-HYPNOS FANZİN-
HYPNOS
FANZIN 6.SAYI covid-19 özel
hypnosfanzin@gmail.com
1
Yazarlar Fürug Kırlangıç Kafka Hortlagı Koba Insan Damarlı Çiçeksiz Mahlas Sıkıldım Dediydi Dersiniz The Mistokles Karanfil Lorisidae Günes Medusa
Çizerler Fürug Lepistes The Mistokles Damarlı Çiçeksiz Mansifan
2
-HYPNOS FANZİN-
Evet sevgili okurlar çok ilginç bir sey oldu. Bir önceki sayı üzerinden 6 ay geçmeden yeni bir sayıyla iste buradayız. Ne alaka dimi? Valla bizde saskınız. Korona, sosyal mesafe, sokaga çıkma yasagı derken. Bunaldıkta bunaldık. Yazar ve çizerlerimizden Furug, ani bir darbe girisimiyle editörlügü ele alıp terör estirdi. Kafamıza silah dayayarak, çizimler, metinler yazdırdı. Iyi de yaptı. Su izole günlerde, herkes baska yerlerde falan derken. Yine de yeni bir sayı çıkarmayı basardık. Yeni seslerimiz, yeni gözlerimiz var. Hepsine selam. Bu sayı için ayrıca bir tema belirlerdik! ‘Iyilesmek ve Yeniden Dogus’ Her telden çaldık bu sayıda kim nasıl iyilesiyorsa öyle iyilessin diye. Neyse lafı uzatmadan, sizi hypnos corona özel sayımızla basbasa bırakıyoruz. Not : Mail falan atın ya, bu ne sessizlik. Sagır olduk.
3
-HYPNOS FANZİN-
Yaşama Tutunmanın Birkaç Alt Başlığı Uykunun bir harp olması garip bir denklem. Ya da gece içtiğim o küçük hapın üzerimde böyle etkiler bırakması... İlk gençliğimi hatırlıyorum; doktor çıkışı ekşi sözlüğe girip ‘Bu hapı içersem ne olur sorularımı yani. Xanax, Zestat, Desryel hepsini test etmişim bünyemde. -Her seferinde değişen o doktorların“Aaa bu sefer de bunu deneyelim” dediği, bir hap deneme yolundayım. O kadar bıkmışım ki bu sefer okumayacağım hiçbir şey diyorum bu sefer psikolojik etkilerini kenara bırakıp kimyasalın beynime olan etkilerini gözlemliyorum. Aslında biraz şanslı bile sayılabilirim. Kimin uyumak üzerine söyleyeceği bu kadar çok şey vardır ki? Buldum. O kadının var... Tezer Özlü “Hayatımda hiçbir şeyi uykuyu beklediğim kadar beklemedim.” demiş. Yatağın kenarında bir raf, yerde minderler üzerinde yatıyorum, uyumaya çalışıyorum, arkada ise bir ninni, İngilizce tabi, kitaplığın üzerinde ise bir koala. Eee Küçük Mor bu, ne işi var burada? Şimdi alsam bunu, benim mi bu? Ama öğretmenler var. Hem de üç tane alamam ki, ya çaldım sanırlarsa? Ama benim Küçük Mor’um bu, benim en sevdiğim ayıcığım. Koalam. Vefa bilen biri sonuçta tabii ki, o sinsi gözleriyle bakan sarı tavşan gibi de değil ayrıca. Yalnız kaldığımızda hep olay çıkartıyor o tavşan, geçen gün “Canım elma çekti.” diye tutturdu ben de elma yiyorum -her gün bir yeşil elma yemek zorundayım annem yüzünden- kaşığı aldığım gibi biraz ezip yedirdim. Yutmadı elmayı inanır mısınız? Elma da yapışınca leke bırakıyormuş ben nereden bileyim. Yediğim azarın haddi hesabı yok. Küçüklüğümden beri anlayamam leke neden problem olur insanlara. Canı çekmiş yedirdim işte. Hem o sinsi tavşan istemedi mi yemek? Atarız makinaya. Ama Küçük Mor öyle mi? Bir suç varsa Küçük Mor üstlenir, bilir çünkü kimse ona kızamaz. Ayı o tavşan öyle mi ama evi damı yedi doymadı namussuz. Neyse...
“Öğretmenim koalam burda kalmış da.” “Evet al bakalım.”
4
-HYPNOS FANZİN-
Ulan hayat bu kadar basit bir yer miydi? İstedim benim zaten biliyorlar. Saf mıyım ben? Bir gram uyumadım uyku saatinde Küçük Mor’la bir daha kavuşamam diye, ay ben aklımı seveceğim artık. Küçük Mor bir gece benden ayrı kalmış söylediğine göre sabaha kadar ağlamış. Biliyor musunuz? Kreşlerin ışıkları gece söndürülüyormuş. Nasıl yani? E Gülrengi Öğretmen korkmuyor mu geceleri? Karanlıkta biz gittikten sonra ne yapacak? Canı sıkılır. Hem bizim evde televizyon var. Kreşte televizyon yok ki? Hem o büyük, hep oyun oynamaz biliyorum. Evet evet kesin canı sıkılıyordur. Allah kahretsin saat yine 4. Ay pardon 16.00. Ee benim bugün dersim vardı. Yine gidememişim. Devamsızlık hakkım da bitmişti benim. Yine gidip “Hocam ilaçlar yüzünden uyanamıyorum.” diye yalvarmak zorundayım. Bıktım bu bela ilaçlardan ya.
Neyse bakayım Ekşi Sözlük ne demiş bu ilaca.
Bknz: İlacın cilveleri.
“Sabah üstünden tır geçmiş gibi uyanmak, saçma sapan rüyalar, 16 saat deliksiz uyku, saçma sapan bir gamsızlık…”
Füruğ
5
-HYPNOS FANZÄ°N-
6
-HYPNOS FANZİN-
Şu hayatta hiçbir şey beni bir kıyamet haberi kadar heyecanlandırmamıştır. Aynı korkuyu milyonların paylaşmasından tarifi zor bir haz duyuyorum. Hayatta kalma baskısıyka insanın yüzündeki maskenin yavaş yavaş düşüşü beni heyecanlandırıyor. Hayatta kalmak için neler yapabileceğimizi ve nelerden bir çırpıda vazgeçebileceğimizi görmek ürkütücü olduğu kadar da güzel. Sonuçta biz birtakım güdülerle kodlanmış insanlarız. Ve o kodlar kendilerini alışılmadık durumlarda ortaya seriveriyorlar. Bazılarımız soğukkanlılığını korusa da bazılarımız panik içinde. Genelde en çok panikleyenin hayatı en çok seven olduğunu söyleyebilir miyiz bilmiyorum. Fakat koşullar güçleştikçe derimizi saran soğukkanlıkık da bizi terk edecektir. İnsanlık bu gibi bir durumla ilk kez karşılaşmıyor. Daha önceki salgınlarda insanların ne noktaya geldiğini tarih bize anlatıyor. İş hayatta kalmaya gelince sanki içimizde bir canavar uyanıyor. Elbette bazılarımız mücadeleyi sonuna kadar götürmeye çalışıyor ve her gün kendine insan olduğunu hatırlatıyor. Peki kendine her gün bunu hatırlatmak zorunda olan kişi gerçekten de başarabilir mi? Gün gelir hafıza tekler, bahaneler iradeyi ele geçirir. İyi sanılan felaketin en büyüğü olur. İnsan kendini kandırır ve bunu öyle iyi yapar ki buna kendi de inanır. Ne yapmalı peki? Biz buyuz diyerek vazgeçmeli mi? Dileyen bunu yapabilir fakat bunun kolay yol olduğunu her an akılda tutmalı. Kolayı seçtiğini kendine yedirebilmeli. Ya da her birimiz gücümüzün ve irademizin yettiğince mücadeleyi bırakmamalı, bırakanı dışlamamalı, bırakmayı düşüneni anlamalıyız. Madem farklı olduğumuzu iddia ediyoruz işte bize fırsat. Ne kadar süre insan kalabiliriz?
Kafka Hortlağı
7
-HYPNOS FANZİN-
Yürüyüş
Müthiş bir iç daralmasının getirdiği yorgunluktan muzdaribim. Yorulana dek, saatlerce sokaklarda gezdim. Kulağımda defalarca tekrarlayan ‘Hüzün Kovan Kuşu’ ve beni bir an olsun yalnız bırakmayan, tek varlığım iç sıkıntım. Durmadan deli gibi koşmak istedim. Buna bile üşendim, galiba bir tembeldim. Koca koca binalardan, beni anlamıyormuş gibi bakan yığınla insandan sıkıldım. Biraz olsun nefes alabilmek istedim. Yukarı, daha yukarı, en yukarı… Çıkabildiğim en yüksek yerde buldum kendimi. Oturdum, dakikalar geçti. İçimi açmak istedim kendime. Açamadım… Kendimle hesaplaşmaya korktum ya da üşendim ve güç bulamadım diyelim.
Yürüdüm. Tekrar, yine, yeniden yürüdüm. Aşağıya bu kez, daha da aşağıya, en aşağıya. Bulduğum ilk salıncağa sarıldım. Dolunaya bakarak dakikalarca sallandım. Sanki 5 yaşındaydım. Gözlerimi kapayıp müziğin sesini daha da açtığımda uçtuğumu hissettim. Biraz daha rüzgar, biraz daha yukarı, müziğin daha da yükselen sesi… Uçabiliyor olsam böyle hissederdim muhtemelen. Kendime bu kadar yakın olup da böylesine kendimi duymadığım bir an daha olmamıştı. Her şeyin sonu salıncağımın da sonuydu. Yürüdüm, tekrar yürüdüm. Bilmediğim tüm sokaklara girdim ve kaybolmayı istedim. Daha karanlığa, daha aşağıya… Eskiden erik çaldığım, yapraklarını sevdiğim ağaçlarımı aradım. Yoktu. Ağaçlarımın yerinden topraktan yeni çıkmış ve hızla büyüyen kocaman bir bina yükseliyordu. Ah sevgili inşaat. Seninle ben belki anlaşabilirdik. Ama ben binaları hiç sevmem. Manzaramı kapatan büyük binaları da sevmem. Aslında sizleri de sevmedim. Peki kendimi? Bunu düşünürken rüzgârdan vazgeçemeyip yine yürüdüm. Evden uzaklaşsam da kendimden uzaklaşamadım. İçimdekilerin değiştiği de söylenemezdi zaten. Böyleydi. Yürüdüm. Bitti. Telefonumun şarjı bitti. Müziğim bitti. Teknolojimin olduğu kadar sıkılabiliyordum. Sıkılmalarım bile yarım kaldı. E sonrası? İyilik, güzellik tabii.
8
Kırlangıç
-HYPNOS FANZÄ°N-
9
-HYPNOS FANZİN-
Bir S.Ç.Y. Macerası
Sokağa adımımı attığımda saat öğleden sonra 1’i geçiyordu. Yakıcı bir güneş tepede, rüzgarın bile olmadığı sokakta yaprak kıpırdamıyordu. Apartmanın köşesindeydi tüm ilkbaharı birlikte olmaya adayan mahallemizin haylaz kedileri. Terkedilmiş gibi duran kentte attığım ilk adımları, kıyamet sonrası senaryolu bilgisayar oyunu karakterlerine çok yakışır diye düşündüm. Elimde siyah, büyükçe, kenarlarından sular akan bir poşet. Elbette ki öldürdüğüm canavarı dededen kalma testereyle parçalayıp poşete tıkmışım. Başka ne olabilir ki? Yumurta kabuğu, pizza artığı ve bilimum ev atığı olacak değil ya? Apartmanın devasa gölgesinden çıktığımda Nâzım’ın dizeleri geldi aklıma.
Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben… Bahtiyarım…
Gözlerimi kapatıp gözlerimi güneşe döndüğümü ve herhalde bu halimin fazlasıyla komik olduğunu komşumun 5 yaşındaki kızının gülerek beni izlediğini farkettiğimde anladım. Gariptir, yetişkin biri sizi gülerek izlese “Ne bakıyorsunuz beyefendi/hanımefendi” diyebilir ya da koşarak uzaklaşabilirsiniz. Ama aynı şeyi 5 yaşındaki bir kız çocuğu yapınca gülümsemekte hatta dilinizi çıkarıp, elinizi burnunuza yapıştırıp nanik yapmakta bile özgür olursunuz. Bunu yetişkinlere de yapsak ya? Yarından sonra ilk iş mutlaka! Ama dikkat edin nanik yaparken başka bir yetişkine yakalanmayın. Zira bu bir çocuğa yapıldığında bile diğer yetişkinlere yakalanmak için sıkıntılı bir harekettir.
10
-HYPNOS FANZİN-
Nereden mi biliyorum? Karşılıklı naniğimiz ufaklığın annesine yakalandığı sırada naniği biraz abartıp iki elimi kulaklarımın etrafında sallıyor olabilirim. Ama bu kimseye bana deli galiba bakışı atma hakkını vermez. Ellerimi belime koyup üstenci bir bakışla “Hem sizin akıllı olduğunuz nereden belli hanımefendi?” diyemedim tabi. Kendileri hemen cebime daldılar. Bu sırada da içinde muhtemelen parçaladığım canavarın parçaları olduğu poşetten akan suyla pantalonum biraz batmış olabilir.
Neyse bu başka bir zamanın konusu zaten pantalonun halini de eve döndükten çok sonra farketmiştim. Ellerin cebe dalması ilginçtir çoğunlukla başın öne eğilmesi ya da göğe çekilmesi ve hayta adım marşı da birlikte getirir. Tabi bu örnekte baş gökte değil önde. Hayta adım marş ne diyenler olduğunu duyumsuyorum. Yavaş bir melodiyle ıslık çalarak bir odadan diğerine gitmeyi deneyin lütfen. Ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Hayta adımlarla ne kadar gittim bilinmez ama “Acaba ufaklığın annesi içeri girdi mi yoksa hâlâ deli diye bana mı bakıyor?” diye arkama baktığımda çoktan varmam gereken yere gelmiştim.
Sokağa çıkma yasağında sokağa çıkmak hem de büyük bir görev için! Varmam gereken yere geldiğimde önce sağı solu kolaçan ettim. Sonra siyah, büyükçe, kenarlarından sular akan poşeti hızla fırlattım. Poşetin fırlatılmasıyla birlikte “Miyaaavvv” diye fırladı kedi özel harekat yetkileri. Sokağa çıkma yasağı olduğu için devletimizin gerçekten tüm kolluk güçlerini devreye soktuğunun farkında değildim. Ve kaçabileceğim tek yer tam 25 adım uzaktaki apartman girişiydi. Üstelik evim oradan daha da uzakta tam 50 adım mesafedeydi. Kendimi kedi özel harekat yetkililerine teslim etmem an meselesiydi ki mahallemizin sevimli kahramanı Karabaş imdadıma yetişti. Devrimci Köpekçil Faaliyet üyesi anarşist bir arkadaş olan Karabaş, kedi özel harekat yetkililerinin dikkatini çekmişti. İşte fırsat bu fırsattı. Şimdi bu harika 25 adımlık mesafeyi sabahtan beri çalıştığım Maykıl Ceksın yürüyüşü için kullanabilirdim. Ecebacı bok ye, ece bok ye, bacı bok ye, yeaaaa. Harika bir Maykıl Ceksın yürüyüşünün sonunda şarkımı da bitirip seyircilerimi selamlarken gözüm komşumun balkonuna takıldı.
- İ hi. Merhaba Perihan hanım, nasılsınız?
Koba
11
-HYPNOS FANZÄ°N-
12
-HYPNOS FANZİN-
Sağıma baktım, ölüm acısını tadanları gördüm. Soluma baktım, terkedilmiş olmanın bıraktığı eksikliğe ‘Ah!’ edenleri gördüm. Önüme baktım, zeytin suyuna banacak kuru ekmeği olmamanın gaddarlığıyla boğuşanları gördüm. Arkama baktım, evrenin büyüklüğüyle ters orantılı küçük hissetmekten yok olmakta olanları gördüm. Biz insanlar, devamlı bir boğuşma içerisindeyiz. Bir ineğin ya da sığırcık kuşunun asla tadamayacağı türden bir boğuşma. Her yeni gelen kasırganın, gideni arattığı türden bir boğuşma. Doğanın psikolojik bir doğal seçilimi belki de. Güçlü kalabilenin yoluna devam edebildiği bir boğuşma. Bazen yol arkadaşları ediniriz; bazen onlar da katılırlar kasırgaların takımına. Bireyin, mahalle maçı kıvamında “Siz çok güçlü oldunuz.” diye itiraz edebilme şansı yoktur. Zeka, insanın lanetidir. Bu boğuşmaların, kasırgaların, dev dalgaların çoğu, insanın bin yıllar içerisinde kendi kendine yarattığı beşeri sorunlardır. Hayatı bu kadar karışık bir labirent haline getirmiş olan, yine insanın kendisidir. Evren, insanın kendine yarattığı ve her birinin anlamlı olduğuna kendini ikna ettiği sorunları kadar anlamlı değildir. Çok fazla boşluk ve bu boşluğun nazarında çok az madde vardır evrende. Bir gün bizim bildiğimiz halinden çok uzaklaşacak ve bizim evrenimiz konsepti yok olacaktır. Bireyden bağımsız bu koca düzensizlik düzeninde insanın kendine yarattığı ve daha sonra içinden çıkamadığı bu dev dalgalardan kurtulmanın tek yolu olarak akıntıya teslim olmayı görürüm. Tıpkı fiziksel bir boğulmadan kurtulmak için çırpınmayı bırakmak gibi. Geçmiş, geçeli çok oldu; geleceğin gelmesine de daha çok var. Hayat, durmaktan çok uzak. Siz de onunla akmayı deneyin.
Mahlas
13
-HYPNOS FANZİN-
Artakalmak Sonsuzlukta dönüp durduran ve sonra öyle durduran his... Bağlanmaktan ölesiye korkarsın da sonunda bağlamışsındır bile. Üflediğim her dumanda bir zamanlar bana ait olanlar var, benimle olanlar... Uzun uzadıya, sıklıkla onları düşünmek mi? Asla bunu istemiyorsun; fakat bilincin her boşluğunda, esrikliğin uzamsal düzlüğünde kaybettiklerin seninle beraber kabuğu kurumayan, ıslak, cerahatli bir yara... Korkuyorsun, sokağın köşesini her döndüğünde onlar seni takip ediyor, yaranın içine acımadan parmağını sokup sokup çıkarıyor... Yaran sapsarı cerahatli, kanlı… İnsanı dehşete düşüren bir yara. Yine de bazen seviyorsun ya da acıyorsun. Acıdığın için kızıyorsun kendine. “Bağlanmayacaksın” demişti şair. Arkanı döndüğündeyse kimse yok.
Sonra bir şey fark ediyorsun. Bir umut. Onu büyütmek istiyorsun ama olmuyor. Sonunda saatlerce evinin tavanına bakıyorsun; baktığın nokta büyüyor, yaran da büyüyor. Sanki yeniden oyuluyor, başka parmaklar giriyor çıkıyor. Nefes almak istiyorsun. Yürüyorsun alabildiğine, kilometrelerce nerede olduğunu bile fark etmediğin, gecenin karanlığında kaybolana dek yürüyorsun. Nefesin içine kaçıyor. Ve onun nefesini hatırlıyorsun, kalbinin atışını… Ve artakalmaktan yoruluyorsun… Duramıyorsun… Soluk soluğa yarasa sesleri eşliğinde; Arta kalmışlığın tedirginliği, Sevginin masum çığlıkları, Gözyaşlarına dönüşüp çınarı sulamaya devam ediyor…
Uykuyla uyanıklık arasında, tarifi edilemez yerdeyim. Yaşadığım, ama aynı zamanda öldüğüm bir yerdeyim.
14
İnsan
-HYPNOS FANZÄ°N-
15
-HYPNOS FANZİN-
Yağmurlu bir ilkbahar akşamında kahvemi aldım, evde en sevdiğim koltuğa oturdum ve camdan dışarıyı izliyordum. Bir düşünce seli aldı beni ve 2-3 ay öncesine götürdü. Üniversitenin yeni dönemi başlamamıştı. Apartman şen şakraktı. Sohbetler muhabbetler dönerdi. Şimdi ise her yerde sanki bu illet hastalık var da, kapı önü sohbetlerimiz bile yok. Sadece camda sigara içerken denk gelirsek komşularla konuşuyoruz bir de çevrelerimizden duyduklarımız; şu hastaymış, bu karantinadaymış. Bütün bunlar doğayı düşündürdü bana. Bir şey yapılmalıydı artık doğa uyarı veriyordu, bize diyordu ki artık bana zarar vermeyin işler daha kötüye gidecek. Doğanın bize yaşattığı bu son olaylar bunları diyordu: “BENİ RAHAT BIRAKIN” Belki bunları bize söylemek için çok acı yöntemler seçti ama bence etkili yöntemler. Peki ne mi doğanın bu yöntemleri; İlk önce yükselen sıcaklar sonucu oluşan yangınlar vardı. Bir kıta komple alevler içerisinde kaldı. Hatırlarsınız o kıtayı değil mi ama halkı bilinçlendi. Önlem almayan devlet yetkililerine gerekli tepkiyi gösterdiler. Umarım insanlar daha da dikkatli olur ve bu yangınlara hızlı müdahale etmek için çaba gösterirler.
Sonrasında bir ülkede depremler meydana gelmeye başladı. Evet şu anda bu yazıyı okuyan okurlar biliyorlar hangi ülke olduğunu Türkiye. Şu an herkes tedirgin “Acaba biz uyurken olsa ne yapabiliriz, nasıl kurtulabiliriz bu durumdan?” Bunun çaresi yoktu biliyorduk. Ama hayatta kalabilmemiz için bir şey yapmalıydık, bazı insanlara baskılar yapmalıydık binaları daha dayanıklı hale getirmeleri için. Peki bir şey yapıyor muyduk ? Cevabı biliyorsunuz bence.
Son olarak hala içinde olduğumuz bir durum var. COVİD-19 diye adlandırılıyor. Tüm dünyayı etkisi altına aldı bir sürü insan ölüyor ve bu durum devam ediyor. Bu olan olaylar beni çok üzüyor. DÜNYA bize sesleniyor arkadaşlar: “Bana çok ZARAR veriyorsunuz. Dengem ile oynuyorsunuz.” Tüm insanlara sesleniyor bir şeyleri değiştirin artık diye.
Bunları düşünürken birden kapı çaldı. Annem, babannemlere gitmiş (Malum ülkede bazı şeyler yasak) bir ihtiyaçları var mı diye sormaya o geldi. Görüşürüz ...
16
Sıkılgan
-HYPNOS FANZÄ°N-
17
-HYPNOS FANZİN-
Peki gerçekten öyle mi?
Saat gecenin dördü. Gördüğüm bir kâbusun ardından tekrar uykuya dalamadım. Büyük ihtimal yine çok düşündüğümden böyle bir şey başıma geldi. Bu durumlarda kendimi The Good Place’deki Chidi Anagonye gibi hissediyorum. Karnıma ağrı girmesi, midemin altüst olması, vücudumun verdiği diğer tepkiler hep fazla düşünmenin eseri. Kendimi eleştirirken acımasız oluyorum. O kadar ki bu yüzden yaptığım hiçbir şey doğru gelmiyor. Sanki başka bir yol izlesem daha iyi sonuç verecekti düşüncesi beynimi esir alıyor. Her şeyi iyi yapmalıyım, her şeyde iyi olmalıyım. Sanki hata yapmak kötü bir şey ama mükemmel olmalıyım düşüncesi peşimi bırakmıyor. Mükemmel olmalıyım, mükemmel olmalısın, mükemmel.
Aslına bakarsanız yukarıda laf kalabalığı ettim. Yazdığım onca cümle konuyu mükemmel kavramına getirmekti. Mükemmel kelimesinin içinde bulunduğu ve sıklıkla kullandığım bir cümle var: Mükemmel iyinin düşmanıdır. Zamanında bir arkadaşım söylemişti. Yanlış anlaşılmasın cümle arkadaşıma ait değil. Cümleyi duyunca hemen attım hafızaya. Tekrarı gösterilen jeneriklik bir gol gibi ihtiyaç halinde çıkarıp kullanıyorum. Bu cümleyi kime söylesem çok beğeniyor. Ben de bu yazıyı yazana kadar bu cümle etrafında dönüp duruyordum. Yaptığım işlerin mükemmel olmasını istediğim için ortaya bir şey çıkaramıyor, yapmadığım, yapamadığım her olayda bir bahaneye tutunur gibi bu cümleye tutunuyordum. Peki, acaba gerçekten öyle mi? Gerçekten mükemmel iyinin düşmanı mı?
Yoksa arkasına sığındığım çok afili, çok sevdiğim bir yalan mı? Mükemmel, mükemmel bir kelime fakat kimseye bir düşmanlığı yok. Hem bir kelime nasıl düşman olabilir? Mükemmele mükemmel deyip sonra da onun üzerine düşman anlamını yüklemek tam da insana yakışır bir davranış. Hem vasat kelimesinin düşman olmasındansa mükemmel kelimesinin düşman olmasını tercih ederim. Sonuçta bir düşmanım olacaksa o da mükemmel olmalı.
18
-HYPNOS FANZİN-
Çevrede hep vasat işlerin olduğunu varsayalım. Bu durumda herhangi bir çaba sarf etmeden iyiye ulaşmak çok kolay olurdu. Daha doğrusu vasat bir adım geçildiğinde bu iyi olarak algılanırdı. “Çalıyor ama çalışıyor” buna örnek olarak verilebilir. Bir de diğer açıdan bakalım, diyelim çevremizde hep mükemmel örnekler var. Biz de bir işe başlıyor ve mükemmel olmasını hedefliyoruz. Bu uğurda yazıyor, çiziyor, okuyor, çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Olmadıysa baştan başlıyoruz. Saatleri, günleri, geceleri harcıyoruz. Süreç böyle devam ediyor. Her seferinde bir adım ileriye gidiyoruz. Sonunda amacına ulaşıp, işimizi tamamlıyoruz. Belki tamamladığımız şey mükemmel değil, belki en iyisi de değil ama bir önceki karalamalarımızdan, bir önceki taslaklarımızdan daha iyi. Bir nevi mutlu sona ulaşıyoruz. Eğer mükemmel kavramını hiç bilmeseydik vasat bize yeterli gelir, vasatı aştığımızda da memnun olurduk. Peki, mükemmele ulaşamadığımız zaman bu kavramı düşman ilan etmek ne kadar doğru? Bahaneleri bırakırsak ve mükemmeli iyiye erişmek için kullanmayı denersek mükemmel iyinin düşmanı olmaktan çıkar ve iyiyi teşvik eden bir ahbaba dönüşür. Bu açıdan bakarsak mükemmele hâlâ iyinin düşmanı diyebilir miyiz? Bakın yukarıda söylediklerim ne kadar mantıklı cümleler değil mi? Ama böyle cümleler kurmak, bunların farkında olmak bu huyumu değiştirmiyor. Israrla aynı şeyleri yapıp sonrasında pişman oluyorum. Israrla tamam bu sefer oldu deyip aynı süreçleri yeniden yaşıyorum. Israrla kendime çok yüklenip kendime eziyet ediyorum. Mükemmel iyinin düşmanı olmayabilir ama kesinlikle benim düşmanım.
Dediydi Dersiniz
19
O kuyucudan G ELEN
-HYPNOS FANZİN-
Distopya
Duygular, düşünceler, gelecek bastırılmıştı. Her şey kontrol altındaydı.
Ara sokağa doğru giden kalabalığın ayak sesleri şehrin her tarafından duyuluyordu. Bütün yaşayanlar tek bir noktaya kilitlenmiş, oraya yönelmişlerdi. İçlerindeki o garip hisle. Enselerinde bulunan çipler ve kendilerine verilen sıvılar sayesinde ülkedeki bireyler düşünemiyor, konuşamıyor, ve her geçen gün daha bağımlı hale geliyorlardı. İstenileni konuşuyorlar istenileni düşünüyorlar her kim olmaları isteniyorsa o oluyorlardı. Çipler doğunca yerleştiriliyor fakat sıvılar kendi hür iradelerince içiliyordu. Sıvılar olmadan çipler bir hiçti. Çiplerle sadece birey izleniyor 24 saat gözetim altında tutuluyor yaptıkları ve. Sıvılar ise onları programlamaya yarıyordu yapacaklarına hükmetmeyi sağlıyordu. bu sayede birey her kim olması isteniyorsa ona dönüşüyor ne yemesi içmesi gerekiyorsa ona göre hareket ediyordu. Sıvılar olmadan bireylere hükmetmek mümkün olmuyordu. Sıvılar onlara hükmedebilmeyi sağlıyordu. Bireyler her gün kendilerine verilen sıvıları kendi istekleri doğrultusunda içiyor ve programlanmış canlılara dönüyorlar isteyerek kör, dilsiz, sağır oluyorlar bir yere bağlanıyorlardı. Özgür irade yoluyla alınan bu sıvılar onları bağımlı hale getiriyordu. Onları köle yapıyordu. Büyük inkılaplardan sonra büyük işler yapılmış gelişen teknoloji sayesinde her birey programlanmış istenilen kişi polise askere doktora hırsıza katile dönüştürülebiliyordu. Her nasılsa insan benliğinden vazgeçmişti ama hala sosyal sınıflaşmadan vazgeçememişti. Meslekler duruyordu, sınıf ayrımı duruyordu, zulüm hala vardı fakat insan yoktu o her şeyi ile yok olmuştu. Her toplumda hırsıza, katile, doktora, polise ihtiyaç vardı fakat bu kurulmuş düzene aykırı hareket eden birine asla ihtiyaç yoktu. onlar yok edilmeliydi . her şeyleriyle. kontrolün dışına çıkıldığında o bölgenin tüm insanları birer asker oluyor hedefe yöneliyorlardı. Devletler dengeli bir şekilde istedikleri kadar birey yaratıp öldürüyor bu sayede nüfus kontrolü sağlanmış olunuyor, o dönemde bile kaynaklar tükenmiyordu. ekonomi iyileşiyor ve refah seviyesi yükseliyordu.
20
-HYPNOS FANZİN-
Örneğin devletlerin konumu yüzünden bazı bölgelerde ihtiyaç olan yiyecek üretilemiyordu bu noktada bireylerin yiyecekleri ona göre programlanıyordu ticaret yapılması gerekiyorsa ülkede yetişmeyen yiyeceklere yönlendiriliyor ona gereksinim duyuyorlardı. eğer ticarete gerek yoksa ülkede yetişebilen yiyeceklere yönlendiriliyorlardı.Bu sayede bir denge oluşturulmuş olunuyordu. ancak her sistemde olduğu gibi bu sistemde de bir kusur vardı. Arada bazı aykırılıklar oluyordu. Böyle şeylerde yapılması gereken o bireyi her şeyiyle yok etmekti. Böyle aykırılarda sıvı geri tepiyor ve birey göz önündeki hakikati görüyordu. Düşünebiliyor yazabiliyor çizebiliyor hayallere dalabiliyordu ki bu büyük bir sorundu. Bu dengeyi bozuyordu bu köleliğin dışındaydı.
Sistem dışı kişi sonunun yok edilmek olduğunu biliyordu. Canına, eşyalarına, evine hatta verdiği nefese kadar her şeyi yok ediliyordu ondan geriye sadece toz taneleri kalıyor onlar ise toprağa gömülüp gübre niyetiyle kullanılıyordu. Fakat bu aykırılar her şeye rağmen ellerinde kalan yaklaşık sekiz dakikada bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Çiziyorlar yazıyorlardı bu sayede toplumu uyandırmaya çalışıyorlardı ne var ki bu en fazla sekiz dakika sürüyordu. Toplumun aykırıya ulaşıp her şeyini yok etmesi yaklaşık sekiz dakika sürüyordu. Aykırılar son umutları olarak o sekiz dakikada yapabildikleri her şeyi yapmaya çalışıyorlardı fakat bir çıkış yolu yoktu. Tek kusur kendileriydi. Sistemin tek kusuru kendilerini ortaya çıkarmasıydı. Her şehirde olduğu gibi bu şehirde de büyük bir meydan vardı tüm halk toplanmış sessizce gözlerinin önüne gelen görüntüleri izliyor beyinlerine eklenen bilgileri görüyorlardı. Bir aykırı vardı ve yok edilmeliydi. Meydandan yola çıkan halk onlara aktarılan adrese yönelmişti. Adresteki kişi öleceğini biliyordu. Herhangi birinin dikkatini çekme veya gelecekte birine bilgi aktarabilir bu sistem devrilebilir diye yazıp çiziyordu. İnsanların kendilerini köleleştirmelerinin önüne geçmek, kendi kendilerini böyle delicesine yok etmelerini engellemek için yazıp çiziyordu. İnsanlar insan olabilir hakikati görebilir düşüncesiyle yazıyor çiziyordu. Şehir eve ulaşmıştı ev yavaş yavaş parçalanmaya başlandı. Evin bir odasındaki kişi yok edilecekti. Neden yok edilecekti. Yazdıkları için mi? çizdikleri için mi? düşündükleri için mi? hayal ettikleri için mi? hakikati kavradığı için mi? gerçeği gördüğü için mi?
Mehmet Ali COŞKUN
21
-HYPNOS FANZÄ°N-
22
-HYPNOS FANZİN-
Psikiyatride Bağırsak Mikrobiyomu ve Diyet Bakterilerin, insan bağırsağında 100 trilyon olduğu tahmin edilmektedir. Bağırsak mikrobiyomu (bakteri topluluğu) ve bağırsakta yaşayan genetik materyalleri genellikle bir organ olarak adlandırılır. Mikrobiyota araştırmalarının çoğu, kültürleme teknolojisinin (laboratuvar ortamında bakterilerin çoğaltılması) sınırlamalarına maruz kaldı. Bu durum bakteriyel kompozisyon ve işlevsellik anlayışını kısıtlıyordu. Daha yakın zamanda, yeni metagenomik* ve moleküler teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanımı, insan sağlığı ve hastalığında mikrobiyotanın önemli rolüne dair ayrıntılı bilgiler sağlamıştır. Bu yeni anlayışlar, bağırsak mikrobiyotasının atopiden (alerji gelişimine eğilimli olma) depresyona kadar çeşitli bozukluklarda patofizyolojik rolüne işaret etmiştir. Bağırsak mikrobiyotasının stres ve diyet gibi diğer çevresel risk faktörleri ile etkileşime girdiğinin bilinmesi, hastalığın önlenmesi ve tedavisi için bağırsak mikrobiyotasını hedef alan müdahalelerin geliştirilmesinde umut vermektedir.
sek yağlı ve şekerli gıdaların tüketimini ar tırır, ancak bu diyet alışkanlıklarının uzun süreli etkisi zararlıdır. Kötü beslenme ile sürdürülen mikrobiyal değişiklikler, depresif belirtileri tetikleyebilir ve şiddetlendirebilir. Aksine, diyet gelişiminin depresyonu önlediği gösterilmiştir. Mikrobiyal bileşimi modifiye etmek için kolay erişilebilir ve etkili bir araç olarak diyet, özellikle hafif depresyon semptomları olan hastalarda, istenmeyen yan etkilerle ilaç tedavisine göre daha kabul edilebilir bir alternatif sağlayabilir. Bu, yaygın ruhsal bozuklukların önlenmesi ve tedavisi için önemli bir hedeftir. Genel olarak, mikrobiyom fonksiyonu kişiler arasında büyük ölçüde değişebilir, ancak bireyler arasındaki farklı mikrobiyom bileşimleri aynı zamanda çeşitli fonksiyonlara sahip olabilir. Analitik teknolojideki ilerlemeler, hızla gelişen bu araştırma alanına ışık tutmaya devam edecektir.
Her ne kadar pre ve probiyotikler (varlığı geçici ve sürekli tüketime bağlı) psi Bir bireyin mikrobiyal bileşimi doğuş- kiyatride etkinlik için umut verici bir vaat tan kendini kurmaya başlar, bebek doğum sunsa da, sağlıkta uzun vadeli iyileşmeleri yöntemine ve beslenmeye bağlı olarak deği- desteklemek için bütünsel diyet değişiklikşebilir. Bağırsak mikrobiyomu yaşamın ilk leri gerekli olabilir. birkaç yılında stabilize olur ancak yaş, genetik, coğrafya, ilaç kullanımı ve beslenme • Metagenomik: Çevresel örneklerden (toprak, su, insan vb.) elde edilmiş getarafından etkilenmeye devam eder. netik materyalin doğrudan incelenmesini içeren yeni bir araştırma sahası. Halen küresel hastalık yükünün önde gelen nedenlerinden biri olan depresyon için, etkili önleme ve tedavi stratejileri geliştirme zorunluluğu açıktır. Bağırsak mikrobiyomu, hem fiziksel hem de zihinsel sağlıkla ilgili önemli bir sağlık belirleyicisi Lorisidae olarak görülmüştür. Depresif belirtiler yük-
23
-HYPNOS FANZİN-
Resim Sanatı ve Hayal Gücü
Resim sanatının mutlaka bilinmesi gereken bazı matematiksel kuralları vardır. Bu kurallar gerçekçi ve doğru resmin temelini oluşturur. Bu kurallar dışında çok ama çok önemli olan bir husus daha var o da hayal gücü. Bir çizer, ressam, illüstratör ya da konsept sanatçısı mutlaka iyi hayal etmek zorundadır. Hayal gücü bir çizerin en güçlü silahıdır. Silahınız ne kadar güçlü olursa olsun onu kullanmanızı sağlayacak resim sanatının temel kurallarını bilmiyorsanız silahınızın pek bir önemi yok. Çünkü ne kadar yaratıcı olursa olsun yaptıklarınız yanlış görünecektir. Peki resim sanatında hayal gücü neden bu kadar önemli? Çünkü hayal gücünün bir sınırı yoktur . Bu da demek oluyor ki yeterli donanıma sahip bir çizer hayal edilen her şeyi çizebilir. Çizerler bu dünyada görünmeyeni gösteren önemli kişilerdir. Hayal etmek farklı evrenlerde farklı dünyalarda gezmek demektir. Resim ise bu farklı evrenlerin ve dünyaların kağıda, somuda dökülmüş halidir. Bir çizerin ürünlerine baktığınızda onun hayalinde gezip gördüğü dünyaları, evrenleri,insanları, yaratıkları, uzaylıları, mutantları görmüş olursunuz. Eğer bir çizer size bir çizimini hediye ediyorsa bu hayal edip var ettiği bir dünyayı size veriyor demektir. Yani hayal etmeyen yorum katmayan bir çizer görüneni tekrar bize gösteren, kopyala yapıştır yapan bir taklitçiden başka bir şey değildir. Resim ve hayal gücü iç içedir. Farklı dünyalarda gezmek için hayal etmek bunları gerçeğe dönüştürmek içinse çizmek gerekir.
TheMistokles
24
-HYPNOS FANZÄ°N-
25
-HYPNOS FANZİN-
Mesafe Rüyadan uyandım. Sadece üç saniyenin aklımda yer ettiği yoğunluk inanılmaz. Yolculuğa çıktım, otobüsle. Başı yok, nereye varmak için bilinmez, toz tutan kadife kumaştan kaplanmış bir biletlik koltuğun sınırlarında, bahar yağmurunun kendini gösterip cama damla damla bıraktığı izin ardından, yolculuk işte böyle başlıyor. Çok bir yolcusu yok. Sıradan bir zamanın, fazla rağbet görmeyen bir gündüz saatinde. Yan koltuğum da boş üstelik. Bu beni biraz rahatlatır hep. Pencere kenarında otururken birinin yanımda benimle aynı derecede rahat mı veya ondan hızlı davranıp aldığım biletin yarattığı hem gurur hem de utanç karmaşasının yaşandığı ve pencere kenarında oturanın o bölümün ev sahibiymiş gibi, sizin de yanında kiracıymış gibi hissettirdiği o tuhaf yolculuk olmayacak. Zorunlu sohbetler de yok. Bu gerilimin yarattığı bir mesafe var ama. Otobüs veya vapur, tren, uçak yolculuklarında fark etmiyor. İçinde fazladan telaş olmayan, anlık gerginlikleri ve sürprizleri de yanınızda götürmediğiniz, fazla rağbet görmeyen bu saatlerin yolculuklarını işte bu yüzden seviyorum. Yol upuzun hissettiriyor, yaşam gibi. Bir uzamda yaşam kesiti boyunca, her şey sıra sıra ve birbiriyle olağanca bütünlük kurabiliyor: Ayrı hayatların, ayrı evlerin, ayrı ağaçların ve başkalarının topraklarının sıralanmasıyla. Bunları seyretmeyi seviyorum: Renklerin ve bulutların hızlıca akıp bir ritmi
yakaladığı bu sıra sıra yaşamları. Ve aynı hızla düşünceler akıyor zihinden, belki daha hızlı ama asla derli toplu değil.
Bu yol sizi nereye götürebilir? Hangi düşünceye, hangi yaşama, hangi olağanca akıp giden zamanın olağanüstü serüvenine? Hayal kurmanın da bir sınırı var, bu üzerinde oturduğum koltuğun sınırı ve dışarıdaki akışı bölen camın sınırlandırdığı bir görüntü var. Bu yolculuğun bir bitiş zamanı var. Düşüncelerin var mı? Mesafe koyamadığım bu zihin her an benimle, benden, benim içimde. Bir mesafe dolusu uzayıp giden yol ve düşüncelerden geriye ne kalır? Ben aynı ben kalır mıyım? Vardığım yer gitmek istediğim yerle aynı yer mi? Ve döneceğim yer aynı yer mi kalır? Asla düşüncelerimi kontrol edemiyorum. Benim içimde, benden daha fazla yol alıyorlar. Şimdi içimde tüm bu yolun yansımaları; zihnimde tüm geride bıraktıklarım, şu an ve henüz yaşanmadan düşündüklerimle… ve tüm bunların aktardığı duygu ağırlığının yüküyle… otobüs durdu. İniyorum.
Uzayıp giden bu yollar, bu yolculuklar üzerinde yaşam geçitleri, bu yansımaların duygu aktarımında özlem, bu aktarımın sonunda kavuşmak vardı. Mesafe yoktu. İçinde umut ve hayata dair sesler nüksediyordu. Sessizlik mi çöktü?
26
-HYPNOS FANZİN-
Rüyanın uçsuz bucaksız uzamınfesin içindeki atomların bile mesafesini da yaşayıp geldiklerimle şimdi evin bu denli hissederken… duruyorum. sınırları içerisinde, duvarların planlı böldüğü bir alanda, dışarıya, insanlara, yaşama mesafeli… kalkıyorum. Bir apartman dairesinin balkonundan dı- Damarlı Çiçeksiz şarıya bakarken, henüz bir apartman kondurulmamış karşı gayrimenkuldeki dev ağaçların çiçeklerinin baharı getiren kokusu ve kuş cıvıltılarıyla dolan o dışarısıyla mesafemi koruyorum. Dışarıya çıkmak yasak ama sebep tam da bu değil. Dışarıda hiç telaş yok. Doğanın hiçbir şeye acelesi yok. Kuşların cıvıltıları var, onlar da telaşsız ve belki de kaygısız. Huzurlu geliyor çünkü sesleri. Apartmanın yola bir mesafesi var, sonra o yolun bir diğer tarafı. Apartmanların birbirine mesafesi var. Ayrı ayrı evlerin –şimdi tekil olarak ev diyebilirim- birbirine mesafesi var. O evlerin içinde insanların birbirine olanca mesafesi var. Telaş var. Kaygı var. Dışarıda veya içeride olmak aynı değil mi ki o zaman? İşte bu yüzden sebep tam olarak dışarısının yasak olması değil. Bu mesafe hep var. Bu mesafe sonu kavuşmak olmayan yollar kurguluyor. Bunun ne yasakla, ne yarı canlı virüsün esir aldığı yaşamla ilgisi yok. Otobüste, camın ardından izlediğim o simülasyon hayatın kendisi ve yan koltuğun mesafesinin düşündürdükleri... belki de bunlarla ilgilidir. Şimdi de sonu bir yere varmak olmayan bir yolculuk içerisinde gibiyim. Yaşamı seyrederek, sadece kavuşmayı hayal ediyorum. Bir rüyanın içerisinde veya uyanıkken. Aldığım ne
27
-HYPNOS FANZİN-
Alıntı Alıntılarda büyüdük Altlarını çizdik kitapların Düşesin entrikalarıyla uğraşmaktansa çaldık kapısını mefistonun Ve çektik acısını Ophelia’nın Çiçeklerle örttük üstünü bu yüzden ölümün. Ve sigaramızı yaktık ateşiyle bir çingenenin. Dişledik etini yemişlerin, Tadına vardık varmadık Doldu taştı mahzenlerimizde şarapları Hayyam’ın. Bir çukura düşmekten korkmadık Tavşanın değil hep kurtun da gittik peşinden bazı. Uyandık mahmur bir böcek gibi ezildi ruhumuz kendi karyolamızda ezmesin diye öz anamız çektik örtüyü burnumuza. Güneşe bir bakış atarken cinayet de işleyebilirdik bunalıp ve bir baltanın ışıltısı dişlerimizi kamaştırabilirdi pek ala. Üstelik yalnızdık çoğunca Hep beraber ama yalnız Bir yolculukta İthaka’ya varsak varamasak da Kirke’nin oyunlarıyla oyalandık işte. Ve mezar taşımıza yazılacak olanı, -hiç garabet yoktur bu usuldekutsal kitaptan bir alıntıyı, hazır ettik böylece.
28
Medusa
-HYPNOS FANZÄ°N-
29
-HYPNOS FANZİN-
Ben(cillik) Üzerine
inanır ve her seferinde denerim. Pes Ya sevmeyi bilmiyoruz ya sevilme- etmeyi de vazgeçmeyi de pek bilmem. Düşlerimde savaşmak vardır. İdealyi… Bu yüzyılın insanları olmak mı acaba en büyük talihsizliğimiz? Çev- ler için savaşmak. İnsan her şey için re ilişkilerimiz, aile ilişkilerimiz, ikili savaşır da sevgisizlik için savaşamaz. ilişkilerimiz… Bütün bunlarda dikiş Çünkü çözümü yoktur. Deli divane tutturamayışımızın faturasını yüzyı- aşklarına ikna edildiklerimizin aşklala kesmek en kolayı sanırım. Ben -ki rı biter bir gün. Koşulsuz yanımızda gördüğümüz aile yok olur. İşte böyle genç yaşta bir insanım- kendimi bu kadar yorgun hissettiğime inanamı- zamanlarda ne bir çare bulunur ne bir vazgeçiş. Ve en çok da böyle zayorum. Alt tarafı 25-30 sene. Ne olmuş olabilir bu kadar bezdirecek di- manlarda yanar canım. yorum kendi kendime. Olağanüstü bir Çocukken sanki sonu gelmez güçaba lazım sanki böyle hissetmeye. ven ve mutluluklarla sarılı bir hayatın Ama yok, dünya bizden ibaret değil bizi beklediğini düşünürüz. Aslında mi ne de olsa? gerçek hiç de öyle değildir. Bu yüzdendir kaybedişleri yüzyıla bağlayı Gün geliyor her şey masumiyetini kaybedebiliyor. Her insan, her duygu, şım. Dünyanın gördüğü yüzyıllar kaher sevgi. Hayatlarımızın merkezinde dar yaşlı hissederim kendimi. Sonra tuttuğumuz şey mi bu sevgi? Sevmek birden bu sevgi kelebeği rüyasından uyanırım. Kafamı ‘ben’den kaldırve sevilmek ihtiyacı, zaman zaman yapabildiğimize inandığımız roman- dığım anda yüzüme çarpan açlığın, tizm. Bu bizlerin en büyük şanssızlığı. yoksulluğun, zorbalığın bin türlüsüne Bazen keşke insan olmasaydım diyo- mecbur bırakılanları görürüm. Utarum. Bir ağaç olsaydım, duygularım nırım kendimden, benden, bencillikolmasaydı. Sevgiden gelen can acıma- ten. Bu yüzyılın vebasının sevgisizlik değil de kapitalizm olduğu gerçeği sına alışkındır yüreğim. Aslında bu acıdan haz aldığımı da çok iyi bilirim. dökülüverir ortaya. Sömürülen, öldürülen ve aslında yalnızca insanca yaşamak isteyen milyonlar gelir gö Güzel bir gün, günden daha güzel zümün önüne. Ve diğer tarafta milhava. Baharları çok severim, en çok yonlarıyla oynayanlar. Bu çatışmada da yazları. Yaz olduğunda aşık olumücadelen başka çıkar yolum yoktur. rum. Çiçek kokulu sokakları, deniz Tekrar yatsam uykuya, rüyamda sevmanzaralı şarkıları çok sever yüreğim. Bunca şeyin güzelliğine kapılır, gi kelebekleri yer almayacaktır artık. bu dünyaya bir sevgi getirebileciğime
30
-HYPNOS FANZİN-
Düşenleri düşünürüm, bu uğurda dövüşürken düşenleri. Tek tek onlarca insan canlanıverir gözlerimin önünde. Beyazıtta, Kanlı Pazar’da, Gezi’de... Ve Nâzım’ın dizeleri gelir dilime:
Ölenler döğüşerek öldüler; güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Tüm bunlar olup biterken çocuksu düşlerimi yavaşça zihnimin derinliklerine iterim. Önce insanlarım için insanca bir yaşam, başka bir alem isterim. Şimdi yapılacak şey, bu kavgada düşenlere boynumuzun borcu olan sınıfın safında yer almaktır.
31
Kırlangıç
-HYPNOS FANZÄ°N-
32
-HYPNOS FANZÄ°N-
33
-HYPNOS FANZİN-
İlginç bir dönemden geçiyoruz. Şu parlak mavi gezegen nefret kusuyor üzerimize. Sözde kimseyi ayırmıyormuş bu hastalık. İnanalım mı buna? Parası olan yine en iyi tedaviyi görmüyor mu? Dışarıda yapabileceği bir çok şeyi eve getirmiyor mu? Bal gibi de insan ayırıyor bu virüs. Birileri çalışmak için hayatını riske atıp işe giderken. Birileri sermayesine sermaye katıyor oturduğu yerden. Birileri diyoruz sonunda sorumluluk aldı istifa ediyor. Yok, hayır gene olmuyor. Yavaşça unutturuluyoruz. Öfkemizin dinmesi bekleniyor. Korkunç ama haklı da çıkıyorlar. Kenarda köşede üç beş kuruşu olanlar, süreci belki biraz daha iyi idare ediyor. Ama sürecin uzaması ihtimali, kaygıya boğuyor bir çoğumuzu. 1000 lira para vermek için isteniyor ki tutunacak dalımız kalmamış olsun. Birileri aşı umudumuzla oynuyor. Liderler saçmalıyor. Virüsteki ölüm oranı biraz daha fazla olsaydı. Kim bilir daha neler görecektik. Böyle bir şeye hazır olmamak kabul edilemez. Ne sanıyorduk ki. Dünya hep gül mü saçacaktı yüzümüze? Umalım da çabuk sönsün nefreti doğanın. Umalım da bir nebze hatırladığımız ölümsüz olmadığımız fikri, bizi ona yöneltsin. Umuda...
34
Güneş
-HYPNOS FANZÄ°N-
35
-HYPNOS FANZÄ°N-
fanzin.hypnos
hypnosfanzin@gmail.com
36