Agos, April 2014

Page 1

AGOS

KÜLTÜR - SANAT

24

18 NİSAN 2014

‘Acı çeken tek halk Ermeniler değil’ LORA SARI

Silvina Der-Meguerditchian FOTOĞRAF • BERGE ARABIAN

lorasari@agos.com.tr

‘Türkçe öğrenmekten yıllarca korktum’

Sanatçı Silvina Der-Meguerditchian’ın ‘Yeri Olmayan Bellek’ başlıklı sergisi, 19 Nisan – 25 Mayıs tarihleri arasında Depo’da gösterilecek. Sergide ağırlıklı olarak, sanatçının Tarihçi Vahé Tachjian ile birlikte 2011’de başlattıkları, Osmanlı Ermenilerinin Anadolu’nun çeşitli yerleşimlerindeki sosyal ve kültürel yaşamlarını hatırlatmaya yönelik bir proje olan Houshamadyan’ın koleksiyonundan parçalar yer alıyor. İstanbul’da ikinci kişisel sergisini yapacak olan Silvina Der-Meguerditchian’la ailesinin geçmişini ve sergiyi konuştuk. • Avrupa’da yaşayan Güney Amerikalı bir sanatçı olarak, Ermeni kimliğinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Çalışmalarımda Ermeni kimliğiyle ilgileniyorum ama başka kimlikleri de benliğimin bir parçası haline getirmeme izin veren, geçirgen bir kimlik bu. Geleneksel ve tutucu değil. Ermeniliğin bir parçası olan göçmenliğin bize çok şey kattığını düşünüyorum. İşlerimde de, zayıf noktamız olarak görünen yersiz-yurtsuz olma durumunu, güçlü yanımız haline getirmeye çalışıyorum. Geride bıraktığımız ölülerimizi unutmamak için bilgi akışını sağlamak ve sanat aracılığıyla onları yaşatma çabası içindeyim. Ermenilik, kaybolmasından korkup bir kutu içinde sakladığımız bir şey olmamalı. Çağdaş toplumlarda, kimse artık ulus mantığıyla yaşamıyor. Toplumların ve kültürlerin melezleştiği bir zamanda, Ermeniler için en önemli şey kimliğimiz ve ulusumuz olmamalı. Tüm bunlara rağmen, ırkçılık dünyanın her yerinde yaşanıyor ve bir Ermeni bebeğin de, acı çeken tek halkın Ermenilerin olmadığını bilerek büyümesi çok önemli. • Vahé Tachjian’la birlikte yürüttüğünüz Houshamadyan projesi, tarih ile sanatı bir araya getiri-

yor. Bunu nasıl mümkün kılıyorsunuz? Houshamadyan projesi sayesinde tarihin sadece geriye dönük çalışılması gerekmediğini, bunun çağdaş ve geleceğe dönük de yapılabileceğini göstermek istedik. Tarihsel verilere verdiğimiz yeni sanatsal formlar, bu bilgilerin bugünün toplumuna ulaşmasına yardımcı oluyor. • Bu sanatsal formlar nasıl ortaya çıkıyor? Projede ağırlıklı olarak sözlü tarih çalışması yürütüyoruz. Ermenilerin günlük hayatlarına, yaşadıkları yerlere, kültürlerine ilişkin anlatılarını topluyoruz. Osmanlı Ermenilerinin yaşamlarına dair fotoğraf bulabilmek neredeyse imkânsız; bulabildiklerimiz de kötü durumda oluyor. Elimize geçen görsel verilerin her biri, bir iz anlamına geliyor. Projedeki görevim, bu fotoğrafları yeniden yapılandırarak, geçmişi anlaşılabilir, görülebilir kılmak. Edindiğimiz anlatılardan, objelerden, fotoğraflardan yola çıkarak dönemi yeniden canlandırmaya çalışıyorum. Yani bu sadece bir fotoğrafın değil, tarihin de restorasyonu. Diyelim ki elimizde Harputlu çocukların fotoğrafları var. Üzerlerindeki kıyafetlere bakarak ve hatıratlarda yer alan olayları, mekânları göz önün-

Başlarken “Evvel zaman içinde ve ne güzel evvel zamanlardı onlar bir küçük mööinek varmış yoldan aşağı inen ve yoldan aşağı inen bu küçük mööinek tuku bebek adında cici bir küçük çocuğa rastlamış...” James Joyce, ‘Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’ne bu sözlerle başlar (Murat Belge çevirisi.) Herkesin, hepimizin çocukluğu, evvel zamanları güzeldir. Yok yoksul da olsak, kırda sokakta da büyüsek, çoğun, tatlı anılar da bizimle büyür. Bütün çocuklar o sorunsuz, sorumsuz, neşeli günleri ömür boyu anar, yaşarlar. Ama acaba öyle mi? Öyle güzel günler midir yaşadıkları? Hepsinin, her çocuğun yaşadığı? Örnekse, 1895’te, 1909’da, 1915’te çocuklar gamsız tasasız, güzel günlerde mi yaşamışlardır? O nedenle mi şiirde Ապրէ՛ք երեխէք, բայց մեզ պես չապրէք (“Abrek yerekhek payts mez bes çabrek”; yaşayın, ömrünüz uzun olsun çocuklar, lakin bizimki gibi olmasın.) demiştir Hovhannes Tumanyan? Son 30 yılda Doğu-Güneydoğu’da çocuklar öyle mi yaşadılar? Bunu 1937’nin Dersim çocuklarına sorabilir miyiz? 1942’nin babaları Aşkale’ye gönderilen çocuklarına sorabilir miyiz? Bunu, örneğin, Çorum’un,

de bulundurarak, Harput’un gündelik hayatını gösteren bir illüstrasyon yapıyorum. Ya da 1917-18’de Maraş’taki bir kız lisesinde çekilmiş sınıf fotoğrafından yola çıkarak, bu öğrenciler arasında yaşanması muhtemel diyalogları kaleme alıyoruz Vahé’yle. Fo-

toğrafları bu şekilde hikâyeleştirdikten sonra, animasyon filmlerini yapıyorum. • Sergide nasıl işlere yer verdiniz? Sergide dört animasyon filmi göreceksiniz. Bunun yanında, 1935’te, Palu’daki bir ailenin yaptığı piknik gezisi ve

aynı ailenin, 60’lı yıllarda çekilmiş bir düğün filmi de var. Houshamadyan Koleksiyonu’ndan birkaç obje ve fotoğraf da kullanıyoruz. 10 yıldan uzun bir süredir üzerinde çalıştığım eski fotoğrafları, objeleri kullanarak ördüğüm dört halı da sergide yer alacak.

Ailemin bir kısmı Sivaslı, diğer kısmı ise Maraşlı ve Antepli. Büyükannem önce Halep’e, ardından Beyrut’a gitmiş ve son olarak, Paris üzerinden Arjantin’e geçmiş. Arjantin’de, Ermenilerin içinde büyüdüm. Önce Surp Krikor Lusavoriç, sonrasında Mıhitaryan Okulu’nda okudum. 20 yaşımda, sanat eğitimi almak için Berlin’e gittim ve o günden beri de Berlin’de yaşıyorum. Büyükannem ve kız kardeşi, yetimdiler, Sivaslıydılar... Aileden yalnızca ikisi kurtulmuş. Büyükannem Ağavni Türk, kardeşiyse Kürt bir aileye verilmiş. Sonrasında Ermeni yetimhanesine geçiyorlar ve amcaları onları yetimhaneden kurtarıyor. Büyükannem Paris’e gidiyor, kardeşiyse Boston’a. Maraşlı dedemle büyükannem, Paris’te tanışmışlar ve birlikte Arjantin’e göçmüşler.

Büyükbabam, 1915’ten önce, dört yaşındayken Hamidiye Alayları’nın katliamları sırasında evleri basılmış ve dolabın içine saklanarak kurtulmuş. Babası da gözünün önünde katledilmiş. Uzun yıllar Türkçe öğrenmekten korktum. Ne zaman öğrenmeye çalışsam, nedense, Türkçenin Ermenicenin yerini alacağını düşündüm. Çok uzun bir yol kat ettim bu konuda. Arjantin’deki Ermeni okulunda veya ailemde, Türklerin ‘kötü adam’ olarak tasvir edilmediğini söyleyemem. Bir insan ve bir sanatçı olarak, bu konu, benim için hep bir çatışma konusuydu. Zamanla Türklere karşı kendi fikrimi oluşturmaya, onları tanıyıp sevmeye çalıştım, Türkiye’deki kültürle güçlü bir bağım oluştu zamanla. Zaten bu kültürün bir parçası olmadığımı düşünmek saçma olurdu.

Galeri Birzamanlar’dan merhaba aklaşık on yıldır, yayımladığı kitapların yanı sıra, düzenlediği sergiler ve toplantılarla da, Türkiye’nin geçmişindeki kültürel çeşitliliğe ışık tutan Birzamanlar Yayıncılık, 23 Nisan’da Galeri Birzamanlar adıyla yeni bir sergi mekânı açıyor. Osman Köker’in küratörlüğünde faaliyet gösterecek olan galeride, hemen her ay yeni bir sergi açılacak ve ayda iki ya da üç kez paneller, sunumlar, film gösterimleri ve okur-yazar buluşmaları düzenlenecek. Galeride açılacak olan ilk sergi, ‘Bir Zamanlar Antakya, İskenderun ve Musa Dağı’ başlığını taşıyor. Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonu’ndan kartpostal, fotoğraf, kitap ve diğer objelerin yer aldığı sergi, bugün ‘Hatay’ olarak adlandırılan şehirde Osmanlı döneminde nasıl bir kültürel çeşitlilik bulunduğunu ve bunun hangi süreçlerle silindiğini gözler önüne seriyor. İskenderun, Antakya, Kırıkhan ve Musa Dağı Ermenilerinin tarihi, sergide öne çıkıyor. Birzamanlar Yayıncılık, bu sergiye paralel ola-

Y

Musa Dağı’nda ki Ermeni Köyü’nden bin yıllık bir çınar ağacı.

Maraş’ın, Sivas’ın taşınmaz acılarla yüklü çocuklarına sorabilir miyiz? Belki... Ama örneğin Roboski’nin çocukluğunu yaşayamadan param parça edilmiş çocuklarına soramayız artık. 12 yaşındaki vücuduna 13 kurşun saplanmış o çocuğa, 16 kilo kalmış bedeni yüz binlerin omzuna sığmayan, ağır gelen öbür çocuğa soramayız. Bu ülke hiç bir zaman mööineklerin dağdan aşağı inerken cici bebeklerle karşılaştığı bir ülke olmadı. Buna imkân da, izin de verilmedi. Yeni de değil, köklü bir gelenektir bu devlette. İşte tanıtı: Ya ilahi ger sual etsen bana, Cevabım işbudur anda sana. Ben bana zulmeyledim ettim günah, Neyledim n’ettim sana ey padişah. Nesne eksildi mi mülkünden senin? Geçti mi ya hükmüm hükmünden senin? Rızkını yeyip seni aç mı kodum? Ya yeyip öynünü muhtaç mı kodum? Hiç Yunus’tan değdi mi sana ziyan? Sen bilirsin aşikar-ı vü nihan. Bir avuç toprağa bunca kayl-ü kaal Neye gerek, neye gerek ey kerim-i zül-celal.

Demek Yunus Emre... Demek 700 yıl önce de... Demek aynı zulüm, aynı şikâyat! ‘Geçti ömrüm yine hâlâ ben o bin dert ileyim’ şarkısının bestelendiği ülkedir burası. Aşk için elbet; ama gamla, kasavetle, acıyla yaşanan hayatlarımıza da uyar.

rak, Osman Köker’in editörlüğünde, ‘Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonu’ndan Kartpostallarla Antakya, İskenderun ve Musa Dağı Ermenileri’ başlıklı bir kitap da yayımladı. Kitapta, bölge Ermenilerinin tarihine ilişkin bilgilerin yanı sıra, 150 kadar görsel malzeme bulunuyor.

İskenderun’da gıda maddeleri satışı ve hırdavatçılık yapan Hagop Paluyan’ın resminin yer aldığı bir kartpostal.

başımı şöyle çevirince Başımı şöyle çevirince işte karşımda sokağımız. Şurda çivit boyalı duvar şurda aşı boyalı pancur şurda taş duvarı evimizin şurda binbir yamalı ahşap kapımız. Ve işte sokağın leylak ağacı: Hayatımı altüst eden koku. İleride komşu kızımız Onur: İri esmer memeleri, parlak siyah gözleriyle hayallerimize hükmeden ablamız. İşte ortası çukur, taş döşeli sokak eriyen kar sularının girdabında kurduğumuz değirmen. Ve Erciyes, her yerde Erciyes Bir büyük direnişin, bir var olma iradesinin sembolüdür Tıbrevank. Dünyaya bir başka türlü gelmenin yuvası. 8. sınıftayız. 1958-59 ders yılı. Kimya öğretmeni Oriort Şake ile. Bu arkadaşlarımdan altısı artık aramızda değil. Soldan: Jirayr, Aydın, Yervant (Saraç, -2012), Mesrob, Yervant (Balcı, -2006), Tekin, Yervant (Tırpancı), Nışan, Sımpat (-2007), Harutyun (-2005). Önde, ortada çömelmiş, Kevork, solunda Vağarşak (-1994), Murat (-2006). Oturanar, Rupen ve Nazar.

gecenin gündüzün bekçisi yerinden oynamayan dağımız. İşte babam,1000 derece ateşte demire çeliğe biçim veren ustaların ustası topal demirci. İşte annem, kapıda, akşam orda her akşam bitiveren selvi zeytin gözlerinde kaygının yeşil gölgesi

(Zaten baştaki sözler de mutlu mesut bir öykünün değil, romanda küçük Stephen Dedalus’a babasının anlattığı bir masalın girişidir.) Ama ben dönüp baktığımda neler gördüğümü Agos’ta müzikle, şiirle, sanat ve edebiyatla iç içe yazmaya uğraşırken dikkat edeceğim. Kültür, tüketildikçe büyüyen, çoğalan değerdir; kültüre sanata kıyısından köşesinden bulaşarak, dünün ve günün zifiri karanlığına mümkün mertebe bulanmadan, yaşadığım yolculuğu ışığı, aydınlığı, yürek ısıtan anılarıyla paylaşmaya çalışacağım. Niyetim tayyib; lakin fiiliyatta bu her zaman öyle olmuyor, mümkün olmuyor, biliyorsunuz. Kolay iş değil... Hadi bakalım, rastgele.

yolunu gözleyen babamın. İşte ablalarım, güneşten hemen şimdi inmiş üç genç kız. İşte abim, seyrek sarı saçları, güleç mavi gözleri en çok kendisine takılmaya hazır muzip demirci. Sokak böyle gider. yüz kadar yaşayanı yığınla öyküsüyle. Başımı şöyle çevirince sokak her sokak gibi büyür gider. Yolu açık olsun. nazarbuyum@agos.com.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.