ANA MUHALEFET PARTİSİ CHP TARAFINDAN HAVACILIK İŞLERİNE GREV YASAĞI GETİREN 6321 SAYILI YASANIN 1 MADDESİ İLE İLGİLİ ANAYASA MAHKEMESİNE YÜRÜTMENİN DURDURULMASI VE İPTALİ İSTEMLİ
DAVA DİLEKÇESİ
1
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA (Yürürlüğü Durdurma İstemlidir)
DAVACI (İptal İsteminde Bulunan) : Anamuhalefet Partisi’nin
Partisi
TBMM
Cumhuriyet
Grubu
adına
Halk Grup
Başkanvekilleri M. Akif HAMZAÇEBİ (İstanbul Milletvekili),
Muharrem
İNCE
(Yalova
Milletvekili) ve E. Ülker TARHAN (Ankara Milletvekili). Yetki Belgesi ilişiktedir.
İPTALİ İSTENEN KANUN .......
: 03.06.2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 31.05.2012 tarihli ve 6321
sayılı
“Bazı
Kanunlarda
Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun”.
DAVA KONUSU ........................
: 03.06.2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 31.05.2012 tarihli ve 6321
sayılı
“Bazı
Kanunlarda
Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun”un; 1) 1 nci maddesiyle 05.05.1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 29 ncu maddesinin birinci fıkrasına 2
eklenen,
“6.
Havacılık
hizmetlerinde.” bendinin;
iptaline ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemi.
I. İPTALİ İSTENEN HÜKÜMLER (İptali istenen hüküm, ibare, fıkra ve tümceler koyu ve italik gösterilmiştir) 1) 31.05.2012 Tarihli ve 6321 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1 nci maddesiyle 05.05.1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 29 ncu Maddesinin Birinci Fıkrasına Eklenen “6. Havacılık hizmetlerinde.” Bendi 31.05.2012 tarihli ve 6321 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1 nci maddesiyle 05.05.1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 29 ncu maddesinin birinci fıkrasına eklenen bent şöyledir: “6. Havacılık hizmetlerinde.”
II. GEREKÇELER 1)
31.05.2012 Tarihli ve 6321 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun 1 nci maddesiyle 05.05.1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 29 ncu Maddesinin Birinci Fıkrasına Eklenen “6. Havacılık hizmetlerinde.” Bendinin Anayasaya Aykırılığı Havacılık Hizmetlerinin Grev Yasağı Kapsamına Alınmasının Anlamı 6321 sayılı Kanunun 1 nci maddesiyle 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun “Yasağın bulunduğu işler” başlıklı 29 ncu maddesine (6)
3
numaralı bent eklenerek “Havacılık hizmetleri” grev yasağı olan işler arasına alınmıştır. Teklifin Genel Gerekçesinde aynen, “Havacılık sektörü yük ve yolcu taşımacılığı ile yurt içinde ve globalleşen dünyada ülkemizin söz sahibi olmasında son derece önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Havayolu ile yolcu ve kargo taşımacılığı; sanayi üretimi, ihracat, turizm açısından vazgeçilmez bir unsur olarak değerlendirilmekte, havayolu ile ulaşılan her nokta yeni bir ticari pazar olarak ülke ekonomisine katkı sağlamaktadır. Ülkemizin, havacılık sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin, bir kesintiye uğramaksızın çalışmaya ve yükümlülüklerini yerine getirmeye devam edebilmelerinin sağlanması, hem küresel rekabete aynı şekilde karşılık verebilmelerinin hem de bazı hizmetlerde sürekliliğin zorunlu bir gereği haline gelmiştir. Ayrıca, havacılık sektörü, çok uzun süreli ve oldukça üst düzey eğitimlerden geçmiş bir personel istihdamını gerektirmesi sebebiyle bu alanda kısa süre içerisinde istenilen nitelikte yeni bir personel bulunamayacak olması, sendikaların karşılanması zor taleplerine zemin hazırlamakta ve toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin bir anlaşmayla sonuçlanmasını zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla, çalışanların haklarını aramasında grevler çok etkili bir yol olmasına rağmen; toplumun kendi refahını sürdürebilme ve zaruri ihtiyaçlarını giderebilme hakkı ile grevlerin milli ekonomi, şirketler ve vatandaşlar üzerindeki olumsuz etkileri göz önüne alındığında, havacılık sektöründe yer alan faaliyetlerin grev ve lokavt yapılamayacak işler kapsamına alınması önem arz etmektedir. Ayrıca, yük ve yolcu taşımacılığı yapan havayolu şirketlerinin, yer hizmetlerini yürüten şirketler ile teknik bakım ve onarım hizmetlerini yürüten şirketler olmaksızın faaliyetlerini sürdürebilmeleri de mümkün değildir. Bu nedenle, yer hizmetlerini yürüten şirketler ile teknik bakım ve onarım hizmetlerini yürüten şirketlerden bağımsız olarak havacılık hizmeti verilemeyeceğinden, Kanun Teklifinde de faaliyetlerin bütünlüğü esas alınmış ve bunların tamamını kapsayacak şekilde düzenleme yapılması benimsenmiştir.” Denilerek; havacılık hizmetlerinin grev yasağı kapsamına alınmasının gerekçesi; (i)
Havayolu ile yolcu ve kargo taşımacılığının sanayi üretimi, ihracat ve turizm sektörleri üzerindeki küresel rekabet bağlamında belirleyici etkileri olduğu, 4
(ii)
Nitelikli uzman personel gerektirdiği,
(iii)
Emekçilerin refahı ile toplumsal refah arasında var olduğu ileri sürülen uzlaşmaz çelişki,
(iv)
Grevin milli ekonomi, şirketler ve vatandaşlar üzerindeki olumsuz etkisi,
Gibi ekonomik nedenlere dayandırılmıştır. Ancak, ileri sürülen gerekçelerin hiç biri “havacılık hizmetleri”nin grev yasağı kapsamına alınmasına değil, tam tersine gerekçelerin tamamı havacılık hizmetlerinde grev hakkının gerekliliğine ve vaz geçilmezliğine gerekçe oluşturmaktadır. Türkiye’de dışa ve dolayısıyla küresel rekabete açık ekonominin temelleri, 6321 sayılı Yasanın TBMM’de kabul edildiği 31.05.2012 tarihinde değil, bundan tam 32 yıl önce 1980 yılında 24 Ocak Kararları ile atılmıştır. 24 Ocak Kararlarının ekonomik istikrar ve yapısal uyum ayağını oluşturan ekonomi yönetiminin merkezileştirilmesi; ihracat ve yabancı sermaye teşvik edilirken, ithalat ile para-kredi ve faiz politikalarında liberasyona gidilmesi; destekleme alımı fiyatları reel olarak geriletilirken, temel tüketim maddeleri ile KİT mamullerine yüksek oranlı zamlar yapılması hayata geçirilirken; yapısal uyumun gelirler politikası ayağını oluşturan ücret düzenlemeleri ile vergilerin dolaysız vergilerden dolaylı vergilere aktarılmasını öngören vergi düzenlemeleri ve özelleştirmeler örgütlü toplumsal kesimlerin özellikle de işçi sendikalarının katı ve kararlı direnişi karşısında eksik kalmıştı. Yapılanları sürdürmek ve eksik kalanları tamamlayarak ekonominin uluslar arası piyasalara katma değeri düşük alanlarda ucuz işgücü temelinde yapısal uyumunu sağlamak ve Liderini “Biz gelmesek, Fatsa’dakiler gelecekti.” psikozuna sokan “Sol”un her türünü ezerek, ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi”ni hayata geçirmek üzere Ordu üst yönetimi emir komuta zinciri içinde 12 Eylül 1980 tarihinde ülke yönetimine el koydu. 12 Eylül Darbesiyle birlikte tüm sendikal faaliyetler yasaklandı, DİSK ve MİSK kapatılarak haklarında kovuşturma başlatıldı. Milli Güvenlik Konseyi’nin 12 Eylül 1980 tarih ve 3 No’lu Kararıyla tüm grev ve lokavtlar ertelendi; aynı tarihli ve 5 No’lu Kararıyla ise yürürlüğe konulan ekonomik program ile yapılan anlaşma ve protokollerin uygulanmasına devam edileceği uluslararası çevrelere ilan edildi. 5
Darbe liderinin “Garson bile benden fazla maaş alıyordu.” vecizesiyle sendikalı işçi ücretlerini darbe gerekçesi yapması; TİSK Başkanı Halit Narin’in “Bu zamana kadar işçiler gülüyordu; şimdi gülme sırası bizde.” sözleriyle Darbeyi gönülden selamlaması; Vehbi Koç’un Darbenin Lideri Kenan Evren’e yazdığı “Emrinize amadeyim.” sözleriyle biten 3 Ekim 1980 tarihli mektubundaki, “… Şimdi, ‘Faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek Türk işçisini istismar ediyor’ propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında, işçi işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar dikkatle incelenerek, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken bazı sendikaların Türk Devletini ve ekonomiyi yıkmak için bu güne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.” ifadeleri ve TİSK’in 1982 yılında yapılan 14. Olağan Genel Kurulu Çalışma Raporundaki çalışma yaşamına ilişkin önerileri, 1982 Anayasası ile sonrasında yasalaşan çalışma yaşamına ilişkin yasalarda elbette yansımasını buldu. 1961 Anayasası, işçi-işveren ilişkilerinde biçimsel eşitlik yerine, işçi tarafına ağırlık vererek işçinin korunması düşüncesini anayasal bir ilke haline getirmiş ve çalışma yaşamının gerçek doğasında işçi ile işveren arasındaki fiili eşitsizliği bu yolla dengelemeye çalışmıştı. Buna karşın, 1982 Anayasası biçimsel eşitliği esas aldı ve sendikayı her iki taraf için birer mesleki faaliyete indirgedi. Grevle birlikte lokavt da bir hak olarak anayasada yerini aldı. 1961 Anayasasında sendika kurma özgürlüğü vardı; 1982 Anayasasında sendika kurma hakkı oldu. 1961 Anayasası 46 ncı maddesinde iki fıkra halinde sendika kurma özgürlüğünü; 47 nci maddesinde de yine iki fıkra halinde toplu sözleşme ve grev hakkını düzenlemişti. 1982 Anayasası ayrıntıya girdi; kanunla düzenlenmesi gereken hususlara da Anayasada yer verilerek düzenlemelerin kalıcılığı güvence altına alınmak istendi. Anayasada sendikal faaliyetleri kısıtlayan hükümler, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununda daha ayrıntılı olarak düzenlendi. 2821 sayılı Sendikalar Kanunu, iş yeri esasına göre sendika kurmayı yasakladı; sendikaların iş kolu esasına göre kurulması esasını getirdi. 2822 sayılı Kanunla da, herhangi bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi elde 6
edebilmesi, o iş kolunda çalışan işçilerin yüzde onunun, o iş yerinde ise yarısından fazlasının üyesi olması koşuluna bağlandı. 10.11.1983 tarihli ve 83/7376 sayılı BKK ile yürürlüğe giren İşkolları Tüzüğünde de “Hava Taşımacılığı” işkolu, “hava ve havacılığın yer ve yerüstü işleri ile hava taşıtlarında yapılan her türlü işler ve uçakla ilaçlama işleri.” olarak belirlendi. Siyasal İktidarın grev yasağının muhatabı olan Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (Hava-İş) ise, 1962 yılında kurulan ve 2822 sayılı Yasada belirtilen işkolu barajını aşan, 21 sayılı Hava Taşımacılığı İşkolunda yetkili tek sendika özelliği taşımaktadır. Hava-İş Sendikası, ulusal düzeyde Türk-İş Konfederasyonu, Uluslararası düzeyde ise Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITF) ile Avrupa Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ETF) üyesidir. Hava-iş Sendikası üyeleri havacılık hizmetlerinin tümünde görev yapan Apron İşçisi, Operatör, Bilet satış Memuru, Yolcu Hizmetleri Memuru, Kargo Memuru, Uzman, Dispeçer, Teknisyen, Uçak Bakım Teknisyeni, Mühendis, Kabin Memuru, Pilot gibi uçuş emniyetinin asli unsuru olan mesleklerden oluşmaktadır. Hava-İş Sendikası, 21 sayılı Hava Taşımacılığı İşkolunda kurulduğundan bu yana; -
18 Şubat 1980 tarihinde başlayan ve 84 gün güren THY A.O. işyeri 8. Dönem Toplu İş Sözleşmesi,
-
1 Nisan 1991 tarihinde başlayan ve 38 gün güren THY A.O. işyeri 13. Dönem Toplu İş Sözleşmesi,
-
1 Nisan 1991 tarihinde başlayan ve 40 gün güren Havaş (Havaalanları Yer Hizmetleri A.Ş) İşyeri 3. Dönem Toplu İş Sözleşmesi,
-
24 Şubat 1995 tarihinde THY A.O işyerinde 15. Dönem Toplu İş Sözleşmesi,
-
24 Şubat 1995 tarihinde başlayan ve 128 gün güren Havaş (Havaalanları Yer Hizmetleri A.Ş) İşyeri 5. Dönem Toplu İş Sözleşmesi,
-
15 Mayıs 2011 tarihinde başlayan ve 1 gün güren TEC (Uçak Motor Bakım) Ltd.Şti. işyeri 1. Dönem Toplu İş Sözleşmesi,
Öncesinde, işverenlerin işçilerin ekonomik ve sosyal hakları ile rekabet/maliyet argümanının ardına sığınarak uçuş emniyetini riske atan uygulamalarındaki uzlaşmaz tutumlarını sürdürmeleri nedeniyle greve gitmek durumunda kalmıştır. Böylece Genel Gerekçedeki ifadeyle “çok uzun süreli ve oldukça üst düzey eğitimlerden geçmiş bir 7
personel” olan üyelerinin emeğinin karşılığı olan ekonomik ve sosyal haklarının elde edilmesi yanında, hava ulaşım sektörü paydaşları için vazgeçilmez olan uçuş emniyetinin sağlanması ve tüketici haklarının korunması yönünden hayati derecede önemli işlevler görmüştür. Bu bağlamda, 12 Eylül Darbesi yapılmasına; siyasal iktidarlar gelip, siyasal iktidarlar gitmesine; IMF’nin Stand-by Anlaşmaları ile Dünya Bankasının Yapısal ve Sektörel Uyum Kredileri temelinde ekonominin katma değeri düşük ucuz işgücüne dayalı sektörlerde küresel ekonomi ile eklemleşmesi sağlanmasına; ulusal ekonomi tekstil, inşaat ve turizm (TİT) sektörlerine hapsedilmesine; gelirler politikalarıyla iç pazar daraltılarak üretim ihracata yönlendirilmesine; bu bağlamda tekstil ve turizm sektörleri ile havayolu ile yolcu ve kargo taşımacılığının sanayi üretimi, ihracat ve turizm sektörleri üzerinde küresel rekabet bağlamında belirleyici etkileri 24 Ocak Kararlarından bu yana devam etmesine ve havacılık sektöründe 6 kez, Dokuma ile Konaklama ve Eğlence Yerleri işkollarında ise defalarca greve gidilmek zorunda kalınmasına rağmen, Dokuma İşkolu, Konaklama ve Eğlence Yerleri İşkolu ile Hava Taşımacılığı İşkolunda grev yasağı getirilmesi, AKP iktidarına kadar kimsenin aklına dahi gelmemiştir. Kısaca 12 Eylül Cuntası dahi, ancak totalitarizmden beslenen otoriter bir zihniyetin eseri olabilecek, “Havayolu ile yolcu ve kargo taşımacılığı; sanayi üretimi, ihracat, turizm açısından vazgeçilmez bir unsur olarak değerlendirilmekte, havayolu ile ulaşılan her nokta yeni bir ticari pazar olarak ülke ekonomisine katkı sağlamaktadır.” gibi ekonomik gerekçelerle grev yasağı getirme gibi demokrasi dışı faşizan bir anlayışı benimseme cüretini göstermemiş; gösterememiştir. Emekçilerin refahı ile toplumsal refah arasında ters yönlü bir ilişki olduğu ve dolayısıyla işçilerin gelirleri artarken toplumsal refahın gerilediği ve ayrıca grevin milli ekonomi, şirketler ve vatandaşlar üzerinde olumsuz etkilerinin olduğu gibi insanlık ve uygarlık tarihi düşmanı ve emek karşıtı argümanlara ise Dünya tarihi 17 ve 18 nci Yüzyılların Vahşi Kapitalizm dönemlerinin muhafazakar ideolojileri ile 20 nci yüzyılın ekonomik ve siyasal bunalım dönemlerinin Faşizm ve Nazizm ideolojilerinde tanıklık etmiştir. Sendikalar tanımı itibariyle, çalışma ilişkilerinde üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek amacıyla kurulurlar ve grev hakkı ise toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde uyuşmazlık çıkması halinde başvurulan, 8
uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan ve demokratik ülkeler anayasaları tarafından sağlanan anayasal bir haktır. Grev hakkının elde edilerek uluslararası bildirge ve sözleşmelerle anayasalara bir insan hakkı olarak geçmesi için emekçiler yaşamlarına mal olan şanlı mücadeleler vermişlerdir. Bu bağlamda, grev hakkı niteliği ve tanımı itibariyle emekçilerin özellikle ve öncelikle ekonomik haklarını elde etmelerinin yoludur ve ekonomik gerekçelerle yasaklanması niteliği ve tanımıyla bağdaşmayan tezat bir durumdur. Anayasanın 2 nci Maddesine Aykırılığı Anayasanın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu temel bir kural olarak ortaya
konulmuş;
4
ncü
maddesinde
ise
Cumhuriyetin
niteliklerinin
değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği belirtilmiştir. Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesi, Anayasanın bütününe egemen olan ve Cumhuriyeti bütün yönleriyle kuşatan temel bir ilkedir. Anayasa Mahkemesinin çeşitli (17.10.1972 tarih ve E.1972/16, K.1972/49 sayılı; 16.11.2000 tarih ve E.2000/26, K.2000/48 sayılı; 4.5.2005 tarih ve E.2004/54, K. 2005/24 sayılı; 17.1.2008 tarih ve E.2002/71, K.2008/44 sayılı) kararlarında belirtildiği üzere, sosyal hukuk devleti, temel hak ve özgürlükleri en geniş ölçüde gerçekleştirerek kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, insan haklarına saygılı, toplum ve çalışma yaşamında adalete ve eşitliğe dayalı bir hukuk düzeni kuran, toplumsal dayanışmayı en üst düzeyde gerçekleştiren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak eşitliği ve sosyal adaleti sağlayan, çalışma hayatının gelişmesi için önlemler alarak çalışanları koruyan, ülkenin kalkınmasıyla birlikte ulusal gelirin sosyal katmanlar arasında adaletli biçimde sağlanması için güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi kurmayı amaç edinen devlettir. Güçsüzleri güçlülere ezdirmemek ilkesi, herkesi, bu arada çalışanları durumlarına uygun düzenlemelerle, sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşatmayı gerektirir.
9
Dünya işçilerinin ekonomik ve sosyal haklarını elde etmek için yüzyıllar boyunca sürdürdükleri demokratik mücadeleler sonucunda elde ettikleri grev hakkının ekonomik gerekçelerle yasaklanması, insan haklarının askıya alındığı ve demokratik meşruiyetin aranmadığı totaliter, otoriter ve teokratik rejimlerde söz konusu olabilir. II. Mahmut’tan itibaren yüzünü Batı’ya dönen, Cumhuriyeti kuran, Atatürk Devrimlerini yapan, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerini Cumhuriyetin temel nitelikleri olarak Anayasalarına koyan, Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği Anlaşması yapan ve Avrupa Birliğine tam üyelik hedefinde ilerleyen 21. YY’ın Türkiye Cumhuriyetinde ekonomik gerekçelerle havacılık hizmetlerine grev yasağı getirilmesi, hukuksal ve siyasal anlamda kelimenin tam ve gerçek anlamıyla utanç verici bir gelişmedir. Grev hakkı niteliği ve tanımı itibariyle emekçilerin özellikle ve öncelikle ekonomik haklarını elde etmelerinin uluslararası sözleşmelerde ve demokratik ülkeler anayasalarında kabul edilerek güvence altına alınan hukuksal bir hak arama yolu iken,
ekonomik
gerekçelerle
yasaklanarak
güçsüzlerin
güçlüler
karşısında
savunmasız bırakılması, sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz. Öte yandan, sosyal hukuk devleti ilkesi, toplum ve çalışma yaşamında adalete ve eşitliğe dayalı bir hukuk düzeni kurmak durumundadır. Böyle bir hukuk düzeni ise, her alanda olduğu gibi, çalışma yaşamına ilişkin düzenlemelerde de, silahların eşitliği, hukuki istikrar, hukuk güvenliği ve kazanılmış hakların korunması ilkelerinin gözetilmesini zorunlu kılar. Bu bağlamda, sosyal hukuk devletinde yasakoyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Evrensel hukuk ilkeleri ya da hukukun genel ilkeleri denildiğinde, hakkın kötüye kullanılmaması, iyi niyet, sözleşmeye bağlılık, ayrımcılık yapılmaması, ölçülülük, kazanılmış haklara saygı, haklı beklentilerin korunması, yasaların geriye yürümezliği, hukuk güvenliği, adalet, eşitlik, yasallık, belirlilik ve öngörülebilirlik gibi evrensel düzeyde kabul gören hukukun üstün kuralları anlaşılmaktadır. 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Darbesi üzerinde yükselen Türkiye’nin ekonomik düzeni değişmek yerine temelleri üzerinde yükselerek geliştiğine ve hatta havacılık sektöründeki devlet tekeli ortadan kaldırılarak özel sektör kuruluşları da piyasaya girdiğine ve havacılık hizmetleri iş kolunda kurulu olan ve tek yetkili sendika konumunda bulunan Hava-İş sendikası, süregiden ekonomik-siyasal düzen içinde 10
günümüze kadar 6 kez greve gitmek zorunda kaldığına göre, hava taşımacılığı iş kolunda çalışanlar açısından grev hakkı kazanılmış bir haktır. Hukukta kazanılmış hakların korunması, kamu kesiminde olsun, özel kesimde olsun, hukuki güvenliğin kanıtı, uygunluğun ölçüsüdür. Olmadık bir nedenle kazanılmış hakların çiğnenmesi, bu bağlamda hava taşımacılığı işkolunda ekonomik gerekçelerle grev hakkının yasaklanması Anayasal düzeyde haklı bulunamaz. Doğmuş hakkı tanımak, kazanılmış hakka saygı göstermektir. Sadece iç hukukta değil, uluslararası hukukta da benimsenen “kazanılmış hakların korunması”, mevcut hukuksal durumun, benimsenmiş yapının, edinilmiş statünün geçerliliğini sürdürmesini zorunlu kılar. Kazanılmış bir hakkı ortadan kaldırmak, üstelik tek yanlı hukuki düzenlemelerle kaldırmak hukuka güveni yıkar. Hukuk Devletinin en önemli unsuru olan hukuk güvenliği, hukuk düzeni yanında, bütün devlet faaliyetlerinin az çok öngörülebilir olmasını gerektirir. Hukuki güvenlik, sadece kişilerin devlet faaliyetlerine güvenini değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuata göre edinilmiş hakların ve statünün süreceğine duyulan güveni de içerir. Halkın devlete olan güveninin korunması, ancak hukuk güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Havacılık hizmetlerinin ekonomik gerekçelerle grev yasağı kapsamına alınması, silahların eşitliği ve hukuki istikrar ilkelerini yok ettiği ve hava taşımacılığı işkolunda çalışan Hava-İş sendikası üyesi işçilerin ve Hava-İş Sendikasının kazanılmış haklarını ortadan kaldırarak hukuki güvenliklerini ortadan kaldırdığı için Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Siyaset olgusu, Antik Yunan’dan günümüze kadar toplumsal kaynakların üretimi ve bölüşümünü içeren bir çizgi üzerinde yürümüş ve siyasetin konusunu devlet iktidarının ele geçirilerek kullanılması oluşturmuştur. Günümüzün temsili demokrasilerinin temel özelliği, toplumsal sınıf, katman, grup ve kategorilere, ekonomik ve sosyal kalkınma, toplumsal üretim, istihdam, bölüşüm, ulusal refahın artırılması ve yaygınlaştırılması, kültür, sanat vb. alanlarda, serbest ve demokratik işlemesi hukukla güvence altına alınan bir ekonomik ve siyasal mücadele ve mutabakat alanı sunmasında yatmaktadır. Ekonomik ve siyasal mücadele ve mutabakat alanı ne kadar geniş ve hukuksal güvence altında ise demokrasi de o derece gelişkindir.
11
Modern zamanların temsili demokrasilerinin siyasal aktörleri, demokratik sistemin vazgeçilmez unsurları olarak nitelendirilen siyasal partiler olmakla birlikte, çağdaş katılımcı demokrasi gücünü örgütlü toplumdan ve örgütlü toplumsal yapılardan almaktadır. Örgütlü toplumsal yapıların en özgün prototipini ise sendikalar oluşturmaktadır. İşçi ve işverenler açısından, temsil edilecekleri örgütleri kurma ve çalışma yaşamındaki ekonomik ve sosyal haklarını örgütleri ve örgütlü güçleri aracılığıyla arama hakkı, açık ve özgür bir toplumun ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Ülkelerin demokratikleşme sürecinde ve demokratik dönüşümünde sendikalar çok önemli roller onamış, çok önemli işlevler görmüştür. Havacılık hizmetlerine ekonomik gerekçelerle grev yasağı getirilmesi, toplumsal üretim ve bölüşüm alanında serbest ve demokratik işlemesi hukukla güvence altına alınan ekonomik ve siyasal mücadele ve mutabakat alanını ölçüsüzce daraltarak hava taşımacılığı işkolunun yetkili tek sendikası olan Hava-İş Sendikasını ekonomik mücadele ve mutabakat alanının dışına attığından, iptali istenen düzenleme Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Anayasanın 5 nci Maddesine Aykırılığı Anayasanın 5 nci maddesiyle Devlet, “kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya” çalışmakla yükümlü kılınmaktadır. Anayasanın 5 nci maddesiyle “kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya” çalışmakla yükümlü kılınan Devletin, yasma organındaki AKP çoğunluğu eliyle havacılık hizmetlerini grev yasağı kapsamına alması ve böylece hava taşımacılığı iş kolunda çalışan emekçilerin ekonomik ve sosyal haklarını elde etmelerinin son çaresi olan grev hakkının “ekonomik gerekçeler” ile ortadan kaldırılması, Anayasanın 5 nci maddesinde Devlete yüklenen yükümlülüklere açıktan ve doğrudan aykırılık oluşturmaktadır. 12
Anayasanın 10 ncu Maddesine Aykırılığı Anayasanın 10 ncu maddesinin dördüncü fıkrasında, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı kuralına yer verilmiş; beşinci fıkrasında ise, Devlet organları ile idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorunda olduğu belirtilmiştir. Türkiye’de havacılık hizmetleri serbestleştirilmiştir. Havacılık hizmetlerine ekonomik gerekçelerle grev yasağı getirilmesi ve böylece bölüşüm ilişkilerinde hava taşımacılığı işkolunda çalışan işçilerin, ekonomik ve sosyal haklarını elde etmelerinin işverenlerin insafına terk edilmesi sermaye sınıfına ve sermaye sınıfı içinde de havacılık hizmetlerinde faaliyet yürüten zümreye doğrudan ve yasayla ayrıcalık tanınması anlamına gelmektedir. 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 29 ncu maddesinde, can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze ve tekfin işlerinde;
su, elektrik,
havagazı, termik santrallarını besleyen linyit üretimi, tabii gaz ve petrol sondajı, üretimi, tasfiyesi, dağıtımı, üretimi nafta veya tabii gazdan başlayan petrokimya işlerinde;
banka ve noterlik hizmetlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye,
sehiriçi deniz, kara ve demiryolu ve diğer raylı toplu yolcu ulaştırma hizmetlerinde de grev yasağı olduğu ileri sürülebilir. Ancak, bunların hiçbirinde grev yasağı ekonomik gerekçelere dayandırılmamış; işçilerin refah, huzur ve mutluluğu işverenlerin karlarının artmasına feda edilmemiştir. Öte yandan, Türkiye’nin havalimanları diğer ülkelerin hava taşımacılığı firmalarına açıktır ve Türkiye’ye sefer yapan demokratik ülkelerde havacılık işkolunda grev yasağı bulunmamaktadır. Türkiye’de kurulu firmaların demokratik ülkeler hava taşımacılığı firmaları aleyhine işgücü maliyetleri üzerinden rekabet üstünlüğü sağlaması için havacılık hizmetlerine grev yasağı getirilmesi, hava taşımacılığı sektöründe çalışan emekçilerimizin haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde sömürülmelerine; emekçilerin alın terinin imtiyazlı bir zümrenin elinde sermaye olarak biriktirilmesini amaçlamaktadır. Havacılık hizmetlerine grev yasağı getirilerek havacılık hizmetleri yürüten sermaye kesimine yasa önünde eşitlik ilkesiyle bağdaşmayacak şekilde ekonomik gerekçelerle imtiyaz tanınması Anayasanın 10 ncu maddesine aykırıdır. 13
Anayasanın 6 ncı, 13 ncü, 15 nci ve 54 ncü Maddelerine Aykırılığı Temel haklar ve ödevler, Anayasanın İkinci Kısmına konu oluşturmuş ve Anayasal sistematiği temel haklar ve özgürlüklerin tanınması, düzenlenmesi ve durdurulması (md. 12, 13, 14, ve 15) şeklinde kurgulanarak, yasaklama yaptırımına Anayasanın genel özgürlükler rejimi sistematiği içinde yer verilmemiştir. Kuşkusuz, 1982 Anayasası Darbe Rejiminin eseridir ve kurguladığı ekonomik ve siyasal sistemi kalıcılaştırmak istemiştir. Ancak, 1982 Anayasasında günümüze kadar 17 kez değişiklik yapılmış ve özellikle 23.07.1995 tarihli ve 4121 sayılı ile 03.10.2001 tarihli ve 4709 sayılı yasalarla yapılan değişikliklerle, Anayasanın demokratik bir öz, içerik ve niteliğe kavuşturulması hedeflenerek temel hak ve özgürlüklerin kullanımının önündeki Anayasal engeller temizlenmiştir. Anayasanın 03.10.2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle değişik 13 ncü maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlamaların Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı kurala bağlanırken; 15 nci maddesinde ise, savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulabileceği hüküm altına alınmıştır. Bu bağlamda, Anayasanın kurduğu “genel özgürlükler rejimi”, temel ilke olarak hak ve özgürlüklerin özlerine dokunmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmamak kaydıyla sınırlanması ile savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde
durdurulmasını
öngörürken,
yasaklanması
yaptırımını
ise
dışlamaktadır. Anayasanın 54 ncü maddesinin birinci fıkrasında, “Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptir.” denilerek grev işçiler için Anayasal bir hak statüsüne taşınırken; dördüncü fıkrasında
14
ise, “Grev ve lokavtın yasaklanabileceği veya ertelenebileceği haller ve işyerleri kanunla düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir. Anayasanın 13 ncü maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak kanunla sınırlanabileceği; 15 nci maddesinde ise, savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının
durdurulabileceği
kurallarına
yer
verilmesi
ve
yasaklanması yaptırımını ise içermemesi gerçeği karşısında, 54 ncü maddenin birinci fıkrasıyla işçilere Anayasal düzeyde tanınan grev hakkının, dördüncü fıkrasında yasaklanabileceğine yönelik hükmünün hukuksal geçerliliği ve uygulanabilirliği kalmamaktadır. Kuşkusuz, Anayasa maddeleri arasında bir öncelik sıralaması olamaz. Ancak, Anayasal hükümlerin, Anayasanın temel ilkeleri ile çelişmesi durumunda temel ilkelerin esas alınması gerekeceği de hukukun temel bir ilkesidir. Öte yandan, Anayasa koyucu, 23.07.1995 tarihli ve 4121 sayılı Kanunun 3 ncü maddesiyle Anayasanın sendikal faaliyeti sınırlayan 52 nci maddesini; 12.09.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 7 nci maddesiyle ise Anayasanın 54 ncü maddesinin üçüncü fıkrasındaki, “Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, gerev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendika sorumludur.” ile yedinci fıkrasındaki, “Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.” hükümlerini yürürlükten kaldırarak genel özgürlükler rejimini benimsediğini ortaya koymuştur. Bu durumda, işçilere tanınan Anayasal grev hakkı, ancak Anayasanın 13 ncü maddesindeki kayıtlar altında sınırlanabilir veya 15 nci maddesindeki şartlar çerçevesinde durdurulabilirken; havacılık hizmetlerinde grev hakkının yasaklanması Anayasanın 13, 15 ve 54 ncü maddelerine aykırılık oluşturmaktadır. Anayasanın 54 ncü maddesiyle tanınarak güvence altına alınan grev hakkının Anayasanın 13, 14 ve 15 nci maddelerine aykırı olarak ortadan kaldırılması, hukuk devletinin bir gereği olan “ölçülülük ilkesi” ile de bağdaşmamaktadır.
15
Anayasanın 13 ncü maddesinde,
temel hak ve özgürlüklerin özlerine
dokunulmaksızın Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkelerine uygun şekilde sınırlandırılabileceği kurala bağlanmıştır. Ölçülülük ilkesinin ise “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt bileşeni vardır. “Elverişlilik”, getirilen kuralın, ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, “gereklilik”, getirilen kuralın, ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve “orantılılık” ise getirilen kural ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Ölçülülük ilkesinde, kısıtlama için kullanılan araçla amaç arasında hak ve özgürlüğü en az sınırlayacak dengeli bir orantı veya makul bir oran aranmaktadır. Demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkesi nedeniyle Devlet, sınırlamadan beklenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi sağlamakla yükümlüdür. Anayasa’da düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile Devlet’in kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma ve herkesin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi için gerekli şartları hazırlama görevleri göz önüne alındığında; havacılık hizmetlerine ekonomik gerekçelerle getirilen grev yasağının, kamu yararı ile bir ilgisinin olmayıp, havacılık hizmetleri alanında faaliyet yürüten belirli bir zümreye imtiyaz sağlama amacı taşıdığı, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmadığı ve hakkın özünü ortadan kaldırarak ölçülülük ilkesine sığmadığı açık bir gerçektir. Yasa koyucunun kaynağını Anayasadan almayan bir yetki kullanarak havacılık hizmetlerinde
grevi
yasaklaması
Anayasanın
6
ncı
maddesiyle
de
bağdaşmamaktadır. Anayasanın 90 ncı Maddesine Aykırılığı Anayasanın 90 ncı maddesinin beşinci fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı; temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
16
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı kurallarına yer verilmiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 1919 yılında insan haklarının, sosyal adaletin ve çalışma yaşamının iyileştirilmesi amacıyla kurulmuş Birleşmiş Milletlerin bir ihtisas kuruluşudur. ILO, Birleşmiş Milletlerin diğer kuruluşlarından farklı olarak bünyesinde hükümet temsilcileri ile işçi ve işveren temsilcilerini birlikte barındırır. Bu bağlamda, ILO çalışmaları 28 Hükümet temsilcisi ile 14 işçi ve 14 işveren temsilcisinden oluşan Yönetim Kurulu tarafından sürdürülür ve uluslararası standartları belirleyen Sözleşme ve Tavsiye kararları üçlü yapı (işçi-işveren-hükümet) tarafından kabul edilir. Sözleşmeleri
onaylayan
ülkeler
açısından,
onaylanan
Sözleşmeye,
Sözleşmeye ilişkin Tavsiye Kararlarına ve Sözleşmenin yorumuna ilişkin İlkeler ile uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin içtihatlara uymak zorunludur. ILO, sözleşmelerin uygulamada geçerliliğini denetlemek için etkin bir yöntem geliştirmiştir. Denetim, kaynağını ILO Anayasasından alan iki denetim organı (Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi ile Uzmanlar Komitesi) tarafından yapılmaktadır. Ülkelerin sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklere ne ölçüde uyulduğu nesnel temeller bazında değerlendirilerek Uzmanlar Komitesi tarafından bağlayıcı içtihatlar oluşturulmakta ve ayrıca örgütlenme özgürlüğünün ihlali ile ilgili şikayetler Örgütlenme
Özgürlüğü
Komitesi
tarafından
incelenerek
ilkesel
kararlara
bağlanmaktadır. Türkiye, ILO’nun “Temel İnsan Hakları Sözleşmeleri” olarak nitelendirdiği 18 Haziran 1949 tarihli ve 98 Nolu “Teşkilatlanma ve Kollektif Müzakere Hakkı Prensiplerinin Uygulanmasına Müteallik Sözleşme”yi 8 Ağustos 1951 tarihli ve 5834 sayılı Kanunla, 17 Haziran 1948 tarihli ve 87 Nolu “Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin Sözleşme”yi ise 25 Kasım 1992 tarihli ve 3847 sayılı Kanunla kabul etmiştir. Sözleşme metinlerinde “grev” sözcüğü geçmemekle birlikte, 1950’li yılların başından bu yana Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi ile Uzmanlar Komitesi karar (içtihat) ve ilkelerinde 87 sayılı Sözleşmenin grev hakkını da hukuksal güvenceye alındığı
belirtilmiş;
grev
hakkının
özneleri 17
ve
içeriği
ile
grev
hakkının
yasaklanamayacak çeşitleri konularında “içtihat” haline gelmiş kararlar vermiş ve ilkeler belirlemiştir. Bu kararlarda aynı zamanda, grev hakkının sendikalaşma ve toplusözleşme yapma hakkının ayrılmaz bir parçası olduğu da vurgulanmıştır. Bu bağlamda, ILO tarafından yayınlanan “Freedom of Association- Digest of decisions and principles of the Freedom of Association Committee of the Governing Body of the ILO, Fifty (revised) edition 2006, Internatıonal Labour Offıce Geneva (Örgütlenme Özgürlüğü- Özet Kararlar ve ILO Yönetim Organı Ortaklık Komitesi Özgürlük İlkeleri, Beşinci (revize) baskı 2006, Uluslararası Çalışma Ofisi, Geneva)” isimli Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi kararları ile ilkelerden özetlerin yer aldığı
yayında
(http://www.ilo.org/global/standards/applying-and-promoting-
ınternational-labour-standards/committee-on-freedom-ofassociation/WCMS_090632/lang--en/index.htm erişim: 06.07.2012) aşağıda yer verilen özet içtihat ve ilke kararları yer almaktadır:
“521. The Committee has always recognized the right to strike by workers and their organizations as a legitimate means of defending their economic and social interests.” (s: 109). “521. Komite işçiler ve örgütlerin grev hakkını her zaman ekonomik ve sosyal çıkarların savunulmasının hukuki araçları olarak tanımaktadır.”
“522. The right to strike is one of the essential means through which workers and their organizations may promote and defend their economic and social interests.” (s: 109). 522. Grev hakkı işçilerin ve örgütlerinin ekonomik ve sosyal çıkarlarını teşvik edebildikleri ve savunabildikleri temel araçlardan birisidir.
“523. The right to strike is an intrinsic corollary to the right to organize protected by Convention No. 87.” (s: 109).
18
523. Grev hakkı 87 sayılı Sözleşme tarafından korunan örgütlenme hakkına esaslı bir gerekçedir.
“581. To determine situations in which a strike could be prohibited, the criterion which has to be established is the existence of a clear and imminent threat to the life, personal safety or health of the whole or part of the population.” (s: 119) 581. Grevin yasaklanabileceği koşulları belirleme kriteri, nüfusun bir kısmının veya tamamının yaşamına, kişisel güvenliğine veya sağlığına ilişkin açık ve yakın tehlikenin varlığında kurulabilir.
“582. What is meant by essential services in the strict sense of the term depends to a large extent on the particular circumstances prevailing in a country. Moreover, this concept is not absolute, in the sense that a nonessential service may become essential if a strike lasts beyond a certain time or extends beyond a certain scope, thus endangering the life, personal safety or health of the whole or part of the population.” (s: 119). 582. Tam anlamıyla temel hizmetlerin ne anlama geldiği ülkede meydana çıkan belirli durumların çapına dayanmaktadır. Dahası bu kavram mutlak değildir, diğer bir anlamda temel olmayan bir hizmet eğer grev belirli bir süreyi aşarsa veya belirli bir alanın ötesine geçerse, nüfusun bir kısmının veya tamamının yaşamını, kişisel güvenliğini veya sağlığını tehlikeye sokarak temel hizmet haline gelebilir.
“585. The following may be considered to be essential services: – the hospital sector – electricity services – water supply services 19
– the telephone service – the police and the armed forces – the fire-fighting services – public or private prison services – the provision of food to pupils of school age and the cleaning of schools – air traffic control.” (s: 120). 585. Aşağıdakiler temel hizmetler olarak düşünülebilir: -
hastane sektörü
-
elektrik hizmetleri
-
su tedarik hizmetleri
– telefon hizmetleri – polis ve asgari güçler – itfaiye hizmetleri – devlet veya özel hapishane hizmetleri –
okul çağındaki öğrencilere yemek sağlama ve okulların temizlenmesi
– hava trafiği kontrolü
“587. The following do not constitute essential services in the strict sense of the term: radio and television, the petroleum sector, ports, banking, computer services for the collection of excise duties and taxes, department stores and pleasure parks, the metal and mining sectors, transport generally, airline pilots, production, transport and distribution of fuel, railway services, metropolitan transport, postal services, refuse collection services, refrigeration enterprises,
hotel
services,
construction,
automobile
manufacturing,
agricultural activities, the supply and distribution of foodstuffs, the Mint , the
20
government printing service and the state alcohol, salt and tobacco monopolies, the education sector, mineral water bottling company” (s: 120121). “587. Şunlar kavramın dar anlamıyla temel hizmetleri teşkil etmezler: radyo ve televizyon, petrol sektörü, limanlar, banka, dolaylı vergi ve payların toplanması için bilgisayar hizmetleri, büyük mağazalar ve keyif parkları, metal ve madencilik sektörleri, genel olarak taşımacılık, havayolu pilotları, üretim, yakıt nakliye ve dağıtımı, demiryolu hizmetleri, büyükşehir taşımacılığı, posta hizmetleri, çöp toplama hizmetleri, soğutma hizmetleri, otel hizmetleri, inşaat, otomobil üretimi, tarım faaliyetleri, gıda maddesi tedarik ve dağıtımı, darphane, devlet basım hizmetleri ve devlet alkol, tuz ve tütün tekelleri, eğitim sektörü, maden suyu şişeleme şirketi”
Yukarıda yer verildiği üzere ILO, zorunlu / temel hizmetlerde grevin yasaklanabileceği durumları belirlemek için, halkın tamamının veya bir bölümün yaşamına, kişisel güvenlik ve sağlığına yönelik açık ve yakın bir tehdidin varlığı ölçütünü aramaktadır (ILO, 2006, paragraf 581). ILO, “istisna” niteliğinde olduğu için “zorunlu / temel hizmet” kavramının dar anlamda yorumlanması gereğine işaret etmektedir (ILO, 2006, paragraf 582-583). ILO Sendika Özgürlüğü Komitesi (SÖK) kararlarında zorunlu olan ve olmayan hizmetler ile grev kısıtlama ve / veya yasakları kapsamına alınabilecek kişiler konusunda örnekler vermektedir. Komiteye göre hastane sektörü, elektrik hizmetleri, su sağlama hizmetleri, polis ve silahlı kuvvetler, itfaiye hizmetleri, cezaevi hizmetleri, “hava trafik kontrolü” zorunlu / temel hizmetler arasında sayılabilir ve buralarda grev hakkı
sınırlanabilir.
Denetim
organlarınca
sayılan
bu
hizmetler,
grevin
kısıtlanabileceği ya da yasaklanabileceği “temel hizmetler” kavramının tanımını somutlaştırmaktadır. Bu hizmetler arasında bulunan “hava trafik kontrolü” hizmetleri, yasal düzenlemeyle grev yasağı getirilen ve 10.11.1983 tarihli ve 83/7376 sayılı BKK ile yürürlüğe giren İşkolları Tüzüğüne göre, “hava ve havacılığın yer ve yerüstü işleri ile 21
hava taşıtlarında yapılan her türlü işler ve uçakla ilaçlama işleri.”nden oluşan, bu yanıyla da havacılık hizmetlerinin tümünde görev yapan Apron İşçisi, Operatör, Bilet Satış Memuru, Yolcu Hizmetleri Memuru, Kargo Memuru, Uzman, Dispeçer, Teknisyen, Uçak Bakım Teknisyeni, Mühendis, Kabin Memuru, Pilot gibi uçuş emniyetinin asli unsuru olan mesleklerin tamamını kapsayan “havacılık hizmetleri”nin çok küçük bir bölümünü içermektedir. Bu bağlamda, hava trafiğinin kontrolüne ilişkin olmayan havacılık hizmetlerinde “genel” bir grev yasağı getirilmesi, 87 sayılı sözleşmeye ve denetim organlarının yerleşik kararlarına açıkça aykırıdır. Kaldı ki, Sendika Özgürlüğü Komitesi, uluslararası havayollarında çalışan işçilerin grev hakkının korunmasına özel bir önem atfetmektedir: “244. The prohibition of trade union activities in international airlines constitutes a serious violation of freedom of association.” (s: 51). “244. Uluslar arası havayollarında sendikal faaliyetlerin yasaklanması örgütlenme özgürlüğünün ciddi ihlalini teşkil eder.” Uluslararası hukuk açısından durum açık ve tartışmasızdır: Havacılık sektöründe grev yasaklanamaz. Kesin ve toptan yasak, sendika özgürlüğünün uluslararası ilke ve kurallarıyla bağdaşmaz. Türkiye, Anayasa’nın öngördüğü koşulları yerine getirerek birbirinin ikizi sayılan 87 ve 98 sayılı sözleşmeleri onaylayıp hukuksal yükümlülük üstlenmiştir. Bu yükümlülük gereği olarak, iç hukukunda bu sözleşmelere ve denetim organlarının yerleşik kararlarına uymak zorundadır. Oysa Siyasal İktidar TBMM’deki çoğunluğuna dayanarak, Anayasa’nın onaylanan insan hakları sözleşmeleri ile yasalar arasında uyuşmazlık / çelişki bulunması durumunda sözleşmelerin “esas alınmasını”, yani yasalara üstün tutularak öncelikle uygulanmasını zorunlu tutan 90 ncı maddesini açıkça çiğneyen bir yasa kabul ederek havacılık sektörüne genel bir grev yasağı getirmiştir. Üstelik bu yasal düzenleme, biçimsel olarak hukuksuz olmanın ötesinde, içerik olarak da hukuksuzdur. Sivil havacılık sektörüne grev yasağı getiren Kanun Teklifinin gerekçesi, grev hakkı konusunda çok yanlış ve ILO prensiplerine tamamen ters düşen bir bakış açısına sahiptir.
22
Kanun Teklifinin gerekçesinde havacılık sektöründe grev yasağı küresel rekabete dayandırılmaktadır. Diğer bir deyişle havacılık sektöründe grev ekonomik gerekçelerle yasaklanmaktadır. Bu kendi içinde tutarsız bir gerekçedir çünkü grevin özü zaten ekonomik etkisinin olmasıdır. Ekonomik gerekçeyle grev yasaklamak grev hakkını tanımamak anlamına gelmektedir. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde ekonomik gerekçeyle grev yasaklanmamaktadır ve böyle bir yasaklama aynı zamanda haksız rekabet anlamına da gelmektedir. Kaldı ki, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek amacıyla çalışanlara ve sendikalarına tanınan grev hakkının Uluslararası İnsan Hakları Hukukundaki güvencesi yalnızca ILO sözleşmeleri değildir. Aynı zamanda, Türkiye’nin onayladığı Avrupa İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (AİHS) 11 nci maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu maddeye dayanarak verdiği kararlara da aykırıdır. AİHM, Türkiye’ye karşı yapılan bireysel başvurularda verdiği kararlarında, “kamu görevlileri”nin grev ve toplu eylem haklarının 11 nci maddenin güvencesi altında olduğunu belirtmiştir. AİHM, 17 Temmuz 2008 tarihli “Urcan ve diğerleri” kararında; 10’u Eğitim-Sen üyesi olan 11 başvuranın, KESK’in 1 Aralık 2000 tarihinde düzenlediği bir günlük ulusal grev (iş bırakma) eylemine -İzmir’de- katılmaları nedeniyle uygulanan yaptırımların “sendika özgürlüğü hakkına bir karışma” oluşturduğu sonucuna varmıştır (paragraf 25). Bu kararın önemi, grev hakkı ile sendika özgürlüğü hakkı arasındaki yaşamsal bağlantıyı, yani sendikal hakların bölünmezliği ilkesini de vurgulamış olmasıdır. AİHM’nin 21 Nisan 2009 tarihli “Enerji Yapı-Yol Sen” kararına göre de; AİHS, “ulusal mevzuatın sendikalara, 11. maddeye aykırı olmayan koşullara göre, üyelerinin çıkarlarını savunmak amacıyla mücadele etme olanağı tanımasını gerektirir. Bir sendikaya sesini duyurma olanağı veren grev, sendikanın üyeleri için çıkarlarının korunmasında önemli bir yön (öğe) oluşturur.” AİHM
bu
görüşünü,
onaylanmış
olup
olmaması
yönünden
ayrım
gözetmeksizin, ILO denetim organlarının kararları, 87 sayılı Sözleşme ve Sosyal Şart ile de şöyle desteklemiştir:
23
“Mahkeme aynı zamanda, grev hakkının, 87 sayılı sendika özgürlüğü ve sendika hakkının korunması sözleşmesinin koruduğu sendikal örgütlenme hakkının ayrılmaz bir parçası olarak UÇÖ denetim organlarınca da tanındığını not eder. Mahkeme anımsatır ki, Avrupa Sosyal Şartı da, grev hakkını toplu pazarlık hakkının gerçek kullanımını sağlamanın bir aracı olarak tanımaktadır” (parag. 24). “…Or ce qu'exige la Convention, c'est que la législation permette aux syndicats, selon les modalités non contraires à l'article 11, de lutter pour la défense des intérêts de leurs membres (…). La grève, qui permet à un syndicat de faire entendre sa voix, constitue un aspect important pour les membres d'un syndicat dans la protection de leurs intérêts (…). La Cour note également que le droit de grève est reconnu par les organes de contrôle de l'Organisation internationale du travail (OIT) comme le corollaire indissociable du droit d'association syndicale protégé par la Convention C87 de l'OIT sur la liberté syndicale et la protection du droit syndical (pour la prise en compte par la Cour des éléments de droit international autres que la Convention, voir Demir et Baykara, précité). Elle rappelle que la Charte sociale européenne reconnaît aussi le droit de grève comme un moyen d'assurer l'exercice effectif du droit de négociation collective. Partant, la Cour rejette l'exception du Gouvernement” (parag. 24). Bir günlük grev eylemine katılan sendika üyelerine disiplin cezası verilmesiyle gerçekleşen sendika özgürlüğü hakkına devlet “müdahalesi”nin 11. maddenin ihlalini oluşturduğunu kabul eden Mahkeme, kısıtlamaların haklılığını üç koşul temelinde incelemiş; bu müdahalenin madde 11/2 anlamında “meşru bir amaç” taşıdığından kuşku duyduğunu belirtmiştir. “Pellegrin”, “Ezelin”, “Urcan ve diğerleri” ile “Karaçay” kararlarına yollamalarda bulunan AİHM, grev hakkına ilişkin yerleşiklik kazanan görüşlerini şöyle yinelemiştir: “Mahkeme, grev hakkının mutlak bir nitelik taşımadığını tanır. Grev hakkı, bazı koşullara bağlı tutulabilir ve bazı koşullara konu olabilir. Böylece sendika özgürlüğü ilkesi, devlet adına otorite işlevleri yerine getiren memurların grev hakkının yasaklanması ile bağdaşabilir. Bununla birlikte, grev hakkının yasaklanması bazı memur kategorilerini ilgilendirebilirse de, bu davada olduğu gibi genel olarak memurlara ya da devletin ticari ya da sınai 24
işletmelerindeki kamu çalışanlarına yaygınlaştırılamaz. Böylece, grev hakkına getirilen yasal kısıtlamaların, ilgili memur kategorilerini olabildiğince açık ve dar olmak üzere belirlemesi gerekir. (Oysa) dava konusu Başbakanlık genelgesi, sözleşmenin 11/2. maddesinde sayılan amaçların gereklerini karşılaştırmaya başvurmaksızın grev hakkını mutlak biçimde tüm memurlar için yasaklayan genel bir dille kaleme alınmıştır. (…) Başvuran sendikanın yönetim kurulu üyeleri bu eylem gününe katılmakla, yalnızca barışçı toplantı özgürlüklerini kullanmışlardır. Oysa kendilerine dava konusu genelgeye dayanarak disiplin yaptırımları uygulanmıştır. Mahkeme bu yaptırımların, sendikaların üyelerini ve meşru (yasal) olarak böyle bir grev gününe ya da üyelerinin çıkarlarını korumayı amaçlayan eylemlere katılması sağlanmak istenen başka her kişiyi caydırıcı nitelik taşıdığını düşünmektedir” (parag. 32). “1. La Cour reconnait que le droit de grève n'a pas de caractère absolu. Il peut être soumis à certaines conditions et faire l'objet de certaines restrictions. Ainsi, le principe de la liberté syndicale peut être compatible avec l'interdiction du droit de grève des fonctionnaires exerçant des fonctions d'autorité au nom de l'Etat. Toutefois, si l'interdiction du droit de grève peut concerner certaines catégories de fonctionnaires (voir, mutatis mutandis, Pellegrin c. France [GC], no 28541/95, §§ 64–67, CEDH 1999-VIII), elle ne peut pas s'étendre aux fonctionnaires en général, comme en l'espèce, ou aux travailleurs publics des entreprises commerciales ou industrielles de l'Etat. Ainsi, les restrictions légales au droit de grève devraient définir aussi clairement et étroitement que possible les catégories de fonctionnaires concernées. De l'avis de la Cour, en l'espèce, la circulaire litigieuse était rédigée en des termes généraux qui interdisaient de manière absolue à tous les fonctionnaires le droit de grève, sans procéder à une mise en balance des impératifs des fins énumérées au paragraphe 2 de l'article 11 de la Convention. En outre, la Cour note que rien n'indique dans le dossier que la journée d'action nationale du 18 avril 1996 eût été interdite. L'interdiction posée par la circulaire ne concernait que la participation des fonctionnaires à cette journée d'action. En se joignant à celle-ci, les membres du conseil d'administration du syndicat requérant n'ont fait qu'user de leur liberté de réunion pacifique (Ezelin c. France, arrêt du 26 avril 1991, § 41, série A 25
no 202). Or ils se sont vu infliger des sanctions disciplinaires sur le fondement de la circulaire incriminée (paragraphe 9 ci-dessus). La Cour considère que ces sanctions sont de nature à dissuader les membres de syndicats et toute autre personne souhaitant le faire de participer légitimement à une telle journée de grève ou à des actions visant à la défense des intérêts de leurs affiliés (Urcan et autres, précité, § 34, et Karaçay c. Turquie, no 6615/03, §.)” Mahkeme, hükümetin genelgeyle getirilen kısıtlamanın demokratik bir toplum
için
zorunlu
olduğunu
kanıtlamadığını
ekleyerek,
Başbakanlık
Genelgesinin kabul edilmesi ve uygulanmasının “zorunlu bir sosyal gereksinimi” karşılamadığı ve başvuran sendikanın Sözleşme’nin 11. maddesinde tanınan haklardan
gerçekten
yararlanmasına
orantısız
biçimde
zarar
verildiği
ve
güvencesinde olduğu bu maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu bağlamda, “Havacılık hizmetleri”nin grev yasağı kapsamına alınması, ILO’nun 87 ve 98 sayılı Sözleşmeleri ile Örgütlenme/Sendika Özgürlüğü Komitesi ve Uzmanlar Komitesi prensip ve içtihatları ve ayrıca Avrupa İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 11 nci maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyle bağdaşmadığından, Anayasanın 90 ncı maddesine aykırıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, 31.05.2012 tarihli ve 6321 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 1 nci maddesiyle 05.05.1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 29 ncu maddesinin birinci fıkrasına eklenen, “6. Havacılık hizmetlerinde.” bendi, Anayasanın 2 nci, 5 nci, 6 ncı, 10 ncu, 13 ncü, 15 nci, 54 ncü ve 90 ncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ Hava-İş Sendikası ile THY A.O. Toplu İş Sözleşmesi masasındadır. İşçilerin ekonomik ve sosyal hakları ile uçuş emniyetinin sağlanması ve tüketici haklarının korunması hususlarında Sendikanın haklı taleplerini karşılamaktan imtina eden THY A.O. Yönetimi, aileleri ile birlikte 50 bin kişinin anayasal ve demokratik hakkı olan toplu iş sözleşmesini resmi arabulucuya itiraz ederek engellemeye çalışmıştır. 01.01.2011 tarihinden geçerli olacak bu sözleşme tam 18 aydır işverence engellenmektedir. 26
THY A.O. işvereni yetki tespiti dışında 23. Dönem Toplu İş Sözleşmesi sürecinde, Devletin resmi kurumlarınca yürütülen, Hava-İş Sendikasının hiçbir dahli olmayan prosedür işlemlerine de itiraz etmiştir. THY A.O., Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ilgili Bölge Müdürlüğünce Toplu İş Sözleşmesi sürecinin Resmi Arabulucu atanması işlemi esnasında önce Bakırköy 5. İş Mahkemesine itiraz ederek işlemi TEDBİREN DURDURMA kararı aldırmış, ancak Hava-İş Sendikası bu kararı kısa sürede kaldırtarak sürecin kesintiye uğramasını önlemiştir. İşveren buna rağmen Mahkeme dosyasını yürüterek yetkili Mahkeme olan İstanbul 11. İş Mahkemesine havale ettirdiği gibi, ayrıca yine İstanbul 7. İş Mahkemesinde yeni bir dava daha açarak RESMİ ARABULUCU işlemlerinin TEDBİREN DURDURULMASI yönünde talepte bulunmuştur. Yürütülen bu davalar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına karşı açıldığı için Hava-İş Sendikasına herhangi bir tebligat gelmemiş, Sendika bu girişimlere sonradan müdahil olabilmiştir. İstanbul 11. İş Mahkemesi, THY A.O. İşvereninin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Resmi Arabulucu atama işlemini TEDBİREN Durdurma kararı vermiş ve bu karar Hava-İş Sendikasının itirazı üzerine aynı Mahkemece kaldırılmıştır. İşverenin İstanbul 7. İş Mahkemesine açtığı dava ise esastan reddedilmiş ve tedbiren durdurma kararı verilmemiştir. Tüm bu engellemeler aşıldıktan sonra Resmi Arabulucu Raporu Hava-İş Sendikasına 1 ay gecikme ile 30.05.2011 tarihinde tebliğ edilmiştir. Tam bu esnada 31.05.2012 tarihli ve 6321 sayılı Kanunun 1 nci maddesiyle “Havacılık hizmetleri” grev yasağı kapsamına alınmıştır. Havacılık hizmetlerine, Anayasaya, ILO’nun 87 ve 98 nolu sözleşmelerine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olarak grev yasağını protesto eylemlerine katılan 305 işçinin iş akitlerini THY A.O. haksız ve hukuksuz bir şekilde feshetmiştir. Toplu İş Sözleşmesi aşamasında Havacılık hizmetlerine grev yasağı getirilmesi, Hava Taşımacılığı İşkolunda çalışan ve aileleri ile birlikte 50 bin kişiye ulaşan toplumun geniş bir kesiminin insan onuruna yakışır bir gelir seviyesinde refah, mutluluk ve huzur içinde yaşamaları olanağını ortadan kaldırarak ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlarının doğmasına neden olmuştur. Ayrıca grev yasağı getirilmesinden dolayı 305 emekçinin iş akitlerinin hukuksuz bir şekilde feshedilerek
27
bu kişilerin işsiz, gelirsiz ve güvencesiz bırakılması kişileri doğrudan zarar ve ziyana sokmuştur. İptali istenen düzenleme yürürlükte kaldığı sürece, hava taşımacılığı işkolunda çalışanların ve işten atılanların ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlarının süreceği apaçık bir gerçektir. Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması,
hukuk devleti olmanın
en
önemli gerekleri arasında
sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedelemektedir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM 03.06.2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 31.05.2012 tarihli ve 6321 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un; 1) 1 nci maddesiyle 05.05.1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 29 ncu maddesinin birinci fıkrasına eklenen, “6. Havacılık hizmetlerinde.” bendi, Anayasanın 2 nci, 5 nci, 6 ncı, 10 ncu, 13 ncü, 15 nci, 54 ncü ve 90 ncı maddelerine; Aykırı olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.
M. Akif HAMZAÇEBİ
E. Ülker TARHAN
İstanbul Milletvekili
Ankara Milletvekili 28
EK襤: ILO, Freedom of Association- Digest of decisions and principles of the Freedom of Association Committee of the Governing Body of the ILO, Fifty (revised) edition 2006, Internat覺onal Labour Off覺ce Geneva
29