MERAM'DAN SİLİVRİKAPI'YA MEVLÂNA SOHBETLERİ

Page 1


Meram’dan Silivrikapı'ya

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !2


Mevlana Sohbetleri

! ! ! ! ! HASAN DEDE’NİN DİLİNDEN

!

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA MEVLANA SOHBETLERİ

! ! ! ! ! ! IV. BÖLÜM

!3


Meram’dan Silivrikapı'ya

! ! ! ! ! ! “Ermek istersen gönül esrarına,! Dinle neyden ayrılık destanını.! Mevlevi irfanına, şikarına, ! Sor büyük ruhun hicranını.!

!

Açtı Mevlana ilahi nura yol,! Şerhedip yurt aşkının Kur’an’ını.! Derse, vaktin geldi, aşık kurban ol,! Canla hoşnut et cihan Canını...”!

!

Hasan Dede!

! ! ! ! ! !

!4


Mevlana Sohbetleri

! ! ! ! ! ! ! ! ! “Allah, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak O'nun huzurunda toplanacaksınız.”! Mülk, 24!

! ! ! ! ! ! ! ! ! !

!

!5


Meram’dan Silivrikapı'ya

Mevleviliğe adım attığım ilk günden itibaren, güler yüzüyle, gönülleri ısıtan sevgisiyle, sonsuz hakikat ilmiyle bu aciz kuluna insan olmak yolunda ışık tutan; kainatın nuru Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’i ve onun sırrının sırrı İmamlar Şah’ı Hz. Ali’yi, Ehl-i Beyt Efendilerimizi, iki cihanın Kutb’u Pirimiz Hazreti Mevlana’yı ve onun ilahi aşkı Hakk’ın güneşi Tebriz’li Şems Hazretlerini ve diğer nebileri ve velileri bütün gerçeklikleriyle yakinen öğrenmemi ve bilmemi sağlayan, yüce Pirim Hazreti Mevlana’nın manevi temsilcisi, nurunun varisi, yeryüzündeki gölgesi, gerçek kamil İnsan, şeyhim Kutb’ül-Cihan Hasan Dede’me; “Allah göklerin ve yerin nurudur” ve “Allah dilediği kimseyi nuruna iletir” ayetlerinin yüce manası hürmetine; alemleri yaratan, kamil insanı alemlere rahmet olarak yücelten ve Kendi Zat’ının sırrıyla öğreten yüce Rabbime hamd ü senalar olsun. % O’nun yüce himmetine ve güzel keremlerine sığınarak, şeyhim Hasan Çıkar Dede’nin ve Melami şeyhi Mahmut Dipşar Efendi’nin sohbetlerini sorucevap şeklinde kaleme aldığım bu eseri okuyan bütün canlara, O’nun sevgi, aşk ve birlik ışığını yansıtmasını temenni ediyorum. % Her anımız aşk olsun… Tüm Hakk aşıklarının aşkı cemal olsun, cemalleri nur olsun, nur ala nur olsun… %

!

Sibel Avcı% 25 Haziran 2014

! !6

%


Mevlana Sohbetleri

!

Hasan Dede%

!7


Meram’dan Silivrikapı'ya

Grubumuzun Onursal Başkanı Hasan Çıkar 1935 yılında Makedonya’nın Üsküp şehrinde dünyaya gelmiştir. O dönemlerde Üsküp şehri kültür, sanat ve akademik anlamda Balkanların en önemli merkezlerinden bir idi. Hasan Çıkar çocukluk yıllarında, birçok manevi kuruluşun da yer aldığı kentte dini eğitim almıştır. Üsküp’te bulunan Murat Paşa Camii ve Yahya Paşa Cami’lerinde görev alan Hasan Çıkar, eğitimini tamamlayarak ailesiyle birlikte 1959 yılı sonlarında İstanbul’a göç etmiştir. % Ailesinden aldığı dini terbiye ve Üsküp’teki tasavvufi çevrelerin etkisiyle İstanbul’da daha da çok yoğunlaşan tasavvuf sevgisi ve ilgisi O’nu önce kitap okumaya ve araştırma yapmaya yönlendirmiş daha sonrada İstanbul’daki tasavvufi çevrelerle kaynaşmasıyla devam etmiştir. Girdiği çevrelerde yaptığı Mevlana aşkıyla dolu olan konuşmaları, kendisini daha önceleri Üsküp’ten tanıdığı ve ileride ilham kaynağı olacak Hakkı Dede’ye kadar götürmüştür.% Böylece Onursal Başkanımız Hasan Çıkar 1960 yılında Üsküp Mevlevihanesi'nin son postnişini Hakkı Dede ile tekrar karşılaşmış ve hayatında yeni bir dönem açılmıştır. Hakkı Dede’yle karşılaştıktan ve O’nun güzelliklerini gördükten sonra O'nun öğrencisi olmuş ve Mevlevi Kültürüne gönül vermiştir. Bu tarihten itibaren Hakkı Dede’nin yanında bulunmuş ve aralarındaki mana dolu o yüce ilişki Hakkı Dede’nin kendisine manen soyunması ile devam etmiştir. Ve 1965 yılında Hazreti Mevlana’nın manevi temsilciliğine ulaşmıştır. % !8


Mevlana Sohbetleri

Halen Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi’nde her Perşembe günü halka açık düzenlenen toplantılarda, yurtiçinden ve yurtdışından gelen birçok Mevlana hayranlarının sorularını yanıtlamakta ve Hazreti Mevlana'nın ilahi birlik mesajını aktarmaya devam etmektedir.%

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !9


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Çok değerli arkadaşım, kardeşim, Melami Şeyhi Mahmut Efendi ile sohbete başlamadan önce, yüce Pir Hazreti Mevlana’mızdan, selam olsun üzerine, bir kaside dile getirmek istiyorum:! “Şarabımızın nurundan dünya aydınlandı. Bedir sakimiz, Süreyya kadehimiz oldu. Aşk imanımız, dostlar yalnızlık bostanımız, ağaçlık nedimimiz, gül yanağımızdır.% Aşkı olan kimsenin yeri aşıklar meclisidir. Aklı olan kimse ise, o meclisten ve bizden uzak kalmıştır.% Gaybı görecek gönül gözü olmayan kimse, bunu kazanmak için hemen istekle Efendimizin hizmetine gelsin...”% Hazreti Mevlana, bilginler bilginidir. Onun gibi bir Veli bu dünyaya ne gelmiştir ne de gelecektir. O bir peygamber değildir, ama kitabı vardır. O bir aşk peygamberidir. Hazreti Muhammed Efendimizi kendisinde tamamiyle bende etmiştir, hatta tam manasıyla O olmuştur. Kendi hakikatini söylediği şu cezbelerinde ise bizi yüceliği ile büyülemektedir. Ve cihan sultanı Hazreti Muhammed Mustafa'ya nasıl bende olduğunu, O olduğunu dile getirmektedir:! "Hazineyi açtılar, hepiniz elbiseler giyin.% Mustafa yine geldi iman edin.% Dokuz felek ile her felekte bir zaman dönüp dolaştım.% Senelerce yıldızlarda, burçlarda devrettim.% Bir müddet görünmedim, O'nunla idim.% !10


Mevlana Sohbetleri

Lahutiyette Hakk’a en yakın idim.% Ana karnındaki çocuk gibi gıdamı Hakk'tan aldım.% İnsan bir kere doğar, ben bir çok defalar doğdum.% Cisim hırkasını giydim işler gördüm.% Çok kere bu hırkayı kendi ellerimle yırttım.% Geceleri zahitlerle mabetlerde sabahladım.% Kafirlerle puthanede putların içinde uyudum.% Kıskancın acısı benim. Hastanın şifası benim.% Hem bulut, hem yağmurum, çayırlara yağarım.% Ey derviş! Benim eteğime asla fanilik tozu konmadı.% Sonsuzluk aleminin bağında ben bol bol gül topladım.% Ben sudan, ateşten, inatçı rüzgardan, şekle girmiş topraktan değilim.% Evlat ben tertemiz nurum. Tebrizli Şems'te yok olmuşum.% Eğer beni gördüysen kimseye gördüğünü söyleme"% Hazreti Mevlana gerçekten de bu ebediliği kazanmıştır ve o artık sevenlerinin gönüllerinde yaşamaktadır. Bir seslenişinde de şöyle buyurur:! “Ben görünen ve görünmeyenim. Uykudaki göz gibi açığım ve gizliyim. Varım ve yokum. Gül suyundaki koku gibi. Söyleyen ve susanım, kitaptaki yazı gibi.% Her devirde peygamber makamında bir veli vardır ve bu kıyamete dek sürüp gider. Diri ve faal imam o velidir. İster Ömer soyundan, ister Ali soyundan olsun, her şey onun hükmündedir. Hem gizlidir, hem gözönünde. O, nura benzer. Akıl onun Cebrail'idir.”% Bizler de Hazreti Mevlana’ya gönül vermiş aşıklar olarak, acizane Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi’nde elimizden geldiğince yüce !11


Meram’dan Silivrikapı'ya

Pir Hazreti Mevlana’mızın yolunda hizmet edip, layık olabildiğimiz kadar Onu temsil etmeye ve Onun hakikatlerini dile getirmeye çalışıyoruz.!

! - Bu konuda oldukça mütevazi davranıyorsunuz Hasan Dede. Sizin 1965 senesinden beridir Hazreti Mevlana’yı manen giydiğinizi ve Onu temsil ettiğinizi söylemeden geçmek istemiyorum. Hatta 1987 senesinde Konya’da düzenlenen Şeb-i Arus törenlerinde postnişin sıfatıyla Hazreti Mevlana'yı temsil etmiştiniz. Ve Galata Mevlevihanesi’nde 1981 senesinden itibaren, Mevlevihanenin tadilata girdiği 2007 senesine kadar hizmet edip, meydan açtığınızı da biliyorum.! - Evet, ne kadar şükretsek az, Hazreti Mevlana’nın yüce keremleri sayesinde bu yolda çok güzel hizmetlerde bulunmak, Çağdaş Mevlana Aşıkları olarak yüce Pirimizi yurtiçinde olduğu kadar, yurtdışında da birçok ülkede temsil edebilmek nasip olmuştur. ! Galata Mevlevihanesi’nin postnişinliğini yapmış ve Hazreti Mevlana’yı kendisinde bende etmiş olan Şeyh Galib Dede’nin de, selam olsun üzerine, Mevlevilik yolundaki hikayesi oldukça ilginçtir. ! Şeyh Galib Hazretleri, 17 yaşlarında posta oturmuştur. Yaklaşık 13 yaşlarında iken, annesi !12


Mevlana Sohbetleri

ve babası onun dergaha gitmesinden hoşnut değillerdi. Oğullarının dünyevi ilimler üzerinde tahsil görmesini istemekteydiler. Kendileri bunu Şeyh Galib Efendi’ye söyleyemedikleri için mürşidi Esrar Dede’ye, oğullarını dergahdan göndermesi için bir mektup yazmayı uygun görmüşlerdi. Fakat Esrar Dede’nin buna cevabı şöyle olmuştu, “Burası red kapısı değil, Hakk kapısıdır. Ben bu kapıdan kimseyi geri çeviremem. Bana bir daha böyle bir mektup yazmayın.”% Bunun üzerine anne ve babası Şeyh Galib’i başka yollarla dergahdan soğutmaya çalışmışlar ve Şeyh Galib, bir süre sonra anne ve babasının bu konuşmalarından etkilenmeye başlamış ve kafasına dünya girmişti. Mürşidi Esrar Dede, onun bu halini görmüş fakat hiçbir şey söylemeyerek susmayı tercih etmişti. ! Bir gün Şeyh Galib, dergahdan çıkmış, kafası karışık bir halde yolda yürürken, Karaköy yokuşunda başı dönmüş, ayağı kaymış ve diz üstü yere düşmüş. Yerden başını kaldırdığında bir de ne görsün, gökyüzünden yeryüzüne doğru bulutlar akın akın geliyor. Bunun üzerine duraklamış ve, “Rabbim” demiş, “bunlar yağmur değil, kar da değil, nedir bunlar?” İçinden şöyle bir nida gelmiş, “Ya Galib, bunlar denizdeki ve yeryüzündeki mahluklara rızıktır.” “Peki” demiş Şeyh Galib, “insanın rızkı nedir?” İçindeki ses

!13


Meram’dan Silivrikapı'ya

yine cevap vermiş, “İnsanın rızkı nurdur, diğerleri hepsi nefsi gıdadır.”! Bunu duyar duymaz, kalkmış yerden dosdoğru dergaha geri gelmiş. Esrar Dede, onu görünce şöyle seslenmiş, “Deme Galib gelmem, gayri getirirler.”% İşte böyle, açarlar kapıyı, gösterirler, sen yerinden bile kıpırdayamazsın.! Şeyh Galib, kimliğine ulaştıktan sonra şöyle bir şiir yazmıştır; şimdi bu şiirden bir alıntı yapalım.! “Yine zevrak-ı derunum kırılıp kenare düştü”% Öyle bir coşku var içimde ki, ama karşımda beni anlayacak, kemalata ermiş insan yok.! “Dayanır mı şişedir bu reh-i seng sare düştü”! Senin, diyor, esrar-ı rengin, yani kainatı yarattın girdin içime, nasıl anlatayım ki seni ben.! “Reh-i Mevlevide Galib bu sıfatla kaldı hayran”% “Kimi terk-i nam u şane kimi i'tibare düştü”% Şimdi bir insan, bir Hakk yoluna, hangisi olursa olsun, intisab etti mi, bilsin ki, kendini ölümsüzlüğe götürmektedir. Ama bunun için çalışacak, o güzellikleri kendinde çoğaltacak ve O olmaya çalışacak. Bunu söylediğimiz zaman, O kimdir? Hakk’dır.!

!14


Mevlana Sohbetleri

Hazreti Mevlana’mız şöyle der, selam olsun üzerine:! “Sen O’musun? O sen misin?% Sen O isen, O sen ise,% Bu alemde ne diye gam çekersin?”% Galip Dede Hazretleri de Hazreti Mevlana’nın bu sözlerinden etkilenerek, şöyle buyurmuştur:! “Gam, keder ne varsa bu alemde, halk-ı cihanındır.% Aşıkta gam, keder ne gezer.”% Hakk’ı var etmiş kendinde, vermiş gönlünü iman ettiği yere. Hiç onda gam, keder olur mu? Kendinde yaşamıyor ki, geçmiş kendinden, tüm varlığı Hakk olmuş.! Yine Hazreti Mevlana’mız der:! “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü ömür sayma.”% Eğer sevgi olmadan, aşk olmadan yaşıyorsan, bil ki sen ölmüşsün. Ama bir yere gönlün varsa, muhabbetin varsa, o zaman yaşıyor ve yaşatıyorsun.! Biz, Allah’ı yaşatmak için geldik bu aleme. Dünya nimetleri için gelmedik. Ama bu demek değil ki, dünyadan elini ayağını çekeceksin. Elin dünyada olsun, ama gönlünü verme. Gönlün Allah’da olsun. Kazandıklarınla da hayır yapmaya koş, Allah yolunda harca ki, Allah’ın !15


Meram’dan Silivrikapı'ya

rızasını kazanasın. Çünkü dünya nimetlerinin hiçbiri kabire gitmez. ! Bakın Yavuz Sultan Selim, vasiyetinde, Hakk’a yürüdükten sonra, elinin tabutundan dışarı çıkarılmasını istedi. Neden? Halk görsün istedi ki, bu kadar zenginliğe, mala, mülke rağmen, yine de Allah’ın huzuruna eli boş gidiyor. Bütün malı, mülkü yine dünyada kalıyor.! İşte Yunus da şöyle diyor:! “Kim bu malın sahibi? Kim bu mülkün sahibi?% Nerde bunun eski sahibi?% O yalan, bu yalan; vermişler eline biraz oyalan.”% Yani sonuç itibariyle, dünya nimetleri yine dünyada kalır, ancak işlediğin güzel ameller seninle beraber yola çıkar.!

! Evet, şimdi sözü Mahmut Efendi’ye verelim ve onu dinleyelim. Mahmut Efendi, Nur Muhammed Hazretleri’nin temsilcisidir ve benim yaklaşık 30 seneden beri manevi dostumdur. Şimdi onun soruları ve fakirin cevaplarıyla sohbetimize başlayalım; Cenab-ı Allah ne ikram ederse hep beraber dinleyelim. Soran Hakk, cevaplayan Hakk, dinleyen Hakk… Buyrun Mahmut Efendi, sizi dinliyorum.! !16


Mevlana Sohbetleri

- Öncelikle burada olmaktan ve sizlerle Hakk’ın güzelliklerinden söz etmekten çok büyük haz alıyorum ve gurur duyuyorum. Muhabbetimizin iki cihanda daim olmasını temenni ederim. ! Hasan Dede, siz sohbetlerinizde çoğu zaman Mesnevi’den anlatıyorsunuz. Bizlere Cenab-ı Mevlana’nın eseri ‘Mesnevi’ hakkında ne söylemek istersiniz?! Mesnevi, Kur’an ayetlerinin aşkla yapılmış yorumlarıdır, tevilidir ve bizi bizlere anlatır, kesinlikle bizim dışımızda değildir. ! Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’i yazdıktan sonra istihareye yatmıştır ve Peygamber Efendimiz, selam olsun üzerine, daha ilk akşam onun manasında tecelli etmiştir. O manada, Peygamber Efendimiz, Mesnevi’yi eline almış ve gülümseyerek “Celaleddin çok hoşuma gitti. Manevi kardeşlerim, böyle bir eser yazmayı çok istediler ama bu sana nasip oldu. Bunu ümmetime sun, mübarek olsun” demesi üzerine Mesnevi-i Şerif, insan toplumuna sunulmuştur.! Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, diyor ki: ! “Ben yaşadıkça Hazreti Muhammed Muhtar’ın ayağının tozuyum. Eseri Kur’an-ı Kerim’in kölesiyim. Beni bunun dışında kim görürse, ben o kişilerden bizarım.” %

!17


Meram’dan Silivrikapı'ya

Mesnevi-i Şerif, Kur’an-ı Kerim’in tevilidir ama Kur’an baştadır. Hazreti Mevlana, Kur’an-ı Kerim’e daima çok büyük hürmet etmiştir.! Muhammed Mevlana’mız, Hazreti Resulullah Efendi’mizin bendesi olarak, onun iç alemini en güzel şekilde keşfetmiş, Hazreti Peygamber Efendi’mizi yaşadığı devire göre taşımış, bütün insanlık alemini kucaklamış, dinlerde ayrım yapmamış, hepsini bir görmüş, birlikten söz etmiş ve ikiliğe hiç yer vermemiştir. Bu yüzden dünyamızda, onun kadar sevgiden, aşktan ve birleyici sözlerden konuşan başka bir mütefekkir zuhura gelmediği için, bugün bütün insanlık alemi Pirimiz Hüdavendigar Hazreti Mevlana’yı sevmektedirler. Hazreti Mevlana’ya saygı Hazreti Muhammed’e saygı demektir, çünkü Peygamber Efendi’mizin, selam olsun üzerine, yaşadığı devirde toplum o kadar cahildi ki, bu yüzden halka iç alemini açamamıştı.! Hazreti Mevlana’mız, selam olsun üzerine, Kur’an-ı Kerim’den çok derin manalar çıkarmıştır ve demiştir ki:! “Bendeniz, Kur’an-ı Kerim’in bir ayetine mana vermeye kalktım; denizler mürekkep oldu, ağaçlar kalem oldu, yapraklar kağıt oldu. Ben nanayı yazmaya başladım; denizler kurudu, ağaçlar tükendi, yapraklar bitti, fakat mana bitmedi.”%

!18


Mevlana Sohbetleri

Bunu söyleme sebebi şu idi; bir insan sevgilisinin hakiki cemalini görürse, onun kimliğine vakıf olursa, onda kendini fani kılarsa, o güzel yüze aşkla baktığı için güzel manalar çıkarır.! Şimdi bakın Hazreti Mevlana ne diyor:! “İslam, kör ve topal olarak bu alemde varlığını sürdürüyor.”% Bunu da neden söylüyor? Çünkü toplum hala Hazreti Peygamber Efendi’mizin dışında hayali bir Allah’a inanıyor ve bu yüzden O’nu tam olarak anlayamıyor ve Kur’an-ı Kerim’in de o derin manasına eremiyor. ! Biz burda hep insanı işliyoruz. Bizler kazançdayız, çünkü ölümsüzleri kendimize dost edindik ve en başta Hazreti Muhammed Efendi’mize yüz tuttuk. Bizler, bir mürşid-i kamilin vasıtasıyla onları gönlümüze koyarsak ve onlarla yola çıkarsak, bir gün gelir dünya ömrümüz biter ama, yine mürşid vasıtasıyla Hazreti Muhammed’e yola çıkılır, ölümsüzlüğe ulaşılır. Çünkü Allah, bilgileri insanla bildirir. B ü t ü n b i l g i l e r, H a z r e t i M u h a m m e d Efendi’mizin iç aleminde zuhura gelerek, insan toplumuna sunulmuştur. Hazreti Peygamber Efendi’miz, bütün varlıklara sevgi ile bakmış ve ne varsa bu alemde, hepsi hal diliyle ona kimliklerini açıklamıştır. Allah, Hazreti !19


Meram’dan Silivrikapı'ya

Peygamber Efendi’mizle dile gelmiştir. Ne diyor Hazreti Muhammed? “İkre!” Bunun anlamı nedir? “Oku!” Peki Hazreti Mevlana ne diyor? “Bişnev!” Bunun anlamı da, “Dinle!” demektir. ! Hazreti Muhammed Efendi’mizin, Cenab-ı Mevlana’mızın ve bütün Piran Efendi’lerimizin davası, bizleri kendilerine vakfetmek, bizleri kendileri gibi ortaya çıkarmak ve bizlere kimliklerimizi kazandırmaktır.! Şimdi buraya belki yüz kişi gelir ama, bu güzelliklere ancak beş ya da on kişi vakıf olur.! İşte Hazreti Mevlana’mız buyurur:! “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü ömür sayma.”% Bir yere sevgini vermemiş isen, sevgini aşka dönüştürmemiş isen, sen yaşıyorsun ama, aslında ölmüşsün.! Bir’i buldun mu hepsini bulmuş olursun. Bir peygamberi buldun mu hepsini bulmuş olursun. ! Allah akıl vermiş, onu da başa koymuş. Şimdi sen bu güzel eserleri okur ve bu güzellikleri kendinde büyütürsen, sen de güzel bir insan olursun.! Evliyaullah’ın hepsi Hazreti Muhammed Efendi’mizin kardeşleridir. Hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin nuruyla nurlanarak bu topluma çıkmışlardır. Onların gönlünde, Hazreti !20


Mevlana Sohbetleri

Muhammed Efendimiz ve Ehl-i Beyt’imiz vardır.! Bu nedenle biz burada devamlı Hazreti Muhammed Efendimizi dile getiririz. Çünkü o şefkat ve merhamet doludur. Güzel kerametleri sonsuzdur. O, bir öcü değildir. O, bir kanun adamı değildir. O, bu aleme kendisini sevdirmek için geldi, bizleri korkutmak için gelmedi. Bizleri ateşlerde yakmaya, ızdırap vermeye, cehenneme atmaya gelmedi. Eğer bizler Hazreti Muhammed’i bu şekilde tanıtırsak, Onun dostu değiliz demektir.! Bir gün biri Hazreti Peygamber Efendimizin huzuruna gelmiş ve, “Ya Resulullah, sana bir sorum olacak” demiş. Peygamber Efendimiz bakmış, hemen adamın bir sıkıntısı olduğunu anlamış. “Buyur, sor.” demiş. Adam devam etmiş, “Bilerek bilmeyerek hatalara düştüm, suç işledim. Yarın bir gün Hakk’a yürüyünce, korkuyorum, cehennemde yanacak mıyım?” Tam o sırada da, karşıdan bir anneyle çocuğu geçiyormuş. Hazreti Peygamber’imiz cevap vermiş, “Şu anneyle çocuğunu görüyor musun?” “Evet” demiş adam “Görüyorum.” Hazreti Resulullah devam etmiş, “O anne ister mi çocuğu ateşte yansın?” “İstemez” demiş adam. “Peki, demiş çocuk ateşe düşse annesi ne yapar?” Adam yine cevap vermiş, “Anne hemen atar kendini ateşe.” “Neden?” diye sormuş Hazreti Peygamber. “Çünkü” demiş !21


Meram’dan Silivrikapı'ya

adam, “Anne şefkat doludur.” Peygamber Efendimiz gülümseyerek devam etmiş, “İlahi Hakk! Annede bu kadar şefkat varsa, Allah baştan aşağı şefkattir.”! Hazreti Muhammed Efendimizin bir diğer adı Habibullah, yani Allah’ın sevgilisi. Öyle Tanrı kulları var bu alemde, onu giymiş, onun yüzüyle topluma çıkmış, onun dilinden konuşuyor, onu a n l a t ı y o r. B i z l e r d e b u r a d a H a z r e t i Muhammed’in ruhuna büründük, ondan konuşuyoruz ve onu anlatıyoruz. O bizim sevgilimiz. ! Hazreti Muhammed Efendimiz bir seslenişinde şöyle diyor:! “Benim ümmetim, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerden efdaldir.”% ‘Ümmet’ in manası nedir? Bütün kendine faydası olmayan bilgilerden arınmış, bedenine Hazreti Muhammed Efendimizi baş etmiş, onu kendine bilgi edinmiş olandır, onun diliyle konuşandır, her yerde onu methedendir; işte ümmetin manası budur.! O ilk ve son Peygamberdir, ondan önceki bütün peygamberler onun nuruyla gelmişlerdir bu aleme. ! Bizler Hazreti Muhammed Efendimizi ne kadar methetmeye kalkarsak kalkalım, yine kabımızın aldığı kadar ondan bahsedebiliriz; çünkü o !22


Mevlana Sohbetleri

manevi bir okyanusdur, onun rahmeti sonsuzdur, o iki cihanın nurudur, onun güzelliklerinin ne başı vardır ne de sonu. O hiçbir varlığa kem gözle bakmamış ve kırıcı konuşmamıştır. İncinmiştir ama incitmemiştir. ! İbadet korkuyla yapılırsa hiçbir işe yaramaz. İbadet sevgiyle aşkla yapılır. Hazreti Muhammed’imizin yolu sevgi yoludur, aşk yoludur. ! Cenab-ı Mevlana’mız şöyle buyurur:! “Mahşeri görmek isterseniz gündüze bakın,% Ahireti görmek isterseniz geceye bakın.% Aşığa ne mahşer gerek, ne ahiret gerek,% Yalnız Sevgilisi gerek...”% Yani manevi aşk herşeyin üstündedir. Hazreti Muhammed Efendimiz sadece sevgi ve gönül istemiştir. Eğer ona sevgini vermişsen ve temiz bir gönülle bağlanmışsan, sen heryerde onunlasındır.! Hazreti Mevlana’mız da bir aşk ehlidir, bir aşk peygamberidir.! Aşk, sevenin kimliğini alan, seveninde kendini var eden ve Sevgiliye anında ulaştıran bir vasıtadır. Aşık ölüdür, Maşuk diridir. Aşıkta var olan Maşuktur.!

! !23


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Hasan Dede, biraz da Şems-i Tebrizi Hazretleri’nden konuşalım istiyorum. Bilindiği üzere, Kirman, İran’da kimyonun en çok yetiştiği şehirdir. Şems-i Tebriz Hazretleri’nin bir benzetmesi var, diyor ki: “Kimyonu Kirman’a götürmekte ne fayda var? Tanrı kapısına da canını götürsen bunun aynıdır, ne faydası var? O kapı canların yaratıldığı yerdir, oraya orda olmayan bir şey götür. Sen O’na niyaz ve yalvarma, yakarma götür. Zira niyazsız olan Allah, niyazı sever. Oraya yokluğunu götür ki, sana lütufda bulunulsun. O da aşktır. Bir kere aşk tuzağına düştün mü? O seni sarar gider.” Şöyle bir ayet-i kerime de var: “Allah’ı severseniz, O da sizi sever!” Bunun hakkında ne buyurursunuz?! - Şimdi Şems-i Tebrizi Hazretleri, selam olsun üzerine, bu menkibede şunu dile getirmek istiyor:! Sevgili, senin canını istemekte değildir. Sen O’na canını verirsen, o Sevgili kiminle muhabbetini dile getirecek? Kiminle kendini yadedecek? Sevgili’nin istediği şey sevgidir. O’na sevgini büyüteceksin, gönlünü vereceksin, o sevgi aşka dönüşecek. Sevgi, aşka dönüştükten sonra, senden kimlik kalkacak ve sende Sevgili kimliğini gösterecek.! Hazreti Mevlana’mız buyurur ki:! “Aşık ölüdür, aşıktan görünen Maşuktur!”! !24


Mevlana Sohbetleri

Aşk, insanı hedefine ulaştıracak en hızlı vasıtadır. Hem hedefe ulaştırır, hem de ulaştırdığı yerde yokluğa erdirir. Nereye sevgini ve aşkını verdiysen, orası sende tecellisini gösterir. ! Yine Hazreti Mevlana’mız der:! “Ey Aşık! Benim makamıma geldiğinde, bana Maşuk diye hitab ediyorsun.% Ey Aşık! Aşk ile geldiğinde, ziyaret eden de sensin, ziyaret edilen de sen...”% İşte Şems-i Tebrizi Hazretleri’nin anlatmak istediği de budur. Sevgili’ne sevgini, aşkını, muhabbetini, gönlünü götürürsen, o Sevgili senden hoşnut olur.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !25


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Hasan Dede, sizin de bildiğiniz gibi, Cenab-ı Şems ikinci sefer Konya’ya geldiği zaman, Konya camilerinde vaazlar vermeye başlıyor ve Hazreti Mevlana da bu vaazların kayda alınmasını buyuruyor ve böylece daha sonra bu kayıtların derlenmesinden Şems Hazretlerinin ‘Makalat’ isimli eseri ortaya çıkıyor. Şimdi, Peygamberimiz Hazreti Muhammed Efendimiz, bir hadisinde diyor ki; “Ahiret ehline dünya haramdır ve dünya ehline ahiret haramdır. Tanrı ehline ise hem dünya hem de ahiret haramdır.” Şems Hazretleri de buyuruyor ki; “Mevlana, Tanrı’ya aşık bir kişidir. Hem bu dünyayı hem de ahireti unutmuştur. Mevlana, Tanrı aşkıyla sarhoştur, fakat aşkta uyanık değildir. Ben ise sarhoşum, ama aynı zamanda uyanığım da. Ben sarhoş olsam da uyanıklığımı kaybetmem. Dünyanın haddine mi bana perde olsun, veya benden saklansın!” Şems Hazretleri bu sözleriyle sizce ne anlatmak istiyor Hasan Dede?! - Şimdi burda Şems-i Tebrizi Hazretleri, selam olsun üzerine, şunu dile getirmek istiyor. Hazreti Mevlana’nın, selam olsun üzerine, her zerresi aşktan sarhoştu ve tamamen teslimiyetteydi. Ne dünya ile ne de ahiret ile bir pazarı vardı. Onun pazarı tamamen Allah ileydi. Hazreti Mevlana patlamaya hazır bir volkan gibiydi ve bu patlamayı yapacak bir kıvılcım bekliyordu. İşte Hazreti Şems, Mevlana’nın !26


Mevlana Sohbetleri

kıvılcımı oldu. Cenab-ı Mevlana, Hazreti Şems’in ateşinde öyle bir parladı ki, hem Şems yandı hem de bütün dünya onun muhabbet ateşinin nuruyla aydınlandı. ! Bundan şunu anlamamız lazım, yine Hazreti Mevlana‘nın tabiriyle:! “Aşka biraz akıl girerse aşk tamam değildir.”! Hazreti Şems şöyle buyurur der ki; “Ben Mevlana’yı bir sefer irşad ettim. O beni sayısız sefer irşad etti.” Bu da şöyle zuhur etmiştir. Hazreti Mevlana, devamlı Feriduddin-i Attari’nin kitabını okuyordu ve elinden hiç düşürmüyordu. Bir gün Hazreti Şems, onun kitabını elinden aldı, suya attı ve Cenab-ı Mevlana’ya şöyle seslendi; “Sen neden hala başkalarının kitaplarını okuyorsun? Sen bundan böyle kendi eserlerini yazacaksın.” Hazreti Mevlana kitabın suya düşmesinden çok üzüldü. Şems Mevlana’nın bu üzüntüsünü görünce dayanamadı ve uzandı kitabı tekrar sudan çıkardı, kitap hiç ıslanmamıştı, kupkuruydu. Hazreti Şems gösterdiği bu keramet üzerine yine Mevlana’ya şöyle buyurdu; “Aradığın o yüce varlık sensin, ne diye hala başka yerlerde arıyorsun.” Cenab-ı Mevlana bunu duyunca kendinden geçti ve işte o anda parladı ve onun bu parlamasından onbinlerce beyit meydana geldi.!

! !27


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Cenab-ı Şems bir sohbetinde diyor ki; “Bayeziti Bestami Hazretleri zamanında, bir şeyhin aşık bir müridi vardı. Bu mürid bir gün şeyhine dedi ki; ‘Ben her gün yetmiş defa Tanrı’yı açıkça görüyorum.’ Şeyhi de ona şöyle cevap verdi; ‘Senin bir kere Bayezit-i Bestami’yi görmen, Tanrı’yı yetmiş defa görmenden daha iyidir.’ Şeyhinin bu cevabı üzerine mürid dışarı çıktı ve Bayezit-i Bestami’yi gördüğünde düşüp öldü.” Hazreti Şems bununla ilgili şöyle buyuruyor; “O, sevgili yolunda canını verdi, kendinde bir parça dahi nefs kalmamıştı, onu da feda etti.” Bunu nasıl yorumlarsınız Hasan Dede?! - Şimdi bu mürid başka hayali Tanrı’lar peşindeydi, putları çoktu. Ne zaman Bayezit-i Bestami’nin, selam olsun üzerine, hakiki yüzünü gördü, o zaman kendinden geçti ve artık dünyada daha fazla kirlenmemek için de Hakk’a yürüdü. Aslında bütün dava şu; bir mürid sıdkı bütün imanla ikrar verdiği yere bağlanırsa, gönlünü tamamiyle bağlandığı yere verirse, Peygamberini, Tanrı’yı ve Tanrı’nın sevgililerini ikrar verdiği yerde görürse, yavaş yavaş artık onda perdeler kalkar, çok şeyler görünür ve artık kimsenin sözü ona tesir etmez. Hazreti Mevlana’yı ele alalım, Divan-ı Kebir’inde öylesine kasideler dile getiriyor ki, akıllar duruyor. Hazreti Mevlana henüz yedi yaşındayken Cenab-ı Hakk bir sefer ona yüzünü gösterdi. Mevlana bununla yetinmedi, !28


Mevlana Sohbetleri

büyük bir aşkla o yüzün peşinde koştu ve onun sayısız sefer değişik yüzünü gördü ve onda yandı. Şimdi herkesin anlayabilmesi için şöyle bir örnek dile getirelim; dünyada altıbuçuk milyar insan var, ve bunun birbuçuk milyarında Hazreti Muhammed’in nuruyla nurlanmış güzel yüz var diyelim. Şimdi o birbuçuk milyar nurlu yüzü bir cemalde toplayalım, acaba kendi aklınızla bu cemale bakabilir misiniz? Bakamazsınız, çünkü anında erir ve su haline gelirsiniz. ! Cenab-ı Mevlana buyurur der ki: ! “Ben hakiki yüzümü gösterecek olsam, başta güneş, ay ve yıldızlar yerinden oynar ve dünyanın nizamı alemi bozulur.” % Onlar, bizler gibi, sıradan bir insan suretine bürünmüşler ve örtmüşler hakiki yüzlerini. Ancak bunu anlıyacak olan yolcudur, yani müriddir. Bir mürid daha önce de söylediğim gibi sıdkı bütün bir imanla ve pürüzsüz bir sevgiyle ve aşkla bağlanırsa ikrar verdiği yere, işte o zaman manasında kabı taşıdığı kadar açarlar yüzlerini ve mürid o yüzde yanar, aşık olur ve artık hep o yüzün peşinde koşar. Bütün Evliyaullah, hepsinin selam olsun üzerlerine, kapları taşıdıkları kadar geceleri Hazreti Muhammed’in yüzünü gördüler ve onun aşkında yandılar. Şimdi, kimse cübbeye, bilgiye !29


Meram’dan Silivrikapı'ya

veya ilme aşık olamaz, ama hakiki yüzü gördü mü sevgisi artar ve aşka dönüşür.! Hazreti Ali de, selam olsun üzerine, şöyle buyurur: ! “Ben görmediğim Allah’a ne inanırım, ne de iman ederim.” ! Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Muhammed Efendimizin terbiyesinde büyüdü, onun her sözüne inandı ve iman etti. Hazreti Ali, Hakk’ın nurunu Hazreti Muhammed’de gördü. Mürşid-i Kamil’ler de Hazreti Muhammed Efendimizin varisleridirler, onu kendilerine bende etmişlerdir ve onu temsil ederler.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !30


Mevlana Sohbetleri

- Hasan Dede, bir Hintli mürşid diyor ki; “Susamış kimse buraya gelsin. Susamış kimse başkasının su içmesini seyrederek susuzluğunu gideremez. Su içmek istiyorsan kuyuya gel, yoksa kuyu sana gelmez.” Aynen Cenab-ı Mevlana’nın “Gel, gel…” demesi gibi. Bunu nasıl yorumlarsınız?! - Bu sözlerde aslında herşey açıkça söylenmiş. Burda susamış kimse Hakk’ı arayan yolcudur, suyun kaynağı da mürşid-i kamildir. Mürşid, susamış kişiye Ab-ı Hayat’tır. Aynı şekilde, bir hasta da şifa bulmak için doktora gider, doktor hastanın ayağına gitmez. Bir kimse ruhunu temizlemek, benliğinden ve kötü huylarından arınıp güzel bir insan olmak ve Hakk’ı bulmak istiyorsa gerçek bir mürşid-i kamile gelmeli ve ikrar vermeli. Çıktığı yolculuğunda mürşidine sevgiyle, aşkla, imanla bakmalı ve tam bir teslimiyet içinde olmalı. Böyle olursa, zamanla g ü z e l b i r i n s a n o l u r, b e n l i ğ i n d e n v e sıkıntılarından kurtulur ve refaha erer. Ve belki bir gün bir de bakar, kabı taşıdığı kadar Hakk’ın güzellikleri onda tecellisini gösterir.! Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, buyurur der ki:! “Bizim ilmimiz sevgi ilmidir. Bizler bütün varlıklara sevgi ile bakarız. Cihan benim tekkemdir, alem de medresem. Sevgi ilmini öğrenmek isteyen, bize gelsin.” % !31


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Cenab-ı Hakk, Kur’an’da Tebareke Suresinin ilk iki ayetinde diyor ki; “Önce ölümü yarattım sonra hayatı.” Bununla ilgili ne söyleyeceksiniz?! - Bu ayetten şunu anlamalıyız; herşey yokluktan varlığa kavuşur. Evliyalar, selam olsun üzerlerine, evliya mertebesine ermeden önce ilmi zahiri bıraktılar, bir mürşid-i kamilin karşısında öldüler ve onun huzurunda yeniden doğdular. Doğduktan sonra da doğdukları, yani yeniden can buldukları yer ile yol almaya devam ettiler ve topluma faydalı çok güzel insanlar oldular. Ölmekteki mana, nefsin kötü huylardan arınması, manevi güzelliklere kavuşmasıdır. Bir kişi, bu şekilde ölmediyse eğer, diri sayılmaz. Benliğinde yaşamaya devam ettiği ve ikilikte kaldığı müddetçe diri değildir. ! Hazreti Mevlana der ki:! “Bu kainatta ne görüyorsanız benim nazarımda hepsi uykudadır, ölüdür.”% Ne zaman ki, o kişi, bir Hakk dostuyla, yani bir mürşid-i kamille yola çıkar ve tam bir teslimiyet içinde olursa, işte ölümün arkasından dirilik doğar. Tam bir teslimiyet içinde olmak ne demektir? Kendi aklını bırakarak, ikrar vererek bağlandığın mürşidine uymak, onun aklıyla aklını büyütmek ve olgunlaştırmaktır. Çünkü gerçek bir mürşidin de bağlı olduğu yer Hazreti !32


Mevlana Sohbetleri

Muhammed’dir. Hazreti Muhammed, Akl-ı Küll’dür. Bunun manası da şudur, Hazreti Muhammed’in her zerresi akıldır, güzelliktir. !

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !33


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Hasan Dede, bildiğiniz gibi Ömer Hayyam ve Şeyh Kadri Baba rind meşrepliydiler. Şeyh Kadri Baba’yla ilgili kısa bir hikaye anlatmak istiyorum. Şeyh Kadri Baba, kendisi çok temiz bir gönül sahibiydi, bir gece yine içmiş, elinde sigara ile de uyuyakalmış ve yorganı yakmış. Bunu görünce, “Ya Rabbi!” demiş, “bir yorganım vardı, onu da aldın elimden.” Şimdi Şems-i Tebriz Hazretleri de diyor ki, “Asıl bir güzel var, ona kul ol da huzura kavuş. İnsanda ekmek ve giysi kaygısı var, halbuki gerçek bir kulda böyle kaygılar bulunmaz. Tanrı, senin rızkını ve giysini verir. Bir derviş, derviş olmalıdır sessiz.” Evet, bununla ilgili yorumunuzu alabilir miyim?! - Şimdi, Ömer Hayyam gibi, Şeyh Kadri Baba gibi insanlar zuhura gelmişlerdir. Hatta yakın zamanımızdan, Neyzen Tevfik de rind meşrepliydi. Bizim Mevlevihanelerden, Bahariye Mevlevihane’sinin müridanı olsun, dedeleri olsun, onlar da rind meşrepliydiler. Şimdi onlar rind meşrepliydiler ama, temiz bir gönülle bağlanmışlardır intisab ettikleri yere ve oranın güzellikleriyle kendilerini değişik hallere sürüklemişlerdir. Aslında dem onlarda bahanedir.! İşte Cenab-ı Mevlana şöyle buyurur:!

!34


Mevlana Sohbetleri

“Rakı ve şarap, benden sarhoştur. Ben rakıdan ve şaraptan sarhoş değilim. Ben öyle bir yere yüz tuttum ki, işte ben oranın sarhoşuyum.“% Şeyh Kadri Baba, ruhu şadolsun, Ümmi Sinan Hazretleri’nin temsilcisiydi ve harabattı. Bir gün bir müridiyle beraber bir Rufai dergahına geliyor. O sırada da, o dergahın efendisinin başı ağrıyor ve Şeyh Kadri Baba’nın da harabat olduğunu bildiğinden, kendisinden başının ağrısını geçirmesi için bir nefes etmesini istiyor. Fakat Şeyh Kadri Baba, kendisi nefes etmiyor ve yanındaki müridine onun yerine nefes etmesini söylüyor. Müridi, çok saf ve temiz bir insan, hemen kalkıyor ve nefes ediyor. Ve Şeyh Sadrettin Efendi’nin başının ağrısı bir anda geçiveriyor. Şeyh Sadrettin Efendi dönüp, Şeyh Kadri Baba’ya soruyor, “Neden sen nefes etmedin de, müridinden istedin?” İşte Şeyh Kadri Baba’nın verdiği cevap, “Efendi Hazretleri, ben rind meşrepli bir insanım. Sabah akşam dem alırım. Fakat yanımdaki müridim, her sabah bisikletine biner ve 30 km yoldan dergaha gelir, sabah namazını kılar ve zikire katılır. Koskoca şehirde benim gibi bir sarhoşu kendine seçti. İşte bu yüzden onu kendimden daha saf gördüm ve onun nefes etmesini istedim.”% Bakın zerre kadar benlikte değiller. ! Yine Neyzen Tevfik ile Mehmet Akif de beraber çok dem alırlardı. Fakat Neyzen Tevfik harabattı. Bir havlu asardı duvara, aylarca !35


Meram’dan Silivrikapı'ya

değiştirmezdi. Mehmet Akif’in de tam tersi çok kibar bir yapısı vardı. Bir gün Mehmet Akif artık dayanamıyor ve Neyzen Tevfik’ten havluyu artık kaldırmasını istiyor. Neyzen Tevfik de hemen kaldıracağını söylüyor, fakat haftalar geçiyor aynı havlu yine aynı yerinde duruyor. Mehmet Akif sonunda isyan ediyor ve “Bak Tevfik” diyor, “Sen bir daha ağzınla kuş tutsan da, ben bir daha senin evine gelmeyeceğim, seninle de konuşmayacağım” Ve kalkıyor, evi terkediyor. Aradan aylar, yıllar geçiyor ve o zamanın şairlerinin toplandığı Saraçhane parkında tekrar karşılaşıyorlar. Çok güzel bir gün, havada kuşlar uçuşuyor. Allah’ın takdiri, Neyzen Tevfik atılıyor ve bir güvercini yakalıyor, ağzıyla getiriyor kuşu, Mehmet Akif’in kucağına bırakıyor. Mehmet Akif bir kuşa bakıyor, bir Neyzen Tevfik’e bakıyor ve “Ben sana demedim mi?” diyor, “Sen ağzınla kuş tutsan ben seninle artık görüşmeyeceğim.” Ve sözünden dönmüyor. ! Bunlar harabat insanlardır, hor görmemek gerekir.!

! ! ! ! !36


Mevlana Sohbetleri

- Hasan Dede, sizin de bildiğiniz gibi Şems-i Tebriz Hazretleri pek öyle herkesle anlaşabilen bir kişi değil. Ve bir gün Tanrı’ya şöyle yalvarıyor, “Allah’ım senin has kullarından biri var mı ki, benim sözlerime tahammül edip, beni anlayabilsin?” Bunun üzerine, gayb aleminden kendisine işaret geliyor, “Aradığın kişi Rum diyarında, oraya git!” Ve Şems gidiyor Mevlana’yı buluyor. Daha sonra, Şems-i Tebriz Hazretleri diyor ki, “Mevlana, Ay’dır, benim Güneş gibi vücuduma gözler dayanamaz. Ay, Güneş’e ulaşamaz ama Güneş, Ay’a ulaşır. Kur’an’da buyurulduğu gibi, “Gözler onu görmez ama, o gözlerin gördüklerini görür.” (En’am Suresi, 203.Ayet) Şimdi Hazreti Şems buyuruyor ki, “Her ayet-i kerime bir mesaj, bir aşk mektubu gibidir. Kur’an’ın gerçek anlamını Hakk aşıkları bilir. ‘En el Hakk’ sözünün anlamı, Tanrı’yı tanımaktır, yani ‘Ben Tanrı’nın tefsiriyim’ demektir.” Hazreti Şems’in bu görüşünü nasıl yorumlarsınız, Hasan Dede?”! - Şems-i Tebriz, selam olsun üzerine, buyurduğun gibi, bir münacaatta bulunuyor ve “Allah’ım bana bir mürşit ihsan et” diyor, “çünkü senin sayısız bilinmeyen kulların var.” Bunun üzerine Cenab-ı Hakk kendisine şöyle sesleniyor; “Sana öyle birini ihsan edersem bana ne hediye edeceksin?” İşte Şems’in verdiği cevap; “Sana başımı vereceğim.” Cenab-ı Hakk yine sesleniyor; “Git, Rum diyarında Celaleddin isminde !37


Meram’dan Silivrikapı'ya

birini ara, onu bulursan, işte aradığın kişi odur.” Bunun üzerine bir gün Şems-i Tebrizi Hazretleri Şam’da dolaşırken, Hazreti Mevlana d a o s ı r a d a Ş a m ’ d a b u l u n u y o r, i k i s i karşılaşıyorlar. Şems-i Tebrizi Hazretleri onun aradığı kişi olduğunu hemen anlıyor ve koşup Cenab-ı Mevlana’nın kolundan tutarak durduruyor ve Mevlana’ya şöyle sesleniyor; “Ey cihanın sarrafı! Ara beni bul!” Daha sonra Hazreti Şems-i Tebrizi Konya’ya geliyor ve bir hana konuk oluyor. Handakilere Mevlana’yı soruyor. O sırada handa konaklayan birkaç bilgin Mevlana’yı tanıdıklarını söylüyorlar ve şöyle buyuruyorlar; “Cenab-ı Mevlana gibi aramızda bir bilgin daha yoktur. Kendisi katıra biner ve kırk tane bilgin arkasında gider, bunların da hepsi atlara binerler. Ve Mevlana Hazretleri kilise avlularında ve cami avlularında durur ve Allah’ın büyüklüğünden söz eder. Ayrıca sayısız da müftü yetiştirmiştir.” Hazreti Şems-i Tebriz, Peki giyimi nasıldır?” diye sorunca bilginler şöyle cevap veriyorlar; “Hırkası ipekten, güzel giyinir, saltanatlıdır.” Bunun üzerine Hazreti Şems biraz duraklıyor ve soruyor; “Peki bu zat buralardan geçer mi?” Bilginler cevap veriyorlar; “Sabah saatlerinde atların ayak seslerini duyarsan, bil ki geçen odur.” Bunun üzerine Hazreti Şems sabahı beklemeye koyuluyor ve gün ağarmaya başladığında atların seslerini duyuyor ve cübbesini giyiyor, tacını takıyor ve aşağı iniyor. Şems-i Tebrizi Hazretlerinin asasında Lavza-i !38


Mevlana Sohbetleri

Celal yazıyor, yani ‘Allah’. Harakiyesinde ise ‘La ilahe illallah Muhammeden Resulullah’ yazıyor. Cenab-ı Mevlana atının üzerinde karşıdan gelirken, tekrar çıkıyor karşısına, tutuyor atının dizginlerini ve gözlerini Mevlana’ya dikerek, “Ya Mevlana, sana bir sorum var.” diyor. Hazreti Mevlana, Şems’in yüzüne bakar bakmaz onun halinden kim olduğunu okuyor ve cevap veriyor, “Buyur ya Şems, sorun nedir?” Şems soruyor, “Hazreti Muhammed mi daha büyüktür, yoksa Beyazid-i Bestami Veli mi?” Bu soruyu işitince Hazreti Mevlana celali ve cezbeli bir tavırla diyor ki, “Bu ne biçim bir soru?! Tabii ki Hazreti Muhammed daha büyüktür.” Hazreti Şems devam ediyor, “Peki” diyor, “Hazreti Muhammed Efendimize ‘Allah’a karşı ibadetini yaptın mı?’ diye sorduklarında dedi ki, ‘Yapamadım.’ Aynı soruyu Beyazid-i Bestami Veli’ye sorduklarında, o dedi ‘Yaptım’. Biri dedi ‘Yaptım’ diğeri dedi ‘Yapamadım’, şimdi bunlardan hangisi daha büyük?”% İşte Mevlana Hazretlerinin verdiği cevap; “Beyazid-i Bestami Veli bir havuzdu, o havuza bir gölün suyu döküldü, havuz taştı ve ‘Hırkamın altında Allah’tan başka bir şey yoktur’ dedi. Hazreti Muhammed ise bir okyanustur, bütün denizler Ona aksa, O taşmak nedir bilmez.” % Hazreti Şems, Cenab-ı Mevlana’dan bu cevabı duyar duymaz başını secdeye vurdu. Hazreti Mevlana atından indi, Şems’in koluna girdi ve tam üç ay boyunca halvet oldular, halvet !39


Meram’dan Silivrikapı'ya

boyunca sadece üç simitle karınlarını doyurdular. Birbirlerine sayısız manevi inciler döktüler. Ne zaman ki halvetten çıktılar, ikisi de muma dönmüşlerdi. ! Hazreti Şems Efendimiz, Mevlana’nın putlarını kırmak için onu türlü imtihanlara soktu. Şems olmak kolay değildir, herkes Şems’i taşıyamaz. Bunun üzerine bir gün Şems Hazretleri, Cenabı Mevlana’dan meydandaki bir meyhaneden şarap almasını istedi. Hazreti Mevlana o güne kadar hiç bir meyhaneye girmemiş, şarap da ağzına koymamış; ama diğer taraftan Şems’e de ikrar vermiş, gitmese olmaz. Kalkıyor Cenab-ı Mevlana meyhanenin yolunu tutuyor, giriyor meyhaneye. Meyhaneci karşısında Mevlana’yı görünce çok şaşırıyor, “Buyrun Mevlana Hazretleri, bir şey mi oldu?” diyor. Hazreti Mevlana, “Şurdan bana bir testi şarap doldurur musun?” diye sıkılarak cevap veriyor. Meyhaneci şaşkınlıklar içinde bir testi şarabı Hazreti Mevlana’ya ikram ediyor. Mevlana şarabı alarak çıkıyor meyhaneden, sokakta kimse onu elinde şarapla görmesin diye de şarabı cübbesinin altına saklıyor ama, tam kalabalık halkın arasından geçerken, testi kayıyor, yere düşüyor ve kırılıyor. Her yer şarap oluyor ve etraftaki halk da bunu görüyor ve aralarında söylenmeye başlıyorlar; biri diyor, “Mevlana şarap mı içiyormuş”, öbürü diyor, “Yazıklar olsun, biz kime !40


Mevlana Sohbetleri

inanmışız, kime iman edip sözlerini dinlemişiz!” Cenab-ı Mevlana’nın canı bu duyduklarına çok sıkılıyor, eve dönüyor ve üzüntüden sakalları titreyerek çıkıyor Şems’in karşısına. Hazreti Şems, Mevlana’nın bu halini görünce gülmeye başlıyor ve soruyor, “Hayırdır Mevlana ne oldu?” Hazreti Mevlana başına gelenleri olduğu gibi anlatıyor Şems’e. Şems Hazretlerine tabi ki herşey zaten malum, diyor ki, “O şişeyi gayb aleminden ben düşürdüm. Şimdi söyle bana, seni halkın mı sevmesini istersin, yoksa Hakk’ın mı?” Cenab-ı Mevlana, “Hakk’ın sevmesini isterim” diye yanıt veriyor. Bunun üzerine Hazreti Şems şöyle devam ediyor, “Ben de bunu seni halktan uzak etmek için yaptım.” % Hazreti Şems, Mevlana’yı buna benzer daha birçok imtihanlara tutmuştur. Bundan şunu anlamamız gerekir; bir insan putlarını kırmadıktan sonra hakiki kimliğine ulaşamaz. İnsanı bütün güzelliklerden uzak eden küçük aklıdır. Böyle bir kişi kendi aklını beğenir ve başkalarını hor görür. ! Cenab-ı Mevlana, Hazreti Şems’in elinde piştikten ve bir güneş gibi parladıktan sonra bakın ne diyor:! “Ey insan! Kusursuz kul bu alemde arama. Kusursuz insan yoktur bu alemde, herkeste bir kusur vardır. İnsanlarla iyi geçinmek istersen,

!41


Meram’dan Silivrikapı'ya

herkesin iyi taraflarına bak, o zaman huzurlu olursun.”% İnsan, başkalarında kusur ararken kendi kusurlarını görmez, ama kişi önce kendi kusurlarını görür de, başkalarında kusur aramayı bırakırsa, işte o zaman daha mutlu bir yaşam sürer. ! Bizler burada her zaman Hazreti Muhammed Efendimizi, Ehl-i Beyt Efendilerimizi, Hazreti Mevlana’mızı, Piran Efendilerimizi ve onların güzelliklerini zikretmekteyiz ki, onların o güzel ruhları bizlerde yansıma yapsın. Bizim ruhlarımız Onların ruhlarıyla güzelleşir ve zenginleşir. Zaten birinin ruhu Onların güzel ruhlarıyla temas etmezse, uzlaşmazsa, bu demektir ki, ondaki ruh hayvanidir. Çünkü insan canlı bir dünyadır. Ne varsa dünyamızda, o vardır insanda. Kin mi besliyorsun; surette insansın ama hakikatte devesin. Gurur mu yapıyorsun; surette insansın ama hakikatte tavussun. Hep hırsta mı tutuyorsun kendini; surette insansın ama hakikatte kazsın. Kavgaları mı seviyorsun; surette insansın ama hakikatte horozsun. Bir toplumda tatlı sohbetler yapılırken, bir acı söz söylersen; surette insansın ama hakikatte akrepsin, yılansın. İnatla yola koyuldun mu; surette insan görünürsün ama hakikatte eşeksin, keçisin. İnsanın varlığında bunlardan sayısız var, ama kişi bunlardan !42


Mevlana Sohbetleri

arınmadıktan sonra insan olamaz, insan görünür ama hakikatte hayvandır. İnsan olabilmek için de bir insan-ı kamili kendine ayna etmek gerektir, ayna ile yola çıkan kişi güzel konuşur. Eskiler güzel konuşan bir insan gördüklerinde, “Maşallah, ne güzel konuşuyor, aynaya yüz tutmuş” derlerdi. Bu ne demektir, güzel konuşuyor, çünkü bir Mürşidi var. Mürşidini ayna etmiş kendine, ondan yansıyan güzelliklerle konuşuyor, etrafına güzellik sunuyor. Bazı kişileri de duyarsınız devamlı küfürlü konuşur, onun için de derler, “Aynasız!” Yani, bir aynaya yüz tutmamış, Mürşidi yok, kendi aklıyla yola çıkıyor, kendini beğeniyor, kötü konuşuyor, işte o kişiden her şey beklenir. Böyle bir kişi için hidayet dilemek gerekir ki, bir Mürşide ulaşsın da, insanlığa kavuşsun.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! !43


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Aşık Maşuk’ta kendini yok edip Maşuk oluyor. Hz. Şems ile Hz. Mevlana buluştuklarında, Şems Hazretleri Hz. Mevlana’ya diyor ki; “Gerçi siz iç aleminizin sırlarına vakıf oldunuz, amma ben ise iç alemin içiyim, sırların da sırrıyım ve n u r l a r ı n d a n u r u y u m . ” S u l t a n Ve l e d Hazretlerinin ifadesine göre; “Şems Mevlana’yı aşıklık makamından Tanrı’nın Maşuku, Sevgilisi makamına ulaştırdı.” Sorum şu; Hazreti Muhammed Efendimiz insanlığa şeriat-ı ilahiyeyi getirdi, bu haliyle hitab edip kendini gösterdi. Efendimizin ‘Habibullah’ tarafını bize Hazreti Ali Efendimiz göstermiş olmuyor mu, aynen Hazreti Şems gibi?! - Hazreti Peygamber Efendimiz, selam olsun üzerine, Habibullah, yani Allah’ın Sevgilisidir. Allah Onun için, ‘Sen olmasaydın ben bu alemi yaratmazdım’ dedi. Hazreti Ali Efendimiz Hazreti Muhammed Efendimizin namütenahi güzelliğini keşfetti, Onun güzellikleriyle içini donattı. Mirac’ta da Hazreti Muhammed Efendimiz Hazreti Ali ile karşılaştığı zaman, Hazreti Ali’nin yüzünde kendi güzelliklerini gördü. Şeriata gelince, ismi üstünde şeri at, yani kötülükleri at manasındadır. Ama bu yanlış anlaşılıyor, misal olarak, bir el uzanmış başka birinin hakkına haksız yere tecavüz ediyor diyelim. Elden maksat nefstir, yani nefsine hakim ol, nefsinin yolunu kes hakkı olmayan yere gitmesin. Hazreti Muhammed böyle !44


Mevlana Sohbetleri

b u y u r m u ş t u r, a m a m a l e s e f b u b ö y l e anlaşılmadığı için insanların kollarını kesiyorlar, ellerini kesiyorlar, ayaklarını kesiyorlar. Hazreti Muhammed dememiştir ki, el, ayak kesin. İnsan yeryüzünde Allah’ın binasıdır. Şöyle izah edeyim; bir insan-ı kamil dendiği zaman, o insan-ı kamil kainattır, böyle bir kişiye çirkin muameleler yapılırsa bütün kainata yapılmış olur. Ama kişinin gözü kör oldu mu, nefsi galip geldi mi bütün kötülükleri yapar. Misal olarak Hazreti Hüseyin Efendimize de yaptılar, işte Kerbela vakası. Kime kılıç çektiler? Resulullah’ın torunlarına. İmam Hasan Efendimizi kimin vasıtasıyla zehirlettiler? Hanımı vasıtasıyla. Sonra şunu düşünmek lazım, bu kötülükleri yapanlar, sonra hangi yüzle Hazreti Muhammed’den şefaat bekleyebilirler. Sonuç olarak insan aslında çok mukaddes bir varlıktır, Peygamber Efendimiz bütün kötülüklerden münezzehtir, hiçbir zaman dilinden kötü bir söz çıkmamıştır. ! Hazreti Muhammed Efendimiz buyurmuştur: ! “Allah hiçbir zaman insanlığa kötülük ihsan etmez.”% Fakat insan Allah’a yüz tutmadığı için, yani Onun Habibine, kendisini kötülüklere atar ve Allah buna üzülür, nasıl üzülür, Peygamberi üzüldüğü için üzülür. Onun için insana seksen !45


Meram’dan Silivrikapı'ya

doksan senelik bir ömür verilmiştir ki, belki bir gün gelir de yaptıklarından utanır, tövbe eder ve nadim olur. Eğer nadim olmazsa da hiçbir zaman başına gelen kötülüklerden dolayı Tanrı’yı suçlamaya hakkı yoktur. İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Bununla ilgili şu hikayeyi anlatmam yerinde olacak; Hazreti Peygamber Efendimiz ve askerleri Uhud Savaşı gibi büyük ve zorlu bir savaştan dönüyorlar, Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor; “Bu çok zorlu ve büyük bir savaştı, fakat asıl zor ve büyük olan savaş bundan sonra başlayacak. Uhud’da görünen düşmana karşı savaştık, şimdi ise görünmeyen düşman olan nefislerimize karşı savaşacağız.” % Seyyid Burhaneddin Efendi de şu sözleri dile getirmiştir: ! “Kim nefsi ile barışık ise bu alemde, bilsin ki, Allah ile savaştadır.”% Bir insan Allah ile savaşa girerse galip gelebilir mi? Allah hepsine hidayet nasib etsin.!

! ! ! ! ! ! !46


Mevlana Sohbetleri

- Eşyanın hakikati hakkında, yani eşyada Allah’ın varlığını görme hakkında ne buyurursunuz?! - Hakikat sahibine iki alem birdir, yani hem batıni alem hem zahiri alem. Neden birdir? Çünkü hiçbir varlık onun dışında değildir. Allah’ın 99 isminin yanısıra gördüğünüz bütün varlıklar da Allah’la diri oldukları için her biri kendi isimlerinin yanında ‘Allah’ okunurlar. Ama ancak Hakk ile Hakk olmuş, Allah’ta fani olmuş bir hakikat ehli bunu bilir, görür, çünkü onun bütün varlığı yine Allah’tır, Allah iledir. O Allah ile görür, Allah ile bilir. Allah’tan birşey gizlenebilir mi? Gizlenemez, dolayısıyla da hakikat ehlinden de hiçbir şey gizli kalmaz. O baktığı herşeyde, her eşyada, canlı cansız her varlıkta Allah’ı görür. Peygamber Efendimizin ilmi de Allah ilmidir, sevgi ilmidir. O, kainattaki her varlığa sevgi ile bakmıştır ve herbir varlık da hal diliyle ondan dile gelmiştir. !

! ! ! ! ! ! !47


Meram’dan Silivrikapı'ya

- “İnsanlıktan maksat herşeyi birlemektir” deniyor, bundan dolayı kudret ve kuvvetin Allah’a mahsus olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bununla ilgili şöyle bir hikaye dile getirmek istiyorum: Adamcağızın biri ormandan geçerken bir arslana tesadüf etmiş, çok korkmuş ve, “Aman ya arslan, ben Resulullah’ın kölesiyim” demiş. Arslan bunu duyunca adamcağızın yanından usulca geçip gitmiş. Yani bir hayvan bile bu tevhidin bilincinde. Hazreti İbrahim de kendini ateşe attı ama ateş nura döndü ve onu yakmadı. Peki bunun sebebi nedir? Teslimiyet. Demek ki bizlerin de yapmamız gereken Allah’a teslim olmamız. Bu konuda ne dersiniz?! - Bir insan sıdkı bütün imanla Allah’a yola koyulursa, bu kişide artık kendine ait birşey kalmaz ve ondan varlığını gösteren iman ettiği yer olur. Bizlerin ateşe girebilmemiz için, yani diğer bir deyişle ateşin bize kulluk etmesi için, bizim İbrahim Halilullah gibi olmamız gerekir. Onun gibi teslimiyetli ve imanlı olmamız gerekir. Bir kişide böyle bir iman ve teslimiyet oldu mu, bütün kainat ona hizmettedir. Fakat bu yere akılla varılmaz, insan akla düştü mü, acaba mı nasıl mı neden mi niçin mi, diye sorgu sual etti mi, o kişiyi ufacık bir ateş bile yakar. Çünkü kendi kimliğinin dışına çıkmıştır, teslimiyeti bırakmış, nefsine düşmüştür. İnsana en büyük acıyı veren de nefsidir. Teslimiyetin manası nedir? Ben yokum demektir; bütün !48


Mevlana Sohbetleri

zerrelerimde varlık olan sensin Allah’ım, demektir. Bu durumda mademki kainatı Allah yarattı, mademki bütün kainat Ona hizmettedir, o zaman ne ateş ne arslan hiçbiri sahibine zarar vermez, hepsi saygıda dururlar, saygıda bulunurlar. ! Hazreti Mevlana şöyle buyurmuştur: ! “Allah’ı zikretmekle kalmayın, çalışın Allah’laşın, beşeriyetten dışarı çıkın.” ! Gerek Hazreti Muhammed, gerekse diğer Piran hepsi Allah’ı güzel bir dille andılar, anlattılar. Çünkü Allah insanla dile gelir, insanla kendini kanıtlar. İnsan küçük bir varlık değildir, hakikatte bütün kainat insanı zikretmektedir, insanı aramaktadır. Fakat ne yazık ki insan kimliğinden haberdar olmadığı için kendisini herşeyden aşağı görüyor. Oysa Hazreti İnsan kainatın hakimidir, Hazreti İnsan’ı sevmek de Allah’ı sevmektir, Hazreti İnsan’ın dışına çıkmak Allah’sız kalmaktır. İnsan elbisesi son makamdır ve bir örtüdür, bu örtünün içinde de Hakk’tan başka bir varlık yoktur.!

! ! ! ! !49


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Bir hikaye anlatmak istiyorum yine izin verirseniz: Bir derviş kırk sene bir velinin yanında dervişlik yapmış. Veli bir gün sormuş, “Oğlum bir müşkülün ya da bir sorun var mıdır?” Derviş de, “Efendim, biz namazda tesbih çekiyoruz ama bilemiyorum acaba tesbihi aşağıda mı yoksa yukarıda mı tutayım, bana bunun cevabını söyler misiniz?” diye niyaz etmiş. Veli şöyle cevap vermiş, “Oğlum nasıl istersen öyle tut, yeter ki kendini düz tut, temiz tut.” Bununla ilgili ne buyurursunuz?! - Bu derviş kırk sene hizmette bulunmuş ama malesef akılda kalmış ve tam manasıyla kendisini teslimiyete bırakamamış, bu yüzden de kimliğine ulaşamamış. Bir insanın kimliğine ulaşması için aşka düşmesi lazım. Bir insan aşka düşmedi mi, akılda kaldı mı, ona ne şekilde anlatılırsa anlatılsın fayda vermez. Oysa insan aşka düştüğü zaman aklını bir tarafa bırakır. Onun artık aklı fikri sevdiği olur. O artık sevdiğinde meftun olur. Aşık nereye giderse gitsin; yolda, işte, yemekte, hep sevgilisiyle beraberdir. Şimdi böyle bir aşkta yaşayan kişi yaşadığı bu mecaz aşkı manaya çevirebilirse, yani kendini Hazreti Muhammed Efendimizin güzelliklerine verebilirse, bütün sevgisini ve aşkını Hazreti Muhammed Efendimize yönlendirebilirse, işte o kişi o zaman hedefine ulaşır, Hakk ile Hakk olur. ! !50


Mevlana Sohbetleri

- Bu merkezde Hazreti Mevlana’nın, Hazreti Şems’in ve bütün Piran’ın hiç sönmeyen m a n e v i y a t a t e ş i y a n ı y o r. B u r a d a n beklentileriniz nelerdir Hasan Dede?! - Şimdi burada beklentiler sönüyor, son buluyor. Şöyle söylemek gerekirse; düşmüşüz aşk şarabına.. Aşk şarabı hakikatte gönüldür. İnsanın gönül verdiği yer, zaten aradığı yerdir. Bu aşkla dünya durdukça yanmaktayız ve biz yokuz hep O var, çünkü aradığımızı bulmuşuz. Peki ya bulamayanlar? Ne arıyorlar, neden başka yollara saptılar? Bu yollardan beklentileri nelerdir? Bizim vazifemiz buraya gelenlerin beklentilerini bir yere kadar akıl yoluyla onlara hitab ederek karşılamak ve daha sonra o güzelliklere yolcuyu çekmek, sevgisini çoğaltmak ve aşka dönüştürmektir. Yolcu aşka düştüğü zaman aradığını bulmuş sayılır ama aşka düşmedi mi yolda kalmış sayılır. ! Bakın Cenab-ı Mevlana ne diyor: ! “Aşık yoktur bu alemde, aşık ölüdür, varolan sadece Maşuk’tur.” ! Misal olarak; Hakk aşıkları diyoruz, Evliyaullah diyoruz... Peki bunun manası nedir? Yolcu temiz bir gönülle Mürşidine bağlanıyor, riyazatını yapıyor, gecesini gün ediyor hizmetlerde bulunuyor, sonra bir gece manasında perde kalkıyor ve kabının aldığı !51


Meram’dan Silivrikapı'ya

kadar Hakk’ın o güzel cemaline nail oluyor ve aşka düşüyor. İşte Hakk aşığı... Peki Evliyaullah’ın manası nedir? Allah ile nikah kılandır. Ve mademki Allah ile nikah kıldı, bu kişinin dilinde artık Allah’tan başkası yoktur, her zaman her yerde Onu dile getirir, çünkü çok güzel bir nikahlısı var... İşte Evliyaullah...!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !52


Mevlana Sohbetleri

- Şimdi namaz konusuna değinmek istiyorum. Bir çok insan namaz esnasında Hakk’ın huzurunda olduğunu unutarak, aklı dünya işlerine kayıyor, namazı şaşırıyor, kaçıncı rekatta olduğunu unutuyor... Böyle bir namaz da kabul görmüyor haliyle... Divan-ı Kebir’de Cenab-ı Mevlana bir kasidesinde namaz hakkında şunları dile getiriyor: “Akşam namazı vakti gelince herkes ışığını yakar, sofrasını kurar. Ben de gönlümde Sevgili’nin hayalini bulur, feryad ve figana başlarım. Gözyaşlarımla abdest aldığımdan ötürü, namazım ateşli olur. Ezan sesi mescidimin kapısına gelince, onu yakar yandırır. Kıblemin yönü ne taraftadır ki benim namazım kazaya kaldı. Sana da bana da daima kazadan bir imtihan gelmededir. Acaba Allah aşkıyla mest olanların namazı doğru mudur? Sen söyle... Zira mest olan ne zamanı bilir, ne de mekanı bilir. Acaba kıldığım bu ikinci rekat mıdır; yoksa dördüncü rekat mıdır? Acaba hangi sureyi okudum? Çünkü heyecandan dilim tutulmuştu; Hakk’ın kapısını nasıl çalayım? Zira bende ne el kaldı, ne de gönül; ben bende değilim; benim elimi de Sen aldın, gönlümü de Allah’ım... Bende hiç bir şey kalmadı; hiç olmazsa Sen bana bir güven ver, bir eman ver. Allah’a yemin ederim ki, namazı nasıl kıldığımın farkında değilim. Rükuya vardım mı; imam kimdir; haberim bile yok... Bundan sonra ben her imamın önünde ve arkasında gölge gibi olayım da, benim gölgemi düşürenin, beni !53


Meram’dan Silivrikapı'ya

yaratanın korkusundan bazen secdeye kapanıp küçüleyim, bazen ayağa kalkıp yüceleyim. Gölgenin ne değeri vardır? Onun rükuna da bakma, kıyamına da değer verme, gölgeden bir şey bekleme. Gölge cansızdır, onda bir can vardır sanma. Gölge hesaba katılmaz, gölge bir hiçten ibarettir, çünkü o başkasının canıyla kımıldar, hareket eder. Gölge bazen iki yana kımıldar, kendisini hareket ettiren sahibini arar. Varlığım kalmadığı için hep gölgeden bahseder dururum. Gölgede ağız olur mu? Gölge kendini düşürenin emrindedir, ona tabi olur...” Namazı siz nasıl yorumlarsınız Hasan Dede?! - Cenab-ı Mevlana bu kasidesinde herşeyi açıkça anlatıyor. Cenab-ı Mevlana’nın ilk Şeyhi Seyyid Burhaneddin Efendi bir gün imamiyete çıktığında tekbir çekmeye başlıyor. Tekbiri sona erdiğinde bir de bakıyorlar ki, aradan bir saat geçmiş ve hala rüku etmiyor. Cemaat arkasında put gibi bekliyor. ! Şimdi, Cenab-ı Mevlana buyurur der ki: ! “Hakk aşıklarını namazda ön saflara almayın, çünkü onlar diğerlerinin namazını bozar.” % Neden? Çünkü aşık, kendinde değil, kendinden geçmiş, Sevgilisiyle rabıta kurmuş, muhabbette... O, kaçıncı rekattaymış, hangi suredeymiş, bunun hesabında değil. Cenab-ı Mevlana’nın da buyurduğu gibi, gönlünün mumunu yakmış, almış Şems’in hayalini !54


Mevlana Sohbetleri

karşısına, artık O rekatları düşünebilir mi, düşünemez. ! Bakın Şems-i Tebrizi Hazretleri de ne buyuruyor, selam olsun üzerine: ! “Beş dakika Allah’ı tefekkür etmek, yetmişbeş yıl kıldığın namazdan hayırlıdır.” % Peki ne demek istiyor bu sözlerle? Toplum adet yerini bulsun diye, Allah’a borç ödemeye namaz kılmaktadır. Bu namazlar tamamen ruhsuzdur ve Tanrı katında da değeri yoktur. Bir gün Cenab-ı Mevlana’ya bir soru soruyorlar: “Camilerde kılınan namazlar Allah katında nasıl bir yer alır?” Cenab-ı Mevlana şöyle yanıtlıyor: “Camilerde kılınan namazların yüzde doksanı ruhsuzdur.” Bu cevabı işitir işitmez tekrar başka bir soru yöneltiyorlar: “Namazın ruhu var mıdır?” Mevlana cevaplıyor: “Evet vardır; namazın ruhu imandır. Yolcunun gönlünde var mı Hazreti Muhammed? Yok.. O zaman namaz da yok!” Düşünecek olursak Allah’ın bizim namazımıza ihtiyacı var mıdır? Yoktur. Ama bizim Allah’a ihtiyacımız var. Bizim Allah’a yönelmemiz lazım, Onu bilmemiz lazım, kendimizde ruh etmemiz, nur etmemiz ve öyle yola koyulmamız lazım. Sevab için namaz kılınmaz, sevab kazanmak istiyorsan yardıma ihtiyacı olan birine yardım et, ihtiyacını gider, işte en güzel sevab budur. !

! !55


Meram’dan Silivrikapı'ya

- İnsanda varolabilecek en güzel meziyet Ehlibeyt sevgisidir. Cenab-ı Peygamber Efendimiz, 21 Mart 632 yılında Vedda Hutbesinde değindiği bir ayet-i kerimede (Maide Suresi, 662) şöyle buyuruyor: “Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni halka ilet.” Yani Cenab-ı Allah, Peygamber Efendimiz’e (sav) Hz. Ali’yi insanlara göstermesini ve onu veli edinmenin, ona itaat etmenin herkese farz olduğunu ve onun kendisinden sonra gelen İmam ve önder olduğunu bütün ümmetine duyurmasını emrediyor. Ayrıca aynı ayet-i kerimede Hz. Peygamberin, kincilerin ve kıskançların şerrine karşı da korunacağını bildiriyor. Bilindiği üzere Peygamber Efendimizin devrinde kendisine karşı olanlar da oldukça çoktu. Bu ayet-i kerime nazil olunca Cenab-ı Peygamber kendisiyle beraber yolculuk yapan herkesi Gadir-i Hun’da biraraya topladı ve şöyle buyurdu: “Ey insanlar, davet edilip de daveti kabul etmiş gibi, size iki emanet bırakıyorum, biri Allah’ın Kitabı Kur’an, diğeri de Ehlibeytimdir. Benden sonra bunlara karşı nasıl bir tavır takınacağınıza dikkat edin. Bu ikisi, havuz başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Ben sizin hakkınızda sizden daha çok tasarruf hakkına sahip değil miyim?” Ve bütün etrafındakiler, “Evet” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Allah benim Mevla’mdır, ben de her mümin erkek ve kadının Mevla’sıyım.” Bunları !56


Mevlana Sohbetleri

buyurduktan sonra Hz. Peygamber, Ali’nin elini tuttu ve şöyle devam etti: “Ben kimin Mevla’sıysam, işte bu Ali de onun Mevla’sıdır. Allah’ım onu kendine dost edineni, sen de kendine dost edin, ona düşman olana, sen de düşman ol, ona yardım edene, yardım et, onu yalnız bırakanı, sen de yalnız bırak. Nereye giderse gitsin Hakk’ın onunla beraber olmasını sağla. Bu söylediklerimi burada bulunanlar, burada bulunmayanlara bildirsin.” Peygamber Efendimizin bu meşhur hutbesi hakkında ne buyurursunuz Hasan Dede?! - Cenab-ı Peygamber Efendimizin, selam olsun üzerine, dile getirdiği bu hutbeleri, ashab can kulağıyla dinledi ve Hazreti Ali Efendimizi ilk tebrik eden Ömer-i Faruk oldu. Ömer-i Faruk’tan sonra Ebubekir-i Sadık ve diğerleri de tebrik ettiler. Fakat burada dikkat etmemiz gereken bir husus vardır. Ömer-i Faruk, Peygamber Efendimiz hayattayken, Onun emrini yerine getiren ilk kişi olduğu halde, O Hakk’a yürüdükten sonra ilk sözünden cayan, yeminini bozan da yine Ömer-i Faruk oldu. Nasıl bozdu? Ebubekir-i Sadık’ın huzuruna geldi, kılıcını çekti ve, “Ya Ebubekir, elini uzat, sana biat edeceğim, çünkü Hz. Peygamber rahatsızlandığı esnada, sabah namazında seni İmam tayin etti, bu yüzden ben, Peygamber Efendimizin yerine seni uygun görüyorum” dedi. Ömer-i Faruk bu tavır içinde olunca, hilafet kavgası başladı. ! !57


Meram’dan Silivrikapı'ya

Oysa Hazreti Peygamber hayattayken şöyle buyurmuştu: ! “Benden sonra Ali’nin belinde kılıç görürseniz yanına yanaşmayın, dünyayı başınıza yıkabilir.” ! Hazreti Peygamber Efendimiz Hakk’a yürüdüğünde, onu gasleden Hazreti Ali Efendimiz olmuştu. Ve Ona karşı öylesine büyük bir sevgisi vardı ki, Onu yıkarken göz pınarlarında kalan suyu yere dökülmesin diye içmişti. Cenaze namazını da yine Hazreti Ali kıldırmıştı. Fakat namazın hemen ardından, Hazreti Ali, Hazreti Peygamberi toprağa sırladıktan sonra sahabenin toplanıp, Hazreti Muhammed Efendimizi tekrar kabirden çıkarmak ve yeni bir merasim yapıp tekrar toprağa vermek üzere karar aldıklarının haberini aldı ve bunun üzerine daha şafak doğmadan zırhını kuşandı, Zülfikarını beline taktı ve Hazreti Peygamberin makamına gelerek orada nöbet tutarak sahabenin gelmesini beklemeye koyuldu. Sahabe ve topladıkları cemaat gelince Hazreti Ali’yi kabirin başında gördüler, selam verdiler ve Hazreti Ali’den Peygamber Efendimizi kabirinden çıkarmak için izin istediler. ! İşte Hazreti Ali Efendimizin onlara verdiği cevap: ! !58


Mevlana Sohbetleri

“Geldiğiniz gibi gidin. Bir adım daha atarsanız, dünyayı başınıza yıkarım.” % Hazreti Ali’nin bu cevabını duyan Ebu Süfyan’ın oğlu, Şam Valisi, Ömer-i Faruk ve Ebubekir-i Sadık’a dönerek şöyle dedi: “Resulallah’ın buyurduğu, o gün bugündür, Ali kılıcını kuşanmış, geri dönelim.” Çünkü Hazreti Ali’nin, selam olsun üzerine, bir diğer ismi Keremullahu Veche, yani O, Allah’ın bütün kerametlerine sahiptir, Onun maneviyatı çok yücedir, Onun yüceliğini akıllar almaz. Ancak şöyle bir misal verebiliriz, bugün atom bombasından daha güçlü hidrojen bombası vardır, işte Hazreti Ali’nin maneviyatı o hidrojene benzer. Sahabe o anda Hazreti Ali’nin üzerine yürümüş olsaydılar, belki de dünyanın sonu gelmiş olurdu. ! İşte Cenab-ı Mevlana Hazreti Ali için şöyle buyurmuştur: ! “Bütün Nebilerin müşküllerini çözmek için yetişen Ali idi, ceddim Resulallah’a aşikar geldi. Ali hakikatte cihanın ruhudur, kainat Onunla diridir, O da sevenleriyle diridir.” % Fakat malesef Hazreti Muhammed’in dışını gördüler, içini göremediler. Hazreti Muhammed Efendimiz, içindeki o sonsuz ilmi, bilgiyi anlatmak için Hazreti Ali’den başka kimseyi bulamadı ve ona gönlünü açtı. Hazreti Ali bu yükü yüklendi, ama o da içini dökecek birini !59


Meram’dan Silivrikapı'ya

bulamayınca bu sefer gitti Yemen’de bir kuyunun başına, Hazreti Muhammed Efendimizden duyduğu bütün sırları o kuyuya anlattı ve yıllar sonra o kuyudan bir kamış meydana geldi. Veysel Karani Hazretleri’nin otlattığı develere su içirdiği bu kuyudan kesip kaval yaptığı bu kamıştan öyle yanık bir ses çıktı ki develer sesi duyar duymaz kıyam zikrine kalktılar. Veysel Karani Hazretleri bu hali görünce çok şaşırdı. Hatta bir gün develerden biri dayanamayıp çatladı. Develerin sahibi de Musevi idi. Devesinin neden öldüğünü merak edince, ertesi gün Veysel Karani Hazretlerini takip etti. Veysel Karani Hazretleri yine develeri otlatırken çıkardı kavalını ve üflemeye koyuldu. Develer yine kalktılar kıyam zikrine, Musevi de olanları gördü. Veysel Karani Hazretleri, Musevi’yi görünce kavalı üflemeyi bıraktı. Musevi, “Sakın durma, üfle, bu duyduğum en güzel ses, isterse bütün develer çatlasın” buyurdu. İşte o kaval bugün Mevleviye’de ney halini almıştır. Bunu şu sebeble anlattım; Hazreti Muhammed Efendimizin iç alemi Hazreti Ali Efendimize sunulmuştur, Hazreti Ali’den de, ona yakın olan Hasan-ı Basri’ye sunulmuştur. Bütün tasavvuf ehlinin Piri Hazreti Ali’dir, ondan sonra Hasan-ı Basri gelir. Bu konuyla ilgili bir hikaye daha anlatmak istiyorum: Ebubekir-i Sadık’a soruyorlar, “Ya Ebubekir, siz Hakk’a yürüdükten !60


Mevlana Sohbetleri

sonra sizi anımsatacak bir sözünüz var mı?” Ebubekir şu cevabı veriyor: “Geldik bu aleme ağaca konmuş bir kuş gibi, meyvayı yiyoruz, ama neticeyi bilmiyoruz.” Bakın neticeyi bilmiyor, biz burada neticeleri de bildiriyoruz, yeter ki sorsunlar. Aynı soruyu Ömer-i Faruk’a soruyorlar, o da şu cevabı veriyor: “Yaşa bu alemde ölmeyecek gibi.” Sonra Osman-ı Zinnuri’ye sıra geliyor, o da şöyle diyor: “Benim sözüm yok, ama Kur’an-ı Kerim’i elinize aldığınız zaman beni hatırlayın, onu kitap haline getiren benim.” Ve sıra, çocukluğundan beri Hazreti Muhammed Efendimizin terbiyesinde yetişmiş olan Hazreti Ali’ye geliyor, o da şöyle buyuruyor: “Haber vermediler bu aleme gelişine, haber vermezler gidişine, daim hazır ol.” ! Cenab-ı Mevlana da, selam olsun üzerine, Hazreti Ali Efendimizin bu sözlerinden ilham alarak şöyle buyurur: ! “Ey insan, bu beden bir mektuptur, postalanmış Padişaha, layık ise postala, layık değil ise yırt, yenisini yaz, çünkü zaman az..” % Padişah’tan maksat Allah’a, yani daha doğar doğmaz bizler yola çıktık, gidiyoruz Allah’a... Bu yüzden her daim hazır olmalıyız. Ne kadar hazır durursak kazanırız, ama ne kadar boşverirsek, o gün geldiğinde pişman oluruz ama artık geri dönüşü olmaz.!

!61


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk’ın bize en büyük lütfudur. Hazreti Ali Efendimizden bizlere naklolunan bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Ya Ali, Yasin suresini oku; zira Yasin suresinde on bereket vardır. Onu okuyan aç, doyar; susuz, kanar; çıplak, giydirilir; bekar, evlenir; korku içinde olan, emniyete erer; mahkum, kurtulur; yolcu, yolculuğunda yardım görür; kaybı olan, kaybettiğine kavuşur; hasta, afiyet bulur, iyileşir; ölüm döşeğindeki hastanın yanında okunursa, sıkıntısı hafifler.” Yani Cenab-ı Ali Efendimiz, sevenlerine Yasin okumasını tavsiye ediyor ve bu sureyi okumakta çok büyük bir lütuf olduğunu hatırlatıyor. Ne buyurursunuz Hasan Dede?! - Bu hadis-i şerif çok yerinde şöylenmiştir, çünkü ehl-i iman sahiblerine göre, Yasin-i Şerif, K u r ’ a n - ı K e r i m ’ i n k a l b i d i r. Ta m a m e n semavattaki bütün varlıkları dile getirir, okuyan insanı da yüceliğe çeker. Hele ki Tanrı’ya aşıksan, Onun varlığına kendini teslim etmişsen, daha okumaya başlarken senin ruhuna yansıma yapar. !

! ! ! ! !62


Mevlana Sohbetleri

- Bildiğiniz üzere Niyazi Mısri Hazretleri 17. yüzyılda yaşamış çok büyük bir Veliyyullahtır. Fakat yaşamı boyunca çok ızdıraplar görmüş ve en sonunda sürgünde vefat etmiştir. Sürgüne gönderilmesine sebep olan ise yazmış olduğu bir eser ve bu eserinde, İmam-ı Hasan ve İmam-ı Hüseyin’in nebi olduklarını belirtiyor. Peygamberler de iki kısım, yani kanun koyanlar, maneviyat koyanlar. Peygamber Efendimiz de bir hadisinde, “Fatıma benden bir parçadır” buyurmuştur. Buna göre, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin ve Hazreti Fatıma, Peygamber Efendimizden ayrı gayrı olmayıp, bir vücut idiler. Bu Sultanların faziletleri nihayetsizdir. Hazreti Fatıma doğdukları vakit, diğer kadınların gördükleri hayız halini görmedi, zat-ı seniyyeleri pak ve temiz idi. ! Kur’an-ı Kerim’in Azhab suresinin 33. ayetinde Cenab-ı Hakk da onların pak ve tahir olduklarını vurguluyor. Cenab-ı Hakk, kudretiyle onları harikulade olarak halketmiştir, Onlar Ehlibeyt-i Nübüvvettir, Al-i Aba’dır, ezelden pak gelip, pak ve tahir gitmişlerdir. Al-i İmran suresinin 61. ayetinde ise, “Oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımız ve kadınlarınızı çağıralım, siz de gelin, biz de gelelim, sonra Allah’a dua edip yalvaralım, Allah’ın laneti yalan söyleyenlerin üzerine olsun” buyruluyor. Niyazi Mısri Hazretleri, bu ayette geçen oğullarımızdan maksat, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’dir, kadınlarımızdan !63


Meram’dan Silivrikapı'ya

maksat, Hazreti Fatıma’dır ve nefislerimizden maksat Hazreti Ali’dir, buyuruyor. İşte bu sebeple Niyazi Mısri Hazretleri, eserinde bunları yazmış olmasından dolayı çok büyük işkenceler görerek Hakk’a yürümüştür. Ne buyurursunuz?! - Zaten bütün Tanrı büyükleri her zaman doğruları söylemekle yükümlü oldukları için, cahil halkın zulümlerine maruz kalmışlar ve ızdırapla bu alemden göç etmişlerdir. Niyazi Mısri Hazretlerinin de söyledikleri bu sözler çok doğrudur. Hazreti Şems-i Tebrizi’den bir misal verelim; Şems-i Tebriz Hazretlerinin yaşadığı devirde, Konya’nın Kutbu, Hazreti Mevlana’nın babasının bir dostu, Hazreti Mevlana’yı huzuruna çağırıyor, maksadı ise, Şems ile Mevlana’yı birbirlerinden ayırmak. Hazreti Mevlana, Şems olmadan gitmek istemiyor. Hazreti Şems, Mevlana’nın bu kararından dönmeyeceğini görünce onunla beraber gitmeyi kabul ediyor. Kutub, Hazreti Mevlana’yı görünce seviniyor ama arkasında Hazreti Şems’i görünce bir anda yüzü değişiyor, asabileşiyor. Onun asabileştiğini gören Şems, Kutub’a bir nazar ediyor, Kutub kekelemeye başlıyor. Hazreti Mevlana, Şems’in nazar ettiğinin farkına varınca, ondan tekrar Kutbun dilini çözmesini istiyor. Bunun üzerine Hazreti Şems nazar etmeyi kesiyor, kesince Kutbun da dili çözülüyor ve isyandan da küfürden de tövbe !64


Mevlana Sohbetleri

ediyor. Yine bir gün Kutub yolda giderken Hazreti Şems’e rastlıyor ve onu görür görmez, “La ilahe illallah Şems Resulallah...” diye zikre başlıyor. Bunu duyan halk Kutba sövmeye başlıyorlar ve üzerine yürüyorlar. Hazreti Şems derhal bir nara atıyor ve onun bu narasından halkın elleri havada kalıyor. Hazreti Şems, Kutubu alıyor ve bir çeşme başına götürüyor, elini yüzünü yıkamasına yardım ediyor. Kutub yine aynı zikire devam ediyor, “La ilahe illallah Şems Resulallah...” Hazreti Şems, “Sus efendi” diyor, “öyle zikretme, söyle, la ilahe illallah Muhammeden Resulallah...” Ve şöyle buyuruyor: “Hazreti Muhammed ile benim aramdaki ayar farkı aynıdır, O da yirmidört ayar altındır, ben de. Ama Hazreti Muhammed işlenmiş altındır, Onu bütün kainat tanır, ama ben işlenmemişim. Sen Hazreti Muhammed’i zikrettiğinde beni de zikretmiş olursun.” ! Cenab-ı Mevlana da bununla ilgili olarak şöyle buyurur: ! “Sadece Resullah şefaatçi değildir, öyle Mürşid-i Kamiller vardır ki, onlar da Resulallah gibi cemaatlerine şefaatçidirler.” ! Yani, İmam Hasan olsun, İmam Hüseyin olsun Hazreti Peygamber’den bir farkları yoktur.!

! ! ! !65


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Hasan Dede, alfabede 29 harf vardır. Bildiğimiz üzere başında A, sonunda Z. Yunan alfabesinde ise ilk harf Alfa, son harf Omega vardır. Hazreti İsa’nın da şöyle bir sözü vardır: “Ben Alfa’yım ve Omega’yım.” Yani, ben başlangıç ve sonum, diyor. Sizce ne demek istiyor?! - Öncelikle biz Peygamberleri zikrederken şöyle bir dil sarfediyoruz: La ilahe illallah Musa kelamullah, yani Hazreti Musa Allah’tan kelam buyurdu; Hazreti İsa’ya gelince şöyle diyoruz: La ilahe illallah İsa ruhullah, yani İsa Allah’ın ruhudur; Hazreti Resulallah’a gelince de şöyle zikrediyoruz: La ilahe illallah Muhammeden Resulallah, yani Hazreti Muhammed Allah’ın elçisi ve Resulüdür. Hazreti Muhammed Efendimizi aynı zamanda şöyle de zikrediyoruz: La ilahe illallah Muhammed Habibullah, yani Muhammed Allah’ın sevgilisidir. Bakın kiliselerdeki levhalarda şunu yazar: Dünya fethisi İlly. ‘İlly’ nin manası ‘Ali’ dir. Size şu hikayeyi anlatmak istiyorum. Bir gün bir papazla muhabbet ediyoruz. Bana dedi ki: “Hazreti İsa’yı zikreder misin?” Ben de zikrettim. Sonra: “Peygamberini nasıl zikredersin?” dedi. Ben yine zikrettim. “Peki bunların manasını verebilir misin?” dedi. Ben de manasını söyledim. “Şimdi bak” dedi, “Biri Allah’ın canı, diğeri de Allah’tan söz ediyor, elçisi. Madem manası böyledir, sen nasıl !66


Mevlana Sohbetleri

Muhammed’i daha üstün tutuyorsun?” Ben de bunun üzerine, “Biz Hazreti Muhammed’i bir de Habibullah diye zikrederiz” dedim, “Yani Sevgili olarak.” Ve devam ettim, “Şimdi” dedim, “İyi dinleyin, bunu size şöyle izah edeceğim: Varsayalım ki, biz çok yakın arkadaşız ve birbirimizi çok seviyoruz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor. Zamanımızı hep birlikte geçiriyoruz, ancak yatmadan yatmaya evlerimize gidiyoruz. Ve diyelim ki, birileriyle aramızda bir kırgınlık yaşanıyor ve karşı taraf bize kin besliyor. Ve bu kişilerle bir gün bir yerde karşılaşıyoruz, yolumuzu kesiyorlar ve diyelim ki, içlerinden biri benim canıma kastediyor. Sen bu durumda, benim can dostum olduğun halde, onlardan birinin beni öldürmesine göz yumar mısın?” “Hayır” dedi, “Bırakmam!” “Niye?” diye sordum. “Çünkü, biz birbirimizi çok seviyoruz.” “Peki, ya tam o anda beni vurmak için silahını çekerse, ne yaparsın?” dedim. “Seni korumak için önüne atlarım” dedi. “Gördün mü?” dedim, “Kurşun sana isabet etti, sen beni korumak için canını feda ettin. İşte demek ki sevdiğin uğruna canın o kadar da kıymeti yokmuş!” Sevgili, her şeyin üzerinde kıymetlidir, ruhtan daha üstün nurdur. Hazreti Adem’den bu yana ne kadar Peygamber geldiyse bu aleme, hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin nuruyla gelmişlerdir. Biz canı neyleyelim Canan olmadıktan sonra... ! Hatta Hazreti Mevlana bu konuda biraz daha ileri gider ve şöyle buyurur: ! !67


Meram’dan Silivrikapı'ya

“Resulallah’a biat etmeyen can kıymetli değildir. Can her yerde vardır; can, ancak Canan’ını buldu mu kıymetlenir.”%

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !68

!


Mevlana Sohbetleri

- İnsanların çoğu öldükten sonra ne olacaklarını bilmediklerinden bir korku içindedirler. Bundan dolayı da ruhun ölümsüzlüğüne inanıyorlar. Fakat bu inanış bildiklerinden, bilakis korktuklarından kaynaklanıyor. Bir insan ne kadar korkaksa, ruhun ölümsüzlüğüne de o kadar inanmaktadır. Dindar insan, “Ben değilim” gerçeğini bilir ve sonra geriye kalan ölümsüzlüktür, deniyor. Yani, dindar bir insan kendi varlığı olmadığını, tamamen “O” olduğunu ve “O” varlığın ölümsüz olduğunu bildiğinden dolayı da korkusu olmuyor. Korkudan hiç bir şey doğmaz, fakat sevgi doğurur, sevgi yaratıcıdır. Korku etkisizdir, hiç bir şey yaratmamıştır, yaratamaz, çünkü varlığı yoktur. Ama bütün yaşamını yok edebilir. İnsanı karanlık bir bulut g i b i s a r ı p , b ü t ü n e n e r j i n i t ü k e t e b i l i r. Dualarımız, ilahilerimiz, zikirlerimiz bizim zırhlarımızdır. Cenab-ı Ali Efendimiz buyuruyor ki: “İnsan, bilmediği şeyin düşmanıdır.” Düşman, insana korku veren bir varlıktır. İnsan neden korkar, diye sorarsak eğer, ortaya çıkan şey şudur; insan kendi gerçek kimliğini bilmemekte ve hayata nasıl tutunacağı korkusunu taşımaktadır. Benliğimizi, egomuzu kaybetmekten korkmaktayız, yani, ölüm, hastalık, fakirlik gibi korkular... İnsan, Cenab-ı Hakk’ın mana ilmini bilmiyorsa, karanlıktadır, hem de birçoğu zifiri karanlıktadır. Oysa ki, Cenab-ı Peygamber Efendimizin ışığıyla aydınlansa, korkacak bir şey olmadığı !69


Meram’dan Silivrikapı'ya

görülecek, teslim oacak ve huzur bulacak. Korku, bir insanın kendi asıl benliğinin bilincinde olmamasıdır. Tek bir korku vardır, derinlerde bir yerde ‘Ben olmayabilirim’ korkusu... Bunu nasıl yorumlarsınız Hasan Dede?! - Bir insanı korkulara sürükleyen her zaman nefsidir. İnsan imanıyla yaşamını sürdürürse, hiç bir zaman korkuya yer vermez. Neden? Çünkü bilir ki, ona ait hiç bir şey yoktur. Her an kendisini hazır tutar ki, Dost yüzünü gösterdiğinde Ona koşsun da bu alemdeki çilesi sona ersin. ! Cenab-ı Mevlana, son demlerinde, Şeyh Sadeddin Efendi’nin gelip kendisine şifa dilemesi üzerine şöyle buyurmuştur: ! “Ey Efendi, şifa senin olsun. Benim Sevgiliyle buluşmama, nurun nurla buluşmasına, bir soğan zaresi kadar mesafe kalmıştır.”% Ama bunu ancak iman sahipleri söyleyebilir. Ehl-i iman sahibi olmayanlar söyleyemezler. Onlar zaten yaşarken ölmüşlerdir. Sultan Ulema Hazretleri, talebelerine şöyle buyurmuştur: “Sizi Allah’tan kim ayırdı biliyor musunuz?” Talebeleri cevap veriyorlar: “Bilmiyoruz, siz anlatırsanız bilebiliriz.” Sultan Ulema Hazretleri bu cevabın üzerine, onlardan bir kova su istemiş, getirmişler. Talebelerinden birine, kovadaki suyu toprağa dökmesini emretmiş, o da dökmüş. !70


Mevlana Sohbetleri

Bir kova su daha istemiş, onu da nehire dökmesini emretmiş, o da dökmüş. Sonra şöyle buyurmuş: “Kovadan maksat vücudunuz, sudan maksat ruhunuzdur. Dünyaya meyil verirseniz ruhunuz toprağa gidecek, ayak altı olacaksınız. Eğer Hakk ile yaşamınızı sürdürürseniz tekrar aslınıza döneceksiniz, Allah anıldıkça siz de anılacaksınız.” % İşte Yunus Emre, selam olsun üzerine, şöyle buyurur:! “Ey Yunus, sen bu aleme niye geldin? Allah’ı zikretmek için. Bir gün gelecek dünya ömrüm bitecek, Allah’a döneceğim, Allah anıldıkça ben de anılacağım.”% Cenab-ı Mevlana yine şöyle dil döker:! “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü ömür sayma.”% Eğer bir insanın bir yere sevgisi ve aşkı yoksa, o yaşarken ölmüştür. Bizim bulunduğumuz yer bir sevgi yuvasıdır. Yolcu, Mürşidiyle yola çıkar, Mürşidi vasıtasıyla Pir’e ve Hazreti Muhammed’e ulaşır. Ama eğer yolcunun imanı ve inancı yoksa yol bir işe yaramaz. Bu yol iman ister. Yolcu, Mürşidine imanla bakacak ki, yol alabilsin. Hepimiz günü gelecek o kıyamete gideceğiz, ama kıyamet ne demektir, Hazreti Muhammed Efendimizin buyurduğu gibi: “Kıyametin büyüğü benim.. Gerçek yüzümü gösterecek olsam cihan yerinden oynar.” O, nur ala nur bir varlıktır. !

!71


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Hasan Dede, Cenab-ı Mevlana Hazretleri (Tin Suresi) Vettini Vezzeytuni suresindeki “Biz insanı en güzel şekilde yarattık” ayetini yorumlarken şöyle buyuruyor: “Şunu iyi bil ki en değerli inci candır. İnsan değer bakımından arştan bile üstündür. İnsan, hayale ve düşünceye sığmayacak kadar büyüktür. Bu paha biçilmez olan insanın değerini ve hakikatini söylesem ben de yanarım, bütün dünya da yanar. İnsan sureti yaradılış itibariyle dünyanın çok küçük bir parçasıdır, eti ve kemiği ile diğer varlıklar gibidir, fakat sıfat ve meziyet bakımından onu dünyanın aslı bil. Ben insanı kıyamete kadar anlatsam yine de bitiremem. İnsan dünyanın sırlarını ihtiva eden bir kitap gibidir, insan da o kitabın baş yazısı. Ne dediğimi düşün ve bu mesleyi iyi anla.” Yani demek ki alem insanın aynı, Hakk’ın aynı. Ama insan bunu farkedemiyor. Siz bu konuda ne buyurursunuz?! - Hazreti Mevlana, insan bedenini bir sandığa benzetir. Daha bu sandık açılmadığı ve kişi iç aleminde kaldığı için devamlı ıstırabdadır. İnsan, sevgisini, muhabbetini, aşkını yüce bir yere sunarsa, o kişide artık kendi kişiliği kalmaz ve sevgisini, muhabbetini ve aşkını sunduğu yer artık onda varlığını gösterir. Yaşadığımız bu alem, insan yanında çok cüzi bir varlıktır. Ama bunu dille ne kadar anlatmaya kalksak da, yine kişinin aklının aldığı nisbette bilgi sunabiliriz. Şöyle anlatmaya çalışalım; dünya ilk !72


Mevlana Sohbetleri

yaratıldğında kaba bir haldeydi. Eğer bu kaba haliyle kalmış olsaydı, insanlar ilkel bir şekilde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalacaklardı. Fakat Allah, dünyayı yarattı ve sonra bütün varlıkları yarattı, en son insanı yarattı, insanda kendini yarattı. Ve baktığınızda misal olarak, insanın bir düşüncesinden bir gökdelen çıkabiliyor. 50 kat, belki 100 kat bir gökdelen, yani nerdeyse bir gökdelene bir kasaba sığıyor. Fakat sonuçta insandan çıktı bu mimari. Belki 5 ay belki de 6 ay sonra bitirip orada dolaştığında gökdelenin içinde ufacık bir zerre gibi kaldı. Sureten o gökdelenin kapısını bile içine alamaz insan, ama aslında onun düşüncesinin, aklının ürünüdür o gökdelen. Demek oluyor ki, insan tamamen düşünceden ibarettir. Bir insan huzurlu olmak isterse en başta şunu düşünmesi lazımdır; en büyük akıl sahibi Hazreti Muhammed’dir, Onu bulmak için de Mürşidiyle yola koyulması ve orayla aklını büyütmesi gereklidir. Yolcuya ondan sonra çok şeyler sunulur, fakat yolcu bunları ancak Mürşidiyle paylaşır. Neden? Çünkü bunlar herkese anlatılacak şeyler değildir, anlatmaya kalkışılırsa insanların akılları almaz. Bu yüzden Hazreti Mevlana, “Ben insanı anlatmaya kalksam kıyamete kadar anlatamam” buyuruyor. Ancak anlayan biri çıkarsa o zaman konuşulur, muhabbet olur. Hazreti Mevlana ve Hazreti Şems gibi, onlar !73


Meram’dan Silivrikapı'ya

birer manevi denizdiler. Hazreti Resulallah ve Hazreti Ali gibi, Resullah binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali’ye vermiştir ve Onu bütün Velilerin başı kılmıştır. Hepsinin Şah’ı Hazreti Ali Efendimizdir. !

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !74


Mevlana Sohbetleri

- Hasan Dede, deniyor ki, bir insanın yetişmesi için, zihnindeki o güne kadar olan bütün hafızasını silmesi gereklidir. Bilgi ve alışkanlıklar silinmeli, fakat zihin boş kalınca tekrar çerçöple dolmaya başlar, onun için zihnin boşalırken, diğer yandan manevi kaynağından kişiliğini görüp, bulması gerekir. İnsanın öz varlığı ortaya çıkarsa, Hazreti Şems’in dediği gibi, “Mevlana, ruhunun temizliğinden sarhoştu”, Hazreti Mevlana da bir kasidesinde buyuruyor ki, “Boş düşüncelerimiz, endişelerimiz bizim manevi zevkimizin ruhunu, neşemizin boynunu kırmaktadır. Ey Hakk yoluna düşen kişi, gaflet uykusundan uyan. Ya Rabbi, şu bizim uykuya dalanlarımıza bir davulcu gönder, olup gidenler derler ki, boşyere gamlar yemiş durmuşuz.” Siz bu konuda ne buyurursunuz?! - Cenab-ı Mevlana’mız der ki, selam olsun üzerine: ! “Ey oğul, bana evlad olarak gelmeye kalktığın zaman, temiz bir kağıt gibi gel. O kağıtta hiç bir yazı olmasın. O kağıda ben seni yazacağım.” % Bu sözlerinde Hazreti Mevlana şunu demek istiyor, mademki buraya gelmeden önce sıkıntıların üzüntülerin vardı, hiç bir türlü huzur ve neşe bulamadın, namaz kılıyorsun oruç tutuyorsun, ama bu sıkıntı ve hüzünler yine sende tecelli ediyor. Şimdi artık buraya !75


Meram’dan Silivrikapı'ya

geldiğinde sana şimdiye kadar sıkıntılar vermiş olan o aklını bırakacaksın. Aklını burayla büyütmeye çalışacaksın. Gönlünde mala, mülke, dünyevi herşeye karşı ne sevgi beslemişsen, onları da gönlünden sileceksin. Gönlünü, iç alemini, kalbini temizleyeceksin ve gönlünü tamamen buraya vereceksin. Kafandaki şimdiye kadar olan bütün boş bilgileri bırakıp, burada sana sunulan bilgilerle kendini yetiştirmeye başladın mı, sen yarınların çok güzel bir insanı olursun. Çünkü bize en büyük ayna Hazreti Şems ile Hazreti Mevlana’daki buluşmadır. ! Hazreti Şems, Cenab-ı Mevlana’ya şöyle seslenmiştir: ! “Bihamdülillah,% Aldı fikrimi Zikrullah.% Küll isen safi, eğer isen sufi,% Açılır sana bir kapı,% Ayan olur Cemalullah.% Bu tevhidden maksat,% Murada ermektir.% Görünen kendi Zat’ıdır,% Sanma gayrullah.% Şems-i Tebriz bunu bilir,% Ehad kalmaz fena bulur,% Bütün bu alem külli mahvolur,% !76


Mevlana Sohbetleri

Yine baki Allah kalır..”% Hazreti Şems, bunları ne zaman dile getirdi, Mevlana başını secdeye vurdu. Hanımından gönlünü çekti, evlatlarından gönlünü çekti, ilminden gönlünü çekti, bunların hepsini kendine engel gördü. Bakın ne diyor Hazreti Şems, “Küll isen safi”, ne demektir bu; misal olarak, mangalda ateş vardır ya, o mangalda bir kıvılcım dahi olmasını istemiyorum, o kıvılcım bile kül haline gelsin, o kıvılcım kadar bir yere bir muhabbetin olmasın senin, eğer olursa, o bir tek kıvılcım senin varmak istediğin yere ulaşmana engel olur. Artık yeniden doğuyorsun, bundan sonra annen de baban da O senin, peygamberin de O senin, Allah’ın da O senin, Sevgilin de O senin. Yolcu kendini bu şekilde yola koymalı ki varmak istediği o yere ulaşabilsin. Yolcu temizlendiğinde bakacak görecek ki, ne yüzlerle gelecek O.. Allah’tır süsleyen bu alemi, bir bakarsın, girmiş bir hırka içine, sakal da bırakmış gizlemiş kendini; bütün güzellikler, bütün güzel yüzler Onunla donatılmış, O bir açsa yüzünü yer gök yerinden oynar, Hazreti Şems-i Tebrizi’nin buyurduğu gibi; nizam bozulur, bütün alem mahvolur gider. İşte bu nedenle bu yol, insanlık yoludur. Saflık ister, temizlik ister, uyanıklık değil.. Biri çok uyanıktır ama, bil ki o gerçekte çok aptaldır. Bir Uyku Dede vardır, türbesi Sümbül Efendi’nin !77


Meram’dan Silivrikapı'ya

yanındadır. Gözleri hep kapalı tefekkürde dururmuş, halk onun için, bu zat her zaman uykuda, derlermiş. O öyle görünüyor ama, herkesin halini dakikada söylermiş. Uykuda görünüyor ama gönül gözü açık, cihanı almış eline herşeyi görüyor. İnsan olandan hiçbir şey gizlenmez. ! Pirimiz Cenab-ı Mevlana buyurur der ki: ! “Ey yolcu, çalış her zerren göz olsun, çalış her zerren kulak olsun.” ! İnsanın her zerresi göz olursa, ondan artık birşey gizlenmez, güneşten de üstündür. İnsanın her zerresi kulak olursa, o da artık herşeyden haberdardır, herşeyi işitir. Çünkü artık Hakk ile Hakk olmuştur, Hakk’tan da hiçbir şey gizli değildir. Ama malesef toplumun çoğunluğu saflığı bırakmış, dünyayı gönüllerine koymuş, evlad konulmuş, hanım konulmuş, para konulmuş, mal mülk konulmuş, at araba konulmuş.. sonra da diyor ki, ben bilirim.. Yok öyle şey, sen gönlüne dünyayı koymuşsun, Hakk’ı koymamışsın, gönlünde Hakk’tan başka herşey var, sen hiçbir şey bilemezsin. Zengin görünüyorsun ama aslında fakirsin, kayıplardasın. Gözlerin açık ama, nefsine ait olan şeyleri görüyorsun. Kulakların işitiyor ama, hep nefsine ait olan şeyleri duyuyorsun. Hakk’ın

!78


Mevlana Sohbetleri

muhabbetine kulağını uzatmıyorsun. Hakk’ın güzelliklerine göz yönlenmemiş. ! Ne güzel diyor yüce Mevlana: ! “Bu dünya benim yerim değil, burası bir mahpushane. Ben bir kaç mahpusu kurtarmak için geldim.” % Bakın demiyor, bütün dünyayı kurtarmaya geldim, ancak üç beş mahpusu kurtarmaya geldim, diyor. Kim kulak verecek, gönül verecek, onlar kurtulacak. Bakın Hazreti Mevlana, bir gece yarısı bir değirmenin yanından geçiyor, bakıyor değirmen nasıl buğdayı değirmen taşının altında eziyor un haline getiriyor, kaldırıyor ellerini, “Ya Rab” diyor, “Beni de bir buğday haline getirdin, dünyayı da bir değirmen taşı yaptın, ezip duruyorsun, benden ne istiyorsun?” Allah’tan nida geliyor, “Ey benim Efendim! Sen değirmen taşının altındaki buğdayı hangi ışıkla gördün bu gece karanlığında?” Hazreti Mevlana diyor, “Ya Rab, Ay’ın ışığıyla gördüm.” Allah’tan yine bir nida geliyor, “Pekala, ışık girmiş değirmen taşının altına, acaba o taş o ışığa bir zarar veriyor mu? Sen de benim ışığımsın, zarar görecek bir varlık varsa, o da nefsindir.” ! Yüce Mevlana buyurur der ki:! “Beri gel beri, daha beri daha beri,% Ben senim, sen bensin,% Biz bir top inciydik, bir baştık, bir akıldık,% !79


Meram’dan Silivrikapı'ya

Bu şaşılık niye?% Hiç aydın aydınlıktan kaçar mı?%

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !80

Gel...”%


Mevlana Sohbetleri

- Hazreti Mevlana, “Bir insan, kendi varlığında bilincin esasını bulunduğunda, ebediyetin anahtarını bulmuştur” diyor ve şöyle devam ediyor, “Sana bedenini, ona merhametli olmayı, gizemlerine bakmayı öğretmeyen hiçbir eğitim, sana kendi bilincini nasıl bulacağını öğretemiyecektir. Beden bir kapıdır, beden ilk adımdır ve bilinç ile beden konusuna değinmeyen her eğitim kesinlikle yetersizdir, hatta zararlıdır. Çünkü seni yıkıcılığa götürür. Seni yıkımdan koruyan tek şey içindeki bilincin çiçek açmasıdır. Ve bu sana, yaratmak, dünyada daha çok güzellik, daha çok mutluluk yaratmak için karşı konulmaz bir güdü verir.” Ne dersiniz Hasan Dede?! - Bizler bizlikte ne kadar kalırsak, o kadar kayıplarda oluruz. Istıraplarda ve hüzünlerde oluruz. Bizler kendimizi ne kadar teslimiyete bırakırsak, o kadar teslim olduğumuz yer bizlerde varlığını, güzelliklerini gösterir ve bizlerin manevi kazançlar elde etmemizi sağlar. Gönül sunulmadığı zaman beden kapısı açılmaz ve güzellikler o bedene yansıma yapmaz. Ne zaman gönül sunulursa, o zaman o kapı açılır, gönül verilen yer o kapıdan girer, vücutta varlığını gösterir, işte o zaman insan huzur içinde olur. !

! ! !81


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Yine Hazreti Mevlana diyor ki, “Kendi içindeki bilinmeyeni bilmeden, başka hiç kimseyi tanıyamazsın. O insanın esrarını çözmek için tek yol kendi içindeki esrarı çözmektir. Gizli perdelerin arkasında başka perdeler gizlidir. İnsan sonsuzluktur. Kendi içinde ne kadar derine inersen, bütün varoluşta ve ayrıca başka insanlarda da o kadar derine inersin. Çünkü öz birdir, çeperse milyonlarcadır. Beden son derece yanlış kullanılmaktadır. Kendi vücuduna kötü davranıyorsun, bedenin sırrını bilmiyorsun. O yalnızca ten değildir, yalnızca kemik değildir, yalnızca kan değildir. O muhteşem bir organik bütündür, muhteşem bir dinamizmdir. Daha bir çok sırlar vardır. Bu beden daha bir çok bedenin ilk katmanıdır. Bu beden içinde latif beden vardır. O beden için zaman ve mekan yoktur. Yakınlık bir boyuttur, diğerinin senin içine girmesine izin vermektir, seni senin gibi görmesine izin vermektir. Bu, bir insanı benliğinin en derin noktasına davet etmek demektir. Yaşadığımız bu modern dünyada yakınlık giderek kayboluyor. Dostluk sadece bir kelime. Neden? Çünkü paylaşılacak bir şeyler yok. İçindeki yoksulluğu kim göstermek ister? İnsanlar rol yapma derdinde. Eğer sen yakın olmaya hazırsan, karşındakine yakın olması için yol açabilirsin. Coşku manevidir, içsel bir olgudur. Coşku çılgınlıktır, sadece çılgın insanlar bu bedeli ödeyebilir. Sıradan akıllı insan çok kurnazdır, çok hesapçıdır, çok hilekardır. O !82


Mevlana Sohbetleri

coşkunun bedelini ödeyemez, çünkü onu kontrol edemez. Coşkulu bir insan özgürdür.” Ne buyurursunuz Hasan Dede?! - Yunus Emre, selam olsun üzerine, şöyle buyurur, ! “İlim, ilim bilmektir; ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır. Var hoca, git bin hacca; hacca gitmek hüner değil, bir gönüle girmektir.” % İnsanlardaki bütün bu sıkıntıların, hüzünlerin nedeni, hep dışa bakıştan, bencil yaşayışlardan kaynaklanıyor. Sevgiler hep dışa sunuluyor, bu yüzden insanlar gamdan, sıkıntıdan, üzüntüden bir türlü kurtulamıyorlar. Şöyle misal vereyim; yediğimiz gıdalar bedene kuvvet verir, güçlendirir. İnsan eğer maneviyattan uzaksa, bu güç, kuvvet insanı hayvaniyete sürükler. ! Hazreti Mevlana şöyle der: ! “İnsan kulaktan beslenir, hayvan ağızdan beslenir.” % Bizler burada sayısız hakikatler sunuyoruz. Gerek Hazreti Mevlana’mızdan, gerekse Hazreti Muhammed Efendimizden, onların kimliklerinden, onların güzelliklerinden dil sarfediyoruz. Dinleyenler eğer bu güzellikleri işitip ruhlarına gıda yapmaya çalışırlarsa, iyi birer insan olurlar. Bu güzelliklerin kendilerinde zuhur etmesi için de yokluğa bürünmeleri !83


Meram’dan Silivrikapı'ya

gerekmektedir. Eğer insan yokluğa bürünmezse, ikrar verdiği yere imanını güçlendirmezse, bu kişi ne kadar zahiri bilgilere sahip olursa olsun, ne kendine bir faydası olur ne de başka birine faydası dokunur. Bu bilgiler ileriye doğru o kişide yük olmaya başlar. Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pirimiz Mevlana’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz. Halk arasında, ‘Kalp gözünün kapalı olması’ diye bir tabir vardır. Bu çok doğru bir sözdür. Neden? Çünkü o kalpte konuk olan dünyadır. Eğer insan dünya ehliyse, o kişinin kalp gözü kördür. Ama sıdk-ı bütün bir imanla, iman ettiği yerde yokluğa bürünürse insan ve kalbinde en güzel yeri Ona verirse, işte o zaman o kişinin gözlerinden seyreden iman ettiği yer olur ve dünya o kişinin gözünde basit bir varlık haline gelir. Ve artık insan o Sevgili’den bir an dahi olsun ayrılmak istemez. Fakat genelde insanların bedenleri dünya muhabbetleriyle dolu, bu sebepten dolayı bağdaşamıyoruz. Boşaltalım dünya varlıklarını içimizden, varlık olarak Hazreti Muhammed Efendimizi kalbimize koyalım, bakın o zaman nasıl güzel haller zuhur eder bizlerden.!

! !84


Mevlana Sohbetleri

- Hazreti Mevlana’nın, Fihi Ma-Fihi adlı eserinde şöyle bir bölüm geçiyor, “Ekmeleddin dedi ki, ‘Mevlana’ya aşığım. Yalnız Onun yüzünü görmek istiyorum. Ahiret hiç aklıma gelmiyor zaten. Bu düşünceler bu kuruntular olmaksızın yalnız Mevlana ile uzlaşmışım. Onun cemaliyle huzura kavuşuyorum. Onu görünce yahut Onun hayalini düşününce tatlar buluyorum.’ Cenab-ı Mevlana buyurdu ki, ‘Ahiret aklına gelmiyor amma, bütün bunlar bu sevgide gizli, bu sevginin içinde. Halifenin kapısında güzel bir oyuncu kız çalpara çalıyor, oynuyordu. Halife, sanatın ellerindedir, dedi. Kız, ayaklarımda, ey Tanrı Elçisinin halifesi, dedi, ellerimdeki güzellikte ayaklarımın güzelliği de gizli, onun için ellerim güzel. Mürid, ahireti etraflıca hatırlamaz amma, şeyhi görmekle ahiretin tadını, şeyhten ayrılmakla ahiret korkusunu duyar. Bütün ahiret ahvali bunda gizlidir.” Siz ne buyurursunuz Hasan Dede?! - Cenab-ı Mevlana’mız, selam olsun üzerine, şöyle der, ! “Mahşeri görmek istersen gündüze bak, ahireti görmek istersen geceye bak. Aşığa ne mahşer gerek, ne ahiret. Ancak Sevgilisi gerek.” ! Mürid yüzünü şeyhinden çekmezse, ruhunda onu ruh ederse, zaten aradığını bulmuştur, ahiret aklına bile gelmez. Sevgilisi olmadıkça !85


Meram’dan Silivrikapı'ya

aşık ahireti ne yapsın. Mahşer de, zaten ismi üstünde, bir kalabalıktan ibaret. Sabah insan kalkıyor yola koyuluyor, yollar dolu, duraklar dolu, kimsede hal hatır sormak, selamlaşmak yok, hep dünyalık peşinde koşuluyor, işte size mahşer. Ahiret ise gece, kimse kalmamış artık, herkes dinlenmeye çekilmiş. Şimdi gönlünde kim varsa onunla konuşmak zamanı. Ama bir bakıyorsun çoğu insan ahireti de mahvetmiş, dünyayı oraya da taşımış, hiç huzur yok.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !86


Mevlana Sohbetleri

- Cenab-ı Hakk, Al-i İmran suresinin 191. ayetinde, yerin ve göklerin nasıl yaratıldığını düşünmemizi emrediyor. Yerin ve göklerin yaratılmasının sebebi nedir, araştırın diyor. Veliyullah diyor ki, yerin ve göklerin yaratılmasına sebeb, Hazreti Muhammed Efendimizin vücud-u şerifleridir. Nitekim bir hadis-i kudside şöyle buyruluyor, “Ey Habibim, eğer Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım.” Burada hitab, bütün kainatı temsilen Hazreti Fahr-i Alem’edir. O halde, alemin yaratılma sebebi insandır, insanın yaratılma sebebi de Hakk’ın görünme ve bilinmesidir, çünkü Hakk insanda aşikar olmuştur. O halde bizim kendi hakikatimizi aramamız bir emri ilahi değil midir?! - Cenab-ı Hakk, bu kainatı Hazreti Muhammed’in yüzü hürmetine yaratmıştır ve “Sen olmasaydın ben bu alemi yaratmazdım” demiştir. Allah, bu alemi Kendisinin bilinmesi için, güzelliklerinin dile gelmesi için yaratmıştır. Hazreti Allah’ı da en güzel dile getiren Hazreti Peygamber Efendimiz olmuştur ve bizlere sunduğu her kelamı bencilce değil tamamen yokluğa bürünerek dile getirmiştir. Onun dilinden zuhura gelmiş olan bütün güzellikler Yaratıcının sözleridir. Hazreti Muhammed, Aklı Küll’dür. Ve Hazreti Ali Efendimiz olsun, Hazreti Mevlana olsun ve bütün Piran Efendilerimiz de Akl-ı Küll idiler. Bunun !87


Meram’dan Silivrikapı'ya

manası, onların her zerresinden akıl fışkırmaktadır. Çünkü onlar akıllarını Hazreti Muhammed Efendimizin aklıyla büyütmüşlerdir ve söyledikleri her söz bu sebeple bal şerbet gibidir. Onlar her zaman topluma tebessümlü yüzleriyle ve birleyici sözleriyle çıkmışlardır. Ve insanlara bu şekilde örnek olmuşlardır ki, onların sözleriyle akıllarını büyütmüş olan, onları kendilerine ruh etmiş olan kişilerle dünya durdukça anılmaya devam etsinler. Yani sonuç olarak, başta da söylemiş olduğumuz gibi, insan herşeyden üstün bir varlıktır. İnsan demek kainat demek, kainat demek insan demektir. Nurlu bir insanın cemali Ay’ı andırır. Gözlerindeki ışık çoğaldığı zaman da, o insan Ay’dan Şems haline döner. Misal olarak, Yusuf Aleyhisselam’ın yüzünün nuru o kadar parlaktı ki, gece yürüdüğü yollardaki evlerde oturan insanlar, onun nuru evlerine yansıma yapsın diye pencerelerini açarlardı. ! Hazreti Mevlana’mız da buyurur der ki: ! “Hazreti Muhammed’in yüzünün nuru nice Yusuf’un nuruna bedeldir.” % Yani Yusuf Aleyhisselam’ın yüzündeki o nur da, Hazreti Muhammed Efendimizin nurunun ancak bir yansımasıydı. Hazreti Muhammed Efendimiz, bu kainatın yaratılışına sebep olan nurdur. O iki cihanın Güneşidir.! !88


Mevlana Sohbetleri

- Evet, Hazreti Ali Efendimizin bir sözü vardır, der ki, “Ben Hazreti Muhammed’in yanında büyüdüm. Ama hayatım boyunca bir kez olsun yüzüne bakamadım.” Bir hadis-i şerifte Hazreti Muhammed Efendimiz buyuruyor ki, “Biriniz din kardeşini seviyorsa, ona bildiğini öğretsin.” Cenab-ı Hakk da Asr suresinde, “Birbirinize Hakk’ı tavsiye ediniz” buyuruyor. İnsanın değeri ve manevi güzelliği, onun ilahi marifetten elde ettiği değer kadardır. Çirkinliği de bundan mahrumiyeti yüzündendir. Ne dersiniz Hasan Dede?! - Bir insan ne kadar güzelliklere bürünürse, onun iç aleminin güzelliği yüzüne vurur. Biri de ne kadar karamsar düşüncelerde olursa, bu kişinin de yüzünde çirkinlikler zuhura gelir. Bu nedenle üstadımız Mevlana, her zaman huzurlu olmamız için bizlere daima kendimizi güzel düşüncelerde tutmamızı öğütler. Kendini daima güzel düşüncelerde tutan kişi, bahçesi güllerle, nergislerle, sümbüllerle dolu olan bir eve benzer. O evin sahibi, gecenin hangi vaktinde ışığı uyandırsa, bahçesinde o gülistanı görür. Karamsar düşüncelerde olan kişiler de, bahçesi dikenlerle, akreplerle, yılanlarla dolu olan bir eve benzer. Evin sahibi ışığı yaktığında bahçesinde o çirkinlikleri görür. İnsan düşünceden ibarettir. Bizlere en güzel örnek Hazreti Muhammed Efendimizdir. Ne dediniz biraz önce? Hazreti Ali, Peygamber !89


Meram’dan Silivrikapı'ya

Efendimizin yüzüne bakamazdı, dediniz. Hazreti Ali Efendimiz, Resulallah’a aşıktı, hayrandı. Hazreti Mevlana ve Hazreti Şems’in aralarındaki ilahi aşk gibi. Esasen, Onun da cemali en az Resulallah kadar nurluydu. Pembebeyaz yanakları vardı, gözleri de resimlerde gösterildiği gibi siyah değildi, Pirimiz Mevlana’nın gözleri gibi ela renkteydi. Hazreti Muhammed Efendimizin gözleri ise kahverengiydi. Hazreti Hasan’ın da kahverengiydi, ama Hazreti Hüseyin’in gözleri yine elaydı. Ama hepsinde Hazreti Muhammed Efendimizin nuru vardı. Onların cemallerine bakmak kendinden geçmektir. Bu yüzden filmlerde onların yüzlerini göstermezler, neden? Çünkü onların yüzlerine benzeyen yüz yok kimsede. Onlar tamamen nurdurlar. !

! ! ! ! ! ! ! ! !90


Mevlana Sohbetleri

- Hasan Dede, günümüzden bin sene önce, Irak’ın Basra bölgesinde yaşamış bir grup insan var, bunlara ihvan-ı sefa diyorlar, veya sefa kardeşleri, vefa dostları deniyor. Bunlara göre, bir insan bedeni tarafından aşağı çekildiği, yani bedenin arzu ve zevkleri ile meşgul olduğu sürece, feleklere yükselemez. Ve orda yüksek manevi değerlere sahip bulunanları doğrudan müşahade edemez. Yani Hazreti Mevlana’nın, Hazreti Muhammed’in şehadet ettiği mutluluğu tadamaz, diyorlar. Ne buyurursunuz?! - Aslında herşeyi çok açık dile getirdiniz bu sözlerle. Bir insan, kendisini devamlı bedeninin arzuları ile meşgul tutarsa, hiçbir zaman hakikatlerin güzelliklerine ulaşamaz. Neden? Çünkü nefsi arzularının peşindedir ve onlardan arınamamıştır. Bu gibi kişilerin de geçirdikleri ömürler boşa gitmiş olur ve kişiye yazık olur. ! Cenab-ı Mevlana der ki: ! “Bu kadar ‘Allah’ dediniz, daha mı Allah’laşamadınız.” % Bu sözleriyle ne demek istiyor bizlere? Allah ismini zikrettiğiniz zaman, bu esmanın arkasında zat olarak birini görmek isterseniz eğer, o zat Hazreti Resulallah’tır. Misal olarak, güzel bir kız gördüğünüz zaman, onun o güzelliğine hayran olursunuz. Ama onun o güzelliği, Peygamber Efendimizin güzelliğinin sadece küçücük bir zerresi. Resulallah’ın !91


Meram’dan Silivrikapı'ya

güzelliğini, nasıl nur ala nur bir varlık olduğunu Mürşidinizden dinliyorsunuz, ama yine Onun güzelliğine koşmak yerine, Onun cüzi bir güzelliğine tamah ediyorsunuz. Kızdan maksat d ü n y a d ı r. B ı r a k ı n d ü n y a y ı , ç ı k a r ı n gönlünüzden. Resulallah’ı koyun o gönlünüze, öyle zikredin Allah’ı, bakın o zaman nasıl güzellikler zuhur eder sizde, hayran olursunuz o Güzele. Zaten O yüzünü gösterdi mi, başka bir güzel de istemezsiniz artık. !

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !92


Mevlana Sohbetleri

- Bir zat diyor ki: “Zamanı gelince herkes kendi hedefini tutturacaktır. Sonunda böylece herkes kazanacaktır ve herkes sonunda inandığı şeye dönüşecektir. Herkes neyi bozmadan koruduysa, onu elde edecektir. Kimi sefilliğini, hatalarını ve ölümü; kimi ise mükemmelliği, sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü bulacaktır.” Siz bu konuda ne buyurursunuz Dede?! - Kişi en çok neyi severse, onun Allah’ı odur. Kişi eğer nefsinden arınanamamışsa, kopamamışsa, nefsani isteklerine kavuşacaktır. Ama bazıları da var ki, onlar namütenahi güzelliklere ulaşacaklardır. Kimlerdir bu kişiler? Kulağını güzel sözlere kapamayanlar, hatta güzel sözleri işitirken daha fazla kulak verenler, o güzel sözlerin yansıdığı kişilerdir, iç alemini o güzel sözlerle nurlandıran ve bu güzelliklerle ömrünün sonuna kadar yaşamını sürdüren kişilerdir. Bu kişilerin suretlerine örnek, Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana ve diğer Piran E f e n d i l e r i m i z d i r. O n l a r g ü z e l l i k l e r kaynağıdırlar. Bir gün Hazreti Mevlana’ya şöyle bir soru soruyorlar; “Ya Mevlana! Senin sohbetinde bulunuyorum ve doyamıyorum. Senin sohbetinden ayrıldıktan sonra başka bir yerlerde de Hakk muhabbeti dinliyorum, ama hiçbiri senin muhabbetin gibi zengin değil, fakat cemaatleri çok, merak ediyorum, acaba bunun nedeni nedir?” Koca Mevlana cevap veriyor: “Oralarda kalabalığı görüyorsun, ama benim gönderdiğimi görmüyorsun. !93


Meram’dan Silivrikapı'ya

Burası bir sarraf dükkanıdır, biz burada gelenlere ayar veririz. Ayar altına verilir, gümüşe, pırlantaya, zümrüte, yakuta verilir. Değeri olmayan birşeye ayar verilmez.” Bunun üzerine Hazreti Mevlana’ya, “Sen kimsin?” diye soruyorlar. ! İşte Hazreti Mevlana şu cevabı veriyor: ! “Ben, dünyamızda ne kadar güzellik varsa, bütün o güzelliklerin kaynağıyım ve de doğasıyım.” % İşte bizler böyle bir yerdeyiz, burada zerre kadar karamsarlığa yer yoktur. Ya gönlünü Hazreti Muhammed Efendimizin, Hazreti Mevlana’mızın, Piran Efendilerimizin hakikat sohbetleriyle dolduracaksın ve güzel bir insan olacaksın, yahut da nefsinin esiri olup gideceksin. !

! ! ! ! ! ! ! ! ! !94


Mevlana Sohbetleri

- Cenab-ı Resulallah, bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Eflatun-i İlahi Nebi idi velakin kavmi anı bilmedi.” Eflatun bir diyalogda Sokrat’ın dilinden şunları söylüyor: “Ben bir ebeyim, fakat farkım şudur; kadınları değil erkekleri doğurturum. Benimle konuşmaya başlayan, önce bilmezmiş gibi görünür; ama konuşma ilerledikçe, açılır ve anımsamaya başlar. Bununla beraber benden birşey öğrenmediği bellidir, en güzel bilgileri sadece kendi içinde bulur ve ortaya koyar. Ait olduğu alemden gelen ölümsüz ruhun amacı tekrar asıl yurduna kavuşmaktır. Beden bunda yardımcı olmalıdır. Bu gerçeğe kavuşması bilgiye kavuşmaya ve bilmeye bağlıdır. Bu bilgi anımsamadır, ancak bu anımsama ruh ve bedenlere göre değişiklik gösterir. Birçokları anımsayamaz ve bulanık görürler. Ruhlardan bir azınlıkta, algılama yetkisi daha az bir orandadır, bazılarında da anımsama ve akıl y e t k i s i v a r d ı r. G ü z e l k a v r a m ı n ı n değerlendirilmesi, sevgi kavramına götürmüştür. Sevgi, ölümlülerde bir ölümsüzlük çabasıdır.” Ne buyurursunuz?! - Bedenimiz olmazsa, Hakk’ın büyüklüğü, güzellikleri, dili sunulamaz; Hakk kendini bu insan bedeniyle tüm bunları dile getiriyor. Biraz önce buyurduğunuz gibi Mahmut Efendi; Eflatun demiş, bir çok kişinin gözleri bulanık görür; fakat sadece o gün değil, bugün bile hala !95


Meram’dan Silivrikapı'ya

birçok kimsenin gözleri bulanık görmeye devam ediyor. Neden? Çünkü içini temizlememiş, içinde bir sürü dünya muhabbeti var. Böyle kimselerin gözleri hakikati göremez, körce yaşar, bulanık görür. ! Hazreti Muhammed Efendimizi gelince, selam olsun üzerine, o da diyor ki: ! “Bana bende olan, beni toplumda methiye kılan o kişi gelmiş geçmiş nebilerden evladır.” % Bakın bizlere nasıl bir mesaj veriyor ve güzel bir rütbe veriyor. Bugün geçmişlerden alırız mesajı, fakat bugün bizler sizlere mesaj vermekle mükellefiz. Güzel mesajlar vererek sizleri güzel yaşamlara sürüklemekle mükellefiz. Sizlerin yarınların birer aydınları olarak topluma çıkmanızı sağlamak bizlerin vazifesidir. Biz her zaman şunu deriz; Hazreti Muhammed Efendimiz, İmam Ali Efendimiz, Ehlibeyt Efendilerimiz, yüce Mevlana’mız ve Piran Efendilerimiz bizim sünnetlerimizdir, bizleri de sizlere farz kılmışlar. Onların yüzleri bizden görünür, onların dilleri bizden dile gelir; hiçbiri kabirden dile gelmez. İşte bir Mürşid-i Kamil kainattır ve yüzyirmidört bin nebinin ve sayısız velinin varisidir. Sizler hakikate ulaştığınız zaman, kimliğinizi bildiğiniz zaman, kimliğinizle yola koyulduğunuz zaman, sizler işte o zaman zengin bir kişiliğe sahip olursunuz. Peki !96


Mevlana Sohbetleri

zenginlik nedir? Benim en büyük varlığım, Mürşidimin vasıtasıyla Pirim’dir, en büyük varlığım odur. Hazreti Muhammed de orada, İmam Ali de orada, Ehlibeyt de orada, Piran da orada; hepsi oradadırlar. Ben orayı kendime ruh ettim, orayı kendime ışık ettim. Gökyüzündeki güneşin ışığı onların ışığının yanında sönük kalır. Sizlerinde günün aydın kişileri olmanızı i s t e m e k t e y i z . Ö y l e , A l l a h c e z a v e r i r, cehennemde yakar, gibi sohbetler burada yoktur. Burada insandan söylettiriyor, insana dinlettiriyor. Bakın Hazreti Muhammed, “İkre” diyor, Hazreti Mevlana diyor, “Bişnev”. Biri “Oku” diyor, diğeri “Dinle”. Dinledin, işittin, oradan can buldun, o zaman tefekkürde dur, onlar ne ikram ederlerse, bilin ki mutlaka güzel şeyler ikram ederler; onların ikramı hiçbir zaman çirkin değildir. Hem senin vücuduna faydası olur, hem de karşı tarafa faydası olur. !

! ! ! ! ! ! ! !97


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Allah’ın rahmeti herşeyi kuşatmıştır. Varlığında hiçbir şey yoktur ki, Rahmet-i İlahiye onu zikretmemiş olsun. Rahmet-i İlahiye’nin herhangi bir şeyi zikretmesindenin anlamı, o şeye bulunduğu hale göre varlık bahşetmesidir. Binaenaleyh, hakiki nimet, ölümü ve kendisinden zuhur ettiği aslına dönmesinden sonraki halidir. Burada herkes kendi mertebesini gerçekleştirir, herkesin nimeti bu mertebeye, yani Allah’a yakınlığı derecesine göre olur. Hayatında kamil anlamda vahdeti gerçekleştiren ve bu vahdetin sırrını bilen kimse en büyük nimeti elde eder. Bu vahdetin sadece bir kısım sırlarını idrak edenin nimeti ise idrakine göredir. Muhyiddin-i Arabi dini ıslahların anlamlarını değiştirip kendi mezhebinin ruhuyla uzlaşan başka anlamlar vermiştir. Ona göre Allah, vahiyde Hakk, vücudu Mutlak, her taayyün edenin sureti ile ezelde zuhur edendir. Alem, Allah’ın gölgesi, zatında varlığı olmayan şeydir. Fakat alem, hakikati ve cevheri açısından Allah’ın kadimliği gibi kadimdir. Cennet ve cehennem, Allah’a yakınlık ve Ondan perdeli kalma azabının iki kısmıdır. Ne buyurursunuz Dede?! - Çok kısa ve net bir cevap vereceğim. Her kişi kendi idrakine göre yaşar ve cennet de cehennem de o kişinin idrakine göre farklılıklar gösterir. Allah, bizlere en büyük nimet olarak akıl vermiştir, onu da başa koymuştur. O aklı !98


Mevlana Sohbetleri

tutarsak güzelliklerde, daim güzellikler görürüz, cennette yaşarız. Fakat akıl hep kötülüğe, fesada yönelirse, bu kişinin de yaşadığı yer cehennemdir. İnsan insanın cenneti, insan insanın cehennemidir.! Bir üzümden yapılmış şarap vardır, bir de aşktan yapılmış şarap vardır. Üzümden yapılmış şarabı içersin, bir an için kendinden geçersin fakat yarın olunca baş ağrısı yapar. Ama aşk şarabını içtiğin zaman doyamazsın, ağrı vermez şifa verir, can verir ve her an o şarabı içmek istersin. İşte o aşk şarabı gönüldür.! Gönül verilmiş ise Mürşide, Mürşid vasıtasıyla Pir’e ve Muhammed’e, onun o güzel cemaline ulaşmış ise, onu kendine ayna etmiş ise, artık aklın onun aklıyla kemalat bulur, dilin onun diliyle tatlılaşır, halin onun haliyle güzelleşir, hem sen güzel bir insan olursun, hem de etrafına faydalı olursun.!

! ! ! ! ! ! ! !99


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Dede, Hazreti Mevlana diyor ki: “Bir lahza avamla arkadaşlık ettim, yedi gün hamamda oturduğum halde, o arkadaşlıktan hasıl olan soğukluk bir türlü geçmedi.” Bizler burada ihvan sohbeti yapıyoruz; yani bu manada olmayan, bu inançta olmayan kimselerle dost olunduğu zaman, o kişilerin sohbetinden doğan sıkıntılar bir süre tesir ediyor. Siz bu konuda ne buyurursunuz?! - Cenab-ı Mevlana, selam olsun üzerine, dünya ehliyle hararetli muhabbete girdiğin zaman diyor, sen öyle bir üşüme haline girersin ki, yedi gün hamamda yıkansan, o üşümeyi üzerinizden atamazsınız. Bir inançlı insan var, bir de inançsız insan var. İnanç dediğimiz zaman; bir kişi kalkar beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, malı mülkü varsa zekatını verir, parası varsa Hac vazifesini yapar, fakat ondan sonra gerisini Allah bilir, der. Bir de tasavvufa göre inanç vardır, o da şudur; bir an dahi nefsine düşmemek, dünyayı gönlüne koymamak, Allah’ı kendi dışında bilmemek. Bir kişi bu şekilde yola çıkarsa, o zaman o boşlukta değildir ve kiminle konuşursa konuşsun, Mevlana’nın buyurduğu gibi, yarım ağızla konuşur ve başkalarının sözleri onun gönlüne işlemez. İşte o zaman o kişiye soğuma gelmez. Dünya ehliyle muhabbete girdiğin zaman, yine Mevlana’nın dediği gibi, yedi gün hamama girsen yıkansan !100


Mevlana Sohbetleri

da temizlenemezsin. Neden? Çünkü su senin ancak dış kısmını yıkar ama aklını yıkayamaz. Pekala nasıl temizlenirsin? ! İşte yine Hazreti Mevlana şöyle buyuruyor: ! “Beni gönlüne koyarsan, ben senin gönlünü temizlerim.” ! Bizler diyelim Hazreti Mevlana’yı gönlümüze koyduk, Melamiye’de olanlar Nur Muhammed’i gönlüne koydu, Rufaiye’de olanlar Seyyid Ahmet Rufai Hazretlerini gönlüne koydu, Nakşiye’de olanlar Nakşibendi Hazretlerini gönlüne koydu. Peki ne demektir bu? Bu zatların hepsi Hazreti Muhammed’de fanidirler, kendilerini onda yok etmişlerdir. Kalabalık görünürler ama hepsi birdirler. Gönlüne Pirini koyarsan ve öyle yola çıkarsan, sen Hazreti Muhammed’i gönlüne koymuşsun demektir. Sen artık ne yaparsan yap kirlenmezsin. Ama gönlünde yoksa Pirin ve onun vasıtasyla Hazreti Muhammed, sen gece gün namaz kıl, Kuran oku, aklın dünyada oldukça hiçbir yere varamazsın, sıkıntılardan da kurtulamazsın.!

! ! ! ! !101


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Yine Hazreti Mevlana şöyle buyuruyor: “Dünya sevgisinden güsul ediniz ki, vücudunuzun bir zerresinde dahi o sevgiden eser kalmasın. Günde beş kere dünya muhabbetinden elinizi yıkayınız ve Hakk’tan yana, yani Cemal kıblesine karşı yüzünüzü çeviriniz ve Hakk’tan yardım dileyiniz.” Bir hadis-i şerifte de Hazreti Muhammed şöyle buyuruyor: “Her kim hikmet bilmezse, hikmetten haberdar olmazsa, bu kimse Allah marifetinde er değildir.” Siz ne dersiniz Dede?! - Bizler zikirlerimizi bilinçli yaparsak, kimi zikrettiğimizi bilerek onun kimliğinde kendimizi fani kılarsak, bizler her zaman manevi yönden güçlü oluruz, hiçbir zaman küfriyata düşmeyiz. Ama bilinçsiz zikirler yaparsak, istersek sabahalara kadar zikir yapalım, yine küfürde kalmış oluruz. Cenab-ı Mevlana’ya bir gün soruyorlar: “Allah ne kadar büyüktür?” Mevlana şöyle cevap veriyor: “Allah’ın büyüklüğü insanın boyu kadardır.” Bu yanıtı alanlar: “Aman ya Mevlana, sen Adem’in Hakk olduğunu mu söylüyorsun?” Mevlana yine cevap veriyor: “Evet, öyle söylüyorum. Adem olmasaydı, Allah bilinmeyecekti. Allah, kainatı yarattı, en son insanı yarattı ve insanda kendini yarattı. İnsan ile hem semavattaki varlıkları, hem yeryüzündeki varlıkları isimlendirdi ve kendi büyüklüğünü de yine insanla dile getirdi.” Bu yüzden bizler, tasavvuf ehli olarak, daima insan üzerinde dururuz ve insan dışına !102


Mevlana Sohbetleri

çıkmayız. Hayali bir Allah peşinde koşmayız. Eğer hayali bir Allah peşinde koşarsak, bizler evlatlarımızı bugüne ve yarına göre yetiştirmemiş oluruz. Bu nedenle bizler her zaman ne kadar hakikatler varsa, onları dile getirmeye çalışırız. Bilinçli ibadet nedir? Biz, Allah, dediğimiz zaman, Mürşidimiz vasıtasıyla Pirimize ve Resulallah’a yolumuz çıkar. ! İşte Hazreti Mevlana şöyle buyurur: ! “Hazreti Muhammed’in dışında bir Allah aramaya kalktığınız an, kendinizi boşlukta bulursunuz.” ! Hazreti Peygamber Efendimiz de Kur’an-ı Kerim’de, Allah dilinden şöyle konuşuyor: ! “Beni bu alemde göremezsen, öbür alemde hiç göremezsin.” % Pekala biz onu bu alemde nasıl göreceğiz? Kim bu alemde Hazreti Muhammed Efendimize bende olmuş, onun haline bürünmüş ve onun dilinden konuşuyor ise, işte o kişiyi seyretmek Hakk’ı seyretmektir. Onun dışına çıkmak Hakk’ın dışına çıkmaktır. Allah esması kamufledir, örtüdür; zatını aradın mı insan çıkar. Zaten insan olmadıktan sonra, sen nereye yola çıkıyorsun, kime gidiyorsun?!

! ! !103


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Cenab-ı Peygamber, bir gün Abdullah İbn-i Abbas’a diyor ki: “Ya amca oğlu Abdullah, vücudunu kayırma.” Peygamber Efendimizin bu sözü üzerine İbn-i Abbas: “Ya Resulallah, vücudum bana kabahat mıdır?” diye soruyor. Cenab-ı Peygamber şu cevabı veriyor: “Bu sözü söyledim ki, anla, bu vücud senin değildir. Hakk’a niyaz ve de ki, Ya Rabbi bende senin vücudunu izhar et de, bende senin vücudun olduğunu bileyim.” Bizler vücudumuzun Hakk’ın vücudu olduğunu nasıl bilebileceğiz Dede?! Peygamber Efendimiz, selam olsun üzerine, bir gün tefekkür halindeyken nefsine ıstırab vermek için, yatsı namazını eda ettikten sonra, bir ayak üstünde duruyor. O ayağı yorulunca da diğer ayağı üstünde durmaya devam ediyor. ! Bir zaman sonra Peygamber Efendimize Allah’tan şöyle bir nida geliyor: ! “Ey benim Habibim, hani sen beni çok seviyordun. Bu kadar sevmene rağmen, beni o kadar çok yoruyorsun ki, hayret bu mudur senin sevgin? Bir ayak üstünde duruyorsun, sen yoruluyorsun, ben yoruluyorum. Senin bir zerren bile benim dışımda değildir. Ben senin vücudunda gizlendim, ordan bu aleme tebliğler veriyorum.” ! Ebu Müslim de Hazreti Peygamber’in bu yaptığını yapmak istedi, ona da Allah’tan şöyle bir nida geldi: “Sen gece gün tek ayak üstünde !104


Mevlana Sohbetleri

dursan da benim Habibimin yerini tutamazsın!” İşte vücudu kayırabiliyor muyuz? Hayır. Çünkü her zerremiz onunla diridir. Ruh, bu bedende akıl oldu, göz oldu, kulak oldu, bu bedenden konuşuyor, bu kalpte Allah’ı zikrediyor. Ruh bedenden feragat ettiğinde ise tüm bu azalar çalışmaz hale geliyor. Allah, bu beden örtüsüyle kendini gizlemiş ve bu bedenden sayısız bilgiler sunuyor. Onun için Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, bir gün diyor ki: “Allah’ım seni o kadar çok seviyorum ki, bin tane canım olsa sana kurban olsun.” Fakat bu kelam ağzından çıkar çıkmaz Mevlana istiğfar etmeye başlıyor ve şöyle devam ediyor: “Estağfurullah, bana ait ne var ki, can verene can bağışlıyorum.” ! Başka bir yerde de yine şöyle sesleniyor: ! “Kalkmayın diyesiniz, ben Allah’a kulluk ediyorum, çünkü bu sözde dahi benlik vardır. Sen kulluğu kimin kudretiyle kime yapıyorsun?” % Mademki bize kulluk eden de Allah’tır, o zaman bizim her an teslimiyette durmamız gerektir.!

! ! ! ! ! !105


Meram’dan Silivrikapı'ya

- İnsanlar belirli fikirler içindeler ve bunlara hapsolmuş durumdalar, gerçekleri bulamıyorlar ve karanlıktalar. Hazreti İsa Aleyhisselam’ın bir sözü var, şöyle diyor: “Gerçeği bilin ve gerçek sizi özgür kılsın. Gerçek, ilahi güzelliktir; mevcuttur ama varlığı yoktur. Bütün ruhunla arınman gereklidir. Tam bir özgürlük içinde aramazsan bulamazsın. Kimsin sen? Neden yaşıyorsun? Yaşamanın amacı nedir? Evren nedir? Niye varoldum? Hayatımı nasıl yaşamalıyım? Neredeyim? Nereye gidiyorum? Bu sorular bir insanda zuhur eder de cevaplarını bulmaya çaba sarfederse insan gelişir, değişir ve özgürleşir. Bu güne kadar etrafımızın geliştirdiği baskılardan kurtulmak ve içimizdeki saklı olan hakikatleri bulmamız gereklidir.” Siz ne buyurursunuz Dede?! - Toplumun fikirleri öyle yerlere saplanmış ki, hüzünlerden, gamlardan, sıkıntılardan hiçbir türlü kurtulamıyorlar. Ne kadar Allah’ı da zikretseler, ibadet de yapsalar, özgürlüğe ve temiz bir ruhaniyete kendilerini veremiyorlar. Peki bunun sebebi nedir? Bunun sebebi iman zayıflığıdır. Neden iman zayıflığıdır? Bir insanın bağlandığı yere imanı gerçek ise, o insan gama sıkıntıya düşmez, çünkü kendinde yaşamaz. Gönlünü vermiştir Pirine ve Piriyle Hazreti Muhammed’e, ona inanmış ve ona iman etmiştir, onunla içini güzelliklerle donatmıştır, oranın

!106


Mevlana Sohbetleri

güzelliklerine kendini kaptırmıştır. Ve işte bu kişi özgürlüğüne kavuşmuş sayılmaktadır. ! İşte Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, şöyle buyuruyor: ! “Komşunun her sabah tasında bal, zeytin, peynir bulunur. Benim ise önümde tuz ve bir tas da ayranım vardır. Benim ayran tasım, soframdaki tuzum bana herşeyin üstünde bir tat vermektedir, sayısız cihanlar bağışlansa da hürriyetimden bir zerre satmam.” % Herkes kendi fikrince inandığını savunur, kendi imanını güçlü bilir. Ama belki de kendimizi avutuyoruz, çünkü sıkıntılar bir türlü gitmiyor. Ehli iman sahibinde katiyyen gam gasabet yoktur. ! İşte Galib Dede Hazretleri, selam olsun üzerine, şöyle der: ! “Gam ve keder halk-ı cihanındır, aşıkta gam keder neyler?” ! İnsan iman ettiği yerin güzelliklerini gördükten sonra artık gönül oraya verilmiştir, o kişide artık kimlik yoktur. Ama bunlar yok ise, ne kadar bilgiye sahip olursan ol, sen ancak meyvanın kabuğuna erersin, tadına varamazsın. Bilgiye sahip bir insan gurura kapılırsa, başkalarını hor hakir görürse, o benlikle mahvolup gitmeye mahkumdur. Ama tevazuya inip, yoklukta durursa, ona ait hiçbir şeyin olmadığını, bütün !107


Meram’dan Silivrikapı'ya

sahip olduklarının Yaratıcı’dan olduğunu bilir ve her an şükrederek niyazlarda bulunarak yaşarsa, o kişi hiçbir zaman mahkum olmaz, özgür olur ve hür yaşar.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !108


Mevlana Sohbetleri

- Şibli Hazretleri diyor ki: “Ben ve Hallac-ı Mansur aynı kaseden içtik; ben ayık kaldım, o sarhoş oldu. Bunun üzerine hapsedildi ve bir gün öldürüldü.” İbn-i Arabi de; “Şibli’nin ayıklığını Hallac’ın sarhoşluğuna tercih ederim” buyuruyor. Siz bu konuda ne dersiniz Dede?! - Hallac-ı Mansur’un, selam olsun üzerine, imanı güçlü, aşkı tam ve aşık olduğu yer ile sarhoş. Şibli de, aşkın şarabını içtim, diyor ama gönlü tam değil ve imanı da güçlü değil, bu yüzden akılda kalıyor ve o güzelliklere vakıf olamıyor. Bunlar çok ince hesaplardır. Hazreti Pir’in diliyle anlatıcak olursak; o kadar rahmete vermiş kendini ki, Resulallah’tan ileri çıkmak istiyor. Nasıl ileri çıkmak istiyor? Resulallah Efendimiz, selam olsun üzerine, Mirac’ta bütün ümmetinin beratını istiyor; Mansur-u Hallac Resulallah’ın dilinden bunu duyunca diyor ki: “Ben Resulallah gibi Mirac etmiş olsaydım, Allah’tan yalnız ümmetimin beratını değil, bütün insanlık aleminin beratını isterdim.” Hallac, bu sözü der demez hemen o akşam Peygamber Efendimiz asık bir yüzle rüyasına çıkıyor. Mansur-u Hallac buna çok üzülüyor ve Peygamber Efendimize niyaz ediyor ve, “Ne suç işledim ya Resulallah, o güzel yüzünü neden benden uzak tutuyorsun, asık yüzle çıkıyorsun?” diye yalvarıyor. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, selam olsun üzerine, Hallac’ın bu yakarışlarına günlerce bir cevap vermiyor. Sonunda bir gece yine Mansur’un !109


Meram’dan Silivrikapı'ya

rüyasında görünüyor ve şöyle buyuruyor: “Ya Mansur, ümmetimin beratını isterken acaba ben mi istedim, yoksa benden Allah mı istedi? Sen beni Allah’tan ayrı mı görüyorsun?” Peygamber Efendimizin bu sözleri üzerine Mansur söylediklerinden bin pişman oldu ve, “Ne olur ya Resulallah beni affet” diye yakarmaya başladı. Resulallah ona şu cevabı verdi: “Ancak başını verirsen affıma mazhar olursun!” Mansur bunu duyunca hemen ertesi günü kendi cemaatine şöyle bir seslenişte bulundu: “Ene’l-Hakk!” Cemaat, Mansur’un bu sözü üzerine Allah’lık davasına girdiğini düşündüler ve buna isyan ettiler. Mansur’u taşa tuttular, çarmıha gerdiler, başını kopardılar. Fakat yine de boğazından akan kan “Ene’l-Hakk” yazdı. ! Hazreti Mevlana buyurur der ki: ! “Mansur sözünde Hakk’tı ama cemaati o görüşe sahip değildi; sahip olmuş olsalardı Mansur’u idam etmezlerdi.”% Bir gün Mevlana’ya şu soruyu soruyorlar: “Ya Mevlana, senin yolunda yürüyen evlatlarının mükafatı nedir?” Mevlana onlara şu cevabı v e r i y o r : “ Ta n r ı l ı k ! ” İ ş t e s e n b i r i n i Tanrı’laştırırsan, artık Tanrı Tanrı’yı asamaz. ! Bir örnek daha vereyim; İbrahim Edhem Hazretleri, Hicaz yolunda öyle bir dil sarfediyor ki, Hac arkadaşları hayran oluyorlar ve ona !110


Mevlana Sohbetleri

soruyorlar: “Ya Edhem, bu sözler Kitap’ta yok, ama sen o kadar şifai sözler söylüyorsun ki, bizim ruhumuza ferahlık veriyorsun. Sen bu bilgileri nereden aldın?” İbrahim Edhem Hazretleri onlara şu cevabı veriyor: “Ben Tanrı’mı öldürdüm de bu bilgilere sahip oldum.” Bu sözleri üzerine etrafındakiler İbrahim Edhem’e cephe alıyorlar, kargaşa çıkartıyorlar ve onu idama götürüyorlar, fakat ipi çekmeden son sözü olup olmadığını soruyorlar. İbrahim Edhem onlara şöyle sesleniyor: “Benim öldürdüğüm Tanrı, şu anda sizlerden ferman çıkardı beni asıyor; işte benim o öldürdüğüm Tanrı, nefsimdi.” İbrahim Edhem, nefsini öldürünce, Tanrı kendisinden ‘Rahman’ sıfatıyla tecelli etmişti ve onun dilinden o güzel sözleri söylemişti; fakat halkın uyduğu nefsi nerdeyse İbrahim Edhem’i idama götürecekti.! Yani sonuç olarak Mansur-u Hallac sözünde Hakk’tı, fakat Şibli akılda olduğu için henüz o lezzete sahip değildi.!

! ! ! ! ! !

!

!111


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Veliullah buyuruyor ki: “Peygamber Efendimiz Hazreti Mustafa (sav), alemin hakikatinin ve kemalatının beşeri örtüsüdür. Kendisi, “Ben elçiyim, ben kulum” diyerek bunu örtmüş ve gizlemiştir. Böylece bütün insanlık alemine bir kulun nasıl olması gerektiğinin misalini vererek bir hidayet rehberi olmaktadır.” Hazreti Mevlana da bu hakikati şöyle dile getiriyor: “Hakikati Muhammediye güneşi beşeriyet örtüsüyle yüzünü gizlemiştir. Bu sırrı anlamaya çalış, bunun doğrusu budur. Bunu en iyi bilen Allahü Azimüşşan’dır. Hazreti Muhammed, Hakk’ın esma, sıfat ve zatının ekberiyetle tecellisidir. Bunu bilmeyip, Allah başka Resul başka demek, ikilikte kalmaktır.” Siz nasıl yorumluyorsunuz Dede?! - Tamamen Hakk’a yüz tutan, herşeyiyle kendini Hakk’a vermiş olan bir kişi artık Hakk olmuştur ve bedeni de Hakk’ın örtüsü olmuştur. Bu alemde insan suretinde görünen sayısız varlık vardır; bunlar insan görünürler ama gönülleri, muhabbetleri, inançları, sevgileri tamamen Allah’ın vehimlerine, yani varlıklarına sunulmuş olduğu için, bunlar Allah ile diridirler fakat Allah onlarda diri değildir. Bir insan, bir Allah’ın sevgilisine elini uzatır, oraya baş keser, orayı kendine baş eder, orayla kendini beslerse ve Hazreti Muhammed Efendimiz’e muhabbetini, sevgisini, gönlünü verirse; Hazreti Muhammed Efendimiz, selam olsun üzerine, bu !112


Mevlana Sohbetleri

gönül sahibine gecenin bir vaktinde o güzel yüzünü gösterir. O güzel yüzü gören kişi artık Hakk ile Hakk olmuştur, onun vücudu sadece bir örtüdür ve o örtünün altında Allah’tan başka bir şey yoktur. ! Hazreti Ali Efendimiz şöyle buyurur: ! “Kişi dili altında gizlidir.” ! Bir gün Hazreti Mevlana’nın huzuruna iki kişi geliyor. Cenab-ı Mevlana ikisiyle de muhabbet ediyor, fakat biri susuyor hiçbir şey söylemiyor, diğeri de sorularına cevap veriyor. Bu iki kişi Mevlana’nın huzurundan ayrıldıklarında, aynı muhabbet ortamında bulunanlar Mevlana’ya sormuşlar: “Bunlar nasıl kişilerdi ya Mevlana?” Mevlana şöyle cevap vermiş: “Konuşan kişi şu derecededir, diğeri hakkında bir şey diyemiyorum, çünkü konuşmadı.” Yani kimliği ortaya çıkmadı. Bizler, mademki sarraf dükkanında çalışıyoruz, toplum ne ayardadır, konuşmalarından anlarız. Fakat bizlerin önemli bir vazifesi de, onların örtülerini kaldırmadan onlara insandan söz etmek. Böylece belki o insandan örnek alır da, bir gün gelir o da güzel bir insan olur, Hakk olur. Kısaca, insanın bedeni libadır, örtüdür. Bir Hakk dostu, Hakk ile Hakk’tır, ama bu sırrı aşikar edemez, ben Allah’ım diyemez. Eğer, ben Allah’ım, derse benliğe tutulmuş olur ve Firavun

!113


Meram’dan Silivrikapı'ya

sıfatına ermiş olur. Ne kadar yoklukta durursa, o kadar Hakk’ın yüzü ondan tecellisini gösterir.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !114


Mevlana Sohbetleri

- Kehf Suresi’nin bir ayetinde Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: “Ben insanı en güzel surette yarattım ve sonra onu en aşağılara sürdüm.” İnsanın gayesi, bu en aşağılardan en yukarılara çıkmak olması gerekir. Üsküdar’da bir semt var, adı Selamsız. Orada bir Selami Ali Efendi var. Bu semtin ismi de bu şahıstan gelmiş, çünkü bu adam hiç selam vermezmiş. Katırıyla Üsküdar’a gider gelir fakat yolda kimseye selam vermezmiş. Bir gün yine Üsküdar’a giderken birisini yanına almış öyle gitmiş. Yolda giderken yanındaki görmüş ki, esnafın çoğu hayvan sıfatında; kimi çakal, kimi kurt, kimi ayı.. O zaman anlamış ki Selami Ali Efendi meğer bu yüzden kimseye selam vermiyormuş. Eski dini kitaplarda şöyle yazıyor: Hazreti Musa’dan önceki devirlerde dahi insanların huyu yüzüne yansıyordu, ne zaman ki, Kur’an-ı Kerim geldi, Besmele’nin yüzü hürmetine Cenab-ı Hakk bunu gizledi ve bu gerçekleri insanların yüzlerine vurmadı. Ve bir ayet-i kerimede de şöyle buyuruyor: “Bu alemde kör olan ahirette de kördür. Bu alemde beni göremeyen ahirette de göremez.” Siz ne buyurursunuz Hasan Dede?!

!

- Yüce Mevlana’mız, selam olsun üzerine, şöyle buyurur:! “İnsan demek kainat demektir.” %

!115


Meram’dan Silivrikapı'ya

Dünyamızda ne varsa herşey insanın vücudunda var. Bir insan, bir Mürşid-i Kamil’e intisab etmezse, onunla beraber Hazreti Muhammed Efendimizin huylarıyla huylanmaya yola koyulmazsa, bu insanın vücudunda hangi hayvanın huyu ağır basıyorsa, yani misal olarak, hırsa sahibi biriyse o kişi, mahluklardan hırs sahibi olan köpektir, o kişi de bu huyundan temzilenmezse, öldükten sonra insan suretinden çıkartılır ve köpek olarak yeniden dünyaya getirilir. Bir gün Mevlana Hazretleri toplumdan sıkılmış, dergaha da gitmek istememiş, yanına Şeyh Sadrettin Efendi ve Hüsamettin Çelebi Hazretlerini alarak gezintiye çıkmış, yolda giderlerken bir ağacın gölgesinin altında beş altı köpeği birbirlerine sarılmış uyurlarken görmüşler. Şeyh Sadrettin Efendi çok saf, Hüsamettin Çelebi Hazretleri ona keza, Mevlana’ya dönüp demişler ki, “Efendi Hazretleri şu köpeklere bakın, ne kadar dostça uyuyorlar, birbirlerini kucaklamışlar.” Hazreti Mevlana, bu sözün üzerine, hırkasının cebinden bir kaç kuruş çıkarmış ve Hüsamettin Çelebi’ye uzatarak, “Ey ruhumun mertebesi, al şu parayı git kasaptan bir parça kemik al gel.” Hüsamettin Çelebi, hemen kasaba gitmiş ve Efendisinin söylediği gibi bir parça kemik almış gelmiş. “Buyrun” demiş, “Efendi Hazretleri..” Mevlana, ondan bu bir parça kemiği köpeklerin önüne !116


Mevlana Sohbetleri

atmasını istemiş. Bir de görmüşler ki, bir dakika önce dostça birbirlerine sarılan köpekler, kemiği görünce birbirlerine girip kavga etmeye başlamışlar, kemiği kapmak için birbilerini parçalamışlar. ! Ve Hazreti Mevlana şöyle buyurmuş: ! “Yüzleri örtülü kişilerden kaçtım. Sormasaydınız gerçek yüzlerini ortaya çıkarmazdım..” ! Bunun gibi örneğin hep kendini düşünen bir kişi, surette insan görünür, ama hakikatte kurttur; kavgayı çok seven bir kişi, surette insandır ama hakikatte horozdur; sürekli kin tutan bir kişi, surette insandır ama hakikatte devedir; boş yere inat eden bir kişi, surette insandır ama hakikatte keçidir ya da eşektir; gururlanarak dolaşan bir kişi, surette insandır ama hakikatte kazdır; çok uyanık görünen bir kişi, surette insandır ama hakikatte tilkidir; acı dil sarfederek toplumun huzurunu kaçıran bir kişi, surette insan görünür ama hakikatte akreptir, yahut da yılandır. ! İşte Hazreti Mevlana şöyle der: ! “Bizler hep bunlarla oturuyoruz, onlara doğruları söylüyoruz, bu kişileri aydınlatmaya, gerçek kimliklerine ulaştırmaya çalışıyoruz. Bu kişiler, anlatılanlardan hisse alıp kötü huylarından !117


Meram’dan Silivrikapı'ya

temizlenmek için gayret sarfederlerse, işte o zaman insan olma yolunda ilerliyorlar demektir. Yok eğer almazlarsa, o zaman sıkıntılarından, üzüntülerinden, hayvaniyetlerinden kolay kolay kurtulamazlar.” ! Yine Hazreti Mevlana şöyle buyurur der ki: ! “Mahşeri görmek istersen gündüze bak, ahireti görmek istersen geceye bak.” ! Sakın geceyi mahşerle karıştırmayın. Gündüz işine gücüne koyuldun, daldın dünyalık peşine, şimdi gece oldu mu da dön Yaratanına, onunla bir pazar kur, mahşerin sıkıntısını geceye taşıma. İnsanı en çok korkak yapan, vücutta titreme, ürperti yapan, sıkıntı veren ne varsa hepsinin sebebi nefstir. Hiçbiri iman edilen yerin ürünü değillerdir. Bu yol kolay bir yol değildir, ama karınca misali olsa da yine yol alınır. Bir hikaye var; bir karınca niyet etmiş Hacca gidecek, ona demişler, sen bu halinle nasıl varırsın Hacca? Karınca da demiş, bir kervan Hacca gidiyor ya, ben de o kervanda birinin heybesine takılırım, onlarla belki Hacca varırım. Bizler de ne kadar kendimizi doğru yola sevketmeye çalışırsak, bakarsın belki bir gün bir yerlere varırız. Bir gün Hazreti Mevlana’ya sormuşlar, “Bir insan bu güzelliklere nasıl erer?” Mevlana şöyle cevap vermiş: “Mıknatısın vazifesi iğneleri kendine çekmektir, sen de !118


Mevlana Sohbetleri

belki bu hayatta bıçak gibisin, herşeyi kesip biçiyorsun; senin de bir gün mıknatıs gibi olman için, kendini o mıknatısa sürtersen, bakarsın sana da bulaşır mıknatıslık, sen de başlarsın iğneleri çekmeye.” İşte bizlerde de ne kadar benlikler, senlikler varsa, eğer Hazreti Mevlana’nın, selam olsun üzerine, güzel huylarıyla huylanmaya kalkarsak, bize de o güzellikler bulaşır, o zaman bizler de güzel birer insan olmaya yola koyuluruz. Ama eğer Mevlana sadece dilde, gönülde yok ise, Muhammed dilde, gönülde yok ise, Mürşid dilde, gönülde yok ise, bizler ne zaman büyüyüp olgun bir insan olacağız? Günler hızla geçip gidiyor. Günler olmuş saat, haftalar olmuş gün, yıl olmuş ay, ömür elden gidiyor, gün gelecek kapı çalınacak, o zaman hangi yüzle çıkacağız karşısına? İşte Hazreti Muhammed Efendimiz, selam olsun üzerine, bir akşam vitr-i vacib namazının 13. rekatını eda ederken, perde kalktı gözünden ve bütün bu alemin, hatta yanında bulunanların dahi hakikatte kim olduklarını gördü ve o zaman, “Ya Rabb, sana sığınırım” buyurdu. ! Yine Hazreti Mevlana’mızın güzel bir seslenişi var, şöyle der: ! “Akıllı geçinen bir kişi, bir Allah muhabbetinin peşine koşmaz da, bir küfürbaz koşarsa, küfürbaz benim için o akıllı kişiden daha hayırlıdır.” ! !119


Meram’dan Silivrikapı'ya

Akıllı geçinen kalmış akılda, küfürbaz olan küfrünün farkına varmış nadim olmaya çalışıyor, bu durumda küfürbaz elbette ki daha hayırlıdır. Allah’ın akıla ihtiyacı yok, O zaten Küll-i Akıl’dır.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !120


Mevlana Sohbetleri

- Eflatun diyor ki: “Bir insanın dünyaya gelişi denizin kıyıya vuran dalgaları gibidir. Dalga kıyıya gelir ve tekrar denize döner. İşte o geliş ve gidiş, insanın yaşadığı hayattır. Göründüğü gibi, O böyle bir geçici varlık istemez. Kalıcı bir varlık olup vahdet deryasına ulaşmak ister. Bu ise kendini tanıyarak ve daha doğarken ölümünü anlamakla, yani Hazreti Muhammed Efendimizin, “Ölmeden evvel ölünüz” hadisini kendisine zevk edinip kemalatına erişmekle mümkündür.” Siz ne dersiniz?! - Eflatun da, Peygamber Efendimizin buyurmuş olduğu gibi, bir Peygamberdi. Hazreti İsa’dan beşyüz sene önce yaşamıştı. O da kendine gelen ilhamlarla doğru söylüyor. Bir insan kendini bilerek yaşarsa hiç hatalara düşmez. Ama bir insan kendini bilmeyerek yaşarsa ve bir de kimliğini öğrenmek için arayışa düşmezse, demek ki ona verilen o akıl boşa verilmiş, o aklı doğru yolda kullanmıyor ve ömrünü boşa zayi ediyor demektir. Bizim burada vazifemiz yolcuya kendinin kim olduğunu bildirmek, kimliğinden haber vermektir. Eğer yolcu burada anlatılanlara kulak verir de kimliğini öğrenmeye ve kendini bulmaya gayret ederse, kısa zamanda kurtuluşa erer. Ama kulak vermez de nefsinin tuzağında yola koyulursa hiçbir yere varamaz. Ruhlar üç kısımdır. Birinci ruh, ne zaman suret giydi, ona soruldu, “Sen kimsin?” Hemen cevap !121


Meram’dan Silivrikapı'ya

verdi Yaratan’a, “Sen sensin, ben de benim“ dedi ve daha surete bürünür bürünmez Allah’ı inkar etti. İkinci ruh, surete bürününce, ona da aynı soruyu sordular. O da şöyle cevap verdi, “Ben senin tarafından yaratıldım Allah’ım, varlıklarına yönlendim, sana arka çevirdim, ama anladım ki varlıklar beni sonsuz güzelliğe ulaştırmıyor, nadim oldum, sana döndüm Allah’ım.” Bu ruhlar da bizleriz, yani gün geliyor, 30-40 yaşından sonra arayışa düşerek, bir Mürşid-i Kamil’in huzurunda yeniden doğarak kurtuluşa ulaşıyoruz. Üçüncü ruhlar ise suret bulunca, onlara soruldu, “Sen kimsin?” Üçüncü ruh başını secdeye vurdu ve “Ben yokum Allah’ım, sen varsın. Ben ancak senin emrinle ayağa kalkarım, senin emrinle konuşurum, senin emrinle yaşarım. Senden emir almadan benim saçımın bir teli dahi oynamaz.” Bunlar da Nebiler ve doğuştan Veliler, yani Piran’dır. Piran Efendilerimizin hepsi bende-i Resul’dür. Eğer öyle olmasalardı, o tebessümlü yüzler, o güzel sözler onlardan dile gelemezdi, bu kadar sevgi dolu ve birleyici olamazlardı. Onlar hiç mezheplerde gezmemişlerdir. Onların dini de, imanı da mezhebi de Resulallah Efendimizdir. Onlar, Resulallah’a gönül verdiler, O’nun huylarıyla huylandılar ve hepsi ‘Bir’ oldular, ‘Bir okundular, ’Bir’den konuştular.!

! ! !122


Mevlana Sohbetleri

- Ruhlar, Elest aleminde yaratıldığı zaman, Cenab-ı Allah sordu, “Elestü bi Rabbiküm?”, ruhlardan kimi duydu “Bela” dedi, kimi duymadı, şaki oldu. ’Rab’ ismi ‘Mürebbi’ kelimesinden gelmiştir, yani ‘Öğretmen’ demektir. Cenab-ı Allah, bu soruyu sorarken, “Ben Allah’ınız mıyım” ya da, “Ben İlahınız mıyım?” diye sormadı; “Ben sizin Rabbiniz miyim?” diye sordu. ‘Mürşid’in manası da öğretmen demektir. Burada aslında ‘Mürşid’in önemini anlamak gerekli. Bir simyacı nasıl bir madeni alıp altın haline getiriyorsa, mürşid-i kamil de bir insanı alıp kötü huylarından arındırıp, onun iyi bir insan haline getirir. Diğer bir deyişle değersiz bir madeni alıp, mesela bakır gibi, kimyasını değiştirerek, altın haline getirir. Ne buyurursunuz Dede?! - Bu sorunuza kendimden bir örnek vermek istiyorum: Şeyhimle ilk karşılaştığım zamanlarda aklım henüz olgunlaşmamıştı, onun derinliğini keşfedememiştim, onu sıradan biri gibi görmüştüm. Şeyhime gelene kadarki öğrendiklerimle, yani beş vakit namaz kılmakla, oruç tutmakla, zekat vermekle, hacca gitmekle iyi insan olup cennete gideceğimizin hayaliyle tatmin olurdum. Ama şöyle bir düşündüğünüzde, beş vakit namazı toplasanız tamamı günde bir saatten fazla zaman almaz. Peki geriye kalan yirmiüç saat zamanımız nerede geçiyor bizim? Nefsimizin peşinde, !123


Meram’dan Silivrikapı'ya

benliklerde, senliklerde geçiyor. Beş vakit namazımızı kıldık ya, bizden bahtiyarı yok diye düşünüyoruz; tamam diyoruz artık bütün farzları yerine getirdik, ölünce cennete gideceğiz. Hele bir de biraz bilgisi de varsa bu kişilerin alıyorlar birkaç cahili karşılarına vaaz vermeye de kalkıyorlar, cahiller de bunların konuşmalarından etkilenip o kişileri yüceltiyorlar, onlar da daha fazla benliklere kapılıyorlar. ! Ben ne zaman ki şeyhime intisab ettim, ona baş verdim, ona ikrar verdim, ona ‘Allah’ diye zikrettim, ki Mevlevilikte şeyhine ‘Allah’ diye hitab etmen, onu herşeyin üstünde görmen istenir. Şeyhim benden ona ‘Allah’ diye hitab etmemi istediğinde, benim yine aklım durmuştu, bunu haftalarca muhakemesini yapmıştım. Gün geldi, temiz bir aşkla, temiz bir gönülle kendimi kaptırdım, o zaman perdeler açılmaya başladı. Ne zaman gözüm gördü, yani mürşidimle Pirime vardım, Peygamber Efendimize vardım, onların hakiki yüzlerini gördüm, artık benden bahtiyarı yoktu. Hakikatte onların yüzleri Ay’ın ondördü gibidir, onların yüzlerinden daha güzel bir yüz yoktur. Onların yüzleri bir kişiye göründü mü, o kişinin aşkı artar, şevki artar, artık ondan benlik gider. Bunlara da kişiyi ulaştıracak vasıta gönüldür. Daha önce de demiştik ya, “Aşkın şarabı gönüldür.” Onlar bir tek !124


Mevlana Sohbetleri

gönül isterler, temiz bir gönül. Onlar gönüle bakarlar, yoksa kaç vakit namaz kılmışsın, kaç gün oruç tutmuşsun, hacca gitmiş misin, gitmemiş misin, bunlara bakmazlar.! Hazreti Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Hazretleri şöyle der: ! “Bir mürid, mürşidiyle beraber oturur, Hakk muhabbeti yaparsa ve derse ki, ‘Ben Allah ile oturdum, Allah ile muhabbetteydim’ onun bu sözü sahidir.”% Neden? Çünkü mürid ile mürşid arasında ‘Allah’ talebi vardır. Mürid, mürşidinden Allah’ın güzelliklerini, Allah’ın büyüklüğünü dinliyor, öğreniyor. Demek ki, mürşidin bedeni bir örtü, Allah ondan dile geliyor, ondan konuşuyor. ! Şems-i Tebriz Hazretleri, selam olsun üzerine, Mevlana’yla Şam’da karşılaştıkları zaman, onun elini öpmüştür ve demiştir ki: “Ey cihanın sarrafı, ara beni bul!” Çünkü o mürşid aramaya çıkmıştı. Onu hiçbir mürşid tatmin edememişti, ama Mevlana’da aradığını buldu. Onlar birbirlerinde kimliklerini bulmuşturlar.! Cenab-ı Mevlana, hep Şems Hazretlerinin gönlünü okumuş ve söylediği beyitlerde onun g ö n ü l a l e m i n i d i l e g e t i r m i ş t i r. H z . Muhammed’in nurunu onda görmüş, seyretmiştir. ! !125


Meram’dan Silivrikapı'ya

Hazreti Mevlana bir beyitinde şöyle buyurur:! “Demir gönlüm yandı aşkla, alındı masivadan; tertemiz bir ayna oldu, onun güzel hayalini düşürdü içime. Cevirler vefa oldu, duruldu bozbulanık sıfatlar. Beşerlik fena buldu, Hüda sıfatı geldi. Getirin çömlekleri, doldurun tulumları; ab-ı hayat geldi, İlahi saka geldi…”% Mevlana’nın sakası, yani gönül sakisi Şems’ti; şimdi de bizim muhabbetlerimiz hep o İlahi sakadan, Mevlana’dan. Bizlerden işleyen hep O’dur.! Yine başka bir menkibesinde şöyle seslenir:! “Canlarda perde kalksaydı, canların her sözü mesihane olurdu. Ruh, su gibi temiz ve saftı, cisme gelince toprağa bulandı. Riyazatla tekrar berraklaşınca, toprağın verdiği bulanıklık ondan ayrıldı. İşte o zaman cemalinden nikabı attı, ay ve güneş gibi parıldamaya başladı. Ruh, ten hapsinden kurtulunca kemal bulur, Hakk’ın verdiği kudretle kol ve kanat açar. Taşa ve toprağa baksa, taş inci olur, toprak da altın olur.”% Hazreti Mevlana bu beyitlerinde şunu söylemek istiyor: Ruh, bedene intikal etmeden önce berrak suyu andırırdı. Suyu bir kaba döktüğünüz zaman, kap ne renkteyse su da o rengi alır. İnsanların da içinde nasıl bir düşünce, nasıl bir muhabbet varsa, ruh da o düşünce ve !126


Mevlana Sohbetleri

muhabbetle kendi özünü kaybeder veya bulur. Ruhun özüne ulaşması için Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, her zaman oruçlu gezerdi, bedeninin isteklerine düşkün değildi. Ona yüz tutan Evliyaullah da riyazatlı yaşarlardı. Riyazatlı yaşadıkları için de ruhlarının özüne inerlerdi. Özlerine indikleri zaman, artık kendilerine ait hiçbir şey kalmaz, tamamen Hakk ile Hakk olurlardı. ! Bizler malesef kendi özümüzü bilmiyoruz, onun inceliklerini öğrenmiyoruz, araştırmıyoruz. Gün geliyor ömür bitiyor, arkamızdan bir-iki rahmet okunuyor ve aylar yıllar geçiyor, unutulup gidiyoruz.! İnsan gelmemiştir bu aleme ölmek için; insan bu aleme, dünya durdukça yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir. Dünya durdukça yaşamak ne demektir? Sevenlerinin gönlünde anılmaktır. ! Bugün Musa Aleyhisselam kendi cemmatiyle a n ı l m a k t a d ı r. İ s a A l e y h i s s e l a m k e n d i cemmatiyle anılmaktadır. Hazreti Muhammed Efendimiz, kendi cemaatiyle anılmaktadır, hatta bütün dünya üzerinde her saniye ezanlarla anılmaktadır. Bütün Evliyaullah, Hazreti Muhammed Efendimize gönül vermişler ve O’nunla anılmaktadırlar. Cenab-ı Mevlana da, Musevisi olsun, İsevisi olsun, her dinden, mezhepten sevenleriyle anılmaktadır. ! !127


Meram’dan Silivrikapı'ya

Bizlerin tek yapmamız gereken, ölümsüzleri kendimize dost edinmektir. Hazreti Muhammed Efendimizin hayatını okuyup, O’nun huylarıyla huylanmak, O’nunla yaşamak ve O’nu yaşatmaktır. Vade geldi mi, bizim şefaatçimiz O’dur; Ondan başka hiçbir yerden şefaat bulamayız. ! Allah, herşeyi insanla bilir; Allah herşeyi insanla söyler, bütün güzelliklerini insanla bildirir. Kim orayı dinler, oradan hisse alırsa, kendini kurtarmış olur. Kim bunlara kulağını tıkarsa, sonrasında başına gelenlerden Allah’ı mesul tutamaz. Allah, baştan aşağı şefkattir, baştan aşağı rahmettir. Allah kimseye ceza vermez, bela vermez. Allah’ın en güzel yüzü Hazreti Muhammed Efendimizden tecellisini göstermiştir. Hazreti Muhammed Efendimiz baştan aşağı rahmettir, baştan aşağı güzelliktir. Kendisine ne kadar hakaretler yapılmış ise O yine onlar için Allah’tan hidayet dilemiştir ve rıza kılmıştır. ! Fakat insanlar bu güzelliklerin peşinde koşmak yerine nefsi arzularının peşine düşüyorlar. Ondan sonra başlarına kötülükler geldi mi, hem kendileri üzülüyor, hem ailesi üzülüyor. Allah da üzülüyor. O sana peygamberler gönderiyor, veliler gönderiyor, öğretmenler gönderiyor; ama

!128


Mevlana Sohbetleri

sen onları dinlemiyorsun, o zaman Allah daha ne yapsın?! Ne kadar güzellik, iyilik varsa bu alemde, Allah bütün o güzelliklerin, iyiliklerin kaynağıdır.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !

!129


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Bir gün Hazreti Mevlana’nın huzurunda birisi üzülüyor, ağlıyor. Mevlana, onun neden üzüldüğünü soruyor. Adam diyor ki: “Keşke Şems Hazretleri hayatta olsaydı da, kendisini görebilseydim!” Bunun üzerine Mevlana diyor ki: “Yazıklar olsun, benim her sakalımın teli bir Şems olmuştur!” Fakat şöyle bir şey daha var; Hazreti Mevlana, Divan-ı Kebir’de diyor ki: “Dokuz felekle, yüce babalar anlamına gelen aba-yi urbiyyede Zuhal, Müşteri, Merih, Utarit, Zühre, Neptün, Uranüs ve iki Kutup Yıldızı, her felekte bir müddet kalmak suretiyle düşüp kaldım. Yıldızlarla beraber burçlarda nice seneler döndüm durdum. Bir müddet görülmedim, onunla beraber bir yerde bulundum. O zaman Hakk’a en yakın olma, ‘Ev-edna’ mülkünde idim. Orada ne gördümse gördüm. Ben ana karnındaki çocuk gibi besiyi Hakk’tan aldım. Ademoğlu bir kere doğar, ben çok kereler doğdum. Ten hırkasında yıllarca bulundum. Bir çok işler gördüm. Kendi elimle bu hırkayı hayli yırttım. Zahidlerle muhabbetlerde birçok geceler sabahladım. Kafirlerle de puthanelerde putların önünde yattım, uyudum. Hem dolaşan kurnaz hırsızlardanım, hem inleyen hastaların elemleriyim. Ben hem bulutum, hem yağmur, bağlara yağar dururum. Ey dilenci! Benim eteğime asla fanilik tozu bulaşmamıştır. Ben beka bağında ve bostanında bol bol güller topladım. Benim aslım sudan, ateşten, asabi rüzgarlardan, nakışlı topraklardan değildir. Ben !130


Mevlana Sohbetleri

bunların hepsine karşı gülmüşüm. Evlad! Ben Şems-i Tebrizi değilim… Eğer beni görürsen, sakın kimseye gördüm deme, o ben değilim, ben tertemiz nurum.” Yani Mevlana, bir yerde, ‘Benim sakalımın her teli bir Şems’tir’ diyor, diğer tarafta da, ‘Ben, Şems-i Tebrizi değilim’ diyor. Ne dersiniz Hasan Dede?! - Cenab-ı Mevlana, selam olsun üzerine, bütün bu söylediklerinin hepsinde vardır ve her sözü doğrudur. ! Çünkü Hazreti Mevlana, bir yerde bizlere şöyle seslenir: ! “Adem, daha balçık halindeyken, ben Nebi’ydim.”% Hazreti Mevlana, baştan aşağı O idi. Yani Yaratıcı ile tamamen birleşmiş ve O olmuştu. Onu birinin aşikar etmesi gerekiyordu. Ne babası, Sultan’ül Ulema Hazretleri, ne de ilk şeyhi Seyyid Burhaneddin Efendi, onu aşikar edemedi. Mevlana, onların yanında devamlı gizli kaldı. Ne zaman Şems-i Tebrizi ile karşılaştılar, Şems onun kim olduğunu keşfetti ve Mevlana’ya Hakk olarak nazar etti ve Şems’in bu nazarıyla Mevlana bir volkan gibi patlama yaptı ve bütün dünyayı hakikatlerle donattı. ! Ve Hazreti Şems, Hazreti Mevlana’nın bu halini görünce, şöyle bir seslenişte bulundu: !

!131


Meram’dan Silivrikapı'ya

“Ben, Mevlana’yı bir sefer irşad ettim, o beni sayısız sefer irşad etti.” % Şems ile Mevlana, üç ay halvete girdiklerinde, halvet boyunca sadece üç simit yemişlerdir, yani öyle ballar, baklavalar, börekler yok. Halvetten çıktıkları zaman ikisi de bir deri bir kemik halindeydiler. Allah’ın bütün güzellikleri ikisinin gözünde apaçık görünmekteydi. ! Hazreti Mevlana, kendisini anlayacak, onu tanıyacak, onun gönlünü okuyacak birisini bulmak için sayısız defalar devran yapmıştır bu alemde. Şems-i Tebrizi Hazretleri de, Mevlana gibi bir Hakk dostunu ararken Allah’a münacatta bulunmuştur ve demiştir ki: “Allah’ım, bu dünyada senin sayısız gizli velilerin vardır, bana onlardan birisini göster de gideyim ona gönlümü açayım.” Cenab-ı Hakk’tan Şems’e şöyle nida gelir: “Sana bir mürşid göstereceğim, karşılığında bana ne vereceksin?” Şems-i Tebriz, “Başımı vereceğim!” diye cevap verince, Hakk: “O zaman Rumeli diyarına gideceksin, orada Mevlana Celaleddin Rumi’yi bulacaksın. O senin mürşdindir” diye seslenmiştir. ! Eğer onlar buluşmasalardı, Mevlana’nın güzellikleri ortaya çıkmayacaktı. Şimdi bakacak olsanız; Mevlana, Şems ile anılır; Şems de Mevlana ile anılır. !

!132


Mevlana Sohbetleri

Ve dikkat edin! Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, son deminde ruhunu, ne babasına ne de bir başkasına teslim etmiştir; Şems’e teslim etmiştir. O günlerinde Şeyh Sadrettin Efendi Mevlana’ya şifa dilemek için ziyaretine geliyor; Mevlana ona dönüp: “Sakın bana şifa dileme” diyor ve devam ediyor: “Nurun nura kavuşmasına bir soğan zaresi kadar mesafe kalmıştır. Neyler üflensin, kudümler vurulsun. Bu akşam benim düğün gecem; Yar ile buluşma gecem.” ! Bugün, Hazreti Mevlana’nın bu manevi düğünü seyretmek için, Şeb-i Arus’da, bütün dünyadan yüzbinlerce insan geliyor. Hazreti Mevlana, bu konuda bizlere de büyük bir ders veriyor. Bizler de imanımızı güçlendirelim, kimliğimize ulaşalım, iyi bir insan olalım ve onlara layık birer kul olalım, çünkü ömür su gibi gidiyor.!

! ! ! ! ! ! ! ! !

!133


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Hazreti Mevlana buyuruyor ki: “Anlattıklarımı aklınızla değil, kalbinizle dinleyin. Çünkü kalb topraktan yaratılmıştır. Ona ne ekersen bir gün mutlaka filizlenir. Ama akıl sudan yaratılmıştır. Suyun üstüne ne yazarsan anında silinir gider.” Mevlana’nın bu sözleri hakkında ne buyurursunuz Hasan Dede? ! - Cenab-ı Pirin bu söyledikleri de çok yerindedir. Akılda her şeyi tutamazsın, çünkü akıl baştadır, çok yerlere eser gider. Ama kalbe birşey koydun mu, kolay kolay gitmez. ! Kalb, sevgilinin en çok istediği yerdir. Eğer kalbine iman ettiğin yeri koyduysan, artık sana ait birşey kalmaz, herşey ona aittir. Ama eğer kalbimiz çarşıya dönmüş ise, bir sürü şeylerle dolu ise, o zaman o dosttan söz edemeyiz ve onun o güzel yüzünü göremeyiz.! Hazreti Mevlana, kalbe ‘saray’ ismini vermiştir ve şöyle demiştir: ! “O saray, benim muhabbetimle mahmur olmadıkça, sen o sarayda beni göremezsin.”% Bakın şimdi sizlere Musa Kelamullah’dan bir misal vereyim. Musa Kelamullah, birgün Tur-i Sina’da Allah’a demiş ki: “Allah’ım seninle çok dertleşiyoruz, senden birçok mesajlar alıyorum ve ümmetime sunuyorum. Ne olur, bir akşam bana misafir gel.“ Allah da ona cevap vermiş, demiş ki: “Tamam Musa, yarın akşam senin misafirin !134


Mevlana Sohbetleri

olacağım.” Bu mesajı alan Musa sevincinden pervane gibi olmuş. Evini temizlemiş, süpürmüş; akşam olmuş evde volta atıyor, Allah onu ziyarete gelecek diye bekliyor. Tam akşam saatinde kapısı çalınmış. Musa Kelamullah kapıya koşmuş ve gelene seslenmiş: “Kim o?” Gelen kişi dışardan cevap vermiş: “Ya Musa, ben Tanrı misafiriyim. Buyur var mı?” Musa Kelamullah dönüp ona demiş ki: “Ben seni bu akşam buyur edemem, çok önemli bir misafirim gelecek. Ama mademki buraya kadar geldin, seni boş çevirmeyeyim.” Gitmiş bir testi almış gelmiş ve, “Al bunu bana su doldur da getir” demiş. Tanrı misafiri testiyi almış, bir zaman sonra su dolu testiyle yine gelmiş. Musa Kelamullah, testiyi almış ve karşılık olarak eline bir parça ekmek vermiş ve onu göndermiş. Sonra tekrar beklemeye koyulmuş. Sabaha kadar beklemiş, Tanrı ortada yok. Kalkmış Tur-i Sina’ya gitmiş. “Allah’ım sabaha kadar senin gelmeni bekledim. Vaad ettin ama gelmedin” demiş. Allah cevap vermiş: “Geldim ya Musa! Ama sen elime bir testi verdin, hadi git buna su doldur da getir, dedin. Sonra elime bir parça ekmek sundun ve beni gönderdin.” İşte Musa bunu duyunca çıldırmış. Meğerse Tanrı’yı başka bir sıfatta görmeyi bekliyormuş. !

! ! !135


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Dede, Osmanlılar zamanında bir kasabada bir Mevlevi dergahı varmış. Bu dergahla şehrin arasından da bir dere geçiyormuş. Mevlevi dergahının Dede’si dervişlerine şöyle dermiş: “Dergaha gelirken yandaki dereden geçin ama suyun size dokunmasına izin vermeyin.” Fakat bu derenin üzerinde bir köprü yokmuş. Pek çok derviş dereyi geçmeyi denemişler, ama suyu geçtiklerinde her defasında su onları ıslatıyormuş. Bir gün dervişlerden biri dayanamayarak Dede’ye gitmiş, demiş ki: “Bize bilmeceler veriyorsun, dereye geçmeye çalışıyoruz, ama mümkünü yok ıslanmadan geçemiyoruz. Bir köprü olsaydı elbet dereyi geçerdik. Ne yaparsak yapalım derden geçerken su bizi ıslatıyor.” Bunun üzerine Mevlevi Dede’si, “O zaman şimdi ben bir geçeyim de, siz beni izleyin” demiş. Ve Dede dereden geçmiş. Elbet su onun da ayaklarına dokunmuş. Bunu gören dervişler, “Dede bak, su sana da dokundu” demişler. Mevlevi Dede’si demiş ki: “Benim bildiğim kadariyle su bana dokunmadı. Ben yalnızca şahidim. Su benim ayaklarıma dokundu, ama bana dokunmadı. Ben yalnızca buna şahid oluyorum.” ! Hasan Dede, şimdi size sorum şu: Biz bu dünyadan geçiyoruz. Dervişlerin dereden geçtiği gibi, eğer dünya bizim içimizde değilse, biz yalnızca şahid mi oluyoruz? Şehadet getirirken de, ‘Eşhedü en la ilahe illallah’ diyoruz, bu konuda ne buyurursunuz?! !136


Mevlana Sohbetleri

- Dede Efendi’nin sudan geçmesinden ve sadece ayaklarının tabanına suyun dokunmasından anlıyoruz ki, Dede Efendi tamamen teslimiyette. Teslimiyette olduğu için ıslanmadan geçiyor. ! Şimdi şöyle bir misal verelim: Dede, suya girdiği zaman Allah’ı zikrediyor. Al-lah… Al-lah… Allah… Ve sudan yürüyerek geçiyor. Dervişleri de onun arkasından suya giriyorlar, onlar da Allah diyorlar, ama ne kadar Allah deseler de suya batıyorlar. Dede, onlara dönüp sesleniyor, “Siz, Allah demeyin, çünkü siz daha onun büyüklüğüne, güzelliğine vakıf değilsiniz. Siz, ‘imanım Şeyhim’ deyin ve arkamsıra yürüyün.” Dervişler başlamışlar, “İmanım Şeyhim” demeye ve Dede’nin arkasınca yürüyerek, hiç suya batmadan dereyi geçmişler. !

! - Suya batmadan dereyi geçmenin formülünü bulduk mu o zaman Dede? :)”! - Evet… Formülünü bulduk! :) Şeyhini koyacaksın gönlüne, hiç çıkarmayacaksın, her nefeste kalbinde onu zikredeceksin ve bu dereden ıslanmadan kolayca yürüyüp geçeceksin…!

! ! ! !137


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Şimdi diyorlar ki Dede, “Bir insanın nefsi ne kadar kuvvetliyse, o insandan o kadar kuvvetli bir veli olabilir. Nefsi zayıf olandan ise hiçbir şey olmaz.” Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhivessellem zamanında da Ebu Cehil’in nefsi ve egosu çok kuvvetliymiş. Ve o da Allah’ın ‘Bir’ olduğunu biliyor, Hazreti Peygamberin de Allah’ın bir elçisi olduğunu biliyor, ama onun kafasındaki ego ona diyor ki, ‘Ben Muhammed’den daha zenginim, daha bilgiliyim, onun okuma yazması da yok. Neden peygamberlik bana verilmedi de, ona verildi? ! Sorum şu: Bu egosu kuvvetli olan insanlardan, daha büyük daha teslimiyetli insanlar çıkabilir mi sizce?! - Bir insan, eğer böyle bir haldeyken, kendine vakıf olursa, nerede ve neden kayıplarda olduğunun farkına varır da hemen egosunu bir kenara bırakıp tam bir teslimiyetle iman ederse, olabilir. Misal olarak Ebu Cehil, Ebu Sufyan, bunlar o zamanda Mekke’nin sahipleriydi, çok zenginlerdi. Bunlar o egolarıyla Hazreti Muhammed Efendimize baş kesmiş olsalardı, hemen bir veli sıfatına ererlerdi. Ama baş kesmediler. Bakın ismi Ebu Cehil; bunun manası nedir? Baba Cahil. Ona bu isim verilmeden önce adı Ebu’l Hikmet’ti. ! Size bir hikaye anlatayım: Bir gün Ebu Cehil, Hazreti Muhammed Efendimize Ömer-i !138


Mevlana Sohbetleri

Faruk’la bir haber gönderiyor ve diyor ki: “Ya Ömer, git Muhammed’e selam söyle; ben de onun sohbetlerine gelmek istiyorum. Yalnız, ben geldiğim zaman köleleri göndersin, ben onlarla birarada oturamam. Eğer isterse, benimle beraber hatırı sayılır beyleri de davet edebilir.” Ömer-i Faruk, tabi biraz saf; Ebu Cehil’in bu haberine sevinmiş. İçinden, Ebu Cehil de Peygamber’e gelecek, ona yüz tutacak, sohbetlerini dinleyecek; dinledikten sonra onu da kazanmış olacağız, diye geçirmiş. Bu niyetle Peygamber Efendimizi evine gitmiş. Fakat Ömer-i Faruk daha kapıdan içeri girer girmez, onun birşey söylemesine fırsat vermeden, Hazreti Peygamber Efendimiz dönüp Ömer-i Faruk’a şöyle seslenmiş: “Ya Ömer, şimdi Allah’tan bana bir nida geldi. Allah benden buyurdu ki: ‘Allah’ın sınıfı tektir, insan ayırımı yoktur. Zengini de fakiri de bende bir kılınır. Biraz olsun böyle bir ayırım yapmak gönlünden geçerse; fakirleri, köleleri bir kenara itip, zenginleri öne alıcak olursan, seni peygamberlikten redederim.’ “ İşte Hazreti Muhammed, bunun cevabını daha Ömer-i Faruk’un sormasına lüzum kalmadan vermiştir. ! Yani demek istediğim şudur ki, böyle biri gelirse, egosunu kırarsa, oraya baş keserse ve orayı kendinde var ederse, haliyle o teslimiyetli ve iyi bir insan olur; kimbilir belki veli de olur. ! Bakın biz şöyle de deriz: Bir hatib, intisab etse, hangi tarikata olursa olsun, o, bulunduğu yolda !139


Meram’dan Silivrikapı'ya

çift kanatlı bir kuş olur. Neden? Çünkü hem ilm-i zahiri var, hem de ilm-i batını var. Hatta eğer putlarını kırarsa çok daha güzel dil sarfedebilir.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !140


Mevlana Sohbetleri

- Tasavvufta en önemli şey, insanın nefsiyle s a v a ş m a s ı d ı r. E f e n d i m i z S a l l a l l a h u Aleyhivessellem, bir savaştan galib geldikten sonra buyurmuş ki: “Şimdi küçük savaştan büyük savaşa gidiyoruz.” Dinleyenler şaşırmış ve sormuşlar: “Büyük savaş nedir ya Resulallah?” Peygamber Efendimiz, “Nefsimizle olan savaş!” diye buyurmuş. Peki, biz bunları hep okuyoruz veya dinliyoruz Dede, ama tam bir nefs savaşına giremiyoruz. Kendimizi devamlı kandırıyoruz. Nefsimizi yenmek istiyoruz ama bir türlü başarılı olamıyoruz. Bizler nasıl bir çözüm bulalım da bu nefsten kurtulalım Dede?! - Şimdi Mahmut Efendi, Hazreti Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, selam olsun üzerine, biz küçük savaştan büyük savaşa gidiyoruz. Sahabe sordu, “Nasıl küçük savaş olabilir? Uhud’daki savaş kıyameti andırdı.” Resulallah Efendimiz onlara şu cevabı verdi: “Oradaki savaşta karşımızdaki düşmanı görüyorduk. Gaflete düşersek düşmana yeniliriz, ama gözümüzü dört açarsak düşmanı yeneriz. Büyük savaş ise görünmeyen düşmana karşı, o düşman da nefsimizdir.”% Nefsimizi kolay kolay yenemeyiz. Nefsimizi ancak onun isteklerini durdurmakla yenebiliriz. Çünkü nefsimizin istekleri hiç bitmez, doyum nedir bilmez. Kim derse ki, ben nefsimi yenerim, o kişi daha baştan kaybeder. !

!141


Meram’dan Silivrikapı'ya

Bakın, Seyyid Burhaneddin Efendi şöyle buyuruyor: ! “Kim nefsiyle barışık ise bu alemde, bilsin ki o, Allah ile savaştadır.” ! Bir insan Allah ile savaşa girişirse, hiçbir zaman galib olamaz, hep mağlub olur. ! Yine Seyyid Burhaneddin Efendi, selam olsun üzerine, şöyle diyor: ! “Denizdeki canavardan korkma, onu gözün görüyor. Ondan kendini kurtarabilirsin. İçindeki nefsin o kadar büyük bir canavar haline gelmiş, ama onu görmüyorsun, almış seni götürüyor.”! Şems-i Tebrizi Hazretleri de nefs için şöyle hitab eder: ! “Sıdk-ı bütün bir gönülle bağlandığın yere, Allah’ı zikre girdiğin zaman, o nefsin kalesini yıkar.” ! Bu bir, ikincisi de riyazattır. Sonuç olarak bağladığın yere temiz bir gönlün ve büyük bir aşkın olacak. Şöyle bir misal verelim: İnanç insanı caydırır, ama iman caydırmaz. İman ne demektir? Bağlandığın yere, sen benim Rabbimsin, sen benim herşeyimsin, diyebilmektir. İnsan, imanla yola koyuldu mu, nefs geri adım atar. Fakat inançla yola koyuldu mu, nefs galib gelir. Eğer kişi, ben çok bilirim, ben şöyleyim, ben böyleyim, diye konuşmalara !142


Mevlana Sohbetleri

girdiği an, o kişi nefsinden konuşuyor demektir. Nefsinin kollarına düşmüştür ama farkında değildir. ! Bize en büyük örnek Hazreti Muhammed Efendimizdir. Nasıl en büyük örnektir? O, her zaman, “Allah benden şöyle konuştu, Allah benden şöyle söyledi” diye, devamlı Allah’a dayanarak k o n u ş m u ş t u r. B i z l e r d e b u r a d a n a s ı l konuşuyoruz? Hiçbir zaman kendimizi öne atmıyoruz, her zaman, Hazreti Muhammed şöyle buyurdu, Hazreti Mevlana şöyle söyledi, diye hitab ediyoruz. Bakın dikkat edin, büyüklerimizi zikrediyoruz. Onlara biz inandık ve iman ettik. Biz, Allah’ın bütün güzelliklerini, Hazreti Muhammed’de ve Evliyaullah’da görüyoruz. Çünkü bütün Evliyaullah, hepsinin selam olsun üzerlerine, hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin manevi kardeşleridirler. Onlar, Resulallah Efendimizi görmeden aşık oldular ve sonra Resulallah yüzünü onlara manalarında gösterdi. Eğer bizler de temiz bir imanla ve temiz bir aşkla yolumuza devam edersek, nefs çırpınır durur ama birşey yapamaz. Ama eğer dersek ki, dur ben bir namaz kılayım, bir dua edeyim, zikir yapayım sonra uyarım Allah’a, o zaman olmaz; bizde öyle yaz boz tahtası yok. Nerde tuzağa düşersin göremezsin. Bu nedenle insanın imanına sımsıkı sarılması lazım. Koskoca Peygamber bile, her !143


Meram’dan Silivrikapı'ya

akşam dinlenmeye çekilmeden önce yetmişbeş sefer “Estağfurullah” diyor. O, bunu yapıyor da biz acaba neden yapmıyoruz? Bir kere bile estağfurullah demeden yatağa giriyoruz. Peygamber Efendimizden hiç örnek almıyoruz, ki O, Hakk ile Hakk olmuştur. Onun her zerresinde Hakk’ın nuru vardır. !

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !

!144


Mevlana Sohbetleri

- Cenab-ı Resul-ü Ekrem bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Mutu kable ente mutu - Ölmeden evvel ölünüz.” Hazreti Mevlana da diyor ki: “İnsan düşünceden ibarettir.” İbn-i Arabi Hazretleri ise, “Vücud Hakk’tır, zihin halktır” diye buyuruyor, yani zihin insandır, diyor. Şimdi, bizim, ‘Ölmeden evvel ölünüz’ hadisinden anlamamız gereken, ölmeden evvel vücudumuzu, yani düşüncelerimizi mi öldürmek zorunda olduğumuzdur, yoksa bunda başka bir sır mı vardır? İnsanın benliğinden kendi düşüncesiyle, yani kendi kendini telkin ederek kurtulması mümkün müdür?! - Bu sorunuza Hazreti Mevlana’mızdan bir örnek vererek cevap verelim: Bir gün Cenab-ı Mevlana, selam olsun üzerine, yine Meram’a çıkmış. Oraya çıktıklarında hep Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünden, Onun güzelliklerinden konuşup, muhabbet ederlermiş. Tam muhabbet esnasında bir grup papaz gelmiş. İçlerinden bir papaz Hazreti Mevlana’nın huzuruna çıkmış ve demiş ki: “Ya Hazreti Mevlana, var mısın bir imtihana girişelim?” Mevlana sormuş: “Nasıl bir imtihandan bahsediyorsunuz?” Papaz demiş: “Bir ateş yakalım ve hem siz hem biz hırkalarımızı ateşe atalım. Hangi tarafın hırkaları ateşte yanarsa, onların Allah’a olan bağlılıkları tam değildir, zayıftır. Hangi tarafın hırkaları da ateşte yanmazsa, onlar Allah’a daha yakındır.” Bunu duyan Hazreti Mevlana !145


Meram’dan Silivrikapı'ya

papazlara şu cevabı vermiş: “Mademki böyle bir imtihana girişmeyi teklif ettiniz, kabul ediyorum. Ben, bütün dervişlerime kefilim, onların hırkalarını çıkarttırmayacağım.” Hazreti Mevlana, kendi hırkasını çıkarmış ve ateşi yakmak için hazırladıkları çalıların üzerine koymuş. Sonra Kardinala dönüp, “Sen de papazlarına kefil ol, çıkar hırkanı, koy benim hırkamın üzerine, sonra yakın ateşi, bakalım kimin hırkası yanacak?” diye buyurmuş. Kardinal, “Ben kendime o kadar güvenmiyorum, papazların hırkalarını da ateşe koyalım” demiş. En üstte Kardinalin ve papazların hırkaları, en altta Hazreti Mevlana’nın hırkası, yakmışlar ateşi. Bir vakitten sonra ateş kül haline gelmiş. Hazreti Mevlana buyurmuş: “İmtihanı teklif eden sizdiniz, şimdi gidip hırkalarınızı alın bakalım.” Kardinal demiş: “Önce sen hırkanı koydun, sen al.” Mevlana, “Peki” demiş, külün başına gitmiş ve “Destur ya Hakk!” diyerek elini külün içine daldırmış. Hırkanın yakasından tutup çıkarmış ve üzerindeki külleri silkelemiş. Sonra dönüp, “Bu hırka size mi ait?” diye sormuş. Papazlar, “Hırka sana ait ya Mevlana!” deyince, Mevlana öpmüş hırkasını ve giymiş, gitmiş. Papazlar hırkalarını aramış aramış, ama bulamamışlar. ! Bir insan, kendinde yaşarsa hiçbir şey yapamaz. Onu ateşte yakar, çivi de deler ve bir sürü acı da duyar. Ama eğer düşüncede kendinden geçerse, !146


Mevlana Sohbetleri

ona ne ateş tesir eder ne acı duyar, ona hiçbir şey tesir etmez. ! Hazreti Ali Efendimizin, selam olsun üzerine, savaşta iki omuz arasına bir ok saplanıyor. Arkadaşları ona, “Ya Ali, müsaade et, omuzundaki bu oku çıkaralım” diyorlar. Hazreti Ali dönüp onlara diyor ki: “Oka dokunmayın! Ben huzura durduğum zaman tutun oku çıkarın.” Sonra Hazreti Ali Efendimiz huzura duruyor, oku çıkarıyorlar. Hazreti Ali’den bir ses dahi çıkmıyor. Hazreti Ali Efendimiz namazını eda ettikten sonra, arkadaşları ona, “Ya Ali, biz senin dediğin gibi sen huzura durduğunda oku çıkardık, ama senden hiçbir ses çıkmadı” dediklerinde, Hazreti Ali Efendimiz onlara şu cevabı veriyor: “Ben o anda kendimde değildim, kendimden geçmiştim, çünkü Hazreti Muhammed ile rabıtadaydım.”! İşte insan, bir mana eriyle rabıtaya girdiği zaman ona ateş ne yapabilir ki, çünkü ateş de bir kuldur. Ateş bizim hizmetimizdedir, istersek büyük ateş yakarız, istersek küçük ateş yakarız. ! Size bir hikaye anlatayım: İzmir’de bir Rufai şeyhi vardı, her onbeş günde bir burhan yapardı. Ateşi yakar, üzerine saç koyar, belinden yukarı gömleğini çıkarır ve saçın altına girerdi. Ateş ona hiçbir şey yapmazdı. Bu vak’anın yaşandığı otuz sene olmuştur. Bir gün şeyhimle yolda yürüyorduk, yanımızda şeyhimin çok !147


Meram’dan Silivrikapı'ya

sevdiği bir arkadaşı da vardı, benim de çok sevdiğim bir abimin babası idi, adı Musta Baba, ruhu şad olsun, o da bir Rufai şeyhiydi. Musta Baba, şeyhime dönüp demişti ki: “Hakkı Efendi, haberin var mı? İzmir’de bir Rufai şeyhi var, her onbeş günde bir burhan yapıyormuş.” Hakkı Dede de dönüp ona, “Musta Efendi, o bir gün gelir o saç altında kalır. Çünkü Allah’ı böyle sık sık imtihana tutmaya gelmez. Biz, İbrahim Halilullah’dan aşağı değiliz, gerektiği zaman ateşe de gireriz, ama ortada bir imtihan yokken, bir sıkıntı yokken, niye kendimizi ateşe atalım, ateşle oynayalım ” diye cevap vermişti. Aralarında böyle bir muhabbet geçmişti. Bu muhabbetin arkasından bir iki hafta geçmişti ki, bir haber geldi. Öğrendik ki, o Rufai şeyhi saç altında kalmış, can vermiş. Musta Baba, çok saf, temiz bir insandı. Hakkı Dede’ye demişti ki: “Sen nazar ettin, senin yüzünden oldu.” Halbuki öyle birşey yok ama, Hakk’ı öyle devamlı imtihan etmeye gelmez. Akılla olmaz; akıl baştan gitmedikten sonra insan o güzelliklere kavuşamaz.!

! ! ! ! ! ! !148


Mevlana Sohbetleri

- Bir hikaye anlatmak istiyorum izin verirseniz: Musa Aleyhisselam, bir gün toplamış müridlerini ve beraber denizin kenarına gelmişler. Onlara demiş ki: “Hepiniz binin bu kayığa ve karşı kıyıya gidin. Ne olursa olsun korkmayın.” Müridlerin hepsi binmişler, başlamışlar kürek çekmeye. Fakat tam denizin ortasında bir fırtına kopmuş. Müridler paniğe kapılmış ve Musa Aleyhisselam’ı çağırmışlar. Musa, onları duyunca hemen suyun üzerinde yürüyerek gelmiş ve müridlerine dönerek, “Korkmayın! Ben size demedim mi, korkmayın diye? Neden korkuyorsunuz? Hadi şimdi hepiniz inin kayıktan ve yürüyerrek bana doğru gelin.!” Bunu duyan müridler daha da korkuya kapılmışlar, çaresiz kalmışlar. İçlerinden biri inmiş kayıktan ve yürüyerek Musa Aleyhisselam’ın yanına gelmiş. Bakmış ki o da Musa gibi hiç suya batmadan yürüyebiliyor, merakını gidermek için Musa’ya dönüp, “Efendim, bu nasıl oluyor?” diye sormuş. Ve sorduğu anda mucize kaybolmuş, suya batmış. Musa onu kolundan tutup çıkarırken demiş ki: “Ey inancı zayıf olan adam, neden ‘Nasıl’ diye soruyorsun? Bu işler hakkında nasıl, niçin diye sorulmaz! Sorduğun anda böyle batarsın!”! Hasan Dede, ‘İman’ kafadaki bütün soruların çıkarılmasıdır deniyor. Bu hikayedeki gibi soru sorduğun anda batıyorsun. Ne dersiniz?!

!149


Meram’dan Silivrikapı'ya

- İman, herşeyin üstündedir, herşeyin üstünde… Bizim iman bakımından rehberimiz Hazreti Ali’dir. ! Hazreti Ali bizlere şöyle seslenir: ! “Ben görmediğim Allah’a ne inanırım, ne iman ederim.”% Hazreti Ali Efendimiz bu sözüyle ne demek istemiştir? Hazreti Muhammed Efendimizin her sözüne inandım, Allah’ın nurunu Onun cemalinde gördüm ve Ona iman ettim, demek istemiştir. Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, Resulallah’a sıdk-ı bütün bir imanla bağlandığı için savaşlarda hep kendini ön saflara atmıştır ve her zaman da başarılı olmuştur. ! Hazreti Ali Efendimiz yine şöyle buyurur: ! “Efendiler! Ben, Hayber kalesini beden gücüyle yerinden sökmedim. Tam aksine, riyazatlı bir halde iman ettiğim yere teslim olduğum için, gücüm bağlandığım yerden geldi. Onun kudretiyle o kale kapısı nasıl söküldü benim bile aklım durdu.”! Bir insan, tam manasıyla teslimiyette durursa, artık o kişi ne ölümden korkar, ne de başka bir şeyden. Çünkü onun artık kendi kişiliğine ait hiçbir şey yoktur. Bizlerin bu güzelliklere varamamızın sebebi hep şüphe içinde yaşamamızdan ve devamlı acaba mı, veciba mı, öyle midir, yoksa böyle midir, doğru mudur, !150


Mevlana Sohbetleri

yanlış mıdır diye sormamızdan kaynaklanmaktadır. Bırakın şüphe etmeyi, soru sormayı artık, bakın, önümüzde birçok örnekler var, Peygamber Efendimiz var, İmam Ali Efendimiz var, bütün Evliyaullah var. Bakın bir hatib, hatibliğini yapar ama, Hakk’a yürüdüğü zaman onu da sıradan biri gibi defnederler. Ama bakın etrafımızda bir sürü Hakk dostlarının kabirleri de var, ama onlar korunmaya alınmışlardır ve sevenleriyle anılırlar. Ama diğerleri hiç anılmazlar. Neden? Çünkü insanlara hep kuru bilgi verdiler, Hazreti Muhammed Efendimizin güzelliklerine vakıf olmadılar. Aşka düşmediler, hep zahiri bilgide kaldılar. Ama Evliyalar öyle mi? Onlar Hazreti Muhammed Efendimizin nurunda yandılar, oraya teslim olarak yürüdüler, etraflarındaki insanlara da hep güler yüz, tatlı dil sarfettiler ve dünya durdukça ölümsüzlüğe yol almaktadırlar. Tasavvuf yolu tamamen teslimiyet ister ve bu yolda şüphelere hiç yer yoktur. Şüpheyle, akılla yola koyulundu mu hiç yol alınamaz.! Bakın, Hazreti İsa, selam olsun üzerine, bir gün cemmatine Allah’tan tebliğler veriyormuş. Cemaati ona demiş: “Ya İsa, neden öyle değil de böyle söylemiyorsun? Neden Allah öyle söylememiş?” İsa Ruhullah cevap olarak, “Efendiler, bu sözler bana ait değil, Allah’a ait. Size bu söylediklerim Allah’ın tebliğleri” diye anlatmaya çalışmışsa da, !151


Meram’dan Silivrikapı'ya

cemaati yine ona, “Yok öyle olmaz, böyle olsun” diye karşı çıkmış. Yani cemaati Hazreti İsa’ya akıl veriyor ve istiyorlar ki, Allah onlara göre konuşsun. İsa da bakıyor ki başa çıkılacak gibi değil, terkediyor cemaatini ve onlardan kaçmış. Kaçarken de topukları ensesine vuruyormuş. Bir oduncu da İsa’nın koşarak kaçtığı dağdan inmek üzereymiş, İsa’yı o halde kaçarken görmüş ama bakmış ki İsa’nın arkasında onu kovalayan kimse yok. Sormuş demiş: “Ya İsa, sen böyle kimden kaçıyorsun?” İsa cevap vermiş: “Ahmaklardan kaçıyorum!” ! İşte böyle Mahmut Efendi, herşeyin başı imandır, teslimiyettir. Bir kişinin teslimiyeti tam değilse, imanı da zayıf olur. Böyle bir kişinin aşkı da sahi değildir. Ne güzel söylemişler: “Aşksız derviş imansız softaya benzer.” Aşksız derviş olmaz, imansız sofi olmaz.!

! ! ! ! ! ! ! ! !152


Mevlana Sohbetleri

- Dede, bu insanların inançlarındaki şüphelerine bir örnek vermek istiyorum. Hazreti Resul-ü Ekrem, hicret edip Medine’ye teşrif ettikleri zaman, Medinelilerle civarı gezerken görmüş ki hurma ağaçlarına aşı yapıyorlar. Bunun üzerine Medinelilere, neden bunu yaptıklarını sormuş. Onlar da demiş ki: “Ya Resulallah, biz aşı yapmazsak hurmalar ham kalır.” Cenab-ı Peygamber bunun üzerine demiş ki: “Yapmasanız da olur!” Peygamberin bu sözü üzerine hemen aşı yapmayı durdurmuşlar. Aradan zaman geçmiş ve hurma mevsimi gelmiş, hurmalar büyümüş. O zaman görmüşler ki, aşı yapılmamış hurmalar onların söyledikleri gibi ham kalmış ve aşı yapılmış olanlar da olgun ve güzel olmuşlar. Hemen gitmişler Cenab-ı Peygamberin huzuruna çıkmışlar ve demişler: “Ya Resulallah, senin sözünü dinledik hurmalara aşı yapmadık ama hurmalar ham kaldı.” Peygamber hemen cevap vermiş: “Dünya işlerini bana sormayınız, bildiğiniz gibi yapınız.”! Cenab-ı Peygamberin bu cevabından dolayı asırlarca, sanki Onun dünya işlerini bilmediği gibi bir anlayış ortaya çıkmış. Fakat bu olaydan altıyüz sene sonra Kuzey Afrika’lı Ümmi Abdüldebba Hazretleri şöyle bir sonuca varmış, demiş ki: “O aşı yapılmayan hurmaların ham kalmasının sebebi, Medine halkının o dönemdeki inançlarının zayıflığıydı. Hazreti Muhammed’in sözü Hakk sözüydü. !153


Meram’dan Silivrikapı'ya

Medine halkı tam manasıyla ona iman etmiş olsalardı, hurmalar ham kalmayıp, hatta daha da güzel olacaktı. O hurmaların ham kalmış olmasının sebebi, esasen, onların inançlarının hamlığındandı.” Ne buyurursunuz Dede?! - Çok yerinde söylemiş… Hurmalara veya diğer meyvalara aşı yapıldığı zaman o meyvalar güzelleşir. Meyvaların yanısıra insana da aşı yapılır. İnsan da kendi kendini yetiştiremez. Bir insan ancak bir mürşid-i kamile gelir ve oraya tam manasıyla kendini verip teslim olursa, onun yaşamı değişir. İnsan ne demektir öğrenir. Yoksa kimse kendi kendine, bütün gün kitap okusa dahi hiçbir yere varamaz. ! İşte koca Mevlana şöyle buyurur: ! “Ne kadar bilgin olursan ol, bir mürşid-i kamile baş kesmedin mi, edindiğin o bilgi ile sen ancak meyvanın kabuğuna varırsın, ama tadını alamazsın.” ! Neden? Çünkü egonda, benliğinde yaşadın, kendi zahiri bilgini beğendin, başka kimseyi beğenmedin, hor gördün. Misal olarak, İblis’i ele alalım. İblis’in ilk ismi Azazil Efendi idi. Bunun manası nedir? Vücudumuzdaki akıldır, en üstün ve en büyük nimettir. Bizler, akıl ile bir sürü bilgiye sahip oluyoruz. Yaratıcı, akılı yarattığı zaman, akıla dedi ki: “Adem’e secde et! Ben ondan yüz tutuyorum.” İşte İblis, ne dedi? “O topraktan yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım. Ona !154


Mevlana Sohbetleri

baş kesmem, secde etmem!” Ve Allah’a karşı geldi. Cenab-ı Hakk, bunun üzerine onun ismini değiştirdi, Azazil iken, İblis ismini aldı. Bir kişi de eğer çok bilgiye sahip olur ama benliğinde yaşarsa, onun İblis’ten hiçbir farkı yoktur. !

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !155


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Dede, Cenab-ı Mevlana Hazretleri buyuruyor ki: “Eğer vuslat gününde o dildardan başka görürsen, o dildar başkadır, ben başkayım. O gördüğün dildar benim maşuğum değildir, yoksa ikimizi bir görecektin.” Ne buyurursunuz?! - Hazreti Mevlana’mız her ne söyler ise hep yerinde söylüyor. Bakın bir kere şu beyitlerinde nasıl birliyor herşeyi: ! “Aşık yoktur bu alemde, aşık ölmüştür. Aşık olan kişide varolan maşuktur.” ! Burada ikilik kalkmıştır, artık sen ben yoktur. Şimdi, bu toplumda böyle bir aşk yaşanmadığı için bu güzelliklere varamıyorlar. ! Dilerseniz Leyla ile Mecnun’dan bir örnek verelim: Mecnun’un bir gün dişi ağrımış, dişçiye gitmiş. O devirde diş hekimliğini berberler yaparmış. Berber hekim, Mecnun’un dişine bakmış ve dişini çekmesi gerektiğini söylemiş. Mecnun, tabi adı üstünde, mecnun bir halde olduğu için hiç cevap vermemiş, sessizce dinlemiş. Hekim de Mecnun’un bu halinden zannetmiş ki, Mecnun dişinin çekilmesini kabul etti, almış kerpeteni eline, tam çekecekken, Mecnun kendine gelmiş ve uzanmış hekimin elinden yakalamış, demiş ki: “Ne yapıyorsun?” Hekim demiş: “Dişini çekiyorum.” Mecnun, “Müsaade yok!” diye karşı çıkmış. Hekim, “Neden?” diye sormuş. Mecnun’un cevap vermiş: !156


Mevlana Sohbetleri

“Korkarım, Leyla’mın çenesi incinmesin!” Hekim bu cevabı duyunca şaşırarak, “Leyla nerede, sen nerede? Onunla senin aranızda dağlar kadar fark var, nasıl incinecek?” İşte Mecnun’un verdiği cevap: “Bende bana ait hiçbir şey yok, herşey ona ait.” Aşka bakın bir kere… Yine bir gün Leyla’ya bir mektup yazmak istemiş, şu satırları yazmış kağıda: “Kalbimde tevhid oldun, dilimde zikir oldun. Her zerremi muhabbetin sardı, ben bu mektubu kimden kime yazayım?” Yazamıyor bakın, mektup dahi yazamıyor… ! Bunlar geçici aşk, peki ya manevi aşk? Manevi aşk herşeyin üstündedir.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !157


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Yine Hazreti Mevlana diyor ki: “Bütün iyi ve kötü, dervişin cüz’üdür. Eğer böyle değilse, o derviş değildir.” Ne buyurusunuz Dede?! - Cenab-ı Mevlana, bir başka yerde de şöyle buyurur, der ki: ! “Bütün bu alemde ne görüyorsanız, hepsi sevgilimin ailesidir.” ! Neden böyle söylüyor? Çünkü hiçbiri Onun dışında değildir. Hiçbirini hor göremezsin, hiçbirini incitemezsin. Eğer incitirsen, bil ki o zaman sevgilini incitmiş olursun. Bu yüzden, Yaratan’dan ötürü bütün yaratıklara sevgi ve saygıyla bakarak ve hep birleyici sözler söyleyerek yola çıkmamız lazım. İkiliğe hiç yer yok.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !158


Mevlana Sohbetleri

- Dede, Hazreti İsa, bir gün diyor ki: “Tanrı vardır ve sizler Ona bakıyorsunuz.” Ne dersiniz?! - Hazreti İsa, çok yerinde söylüyor. Çünkü İsa konuşurken, dinleyenler ona bakıyor. Ama kendisi diyemiyor ki: “Ben Tanrı’yım!” !

! - Ama bir tek Hazreti İsa böyle söylemiş, başka hiçbir peygamber veya veli söylememiş!! - Hazreti İsa dedi ama, Hazreti Şems’in de buna benzer bir esprisi vardır, şöyle ki: Şems-i Tebrizi Hazretleri, selam olsun üzerine, bir gün yolda gidiyormuş. Hocanın biri yolunu kesmiş, ama bilmiyor Şems kimdir, dönmüş demiş ki: “Derviş baba, sana bir şey sorabilir miyim?” Şems demiş: “Sor!” Hoca sormuş: “İblis ne çeşittir?” Şems-i Tebrizi hemen cevap vermiş: “Senin gibi!” Hoca kızmış: “Haşa! Nasıl olur benim gibi?” Hazreti Şems yine cevaplamış: “Tabi senin gibi! Sorsaydın Rahman’ı ne çeşittir, o zaman ben yine derdim, senin gibi!”% Kişi ne havadaysa, aynen onu yaşar. Bunlar hep güzel derslerdir bizlere.! Bizim dinimiz sevgi üzerine, aşk üzerinedir. İnsana koşuş üzerinedir, mala mülke değil. Cenab-ı Allah, en güzel yüzünü Hazreti Muhammed Efendimizden göstermiştir. Onunla beraber Peygamberlik defteri örtülmüştür ve Velayet defteri açılmıştır. Ondan sonra gelen !159


Meram’dan Silivrikapı'ya

bütün Evliyaullah, Hazreti Muhammed Efendimize gönüllerini vermişler, Onu kendilerine sevgili edinmişler ve topluma Onun yüzüyle çıkmışlardır. ! Cenab-ı Mevlana, ‘Gönül’ hakkında şöyle bir dil sarfeder:! “Eğer senin gönlün varsa git de gönül Kabe’sini tavaf et; topraktan yapılmış sandığın Kabe’nin mânası gönüldür! 
 Cenab-ı Hakk , görünen ve bilinen suret Kabe’sini tavaf etmeyi, kirliliklerden temizlenmiş bir gönül Kabe’si elde edesin diye buyurmuştur! 
 Şunu iyi bil ki, sen, Allah’ın evi olan bir gönlü incitip kırarsan, yaya olarak bin defa Kabe’ye gitsen de, Allah bu ziyaretini kabul etmez! 
 Sen, varını yoğunu, malını mülkünü ver de, bir gönül al, al da, o gönül mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nur versin! 
 Allah’ın huzuruna altın dolu binlerce keseler götürsen, Cenab-ı Hakk; ‘Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gönül getir!’ diye buyurur! % Çünkü, altın ve gümüş, bizim için hiç bir şey değildir! Eğer bizi, bizim rızamızı istiyorsan, bizim istediğimiz gönülden ibarettir! 
 Senin değer vermediğin, bir saman çöpü saydığın yıkık gönül, Arş’tan da üstündür, Kürsi’den de, Levh’den de, Kalem’den de!.. 
 !160


Mevlana Sohbetleri

Harap gönül, Hakk’ın nazargahıdır, Hakk’ın baktığı, Hakk’ın sığındığı yerdir! Onu yaratan varlık ne de büyüktür, ne de kutludur! 
 Kırılmış, iki yüz parça olmuş zavallı bir gönlü yapmak, tamir etmek, Cenab-ı Hakk’ın nazarında hacdan da, ümreden de değerlidir! 
 Hakk’ın defineleri, harap gönüldedir! Harabelerde, pek çok defineler gömülüdür! 
 Mutlu olmak, manen yükselmek istiyorsan, gönüller almaya, gurur ve kibiri bırakmaya bak! 
 Kazandığın gönüllerin yardımı seninle beraber olursa, kalbinden hikmet kaynakları fışkırır, akar! 
 Dilinden sel gibi ab-ı hayat akar; nefesin, Hz. İsa’nın nefesi gibi, hastalıklara deva olur! 
 İki dünya da, bir gönül için yaratılmıştır; ‘Sen olmasaydın, bu kainatı yaratmazdım!’ hadisinin manasını düşün! 
 Eğer böyle olmasaydı, senin varlığın, mekanın, güneşin, ayın, yeryüzünün, şu gök kubbenin varlığı nereden olacaktı? 
 Sus; bedeninin her bir kılında iki yüz dil olsa da onlarla gönlü anlatmaya çalışsan, yine de anlatamazsın; gönül anlatılamaz, anlatışa sığmaz! “ % Yine bir başka seslenişinde şöyle diyor Hazreti Mevlana:!

!161


Meram’dan Silivrikapı'ya

“Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Ne olmayacak şey...% Kimden kapıp, kurtarıyoruz Hakk’tan mı? Ne boş zahmet!..”% Bunları dile getirmemin sebebi şudur: Bu yolu anlamak ve hedefe ulaşmak için sevgi ve gönül şarttır. Yoksa boş muhabbetlerle insan hiçbir yere varamaz.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !

!162


Mevlana Sohbetleri

- Dede, bir kıssa anlatmak istiyorum, izin verirseniz: Cenab-ı Şems’in Konya’da düşmanları çoktu, sizin de bildiğiniz gibi. Hatta onu bir kaşık suda boğmak isteyenler vardı. ! Bir gün Cenab-ı Şems, Konya çarşısından geçerken ezan okunuyormuş. Hazreti Şems de, “Müezzin yalan söylüyor” diye mırıldanmış. Bunu duyan yobazlar hemen etrafını sarmışlar. Bir yaygara kopmuş ve insanlar toplanmış. Nerdeyse Hazret’i linç edeceklermiş. Hazreti Şems demiş ki: “Biraz durun ve benimle gelin.” Şems kalkmış bir demirci dükkanına gelmiş ve bir örsün üstüne çıkarak gür bir sesle ezan okumaya başlayınca, altındaki demir örs erimeye başlamış. Bunu gören halk korkuya kapılmış. Ve mahcup bir şekilde Şems’den özürler dilemeye koyulmuşlar. Bunun üzerine Hazreti Şems, örsten aşağı inmiş ve demiş ki: “Ben de yalan söyledim.” Halk, “Neden?” diye sormuş. Şems, onlara şu cevabı vermiş: “Eğer ben doğru söyleseydim, benim de erimem ve yokolmam gerekirdi!..” Ne buyurursunuz?! - Ben, buna benzer bir olayı şeyhimle yaşadım. Şeyhime mürid olmamın üzerinden henüz bir yıl gibi bir zaman geçmişti. Bir gün Kazancılar çarşısından geçiyorduk. Bir mescidin minaresinden bir müezzin yüksek sesle öğle ezanını okuyordu. Şeyhim kaldırdı başını müezzine doğru baktı ve ona doğru, “Ne bağırıyorsun be eşşek!” diye seslendi. Ben daha !163


Meram’dan Silivrikapı'ya

çok yeni bir müriddim, o zamana kadar ibtidayla kendimi yetiştirmişim; bu seslenişi bana o an ters gelmişti. Dayanamadım ve sordum: “Neden böyle hitab ettin, baba?” Ona ‘baba’ derdim, kendisini çok severdim. “Kendisi O’dur” dedi, “Kendisinden haberi olmadığı için bağırdım. Böyle yaşayıp gidiyor.”% Şimdi, Hazreti Şems-i Tebrizi, selam olsun üzerine, ismi üzerinde, hakikatte o, mana aleminde Hazreti Ali’nin kendisidir. O, bu sözleriyle, yapılan bu davetlerin ne kadar boş yapıldığına ve ezanda geçen sözlere karşı insanların ne kadar duyarsız olduklarına dikkat çekiyor. Yalanla zaman geçiyor; Hazreti Şems de böyle olduğunu gördüğü için bu mırıldanmayı yapıyor ki, herkes hakikati duysun. O, örse çıkıp ezanı bir müezzin gibi dile getiriyor ama, onu iç alemi sevgilisiyle zengin. Sonunda da buyurmuş olduğu gibi, biraz daha kendinden geçip coşmaya kalkarsa, o demir gibi kendisi de eriyip gidecek. ! Cenab-ı Mevlana’ya soruyorlar: “Hazreti Muhammed, ezan okunurken nasıl bir dil sarfederdi?” Mevlana, onlara şu cevabı veriyor: “Çoğu kişi ‘Aziz Allah’ der, bazısı ‘La ilahe illallah’ der, kimisi de şehadet getirir. Hazreti Muhammed ise şöyle bir dil sarfederdi: ‘Named - Nasıl methedeyim seni ey Güzel!; bi mana - o kadar güzelsin ki, seni hiçbir manaya sığdıramıyorum!; ta ebed - senin bu güzelliğin dünya !164


Mevlana Sohbetleri

durdukça ebedi kalacak!; ey can-ı mahru şan-u bahd şimdiden ben bu canı sana kıldım, bu güzelliklerde seninle dünya durdukça baki kalayım!”! Düşünecek olursanız ne kadar güzel değil mi? Bu sözleriyle, Allah’ın kendisinin, iç aleminin ne kadar zengin ve ne kadar güzel olduğunu ve bir nebze dahi büyüklüğe kapılmadan ne kadar mütevazi bir şekilde dile getiriyor. Bizler de, misal olarak, davet okunduğu zaman, mademki O’nun hayranlarıyız, bu dili sarfederken O’nu en güzel ve layık olduğu şekilde gözümüzün önüne getirmeliyiz ki, böylece bizim de şehadetimiz sahi olsun; ne söylediğini bilmeyen kişininki gibi olmasın.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !165


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Dede, meşhur bir Hint’li şair var, ismi Kabir. Onun bir şiiri var ve diyor ki şiirinde: “Neden çıkarsın minareye? Tanrı sağır mı ki! Medet umduğunu gördüğünde arasana! Gerçeği kendi evinde aramazsın da, ormandan ormana gezer durursun! Hakikat sendedir, sende! Nereye gidersen git, ruhun ruhunu bulamadıktan sonra, senin için dünyanın bir gerçekliği olamaz elbette!” Siz ne buyurursunuz bu konuda?! - Hazreti Mevlana’nın da buyurduğu gibi, ! “Camilerde kılınan namazların yüzde doksandokuzu ruhsuzdur.” % Yani, bugün herkes bir erkan ifade ediyorlar, ama kimse namaz sahibine temiz bir gönülle bağlanmıyor ve aradığını kendinde bulmaya çalışmıyor.! Bakın Cenab-ı Mevlana, Rubaiyat’ında, bundan yediyüz küsür sene evvel, şöyle bir dil sarfediyor:! “Camilerdeki minareler yıkılmadan, İslam’ın kalenderliği ortaya çıkmaz.”% Yani, Muhammediye, baştan aşağı tevazu yoludur, baştan aşağı yokluk yoludur. Mademki, Peygamber Efendimiz gibi bir güzel var benim karşımda, bütün cihanı O’nun nuru kaplamış, ben O’nu hayal ettiğim zaman, edeb almam lazım. Düşünün bir sefer, camilere gidildiği zaman, nasıl gidiliyor? Hakikatte orası bir !166


Mevlana Sohbetleri

huzur yuvasıdır, Resulallah’ı düşünmemiz, O’nun güzelliklerini tefekkür etmemiz gereken bir yerdir orası. Ama bakarsanız, bu düşüncelerle giden pek kimse yok. Her Cuma günü beraber gidiyoruz seninle; görüyoruz. Bir sürü sakallılar, sarıklılar var. Hepsinin kafalarında; burası bir Evliyalar yeridir, biz de onlarla beraber kurtuluşa ereceğiz, gibi düşünceler var. Malesef herkesin kafası başka başka yerlerde.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !167


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Hepimizin bildiği gibi, Hallac-ı Mansur Hazretleri, “Ene’l-Hakk” diye hitab etti ve asıldı. Üç günde onu infaz ettiler. İlk gün kollarını ve ayaklarını kestiler. O da, kesilen kolundan akan kan ile abdest aldı. Bir sözü vardır ve der ki: “İnsanın hayatta iki rekat namaz kılması kafidir, ancak abdesti kendi kanıyla alması gerektir.” İkinci gün, kafasını kesip, derisini yüzdüler; üçüncü gün de bedenini yakıp, küllerini Dicle’ye attılar. Ve külleri, Dicle suları üzerinde ‘Ene’l-Hakk’ yazdı. Bu, Hallac’ın namazı tabii...! Dede, sorum şu: Deniliyor ki; insana en başta lüzumlu olan ilimdir, ilimden başka bir şeyin değeri yoktur. Önce derde düşülecek, aranacak; hakikate ermenin yolu bulunacak; ilmi, yani mürşid-i kamili bulan, Hakk’ı bulmuş olur. Siz ne dersiniz bu konuda?! - Çok yerinde söylenmiş; hakiki mürşid ilimdir. Hazreti Resulallah, selam olsun üzerine, ne buyuruyor? “İkre!” yani “Oku!” Biz, ilim tahsil etmeseydik, okuma yazma bilmeden, kalkıp Hazreti Muhammed Efendimizin eserlerine el atamazdık ve O’nun kimliğini öğrenemezdik. Peygamber Efendimizin, Hazreti Mevlana’mızın eserlerine el atmadıktan sonra, onların kimliklerini öğrenmedikten sonra, onların büyüklüklerine, onların güzelliklerine nasıl ulaşabilirdik. Ne zaman ki, onların hakikatleri, okuduğumuz ilimler sayesinde, bizlerde !168


Mevlana Sohbetleri

yansımalarını gösterdi; onlara karşı sevgimiz arttı ve sonrasında da sevgimiz aşka dönüştü. Biz aşka düştükten sonra ise, O’nun o güzel yüzü göründü ve bizi bizden aldı. ! Allah gani gani rahmet eylesin, benim şeyhim Hakkı Dede, bana şunu söylemiştir: “Hasko! Bizim dergahda dile getirdiğimiz Mesnevi-i Şeriflerin ya da sohbetlerimizde işittiklerinin hepsi kulaktan dolmadır. Yanlış da konuşabiliriz, doğru da konuşabiliriz. Ama sen, al Pirimizin eserlerini oku, seninle beraber ben de dinliyim.” Biz, şeyhimle akşam oldu mu, sabahlara kadar evin balkonunda otururduk ve ben okurdum, o da dinlerdi. İnsan, okumakla bir yerlere varır. Ama hiç okumazsan, Hazreti Muhammed Efendimizi öğrenemezsin, ancak yine ilim sayesinde öğrenirsin. Peki, Hazreti Muhammed Efendimizin okuma yazması yoktu, nasıl ilim sahibi oldu? Çünkü O’nun ilmi sevgi ilmiydi. O, bütün yaratılanlara sevgi ile bakmıştır ve baktığı varlıklar, O’nun dilinden kendi hallerini söylemişlerdir ve Hazreti Muhammed de onları i s i m l e n d i r m i ş t i r. B u n e d e n l e , H a z r e t i Muhammed Efendimizin ilminin sonu yoktur. ! O’na sordular: “Sen annesiz, babasız büyüdün; seni alıp okula götürecek bir kardeşin de yoktu. Sen sahip olduğun bu ilimleri nereden tahsil ettin?” İşte Hazreti Muhammed, onlara şu cevabı verdi: “Doğru söylüyorsunuz. Anasız, babasız büyüdüm ve !169


Meram’dan Silivrikapı'ya

bir kardeşim de yoktu. Fakat ben sizin okuduğunuz gibi, bir hocanın yanında okumuş olsaydım, ben de ancak sizin sahip olduğunuz kadar bir bilgiye sahip olurdum. Oysa benim hocam Yaratıcı’dır!” İşte bizler bütün bunları ilim sayesinde öğreniyoruz. ! Yani, Mahmut Efendi, ilim şarttır. Cahile değer verilmez. Ne diyor Hazreti Ali Efendimiz:!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !170

“Bana bir harf öğretene kırk yıl hizmet ederim.”%


Mevlana Sohbetleri

- Dede, şimdi yaşanmış bir olaydan bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, 1956 senesinde, Üsküp’ten buraya bir hicret oldu. Melami dergahından, Allah rahmet eylesin, Yunus Efendi vardı, o da Üsküp’ten Bursa’ya göç etmişti. O geldikten bir süre sonra etrafındakilere, “Burada bizim tanıdığımız kimler var?” diye sormuş ve Nakşi şeyhi Ali Efendi isminde bir zat’ın olduğunu öğrenmiş. Bir gün onu ziyaret etmek üzere yol koyulmuş. Onu bulduğunda dükkanında fıçı imal etmekle meşgulmüş. Selamlaşıp halini sorduktan sonra ona demiş ki: “Ustacığım, senden bir isteğim var. Sen bana bir fıçı yap, içine gireyim. Fıçının bir deliği olsun, ben herkesi göreyim ama kimse beni görmesin.” Yunus Efendi bu sözleri söyler söylemez, Ali Efendi bir ‘Allah!’ demiş ve kendinden geçmiş. Daha sonrasında bu olayı bana anlattığında demişti ki: “Söylediğime bin pişman oldum! Ben bu kelamı eder etmez, cezbeye girdi!’ Ne dersiniz bununla ilgili?! - Yunus Efendi, gizlenmek istiyor. Fıçıdan bir göz deliği açılsın ve oradan kainatı görsün istiyor. Biz de diyoruz ki; Yunus Efendi’nin bahsettiği fıçıdan maksat bizim bedenimizdir. Allah, insanın bedenini yaratmış; sen buna ister fıçı de, ister teneke de, ister elbise de, ne dersen de... Göz deliği de yaratmış, yani göz de vermiş. Şimdi senin eğer kalbinde biri varsa, kalb gözüyle baktığın zaman bu dünya başka !171


Meram’dan Silivrikapı'ya

görünür. Ama eğer kalb gözün açık değil ise, kırk fıçıya da girsen, herkesin gördüğünden farklı bir şey göremezsin. !

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !172


Mevlana Sohbetleri

- Dede, insan vücudunda hased, inat, gurur, kibir varsa, başka cehennem arama, o vücud cehennem çukurudur. Ama eğer güzellikler varsa, o vücud cennet bahçesidir. Sorum şu Hasan Dede; bir insan vücudunu nasıl cennet bahçesi haline getirir?! - Çok güzel bir soru... Bir insanda hased, kıskanma, inat, kibir gibi duygular varsa, bu kişi zaten ateşler içindedir, yani cehennemdedir. Neden? Çünkü cehennem ateşi gibi bir ateştir bu. İnsanı, bildiğimiz ateşe atsalar, o ateş insanı hemen öldürür; fakat hased ateşi hemen öldürmez, günlerce hatta haftalarca seni yer, bitirir. ! Hüsameddin Çelebi Hazretleri, hem çok çalışkan hem de çok güzel bir delikanlıymış. Hazreti Mevlana’mız onun hakkında şöyle bir dil sarfetmiştir:! “Ey benim gözümün nuru Hüsameddin! Eğer bende, senin bu hizmetlerine karşı bir hased görürse gözlerin, kasem ederim Hazreti Muhammed’e, yüzümdeki nuru hemen alsın.”% Bir insan, cehenneme veyahut cennete nasıl girer? Şimdi bu hasedler, kıskanmalar, kin, nefret gibi duygular, insanı cehennem içinde tutuyor ya; bunun için de Hazreti Mevlana’mız yine buyuruyor ki:!

!173


Meram’dan Silivrikapı'ya

“Ey insan! Sen düşünceden ibaretsin. Eğer huzurlu yaşamak istersen, kendini güzel düşüncelere ver.”% Güzel düşüncelerin mana-i sureti hakkında şöyle bir örnek verelim: Bir kişi, eğer güzel düşüncelerle evinin önünü bir çiçek bahçesi haline getirmişse, gecenin hangi vaktinde olursa olsun, uyanıp da ışıkları yaktığı zaman, gözüne o gül bahçesi görünür ve o kişiye huzur verir. Ama eğer bir kişi, karamsar düşüncelerle evinin bahçesini dikenliklerle donatırsa, ki onların da dostları akrepler ve yılanlardır. Gecenin hangi vaktinde olursa olsun, uyanıp ışığı yakarsa, o kişiye de yılanlar, akrepler görünür ve huzursuz olur. ! İnsan neyi düşünürse, bakışı orayadır. Bu yüzden güzel düşüncelere verin kendinizi ki, geceniz de gündüzünüz de devamlı huzurlu olsun.!

! ! ! ! ! ! ! !174


Mevlana Sohbetleri

- Mısri Niyazi Hazretleri bir deyişinde şöyle buyuruyor: “Şol ki gafletle yatup etmez talep, gövdesinde yok mu ola canı aceb. İşte vahdet gülleri açıldı hep, bülbülün efgân edecek çağıdır.” Yani bir kimse ki, gafletle yatıp kalkar ve hiçbir şeyi dert etmez. Onun gövdesinde acaba can yok mudur? diye söylemektedir. Çünkü bir ayet-i celilede Cenab-ı Hakk, “Herşey Hakk’ı tesbih eder”, yani canlı veya cansız bütün herşey Hakk’ı anar, diye buyuruyor. İnsanın vücudu da Allah’ı anar ve kalbi ‘Allah! Allah!’ der, zira herşeyin Zat’ı zikri vardır. Fakat insan vücudunun zikrinden habersizdir. Sorum şu: Biz her zerredeki bu zikri nasıl görüp, anlayacağız Dede?! - Dünya ehli tamamen gaflettedir ve onun her zerresi maddeyi zikretmektedir. Böyle olduğu için de bütün vücudu onu dünyaya, yani maddeye sürüklemektedir. Mana ehline gelince, o da tamamen Allah aşıkıdır, Resulallah aşıkıdır. Resulallah’ın aşıkı olduğu için ve O’nun nurunu manada keşfettiği için, onun da bütün azaları O’nunla yanar. Nereye baksa baksın, nereye giderse gitsin, hep O’nu zikreder. Bir mana erinin yüzü gülerdir, dili tatlıdır ve daima huzur içindedir. Madde erinin ise, yüzü asıktır, gam içindedir, sıkıntı içindedir ve onun muhabbetleri hep maddeye yöneliktir. Böyle olduğu için de vücudunda hiç hafiflik, neşe ve huzur yoktur. %

!175


Meram’dan Silivrikapı'ya

Galib Dede Hazretleri, selam olsun üzerine, şöyle der: ! “Aşıkta gam, keder, gaflet ne eyler? Gam, keder ve gaflet dünya ehlinindir.”% Bizler bu yüzden burada devamlı, Hazreti Muhammed Efendimizi, Hazreti Mevlana’mızı, İmam Ali Efendimizi ve bütün Piran Efendilerimizi, hepsinin selam olsun üzerlerine, ‘sünnet’imiz olarak anıyoruz, çünkü bizler onların farzlarıyız. Onlardan sonra geldik ve onların muhabbetlerini yapıyoruz. Nasıl aşklarla, nasıl sevgilerle yola koyulduklarını sizlere anlatarak, yol gösteriyoruz. Bütün dava, sevgilerimizi maddeye yönlendirmemek ve gönlümüzü maddeye bağlamamaktır. Eğer sevginizi dünyaya verirseniz, işte o zaman her zerreniz de dünyaya bağlanmış olur. Bizlere sunulmuş olan en büyük nimet akıldır. Ama eğer o akıl çamura saplanırsa, vücudu da peşinden sürükler, çamura batırır. Fakat aklımızı güzelliklere yönlendirirsek, o güzellikler sayesinde bizleri devamlı aşağılara çeken çamurlardan kurtuluruz. !

!

!

! ! !176


Mevlana Sohbetleri

- Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri, yaşadığı devrin en büyüklerinden sayılmaktadır ve aynı zamanda Hallac-ı Mansur’un da mürşididir. Onun meşhur bir sözü vardır ve der ki: “Suyun rengi, kabın rengindedir.” İbn-i Arabi Hazretleri de bu sözü, eseri ‘Fususu’l-Hikem’de yer vermiş ve o da şöyle demiş: “Kanlanmış göz, Fırat’ın suyunu kan görür.” Ne dersiniz Hasan Dede?! - Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, her zaman der ki:! “Ruh, aslen çok temizdir, ruhu kirleten bedendir.”% Bir gün Hacı Veli Bektaş’ın, selam olsun üzerine, huzuruna bir Kırşehir Beyi geliyor. Selam verip, hal hatır soruştuktan sonra namaz vakti gelmiş. Kırşehir Beyi, Hünkar Hacı Veli Bektaş’ın namaza buyur etmesini beklemiş, ama bakmış ki, Hünkar Hacı Veli Bektaş yerinden kımıldamıyor, dayanamamış ve, “Ya Hünkarım, namaz kazaya kalmasın, buyur edersen bir abdest tazeleyip namaza duralım” diye söylemiş. Bunun üzerine Hünkar Hacı Veli Bektaş, abdest almaları için, ondan bahçedeki kuyuya gidip, bir kova su alıp bakraca boşlatmasını istemiş. Kırşehir Beyi de kovayı almış ve kuyuya su çekmeye gitmiş. Ama suyu bakraca doldurduktan sonra bir de bakmış ki, bakraçdaki su, kan gibi kıpkırmızı bir renk halini almış. Hünkar Hacı Veli Bektaş dönüp !177


Meram’dan Silivrikapı'ya

demiş ki: “Bu suyla abdest almak caiz midir? Kovadayken berraktı ama bakraca girince kan rengini aldı.” Bunu duyunca Kırşehir Beyi donup kalmış, ne diyeceğini bilememiş ve namazı kılamadan oradan ayrılmış. Dosdoğru gitmiş, Hazreti Mevlana’nın huzuruna varmış ve ona yaşadığı bu durumu anlatmış. Hazreti Mevlana da, selam olsun üzerine, ona şöyle demiş: “Hünkar, bir keklik avlamıştı, o kekliği de bakraç içinde tutmuştu. Keklikten akan kanlar bakraca bulaşmış ama temizlemeyi unutmuş. Sen ise bakraca bakmadan suyu boşaltmışsın, su içindeki kanın rengini almış. İlahi Hakk! Bizim işimiz kablardaki kirleri temizlemek, kirletmek değil...” Hazreti Mevlana, bu sözleriyle, az da olsa, Hünkar Hacı Veli Bektaş’a serzenişte bulunuyor. ! Yani, suyun kirli olması, kabtandır; sudan değildir. !

! ! ! ! ! ! ! ! !178


Mevlana Sohbetleri

- Bir söz var; ama bu bir atasözü müdür, yoksa bir deyim midir, tam olarak bilmiyorum. Şöyle k i : “ Te m i z l i k i m a n d a n d ı r. ” B u r a d a k i temizlikten kasıt nedir? Yani şeriattaki temizlik mi, yoksa ki dergahdaki temizlik mi, hakikatteki temizlik mi, marifetteki temizlik mi? En önemli temizlik hangisidir?! - En önemlisi, insanın hem içi hem de dışı temiz olmalıdır. İç temizliğinden maksat, kişinin gönlün bağladığı yerler ilgilidir. Bir müridin gönlünde Hazreti Muhammed Efendimiz ve mürşidi varsa, onun iç alemi temizlenmiştir. Ama dikkat edin; gönlünde diyoruz, yani gönlünü tamamen onların güzellikleriyle donatmışsa ve gönlünde onlardan başka hiçbir şey yok ise, temizdir. Aynı zamanda dışını, yani bedenini de temiz tutması lazımdır ki, etrafına huzursuzluk vermesin. ! Hazreti Muhammed Efendimiz, selam olsun üzerine, toplum içine çıkarken her zaman saçlarına misk sürermiş, gözlerine sürme çekermiş ve böylece çevresindekilere kendini imrendirirmiş. ! Bizler de Hazreti Muhammed Efendimize uyarsak, O’nun huylarıyla huylanırsak, hem içimizi hem de dışımızı temiz tutmuş oluruz.!

! ! !179


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Hasan Dede, şu anda içinde oturduğumuz bu yer, Cenab-ı Mevlana Hazretlerinin meydanı ve buraya bu sohbete, zikire ve sema ayin-i şerifine ve tefekküre gelen bizlerin, hepimizin kendimize göre bir anlayışımız, heveslerimiz, hayallerimiz ve saplantılarımız var. Bizim burayı, yani bu meydanı nasıl görmemiz lazım? Çünkü Cenab-ı Mevlana, Allah sırrını ali etsin, şöyle buyuruyor: “Ben kendi Musa-yı Hakikimin elinde bir asayım ve meydandayım. Musa, bizdedir. Kim ki o asaya ihanet ederse, onadır; kim ki riayet ederse, ria onadır.” Siz ne buyurursunuz?! - Bir gün Hazreti Musa’ya bir nida geliyor: “Ey Musa, elindeki asa ne vazife görüyor?” Musa da diyor ki: “Elimdeki asa, koyunlarım uzaklaşırsa onları toplamaya yarıyor. Koyunların arasında keçiler var, asamla onlara ağaçlardan yaprak silkeliyorum, besliyorum. Bir de yorulduğum zaman asaya dayanıyorum.” İçindeki ses soruyor: “Sen bu asayı bu sebeple mi verilmiş sanıyorsun?” Musa cevap veriyor: “Evet, ya Rab!” Rabbi hemen emrediyor: “Bırak o asayı yere!” Musa, emrolunduğu gibi asayı yere bırakır bırakmaz, asa yedi başlı bir ejderha halini alıyor. Musa ejderhayı görünce kaçmaya başlıyor. Rabbinden yine bir nida geliyor: “Geri dön ya Musa! Çık o ejderhanın üstüne ve tut boynundan!” Musa ürkerek geri dönüyor ve ejderhanın üstüne çıkıyor. Ejderhayı boynundan yakalayınca, ejderha tekrar bir asa haline geliyor. ! !180


Mevlana Sohbetleri

Şimdi Hazreti Mevlana’nın bu beyitlerinde bizlere anlatmak istediği şey şudur: Bizler, kendimizi yokluğa bırakırsak, Hakk varlığını bizlerden gösterir ve her işimiz âsân olur. Çünkü biz yokuz artık, O var. Eğer biz kendimizi Hakk’a teslim etmezsek, bizler de Musa gibi, o asadan kaçarız. O yedi başlı ejderhanın manası da şudur: İki göz, iki burun deliği, iki kulak ve bir de ağızdır. Bunlar eğer nefse yönlenirse, işte her biri bir ejderha olur ve sahibini mahveder. Yani bütün dava, Mevlanamız gibi teslimiyetli yaşamaktır. Eğer böyle olursa bu meydan yürür, yoksa başka türlü yürümez.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !181


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Dede, bir şair diyor ki: “Mecnun’um bugün Leyla derdinden; neylerim aklı, divane geldim.” Deniliyor ki; tevhid ehli, aklı maaş ve aklı maad istemez. Aklı maaşın, dünyaya ait işlere, aklı maadın ise ahirete ait işlere akılları erer. Halbuki tevhid ehli, dünya ve ahiret istemez. O, aklı kamil ashabıdır. Tevhid ehlinin aklı nasıldır? Ne dersiniz? ! - Tevhid ehli, aklını bırakmıştır. O, iman ettiği yeri kendine baş etmiştir, vücuduna Onu ruh edinmiştir. Hep Onu zikretmektedir ve Onun dışına biran dahi çıkmamaktadır. Birşey yapması gerektiğinde ise, ondan gören O, onun elinden tutan O ve ondan söyleyen de yine O’dur. İşte ehli tevhid sahibi bu demektir. Ehli tevhid, Hakk’ın sahibidir, Hakk’ı sahiplenmiştir. Hakk da onu sahiplenmiştir. Onlar sözde iki görünürler fakat manada birdirler. Tevhid ehlinin her zerresinden varlığını gösteren Hakk’tır. Aklı maaş ve aklı maada gelince, onlar akıllarını hep maddede tutarlar ve daima sıkıntıdadırlar. Ama ehli tevhid tüm bunların dışındadır ve huzur içinde yaşamını sürdürmektedir. !

! ! ! ! !182


Mevlana Sohbetleri

- Mesnevi-i Şerif’de, Cenab-ı Mevlana’nın şöyle bir beyiti var: “Beytullah, Beytullah olalı, Allah girip orada oturmadı. Benim gönlümün hanesinde ise Hayy’dan gayri hiçbir şey yoktur.” Siz ne buyurursunuz Hasan Dede?! - Kabe, Allah’ın evidir. İşte Şems-i Tebrizi Hazretleri de şöyle güzel bir dil sarfediyor:! “Allah, Kabe’de doğdu. Kabe’den çıktı ve bir daha oraya girmedi. Fakat gönlümde bir doğdu, bir daha oradan çıkmadı.”% Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, Kabe’de doğmuştur. Resulallah Efendimiz, ona soyununca, yani Allah’ın binbir sırrının anahtarını Hazreti Ali’ye verince, Hakk’ın kendisi olmuştur. Onun için Hazreti Şems öyle buyurmuştur, “O, Kabe’de doğdu ve oradan çıktı. Fakat gönlüme bir girdi, bir daha da çıkmadı.”! Kabe’de birşey yoktur. Hakikatte Kabe, mürşidi temsil eder ve Hacer’ül-Esved diye bilinen taş ise, mürşidin elini temsil eder. İnsanlar Kabe’ye gidiyorlar, o taşı öpüyorlar ve günahlarından arınmayı umuyorlar. Hatta rivayet ederler ki, o kadar çok günahkar o taşı öpmüş ki, taş bu yüzden kararmış. Öyle bir şey yoktur, bunlar aslı olmayan söylentilerdir. Sen o mürşidi ayanda bulursan, taşa gerek kalmaz. !

! !183


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Bayezid-i Bestami Hazretlerinin bir hikayesi var, şöyle ki: Bayezid-i Bestami Hazretleri, Hacca gitmeden önce bütün o civardaki velilerin evlerini dolaşmış. Hepsinden destur istemiş. İçlerinde bir doksan yaşlarında bir veli varmış. Bayezid-i Bestami Hazretlerine sormuş: “Kaç para ayırdın sen bu işe?” O da demiş, “Şu kadar.” Bunun üzerine veli demiş ki: “Sen gel o parayı benim postumun altına koy. Benim etrafımda yedi kere dön. Çünkü Allah, o evde bir defa doğdu ve oradan çıktı, ama benim gönlüme bir defa girdi ve bir daha çıkmadı...” ! - Buna benzer bir de, Selçuklu Hükümdarının hanımı, Gürcü Hatun’un hikayesi vardır. Gürcü Hatun, Hazreti Mevlana’ya çok düşkünmüş. Bir gün niyetlenmiş Hacca gitmeye, fakat gitmeden evvel Hazreti Mevlana’dan helallik alıp öyle yola koyulmak için onun fakirhanesine gelmiş. Hazreti Mevlana, onu karşılamış ve bir zaman sonra sohbet uzayınca vakit yatsı namazına gelmiş. Yatsı namazını beraber eda etmişler. Namazın sonunda, Gürcü Hatun tam sağına dönüp selam verirken, bir bakmış ki Kabe-i Beytullah, Hazreti Mevlana’nın başı ucunda sema ediyor. O anda bir çığlık atmış ve namazı bırakmış ve başını secdeye vurmuş. Hazreti Pir, namazını sonlandırdıktan sonra Gürcü Hatun’u o vaziyette görünce, sormuş: “Ne oldu Gürcü Hatun? Bu halin nedir?” Gürcü Hatun cevap vermiş: “Ben Hacca gitmekten vazgeçtim. Kabe, senin !184


Mevlana Sohbetleri

huzuruna gelmiş, seni tavaf ediyor.” Ve bütün dünyalıklarını Hazreti Mevlana’nın müridlerine dağıtmış. Cenab-ı Mevlana da onun Hacc’ını tebrik etmiş.!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !185


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Yine Mesnevi-i Şerif’de Hazreti Mevlana, Hazreti Resulallah’ın bir hadisinin tefsirini yaparken şöyle buyuruyor: “‘Kendini unutup Allah’ı zikret’ ayetinin manası şudur: Kendinle olduğun vakit Hakk’ı zikretmekle şirk işlemiş oluyorsun” Ne dersiniz Hasan Dede? ! - Bir kişi, kendinden geçmeden zikre girdiği zaman, ikilik yaratmış olur. O ayrı, sen ayrı. Aslında, O’nun güzelliklerini dile getirdiğimiz zaman, O en güzel şekilde zikredilmiş oluyor. Diğer taraftan da, insan kalkarsa, Allah’ı kendi dışında zikretsin, o zaman tabii ki şirk işlemiş olur, çünkü teslimiyetten, Allah’ın birliğinden çıkmış oluyor.! Yunus Emre, selam olsun üzerine, şöyle der:! “Hem sen varsın, hem O var; senin gözünde diken var, sen o dikeni göremiyorsun.” %

! ! ! ! ! ! ! ! !186


Mevlana Sohbetleri

- Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’de buyuruyor ki: “Ruh deryasına atılmakta ve hakikat aleminde sefer eylemekte yüzücülüğüne güvenme. Akıl ile yol almak ve ümidi aklın fetvalarına bağlamak hiç mi hiçtir. Bu yolda Nuh’un gemisine girmekten başka çare yoktur.” Nuh’un gemisinden maksat nedir? Ne manaya gelmektedir?! - Nuh’un gemisinden maksat, senin bedenindir. Eğer sen, O olmuş isen, başka deryalara ne diye atasın kendini? O zaman sen kimliğinden çıkmış olursun. O, sende var etmiş kendini ve senden sayısız hakikatler sunuyor. Onlar artık seninle diri, çünkü sen onlarla dirildin. Ama sen kalkarsan kendini ruh alemine atasın, kendini boşluğa atmış sayılırsın. Sen, kendinde bulduktan sonra o sevgiliyi, senin bedenin artık Nuh’un gemisidir. Sen de o gemide sevgilinle beraber seyir edersin. Ve sana hiçbir tufan işlemez. !

! ! ! ! ! ! !187


Meram’dan Silivrikapı'ya

- Dede, biz hakikatleri sizin bu sohbetlerinizi dinleyerek mi anlayacağız? Yani dini salih olunca mı, yoksa özümüzü pisliklerden arındırarak ve belli bir ahlaki seviyeye gelerek özümüzün ortaya çıkmasıyla mı olgunlaşacağız? İçimizde saklı olan kendi hakikatimizi ortaya çıkarmamız mı gerekiyor? Bunu nasıl yapacağız?! - En önemli dava, bizim iç alemimizi bütün pisliklerden boşaltmamız ve tertemiz bir hale getirmemizdir. İç alemimizde bir nebze dahi dünyaya ait bir varlık bırakmamamız lazımdır. O kabı, dünya nimetlerinden, nefsi arzulardan tam manasıyla temizlemiş olduğumuz an, o sonsuz Güzel bizlerde varlığını gösterir ve bizim de halimiz anında değişir.! Şimdi bu sohbetlerde sözler çok güzel ve manalarına eriyoruz, fakat bir türlü temizlenemiyoruz. Temizlenemedikten sonra da hiçbir şekilde o güzelliklere ulaşamıyoruz. Bu iş akılla olmaz, yemekle içmekle, keyif etmekle olmaz, katiyyen. Derin düşüneceksin! Sen kiminle dirisin? O, senden ne istiyor? Düşünüce göreceksin ki, O, O’nu sevmeni istiyor, O’nu sahiplenmeni istiyor. Sana, “Temizle o sarayı!” diyor, “Ne zaman ki o saray benim muhabbetimle mahmur olmuş ise, o zaman ben sende konuk olurum!” !

!188


Mevlana Sohbetleri

Ama sen, ‘Ben namaz kıldım, zikir yaptım, hatim indirdim’ dersen, bunların hepsi hikayedir. Katiyyen insan bunları yapmakla temizlenemez. İnsan bunlarla kendini kandırmış olur. Ve hatta gurura da kapılır. ! O kadar incedir ki bu yol, dünya varlıklarının hepsinden temizlenmen gerekir, hatta evladının, karının veya kocanın bile yeri yoktur orada. O, senin gönlünde kendisinden başka hiç bir varlığın olmasını istemez. Bu derece büyük bir sevgi ister bizlerden. Ancak bütün bunlar yerine geldiği zaman, O gösterir yüzünü.!

! - Cenab-ı Mevlana, bu nedenle buyuruyor: “Hamdım, piştim, yandım..” Öyle değil mi?! - Evet, doğru. Eğer pişmeseydi Mevlana, Mevlana olamazdı. Peki Mevlana bu sözüyle ne demek istemiştir? “Hamdım” dedi, yani zahir ilimi tahsil ettim; şeref sahibi, ilim sahibi, gurur sahibi oldum, fakat bana bir fayda vermedi, demek istedi. Sonra, “Piştim” dedi, yani Şems, benim O olduğumu söyledi, ama ben bu noktada kalsaydım, benlikte kalmış olurdum, demek istedi. En sonunda da, “Yandım” dedi, bu sözüyle de şunu anlatmak istedi: Sevgili, aşığına her dakika değişik bir yüzle zuhurunu gösterir ve onu yakar. İşte Mevlana yandı. Aşk, yanmaktır.! !189


Meram’dan Silivrikapı'ya

Hazreti Muhammed Efendimiz, sayısız sefer iç aleminin güzelliklerini gördüğü için her an aşktaydı, sevgideydi.! Bu yolun güzelliklerinin sonu yoktur. ! Hazreti Mevlana’ya bir soru soruyorlar: “Senin yolun nedir ya Mevlana? Bu yolun başı var mıdır?” Mevlana şu cevabı veriyor: “Bu yolun başı olsaydı, sonu da olurdu. Benim yolum baştan aşağıya güzelliklerle doludur.” ! İnsan, kendini bir defa o güzelliklere verdiği zaman, artık o yolun sarhoşu olur ve akıl artık işlemez. Yolun ne başını ne de sonunu sorabilir.! Mecaz aşkı örnek alalım. Bir erkek bir kızı görüyor veya bir kız bir erkeği görüyor, birbirlerine aşık oluyorlar. Aşk, aşktır. Ama konu manevi aşka gelince, hiçbir şey onun yerini tutamaz. Fakat o aşka ermek için de içimizdeki bütün kirlerden arınmamız lazım.! Hazreti Şems, selam olsun üzerine, Mevlana’ya bunu yapmıştır, demiştir ki: “Sen yola çıkacaksın ve bana geleceksin. Peki beni tanıyabilecek misin?” İşte Mevlana, Şems’e şu cevabı vermiştir: “İster Yemen kumaşı giy, Yemenli gibi çık; ister Hint kumaşı giy, bir Hintli gibi çık; ister Batı kumaşı giy, Batılı gibi çık; her nasıl çıkarsan çık, seni tanırım!” Şems, “Peki nerden tanırsın?” dedi. Mevlana yine cevap verdi: “Sesinden tanırım!” !

!190


Mevlana Sohbetleri

Bakın, Şems’i ne güzel yakalıyor. Şems, ona sayısız elbiselerle çıkıyor, ama Mevlana tuzağa düşmüyor. Bulmuş Nokta-yi Hakk’ı!! Hakk aşığı olmak kolay değildir, hem de hiç kolay değildir... Ancak öbür yüzünü gösterecek ki aşık olacaksın. Bunun için de dediğimiz gibi, Hakk’ın dışında ne varsa gönlünde, hepsinden kurtulacaksın. Sen, o aşkta yanıp kendinden yok olunca, işte o zaman Hakk senden yüzünü gösterecek. Ve Hakk ile Hakk olup, dünya durdukça Onunla baki kalacaksın!..!

!

! &

! “Herşey yanıp yokolunca,! Allah’ın vechi ortaya çıkar!”! Kasas, 88!

! ! ! ! !

!191


Meram’dan Silivrikapı'ya

! ! ! ! “Aşk, göklere uçmaktır.! Her solukta yüzlerce perdeyi yırtmaktır.! İlk önce nefsini, nefsinden gevşetmek, ! Sonra da adım adım nefsinden kesilmektir.! Bu cihanı görülmemiş saymak,! Kendi gözünü görmemek, demektir.”!

!

Hazreti Pir Muhammed Mevlana!

! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !192


Mevlana Sohbetleri

! ! ! “Gel ey şu evrenin sarayı insan,! Düşün de kendini bul yavaş yavaş.! Senin için ne mekan var ne zaman,! Düşün de kendini bul yavaş yavaş.!

!

Sen seni küçültüp kalma gümanda,! Bütün sen dönersin çark-ı devranda,! Herşeye muidim demiş Kur’an’da,! Düşün de kendini bul yavaş yavaş.!

!

Dede, kim kendini bulmuşsa eğer,! Her ilim çözülüp emrine girer,! Ondan nice güneşler doğarmış meğer,! Düşün de kendini bul yavaş yavaş.”!

!

Hasan Dede!

!

!193


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.