15 minute read
I EKONOMİ
Türk Lirası’nda TARİHİ DEĞER KAYBI
Türk Lirası son günlerde 2001 krizinde yaşanandan daha fazla değer kaybına uğradı. Yükseliş seyri Kasım ayında rekor seviyelere ulaşırken TL; dolar, euro ve sterlin karşısında son altı ayda yüzde 50 civarında değer kaybetti. Dr. Özlem Özarslan Saydar’a göre, faizlerin düşmesiyle artan döviz talebi ve bağımsızlık tartışmalarının gölgesinde başlayan kış mevsimi zor geçeceğe benziyor.
Advertisement
Türk Lirası son günlerde 2001 krizinde yaşanandan daha fazla değer kaybına uğruyor. Bir süredir devam eden yükseliş seyri Kasım ayında rekor seviyelere ulaştı ve TL dolar, euro ve sterlin karşısında son altı ayda yüzde 50 civarında değer kaybetti. Merkez Bankası ise “dalgalı kur rejimi altında kur seviyesine ilişkin taahhüdümüz yok” dedi. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) Eylül, Ekim ve Kasım aylarında piyasaların beklentisinin aksine toplamda 400 baz puan faiz indirimine gitmesi, TL’deki değer kaybını hızlandırdı. Uzmanlar, enfl asyonun yüzde 20’ye yakın olmasına rağmen TCMB’nin faizleri yüzde 15 seviyesine çekmesinin, TL üzerindeki baskıyı artırdığını ifade ediyor. Yüksek kur ile beraber ihracatın artırılması amaçlanan modelde enfl asyondaki yükseliş göz ardı edilirken, ekonomistlere göre artık bundan sonra kurun ulaşacağı seviyeyi tahmin etmek çok güç. Son gelişmelerle ekonominin ve döviz kurlarının nereye gideceğini Altınbaş Üniversitesi, Uluslararası Ticaret ve Finansman Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Özlem Özarslan Saydar, Turkish British Dergi için değerlendirdi.
Son bir ha adır yaşanan dövizdeki artışlara kur krizi denebilir mi? Neler oluyor ve neler olacak?
Son bir haftada özellikle de 23 Kasım itibarıyle kurlarda yaşanan aşırı volatiliteyi kur krizi olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Döviz krizleri para birimlerinin değerindeki ani ve yüksek frekanslı değişimleri ifade eder. Ancak krizler bir anda patlak veren olaylar gibi görünse de aslında krize zemin hazırlayan etkenlerin oluşması genellikle uzunca bir süreç gerektirir. Burada Türk Lirası’nın uzun süredir değer kaybı yaşayan bir para birimi olduğunu hatırlamak gerekir. Mart 2021’de Merkez Bankası başkanının ani bir şekilde görevden alınmasıyla fi nans piyasalarındaki iyimser hava yerini negatif beklentilere bıraktı. Merkez Bankasının bağımsızlığı tartışılmaları ekonomideki risk algısını yükseltirken Ekim ayı Para
Politikası Kurulu (PPK) toplantısında alınan kararla politika faizlerinin 200 baz puan birden düşürülmesi döviz piyasalarındaki hareketliliği iyice arttırdı. Son olarak Kasım ayı toplantısında da Merkez’in 100 baz puan (bp) daha faiz indirmesi ise bardağı taşıran son damla oldu. Dolar/TL 10 TL bandının üzerine çıktı. 23 Kasım’da kurlarda görülen aşırı volatilite ve yaşanan tepki alımlarının da etkisiyle USD/TL de 13,50 seviyelerini gördük. Piyasalarda bütün bunlar olurken, siyasi otoritelerin ve para otoritesinin faiz karşıtı söylemleri yineliyor oluşu olumsuz beklentileri tetikledi ve kurlarda yukarı yönlü hareketin nerede yavaşlayacağının veya duracağının dahi öngörülemez olması kur krizinin yaşanmasına neden oldu. Faizlerin düşmesiyle artan döviz talebi ve bağımsızlık tartışmalarının gölgesinde başlayan kış mevsimi zor geçeceğe benziyor. Zira Aralık ayında gerçekleşecek PPK toplantısında Merkez Bankası’nın yeniden faiz düşürmesi hala güçlü bir beklenti. Tabi hikaye sadece faiz indirildi kurlar fırladı gibi algılanmamalı. Bir ülkenin parası bu kadar değer kaybediyorsa orada ciddi bir güven sorunu var demektir. TL’nin bu kadar değer kaybetmesinin altında ülke riskinin, ekonomik ve politik risklerin çok yükselmiş olması yatıyor, bu ise ülkeye ve TL’ye olan güveni azaltıyor. Eskiden risk arttığında swap faizleri de artardı ve yerli yatırımcının aldığı döviz yabancıların satışıyla dengelenirdi, şimdi böyle bir imkan da sözkonusu olmadığı için bütün umutlar cari dengeye bağlanıyor, Merkez Bankası’nın elinde ateşi söndürecek döviz bulunmadığı için de sert hareketler kaçınılmaz oluyor. Rekor seviyelerdeki kur aşağı iner mi, yani buradan dönüş var mıdır? Bu seviyelere çok hızlı gelindi ancak belirttiğim gibi bu bir süreç meselesi, krizi hazırlayan etkenler uzun süredir bu günlere zemin hazırlamaktaydı. Ekonomilerde her zaman daralmaların, fi nansal darboğazların, streslerin ve nihayet krizlerin yaşanması mümkündür, ancak nasıl ki bugüne bir günde gelinmediyse toparlanma da bir günde ya da bir haftada yani çok kısa vadelerde olmayacaktır. Ekonomide iyileşme de süreç gerektirir. Ekonomik ve fi nansal davranışlar beklentilerle yakından ilişkilidir. Genellikle piyasalarda beklentiler satın alınır yani fi yatlanır, gerçekleşme ise satılır. Bu durumda beklentileri olumluya çevirmek gerekir. Ekonominin yeniden ayağa kalkması için öncelikle yapılan yanlışlardan dönülmeli, rasyonel, sağduyulu ve kararlı adımlarla, yapısal çözüm önerileriyle piyasada ve yurtdışında güven ortamının oluşması sağlanmalıdır. Burada en sıcak ve gündemdeki nedenlerden biri olarak faiz indirimlerinin en azından durdurulması, hatta faiz artırımlarına başlanması piyasaya siyasi otoritenin ve para otoritelerinin TL’nin değer kaybı ile mücadele etmeye başladığı mesajını vereceği için önemli. Bu kur seviyelerinden dönülür mü? Evet dönülür ancak hemen değil, yapısal uzun vadeli çözüme yönelik adımların atılmasıyla dönülür. İyileşme sürecinde kurda yine kısa vadeli geri çekilmeler olur, kurlar düşer yükselir, ama temelde ülkede ve ekonomide riskler azalmadıkça kalıcı bir kur düşüşü beklememek gerekir. Eskiden risk arttığında swap faizleri de artardı ve yerli yatırımcının aldığı döviz yabancıların satışıyla dengelenirdi, şimdi böyle bir imkan da sözkonusu olmadığı için bütün umutlar cari dengeye bağlanıyor, Merkez Bankası’nın elinde ateşi söndürecek döviz bulunmadığı için de sert hareketler kaçınılmaz oluyor.
TL’nin devalüasyonu doğal olarak ithalatı keskin bir şekilde yavaşlatacak, ihracatı artıracak ve beraberinde cari açığın daralmasına neden olacak ancak bunun bedelini yüksek en asyon, daha düşük talep, azalan yatırım ve istihdam olarak ödeyeceğiz. Nasıl ki bugüne bir günde gelinmediyse toparlanma da bir günde ya da bir ha ada yani çok kısa vadelerde olmayacaktır. Ekonomide iyileşme de süreç gerektirir. Ekonominin yeniden ayağa kalkması için öncelikle yapılan yanlışlardan dönülmeli, rasyonel, sağduyulu ve kararlı adımlarla, yapısal çözüm önerileriyle piyasada ve yurtdışında güven ortamının oluşması sağlanmalıdır.
Zayıf TL ile ihracatı artırarak cari açığı kapatmaya dayalı bir bakış açısı var. Bu gerçekleşme olasılığı olan bir model mi? Yüksek kur uluslararası ticaret, ithalat ve ihracaat yapanı nasıl etkiler? Burada sorunun esas kaynağının, ekonomik yönetim kanadında, özellikle Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, enfl asyon ile mücadele konusunda hakim olan ve ekonomik gerçeklikle örtüşmeyen bakış açısı olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Yüksek enfl asyon ve fi yatlarda yaşanan sürekli artış şüphesiz yatırımı, üretimi ve dolayısıyla istihdamı olumsuz etkiler. Ancak faizi enfl asyonun sebebi olarak göstererek uygulanan düşük faiz politikası ile yatırım ve üretim artışında iyileşme mümkün değil, çünkü kurdaki yükselişe, yani TL’nin değer kaybına bağlı olarak ortaya çıkan maliyet enfl asyonu ekonomik dengeleri bozuyor ve fi yat artışlarını kalıcı hale getiriyor. TL’nin devaluasyonu doğal olarak ithalatı keskin bir şekilde yavaşlatacak, ihracatı artıracak ve beraberinde cari açığın daralmasına neden olacak ancak bunun bedelini yüksek enfl asyon, daha düşük talep, azalan yatırım ve istihdam olarak ödeyeceğiz. Cari açık ile enfl asyon arasında kurulmaya çalışan ilişki ise gerçekle örtüşmüyor. Dünya üzerinde cari fazla veren ve enfl asyon seviyesi göreceli yüksek olan ülkeler var; aynı zamanda cari açık seviyesi aynı olan ülkelerin farklı enfl asyon performanslarına sahip olduğunu gözlemliyoruz. Dolayısıyla cari açık olması enfl asyonun yüksek olmasının sebebi değil. Cari açığı olan ülkeler, uyguladıkları tutarlı politikalarla düzenli yabancı sermaye girişi yaratıyor ve yüksek faize gerek kalmadan kur istikrarını sağlıyorlar. Geçmişteki 1994 ve 2001 gibi büyük krizlerde genelde Merkez Bankası’nın müdahalelerini görürdük. Şimdi Merkez Bankası’nın müdahalesiz bir süreç yaşanacağı anlaşılıyor. Bu nereye gider, çözüm için ne yapılmalı? Merkez bankalarının en temel görevi ekonomide fi yat istikrarını sağlamak ve bu doğrultuda piyasada aşırı dalgalanmaların olduğu, likiditenin kaybolduğu ve irrasyonel hareketlerin ortaya çıktığı durumlarda kura, farklı mekanizmalar aracılığıyla müdahale ederek dengeyi sağlamaktır. Bu noktada Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, müdahale mekanizmalarını kullanmaktaki özgürlüğü, öngörülebilir ve tutarlı uygulamalar ve iletişim büyük önem kazanmaktadır. Bu başarı faktörlerini, son dönemde sıkça değişikliğe uğrayan MB yönetimi ile birlikte değerlendirdiğimizde, yerli ve yabancı yatırımcının MB bağımsızlığına yönelik algısının oldukça zayıfl adığını söyleyebiliriz. Faiz politikasına ilişkin tutarlılığı sorgulanacak iletişim, enfl asyon dinamikleriyle uyuşmayan düşük faiz politikası, global anlamda artan enfl asyonist baskılar ve pek çok merkez bankasının faiz artırımlarının tersine ve beklentilerin ötesinde yapılan faiz indirimleri, TL’nin değer kaybını tetikledi. Kurun 23 Kasım günü çok sert yükselişi sonrasında kamu bankaları kanalıyla yapıldığı iddia edilen döviz satışı ve BAE kaynaklı dış kaynak haberleriyle kurun kısa süreliğine sakinleştiğini söyleyebiliriz. Ancak, şüphesiz önce yapılması gereken kura destek verecek ve şimdilik ufukta görünmeyen ama yabancı bankalar tarafından dillendirilmeye başlayan önemli bir faiz artırımı olarak görülüyor.
postpandemic economy
Pandemi sonrası ekonomide gelişim ve fırsatlar
COVID-19 salgını dünyanın çalışma şeklini değiştirdi ve bu da gelecek için planlamayı hayati önem taşıyan bir soru haline getirdi. Hükümetler ve sanayi kuruluşları, salgından bu yana yaşanan hızlı gelişmelere uyum sağlarken daha nelerin gelişeceğini veya geride kalacağını öngörmeye çalışıyor.
Pandemide ortaya çıkan değişiklikler ve bu değişikliklerden hangilerinin kalıcı olabileceği, pandemi sonrası dönemin en çok tartışılan konularından olmaya devam ediyor. McKinsey ortağı ve McKinsey Global Institute’ün lideri Susan Lund, pandemide ortaya çıkan bu değişikliklerle birlikte pandemi sonrası manzarada iş gücünün nasıl evrimleşmesi gerektiğini, McKinsey on Government postcast serisinde Francis Rose ile değerlendirdi.
Francis Rose - Salgının ekonomik etkisi yavaşlıyor. Borsa yükseliyor. İşsizlik azalıyor. Bu, ekonomistleri ve hükümet liderlerini pandemi sonrası ekonominin nasıl işleyeceğini düşünmeye sevk ediyor. Son 18 ayda yaşadıklarımızın bir sonucu olarak insanlar çalışmak istiyor, harcamak istiyor ve insanların hizmetleri tüketmek veya sunmak istediklerinde ne durumda olduğunu görüyorsunuz? Susan Lund; Üç büyük trend grubu var: Pandeminin hızlandığını ve bir buçuk yıl önce düşündüğümüze kıyasla daha hızlı bir şekilde değişen derecelerde devam edeceğini düşünüyoruz. Bence bu pandemi sadece iki veya üç ay sürseydi, atlatırdık ve her şey her zamanki haline ve herkes işlerine dönerdi. Ancak son 15 veya 16 aydır evden ve farklı şekillerde çalıştığımız gerçeği ortada. Hepimiz yeni davranışlar öğrendik ve biraz umit ışığı bulduk. İlk değişiklik grubu, şirketlerin teknolojiyi nasıl benimsediği ile ilgilidir. Genellikle bir durgunlukta, şirketler sermaye harcamalarında kısıntı yaparlar. Talebin ne yapacağını ve ekonominin ne zaman toparlandığını görmek için beklerken nakde tutunurlar. Ancak bu salgında teknoloji, şirketlerin operasyonlarını sürdürmesinin en önemli yollarından biriydi. Otomasyon ve robot teknolojisinden müşteri geri ödemeleri yapan sanal sohbet robotlarına, hastanelerde malzeme sağlayan hizmet robotlarına ve teknisyenlerin çok karmaşık makineleri uzaktan onarmasını sağlayan sanal gerçeklik kulaklıklarına kadar her şeyin benimsenmesinde bir artış gördük. Bundan sonra, teknolojinin benimsenmesinin devam edeceğini düşünüyoruz, ancak bu dönemde daha yük-
sek seviyeden gerçekleşti. İşin değişeceğini ve becerilerin değişeceğini öngördük. Ancak pandemi, teknolojinin benimsenmesini gerçekten hızlandırdı. İkinci büyük değişiklik grubu, elbette, uzaktan çalışmadır. Pandemiden önce, Amerikalıların sadece yüzde 5 ila 6’sı işleri için düzenli olarak evden çalışıyordu. Pandemi sırasında insanların yaklaşık yüzde 35 ila 40’ı evden çalıştı. Şimdi, çoğu durumda, evden çalışırken yaptığımız her şeyin o kadar verimli olmadığını öğrendik. Çoğu öğretmene ve ebeveyne sorarsanız, küçük çocuklar için çevrimiçi eğitimin gerçekten çok iyi sonuç vermediği konusunda hemfi kir olurlar. Bu yüzden okullar açık olduğu sürece ve çoğunluk aşılandığında, evden çalışmanın ortadan kalkacağını düşünüyoruz. Ancak birçok ofi s ortamında, uzaktan çalışma için bazı ümit ışıkları da bulduk. Çalışanlar işe gidip gelmek için zaman harcamamayı sevdiler. Evden çalışma daha az hiyerarşi ve daha hızlı karar verme imkanı sağladı. Birçok şirket, saha ofi sleri ile genel merkez veya uluslararası ofi sler ve genel merkez arasındaki ilişkilerin, herkesin kameralarında eşit bir oyun sahasında olması nedeniyle daha güçlü olduğunu söyledi. Ve şirketler, verimliliği gerçekten artıran sanal işbirliğini mümkün kılmak için yeni teknoloji türlerini benimsedi. Dolayısıyla, tüm bu nedenlerden dolayı, bazı hibrit uzaktan çalışma türlerinin muhtemelen kalıcı olduğunu düşünüyoruz. Aynı zamanda, bazı iş seyahatlerinin geri gelmeyebileceği, çünkü sanal toplantıların bazı durumlarda uçağa binip seyahat etmek için kullandığımız şeylerin yerini alabileceğini öğrendik. Üçüncü büyük değişiklik grubu, tüketiciler ve dijital veya sanal işlemlerle ilgili. Çevrimiçi bankacılık, e-ticaret, dijital ödemeler, teletıp veya market teslimatı olsun, gerçekten alternatif olmadığı için tüketici her türlü dijital işlemi benimsedi. Bu dijital kanalların daha önce denemeyen pek çok kullanıcı mecbur kaldığı için denedi ve kullandı. Tüketici nabzı anketlerimiz, artık sahip olduklarına bu kanalları verimli ve kullanışlı bulduklarını gösteriyor. Pandemiden sonra bir dereceye kadar bu yeni yöntemlerle çalışmaya devam edeceklerini söylüyorlar.
Hızlanan teknoloji, hızlanan kararlar
Francis Rose - Bu üç maddenin her birinin üzerinden geçmek ve bunlar hakkında özellikle federal hükümetin ve geniş anlamda hükümetlerin merceğinden düşünmek istiyorum. Birincisi, teknolojinin benimsenmesi, beni etkiliyor. Geçen yılın Mart ayından bu ana kadar hükümette konuştuğum her bir yönetici, bunu teknoloji benimseme ve teknoloji modernizasyonu yenileme döngüsünde halihazırda yapmakta olduğumuz şeyi hızlandırmak için bir fırsat olarak gördüğünü söyledi. Ekonomide daha geniş olarak gördüğünüz şey bu mu? Yoksa hükümetteki insanların henüz görmediği ve kaçırıyor olabileceği başka bir fırsat var mı?
Susan Lund; Çoğunlukla mevcut teknoloji ve dijitalleştirme planları hızlandırıldı. Devlet hizmetleri, çevrimiçi işlemler ve e-devlet için yatırım alanları olduğunu biliyorum. Diğer bir alan, örneğin çeşitli kaynaklardan veri çeken fi nansal raporları bir araya getiren evrak işlemlerini aldığınız “robot süreç otomasyonu” dediğimiz alan. Bu otomatikleştirilebilir. Dolayısıyla tüm bunlarla birlikte, ekonominin yalnızca hükümette değil, daha geniş anlamda önümüzdeki üç ila beş yıl içinde daha yüksek verimlilik artışı görebileceği anlamına gelebilir. Ve bu çok hoş olurdu çünkü pandemiden önce ve son on yılda Amerika Birleşik Devletleri’nde ve diğer gelişmiş ekonomilerde verimlilik artışının aslında düşük olduğunu ve düştüğünü kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Francis Rose- Sanırım insanların en çok düşündüğü şey uzaktan çalışma konusunda ne yapacağız? Kuruluşumuzun misyonunu yerine getirmek için vatandaşlarla, müşterilerle arayüz oluşturma şeklimiz hakkında ne yapacağız? Bahsettiğiniz daha hızlı karar verme süreci. Bunu kolaylaştıran ne? Ve sizce, daha hızlı karar alma sürecinin ilerleyen organizasyonlar için anlamı nedir?
Susan Lund; - Gerçekten çevik çalışma yöntemleriyle ilgisi var. Karar vermenin hızlandığını düşünmemin nedenlerinden biri, insanların o kadar çok seyahat etmemesi. İnsanları bir Zoom’un etrafına çekmek, birbirlerinin gözlerinin içine bakmak ve karar vermek daha kolaydı. Bir CEO, “Zoom aramasındaki insan sayısını sınırlamayı öğrendim” dedi. Kendi ekranında 12’yi aynı anda görebiliyordu. Ve hiçbir toplantıda 12’den fazla kişinin olmayacağını söyledi. Bu kararın gerçekten neyin parçası olması gerektiğini bulalım. Şirketlerin benimsediği bu daha geniş çevik çalışma yöntemleri kavramına gidiyor. Buradaki fi kir, “asgari uygulanabilir ürün” dediğimiz şeyi denemek için sınırlar arasında çalışan insan ekiplerini bir araya getirmek ve ardından hızlı öğrenmek için yinelemek. Tüm bunlar sanal toplantılarla sağlandı çünkü farklı binalar arasında yürüyen veya farklı yerlere seyahat eden insanları birbirine bağlamak zorunda değilsiniz. Sadece toplantı yapma ve karar verme yeteneğini çok daha hızlı hale getirdi. Bu, devam etmesini umduğumuz bir şey. Sanırım birçok şirket, ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz tüm bu karar verme katmanlarına veya bir BT projesi için beş aylık veya iki yıllık onay sürecine ihtiyacımız olmadığını keşfetti. Salgının ilk günlerinde bunu sadece mecbur olduğumuz için yaptık ve bu da işe yaradı. Bence, birçok yönetici için düşündüğünüzden çok daha hızlı hareket edebileceğinizi ve yine de kaliteli sonuçlara ulaşabileceğinizi anlaması gerçekten bir kilit noktası oldu.
Kriz zamanında deney
Francis Rose - Risk yönetimi perspektifi nden bakıldığında, ister insan sermayesi kararları olsun, ister BT kararları olsun, bu kararların çoğu işe yaradı. Bu adil bir temsil mi? Susan Lund; - Öyle. Çoğu kuruluşun son 16 ayda öğrendiği şeyin hızlı hareket etmek ama aynı zamanda rotayı sık sık ayarlamak olduğunu düşünüyorum. Nasıl çalıştığını gördük. Tabii ki ofi se gitme veya seyahat etme yeteneği ile ilgili dış şartlar değişmişti. Dış çevre ile uğraşmak zorunda kaldık. Ancak bu, çevik olmamız gerektiği fi krini gerçekten güçlendirdi. Aktif olarak dinlememiz ve gerektiğinde rotayı hızla ayarlamamız gerekiyor. 2021’de ve 2022’de, kuruluşların ofi se dönüşü ve gelecekte ne tür esnek çalışmanın mümkün olacağını düşünüldüğünde, aynı pilot ve deneysel yaklaşımı benimsemeleri gerekecek. Sık sık hangi şirketlerin bunu en iyi yaptığı soruluyor. Liderler kimler? Ben de, “Maalesef bir isim yok. Herkes bunu birlikte çözüyor” diyorum. En başarılı organizasyonlar, bir şeyler deneyen ve bir politika belirleyen kuruluşlar olacaktır, çünkü çalışanlar kesinlikle ileriye dönük beklentinin ne olduğunu bilmek isterler. Haftada üç veya dört gün ofi ste veya tam zamanlı olarak ofi ste veya bazı insanlar kalıcı olarak uzaktan çalışmaya devam edebilir, çalışanlar önümüzdeki birkaç ay içinde ne bekleyecekleri konusunda bilgi almak için can atıyorlar. Ama bunun ötesinde, herkes bunu birlikte yarattığımızı anlamalı. Ve bazı şeyler deneyeceğiz. Tuzaklar olduğunu öğrenirsek ve işe yaramazsa, rotayı gerektiği gibi ayarlayacağız. Francis Rose - Eğer az önce verdiğiniz bu tanımı alır ve tüm bir girişim üzerinden tahmin edersek - hızlı kararlar almak ve rotayı hızlı bir şekilde ayarlamak için - bu da esnekliğin neredeyse ders kitaplarındaki tanımıdır, bu da her organizasyonun arzu ettiği şeydir, özellikle de son 16 ayda gördüğümüz gibi bir ortam.
Susan Lund; - Bu doğru. İmalat şirketleri ve tedarik zincirleri için ilginç olan şey, COVID19’un yalnızca ilk şok olmasıydı. Sonra plastik endüstrisini alt üst eden garip Texas derin dondurucu ve küresel bir yarı iletken kıtlığımız var. Büyük bir konteyner gemimiz Süveyş Kanalı’nda mahsur kaldı. Kesintiler ve şoklar gelmeye devam ediyor. Ancak, bu olaylarını tahmin etmeye çalışamazsınız. Bir sonraki büyük küresel bozulma muhtemelen bir pandemi olmayacak. Farklı bir şey olacak. Ancak çok hızlı uyum sağlama ve çevik tepki verme yeteneği, farklı olan şeydir.
Yüz yüze çalışmaya dönüş
Francis Rose - Konu uzaktan çalışmaya geldiğinde iş seyahati hakkında yaptığın yorumun ve bunun özel sektörde ne anlama geldiğini merak ediyorum. Ama özellikle de hükümet alanında ve kuruluşların şahsen işbirliği yapma yeteneği hakkında. Bunların bir kısmının geri gelmesi gerekiyor.” Yoksa bunların çoğunun sanal olarak ileriye gideceğini ve şimdi gördüğümüz gibi neredeyse sıfır bir seviye olacağını mı düşünüyorsunuz? Susan Lund; Konferansların geri geleceğini düşündüğümü söyleyebilirim. Bence yenilik ve işbirliği, tarafl ar arasındaki müzakereler, öğrenme etkinlikleri - bunlar, bir masanın karşısında olmaktan, gözlerine bakmaktan, beden dilini okumaktan, içeride ve dışarıda küçük konuşmalar yapmaktan gerçekten fayda sağladığınız şeylerdir. Beklemediğiniz yeni bir fi kir öğrendiğiniz biriyle karşılaşırsınız. Bunlar bir Zoom toplantısında planlayamayacağımız şeylerdir. İnsanlar ofi se geri dönerken, ofi ste olması gereken ve yapacakları da budur. Bir ofi se gidiyorsanız ve bütün gün bilgisayarınızın başındaki bir masada tek başınıza oturuyorsanız, bu her yerden yapılabilir. Ama gerçekten bir işbirliği. Bu yüzden iş konferanslarının geleceğinin öldüğünü düşünmüyorum. Geri döneceğimizi düşünüyorum.
Ancak, gerçekten o kadar önemli olmayan veya sanal olarak kolayca yapılabilecek toplantılara gitmek için harcanan zaman ve masraf konusunda tekrar düşünülecektir. Dolayısıyla bu kesinlikle konferanslara gitmeyeceğimiz veya müşterilerle veya tedarikçilerle yüz yüze görüşmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bu şeyler gerçekten önemli. Ve bence çoğumuz ya da çoğumuz bu yüz yüze etkileşimleri her zamankinden daha çok arzuluyoruz. Bunu çok enerji verici bulacağız. Uzaktan katılımla ilgili zorluklar
Francis Rose - Uzaktan çalışmayla ilgili aklımda bir şeyler canlandı. İnsan sermayeli ofi slerde, yeni bir çalışanın insanlarla etkileşim kurması veya daha yetkin olanların bu çalışanları yetiştirmeye yardımcı olma biçimleri etkilendi mi? Susan Lund; - Evet, bence işe alım, eğitim ve daha genç meslektaşlarımıza rehberlik etmek, ofi se geri dönmemizin nedenlerinden bazıları çünkü bu şeyler şahsen oluyor. 20 yıldan fazla bir süredir şirketimde çalışan benim gibi profesyoneller için harika. Geniş bir ağım var. Ancak, yeni ilişkiler kurmak ve aynı zamanda koçluk ve gerçek zamanlı mentorluk almak isteyen kuruluşta daha yeni olan insanlar için çok farklıdır. “Bu sunumda iyi iş çıkardın” veya “Bu soruyu gerçekten iyi yanıtladın” veya “x, y, z hakkında düşünebilirdin” gibi hızlı yorumlar - bu tür küçük etkileşimler, Zoom üzerinde olmuyor. Bu yüzden, yeni çalışanlarla ve özellikle pandemi sırasında katılan ve henüz ofi steki meslektaşlarını tanıma deneyimine sahip olmayanlarla empati kuruyorum.