Muhammed Efendimiz

Aşkın bilirim derdime dermanım efendim Kalbimde karar eyledi nakş-ı hayalin Gülşendeki güller gibi handanım efendim Seyrani’ye ver varını var yok değil asla Ey Vacib-i Mevcudu Kerem-Kanım efendim...” Seyrani Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Nasıl belli olacak? Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda, oradan anlarsın. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşattır. Tanrı’yı insanın dışında tutmaz, daima Tanrı’yla insanı birleştirir. Allah hep rahmettir. O’nun rahmeti Hazreti Muhammed’de tecelli etmiştir. Siz düşünün, eğer kötü huylarınız varsa, onları yavaşa yavaş Hakk’ın bir dostuyla, onun güzel huylarıyla güzelleştirin. Bir gün biri Hazreti Peygamber Efendimizin huzuruna gelmiş ve, “Ya Resulullah, sana bir sorum olacak” demiş. Peygamber Efendimiz bakmış, hemen adamın bir sıkıntısı olduğunu anlamış. “Buyur, sor.” demiş. Adam devam etmiş, “Bilerek bilmeyerek hatalara düştüm, suç işledim. Yarın bir gün Hakk’a yürüyünce, korkuyorum, !83


Hasan Dede’nin Dilinden

cehennemde yanacak mıyım?” Tam o sırada da, karşıdan bir anneyle çocuğu geçiyormuş. Hazreti Peygamber’imiz cevap vermiş, “Şu anneyle çocuğunu görüyor musun?” “Evet” demiş adam “Görüyorum.” Hazreti Resulullah devam etmiş, “O anne ister mi çocuğu ateşte yansın?” “İstemez” demiş adam. “Peki, demiş çocuk ateşe düşse annesi ne yapar?” Adam yine cevap vermiş, “Anne hemen atar kendini ateşe.” “Neden?” diye sormuş Hazreti Peygamber. “Çünkü” demiş adam, “Anne şefkat doludur.” Peygamber Efendimiz gülümseyerek devam etmiş, “İlahi Hakk! Annede bu kadar şefkat varsa, Allah baştan aşağı şefkattir.” “Elim al varayım pirim alilem Ya Resulallah Esir-i gurbetim zar u zelilem Ya Resulallah Pınarlar oldu peyda hasretinle dağ-ı dillerde İki çeşmim verir yaş selsebilem Ya Resulallah Bulur sıhhat vücudum nuş idersem Kevser-i vaslın Acuzem teşneyem müştak-ı dilem ya Resulallah Nasibim var ise görmek ne yüzle ben varam bilmem Yüzü kara günahkaram hacilem Ya Resulallah Koyup da bab-ı lütfun ben kime yalvarayım şahım !84


Hazreti Muhammed Efendimiz

Reva kıl hacetim şahım halilem ya Resulallah Seni görmekliğe candan ziyade armağanım yok Tehi destim kamu yüzden melilem ya Resulallah Kulun Şem’i gedayı koyma lütfet zar-ı zulmette Uyandır nur-i aşkınla fitilim ya Resulallah...” Aşık Şemi Cenab-ı Mevlana, "Hayali Allah’ı sevmek kolay, Allah’ın elçisini sevmek zordur” der. Peki elçiyi sevmek neden zor? Çünkü Hakk insan suretine bürünmüş, elçi sıfatına girmiştir. Oradan yüzünü gösterir, senin ne yaptığını görüp ikaz eder. O, ikaz eden Allah’tır, O’ndan gören Allah’tır. Seni menfaatsiz seven, doğruluğa kavuşturan O’dur. Elçi, tebliğ eder, reçete verir. Tanrı’ya yakın olmak için bunları uygula, der. Onları yapmak kişinin işine gelmediğinden uygulamak istemez, oraya kulak asmaz, nefsini sever, nefsinde yaşar, bu yüzden sonunu getiremez. Ama burası boşluk vermez. Tövbe kapısı, ikrardan sonra kapanmıştır. Bu ne kadar zahmetli bir yol ise de, bil ki sonu rahmettir. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Biz, O’nu zikrederken, O’nun o güzel vasıflarını içimize doldurmaya, O’nun o güzelliklerini tefekkür etmeye, o esmanın hüsnası olmaya çalışalım. O !85


Hasan Dede’nin Dilinden

dışımızda değil, içimizdedir. Çünkü Allah’ı zikretmesen bile, kalp her saniye, Allah… Allah… Allah… diye zikirde, devamlı Allah diye zikrediyor. O’nunla diriyiz ama eğilmiyoruz. Bir an kalbimizi dinleyelim, kalbimiz bir saniye bile sahibini bırakmıyor, biz nasıl O’nun dışına çıkabiliriz. O’na dört elle sarılmak, O’nun dışına çıkmamak lazım. Korku değil… Sevgi ve saygı. Tabii, ne zaman korkacaksın? Hakk’a aykırı işler yaparsan, insanları kötü yollara sürüklersen, kork. Çünkü insan, insanın rahmanıdır. İnsan, insanın şeytanıdır. Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa, o arkadaş rahman sıfatını taşır, arkadaşını da rahmaniyete çeker. Bir arkadaş, arkadaşını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o şeytandır. Ona uydun mu şeytana uymuş olursun. Hak yarattı alemi, aşkına Muhammed'in Ay ü günü yarattı, şevkine Muhammed'in Ol! dedi oldu alem, yazıldı levh ü kalem Okundu hatm-i kelam, şanına Muhammed'in Hep Erenler geldiler, dergaha yüz sürdüler Zikr-i tevhit ettiler, nuruna Muhammed'in Veysel Karani kazandı, ahır yine özendi !86


Hazreti Muhammed Efendimiz

Sekiz Uçmak bezendi, aşkına Muhammed'in Ferişteler geldiler, saf saf olup durdular Beş vakt namaz kıldılar, aşkına Muhammed'in Havada uçan kuşlar, yaşarıp dağ ü taşlar Yemiş verir ağaçlar, aşkına Muhammed'in İmansızlar geldiler, andan iman aldılar Beş vakt namaz kıldılar, aşkına Muhammed'in Yunus kim ede methi, över Kur'an ayeti An! vergil salavatı, aşkına Muhammed’in...” Yunus Emre Hüsameddin Çelebi, selam olsun üzerine, “Namaz kılanlar mı, yoksa kılmayanlar mı daha makbuldür?” diye soran kişiye der ki: “Biri sana benlikle gelirse mi iyi intiba bırakır, yoksa başı kesik gelirse mi? Başı kesik daha iyi intiba bırakır. Çünkü başı dik gelen, ben borcumu ödedim, diye düşünür, yumuşak bir hali olmadığı için karşı tarafça kolay kolay sevilmez. Namaz kılanlar yaşantılarını gurura kapılıp sürdürüyorlar. Kılmayanlar ise bizim Tanrı’ya karşı hatamız çok, O'nun rahmeti hatamızdan daha çok, biz O'nun katına boyun bükerek çıkıyoruz. İnşallah büyüklüğünü gösterir, affeder, diyorlar.”

!87


Hasan Dede’nin Dilinden

Güzel cemiyetlere karışmamış, güzellikleri, hakikatleri duymamış kişilerin kusurlarına bakılmaz, böyle davranmaları normaldir. Fakat hakikatleri duyduğu halde nefsine göre hareket eden kişinin suçu büyüktür. Allah sevenlerinden temiz bir gönül ister. Temiz bir gönülle işine gider, temiz bir gönülle namaz kılar, temiz bir gönülle topluma çıkar, temiz bir gönülle Allah’a bağlanırsan, sen her an ibadettesin. Hazreti Muhammed’e tam bir imanla yüz tutanlar rahat ettiler. Hazreti İsa’ya, Hazreti Musa’ya yüz tutanlar rahat ettiler. Kim peygamberlerin sözünün dışına çıkıp egosunda kaldıysa perişan oldu. Çünkü peygamberler, evliyalar menfaatsiz dostturlar. Onlar bu dünyaya insanları irşad etmek, gel benim gibi ol, demek için geldiler. Sevdiler, hep sevgiden söz ettiler, hiç usanmadan cemaatlerinin yanlarında bulundular. Onların sözleri ferahlık verip, huzura kavuşturdu. En sonunda gözler açıldı, gönüller büyüdü, ruh ferahlığa kavuştu ve oraya imanla baktılar. Onların gövdeleri kalktıktan sonra kim oraya tam vekalet ettiyse aynını söyler. Hasan Dede, ikilik tohumu atmadı, küfrü de iman bildi. Temize dokunamazsın ama öbürleri ile uğraşırsın, küfürde olanları da yavaş yavaş bıkmadan yola getirmeye çalışırsın. !88


Hazreti Muhammed Efendimiz

“Ey canımız, ey cananımız! Ey küfrümüz, ey imanımız! Bize bakınca bu beşeri toprağı bir nur yap, Bu boncuğumuzu madenimizde elmas yap, Küfrümüzü iman, cismimizi can, derdimizi derman yap. Ey derdimiz, ey dermanımız! Bize bakınca bu beşeri toprağı bir nur yap. Sonra bize seslen, biz baştan başa seniniz, sen de baştan başa bizimsin de, biz bu sayısız nakışları, bu sıfatları bilmiyoruz. Eğer bize zehir tattırmazsan, sen canımıza şeker gibisin. Saki! Hüsrev'lik kadehinden manevi şarabı bizlere sun. Eğer sözümüzü dinlemezsen, bizi gizli bir mahrumiyet zilletine uğratırsın. Bu can madeninden, o Sultan'ın yanından geldiğimiz gibi, burhanımızı duyunca da, yine vatanına doğru döneriz. Susuyoruz.. Şimdi bu gamları kimseye söylemeyiz, İki cihanın serveri, kainatın nuru, köşkümüzün gönül sofrasında göründü...” Hasan Çıkar Dede

!89


Hasan Dede’nin Dilinden

Mustafa Kemal’in fikirleri tamamen Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya, Hazreti Ali’ye uygundur. Sadece kelam değişikliği var, sözleri aynı manaya çıkar. Mustafa Kemal, dini bütün, iman dolu bir zat-ı şerifti. Onda o güçlü iman olmasaydı, yapmış olduğu o icraatleri yapamazdı. Mustafa Kemal’in temeli maneviyatla atılmıştır. O, yüce bir ruha sahipti. O ruh nasıl yüceleşti? Yüceleri seçti, büyük zatlara gönül verdi. Onların eserlerini okuyup onların kişiliklerini öğrendi, onları kendine ruh etti. O güzel icraatleri böyle meydana getirdi. Mustafa Kemal’e öğretmen ünvanı da verildi. O öğretmenliği benimsedi. Peygamberlerin hepsi öğretmendirler. Evliyaullah da öğretmendir. O da öğretmen. Muhammed İkbal boşuna demedi: “İslam aleminde taçsız, tahtsız bir politik peygambere gerek olsaydı, o ancak Mustafa Kemal olurdu.” Çanakkale Savaşı sırasında, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Türk Ordusu’na karşı bir türlü galip gelemeyen Churchill de onun hakkında şöyle konuşmuştur: “Biz boşuna savaşıyoruz. Her millete yüz yılda bir lider gelir, o milleti kurtarır. Şimdi o lider Türklere geldi, onun adı Mustafa Kemal’dir.”

!90


Hazreti Muhammed Efendimiz

“Dedi Hazreti Muhammed, Cihan bahçesinden bana bir koku gibi yaklaştın, Söyle bana ne gibi bir hediye getirdin? Dedim, Ya Muhammed, Dünyada yok rahatlık, Bütün özlemlerimden umudu kestim artık. Varlık bahçesinde binlerce gül, lale var, Ama ne renk ne koku... Hepsi de vefasızdır. Yalnız bir şey getirdim kutlanmıştır tekbirlerle, Bir şişe kan ki eşi yoktur namusudur, vicdanıdır. Buyurun, bu Çanakkale şehidinin kanıdır...” Muhammed İkbal İnsan yaşarken pek kıymeti bilinmez. Hakk’a yürüdükten sonra, tarih yavaş yavaş onun hakikatlerini ortaya çıkarır. Eserler ortada, göre göre inkar etmek hiç doğru değil. Çok çalışmamız, uykudan uyanmamız lazım. Gözler açık ama uyuyoruz. Hazreti Muhammed, Evliyaullah gözümüzü açmaya, bizleri uyandırmaya, aydınlığa sürüklemeye geldiler. Aklını kullanmadan, kör gibi yaşamak bizim suçumuz. !91


Hasan Dede’nin Dilinden

Bu beden bir kafese benzer. Ruhaniyete yani, Hazreti Muhammed’in, Evliyaullah’ın güzelliklerine yönelir, Allah muhabbeti ile yaşam sürdürülürse, ruh kuş haline gelerek o kafesi alıp yücelere çıkarır. Maneviyata meyil vermez, dünya varlıklarını düşünerek, sevgi dünyaya verilirse kuş yerine o kafese fareler dolar, toprak çeker, insan yücelemez. Hazreti Mevlana’nın dediği gibi: “Besleme şol tenini, tabuta büryan edersin, besle ruhaniyetini, semavata yücelesin.” Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, kırk yaşlarında nübüvveti giydiği zaman, “Hem Musa ümmetine, hem Davud ümmetine, hem de İsa ümmetine kucak açmaya geldim. Bütün aleme rahmet olarak geldim” dedi, ayırım yapmadı. Hazreti Mevlana buraya dayanarak diyor ki: “Her neysen yine gel, ister kafir ol, istersen putperest ol, istersen yüzlerce sefer tövbeni bozmuş ol, yine gel. Burası umut kapısıdır, umutsuzluk kapısı değil, yine gel…” İnsan nefesle yaşar. Nefes çıkıp tekrar bedene varmadığı an, kişi hayata veda eder. Bütün hizmetler nefs için yapılıyor. Tasavvuf ehli diyor ki: “Bugün Allah için ne yaptın?” Düşün bakalım, hep isteklerde, benliğindeydin. Allah’ı zikrettin bir münacatın vardı, bakalım madde miydi mana mıydı? Namaz kılmak, oruç tutmak bunlar kendi şahsınadır. Bir varlığın varsa hayratta bulundun !92


Hazreti Muhammed Efendimiz

mu, bir tatlı söz söyledin mi? Bir insanın parası olmaz, etrafındakilere güzel bir söz söylerse o da sadakadan sayılır. Bir yoksulun karnını doyurmak, bir garibin gönlünü hoş etmek, karşındakinden rıza kazanmak, Allah için hizmettir. Namaz kılar, bütün ahkamı yerine getirir ama bir yerden bir rıza almazsan yine Tanrı katında bencilsin. Allah için değil, nefs için çalışmış olursun. İnsan bu aleme nefsi arzuları için çalışmaya gelmedi. Cenab-ı Allah, kendisini güzel bir dille yad etsin, onu güzel bir dille yaşatsın ve onunla yaşasın diye insanı yarattı. İnsanı yeryüzünde en mukaddes varlık olarak meydana getirdi, kendisine elçi olarak seçti. Bütün bilgileri insanla bildirdi ve insanı dünyaya hakim kıldı. İnsan aslını arayıp bulursa en büyük zenginliğe kavuşur ama aslını bulamazsa ömrünü boşuna geçirmiş olur. Hazreti Muhammed diyor ki: “İki günü bir olan benden değildir.” İmam Ali Efendimiz: “Evlatlarınızı zamana göre yetiştirin, geçmiş zamana göre değil.” Hazreti Mevlana: “Benim tezgahımda eski mala yer yok, daima yeni mal satılır” diyor. Onların hepsi, sevenlerini ileri götürmeye memurdular, geri bırakmaya değil. !93


Hasan Dede’nin Dilinden

“On sekiz bin aleme server olan Muhammed, Otuz üç bin ashaba rehber olan Muhammed. Çıplaklık ve açlığa kanaatli Muhammed, Asi, cani ümmete şefaatli Muhammed. Gece yatıp uyumaz, tilavetli Muhammed, Garip ile yetime mürüvvetli Muhammed. Yoldan azan şaşkına hidayetli Muhammed, İhtiyaç olsa kime, kifayetli Muhammed.. Duaları müstecap, icabetli Muhammed, Kötülüğe iyilik, kerametli Muhammed. Miskin Ahmed kuluna, yazdırıcı Muhammed, Yetim, fakir, garibi sahavetli Muhammed. Cenab-ı Hakk sözüne Resulallah sünnetine, İnanmayan ümmetine, ümmet demez Muhammed. Ümmetim der Muhammed, doğru dese kul Ahmed, Yarın olsa kıyamet, mahrum koymaz Muhammed...” Hoca Ahmed Yesevi Bazıları bir sürü karmaşık işlerdedir. Bir şey söylersen, “Onun kalbini Allah bilir, kulla Allah’ın arasına girilmez” derler. Kişilerin yaşamı, !94


Hazreti Muhammed Efendimiz

hareketi görünüyor. Haksız kişiler, kulla Allah’ın işine karışılmaz, diyemez. Eğer bir menfaat beklemeden bütün insanlara hizmet ediyorsa onun işine karışma, onunla Hakk arasında bir iş vardır. Bu beden bir örtüdür. O örtünün altında nasıl biri vardır, onu ancak Hakk bilir. Biz kendimizi biliriz. Nefsini bilen Rabbini bilir. Nefsinin her istediğine boyun bükmeyen Allah’ını bulur, rahata kavuşur. Demek ki Rabbini biliyor ve onunla yaşayıp, onunla bütün güzelliklere sahip oluyor. Boşver, düştüm nefsime tövbe ederim, diyerek hayat geçirenler kolay kolay bunalımdan kurtulamazlar. Hazreti Muhammed ve Hazreti Mevlana da bizler gibi beşerdiler. Onlar da bizler gibi yediler, içtiler, evlilik yaptılar. Yalnız onlar dürüstlüğü elden bırakmayıp, dünya varlıklarına tamah etmediler, yalandan, hırstan kaçınarak, helal işlerin peşine koştular. Hayatlarını hep Allah’la huzur içinde geçirdiler. Biz her zaman neden Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın hayatı gözden geçirilsin diyoruz? Çünkü onlar insanlara en güzel yaşam örneğidir. İçindeki bu düşmanı, sevgin, aşkın ve bakışın daima Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya yöneldiği zaman yenebilirsin. Onlar insanı nefsinden arındırır. !95


Hasan Dede’nin Dilinden

Mevlevilikte hiç ayırımcılık yoktur. Sünni nasıl sevilirse, Alevi de öyle sevilir. Hazreti Muhammed’i seven, Hazreti Ali’yi sevmiştir. Hazreti Ali’yi seven, Hazreti Muhammed’i sevmiştir. Hazreti Muhammed ile Hazreti Ali surette iki, manada birdirler. Onlar, bir nurun bir ruhun varisleridirler. Derinine inmeyen kişiler ayırımcılık yaparlar. Hazreti Ali, Kabe’nin içinde dünyaya geldi. Üç gün sabi iken, Tevrat’ı, Zebur’u, İncil’i ve Kur’an’ı Hazreti Muhammed’e nefes etti. O, Hazreti Muhammed’in eğitiminde yetişti ve on yaşlarına geldiği zaman, Müslümanlığı kabul etti. Kızlarından Fatma Anamız, hanımlarından Hatice Anamız, Müslümanlığı ilk kabul edenlerdendir. Alevi, Sünni ayırımına gelince, Hazreti Muhammed’den şafaat bekleyen bilsin ki Hazreti Ali’den şefaat bekliyor. Bir Alevi canı Hazreti Ali’den bir şefaat beklerse, bilsin ki Hazreti Muhammed’den şefaat bekliyor. Hazreti Muhammed ile Hazreti Ali beden olarak ikiydi, ruh olarak, nur olarak birdiler, hiç ayrı, gayrı değil. Onları ayıran ehl-i insan olamaz. Bunlar cehaletten kaynaklanıyor. Hepimizin kitabı Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’dir. Hazreti Muhammed’i kim güzel tanırsa bu kişide hiç ayırım bulunmaz. Şimdi !96


Hazreti Muhammed Efendimiz

düşünün, Hazreti Muhammed’i en iyi tanıyan, en iyi bilen Hazreti Ali’dir. Hazreti Ali Efendimiz aslında en büyük Sünni. Aynı şekilde Ehl-i Beyt Efendilerimizin de hepsi Sünni. Peki Sünni ne demektir? Sünni, Hazreti Muhammed Efendimizin tebliğlerini harfi harfine yerine getiren kişidir. Fakat insan bir defa benliğe kapıldı mı, o kişiden artık Hazreti Muhammed Efendimizin ruhaniyeti gider. Biz şimdi nasıl Hazreti Ali’yi ayrı görmeye kalkarız? Sünni, Alevi ikiliğine hiç gerek yoktur. Şimdi dört mezhebe Hakk diyoruz. Yani, İmam-ı Cafer Sadık, İmam-ı Hanbeli, İmam-ı Maliki, İmam-ı Azam. Hepsinin manalarında Hazreti Muhammed Efendimiz tecelli etmiştir ve O’nu nasıl ibadetlerini icra ederken görmüş iseler, kendi cemaatlarına da o şekilde çıkmışlardır. Bugün Kabe’de, dört İmam; Şafisi, Hanbelisi, Hanefisi ve Malikisi; diyelim ki sabah namazını eda ederlerken imamiyete çıkıyorlar. O esnada Kabe’yi yükseltsek, ortaya çıkan tabloda göreceğiz ki, dört İmam birbirlerine rüku ve secde etmekteler. Malesef insanlar gerçek kimliklerine varamadıkları için halen birbirlerine kin gütmektedirler ve kan davasına girişmişlerdir.

!97


Hasan Dede’nin Dilinden

Cenab-ı Ali Efendimiz, bunların hepsini örtmüştür. Bakın, Muharrem ayı demişler, adı üstünde; Muharrem’in manası nedir? Örtüdür. Hazreti Mevlana ne güzel buyurur, der ki: “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol. Cömertlikte akarsu gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve muhafiyette toprak gibi ol. Hoşgörüde deniz gibi ol. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” Bizlere de örtmek düşer. Gece ne manaya gelir? Gece, Hazreti Ali’nin hırkasıdır. Gece, örtüdür. Pekala gün ne manaya gelir? O da, Hazreti Muhammed’in nurunu temsil eder, herşey apaçık ve ortadadır. “Bağrımdaki biten otlar, Muhammed’in aşkındandır. Bu gözümden akan yaşlar, Muhammed’in aşkındandır. Ciğerim dağladıklarım, Su gibi çağladıklarım, Her seher ağladıklarım, Muhammed’in aşkındandır...” Seyyid Nizami !98


Hazreti Muhammed Efendimiz

Her zaman söylüyorum, hep de söyliyeceğim; Allah’ın bütün güzellikleri insandan işler. Güneşten, aydan, balinadan, filden işlemez. İnsanı sevmek, Allah’ı sevmektir ama her insanı değil. Tasavvuf ehli der ki: “İncitme müminin kalbini, çünkü müminin kalbinde Beytullah var, Allah var.” Bir mümini incitirsen Allah’ı incitmiş olursun. Allah’ın bir ismi de mümindir. Allah, sadece bizim kendisinde yok olmamızı bekliyor. İşte Hazreti Mevlana şöyle buyurur: “Hazreti Muhammed’in dışında bir Allah aramaya kalktığınız an, kendinizi boşlukta bulursunuz.” Allah, en güzel tecellisini Hazreti Muhammed’den göstermiştir. O’nda kemalatını tamamlamıştır. O’nun ışığı herkesi çevreler, çünkü O, ayırım yapmaksızın her varlığa ışık verir. Hazreti Muhammed hiçbir söze ve manaya sığmayacak kadar yücedir. O her türlü hayalin ve idrakin üzerinde bir manaya sahiptir. Cenab-ı Mevlanamız, bütün peygamberleri, yani yüzyirmidörtbin peygamberin hepsini birlemiştir. Hepsine bir isim vermiştir: Ahmed… Yüzyirmidörtbin peygambere “Ahmed” diye hitap etti. “Ahmed” ismi İsa Ruhullah tarafından Hazreti Muhammed’e verilmiştir. İsa Ruhullah, demiştir ki: “Benden sonra bir prens gelecek bu aleme, ismi: Ahmed. Ona kim yetişirse benim !99


Hasan Dede’nin Dilinden

selamımı söylesin ve beni O’nun ümmetinden saysın.” İsa daha hayattayken Resulallah’a biad etmiştir. Cenab-ı Mevlana din misyonerliği yapmamıştır. Bizde yapmıyoruz. Hüdavendigar Hazreti Mevlana’mız buyurur der ki: ‘Bu kainatta ne görüyorsanız hepsi Allah’ın ailesidir. Allah da benim sevgilimdir. Sakın ailemden birini incitmeye kalkmayın, yoksa sevgilim incinir…” Bizim yapacağımız iş, ahlakımızdaki kirleri, kibri, buğzu, yalanı, riya ve hasedi temizlemektir. Çünkü zevk-i ilahi, bunların arkasındadır. Ama bunların hepsine galip olan aşktır. Onlarla mücadeleye gücümüz yetmez. Aşk için yalvaralım. Ne diyor bir Tanrısal ilham? “İmdat senden, ya Hazreti Aşk, yetiş!” “Ey aşıklar ey aşıklar toprağı cevher edeyim, Ey mutribler ey mutribler altından defler edeyim. Ey susuzlar ey susuzlar bugün sakalık edeyim, Bu kuru kara toprağı cennet ve kevser edeyim. Kimsesizler kimsesizler kurtuldunuz kurtuldunuz, Acı çeken her hastayı sultan ve Sencer edeyim. Kimya kimya bir bak bana yüz manastır mescit ola, !100


Hazreti Muhammed Efendimiz

Yüz darağacını yıkıp yüzlerce minber edeyim. Ey kafirler ey kafirler kilidinizi açayım, Mutlak Hakim benim diye mümin ve kafir edeyim. Ey yücelik ey yücelik mum oldun benim elimde, Hançersen kadeh edeyim kadehsen hançer edeyim. Sen nutfe idin kan oldun ardından dengeyi buldun, Sen bana gel Ademoğlu hoş bir nilüfer edeyim. Ben hüznü sevinç ederim sapmışa yol gösteririm, Ben kurdu Yusuf eylerim ben zehri şeker edeyim. Sır verenler sır verenler şu sırrı ifşa edeyim, Ta ki kuru dudakları kadehe değer edeyim. Ey gülistan ey gülistan gel gül al gülistanımdan, Nilüferle reyhanını bir ve beraber edeyim. Ey gökyüzü ey gökyüzü nergisten olursun hayran, Dikeni yasemin yapıp toprağı amber edeyim. Ey Akl-ı Küll ey Akl-ı Küll sen ne dediysen doğrudur, Hakim sensin Hatim sensin daha ne sözler edeyim...” Hüdavendigar Mevlana

!101


Hasan Dede’nin Dilinden

Bu dünyada en tatlı şey insanları sevmektir. Bu insanlar o kadar tatlıdır ki… Zaten sevdiğin, sensin. Onu severken, sen kendi kendini seviyorsun demektir. Eğer insanları sevmiyor, onlara düşman nazarıyla bakıyorsak, düşman biziz. Bu alemde hiçbir düşman yoktur. İnsanı Allah’a götürecek olan şey nasip değil, aşktır. Aşk ne kadar çok olursa, yol o kadar kısalır. Aşkta ‘Celal’ bulunmaz. Aşk daima ‘Cemal’in zat’ıdır. Aşkın yabancısı yoktur. Aşk, herkesle herkestir; kucağını herkese açar. Ebedi hayatın menbağı aşktır. Aşk öyle bir şeydir ki, hayata da muhtaç değildir. Hayatı olmayanın korkusu da olmaz. Korku, hayatın bekçisidir. Zerre kadar korkusu olan aşık değildir. Hayat dediğimiz zaman, ölüm de onunla beraberdir. Aşk ise ölümsüz bir hayattır. Aşk o kadar ‘Rahim’dir ki, herkesin gözüne uyan bir gözlük gibidir. Aşk, insanların sultanıdır. Tasavvuf dediğimiz Allah yolu, ne okuma, ne yazma, ne riyazat, ne başka bir şey, hiçbir şey değil; sadece karşılıklı sevgidir o kadar. İnsan, Allah’tan değil, kendi nefsinden korkmalı. ‘Adil’ olan yumuşak huylu olandan korkulur mu? Korkan, sevemez. Halbuki, Allah bizim dostumuz, sevgilimiz olmalı. Allah’tan bir şey

!102


Hazreti Muhammed Efendimiz

istemek küfürdür. Çünkü O, zaten her şeyi yerli yerince yapar. Zan gitmeden, insan aşık olamaz. Biz ne şuyuz, ne buyuz. Sevgiden başka bir şey bilmiyoruz. Bizi yok edecek ve yok etme süretiyle ihya edecek bir sevgi deryasına atılmalıyız. Sevgiyi namütenahi bir şekilde büyütmeli, kendimizi de o kadar küçültmeliyiz. Anlatmanın sonu, anlatmamaktır. Sevgi böyle olmalı. Sevgiden girilir, sevgiden çıkılır. Ben sevginin kuluyum. Bizim maneviyatımız, tevhidimiz, sevgidir. Sevginin icabı da şefkattir. Herhangi birimizden bu bağışlayıcı şefkat tecelli edince, ondan manevi gıdamızı almaya, onun gönlünden ‘Deryayı Ahadiyet’e atılmaya çalışırız. Onun akıl ucu o ‘Derya’dadır; göz ucu da bizde. Biz onu ne kadar seversek, birgün aniden onun gönlüne gireriz. O alemi, kalem tarif edemez. Bu sevgi, menfaat sevgisi değil, Allah sevgisidir. Allah’a varacak yegane yol, aşk ve sevgidir. Başka hiçbir yolu yoktur. Bizim dinimiz Hazreti Muhammed’dir; teferruat değil. Allah’a aşık olan için, Allah’ın her işi doğru ve yerindedir. İlimde aşk olmayınca, o ilmin faydası yoktur, hatta zararı vardır. İlim, pişirilmek üzere tencereye konmuş olan yemeğe benzer, eğer aşk ateşiyle pişirilmezse sonunda çürür ve kokar. !103


Hasan Dede’nin Dilinden

“Canem ben andan ezeli eşip geldim Aşkı kılavuz tutup, ol yola düşüp geldim Değilim kal ü kıylde, ya yetmiş iki dilde Yad yok bana bu elde, anda bilişip geldim Geçtim hotbin elinden, el çektim düğelinden Ol ikilik belinden, birliğe bitip geldim Dört kişidir yoldaşım, vefadar razdaşım Üçle hoştur başım, birini buşup geldim Ol dördün birisi can;biri din, biri iman Biri nefsimdürür düşman, yolda savaşıp geldim Bir kılı kırk yardılar, birin yol gösterdiler Bu mülke gönderdiler, ol yola düşüp geldim Aşk şarabından içtim, on sekiz ırmak geçtim Denizler bendim deştim, ummandan taşıp geldim Ben andan geldim bunda, yine varurem anda Ben ana varasımı anda danışıp geldim Azrail ne kişidir, kast idesi canıma Ben emanet issi ile, anda bitirişüp geldim İmdi Yunus'a ne gam, aşık melamet bednam Küfrüm imana şol edem, anda denişip geldim...” Yunus Emre

!104


Hazreti Muhammed Efendimiz

Seyri sülûka gelince; eğer yolcu, Allah’ı, ne kadar güzel varsa bu alemde hepsinin üstünde tutarsa, O’na temiz bir aşkla bağlanırsa, O’nun güzelliğiyle kalbini doldurursa, acaba onda benlik kalır mı? Bir bak bakalım, o seyri sülûkta ne seyrediyorsun? Yine sensin seni seyreden. Çünkü özü sendedir; bir noktadan sonra artık Tanrı kulluk yapmaya başlar. Aşıkların dini nedir? İnsan, insanı sevmeden, Hüda’yı sevemez ki! Kim bir insanı çok severse, sevilen kişi onun hem dini, hem imanı, hem de Rabb’idir. Fakirin nazarında, benim dinim de, imanım da, Rabbim de Hazreti Muhammed’dir. Peygamber Efendimiz ile Hazreti Mevlana’yı hiç ayrı görmem. Hazreti Mevlana’nın özü Hazreti Muhammed Efendimizdir. “Ahmed görseydi beni yüzüm sararmış sarhoş, O gözümü öperdi ben ellerini bir hoş. Yine şu sermest gönül o bağın delisidir, Asıl deli gönülsüz bağsızın birisidir. Sermest kendinde olmaz arifse gönlümüzdür, Onun ne niteliği ne sayısı bellidir. Divane sermestim ten şişesini kırdım, Ben öğüt dinlemem ki hakkım bağın bendidir. Neden damla olayım denizde boğulmuşken, Neden ölü olayım canım gönlüm diridir. !105


Hasan Dede’nin Dilinden

Ben bir yüzük taşıyım sultanın halkasında, Ey kör gel bana bak ben gülüm şah şekeridir. Ne topraktan ne yelden ne ateşten ne sudan, Tamamen şu oldum ki herkesin yeminidir. Ben ayın İsa’sıyım göklerden geçtim ağdım, Mest Musa’yım bu hırka içre Allah gizlidir. Nasıl sufi olayım erenlerin rindiyken, Neden içki içeyim mey de neyin nesidir. Ten külhanda uyudu can gülşene erişti, Yerim yurdum yok benim nale neyin sesidir. Kendimden geçiverdim uzaktan ay aradım, Arşın üstünden geçtim garip bir şekil aldım...” Hüdavendigar Mevlana Bizim halimiz tarikat değildir. Tarikat bir yol, hakikat ise noktadır. Noktanın neresinden neresine yol olur? Bakın Yunus, selam olsun üzerine, ne diyor? “İlim bir nokta idi, ahmaklar bin etti.” Nokta, bizim gözümüz, elif ise vücudumuzdur. Gözümüze Allah için bakan da nokta olur; sesten, sözden kesilir. Vücudumuza bakanlarsa, hakkımızda çeşit çeşit söylerler. Çünkü, söyleyen tarafımıza bakarlar. Noktayı görmek için, elifi !106


Hazreti Muhammed Efendimiz

terk etmek lazım. Hakikat zaten yokluğun arkasındadır. Şu dünyada yaşayan insanlar, hep ‘ben’ ve ‘biz’ deyip duruyorlar. Şu yüz binlerce ben ve biz içinde acaba ‘Ben’ nasıl bir ‘Ben’im? İnsan kalabalığından gelen gürültüye kulak ver! ‘Ben’i konuşturmamak için elini ağzıma koyma! Bizi hayvanlardan ayıran ve onlara sultan eden şey akıldır. İnsandan başka hiçbir varlık aslını düşünemez.Bizim aklımız cüzi akıl, Hazreti Muhammed’in aklı Külli Akıl’dır. Onun başındaki aklın ismi Cebrail’dir. Evet, Cebrail’den maksat akıldır, ama Cebrail ismi ancak Muhammed’in aklına verilir. Neden? Çünkü Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, kendi içinden başka bir yerden kimsenin aklına kulak vermedi, kimseden bilgi almadı, ne doğduysa kendi iç aleminden cebretti, bilgileri kalbinden aldı ve Muhakeme-i Kübra’dan geçirdi, yani bunun manası düşünceden geçirdi. Beyine, Levh-i Mahfuz denir. Düşünceden geçirdikten sonra o sözü önce kendine hitap etti. Bunu yaparken, kendine yüksek sesle hitap ederdi. Eğer hitap ettiği söz kulağına hoş gelirse hemen karşı tarafa yazdırırdı. Cebrail, bir gün merak etti, “Bu bilgiler nereden geliyor?” dedi. Hazreti Muhammed, ona, perdeyi kaldırmasını emir verdi, o da itaat etti, !107


Hasan Dede’nin Dilinden

ona uydu ve akıl gördü ki, bilgilerin sahibi Hazreti Muhamed imiş, yani bilgiler kendinden kendine imiş. “Ey derviş açlıktan etme şikayet Tekkeyi bekleyen çorba içermiş Derya kenarında kalma nihayet Atı alan Üsküdar`ı geçermiş Bir insanın doğru özü olursa Hakkı ispat eder sözü olursa Kendini görecek gözü olursa Pirincin taşını görüp seçermiş Hazreti Peygamber bak ne söylemiş Harabi de ona iman eylemiş Dünya mezrea-i ahiret imiş İnsan ektiğini mutlak biçermiş...” Harabi Bizler burada akıl da büyütüyoruz. Hazreti Mevlana ile, Hazreti Muhammed ile; onların akılları ile aklımızı büyütmeye çalışıyoruz. Bu küçük aklı benliklerde tutarsak hiçbir zaman güzelliklere kavuşamayız.

!108


Hazreti Muhammed Efendimiz

Biz burda hep insanı işliyoruz. Bizler kazançdayız, çünkü ölümsüzleri kendimize dost edindik ve en başta Hazreti Muhammed Efendi’mize yüz tuttuk. Bizler, bir mürşid-i kamilin vasıtasıyla onları gönlümüze koyarsak ve onlarla yola çıkarsak, bir gün gelir dünya ömrümüz biter ama, yine mürşid vasıtasıyla Hazreti Muhammed’e yola çıkılır, ölümsüzlüğe ulaşılır. Çünkü Allah, bilgileri insanla bildirir. Bütün bilgiler, Hazreti Muhammed Efendi’mizin iç aleminde zuhura gelerek, insan toplumuna sunulmuştur. Hazreti Peygamber Efendi’miz, bütün varlıklara sevgi ile bakmış ve ne varsa bu alemde, hepsi hal diliyle ona kimliklerini açıklamıştır. Allah, Hazreti Peygamber Efendi’mizle dile gelmiştir. Ne diyor Hazreti Muhammed? “İkre!” Bunun anlamı nedir? “Oku!” Peki Hazreti Mevlana ne diyor? “Bişnev!” Bunun anlamı da, “Dinle!” demektir. Hazreti Muhammed Efendi’mizin, Cenab-ı Mevlana’mızın ve bütün Piran Efendi’lerimizin davası, bizleri kendilerine vakfetmek, bizleri kendileri gibi ortaya çıkarmak ve bizlere kimliklerimizi kazandırmaktır. Cenab-ı Mevlana’mız şöyle buyurur: “Mahşeri görmek isterseniz gündüze bakın, ahireti görmek isterseniz geceye bakın. Aşığa ne mahşer gerek, ne ahiret gerek, yalnız Sevgilisi gerek...” !109


Hasan Dede’nin Dilinden

Yani ilahi aşk herşeyin üstündedir. Hazreti Muhammed Efendimiz sadece sevgi ve gönül istemiştir. Eğer ona sevgini vermişsen ve temiz bir gönülle bağlanmışsan, sen heryerde onunlasındır. “Biz insanlarız, gönülde gezeriz, Bir Allah ile alemi seçeriz. Biz insanlarız, Hakk’ın erleriyiz, Bir Allah diyerek semaya gireriz. Biz insanlarız, çirkini bilmeyiz, Hep güzel görür gözümüz, Allah olur zikrimiz. Biz insanlarız, insanı severiz, Zikr-i Allah söyleyip Hakk ile döneriz. Biz insanlarız, Muhammed deyip, Zikr-i Hakk’a varıp kendimizi izleriz...” Hasan Çıkar Dede En önemlisi, insanın hem içi hem de dışı temiz olmalıdır. İç temizliğinden maksat, kişinin gönlünü bağladığı yerle ilgilidir. Bir müridin gönlünde Hazreti Muhammed Efendimiz ve mürşidi varsa, onun iç alemi temizlenmiştir. Ama dikkat edin; gönlünde diyoruz, yani gönlünü tamamen onların güzellikleriyle donatmışsa ve !110


Hazreti Muhammed Efendimiz

gönlünde onlardan başka hiçbir şey yok ise, temizdir. Aynı zamanda dışını, yani bedenini de temiz tutması lazımdır ki, etrafına huzursuzluk vermesin. Hazreti Muhammed Efendimiz, selam olsun üzerine, toplum içine çıkarken her zaman saçlarına misk sürermiş, gözlerine sürme çekermiş ve böylece çevresindekilere kendini imrendirirmiş. Bizler de Hazreti Muhammed Efendimize uyarsak, O’nun huylarıyla huylanırsak, hem içimizi hem de dışımızı temiz tutmuş oluruz. İnsanın her dakika kendini yenilemesi, iyiliğe, güzelliğe doğru yol alması gerek. Hazreti Muhammed: “İki günü bir olan bizden değildir” diyor. Hazreti Mevlana: “Dünle beraber gitti cancağızım ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diyor. Kendimizi güzelleştirmek için gayret sarfetmekten vazgeçmeyelim. İnsandan insana yol alalım, insana layık bir yaşam sürelim. Kalplerin mumlarını yakalım! “Allah bir Muhammed Ali Nazar eyle bari bana İzz-ü celalin aşkına !111


Hasan Dede’nin Dilinden

Çektirme şol zari bana Pirlere niyaz ederiz Yalan dünyayı nideriz Ölürüz hasret gideriz Göster şol didarı bana Muhammed Ali’dir server Kapısına varıp yalvar Dileyene muradın ver Irak eyle nari bana Mevali şen ü ziyadır Efendim hükm ıssı Şah'dır Ay alnında seyrangahdır Tecellinin nuru bana Kalender ağlar yerinir Aşk hayaliyle sürünür Cenneti rıdvan görünür Şol güzelin kaddi bana...” Kalender Çelebi Hazreti Peygamber Efendimiz, seyrek konuşan bir peygamberdi. Hiç gelişigüzel dil dökmemiştir. Hep düşünerek, başı eğik dil dökmüştür. Başını kaldırdığı zaman ağzından çıkan kelam, bir-iki !112


Hazreti Muhammed Efendimiz

gün sonra suret bulurdu. Suret bulduğu için ona, Muhammed Emin ismini verdiler. Unutmamak gerekir ki, Peygamberimizin ahlakı ile ahlaklanmak büyük gayret gerektirir. Peygamberimiz yaşadığı dönemde karşılaştığı türlü eziyet ve zulümlerde hiç şikayette bulunmamış, sabretmiş, hatta kendisini savunmak maksadı ile isyana düşenlere bile sabırlı olmayı telkin etmiştir. Bu sebeple nefsimizin arzularına karşı koyalım, şikayet etmeden sabredelim. Peygamber Efendimiz iki günde bir lokma yerdi, yani fazla yemeye içmeye düşkün değildi. Hatta zayıflığından dolayı elbisesi üzerinde düzgün durmadığı için karnına taş bağlardı. Cenab-ı Mevlana ise, üç günde bir lokma yerdi. O da bir gün boy abdesti alırken bedenine baktı, bedeninde zayıflıktan bütün kaburga kemikleri bir bir görünüyordu; hemen içinden bir ses geldi, “Ah benim Efendim, hem beni çok seviyorsun, hem de sana verdiğim emaneti bak ne hale getirmişsin.” İşte Mevlana şu cevabı verdi: “Eğer ben bu emaneti bu hale getirmemiş olsaydım, seni apaçık göremeyecektim.” Yani açlık dediğimiz zaman, eğer insan o açlık içinde gönül verdiği yere yönelirse gıdanın en güzelini alır. Onlar, yani bizim büyüklerimiz, bizler için çileler çektiler, halvetler yaptılar ve bizler için çok !113


Hasan Dede’nin Dilinden

güzel bir sofra kurdular. Peki bizlerden ne istiyorlar şimdi? Bizlerden istedikleri sadece bir gönül... Şimdi bizler madem ki onlara gönlümüzü verdik, artık nefisimize ait hizmetlere koşamayız. Neden? Çünkü sevgilimizi incitiriz. Eğer bizler sevgilimize sunduğumuz aklımızı, gönlümüzü başka yerlere dağıtırsak işte asıl o zaman çilelerden kurtulamayız. Fakat bizler aklımızı da gönlümüzü de devamlı bir yerde tutarsak, oranın güzellikleri bizlerde yansıma yapar ve kurtuluşa erer, sonsuz hürriyete kavuşuruz. “Bir” dediğimiz zaman, o “bir” Peygamber Efendimiz’dir ve bütün yaşamı boyunca hep gönüllere insanlık tohumları ekmiştir. Ondan sonra gelen veliler ise ondan daha açık konuşarak, yine onun sonsuz iç alemini dile getirmişlerdir. Ve onlar bir iken binler olmuşlardır. Evet, binler olmuşlardır, hatta milyonlar olmuşlardır ama bugün onun iç alemini en güzel şekilde dile getirenler, onu en güzel şekilde yaşatanlar yine tasavvuf ehli olmuştur. Ne kadar tasavvuf ehli varsa hepsinde Hazreti Muhammed’in sıfatı vardır. Hazreti Muhammed veliler velisi, nebiler nebisidir. Onda sayısız bilgi vücud bulmuştur. Bir gün O’na: “Ya Muhammed!” dediler; “Sen bu alemde annesiz babasız büyüdün. Hiçbir bilginden ders almadın, bu bilgileri bize nereden !114


Hazreti Muhammed Efendimiz

aktarıp veriyorsun?” İşte verdiği cevap: “Güzel soru,” dedi. “Annemi babamı erken kaybettim, okula gidip ilim tahsil edemedim. Benim hocam yüce yaratıcı Allah’tır. Ondan bu bilgilere vâkıf oldum. Bütün karşıma çıkan varlıklara O’nun gözüyle baktım, sevgimi sundum. Baktığım yerler de hal diliyle bana kim olduğunu söyledi.” “Şu aleme bir nur doğdu Muhammed doğduğu gece Yeşil kandilden nur indi Muhammed doğduğu gece Muhammed anadan düştü Kafirler aklı şaştı Bin kilise yere geçti Muhammed doğduğu gece Anda göbeği kesildi Gözüne sürme çekildi İsmi Muhammed okundu Muhammed doğduğu gece Ağlayan uşak avındı Doğuran ana sevindi Kafirler imana geldi Muhammed doğduğu gece !115


Hasan Dede’nin Dilinden

Huri kızları geldiler Muhammed dinin sordular Nurdan kundağa sardılar Muhammed doğduğu gece Muhammed kalktı oturdu Ali hizmetin yetürdü Yer gök salavat getürdü Muhammed doğduğu gece Melekler hazır hepisi Doldu Muhammed tapusu Açıldı cennet kapusu Muhammed doğduğu gece Şah Hatayi’m der dervişler Sağ olsun cümle kardeşler Secdeye indi ağaçlar Muhammed doğduğu gece...” Hatayi Eğer insanlara ayırt etmeden sevginizi verirseniz, onlara şefkat ve merhamet gösterirseniz kavga da olmaz karamsarlıkta. Hazreti Muhammed’imizin yolu sevgi yoludur, aşk yoludur. O halde ibadetimiz de sevgiyle, aşkla yapılmalıdır. Eğer O’nu gerçekten !116


Hazreti Muhammed Efendimiz

seviyorsak; sevgimizi, yardımımızı diğer kardeşlerimize de sunmada cömert olmalıyız. Ayrıca bu yardımı yanlışlara düşmüş kişilerden de esirgememeliyiz. Bizler örnek olursak karşımızdakine doğru yolu gösterebiliriz. O kişiye muhabbetimizi kesmez, yaralı kabul edip şefkat ve sevgi ile yaklaşırsak, onu kazanmış oluruz. Hazreti Muhammed gibi yüce bir peygamber bile Hakk’a yürüyeceği zaman “Acaba toplumuma bir şeyler verebildim mi?” diye gözyaşı dökmüş, ümmetinin rızasını istemiştir. Bu ömürde ne yaşıyorsak geçicidir. Başkalarına bir hizmet sunabildinse, bir gönülde yer alabildinse ancak o zaman baki olursun. Gerçek iyilik ve cömertlik, bir şeyler elde etmek veya cennete gitmek için değil; tam bir imanla, hiçbir karşılık düşünmeden, saf ve temiz bir niyetle yapılmış olandır. Gaye sadece Allah’a yaraşır bir insan olmak, O’nun rızasını kazanmaktır. Bu yoldaki gayretiniz ne kadar içten olursa, yaşayacağınız güzellikler de o kadar çok olur. İnsan bu alemde bir zerre gibi görünür. Ama ne diyoruz; insan demek kainat demek. Bütün kainat o zerrede gizli. O halde senin sunabileceğin hizmetler de çok büyük. Ama bunları menfaat için yapıyorsan hiç yapma. Vermenin güzelliği o kişiden anında uzaklaşır. !117


Hasan Dede’nin Dilinden

Benliğe kapılmadan yoklukta kalmak lazımdır ki, güzellikler sende suret bulsun. Gayret etmekten hiç vazgeçmeyelim; selam vermenin bile sevabı var. Herkesin kendi ölçüsünde ikram edebileceği güzellikler vardır. Sayıları “Bir”leyebilmektir insan olmak. O halde bütün yaratılmışları sev! Tümden göz ol, O’nun sevgisi ile kainata bak. Kulak ol, işittiklerin sana O’nun mesajlarını getirsin. Her zerren O’nunla nefes alsın. Sen söz ol, Allah senden konuşsun!.. “İntisabım ta ezeldendir Cenab-ı Ahmed’e, Varis-i sırr-ı nebi sultan-ı gavs-i emcede. N’ola böyle fahri dersem essela aşıklara, Ahmediyem, Ahmediyem, Ahmediyem, Ahmedi. Cam-ı aşkı Hazreti Gavs-i Rifaiden içip, Neşe-yi tevhid ile hesti-i alemden geçip, Sadiya subh-u mesa böyle tefahür eyleyip, Ahmediyem, Ahmediyem, Ahmediyem, Ahmedi.” Sadi Bey

!118


Hazreti Muhammed Efendimiz

Kur’an, baştan aşağı nasihattir ve dünyadaki varlıkları söyler. Nasıl söyler? İnsanla söyler. Kur’an, kendi kendine hiçbir şey söylemez. Kur’an, insanla dile gelir. Kur’an, Allah kelamıdır, fakat Allah, rüzgarla, bulutla, güneşle dile gelmedi. Allah, bu güzel kelamları bir ben-i ademin dilinden söyledi. Kimdi o ben-i adem? Hazreti Muhammed Efendimizdi. O, içindeki kudrete ‘Allah’ ismini verdi ve her an her dakika Allah’ı zikretti. Hazreti Muhammed, Hakk ile Hakk olmuştu, Allah’ın dışında hiçbir varlığı yoktu. O’nun vücudundan işleyen Allah’tı. Allah, tebligatları ve bilgileri O’nun vasıtasıyla insanlara bildiriyordu. Bu sebeple, Hazreti Muhammed’i sevmek, Allah’ı sevmektir. Hazreti Muhammed’in dışına çıkmak, Allah’ın dışına çıkmaktır. Bir insan, iman sahibiyse, Resulüne ve Kitab’ına bağlı ise, Kur’an onunla dile geldiği için o insan, canlı Kur’an’dır. Eğer bizler de Hazreti Muhammed Efendimizi kendimize bende etmeye yola koyulursak haliyle O bizim kitabımız olur. Zaten bizler de burada içimizdeki o kitaptan konuşuyoruz; yani O ne buyurursa sizlere öyle hitab ediyoruz. Genelde sohbetler akıla hitab eder, fakat bizim sohbetlerimiz hem akıla hem de gönüle hitap eder. !119


Hasan Dede’nin Dilinden

Cenab-ı Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Rabbini zikredenlerle, Rabbini zikretmeyenlerin misali, diri ve ölü gibidir.” Ve bir gün de Ashab-ı Suffe’sine, “Şehid olmaktan hayırlısını size haber vereyim mi?” diye soruyor. Onlar, “Evet, ya Resulallah” deyince de, “Allah’ı zikretmek şehadetten de üstündür” diye buyuruyor. Allah’ın ismi aşktır, cismi ise Muhammed’dir. Allah’ı zikretmek ve O’na yönelmek, hakikatte Hazreti Muhammed’e yönelmek ve Hazreti Muhammed’i zikretmektir. Hazreti Muhammed Efendimizin bütün varlığı Allah’a aittir. Şöyle bir dil de sarfedilmiştir: “Bir alimin mürekkebi, şehid kanından daha üstündür.” Neden? Çünkü Alim, Hakk’a yüz tutmuştur, Hakk’ın sıfatını taşımaktadır. İnsanlara Hakk’tan bilgi sunmaktadır ve onları karanlıklardan aydınlıklara götürmektedir. Bu yüzden onların mürekkebi, şehid kanından daha üstün tutulmuştur. “Kainat nurum yüce sultan Muhammed, Nebiler, veliler nuru Muhammed, Bağışladın yüz sürdük ravza-i Mutaharaya, Ruhaniyetin bizi bizden aldı ya Resulallah. Mescid-i Nebevinin her yanı taşlı, !120


Hazreti Muhammed Efendimiz

Oturmuşlar aşıklar gözleri yaşlı, Allah, Allah nur Allah, Keremler sahibi Allah. Mescid-i Harameynde Kabe’yi tavaf ederler, Hep beyazlar giymişler ya nur Allah derler, O güzeller nurlanmış Hakk’a giderler, Arafatta gider bizim şanımız Allah, Medine’de yatar Peygamberimiz Allah...” Muazzez Çıkar Bir Allah aşığının, yani Hazreti Muhammed’in aşığının da ruhu ve bedenindeki o ışık, o nur da Hazreti Muhammed’in ışığıdır, O’nun nurudur. Hazreti Muhammed, bütün nurunu aşığında gösterirse, haliyle Allah’ı zikreden bu kişi, şehitten üstündür. Peygamber Efendimiz, Mirac’a çıktığında O’na dediler ki: “Muhammed, sen çekil, şimdi senin Rabbin namazda.” Yani, senin Rabbin zikirde, senin ruhun zikirde... İşte en büyük zikir budur. Hazreti Muhammed Efendimizin her zerresi Hakk’a aittir. O, eğer derse ki, “Ben zikrediyorum”, ikiliğe düşmüş olur. Hakikatte kendisi O’dur. !121


Hasan Dede’nin Dilinden

Kur’an-ı Kerim, en büyük zikirdir. Bütün bu kainatta ne varsa, hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden, Kur’an-ı Kerim’de insanlık alemine sunulmuştur. Bu nedenle bir mana ehli, Kur’an-ı Kerim’i ne kadar tefsir etmeye çalışırsa çalışsın, sonunu getiremez. Çünkü ne kadar varlık varsa bu alemde hepsini yazması gerekir. Misal olarak, İsmail Hakkı Ankarevi, kendisi çok büyük bir alimdi, Fatiha suresine mana vermeye kalkmış ve üçyüz küsur sayfa yazmış. Sonra dönüp yazdıklarına bakmış, görmüş ki daha hiçbir yerde değil, yani daha Fatiha’nın başında; tutmuş kalemi kırmış. “Niye kalemi kırdın?” diye sormuşlar, şu cevabı vermiş: “Lazım gelir ki, tüm kainatı yazayım.” Yani düşünün bir defa, Fatiha suresinin sadece bir ayetinin bile ne kadar derin manası var. K u r ’ a n - ı K e r i m , h a k i k i m ü r ş i t t i r. Büyüklerimizin şöyle bir sözü vardır: “Mürşid-i kamil istersen, Hazreti Kur’an yeter. Devlet bulmak istersen, kanaat yeter. Nasihat istersen, ölüm yeter. Bunlar da yetmez ise, nar-ı cehennem yeter.” Bizim muhabbetlerimizin hiçbiri Kur’an dışı değildir. Kur’an-ı Kerim’in her bir harfi nurdur, çünkü Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden söylenmiştir. Yolcu, eğer bu muhabbetleri can kulağı ile dinler ve benimserse, çok güzel yol alır. !122


Hazreti Muhammed Efendimiz

Fakat burada dinler de buradan ayrılınca yine kendi aklıyla hareket eder, nefsinin arzuları peşinde koşarsa, hiçbir şekilde yol alamaz. Kur’an-ı Kerim rafta dururken, isterse yıllarca dursun, oradan dile gelmez. Kur’an-ı Kerim ancak insanla dile gelir. “Alem yüzüne saldı ziya Ali Muhammed, Seyfin çak edip geldi yine Ali Muhammed, Nadan ne bilir, dana bilir Ali Muhammed. Ve salli ala, seyyidina Ali Muhammed, Sad salli ala mürşidina Şah-ı velayed. Kemter kuluyum ben Ali’nin şahı keremdir, Hasan başımın tacı, Hüseyn gözümde nemdir, İmam Zeynel aba bakır mihr-i haremdir. Ve salli ala, seyyidina Ali Muhammed, Sad salli ala mürşidina Şah-ı velayed.” Seyyid Nesimi

!123


Hasan Dede’nin Dilinden

Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki: “Bu Kur’an gizli kitabın içindedir.” Ayşe Validemiz de Peygamber Efendimiz için diyor ki: “O, yürüyen Kur’an idi.” Yani canlı Kur’an idi. Evet, Kur’an’ın içinde bir gizli kitap var. Bu gizli kitaptan maksat, kimin hitap ettiğidir. Yani Hazreti Muhammed Efendimiz, insanlara hitap ederken hep o içindeki gizli kitaptan konuşmuştur. Onun her zerresinden Allah işlemiştir. Kur’an, Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden suret bulmuştur. Her zaman diyoruz: Eğer Hazreti Muhammed’in sadece dışına bakılırsa, bir yere varılmaz, O’nun dış kısmı bizler gibi görünür. Ama O’nun içi, yani hakiki yüzü, nur ala nurdur. O, hakiki yüzünü gösterirse yer gök yerinden oynar. Başta güneş, ay, yıldızlar ve bütün varlıklar O’na rücu ederler. O’nun yüzü bu sebeple örtülüdür. Ashabı, kendisine kıyameti sorduklarında, bu yüzden onlara, “Kıyametin büyüğü benim. Ben eğer yüzümü açarsam, işte o zaman kıyamet kopar size. Çünkü siz beni kendiniz gibi görüyorsunuz.” diye cevap vermiştir. İsmi üzerinde, Kur’an-ı Kerim, yani kurdu bir an ve kerametlerle doldurdu. Peki kimden çıktı bu güzel bilgiler? Hazreti Muhammed

!124


Hazreti Muhammed Efendimiz

Efendimizden. Neydi Hazreti Muhammed’in ilmi? Sevgi. Peygamber Efendimizin şöyle bir sözü de vardır: “İki günü bir olan benden değildir.” Yani demek istiyor ki: Bugün güzel bir halde yaşadın, ama öyle kalma. Yarın daha güzel bir halde yaşa. Eğer o halde kalırsan ve kendini daha güzel bir hale sürüklemezsen, sen benden değilsin. Hazreti Peygamber Efendimiz, hiçbir zaman tembelliğe, müsrifliğe yer vermemiştir. Cenab-ı Mevlana da şöyle buyurur: “Benim tezgahımda eski mala yer yoktur, daima yeni mal üretiriz.” Başka bir yerde de diyor ki: “Cancağızım, bugün seninle çok güzel muhabbet ettik ama, eğer yarına varsak yarına göre konuşalım. Bugünün muhabbetini yarın yapmayalım.” Fakat malesef genelde hep geçmişten konuşulur, gelecekte neler yapılması gerektiği pek konuşulmaz. Oysa büyüklerimizden bizlere kalmış olan çok değerli sermayelerimiz var. Biz bu sermayeleri çoğaltırsak, yani Hazreti Muhammed Efendimizin, Hazreti Mevlana’nın ve diğer büyüklerimizin bizlere bıraktıkları sermayeleri sahiplenir, onlardan faydalanır ve çoğaltırsak, o zaman onlar bizlerden hoşnut olur ve bu şekilde topluma da faydamız dokunur. Ama eğer o sermayeleri bilgisizce saçıp savurursak, gün gelir iflas ederiz. Neden? Çünkü !125


Hasan Dede’nin Dilinden

öylesine dinledik, bir kulağımızdan girdi, öbür kulağımızdan çıktı, o sermayeleri özümüzde benimsemedik, onların güzelliklerini kendimizde ruh edinmedik ve böyle olunca da haliyle ne kendimize ne de topluma bir faydamız dokundu, boşa yaşadık, koca bir ömrü boşuna geçirdik. Ama olan yine bizlere olur, onlara hiçbir şey olmaz. Biz burada tezgahımızı açıyoruz, alan alır, faydalanır; almayan kendisi bilir. Biz bugün toplarız tezgahımızı, yarın başka bir yerde yeni bir tezgah açarız. Demek istediğim şu ki; elimizde olanla yetinmeyelim, devamlı yeni şeyler üretmeye bakalım, elimizde olanı çoğaltalım, bilgisizce tüketmeyelim. “Bihamdilillah derim Allah, Alıp aklımı Fikrullah, Salatullah, selamullah aleyke ya Resulallah. Dilimde zatın esması Allah, Bana üns oldu Zikrullah, Salatullah, selamullah aleyke ya Resulallah. Bu tevhidden murad ancak cemali zata ermektir, Görünen kendi zatıdır sanma ki gayrullah. Gönül ayinesin sofi, eğer kılar isen safi, !126


Hazreti Muhammed Efendimiz

Açılır sana bir kapı ayan olur Cemalulllah. Şems-i Tebriz bunu bilir, Ahad kalmaz fena bulur, Bu alem külli mahvolur, Hemen baki Allah kalır. Ya Allah, Allah illallah, Muhammeden Resulallah...” Şems-i Tebrizi Dua, münacat demektir. Eğer bir kişinin zihni ve kalbi bütün dünya muhabbetlerinden arınmış ise, zihni ve kalbi tamamen Allah’a yönelmiş ise, onun her sözü Hakk’tır. Bu nedenle o kişinin her sözü, her duası suret bulur, gerçekleşir. Eğer bir kişi, ikrar verdiği mürşid-i kamilin vasıtasıyla, gönlünü Hazreti Muhammed Efendimize bağlarsa ve temiz bir niyetle dua ederse, o dua mutlaka suret bulur ve güzellikler zuhura gelir. Fakat bugün Kur’an-ı Kerim’i okuyorlar, hatta bütün Kur’an’ı hıfzetmişler, ama duaları kabul görmüyor. Neden? Çünkü Kur’an’ın sahibini hıfzetmemişler, ona gönül vermemişler. Bizler ibadetlerimizi köşkler, saraylar için yapmıyoruz, bunlar tamamen hayaldir. Bizler !127


Hasan Dede’nin Dilinden

ibadetlerimizi Resulallah’ın cemalinden mahrum kalmamak için yapıyoruz; bizler O’nun cemaline koşuyoruz. O köşkler, saraylar burda da var; misal olarak evler var, apartmanlar var, arsalar var... Yani sonuç olarak, insan neyi düşünüyorsa odur. İnsan neyi düşünürse orayı seyreder. Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi: “Can istiyorsan sen cansın; ekmek istiyorsan sen ekmeksin...” Kısaca, insan neyi çok seviyorsa, onun Allah’ı da odur. İnsan, cennetini de cehennemini de kendisi yaratır. Bizim en büyük üzüntümüz, malesef insanların en medeni peygamber olan Hazreti Muhammed Efendimizi ve onun dini İslam’ı gerektiği gibi anlayamamış olmalarıdır. Bugün Hazreti Muhammed’i bir kanun adamı olarak tanıtıyorlar, halbuki o Habibullah’tır, sevgilidir. O, bütün insanlık aleminin sevgilisidir. Çünkü o, en başta Allah’ın sevgilisidir. Allah, tüm bu kainatı onun yüzü suyu hürmetine yaratmıştır. Hazreti Muhammed’in bütün sözleri akıla hitab eder, ruha hitab eder, gönüle hitab eder. Bizler, bütün Evliyaullah gibi, Hazreti Muhammed’i gönlümüze koyarız, onu kendimize ruh ediniriz ve onun aklı ile yola çıkarız. Bir gün Hazreti Muhammed Efendimiz, sahabesiyle otururken, onlara şöyle sesleniyor: !128


Hazreti Muhammed Efendimiz

“İçimde bir özlem var.” Ebubekir dönüp ona soruyor: “Ya Resulallah, kimi özlüyorsun?” “Kardeşlerimi özlüyorum” diyor. “Tabii” diyor Ebubekir, “Senin kardeşlerin gelmiş geçmiş peygamberlerdir, onları özlemekte haklısın.” Hazreti Resulallah hemen cevap veriyor: “Hayır, hayır... Onlar değil benim özlediklerim. Ben, benden sonra gelecek olan velileri özledim. Çünkü onlar beni görmeden beni sevecekler ve aşık olacaklar. Onların hepsi benim manevi kardeşlerimdir. Onlardan bir tanesini andın mı, hepsini anmış olursun.” Bakın Evliyaullah’ı ne kadar birlikte tutmuştur ve onlara “Kardeşlerim” diye hitab etmiştir. Zaten hakikatte bütün güzellikler Evliyaların dilinden gelmektedir. Sonuç itibariyle Hazreti Muhammed Efendimizin muhabbeti bu dünya üzerinden kalkarsa, bu dünyanın sonu geldi demektir. “Kudümün rahmeti zevku safadır ya Resulallah, Zuhurun derdi uşşaka devadır ya Resulallah, Hüdai’ye şefaat kıl eğer zahir eğer batın, Kapına intisab etmiş gedadır ya Resulallah.” Aziz Mahmud Hüdai !129


Hasan Dede’nin Dilinden

Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Vatan sevgisi imandandır.” Bizim ruhumuzun vatanı, Sevgilimizin vücududur. Fakat aynı zamanda Sevgilinin de vatanı seveninin vücududur. Cenab-ı Mevlana, bir kasidesinde buyuruyor ki: “Can konağını aramada isen, sen cansın. Bir lokma ekmek arıyorsan, sen ekmeksin.” Cenab-ı Mevlana’nın her sözü doğru olduğu gibi bu sözleri de çok doğru ve yerindedir. Biz can konağını aramazsak, onu kendimizde var etmezsek, demek ki biz hiçbir işe yaramıyoruz. Hazreti Mevlana’nın çok büyük bir hayranı olan İbrahim Gülşeni de şöyle buyuruyor: “Biz, Cenab-ı Allah’ın ailesi mesabesindeyiz. Sütümüzü, rızkımızı O’ndan isteriz. Peygamber, ‘Halk, Tanrı’nın ailesidir’ buyurdu. Her ne istersek, Allah-u Zülcelal, biz ailesine bir baba gibi rızık verir. Eğer tenin gıdasiyle kanaat edersek, eşek gibi arpa ve samana yaraşırız. Ulu Tanrı’dan ruhumuzun gıdasını istersek, bize Cebrail’in gıdasını gönderir. Mademki ne istersek onu ihsan ediyor, şu halde Tanrı’dan yalnız Tanrı’yı isteyelim. Evet, en iyisi, iman ve taat yolunda yürüyerek, daima O’nu isteyelim.” Evet, bizler de Allah’ı isteyelim, bu evi O’nun konağı yapalım, O da bizlerde can olsun. Eğer bu !130


Hazreti Muhammed Efendimiz

evi O’nun konağı yapmazsak, Allah’ı can kılmazsak, biz demek ki boşuz, boşuna yaşıyoruz. Allah’ın konuk olmadığı ev cansızdır ve yıkılmaya mahkumdur. Peygamber Efendimizin bizlere sunduğu hakikatlerin özü aslında gönüllerde yer alabilmek için kimseyi hor görmemek, herkesi kendinden üstün görmektir. Bakın ne buyurmuştur: “El fakru fahri alem.” Bunun manası şudur: Dünyada ne kadar varlıklar varsa hepsi benden üstündür, ben hepsinden aşağıyım. Eğer bir insan bu şekilde kendisini yokluğa verirse, Yaratıcı’nın bütün varlıkları onda zuhurunu gösterir. Hazreti Peygamber Efendimiz, sadece Müslüman olanların Peygamberi değildir. O, hakikatte bütün alemin Peygamberidir. O, Rahmetellil Alemin’dir. Bundan dolayı bizler hangi milletten olurlarsa olsunlar hiç kimseyi ayrı görmeyiz. Bizde ikiliğe hiç yer yoktur. Fakat malesef bugün Tekbir getirerek kardeş kardeşi öldürmektedirler. Şehadet getirmişler ama İslam olamamışlar. Barışçı değiller, kavgacılar... İslam olmak ne demektir? Muhammed’leşmek demektir. “Hey susamış gönül dikkat et ırmağı ara, Ayaksız durma hep koşmaya bak. !131


Hasan Dede’nin Dilinden

Öyle gölge gibi, ağızsız gibi durma, Her sözün ve düşüncenin öz kaynağısın söyle. Rahman Allah nur Allah, Şeyhim Allah, kıblegah, Nur Muhammed sallallah...” Hüdavendigar Mevlana Ben her zaman şunu derim: İnsanın ölümsüzlüğe yola çıkabilmesi için kendisine bir ölümsüzü bende etmesi lazımdır. Misal olarak, başta Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed Rufai, Hoca Ahmet Yesevi gibi bütün evliyalar, Hazreti Muhammed Efendimizin manevi kardeşleridirler. Kim bu Evliyalardan birine bağlanırsa, Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünü, güzelliklerini ve gerçek kimliğini onlardan öğrenirler. Şimdi Abdülkadir Geylani ve Seyyid Ahmet Rufai Hazretleri aynı devirde yaşamışlardır ama bu zamanda kendi cemaatleri v a s ı t a s ı y l a z i k r e d i l m e k t e d i r l e r. O n l a r zikredildikçe Hazreti Muhammed Efendimiz de zikredilmektedir. Hazreti Mevlana da bundan 800 sene önce yaşamış olmasına rağmen O da bugün hala sevenleriyle zikredilmektedir ve zikredilecektir.

!132


Hazreti Muhammed Efendimiz

İşte bu yüzden bizler ölümsüzleri kendimize dost edindik ki, onlarla birlikte dünya durdukça yaşayalım ve onları yaşatalım. Annemiz ve babamız bizlerin dünyaya gelmemiz için bir vesiledirler. Onlar bizlere şefaat edemezler. Şefaat bizden onlara olacaktır. Hazreti Mevlana bakın ne diyor: “Benim bir manevi evladım, bana münacatta bulunursa ben onun yedi sülalesine şefaatçi olurum.” Çünkü şefaat Hazreti Muhammed’e aittir, bizler de O’nun bendesiyiz. Beden uyur ama ruh uyumaz. Aşk ne demektir? Kendinden geçmektir. Aşk, sevgilide ölmektir. Tek varlık olarak O’nu bilmektir. Eğer bir insan hep bu şekilde yaşamını sürdürürse, devamlı Allah’ı anar, onunla yaşar ve yaşatırsa, Allah ona yüzünü göstermeyecek de kime gösterecek? Bir insan aşka girmişse, aşkı yaşıyorsa onun inancı da, imanı da aşık olduğu yerdir. Bir insan aşka düşmüşse eğer artık o kişide kişilik kalmaz. Nerede sevgisini çoğaltıp aşka dönüştürdüyse orası artık o kişide varlığını gösterir. Misal olarak, Hazreti Muhammed Efendimize bakalım, ki zaten o bizim tacımızdır, bütün Piran kendi mürşidleri vasıtasıyla onunla yola çıktılar, onunla varoldular. Eğer bir insanın bendeninde O varlığını gösterirse, artık o kişinin inancı da kendinden kendinedir, imanı da kendinden !133


Hasan Dede’nin Dilinden

kendinedir. Artık başka bir yer aramaya kalkmaz, çünkü aradığı zirveyi bulmuştur. O, artık o kişiden konuşmaktadır. Mademki O bütün varlığın rahmetidir, o kişi artık O’nun gözüyle bakar bu aleme ve bir topluluğa girdiği zaman da orada bulunan herkesin hallerini izler, gönüllerini okur ve onlara göre muhabbet eder, herkesi kendine çeker. İnşallah hepimiz böyle aşıklar oluruz. Allah, bizleri Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehl-i Beyt Efendilerimizin, Piran Efendilerimizin muhabbetlerinden, onların aşklarından bir an dahi mahrum etmesin. “Sevgilim ya Hazreti Muhammed! Yüzyirmidörtbin nebide, sayısız velide, Nur olan sensin ya Hazreti Muhammed. Ey ebediyetin padişahı Muhammed! Ey gökyüzünün kameri, sen dirilik kaynağı, Lamekan’ın gül bahçesi Muhammed! Sevgilim nur Muhammed, Senin berrak suyunu görünce, Can hikayesini duydum. Can gibi hayatın gizli derinliğinde, Ah görünmez oldum. !134


Hazreti Muhammed Efendimiz

Sen, ey güzel kokulu Muhammed! Sevgilim, sen mestedip aşığını, Ah koşturunca o aşık her tarafa mestane gider, Ahular avlar. Muhammed sevgilim! Sevdi seni bu gönül, Ah, yandı sana bu gönül, Ey gül sevgilim Muhammed Mustafa! Alemin gözbebeği, Sen bana cansın, hem de canansın. Cihan seninle diridir, Aziz olmak murad sürmek sendendir, Canım Muhammed Mustafa! Sevgilim, ya nur Muhammed! Senin sevginle dolu olan ruhum diyor ki, Böyle bir Hakk sakisi varken, Kendimde kalmak küfürdür. Kendinde kalma yüce Muhammed’e koş, Yüce sultan Muhammed’e koş. O dilber bir nurdur, iman edersin, İnsana can verendir, Rabbim dersin, Gönlünü verirsen yüceliğe erersin, Cihanın sultanı Muhammed’e erersin. !135


Hasan Dede’nin Dilinden

Kainat nuru sultanım canım Muhammed! Sen hem gören göz, hem habersin canım. Aydın aylar içinde en parlak aysın, Hem şekerlerde tatsın. Kainat nuru sultanım canım Muhammed! Sen hem devletsin, hem ebediyetin nur sultanı, Gönlümüzün ferahısın canım, Sarhoşunum sen gecemize sehersin. Ya Muhammed sevgilim! Sen kırmızı gülsün, sen beyaz yaseminsin. Gülün gönlünde oturur etrafa gülersin. Kimdir ki senin buyruğuna kul köle olmaz. Kim senin yüzünü görüp de sarhoş olmaz. Bir muhabbet göster ki, İşte odur Muhammed Mustafa. Bir neşe göster, neşe göster, İşte odur Muhammed Mustafa. Nerde bir la’l dudak senin madeninden değil, Nerde bir güzel ki senin nurundan değil, Nerde bir ulu kişi senin yoksulun değil, Nerde bir pürüzsüz aşk senin aşkın değil, Ya Muhammed Mustafa! İki cihan serveri ya Muhammed! !136


Hazreti Muhammed Efendimiz

Ah, sevgilim Muhammed! Bilsen o zincir zülüflerin hevesiyle, Akıl ne kadar divane oldu. Ey şahım Muhammed! Hele gönlüm sana koştukça bilsen ne haller alıyor. Ah güzel yarim, sende yanıyorum. Ya Muhammed! Sende yanıyorum ya Muhammed! Sevgilim bu kadeh seni bulmak, Ve gönülde canda ışıldamak için sana koşuyor. Akıl yoluyla değil, Canla, başla tam bir aşkla sana koşuyor, Canım ya Hazreti Muhammed! Sevgilim! Senden başka bir yol yoktur koşulacak, Cihanda senden başka şah da yoktur, Senin gibi parlayan bir ay yoktur, Ya Hazreti Muhammed! Her şey fanidir cihan durdukça, Baki olan sensin ya Hazreti Muhammed!” Hasan Çıkar Dede

!137


Hasan Dede’nin Dilinden

!138


Hazreti Muhammed Efendimiz

!139


Hasan Dede’nin Dilinden

!140


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.