27 minute read

I DOSYA

Next Article
I ŞEHIR VE YAŞAM

I ŞEHIR VE YAŞAM

Koronavirüs küreselleşmenin sonu mu olur?

Dünya, yaklaşık 4 aydır koronavirüs etkisinde. Bugüne kadar hiç karşılaşmadığı bir süreci yönetmeye çalışan ülkeler sancılı bir şekilde yeni normale geçmeye çalışıyor. Korona günlerinde yaşananlar, salgının getirdiği dönüşüm ve ekonomideki sorunlar küreselleşmenin sonunu mu getiriyor? Korona sonrası bizi nasıl bir dünya bizi bekliyor? Cevabını uzmanlar anlattı...

Advertisement

Koronavirüsün etkisiyle aylardır karantinada olan ülkeler temkinli adımlarla normalleşmeye yani “yeni normale” geçmeye başladı. Salgının en yoğun yaşandığı dönemde tüm ülkeler kaçınılmaz bir şekilde sağlık sektörüne odaklandı. Virüsten olabildiğince az insanın etkilenmesini ve hastalananların da hayatta kalmasını sağlamanın tüm hükümetlerin öncelikli odağı olduğu bir dönem göreceli olarak geride kaldı. Virüs hala etkisini koruyor. Ülkeler ‘2 dalga gelir mi?’ kaygısı içinde olsalar da artık durma noktasına gelen ekonomilerin işler hale gelmesi, eve kapanan geleceğinden endişeli insanların sosyal ve iş yaşamlarına geri dönmesi gerek.

Ancak bu geri dönüş dünyanın pandemi öncesi günlerine dönüleceği anlamına gelmiyor. Pandemi bugüne kadar yaşanmamış, en hızlı küresel ekonomik krizin de başlangıcı oldu. Yükselen enflasyon, artan işsizlik rakamları, sayısız ekonomik sorun, ulusal ve uluslararası tedarik zincirlerindeki kopmalar iyice gün yüzüne çıktı. Pandemi sürecinde en çok sorgulanan ise hastalığın yayılmasını kolaylaştıran ancak sürecin kolayca atlatılmasına hiç de yardımcı olmayan “küreselleşme” oldu. Bu sorgulama “Korona küreselleşmenin sonu mu olur?” sorusunu da beraberinde getirdi.

Özellikle daha korona salgınını kontrol altına alamadan, siyahi George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle protestolara sahne olan ABD’de yaşananlar, beyazların da katılımıyla göstericilerin milyonlara ulaşması, protestoların pek çok ülkeye yayılması küreselleşmenin gücündeki çatırdamalar olarak yorumlandı. Pek çok uzmana göre ırkçılığa karşı bir tepki olarak başlayan olaylar, küreselleşme nedeniyle yıllardır ekonomik sıkıntılar yaşayan halkı da ayaklanmalara destek vermeye yöneltti. Sadece ırkçı değil, ekonomik ayrımcılığa uğrayanlar da sokaklara çıktı.

Hem dünya genelinde hem de ülkeler özelinde birbiri ardına felaketlerin yaşandığı, hükümetlerin oldukça zor dönemlerden geçtiği 2020 şimdilik durulacak gibi görünmüyor. Peki pandemi sonrasında nasıl bir dünya bizi bekliyor?

Dünyanın korona sonrasında nasıl bir görünüm alabileceği konusunda siyasal bilimcilerin ve ekonomi uzmanları da farklı görüşler sunuyor. Uzmanlar 3 olası senaryo üzerinde tartışıyor.

1. GÖRÜŞ:

“KÜRESEL DÖNEMİN SONU GELDİ”

Uzmanların sunduğu birinci görüşe göre; artık dünyada bir dönemin sonu geldi... Bunu ilk ilan edenlerden biri de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron oldu. Macron verdiği bir söyleşide bir dönemin sona erdiğini söyledi. “Düşünülmesi mümkün olmayanı düşünmek gerek” dedi ve küreselleşmenin devrini tamamladığını ifade etti. Peki bu doğru mu? Şu anda bir zamanlar Berlin Duvarı’nın yıkılışında olduğu gibi tarihi bir an mı yaşıyoruz? Bir çağ mı değişiyor? Bir dönemin sonunun geldiğini savunanlara göre; siyaseti ve ekonomiyi yönetenler sınırlarının ardına saklanıyor. Güvensizlik ve korku içindeler. Olası yeni bir krizde ulus devlet ayakta kalmanın garantörü olarak görülüyor. Firmalar tedarik zincirlerini yeniden düzenliyor, üretimi ülkelerine geri getiriyorlar. Sevkiyat yerine öncelikle depolarını ağzına kadar doldurmaya bakıyorlar.

Dünya çapındaki iş bölümünden vazgeçiliyor

En çok tanınan küreselleşme karşıtı örgütlerden Attac “Neo liberallere son” diye sloganlar atıyor. Serbest ticarete ve büyük şirketlerin yüksek kar hedeflerine karşı çıkıyor. Pandemi sürecinde maske tedariği konusunda yaşanan sorunlara dikkat çeken Attac’tan Stephan Lindner “Maskelerde yaşanan sıkıntıda çok daha fazla yerel üretime ve depoya ihtiyaç olduğunu fark ediyoruz. İhtiyaç durumunda bunların hemen ulaşılabilir olması lazım. Aksi halde en basit acil koruma bile işlevsiz kalır” dedi. Pandemi sürecinde yaşananlar gösteriyor ki; çok eskilere dayanan dünya çapında iş bölümü prensibinden vazgeçme söz konusu. Liberal kapitalist dünya düzenin tamamen yeniden şekillendirilmesi gerekebilir.

ABD Başkanı Donald Trump da bir konuşmasında bu görüşü destekler şekilde “Gelecek küreselleşmeden yana olanların değil, gelecek yurtseverlerin olacaktır. Gelecek egemen bağımsız devletlerin olacaktır” şeklinde konuştu.

Almanya için Alternatif Partisi (AFD)’den Hansjöeg Müller’de bir konuşmasında “Bugüne kadarki küreselleşme başarısız olmuştur. Ulusal ve egemen ekonomik alanlardan oluşan dünya çapında yeni bir ekonomik sistem gelişiyor” ifadelerine yer verdi. Dünyanın farklı ülkelerinde bu görüşü destekler nitelikte gerek siyasetçilerden gerek çeşitli sivil toplum kuruluşlarından görüşler gelse bu görüşü inanmayan hatta saçma bulanlar da var. Onlara göre var olan sistem devam ediyor ve edecek.

2. GÖRÜŞ

“HER ZAMANKİ GİBİ İŞLERE DEVAM”

Pandemi sonrası dönem için ikinci hakim görüş “Korona öncesi dönem, korona sonrasında da devam edecek. Dünya eski bildiğine yani hızlı tempolu ticarete dönecek” şeklinde...

Bu görüşü savunanlardan Berlin Sosyal Bilim Merkezi’nden Michael Zürn: “Bir dijitalleşme ivmesi kazanacağız ama küreselleşmeden uzaklaşma ivmesi kazanacağımızı sanmıyorum. Çünkü dünya çapında yaygın bir üretimin ve dünya piyasasına sağladığı fiyat avantajlarının bırakılması düşünülemez, bunun alternatifi yok” diyor.

Georgetown Üniversitesi’nden Prof. Abraham Newman ise bu konuda “İnsanlar bir tür kopmadan küreselleşmenin sonunun geldiğinden bahsediyor ama bunlar anlamsız boş laflar. İnternet, sermaye trafiği tedarik zincirleri gibi unsurlardan yoksun bir geleceği tasavvur

etmek mümkün değil” şeklinde konuşuyor.

Hertie School’den Antropoloji ve Küreselleşme Profesörü Arjun Appandurai ise bu konuda şunları söylüyor: “Deyim yerindeyse tren kaçtı. Piyasalar çoktan beri ulusal denetimlerin dışında çalışıyor. Ülkelerin ulusal ekonomileri nerdeyse her yerde arz talep, yatırım, bilim, iş piyasası gibi küresel faktörler tarafından yönlendiriliyor.” Küreselleşmenin getirdikleri vazgeçilmez

Siyasetçilerin bir kısmı da bu görüşü destekliyor. Örneğin Almanya Ekonomi Bakanı Peter Altmaier: “Son 20 ya da 30 yılda kaydedilen küreselleşmenin gerisine düşülmeyecek. Çünkü küreselleşme dünyaya açık ekonomik ve toplumsal modelimizin bir parçası haline gelmiştir” diyor.

Var olan düzenin, hızlı üretim ve tüketimin aynı şekilde devam etmesi söz konusu olduğunda tüm dünyaya ilgilendiren bir soru gündemi geliyor: Peki ya iklim değişikliği ile ilgili mücadele ne olacak? Bu konu da gelecekte ekonomik çıkarların gölgesinde mi kalacak? Özellikle de koronavirüs nedeniyle borçların daha arttığı düşünüldüğünde... Bu konuda Berlin Sosyal Bilim Merkezi’nden Sosyolog Michael Zürn: “Her ne kadar çevre koruma açısından bunu arzu etsek bile, sosyolojik açıdan bakıldığında toplumun refahını arttırma yönündeki baskılar azalmayacak” yorumunu yaptı.

3. GÖRÜŞ

YENİ NORMALLEŞME YEŞİL BİR FIRSAT

Peki bu iki görüş dışında başka bir gelecek bizi bekliyor olamaz mı? Başka alternatifler yok mu? Dünyada “Yeni Normalleşme” üzerinde de tartışıyor. “Şimdi çevreyi gözeten bir ekonomi oluşturmanın tam zamanı” deniyor. 3. Alternatif görüş; Dünyanın tümü için bir yeşil sözleşme...“İklimin korumanın mümkün olduğunu kavradık. Öte yandan koronavirüs nedeniyle dikkatli olmayı da öğrendik. Bunu tüm evren için de uygulayabiliriz” görüşü de pandemi sonrası 3 senaryoyu oluşturuyor.

Georgetown Üniversitesi’nden Prof. Abraham Newman 3 senaryo için “Şu anda her şey değişim içinde, ortam son derece güvensiz ama aynı zamanda bundan dolayı birçok şeyi de yapmak da mümkün görünüyor. Bu süreç altı ile on iki ay arasında tamamlanacak. O zaman nereye varmış olduğumuzu göreceğiz” yorumunu yapıyor. 3. Senaryodaki gibi küreselleşme gerçekten değişebilir mi? Koronavirüs neyin gerçekte önemli olduğunu milyarlarca kişinin gözlerinin önüne serdi. Peki bu deneyim küresel anlamda insanların birbirine daha anlayışlı yaklaşmasına yol açacak mı? Yoksa bu deneyimin hiç etkisi olmayacak mı? Koronavirüs (Covid-19) salgını bize ne öğretti?

Aynı kaygıyı yaşayan Profesörü Arjun Appandurai “Şu sıralarda Covid-19 ile mücadelede iyi işleyen bir toplumun sosyal ilişkilerin ve insanlar arasındaki güvenin en etkili unsurlar olduğunu görüyoruz. Peki ortalık yatıştığında acaba her şeyi yine unutacak mıyız?” diyor.

Dünyada hemen her ülkede cevabı aranan soru şu: Korona döneminden geriye ne kaldı? Dünya tüm bu gelişmeyi sadece biran önce üstesinden geldiği bir kriz olarak mı algılıyor yoksa bir fırsat olarak mı? Sadece bunlar üzerinde tartışmak bile dünyamızın parametrelerinin nasıl yerinden oynadığını gözler önüne seriyor.

SALGIN SONRASI BİZİ NASIL BİR DÜNYA BEKLİYOR?

Covid-19 salgını sürecinde yaşananlar ve sonrasındaki beklentiler konusunda üretilen senaryoların hangisinin hayat bulacağı, toplumsal yaşamda ağırlık kazanacağı henüz netleşmiş değil. İleri sürülen senaryolar üzerinden görüşler sunulmaya devam ederken, dünyada farklı alanlarda çalışan uzmanlar tarafından da yeni fi kirler ortaya koyuyor. Ancak ABD’de olduğu gibi beklenmeyen olayların yaşanması, dünyanın farklı coğrafyalarından ileri sürülen öngörülerin de sürekli revize edilmesine neden oluyor. Salgının başlarından yapılan tartışmaların yerini bugün yepyeni öngörüler aldı.

Peki yaklaşık 4 aydır dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgınının etkisi ne oldu? Bu sorunun cevabını çeşitli raporlarla ortaya konuyor.

TSKB Sürdürülebilirlik Danışmanlığı – ESCARUS, Covid-19 salgınının çok yönlü etkisini değerlendirdiği “Bir Eko-Sosyal Kriz Olarak Covid-19 Salgını ve Sürdürülebilirlik” başlıklı bir rapor hazırladı. Raporda ekonomi, teknoloji, eğitim, politika, yönetim ve çevre gibi alanlarda yaşanan dönüşüme ve beklentilere detaylarıyla yer verildi.

Raporda, Covid-19 salgınının yayılma hızını çeşitli ekonomik kayıplar vererek yavaşlatan hükümetler için en büyük riskin öngörülemezlik olduğuna dikkat çekildi. Salgınla ilgili pek çok faktörün hâlâ tam olarak aydınlanmamış olduğu belirtilirken, iş modellerinden eğitim sistemine, tekno-kültürel çerçeveden tüketim örüntülerine kadar pek çok alanın yeni bir rotaya evrileceği öngörülüyor. Rapora göre; salgın boyunca pratiği yapılan yeni iş modellerinin, azaltılan seyahatlerin, denenen teknolojilerin yanı sıra toplum genelinde sergilenen dayanışmacı tutumların, doğayla ilgili duyarlılıkların ve sorumlu davranışların salgın sonrasında da olumlu izdüşümleri olacak.

Gelişen şartlara hızla uyum sağlamak için teknolojinin önemi giderek artacak; Endüstri 4.0, karanlık fabrikalar ve nesnelerin interneti gibi kavramlar daha çok tartışılacak; hız kazanan ArGe ve inovasyon çalışmaları sağlık hizmetlerinden üretime, ofis otomasyon sistemlerinden akıllı şehir tasarımlara kadar pek çok alana dokunacak.

Markaların salgın döneminde izledikleri politikalar tüketicilerin salgından sonraki satın alma davranışlarını yakından etkileyecek. Yerli tedarik zincirlerine ilgi artacak

Covid-19 salgınının pek çok sektörde yaratacağı etkilerin detaylı anlatıldığı raporda dünyada değişim yaşanacak alanlar aşağıdaki gibi sıralanıyor: • Pek çok ülke küresel değer zincirindeki kırılmalardan hareketle bazı endüstrilerde ulusal tedarik zinciri yaratma arayışında olacak, özellikle kritik önemdeki çeşitli bileşenlerin yerli tedarik yoluyla karşılanması yönünde bir arayış baş gösterecek.

• Gelişen şartlara hızla uyum sağlamak için teknolojinin önemi giderek artacak; Endüstri 4.0, karanlık fabrikalar ve nesnelerin interneti gibi kavramlar daha çok tartışılacak; hız kazanan Ar-Ge ve inovasyon çalışmaları sağlık hizmetlerinden üretime, ofis otomasyon sistemlerinden akıllı şehir tasarımlara kadar pek çok alana dokunacak.

• İş modelleri değişecek, finansal risklerin yanı sıra çevresel ve sosyal risklerin de gözetileceği iş modelleri ön plana çıkacak. Uzaktan çalışma, esnek çalışma, iş amaçlı seyahatlerin azaltılması ve sürdürülebilirlik hassasiyetlerinin yükselmesi gibi salgın sürecinde öne çıkan tutumlar kalıcı hale gelecek.

• Salgınla popüler olan uzaktan eğitim modeli artarak ve yaygınlaşarak uygulanmaya devam edecek. Güçlü internet bağlantısı ve yeterli donanımı olmayan öğrencilerin yaşadığı sorunlar küresel gelir adaleti tartışmalarının baş köşesinde yer alacak. • Markaların salgın döneminde izledikleri politikalar tüketicilerin salgından sonraki satın alma davranışlarını yakından etkileyecek.

• Yönetişim dinamiklerinde değişimler gözlenecek. Küresel dayanışma, salgının hız kesmesini ve hasar tespitini takiben öne çıkacak. Ulus-devletlerin ekonomide daha belirgin bir rol oynadığı ve önceliklendirmede yönlendirici bir rol oynadığı görülecek. Küreselleşme çoklu bir niteliğe doğru ve bölgesel dinamikleri de dikkate alan yeni bir forma evrilecek.

• Dünyada demokrasiden uzaklaşma yönünde güçlü bir eğilim gözlenmeyecek, bu yönde endişeye neden olan uygulamaların geçici olduğu anlaşılacak. Salgın sonrasında AB entegrasyon ve ortak tedbirler konusunda ciddi bir yeniden yapılanmaya yönelecek. Çin ve ABD arasındaki kutuplaşmanın sürmesi de sürpriz sayılmayacak.

Dünyada 1,6 milyar kişi işsiz kalabilir

Raporda yer verilen ve Mart ayının başlarında yapılmış olan bir ankete göre, 1.500 katılımcının %56’sı kendilerini koronavirüsün yaratacağı etkilere karşı “kısmen hazır” hissettiğini söylüyor. Katılımcılardan sadece %12’si “çok hazır” olduğu cevabını verirken %11’i ise “nispeten veya çok hazırlıksız” olduğunu itiraf ediyor. Salgının şirketler için domino etkisi yaratarak birçok risk tipini tetiklediği düşünüldüğünde, şirket içindeki tüm fonksiyonların birlikte katkı sağladığı bir risk haritalandırması yapmanın ve risklerin birbirinden bağımsız olmadığını unutmadan hareket etmenin önemi anlaşılıyor.

Ayrıca gelişmiş risk yönetimi uygulayan şirketlerin, kazandıkları doğrudan faydalara ek olarak; finansmana erişimde kolaylık, marka itibarlarının artması ve çalışan bağlılığı gibi dolaylı faydalar da edineceği belirtiliyor.

Raporda salgının işgücü piyasalarına etkisinin de altı çiziliyor. Verilerin 1,6 milyar çalışanın işsiz kalma riskiyle karşı karşıya olduğuna ve 2020 yılı ikinci çeyreğinde çalışma sürelerinde yaşanacak değişimin ABD’de %12,4; Avrupa ve Orta Asya’da ise %11,8 olabileceğine işaret ettiği belirtiliyor. Fırsat eşitsizliği daha da belirginleşiyor

Raporda fırsat eşitsizliğinin Covid-19 krizi sırasında etkisini daha şiddetli bir şekilde gösterdiğinin altı çiziliyor. ABD verilerine göre maaş dağılımının en alt çeyreğinde bulunan çalışanların %9,2’si, en üst çeyrektekilerin ise %61,5’i uzaktan çalışabiliyor. Dezavantajlı gruplardan olan göçmenler, kriz zamanlarında ekonomik ve temel hizmetlere erişim konusunda zorluklarla daha fazla karşılaşırken, kadınlar sağlık ve sosyal hizmet sektörü çalışanlarının %70’ini oluşturmaları dolayısıyla işleri gereği salgının ön saflarında bulunuyor. Salgının çevreye olan pozitif etkisi tersine dönecek

Salgının çevreye olan etkisine geniş bir şekilde yer verilen raporda, salgın sürecinde tercih edilen tek kullanımlık ürünlerin, salgından önce kullanılan muadillerine göre çok daha sık ve daha fazla atık oluşturduğuna dikkat çekiliyor. Wuhan’da salgının en fazla sayıda insana ulaştığında, günde 200 tonun üzerinde tıbbi atık ortaya çıktığı belirtilirken, Türkiye’de sürecin, vakaların görülmesinin ardından Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan üç genelge kapsamında yürütüldüğü ifade ediliyor. Geri dönüşüm faaliyetlerinin ise virüsün yayılmasına neden olma endişesiyle büyük ölçüde askıya alınmış durumda olduğu görülüyor. Durma noktasına gelen küresel ekonomi, seyahat ve ulaştırma hizmetleri nedeniyle 2020 yılında sera gazı emisyonlarının %5’in üzerinde azalacağı öngörüsüne yer verilen raporda, salgın sonrası normalleşme döneminde atılacak agresif adımların iklim değişikliği üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratarak salgından korunma sürecinde yaşanan pozitif ivmeyi tersine çevirebileceği riski dile getiriliyor. Ekonomide iniş sert oldu, yükseliş yavaş olacak

ESCARUS’un raporunda da gördüğümüz gibi dünyayı çok da güzel günler beklemiyor.

Ekonomi uzmanları ve reel sektör yetkilileri, koronavirüs salgınının küresel ekonomi üzerinde yarattığı tahribatın giderilmesinin ve toparlanma sürecinin ilk tahminlerden daha uzun sürebileceği uyarısında bulunuyor. Yapılan tahminlere göre, toparlanma sert inişin ardından gelen hızlı bir Salgınla popüler olan uzaktan eğitim modeli artarak ve yaygınlaşarak uygulanmaya devam edecek. Güçlü internet bağlantısı ve yeterli donanımı olmayan öğrencilerin yaşadığı sorunlar küresel gelir adaleti tartışmalarının baş köşesinde yer alacak.

Küresel dayanışma, salgının hız kesmesini ve hasar tespitini takiben öne çıkacak. Ulus-devletlerin ekonomide daha belirgin bir rol oynadığı ve önceliklendirmede yönlendirici bir rol oynadığı görülecek. Küreselleşme çoklu bir niteliğe doğru ve bölgesel dinamikleri de dikkate alan yeni bir forma evrilecek.

yükselişi sembolize eden “V” şeklinde olmayacak. Aksine dünyayı, spor giyim markası Nike’ın logosundaki gibi, sert inişin ardından zamana yayılan ve uzun süren bir çıkış dönemi bekliyor. Normalleşme beklenenden daha yavaş

Amerikan Wall Street Journal (WSJ) Gazetesi, toparlanmaya ilişkin yapılan tahminlerin kötüleşmesinde, başta Batılı ülkeler olmak üzere getirilen sosyal mesafe kuralları ve kısıtlamaların uzun sürmesi ve salgının etkilerinin görüldüğü aylara ilişkin gelen ekonomik verilerin beklentilerden kötü bir tablo çizmesinin etkili olduğu belirtti. Haberde, havayolu şirketleri ile eğlence sektörü gibi bazı eğlence sektörlerinin kısıtlamalardan dolayı ciddi kayıplar yaşadığına dikkat çekilirken, perakende başta olmak üzere bazı sektörlerde de tüketici alışkanlıklarındaki değişimin etkilerinin görüleceği ifade edildi. Havayolu şirketleri, operasyonlarını yeniden yapılandırmak için bir dizi önlem almaya başladı. United Airlines, Ekim ayından başlayarak beyaz yakalı işgücünü yaklaşık yüzde 30 azaltacağını açıkladı ve British Airways de 12 bin çalışanını işten çıkaracağını söyledi. Wall Street Journal (WSJ) haberine göre; senaryoların karamsarlaşmasında, bazı ülkelerin normalleşme sürecine beklenen daha yavaş bir şekilde geçmesi de rol oynuyor. Normalleşme bir kaç yıl sürebilir

Dünyanın en büyük gıda üreticilerinden Nestle’nin CEO’su Mark Schenider, “Hızlı bir toparlanma süreci yaşanmayacak. Bu durumun etkileri birkaç çeyrek, hatta birkaç yıl bir devam edebilir” dedi. Kısıtlamalar kaldırılmaya başlansa bile, konser ve spor müsabakaları gibi geniş katılımlı etkinliklerin aylarca yapılamayacağı belirtiliyor.

Mağaza ve restoranlar da açıldıklarında sosyal mesafe kuralarının uygulanması nedeniyle daha az müşteri kabul edebilecek. Tüketicilerin de hastalık kapma korkusu ve riskinden dolayı eski alışkanlarına dönmelerinin zaman alabileceği düşünülüyor.

Pazar araştırma şirketi Coresight Research’ün yaptığı bir araştırma, ABD’lilerin yüzde 70’inden fazlasının kısıtlamalar kaldırıldıktan sonra dahi bazı kamusal alanlara gitmeyi düşünmediklerini ortaya koydu. Katılımcıların yüzde 50’sinden fazlası da alışveriş merkezlerine gitmeyeceğini söyledi.

Perakende şirketleri, tüketicilerin daha ucuz ürünlere yönelmesini ve kısıtlamalar sona erdikten sonra bile uzunca bir süre daha tutumlu davranmasını bekliyor. Gıda, kişisel bakım ve hijyen ürünleri üreticisi Unilever’in CFO’su Graeme Pitkethly, WSJ’ye yaptığı açıklamada, “V şeklinde bir toparlanma gösteren senaryolarımızın tamamını kenara koyduk. Muhtemelen Covid-19 ile uzun bir dönem birlikte yaşayacağız” dedi. Hem ABD hem Avrupa’da daralma bekleniyor

ABD ve Avrupa’da yapılan makroekonomik değerlendirmeler, ekonomik faaliyetlerin 2019 düzeylerine geri dönmesinin en erken 2021 sonundan itibaren olacağı yönünde.

Deutsche Bank, ABD’de koronavirüs salgını nedeniyle kaybolan üretim ve istihdamın yalnızca yüzde 30 ile 40 arasındaki bir bölümün yılsonuna kadar geri alınabileceği tahminini yaptı. Bankanın tahminlerine göre, ABD ekonomisinin bu yıl yüzde 7,1 küçülmesi ve salgın öncesi düzeylerine de en erken 2022’de dönmesi bekleniyor. Ancak son yaşanan olaylar sonrasında bu rakamlarında da revize edilmesi gerekebilir.

Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) 57 ekonomistin katılımıyla yaptığı ankette de Euro Bölgesi’nin bu yıl yüzde 5,5 küçülmesinin beklendiği belirtildi. Beklentilere göre, önümüzdeki yıl büyümenin yalnızca yüzde 4,2 seviyesinde olması ve toparlanmanın 2022’ye kadar sürmesi öngörülüyor.

Ekonomik depresyon sonrası gıda krizi kapıda

“Devletlerin salgına karşı almaya başladığı önlemler, dünya ekonomisinin sorunlarını, kolaylıkla ‘küresel depresyon’ olarak tanımlanabilecek bir düzeyde ağırlaştırdı” diyen İktisatçı Ergin Yıldızoğlu, Covid-19 hastalığının tetiklediği sert ekonomik sarsıntıların yanı sıra henüz ülkelerin odağında olmasa da tartışılmaya başlanan gıda krizine dikkat çekiyor. “Başlangıçta salt ekonomik göstergelere bakarken, koronavirüs salgınının yaratmaya başladığı gıda krizi riski gözden kaçmıştı. Şimdi bu risk tartışmaların gündemine girmeye başladı” diyen Yıldızoğlu, potansiyel bir gıda krizinin üç boyutu olduğunu ifade ediyor.

Yıldızoğlu’nun anlatımıyla ele alınması gereken birinci boyut şöyle: “Tarım, tarıma dayalı sanayi ve hayvancılık alanında, Batı Avrupa ve ABD’de üretim, işleme, paketleme taşıma ve boşaltma alanlarında Covid-19 etkisiyle çok ciddi dar boğazlar oluşuyor. Tarım ve hayvancılık, özellikle taze sebze, meyve üretimi ve rekoltesi ülkeler arası göçmen ve mevsimlik iş gücü hareketine dayanıyor. Üretilenlerin sınır ötesi taşınması gerekiyor. Covid-19 bu hareketleri durdurdu, tedarik zincirlerini kopartmaya başladı. Bu zincirler gelişmiş ülkelerin halkının beslenmesi için gereken gıda mallarını, mevsimlik işçi hareketleri de işçilerin geldiği ülkedeki beslenmeyi fi nanse eden geliri sağlıyor.” Önce herkes kendi halkının doyuracak

İkincisi; dünyanın her yerinde özellikle ABD ve Avrupa’da süpermarketler, özellikle gelişmekte olan ülkelerden getirilen ürünler sayesinde vatandaşlarını refah düzeyine uygun gıda ürünleri sunabiliyorlar. Tedarik zincirleri koparken hem süpermarketlerin rafları boşalıyor hem de raflardaki ürünlerin fiyatları artıyor. Böylece özellikle, nüfusun düşük gelirli kısmının gıda rejimi olumsuz yönde etkilenmeye başlıyor.

Bu madalyonun öbür yüzünde, tedarik zinciri kırılırken, zincirin üretim ucunda, satılmadan kala ürünler var. Bu ürünlerin, fiyatlarının dolayısıyla tarım emekçilerinin ve çiftçisinin gelirlerinin düşmeye, beslenme sorunlarının artmaya başlaması var.

Üçüncü boyut ise; buğday, mısır, pirinç, şeker gibi stratejik ürünleri üreten Rusya, Vietnam, Kazakistan benzeri ülkelerin, koronavirüs salgınında kendi halkını doyurma kaygısıyla ihracat kısıtlamalarına gitmeye başlamasıyla ilgili. Ergin Yıldızoğlu, bu refleks henüz çok güçlü olmasa, olduğu kadarıyla Mısır, Cezayir, Afrika’da Sahra Altı ülkeleri gibi büyük ölçüde gıda ithal eden görece yoksul ülkelerde hem fiyat hareketleri hem de tedarik sorunları açısından kaygı yarattığına dikkat çekiyor. “Tarih gıda krizleriyle gerek ülkelerin içindeki gerekse ülkeler arasındaki siyasi gerginliklerin, istikrarsızlıkların artışı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösteriyor” diyen Yıldızoğlu, son olarak şunları söylüyor: “Kitlesel test ve aşı sorunları aşılamadığı taktirde ekonomilerin, tedarik zincirlerinin yeniden hareketlenmesi olanaksız. Bu durumda, Covid-19’un ekonomik etkilerinin siyasi sonuçlar yaratma olasılığı da artıyor.”

Ergin Yıldızoğlu

İktisatçı

Evrensel Gelir ve Kamu Garantili İstihdam Zamanı

© Photo by James Yarema on Unsplash

Covid-19 ya da Koronavirüs olarak anılan salgın, bir yandan giderek ortadan kaldırılmış olan Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) ile birlikte sağlık alt yapısının büyük ölçüde yok edildiğini, diğer yandan 1929 Büyük Depresyonundan bu yana yaşanan en büyük işsizlik ve yoksulluk sorununu ortaya çıkardı.

Mustafa Durmuş

Prof. Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi (Gazi Üniversitesi) İİBF Öğretim Üyesi

© Photo by Dimitry Anikin on Unsplash

Birleşik Krallık Avrupa’da sosyal refah devleti uygulamalarını ilk başlatan ülkelerden biri. 1942 yılında W. Beveridge tarafından hazırlanan ve tarihe “Beveridge Raporu” olarak da geçen bir rapora dayanılarak, savaşın bitimiyle birlikte ülkede başta işsizlik yardımı, kamucu sosyal güvenlik sistemi, aile yardımı ve kamucu sağlık sisteminin (NHS) kurulması yönünde atımlar atıldı.

Böyle bir dönüşümde genel olarak; İkinci Dünya Savaşı sonrasında hızla yükselişe geçen ekonomi, artan kârlılık ve verimlilik etkili olduğu kadar, dünyanın üçte birinde sosyalist sistemlerin kurulması ve bunun Avrupa işçi sınıfı üzerindeki uyarıcı etkisi de önemli bir faktör oldu. Neo-liberalizm sosyal devleti aşındırdı

Ancak sosyal refah devleti uygulamaları 1979 yılında M. Thatcher’in başbakan olmasıyla birlikte tersine dönmeye başladı. Toplum olmak yerine birey olmayı öne çıkartan ve piyasaların tam üstünlüğünü ve serbestliğini savunan Thatcher ile başlayan bu neo-liberal dönemde hayata geçirilen özelleştirmeler, finansal de-regülasyonlar ve taşeronlaştırma ile sosyal refah devleti uygulamaları giderek ortadan kaldırıldı. Bu dönem aynı zamanda işçi sendikalarının güçlerinin önemli ölçüde azaltıldığı, toplumsal ve siyasal yapıda da sınıfsal güç dengesinin iyice sermaye sınıflarından yana olmak üzere radikal bir biçimde kayma yaşadığı bir dönem oldu. 2008 finansal krizi ise neo-liberal uygulamaların derinleştirilmesinde bir fırsat olarak görüldü ve kriz sonrasında piyasalaştırma, özelleştirme ve ticarileştirme had safhaya çıktı. Bütün bu 40 yıllık dönemin sonucunda ülkede işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk hızla arttı. Covid-19 sistemin sorunlarını açığa çıkarttı

Covid-19 ya da Koronavirüs olarak anılan salgın, bir yandan giderek ortadan kaldırılmış olan Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) ile birlikte sağlık alt yapısının büyük ölçüde yok edildiğini, diğer yandan 1929 Büyük Depresyonundan bu yana yaşanan en büyük işsizlik ve yoksulluk sorununu ortaya çıkardı.

Diğer yandan tarih sosyal refah devleti uygulamaları gibi radikal değişimlerin ya İspanyol Gribi salgınında olduğu gibi büyük salgınların ya da Büyük Depresyon sonrasında olduğu gibi ekonomik krizlerin ve ardından gelen büyük savaşların ardından gündeme getirildiğini gösteriyor.

Bu olgu da, Korona salgını sonrasında işsizlik ve yoksulluğun daha da artmakta olduğu gerçeğinden hareketle, sosyal refah devleti uygulamalarının gözden geçirilerek yenilenip güçlendirilmesinin gereğini önümüze koyuyor. İşsizlik tarihsel zirvede

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yayınlanan The Monitor’a göre (1), bu yılın ilk çeyreğinde dünyada çalışılan saat kaybı yüzde 4,8 (135 milyon yeni işsiz) olurken, ikinci çeyrekte 305 milyon yeni işsiz ortaya çıktı. Merkez ekonomilerdeki çalışılan saat kaybı yüzde 13 civarında oldu. Dünyada her 6 gençten 1’i Koronavirüs nedeniyle işsiz kaldı, çalışmayı sürdürebilenlerin çalışma saatleri ise yüzde 23 oranında azaldı. Bu gelişmeden genç kadın işçiler çok daha fazla etkilendiler. Korona gençlerin sadece istihdamını değil, eğitimlerini, işyerindeki eğitimlerini ve işgücü piyasasına girişlerini de olumsuz etkiledi.

Birleşik Krallık’ta (BK) salgının ilk üç ayında resmi işsiz sayısı 50,000 artarak 1,35 milyona yükseldi. Aslında bu rakam daha yüksek olmalı. Çünkü Resmi İstatistik Bürosu’nun verilerini haberleştiren The Independent Gazetesine göre, devletten gelir desteği alanlar (ücretlerinin yüzde 80’i oranında) işsiz sayılmıyor. Ayrıca bu dönemde toplam çalışılan saatlerde ciddi bir azalma var. İşsizlik yardımı başvuruları 1996 yılından bu yana ilk kez zirve yaparak 2,1 milyona çıkarken, sadece Nisan ayındaki yeni başvuru sayısı 856.000 oldu. Bu arada Maliye Bakanı Sunak, önlemlerin gevşetilmesine rağmen ülke ekonomisinin toparlanmasının uzun zaman alacağını ileri sürdü.(2) Yani beklendiği gibi ekonomide “V” biçiminde bir toparlanma olmayacak.

Kamuoyu ile paylaşılan bir rapor ise işçiler için çok daha karamsar bir tablo sergiliyor. Öyle ki CIPD ve the Adecco Group’un son işgücü piyasası raporuna göre (3); Birleşik Krallık’taki işverenlerin beşte birinden fazlası önümüzdeki 3 ay içinde işçi çıkartacaklar. Birçoğu ise işçi çıkarmayı; ücretleri dondurarak, işe alımları durdurarak, hükümetin ücretli zorunlu izin imkânından yararlanarak ve işçilerin sosyal ödemelerini kısarak savuşturdular. Rapor özel sektör işverenlerinin yüzde 42’sinin ve ülkedeki tüm işverenlerin yarısından fazlasının ücretleri dondurmayı planladıklarını, hatırı sayılan bir kesimininse ücret ve diğer ödemelerde kesintiye gideceklerini ortaya koyuyor.

Bilindiği gibi Birleşik Krallık, Korona salgınından en fazla etkilenen ülkelerin başında geliyor. İlk ortaya çıktığında salgının Hükümet tarafından yeterince ciddiye alınmaması, başlarda uygulanan “sürü bağışıklığı” stratejisi ve son 40 yıldır ağır tahribata uğratılan sağlık sistemi nedeniyle, salgın hem sağlık, hem de ekonomik sonuçlar itibarıyla ülkeyi ciddi anlamda vurdu. Dünyada olduğu gibi ülkede de ekonomi kapatıldı. Eğer ikinci bir salgın dalgası olursa (ki bu hayli muhtemel) bu ekonominin tekrar kapatılmasıyla sonuçlanacak, bu da mevcut işsizliği kalıcı hale getirirken, yoksulluğu da daha da artıracaktır.

Böyle bir durumun “Yeni Normal” olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyen bazı yazarlar, bu durumda işsiz ve yoksullara yapılan yardımların kalıcı hale getirilerek bunun bir Yurttaşlık Temel Geliri uygulamasına dönüştürülmesinin kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyorlar.(4) Salgın yoksulları daha da yoksullaştıracak

IMF tarafından yürütülen bir ankete göre, Salgın Büyük Depresyon’dan bu yana görülen en büyük felaket olarak değerlendiriliyor. Öyle ki 2020 yılında dünya ekonomisi yüzde (eksi) 3’lük bir küçülme yaşayacak. Kuşkusuz bu işsizliği olduğu kadar yoksulluğu da artıracak.

“Dahası salgın yoksullara çok daha ağır bir fatura ödetecek. Onlar diğerlerine göre birkaç kat daha kötü duruma düşecekler. Nitekim bir grup ünlü ekonomist salgının gelir dağılımının kısmen düşük becerili işçiler üzerindeki orantısız etkisinden dolayı çok daha kötüleşeceğine inanıyor. Onlara göre salgın hem gelir dağlımı eşitsizliğini artırdı, hem de iyi eğitimli işçiler üzerinde çok fazla etkide bulunmasa da, çok temel bir eğitimle sınırlı işçilerin iş bulma imkânlarını iyice daralttı”. (5)

Resmi istatistikler Korona salgını öncesinde Birleşik Krallık’ta hem göreli, hem de mutlak anlamda ciddi bir yoksulluk olduğunu gösteriyor. Korona ile birlikte artan işsizlik ise bu yoksulluğu daha artıracaktır.

Yoksulluk tanımına göre, ortanca hane halkı gelirinin yüzde 60’ından daha az gelir elde edenler “göreli yoksul”, böyle bir geliri enflasyondan arındırılmış olarak elde edenlerse “mutlak yoksul” sayılıyorlar. Buna göre Birleşik Krallık’ta 2018/19 döneminde, konut için yapılan ödemeler dâhil edilmediğinde 11 milyon (nüfusun yüzde 17’si), konut ödemeleri dahil edildiğinde ise 14,5 milyon CIPD ve The Adecco Group’un son işgücü piyasası raporuna göre; Birleşik Krallık’taki özel sektör işverenlerinin yüzde 42’sinin ve ülkedeki tüm işverenlerin yarısından fazlasının ücretleri dondurmayı planladıklarını, hatırı sayılan bir kesimininse ücret ve diğer ödemelerde kesintiye gideceklerini ortaya koyuyor.

© Photo by James Eades on Unsplash

© Photo by Étienne Godiard on Unsplash

İşsizliği, dolayısıyla da yoksulluğun asıl kaynaklarından birini azaltacak olan kamu tarafından garantilenmiş istihdam programı, yaşanabilir düzeyde ücretle çalışmaya razı, ama iş bulamayan herkese istihdam olanağı sunan, açık uçlu bir kamusal istihdam programı. Böyle bir program altında devlet, işsizleri doğrudan kendi ya da yerel yönetimlerin sorumluluğu ve eliyle yürüteceği projelerde istihdam ediyor.

(nüfusun yüzde 22’si) göreli yoksul mevcut. Kabaca ülkedeki her 5 kişiden 1’i yoksul. Ülkedeki yoksulluk altında yaşayan çocukların sayısı ise 4,2 milyon (çocuk nüfusunun yüzde 30’u). Yani ülkede neredeyse her 3 çocuktan 1’i yoksulluk çekiyor. (6) Korona sonrası açlık kapıda

İşsizlik ve yoksulluğun yanı sıra ürkütücü diğer bir diğer sorun kuşkusuz açlık. Bazı bilimsel hesaplamalara göre dünyada 1,5 - 2,5 milyar insan Koronavirüs öncesinde açlık çekiyor ya da yetersiz besleniyordu.(7) Bu sayının Korona salgını sonrasında daha da artacağını kestirmek zor değil. Nitekim Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı, eğer acil olarak önlem alınmaz ve yeterince fonlama yapılmazsa Covid-19 salgınının günde 300,000 insanın açlıktan ölümüne neden olacağını ve birkaç ay içinde 130 milyon insanın daha açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını açıkladı. (8) İşsizlik ve yoksulluk neden var?

İşsizliğin ve yoksulluğun nedenlerini sistemik faktörler dışında; aylaklık, küreselleşme-teknolojik değişimler, krizler gibi faktörlerle açıklayan görüşler olduğu kadar, bunların kapitalist sistemin kaçınılmaz sonuçları olduğunu, kapitalist sistemin başarısızlığının göstergeleri olduğunu(9) ileri süren radikal görüşler de mevcut. 19.Yüzyılda Marx Kapital’de işsizliğin, “Yedek Sanayi Ordusu” kavramı altında, kapitalist sistem tarafından üretilen bir sorun olduğu kadar, emekçi kitleleri disiplin altına almaya yarayan bir işlevinin bulunduğunu ileri sürmüştü. 20.Yüzyılda ise Kalecki sermaye sınıfı açısından kârdan ziyade işyerlerindeki işçi disiplini ve politik istikrarın daha önemli olduğunu, onların sınıfsal içgüdüleri açısından tam istihdamı sürdürmenin çok anlamlı olmadığını, yani işsizliğin normal bir kapitalist sistemin zorunlu bir parçası olduğunu söylemiş ve buna karşı 1943 yılında “EvrenselTemel Gelir” (UBI) uygulamasını savunmuştu. Evrensel Temel Gelir (UBI)

Korona salgını öncesinde Britanyalı bir akademisyen bir kitabında(10), küresel istihdamın yapısının dramatik bir biçimde değişeceğini, önümüzdeki onlu yıllarda dünyanın Güneyindeki işlerin yüzde 60’ının otomasyon yüzünden ortadan kalkacağını, robotların insanların yerini alacağını, bu olduğunda insanların yaşam standardında ciddi bir düşüş ortaya çıkacağını, bir insanlık krizi ortaya çıkabileceğini, mevcut işlerimizde yoksulluğu azaltmamızın mümkün olamayacağını, alternatif yollar bulmak zorunda olduğumuzu, bunun bir yolunun küresel çapta herkese koşulsuz olarak asgari bir gelir sunmak olduğunu ileri sürmüştü.

Yazara göre, böyle bir gelirin kaynağı küresel çapta bir fon oluşturarak sağlanabilir. Bu fona önce müşterek varlıklarımızın (petrol gibi) gelirleri, ardından toprak değerleme vergisi, kirletme vergisi, entelektüel mülkiyet gelirleri vergisi, Tobin Vergisi gibi finansal spekülasyon gelirleri vergisi gelirleri akıtılabilir.

Nitekim Londra’da yerleşik bir kuruluş olan World Basic Income bu şekilde her yıl 3 trilyon dolar gelir yaratılacağını ve bunun yeryüzündeki her insana ilave günde 1 dolar gelir sağlayacağını hesaplıyor. Bu özellikle de yoksul Güney ülkelerindeki yoksulluğun azaltılmasında çok önemli bir rol oynayabilir(11).

Böyle bir uygulamanın istihdamı olumsuz etkileyeceği, aylaklığı artıracağı yönündeki eleştirilerse böyle bir programı uygulamış olan Finlandiya Hükümetince hazırlanan bir raporla (12) çürütülüyor.

Çünkü bu rapora göre; 2017-2018 yıllarında 2 yıl boyunca, 25-58 yaş aralığındaki 2 bin kişiye düzenli olarak aylık 560 avronun verildiği bu program istihdamı azaltmadığı gibi (küçük çapta da olsa) istihdama olumlu katkısı oldu, işsizler ekonomik güvenceleri olduğuna inanmaya başladılar. Programın işsizlerin moralleri ve ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğu görüldü. “Kamu Tarafından Garantilenmiş İstihdam” Programı

İşsizliği (dolayısıyla da yoksulluğun asıl kaynaklarından birini) azaltacak olan diğer program ise kamu tarafından garantilenmiş istihdam programı. Bu program yaşanabilir düzeyde ücretle çalışmaya razı, ama iş bulamayan herkese istihdam olanağı sunan, açık uçlu bir kamusal istihdam

programı. Böyle bir program altında devlet, işsizleri doğrudan kendi ya da yerel yönetimlerin sorumluluğu ve eliyle yürüteceği projelerde istihdam ediyor.

Günümüzdeki devlet yapılarının daha çok gücü konsolide eden, aşırı merkeziyetçi yapılar haline dönüştüğü gerçeğinden hareketle, böyle istihdam programlarının finansmanının merkezi devlet tarafından (Bütçe ya da Merkez Bankası finansmanı aracılığıyla) ama uygulamasının güçlendirilmiş yerel yönetimler ve belediyeler tarafından (hatta işçi kooperatifleri tarafından) yürütülmesi gerektiği savunuluyor.

Programın ana tezi “devletin yaşanabilir-temel bir ücret düzeyinde çalışmaya razı ve çalışabilecek durumda olan herkese iş vermesi” olsa da (13), programın bazı belirgin hedefleri şöyle sıralanıyor: Tam istihdam sağlamak, asgari yaşanabilir bir ücret sunmak ve bunu sosyal ücret harcama destekleri (zorunlu ücretsiz eğitim, sağlık, çocuk yardımı gibi), aile yardımları ve işsizlik yardımları gibi devlet yardımlarıyla desteklemek. (14)

Sonuç olarak, “Evrensel Temel Gelir” önerisi çalışsa da, çalışmasa da her yurttaşa yaşamını sürdürebilmek için devlet tarafından düzenli bir gelir sağlanması programı iken, Kamu Garantili İstihdam Programı sadece çalışmak isteyenlere benzer bir ödemenin yapılmasını öngören bir program. Ancak her ikisi de (özellikle de Korona salgını sonrasında artan) işsizlik ve yoksullukla mücadelede ihmal edilemeyecek iki önemli araç.

Her iki programın da gündeme getirilmesinin (işsizliği, yoksulluğu ve bunlardan kaynaklanan sosyal sorunları azaltma hedefinin yanı sıra) bir nedeni robotlar ve yapay zekânın etkili olacağı gelecekte istihdam biçimlerinin bugünden çok farklı olacağı, bu nedenle de bazı mesleklerin ortadan kalkarak birçok insanın işsiz kalacağı ve yoksullaşacağı öngörüsü. (15)

Böyle bir durumda garantili istihdam ya da yurttaşlık geliri altında herkesin belli bir gelirinin olmasının, onların yoksullaşmasını önleyeceği gibi, bu gelirlerin harcanmasının yaratacağı talep etkisiyle içermeci bir büyümeye hizmet edeceği de ileri sürülebilir.

Özellikle de Kamu Tarafından Garanti Edilmiş İstihdam Programlarının makroekonomik istikrarı sağladığı, finansal kırılganlığın artmasını önlediği, özel sektördeki sermaye birikimi açığını kapatarak ekonomik büyümeyi hızlandırdığı ve enflasyona neden olmaksızın işsizliği ortadan kaldırdığı, bu yüzden de neden olabileceği mali yükün, sağlayacağı sosyal fayda ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülüyor. (16)

Ayrıca her ne kadar esasta istihdam yaratmaya dönük bir program olsa da, kamu yararını geliştirmeye, sosyal barışı tesis etmeye, çalışma koşullarını iyileştirmeye, gündelik yaşamları ilerletmeye hizmet ettiği kabul ediliyor. (17)

Her iki programın (eksik yanları dikkate alınarak) birbirinin tamamlayıcı olarak ele alınması daha uygun olabilir. Yani iki program birbirine alternatif olarak düşünülmemeli, birlikte uygulanmalıdır. Çünkü işi olsun ya da olması herkesin saygın bir yaşam sürme hakkı olduğu gibi, insanların onurlarına uygun bir biçimde istihdam edilmeleri gerekir.

Ancak bu iki program da, sosyal refah devleti dönemindeki gibi nitelikli, ücretsiz, kalıcı kamusal hizmetlerin varlığı, bunların daha da geliştirilmesiyle gerçek anlamda işsizliği, yoksulluğu azaltıp, toplumsal refahı bir bütün olarak artırabilir.

© Photo by John Cameron on Unsplash

(1) ILO Monitor: COVID-19 and the world of work, Fourth edition, https:// www.ilo.org (27 May 2020). (2) https://www.independent.co.uk/news/business/coronavirus-uk-employment-furlough-workers-covid-19-ons-a (1 June 2020). (3) “Hiring and pay intentions have tumbled but furlough scheme has helped prevent large-scale job cuts, new research shows”, https://www.cipd. co.uk/about/media/press/hiring-pay-intentions-tumble (18 May 2020). (4) Mohamed El-Erian Chief Economic Advisor at Allianz, “The New Normal”, https://www.brinknews.com/this-is-the-new-normal-mohamed-el-erianspredictions-for-the-global-economy (25 May 2020). (5) Davide Furceri, Prakash Loungani, Jonathan D. Ostry, “How Pandemics

Leave the Poor Even Further Behind”, https://blogs.imf.org (11 May 2020). (6) Poverty in the UK: statistics, https://commonslibrary.parliament.uk/research-briefings (29 May 2020). (7) Jason Hickel, The Divide-A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 46. (8) World Food Programme warns: COVID-19 pandemic will cause “famines of biblical proportions”, https://www.wsws.org (23 April 2020). (9) Richard D. Wolff, “Mass Unemployment Is a Failure of Capitalism”, https://www.nakedcapitalism.com (9 May 2020) (10) Hickel, agk., s. 269-270.

(11) Agk. (12) Andrea Germanos, “After ‘Encouraging’ Results From Finnish UBI Experiment, Experts Say the Time for Such a Bold Idea Is Now”, https://www. commondreams.org (6 May 2020). (13) Scott T. Fullwiler, “The Costs and Benefits of a Job Guarantee: Estimates from a Multi-Country Econometric Model”, (May 2012). (14) Bill Mitchell, “What is a Job Guarantee?, - Modern Monetary Theory”, http://bilbo.economicoutlook.net/blog (4 May 2013). (15) International Federation of Robotics, Frankfurt, https://ifr.org/.World’den aktaran World Bank, World Development Report 2019: TheChanging Nature of Work,Working Draft (20 April 2018) (16) Fullwiler, agm. (17) Pavlina R. Tcherneva, “The Job Guarantee, Design, Jobs, and Implementation”, http://www.levyinstitute.org, Working Paper No. 902, (April 2018). Birleşik Krallık, Korona salgınından en fazla etkilenen ülkelerin başında geliyor. Başlarda uygulanan “sürü bağışıklığı” stratejisi ve son 40 yıldır ağır tahribata uğratılan sağlık sistemi nedeniyle, salgın hem sağlık, hem de ekonomik sonuçlar itibarıyla ülkeyi ciddi anlamda vurdu ve ekonomi kapatıldı. Eğer ikinci bir salgın dalgası olursa bu ekonominin tekrar kapatılmasıyla sonuçlanacak, bu da mevcut işsizliği kalıcı hale getirirken, yoksulluğu da daha da artıracaktır. Böyle bir durumun “Yeni Normal” olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyen bazı yazarlar, bu durumda işsiz ve yoksullara yapılan yardımların kalıcı hale getirilerek bunun bir Yurttaşlık Temel Geliri uygulamasına dönüştürülmesinin kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyorlar.

This article is from: