Onurlu Aydın Biyografileri - 1

Page 1

kapaklar

12/16/10

10:48 PM

Page 3


1


tav›r YAYINLARI B‹R‹NC‹ BASIM EK‹M 2010 İKİNCİ BASIM KASIM 2014 OFSET HAZIRLIK:TAVIR TAVIR YAYINLARI Mahmut fievket Pafla M. Mektep S. No: 4-B Okmeydan› fiiflli-‹stanbul Tel: 0 212 238 81 46 tavir2007@gmail.com tavirdergisi@yandex.com KAPAK TASARIM tav›r BASKI

xxxxxxxxxxxxxxx

iSBN: 978-975-6433-11-9

2


ONURLU AYDIN B‹YOGRAF‹LER‹ - I DERLEYEN: Ümit Zafer

3


4


Ayfle Gülen’e...

5


6


ÖNSÖZ Ayd›n›n yüzü halka dönüktür her daim. Söyledikleriyle, yazd›klar›yla ve elbette eylemiyle halk›n yan›ndad›r. Kendini ondan ayr› görmez, düflünmez... Mütevaz›d›r. Asla kibirli ve “ben bilirimci” de¤ildir. Bilir, ama bildi¤ini anlat›rken ayn› zamanda ö¤renci olmay› unutmaz. Ayd›n, düflüncesi ve birikimiyle, halk›n hem bir ad›m önünde, hem de onunla birlikte olmas›n› bilendir. Gelece¤i bugünden kuracak olan kadrolar›n yetifltirilmesinin, yani baflka bir dilde söylemek gerekirse, içerisinde yer ald›¤› emekçi halk›n, ezilenlerin gelece¤ini bugünden kurman›n birinci dereceden aktörüdür... Halk›n ayd›n› savaflç›d›r; en önde olmay›, en a¤›r bedelleri gö¤üslemeyi, yeri geldi¤inde k›l› k›p›rdamadan ölümü bile seve seve kabullenmeyi bilendir. Halk›n ayd›n› cesurdur. Do¤ru bildiklerini hiç kimseden çekinmeden söyler, gere¤ini de yerine getirir. Yeri gelir, bir söz u¤runa dara¤ac›na çekilmekten korkmaz. Halk›n ayd›n›, tek bafl›na kalaca¤›n› bile bile, yolundan bir milim sapmadan yürür ve bu yolda karfl›s›na ç›kan tüm engelleri aflmak için en önde mücadele eder. Halk›n ayd›n›, en baflta kendisi örgütlü olmakla; dahas› ezilenlerin tek kurtuluflunun örgütlü olmaktan, örgütlü mücadele etmekten geçti¤inin propagandas›n› yapmakla yükümlüdür. Halk›n ayd›n› üretkendir. Yar›n› bugünden yaratman›n yolunun üretmekten 7


geçti¤ini bilir ve ona göre davran›r. Üretkenli¤inin s›n›r›, emeklili¤i yoktur. Tav›r, ilk say›s›ndan beri halk›n ayd›nlar›n›n yaflam›n›, düflüncelerini, birikimlerini ve eylemlerini aktard›, aktarmaya da devam ediyor. Ezilen halklar›n onuru olmufl bu ayd›nlar›n yaflamlar›n› ve savunduklar› düflünceleri “Onurlu Ayd›n Biyografileri” bafll›¤› alt›nda sayfalar›na tafl›yan Tav›r, onlardan ö¤renecek çok fleyin oldu¤una inan›yor ve sayfalar›nda onlar› anlatmaktan onur duyuyor. Elinizdeki kitap, geçmiflten bugüne Tav›r’da yay›nlanm›fl “onurlu ayd›n biyografileri”nden seçilenlerden olufluyor.Bu kitap da “Tav›r Kitaplar›” serisine ba¤l› olarak yenilenecek ve yay›nlamad›¤›m›z ayd›nlar›n yer alaca¤› ikinci cilt önümüzdeki y›llarda yay›nlanacakt›r. Halk› ve vatan› için yaflam›fl onurlu ayd›nlar›n her geçen gün ço¤almas› dile¤iyle...

8


9


10


Bulgar Halk›n›n Övüncü: N‹COLAS YONKOV VAPTSAROV Çeviren ve Derleyen: Mümine MERT Ocak 1980

Bansko'da (Bulgaristan) do¤du. ‹lk ö¤renimini do¤du¤u flehirde, 19161923 y›llar› aras›nda bitirdi. Razlog Lisesi'nde okudu (1923-26). Toplumsal görüflleri, edebiyat ve tiyatroya ilgisi bu dönemde oluflmaya bafllad›. Varna Denizcilik Okulu'nda geçen y›llar› (1926-32) gelece¤in flairi için ideolojik ve politik bir olgunlaflma dönemi oldu. Vaptsarov; burjuva düzeninin sert koflullar›, s›n›f çat›flmas›n›n büyük sorunlar› ve emekçilerin devrimci mücadelesiyle karfl›laflt›. ‹lk baflta, görüflleri soyut bir insanc›ll›ktan kaynaklanm›flsa da daha sonra tutarl› elefltiricili¤e yöneldi. Denizcilik okulunu bitirdikten sonra, Kotcherinova kentindeki k⤛t fabrikas›nda teknisyen olarak çal›fl›r ve bölgenin komünist parti yöneticileriyle ba¤lant› kurar. 1935'te Bulgar ‹flçiler Birli¤i Kongresi'nde delege seçilir. Ayn› y›l Rila vadisi Bulgar Komünist Partisi Bölge Komitesi üyesi olur. Kültürel örgütlenmelerin ba¤r›ndaki etkinli¤i ve 1930 y›llar›nda kitlesel eylemlere kat›l›m›, militanlar›n sekter ayr›l›klar›n›n yok edilmesini hedefleyen partinin yeni politikas›na s›k›ca ba¤l›d›r. 11


1936'da Sofya'ya tafl›n›r. Sonbahardan sonra Bulgar Demiryollar›’nda buharl› lokomotif makinisti olur. 1938 Kas›m’›nda devlet tabakhanelerinde teknisyenli¤e bafllar. Vaptsarov, SSCB ve Bulgaristan aras›ndaki yard›mlaflma ve dostluk pakt›ndan faydalanarak, 1940'ta Razlog eylemini düzenler. Bu eyleme “Sobelev Eylemi” de denir kat›ld›¤› için mahkemeye verilir ve Godetch'e kapat›l›r. Daha sonra “Technitcheski-Glas” ve “Litteraturen-Kortik” gazetelerinin yaz› kurullar›nda çal›fl›r. 1941 sonbahar›nda, devrimci eylemlerin bafl sorumlusu olan, Tsviatko Radoinov'un baflkan› oldu¤u Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Merkezi Askeri Komitesi'ne al›n›r. 4 Mart 1942'de yakalan›r ve Parti Merkez Komitesi'ne aç›lan davada arkadafllar›yla beraber yarg›lan›r. Dört ay süren iflkencelerden sonra idama mahkûm edilir. Vaptsarov mahkeme önünde flöyle der: “Namuslu bir yurttafl olarak vatan›n kurtuluflu için çarp›flt›¤›m›n bilinciyle hareket ettim. Piflmanl›k duymuyorum. Kimseden de yard›m istemiyorum.” Yedeksubay okulunun at›fl alan›nda Anton Ivanov, Anton Popov, Atharase Romanov, Petre Bogdanov ve Guorgui Mintchev ile birlikte kurfluna dizilir. Vaptsarov ilk fliirlerini gençlik derneklerinin ve çeflitli derneklerin dergilerinde yay›nland›. G. Karastavov, C. Radevski, N. Lankov, N. Khrelkov, B. Angheiouchev, A. Gendov, S. Sotirov, N. Chmireel ve di¤er ünlü parti üyesi ayd›nlarla olan dostluk ba¤lar› ona ideolojik ve sanatsal gelifliminde özel bir önem kazand›rm›flt›r. Nicolas Yankov takma ad›yla, 1940 y›l›nda, hayatta iken yay›nlanan tek eseri “Motorlar›n Türküsü”adl› kitab›d›r. Vaptsarov'un duygusal kahraman›, zamans›z ilkbahar›n güzel kokusu ile barut kokusunun birbirine kar›flt›¤› dramatik ve karanl›k bir devrin ürünüdür. 1930 y›llar›n›n Christo Smirnenski ve di¤er proletarya flairleri gibi Vaptsarov da kahraman›n›, Bulgar Proletaryas›'n›n devrimci fliiri taraf›ndan miras b›rak›lan fliirsel de¤erler ile yaratm›flt›r.

12


Sanatsal aç›dan usta bir elle tasvir edilen bu kahraman ruhen kar›fl›k, sosyal hayatta zengin, canl› ve dinamiktir. Gerçe¤i ve parti savafl›n› onaylayan, say›lar› sürekli artan emekçi kitlelerin bir habercisidir. O, yaflam koflullar›n›n kaç›n›lmaz olarak komünist düflüncelere götürece¤i alelade iflçinin, komünistin sembolüdür; o, geceleri yorgunluktan bitkin yatan meçhul iflçidir, o “kendisini insanlar›n içinde bulan ve insan olan”, insan üzerine “fliir”in ana kahraman›d›r; o fabrikalarda, bürolarda çal›flan, tan›nmam›fl binlerce insandan biridir. 1930 y›llar›n›n ortalar›nda parti içindeki sol sapmalar kesin olarak da¤›l›r ve dikkatler halk kitlelerine yöneltilir. Ve e¤er Vaptsarov, bu yeni çizginin en aktif partizanlar›ndan biriyse, bu bir rastlant› de¤ildir. Genç iflçinin yarat›c› olgunlu¤a eriflti¤i ve en önemli flairlerin ortaya ç›kt›¤› devirde, parti mücadelesinin deste¤ini ve temelini halk kitlelerinin ba¤r›nda arar. Vaptsarov'a lirik kahraman modelini veren de bu halk kitleleridir. Ozan, onlar›n günlük çetin çal›flma yaflamlar›ndan, fliirlerinin lirik atmosferini ç›kar›r. Onlar›n ahlaksal ve psikolojik özellikleri, Vaptsarov'un fliirsel dünyas›nal rengini verir. Komünist savaflç› ve sokaktaki adam, halk ve parti, bölünmez bir bütün haline gelir. Bu birleflmeden sa¤lam psikolojik bir lirik kiflilik do¤ar. Vaptsarov, trajik görüflünü ateflli bir özveri yoluyla ifade eder.. Ölmeden evvel yazd›¤› fliirler, bir ku¤unun flark›lar› de¤ildir; yaflam› selâmlayarak ölüme meydan okuyanlar›n ateflli hayk›r›fllar›n› yans›t›r. Kahraman›n ölümü, sonsuz insan dram›n›n zincirinin bir halkas›ndan baflka bir fley de¤ildir. Vaptsarov'un fliiri teknik ilerlemenin dinamizmini gösterir, ça¤›n endüstriyel görünümünü alg›lama olana¤› sa¤lar. Bu havas›yla, ozan, modern teknikle ekmek ve özgürlük için mücadelenin, insanla makinan›n ba¤›n› ola¤anüstü bir gerçeklik ve fliddetle göstermeyi baflar›r. fiiirlerinden örneklerle düflüncelerini açal›m ve onu daha yak›ndan tan›maya çal›flal›m: Dramatik fliir “Düello”, Vaptsarov'un yazd›¤› en iddial› ve h›rsl› fliirlerinden biridir. Bu yap›tta, insanl›¤›n devaml› ve flaflmaz bir flekilde mutluluk ve kurtulufla do¤ru gitti¤i önlenemeyen bir coflku ve inançla gerçeklefltirilmifltir. 13


fiiire bafllar bafllamaz, geçifle gerek duymadan ozan bize hemen kavga meydan›n› gösteriyor. Biz ellerimizi s›k›ca ördük, Seninle s›k›ca kap›flt›k. Kan daml›yor yüre¤imden Sense çökmüflsün. O zaman? Birisi yere y›¤›lacak, Birisi yenilmifl olacak. Ve yenilen sen olacaks›n. ‹nanm›yor musun? Korkmuyor musun? Ama ben, her hamleyi düflündüm, Son cesaretimi toplad›m Ve yenilmifl olacaks›n sen, Dökülen kudurmufl hayat. Kapitalizmin çok sade bir simgesi olarak “Dökülen, kudurmufl hayat”›n karfl›s›nda devrimci proletarya ad›na konuflmalar› ozan›m›z yüklenmifltir. Vaptsarov, ayn› fliirin bir baflka bölümünde emperyalizmin bilimi ve ilerlemeyi engelleyemeyece¤ini anlat›r. Ve insanl›¤›n kazan›mlar›na devrimciler ad›na sahip ç›kar. Hat›rl›yorsun de¤il mi? bir motor ç›nl›yor gülüflü ve iyimserli¤iyle sisler, Hani kufllar bile inmiyor ›slak boflluklara: parçal›yor 14


buzlu perdeleri bir motor kanatlar›yla, de¤ifltiriyor yeryüzünü ve benzin buharlar›n patlamas›yla temizliyorlar yolu geliflimin. Devrimci savafl›n her yerde patlamas› ve enternasyonalizmin güncel bir konu olmas›ndan etkilenen Vaptsarov, dinamik bir ifade kullanarak emperyalizmin son günlerini yaflad›¤›n› gösteriyor.

Ve ben yan›yorum, sen de yan›yorsun. Ve ikimiz ter içinde yüzüyoruz Ama senin gücün tükeniyor zay›fl›yor, düflüyorsun sen. Onun için ac›mas›zca ›s›r›yorsun. Ölüm korkusu içindesin, belki de.

Bir baflka önemli fliiri olan “Tarih” tarihi ve onun geliflimini sa¤layan›n kitleler oldu¤unu gösterir. Burada, baflrolde anti-faflist savaflç›lar› görüyoruz. Onlar, halk›n temsilcisi olarak hareketin içinde bir damla olduklar›n›n fark›ndad›rlar; fakat kanlar›yla kahramanl›k destanlar›-yazd›klar› için de mutluluk içindedirler. fiiirin bafl›nda anti-faflist hareketin genifl taban› gösterilmeye çal›fl›l›r. Biz meflhur kifliler de¤ildik, çal›fl›rd›k fabrikalarda, bürolarda, biz köylüydük, ki bizler ekfli ekfli so¤an ve ekmek kokard›k, ve sark›k b›y›klar›m›z alt›nda hayata h›nçla küfrederdik. 15


Devrimci fikirlerin bereketli topraklar bulmas›n›n esas nedenleri de a¤›r çal›flma koflullar› ve ucuz ücretlerdir. Gerçekçi köy tablosunu çizerek Vaptsarov, halk›n sefaletini sergiliyor. Tarla kenarlar›nda do¤ard›k. Dikenlerin orda, kuytuda Analar›m›z ter içinde yatarlard›, Kurumufl dudaklar›n› ›s›rarak. Sinekler gibi ölürdük güzün Bronflitten çekerdi kad›nlar fiark›ya dönüflen a¤›tlar›n› Yaln›z yaban otlar› duyard›. Faflist terör artt›kça devrimci mücadele k›z›fl›r. Özgürlük arzusuyla dolup taflan gençler, silahl› mücadeleye çekinmeden at›l›r. Ve sabretmenin kemikleflmifl felsefesini atarak yeni ideallerine sar›l›rlar “Sosyalizm”: Böyle gelmifl böyle gider/ derlerdi evde babalar›m›z./ Bizse surat as›p tükürürdük onlar›n aptalca felsefelerine/ Öfkeyle kalkard›k sofralardan Ve d›flar›ya ç›kard›k,/ ki orada bir umut sar›yordu bizi/ güzel ve ayd›nl›k bir fleylerle. Bu büyük fliirin sonunda da devrimci bir sadelik gösterilir. Gerçek devrimciler, kariyer ve herhangi baflka bir ödül beklemeden bu savafla kat›lm›fllard›r. Onlar sadece halk›n mutluluk ve refah›n› sa¤lamak istemektedirler. Ve onlar için en büyük ödül bunlar›n gerçekleflmesi olacakt›r. Bu büyük mücadeleye kat›lanlar›n hepsi her an ölebileceklerini bilmektedirler. Ve istedikleri son fley de baflar›lar›n› emin ellere b›rakmakt›r. Halk›na karfl› büyük sevgisinden dolay› ölümü göze alan bu kifliler, gelecek nesillerin mücadelenin zorluklar›n› bilip, kazan›lm›fl zaferlerin korunmas›n› ve de¤erinin bilinmesini istiyorlar. 16


Fakat anlat,/ basit kelimelerle bizim nöbeti,/ devir alacaklara, onlara/ - gelecekteki nesilere savaflm›fllard› de - korkusuzca. Genç yaflta ölmesine ra¤men büyük flair arkas›nda çok de¤erli bir edebi miras b›rakm›flt›r. Tarih ve Düello'nun yan›nda di¤er önemli fliirleri “Hat›ra”, “Korkmay›n Çocuklar”, “Fabrika kuraca¤›z”, “‹nanç”, “Mektup”, “‹nsan ‹çin Türkü”, “Vasiyet”tir. fiiirlerinden baflka, röportajlar› da vard›r. “Aç›k denizde “Marmara Adas›”, “Süveyfl Anahtar›”. “Tiyatro ve Seyirciler”, “En Gençlerin Edebiyat› Üzerine” adl› makaleler. “Baraj”, “Dalgalar U¤rad›¤› Zaman” adl› radyo oyunlar› da yazm›flt›r. “Halklar aras› dostluk ve bar›fla ola¤anüstü katk›lar›ndan” dolay› 1952'de Bar›fl Ödülü’nü ald›. 19 Haziran 1953'te Budapeflte'de Dünya Bar›fl Konseyi, Nikolas Yonkov Vaptsarov'a Bulgar Ulusal Ozan ve Kahraman› unvan›n› verdi. fi‹‹R N. Y. VAPTSAROV SAM‹M‹CE (Kar›ma) Seni nas›l ça¤›ray›m, sevgilim? Dolduruyor kalbimi na¤meler, Fakat benim sevgime isim yok Ve öyle kalpten m›sralar Seni güçlükler içinde tan›d›m diye mi Sevgilim, öyle fethettin beni? Yoksa bunun için günler mi kabahatli? Engebeli, kahramanl›klarla bezemeli Bu tarihsel ve an›tsal günlerde Dara¤ac›, mahpus ve savafllarla dolu Aflk daha gerçek, daha derindi, Çünkü ölüm gözlüyor yolumuzu... Ama biz daha 25 yafl›nday›z... 17


Çiçek açm›fl ça¤›r›yor gençli¤imiz, Hay›r, hay›r biz seninle düflece¤iz Aflk›m›z› da göz k›rpmadan feda edece¤iz. Ve yine kimse, kimse bilmesin O eylül günkü hülyalar›m›z› Yine temiz sevinç dolup tafls›n Do¤mam›fl o¤lumuz Vladimir için. ÖLÜMDEN ÖNCE Kavga ac›mas›z, gaddard›r. Kavga, dedikleri gibi destans›. Ben düfltüm. Yerimi baflkas› alacak ve... o kadar Burada kiflinin... ne önemi var. ‹nfaz, ve infazdan sonra - kurtlar. Bu, bu kadar basit ve mant›kl›d›r. F›rt›nada yine birlikte olaca¤›z, Halk›m benim, Çünkü birbirimizi seviyorduk. ‹NANÇ ‹flte - nefes al›yorum Çal›fl›yor Yafl›yor Ve fliirler yaz›yorum Baflarabildi¤ini kadar. Kafllar›m›z› çatm›fl Bak›fl›yoruz hayatla dik dik, Ve onunla savafl›yorum Gücümün yetti¤i kadar. Hayatla ölüm kal›m savafl›nday›z, Fakat sen sanma ki, Hayat› sevmiyorum. Aksine, aksine! Ölmek üzere olsam bile, Hayat› çelik flamar› ile Ben yine sevece¤im, 18


Ben yine sevece¤im... Diyelim ki, simdi assalar ‹pi boynuma ve “Nas›l, bir saat daha, yaflamak ister misin?” deseler. Hemen hayk›r›r›m : “‹ndirin, indirin daha çabuk indirin ipi canavarlar!” Onun için, hayat için, Her fleyi yapabilirim Uçabilirim Göklerde maket uça¤›yla Patlamaya haz›r roket içine Girebilirim, tek bafl›na. Uzayda bilinmeyen, gezegen Arayabilirim sonsuzluklarda. Ama her fleye ra¤men hissedece¤im, O hofl k›p›rt›y› içimde. Yukar›ya bakt›¤›mda görece¤im, Gökyüzünün mavili¤ini. . Herfleye ra¤men hissedece¤im, O hofl k›p›rt›y› içimde, ki hâlâ Yafl›yorum, ki hâlâ var olaca¤›m. Fakat, diyelim ki siz Bir bu¤day tanesi kadar olsan›z Benim inanc›mdan. Hayk›r›rd›m o zaman, Kalbinden yaralanm›fl panter gibi Hayk›raca¤›m ac›mdan. Geriye ne kalacak Benden o zaman? ‹lmiklenmifl olaca¤›m Ve daha aç›kça Ve daha do¤ruca Soygundan bir an sonra Ben bir hiç olaca¤›m! Belki de yok etmek 19


istiyorsunuz onu, Benim inanc›m› Müjdeli günler için; Benim inanc›m›, ki yar›n hayat daha iyi Daha güzel olacak. Pekiyi, ya nas›l hücum edeceksiniz, baylar? Kurflunla? Hay›r! Yaramaz! Arta kalan da, para etmez! Ö derin gö¤üsümde, Çelik z›rhla kapl›d›r. Ve onu delecek mermi Daha yoktur. Daha yoktur.

20


Onurlu Ayd›n, Sanatç›, Dost: RIFAT ILGAZ Tav›r Temmuz 1993

“Sessiz sedas›z göçtün aram›zdan Ne ölümün geçti gazeteye Ne dokuz göbek soyad›n”

Bir usta daha göçtü. Bu dizelerdeki kadar sessiz sedas›z de¤il elbette. Bir kitapl›k dolusu kitap yazm›fl R›fat Ilgaz için yine de biraz buruk. R›fat Ilgaz 1910 do¤umlu. Kitaplar›n, gazetelerin çok okundu¤u bir evde büyüyen R›fat Ilgaz; yazarl›¤›, flairli¤i daha çocuklu¤unda hedefleyen biri. Ortaokul y›llar›nda yazd›¤› fliirleri yerel gazetelerde yay›mlan›r. 1930 y›l›nda ö¤retmen okulunu bitirip ö¤retmenli¤e bafllayan Ilgaz, Gerede, Akça koca, Gömüflova'da çal›fl›r. Bu arada dönemin edebiyat dergilerinde fliirleriyle yer almaya devam eder. 1938'de Gazi E¤itim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitiren Ilgaz, ayn› y›l 21


tüberküloz hastal›¤›na yakalan›r. Bu hastal›k yaflam› boyunca aral›klarla, özellikle de zor günlerinde rahats›z eder onu. ‹kinci Paylafl›m Savafl› R›fat Ilgaz için bir dönüm noktas›d›r. Savafl›n getirdi¤i s›k›nt›lar Ilgaz'›n hem yaflam›n›, hem de fliirini etkiler. O güne de¤in yazd›¤› fliirlere sünger çeker Ilgaz, toplumcu, gerçekçi fliire yönelir. Bir matbaac› arkadafl›n›n yard›m›yla 1943'te yay›mlad›¤› ilk fliir kitab› “Yarenlik” Ilgaz'›n sosyalist- gerçekçi çizgisinin netleflti¤i bir yap›t. Bu konudaki düflüncelerini “Edebiyat insan›n yaflam›d›r, yaflam› içtenlikle dile getirmektir. 1939'a kadar yazd›¤›m fliirlerimin emekçileri, memleketini seven halk›m›z›, iflçimizi, ayd›n›m›z›, gerçek ayd›n›m›z› ama, ilgilendirmedi¤ini gördüm.” diyerek aç›kl›yor. 1944'te yay›mlad›¤› ikinci kitab› toplat›lan Ilgaz, iki buçuk ay kaçak olarak yaflar. Okula gidemedi¤i için ö¤retmenlikten at›l›r. Ard›ndan gözalt›larla, sevk zincirleriyle tan›fl›r. Alt› ay da hüküm giyer. Bunlar son de¤il bafllang›çt›r Ilgaz için. De¤iflik tarihlerde toplam alt› y›la kadar hapislik yaflam› olur Ilgaz'›n. Hapishane, hastane ve otellerin önemli bir yeri vard›r yaflam›nda. “Görülen lüzum üzerine” diye bafllayan sürgünlükleri de eklemek gerek. “Fincanc› kat›rlar›n› ürkütme” deyifline inat, arada bir ürkütenler de ç›k›yor. Bask›c› dönemlerde korkular da¤lafl›r. Korkulara korku eklenir. Böylesi dönemlerden birinde R›fat ‹lgaz'a gazete, dergi kap›lar› kapand›¤›nda yazd›¤› dizeler, gecenin karanl›¤›na b›rak›lm›fl bir ›sl›¤› ça¤r›flt›r›r. “Düfltükse itibardan Ölmedik ya yafl›yoruz iflte Yafl›yoruz dedik yafl›yoruz be Heeeey fincanc› kat›rlar›” Tüm yap›tlar›nda yal›n bir dil kullanan Ilgaz, fliire dair yaz›s›nda sanat anlay›fl›n›,”... sanatkar her fleyden önce muhitini, cemiyetini kavrayabilecek ileri bir düflünce sistemine sahip olmal›d›r.” diyerek ortaya koyuyor. (Yürüyüfl, 9.9.1945)

22


“Yeni toplumcu kuflaklar Naz›m'›n etkisinden s›yr›l›p yepyeni, taptaze seslerle biçimlerle, hatta biçemlerle durmadan oluflmakta, geliflmektedir. Sosyalist gerçekçi fliirin amac› yapay sesler, tempolar aramak de¤il, ça¤›n, uygarl›¤›n, genifl anlamda demokrasinin gereklerini yerine getirmek, ona insanca katk›larda bulunmakt›r. E¤er fliirin bireyselli¤i söz konusu ise ileri topluma yak›fl›r bireylerin fliirini yaratmakt›r ça¤›n sanatç›s›na yak›flan.” diyen Ilgaz'dan genç kuflaklar›n alaca¤› çok fley var. Ilgaz toplumda daha çok mizah yönüyle tan›nsa da önce bir flairdir. Ilgaz'›n mizaha yönelmesinde bask›c› dönemlerin veya baflka etmenlerin etkisi olsa da, Ilgaz yap›tlar›n› mizah-öykü, mizah-roman olarak tan›mlam›yor. Daha do¤rusu mizah› ayr› bir tarz olarak görmüyor. ‹çinde mizah unsurlar› kullan›lm›fl olsa da “öykü tekni¤ine göre yaz›lm›fl eser öyküdür” anlay›fl›nda. Mizah bir bak›fl aç›s› Ilgaz için. Güldürmekten öte, yaflamdaki çeliflkileri irdeleyen bir bak›fl aç›s›. Kendini yaz›ya ve topluma adam›fl, seksen üç y›ll›k yaflam›na yetmifl kadar kitap s›¤d›rm›fl flair, öykücü, romanc›, oyun, an›, köfle yazar› ve e¤itimci R›fat Ilgaz'›n direncini; yine kendisinin seksen yafl›nda söyledi¤i bir söz anlatabilir ancak: “Seksen yafl›nday›m. Gözlerim de sa¤l›¤›m da gönlümce okumama elvermiyor art›k. Buna üzülüyorum.” Direnciyle, mücadelesiyle, yap›tlar›yla aram›zda olacak. “SEN ÇOK YAfiA” O ülkemiz onurlu ayd›n sanatç› tipinin olumlu örneklerinden biridir. Yaflam›n›n son an›na kadar üretmede, tav›r almada, do¤ru bildi¤ini söylemede inatla bu özelli¤ini korudu. Devlet politikalar›yla kösesine çekilen, suya sabuna dokunmayan, giderek duyars›zlafl›p kendini emekçilerden, toplumsal geliflimden soyutlayan bir ayd›n kimli¤i yarat›l›rken R›fat ILGAZ, “Kald›r bafl›n› kan uykulardan Böyle yürek, böyle atardamar Atmaz olsun Ses ol, ›fl›k ol, yumruk ol” diyordu “Ayd›n m›s›n?” adl› fliirinde. 23


Ve ›srarla ayd›n›n mücadeleci olmas› gerekti¤ini, karfl› durmas› gerekti¤ini savunuyordu. 1991 Emperyalist Savafl döneminde oluflturdu¤umuz “Emperyalist Savafla Hay›r Sanatç›lar Komitesi”nde hasta yata¤›ndan kalk›p hiç tereddütsüz yer ald›. Kendisine “ayd›n›m” diyen pek çok insan›n bu duyarl›l›¤›n çok uza¤›nda oldu¤u bir dönemde o, tarihin de tan›kl›¤› önünde ayd›n sorumlulu¤u ile hakl›dan yana onurlu yerini almas›n› bildi. 17 Nisan 1992'de 10 devrimciyle birlikte katledilen devrimci sanatç› Ayfle Gülen için açt›¤›m›z tüm kampanyalarda korkusuzca ve cesaretle yer ald›. “Düzene karfl› olan herkese bu uygulan›yor. Bir gün benim de kap›m çal›nabilir ama bunun genç kuflaklarda korku yaratmamas› gerekir” diyordu. O, 82 y›ll›k ç›nar R›fat Ilgaz, devrimci sanatç›lara yap›l›n tüm bask›larda da yan›m›zda yer almas›n› bildi. Kendi fliirinde dedi¤i gibi o, ömrünün hep bahar›n› yaflad›. YAZ'›, GÜZ'ü gitti karl›, tipili K›fl'› aitti diyordu ve ekliyordu “Yemyeflil bir bahar kald›.” O, ömrünün hep bahar›ndaym›flças›na yaflataca¤›z. Onu soyut bir biçimde anarak de¤il, duyarl›, mücadeleci onurlu ayd›n olarak yaflataca¤›z. ‹ki kolunu iki yan›na aç›p korkuluk olmay› dahi baflaramayanlara inat, “Bizden geçti...” demeyece¤iz. Yollar kesilmifl, alanlar sar›lm›fl olsa da, yöremizi tel örgüler çevirmifl, al›c› kufllar f›r›l f›r›l dönüyor olsa da tepemizde, gelece¤e, onurlu ve özgür gelece¤imize olan umudumuzu yitirmeyece¤iz. Sen Çok Yafla R›fat Ilgaz...

Grup Yorum, Grup Ekin, Grup Özgürlük Türküsü, Koma Berfin, Ayfle Gülen Halk Sahnesi, Foto¤raf ve Sinema Emekçileri, Ortaköy Kültür Merkezi, Kültür ve Sanatta Tav›r Dergisi

AYDIN ILGAZ, RIFAT ILGAZ'I ANLATIYOR “Ilgaz” soyad› benim için sak›ncal›yd›. Ve bir o kadar da onur verici. . Sak›ncal› R›fat Ilgaz'›n o¤lu olmak beni hiçbir zaman ürkütmedi...” 24


‹natç›yd› babam. Son Bart›n konuflmas›nda:, “Annem yedi tane çocuk büyüttü¤ü için sütü kesilmiflti. Ben de komflunun keçisinin sütünü içti¤im için inatç›y›m.” demiflti. F›rsatlar› kaç›rmama kayg›s› tafl›mam›fl, ödün vermemiflti hiç. Acele etmemekten yanayd›. Bir sanatç›n›n ça¤›n›n insan› olmas› için ça¤›n› bilmesi ve üretken olmas› gerekti¤i kan›s›ndayd›. ‘Bir e¤itmen olarak birinci görevim okuduklar›m› çocuklara ö¤retmek, ikinci görevim ise yazd›klar›m› okutmak’ diyordu... Halk›na her zaman güvenirdi. “Halk›m bir süre için kand›r›labilir, yanl›fl yola sokulabilir ama halk›m›n er geç do¤ruyu bulaca¤›na inan›yorum” derdi. Devrimin halktan kopuk gerçekleflmeyece¤ini, ancak halk›n kültürünü gelifltirerek, e¤itimini art›rarak devrim yap›laca¤›na inan›rd›. Özgürlük gereksinimdir. Haklar›m›z da bir gereksinimdir. Toplumun bu haklardan uzaklaflt›r›lmas›n›n tepkilere sebebiyet verece¤i kan›s›ndayd›... Bütün kültürel aktivitelerde halk›n içinden üretmenin daha yararl› olaca¤›n› savunuyordu. “Gerçek bir sanatç›n›n (ayd›n bir kiflinin) gözü toplumda, kula¤› halkta olmal›d›r. Halk›ndan kopuk bir ayd›n, hiç bir zaman kendinin onlarla birlikte oldu¤unu düflünmemelidir. Halk›m›z bunun fark›nda” diyordu. Ayd›nlar›n gittikçe halktan uzaklaflmakta oldu¤u kan›s›ndayd›. “Ben flairim” demesine ra¤men, medyan›n onun di¤er özelliklerini öne ç›karmas›n› ve flairli¤inin geri planda kalmas›n› hazmedemiyordu. Pijamal›lar, Hababam S›n›f› gibi yap›tlar›n›n bir gün gerçek de¤erlerinin ortaya ç›kar›larak sahnelenece¤ine inan›yordu. Ertem E¤ilmez’in yapt›¤› Hababam S›n›f›'n› sevmezdi. Çünkü bu filmler esas tema olmas› gereken “Kötü ö¤renci yoktur, kötü ö¤retmen vard›r” yerine kötü ö¤renci ve veli imaj›n› vermeye çal›flm›flt›. Ayr›ca en büyük amac› sürekli bir tiyatro edinebilmekti. Elde edilen gelirin de hiçbir yere gitmeden tiyatronun ‹çinde kalmas›n› isterdi. Bu, tiyatronun metalaflt›r›lmas›na bir tepkiydi... Baz› tiyatro eserlerine, TV dizilerine, hatta kendini flair, söz yazar› ilan edenlerin ipe sapa gelmez flark›lar›n›n piyasaya sunulmas›na ve hakiki edebiyat›n yok edilmesine tepki duyuyordu. Hem dilin kullan›m›, hem de konular› aç›s›ndan buldu¤u yanl›fllar yüzünden TV izlemeyi sevmiyordu. 25


Bazen sunuculara, spikerlere “Dilini eflek ar›s› soksun” diye ba¤›r›rd›. “Bunlar toplumu ne kadar bofl zannediyorlar. Yan›l›yorlar. Yavafl yavafl dinleyici ve izleyici bulamayacaklar” diyordu. R›fat Ilgaz'›n o¤lu olarak onunla yeterince beraber olamad›m. 4-5 yafl›nda cezaevi ziyaretlerini hat›rl›yorum. Evimiz gözalt›nda tutuluyordu. Çocukluk yaflam›m bu yan›yla pek renkli de¤ildi. Onu ya cezaevinde, ya hastanede ya da kaç›fl dönemlerinde dost evleri ile otellerde görüyordum. ‹lk uzun süreli beraberli¤imiz yetmifliki yafl›nda oldu. Cide'ye çekiliflinden sonra 12 Eylül'ün gelmesiyle birlikte bir tutukluluk yaflad›. O yafl›nda karfl›laflt›¤› ac›mas›z bask›lardan sonra ilk kez iki arkadafl olduk. “Bana flimdiye kadar babal›k f›rsat› vermediler. Neden böyle sürdürelim ki. “Arkadafl olal›m.” demiflti... Gençli¤in hiçbir zaman p›s›r›k olmayaca¤›n› ve geri b›rak›lamayaca¤›n› düflünürdü. “Ça¤›n geliflimini gençler çok daha iyi anlatabiliyorlar. Özümü gençlerden alay›m ki ça¤›n içinde kalay›m” derdi. S›k s›k kendine dert yanan gençlere, açmaza düflmeye gerek olmad›¤›n› ve örgütlenmelerini söylerdi. “‹flte o zaman sesinizi duyurabilirsiniz. Bu hakk› gözard› etmeyin.” derdi... Yaflam›m› iki dönemde de¤erlendiriyorum: R›fat Ilgaz'›n o¤lu olmak benim için bir dönem saklan›lmas› gereken bir kural gibi empoze ediliyordu. ‹kinci yan› ise R›fat Ilgaz'›n o¤lu olman›n verdi¤i mutluluk devresi. Ö¤rencilik y›llar›mda Ilgaz soyad› benim için sak›ncal›yd›. Ama bir zaman dilimi içinde de onur verici. Sak›ncal› R›fat Ilgaz'›n o¤lu olmak beni hiçbir zaman ürkütmedi. “S›n›f” adl› fliir kitab›n›n yazar›n›n suçu neydi diye düflünürdüm. Yay›nc›l›¤a bafllad›ktan sonra (1986) babam›n uyar›lar›na ra¤men yasak olan bu kitab› yay›mlad›m. Ve bir sanatç›n›n ömrünün bask›larla geçmesine neden olan bu kitab›n›n hiç ses getirmedi¤ini (soruflturma, toplatma vs.) gördü¤ümde maksad›n üzüm yemek de¤il, ba¤c›y› dövmek oldu¤unu anlad›m... “Ben bir ö¤retmen olarak yola ç›kt›m. Sonra da gazeteci-yazar olarak” demiflti. Ben bugün yay›nevi olarak onun eserlerini ço¤altmakla, gözard› 26


edilmifl yap›tlar›n› gündeme getirmekle, gazete-dergi köflelerinde kalm›fl, onun felsefesini yans›tan yaz›lar›n› kitap haline getirmekle sorumluyum. Yak›nda aç›lacak olan “R›fat Ilgaz Kültür Merkezi”ni gençli¤in kültür ve sanatla olan iliflkilerinde toplumcu ve gerçekçi bir bak›fl aç›s›yla geliflmesinde önayak olacak ulusal ve evrensel boyutlar da bir kültür merkezi haline getirebilmeyi hedefliyoruz. Burada ulusal sanat›m›z›n ve kültürümüzün önde tutulmas› amac›n› gözard› etmemeye çal›flaca¤›z. Zaman içinde topluma nas›l malolaca¤›, gençlerin onu alg›lamas›na ba¤l›. As›l yarg›y› onu okuyan gençlere b›rak›yorum. . (R›fat Ilgaz'›n o¤lu Ayd›n Ilgaz'la yapt›¤›m›z söylefliden.) B‹LSEM K‹... Bu ayaklar benden hesap soracak, Bir düflüncenin peflinde dolaflt›rd›m Sokak sokak. Bu bafl, bu e¤ilmez bafl da öyle... Baz› sarhofl, baz› yorgun Her zaman bir yast›¤a hasret! Bu ci¤er de hesap soracak, Esirgedim, güneflini, havas›n›. Bu a¤›z, bu difller, bu mide... Ne ikram edebildim ki bol keseden! Bu bilekler de hesap soracak. Göz yumdum çektikleri eziyete Bilsem ki kimsenin parma¤› yok Bu sürüp giden iflkencede; K›l›m bile k›p›rdamadan bir sabah Çekerdim dara¤ac›na kendimi. Bilsem ki suç bende!.. R›fat Ilgaz

27


28


insanl›¤›n yüz ak› bir bilimadam›: FREDER‹C JOL‹OT- CUR‹E Tav›r Eylül 1996

Frederic Joliot-Curie... Yüzy›l›m›z›n en büyük düflünürlerinden... Nötron ve pozitronun bulunmas›nda büyük bir pay sahibi olmufl, yapay radyoaktiflik ve zincirleme tepkileflimi bularak ad›n› bilim tarihinin sayfalar›na alt›n harflerle yazd›rm›fl bir bilim insan›... ‹nsanl›k onu, sadece bilime yapt›¤› katk›lardan de¤il, Fransa halk›n›n faflizme karfl› verdi¤i kurtulufl mücadelesinde yürüttü¤ü önderlikten tan›r. Onurlu bir bilim adam› kiflili¤i, vatanseverli¤i ile ülkemizin ilerici-demokrat ayd›n kesimi için de incelenmesi, tart›fl›lmas› ve örnek al›nmas› gereken bir insand›r Frederic Joliot-Cu-rie. 1900 y›l›nda Paris'te do¤an Joliot-Curie'nin babas› Paris Komünü savaflç›lar›ndan bir maden iflçisi, annesi ise yine komün y›llar›n› yaflam›fl, hayat› boyunca haks›zl›¤›n ve zulmün karfl›s›nda olmufl bir insand›. Vatansever bir ailenin çocu¤u olarak büyüyen Frederic Joliot, Fransa'n›n Nazi iflgali alt›nda yaflad›¤› y›llarda direnifl hareketi içinde yeralm›fl, Ulusal Cep29


he'nin Genel Baflkanl›k görevini üstlenmifltir. Juliot, bu görevini Hitler faflizminin Fransa'dan temizlendi¤i güne kadar sürdürmüfltür. Bilimi, uygarl›¤› ileriye tafl›mada bir araç olarak gören Juliot, II. dünya savafl› sonras›nda da -özellikle Hiroflima ve Nagasaki katliamlar›ndan sonra- bilimin, emperyalistlerin elinde halklar› yokeden bir silah haline dönüfltürülmesine karfl› aktif bir mücadele vermifltir. Onurlu ayd›n tavr› nedeniyle her zaman egemenlerin hedefi olan Juliot, karfl›laflt›¤› zorluklar ve çekti¤i ac›lar nedeniyle y›lmam›fl, yaflam›n›n son an›na dek inand›¤› do¤rular u¤runa mücadele vermifltir. Frederic Joliot, yine yüzy›l›m›z›n en büyük fizikçilerinden Pierre ve Marie Curie'nin yan›nda e¤itimini sürdürmüfl, çal›flmalar›n› bu iki de¤erli bilim insan›n›n yan›nda flekillendirmifl, burada yetkinleflmifltir. Pierre ve Marie Curie'nin k›z› Irene Curie ile 1926 y›l›nda evlenen Frederic Joliot bu tarihten sonra çal›flmalar›n› hep Juliot-Curie ismiyle imzalam›flt›r. Avrupa'da Faflizmin Yay›l›fl› 1920-30'lu y›llarda tüm Avrupa ekonomik ve siyasi bir bunal›m içindeydi. Almanya'da da siyasi ve ekonomik kriz günden güne derinlefliyor, hiçbir siyasi önlem, bunal›m› aflmaya yetmiyordu. Ekonomi tamamen çökmüfltü. 1926 y›l›nda 1 ABD dolar› 4 milyon Alman mark›na eflde¤er durumdayd›. Almanya'n›n, kalbi Berlin'de sosyalistler h›zla örgütleniyor ve yayg›nlafl›yorlard›. O y›llarda yeni yeni örgütlenmeye bafllayan faflistler de yaflan›lan kriz ortam›n› iyi de¤erlendirip seçimler yoluyla iktidara gelmek, sonra da bir darbeyle diktatörlük kurmak istiyorlard›. Bu günlerde, birkaç y›l öncesinin sokak serserisi bir Avusturyal›, tekellerin de deste¤iyle ad›m ad›m Almanya Baflbakanl›¤›na getirildi. Bu, Hitler'den baflkas› de¤ildi. Hitler'in 1933 y›l›nda iktidara getirilifliyle önce Almanya'da tüm demokratik haklar terör yöntemleriyle rafa kald›r›ld›; siyasal partiler, sendikalar kapat›ld›. Hitler, 1934'te Cumhurbaflkan› Hildenburg'un ölümüyle boflalan Cumhurbaflkanl›¤› makam›na el koydu. Seçimle iktidar› alan faflizmin darbe yöntemleriyle devam ettirdi¤i kurumlaflma tamamlanm›flt›. Bundan sonra tek tek tüm Avrupa ülkeleri iflgal alt›na al›nmaya baflland›. Milyon30


larca sosyalist, komünist, yahudi, aç›lan toplama kamplar›na dolduruldu. 1187 toplama kamp›nda ölen insanlar›n say›s› birçok ülkenin nüfusuyla boy ölçüflebilecek yo¤unluktad›r. Bu say›, yaklafl›k 4 milyondur. Faflizm, kafatasç› anlay›fl›n› bilimsel ve kültürel alana da yans›tm›fl, “Alman Fizi¤i”, “Alman Kimyas›” gibi kavramlar› ortaya atm›flt›r. Faflizmin bilimi yorumlay›fl› Philipp Lenart'›n flu sözleriyle özetlenebilir. “Bilim uluslararas› niteliktedir” deniyor. Bu yanl›flt›r. Gerçekte bilim, her insan faaliyeti gibi bir ›rk olay›d›r ve insan›n tafl›d›¤› kanla koflullanm›flt›r.” Faflizm, Almanya'n›n bilimde uzun y›llar sonucu katetti¤i mesafeyi k›sa sürede yerlebir etti. Faflizmin bask›s› alt›nda çal›flma koflullar› kalmayan birçok bilim adam› ülkeyi terk etti. Ayn› durum daha sonra Hitler faflizminin iflgal etti¤i ülkelerde de yafland›. Ayn› y›llarda Fransa'da da büyük ekononomik krizin etkileri hissediliyordu. 1932 y›l›nda sa¤c› iktidar çökmüfl, radikaller de sosyalistlerin deste¤iyle iktidara gelmiflti. Burada da faflist örgütlenmeler tekellerin deste¤iyle yayg›nlafl›yordu. Radikallerin iktidara geliflinden k›sa bir süre sonra hükümetin yapt›¤› yolsuzluklar ortaya ç›k›nca faflistler Paris'te meclise yürüdü. 6 fiubat 1934'te düzenlenen bu gösteride polisin açt›¤› atefl sonucu 15 faflist öldü. Bu aç›kça faflist bir darbe giriflimiydi. Birkaç gün sonra ise 4 milyon kifli Paris caddelerini “Faflizme Geçit Yok” sloganlar›yla inleterek yürüyordu. Faflistlerin darbe giriflimi daha haz›rl›k aflamas›ndayken halk taraf›ndan bast›r›lm›flt›. 1936 seçimlerinde komünistler, sosyalistler, sendikalar ve ilerici kesimlerin birlikte oluflturdu¤u Halk Cephesi seçimi kazand›. Fakat, radikallerle sosyalistler aras›ndaki ekonomi ve ‹spanya ‹ç Savafl› gibi konulardaki anlaflmazl›klar sonucu iktidar tekrar merkezi sa¤ koalisyonun eline geçti. Irene ve Frederic Joiiot-Curie, Halk Cephesi döneminde kurulan hükümetin E¤itim Bakan› Yard›mc›s› görevini üstlenmifllerdi. Bu dönemde Frederic Joliot, hem e¤itim sisteminde reformlar gerçeklefltirmek, hem de Fransa Bilimsel Araflt›rmalar Merkezi'nin kurulmas› için yo¤un bir çaba harcam›flt›r. 31


1936 y›l›nda ‹spanya ‹ç Savafl› bafllad›¤›nda Joliot-Curie'ler Cumhuriyetçiler'den yana tav›r alm›flt›r. Cumhuriyetçiler lehinde yürütülen çal›flmalarda etkin görevler alan Joliot-Curie'ler Sosyalist Parti'nin bu savaflta önce karars›z, sonra da -radikallerin bask›s›yla- kar›flmama yanl›s› politikalar› üzerine partiyle ba¤lar›n› koparm›fllard›r. “Benim Yerim Buras›” Naziler, 1938 y›l›n›n Mart ay›nda Avusturya'y› iflgal ettiler. Hitler'in bir sonraki hedefi Çekoslavakya'yd›. Fransa, Çekoslovakya'yla yapt›¤› karfl›l›kl› yard›m anlaflmas›na uymay›nca Almanya, Çekoslavakya'y› iflgal etti. Almanlar k›sa bir süre sonra da Fransa'ya girdiler. Fransa'n›n iflgal edildi¤i s›rada iktidarda afl›r› sa¤c› Reynaud hükümeti bulunuyordu. ‹flbirlikçi hükümet, iflgal üzerine halka silah da¤›t›lmas› yönündeki önerileri reddediyordu. Bu aç›k bir boyun e¤ifl; faflizme ülkenin kap›lar›n› ard›na dek açmak demekti. ‹flgali haber alan Joliot'nun ilk ifli bilimsel çal›flmalar› için çok önemli bir yeri olan ve dünyada çok s›n›rl› bir miktarda bulunan “a¤›r su”yu ülkeden ç›karmak oldu. Joliot, a¤›r suyun Almanlar'›n eline geçti¤inde nas›l bir silaha dönüflece¤ini çok iyi biliyordu. Önce bir cezaevinin idaml›klar için haz›rlanan hücrelerinde saklanan a¤›r suyla dolu bidonlar› daha sonra gemiyle ‹ngiltere'ye kaç›rd›. 16 Haziran gecesi Jo-liot, efli ‹rene, dostlar› Mureu, Halban ve Kowarski ile Clermont-Ferrand'da bir evde, sabaha dek, yaflad›klar› günleri ve neler yapacaklar›n› tart›flt›. Tart›flman›n sonunda Joliot karar›n› aç›klad›: “Bu boyun e¤me durumu sonsuza dek sürüp gidemez. Fransa'da yeni bir yönetim alt›nda Naziler'e karfl› direnifl bafllayacakt›r. Ben bu ülkeden ayr›lmam; benim yerim buras›.” Savafl s›ras›nda, Almanya ve onun iflgali alt›ndaki ülkelerde faflizmin karfl›s›nda ye-ralan bilimadamlar› dahi ülkelerini terk ederken o, ülkesinin ba¤›ms›zl›¤›n› herfle-yin üzerinde görmüfltür. Frederic Joliot, çok sevdi¤i bilimsel çal›flmalar›n› art›k faflizm koflullar›nda sürdürecektir. Y›llar sonra bir sohbette ülkeyi terk etmeyiflini sadece flu sözlerle aç›klar: “Kalmam gerekiyordu; elbette, kalmam gerekiyordu.” 32


Direniflin Nüveleri ve Bilimsel Çal›flmalar Joliot, Paris'in d›fl›nda bulundu¤u s›ralarda ald›¤› haberlerden Almanlar taraf›ndan sorgulanmak üzere arand›¤›n›, Almanlar'›n laboratuvar›na s›k s›k gelip gittiklerini ö¤renmiflti. Gelen bu haberler üzerine yeniden Paris'e dönmeye karar verdi. Joliot-Curie'lerin çal›flma notlar›n› ele geçiren Almanlar, laboratuvar› sürekli araflt›r›yorlar, personeli de sorguya çekiyorlard›. Arad›klar› a¤›r suydu. Sadece bu ifl için Almanya'dan özel ekipler getirilmiflti. Joliot Paris'teki laboratuvar›n›n bafl›na döndü¤ü s›rada Almanlar tekrar geldi. Joliot'yu etkilemek, iflbirli¤ine çekmek gibi bir düflünce içindeydiler. Bu yüzden de Joliot'ya oldukça ölçülü davran›yorlard›. Joliot da onlara karfl› dengeli bir tav›r alm›flt›. Ne tam olarak karfl› ç›k›yor ne de A l -manlar'a tamamen kucak aç›yordu. Almanlar'›n as›l arad›¤› a¤›r suydu. Nerede oldu¤unu sorduklar›nda Joliot'dan yurtd›fl›na ç›kard›¤› cevab›n› ald›lar. Nas›l ç›kard›¤› soruldu¤unda ise Joliot a¤›r suyu ç›kard›ktan sonra Almanlar taraf›ndan bat›r›lm›fl iki geminin ismini verdi ve bu gemilerle a¤›r suyu kaç›rd›¤›n› söyledi. Böylece, Almanlar'› a¤›r suyun denizin dibini boylad›¤›na ikna etti. ‹flgal alt›nda da olsa ülkesinde kalma ve çal›flma koflullar›n› yaratan, Joliot-Curie, kendisinin yurtd›fl›na ç›kmas› için tekrar tekrar getirilen önerileri reddediyordu. Bu önerilere “Gelecek kufla¤›n fizikçilerini yetifltirece¤im.” cevab›n› veriyordu. Joliot, Fransa'da devam ettirdi¤i bilimsel çal›flmalardan ötürü 1943 y›l›nda Frans›z T›p Akademisi üyeli¤ine seçilmifltir. Bu arada Almanlar, Joliot'nun kendileriyle iflbirli¤ine girece¤i umudunu hiç yitirmiyordu. Joliot da uzun bir süre Almanlar'la geçinir göründü. Bu yüzden de pek çok kifli bafllarda onu iflbirlikçi zannediyordu.

DireniflY›llar› 1940 y›l›n›n ders y›l› bafllang›c›nda üniversitelerde üçerli, beflerli gruplar oldukça hararetli tart›flmalar yürütüyorlard›. Joliot'nun da kat›ld›¤› bir toplant›da direniflçilerden gelen mektuplar okundu ve ayd›nlar›n direniflin içinde almas› gereken tav›r tart›fl›ld›. Bu y›llar, Fransa'da umutsuzlu¤un henüz k›r›lamad›¤›, Almanlar'›n zaferinin genifl kesimlerce kabullenildi¤i y›llard›. 33


Bu y›lg›nl›k perdesinin y›rt›ld›¤› ilk at›l›m iflgal alt›ndaki Fransa'n›n kukla Vichy Hükümeti'nin ald›¤› bir karar üzerine oldu. Yürürlü¤e konan kararnameye göre Yahudiler kamu görevlerinden at›lacakt›. Birkaç y›l önce Almanya'da yaflananlar flimdi Fransa'da yaflanmaya bafll›yordu. Ard›s›ra yap›lacak katliamlar›n, soyk›r›m›n ilk ad›m›yd› bu karar. Karar ülkede büyük bir tepki toplad›. Ard›ndan ünlü fizikçi Langevin'in tutuklanmas› Fransa halk›n›n yan›s›ra tüm dünya kamuoyunun dikkatini çekmiflti. Langevin, Solvey Dünya Fizikçiler Kongresi'nin sürekli baflkan›, Savafla ve Faflizme Karfl› Dünya Komitesi'nin genel baflkan›, “Dimitrov'a Özgürlük” kampanyas›n›n örgütleyicilerindendi. Langevin'in tutuklanmas› haberi üzerine illegal koflullarda çal›flma yürüten Fransa Komünist Partisi, “Langevin'e Özgürlük” slogan›yla bir kampanya bafllatt›. Paris'te binlerce duvara bu slogan yaz›l›yor, Langevin'in tutsak edildi¤i cezaevine binlerce destek telgraf› ya¤›yordu. Langevin'in yeni ders y›l›nda vermesi gereken ilk ders 8 Kas›m'dayd›. Tüm Paris'te kulaktan kula¤a yay›l›yordu; “8 Kas›m'da College de France'a” sözü. 8 Kas›m günü, Almanlar dersin yap›laca¤› salonun kap›s›n› kilitlemifllerdi. Buna ra¤men, salonun önünde büyük bir kalabal›k birikmiflti. Alman polislerin aras›ndan h›zla ilerleyen Joliot, kilitli salonu elindeki anahtarla açt› ve kürsüye geldi. Gözlerine yafl damlalar› birikmiflti. K›sa ve kararl› bir tonla: “Fransa'n›n onuru ve yüzak› Prf. Langevin serbest b›rak›lmad›kça laboratuvar›m› kapataca¤›m› ve derslerimi tatil edece¤imi herkesin önünde duyuruyorum” dedi. Direnifl büyüyordu. “Langevin'e Özgürlük Kampanyas›” gün gün yayg›nlafl›yordu. Yükselen tepki üzerine Langevin'in de cezaevindeki yaflam koflullar› iyilefltirilmiflti. Ayn› günlerde “Özgür Üniversite” isimli bir yeralt› yay›n organ› ç›kmaya bafllam›flt›. Dergiyi ç›karan grubun çal›flmalar›na zaman zaman Joliot da 34


kat›l›yordu. Özgür Üniversite'nin çal›flmalar›n› yürüten grup da, Joliot'nun di¤er çal›flmalar›nda yard›mc› oldu¤u gruplar da komünistlerden olufluyordu. Fakat Joliot'nun Komünist Parti'yle örgütlü bir iliflkisi yoktu. Bu gönlerde Frans›z Komünist Partisi, disiplinli örgütlülü¤ü nedeniyle sayg›n ve kitlesel bir yap›yd›. Fransa Komünist Partisi, 1921 y›l›n›n May›s ay›nda Naziler'e ve Vichy Hükümeti'ne karfl› Ulusal Cephe Komiteleri kurulmas› yönünde bir ça¤r› yapt›. Bu ça¤r› sonras›, Haziranda Üniversiteler Komitesi kurulmufltu bile. Cephe, her görüflten direniflçiyi bünyesinde bar›nd›r›yordu. Juliot, Üniversite Komitesinin komünist olmayan üyelerindendi ve k›sa bir süre içinde komitenin baflkanl›¤›na seçilmiflti. ‹flin ilginç olan yan› ise komitenin baflkanl›¤›na seçildikten hemen sonra hakk›nda ç›kan tutuklama karar›yd›. Juliot'nun FKP üyesi oldu¤u iddias›yla hakk›nda tutuklama emri ç›kar›lm›flt›. Nitekim, 29 Haziran'da da tutukland›. Tutuklulu¤u k›sa sürdü. 1941'e gelindi¤inde Ulusal Cephe'nin komiteleri ülkenin hemen her yerinde kurulmufltu. Bu dönemde komitelerin, merkezi yönetim komitesine ba¤lanmas› karar alt›na al›nd›. Merkezi yönetimin baflkanl›¤›na da yine Juliot seçildi. Bu görevini savafl›n sonuna dek sürdürecektir. Ulusal Cephe'nin yönetim komitesi ayda bir toplan›yordu. Toplanma yeri de, toplanma saatinden bir saat önce kararlaflt›r›l›yordu. Toplant›lar kimi zaman bir evde, kimi zaman okulda, kimi zaman da bir dükkan›n arka bahçesinde gerçeklefliyordu. Bu zamanlarda birçok yeralt› gazetesinin haz›rl›klar› gözden geçiriliyor, kamuoyuna yap›lacak aç›klamalar kaleme al›n›yor, di¤er direnifl örgütleriyle iliflkiler belirleniyordu. Bütün bu çal›flmalar›n içinde düflünce yap›s› itibariyle hayat›n farkl› yerlerinde bulunan ama ortak noktalar› anti-faflistlik ve yurtseverlik olan insanlar bir araya geliyordu. Yani, komünistler de, katolikler de, bu cephenin içinde çal›fl›yordu. Nobel ödüllü, ünü dünyaya taflm›fl Frederic Joliot Curie, 1942 y›l›n›n May›s ay›nda FKP'ye üyelik için baflvurdu. ‹ste¤i hemen kabul edildi. Y›llar sonra, neden üye oldu¤unu soranlara flu cevab› vermifltir: “Ben bu karar› ülkemi sevdi¤im için verdim.”

35


Direnifl hareketinin etki alan› günden güne büyüyordu. Pasif direniflten, etkin sabotajlara kadar uzanan eylemler Naziler için Fransa'y› cehennem haline getiriyordu. Hitler'in, “Öldürülen her Alman için yüz Frans›z öldürün” emri fayda etmemiflti. Direnifl büyüyordu. Buna karfl›n Naziler de vahfletlerini artt›r›yordu. Katledilenlerin say›s› onbinlerle ifade ediliyordu. Öldürülenlerin büyük bir k›sm› da komünistti. Fransa Komünist Partisi'nin ad› “Kurfluna Dizilenlerin Partisi” olarak an›lmaya bafllanm›flt›. Bu s›ralarda Joliot'nun üniversitedeki laboratuvar›, direnifl için el-bombas›, molotof kokteyli, telsiz cihaz› imal eden bir cephaneli¤e dönüflmüfltü. As›l ilginç olan, laboratuvar Almanlar'›n karargah olarak kulland›klar› Paris Üniversitesi'nin içindeydi. Joliot'nun ünü öylesine tart›fl›lmaz bir boyuttayd› ki, bu laboratuvar› aramak Almanlar'›n akl›n›n ucundan bile geçmezdi. Direnifl sürecinde, Paris Üniversitesi'nde böyle 18 laboratuvar daha kuruldu. Aç›ktan yürüyen savafl›n boyutlanmas› Juliot için de baz› tedbirleri almak gereklili¤ini do¤uruyordu. Etraf›ndaki çember daral›yor, bu da kendi yaflam›nda baz› düzenlemeler yapmas›n› gerektiriyordu. Efli Irene ve çocuklar›n› ‹sviçre'ye geçiren Joliot, Sorbounne'da bindi¤i yeralt› treninden, Paris'in Beville mahallesinde indi¤inde bambaflka biriydi. O art›k ne bir fizikçi, ne de Frederic Joliot-Curie'ydi. Ad› Jean-Pierre Garamont'du. ‹llegal yaflayan bir direniflçiydi. Joliot'nun illegal çal›flma ve yaflama koflullar›na geçti¤i dönem ayn› zamanda Amerikan ve ‹ngiliz ordular›n›n Normandiya Ç›karmas›'n› gerçeklefltirdikleri, Sovyet ordular›n›n Naziler'i bozguna u¤ratan yaz sald›r›lar›n› bafllatt›klar› dönemdir. Yine bu dönemin A¤ustos ay›nda Direnifl Komitesi Paris'in kurtar›lmas› için ayaklanma bafllat›lmas› karar›n› verdi. Joliot, bu ayaklanma haz›rl›klar›nda do¤rudan görev ald›. Paris'teki ayaklanma 19 A¤ustos'ta bafllad›. Paris'in tüm caddeleri barikatlarla donand›. Barikatlar›n ard›nda, üniversitelerin laboratuvarlar›nda aylarca süren çal›flmalarla imal edilen el bombalar› depolan›yor; bu bombalar, Nazilerin ileri sürdükleri z›rhl› araçlar›n üzerinde patl›yordu. 36


Ayaklanma alt› gün alt› gece sürdü ve Paris faflizmin iflgalinden kurtar›ld›. fiehir, Naziler'den temizlenirken de Joliot yine ön saflardayd›. Savafl bitince Faflizmin Paris'ten temizlenmesi üzerine Joliot laboratuvar›n›n kap›s›na raptiyeyle tutturulmufl kartonu as›l› oldu¤u yerden ç›kard›. Kartonun üzerinde flöyle yaz›yordu: “Frans›z Gönüllüleri ve Partizanlar› Silah Dünya Bar›fl Konseyi toplant›s›nda, Berlin 1952 Yap›m Atelyesi” Kurtulufltan hemen sonra Joliot'ya direniflteki yararl›l›klar›ndan dolay› savafl madalyas› verildi. Bunun yan›s›ra Dan›flma Meclisi ve Ekonomik Konsey üyeli¤ine seçildi. Savafl sonras› var gücüyle ülkesinin bilimsel çal›flmalar›n› yönlendiren Joliot, yanm›fl y›k›lm›fl Fransa'y› yeniden aya¤a kald›rmak için yürütülen çal›flmalar›n öncüsü olmufltur. Savafl›n bitimi Joliot için mücadelenin sona ermesi anlam›na gelmiyordu. O, bu dönemde yeni bir mücadeleye adam›flt› kendini. Bu, atom suçlular›na karfl› mücadeledir. Joliot, bu mücadelesini ömrünün sonuna dek, çeflitli zorluklara, bask›lara ve engellere ra¤men sürdürmüfltür. 1958 y›l›nda ise Joliot- Curie ard›nda kendisine minnet dolu, gözü yafll›, dua eden, sab›rl› ve metin olmaya çal›flan milyonlarca insan b›rakt›. Halk›n Ayd›n› Olabilmek için “Laboratuvar›ma kapanmak benim için hep çekici olmufltur ama kendime sormuflumdur: Bulufllar›mdan kim yararlanacak? O zaman anlam›fl›md›r ki, laboratuvar›mda rahatça çal›flabilmek için, bilimin kirli amaçlara, savafl haz›rl›klar›na de¤il, bar›fla hizmet etmesini isteyenlerin saflar›nda savafl›m vermem gerekiyor... Biz bilim adamlar› ancak sürekli bir bar›fl varoldukça iç huzuruna kavuflabilir ve bütün günlerimizi laboratuvarlar›m›zda geçirebiliriz.” Onun “sürekli bar›fl” sözüyle vurgulad›¤›, kendi yaflam prati¤inden de görülebilece¤i gibi, sömürenlere karfl›, onlar› yok edinceye dek sürdürülecek bir savaflt›r. Onun “bar›fl”›, halklar›n kendi topraklar›nda özgür iradeleriyle 37


yaflamas›yd›. Frederic Joliot-Curie yaflam›n› insanl›¤›n kurtulufluna adam›fl, zulmün karfl›s›na bilim ve insanl›k onuruyla ç›km›fl bir insand›r. Bir bilim adam›d›r ama herfleyden önce bir halk önderidir. Joliot-Curie'nin önderlik vasf› faflizmin vahfletinin en yo¤un yafland›¤› günlerde bile ülkesini terk etmeyiflinde, vatan›n› savunma azmindedir. Onun önderlik vasf›, FKP'ye üye oldu¤u için binlerce insan›n kurfluna dizildi¤i bir dönemde tereddütsüz Komünist Parti saflar›nda savafl›n› yükseltme bilincindedir. Gerekti¤ine inand›¤› için savafl koflullar›nda dahi bilimsel çal›flmalar›n› sürdürmüfltür. Savafl koflullar›nda dahi yüzlerce ö¤rencisini e¤itmifl, onlar› Fransa'ya faydas› dokunan say›s›z bilim insan›n›n aras›na katm›flt›r. Bunun için de bilim dünyas›n›n bir öncüsüdür Joliot. Yine gerekti¤ine inand›¤› zaman ad›n›, ününü, deney tüplerini ve kiflisel güvenli¤ini bir kenara b›rak›p illegal yaflama geçmifltir. Frederic Juliot-Curie'nin yaflam› ülkemiz ayd›nlar› için incelenmesi, tart›fl›lmas› ve dersler ç›kar›lmas› gereken özgünlüklerle doludur. Onun örnek al›nmas› gereken yan›, direniflçili¤i, vatanseverli¤i ve bilimi insanl›¤›n hizmetine sunmadaki inad›d›r. Onun bu yanlar›n› özümserken de¤erlerini k›skançl›kla korumal›y›z.o

38


100. do¤um y›ldönümünde sinemada sovyet devrimi'nin mimar›: SERGE‹ M. E‹SENSTE‹N Sefa Alt›n A¤ustos 1998

Devrim baflar›lm›fl, sosyalizme giden yol düzlenmifltir. Art›k, devrimi dünyaya anlatmal›, propagandas›n› en iyi flekilde yapmal›d›r. Dünyada devrimler ça¤›n› bafllatan Ekim Devrimi'nin muzaffer komutan› V.‹. Lenin, devrimin ard›ndan gösterir hedefi: “Sinema, bizim için sanatlar›n en önemlisidir.” Ve 1919'un 27 A¤ustos'unda devrim, sinema için start verir. 1919'dan '24'e kadar süren haz›rl›k döneminde, üç okulda yetiflmifltir Sovyet yönetmenleri. Bunlar; Lev Kuleflov'un “deneyli¤i”, Trauberg, Kozintsev ve Yutkeviç'in “Ayr›kç› Oyuncu Okulu” ve Dziga Vertov'un “Kinoks”udur. Bu dönemin en önemli ürünleri aras›nda flu filmleri sayabiliriz: Aleksandr Razumni'nin Gorki'den uyarlad›¤› “Ana” (1920), Vsevolod Pudovkin ile Vladimir Gardin'in birlikte çekti¤i “Açl›k...Açl›k...Açl›k...” (1921), Kuleflov'un “Bay Bat›'n›n Bolflevikler Diyar›ndaki Akla Durgunluk Veren Serüveni” ve Protazanov'un “Aelita” s›. 39


Bu dönem Sovyet sinemas›nda, birbirinden de¤iflik kuramlar ortaya at›ld›. Bu kuramlar aras›nda, Dziga Vertov'un Kinoglaz'›n› (sinema-göz) anmadan geçmemek gerek. Vertov, kuram›nda, yaflam› belli bir ön haz›rl›k yapmadan, oldu¤u gibi saptamak gerekti¤ini savunuyor. Sinemada oyuncu, dekor vb. ö¤elerden vazgeçilmesi gerekti¤ini savunan Vertov, al›c›n›n tamamiyle nesnel kalmas› gerekti¤ine vurgu yap›yor. Bunun yan›nda Vertov’da, yeni ve çok önemli bir ö¤e daha var: Kurgu. Vertov'a göre bir sinema eseri, nesnel olarak saptanan film parçalar›n› ölçüp biçerek, aralar›nda ba¤lant› kurarak, seçme yap›p belli bir ritm sa¤layarak oluflacakt›r. Vertov bu kuram› ile, di¤er ülke sinemalar›ndaki pek çok sinemac› üzerinde etkili olmufltur. 1924'ün sonlar›na gelindi¤inde ise, Sovyet ve dünya sinemas›, bir sinema dehas› ile tan›flacakt›r.

Tiyatrodan Sinemaya Sergei Mihailoviç Eisenstein... 1898'de, Letonya'n›n Riga kentinde “merhaba” diyor dünyaya Sergei M.Eisenstein.Takvim yapraklar›, Ocak'›n 23'ünü göstermektedir. Babas› Mihail Osipoviç Eisenstein, Alman Yahudisi bir mühendistir. Annesi Julia ‹vanovna Konyetskaya ise, zengin bir Rus ailesinin k›z›... 1906 yaz›nda ailesiyle birlikte Paris'e giden Eisenstein, burada ilk kez sinema ile tan›fl›r. Grevin Müzesi'ndeki sinema, onu derinden etkiler. 1915'te Petrograd Üniversitesi Mühendislik Enstitüsü'ne giren Eisenstein, Ekim Devrimi'ni burada karfl›lar. 8 Mart 1917'de, Petrograd'da genel greve gidilmesi karar› al›n›rken, ayn› günler Eisenstein'›n hayat›ndaki dönüm noktalar›ndan birine sahne olur. Eisenstein, Aleksandriski Tiyatrosu'nda Meyerhold ve Golovin'in sahneye koydu¤u Lermon-tov'un “Maskeli Balo” adl› oyununu izler. 40


“Yazg›m› iki darbe çizdi. Önce Nezlobin Tiyatrosu'nun 1913'te Riga'daki turnesinde sahneye koydu¤u 'Turandot'. (...) Kendimi 'sanat'a vermek üzere mühendisli¤i bir yana b›rakmaktaki gizli karar›m› belirleyen ikinci ve bu kez kesin darbe, Petersburg'daki eski Aleksandriski Tiyatrosu'ndaki 'Maskeli Balo' oldu.” Ekim Devrimi'nin ard›ndan, ülkede bir iç savafl bafllar. Devrim ile karfl›devrimin savafl›d›r bu. Eisenstein, yönünü devrimden yana çevirir ve 18 Mart 1918'de üniversiteden bir grup arkadafl›yla birlikte gönüllü olarak K›z›lordu'ya kat›l›r. Tarihin ne garip cilvesidir ki; ayn› dönemde Eisenstein'›n babas› da karfl›-devrimci Beyaz Ordu'ya girecek ve devrimin zaferi üzerine Almanya'ya s›¤›nacakt›r. K›z›lordu'da istihkamc› olarak görev yapan Eisenstein, cephede tiyatro bölümüne girerek birliklere tiyatro yapar ve sokak tiyatrosu çal›flmalar›na kat›l›r. 27 Eylül 1920'de ordudan terhis olan Eisenstein, Proletkült Tiyatrosu'nda çal›flmaya bafllar. Dekorcu olarak girdi¤i Proletkült Tiyatrosu'nda, k›sa sürede yönetmenli¤e yükselir. “Çarp›c›l›klar Kurgusu” ad›n› verdi¤i kuram›n ilk nüvelerini de bu dönemde ortaya koyar. 1923 y›l›nda, Mayakovski'nin yönetti¤i LEF (Levi Front ‹skustvo-Sol Sanat Cephesi) dergisinde, bu kuram›n ilkelerini aç›klar. Bu yaz›, Eisenstein'›n ilk kuramsal yaz›s›d›r. Eisenstein'›n sinemac›l›¤›n›n, Proletkült Tiyatrosu'nda, Ostrovski'nin “Her Ak›ll›n›n Saf Yan›” adl› oyununu Mart 1923'te, Moskova'da sahnelemesiyle bafllad›¤› yönünde genel bir düflünce varsa da, o bunu kabul etmez. Eisenstein'a göre sinema e¤iliminin ilk belirtisi; bölümlerin gerçekli¤ini amaçlayarak, olaylar› en az bozulmayla göstermektir. Bu e¤ilim ise onda, 1920'de, Jack London'›n bir öyküsünden sahneye uyarlad›¤› “Meksikal›” adl› oyunda görülmektedir. Bu oyunda, bir boks karfl›laflmas› sahnesi vard›r. Oyunda bu boks karfl›laflmas›, sahne gerisinde yer alacak, sahnedeki oyuncularsa, yaln›z kendilerinin görebilecekleri karfl›laflmadan duyduklar› coflkuyu, karfl›laflman›n sonucuyla ilgili kiflilerin çeflitli duygular›m yan41


s›tacaklard›r. Eisenstein ise, boks karfl›laflmas›n›n, izleyicinin görebilece¤i bir flekilde verilmesini önerir. Önerisi kabul görür ve sahnenin tam ortas›nda k›ran k›rana bir boks karfl›laflmas› yap›l›r. Eisenstein'›n ise, bu oyundaki resmi görevi dekorculuktur. Ard›ndan, “Her Ak›ll›n›n Saf Yan›” ve “Moskova ‹flitiyor musun?” oyunlar›yla güçlenen bu e¤ilim, Tretyakov'un “Gaz Maskeleri” adl› oyunuyla Eisenstein'› sinemaya f›rlatt›. Bunun nedeni; bir gaz fabrikas›n› konu alan bu oyunda, Eisenstein'›n, gerçek bir gaz fabrikas›n› tiyatro sahnesine tafl›mak gibi “ilginç” bir düflünceye kap›lm›fl olmas›yd›. “Araba devrilip parçaland›, sürücüsü sinemaya yuvarland›.” Eisenstein'a göre, film özelliklerinin ikinci yönünü “kurgu” oluflturuyordu. ‹lk kez “Her Ak›ll›n›n Saf Yan›”nda kurguyu deneyen Eisenstein, daha sonraki tiyatro oyunlar›nda bunu gelifltirir. Eisenstein, ilk film kurgusu deneyimini, Ester fiub ile birlikte, Fritz Lang'›n “Kumarbaz Dr. Mabuse” adl› filminin yeniden kurgulanmas›nda gerçeklefltirir. Bu yeniden kurgulama anlay›fl›, derleme film türünün do¤mas›na yol açm›flt›r ki, bu türün yarat›c›s› ve en büyük ustalar›ndan biri, yine Ester fiub't›r. Yukar›da anlatt›¤›m›z üzere, “Gaz Maskeleri” adl› oyunda gaz fabrikas›n› sahneye tafl›may› beceremeyen (!) Eisenstein, ilk film çal›flmas› olan “Grev” de, “Gaz Maskeleri”ndeki sahnelemeyi beyazperdeye yans›tt›. Ama film, Eisenstein'›n deyifliyle “kendisine yabanc› olan su kat›lmam›fl tiyatroluk ö¤elerin içinde bat›p ç›k›yordu”. Eisenstein, bunun hemen ard›ndan, tiyatronun en önemli unsurlar›ndan biri olan “öykü”yü de kald›r›p atarak tiyatroyla iliflkisini tamamen kesti. Burjuva sinemas›n›n bireycili¤ine karfl›, beyazperdeye ortaklaflmay› ve kitle devinimini yans›tan Eisenstein, burjuva sinemas›ndaki “birey kahraman”›n yerine, kitleleri filmin kahraman› yapm›flt›r. Büyük Ekim Devrimi'nin, sinemada yaratt›¤› devrimdir bu bir yerde. Filmde öyküye karfl› geliflen bu kesin karfl› duruflu flöyle aç›kl›yor Eisens42


tein: “1924'te, büyük bir tutkuyla flöyle yazm›flt›m: 'Kahrolsun öykü ve olaylar örgüsü!'. O zaman devrimci sinemam›za karfl›, neredeyse 'bir bireycilik sald›r›s›' olarak görünen öykü, bugün (bu yaz›, 'Sovyet Sinemas›' dergisinin Aral›k 1934 tarihli 12. say›s›ndan al›nm›flt›r-b.n.-) yepyeni bir biçimde, as›l yerini almaktad›r. Öyküye do¤ru bu dönüflte, Sovyet sinemac›l›¤›n›n üçüncü befl y›l›n›n (1930-35) tarihsel önemi yatmaktad›r.” Öykünün tamamen reddi döneminin geçirilmesinin zorunlu oldu¤unu söylüyor Eisenstein. Çünkü o, genel kavram yolu açmasayd›, sineman›n sonraki dönemlerinde istenen daha derin anlaml› “ortaklaflma içinde bireylik” in girifl olana¤› bulamayaca¤›na inan›yor. Buradan yola ç›karak, ileride anlataca¤›m›z Aleksandr Nevski, Korkunç ‹van gibi “ortaklaflma içindeki bireyler”in köklerini, Sovyet sinemas›n›n bu ç›k›fl›nda aramak gerekti¤i sonucuna varabiliriz. Velhas›l›, “Grev” ile birlikte dünya sinemas›, bir büyük sinema dehas›yla tan›fl›yordu. “Grev”den bir y›l sonra çekti¤i filmle ise Eisenstein, sinema tarihine ad›n› alt›n harflerle yazd›racakt›r. Devrimin Beyazperdede fiahlan›fl›: POTEMK‹N ZIRHLISI Pek çok filmde görmüflüzdür. Bir merdivenin basamaklar›ndan gitgide h›zlanarak bir bebek arabas› iniyordur. Bebek arabas›, k›sa bir süre içinde yuvarlanarak inifle geçer. Bunlar›n hepsi, “Potemkin Z›rhl›s›”ndaki “Odesa Merdivenleri” sahnesinin kötü birer kopyas›d›r asl›nda. Çünkü bu sahne, ancak Eisenstein'›n gün geçtikçe gelifltirdi¤i kurgu anlay›fl›n›n içinde bir anlam kazan›yor. Eisenstein'›n, “Potemkin Z›rhl›s›”nda oluflturdu¤u muazzam kurgu diyalekti¤inin içinden bebek arabas› sahnesini kopar›p ald›¤›n›zda, elinizde, belki göze hofl görünen ama hiçbir anlam tafl›mayan bir sahne kal›yor. “Potemkin Z›rhl›s›”, Odessa kentinde, 1905 Ayaklanmas›'na kat›lan bir z›rhl›n›n hikayesini anlat›yor. Bir ayaklanmay› anlatmas›na ra¤men kesinlikle kaba sloganc› bir anlat›ma düflmeyen Eisenstein, tam aksine bir kurgu 43


mucizesiyle izleyenlerin karfl›s›na ç›k›yor. Filmin, izleyiciyi ad›m ad›m belli bir hedefe sürükleyen kurgusu, son tahlilde devrimci bir coflku ve bilinç afl›l›yor. Ekim Devrimi'nin yaratt›¤› devrimci uyan›fl› “Potemkin Z›rhl›s›”, dalga dalga tüm dünyaya yay›yor. Burada, filmin 21 Aral›k 1925'te, Moskova'daki Bolfloy Tiyatrosu'ndaki ilk gösterimine iliflkin bir an›y› aktaral›m. Eisenstein'in yard›mc›s› Grigori Aleksandrov'dan dinliyoruz: “Büyük bir titizlikle düzenlenmifl y›ldönümü saati gelip çatt›¤›nda, biz hala filmin kurgusuyla u¤rafl›yorduk. Gösterim saati gelip çatt›¤›nda, son makaralar henüz haz›r de¤ildi. Görüntü yönetmeni Tisse, bitmifl olan ilk makaralarla Bolfloy Tiyatrosu'na do¤ru yola ç›kt›. Böylelikle gösterim bafllayabilecekti. Sondan bir önceki makara haz›r olur olmaz Eisenstein onu izledi. Ben son makaray› yap›flt›rmak için kald›m. Bitirir bitirmez makaray› al›p yola düfltüm ama motorsikletim ‹berian Kap›s›'ndan öteye gitmemekte direndi; buradan Bolfloy Tiyatrosu'na koflarak gittim. Merdivenlerden gösterim odac›¤›na koflarak ç›karken alk›fl seslerini duymak, beni sevince bo¤du. Bu, filmin baflar›s›n›n ilk mutlu iflaretiydi.” Filmdeki bu devrimci ruh, özgürükçü (i) devletleri korkutmakta gecikmedi ve Fransa'da 1950'lerin sonlar›na dek gösterimi yasaklanan “Potemkin Z›rhl›s›”, ‹ngiltere'de ise ancak 29 y›l sonra gösterilebildi. “Potemkin Z›rhl›s›” ayn› zamanda, yukar›da bahsetti¤imiz, kitleleri filmin kahraman› yapan kuram›n da beyazperdeye görkemli bir biçimde aktar›m›d›r. Madem ki devrim, kitlelerin eseridir; o halde filmin kahraman› da kitleler olacakt›r. Filmde zaman zaman gözüken ve izleyicinin özdeflleflmek için yeterli zaman bulamad›¤› kifliler ise, filmin “birey kahramanlar›” de¤il, sadece belli bir kitlenin temsilcileridirler. Yani beyazperdede gördü¤ümüz; ‹van, Aleksandr, Ahmet, Mehmet de¤il, bir denizci ya da bir iflçidir. Ve bir kesim denizciyi ya da bir k›s›m iflçiyi temsil ediyordur. Filmin ilk çevrildi¤i dönemdeki müzi¤i, Alman müzisyen Edmund Meisel'e aittir. 1976'da ise bu müzik, Sovyet yönetimince fiostakoviç'in müzi¤iyle de¤ifltirildi. 44


Sonuç olarak bir gerçek vard›r ki o da; bugünkü onca teknolojiye ra¤men, 73 sene önce çekilen bu filmin düzeyine, henüz hiçbir filmin ulaflamam›fl olmas›d›r. Ki bu gerçek, burjuva sinema yazar› ve elefltirmenlerinin dahi kabullenmek zorunda kalaca¤› kadar karart›lamaz aç›kl›ktad›r. Amerika ve Meksika Serüveni: YAfiASIN MEKS‹KA '26 Kas›m'›nda “Eski ve Yeni”yi çekmeye bafllayan Eisenstein, Ekim Devrimi'nin 10. y›ldönümü dolay›s›yla bu filmin çekimlerini yar›da b›rakarak “Ekim” i çekmeye bafllar. “Ekim”in ilk gösterimi, 20 Ocak 1928'de Leningrad'da yap›l›r. Bunun ard›ndan kolektif üretimin propagandas›n› yapan “Eski ve Yeni”nin çekimlerine tekrar bafllayan Eisenstein, Stalin'in önerileri üzerine filmin baz› bölümlerinde de¤ifliklikler yapar ve film, 7 Ekim 1929'da gösterime girer. Ancak film gösterime girdi¤inde Eisenstein, Sovyetler Birli¤i'nde de¤ildir. 1926'da Moskova'y› ziyaret eden Mary Pickford ve Douglas Fa-irbanks'›n ça¤r›s›n› kabul eden Eisenstein, karar›n› verir ve 19 A¤ustos 1929'da Hollywood'a gitmek üzere yola koyulur. Bu yolculu¤unda ona, de¤iflmez görüntü yönetmeni Edouard Tisse ve asistan› Grigori Aleksandrov efllik edecektir. Önce bir süre Avrupa'da dolaflan Eisenstein, Paris, Londra ve Berlin'de konferanslar verir. Bu arada, ‹sviçre ve Fransa'da k›sa birer deneysel film çeker. Ard›ndan da Hollywood'un yolunu tutar. O y›llarda Amerika'da gitgide yo¤unlaflan anti-komünist politikalar, Eisenstein'› do¤rudan hedef al›r. Hiçbir senaryo önerisi kabul edilmeyen Eisenstein, ikamet iznini dahi yenileyemez. Aç›kt›r ki, özgürlükler(!) ülkesi Amerika, Eisenstein'› ülkesinde istememektedir. Hollywood'da yapacak bir fleyi kalmayan Eisenstein, yazar Upton Sinclair'in önerisi üzerine, bir film çekmek için Meksika'ya gider. Meksika'ya iner inmez gözalt›na al›n›r Eisenstein ve ekibi. Meksika'y› ve halk›n› çok seven Eisenstein, Meksika halk›n›n devrim mücadelesini konu alan bir filme giriflir: Yaflas›n Meksika. Film için aylarca ça45


l›fl›r ancak, filmin bütçesini karfl›layan Sinclair, onu yar› yolda b›rak›r. Ve Eisenstein, çekti¤i filmin negatiflerini bile, bir daha hayat› boyunca göremez. Birbirinden farkl› birkaç kurgulamas› yap›lan “Yaflas›n Meksika”, 1973'te nihayet Sovyetler Birli¤i'ne geri verilir. O tarihte hayatta olan Eisenstein'›n görüntü yönetmeni Eduard Tisse, filmi tekrar kurgular. Filmin en iyi kurgusu, Tisse'nin yapt›¤› kurgudur. Böylece Amerika ve Meksika serüveninde ac› bir ders alan ve emperyalizmin gerçek yüzünü bir kez daha gören Eisenstein, sanat›n› gerçek anlamda sürdürebilece¤i tek yer olan Sovyetler Birli¤i'ne, vatan›na geri döner. Berlin'de tan›flt›¤› Moholynagy'n›n, Sovyetler Birli¤i'ne dönmemesi yolundaki önerisi üzerine Eisenstein, flu cevab› verir: “...Hay›r, ben dönüyorum. ‹nsan, yurtsuz yaflayamaz.” Sovyetler'e Dönüfl Eisenstein, Sovyetler'e dönmüfltür ama, akl› hala “Yaflas›n Meksika”dad›r. Y›llarca, filmin negatiflerini Sovyetler'e getirtmek için u¤rafl›r. Negatiflerin getirtilememesi üzerine bunal›m geçirir ve A¤ustos '33'te Kislovodski'deki sanatoryuma yatar. K›sa bir süre burada kal›r. Çocu¤unu kaybeden bir ana gibi ölene kadar tafl›r bu ac›y›. '47'nin Mart'›nda, “Yaflas›n Meksika”n›n parçalar›ndan derlenen “Meksika'da F›rt›na” ve “Günefl'te Zaman”› ilk kez seyreder ve Frans›z sinema elefltirmeni Georges Sadoul'e yazd›¤› mektupta flöyle der: “Kurgu diye yapt›klar› fley, üzücüden de öte...” Hitler'in Propaganda Bakan› Goebbels, Alman sinemac›lar›n› büyükçe bir salonda toplam›flt›r. ‹çerisi karanl›k olan salonda, bir beyazperdenin üzerinde “Potemkin Z›rhl›s›” oynamaktad›r. Gergin bir bekleyiflin yaratt›¤› sessizli¤i, Goebbels'in konuflmas› bozar: “Bunun gibi bir film istiyoruz!” 22 Mart '34'te, Yaz›n Gazetesi'nde yazd›¤› “Dr.Goebbels'e Aç›k Mektup” unda, cevab›n› vermekte gecikmez Eisenstein: “Gerçek sanat, hiçbir zaman Nazizm'le ba¤daflmaz.” 46


1935 y›l›nda, 8-13 Ocak tarihleri aras›nda Sovyet Sinema ‹flçileri 1. Toplant›s› gerçeklefltirilir. Toplant›n›n baflkanl›¤›n› Eisenstein yapmaktad›r ve tart›flmalar›n oda¤›nda yine O vard›r. Uzunca bir dönemdir film çevirmeyen ve kuramsal çal›flmalara a¤›rl›k veren Eisenstein, bu yüzden elefltirilere u¤rar. Dönemin sinemadan sorumlu baflkan› fiumyatski'nin oklar›, özellikle Eisenstein'› hedef almaktad›r. Eisenstein'›n, fiumyatski döneminde gündeme getirdi¤i bütün film tasar›lar› reddedilir. Eisenstein bu arada, “Bejin Batakl›¤›” adl› filminin çekimlerine bafllar ancak, bir kilisenin mahzenini araflt›r›rken yakaland›¤› çiçek hastal›¤› ve bunu atlatmas›n›n üstünden birkaç ay bile geçmeden a¤›r bir gribe yakalanmas›, filmin çekimlerinin kesintiye u¤ramas›na neden olur. Tüm bu hastal›klar› atlat›p filme tekrar bafllad›¤›nda ise, karfl›s›na fiumyatski ç›kar. “Bejin Batakl›¤›”, yo¤un elefltirilerin ard›ndan, sinemac›lar›n 19-21 Mart '37 tarihleri aras›nda yapt›klar› tart›flmalar sonucunda yasaklan›r. Aradan bir y›l bile geçmeden, '38'in 9 Ocak'›nda Sovyet yönetimi, fiumyatski ve çal›flma arkadafllar›n› görevlerinden uzaklaflt›r›r. Sebebi; Sovyet sinemas›n›n geliflimini ve özellikle Eisenstein'›n tasar› ve filmlerini engellemesidir. Eisenstein'›n baflvurusu üzerine Stalin, onun yeni bir film çevirmesi için arac› olur. ALEKSANDR NEVSK‹: Vatan Savunmas› Bilinci Avrupa'da Hitler Faflizmi, gün geçtikçe etkisini hissettirmektedir. ‹spanya'daki Halk Cephesi iktidar›n›n, Hitler ve Mussolini taraf›ndan bo¤ulmas›, Fransa'daki Halk Cephesi iktidar›n›n ve genel olarak Avrupa devletlerinin ‹spanya ‹ç Savafl›'na tav›rs›z kal›p faflist iflgale göz yummalar›, Sovyetler için ciddi uyar›lard›r. Nitekim, tekelci sermayenin iktidar› faflizm, ezeli düflman Sovyetler'e yönelmekte gecikmeyecektir. Bu durumda Sovyetler'e düflen; Sovyet halklar›n› vatan savunmas› bilinciyle donatmakt›r. Rus Halk›, bu sald›r›n›n bir benzerini 13. yy’da yaflam›flt›r. Bu yüzy›lda Töton (Alman) flövalyeleri, Rus topraklar›na sald›r›rlar. Üst üste düflen kentlerin ard›ndan, ulusal direniflin tek kalesi olarak Novgorod kenti kal›r. Bunun üzerine Rus prensleri, içlerinden en ak›ll›lar› ve bilgeleri olan Novgorod Prensi Aleksandr Nevski'nin etraf›nda birleflirler. Tüm halk› direnifl için 47


birlefltiren Nevski, 5 Nisan 1242'de, donmufl Peypus Gölü üzerindeki savaflta Töton flövalyelerini gölün buzlu sular›na gömer. Bu film, Stalin'in önderli¤indeki Sovyetler Birli¤i Komünist Partisi'nin özel iste¤i üzerine çekilmifltir. Ve çekimler için Eisenstein'a çok genifl maddi olanaklar sa¤lanm›flt›r. “Aleksandr Nevski”, Eisenste-in'n›n ilk sesli filmidir. Bakal›m, Ei-senstein bu konuda ne diyor: “Ses denen fley, sessiz sinemaya eklenmifl birfley de¤il, ondan ç›kan bir fleydir. Bu sinema, ulaflt›¤› plastik kusursuzluk içinde sesi ar›yordu ve mutlaka bulacakt›.” Filmin bir di¤er özelli¤i; film müzi¤inin de, kare kare görüntülerle birlikte kurgulanmas›d›r. Prokofiev'in müzi¤iyle beslenen, görkemli bir kurgu vard›r karfl›m›zda. “Aleksandr Nevski”, deyim yerindeyse bir savafl operas›d›r. Filmin, konusu gere¤i bir kahraman› vard›r. Filmin kahraman› Aleksandr Nevski'yi, Sovyetler'in ünlü tiyatro sanatç›s› Nikolay Çerkassov canland›r›r. Çerkassov, 26 fiubat '47'de “Halk Sanatç›s›” unvan›n› alacakt›r. “Aleksandr Nevski”, 1 fiubat '39'da, Lenin Niflan›'na lay›k görülür. Ayn› dönemde SSCB Bilimler akademisi Sinema Bölümü, Eisenstein'a “sanat doktoru” ünvan› verir. Bir Usta Daha aram›zdan Ayr›l›yor Görüntü yönetmeni Tisse ile birlikte “Büyük Fergana Kanal›” adl› filmin çekimlerine bafllayan Eisenstein, filmin haz›rl›klar› için '39 Eylül'ünde Tisse ile birlikte Orta Asya'ya gider. Ancak 2. Emperyalist Paylafl›m Savafl›'n›n bafllamas› üzerine, bu filmin çekilmesinden vazgeçilir ama Komünist Parti, savafl an›nda bile halk›n motivasyonunu sa¤lama bilinciyle sanatsal çal›flmalar›n güvenli¤ini al›r: Bütün film stüdyolar›, bir iç bölge olan Alma Ata'ya tafl›n›r. Burada Parti'nin flu inanc› da kendini gösterir: Bu savafl› da devrim ve devrimciler kazanacakt›r ve savafl bittikten sonra yola kald›¤› yerden devam edecektir devrimci iktidar. Sinema tarihinde önemli bir yeri olan “Korkunç ‹van”a savafl yüzünden 48


gecikmeli olarak 1943 y›l›nda bafllanabilmifltir. Bunun üzerine Eisenstein, bir sinema klasi¤inin daha alt›na imza atmak için çal›flmalara bafllar: Korkunç ‹van. “Korkunç ‹van” filminin kadrosu, “Aleksandr Nevski”yle afla¤›-yukar› ayn›d›r: Müzikler Prokofiev, baflrolde Nikolay Çerkassov ve de¤iflmez görüntü yönetmeni Tisse'nin yan›na bir di¤er görüntü ustas› Andre Moskvin... Bu arada filmde ilginç bir aktör daha vard›r: Sovyet sinemas› dendi¤inde, ad› Eisenstein ile birlikte an›lan ve kendi filmlerinde de ço¤u zaman irili ufakl› roller üstlenen Vsevolod Pudovkin. “Korkunç ‹van” da, Eisenstein için yeni olan bir fley daha vard›r: Renkli film makaralar›. K›z›lordu'nun önüne katt›¤› faflist Alman askerleri panik içinde kaçarken, üstlerindeki “Agfa” marka renkli film makaralar›n› düflürürler. Bu filmleri ele geçiren Eisenstein “Korkunç ‹van”›n son 20 dakikas›n› renkli çekmifltir. Film, ‹van adl› Rus Çar›'n›n yaflam›n› anlatmaktad›r. Ama bu filmde, “Aleksandr Nevski”den çok daha boyutlu ve kapsaml› bir çözümleme görüyoruz. Film, “Aleksandr Nevski” de oldu¤u gibi, sadece tarihteki bir tek olay› anlatm›yor; ‹van'›n bütün hayat›m (1547'de taç giymesinden 1570'lerdeki Livonya savafllar›na kadar) konu al›yor. Tüm bunlar›n yan› s›ra “Korkunç ‹van”da, destans› kifliliklerin yal›nl›¤› yerine, çok de¤iflik yap›lardaki insanlar›n birbirleriyle gelifltirdikleri karmafl›k iliflkiler yer al›yor. Yani “Korkunç ‹van”, yapt›¤› kiflilik çözümlemeleri ile dikkat çekiyor. Tarihte Korkunç ‹van, Aleksandr Nevski gibi istilac›lara karfl› tüm Rus boylar›n› birlefltiren ve savaflt›ran bir kifliliktir. Film bu yan›yla, “Aleksandr Nevski”yle benzer bir ifllev görmektedir: Vatan savunmas› bilincini pekifltirme. Film, ilk baflta iki bölüm olarak düflünülür. Ama '44 Ekim'inde yap›lan ilk gösterimle birlikte filmin, büyük bir övgüyle karfl›lanmas› ye 26 Ocak '46'da birinci bölümün Stalin Büyük Ödülü'nü kazanmas› üzerine, üç bölüme ç›kart›lmas› kararlaflt›r›l›r. “Korkunç ‹van”›n ikinci bölümünün kurgusunu 2 fiubat 1946 günü saat 22.30'da bitiren Eisenstein, Mosfilm yap›mevinden do¤ruca Sinemac›lar Evi'ne gider. Burada, bir y›l öncesinin sinema çal›flmalar› için verilen ödül49


ler kutlanmaktad›r. Eisenstein, orada bir kalp enfarktüsü geçirir. Bu s›rada, Sovyet Sanat› dergisinin baflyaz›s›nda a¤›r bir biçimde elefltirilen “Korkunç ‹van”›n ikinci bölümü, 4 Eylül '46'da SBKP Merkez Komitesi taraf›ndan k›nan›r. Parti Eisenstein'›, dönemin tarihini iyi araflt›rmamakla elefltirmektedir. Çar ‹van'›n ikinci bölümünü Shakespeare'nin Hamlet'ine benzetiyordu Stalin. Karars›z, bunal›ml› bir ‹van anlat›lm›flt› ve bu tarihle ba¤daflm›yordu. Bu yüzden filmin gösterimi iptal edildi. Kas›m '46'da Eisenstein ve “Korkunç ‹van”›n baflrol oyuncusu Nikolay Çerkassov, Stalin'e bir mektup yazarak yanl›fllar›n› düzeltmek için yard›m isterler. Bunun üzerine, 24 fiubat '47'de, Kremlin'de; Eisenstein, Çerkassov, Stalin, Molotov ve Jdanov haz›r bulundu¤u bir toplant› olur. Bu toplant› sonucunda, ikinci bölümde elefltirilmeyen bölümlerin üçüncü bölüme eklenmesi ve Eisenstein'›n sa¤l›k durumu tümüyle iyileflince üçüncü bölümün çekimlerine bafllanmas› kararlaflt›r›l›r. Ancak, “Korkunç ‹van'›n üçüncü bölümünü hiçbir zaman çekemez Eisenstein. 1948... 10 fiubat'› 11'e ba¤layan gece... Ölüm, Eisenstein'› çal›flma masas›nda yakalar. Kuleflov'un “Yönetimin Temelleri” adl› kitab›n›n ikinci bas›m› için renkli film konusunda haz›rlad›¤› yaz›y› yazarken kalp krizi geçirmifltir. 11 fiubat sabah› cesedi bulundu¤unda, radyosu hala aç›kt›r. Sergei Mihailoviç Eisenstein... 13 fiubat'ta yak›lan naafl›, Moskova'n›n Novo-Diyeviçi mezarl›¤›na defnedilir. Eisenstein, Marksizm-Leninizm'in Sinemada Vücut Bulmas›d›r Eisenstein'›n temel dünya görüflü marksizm, yani diyalektik materyalizmdir. Ve bu, sadece dünya görüflü olarak da kalmaz; Eisenstein, diyalektik materyalizmin ilkelerini sanat›na da uygular. Bu yan›yla, tam bir devrimci sanatç›d›r Eisenstein. Diyalekti¤in ana ilkesi olan “çat›flma” y›, sinema kuram›n›n orta yerine yerlefltiren Eisenstein, bunu flu sözlerle aç›klar: “Çat›flma, her sanat yap›t›n›n ve her sanat biçiminin var oluflunda temel ilkedir. Çünkü sanat, her zaman bir çat›flmad›r. (1)” 50


Eisenstein sanat› bir çat›flma olarak tan›mlarken, üç yönden ortaya koyar: Eisenstein'a göre sanat, toplumsal görevinden ötürü bir çat›flmad›r. Çünkü sanat›n en büyük görevlerinden biri varl›¤›n çeliflkilerini ortaya koymak, izleyicinin kafas›ndaki çeliflkileri derinlefltirerek do¤ru ve devrimci görüfller yaratmakt›r. Sanat, do¤as›ndan ötürü de çat›flmad›r Eisenstein'a göre. Bu çat›flmay›, do¤al varl›k ile yarat›c› e¤ilim aras›ndaki çat›flma olarak tan›mlar. Yani varl›¤›n, do¤all›¤›nda tafl›d›¤› dura¤anl›k ile bir amaca yönelik giriflimin aras›ndaki çat›flma... Bu asl›nda, do¤a ile endüstri aras›ndaki çat›flmad›r. Ve Eisenstein'a göre, do¤a ile endüstrinin kesiflti¤i noktada sanat yer al›r. Eisenstein'a göre sanat, yöntem biliminden dolay› da her zaman çat›flmad›r. Çünkü, “toplumsal koflullanman›n çat›flmas› ile var olan do¤an›n çat›flmas›n›n yan›nda yer alan sanat›n yöntembilimi de yine ayn› çat›flma ilkesini ortaya koyar.” Çekim ile kurguyu, sineman›n temel ö¤eleri olarak koyan Eisenstein, diyalektik yöntemini burada da uygular. Eisenstein'a göre “Kurgu, Sovyet sinemas›nca sineman›n siniri olarak oluflturuldu.” Yaz›m›z›n bafl›nda, Vertov'un Sinema-Göz kuram›ndan bahsetmifltik. Hat›rlanaca¤› üzere bu kurama göre, sinemac›n›n görevi; d›fl dünyadan çekilen kesitleri kurgulayarak, oldu¤u gibi, hiçbir öznel olguya yer vermeden aktarmakt›. Yani Vertov'a göre kamera objektifi, kelimenin tam anlam›yla objektif olmal›yd›. Eisenstein ise, bu tür bir gerçekli¤e tüm gücüyle karfl› ç›kar. Eisenstein'a göre sinemac›n›n ifli; gerçe¤i, hiçbir fley katmaks›z›n, oldu¤u gibi aktarmak de¤ildir. “Tam tersine sinemac› varl›klar›n, nesnelerin, bunlar aras›ndaki iliflkilerin derinde yatan gerçe¤ine varmal›, bu gerçeklik konusunda ideolojik bir yarg›ya varmal› ve bunu izleyiciye en iyi biçimde aktarmal›d›r.” Yani; Vertov'un “gerçekli¤i”, tamamen yüzeyseldir. Sinemac›, görünenin derinli¤indeki gerçe¤i yakalamal› ve bunu kendi beyninin ve dünya görüflünün süzgecinden geçirip insanlara sunmal›d›r. Çünkü, sanatç› tarafs›z 51


de¤ildir. Marksist-Leninist bir sanatç›n›n taraf› ise; ezilen emekçilerin yan›d›r. Kuramsal çal›flmalar›nda yo¤unlaflt›¤› en önemli konulardan biri olan “kurgu” da ise Eisenstein, Sovyetler'in o dönemdeki bir di¤er önemli sinema kuramc›s› ve yönetmeni olan Pudovkin dahil, pek çok sinemac›yla ayr› düfler. Eisenstein'›n k›yas›ya elefltirdi¤i bu sinemac›lar grubu, kurgunun, tek tek çekimlerin tu¤lalar gibi birbiri ard›ndan s›ralanmas›ndan olufltu¤unu savunuyorlard›. Eisenstein'a göre bu anlay›fl, “yap›flt›rma gibi mekanik bir ifllemin, bir ilke düzeyine ç›kar›lmas›” demekti. Pudovkin'in de içinde bulundu¤u sinemac›lara göre kurgu bir düflüncenin, tek tek çekimler arac›l›¤›yla ortaya konmas›d›r. Eisenstein'a göre ise kurgu, ba¤›ms›z, hatta birbirine karfl›t çekimlerin çat›flmas›ndan do¤an bir düflüncedir. Bu kuram, sinemada bir devrim gerçeklefltirmifltir.Ve bu devrimi sa¤layan yöntem devrimci bir ideoloji olan Marksizm-Leninizm'in yöntemidir, diyalektik yöntemdir. Yaz›m›zda da belirtti¤imiz üzere Eisenstein'›n çekti¤i her film, bu devrimin beyazperdeye görkemli bir yans›mas›d›r. Tüm bunlar›n yan› s›ra, filmlerinde genellikle geçmifl tarihi ele alan Eisenstein, bu filmleri, diyalektik materyalizmin tarihe uygulanmas› olan tarihsel materyalizmin ›fl›¤›nda çekmifltir. Buradan da anlafl›laca¤› üzere, Eisenstein'› Eisenstein yapan, MarksistLeninist ideolojiyle donanm›fl ve bunu sanat›na uygulam›fl olmas›d›r. “Sanatç›n›n Üretimini K›s›tla yan Komünist Partisi” Üzerine Bir Çift Söz “Örgütlülük, sanatç›n›n ufkunu daralt›r” “Bir. örgütlülü¤e ba¤l› olmayan sanatç›, özgür düflünür.” “Sanatta politika olmaz.” vb. vb.

52


Ne yaz›k ki ülkemizde bu düflünceleri aç›ktan ya da utangaçça savunan onlarca sanatç› var. Ve bu sanatç›lar, örgütlülü¤e karfl› duyduklar› fobiyi bast›rmak için, her geçen gün örgütsüzlü¤ü, bireycili¤i daha bir kutsuyorlar. Eisenstein'›n, yaz›m›zda da geçen “insan yurtsuz yaflayamaz” deyiflini hat›rlayal›m. Ayaklar›n›n önüne serilen “dünya nimetleri” karfl›s›nda Eisenstein'›n verdi¤i cevap buydu. Yurt, devrim demekti. Yurt, devrimin her fleyiyle somutland›¤› Komünist Partisi demekti. Çünkü Sovyet yurdu devrimiyle, öncüsüyle ayr›lmaz bir bütündü. Ve Eisenstein, Parti'nin ortaya koydu¤u ideolojinin, politikalar›n yolunu çizdi¤ini her f›rsatta dile getirdi. Elefltirildi¤i de oldu Eisenstein'›n. Bu elefltirilerin sahibi, kimi zaman birebir Parti de oldu. Sovyetler'de Ajitasyon ve Propagandadan sorumlu Siyasi Büro üyesi Jdanov'un söyledi¤i gibi; “Stalin yoldafl, bize, insan kaynaklar›m›z› korumak istiyorsak, halka önderlik ve ö¤retmenlik etmek istiyorsak, tek tek bireylerin kalbini k›rmaktan korkmamam›z ve cesur, aç›k, nesnel, elefltiriden çekinmememiz gerekti¤ini ö¤retiyor.” Kendisine yönelik elefltiriler karfl›s›nda, hiçbir zaman burjuva ayd›n›n›n kibirlili¤ine ve h›rç›nl›¤›na düflmedi Eisenstein. Çünkü, yap›lan elefltirinin kendisini gelifltirmek için yap›ld›¤›n› biliyordu. Bunun içindir ki hatalar› konusunda Parti'den yard›m istemekten çekinmedi. Sovyetler'in sanatç›s› olmaktan gurur duyuyordu Eisenstein. Bunu, en iyi, Sovyet sinemas›n›n 20. y›ldönümü dolay›s›yla yazd›¤› yaz›da anlat›yordu: “Gurur, flunun bunun bir tak›m ufak tefek özsayg›s›ndan do¤an kendini be¤enme, böbürlenme, fliflinme de¤ildir. Olumlu, canl›, son derece hakl› bir gururdur bu. Günden güne, y›ldan y›la, befl y›ll›k plandan befl y›ll›k plana utkular›n› flaflmaz bir biçimde evrensel tarihin sayfalar›na yazan insanlar›n gururudur bu.Öyleyse, yaflas›n gurur!” Örgütlülü¤ün, sanatç›n›n ufkunu daraltt›¤› meselesine gelince... 1905 Ayaklanmas›'n›n kahramanlar›ndan Potemkin Z›rhl›s›'n›n hikayesini anlatma fikri, Aleksandr Nevski'nin ya da Korkunç ‹van'›n yaflamlar›m anlatma fikri, Eisenstein'a vahiyle gelmemifltir. Ayr›ca, bir önceki yaz› bafll›¤›m›zda belirtti¤imiz Eisenstein'›n sinema kuram›n›n 53


temeline koydu¤u Marksizm-Leninizm de Komünist Partisi'nin ideolojisidir. Eisenstein'› Parti'den, Parti'yi Eisenstein'dan ay›rmak için tarihi çarp›tan akl› evveller, bofluna bir çaba içindedirler. Komünist Partisi'nden ba¤›ms›z bir Eisenstein Sinemas›, hayal bile edilemez. Kendi bunal›mlar› içinde k›vran›p duran, eserlerinde melankolik ruh hallerinden baflka bir fley yans›tmayan “genifl ufuklu, özgür düflünceli” sanatç›lar›m›za flunu söyleyelim: Ne zaman ki a¤z›n›z› “sinema” diye açsan›z karfl›n›za ilk ç›kan Eisenstein olacakt›r. Ayn› Y›lmaz Güney'de oldu¤u gibi... Ülkemizin sanatç› ve ayd›nlar›na sesleniyoruz: Ufkunuzu açman›n tek yolu; yüzünüzü halka, o sonsuz deryaya dönmenizdir. Sar›l›nmas› gereken tek fley halklar›n kurtulufl umududur. Jdanov'un, dönemin edebiyatç›lar›na söyledikleri sözler, san›r›z ki bugün de gerçekli¤ini koruyor. Hem de sars›lmaz bir do¤rulukla... “Yetkin ustal›kla, ideolojik ve sanatsal içeri¤i yüksek eserler ortaya koyun! Halk›n sosyalizm ruhuyla e¤itilmesinin en etkin örgütleyicileri olun! S›n›fs›z sosyalist toplumun kurulmas› mücadelesinin en ön saf›nda yer al›n!” ! Yararlan›lan Kaynaklar: Film Duyumu-Serga M. Eisenstein Film Biçimi-Sergei M. Eisenstein 100 Y›l›n Yüz Yönetmeni-Atilla Dorsay Sinema-Nijat Özön Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine-Jdanov

54


do¤umunun 100. y›ldönümünde B‹R YAfiAM USTASI: BRECHT Tav›r Nisan 1998 “Ben Bertolt Brecht, kara ormanlardan Karn›nda getirmifl flehre anam beni. Ama çekip gidene dek ben bu dünyadan Ç›kmayacak ormanlar›n so¤u¤u içimden. Asfalt flehirde evimde gibiyim. Donanm›fl›m son kutsal törenle: Gazeteyle, flarapla, tütünle, Güvensiz, aylak, ama sonu mutlu. ‹nsanlarla iyi aram. Durur bafl›mda flapkam herkesinki gibi. ‹nsanlara bakar derim: “Bunlar baflka türlü kokan birer hayvan.” “Ne ç›kar, derim sonra, benim onlardan ne fark›m var?”

55


Kad›nlarla otururum yan yana sal›ncakl› koltu¤umda sabahlar›. Seyrederim onlar› umursamadan ve derim: “‹flte karfl›n›zda güvenilmez bir adam. “ Akflamlar› da toplar›m erkekleri. “Bay›m” deriz birbirimize hep konuflurken. Ayaklar›n› dayarlar masama ve derler: “Düzelecek ifller!” Sormam: “Ne zaman?” Sabaha do¤ru alacakaranl›kta ›slan›r çamlar, kufllar ötüflür, böcekler ba¤r›fl›r. Dikerim ben kadehimi flehirde tam o s›ra dibine kadar, at›p izmaritimi, dalar›m tedirgin bir uykuya. Biz, uçar› kifliler, otururuz y›k›lmaz san›lan evlerde. (Yüksek yap›lar›n› biziz kuran Manhattan adas›n›). Biziz kuran incecik antenleri, Atlantik üstünden konuflan.) Bu flehirlerden arta kalacak ne: Sokaklar› dolaflan bir rüzgar kalacak. Evleri kuranlar mutlu olurlar ama, onlar da bir gün b›rak›r evleri giderler. Hepimiz bugün var, yar›n yokuz, ne düflünürse düflünsün bizden sonrakiler. Umar›m ki, bir deprem olunca yak›nda, söndürmem puromu üzüntüyle. Ben Bertolt Brecht, kara ormanlardan, anas›n›n karn›nda gelmifl asfalt flehre.” Bildi¤imiz kadar› ile Bertolt Brecht; geçen yüzy›l›n sonunda ka¤›t, ipek, 56


pamuk ve yün sanayisinin kurulmas›na karfl›n henüz köy görünümünde, ancak, her hafta Bavyeral› köylülerin pazarda ürettiklerini satmaya geldikleri büyük bir kasaba damgas›n› tafl›yan Augsbourg'un bir iflçi mahallesinde, 10 fiubat 1898'de do¤du. Brecht'in annesi, Kara Orman'›n yüksek memurlar›ndan birinin k›z›yd›. Böylece Brecht, annesi yoluyla, “Baar”›n köylü soyuna ba¤lan›yordu. Sonabe yaylas› ile Bade aras›nda yer alan Baar, büyük köknar a¤açlar›, çimenlikler ve otlaklarla kapl› bir bölge idi. ‹flte Brecht, Kara Orman insan›na özgü o sertli¤i, o yaln›zl›k e¤ilimini, o pratik görüflü, o ölçülü kurnazl›¤› bu halktan ald›. Babas›ndan ise mimik ve hareketlerinde kendini gösteren bir aç›k sözlülük, belirgin, yapmac›ks›z bir zevk ve halk sanat›na e¤ilim gösteren bir ilgiyi ald›. Bu iki köylü soyun kar›fl›m›, Brecht'i basit ama güvenli zevkleri olan bir insan haline getirdi. Brecht'in babas›, aile geleneklerine ba¤l›, iyi davranmaya özen gösteren, flefkati az, a¤z› s›k›, mesle¤inin ve toplum yaflam›n›n zorunluluklar› alt›nda ezilmifl bir insand›r. Baba Brecht, o¤lu Bertolt'un suskun, dikkafal›, isyankarl›k, ihmalkarl›k ve taflk›nl›k gösteren tav›rlar›ndan hofllanmamaktad›r. Brecht'in çocuklu¤unu, bu aile ortam› içinde tasarlamak pek zor olmasa gerek; ateflin bafl›nda geçirilen uzun k›fl akflamlar›, flehirde pazarlar› yap›lan sonu gelmez gezintiler, pazar elbisesi, annenin tenceresi, baban›n ifli ve okul ödevleri... Biraz tekdüze, s›k›nt›l›, durgun bir çocukluk... Brecht, bu dönemden büyük bir boflluk, yitirilmifl bir zaman, al›fl›lm›fl bir e¤itim an›s› tafl›yacakt›r kendinde. Bu günlerden ona kalan tek fley ise sokakta geçirdi¤i günlerdir. Gidip gelenleri, sat›c›lar›, tüccarlar›, sokak çocuklar›n›, dilencileri, tüm yasalar› ve alaylar› görecektir. Sokak, onun için, tam anlam›yla dünyay› tan›man›n bir yolu ve oyunda yenilmenin ac› yaflant›s›d›r. Dünyay› tan›maya bafllay›p eflitsiz geliflmenin sonuçlar›n› gören Brecht, tüm geleneklerden bunalmaya bafllar. ‹nsanlar aras›ndaki bu ayr›mlar›, bu küçültücü bölünmeleri kabul edemez hale gelir. Baba evinde yedi¤i haz›r ekme¤i açlarla paylaflmak ister.

57


“Bilin: Halk›n ekme¤idir adalet. Bakars›n›z bol olur bu ekmek, bakars›n›z k›t, bakars›n›z doyum olmaz tad›na, bakars›n›z berbat. Azald› m› ekmek, bafllar açl›k, bozuldu mu tad›, bafllar hoflnutsuzluk boy atmaya. Bozuk adalet yeter art›k! Acemi ellerde yo¤rulan, iyi piflirilmemifl adalet yeter! Yeter kat›ks›z, kara kabuklu adalet! Dura dura bayatlayan adalet yeter! Bolsa insan›n önünde ekmek, lezzetliyse, gözler öbür yiyeceklere yumulsa da olur. Ama her fley bollaflmaz ki birdenbire... Bilirsiniz, nas›l bolluk do¤urur emek: Adaletin ekme¤iyle beslene beslene. Ekmek her gün gerekliyse nas›l, adalet de gerekli her gün, hem o, günde bir çok kez gerekli. Sabahtan akflama dek, ifl yerinde, e¤lencede, hele çal›fl›rken canla baflla, kederliyken, sevinçliyken, halk›n ihtiyac› var piflkin, bol ekme¤e, günlük, has ekme¤ine adaletin. Madem adaletin ekme¤i bu kadar önemli, onu kim piflirmeli, dostlar, söyleyin? Öteki ekme¤i kim pifliren? Adaletin ekme¤ini de kendisi piflirmeli halk›n, gündelik ekmek gibi. 58


Bol, piflkin, verimli” diyen Brecht, liseyi bitirdikten sonra üniversiteye gider. O da, iyi aile çocuklar›n›n yolunda yürümektedir.18 yafl›nda t›p ö¤renimine bafllar. Önünde, ailesine uygun bir meslek kap›s› aç›lm›flt›r. Gelgelelim, iki y›ld›r süren savafl, bu tasar›lar› gölgeler. Brecht, o s›ra Münih Üniversitesi'ne yaz›lm›flt›r. Hocalar, gençli¤i bekleyen kaderi düflünerek, disiplini gevfletirler ve Brecht, ö¤rencili¤ine meyhanede devam eder. Önünde büyük bir bira barda¤›, arkadafllar›yla birlikte askeri olaylar› ve günün felaketini yorumlamaya koyulur. “OKUMUfi B‹R ‹fiÇ‹ SORUYOR Yedi kap›l› Teb flehrini kuran kim? Kitaplar yaln›z krallar›n ad›n› yazar. Yoksa kayalar› tafl›yan krallar m›? Bir de Babil varm›fl boyuna y›k›lan, kim yapm›fl Babil'i her seferinde? Yap› iflçileri hangi evinde oturmufllar alt›nlar içinde yüzen Lima'n›n? Ne oldular dersin duvarc›lar Çin Seddi bitince? Yüce Roma'da zafer an›t› ne kadar çok! Kimlerdir acaba bu an›tlar› dikenler? Sezar kimleri yendi de kazand› bu zaferleri? Yok muydu saraylardan baflka oturacak yer dillere destan olmufl koca Bizans'ta? Atlantik'te, o masallar ülkesinde bile, bo¤ulurken insanlar uluyan denizde bir gece yar›s›, ba¤›r›p imdat istedilerdi kölelerinden. Hindistan'› nas›l ald›yd› tüysüz ‹skender? Tek bafl›na m› ald›yd› oray›? Nas›l yendiydi Galyal›lar' › Sezar? E bir ahç› olsun yok muydu yan›nda? ‹spanyal› Filip a¤lad› derler bat›nca tekmil filosu. 59


Ondan baflkas› a¤lamad› m›? Yedi y›l Savafl›'n› 2. Frederik kazanm›fl? Yok muydu ondan baflka kazanan? Kitaplar›n her sayfas›nda bir zafer yaz›l›. Ama pifliren kimler zafer afl›n›? Her ad›mda f›rt demifl f›rlam›fl bir büyük adam. Ama ödeyen kimler harcanan paralar›? ‹flte bir sürü olay sana Ve bir sürü soru.” Ait oldu¤u sosyal s›n›fa baflkald›r›fl, Brecht'te çok genç yaflta bafllam›flt›r. Daha 16 yafl›nda bir lise ö¤rencisiyken, sol e¤ilimli yay›n organlar›nda fliirler bast›rm›fl, ö¤retmenlerin otoritesine karfl› sayg›s›zl›¤› nedeniyle s›n›fta kalma tehlikesine düflmüfltür. 1915 y›l›nda, “En tatl› fley, vatan u¤runa ölümdür” konulu bir kompozisyonda, anti-militarist görüflünü fliddetle savunup kompozisyon konusunu yaln›zca bir propaganda arac› olarak niteleyince, okuldan kovulmas› sözkonusu olur. Bir ö¤retmeni, Brecht'in kompozisyonunu, kafas› kar›flm›fl bir ö¤rencinin ifli olarak de¤erlendirerek olay› yat›flt›r›r. “Bu gelen ilk savafl de¤il. Çok savafl oldu bundan önce. Bitti¤i gün en son savafl bir yanda yenilenler vard› gene, bir yanda yenenler vard›. Yenilenlerin yan›nda k›r›l›yordu halk açl›ktan. Yenenlerin yan›nda halk açl›ktan k›r›l›yordu.” Gelen Emperyalist Paylafl›m Savafl›'yla Brecht, savafl›n sonuna do¤ru s›hhiye hizmetinde çal›flt›r›lmak üzere askere ça¤r›l›r. ‹stemeye istemeye orduya kat›l›r. Oysa 4 y›l önce, Almanya'n›n gençleri, hükümetin ça¤r›s›na sevinçle masalar›n› yumruklayarak cevap vermifller, defterlerini ve kitaplar›n› yakm›fllar, dükkanlar›n› kapam›fllar, tezgahlar›n› bozmufllar, yurtseverlik flark›lar› söylemeye koyulmufllard›r. Brecht, çevresinde kar›fl›kl›¤›n, aile60


sinde düzensizli¤in hüküm sürdü¤ü bir s›rada, k›fllaya yaln›z gider. Art›k sokaklarda ne resmi geçitler vard›r, ne de sevinç hayk›r›fllar›. Dükkanlar›n kepenkleri kapal›d›r, yasl›d›r. K›r hastaneleri can çekiflen, son nefesini veren, cinnet getiren insanlarla dolmufltur. Hastalar›n ac›dan att›¤› 盤l›klar altüst etmifltir Brecht'i. Yurt savunmas› bahanesiyle savafla gönderilen “meçhul askerin”, memleketine götürülüflündeki garip ve ikiyüzlü güldürüyü düflünür. Savafl bitince Brecht, memleketine dönerek iflçi/asker meclisinde birkaç gün bulunur. 1918 y›l›n›n sonras›nda, Alman genelkurmay› ile emekçi halk aras›nda bafl gösteren sivil savafl ve Hitler'in iktidar› ald›¤› 1933 y›l›na kadar olan bir süreç bafllam›flt›r art›k. Brecht önceleri, tüm ayd›nlar›n ve sanatç›lar›n girdi¤i savafl bunal›m›na düflecektir. Ekspresyonizm, yani d›flavurumcu sanat›n etkili oldu¤u y›llard›r bu y›llar. Tüm vahfleti ile yaflanan savafl, sanatç›larda, korkunun ve ac›n›n getirdi¤i tepkilerle 盤l›klara dönüflmüfl ürünlerin ortaya ç›kmas›na neden olur. Öznel-idealizmin yafland›¤› bu süreçte Brecht, barikatlar arkas›nda girdi¤i çat›flmalardan ç›karak Münih'e gitmeye karar verir. Münih'te tüm ayd›nlar›n, sanatç›lar›n topland›¤› kahvede savafl›na devam edecektir. Bu kahvede, siyasetten, edebiyattan, sanattan, hekimlikten ve devrimden konuflulur. Birbiriyle çat›flan, birbirini tamamlayan, çürüten, zenginlefltiren bir düflünceler dünyas›, bir masan›n çevresinde do¤ar ve gece bast›r›ncaya kadar sürer. Brecht, ilk fliirlerini bu kahvede kaleme al›r. Onlar› dergilere, gazetelere gönderir. O günlerde, kimsenin söylemeyi göze alamad›¤› fleyleri söyler bu ürünler. Eski cephe arkadafllar›n›n öfkesini, memleketin gelece¤i için besledi¤i y›k›lmaz inanc› ve onlar›n boflu bofluna ölmelerini ele al›r. Emperyalistlerin girdikleri paylafl›m savafl›nda ölen “Ölü askerin efsanesi”ni anlat›r. Eski askerler, alk›fllamak yerine, bardaktan f›rlat›rlar Brecht'in kafas›na. Ancak, daha sonra yenilmifl askerler, içerdeki siyasetin bir kere daha kurban› olurlar. Ülkesinden kaçan imparator, Almanya'n›n simgesi olarak kalacakt›r. Erkekler, kad›nlar, çocuklar, sefil flehirlerde açl›ktan k›r›l61


maya bafllarlar. Ülke içinden yükselen sesleri, kovuflturmalar› ve kuvvetleriyle ezeceklerdir. Brecht, bunlar›n yafland›¤› süreç içinde her yerde görülür. Çarfl› meydanlar›nda, sat›c›larla, iflsiz güçsüz dolaflanlarla ve h›nca h›nç ihbar ve homurdanmayla dolup taflan meyhanelerde; kara listelerin düzenledi¤i gazete idarehanelerinde... Her fleyi duyar ve her fleyi görür. “Oyun yazar›y›m. Gördüklerimi gösteririm. ‹nsanlar›n nas›l al›n›p sat›ld›¤›n› gördüm insan pazarlar›nda. Bunu gösteririm ben. Oyun yazar›. Birbirlerinin odalar›na nas›l girerler, hileyle, ya da parayla. Sokakta nas›l durup beklerler, nas›l tuzaklar kurarlar birbirlerine? Nas›l sözleflirler, nas›l asarlar birbirlerini, nas›l seviflirler? Çapulculuktan kazand›klar› paray› nas›l savunurlar ve nas›l yerler? Bütün bunlar› gösteririm. Birbirlerine neler söylerler, onlar› anlat›r›m. Anan›n o¤luna neler dedi¤ini, iflçiye neler buyurdu¤unu patronun, nas›l yan›t verdi¤ini kad›n›n kocas›na. Tüm yalvaran sözcükleri, tüm buyuran sözcükleri, yaltaklanan, aldatan, yalan söyleyen, yaralayan sözcükleri, bir bir ›fl›¤a ç›kar›r›m, hepsini.”

62


Büyük bir tutkuyla çal›flan Brecht, ilk ürünlerinin prati¤ini sergiler. “Baal”, Brecht'in ilk tiyatro oyunudur. 1922'de Leipzig'de sergilenen “Baal”, insandan çok topra¤a yak›n varl›klardan birinin hikayesidir. Bu, yan bitki, yan hayvan, yap›flkan otlan ile su yosunlar›n›n oluflumundan hofllanan bir varl›kt›r. fiair, yabanc›, oduncu “Baal” topluma duydu¤u tiksintiyi flark›larla dile getirir; flarap, flehvet, sadizm ve ölüm flerefine cümbüfllü, azg›n bir yaflam sürer. Z›nd›klar›n bu yeni tanr›s›, bu alkol ya da fliir sarhoflu, bu yerle gök aras›ndaki ç›plak yarat›k, sonunda bir köpek gibi kuyru¤u titretir. Bu oyun bir toplum elefltirisidir, ancak, siyasal anlamda bir elefltiri özelli¤i tafl›maz. Yap›c› elefltiriyi içermeyen bu oyun, yolu üstündeki kurumlan, sözleflmeleri ve özellikle insanlar›n korkunç gururunu ezip geçen bir buldozer gibidir. Sadece do¤a, gök, deniz ve bulutlar ölümsüz ve coflkun bir gözleyifl içinde de¤iflmeden, kayg›s›z kal›rlar. ‹kinci oyunu “Kentlerin Orman›nda”, ilk kez 1922'de, Münih'te sahnelenir. Bu oyunda, birbirinden nefret eden iki kiflinin, karfl›l›kl› kinlerine ve onlar›n birbirlerine oynad›klar› ac›mas›z oyunlar›na karfl›, suç ve ahlaks›zl›¤›n hüküm sürdü¤ü büyük kentin ilgisizli¤ini anlat›r. Brecht, bu dram karfl›s›nda seyirciye flunlar› önerir: “Kavga motifleri üstüne kafa yormay›n, hikayenin insanc›l yan›yla ilgilenin. Taraf tutmaks›z›n, savaflç›lar›n talihleri üzerine düflüncenizi söyleyin ve sonuca göre ç›kar›n›z›n nerede bulundu¤unu hesaplay›n.” Toplumsal elefltiriden henüz yoksun olan Brecht, bu dönemin Avrupa'da insanlar üzerine y›¤d›¤› gerçeklere karfl› duydu¤u tepkileri, naif bir flekilde dile getirmektedir. Henüz bilimsel bir temelden yoksun olan Brecht, asl›nda bir ç›k›fl yolu, yani çözüm aramaktad›r. Peki neydi bu gerçekler? Bu gerçekler, Emperyalist Paylafl›m Savafl›'n›n yoksul insanlara yükledi¤i ac›lar ve sanayileflme ile birlikte kentlerin büyüyerek yeni bir savafl alan›na dönüflmesidir. Bu kaos ortam› içinde, yüzy›llar önce Avrupa'dan “Yeni bir dünya kuraca¤›z” diye, yeni keflfedilmifl Amerika k›tas›na göç eden Avrupa burjuvazisinin, orada yaratt›¤› y›k›c› de¤erlerin tekrar Avrupa'ya geliflidir bu. Yaflad›¤› düzenin de¤erleriyle bo¤uflan insanlar›n, birdenbire karfl› karfl›ya kald›¤› gerçeklerdir bunlar. Belki de kapitalizm, ciddi anlamda ilk defa kendini hissettirmektedir. Zaten “Kentlerin Orman›nda” adl› oyunda 63


sözü geçen kent, fiikago'dur. Brecht'in bu y›llar›na rastlayan üçüncü çal›flmas› ise; “Ev Vaazlar›” ad›n› tafl›yan bir fliir kitab›d›r. Bu kitab›n oluflumu bu y›llara rastlar, ama bas›l›fl tarihi 1927'dir. “Ev Vaazlar›”nda, bütünüyle alayc› bir havaya bürünmüfl olan elli fliir, Brecht'in uzun süredir bekledi¤i fleyi bir anda elde etmesine neden olur. Nedir bekledi¤i? E, tabii ki rezalet ç›karma... Bu yüzden y›llarca s›rt›nda anarflist, y›k›c›, bozguncu damgas›n› tafl›yacakt›r. Kitab›n, “Ayinler” adl› birinci bölümü, do¤rudan do¤ruya okurun duygusuna seslenir. Yine de ona, her fleyi bir ç›rp›da okumamas›n›, fliirlerine yüre¤iyle ba¤lanmas›n› ö¤ütler. Bu bölüm, kentte yaflayan insanlar›n ç›ld›rm›fll›klar›na iflaret eder. Örne¤in on alt› yafl›ndaki bir çocu¤unu öldüren anay›, ana babas›na k›yan, ondan yaflça biraz büyük olan kardefli ifller bu bölümde. Böylesi olaylara, o y›llarda Münih ve Augsbourg gazetelerinde s›kça rastlanmaktad›r. Ozan, burada sözü geçen kiflilerin ac› serüvenlerini anlat›nca, “niçin aya¤a kalk›l›yor, niçin sövülüp say›l›yor, onlar›n da ac›nmaya hakk› yok mu?” diye sorarak flöyle der: “Fakat sizler, yalvar›r›m öfkelenmeyin. Çünkü her yarat›¤›n yard›ma ihtiyac› var.” Daha çok insan›n akl›na seslenen, “Ruhsal Al›flt›rmalar” adl› ikinci bölüm ise, daha yavafl okunmas› gereken yaflama aç›lan kap›lar› dile getiriyordu. “Arpa bana diyordu: Bence dünyada en sevgili yer ambarlard›r. Bilirsin neye benzedi¤ini orada: Ambar›n üstünde t›k›nan bir adama...” Do¤ada fliddetli olaylar›n ortaya ç›kt›¤› dönemler için “Ö¤celer” adl› 3. bölümde, “dünyan›n yabanc› bölgelerinde yaflayan gözüpek erkekler ile yürekli kad›nlar›n serüvenlerine dört elle sar›l›nmal›d›r” diyordu. Son olarak, an›lara ve geçmifl olaylara günler ay›r›r. O günlerde bo¤ulan bir genç k›za, savaflta ölen askerlere, hatta aflktan ölenlere ve bütün tan›d›klara seslenilir. Bu fliirler, insan›n manevi de¤erlerini en mutlak, en köpeksi bir biçimde inkar ettikleri ölçüde gerçekten “fleytan›n dua kitab›”n› olufltururlar. ‹nsan varl›¤›n›, hayvanl›k düzeyine indirirler. “Ev Vaazlar›”, çürümeye, kiflinin bitkileflmesine bir sunudur. Su yosunlar›, deniz bitkileri, mantarlar, a¤ulu ot64


lar, akbabalar, köpekbal›klar›, s›rtlanlar, insan varl›¤›nda bulunan hasta, kokuflmufl, i¤renç her fley bu durmaks›z›n ayr›fl›p vahfli, esrarl›, cesedimsi do¤a freskinin arka yüzünü kaplar. “‹çinde her fleyin çözüldü¤ü, olufltu¤u do¤a” diye yazar, “en uzak, cephesiz, kapsay›c› varl›kt›r: Her fley ondan gelir ve ona döner.” Brecht, savafl›n sarst›¤› bir insanl›¤›n umutsuzca ba¤land›¤› bütün de¤erleri, bilinçli bir biçimde silkeler. Ç›kard›¤› rezaletten hofllan›r ve kahkahalar atar. Ne var ki tiksintisine, yoksunlu¤una, yaln›zl›¤›na eflittir sevinci. ‹lk dramlar›ndaki kifliler de, toplumun yaln›z b›rakt›¤› kiflilerdir. “Geçti içimizden biri koca denizi, gide gide buldu yeni bir kara. Bir sürü insan kofltu ard›ndan, orda büyük flehirler kurdular al›nteri ve ak›lla. Ama ekmek sat›lmad› eskisinden daha ucuza.

Brecht bu y›llarda, henüz Marksist bir yazar de¤ildir. Genç bir yazar olarak, bilimsel temellerine oturtamad›¤› dünya görüflünün egemen oldu¤u döneme ait örneklerden biri de, ilk ad› “Spartaküs” olan “Gecede Davul Sesleri” adl› oyundur. ‹lk kez, 30 Eylül 1922'de, Münih'te bir cep tiyatrosunda sergilenen oyun, halk›n tepkisiyle karfl›lafl›r. Oyunun yap› unsurlar›, Brecht'in memleketi Augsburg ve Kas›m ‹htilali'dir. 1919'da, Spartakist Birli¤i'ni kurarak, Berlin'de bir sosyalist devrim girifliminde bulunan Liebknecht ve Rosa Luxemburg'un öldürülmesinin arkas›ndan gelen bir oyundur bu. Oyundaki karakterlerden biri, Berlin proleteryas›n›n isyan›na kat›l›p savaflmaktansa sevgilisinin yan›nda kalmay› ye¤ tutar. Oyun, burjuvazinin ilgisini çekip, üstüne üstlük Kleist Ödülü'nü alsa da, Münih Halk›, oyundaki gerçe¤i görmüfltür. Bu oyunla birlikte popülaritesi artan Brecht'e, Berlin'in yolu gözükmüfltür. Alman tiyatrosunun baflkenti say›lan Berlin'de, Brecht'e ola¤anüstü bir tiyatro ile s›n›rs›z olanaklar sa¤lan›r. Art›k Brecht'in ünü tüm dünyaya yay›lacakt›r. Brecht, Roza'n›n öldürülmesi üstüne flunlar› söyleyecektir: 65


K›z›l Roza da göçtü, gitti. Belli de¤il yatt›¤› yer. Gerçe¤i söyledi¤i için yoksullara kovdu onu dünyadan zenginler. Arkadan gelen oyunu “Adam Adamd›r”, Galy Gay isimli bir komisyoncunun Kilkoa barakalar›nda geçirdi¤i de¤iflimin hikayesini anlat›r. Kargaflan›n yazar› Brecht, bu oyunuyla da y›k›c›l›¤›n› sürdürür. Suçlularla köhnemifllerin yönetti¤i, hüküm sürdü¤ü, yozlaflm›fl bir toplumda insan, önemsiz bir niceliktir ancak. “Adam Adamd›r”da vazgeçifle, edilgenli¤e karfl› bir ça¤r›, bir uyar› görülür. Tiksinti uyand›ran komisyoncu Galy Gay isimli tipoloji, anonimli¤in karanl›k ve trajik bir simgesidir. “II. Edouard'›n Yaflam›” adl› oyun ise, onun tersine, afl›r› bireycili¤in kahraman›d›r; dünyaya, güçlülere ve halk›n iradesine karfl› ölünceye de¤in tek bafl›na savafl›r. Bu, piç o¤lunu almaya yanaflmad›¤› için halk›n›n öfkesini uyand›ran bir kral›n hikayesidir. Saray›n ileri gelenleri, onu tahttan indirir, hapse atar ve sonra öldürtürler. ‹yi insana bir iki soru; Anlad›k iyisin. Ama neye yar›yor iyili¤in. Seni kimse sat›n alamaz. Eve düflen y›ld›r›m da sat›n al›nmaz. Anlad›k, dedi¤in dedik. Ama dedi¤in ne? Do¤rusun, söylersin düflündü¤ünü. Ama düflündü¤ün ne? Yüreklisin. Kime karfl›? Ak›ll›s›n. Yarar› kime? Gözetmezsin kendi ç›kar›n›. Peki gözetti¤in kiminki? Dostlu¤una diyecek yok ya, dostlar›n kimler? 66


fiimdi bizi iyi dinle! Düflman›m›zs›n sen bizim. Dikece¤iz seni bir duvar›n dibine, ama madem iyi bir sürü yönün var, dikece¤iz seni iyi bir duvar›n dibine; iyi tüfeklerden ç›kan, iyi kurflunlarla vuraca¤›z seni. Sonra da gömece¤iz, iyi bir kürekle, iyi bir topra¤a.” Görüldü¤ü gibi, Brecht'in ilk evresi olarak tan›mlayabilece¤imiz dönemde sahnelenen bu oyunlar, d›flavurumcu ak›m›n ikinci dönemini yans›tan oyunlard›. Çünkü, 19. yüzy›lda tüm Avrupa'y› içine alan sanayileflmenin ve güçlenen kapitalizmin, toplumsal yaflam›n her düzleminde yaratt›¤› etki ve tepkilerden, sanat da pay›na düfleni alm›flt›. Romantizm, yerini do¤alc›l›¤a b›rakm›flt›. Ancak ilk elde, resimdeki izlenimci ak›mla birlikte geliflen, ço¤u kez gerçekçilikle efl anlaml› kullan›lan do¤alc› anlay›fl, gerçekli¤in derinindeki süreçleri kavramaya yanaflmay›p, onu salt görünüflü içerisinde ve insan› da yaln›zca çözümsel bir yöntemle ele almas› nedeniyle, geliflen toplumsal dinamik karfl›s›nda yetersiz kalm›flt›. K›sacas› sadece görüneni gözlemleyen bu ak›mlar, görünenin özünü, yani bireyle toplumsal iliflkilerin bir bütün oldu¤unu göre-miyorlard›. ‹ster istemez, toplumsal elefltiriye yönelen elefltirel gerçekçili¤e ve yeni bir toplum amaçlayan, politik temellere dayanan toplumcu gerçekçili¤e basamak oluflturmufltu bu ak›mlar. Gerçekçili¤i, taklitçili¤e mahkum eden anlay›fllara bir tepkiden do¤an d›flavurumculuk, tiyatroda, Emperyalist Paylafl›m Savafl›'n›n öncesinde ve sonras›nda etkili olmufltu. Kendini “ifade-cilik” olarak tan›mlayan bu ak›m, sanatta büyük bir devrim gerçeklefltirmeyi, bireyin derinliklerinde yatan gerçekleri dile getirmeyi, d›fl dünyan›n birey üzerinde b›rakt›¤› etkileri kendi süzgecinden geçirerek d›flavurmay›, sanat› ak›lc› gerçeklerin d›fl›na ç›kar›p bireysel yarat›c›l›k ve düflsel bir güçle dünyay› yeniden kurmay› amaçlam›flt›. Savafl öncesindeki ilk evresinde ütopik bir ç›k›fl yapan d›flavurumculuk, savafl sonras›ndaki ikinci evresinde, insan 'ben'ini önemsemeyen, onu y›¤›n›n bir parças› olarak görüp, devlete mutlak itaatini bekle67


yen bir siyasal dayatmaya yol açan sorunlara, ayn› zamanda ekonomik düzende artan enflasyon ve yoksullu¤a karfl› nihilist ç›k›fllar yapm›flt›. Avrupa devletlerinde yaflanan bu bunal›mlara karfl›, sürekli “çökmek” ve “çöküfl” sözcüklerini dillendirerek, siyasal ortama gönderme yap›yorlard›. ‹lk dönemlerinde, ütopik d›flavurumculuktan ziyade, savaflan dünyaya karfl› duyulan inançs›zl›¤› dile getiren, kapitalist toplumun kal›plaflm›fl de¤erlerine, bofl yarg›lar›na ve her türlü sanat anlay›fl›na cesur bir tepki olarak “sanata son” slogan›yla ortaya ç›kan, emekleyen bir bebe¤in kullanaca¤› “da da” sözcüklerinden temellenen d›flavurumculu¤un ikinci evresine dahil olan “dadaizm” ak›m›ndan etkilenmiflti Brecht. Ancak, Brecht'in tüm görüfllerini bilimsel bir temele oturtma dönemine girifl süreci, Piscator'un yapt›¤› çal›flmalarla olacakt›. Alman Komünist Partisi üyesi olan Piscator, Almanya'da proleterya tiyatrosunu kurmufl ve ço¤unlu¤unu iflçilerin oluflturdu¤u oyuncu kadrosuyla, güncel olaylar› yans›tan propaganda çal›flmalar› yapm›flt›. Bolflevik Devrimi sonras›nda, Sovyetler'de yap›lan çal›flmalarla bir paralellik gösteren bu çal›flmalar, Meyerhold gibi, Piscator'un da yaln›zca propagandayla yetinmeyip gösterilerinin sanatsal biçimini de gelifltirmeye çal›flt›¤› bir dönemde, proletarya tiyatrosunun kapat›lmas›yla sonuçlanm›flt›. O y›llarda Almanya'da, Sosyal Demokrat Parti'nin kontrolündeki meflhur tiyatrolardan biri olan Volksbühne, yani “Halk Sahnesi” adl› tiyatronun gittikçe bir burjuva tiyatrosu görünümü almas›na karfl›l›k Piscator, proleter bir Volksbühne yaratmak amac› ile Merkez Tiyatrosu'nu kurar. Ancak, bu tiyatroda çok fazla sürmez. Bunun üstüne Piscator, Kaysserler'den sonra, Halk Sahnesi'nin sanat yönetmenli¤ine Fritz Holl'ün getirilmesiyle Volksbühne'de yine çal›flmaya bafllar. Almanya'n›n enflasyon, iflsizlik, ayaklanmalar, politik kavgalar ve d›fl borçlar içinde k›vrand›¤› bir dönemde, büyük yank› uyand›ran Schiller'in “Haydutlar” adl› oyununu sahneye koyar.Piscator. Tüm bas›n›n “Piscator, Haydutlar'› Potemkin'e benzetti.” yorumunu yapt›¤› bu oyun, k›sa episodik sahnelere dayanan yap›s›, projeksiyon ve film kullan›m› ile duygulardan çok olaylara ve düflüncelere yönelen sahneleme biçimiyle, güncel olaylarla paralellik kurmas›yla, Brecht'in epik tiyatro kuram›n›n ilk nüvelerini tafl›yordu.

68


WE‹MAR ANAYASASI'NIN B‹R‹NC‹ MADDES‹ 1. Devlet gücü halktan gelir: -Nereye gider ama? Evet, nereye gider? Bir yer var elbet gitti¤i. Polis evden gelir. -Nereye gider ama? vesaire... 2. Bak›n, yürür bir kalabal›k. Nereye do¤ru ama? Evet, nereye do¤ru? Bir yer var elbet gidilen, Döner flimdi bu kalabal›k evin köflesini. -Ama nereye do¤ru? Vesaire... 3. Devlet gücü z›nk der durur. Oralarda bir fley var. -Ne görür oralarda? Oralarda bir fley var. Ve birden hayk›r›r devlet gücü, Da¤›l›n, hey, oradakiler! -Neden da¤›lacakm›fl›z? Hayk›r›r: Da¤›l›n! 4. Kümelenmifl bir fley durur oralarda. Bu bir fley sorar: Neden? Neden sorar neden diye? Sen flu sorana bak hele! Elbet atefl açar devlet gücü ve oralarda bir fley düfler yere. 69


Nedir oralarda böyle düflen? Neden yere düfler ki hemen?

5. Devlet gücü bir fley görür: bok içinde. Bir fley yatar bok içinde. Fare lefli mi yoksa bu yatan? Halk bu, halk ama! Gerçekten halk m› bu? 10 Gerçekten halk ya! Dünya görüflünü bilimsel temellere oturtmaya bafllayan Brecht, burjuva idealiz-minin, yerini dehflete b›rakt›¤› ikinci dönem d›flavurumculu¤undan s›yr›lmaya bafllam›flt›. “Tiyatroyu politikaya yöneltme onuru, özellikle Piscator'undur. Bu yöneltme olmaks›z›n, benim tiyatrom düflünülemezdi.” diyordu Brecht. ‹lk evresine ak oyunlar› duygusal bir temele dayanan Brecht, bu bak›flla üretti¤i oyunlar›nda, sürekli bir karamsarl›k içinde olmufltu. Ancak ikinci evresinde, karamsar tutumuyla ortaya ç›kan nihilizmini bo¤abilmek için Brecht'in, bir disipline ve olumlu sonuçlara götürecek bir inanca gereksinmesi vard›. Piscator'dan etkilenen Brecht, bu çözümü politik ba¤lanmayla sa¤layacakt›. Maddeci dünya görüflü ona, kendini denetleme disiplin ve ak›lc› yöntemi ö¤retecekti. ‹flte Brecht bu döneminde, Marksizmle bulufluyor ve epik tiyatro yöntemini düflünmeye bafll›yordu. 1929'da yazd›¤› “Mahagonny Kenti'nin Yükselifli ve Düflüflü” adl› epik operada, içgüdü ve duyguyu, obur kapitalist düzenin karmaflas›n›n ve kötülü¤ünün kayna¤› olarak görmektedir. Mahagonny'de polisin izledi¤i bir haydut çetesinin, kaçmay› baflard›ktan sonra kurduklar› bir zevk flehrinin hikayesi anlat›l›r. Arkas›ndan gelen oyunu, Brecht'in dünya çap›nda tan›nmas›n› sa¤layan “Üç Kuruflluk Opera” da. “Üç Kuruflluk Opera” adl› oyun, filme iki defa al›nm›fl; ancak, Brecht bu iki filmi de be¤enmeyerek, “Befl Paral›k Opera” adl› roman› yazarak bast›r70


m›flt›r. Brecht burada, Boer'ler Savafl› s›ras›nda, Victoria'n›n hükümdarl›¤› zaman›nda, Londral› afla¤› tabakan›n çarp›c›, sanc›l› bir resmini çizer. Kuflkuculu¤u gelifltiren yazar, bilimsel düflüncenin temelinde, dondurulan düflünceye elefltirelli¤ini yöneltir. Oyundaki Mack adl› karakter, “‹nsan neyle yaflar?” sorusunu flöyle yan›tlamaktad›r: “Baflkalar›n›n üstünden geçinir, ö¤üterek, terleyerek, yenerek, döverek, aldatarak ve baflkalar›n› yiyerek yaflar.” ‹yice görüyorum art›k düzeni. Orada, bir avuç insan oturuyor yukar›da, afla¤›da da bir çok kifli. Ve ba¤›r›yor yukar›dakiler afla¤›ya: “Ç›k›n buraya gelin ki, hepimiz olal›m yukar›da. Ama iyice gözledi¤inde görüyorsun, neyin sakl› oldu¤unu yukar›dakilerle, afla¤›dakiler aras›nda. Bir yol gibi gözüküyor ilk bak›flta. Yol de¤il ama. Bir tahta bu. Ve flimdi görüyorsun aç›kça: Bu bir tahtaravalli tahtas›. Bütün düzen bir tahtaravalli asl›nda. ‹ki ucu birbirine ba¤›ml›. Yukar›dakiler durabiliyorlar orada, s›rf ötekiler oturdu¤undan afla¤›da. Ve ancak; afla¤›dakiler, afla¤›da oturdu¤u sürece kalabilecekler orada. Yukar›da olamazlar çünkü, ötekiler yerlerini b›rak›p ç›ksalar yukar›. Bu yüzden isterler ki; afla¤›dakiler sonsuza dek 71


hep orada kals›nlar. Ç›kmas›nlar yukar›. Bir de, afla¤›da hep daha çok insan olmal› yukar›dakilerden. Yoksa durmaz tahtaravalli. Tahtaravalli. Evet, bütün düzen bir tahtaravalli.” 1930'da yazd›¤› “Kuralla Kural D›fl›”nda hamal, onu döven, ezen ve sonra da susayan tüccara mataras›n› ç›kart›p su vermek ister. Nefret edildi¤inin bilincinde olan tüccar, hamal›n mataras›n› tafl gibi görür ve hamal›n ona büyük bir taflla sald›rd›¤›m sanarak tabancas›yla onu öldürür. Yarg›ç mahkemede, nefret etti¤i birine su vermenin ak›l d›fl› oluflunu kabul ederek tüccar› beraat ettirir. Öyleyse hamal›n yapt›¤› hareket, ne kadar insanc›l olursa olsun, duygular›yla hareket etti¤i için ölümü hak etmifltir. ‹yi ile kötü aras›nda bulunan insano¤lunun ikicili¤ini kabul eden “Adam Adamd›r” oyunundan sonra, bu oyun, toplumun ahlaks›zl›¤›n›, bozulmufllu¤unu ortaya koyar. “Küçük Burjuvan›n Yedi Günah›” ad›n› verdi¤i bale kantat›ndaki Ar›na adl› karakter, dans eden, içgüdüsel ve duygusal olmas›n›n yan› s›ra, flark› söyleyen ak›lc› ve pratik olarak iki yönlü bir tiptir. Bu karakter, do¤du¤u kenti terk eder ve para kazanmaya bafllar. Bu arada, duygusal bir yolda afl›k olur, ancak tüm duygular›na gem vurarak, kazand›¤› para ile memleketine geri döner. Bu oyunda irdelenen fley, ticarete dayanan bir düzende, içgüdünün, yerini mant›¤a b›rakmas›d›r. Brecht'in bu dönemleri, kapitalizmde yaflayan insan›n ik› yönlü karakterine vurgu yapar. Kendi eme¤ine yabanc›laflan insan›n, kaç›n›lmaz sonudur kendine yabanc›laflmas›. Toplumsal prati¤i inceleyen Brecht, gelmekte olan felaketin kaç›n›lmazl›¤›n› görmüfltür. Çünkü, 1930'lar Almanya's›, iflsizli¤in, yoksullu¤un iyice t›rmand›¤› bir dönemdedir. 1931 May›s'›nda ünlü Reichbank'›n iflas›yla art›na patlam›fl ve bankalar geçici olarak kapat›lm›flt›r. Böyle bir dönemde “Adil Düzen” slogan›yla ç›kan Nazi Partisi, 1932 seçimlerinde on dört milyon oy toplayarak 235 sandelyeyle meclise girmifl ve 1933 y›l›nda yafll› baflkan Hindenburg, kahverengi gömlekli serüvenci Hitler'e iktidar›, ken72


di elleriyle teslim etmifltir. Dünyay› sarsacak katliamlara imza atacak olan Nazi Partisi'nin kara listesine al›nan bir çok insan gibi, Brecht de kara listeye al›nm›flt›r. Brecht, bunun üstüne Danimarka'ya gider. 1. fiükrederiz tanr›ya flimdi hepimiz gönderdi¤i için bize Hitler'i; Almanya'n›n güzel topraklar›ndan temizleyip atmas› için çöpleri, eski yollar› b›rakt›k, yeni badanam›z tertemiz. Onun için bize böyle birini gönderen tanr›ya flükrederiz. 2. Ev çok eskimiflti, so¤uk giriyordu içeri. Yapmak zorundayd›k art›k yenibafltan bir ev, ev çöker san›yorduk, besbelliydi çürüdü¤ü, ama Hitler bir güzel boyad› onu, iflte gene ayaktad›r evimiz. 3. Her yerde kol gezerdi açl›k, ekmek kalmam›flt› mutfakta, giyecek bir fleyimiz de yoktu önderimizi ilk gördü¤ümüzde. -E¤er bugün daha bulan olsayd›k, e¤er daha aç olsayd›k bugün, kalabal›k malabal›k demez, tümümüzü tek saman demetiyle doyururdu.

73


4. yoksul kal›r yoksul olan. Zenginlerindir art›k ekmek. Allah r›zas› için, bize yeni bir badana gerek, 11 yoksa yoksul insan, s›rf aç oldu¤undan, sald›r›r biz zenginlere ve t›kn›r doyuncaya dek. 5. Ama gelince Hitler'imiz süsleyecek bizi yeniden. Ona tapan herkes, zenginse zengin kalacak, yoksulsa yoksul. Hem koyacak s›n›flar› yerli yerinde, hem s›n›f düflmanl›¤› olmayacak. Ya¤muru ya¤d›racak ama ›slanmayacak hiç kimse. 6. Turfluyu tatl› yapacak. fiekeri ekfli. Yeni bir duvar örecek betondaki çatlaklardan. Boyayacak pisli¤in, yozlu¤un üstünü olana dek yepyeni. Bu yüzden flükrediyoruz tanr›m›za bize gönderdi diye Hitler'i. Sürgündeyken yazd›¤› “Yuvarlak Kafalarla Sivri Kafalar” adl› oyunda, Hitler'in tayfas›n› ve iktidara geliflini anlat›r. 1934'te yaz›lan bu oyun, bas›m›n›n örnekleri az oldu¤u için bulunmas› çok zordur. Oyunda ‹ber, yani Hitler, dinsiz imans›z bir serüvencidir. Kral naibi Missena, yani Hindenburg 74


onu, önemli bir devlet görevine ça¤›r›r. Görevi; emekçi devrimini kötürümlefltirmektir. ‹ber, mevkiini sa¤lamlaflt›rmak için bir ›rk kuram› ortaya atar: Halk›, yuvarlak ve sivri kafal› olmak üzere ikiye ay›r›r. Gelgelelim, bunlardan birinin geçici mutlulu¤u ve öbürünün mutsuzlu¤u u¤runa, orakç›lar tak›m› ‹ber'in tayfas›n› alt ederler. “Arturo Udi’nin Yükselifli”nde ise, ad› geçen Arturo Udi adl› karakter, Hitler'den baflkas› de¤ildir. Brecht, Reichstag yang›n›ndan bafllayarak fiansölye Dolfuss'un öldürülmesine ve Avusturya'n›n iflgaline kadar Hitler'in yükselifl dönemini, Chicago'da bir haydut çetesinin çevresinde geçirir. Arkadan gelen Schweyk, özel, garip bir kahraman de¤il, bütün göklerin alt›nda ve bütün enlemlerde rastlanan bir insan tipidir. Bu oyunda Brecht sorar: “Acaba Hitler'in ordular› kendi memleketini iflgal etseydi, Schweyk ne yapard›?” “III. Reich'›n Korku Ve Düflkünlü¤ü”, bir kaç portreyle, Nazi kargaflas› alt›nda ezi-len bütün Almanya'n›n dram›n› verir. Hiç kimse kurtulamaz, herkes Nazi damgas›n› yemek ve onun iradesine bafl e¤mek zorundad›r. Brecht, bir yandan çal›flmalar›n› sürdürürken, sürgün y›llar›nda birçok ülkeye gitmek zorunda kal›r. Çekoslovakya, Avusturya, ‹sviçre, Fransa, Danimarka, ‹sveç, Finlandiya ve Sovyetler Birli¤i'nde bulunur. Finlandiya'dan Amerika'ya göç eder. Amerika'da kald›¤› süre içinde, Amerika'da tan›nsa da, oyunlar› pek fazla ilgi görmez. Oyunlar›, idealist tiyatronun klasik yöntemiyle yorumland›¤› için pek anlafl›lamaz. Danimarka'da iken yazd›¤›, ama ilk kez Amerika'da sergilenen “Galileo Gali-lei” yani “Galile'nin yaflam›” adl› oyun, Galilei'nin bilimsel bak›fl› ile siyasi vurdumduymazl›¤›n›n ortaya ç›kard›¤› karfl›tl›¤› inceler. Oyunun di¤er bir yan› ise, egemenlerin bilimsel çal›flmalara duydu¤u ihtiyaçla, iktidarlar›n› tehlikeye sokan bu araflt›rmalara duyulan düflmanl›¤›n karfl›tl›¤›n› ortaya koyar. “Kahramanlar› olmayan ülke mutsuzdur.” sözlerine Galilei'nin cevab›, “Kahramanlara gerek duyan ülke mutsuzdur.” olur. “Biliriz nedir bizi hasta eden! Söylenir bizi senin iyilefltirece¤in hastaland›¤›m›z zaman. Diyorlar ki, sen, tam on y›lda ö¤renmiflsin hastalar› iyi etmesini . 75


halk›n paras›yla yap›lan güzel okullarda. Dünyan›n paras›n› dökmüflsün olmak için bilgi sahibi. Senin elinde öyleyse iyilefltirmek bizi. Ne dersin, elinde mi? Seni gelince görmeye, ç›kart›yorlar üstümüzdekileri, zor de¤il hastal›¤›m›z›n nedenini anlamak, flöyle bir bak üstümüze bafl›m›za, o saat ö¤renirsin her fleyi. Çünkü elbisemizi y›pratan neyse, odur vücutlar›m›z› da y›pratan. Rutubetten diyorsun, vücudumuzdaki a¤r›. Duvarlar›m›zdaki leke de ordan. Söyle öyleyse bize: Rutubet nerden? Ezdi bitirdi bizi çok çal›flmak, az yemek. Sense ö¤üt verirsin,? dersin, kanl› canl› olun! Suda büyüyen kam›fla demeye benzer bu: ç›k baflka yerde yafla. Ne kadar vakit ay›r›rs›n bizim için? Baksana, evinde bir hal›n var, en az›ndan befl bin muayene eder. Hakl› ç›karmak için kendini bunda benim suçum yok diyeceksin ister istemez. Bizim evin duvar›ndaki ›slak lekeye git sor: o da bundan baflka bir fley demez.”

76


Galilei'nin birbirini izleyen uzlaflmalar›, bilim ve gerçek ad›na do¤rulan›r. “Sezua'n›n ‹yi ‹nsan›” adl› oyunda ise, tanr›larla uyuflarak, biraz iyilik yapmak için birçok kötülük yapar. Demek ki insan, ayn› zamanda hem kendisi, hem de baflkalar› için iyi olamaz, hem kendine hem de baflkalar›na yard›m edemez. Asl›nda, Brecht bu oyunda, bir davran›fl›n tümüyle iyi olamayaca¤›n› gösterir. Brecht, bu çat›flmaya hiçbir çözüm getirmez. Ancak, tanr›lar›n bilmezlikten geldikleri, hatta yasallaflt›rmaya gittikleri uzlaflmay› öne sürer. Çünkü, her fleyden önce, burada görünüfllerin sayg›yla karfl›lanmas› ve örnek al›nacak sözün do¤rulanmas› önemlidir. Söylenen söz ise, “dünyay› kurtarmaya bir tek insan yeter” sözü olacakt›r. “Azize Johanna” adl› oyun, Brecht'in bugüne kadar hiç sahnelenmeyen bir oyunudur. Bu oyunda Brecht, Schüler'in yüzy›l savafl› s›ras›nda odun y›¤›nlar› üstünde y›¤›lan kahraman› bir “Genç K›z'›n yans›lamas›n› ç›karm›flt›r. “Genç K›z”, 1929 bunal›m döneminin Chicago'sunda, kurtulufl ordusunun bir havarisi, halk›n yoksullu¤unun itkisiyle bir devrimci k›flk›rt›c› olur, iflçi s›n›f›n›n mezbahalar›nda oldu¤u kadar kapitalin borsalar›nda da savafl›r. Devrim u¤runa kavga alan›nda can verir; ne olursa olsun, baflkald›ran vicdan›n›n buyruklar›na sonuna kadar ba¤l› kal›r. Brecht'in daha önce mahkum etti¤i saplan yoldafl›n ideal bir portresidir bu. Brecht'in 1930'larda, Günther Weisenbom ile iflbirli¤i ederek meydana getirdi¤i “Ana” adl› oyun ise, Maksim Gorki'nin roman› ile Sovyet Devrimi'nin hikayelerinden oluflur. Görüldü¤ü üzere Brecht, devrim olay›ndan birçok kez yararlanm›fl, onu dram›n merkezine yerlefltirmifltir. “Önlem” de Çin Devrimi'ni, “Ana” da Sovyet Devrimi'ni ifllemesi gibi... “Carrar Anan›n Silahlar›”nda ise, ‹spanyol Devrimi'ni ifller. Franco'nun zorbal›¤›na karfl›, kendini savunan halk›n görüntülerine yer verir. Ruth Berlau, “Carrar Anan›n Silahlar›” için mant›kl›, yöntemli ve diyalektik bir biçimde olufltu¤unu belirtiyor. Sahnede her fleyin, bir kab›n damla damla dolmas› gibi geliflti¤ini, kap dolunca ise oyunun sona erdi¤ini söylüyordu. Brecht, “Kafkas Tebeflir Dairesi” adl› oyununda, biraz kendi ile çat›fl›r. Oyundaki karakter, sanki kendi portresidir. Karmafl›k olan bu tipoloji, s›k›lgan, sald›rgan, zeki ve saf, esprili ve ciddi, alçak gönüllü ve kendini be77


¤enmifl, içten ve uzak bir karakterdir. Oyun, duygu ve akl›n, yani sa¤duyunun savafl alan› gibidir. Sonunda sa¤duyu kazan›r. Onun için de oyundaki karakter, do¤ruya yönelik bir insand›r. Yapmak istedi¤i fleyler, tasarlad›klar›, hep sezgi ve sa¤ duyusu ile suya düflmektedir. T›pk› Brecht'in ak›lc› bir yolda yapmak istediklerinin, onun fliirsel yetene¤iyle çat›flmas› gibi. Sonuçta duygu ve imgelem iyi düflünmenin, sa¤duyu ve halk bilgeli¤i ise güzel söylev çekmenin yerini tutar. “1. ‹yilik neye yarar, öldürülürse iyiler çarçabuk, ya da iyilik görenler? Özgürlük neye yarar, yaflarsa bir arada özgürlerle tutsaklar? Ak›ls›z olmak madem ekmek sa¤lar herkese, ak›l neye yarar? 2. ‹yi insan olaca¤›n›za, öyle bir yere götürün ki dünyay›, iyilik beklenmesin! Özgür insan olaca¤›n›za, öyle bir yere götürün ki dünyay›, kavuflsun özgürlü¤e herkes, özgürlük sevgisi geçersiz olsun! Ak›ll› insan olaca¤›n›za, öyle bir yere götürün ki dünyay›, ak›ls›zl›k zararl› olsun!” Brecht, ancak 1948'de dönebilir memleketine. Bat› Almanya'n›n kabul etmedi¤i yazar, sonra Avusturya ve Çekoslovakya üzerinden Do¤u Berlin'e gelir. 1949'da, efli Helena Weigel'le birlikte tiyatrosunu kurar. Berliner Ensemble, yani Berlin Kollektifi, art›k kendi oyunlar›n›n prati¤ini kendi yorumuyla hayata geçirebilece¤i bir tiyatrodur. Yazd›¤› “Cesaret Ana ‹le Çocuklar›” adl› oyunda Brecht, bir yandan toplumsal çerçeveyi tafllarken, di¤er yandan insan karakterinin derinlerine giden duygular›n› ifllemifltir. Bir yanda, yozlaflan toplum düzeninin kötülü¤ünü gösterirken, di¤er yanda ac› çeken bir ana figürü yarat›r. Böylece, ak›lc› yan›yla bilinçli bir toplum tafllamas›na yönelirken, duygusal yan›yla da büyük bir trajik figür yaratm›flt›r. Ard›ndan gelen oyunu “Lucullus Davas›”, Demokratik Alman Cumhuriyeti yönetimi taraf›ndan, oyunun bitiminden önce salon terkedilerek be-¤enilmemifltir. “Bay Puntila ile Ufla¤› Matti”de ise, Puntila A¤a ay›kken 78


ak›lc›, ferman dinlemez bir patron, sarhoflken duygusal ve sevecen bir kiflidir. Puntila A¤a, genel olarak yanl›fl›n yan›nda, kötü bir adamd›r; ama ak›lc› yan›n› içkiyle yitirince kötülük yapan yan›n› da yok eder. Ticarete dayal› bir düzeni yans›tan tüm bu oyunlarda ak›l, insan›n olumsuz yan›na eflittir. “1. Hey, Amerika'yla konuflmak istiyoruz, Atlantik Okyanusu'nun ötesindeki Amerika'n›n büyük kentleriyle, hey! Düflündük ne dille konuflmam›z gerekti mutlaka anlayabilmeleri için bizi. Ama iflte, toplad›k türkücülerimizi bir araya hem burada, hem Amerika'da, hem dünyan›n dört yan›nda, herkesin anlad›¤› türkücülerimizi. Hey, sesini dinleyin türkücülerimizin, kara y›ld›zlar›m›z›n, hey, bak›n, bizim için türkü söyleyen lam... Hey, türkücülerimiz bunlar/ kara y›ld›zlar›m›z bunlar bizim/tatl› türküler söylemezler/ ama çal›fl›rken söylerler, söylerler ›fl›¤›n›z› yaparken/ giysilerinizi yaparken/ gazetelerinizi yaparken/ ve su borular›n›z›/ ve demiryollar›n›z›/ ve lambalar›n›z›/ ve ocaklar›n›z›/ ve plaklar›n›z›/ yaparken söylerler. Hey, flimdi hepiniz buradas›n›z madem, söyleyin bir kez daha o küçük türkünüzü Atlanti¤in ötesine herkesin anlad›¤› dilinizle. Aka¤açlar aras›nda esen rüzgar de¤il bu o¤lum, bir türkü de de¤il yapayaln›z aya söylenen, vahfli kükreyiflidir bu günlük eme¤imizin. Hem lanetleriz biz onu, 79


hem bir nimet sayar›z, çünkü kentlerimizin sesidir o, çünkü en sevdi¤imiz türküdür o, çünkü hepimizin anlad›¤› dildir o, çünkü olacakt›r çok geçmeden o dünyan›n anadili.” Gençlik dönemi olan ilk evresinde duyguyu mutlaklaflt›ran Brecht, geliflme dönemi olan ikinci evresinde ak›lc›l›¤a vurgu yapm›fl ama, olgunluk ça¤› olan 3. evresinde ise, duygusall›k ço¤u kez y›k›ma götürdü¤ü halde, temelde insan›n iyi yan›n› yans›t›r. Di¤er yanda ak›lc› tutum, bir insan› kötü yapabildi¤i halde, bozuk düzende, toplum içinde ayakta kalabilmesinin bir kofluludur. Yazar, do¤ru bir düzenin gelmesiyle bu ak›l duygu çat›flmas›n›n yok edilece¤ine ve her ikisinin de dengeli bir yolda birbirini destekleyece¤ine inan›r. Brecht'in toplumsal baflkald›r›s› d›fla dönük, yani nesnel, aktif, yenileyici ve gerçekçidir. Ama onun varl›¤›na karfl› olan baflkald›r›s›, içe dönük, yani öznel, pasif, çaresiz ve hatta romantiktir. ‹flte bu ikili durumun baflkald›r›s› ile Brecht'in oyunlar›n›n diyalekti¤i de anlafl›labilir. Bu çat›flma, yaflam› boyunca sürmüfltür. O, bu çat›flma içinde, bireyci de¤ildir. Daha do¤rusu O, bu düzen içinde bireyin gerçek olamayaca¤›n›, yine bu düzen içinde ahlaksal deneyin flarlatanl›ktan baflka bir fley olmad›¤›na inan›r. I. Dünya Savafl›'ndan sonra, daha önce onda uyanm›fl olan burjuvaya ve kurulu düzene karfl› duygusu, onu, içinde yaflad›¤› düzeni sert bir biçimde elefltirme yoluna götürmüfltür. Baz› oyunlar›nda kapitalist sistemi bir randevuevine benzetmifltir. Çünkü, sevgi bile ticaretin kurallar›na ba¤l›d›r. Böyle yozlaflm›fl bir kentte en büyük suç, paras›zl›kt›r. Brecht, faflist ülkeler ile kapitalist ülkeler aras›ndaki ayr›cal›¤› flöyle tan›mlar “Kapitalizmde 'Kasaplar eti getirmeden önce ellerini y›karlar.' Bunun gibi, kapitalizmin, faflizme dönmeden yaflayabilmesi de tamamen faflistçe bir tutumdur.” Brecht'in tiyatroda yapmak istedikleri ve kuramlar› yanl›fl anlafl›lm›fl ve yanl›fl yorumlanm›flt›r. Marksist dünya görüflüne dayal› kuramlar›, Marx'›n yapt›¤› gibi, yüzy›llar öncesine, Aristoteles'e kadar varan idealist felsefe ve idealist esteti¤e dayanan egemen görüfllere karfl› 80


olufluyla bafllam›flt›r. Gençlik döneminde nihilist ç›k›fllar yapan Brecht, bu döneminde öznel, yani lirik kalm›flt›r. Geliflme döneminde ise, nesnel olana, yani epik olana vurgu yapm›flt›r. Yeni bir estetik kuram›n› ortaya att›¤› bu ikinci dönem, Aristocu tiyatro ve Hegelyen estetikle hesaplaflt›¤› dönemdir. Aristocu tragedya, Platon ve Sokrates'in elefltirisi üstünden gider. Yap›lan elefltiri, mimesis kavram›na, yani bir çeflit taklite dayal› olan gerçekçilik, daha çok temsil etme ya da yeniden yaratma kavramlar›yla ilintilidir. Burada sözü geçen, epik fliirdir. Aristocu tiyatro ise, kendi içinde bütünlük gösteren ve belli bir ölçü içine s›¤d›r›lm›fl, belli bir aksiyonun yeniden yarat›lmas›d›r. Sanat yönünden güzellefltirilmifl bir dili vard›r ve ruhu, korku duygular›yla tutkulardan ar›tmaya çal›fl›r. Bu ›slah edici, ehlilefltirici yöntem gerçekten olan fleyi de¤il, tersine olabilir olan fleyi, yani, olas›l›k ve zorunluluk kanunlar›na göre mümkün olan fleyi ifade etmektedir. Burada, bireyin ortaya ç›kan trajik durumuyla özdeflleflen, yani bütünleflen seyirci, önceden tan›mlanamayan bir trajik hataya düflecek ve erdem gösterecek karaktere ba¤lar. Sonra da, karakterin ve seyircinin sahip oldu¤u kimi hatalara iflaret eder. Trajik bir suçtan dolay› çat›flmaya dönüflen karfl›tl›klar, çat›flmadan ve karmafladan sonra, hata akland›¤›nda, yani ar›nma yafland›¤›nda, huzura kavuflularak denge yeniden kurulur. Burada örnek gösterilen ve seyircinin bütünleflmesi sa¤lan›lan kahraman, genelde de¤iflime ve dönüflüme yönelik bir tipoloji de¤il, daha çok onar›ma yönelik bir karakterdir. Aristotales sundu¤u, seyircinin bütünleflti¤i bu öznel birey yerine, nesnel olan›, yani hikayeyi ön plana ç›kararak, antik Yunan tragedyas›n›n bir birey tragedyas› olmay›p, antik Yunan devletinin ya da toplumunun bir tragedyas› oldu¤unu vurgulamas› bak›m›ndan özel bir önem tafl›r. Bu tersine çevrilmifl diyalektik yöntem, felsefeye dayal› bir estetik olarak Hegel'de, tiyatroda ise dramatik anlay›flta yüzy›llara dayanan evrimini tamamlam›flt›r. Burjuva idealizmine dayanan bu yöntem, “öznel olandan yola ç›karak, toplumsal düflünce toplumsal varoluflu belirler” demektedir. Marksist dünya görüflüne dayal› estetik ise, toplumsal varolufl, toplumsal esteti¤i belirler demektedir.

81


“Tank›n›z ne güçlü, generalim, siler süpürür bir orman›, yüz insan› ezer geçer. Ama bir kusurcu¤u var: Bir sürücü ister. Bombard›man uça¤›n›z ne güçlü generalim, f›rt›nadan tez gider, filden zorlu. Ama bir kusurcu¤u var: usta ister yapacak insan dedi¤in nice ifller görür, generalim, bilir uçmas›n›, öldürmesini, insan dedi¤in. Ama bir kusurcu¤u var: Bilir düflünmesini de.” Epik olarak tan›mlad›¤› anlay›fl›n›, nesnelli¤e vurgu yaparak, öznel duygusal boflal›mlara karfl›, ak›lc›l›¤› üstün k›l›yordu Brecht. Nesnellik ilkesi ile öznellik ilkesini bir araya getiren dramatik yap›, Hegel'in diyalektik anlay›fl›yd›. Zaten bu diyalektik anlay›fl›n bafl afla¤› durdu¤unu söyleyen Marx gibi, Brecht de, sonuçta ? öznelli¤e teslim olan bu anlay›fl› ayaklar› üstüne oturtmufltu. Ak›l ve duygunun çat›flmas›n› diyalektik bir ba¤ içinde incelemeye çal›flan yazar, olgunluk evresinde, nesnelli¤i mutlaklaflt›ran epik tiyatro tan›mlamas›n›n yanl›fl oldu¤unu anlayarak, diyalektik tiyatro tan›mlamas›n› benimsemiflti. Bu durumda Brecht, idealist esteti¤in biçimsel durumuna karfl› ç›kmaz. Ama bununla birlikte, karakterin tam anlam›yla özne olmad›¤›n›, aksine ba¤›ml› oldu¤u ekonomik ve toplumsal güçlerin nesnesi oldu¤unu ispat ederek, ona kökten bir biçimde karfl› koyar. Bu anlamda Brecht'in esteti¤i, epik de¤ildir. Marksisttir ve Marksist olarak, lirik, epik ve onu bütünleyen dramatik olan› kapsayacakt›r. Yaln›z burada önemli olan yabanc›laflmad›r. Brecht, yöntemini bunun üstünden kurar. Diyalektik gerçekli¤e dayal› yabanc›laflma efekti, seyirci ile sahne, sahne ile oyuncu, oyuncu ile rol, rol ile mekan aras›nda belli bir mesafe yarat›lmas› sonucu, sahnede tarihsellefltirmenin gerçekleflmesine; oyuncu ile rolün bütünleflti¤i burjuva oyunculu¤una karfl› ç›kar. Çünkü, burjuva oyunculu¤unda var olan oynad›¤› rolle hem öz82


deflleflip hem de elefltirerek oynama yöntemine, yani elefltirel gerçekçili¤e karfl› flunlar› söylemektedir Brecht: “Özdeflleflmeyi amaçlayan her oynay›flta elefltirinin ald›¤› flekildir karikatür. Bu flekil alt›nda yaflam› elefltirir oyuncu ve bu flekil alt›nda oyuncunun elefltirisiyle özdeflleflir seyirci. Bizim tiyatromuz ise, ancak karikatür çizme olgusunu göstermek istedi¤i zaman karikatürleri sergileyebilir sahnede. Böylece karikatürler maskeli balodaki maskeler gibi ç›kar sahneye. Gerçek bir kavray›flla gerçek bir elefltiri, ancak özelle genelin duruma göre de¤iflik flekillerde gerçekleflen, özelin genelle olan iliflkisi gibi kavran›lm›fl ve elefltirilmifl olmas›yla mümkündür. ‹nsanlar›n gösterileri kaç›n›lmaz olarak çeliflmelidir; dolay›s›yla çeliflkiye tümüyle sahip olmak gerekir.” Bu anlamda idealist esteti¤e dayal› dramatik tiyatroda, sahne, eylemi ortaya koyar. Marksist dünya görüflüne dayal› estetikte ise, sahne, eylemi anlat›r. Dramatik tiyatro seyirciyi eyleme katar, etkinli¤ini yok eder, onda duygular uyand›r›r, böylece seyirci kendini eylemin içinde san›r. Diyalektik gerçekli¤in tiyatrosu ise seyirciyi, elefltiren bir gözlemci yapar, etkinli¤ini uyand›r›r. Ona yarg›lar verdirir. Böylece seyirci, eyleme karfl› gelir. Dramatik tiyatroda tiyatro, telkin yoluyla etkiler. Duygular, oldu¤u gibi korunur. ‹nsan, bilinen bir varl›k kabul edilir. Diyalektik tiyatroda ise tiyatro, belgelerle etkiler. Duygular, yarg›larla ortaya konur. ‹nsan, araflt›rma konusudur. Dramatik tiyatroda dü¤üm çözülürken gerilim belirir. Diyalektik tiyatroda gerilim, oyun bafllarken vard›r. Dramatik tiyatroda; her sahne, bir baflka sahne için vard›r. Diyalektik tiyatroda; her sahne, kendisi için var olur. Dramatik tiyatroda olaylar düz çizgide geliflir. Dünya, oldu¤u gibi sunulur. ‹nsan dura¤and›r. Diyalektik tiyatroda olaylar e¤ri bir çizgidedir. Dünya, olufl içinde sunulur. ‹nsan, olufl halindedir. Dramatik tiyatroda içgüdüler söz konusudur. Diyalektik tiyatroda motifler sözkonusudur. Dramatik tiyatroda düflünce, varl›¤› belirler. Diyalektik tiyatroda toplumsal varl›k, toplumsal düflünceyi belirler. Hegel ve Aristotales, tiyatroyu, seyircinin “kurald›fl›” özelliklerinden 83


ar›t›lmas› olarak görmektedirler. Brecht ise, kavran›lan› ayd›nlat›r, do¤rular› aç›klar ve karfl›tl›klar› göstererek de¤iflimi önerir. ‹lkinin istedi¤i; gösterimin sonunda huzurlu ve sessiz bir uyku halidir. Brecht, tiyatral gösterimin sonunun eylemin bafllang›c› olmas›n› ister; bireyin tutkular›ndan ar›nmas› de¤ildir önemli olan; istikrar, de¤iflken toplum taraf›ndan y›k›lmal›d›r. Tiyatro, sükuneti tesis etmeye u¤raflmamal›d›r. Burjuva polisi bunu yapmakla görevlidir zaten!.. “(...) fiu adama bak›n soka¤›n köflesinde nas›l oldu¤unu anlat›yor kazan›n. fiu anda floförü sunuyor kalabal›¤›n yarg›s›na nas›l oturdu¤unu direksiyon arkas›nda. Ve flimdi ezileni taklit ediyor, belli ki Yafll› bir adam. Her ikisinde de yaln›zca Kazay› anlafl›l›r k›lacak kadar veriyor ama Yine de yetecek kadar Onlar› gözünüzde canland›rmaya Kazaya mahkum gibi göstermiyor ama ikisini de Böylece anlafl›l›r oluyor kaza ve anlafl›lmaz yine de Çünkü bambaflka hareket edebilirdi her ikisi de. Gösteriyor iflte flimdi Kazadan kaç›nmak için nas›l davranabileceklerim Hiç de bat›l inanc› yok Bu görgü tan›¤›n›n Y›ld›zlara terketmiyor da. ölümleri Kendi hatalar›na ba¤l›yor yaln›zca Ciddiyetine ve özenine de dikkat edin Bu taklit s›ras›nda Çok fleyin, 84


suçsuzun y›k›mdan kurtulabilmesinin, Zarar görenin zarar›n›n karfl›lanabilmesinin Kendi kesinli¤ine ba¤l› oldu¤unu biliyor o. Bak›n nas›l tekrar ediyor daha önce yapt›¤› fleyi Duraklayarak, yard›ma ça¤›rarak haf›zas›n› Tam da emin olmayarak iyi taklit edip etmedi¤inden Durarak ve bir baflkas›ndan flunu ya da bunu Düzeltmesini isteyerek. Sayg›yla bak›n buna! Ve flaflarak bakmal›s›na bir fleye daha Bu taklit edenin kendisini hiç kaybetmemesine Taklidinin içinde. Hiçbir zaman Tam olarak dönüflmüyor taklit etti¤i kifliye. Her zaman Gösterici olarak kal›yor o, olaya kar›flmam›fl biri olarak, Ne o kifliyle bütünlefliyor, ne duygular›n› Ne de düflüncelerim paylafl›yor onun. Çok az fley biliyor onun hakk›nda. Taklidinde üçüncü bir kifli de oluflmuyor, ondan ve di¤er kifliden, ikisinin kaynaflmas›ndan, Yerindedir bütün duygular› göstericinin Orada durur ve gösterir O yabanc› tan›d›¤›. Sizin tiyatrolar›n›zda Soyunma odas› ve sahne aras›nda Olagelen flu esrarengiz dönüflüme: Hani bir oyuncu ayr›l›rda soyunma odas›ndan 85


Kral olarak ç›kar ya sahneye, Sahne iflçilerinin ellerinde bira flifleleriyle Çok kez güldü¤ünü gördüm bu büyüye, Rastlanmaz burada. Seslenilmesi gereken bir uyurgezer de¤ildir Soka¤›n köflesindeki göstericimiz, Yüce bir papaz da de¤ildir tanr› huzurunda Her zaman sözünü kesebilirsiniz onun; Size cevap verir sanki bir flekilde Ve sizinle konufltuklar› sonra Devam eder yine gösterisine fiimdi siz sak›n demeyin ama: Bu adam sanatç› de¤il, diye Böyle bir ayr›m duvar› çekerek Sizinle dünya aras›na, yobazca kendinizi D›fllam›fl olursunuz dünyadan. Siz onu sanatç› olarak adland›rmazsan›z, O da insan demeyebilir size. Ve bu daha büyük bir suçlama olur böylece. iyisi mi: Sanatç›d›r deyin, insan oldu¤u için.” Yo¤un bir çal›flmayla geçen y›llar›n sonunda, 1956 y›l›nda hayata gözlerini kapat›r bu tiyatro ustas›. Bu ölümün arkas›nda yaflayan, 60 ciltlik çal›flmalar olur. 30'un üstünde tiyatro oyunu, 1300 kadar fliir ve flark›, üç roman, birçok roman fragman›, 150'den fazla nesir, çok say›da makale, k›sa hikaye ve konuflma metni, yaflamaya devam eder asl›nda. Ölümünün 41. y›l›nda, Brecht'i anmak istedik. Ölümünün üstünden 41 y›l geçmesine ra¤men, hala s›n›f mücadelesinde sanat›n önemini gösteren ve burjuvazinin esteti¤i bir silaha dönüfltürdü¤ü dünyam›zda, do¤ru bir duruflun sa¤lanmas›nda büyük katk›lar› olan bu ustay› anmak, bize gurur veriyor. Yaln›z, sorun bununla bitmiyor. Ülkemizde yetiflmifl, Brecht kadar önemli sanatç›lar›n yan› s›ra, bir o kadar daha önemli sanatç›lar yetiflmesini diliyoruz.

86


yüre¤i devrimle çarpan bir halk ozan›: ENVER GÖKÇE Tav›r Ocak 1999

Enver Gökçe 1920 y›l›nda Erzincan'a ba¤l› Kemaliye ‹lçesi'nin Çit Köyü'nde do¤du. 10 yafl›nda geldi¤i Ankara, onun ölümüne kadar yaflad›¤› kent oldu ayn› zamanda. 1929 y›l›nda özel bir ilkokula bafllad›. 1935 ve 1936 y›llar›nda Cebeci Ortaokulu'na devam ettikten sonra Gazi Lisesi'nde okudu. fiiir ve edebiyata olan ilgisi, ilkokul y›llar›ndaki ö¤retmeni Celalettin Tevfik Bey sayesinde a盤a ç›kt›. Gökçe, kendi anlat›mlar›nda; “Bu ö¤retmene karfl› bana okuma sevgisi ve fliiri afl›lad›¤› için sayg›m büyük olmufltur.” der. Ankara Dil Tarih Co¤rafya Fakültesi’nde üniversite yaflam›na ve bu sürelerde “Ülkü” adl› halkevi dergisinde çal›flmaya bafllad›. Görevi düzeltmenlik ve dergi ç›karma tekni¤i üzerineydi. fiiirleri ilk olarak Ankara'da ç›kan 87


bir dergide yay›nland›. “Ülkü” dergisine s›kça u¤rayan Ahmet Kutsi Tecer, yay›mlanan fliiri be¤enmedi¤ini ve onun düzyaz› yazmas› gerekti¤ini söyledi¤inde, Enver Gökçe, “Ben daha kötüsünü de yazar›m” diye cevap verir. Tecer’in kötü buldu¤u fliir flöyledir: Anam›z birdir / ayn› memeden emmifliz dostlar / kan kardefliz, / Sizlere kan›m kayn›yor. / Sizlerle beraber herk ettik topra¤› I beraber yatt›k hapiste I Beraber teskere ald›k /Daha da yatar›z dostlar›m daha da / Gün gelirse e¤er / Halay çeker / Türkü söyler gibi yan yana / Mavzer mavzere verip de / Düflmana kurflun da atar›z / Sizlere kan›m kayn›yor / Yabanc› de¤ilsiniz bana. Enver Gökçe bir taraftan dergi ç›kar›rken, di¤er yandan fliir yazmaya ve flairlerle iliflkiler kurmaya çal›fl›yordu. Bir yanda meyhane kültürünü benimseyen Garipçiler di¤er yanda, onun tabiriyle temiz halk yüzleri olan halk ozanlar› vard›. Gökçe, aralar›nda, Afl›k Veysel, Afl›k Ali ‹zzet, Habip Karaaslan'›n da bulundu¤u halk ozanlar›yla bir bir tan›fl›p ilgilenirken, içkiyi kültür haline getiren flairlerden uzak durdu. 1945'li y›llarda Garipçiler'in edebiyata egemen olduklar› bir dönemde toplumcu ak›m› güçlendirmeye çal›flt›. Gökçe ve arkadafllar› “Ant” çevresinde, küçük bir topluluk da olsalar, devrimci sanat sorumlulu¤unu üstlendiler. 1948 y›l›nda anti-faflist bir dernek kurdular. Çok geçmeden çal›flmalardan rahats›z olan faflistler, derne¤e sald›rd›. Orada bulunanlar› dövüp kitaplar› y›rtarak soka¤a att›lar. Dernek faaliyetini sürdüren Enver Gökçe ve arkadafllar›, “komünizm propagandas› yapmak” suçundan tutukland› ve Ankara Hapishanesi'ne konuldu. Hapisten ç›kt›ktan sonra 1950 y›l›nda, Yurtlar Müdürlü¤ü'nde çal›flmaya bafllad›. ‹lk görevi Çarfl› Kap› Ö¤renci Yurdu'ndayd›. Çal›flmalar› be¤enildi¤i için pek çok yurt kuruluflunda görev ald›.

88


K›sa bir süre sonra tutukland›. Bu dönem, “1951 Tevkifat›” olarak tarihe geçecektir. Bu dönemde 168 kifli askeri mahkemelerde yarg›lanarak y›llar sürecek hapis cezalar›na çarpt›r›ld›. Enver Gökçe ve arkadafllar›, iflkenceli sorgular›n ard›ndan, kendi savunmalar›n› kendileri yapt›. Savunmas›nda “Marksizm”i benimsedi¤ini söyleyen Gökçe, yedi y›l hapis ve sürgün cezas› ald›. Bu sürelerde pek çok hapishanede zor koflullarda yaflayan Enver Gökçe, son olarak elleri kelepçelenerek Adana Hapishanesi’ne getirlidi. Burada yedi y›l kald›ktan sonra, Çorum’un Sungurlu Kasabas›’na sürgün edildi. ‹flsiz ve evsiz geçen y›llar›n ard›ndan, sürgünün bir k›sm›n› Ankara’da geçirdi Enver Gökçe. Enver Gökçe’nin zorlu dönemleri bunlarla s›n›rl› kalmaz. ‘60’l› y›llar›n bafl›nda Adnan Menderes’e karfl› yürütülen miting ve gösterilere kat›ld›¤› için tekrar tutukland› ve istedi¤i bir yere sürgün edildi. Enver Gökçe, do¤du¤u yeri, Erzincan’› tercih etti. 27 May›s’tan sonra art›k özgürdür. Hapislik ve sürgün dönemlerinde fliir yazmaya devam etti Gökçe. “Zaman akar, zaman geçer / zaman zindan içinde” m›sralar›yla bafllayan 30 fliirlik bir destan (Yusuf ile Balaban) yazar. Hapishaneden d›flar›ya ç›karmay› baflard›¤› bu destan›n pek çok fliiri kaybolur. Bugün destandan yaln›zca “Uy Kirpi K›z Kirpi”, “Bu Balaban’›n Dünyadan Göçtü¤üdür” ve “Kirtim Kirt” fliirleri kalm›flt›r. Enver Gökçe; Ahmed Arif, Ruhi Su gibi sanatç›larla da bir süre hapiste beraber kald›. Destan fliirinin tamam›n› hapishanede okumufllard›r. Gökçe bu s›rada Neruda’n›n fliirlerinin çevirisini de yapm›flt›. Neruda’y› çarp›c› ve büyük bir ozan, dünyay› ve insanlar› seven birisi olarak tan›mlayan Gökçe, hayranl›¤›n› ifade etmifltir. Bir süre ‹stanbul’a yerleflen Enver Gökçe, çevirilerine burada da devam 89


eder. Meydan Larousse’ta çal›fl›r; fakat, “sak›ncal›” oldu¤u gerekçesiyle iflten ç›kar›l›r. Enver Gökçe, binbir çileyle süren sanat yaflam›yla genç sanatç›lara, iyi bir sanatç› olmalar› için önce kendi halklar›n› sevmelerini, daha do¤rusu bu halk›n devrimcilerine ba¤l›l›k göstermelerini ve bütün bunlar› içtenlikle yapmalar›n› ö¤ütlemektedir. 1951’deki tutukluluk sürecini yazmak, onun en büyük özlemlerindendir. Ancak yaflad›¤› zorlu hayat içinde yakaland›¤› hastal›k, ona bu f›rsat› vermedi. 19 Kas›m 1981 y›l›nda, Ankara Seyranba¤lar›’nda bulunan bir huzurevinde öldü. Sessiz, sedas›z... Yüre¤ini, fliirlerini ve kavgas›n› bize b›rakarak.

ENVER GÖKÇE’Y‹ ANMAK... Enver Gökçe’yi anmak, bir bafl kuru so¤an› ekme¤ine kat›k edenlerin gözleriyle dünyaya bakmak demektir. Dünyaya o gözlerle bakabilmek, ekme¤e, güle ve özgürlü¤e yönelmektir. Özgürlü¤e yönelmek, “bugüne vurmak, yar›n› kurmak” için bilgi, bilinç, düfl ve öfke biriktirmektir. Birikim anlamakt›r, incelemektir, sab›rd›r, özveridir. Birikim, hayata müdahaledir. Hayat insand›r, çevredir, dünyad›r. Müdahale, hayat belirtisidir. Enver Gökçe’yi gerçekten anmak, onu anlayabilmektir. fiiirlerinde kurdu¤u düflü büyütmek, bugüne ve yar›na ba¤lamakt›r. Onu anlamak, özledi¤i dünyaya do¤ru yola ç›kmakt›r, o dünyay› bugünden infla etmeye bafllamakt›r. Onu anlamak, o dünyan›n insan› gibi olabilmek, davranabilmektir. Yola ç›kmak, insanlaflmakt›r. Enver Gökçe bu yüzden, bizim için yaln›zca bir flair de¤ildir. B‹r devrimcidir. Devrimci bir flairdir. O, bizim ayd›nl›¤›m›zd›r. O’nun kurdu¤u düflü büyütmek, gemileri limandan ç›kartmak demektir. Gemiler, limandan ç›kmal› art›k. Denizde su olmad›¤› için mi ç›kam›yoruz? Gemilerimiz mi eski? Gemileri limandan ç›karacak birikimimiz mi yok? Hangisi?

90


Enver Gökçe gibi de¤erlerimizi anman›n en görkemli yolu, kurulacak yeni bir gelecek için sanat›n dilini kullanarak ilerici-devrimci insani bir kültür birikimini bayrak edinen örgütlülükler kurmakt›r. Bunun için ne Mevlana, ne de teke tek dö¤üflçü mant›¤›yla hareket etmek gerekiyor. Anlatmak laz›m. Her yere de¤il, anlat›lmas› gereken yere anlatmak laz›m. Daha güzel bir dünyaya ihtiyac› olanalara anlatmak gerekiyor. Anlatmak laz›m. Hayat› zindan edilenlere anlatmak gerekiyor. Bu ayn› zamanda benli¤imizi bulma mücadelesidir. Burada, Eduardo Galeano’nun söylediklerini düflünmenin tam zaman›d›r. “Benli¤imizi bulmam›z, eylemde ve mücadelede yatmaktad›r. Kinimizi, engele meydan okuyarak ve karfl› koyarak bileriz... S›n›rlar›m›z› bilmek, güçsüzlü¤ümüzün bilincine varmak de¤ildir. S›n›rlar›m›z›n bilincinde olmak, sonuçta gerçekli¤imizin bilincinde olmakt›r... Yavafl yavafl uyuflturmak yerine sars›p uyand›ran, ölülerimizin cenazesini kald›rmak yerine onlar› ölümsüzlefltiren, külleri savurmaktansa atefli tutuflturmaktan yana olan edebiyat...” gerekli bize. Egemenlerin toplu aptallaflt›rma (kitle iletiflim) araçlar›yla kitleleri uyuflturduklar› günümüzde, devrimci sosyalist bir sanat ve edebiyat hareketi yaratmal› öncelikle. Özgür olmayan bir toplumda özgürlü¤ün düflünü büyütmenin baflka yolu yoktur. Enver Gökçe’lerimizi böyle ölümsüzlefltirebiliriz. Gerisi “Laf›-› güzaf”t›r. !

91


92


RUHi SU Tav›r Eylül 1999

“Akflam öten kufltan kork, sabah solundan uyanmaktan kork, dostluktan, türkülerden kork. Bir düzen, türkülerinden korkmaya bafllad› m›, art›k o düzeni kimse ayakta tutamaz. Nesimi'nin derisi yüzülmüfl, Pir Sultan Abdal as›lm›fl; fakat bütün asmalara kesmelere ra¤men, ne o düzen kalm›fl, ne de o debdebeli sultanlardan kimse kalm›fl.” Ruhi Su türkülere sevdal›, yasakl› bir sanatç›d›r. Ömrü boyunca bask› görür, zulüm içinde yaflar. Türkü dostu olmak mahpuslu¤u da göze almakt›r. Bunu bilir ozan; bilir de söyler. Bir gün tutuklanarak Ankara'ya gönderilir. Susmaz. Bu sefer de mahpusun beton duvarlar›na as›l› so¤uk yüzüne hayk›r›r s›cak türkülerini. Kimi gün hüzün, kimi gün isyan yank›lan›r duvarlarda. Sevkler, sürgünler yaflam›n›n ayr›lmaz parças› olur. Adana'ya sevki ç›kar. Tutuklular›n hepsini zincirlerle birbirine ba¤layarak bir otobüse bindirirler. Ve Anadolu'nun yoksul yüzünü seyreyleyerek Koçhisar üze93


rinden Bor'a do¤ru yol al›rlar. Bileklerindeki zincir öyle s›k›lm›flt›r ki neredeyse damarlar›ndaki kan parmak uçlar›ndan f›rlayacak. Bafl›nda jandarmalar, yüre¤inde özgürlük aflk›, giderler. Reva m›d›r bu? Suç mudur halk›n türkülerini sevmek? Suç mudur Karacao¤lan'›, Köro¤lu'yu.. ozanlar› yaflatmak? Anlayamaz. Dilinde yine türküler bafl› dumanl›d›r herhal... Ni¤de ovas›ndan geçmektedirler. Önlerine Anadolu'nun dehflet verici güzellik içerisindeki bozk›rlar› yay›l›r. Bozk›rlar›n ortas›ndan Hasan Da¤› yükselir. Vakit gecedir. Ay›n sedef rengi ›fl›klar› alt›nda Hasan Da¤› p›r›l p›r›l yanar. Tüm haflmetiyle merhabalar onlar›. Öyle mi merhabalayacakt›n onlar› Hasan Da¤›? Böyle hüzünlü bir merhaba m› olacakt›? S›yr›l›r gider oradan. Uzaklar›, da¤lar›, özgürlü¤ü okflar gözleriyle. Hasan Da¤›'na uzanmak ister de zincirler izin vermez. Birden coflar ozan: Hasan Da¤› Hasan Da¤› E¤il e¤il bir bak s›k›yor zincir bile¤i Jandarmada din iman yok Uyanm›fl toprak kokusu doldurur içlerini, dayanamazlar. Tuvalet için otobüsü durdurtup afla¤›ya inerler. Hepsi birbirlerine zincirle ba¤l› olduklar›ndan biri bir yana k›m›ldasa di¤eri de o yana gider. Halleri kötüdür. Ey insano¤lu, sen bunlar› da m› görecektin? Bofluna “jandarmada din iman yok” demiyor ozan, ölür de zincirlerini çözmez. Il›k yaz gecesinde efil efil esen rüzgarda ekinler sal›n›rken aceleyle otobüse bindirilirler. Ozan›n yüre¤i boflal›r: Gidiyor kalkt› göçümüz Gülmez a¤lamaz içimiz ‹nsan olmakt› suçumuz Hasan Da¤› insan olmak Otobüs yola devam eder. Hasan Da¤› bile dayanamaz gördüklerine. Y›llard›r ba¤r›nda saklad›¤› atefllerini zalimin üstüne salmak ister. Hasan Da¤› susar, Suskun Da¤ olur. Gülek'e var›rlar. Gülek karanl›k bir deredir. Ka94


ranl›¤› bo¤ar adam›. Hiç bitmeyecekmifl gibi uzun gelir Gülek. Dereden ç›k›nca s›ra s›ra da¤lar karfl›lar onlar›. Kenardaki köyde oynaflan çocuklar›n ba¤›r›fllar›, c›v›lt›lar› da¤› sarar. Gözleri onlara kayar. Belki, köflede büzüflmüfl oturan çocukta öksüz günlerini hat›rlar. Kimbilir, belki de flu yaz ikindisinde sedir altlar›nda oturan insanlarda, kör p›narlar› bile suland›ran sesiyle komflular›na türkü söyledi¤i günleri görür. Belki de bozk›r›n inan›lmaz kokusuna kar›flan tezek kokusunun genzini yakt›¤› günler hat›r›nda-d›r. Bilinmez... Önlerine upuzun, bereketli anaç toprak Çukurova serilir. Ah der ah. fiimdi Çukurova'da pamuk tarlalar›nda olacakt›, oradan Toroslar'a uzanacakt› ki... Sonra Toroslar'da yank›lanan ezgileriyle anaç topra¤› kucaklayacakt›. Tutamaz kendini, ezgilerini yüre¤inden diline sürer: Koçhisar üstünden Bor'a Gülek bir karanl›k dere S›ra da¤lar s›ra s›ra Çukurova ana toprak Hasan Da¤›, Ankara'dan Adana'ya uzanan bu yolculuk öyküsü de iflte böyle do¤ar. Bu öyküden sonra biraz gerilere dönüp büyük ustan›n yaflam›n› inceleyelim. Urartular'a, Persler'e, Medler'e ve onlarca uygarl›¤a befliklik etmifltir Van. Anadolu kültürüne hediyeleri çoktur. Ahlat, Adilcevaz, Ercifl, Van Gölü, Tendürek... Nice sevdaya, ac›ya, gülüfle, savafla tan›kl›k etmifltir. Yaflananlar öykü olmufl, bize ulaflm›flt›r. En çok da halk öyküleri anlat›l›r olmufltur. Emrah ile Selvihan, Zalo¤lu Rüstem, fiah ‹smail, Erciflli Emrah ozanlar›ndand›r. Anadolu'nun en büyük ozanlar›ndan Ruhi Su da bu kültür befli¤inde do¤ar. Van'da Mehmet'le bafllay›p, Ruhi Su ile Adana, Ankara, Konya ve ‹stanbul'a uzanan yaflam öyküsünü dile getirelim. Birinci paylafl›m savafl› s›ras›nda Anadolu topraklar› düflman çizmesi alt›nda esirdi. Her kar›fl toprak iflgal alt›ndayd›. Yüzlerce çocuk, anas›z babas›z kalm›flt›. Yüzlerce ana, baba, evlats›z... Yak›lm›fl, y›k›lm›flt›r her yan. Foto¤raf›n karelerinde sadece zulüm hakimdir: Hangi tafl› kald›rsam Anam, babam, 95


Hangi dala uzansam H›s›m akrabam 1912 y›l›nda Van'da dünyaya gelen bir savafl öksüzüne ait bu özlem dolu dizeler. Mehmet' e... Mehmet, ana-babas›n› yeni yeni tan›maya bafllad›¤› y›llarda keybetmifltir. Savafl›n öksüz b›rakt›¤› bir yetimdir. 1915'lerde sokakta bulunur Mehmet. Adana'ya bir ailenin yan›na gönderilir. Yoksul evin babas›na amca der, öyle bilir. Daha sonra amcas› olmad›¤›n› ö¤renir ama üzülmez. Çünkü onlarca çocuk vard›r anas›z, babas›z. Dizelerdeki gibi savafl onu, herkesi anas›, babas›, herkesi akrabas› görecek kadar olgunlaflt›rm›flt›r.

Mehmet alt› yafl›na geldi¤inde bir savafl daha bafllar. Halk art›k düflman postallar›n›n eziyetine dayanamaz olur. Kurtulufl Savafl› y›llar›d›r. Adana'y› ‹ngilizler ve Frans›zlar kuflatm›fllard›r. Kaçkaç diye bilinen olay yaflan›r. Halk zulümden dolay› Toroslara ç›kar. Amcas›, ailesi ve Mehmet'i alarak Toroslar'›n yolunu tutar. Toroslar'da oradan oraya konup göçen bir hayat yaflan›r. Savafl bitiminde Adana'ya geri gelirler. Mehmet'in yafl› ilerlemifltir. Savafll› y›llar ona çocuklu¤unu yaflatmad›¤› gibi okumas›n› da geciktirir. “Adana'ya döndü¤ümüzde on yafl›mdayd›m. Hüseyin ad›nda bir mahalle arkadafl›m vard›. Annesi beni çok severdi. Birgün, 'Gel o¤lum seni de Hüseyin'in okuluna yazd›ray›m, daha rahat edersin dedi” diye anlat›r o y›llar›. Ve Adana'da zaman›n nüfuz sahibi Suphi Pafla's›na giderler. Durumu anlat›rlar. Suphi Pafla “Köyden geldi kimsesizdir.” yaz›l› bir pusulayla Mehmet'i, Öksüz Yurdu; Dar-ül Etyam'›n müdürüne gönderir. Yurda kabul edilir. Dar-ül Etyaml› y›llar bafllar. O günden sonra hayat›n›n büyük bir bölümü yat›l› okullar ve yurtlarda geçer. Çocuklu¤unu ancak Dar-ül Etyam'da yaflayabilir. Oyun diye bir fley oldu¤unu görür. ‹lk kez burada oyun oynar. Çok güzel bir sesi vard›r Mehmet'in. Bir bafllad› m› türkü söylemeye, en duygusuzu bile duyguland›r›r. Yurttaki hocalar› Mehmet'in sesinin fark›na var›r. Bundan sonra her törende, korolarda ve yürüyüfl taburlar›n›n önünde türkü söylemeye bafllar. Kendisi konuyu flöyle dile getirir: “Önce sesi96


min fark›na vard›lar. Marfllar, türküler söyleyerek taburun önünde yürüyen gruba ald›lar beni. Zaten önceden konu komflu hep beni ça¤›rt›p türkü söyletirlerdi bana.” Müzik ö¤retmeni Mehmet Tahir, yurda bir keman ald›r›r. Mehmet keman› ö¤renip çalmaya bafllar. Bu onun yaflam›ndaki ilk müzik ad›m›d›r. Gitti¤i sinemalarda sahnenin önünde filme müzik yapan orkestralarda bat› müzi¤ini tan›r. 1925 y›l›nda Türkiye'deki tüm öksüz yurtlar›na bir bildiri yollan›r. Gelen bildiri Ankara Müzik Ö¤retmen Okulu'na iliflkindir. “Müzi¤e hevesli istidapl› çocuklar› bize yollay›n.” Arkadafl› fiaban'la birlikte s›nava girer. ‹kisi de s›nav› kazan›r. fiaban son s›n›ftad›r. Dost canl›s› Mehmet, aç›kta kalmas›n diye kay›t hakk›n› ona verir. Bir y›l sonra tekrar girer. Yeniden kazan›r. Bu y›lda Ankara'dan öksüz yurtlar›na dönemin Savunma Bakan› Recep Peker imzal› bir tamim yollan›r: “Okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara gidecek.” Yay›mlanan tamimle birlikte s›nav› iptal olur. Ama bu durum onun müzik okuluna girme iste¤ini azaltmaz. Aksine körükler. ‹fli biraz zorlaflacakt›r ve engebeli bir yol onu beklemektedir. Okulu biten arkadafllar›yla birlikte ‹stanbul Hal›c›o¤lu Askeri Lisesi'ne girerler. Bu liseyle birlikte Mehmet'in soyad› Ruhi olur. “Adana'dan ayr›lmadan önce bizi muayene eden askeri doktorlar, isimlerimizi duydukça gülüyorlard›. Ökkefl, Cumali, Merdan, Durmufl vb. Sonunda dediler ki: 'çocuklar, siz bu isimlerinizin yan›na bir kibar, güzel isimler koyun. Sonra ‹stanbul'da size gülerler' biz de öyle yapt›k. Cumali, Ali Ulvi oldu. Suphi, Suphi Nejat oldu. Bende Mehmet Ruhi oldum. Ruhi'yi ekledim ad›ma. Böylece yola ç›kt›k, kibar isimlerimizle.” ‹stanbul rüyalar alemi gibidir. Hayrete düflerler gördükleri karfl›s›nda. Onlar› ‹stanbul Öksüzler Yurdu ö¤rencileri karfl›lar. ‹lk önce yurdun müzik hocas› Ahmet Muhtar Bey'le tan›fl›r. Her akflam yurdun kantinine gidip onlara keman çalar. “Hadi Ruhi çal!” dedikçe müzi¤in aflk›yla, keman› dile getirir. Diyar diyar gezerler. Mehmet ad› yavafl yavafl unutulmaya bafllan›r. Ruhi diye hitap edilir. Ruhi yine bir akflam okulunun kantininde keman›n› coflturmaktad›r. ‹çeri 97


okulun komutan› girer. Ruhi'nin elinden keman› kapmas›yla k›rmas› bir olur. Ona göre keman çalmak rezalet bir fleydir. Daha sonra keman›n paras›n› vermek ister ama Ruhi almaz. “Çok a¤›r›ma gitmiflti, çok üzülmüfltüm, askeri liseden ayr›lma yollar› ar›yordum. Akl›m fikrim müzik okuluna gitmekti. Bir gün Ahmet Muhtar Bey, 'Ankara'ya gelebilirsen iyi olur, gelebilir misin? ' dedi¤inde hiç düflünmeden evet dedim.” Ne yap›p ne edip Ankara'ya gitmenin yollar›n› bulmal›d›r. Bu olay barda¤› tafl›ran son damla olur. Arkadafllar›yla hemen bir plan haz›rlarlar. Bir arkadafl›n›n fazla olan kimli¤ini al›r. Arkadafllar› toplad›klar› paray› da ona verirler. Ve solu¤u do¤ruca tren istasyonunda al›r. Umut, heyecan, sab›rs›zl›k dolu bir yolculuktan sonra Ankara'ya var›r. Müzik Ö¤retmen Okulu'na gidip do¤ruca Ahmet Muhtar Bey'i bulur. Ahmet Muhtar Bey kaçt›¤›n› ö¤renince afallar. Askeri Liseler Müdürlü¤ü'ne yollar. Ruhi derdini a¤layarak anlat›r. Ama derman olmazlar. Sahte kimlik, bir bavul ve cebindeki parayla gitti¤i Ankara'dan yan›nda iki inzibatla döner. Umudu sa¤lamd›r hala, vazgeçmez. Ankara Müzik Ö¤retmen okulu sarp bir da¤, Ruhi de eteklerinden t›rmanan bir da¤c› misali, hedefine varmak için her yolu dener. Öksüz yurdundan gelenlere yap›lan bir sa¤l›k taramas›na zorla o da girer. Göz muayenesinde bilerek harfleri yanl›fl okur. Doktor, gelece¤i kararmas›n diye düflünür ve sa¤lam raporu verir. Oradan ç›k›p hemen kulak muayenesine girer. Dolu dolu gözlerle durumu doktora anlat›r. Doktor anlay›fll› ç›kar ve “iltiha-› uzeniyesinden dolay› mektebe devam edemez.” diye rapor verir. Do¤ruca Ankara'n›n yolunu tutar. S›nava baflvurur. Eline bir konçerto verirler, buna çal›fl gel, derler. Ad›n› ilk kez duydu¤u Vivaldi Konçertosu'na gece gündüz çal›fl›r. Azmi sayesinde konçerto da kurtulmaz elinden. Sonunda s›nav›n gündüz bölümünü kazan›r. Bu sefer de yer ve yemek sorunuyla karfl›lafl›r. Onu da Teslim Terbiye Dairesi Üyesi Kaz›m Nami Duru çözümler. Bir y›l sonra baflar›s›ndan dolay› yat›l› bölümüne geçer. Okula girdi¤i y›l çok sevdi¤i “Su” soyad›n› al›r. Bundan sonra kendisine Ruhi Su diye hitap edilmeye bafllan›r.

98


Ruhi Su'nun opera yaflam› 1935-36 y›llar›nda bafllar. Ankara'da yeni aç›lan Riyaseti Cumhur Orkestras› opera bölümüne seçilir. Müzik ö¤retmenli¤ini de devam ettirir. Pop Hindemit, Karl Elbert, Pol Lohman gibi dünyaca ünlü kiflilerden e¤itim al›r. Bu yüzden kendini çok flansl› görür. Bu e¤itimin sonraki müzik yaflam›nda ona çok faydas› olacakt›r. 1942 y›l›nda okuldan mezun olur. 1942- 52 y›llar› aras›nda Devlet Operas›'na girer. Madam Butterfl, Sevda ‹ksiri, Maskeli Balo, Figaro'nun Dü¤ünü, Sat›lm›fl Niflanl›, Fidelio gibi operalar da irili ufakl› birçok rol al›r. Ruhi Su'nun bu y›llarda türkülere olan ilgisi artar. Müzikte gelifltikçe türkülerin yüceli¤ini görür ve dört elle sar›l›r 1943-45 y›llar› aras›nda Ankara radyosunda bir türkü program› yapar. Radyo program›nda söyledi¤i türkülerin halk türküleri olmad›¤›n› iddia ederek ifline son verirler. Onun program›na son verilmesine sebep olan, Afl›k ‹zzet'e ait olan flu türküdür: Musa Tevrat'a hak dedi Firavun asl› yok dedi Habil Kabili öldürdü Sonra gelen Kuran nedir. ‹fline son verilmesi Ruhi Su'ya geri ad›m att›rmaz. Çünkü türküleri do¤uran hayat flartlar›d›r. Var olan bu kötü düzen sürdükçe o da söylemeye devam edecektir. Operadan Halk Türkülerine Geçifl: Ruhi Su çocuklu¤undan beri hofluna giden ama bilinçsizce söyledi¤i türküleri ciddi bir biçimde ele al›fl›n› flöyle özetler: “Halk türkülerine merakl›yd›m. Kaçkaçtan, Toroslar'daki ‹ndereci ve Mansurlu civar›ndaki köylerden baz› türküler ö¤renmifltim. Söyler dururdum. Bunlar çocukluk hevesi. Zamanla müzik kültürüm sistemli bir flekilde gelifltikçe, çocuklu¤umdan kafamda kalan türküleri bilinçli bir flekilde tetkik etmeye bafllad›m. O zamanlar anlad›m ki, türkülerimizi bize devredildi¤i gibi aynen kopya etmek kafi de¤il. Bat› müzi¤i tipinde türkünün tamamlay›c› bir müzi¤e ihtiyac› vard›r.” 99


Ruhi Su, bat›l› olmay›; bat›y› taklit etmek, bat› hayranl›¤› içinde yaflamak fleklinde ele almam›flt›r. Bat›l›laflmak ad›na halk›n özlemlerini, sevinçlerini, ac›lar›n›, umutlar›n› ifade eden içeri¤inin ve özünün bozulmas›na da karfl› ç›kar. Müzi¤in bat›l› olmas›n›, kendi tad›n› yitirmeden, yabanc›laflmadan, zenginlefltirilmesi biçiminde de¤erlendirir. Müzi¤imizin zenginleflmesi için ilerici bilim ve teknolojinin nimetlerinden yararlanmas›ndan yanad›r. Böylece müzi¤in geliflece¤ini, güçlenece¤ini ifade eder. Ona göre müzi¤e gücünü kazand›ran etkenlerden biri de armoni, yani çok sesliliktir. Senede bir gün görmedi¤im dostlar merhaba merhaba. Deste deste dermedi¤im güller merhaba merhaba... Efle dosta duyulan özlemle dolu olan bir türküdür. Ozan›n bu türküdeki özlemi ilk önce kalbinde duymas› gerekir. E¤er duyuyorsa geriye kalan halka duyurmakt›r. Sorun da en güzel biçimiyle sunabilmektedir. Ruhi Su bunu duyurabilecek en iyi biçimin çok seslilik oldu¤unu söyler. Ruhi Su, bu türkünün bat› tekni¤i ile armonize edilmifl yani çok sesli hali ve ba¤lamayla söylenmifl hali göz önüne al›nd›¤›nda çok sesli olan›n tercih edilece¤ini savunur. Çünkü, bat› tekni¤iyle çok sesli hale getirilmifl bir türkü duygulara daha iyi seslenecektir. Daha doyurucu ve zenginleflmifl olacakt›r. Ayr›ca çok seslili¤in, müzi¤e kiflili¤ini ve beraberinde kiflili¤in kurallar›n› da kazand›raca¤›n› belirtir. Kiflilik müzi¤in öz haliyle birleflince, çok seslili¤in vazgeçilmez bir tarza sahip olaca¤›n› söyler. Edebiyat alan›nda bize ait bir halk öyküsünün bu tarz›ndan yararlan›larak biçimlendirilmifl halinde nas›l ki öyküyü okurken bize yabanc› gelen bir unsur olmuyorsa, armonize edilmifl, yani çok sesli hale getirilmifl bir türküyü dinlerken de kula¤›n›z› t›rmalayan bir yan olmayacakt›r. Tüm bunlarla beraber, Ruhi Su çok sesli müzikte kendi yaflant›m›za ve kendi dilimize ait olan fleylere zarar gelmedi¤ini gördükçe, çok seslili¤in tad›na varaca¤›m›z› ve vazgeçemeyece¤imizi belirtir. Ruhi Su, ayn› zamanda türkülerin yerel a¤›z ve flive ile söylenmesinden yana de¤ildir. Ona göre yerel a¤›z veya flive, müzi¤in ulusal dilinin oluflmas›n› engeller. Bir türkünün öz itibariyle korunmas› için fliveyi taklit etmek veya illa da o bölgenin yerel a¤z›n› kullanmak gerekmedi¤i 100


düflüncesindedir. Karadenizli olmayan birinin Karadeniz türküsünü, yöreye has fliveyle söylemesinin iyi olmayaca¤›n›, türkünün karikatürize olaca¤›n› ve özelli¤ini yitirece¤ini savunur. Bu yüzden flehir diliyle türkü söyleyen birinin flive ve a¤›z kullanmas›n› do¤ru bulmaz; kendisinin de böyle bir çal›flmas› olmam›flt›r. fiive ve a¤›z konusunda, bir türkünün içinde geçen baz› kelimelerin yöreye has flive ve a¤›zla söylenmesine karfl› de¤ildir. Aksine bunun türküye ayr› bir tad kataca¤›n› söyler. Ayr›ca yukar›da da belirtti¤imiz gibi, flive ve a¤›z›n›, müzikte ulusal bir dilin yakalanmas›n› engelleyece¤i gibi, müzi¤imizin evrenselleflmesini de geciktirece¤ini ifade eder. Ruhi Su'nun bu düflünceleri sonucunda “Ruhi Su, türküleri halk gibi söylemiyor” fleklinde bir yaklafl›mla karfl›laflm›flt›r. Ruhi Su, bu konu hakk›nda, halk›n belirli bir kifliden oluflmad›¤›n›, bunun için de belirli bir söyleyifl tarz›n›n olamayaca¤›n› belirtir. Karacao¤lan, Afl›k Veysel, Yunus Emre, Mahsuni ve Anadolu'ya nam salm›fl birçok ozan›n halktan biri oldu¤unu hat›rlat›r ve onlar› ozan yapan özelli¤in, kendilerine has söyleyifl tarz›ndan kaynakland›¤›n› söyler. Halk türkülerinin ortak bir sanat oldu¤unu kabul eder; fakat, bunun beraberinde ortak bir söyleyifl tarz›na sahip olmay› gerektirmedi¤ini düflünür. Çünkü herkesin ayn› müzik e¤itimini ve kültürünü almad›¤›n› belirtir. Var olan müzi¤i çok daha ileriye tafl›yacak bilgiye sahipken bunu yapmayanlar›n müzi¤e haks›zl›k ettikleri düflüncesindedir. Gelenekçilik ad›na yap›lan bu yaklafl›m› kör bir taklitçili¤in ötesinde de¤erlendirmez. Bunu piyasa türkülerinin yapt›¤›n› söyler. Ruhi Su'ya göre müzik e¤itimi alm›fl, müzik kültürüne sahip olan bir sanatç›n›n söyleyiflinde ister istemez farkl›l›klar olacakt›r. Ruhi Su'yu türkülerin söylenmesinde farkl› k›lan bir yan› da sesini çok iyi kullanmas›d›r. Ona göre iyi bir sanatç› kulland›¤› enstrümanlar›n tüm imkanlar›na sahip olmal›d›r. Bir sanatç› için en büyük enstrüman olarak “ses” i kabul eder. Onun için iyi bir sesin yan›s›ra, ses tekni¤ine sahip olmak ve Türkçeyi en duru haliyle kullanabilmek de olmazsa olmaz bir flartt›r. Gereksiz süslemelerden yersiz inifl ç›k›fllardan, abart›dan kaç›n›r. Çünkü bunu acemi türkücülerin yapaca¤› bir yöntem olarak kabul eder. Kendi sözleriyle “Türkü söylemek benim için bir aflk halidir. En güzel aflklar›m› türkü söylerken yaflad›m. Ne onlar beni aldatt›, ne de ben onlar›. 101


Türkü söyledikçe yefleriyor, çiçekleniyorum. Ben türkü söylerken saz›m ne benimle yar›fl›r ne de türkülerle bize yaln›zca efllik eder; bizi tamamlar. Halk›m›z›n büyük ustalar›nda da saz, böyle sayg›l› bir uyum içindedir. Bu aç›dan bak›nca, türküleri bir besteci gibi ele ald›¤›m daha iyi anlafl›l›r. Yani as›l amac›m, güzel saz çalmak de¤il. Benden daha güzel saz çalanlar var. Virtüözler var. Benim as›l iflim sesimle türkü söylemek.” Ruhi Su, bat›l› olmaktan, çok seslili¤e, dilin kullan›m›ndan sesle ilgili olan düflüncelerine kadar her att›¤› ad›mda halk kültürünü korumay›, bu kültüre ilerici ve devrimci öz kazand›rmay› düflünmüfltür. Bunun için çabalam›flt›r. Müzi¤i gelifltirmenin temelinde halk sevgisinin yatt›¤›n› ve onun derdine tercüman olabilece¤ini savunur çal›flmalar›nda. Düzen kültürüne ait hastal›kl› unsurlara karfl› savafl›r. Kültürel yozlaflmay› yaratmaya çal›flan düzene karfl›, halk kültürü ile tav›r al›r. Düzenin çizdi¤i s›n›rlara karfl› kendi do¤ru bildi¤inden vazgeçmez. Halk kültürünü yaflatmaya çal›flmas›, gün görmemifl türküleri halka tan›tmas› sonucunda devlet onu tutuklayarak “ödüllendirir.” 1952 y›l›nda 141. maddeden, TKP üyesi oldu¤u gerekçesiyle befl y›l hapis, yirmi ay gözetim cezas›na çarpt›r›l›r. Egemenler kültürel miras› yok etmeye çal›flarak insanlar›n kendi kültürüne yabanc›laflmas›n› ve de¤erlerini yok saymas›n› istemektedirler. ‹nsan› insan yapan de¤erleri unutturmak tek istekleridir. Yoz kültürün temellerini güçlendirmek için u¤rafl›rlar. Ruhi Su bunlara karfl› ç›kar. Halk›n› sevdi¤inden, halk› ve onun kültürü için çal›fl›r. Tarihin tozlu raflar›nda yok edilmek istenen türküleri binbir zorlukla derleyip toplar. Etliye sütlüye kar›flmayan türküler yerine, inad›na halk türkülerini söyler. Halk türküleri isyand›r. Her söylendi¤inde bir defa daha vurur egemeni. Bu da egemenlerin korkulu rüyas›n› büyütür. Ruhi Su da bu rüyay› büyütenlerdendir. Küçük burjuva sanatç›lar taraf›ndan, insan› yaflad›¤› ça¤a, topluma yabanc›laflt›ran ve halktan kopuk kifliler haline getiren bireycili¤in ve örgütsüzlü¤ün yay›ld›¤› dönemdir. Ruhi Su bu dönemde örgütlülü¤ü savunur. Toplumsal geliflmeyi sa¤layacak örgütlülüklerin gerekti¤ini ve bu örgütlü102


lükler içinde yer almak istedi¤ini söyler. Onu tutuklatt›ran, iflte bu sahip oldu¤u düflünce ve çal›flmalar›d›r. Oysa Ruhi Su, düzen içinde çal›flsa, etliye sütlüye kar›flmayan türküler söylese en gözde sanatç› olabilecekti. En iyi konservatuvarlar›n dekan›, hocas› olabilecek düzeydeydi. Ama o halk›n sesi olmay› tercih etti. Befl y›l boyunca sürgünler sevkler içinde yaflad›. Tutuklulu¤unun en mutlu yan› S›d›ka han›mla hayat›n› birlefltirmesiydi. Tahliyesinden sonra efli Ankara'ya tayin edildi. Kendisi de yirmi ay gözetim cezas› için Konya'n›n Çumra ilçesine gönderildi. Gözetim süresi bitince efliyle ‹stanbul'a geldi. Tarihe mal olmufl bu ozan ‹stanbu’da iflsiz günler geçirdi. fiafl›lacak bir olay de¤ildir tabiki ülkemizde bu durum. Bir süre sonra Taksim Belediye Gazinosu'nda çal›flmaya bafllad›. Ard›ndan da bir bankan›n düzenledi¤i halk oyunlar› flenliklerinin müziklerini derledi. Bitmeyen Yol filminde “K›sa çöp uzun çöpten hakk›n› alacak elbette” türküsünü söyledi diye iflten at›ld›. Ruhi Su, halk klasiklerinden oluflan bir albüm serisi haz›rlamak için çal›fl›r. Bu çal›flmas›nda halk ozanlar›na ve halk türkülerinin çeflitli türlerine yer verir. Dadalo¤lu çal›flmas›n› haz›rlarken ellerinde kireçlenme oluflur. Çal›flmalar› yavafllar ama vazgeçmez. Y›l 1974'e gelir dayan›r. Ezgi dolu bir ›rmakt›r Anadolu. Pir Sultan olur, Yunus Emre olur, Karacao¤lan, Köro¤lu olur. fiiir ve türkü olur, köpük köpük dalgalarla akar ezgili yüre¤in ba¤lamas›na. O usta parmaklar t›n›l› tellerde süzülür. O vurdukça Yunus Emre bir daha sevdalan›r. “Aflk›n ile avunurum Bana Seni gerek seni deyi... Karacao¤lan saz›na s›¤maz, kendinden geçer ve Elif'e var›r türkülerinde: “Yüce da¤dan bir yel eser/ Eser elif Elif deyi...” Pir Sultan K›z› canlan›r, kanl› yafl ak›t›r Banaz'da 103


“Koç babam› ast›lar kanl› S›vas’ta Dar a¤ac› a¤lar Pir Sultan deyi” Köro¤lu kalkar kabrinden, k›r at›na kavuflur meydan okur namerde: “Mert dayan›r namert kaçar Meydan gümbür gümbürdenir...” Naz›m›n destan›ndan fieyh Bedreddin ezgilenir: “Bir bak›rc› dükkan›n›n karfl›s›nda Bedrettinim a¤aca as›l›” Bunu gören Serez yanar yanar a¤lar, Serez kül olur, Serez kör. Çal›flmalar›n› kaset haline getirir. ‹smi Yunus Emre... ‹smi Karacao¤lan, ismi Pir sultan Abdal... ‹smi Köro¤lu... ‹smi fliirler ve türküler olur. Kendi gidemez, ama kasetleri kilometreleri arfl›nlay›p dünyaya ulafl›r. Dünya tan›r da bizim sanat düflmanlar› tan›maz. Anadolu, Nuh'un gemisi gibi zengindir, 73 millet... 73 Kültür... k›nal› parmaklar›n iflledi¤i bin bir renkte binbir motifli bir kilimdir. Ruhi su dünyas›, eserleri ise kilimin motifleridir. Sivas'ta, Tokat'ta tahtac›lar›n aras›ndad›r. 12 hizmet denilen, ödevler denilen semah› izler. Tevhid söylenir; Benim Kabem insand›r Hele nenni nenni dost nenni... Canlan›r hu diye selam çekip semah döner. Ö¤ütler verir: Dostlar›m, kardefllerim,canlar›m, Kald›r›n bafllar›n›z› suçlular gibi yüzünüz yerde 104


özünüz darda durup dururuz Kald›r›n bafllar›n›z› yukar›... Semah›n sonunda gelecek için iyilik mutluluk dileklerinde bulunulur. Gülbenk (Dua) çekilir: Allah Allah Allah Üçlerin Befllerin Gerçek erenlerin ve flehitlerin yüzü suyu hürmetine akflamlar hayrola fierler de def ola Yi¤itler saf ola Yard›mc›m›z halk ola varl›¤›m›za birli¤imize, dir olmam›za merhaba merhaba... Motif tamamlan›r, son dü¤üm at›l›r, ad› semahlard›r. Dolafl›r rengarenk ipler, parmaklara yeni motif ifllemeye bafllar. Ruhi Su bu kez efeler diyar›ndad›r. Da¤larda eflk›yalar›n yan›nda. Bir bakm›fls›n Yörük Ali Efe olur, bir bakm›fls›n Demirci Mehmet Efe... Türküleri ezgilendirip dilden dile söyler. Bir motif daha biter, ad› zeybekler olur. Anadolu öyle bir sevdad›r ki bitmez tükenmez. Ana kuca¤› gibidir. Sard›kça sarmalar. ‹pler dolan›r yeni bir motif için parma¤a. Bafllar cenge... Hey hat... Seferberlik ilan olanda düfler yola, Çanakkaleye var›r. Çanakkale içindedir Aynal› Çarfl›'da vurur vuruflur. Çanakkale'den, Sar›kam›fl'a giderken ay›n alt›nda Akflehir üstünden Afyon'a giden savafl kad›nlar›na rastlar. Bir olup oradan da kovarlar düflman› ve savafl kad›nlar›yla yine ay›n ›fl›¤› alt›nda sürerler ka¤n›lar›n› cepheden cepheye. Oltu'dan gelip Sar›kam›fla var›rlar. Sar›kam›fl'ta gonca gülün tazeleri k›r›l›r da of demezler. Duyar ki Karay›lan'la Antep'liler namus için vuruflurlarm›fl. Durulur mu? Durulmaz tabi ki, var›r Karay›lan'›n yan›na tutuflurlar harbe. Kilis yollar›ndan kelle getirene kadar durmazlar. Sonunda Antep'in namusu da kurtu105


lur. Sabah sabah› kovalar, sigara sigaray›. Dumandan gözlerini zor açar. Büyük Taaruz sürmektedir hala da¤larda yanan atefli görür. Y›ld›zlar öyle p›r›lt›l›, öyle feraht›r ki süvarinin türküsünü söyler da¤lara. Dört nala gelip uzak Asya'dan/ Akdeniz'e bir k›srak bafl› gibi uzanan bu da¤lar› ard›na alm›fl ona do¤ru gelir. Duman durulup toz dinende görür ki Kiziro¤lu bafllar savafla. Hay eden de haya tepeler, huy edende huya tepeler. Düflman› suya seperler; birde bakarlar ki usta, ortaya Seferberlik Türküleri ve Kuvai Milliye Destan› ç›km›fl. Bir motifi daha dü¤ümler. Kilimin di¤er motiflerini, Çocuklar-Göçler-Bal›klar, Sabah›n Sahibi Var, El Kap›lar› ve di¤erleri tamamlar. 80'li y›llara gelindi¤inde bir hastal›k sarar bedenini ve pasaport serüveni bafllar, 12 Eylül'ün faflist generalleri pasaport vermeyerek hastal›¤›n› artt›r›rlar. Yurtd›fl›ndan davetiyeler gelir ama devlet onun ölümüne çoktan davetiye ç›karm›flt›r. Halk› sevmek halk için yaflam› beraberinde ölümü de getirir. Ölümsüzlü¤ü de... Eylül'le güz gelir. Eylül hüzünlenir. Koca bir ç›nar yorgun düfler bereketli topra¤a. Savurur sar› gevrek yapraklan›n serin güz rüzgarlar› gö¤e. Kara mavi gecede feryat... Y›ld›zlar söndürür par›lt›s›n›. Gök yar›l›r yer sars›l›r. Türküler inim inim inler. Banaz'dan Pir Sultan gelir. Ege diyar›ndan Kamal› Zeybek cepkenlerini savurarak gelip diz k›rar. Toroslar'›n yücesinden Karacao¤lan... Koca Yunus... Dadalo¤lu... Ak›n ak›n gelirler. Bafllarlar söylemeye, saz sazlan›r, dil dillenir. Cem tutulur. Ruhi Su a¤›tlan›r gecede. S›d›ka Han›m yafll› bedenine ra¤men can›ndan çok sevdi¤i hayat arkadafl›na yarafl›r bir mezar yapt›rmak için koflturur durur. Camdan, üzerinde Ruhi Su yazan bir an›t mezar yapt›r›r. Duru, temiz bir mezar. Dirisine tahammül edemeyen ölüsüne tahammül eder mi hiç? Mezar kurflunlan›r. Türkü dostu S›d›ka Han›m durmaz, Eflinin “En güzel ölünecek yer” dedi¤i, Bin P›narl› ‹da Da¤›'ndan, ifllenmemifl saf ‹da mermeri getirtir. Yeni yapt›rd›¤› cam mezar› ida mermeri ile bezetir. Ozan Bin P›narl› ‹da Da¤›'nda ölmemifltir; ama efli sayesinde onunla mezarda buluflur. 106


S›d›ka Han›m mezar›n yan› s›ra Dostlar Korosu'nu yeniden kurar ve Ruhi Su Kültür Vakf›'n› da oluflturarak eflini yaflatmaya çal›fl›r. !

107


108


NAZIM H‹KMET’‹N S‹YAS‹ B‹YOGRAF‹S‹ Hikmet Akgül Haziran 1999

1921 y›l›n›n ilk günü ‹stanbul'dan Karadeniz'e do¤ru aç›lan “Yeni Dünya” vapurun-daki dört genç flairin amac›, Anadolu'daki milli mücadeleye kat›lmakt›. Bu dört flairin en genci ise 19 yafl›ndaki Naz›m Hikmet idi. Oysa o, daha k›sa bir süre önce Bahriye Mektebi'ni bitirmifl ve güverte subay› olmufltu. Vatan› iflgal edilmifl bir subay!... Çok geçmemifl, ard›ndan ‹stanbul da iflgal edilmifl ve emperyalist ordular›n askerleri sokaklar› arfl›nlamaya bafllam›flt›. Bu, Naz›m Hikmet gibi milliyetçi ve vatansever bir subay için ne afla¤›lay›c› bir durumdu. Çok sürmez bu durum. Sa¤l›k gerekçesiyle ordudan ihrac› sa¤lan›r Naz›m Hikmet'in. Ve sonra Anadolu’ya geçebilme aray›fllar›... Anadolu, ‹stanbul gibi de¤ildir; orada çeteler, efeler, köylüler, bütün bir halk aya¤a kalkm›flt›r. 1921 y›l›n›n bafllar›nda ‹nebolu'ya ayak basan bu dört genç flairden Faruk Nafiz Çaml›bel ve Yusuf Ziya Ortaç, “seciyesiz” bulunarak geri gönderilirken, Naz›m Hikmet ve Vala Nureddin kabul edilirler. 109


O tarihlerde Ankara hükümeti, Anadolu'daki devrimci kesimleri tasfiye etmekle meflguldür. Vatan›n savunulmas› için savaflmaya gelmifl bu iki gencin bundan haberi yoktur.Karfl›lar›na ç›kanlar, o s›rada tasfiye edilmeye çal›fl›lan sosyalistler olur. ‹nebolu'da karfl›laflt›klar› bu kiflilere “Spartakistler” denmekteydi. Almanya'da ö¤renim görürken Spartakistler'den etkilenerek sosyalist olmufl bir Türk ö¤renci çevresiydi bunlar. Oysa, Naz›m Hikmet ve arkadafl› Vala Nureddin'in ‹stanbul'dan yola ç›kmadan “kulaklar› bükülmüfltür” bu tür ak›mlara karfl›. V. Nureddin, yaflad›klar› sars›nt›y› flöyle anlat›r an›lar›nda: “‹nançlar›m›zda büyük bir deprem oluyordu, manevi bir sars›nt› geçiriyorduk. ‹ki kutup aras›nda bocalamaktayd›k. Spartakistlerin afl›lad›¤› sosyalist fikirle ve o güne kadar kiflili¤imizi yo¤urmufl bulunan milliyetçi fikirler aras›nda.”(1) Naz›m Hikmet ve arkadafllar›n›n Ankara'ya ulaflmas› fiubat ay›n› bulur. Mustafa Kemal ile de tan›flt›r›lan Naz›m Hikmet, Ankara'daki kargaflal›k, çekiflmeler ve çat›flmalardan dolay› düflk›r›kl›¤›na u¤rar. ‹stanbul'daki Anadolu imaj› sars›lm›flt›r bir bak›ma. Ankara hükümeti, savaflmaya gelen bu iki genci Bolu'ya ö¤retmen olarak atar. ‹nebolu-Ankara, Ankara-Bolu yolculuklar› Naz›m Hikmet'i Anadolu gerçe¤i ile tan›flt›r›r. Bir yanda sosyalist fikirler, bir yanda yoksul, aç Anadolu insan›. Bu yüzden Bolu'daki ö¤retmenlik yaflant›lar› çok sürmez. Yeni aray›fllar› bafllam›flt›r art›k. Annesi onu Paris'e yan›na ça¤›r›rken Vala, Almanya'ya ö¤renim görmeye gitmeyi önermektedir. Naz›m ise, yönünü kuzeye, Rusya'ya döner. Bolu'da tan›flt›klar› A¤›r Ceza reisi de sosyalist ç›km›fl ve bu seçimlerinde onlara kat›lm›flt›r. Üç arkadafl, A¤ustos sonlar›nda Bolu'dan ayr›l›p, Eylül bafllar›nda Trabzon'a var›rlar. Kentte korku kol gezmektedir. Mustafa Suphi ve yoldafllar› katledileli yedi ay olmufl ve hala etkisini sürdürmektedir kentte. Bu bile Naz›m'› yolundan çevirmez. Mustafa Kemal'in mücadelesine kat›lmak için Anadolu'ya geçmifl olan Naz›m Hikmet’i, Ankara hükümeti ancak sekiz ay tutabilmifltir. Tan›flt›¤› sosyalist fikirler ve Anadolu insan›n›n hali, onu baflka bir dünyaya do¤ru 110


yola ç›karm›flt›r. Naz›m 1961 y›l›nda, bir üniversitede yapt›¤› konuflmada Sovyetlere gelifl amac›n› flöyle anlat›r: “Yoldafl Lenin'i görmek, ona devrimin nas›l yap›ld›¤›n› sormak ve ülkeme dönerek bizde de ayn›s›n› yapmak istiyordum”(2) Naz›m ve Vala, sosyalist dünyaya ad›mlar›n› Batum'da atarlar. Kafkaslar o s›ralarda daha yeni yeni Bolflevik iktidarlar›n kontrolüne girmekteydi. TKP'Ii, ‹ttihatç›, Kemalist, her kesimden insan›n faaliyet yürüttü¤ü bu bölgede, Naz›m ve Vala bir çok çevreye girip ç›karlar. Ve TKP'nin geride kalan kadrolar› ile çal›flmaya bafllarlar. Bunlar›n ç›kard›¤› “K›z›l Sendika” gazetesinde faaliyet yürütürler. Naz›m Hikmet; Ahmet Cevat ve fievket Süreyya Aydemir'i burada tan›r. Milliyetçi ideallerle geldikleri Kafkaslarda Bolflevik olup TKP'ye giren bu iki insandan Ahmet Cevat, sonraki y›llarda Mustafa Kemal'in yan›na giderek milletvekili seçilecek, fievket Süreyya ise Kemalizm ideolojisini kurmaya çabalayacakt›r. O y›llar›n atmosferini Vala flöyle anlat›r: “Komünizm f›rt›nas›, önüne katt›¤› her fleyi, herkesi yerinden oynatt›¤› gibi fievket'in bütün ideallerini de alt üst etmiflti. Ahmet Cevat gibi o da Komünist Partisine resmen girmiflti.”(3) 1922 ortalar›nda Naz›m, Ahmet Cevat'›n hocal›k yapaca¤› KUTV'da ö¤renim görmek için, Vala ve fievket Süreyya ile birlikte Moskova'ya gider. KUTV, Naz›m'›n Marksist formasyonunu ald›¤› okul olur. Sanatsal anlay›fl›, siyasal kiflili¤i bu süreçte geliflir. Kendisi, o y›llar›n› flöyle anlat›r: “KUTV'da ald›¤›m ve beni adam edenMarksizm derslerini, o zamanki Sovyet tiyatrosunun projektörleri alt›nda oku-dum.”(4) Gerçekten Naz›m Hikmet'in bu dönem ürünleri, Marksist tezlerin ve olaylar›n illüstre edilmesine yöneliktir. Bu s›rada VKP(b)'ye (SBKP) üye de olan Naz›m Hikmet, bir taraftan da TKP'nin legal organ› konumundaki “Ayd›nl›k”ta yazmaya bafllar. Naz›m, Moskova'ya geldi¤i ilk zamanlarda, hatipli¤i dolay›s›yla Troçki hayran› idi. Vala'n›n yazd›¤›na göre k›sa bir süre sonra Stalin'in taraftar› oldu. Ama 111


onun as›l özelli¤i, Lenin'e olan hayranl›¤› ve ba¤l›l›¤› idi. Lenin'in ölümünden çok etkilenir. Vala ile Le-nin'in ölümünü ö¤rendiklerinde okulun duvar›na yaslan›p a¤lad›klar›n› ve Vala'n›n kendisine söylediklerini y›llar sonra cezaevinde A. Kadir'e flöyle anlat›r: “Naz›m'c›¤›m, dedi, erkekçe söz, memleketime dönünce ömrümün sonuna kadar beraberim seninle, sözümden dönersem namussuzum.”(5) Vala sözünden dönse de, Naz›m Lenin'e olan ba¤l›l›¤›n› hep sürdürdü. 1924 ortalar›nda toplanan Komintern'in 5. kongresinde TKP'ye önemli elefltiriler yöneltilir. Bunlar, burjuvazi ile iflçi s›n›f›n›n iflbirli¤ini istemek ve ulusal burjuvazi iktidar› ald›ktan sonra da ona karfl› eski politikay› sürdürmek olarak ifade edilir.(6) Gerçekten TKP, Mustafa Suphilerin katledilmesinden sonra devrimci çizgisini kaybeder. Mustafa Kemal'in reformlar›n› destekleyen bir çizgiye gelir. Bunun nedeni TKP içindeki reformistlerin egemenli¤i idi. Kendini toparlamak isteyen TKP, 1925 bafllar›nda ‹stanbul'da illegal olarak 3. kongresini toplar. Naz›m Hikmet'in de Moskova'dan gelerek kat›ld›¤› kongrede Komintern'in yöneltti¤i elefltiriler tart›fl›l›r. fievket Süreyya ve Vedat Nedim (Tör), ulusal burjuvaziyi destekleme ve Komintern'den ba¤›ms›z hareket etme çizgisini savunurken, fiefik Hüsnü, Kemalizm konusunda onlara kat›l›rken, Komintern'e ba¤l› bir politikay› savunur. Naz›m Hikmet'in tavr› bilinmemesine karfl›n, sonraki dönemde izledi¤i çizgiye bakarak, onun, Mustafa Suphi yolunda devrimci çizgiyi savundu¤u tahmin edilebilir. Kongrenin ard›ndan Naz›m, partinin illegal matbaas›n› kurmak ve örgütleme çal›flmalar› için ‹zmir'e gider. ‹zmir'de oldu¤u tarihlerde do¤uda fieyh Sait ayaklanmas› bafllar. TKP bu olayda hükümeti destekler. Buna ra¤men 4 Mart'ta ç›kar›lan Takrir-i Sükun kanunu ile TKP'ye yönelik bir tevkifat da bafllar. Tutuklamalar›n bafllamas› üzerine ‹zmir'de bar›nma olana¤› kalmayan Naz›m, ‹stanbul'a döner. Tevkifat›n genifllemesi üzerine ‹stanbul'da da çember daral›r ve Naz›m daha bir y›l›n› doldurmadan Sovyetler'e döner. 112


1925 tevkifat› sonucu aç›lan davada, g›yab›nda yarg›lanan Naz›m Hikmet, 15 y›l hapis cezas› al›r. Bu tevkifattan ve verilen cezalardan ürken Vala partiden ayr›lacak ve gazetecili¤e bafllayacakt›r. Naz›m Hikmet'in 15 y›l hapis cezas›ndan sonraki ruh halini, gazeteci olarak geldi¤i Sovyetler'de onunla görüflen Vala'dan ö¤renebiliriz. Naz›m'dan, aktif siyasetten çekilmesini ve bunun sonucu kendisine aç›lacak kap›lar› anlatan Vala, Naz›m'›n tepkisini flöyle anlat›r: “Kendisinde derhal bafllamas› gereken bir misyon görüyordu. Mahkum oldu¤u Türkiye'ye dönememekten üzülüyordu. Bense ona çap›na göre mücadele diyordum.”(7) Naz›m'›n derhal bafllamay› düflündü¤ü misyon neydi? Elbette, bir üyesi oldu¤u partinin devrimci bir çizgiye çekilebilmesi idi. 1925 Tevkifat›n›n yaralar›n› sarmak için 1926'da Viyana'da bir konferans toplan›r. Konferansta parti içindeki ayr›flmalar netleflir. fievket Süreyya-Vedat Nedim ekibi partiyi Kemalizmin soluna çekmeye çal›fl›yor ve Komintern'den ba¤›ms›z hareketi istiyordu. Naz›m'›n bu konferansta Leninci ilkeleri savundu¤u belirtilmektedir.(8) Viyana konferans›ndan bir y›l sonra parti içindeki tart›flma, Katib-i Umumi Vedat Nedim'in parti evrak› ile polise teslim olmas›yla sonuçlan›r. 1927 tevkifat› olarak bilinen bu dava dan, Vedat Nedim'in ihbar› ile Naz›m g›yab›nda üç ay ceza al›r. 1927 tevkifat›n›n etkili sonuçlar› olur. Genç burjuvazi, partiyi tepeden teslim ald›¤› için verilen cezalar hafif tutulur. Teslim olanlar Kemalizm’in ideologlu¤una soyunurlar. Tevkifat, parti içinde Naz›m Hikmet'i öne ç›kar›r. 1927 tevkifat›n›n ard›ndan Naz›m Hikmet yurda dönmeye karar verir. 1928 Temmuz sonunda, s›n›r› illegal olarak geçerken ‹smail Bilen ile Ho pa'da yakalan›r ve tutuklan›r. S›n›r› pasaportsuz geçmek yüzünden Hopa'da, TCK'nun 146. maddesi nedeniyle de Rize'de idamla yarg›lan›r. (9) 146'dan beraat eden Naz›m ‹stanbul'a getirilir. 1925 y›l›nda g›yab›nda verilen 15 y›l hapis cezas›na itiraz eder ve yeniden yarg›lanmay› ister. Anka113


ra'da yeniden görülen davadan 15 y›l hapis cezas›ndan kurtulur, 1927 tevkifat›ndan ald›¤› ceza onan›r. Bu süreyi de yatm›fl oldu¤u için tahliye olur. Naz›m, 31 Temmuz ile 23 Aral›k tarihleri aras›nda Hopa, Rize, ‹stanbul ve Ankara hapishanelerinde alt› ay hapis yatm›flt›r. Tahliye olan Naz›m Hikmet 1928'in son günlerinde ‹stanbul'a gelir. Bu süreçte babas›, o¤lu komünist diye iflten ç›kar›lm›flt›r. Eski arkadafllar›n›n ço¤u art›k ''yoldafl” de¤ildir. Bu koflullar alt›nda Naz›m, Zekeriya Sertel'in ç›kard›¤› “Resimli Ay” dergisinde musahhih (düzeltmen) olarak ifle bafllar. Çok az üyesi ile faaliyet yürüten TKP, 1929 y›l›nda u¤rad›¤› tevkifat ile bütün kadrolar›n› kaybeder. Naz›m Hikmet'in 1929 bafllar›nda bafllatt›¤› siyasal-sanatsal atak, devrimci hareketin yeniden canlanmas›n› sa¤lar. Pavli adas›nda bir toplant› düzenlenir. Bu toplana, her ne kadar kongre olarak de¤erlendirilmifl ve TKP'ye muhalefet olarak görülmüflse de, bugünden bak›ld›¤›nda daha çok TKP'yi canland›rmak ve devrimcilefl-tirmek için yap›lan bir mücadele izlenimi b›rakmaktad›r. Resimli Ay'a musahhih olarak al›nan Naz›m Hikmet'in, bir süre sonra fliirleri gözükür dergi sayfalar›nda. Ard›ndan burjuva sanat anlay›fl›na cepheden bir sald›r› bafllat›l›r. ‹deolojik olarak da desteklenen bu sald›r›, burjuva çevreleri flaflk›na çevirir. Giderek Resimli Ay dergisi Naz›m Hikmet'in bir siyasal organ› konumunu kazan›r. Zekeriya Sertel bu süreci flöyle anlat›r: “Naz›m Resimli Ay'a tayfas›yla beraber gelmiflti. Eski yeni ne kadar solcu arkadafl› varsa, peyk gibi etraf›nda dolafl›r, hemen her gün matbaaya u¤rarlard›.” (10) Naz›m Hikmet'in siyasal ve edebi çevrelerde yapt›¤› bu etki, ABD elçisinin ülkesine gönderdi¤i rapora bile konu olur.(11) 1929 y›l›nda Naz›m Hikmet'in “835 Sat›r” ve “Jakond ile Si-Ya-U” adl› kitaplar› yay›mlan›r. Yine bir ilke imza atar: fiiirlerini pla¤a okur. Plak, kitleler üstünde etkili olunca hükümet taraf›ndan yasaklan›r. Naz›m pla¤›n etkisi için “yirmi beyanname yay›nlasam bu kadar iflçiye okutamazd›m”(12)der. 114


Naz›m Hikmet'in etkili çal›flmalar›n›n karfl›s›na, 1930 y›l›nda partinin Moskova'dan gönderdi¤i Hasan A. Ediz ç›kar. Naz›m Hikmet'in faaliyeti, partinin kontrolünü elinde tutan reformist kanad› harekete geçirmifltir. Tam yetki ile hareket eden H. A. Ediz, Naz›m Hikmet'in hareketine karfl› “polis”, “troçkist” vs. suçlamalarla harekete geçer. Bu H. A. Ediz, Naz›m Hikmet 'in uzun hapis cezas›na çarpt›r›laca¤› 1938 y›l›nda Milli Emniyet'e gidecek ve siyasi faaliyeti b›rakt›¤›n› aç›klayacakt›r.'(13) H. A. Ediz, ç›kartt›¤› illegal yay›nlarda Naz›m Hikmet ve arkadafllar›n›n partiden ihraç edildiklerini aç›klar. Bu kararlar için Naz›m Hikmet'in tavr› devrimcidir: “Parti kimsenin babas›n›n çiftli¤i de¤ildir... Partiye kendim girdim. Beni kap›dan kovarlarsa bacadan girerim.”(14) Naz›m 1931 y›l›nda, yay›mlanan kitaplar›yla ilgili yarg›lanmaya bafllar. Komünizm propagandas› ithamlar›na karfl› siyasi savunma yapar. “‹ddianame'de 5-6 esas vard›r. Bunlar›n bafl›nda, benim komünist flairi oldu¤umu ilan etmekli¤im cürüm telakki edilmektedir. Evet, ben komünistim, bu muhakkakt›r, komünist flairim ve daha esasl› komünist olmaya çal›fl›yorum”(15) Naz›m bu davada beraat eder. 1932 y›l›nda Darülbedayi'de oyunlar› yasaklan›r. Buna gerekçe, oyun ç›k›fllar› halk›n nümayifl yapmas›d›r. 1933 y›l›nda Naz›m Hikmet aleyhine üç dava aç›l›r. 18 Mart'ta tutuklanan Naz›m, Bursa'daki davada gizli TKP'nin lideri oldu¤u için idamla yarg›lan›r. Bu davadan befl y›l hapis cezas› al›r ve tahliye olaca¤› 1934 y›l›na kadar hapis yatar. Naz›m Hikmet, hapisten ç›kt›ktan sonra etkili faaliyetini çeflitli dergi ve gazetelerde sürdürür. Avrupa'da yükselen faflizm ve onun ülkemizdeki etkileri üzerine, as›l faaliyetini buraya ay›r›r. Komintern 1936 y›l›nda TKP ile ilgili desantralizasyon karar› al›r. Bu kararla TKP, bir tür kendini feshediyor ve CHP ve di¤er kurulufllar içinde antifaflist mücadeleyi oluflturmaya sevkediliyordu. Naz›m Hilkmet'in anti-faflist mücadelesi yap›tlar›na da yans›r. “Taranta Babu'ya Mektuplar”, ›rkç›l›¤› elefltiren roman› “Kan Konuflmaz”, “Sovyet 115


Anayasas›”, “Alman Faflizmi ve Irkç›l›¤›” bu türde yap›tlar›d›r. “Simavna Kad›s› O¤lu fieyh Bedreddin” de bu dönemde ç›kar. Naz›m, bu kitab›yla tarihe s›n›fsal aç›dan yaklafl›r ve devrimci hareketin ulusal köklerine uzan›r. Naz›m, bu kitab› için kendisine yöneltilen “milliyetçi” suçlamalar›na karfl›, Lenin'in “Büyük Ruslar›n Ulusal Gururu Üstüne” broflürünü , “Milli Gurur” ismiyle kendi imzas›yla yay›mlar. 1936 y›l›nda Naz›m Hikmet, Dr. Hikmet K›v›lc›ml› ile beraber tutuklan›r. Suçlama yine ayn›d›r. “Polisin düzenledi¤i ve mahkemeye gönderdi¤i tutana¤a göre, Naz›m Hikmet'in baflkanl›¤›nda, komünistli¤e tahrik amac›na yönelik bir gizli cemiyet kuruldu¤u iddia ediliyordu.” (17) Naz›m Hikmet bu polis komplosu nedeniyle üç ay hapiste kalacak , sonra beraat edecektir. 1937 y›l›nda Naz›m Hikmet Ankara'ya ça¤r›l›r. fiimdi Kemalist saflara geçmifl eski yoldafl› fievket Süreyya onu fiükrü Kaya ile görüfltürür. fi.Kaya Naz›m'a Ankara'da kalmasm› ve kendi saflar›nda faaliyet yürütmesini önerir. Naz›m bu teklifi reddeder.(18) Bu, Kemalistlerin ilk teklifi de¤ildir. Birçok kez onu saflar›na katmak için cazip tekliflerde bulunmufllard›. Bunlardan biri de Necip Ali arac›l›¤›yla yap›lm›flt›. Hapishanede Naz›m'la yapt›¤› görüflmeyi Niyazi Berkes'e flöyle anlatacakt›r Necip Ali: “Azizim, ...konufltum, konufltum, diller döktüm. Her türlü vaatlerde bulundum. Onu ne pahas›na olursa olsun kazanmal›yd›k (...) Onu kazanabilseydik hem büyük bir flair kazan›rd›k, hem de komünistli¤ini yok ederdik. (...) Azizim, bana m›s›n demedi. Kaya gibi adam. Hiçbir menfaat karfl›s›nda e¤ilmeyecek bir adam. Niyazi, bizde öyle adam yok.”(19) ‹stanbul'a dönen Naz›m Hikmet çal›flmalar›n› sürdürür. 1936 desantralizasyon karar›ndan sonra etkili devrimci hareketlilik yaratan tek o kalm›flt›. Teklifi geri çevrilen rejim ise onu tasfiye etmeye karar vermiflti. Özellikle fliirlerinin Harbiye'ye kadar s›zmas›, orada taraftarlar›n›n oluflmas› bu süreci h›zland›rd›. Bu harbiyelilerden biri olan A. Kadir, an›lar›nda Naz›m'›n o y›llarda üzerindeki etkisini aç›kça belirtir.

116


Harbiye ö¤rencilerine yönelik tevkifat bafllay›nca, Naz›m, bunun ucunun kendisine gelece¤ini farkeder. Çünkü Harbiyeli ö¤rencilerin onunla görüflme giriflimleri olmufltu ve o bu giriflimleri kuflkuyla karfl›lam›flt›. Harbiyeli ö¤rencilerin tutuklanmas›ndan bir süre sonra Naz›m Hikmet 18 Ocak 1938'de tutuklan›r. Ö¤rencilerden iflkence ile Naz›m aleyhine ifadeler al›n›r. Bu ifadelere dayan›larak haz›rlanan iddianameyle dava 15 Mart'ta bafllar. Komünist oldu¤unu savunan Naz›m Hikmet, ö¤rencilerle iliflkisi olmad›¤›n› belirtir. K›sa süre sonra verilen kararla Naz›m Hikmet, orduyu isyana teflvik etmek suçlamas›yla 15 y›l hapis cezas› al›r. Naz›m Hikmet'in Ankara'da 15 y›l hapis cezas›na mahkum oldu¤u günlerde bir dava da ‹stanbul'da bafllar. Naz›m'› Ankara'da Kemalist saflara ikna etmeyi baflaramam›fl olan Adalet Bakan› fiükrü Kaya'n›n emri ile Naz›m Hikmet ‹stanbul'daki dava için oraya götürülür. ‹stanbul'da bir denizalt›ya konan Naz›m, olup bitenlerden flaflk›nd›r. Ankara'daki davan›n iddias› ‹stanbul'da da tekrarlan›r. Bu kez de Naz›m'›n kitaplar›n› okuyan bahriyelilervard›r. Onlardan al›nan ifadelerle aç›lan bu dava “Donanma Davas›” olarak tarihe geçecektir. Davada Naz›m ile beraber Dr. Hikmet K›v›lc›ml› ve Kemal Tahir de yarg›lanmaktad›r. Ankara'daki davada sergilenen komedi, ‹stanbul'daki davada trajediye dönüflür. Erkin Denizalt›s›'nda Naz›m Hikmet'ikurfluna dizme senaryolar› düzenlenir. Donanma davas›nda aç›klanan karar ile Naz›m Hikmet 20 y›l, Dr. Hikmet ile K. Tahir 15 y›l hapis cezas› al›rlar. 1938 yarg›lamalar› için hukukçular, adli bir hata yap›ld›¤›n› ve bu davalar›n uydurma olduklar›n› söylemektedirler. Bu, elbette do¤rudur. Ancak bu yarg›lamalar siyasal aç›dan anlafl›l›rd›r. Bu yarg›lamalar, Naz›m Hikmet'in 1929-1938 aras› siyasi faaliyetinin bir bedelidir; haks›zd›r, hukuken sakatt›r ama siyasal olarak bir tasfiye etmedir. Nitekim, kendisiyle Ankara'da görüflmüfl ve onu kazanamam›fl fi. Kaya bu yarg›lamalar›n sonucu ile ilgili flöyle diyecektir: “Asi flair damgas›n› vurup, Naz›m'› serbest b›rakamazd›k. Kalabal›klar üzerinde müessir oluyordu.”(20)

117


Naz›m Hikmet'e haks›z yere verilen cezalar üzerine, ailesi çeflitli giriflimlerde bulunur. Day›s› Ali Fuat Cebesoy, Naz›m'› cezaevinde ziyaret eder. Bu giriflimlerin sonucu, Naz›m Hikmet imzas› ile Mustafa Kemal'e yaz›lan bir mektup olur. Naz›m'›n çizgisine uymayan ve içinde af dile¤i bulunan bu mektup Mustafa Kemal'e ulaflmayacakt›r. Ancak bu giriflimler yine de bir sonuç verir. Naz›m Hikmet ve Dr. Hikmet 1939 ortalar›nda alt› ay flartl› olarak tahliye edilirler. Hiç kuflkusuz bu, yeniden hapse girmemek için iyi bir imkand›. Tahliye olan Naz›m Hikmet parti yetkililerine baflvurur. Ancak parti ne onlar› saklamay›, ne de yurtd›fl›na ç›karmay› kabul eder.(21) Dr. Hikmet'in bireysel kaçma teflebbüsü yakalanma ile sonuçlan›r ve Naz›m Hikmet ile Dr. Hikmet yeniden cezaevine girerler. Hitler ordular›n›n faflist sald›r›lar›na bafllad›¤› zamanda Naz›m cezaevindedir. ‹stanbul'dan Çank›r›'ya, oradan da 1940 sonlar›nda Bursa Cezaevi'ne gelir. Naz›m gibi bir kavga adam› dört duvar aras›nda ne yapacakt›r? Bir mektubunda iç dünyas›n› flöyle aksettirir: “Yaflamak benim için sadece bir vazife oldu. Ve iflte bundan dolay› da korkunç, kahrolas› bir kuvvete ulaflt›m; tafl›n, demirin, kuru tahtan›n kuvveti.”(22) Cezaevindeki zaman›n›, dövüflenlerin saf›nda çal›flmalar›na ay›racakt›r. “...Yazd›klar›mla ölçüflemeyecek kadar mükemmel fleyler yazmak, dövüflür gibi yazmak vazifemdir. Dövüflte yap›lan vazife ise gurur filan gibi fleylerden uzak, sadece vazifedir.”(23) Naz›m Hikmet'in bir vazifesi de, cezaevindeki gençleri yetifltirme, onlar› devrimci harekete kazanma kavgas›d›r. Orhan Kemal, A. Kadir, Balaban, K. Tahir gibi bir çok sanatç›n›n yetiflmesine katk›da bulunur. Bu arada yazd›¤› fliirler çeflitli yollarla d›flar› ç›kar›l›r, takma isimlerle dergilerde yay›nlan›r. Faflizmin bütün dünyada yenilmesinden sonra Türkiye'de de çeflitli geliflmeler yaflan›r. Demokrat Partinin kurulmas›ndan yararlanan sosyalistler, Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi'ni kurarlar Ancak burjuvazi bu iki partinin h›zla büyümesinden ürker ve onla118


r› kapat›r. Sosyalist partilerin kapat›lmas›na karfl›n faaliyetler sürdürülür. Bunun bir cephesi de 1948 y›l›ndan bafllayarak Naz›m Hikmet'i hapisten kurtarma kampanyas› olur. Ülke içinde ve d›fl›nda genifl destek bulan bu kampanyaya ilerici, yurtsever, demokrat ve devrimci ayd›nlar destek verirler. Çeflitli bask›larla karfl›laflmas›na karfl›n, kampanya toplumda genifl bir yank› bulur. Devletin bu kampanyaya ilgisiz kalmas› üzerine Naz›m Hikmet açl›k grevine bafllar. “Ben açl›k grevine, bir yeisin, herhangi bir yeisin neticesi de¤il, bir hak araman›n son imkan› olarak yataca¤›m”'(24) Açl›k grevi etkili olur ve 1950 seçimlerinin ard›ndan parlamento genel af ç›kar›r. Naz›m Hikmet 15 Temmuz 1950' de tahliye olsa da, özgürlü¤üne kavuflamam›flt›r. 12 y›l hapislikten sonra d›flardaki hayata adapte olmaya çal›flan Naz›m'›n üzerinde genifl bir polis terörü estirilir. Amaç, bir yolunu bularak Naz›m Hikmet'i yeniden hapse koymakt›r. Bu amaçlar›na, Naz›m'› askere alarak ulaflmak isterler. Oysa Naz›m, Bahriye Mektebi'ni bitirmifl, güverte subay› olmufl ve sa¤l›k gerekçesiyle ordudan ihraç edilmifltir. Sivas'›n Zara ilçesine er olarak sevki ç›kan Naz›m Hikmet, askerli¤ini yapt›¤›n› kan›tlayabilmek için bir hafta süre al›r. Böyle bir belge alamayaca¤›n› bilen Naz›m'›n amac›, ülke d›fl›na ç›kmakt›r. Gerekli irtibatlar› kuran Naz›m Hikmet, polisi de atlatarak 19 Haziran 1951'de bir h›z motoru ile ‹stanbul'dan ayr›l›r. Önce Romanya'ya, oradan da Moskova'ya ulafl›r. Havaalan›nda TASS Ajans›na verdi¤i demeç günlerce radyodan yay›mlan›r: “Bana yap›lan bu karfl›lamay› flahs›ma alm›yorum. Ben de sizlerden biriyim. Bu karfl›lamay› Türk halk›na yap›lm›fl say›yorum.” Ve ard›ndan Stalin'i över: “Stalin benim için çok mühimdir. Gözümün ›fl›¤›d›r. Fikirlerimin kayna¤›d›r. Beni o yaratt›. (...) O yaln›z bütün dünyan›n en büyük adam› de¤il, flahsen bana ayd›nl›k veren en büyük kaynakt›r.”(25) Naz›m Hikmet'e Sovyetler Birli¤i'nde çok önem verilmifl, bir çok imkan sa¤lanm›flt›r. Oyunlar› çeflitli tiyatrolarda defalarca oynanm›fl, bir çok uluslararas› toplant›da devrimci sanatç› kimli¤i ile sosyalizmi temsil etmifltir. Naz›m Hikmet'in Sovyetler Birli¤i'nde bulunan TKP Harici Büro'daki siya119


si faaliyeti çok s›n›rl› kalm›flt›r. Bunda TKP'nin bafl›nda bulunan reformist kli¤in etkisi oldu¤u kadar, onun 1930'lardaki muhalif faaliyetinin de pay› olmufltur. Yine de Sovyetler Birli¤i'nde geçen dönemi, ‹smail Bilen ile çat›flmalar ve çekiflmelerle geçmifltir. Özellikle eski yoldafllar›n›n ‹. Bilen taraf›ndan tasfiye edilmifl olmas›na karfl› savafl açm›fl ve bu alandaki tahribat› gidermeye çal›flm›flt›r. Naz›m Hikmet yutd›fl›na ç›kt›ktan hemen sonra 1951 Tevkifat› olarak bilinen genifl tutuklama operasyonu gerçekleflir. TKP ile ilgisi olmayanlar›n da cezaevlerine dolduruldu¤u bu tutuklamalar, devletin Naz›m Hikmet'in özgürlük kampanyas›na karfl› bir misilleme oldu¤u düflünülebilir. Naz›m Hikmet'i ömrünün son y›llar›nda etkileyen en önemli olay, Küba Devrimi oldu. Küba'ya gittikten sonra yazd›¤› “Havana Röportaj›” ve fliirinde doruk noktas› olan “Saman Sar›s›”, bu etkiyle yaz›ld›. Zekeriya Sertel, Naz›m'›n bu görüfllerini flöyle anlat›r: “Naz›m Hikmet Castro'ya bay›l›rd›. Küba önderi tam Naz›m'›n hayal etti¤i devrim kahraman›yd›. Onun gibi olmak isterdi. Ve olamad›¤›na üzülürdü. Castro'nun hayat›n› ve savafl›m›n› dikkatle izliyor, günden güne ona olan hayranl›¤› art›yordu.”(26) 3 Haziran 1963'te öldü. Öldüktne sonra Türkiye'de devrimci hareket önemli at›l›mlar yapt›. Devrimci hareketin öncüleri, sol hareketin uzun atalet dönemini, ülkenin da¤lar›na ç›karak k›rd›lar. Ölümünden bir süre önce dile getirdi¤i duygular›n, bir gün gelip gerçekleflece¤ini elbette biliyordu: “Ülkemden ayr›lmakla hata ettim. Da¤lara ç›kmak ve çetecilik yapmak gerekirdi. Halk›n›n gelece¤i için mücadele eden insan›n halk›yla canl› bir ba¤ içinde olmas› gerekir. Bugün gerçekçi olan tek yol budur. Öldürülürdük. Fakat ne ç›kar bundan? Birkaç yüz fliir daha az yaz›lm›fl, ne önemi var bunun?..”(27)

120


NOTLAR 1- Vala Nureddin, Bu Dünyadan Naz›m Geçti, Remzi Kilabevi, 1965, ‹st., sf. 69 2-Ekber Babayev, Yaflam› ve Yap›tlar› ile Naz›m Hikmet, Cem Yay., 1976, ‹st., sf. 69 3-V. Nureddin, age, sf. 238 4-E. Babayev, age, sf. 307 5-A. Kadir, 1938 Harp Okulu Olay› ve Naz›m Hikmet, Hilal Mat., 3. bas›m, 1977, ‹st., sf. 142 6-Mete Tuncay, Türkiye'de Sol Ak›mlar-H. Belgeler, BDS Yay., 1991, ‹st., sf. 559 7-V. Nureddin, age, sf, 383 8-‹smail Bilen, Çetin Savafl, Konuk Yay., 1978, ‹st., sf. 27 9-Atilla Coflkun, Naz›m'›n Davalar›, Cem Yay., 1989, ‹st., sf. 44 10-Zekeriya Sertel, Hat›rlad›klar›m, Gözlem Yay., 3. bas›m, 1977, ‹st., sf. 160 11-M. Tuncay, Türkiye'de Sol Ak›mlar (1925-1936), BDS Yay., 1992, ‹st., sf. 78 12-Sabiha Sertel, Roman Gibi, Belge Yay., 2. bas›m, 1987, ‹st., sf. 121 13-Emin Karaca, Naz›m Hikmefin fiiirinde Gizli Tarih, Belge Yay., 1992, ‹st., sf. 137-138 14-Rady Fish, Naz›m'›n Çilesi, Ararat Yay., 3.ba-s›m, 1975, ‹st., sf. 317 15-A. Coflkun, age, sf. 64 16-E. Babayev, age, sf. 184-185 17-A. Coflkun, age, sf. 108 18-Yalç›n Küçük, Ayd›n Üzerine Tezler, Tekin Yay., 1986. ‹st., 4. cilt, sf. 27 19-Niyazi Berkes, Unutulan Y›llar, ‹letiflim Yay., 1997, ‹st.-sf. 82-83 20-V. Nureddin, age, sf. 395 21-Orhan Cemil, Bir Komünist: Naz›m Hikmet, Devrim Dergisi, say›. 20, 1993, ‹st., sf. 41-42 22-Naz›m Hikmet, Bursa Cezaevinden Va-Nu'la-ra Mektuplar, Cem Yay., 1986, ‹st., sf. 271 23-Naz›m Hikmet, Kemal Tahir'e Mapushane-den Mektuplar, Bilgi Yay., 2. bas›m, 1975, ‹st., sf. 121 24-Kemal Sülker, Naz›m Hikmet'in Gerçek Yaflam›, Yalç›n Yay., 1989, ‹st., 6. cilt, sf. 154 25-Fethi Teveto¤lu, Türkiye'de Sosyalisi ve Komünist Faaliyetler, 1967, Ank., sf. 469 26-Zekeriya Sertel, Naz›m Hikmet'in Son Y›llar›, Milliyet Yay., 1978, ‹st., sf. 236 27-Vera Tulyakova Hikmet, Naz›m'la Söylefli, Cem Yay., 1989, ‹st., sf. 133

121


122


ORHAN KEMAL Tav›r Nisan 1999

-Gözün ayd›n üstad›n geliyormufl. -Benim üstad›m filan yok. -Naz›m Hikmet buraya geliyormufl. Büyük flair senin üstad›n say›lmaz m›? (...) ‹flte her fley böyle bafllar. 5 Aral›k 1940... Bugün, büyük flair Naz›m Hikmet, Çank›r› Hapishanesi'nden Bursa Hapishanesi'ne sevk olur. Onu bir süredir hapishanede kalmakta olan, gelece¤in büyük hikayeci ve romanc›lar›ndan Orhan Kemal kap›da karfl›lar. Orhan Kemal bu s›ralarda 26 yafl›ndad›r. Henüz ilk fliirlerini kaleme almaktad›r. Hikaye ve romanlar konu123


sunda ise bugüne kadar pek bir fley karalamam›flt›r... Bolca fliir yazar, hapishanede de herkes onu yazd›¤› fliirleriyle tan›r ve fliire olan ilgisiyle bilir. Bugün Naz›m'›n Çank›r› Hapishanesi'nden Bursa Hapishanesi'ne sevkini de yukar›daki sözlerle haber verirler Orhan Kemal'e. Tabi, bu Orhan Kemal için büyük heyacan verici bir olayd›r. Naz›m'› kap›da karfl›lar, elinden çantas›n› al›r, onu kalaca¤› ko¤ufla kadar kendisi götürür. O günden, ayr›laca¤› güne kadar da onunla birlikte kalmak, ondan bir fleyler ö¤renebilmek için elinden gelen tüm çabay› sarfeder. “Sanat›m›n amac›... fiöyle özetlemekte bir sak›nca var m› acaba? Halk›m›z›n, genel olarak da insan soyunun müspet bilimler do¤rultusundaki en ba¤›ms›z koflullar içinde, en mutlu olmas›n› isteme çabas›d›r.” Orhan Kemal için özellikle bu y›llar çok önemli olur. Kendini gelifltirmek, ciddi anlamda önünü açmak do¤rultusunda büyük bir f›rsatt›r. O da bunun fark›ndad›r. Bu nedenle hapishane günlerinin ço¤unu Naz›m Hikmet'le birlikte geçirir. Ona yazd›¤› fliirleri okur, görüfllerini, elefltirilerini ister... K›sacas› Naz›m Hikmet'le hapishanede kurdu¤u dostluk, onun yazarl›k y›llar›n›n bafllang›c›d›r asl›nda. Önceleri çalakalem yazd›¤› fliirler, yaz›lar vard›r. Yazd›¤› fliirler kimi dergilerde yay›mlanmas›na karfl›n umut vaad etmekten öteye gitmez. Hapislik günlerinde o çok sevdi¤i Naz›m Hikmet'in emekleriyle yaz› yetene¤ini gelifltirir. Hayat›n›n tamam› yoksulluklar içerisinde geçmifl, Anadolu'nun çok yetenekli bir hikayecisi ve romanc›s› Orhan Kemal... Bu yaz›da sizlere gerek yaflam›yla, gerekse eserleriyle yaflad›¤› topluma, halk›na katk›lar› olan bir edebiyat ustas›n›, genel hatlar›yla da olsa anlatmaya çal›flaca¤›z. Kimdir Orhan Kemal, nas›l yaflam›flt›r, hayat› boyunca nelerle karfl›laflm›flt›r, çekti¤i ac›lar›yla, halk›na olan ba¤l›l›¤›yla, yer yer kendi a¤z›ndan, yer yer kimi kaynaklardan edinilen bilgilerle anlataca¤›z. Bu süre içerisinde de baz› öykülerine göz ataca¤›z, romanlar›ndan kimilerine kulak kabartaca¤›z. Bir yandan hayat öyküsünü anlat›rken, di¤er yandan da yaflad›¤› sürecin hikayecileri, romanc›lar›yla günümüz romanc›lar›na k›sa bir bak›fl ataca¤›z. fiimdi isterseniz daha geçmifle, do¤du¤u y›llara do¤ru gidelim. Ve Naz›m'la karfl›laflt›klar› güne, 5 Aral›k gününe kadar genel hatlar›yla Orhan 124


Kemal'i tan›yal›m. Hangi koflullar› yaflam›fl, nelerle karfl›laflm›fl bir bakal›m. Tabi, bu arada kimi öykü ve romanlar›na da göz atal›m. Orhan Kemal, 15 Eylül 1914 y›l›nda Adana'n›n Ceyhan ‹lçesi'nde dünyaya gelir. As›l ad› Mehmet Raflit Ö¤ütçü'dür. Babas›, Abdülkadir Kemal Bey'in içinde bulundu¤u ortamdan kaynakl› çocukluk y›llar›, hatta gençlik y›llar› ilden ile, ülkeden ülkeye dolaflmakla geçer. Abdülkadir Kemal avukatt›r. Ancak bunun yan›nda milletvekilli¤i, bakanl›k, savc›l›k, sava yard›mc›l›¤›, kaymakaml›k, a¤›r ceza reisli¤i, parti baflkanl›¤›, iflçilik, çiftçilik ve son olarak avukatl›k yapar, içerisinde bulundu¤u siyasal faaliyetlerden kaynakl› olarak zaman zaman ülke d›fl›na ç›kmak zorunda kal›r. Daha çok güney ülkelerinde bulunur. ‹flte bu nedenle Orhan Kemal, çok uzun süreler olmasa da k›sa aral›klarla Beyrut ve Kudüs'te yaflar. Özellikle bu y›llar›n, hayat›n›n çocukluk ve gençlik dönemleri baflta olmak üzere romanlar›ndan baz›lar›n›n konusu yapar ki, ilerleyen bölümlerde s›ras›yla bunlara de¤inece¤iz. Orhan Kemal'in do¤du¤u y›llarda, babas› Çanakkale'de cephededir. Ancak sürmekte olan Kurtulufl Savafl› nedeniyle bir cepheden di¤er cepheye gider. Önce Çanakkale'den Adana'ya dönmüfl ve hemen ard›ndan Konya'ya gitmifltir. Sonra ise ailesini de Konya'ya yan›na ald›rm›flt›r.Ancak o günlerde Konya'da ç›kan bir ayaklanma nedeniyle tüm aile Adana'ya geri dönmüfltür. Gelin bakal›m Orhan Kemal, daha sonra yay›mlad›¤› “Babaevi” adl› roman›nda bugünleri nas›l dile getirir: “Çocuk o s›rada befl-alt› yafl›ndad›r. Aile kalabal›kt›r. Baba serttir. O¤lunun okuyup yazmas›n› ö¤renmesini istemektedir. Bunun için ona bask› yapmaktad›r. Tam bu s›ra bulunduklar› flehri düflman iflgal etmifltir. Ve bu nedenle aile Konya'ya göçer. Baba Kurtulufl Savafl›'na kat›lmak için Ankara'ya gider. Savafltan sonra aile Adana'ya yerleflir. Adana'da on y›l geçer. Baba CHP yönetimine muhalefet eder. Bu yüzden Beyrut'a kaçmak zorunda kal›r. Ailesini de oraya ald›r›r. Bir lokanta açar, iki o¤lu da yan›nda çal›flmaktad›r. Fakat ifller iyi gitmez, lokanta kapan›r. Ailenin geçimi iyice zorlafl›r. Bir ara baba a¤›r bir hastal›k geçirir.O¤ lanlardan biri bir bas›m evinde ifl bulur, ama çocu¤un içi rahat de¤ildir. Yurdunu özlemifltir, iflten ayr›l›nca babas›n› ikna eder ve memleketine geri döner. Art›k bask›dan kurtulmufl ve özgürlü¤üne kavuflmufltur. Ve burada yeni arkadafll›klar 125


edinmifltir. Futbol oynamakta, hayat›n tad›n› ç›kartmaktad›r.” “Baba Evi”, Orhan Kemal'in ilk roman çal›flmas›d›r. Otobiyografik bir yap›s› olan bu romanda, çocukluk y›llar›ndan bafllayarak ilk gençlik y›llar›n› aktar›r. Bu roman, 1949 y›l›nda yay›nlanm›fl, oldukça baflar›l› bir çal›flmad›r. O y›llardaki yokluk, yoksulluk, bir flehirden bir flehire süreklenifller, babas›n›n ard›ndan dolaflmalar› temel konu olarak ele al›n›r. Sözü edilen bu y›llar, 1918 ile 1932 y›llar› aras›n› kapsar. 1918 y›l›nda ailesiyle birlikte Konya 'ya göçerler. Orada bir süre kald›ktan sonra 1923 y›l›nda tekrar Adana'ya dönerler. Bu s›rada babas›, Birinci Meclis'te Kastamonu milletvekilli¤i yapmaktad›r. Bu görevi tamamlad›ktan sonra kendisine tekrar milletvekilli¤i teklif edilse de bunu kabul etmez. Daha sonra Fethi Okyar, CHP'lilerin iste¤i üzerine Orhan Kemal'in babas›n›n da içerisinde yer ald›¤› Serbest Cumhuriyet F›rkas›'n› kapat›r (1930). Ancak, Abdülkadir Kemal, bu olaydan sonra muhalefetini sürdürür. Yaflad›¤› bask›lar onu Suriye'ye kadar götürür. ‹flte Orhan Kemal ve ailesinin ülke d›fl›na ç›k›fllar› bu tarihe denk düfler... Tabi, Orhan Kemal “Baba Evi”nde de belirtti¤i üzere kendisi orada kalamayacak, Adana'ya dönecektir. Orhan Kemal, ailesinden ayr›larak yurda dönmesinin ard›ndan bafl›bofl bir hayat sürdürmeye bafllar. Dünyay› umursamaz bir haldedir. Hayat›n›n önemli bir bölümünü futbola verir. Avare bir yaflant› seçmifltir. Nitekim bu y›llar›n› “Baba Evi”nden bir y›l sonra yay›mlad›¤› “Avare Y›llar”›ndan da ö¤renmek mümkündür (1950). Haylaz arkadafllar›yla birlikte okuldan kaçmakta, kahvelerde, mahalle maçlar›nda sürtmektedir. Biraz para biriktirip, övgüsünü duydu¤u ‹stanbul'a gitmek için bir süre bir dokuma fabrikas›nda çal›fl›r. Ancak bu oldukça zor gelir ve aylakl›¤a geri döner. Daha sonra, gene babaannesinden ald›¤› parayla yan›na bir arkadafl›n› da alarak ‹stanbul'a kaçar. Çok k›sa süre ‹stanbul'da kald›ktan sonra iki kaçak Adana'ya geri döner. fiimdi de Beyrut'tan sonra gittikleri Kudüs'ten gelmifl olan ailede yoksulluk iyice artm›flt›r. Delikanl›, okulu tamamen b›rakm›flt›r. Eski çal›flt›¤› dokuma fabrikas›nda bu kez katip olarak çal›flmaya bafllam›flt›r (...) Zamanla iflçi k›zlardan birine tutulur ve onunla evlenir... Orhan Kemal'in, özellikle ilk öykü ve romanlar›n›n tamam› kendi hayat hikayesi üzerine kuruludur. Çocukluk günleri, gençlik y›llar›... Haylazl›klar›n126


dan, çektikleri zorluklara kadar bu romanlar›nda gözler önüne serilir. Görüldü¤ü üzere “Avare Y›llar”da da böyle ifade edilmifltir. Haylazca gezdi¤i y›llardan, Kudüs'e gidifli ve ard›ndan fabrikada çal›flt›¤› y›llara... Son olarak da evlili¤ine kadar getirir bu romanlarda... Daha sonra yay›mlanacak olan “Cemile” ve “Dünya Evi” adl› romanlar›nda ise s›ras›yla evlilik öncesi y›llar› ve evlilik y›llar› dile getirilir... “Cemil”, 1952 y›lm-da yay›nlanan “Murtaza”n›n hemen ardmdan yine ayn› y›l yay›nlan›r. “Dünya Evi” ise s›ras›yla “Bereketli Topraklar Üzerinde”(1954) ve “Suçlu”(1957), “Serseri Miyoner” (1957) “Devlet Kuflu”(1958), “Vukuat Var”(1958) ile ayn› y›l yay›mlan›r. ‹flte, Orhan Kemal'in hayat öyküsünün bir bölümü ve romanlar›... Bu romanlar› incelerken özellikle dikkat edilmesi gereken nokta, yap›lan vurgular ve bununla birlikte yan ve temel vurgular›n özelli¤idir. Orhan Kemal'in sanata bak›fl aç›s›n› a盤a ç›kartan özellikler de burada yatar. Öykü ve romanlar›nda temel konu kendi hayat öyküsü veya anlat›lan benzeri kiflilikler -ki bu kifliliklerin özelliklerine de de¤inece¤iz- olmakla birlikte bunun yan unsurlar›nda yap›lan vurgular, daha çok anlat›lan kiflili¤in içinde bulundu¤u ortam, yaflam koflullar›, iliflkiler, o günün ekonomik yap›s› olmaktad›r. Yani öz olarak Orhan Kemal'in tekrar tekrar vurgulad›¤› gibi, yaflad›klar›n›n tamam›n› romanlar›na aktarmaktad›r. Ac›lar›n›, sevinçlerini, hüzünlerini, tüm zorluklar›n› bir bütün olarak öykü ve romanlar›na aktar›r. Orhan Kemal, kendini gerçekçi bir yazar olarak nitelendirir. Ancak burada önemle üzerinde durulmas› gereken bir noktada var ki; hayat›n› roman ve öykülere aktar›rken sadece ortama tan›kl›k etmekle yetinmedi¤i, ayn› zamanda ortam› yorumlad›¤›, yol gösterdi¤idir. “Bir bak›ma çok kaypak bir kavram, d›fl›m›zda; yani bilincimizin d›fl›nda bilincimize ba¤l› olarak var olan gerçe¤in t›pat›p foto¤raf›n› çekip okurlara göstermek de bir çeflit gerçekçilik say›l›r, ama buna 'Natüralizm' diyorlar. fiuna benzer: Olamkat olan›, oldu¤u gibi yans›tmak, bir baflka deyimle doktorun hastas›ndaki hastal›¤› görmekle yetinmesi gibi bir fley. Benim anlad›¤›m gerçeklik yaln›zca bu kertede kalmamal›. Onun için sanatç› gerçe¤in ölçülerini kendinde toplay›p 'olmufl mu?' ile birlikte 'olabilir mi?'nin karfl›l›¤›n› verebilmeli. Bununla da kalmamal›, 'Nas›l olmal›?' ya da karfl›l›k bulabilmelidir. Sanatç› do¤an›n kopyac›s› de¤il, kendinden bir fleyler ka127


tan birleflimci oland›r. Bilmem anlatabildim mi?...” Orhan Kemal gerçeklik konusundaki görüfllerini de böyle ifade eder. Orhan Kemal'e yüzeysel bir bak›fl, onun avare, gününü gün eden bir insan oldu¤u izlenimini yarat›r. Oysa sürekli çal›flm›flt›r Orhan Kemal. Bundan dolay› çal›flma hayat›n›n tüm zorluklar›n› çok yak›ndan tan›r. Ekonomik s›k›nt›lan çok fazla ve yak›c› bir biçimde hissetmifltir. Ekonomik s›k›nt›lar› hayat›nda çok ciddi izler b›rakm›fl ve bu sayede yaz›lar›nda, öykü ve romanlar›nda anlat›lan kiflilikler, çok yak›ndan tan›d›¤› gösterir. Romanlar›nda konular›n ve öykülerindeki kifliliklerin, yaflam›n içinden ç›kt›¤› çok belirgindir. Bu, dile getirdi¤i kesimleri sadece kitaplardan veya halk›n farkl› farkl› kesimlerini ancak resimlerden tan›mad›¤›n› gösterir. Orhan Kemal evlili¤e karar verir. Ancak ailesi o y›llarda babas›n›n yan›nda Kudüs'tedir. Adana'da babaannesinin yan›nda kal›r. Tan›flt›¤› Nuriye ile evlenir. Bir y›l sonra k›z› Y›ld›z dünyaya gelir. Yine ayn› y›l askere ça¤r›l›r. Askerli¤ini yapmak üzere Ni¤de'ye gider. (1938) Bedelli olarak alt› ay askerlik yapacakt›r. Ancak ifller hiç de sand›¤› gibi gitmez. Askerlik dönemi onun hayat›n› de¤ifltiren olaylar›n da bafllang›c›n› oluflturur. Tan›d›¤›m›z Orhan Kemal, bu dönemden sonra flekillenir. Ni¤de'de askerli¤ini yaparken teskeresini almaya k›rk gün kala, okudu¤u kitaplardan dolay› askeri mahkemeye verilir. Askerlik y›llar›nda romanlar, Maksim Gorki romanlar›, Naz›m'in fliirlerini okur. Okudu¤u kitaplardan dolay› dikkat çeker ve soruflturulur. Elbette düflünülen, “komünizm” propagandas› yapt›¤›d›r. Kendisi daha sonraki y›llar›nda bu günleri anlat›rken “Ben o günlerde konümizm ne demekti onu bile bilmemekteydim” demektedir... Evet... Orhan Kemal o y›llarda “Komünist oldu¤u “nu bilmez. Ancak bildi¤i bir fley vard›r: O da okuduklar›nda kendini, kendi gibi olanlar› buldu¤u ve tan›d›¤›d›r. 6. Kolordu Komutanl›¤›'n›n 11.10.1938 tarihli tahkikat karar›yla askeri mahkemede yarg›lan›r ve befl y›l hapis cezas›na çarpt›r›l›r. Karar› temyiz etmez ve eflyalar›n› toplayarak hapishanenin yolunu tutar. Önce Kayseri Hapishanesi'ne gider. Orhan Kemal, eline kalemi ald›¤› ilk günler olarak bu y›llar› gösterir. Önceleri fliire a¤›rl›k verir. Daha çok duygusal fliirler yazar. Hece ölçüsünü kullan›r. Yazd›¤› fliirler zaman zaman yerel gazete ve dergilerde yer alsa da bunlar oldukça zay›ft›r. Sadece geliflmeye 128


aç›k bir nitelik gösterir. 23 Nisan 1939... Bu gün ilk kez bir fliiri Yedi Gün adl› bir dergide yay›mlan›r. Hemen ard›ndan “Yeni Mecmua”da fliirleri yay›mlan›r. Bunlar Kayseri Hapishanesi'ndeki günlerinde yay›nlan›r. Kayseri'de k›sa bir süre kal›r ve ard›ndan Adana Hapishanesi'ne, daha sonra ise üç buçuk y›l kalaca¤› Bursa Hapishanesi'ne gönderilir. 5 Aral›k 1940... “Okudu¤um bu fliirler daha çok romantik, süslü, ölçülü, uyakl› fliirlerdi. ‹lk dörtlü¤ü henüz bitirmifltim” -Kafi kardeflim kafi... Bir baflkas›na lütfen... “Halbuki en güvendiklerimden biriydi. ‹çimden bir fleyler y›k›ld›” -Bir baflkas›... “‹lk, ikinci, üçüncü m›sran›n yar›s›” -Berbat... “Kan›m tepeme ç›kt›, bafl›m döndü, ufald›m.” -Tekrar baflkas›... “- Rezalet... “Gözlerim karard›... K›zd›m m›? Üçüncü fliirim ve ilk iki m›sras›...” -Peki kardeflim, bütün bu laf ebeliklerine, hokkabazl›klara, affedin tabirimi, ne lüzum var. Bak›n akl› bafl›nda bir insans›n›z... Duyduklar›n›z› hiçbir zaman duyamayaca¤›n›z tarzda yaz›p komikleflerek kendinize iftira etti¤inizin fark›nda de¤il misiniz?..” ‹flte geldik Naz›m'la karfl›laflt›klan o güne... Orhan Kemal Naz›m'a fliirlerini okur. Karfl›l›¤›nda ald›¤› elefltiriler ise hiç de beklemedi¤i tarzdad›r. fiafl›r›r, karamsarl›¤a kap›l›r. Gelin bakal›m bu sohbet daha sonra nas›l devam eder... - Sanat konusunda pek dikkatli ele al›r›m ve sanat bahsinde flakam yoktur. Beni mazur görün... Bu itibarla... Evet, sizde bir sanatkar için iyi bir kumafl... “Ve ard›ndan ekler...” -Size bir teklifte bulunabilir miyim? “Hay hay” -Sizinle yak›ndan meflgul olmak istiyorum. Yani kültürünüzle... Evvela Frans›zca, sonra di¤er kültür bahisleri üzerinde muntazaman dersler yapaca¤›z... Tahammülünüz var m›? - Söz mü? “ Söz...” Ve hayat›n›n dönüm noktas› diye tan›mlad›¤›m›z günler bafllamak üzeredir. Kara ve Deniz Harp Okullar›’nda yarg›lanan Naz›m, 28 y›l› aflk›n bir süre hapis cezas›na çarp›t›lm›flt›r. Yarg›lamalar süresince Çank›r› Hapishanesi‘nde tutulmufltur. Çank›r›'da rahats›zland›¤› için Bursa Hapishanesi'ne sevk edilmifltir. ‹flte Orhan Kemal o zaman Naz›m'la karfl›lafl›r. Yaz›m›z›n 129


bafl›nda da belirtti¤imiz gibi o gün Orhan Kemal, Naz›m'› kap›da karfl›lar. Bavulunu al›r, onu kalaca¤› ko¤ufla kadar kendisi götürür. Ve bundan sonraki günlerde ondan bir daha hiç ayr›lmaz. Önceleri Frans›zca dersleri baflta olmak üzere, ekonomi, politika, felsefe, edebiyat üzerine çal›flmalar›na bafllarlar. Bu dersler sürerken bir yandan da Orhan Kemal yaz›lar, öyküler ve fliirler yazmaya bafllar. Zaman zaman kaleme ald›¤› yaz›lar kimi sanat dergilerinde yay›nlan›r. Ancak Naz›m'la aralar›nda sorun yaratan bir konuysa Orhan Kemal'in fliir merak›d›r. Orhan Kemal, fliir yazmay› b›rakmam›flt›r. Hatta yazd›¤› fliirler de bazen dergilerde yay›nlanm›flt›r. Her fleye ra¤men Naz›m ise Orhan Kemal'in öykücülü¤ünün daha kuvvetli ve geliflmeye aç›k oldu¤u kan›s›ndad›r. Ve onu fliirden vazgeçirmeye çal›fl›r. Naz›m o y›llarda Çank›r› Hapishanesi'nde kalan Kemal Tahir'le olan yaz›flmalar›nda da Orhan Kemal'i över. Onun çok iyi bir öykücü ve romanc› olaca¤›n› anlat›r. Naz›m'la olan yak›nl›¤› iyiden iyiye ilerlemifltir . Çok daha boyutlu bir e¤it im sürecine girerler. Yabanc› yazarlar›n eserlerini okurlar ve bunlar›n öne ç›kan yanlar›n› dil ve edebi bak›mdan da de¤erlendirirler. Balzac, Tolsytoy Gogol, Cervantes... Naz›m, bu ve benzeri yazarlar›n yap›tlar›ndan örnekler vererek görüfllerini aç›klar. Buradan ç›kart›lmas› gereken bafll›klar›n neler oldu¤unu kendince yorumlar. Orhan Kemal, Naz›m'la olan çal›flmalar›n›n tamam›ndan dersler ç›kart›r. Dersler d›fl›nda ise kendi aralar›nda yapt›klar› sohbetlere kadar her fleyi de¤erlendirmeye çal›fl›r. Bir keresinde yine böylesi bir günd e Orhan Kemal Naz›m'a okudu¤u dergilerden birinde karfl›laflt›¤› bir haberi gösterir. Haberde , Halide Edip'in Naz›m'› öven bir yaz›s› bulunmaktad›r. Halide Edip Naz›m'›n fliirleri üzerine de¤erlendirmeler yapar ve bu fliirlerden övgüyle söz eder yaz›s›nda. Ancak bu de¤erlendirmede, Naz›m'› ideolojisi d›fl›nda de¤erlendirdi¤imizde güçlü bir flair olarak görmek gerekti¤i vurgulan›r. Orhan Kemal, Naz›m'›n bu haberi sevinçle karfl›layaca¤›n› san›r. Hatta haberi okurken “Bak›n burjuva yazarlar dahi sizin ne kadar usta oldu¤unuzu kabul etmekte” der. Ancak Naz›m, bu haberi çok sert bir tepki göstererek karfl›lar: “Hay sersem bayan, yedi¤i naneye bak! Hem beni dahi mertebesine ç›kart›yorsunuz, hem de ideolojisi falan diyorsun. 130


Bir kere ben dahi falan de¤ilim, tevazu ya iyi bir sanatkar›m. Bu noktaya geliflim de lafla olmad›, bunu her fleyden önce ideolojime borçluyum. Raflit (Orhan Kemal), görüyorsun bu anl› flanl› romanc› bile, hala sanatla ideoloji aras›ndaki ba¤› kavrayamam›fl. Hala inanmakla inançs›z, kafas›z kalman›n ürünleri aras›ndaki fark›n nereden oldu¤unu kavrayamam›fl. Vah zavall› Halide Edip bayanc›k vah!” diye tepkisini belirtir. Bu ve benzeri olaylar, Orhan Kemal’in sanata bak›fl aç›s›n›n flekillenmesinde önemli bir rol oynar. Bu bak›fl aç›s› temel olarak bütün öykü ve romanlar›n›n merkezine oturur. Orhan Kemal bir yerde flöyle aç›klar: “Hangi türden olursa olsun sanat eserlerinin, onu yaratan sanatç›n›n fikri aflmas›ndan gelen bir propaganda arac› olmamas›na imkan var m›? 'Toplumcu bir yazar›m' demifltim. Toplumcu bir yazar da, düzensizli¤ini yerdi¤i bir toplumun düzene girmesini istemekle o toplumu teflkil edenlerin her birinin ekonomik özgürlü¤ünü istiyor demektir. Bu istem, bu isteme karfl› olan 'ç›karc›lara' yani mutsuz insanlar mahfleri içinde yaln›zca kendi mutluluklar›n› isteyen, ellerine geçirdiklerinde bunu kaç›rmak istemeyen ve baflkalar›yla paylaflmak istemeyenlere karfl› olaca¤›nda davran›fl elbette politiktir...” Orhan Kemal, Naz›m'la olan sohbetlerinden böylesine bir biçim ve bak›fl aç›s› ç›karm›flt›r. Ve elbette bu bak›fl aç›s›n› da kendi edindi¤i deneyim ve birikimlerle harmanlayarak öykü ve romanlar›na aktar›r. Orhan Kemal'in öykü ve romanlar›n› ifade ederken öne ç›kartt›¤›m›z ana nokta, ezilen halk kesimlerini anlatmas›d›r. Temel konu ve anlat›mlar böyle bir bak›fl aç›s›yla seçilir. Ancak özellikle belirtilmesi gereken di¤er nokta ise yaz›lar›nda a¤›rl›kl› olarak iflçi s›n›f›n› ifllemesidir. Yetiflti¤i ortam köylü kesimleri olsa da sonraki y›llarda daha çok fabrikalarda çal›flan, kendiyle tart›flmas›› onu fabrikalara yak›nlaflt›rd›. Bu do¤all›¤›nda öykü ve romanlar›na yans›r. “Genç adam ve kar›s›, evlerinde yirmi dört lira doksan befl kuruflluk maaflla bafllar›n›n çaresine bakmak zorunda kalm›fllard›r. Kad›n kocas›ndan gizli, fabrikan›n sahibinin kar›s›na giderek kocas›n›n ayl›¤›n›n art›r›lmas› için ondan yard›m istemeyi düflünür. Ancak bir tesadüf sonucu delikanl› bu durumu ö¤renir ve ona engel olur...” 131


“Baba dostu, anbar memuru olan, genç adam kendi ç›kar› u¤runa hileye, h›rs›zl›¤a ayartmay› istemiflse de adam›n kötü niyetlerini sezinleyen delikanl› yanaflmam›flt›r. Ancak bu teklifi kabul etmeyince de fabrika sahibine flikayet edilmifl ve iflten ç›kart›lm›flt›r. Kendi gibi fabrikadan at›lan arkadafl›, odac› fiaban'la birlikte ihtilal yapmay› bile düflünmüfllerdir. Daha sonra iflsiz kalm›fl iki kifli daha kat›l›r onlara. Ancak bu iki kiflinin polis olduklar›n› ö¤renirler. Delikanl› ve ailesi paras›z kal›r. Bu durumda delikanl› evden ayr›lm›fl ve bir süre böyle yaflam›flt›r. Ancak daha sonra tekrar evine dönmüfltür...” “Dünya Evi” adl› roman›nda hayat›n› böyle dile getirir Orhan Kemal. Buradaki örnekte de, fabrika hayat›yla henüz çok yak›ndan tan›flm›fl olmamas›na karfl›n farkl› konular› temel alarak, yan unsurlar olarak iflçilerin yaflam›n› anlat›r. Yine bu roman da görüldü¤ü gibi, genel olarak roman ve öykülerinde anlafl›l›r ve sade bir dili seçer Orhan Kemal. Yerel a¤›zlar› kullan›r, diyaloglara a¤›rl›k verir. Özellikle öykülerinde k›sa anlat›mlar› tercih eder. Anlat›m oldukça yal›nd›r ve süslemelerden uzakt›r. “Fazla diyaloglara önem veriflim tesadüf de¤ildir. Anlatmak istedi¤imi en iyi böyle anlatt›¤›m› san›yorum. Uzun uzun ruh tahlilleri yapmaya kalk›flmaktansa, muhaverenin diyalekti¤i ile bu iflin çok daha tabii olaca¤› kanaatindeyim. Ben, o diyaloglarla kabuktan derinlere inmek, yani ruh tahlili yapmak istiyorum. 3-5 ayr› konuflma, ço¤u sefer sayfalar dolusu izah›n yerini tutmal›d›r. Bu ifl muhakkak ki çok zordur. Kusursuz bir kabiliyet ister. Felsefenin 'F'sinden bile habersiz insanlar›n zaman zaman filozoflaflt›klar› bilinen bir gerçektir. Filozoflafl›r ve duygular›n› ifade de ederler. Bu ifade hiçbir zaman felsefeyle u¤raflan birinin ifadesi de¤ildir. Kendine mahsus bir deyimi vard›r...” Orhan Kemal, böyle ifade eder diyaloglar yoluyla anlat›m›n nedenlerini. Tabi, anlafl›l›r olmak için bu tekni¤in yan› s›ra fliveli anlat›m› da kullan›r. “Yani, tiplerinizin ruh tahlillerini siz de¤il, bizzat kendilerine yapt›rmak istiyorsunuz. Bunun için de muhavarenin diyalekti¤ine baflvuruyorsan›z, flive farkl›l›klar›n› muhafazaya mecbursunuzdur. Ben flahsen, tiplerime hacem 132


verdi¤im, yani bir çeflit kabartma sinema tekni¤ini kulland›¤›m için böyle hareket ediyorum. Yani, yazar olarak kendimi aradan çekip okuyucumu anlatt›¤›m fleylerle bafl bafla b›rak›yorum. Görüyorum ki okuyucum zekidir... Yazar›n konuflmas›na gelince, kiflilerin konuflmas›n›n d›fl›nda en do¤ru, en ileri bir dille yazacak, konuflacakt›r. Aksi halde kifliler aras›ndaki özellik kaybolur...” Hapishanede 1940 y›l›nda karfl›laflt›klar› Naz›mla 3,5 y›l› paylaflt›lar. Ayr›l›k vakti yaklaflt›kça hüzünleri ço¤ald› ikisinin de. “Raflit, bu kadar çok konuflmay›, hele teorilerle ilgili aç›klamalar› flimdiye kadar yaln›z Kemal Tahir'le yapm›flt›m-, flimdi de seninle...” der Naz›m Orhan Kemal'e. “‹kiniz de memleketimin en namuslu, en verimli hikayecileri ve romanc›lar› olacaks›n›z. Zaten Kemal Tahir 'Göl ‹nsanlar›' adl› hikayesiyle büyük bir sanatkar oldu¤unu kan›tlad›. Sen de, inan›yorum ki iflçi s›n›f›n›n en büyük yazar› olacaks›n, görece¤iz...” diyerek Orhan Kemal'e güvenini belirtir. Hapishane y›llar›n›n son sürecinde Orhan Kemal iyiden iyiye fliire son verir. Art›k oldukça güçlü hikayeler yazmaya bafllar. 26 EYLÜL 1943... Hapislik günleri son bulur. Art›k onun için çok daha zorlu günler bafllam›flt›r. “Her tafl›, çiçe¤i ve insan› ezberlemifltim, hapishanede koyup gidiyorum nas›l da heyecans›z, nas›l da içim içime s›¤arak... 'Gayr› müddei umumun bile önünden geçebilirim, bila pervas›z' ne candarma, ne gardiyan. (...) Tokalaflt›k aç›ld› hapishanenin kap›s›n›n demir kanad›, usulcac›k ç›kt›m -Onlar benim yüzümden içerde kal›yorlarm›fl gibi- Yollar günefl dolu, toz. Demir kap› gerisinde b›rakt›klar›m›n dostlu¤unu götürüyorum evime. Onlar bunu nereden bilecekler!” Orhan Kemal, hapislik y›llar›ndan sonra Adana'ya döner. Öncelikle kendine bir ifl bulmak zorundad›r. Yani hayat› boyunca bir türlü peflini b›rakmayan yoksulluk, tekrar kendini hissettirir. Ancak ifl bulamaz. Bir arkadafl› onu ve ailesini Malatya'ya davet eder. Burada çal›flabilece¤ini söyler. Bunun üzerine bütün mal›n› mülkünü alarak ailesiyle Malatya'ya döner. Ayn› 133


günlerde o¤lu Naz›m dünyaya gelir. Malatya'ya gitmeden önce AdanaKaratafl’ta bir süre çal›fl›r. Hamall›k yapar. Ard›ndan Nisan 1944'te demiryollar›nda çal›flmaya bafllar. ‹flte bunlardan sonra Malatya yolunu tutar. Ancak Malatya maceras› da pek uzun sürmez. Malatya'da k›sa süre kald›ktan sonra tekrar Adana'ya döner. Ve 1945'te yar›m kalan askerli¤ini tamamlamak üzere Kilis'e gider. Otuz befl günlük askerli¤inin ard›ndan tekrar Adana'ya döner. 1948'de Orhan Kemal'in ikinci o¤lu Kemal dünyaya gelir. Ve 1949... Bu y›l Orhan Kemal'in ilk kitab› olan “Ekmek Kavgas›” yay›mlan›r. 1940 ortalar›ndan itibaren kendini iyiden iyiye duyurmaya bafllayan Orhan Kemal, bu ilk hikaye kitab›yla birlikte biraz daha bu yönünü gelifltirir. Bu tarihten sonra art arda kitaplar› yay›mlan›r. Hikayeleri hemen hemen bütün dergilerde yay›nlan›r. Yine bu y›l, daha önce de de¤indi¤imiz gibi “Baba Evi” adl› ilk roman› yay›mlan›r. Burada “Ekmek Kavgas›”na k›saca bir göz atal›m: “Ekmek Kavgas›”, adl› hikaye kitab›nda 18 tane hikaye bulunmaktad›r. Bu hikayelerinde birbirinden farkl› ortamlarda yaflayan halk kesimlerinden pek çok tiplemeye son derece gerçekçi bir anlat›mla yaklafl›r. Pek çok yazar›n önemsemedi¤i genifl halk kesimlerinin aras›ndan s›yr›lm›fl tiplemeleri yalandan incelemifl ve her zaman karfl›lafl›labilecek bu kiflilikleri, hiç de yabanc› olmad›¤›m›z bir biçimde okuyucusuna aktarm›flt›r. Hikaye ve romanlar›nda anlatt›klar›n›n bir k›sm›n› kendisinin yaflad›¤› söylenebilir. “Hikaye ve romanlar›m için böyle sorarlar: 'Bu anlatt›klar›n›z gerçekten oldu mu?' Cevap veririm, 'okudu¤umuz fleyler gerçekten olabilir mi? Olamaz m›?' 'Olabilir, olup duruyor.' 'fiu halde önemli olan gerçekten olmufl olmas› de¤il, olabilir olmamas›d›r. Sizin sorunuzun cevab› da bu galiba. Önemli olan, gerçekten olmufl olmas› de¤il, olabilip olmamas›d›r...’” Böyle ifade ediyor Orhan Kemal... Ve hemen ard›ndan ekliyor. “Elbette ay›klar, düzeltir, seçerim... Bunun d›fl›nda, yani foto¤raf makinesi objektifi sadakati, mümkün de¤ildir. Gerçekler karfl›s›nda yüzde yüz objektif kald›¤›n› ›srarla ileri sürenler bile asl›nda konusunu ay›klar, düzeltir, seçer ya134


ni de¤ifltirirler. Oldu¤u gibi yans›tmak, doz meselesidir. Ve her yi¤idin yo¤urt yiyifline ba¤l›d›r.” Orhan Kemal'in hikaye ve romanlar›n›n yara s›ra çeflitli y›llarda sahnelenmifl olan tiyatro oyunlar› da bulunur... Bunlara örnek vermek gerekirse: “‹spinozlar”, “72. Ko¤ufl”, “Murtaza” -ki bu oyun daha sonra beyazperdeye de yans›m›flt›r-... Bunun yan›nda “Kardefl Pay›” ve “Eskici Dükkan›” adl› oyunlar› da bulunmaktad›r. ‹lk oyunu olan “‹spinozlar”, 1960 y›l›nda ‹stanbul fiehir Tiyatrolar› taraf›ndan sahnelenir. Ancak çeflitli engellemelerle karfl›lafl›r. Oyun bir süre oynand›ktan sonra sahnelerden çekilir. 1956 y›l›nda yay›mlanm›fl olan “Arka Sokak” adl› hikaye kitab›na da soruflturma aç›l›r. fiimdi dilerseniz bu olay› kendi dilinden dinleyelim... “Hikaye kitab›m mahkemeye verilmiflti. Hakim, iddia makam›na uyarak, konular›m› neden hep fakir fukaradan, iflçiden ald›¤›m›, Türkiye'de varl›kl› insanlar›n, iyi yaflayanlar›n olup olmad›¤›n› sormufltu. ‹lk bak›flta evet, çok do¤ru bir soru. Neden hep bu insanlar›, bu insanlar›n yoksullu¤unu ele al›yorum? O zaman hakime: 'Ben gerçekçi bir yazar›m. En iyi bildi¤im konular› ele al›r›m. Varl›kl› yurttafllar›n yaflay›fl›n› bilmiyorum. Nas›l yaflad›klar›ndan haberim yok' demifl ve beraat etmifltim...” 1960'lar›n bafllar›na do¤ru hastalan›r. Hastal›k oldukça ilerler. Bu arada, art›k ‹stanbul'da yaflamaya bafllam›flt›r (1950). O günden sonra Bab-› Ali yollar›n› teper, bir yandan da sürekli yazar. Tabi, bu günlerde de yoksulluk illetinden bir türlü kurtulamam›flt›r. Zaman zaman ev kiras› ve muhtelif borçlar›n› ödemek için eflyalar›n› satar. Kendisi “iki buzdolab›n› yar› fiyat›na sat›p dört ayl›k ev kiras› borcumla, uçan kufllara olan borçlar›m› temizledim.” diye bugünlerini anlatmaktad›r. Hastal›¤› git gide artar. Zaman zaman yataktan kalkamayacak duruma gelir. Böyle günlerden birinde, “Son günlerde piyango vurmad›, ne de toto'dan yüklüce bir fley kazand›m” diye ifade eder durumunu. Pek çok kitab› da farkl› dillere çevrilmifltir. Tam da bu günlerde ikinci tutukluk dönemi kap›ya dayan›r. 7 Mart 1996'da iki arkadafl›yla birlikte tutuklan›r. Bir ihbar sonucu Türkiye ‹flçi Partisi'nde on iki kifliyle birlikte bir köfteci dükkan›nda hücre çal›flmas› ve komünizm propagandas› yapt›klar› gerekçesiyle gözalt›na al›n›rlar. Önce serbest b›rak›l135


salar da daha s o n r a tutuklanarak Sultanahmet Hapishanesi'ne gönderilirler. 35 günlük tutukluktan sonra 13 Nisan 1966'da serbest b›rak›l›rlar. Daha sonra da bu davadan beraat ederler. Yaflam›n›n sonlar›na do¤ru, 1967 y›l›nda Sovyet Yazarlar Birli¤i'nin düzenledi¤i Maksim Gorki'nin do¤um y›l› etkinliklerine davet edilir. Ancak pasaport verilmedi¤i için bu etkinli¤e kat›lamaz. Daha sonraki y›llarda ise uzun u¤rafllar sonunda pasaport alabilir. Pasaport ald›ktan sonra k›sa süreli Sovyetler gezisine ç›kar. Ancak orada rahats›zlan›r ve yazarlar hastanesine kald›r›l›r. Tedavi olmak için burada alt› ay kalmas› gerekir. Ancak yine paras›zl›k bafl›na bela olur. Eve yetecek kadar para b›rakmad›¤› için on gün sonra Türkiye'ye dönmek zorunda kal›r. Dönüp çal›flmas› gerekmektedir... “Yazmak için yaflamak, duymak, halk› alg›lamak gerekir. Bu bir yazar için çok gereklidir. Halk›n içinde kalabilmek... Ve halk›n de¤iflimini alg›lamak...” Belki, anlat›labilecek pek çok yönü daha vard›r. Belki de pek ço¤umuz en az›ndan bir Orhan Kemal hikayesi veya roman› okumufluzdur. Bir oyununu izlemiflizdir. Dönüp bir de bugüne bakal›m. Yaflad›¤›m›z bu günlerde bu özelliklere sahip kaç tane yazar, romanc›, öykücü s›ralayabiliriz? “Bir elin parmaklar› kadar” diye cevaplayabilmek bile güç... Sanatç›, halk›n içinde yaflamad›kça ve içinde bulundu¤u topluma yabanc›laflt›¤› oranda bir t›kan›kl›¤›n oldu¤u gözleniyor. Günümüz edebiyatç›, yazar çevresinin yaflam›n› tekrar tekrar anlatmaya gerek yok. Genel olarak sanat çevresi kendini halktan soyutlam›fl, kendi içerisinde bir topluluk kurmufl ve bu topluluk içerisinde yaflamaktad›r. Kendi d›fl›ndaki bütün halk kesimlerine yabanc›, anlafl›lmaz bir dil, yaflam ve davran›fl biçimine sahiptir. Adeta bu ülkede yaflam›yormuflças›na çevresine duyars›zlaflm›flt›r. Emperyalizmin yoz kültürünü sahiplenmifl ve bunu kaleme almaktad›r. Bak›n Orhan Kemal ne diyor... “Söyledi¤imiz gibi sanat›, halk›n realitesini aksettirici ve onun sosyal mücadelelerini destekleyici bir fonksiyon sayan sanatç›, karfl›l›¤›nda pek bir fley beklemeden vazifesini yap›yor. Üst yan› ise, halka s›rt›n› dönmüfl, çalakalem gidiyor. Onca sanat bir e¤lendirme, hoflça vakit geçirme vas›tas›136


d›r. Bu bak›mdan memleketimizin sanatç›lar› -yüzde bir miktar müstesnagörevlerini yapm›yor.” Orhan Kemal bunu 1960'larda söylüyor, bugünden bakt›¤›m›zda ise durumun vehameti daha da ürkütücü bir boyuttad›r. Aradan 12 Mart, 12 Eylül gibi büyük dejenerasyon süreçleri geçmifltir. Edebiyat›n, edebiyatç›lar›n etkilenme boyutunu da düflünürek, bugün R›fat Ilgaz, Sabahattin Ali gibi yazarlar›n bulunmay›fl›n›n nedeni ortaya ç›kacakt›r. Önümüzde sadece bir örnektir Orhan Kemal. Bugün dahi eserleri günümüz edebiyatç›lar›n›n eserlerinden daha yayg›n okunan, sayg›n bir edebiyatç›d›r. Halk›n yaflam›n› konu alm›fl, o büyük halk denizinin içinden yetiflmifl, ayaklar› bu topraklar›n üzerine basan, say›lar› ancak bir elin parmaklar› kadar olan hikayecilerimizden sadece biri.... 5 May›s 1970... Orhan Kemal, efli Nuriye han›mla birlikte Bulgaristan'a gider. Burada gezer, hem de tedavi olur. Ancak hastal›¤› alabildi¤ine ilerlemifltir. Kendisini Sofya Hükümet Hastanesi'ne yat›r›rlar. Art›k ne konuflabiliyor, ne de hareket edebiliyordur... Ve 2 Haziran 1970... Saat 21.15'te Orhan Kemal hayata gözlerini yumar. 6 Haziran günü Bulgaristan'da bir tören düzenlendikten sonra cenazesi ‹stanbul'a getirilir.... “Saat 11.30'da cenaze arabas› s›n›rdan içeri girer. Uzun bir araba konvoyu onu izlemektedir. Edirne'den Babaeski'ye gelindi¤inde, asfalt›n dönemecinde bir iflçi arabaya yaklafl›r. Elindeki çiçek demetini uzat›r. Demetin üzerinde flunlar yaz›l›d›r: 'Biz iflçiler, hat›ran önünde sayg›yla e¤iliriz...'”

KAYNAKÇA: Naz›m Hikmet-Orhan Kemal Dostlu¤u (Kemal Sülker) Orhan Kemal (As›m Bezirci) Orhan Kemal (Hikmet Alt›nkaynak)

137


138


HAL‹KARNAS BALIKÇISI Tav›r Ocak 1999

Her fley , 13 Nisan 1925 günü, I. Paylafl›m Savafl› s›ras›nda dört asker kaça¤›n›n sorgusuz-sualsiz as›lmalar›n› anlatan hikayenin, Resimli Hafta Gazetesi'nde yay›mlanmas›yla bafllad›. Zor y›llard›. Anadolu insan› Balkanlardan Yemen'e dek büyük bir co¤rafya üzerinde cepheden cepheye sürülüyor; kad›nlar, Yemen'e gidip de dönmeyen eflleri, kardeflleri, evlatlar› için a¤›tlar yak›yordu. ‹flte o s›ralarda bu dört asker Afyon'dan cepheye sevk edilirken köylerine yak›n bir bölgede trenden atlad›lar. Bir iki günlü¤üne -ki belki de son görüflleri olacakt›efllerini ve çocuklar›n› gördüler. Ard›ndan da tekrar cepheye gitmek üzere evlerinden ayr›l›p, Afyon'daki askeri birli¤e teslim oldular. Askeri mahkemenin “yarg›lamas›” sonucu idama mahkum edildiler. Da¤lar›, tafllar› kaplayan asker kaçaklar›na ibret olsun diye as›ld›lar. “Hapishanede ‹dama Mahkum Olanlar, Bile Bile As›lmaya Nas›l Giderler?” adl› bu öykü öylesine çetin bir dönemde kaleme al›nm›flt› ki, uçan kufltan hesap soran ‹stiklal Mahkemeleri'nden yakas›n› kurtarabilene aflk olsun. 139


fieyh Sait Ayaklanmas› bafllayal› henüz bir ay olmufl, hükümet Takrir-i Sükun Yasas›'n› ç›kartm›fl ve kurulan ‹stiklal Mahkemeleri'nde ayaklanma bahane edilerek, toplumun tüm muhalif kesimlerine yönelik bir sindirme ve sald›r› harekat› bafllat›lm›flt›. Pek tabii böylesi bir öykü de ‹stiklal Mahkemeleri'nin gözünden kaçmad›. Polisler, Cevat fiakir'in kap›s›n› çald›lar bir gün, “Karakola geleceksiniz” dediler. “Mavi Sürgün”ün öyküsü iflte böyle bafllad›. Cevat fiakir, gazetenin sahibi Zekeriya Sertel ile birlikte Ankara'ya getirildi. Mahkeme idam istedi onlar için. Her fley onlar›n iki duda¤› aras›ndayd›. Sonra cezalar› üç y›l kalebentli¤e çevrildi. Zekeriya Sertel Sinop'a gönderilirken, Cevat fiakir cezas›n› Bodrum'da çekecekti. Bodrum bir muamma, bir karanl›kt› Cevat fiakir için. Bodrum ismi ona ürkünç geliyor, büyük bir zindan›n en alt kat›nda, karanl›k bir dehlizi ça¤r›flt›r›yordu. Sultan Hamit döneminde tehlikeli siyasi mahkumlar›n da buraya kapat›lm›fl olmas›, durumun pek de iç aç›c› olmad›¤›n› gösteriyordu. Özcesi, Bodrum bir belirsizlikti Cevat fiakir için. Uzun bir bekleyiflin ard›ndan, bir sabah erkenden Bodrum yolculu¤u bafllad›. Cevat fiakir her fleye ra¤men içinde bir sevinç duydu. Ne de olsa bu mavi sürgün, Cebeci Zindan›'ndan kötü olamazd›. Tüm ihtimalleri de hesaba katan Cevat fiakir, 10-12 gün sonra Bodrum'a varabilece¤ini düflünüyordu. Evdeki hesap ise çarfl›ya hiç mi hiç uymad›. Kimi zaman yaya, kimi zaman da atl›, kimi zaman tren, otobüs vb. ile devam eden; bir yandan bürokrasi, bir yandan da ç›kar›lan tüm zorluklar ve olanaks›zl›klarla geçen bu serüvende Cevat fiakir, savafltan ç›kal› üç befl y›l olan Anadolu'nun harap ve yoksul olan tablosuna da tan›k oldu. Ço¤u zaman ise sürgünün belirsizlik yüklü biçimi kafas›n› kurcalad› durdu. Bodrum Kalesi y›k›ld›¤› için hapishaneye mi kapat›laca¤› yoksa sürgün cezas›n› kentin s›n›rlar› içinde mi geçirece¤i henüz belli de¤ildi. Bu ikilem içinde süren yolculu¤u s›ras›nda yolda rastgeldiklerine hep Bod140


rum'u soruyor, herkes de sanki söz birli¤i etmiflçesine “deniz k›y›s›nda güzel bir kasaba” diye cevaplar veriyordu. Yolculu¤un sonlar›na gelmifllerdi. Cevat fiakir denizi özlemifl, yan›ndakilere s›k s›k “Denize ne zaman varaca¤›z?” diye sormaya bafllam›flt›. Deniz görünmemiflti henüz ama çok derinlerden gelen güçlü u¤ultuyu duyar gibi oluyordu. Rüzgar›n f›s›lday›fllar› de¤iflmifl, topraktaki kum oran› artmaya bafllam›fl, e¤relti otlar›, ›lganlar, zakkumlar, hindiba¤lar bu f›s›lt›y› do¤rular bir tarzda Cevat fiakir'e denizi mufltuluyorlard›. Sonra f›s›lt› gitgide yaklaflt› ve Cevat fiakir heyecanla bir kayaya t›rmand›. “Neredeydin?” diye sordu ak köpüklü dalgalar; “Sorma!” dedi Cevat fiakir: “Karakollar, ko¤ufllar m› istersin?” diye bafllad› öyküsünü anlatmaya. Anlata anlata dili kurudu. Son olarak da “Ver mavini serinleyeyim biraz, al can›m›.” dedi. Baflka da bir söz ç›kmad› a¤z›ndan. Halikarnas Bal›kç›s› Bodrum'a geldi¤inde, cezas›n› kent içinde sürgün olarak çekece¤ini ö¤renince bir hayli sevindi. Bodrum s›n›rlar› içinde k›s›tl› bir özgürlüktü onunkisi. ‹lk ifli deniz k›y›s›nda beyaz badanal› flirin bir ev tutmak oldu. Deniz “gel, gel!” diyordu ona. Ama denize aç›lmas› yasakt›. Kayalarda, koylarda dolaflmakla, bal›k tutmakla gidermeye çal›flt› bu özlemini. Bir yandan yazmaya devam ediyor, çeviriler yap›yor; esas olarak da insan›, do¤as› ve tarihiyle çekici bir güzelli¤e sahip olan Bodrum'u derin derin soluyordu. Gözleri bir kez görmüfltü bu h›rç›n mavili¤i, bir kez vurulmufltu insan›na, da¤›na, tafl›na... Ege'nin “gel!” diyen sesine daha fazla dayanamad› ve o günden öte, Bodrum'un havas›na, topra¤›na, insan›na, ama ille de mavili¤ine kar›flt› durdu. Ünlü tarihçi Heredot'un flehrinde bal›k tutarak, üzerinde binlerce y›l öncesinin gizemini tafl›yan harabelerini gezerek, araflt›rmalar yaparak günlerini geçiren Cevat fiakir, art›k Halikarnas Bal›kç›s› olmufltu. Çünkü eski ad› Halikarnassos olan Bodrum'un sakinlerinden; yak›n gelecekte öykülerine, romanlar›na konu olacak Egeli denizcilerden, da¤ köylülerinden, k›y› kasabal›lar›ndan biriydi art›k. 141


Bu mutlu mavi sürgün tüm h›z›yla ak›p giderken, ‹stiklal Mahkemeleri'nin ani bir karar› düfllerini kabusa çevirdi. ‹stiklal Mahkemeleri, güya lütfedip, geri kalan bir buçuk y›ll›k sürgün cezas›n› ‹stanbul'da, ailesinin yan›nda geçirmesini kararlaflt›rm›flt›. Halikarnas Bal›kç›s› için gerçek sürgün iflte böyle bafllad›. Ne yaz›k ki, elinden gelen bir fley yoktu. ‹ster istemez ‹stanbul'a do¤ru yola ç›kt›. Akdeniz'in akl›¤›ndan, ‹stanbul'un grili¤ine dönüfl tam bir talihsizlikti onun için. ‹stanbul' da geçirece¤i iki uzun k›fl onun gerçek sürgünü olacakt›. ‹stanbul'da yazmaya, çeviriler yapmaya devam ettiyse de, tüm planlar› Bodrum üzerineydi. Sab›rs›zd›. Bir an evvel cezas›n›n bitmesini beklerken bofl da durmuyor, Bodrum'da sat›n almay› düflündü¤ü bir kay›k için para biriktirmeye çal›fl›yordu. Sürgünün kalan k›sm› da bittikten sonra Halikarnas Bal›kç›s›, hiç vakit kaybetmeksizin solu¤u Bodrum'da ald›. Sürgün olarak ayr›ld›¤› Bodrum'a, özgür bir insan›n iç rahatl›¤›, sevinciyle geldi ve kendisini mavi sular›n coflkun ak›fl›na b›rakt›. Bal›kç›'n›n Deniz Gurbetçileri “Yata¤an” isimli gemisiyle denize aç›ld› ve tok ve gür sesle komutunu verdi: “Burina!... Burinata!..” Bal›kç›, en güzel eserlerini iflte bu yelkenlide yazd›. Onun öykülerindeki, romanlar›ndaki kahramanlar›n birço¤u denizcilerdi. Yöre insanlar› için deniz bir tutkuydu. Bir yan›yla da geçimlerini sürdürdükleri, tükenmek bilmeyen engin bir derya. Edebiyat›m›zda denizi ve gemicileri, tayfalar›, Ege k›y›lar›n›n insanlar›n› en güzel anlatan Cevat fiakir'dir dersek yanl›fl olmaz. Çünkü Halikarnas Bal›kç›s› o topraklar›, do¤ay›, denizin derinliklerini ve gurbetçilerini çok yak›ndan tan›m›fl; onlarla a¤lay›p onlarla gülmüfltü. D›fltan bir gözlem de¤ildi onunkisi. Bizlere, denizlerin ve deniz insanlar›n›n iç dünyas›ndan bakan bir çift gözdü.

142


Bal›kç› da, bahar vakti günler öncesinden kurmaylar›n›, dalg›ç tak›mlar›n› haz›rlar, gece vakti gökyüzündeki y›ld›z kaynaflmas›n› ta içinden duyar, sefere ç›k›p da dönmeme ihtimalinin tüm a¤›rl›¤›na inat o da sefere ç›kmadan önce deniz gurbetçile-riyle birlikte vur patlas›n çal oynas›n e¤lenirdi. Zeus gökyüzünden flimflekler ya¤d›r›p, mavilikleri alabildi¤ine h›rç›nlaflt›rd›¤›nda, Poseidon'un denizi kas›p kavurdu¤u f›rt›nalarda tüm tayfalar gibi o da yelkenleri sarar, direklere at›l›r, dümen sap›n› tutmaktan avuçlar› kanard›. Hava açar da deniz süt liman olunca “Yaflas›n deniz!” diye 盤l›klar at›p, “Haydi süngere!” diye ba¤›r›rd›. ‹flte bundan dolay›d›r ki, Halikarnas Bal›kç›s›'n›n eserlerinden k›y› insanlar› ve deniz gurbetçileri etiyle buduyla, kanl›-canl› tüm halleriyle aç›kça resmedilir. Öykülerini, romanlar›n› okurken siz de, denizin elli kulaç dibine iner, sünger toplamaya bafllars›n›z. Bal›kç›'n›n kahramanlar› aras›nda emekçi insanlar›n yaflam›, ilk s›ray› al›rd›. Zordu sünger avc›l›¤›. Sefere ç›k›l›r da, aylarca evlere dönülmezdi. Hele bir de denizci evliyse, çoluk çocu¤u varsa, ya da yavuklusu dört gözle onu bekliyorsa, bu ayr›l›k daha da zor gelirdi. Kad›nlar ise sevdiklerini ellerinden ald›¤› için denize beddualar ya¤d›r›rlard›. Çünkü gidip de dönmemek vard› ama bunlar›n hiçbiri de seferlere engel olmazd›; çünkü Bal›kç›'n›n kahramanlar› için deniz bir tutkuydu. O tutku da, ekmek paras›ndan öte bir fley de¤ildi asl›nda. Bir yan›yla denize hem mecburdular, hem de deli divane afl›k.

Heyyamola’ l› türküler eflli¤inde yelkenler a¤›r a¤›r yol al›rken, k›y›da el sallayanlar›n içine bir hüzün çöker; yelkenliler maviliklerde kaybolduktan sonra kayalara ç›k›p da yol gözlemekten baflka ellerinden bir fley gelmezdi. Deniz bir yan›yla deniz gurbetçilerinin emek kap›s›, bir yan›yla da kefen bezleriydi. Ama yine de kallefl de¤ildi. Bal›kç›'n›n romanlar› içinde kallefl olanlar da s›kça anlat›l›r. Kendi pis ç›karlar› u¤runa tayfalar› alabildi¤ine derinli¤e indiren, dinlenmelerine izin vermeksizin defalarca süngere salan, can güvenliklerini hiçe sayan patronlar da tüm asalakl›klar›, bencillikleri ve düflmanl›klar›yla bu öykülerde yerlerini al›rlard›. Karakulak ve Göbeko¤lu gibileri denizlerin tefecisiydiler. Borçlan143


d›rd›klar› insanlar› kendi gemilerinde ölüme sürükler, kendi denetimi alt›na girmeyen gemicilere de ellerinden gelen her türlü kötülü¤ü yaparlard›. Bu kötülük kimi zaman o gemicileri takip ederek, avland›klar› koylar› tespit edip, sünger yataklar›n› kurutmaya; kimi zaman da gemilerini bat›rmaya ve tüm tayfalar›n› öldürmeye kadar var›rd›. Yerel yöneticilerle ve Ankara'yla da ba¤lant›lar› sa¤lamd›. Yeri gelir, sanki babalar›n›n çiftli¤iyimifl gibi tüm Ege'yi parseller ve deniz gurbetçilerine mavilikleri yasaklamaya kalkarlard›. Gemileri batt›¤›nda düzenlerini sarsan deniz emekçilerinden kurtulmakla kalmaz, ayn› zamanda denizin derinliklerine gömülen gemi enkazlar›n› yok pahas›na sat›n al›rlard›. Lefl kargas› Zaharyadis’in tüm ticareti, bu kirli ifl üzerineydi. ‹ster f›rt›nadan, isterse de bombalar› vas›tas›yla olsun, bir gemi batt› m›yd›, hemen orac›kta bitiverir; ifle yarar ne varsa -demir, çelik, bronz, bak›r, sancak, iskele- kendince bir fiyat saptar, her zaman için gerçek fiyat›n üçte birini öder ve zenginli¤ine zenginlik katard›. K›sacas› zordu denizcilerin ifli. MÖ. III. yy’da yaflam›fl olan ünlü tarihçi Oppianus, ta o zamanlarda Güney Ege’nin denizcileri için, “Hiçbir çile sünger avc›lar›n›nkinden daha korkunç, hiçbir çaba onlar›nkinden daha zor de¤ildir” demiflti. Bu zorluk, Bal›kç›’n›n eserlerinde çok çarp›c› olarak anlat›l›r. “Parmak Damgas›” adl› öykü kitab›ndan al›nan afla¤›daki bölüm, deniz gurbetçilerinin ac›kl› öykülerini anlatmaya yetiyor da art›yor bile... “Dal›p sünger ç›karma s›ras› Ahmet’in kardefli Memet’teydi. Kardeflinden ç›kard›klar› kanl› mi¤feri bafl›na geçirdiler. Paray› veren armatör, iflaret düdü¤ünü çald›. O¤lan dald›. Afla¤›ya inerken, a¤abeyinin kafa parçalar›, pembe renkler salarak ve bir sa¤a bir sola kayarak kendisini efllik ediyorlard›. Güvertede s›ra bekleyen dalg›çlar, bir sürü karabatak gibi s›raya dizilmifl, d›d›l›yorlard›. Geçim savafl›yd› bu...” (1) Armatörlerden, ac›mas›z patronlardan kurtulup da bir araya gelerek, kendi gemilerinde sefere ç›kan gemiciler de vard›. ‹çlerinden biri fazla m› de144


rine gitti, hemen iflaret verir, uyar›rlar; yafll›lar› süngere indirmez; bir denizci kaza eseri öldü müydü, aralar›nda para toplay›p, ölen denizcinin ailesine verirlerdi. Ayn› ekme¤in peflinde, ayn› denizin yolcusu bu yoksul insanlar›n birbirlerine olan ba¤l›l›klar›, içtenlikleri tam bir emekçi dayan›flmas›yd›. Sefer zaman›, hele deniz çarflaf gibi k›p›rt›s›z; ay hilal ve y›ld›zlar samanyolu halindeyse birbirlerinedeniz maceralar›n›, sevdiklerini, özlemlerini anlat›r, dertleflirlerdi. Bir de f›rt›na ç›kt› m›yd›, kaptan›, tayfas› ve yelkenlisi bir tek beden olur; Poseidon’un dalgalar›na, Zefiros’un rüzgarlar›na direnirlerdi. Türk ve Rum gemiciler de kardefltiler bu maviliklerde. Ne Türk denizcileri birer Karakulak Tevfik Reis’ti, ne de Rum tayfalar› birer Zaharyadis. Kay›klar› karfl›laflt›¤›nda birbirlerine sigaralar tutar, dumanlar›n› nefle içinde gökyüzüne savururlard›. Bir Rum denizci süngere dal›p da vurgun yedi mi, o vurgunu kendi kollar›nda, bacaklar›nda hissederdi Türk denizci. Öylesine dost ve kardefltiler iflte. Deniz gurbetçileri kadar olmasa da, karada yaflayan insanlar da Bal›kç›'n›n öykülerinde, romanlar›nda kendilerine bir yer bulur. Tahtac› Mustafa, da¤lardan kesip biçti¤i odunlar›, tomruklar›, kat›rlar›yla yükler getirir ve en güzel yelkenliler, onun kesip biçti¤i odunlardan yap›l›rd›. Denizciler, ona tak›l›r; ille de denizi över dururlar; Mustafa da geri kalmaz, da¤lar›n heybetinden, yüceli¤inden ve yoldafll›¤›ndan bahsederdi. Ege'nin k›y› köylerindeki insanlar›n açl›¤› ve yoksullu¤unu da Bal›kç›'n›n eserlerinde görmek mümkündür. Göbeklio¤lu'nun yerini karada Hac› Resul'ler al›rd›. Köylünün ›rz›na, namusuna göz koyan,bin türlü hileyle köylüleri kendine muhtaç eden Hac› Resul, tam bir Abdi A¤a karakteriydi. Köylü ise kimi zaman açl›¤›ndan, kimi zaman da baflka çaresi kalmad›¤›ndan dolay› onun eline bakard›. Ç›kar iliflkileri, suskunluklar, görmezden gelmeler her geçen günün rutin ifllerindendi. Ama Hac› Resul gibilerine papuç b›rakmayan, diz k›rmayanlar da vard› bu öykülerde. Yi¤it Türkmen k›zlar›, derin kara gözleri, inatç›l›klar› ve tüm direngenlikleriyle karfl› koyarlard› a¤alar›n zulmüne. Bundan dolay›d›r ki, bafllar›ndan bela hiç eksik olmaz, yeri gelir canlar›n› verir; ama Hac› Resul gibi ›rz düflmanlar›na asla teslim olmazlard›.

145


Bir de bu topraklar›n, denizlerin eflk›yalar› vard›. Anadolu'daki her eflk›ya gibi Kerimo¤lu da tefecilerin, a¤alar›n can düflman›yd›. Haklar›nda türlü karalamalar yap›lsa da halk kime güvenece¤ini bilir, eflk›yas›na yatakl›k ederdi. K›y› kasabalar›nda yaflayanlar da Halikarnas Bal›kç›s›'n›n eserlerinde önemli yer tutar. Bal›kç›'n›n tarifiyle bir eli ya¤da bir eli balda olan; dünya bankas›na para, ahiret bankas›na da bol bol sevap istif eden Dümbereko¤lu gibilerinin ast›klar› ast›k, kestikleri kestiktir. Çalar, ç›rpar, mahkemeye ç›kt›klar›nda da para yedirir, halktan insanlar› hapse att›r›rlar. Halikarnas Bal›kç›s› kasabalar›n bürokratlar›n›, hele hele kaymakamlar›n› gayet güzel anlat›r. ‹stanbul'dan Anadolu'ya gelince sudan ç›km›fl bal›¤a dönen, Anadolu insan›n› tan›mayan, küçümseyen, halk›n yarar›na birfley yapaca¤›na, bando-m›z›ka tak›m›yla köylere vergi almaya giden bu bürokrat tipler, ince bir alayla Bal›kç›'n›n eserlerine yedirilmifllerdir. Tüm bu asalaklar birli¤ine karfl›n, herkesin horlad›¤› çingeneler onun öykülerinde sevimlidir. Zaten halktan insanlar tüm sevimlili¤iyle, yoksullu¤u, ac›lar› ve çeliflkileriyle, olumlu ve olumsuz yanlar›yla Bal›kç›'n›n öz çocuklar›d›r. Yani laf›n k›sas› Halikarnas Bal›kç›s›n›n kiflilikleri, halk bilimci Boratav'›n da belirtti¤i gibi, “Küçük kasabalar›n esnaf, zanaatkar, mütekait, memur tipleri, bal›kç› ve gemiciler, hususiyle fakir gemiciler, ufac›k yelkenlerin tayfalar›, büyük vapurlardaki ateflçiler, garsonlar (...) Nihayet toprak a¤as› ve ›rgat, çeflit çeflit köylüler...”dir. Ve Halikarnas Bal›kç›s› bunlar› “türlü münasebetleri; çat›flmalar› ve anlaflmalar› içinde gözlerimizin önüne” serer.(2) Do¤an›n, ‹nsan›n ve Mitolojinin Harmanland›¤› fiiirsel Bir Anlat›m Halikarnas Bal›kç›s›'n›n öyküleri, romanlar› kendi deyifliyle “... O cennet ellerin, da¤ otlar›n›n, k›y›lar›n, vahfli kayalar›n›n ve aç›k denizlerin ürünüdür.” Ege'nin, Akdeniz'in o girintili ç›k›nt›l› k›y›lar›nda, h›rç›n akan sular›nda, kekik kokan, eflkiya yata¤› da¤lar›nda ve denizlerinde yaflayan insanlar, Bal›kç›'n›n kaleminde tüm güzellikleri ve çirkinlikleriyle bir aradad›r. A¤›z dolusu gülen insan kahkahalar› bir yandan maviliklerin f›s›lt›lar›na bir yandan da da¤lar›ndaki çam dallar›n›n h›fl›rt›s›na kar›fl›r. Do¤a ve insan tüm ç›p146


lakl›¤›yla ve gizemiyle ikiz kardefltir. Tüm bunlara binlerce y›ldan bugüne dek Ege'de yarat›lan tarih ve mitolojik anlat›mlar da kar›fl›nca Bal›kç›'n›n öykülerini okurken Anadolu'nun bat›s›ndan bafllayarak tad›na doyulmaz bir yolculu¤a ç›kars›n›z. Bat› Anadolu’nun da¤›, tafl›, rüzgar›, denizi, y›ld›z› insanlar›ndan ayr› bir varl›k de¤ildir. Ço¤unlukla dile gelir insano¤luyla söyleflir. Ac›lar›, sevinçleri ayn›d›r; hani neredeyse içtikleri su ayr› gitmez. Yeri gelir gökyüzünün gri bulutlar› sarar gövdesini, kemi¤i çat›rdar; yeri gelir gökyüzünün gri bulutlar› bal›kç›lar› uyar›r, samanyolu, tayfalara yol gösterir; k›y›lara vuran ak köpüklü dalgalara heyamolalar kar›fl›r. Bal›kç›'n›n eserlerindeki bu do¤a harikas›, dostu ve düflman› t›pk› bir insan gibi ay›rt etmesini bilir. Armatörler, koca göbekli Haflmet Bey'ler, Karakulak Tevfik Reis'ler motorlarla üzerlerine geldi mi, onlara yar olmak istemeyen adalar, denizle iflbirli¤i yapar; mavilikler köpürür, deniz sömürücülerin üzerine tükürür, kayalar difllerini gösterip h›rlar. Gökyüzü kafllar›n› çatar, griye boyan›r. Kimi düflsel, kimi gerçek olan bu atmosfer sonras› Halikarnas Bal›kç›s› tarihsel bir yolculu¤a ç›kart›r sizi. Ç›plak gerçeklikle mitolojinin kar›flt›¤› fliirsel ve gizemli bir anlat›md›r bu. Bir bakm›fls›n›z Egeli sünger avc›lar›n›n yan›bafl›nda, Anadolu'lu büyük kad›n amiral Halikarnassos'lu Artemesia, o görkemli filosuyla tarihin derinliklerinden kopup gelmifl, savafla tutuflmufl; bir bakm›fls›n›z Artemesia, da¤lar›n yi¤it Türkmen k›z› Tiycan olmufl, Fatma olmufl, Bakhos alaylar›, Bektaflilerin cem törenlerine kar›flm›flt›r. Anadolu topraklar›nda binlerce y›l önce yaflam›fl olan kavimler, uygarl›klar, türlü iliflkileri ve bugüne b›rakt›klar›yla gözlerimizin önünü serilir. Bal›kç›, Anadolu'yu dünyan›n befli¤i, sevgisi, sevinci olarak tan›mlar. Bugünün Nevvroz'unun ilk ça¤lardaki kökenine iner. O ça¤ toplumlar›n›n türlü gelenek-göreneklerinden yola ç›karak bugünü aç›klamaya çal›fl›r. Domuz etinin neden yasakland›¤›n›, bugünkü ba¤bozumu flenliklerinin ilk yüzy›llardaki biçimini günümüz dinlerinin ilk kuramlar›n›n hangi yaflam flartlar›ndan 147


do¤up boy verdi¤ini ‹zmir'in, Efes'in adalar›n›n hangi uygarl›klardan kald›¤›n› ve daha bir çok inan›fl›n-gelene¤in kökeninde neler oldu¤unu onun eserlerinde fazlas›yla görebilirsiniz. Anadolu kaynakl› destan örneklerini inceleyen, hatta birazdan da de¤inece¤imiz gibi bu konuda epeyce araflt›rma yapan Halikarnas Bal›kç›s›, Ege ve Akdeniz do¤as›n›, insan› ve tarihini harmanlam›fl; her birinin ayr› ayr› tad›n›, görkemini fliirsel ve ak›c› bir dille edebiyat›m›za kazand›rm›flt›r. Düflünsel Planda Halikarnas Bal›kç›s› Halikarnas Bal›kç›s›'n›n özellikle Anadolu uygarl›klar› ve topluluklar› üzerine büyük araflt›rmalar yapt›¤›na yukar›da de¤inmifltik. Halikarnas Bal›kç›s› “Türkiye'nin ve Türkiyelilerin -ki buna k›saca Türk deniyor- tarihi, Türkiye'nin gelmifl geçmifl koflullar›nca etkilenmifl bütün etnik ve kültürel varl›klar›n›n tarihidir.” (3) diye özetler görüfllerini. Halikarnas Bal›kç›s›'na göre: “Türkler ve onlarla birlikte Selçuklular ve O¤uzlar ve onlardan önce Anadolu'nun tafl döneminden gelen Anadolu kuflaklar›n›n kanlar› kar›fl›nca Anadolu'nun Türkiyeli Türk'ü denilen adam› peydahlanm›fl ve böylece Türkiye denilen bir etnik birli¤i, bir gerçe¤i ve bir kültürü yaratm›flt›r. Bu kültür Selçuklu ve Osmanl› uygarl›klar›n› ortaya koymufltur.”(4) Halikarnas Bal›kç›s›, Anadolu'da belli bir süre egemenlik kuran Hitit, Frigya, Urartu ve benzer topluluk ve kültürlerinin birbirlerine kar›flt›¤›n›; bu halklara sonradan Selçuklular›n ve Osmanl›lar›n da eklendi¤ini ve tüm bunlar›n kan›n›n günümüz Anadolu insan›n›n damar›nda akt›¤›n› savunur. Türkiye halk geleneklerinin geçmiflini, Anadolu'nun ilkça¤ uygarl›klar›nda arayan Sabahattin Eyübo¤lu ve Azra Erhat da ayn› görüflü benimsemifllerdir. Asl›nda üçü de, Boratav'›n da belirtti¤i gibi, “Anadolu kültür miras›n›n tümünü Türklerin eski yurtlar›ndan getirdikleri yarg›s›nda direnenlerin; öte yandan da kökü Anadolu'da olan kültürde Türkler'in hiç bir pay› olmad›¤› düflüncesiyle, bunun gerçek sahipli¤ine sadece Türkler'in yurttafllar› ya da komflular›, ama onlardan dince ve dilce ayr› topluluklar› lay›k görenlerin tarihe görüfllerine”(5) bir tepki olarak bu düflünceyi benimsemifl ve Do¤an Avc›o¤lu'nun da belirtti¤i gibi “Romantik bir ulusal tarihi” savunmufllard›r. 148


Halikarnas Bal›kç›s›, hem ›rkç› bir ulusal tarih anlay›fl› olan Turanc›l›k'a hem de “Evren ne için yarat›ld›?” sorusuna “Bat›l›lar, bat› uygarl›¤›n› yarats›n diye” karfl›l›¤› verenlere karfl›d›r. Anadolu uygarl›klar›n› yok sayarak, her fleyi bat›yla bafllatanlara inat, Halikarnas Bal›kç›s› da “hemen hemen muhakkakt›r ki, ilk Helenler Anadolu'da idiler.”(6) diyerek, asl›nda bat› uygarl›¤›n›n Anadolu'dan gitme oldu¤unu savunmufltur. Özellikle birçok bat›l› yazar-düflünürün, tarihin, uygarl›¤›n befli¤i olarak hep kendilerini gösterdikleri, Do¤u'yu küçümsedikleri, her türlü ilerleme ve geliflmeyi kendileriyle bafllatt›klar› bilinen bir gerçektir. Hatta Tanzimat dönemi Osmanl›’s›nda da kendi halk›n› ve kültürünü küçümseyen, afl›r› bat› hayran› da fazlas›yla ç›km›flt›r. Bu düflünceye karfl› ç›kmak elbette gerekir. Ama tepkisel bir bak›fl aç›s›yla yola ç›karsak, deyim yerindeyse Anadolu flovenistli¤i yapmak, Anadolu'daki kültürü ve halklar› tek bir potada eritip, tek bir ulus ve kültüre indirgemek de ayn› ölçüde yanl›flt›r. Bu düflünce, Cumhuriyet'in kurulmas›yla birlikte çokça tart›fl›lan tarih ve ulus anlay›fllar›ndan yaln›zca biridir. Bu atmosferde kimi zaman Türkleri tüm uygarl›klar›n kayna¤› olarak gösterenler de, ›rkç›l›¤a varanlar da ç›km›flt›r. Mustafa Kemal'in de bir dönem Türkler'in tarihini Hititler'e dayand›rma giriflimleri olmufl, Türk Tarih Kurumu'na bu do¤rultuda araflt›rmalar yapt›rm›flt›r. Çünkü Kemalistlerin gerçek amac› Anadolu'daki di¤er kültürleri ve az›nl›klar› yads›yarak di¤er halklar› asimile etmektir. Bu politikalar do¤rultusunda katliamlar da yap›ld›. Baflta Kürt, Laz halklar› olmak üzere Anadolu insan› afla¤›land›. Kültürü yok edilmeye çal›fl›ld›. Halklar›n anadili yasakland›. Bilimsel temellere oturmayan, tepkisel bir tarih ve ulus anlay›fl›, objektif olarak yurdumuzdaki tüm halklar› Türk ve Türkiyeli diye tan›mlamaya; Kürt, Laz, Arap, Çerkes vb. halklar›n› yok saymaya götürür. Ne ki, Halikarnas Bal›kç›s›'n›n böyle bir anlay›fla düflmesi, onun Kemalistler gibi düflündü¤ü, bilinçli olarak halklar› yok sayma amac› güttü¤ü anlam›na gelmez. Halikarnas Bal›kç›s› hiçbir öykü, roman veya deneme yaz›s›nda halklar› küçümsememifl veya afla¤›lamam›flt›r. Tam tersine Halikarnas Bal›kç›s›'n›n eserlerinde örne¤in Türk ve Rum deniz emekçileri dosttur, kardefl149


tir. Düflmanl›k yapanlar ise, ister Türk, isterse de Rum olsun sömürücülerin bizzat kendisidir. Bir baflka örnek daha verecek olursak, genel olarak toplumumuzda hor görülen Çingeneler bile, Bal›kç›'n›n öykülerinde tüm sevimlilikleriyle anlat›l›r. Onun hiçbir eserinde herhangi bir halk›n, az›nl›¤›n kültürünün küçümsendi¤ini görmek mümkün de¤ildir. Tepkisel bir tarih anlay›fl› sonucu vard›¤› düflünce tarz› ise, Bal›kç›'n›n elefltirilmesi gereken bir yan›d›r. Bu düflüncesiyle eserleri aras›ndaki paradoksu bu özgünlük içerisinde de¤erlendirilmeli, Anadolu'daki halklar› ve kültürleri bilinçli olarak yok saymak amac› tafl›mad›¤›n› da belirtmeliyiz. Halikarnas Bal›kç›s›'ndan Günümüze Kalan Halikarnas Bal›kç›s›, dostlar›n›n deyifliyle tam bir kültür kurumudur. Resimli Hafta Gazetesi'nden bafllayarak ç›kt›¤› yolculuk, Bal›kç›'y› “Mavi Sürgün” dedi¤i Ege ve Akdeniz ile buluflturmufl, sonsuz bir yurt ve insan sevgisiyle kaleme ald›¤› eserleri, onu uluslararas› çapta bir üne kavuflturmufltur. 1910-25 y›llar› aras›nda Resimli Ay ve ‹nci gibi dergilerde yaz›lar yazan, kapak resimleri ve süslemeler yapan, karikatürler çizen, sonraki y›llarda ise öykü, roman ve inceleme biçiminde eserler veren Bal›kç›'n›n günümüze ulaflan 22 kitab› vard›r. Birçok öyküsü ve deneme yaz›lar›, Bal›kç›'n›n “Mavi O¤lum” dedi¤i fiaban Gökoval› taraf›ndan kitaplaflt›r›lm›flt›r. “Mavi Sürgün” de, ‹stiklal Mahkemeleri'nde ald›¤› sürgün cezas›n› anlatan, Bal›kç›'n›n en güzel romanlar› aras›nda yer alan “Deniz Gurbetçileri” ve “Ötelerin Çocuklar›”n› sayabiliriz. Fethi Naci'nin deyimiyle bugün için geçmiflte kalm›fl bir Bodrum'un nesli tükenmifl insanlar› vard›r bu romanlarda. Ama bu romanlar, öyküler hala zevkle okunuyorsa, bunu da Bal›kç›'n›n yurt ve insan sevgisinde, Anadolu'ya olan aflk›nda aramak gerekir. Çok sevdi¤i Anadolu'nun emekçi insanlar›n› bir fliir tad›nda bizlere sunmas› da bunda etkilidir. “Sonsuz Sessizlik Büyür”, “Anadolu Efsaneleri”, “Anadolu Tanr›lar›” ve “Hey Koca Yurt” kitaplar› ise, en baflar›l› eserlerindendir. Bu kitaplar› elinize ald›¤›n›zda, bulundu¤unuz atmosferden s›yr›l›r ve Bal›kç› ile birlikte Anadolu'nun binlerce y›l öncesine, tarihsel bir yolculu¤a ç›kars›n›z. “Hey Koca Yurt”, Bal›kç›'n›n en sevdi¤i kitab›d›r. Bu baflyap›t› için: “Bu yap›t›n 150


konusu, Anadolu'nun düflünce bak›m›ndan de¤il, sanat bak›m›ndan tarihidir. O yüzden düflünürler konusunun uzat›lmas› gerekli görülmez” demektedir. “Buraya dek, Anadolu'nun ›rmak ve sular›yla ak›ld›. Da¤lar› ve tafllar›yla sarmafl dolafl olundu. Denizlerin de yolu an›ld›, efsaneler an›ld›. ‹lk ça¤›n tarihleriyle gezildi. Hac›lara, Çatalhöyükler'e u¤rand›. Uzak geçmiflin olaylar› göz ve gönülden geçirildikten sonra, tüm bu yerlere, 'HEY KOCA YURT!..' denmez de ne denir?”(7) diye yazarak bir bak›ma kendi düflünsel ve edebi yolculu¤unu da özetler. Halikarnas Bal›kç›s›, birçok eserinde düflüncelerine yer vermifltir. Anadolu uygarl›klar›, tarihi ve kökleri üzerine çeflitli görüflleri birçok kitab›nda bulmak mümkündür. Ama ço¤u düflüncelerinin bir araya topland›¤› “Düflün Yaz›lar›” da, bu konuda okurlar için önemli bir kaynakt›r. Bal›kç›'n›n ününün Anadolu s›n›rlar›n› aflt›¤›n› söylemifltik. Bal›kç›, yurtd›fl›nda “Ça¤dafl Homeros” diye an›ld›. Brüksel'de yap›lan Dünya Ozanlar Toplant›s›'na Türkiye'yi temsilen Bal›kç› ça¤r›ld›. Bunun d›fl›nda Dünya Düflünce Adamlar› Komitesi, Türkiye'den Halikarnas Bal›kç›s›'n› seçmifl ve komitenin yay›n organ›n›n 1971 tarihli 8. say›s›nda kendisine, yaklafl›k 20 sayfa ayr›lm›flt›. Özellikle Akdeniz ülkelerinde büyük ilgi gören Halikarnas Bal›kç›s›'n›n “Akdeniz'in Ebedi Gençli¤i” yaz›s›, ünlü Carre Four Dergisi'nde, dergi özel say›s› olarak ç›km›fl, Bal›kç›'ya, düflün ve yaz›n konusunda doru¤a yükseldi¤i bu yaz›s›n› görmek ise nasip olmam›flt›r. 13 Ekim 1973'te ‹zmir'de hayata gözlerini yuman Halikarnas Bal›kç›s›, çok sevdi¤i Bodrum'a gömülmüfltür. Ölümünün 25. y›l›nda Halikarnas Bal›kç›s›'n› sayg›yla an›yoruz.o Kaynakça: 1)Parmak Damgas›, Syf 16 Halikarnas Bal›kç›s› 2)Folklor ve Edebiyat 1. Cilt, syf 4 5 3 Pertev Naili Boratav 3)Anadolu'nun Sesi, syf 151 Halikarnas Bal›kç›s› 4)Anadolu'nun Sesi, syf 9 Halikarnas Bal›kç›s› 5)Folklor ve Edebiyat 1. Cilt, syf 1 8 0 Pertev Naili Boratav 6)Sonsuzluk Sessiz Büyür, syf 70 Halikarnas Bal›kç›s› 7)Hey Koca Yurt, syf 3 4 7 Halikarnas Bal›kç›s›

151


152


YILMAZ GÜNEY Tav›r Temmuz 1999 Anas› Güle ve basas› Hamit'le birlikte bereketli Çukurova topraklar›nda çal›flan esmer, kavruk ve yan›k bir çocuk erken büyümekteydi; insanlara, atlara, öküzlere ve kufllara dost, gökyüzüne dost, devedikenlerine dost bir çocuktu o. Ve topra¤›n, yapra¤›n otlar›n kokusuyla, yelin sessiz ve yumuflak okflay›fllar›yla serpiliyordu. Büyüdükçe “Umut” filminin ilk kareleri de haf›zas›na kaydedilmekte, kazma tutan elleri “Boynu Bükük Öldüler”in ilk sat›rlar›n› kaleme almaktayd›. ‹lk karede ›rgatlara su tafl›yan, çapa ekiminde artç›l›k yapan, pamuk toplayan bir çocuk vard›. Ba¤ bekçili¤i yapan, simit ve gazoz da satan bu çocuk bir yandan çal›fl›yor, bir yandan da ilk ve orta ö¤renimini tamamlamaya çal›fl›yordu. Adana'da etraf› afifllerle donat›lm›fl arabalar›n mahalle aralar›nda dolaflt›¤›, içindeki megafondan o akflamki filmin anonslar›n›n yap›ld›¤› günlerde sinemaya merak sard›. Arabalar›n peflinde kofltu¤u, sinemalara girebilmek 153


için tüm imkanlar›n› zorlad›¤› o y›llarda, yedi lira yevmiyeyle bir film flirketinde pursantaj memuru olarak çal›flmaya bafllad›. Bu meslek, gelece¤in Y›lmaz Güney'inin ilk dönemi olacakt›. Y›lmaz Güney, ifli gere¤i Adana'n›n d›fl›na ç›kmas› gerekti¤inden Diyarbak›r, Elaz›¤, Mardin ve Gaziantep'in köy ve kasabalar›nda dolaflmaya bafllar. Lise sonras›, önce Ankara Hukuk Fakütesi'ne kaydolan Y›lmaz Güney, ekonomik s›k›nt›lar›ndan dolay›, hem çal›fl›p hem de okuyabilece¤i ‹stanbul'a geldi ve ‹ktisat Fakültesi'ne girdi. Oysa bu e¤itim çabalar› hayat›n›n olsa olsa gölgede kalacak ayr›nt›lar›yd›. Baht›na yön verecek olan, iki y›ld›r içinde oldu¤u sinema dünyas›yd›. ‹stanbul'da, Yönetmen At›f Y›lmaz ile tan›flt›. O art›k pursantaj memuru Y›lmaz Pütün de¤il, Y›lmaz Güney olacakt›r. O y›llar›n Yeflilçam›, bebek yüzlü kad›n ve erkek y›ld›zlarla doluydu. Fakir k›z›n, zengin erke¤e afl›k oldu¤u, sonu bafl›ndan belli olan senaryolar, türlü konular ekseninde çekilmekte; bunun yan›nda ucuz ve baya¤› filmler para getirmekteydi. Anadolu insan› kendisini o karelerde bulamamakta; derdi tasas›, umudu özlemi beyaz perdeye yans›mamaktayd›. Kameralar Anadolu'ya, halka de¤il, Yeflilçam denilen kurtar›lm›fl ve parsellenmifl bir kuytulu¤a çevrilmekteydi. Y›lmaz Güney bu bebek yüzlü burjuvalar›n aras›na girip ilk filmlerini çekmeye bafllad›¤›nda “Çirkin Kral” olarak tan›nd›. Ayhan Ifl›k, onu “trafik lambalar›nda araba cam› silen Kürt çocuklar›na” benzetip, “böylelerinden sanatç› m› olur” diyerek alay etti. Çirkin Kral, Orhan Günfl›ray, Göksel Arsoy gibi bebek yüzlü jönlerin, Eflref Kolçak, Ayhan Ifl›k gibi köfle bafllar›n› tutmufl oyuncular›n aras›ndan s›yr›lmak zorundayd›. Uzun süre d›flland› Y›lmaz Güney; tek bafl›na kald›, küçümsendi, kimse 154


anlamak istemedi onu. Ama onu anlamak istemeyenler Yeflilçam’›n fosillerinden baflkas› de¤ildi. Anadolu seyircisi ise bu esmer, kavruk adamda kendisinden bir fleyler bulmufltu. Jönlerin taht› sallan›yordu art›k. Y›lmaz Güney sinemayla u¤raflt›¤› bu y›llarda kimi dergilerde yaz›lar da yaz›yordu. 1956 y›l›nda yazd›¤› ve “ On üç “ adl› dergide yay›mlanan “Üç Bilinmeyenli Eflitsizlikler Sistemi” öyküsü ‹stanbul Cumhuriyet Savc›s›'n›n gözünden kaçmam›flt›. Öyküde “komünistlik propagandas› yap›ld›¤›” iddias›yla aç›lan dava 1961 y›l›nda sonuçland›. Karar, Y›lmaz Güney'e bir film setinde iletildi. Bir buçuk y›l hapis, alt› ayda sürgün cezas› alm›flt›. Demir kap›lar›n yüzüne ilk kapan›fl›d›r bu, ama asla son olmayacakt›r. Nevflehir Hapishanesi'nde yatan Y›lmaz Güney, burada bir anlamda kendi biyografisi say›lan “Boynu Bükük Öldüler”i kaleme al›r. Orhan Kemal Roman Ödülü'nü de alacak olan romanda, 1950'li y›llar›n Yenice Köyü anlat›l›r. Bir yanda a¤alar, ›rgatlar; öte yanda ise sanayileflme çabas›nda olan bir Adana, Anadolu'nun aynas›d›r asl›nda. “Halil'in Emine'ye olan ac›mas›, sevgisi, nefreti birbirine kaynaflm›fl düflkünlü¤ü a¤alar›n zulmü, ›rgatlar›n, tutmalar›n yoksulluktan kurtulma çabalar›” anlat›l›yordu romanda. Y›lmaz Güney tahliye sonras›, 1963'te hem senaryosunu yazd›¤› hem de baflrolünde oynad›¤› “‹kisi de Cesurdu “yla yeniden sinemaya döndü. Ama “komünist” damgas› ve ayk›r› tarz› dolay›s›yla Yeflilçam'dan d›flland›. Filmlerininin gösterimi ‹stanbul'da engellenerek örtülü bir boykot uyguland›. Bu tav›rlar sonras› Y›lmaz Güney Anadolu'ya yöneldi. Yazd›klar›, yaflatt›klar› halk›n yabanc› oldu¤u konular de¤ildi. Ve iki y›lda baflrol oynad›¤› 21 filmle halk›n gözünde efsaneleflmeye bafllad›. Bu ise prodüktörlerin gözünden kaçmam›flt›. Düne kadar onu küçümseyenler, boykot edenler “Y›lmaz Bey acaba hangi aylarda bofl gününüz var, sizinle çal›flmak isteriz” demeye bafllam›flt›.

155


O ise bildi¤i yolda yürümeye devam etti. Hayat ona bir yol çizmiflti ve bu yol Çukurova'n›n ›rgatlar›, Adana'n›n iflçi pazarlar›, Anadolu'nun mahpuslar›ndan süzülüp yine o yolun k›y›lar›nda akmaya devam ediyordu. Bu yol 1970 y›l›nda ilk büyük dura¤›na u¤rad›: ad›, Umut'tu. Ülkemiz sinema tarihinde bir dönemecin ad›yd› “Umut.” “At›m Öldü” diyen Cabbar'›n dokunakl› hüzünlü sesi; gözp›narlar›nda biriken yafllar› silmesi; at›n› öldüren araban›n sahibi burjuvan›n -sanki suçlu Cabbar'm›fl gibi- merhamet ederek Cabbar'› ba¤›fllad›¤›n› söylemesiyle ünlü Umut filmi Yeflilçam'›n klasikleflmifl sinema anlay›fl›na sert bir darbe indirmiflti. ‹lk umut piyango biletiydi Cabbar için. Ekmek teknesini -at›n› ve arabas›n›- kaybedince a¤alarda arad› umudu. A¤alardan da bir sonuç ç›kmay›nca umut denilen fley h›rs›zl›k oldu. Onu da baflaramad› Cabbar. En son arkadafl› Hamal Hasan'›n yönlendirmesiyle define aramaya bafllad›. Umut defineydi art›k. Önce “nefesi güçlü” bir hocan›n suya bakarak definenin yerini bulmas›n› beklediler. Ard›ndan da definenin yeri oldu¤unu sand›klar› kuru bir a¤ac›n dibini kazmaya bafllad›lar. Topra¤a vurulan her kazma darbesi yiten umudun ve akl›n bir simgesiydi. Cabbar'›n at arabas› yeni-sömürgecilik iliflkilerinin gelifltirildi¤i o y›llarda motorlu araçlar›n yan›nda para etmiyordu. Arabas›n› de¤ifltirme umudu, düzenin pompalad›¤› piyangoyla zengileflme umudu, yine düzenin bir sonucu olan h›rs›zl›k yaparak kendini kurtarma umudu, suya düflmüfl ve art›k do¤aüstü güçlere, definelerde kalm›flt›r umut. Örgütlü de de¤ildir Cabbar; arabac›lar›n protesto yürüyüflüne girmesi ile ç›kmas› bir olur. Umut, gerçekli¤i, fliirsel sinema dili, kanl› canl› insanlar› ve çok iyi çizilmifl çevresiyle eflsiz bir yap›tt›r. Hayat›n›n En Büyük Rolü Y›l 1971'di. ‹srail'in ‹stanbul Baflkonsolos'u Elrom, THKP-C taraf›ndan kaç›r›lm›flt›. TRT'nin 22.45 haber bülteninde ise kaç›rma olay› verildikten sonra tehditkar bir edayla hükümet bildirisi okunuyordu. Bildirinin sonlar›na do¤ru “... ayr›ca her ne amaçla olursa olsun adam kaç›ranlar bunlara 156


yatakl›k edenler ve sakland›klar› yeri bildikleri halde resmi makamlara bildirmeyenler için, idam cezas› verilmesini öngören kanun tasar›s› hemen Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulacakt›r” denilmesine; üstelik, 22 May›s 1971 günü saat 13:30'da radyodan “‹stanbul'daki tüm mekanlar tek tek aranacak” anonsu yap›lmas›na ra¤men Y›lmaz Güney, kendi deyimiyle “hayat›n›n en büyük rolünü” oynayarak Mahir'leri evinde saklad›. Ulafl Bardakç›, Mahir'leri kald›klar› evden alm›fl ve evin az ilerisinde bekleyen Y›lmaz Güney'in arabas›na götürmüfl, hep birlikte Güney'in Levent'teki evine gitmifllerdi. Görüldü¤ü gibi yaln›z filmlerinde, romanlar›nda de¤il, yaflam›nda da devrimciydi Y›lmaz Güney; yazd›klar›yla yaflad›klar› aras›nda bir çeliflki yoktu. Bu kiflili¤i egemenlerin gözünden kaçmad› tabiki. Mahir'leri evinde saklad›¤›, THKP-C ve DEV-GENÇ'e yard›m etti¤i için Y›lmaz Güney yedi y›l hapis cezas›na çarpt›r›ld›. Aralar›nda Elisabeth Taylor, Costa Gavras, Richard Burton, Melina Mercuri gibi sanatç›lar, Alman Film Yazarlar Birli¤i gibi dernek ve sendikalar›n da bulundu¤u büyük bir kamuoyu ise tutuklanmas›n› protesto etti. 1972 y›l›ndaki bu ikinci tutuklulu¤unda “Salpa, San›k ve Hücrem”i yazd›. “San›k” ta asl›nda kontgerillan›n bir eseri olan Kültür Saray› sabotaj› ve Marmara Gemisi'nin bat›r›lmas›n›n devrimcilere y›k›lma hikayesi ve bunun için yap›lan iflkenceli sorgular anlat›lmaktayd›. “Otuz alt› ad›md› koridorumuzun boyu. Kal›n demir parmakl›kl› on pencere Selimiye'nin bahçesine bakard›. Genifl, çiçekli, a¤açl›, bahçeye unutulmaz etkilerini, sars›nt›lar›n› saklad›¤›m bir de f›r›n vard› bahçede. S›k s›k kitap yakarlard› orada. Yasaklanm›fl kitaplard› bunlar. Alev alev külleri savurularak yanard›; bacas›ndan dumanlar, k›v›lc›mlar, alevler saçarak günlerce... cipler, römorklar dolusu kitap tafl›rd›. Görevli subaylar›n, astsubaylar›n eflli¤inde, sayfalar› tek tek y›rt›larak intikam al›rcas›na at›l›rd› f›r›nlara. Sessiz, içimizde birikenin ne oldu¤unu bilerek bakard›k pencerelerden dolard› içimiz. A¤›t›n davetçisi duygular g›rtla¤›m›za dü¤ümlenirdi bazen.” 157


'74'le birlikte yeniden özgürlü¤üne kavuflan Y›lmaz Güney sinemam›z›n parlak filmlerinden biri olan “Arkadafl” filmini çekmeye bafllad›. Sonra da Adana'da pamuk ›rgatlar›n›n sorunlar› anlatan “Endifle” için kameralar›n› çal›flt›rd›. Ama Adana Yumurtal›k Savc›s› Sefa Mutlu'yu öldürmekle suçlanarak bir kez daha tutukland›. Düzenin adaleti bundan yola ç›karak onu iyice ezme ve halktan uzaklaflt›rma amac› güdüyordu. 25 Haziran 1976'da Ankara Birinci A¤›r Ceza Mahkemesi'nde savunmas›n› yapan Y›lmaz Güney ise onlara flöyle yan›t veriyordu: “Biz, kitlelerin devrimci mücadelesine inan›r ve dayan›r›z. Bizi bir sokak intikamc›s› gibi göstererek kitleleri aldatmak isteyen kifliler yak›nlar›m›zda pusudad›r. Onlardan sak›n›r›z. Önümüzde hukuki ve insani de¤erleri çi¤neyen Ali Elverdi gibi bir örnek var. Ali Elverdi üç devrimcinin idam›nda onlarca devrimcinin en a¤›r cezaya çarpt›r›lmas›nda bir mafla olman›n mükafat›n› AP saflar›nda milletvekili olmakla görmüfltür. Bizim için o mükafat; halk›na ihanet etmenin, halk çocuklar›n›n kan›na elini bulaman›n, sömürücülere uflakl›k etmenin karfl›l›¤›d›r. fierefsizlik belgesi olarak devrimcilik tarihimize lanetlenmifl bir leke olarak yaz›lm›flt›r.(...)” Y›lmaz Güney'in Ankara Merkez Kapal›’da devam eden tutsakl›¤› yeni üretimlerin kayna¤› oldu. “Sabo, Pencere Cam› ve ‹ki Ekmek ‹stiyoruz” roman›nda hapishanede çocuklar›n bafllatt›¤› bir isyan› anlat›r Y›lmaz Güney; tutsakl›¤› ülkemizin de¤iflik hapishanelerinde isyan ve direnifllerle sürerken, devrimci bir sanatç›n›n her koflulda yarat›c› ve üretici olmas› gerekti¤ini bilinciyle “Sürü” filminin de senaryosunu yazd›. “Uzun ve zorlu” bir çal›flmadan sonra film vizyona girdi. ‹stanbul'da Sürü'nün oynad›¤› sinema bir gün sonra faflistler taraf›ndan bombaland›. Ama devrimcilerin öncülü¤ünde halk bu filmi gecekondulara tafl›d› ve yüzlerce binlerce kifli bu filmi izledi. Bu da devrimcilerin yaratc›l›¤› ve Y›lmaz Güney'in sahiplenilmesine güzel bir örnekti. Tüm bu filmler ülkemiz sinema hayat›na esteti¤i ve içeri¤iyle bomba gibi düflerken Y›lmaz Güney art›k sanat›n›n doruklar›nda gezmekteydi. Arkadafl filmine kadar ald›¤› ödüller bu baflar›s›n›n kan›tlar›yd›. 1967 y›l›nda Antalya Film Festivali'nde en baflar›l› erkek oyuncu ödülünü almas›yla baflla158


yan bu süreç, ülke içinde Alt›n Koza ve Antalya Film Festivalleri'nde üç en iyi oyuncu, befl en iyi film, iki en iyi senaryo ve bir kere de en iyi yönetmen ödülleriyle perçinlendi. Umut'la yurtiçinde üç büyük ödülü toplayan Y›lmaz Güney, Gronoble Film Festivali'nde de Jüri Özel Ödülü'nü ald›. Baflar›s›n›n görkemi ise Fransa'da Alt›n Palmiye ile ödüllendirilen “Yol” filmi olacakt›. Güney, üç kere girip ç›kt›¤› hapishane yaflam›nda üretici ve yarat›c› olmas›n› bilmifltir. ‹lk iki tutsakl›¤›n› üretimleri bir yana, ‹mral›'da Yol filminin yarat›m süreci Y›lmaz Güney'in dört duvar aras›nda bile ne kadar yarat›c› oldu¤unu kan›tlar. Y›lmaz Güney ‹mral› Yar› Aç›k Hapishanesi'ndedir ve neler yapabilece¤ine iliflkin düflünmektedir. Kendi kendine “Uza¤a bakma, yak›n›na bak. Bu kez de yak›n›ndan yola ç›karak bir film yap” der ve birlikte kald›¤› mahkumlar› gözlemeye bafllar. Onlar›n yaflad›¤› her fleyi ac›lar›, ayr›l›klar›, çeliflkileri, hasreti...bir bir inceler. Sonra da karar›n› verir: “‹flte filmimin kahramanlar›.. Gerçek, canl› ve etkili ve üstelik bana yak›n.” Y›lmaz Güney hapishanede yüzlerce kifliyle konuflur. Notlar al›r, teybe kay›tlar yapar. Mahkumlar aras›nda bir ekip kurarak senaryo için malzeme toplar ve o muhteflem “Yol” Filmi böyle yarat›l›r. Yol, ‹mral›'n›n duvarlar›ndan ç›k›l›p daha büyük bir co¤rafyadaki bir hapishaneyi anlat›r, ‹zne ç›kan Süleyman'›n, Mevlüt'ün, Ömer'in... yolculu¤u nezdinde Anadolu'nun s›n›fsal, sosyal ve kültürel haritas› çizilir. Kifliler ‹mral›'daki gerçek kiflilerdir, senaryoda onlar›n gerçek öykülerini anlat›r. Kimi kaçakç›d›r bu mahkumlar›n, kimi esrara, kad›na, kumara düflkün bir serseri; kiminin kar›s› evden kaçm›fl, kötü yola düflmüfl, yuvas› da¤›lm›flt›r kiminin... Her birinin zorluklar›, çeliflkileri, bunal›mlar›, hesaplaflmalar› içinde geçen filmin örgüsüne dönemin s›k›yönetim uygulamalar›, köy bask›n159


lar› ve soka¤a ç›kma yasaklar› da yedirilmifltir. Yol, Alt›n Palmiye'yle yetinmemifl, Uluslararas› Sinema Elefltirmenleri Ödülü'nü de alm›flt›r. 1982 y›l›nda ABD'de en çok izlenen yabanc› film olan Yol, Latin Amerika ülkelerinde, Yunanistan ve Japonya'da kapal› gifle oynam›flken, Anadolu'da ise ancak on yedi y›l sonra vizyona girecektir. Biçim, Kaçmakt›r! Y›lmaz Güney, “sinema genel olarak neyi konu almal›d›r.” sorusuna, “insan›” diyerek cevaplam›flt›r. Güney, insan› toplumsal yan›, derinli¤i ve devinimli¤iyle, gerçek kimli¤iyle ele alm›flt›. Onun kameras›na tak›lanlar kendi topraklar›n›n insan›yd›. Y›lmaz Güney, görsel bir sanat olan sinemada biçime tak›l›p kalmam›fl ve biçimcili¤i öne ç›karanlar› “kaçmak”la elefltirmiflti. Belirleyici olan›n öz ve biçimin uyumlu iliflkisi oldu¤u düflüncesinden hareket etmifltir. fiu sözünde ve filmlerinde bu düflüncenin ürünlerini görebiliriz. “Öyle küçük, öyle ola¤an bir hikaye anlat›rs›n ki, insana bir fleyler söyler.” Bu sözün ard›nda küçük bir hikayenin bile usta ellerde görkemli bir dile ulaflaca¤›n›n anlat›m› vard›r; ama bu biçimi de yaratan hikayenin sa¤laml›¤›, hayat›n içinde karfl›l›¤›n› bulmas›d›r. Y›lmaz Güney, biçimlcieri kaçmakla elefltirirken biçimi reddetmemifl ve Türkiye sinemas›na, dili aç›s›ndan en özgün filmleri arma¤an etmifltir. “Asl›nda sanatç› halk›n içindeki kiflidir: Ahmet'tir, Mehmet'tir, Süleyman'd›r. Yani sanatç› kendi gerçe¤ini yans›tmal›d›r. Geçmifl yüzy›llarda Karacao¤lan, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre gibi bir çok halk ozan› halk›n içinde, halk›n gerçe¤iyle yaflam›flt›r.(...) Sinema sanatç›s› da Karaco¤lan, Yunus Emre gibi nesiller boyu yaflayabilmek için halk›n›, yani kendisini tan›mal›d›r” diyordu Y›lmaz Güney. Onu Y›lmaz Güney yapan, düflüncesini ve sanat›n› etkileyen ve temelini atan fley dünyaya gözünü açt›¤› Çukurova topraklar›nda gördü¤ü, duydu¤u, yaflad›¤› olaylard›. Y›lmaz Güney, ›rgatlar›n içinde, a¤an›n ›rgatlar üzerindeki sömürüsüne tan›k olarak, hatta bunu bizzat yaflayarak büyümüfltü. Bilincini belirleyen bu toplumsal konumu, ileride yönetmenli¤ini yapt›¤›, senaryosunu yazd›¤› ve 160


bizzat oynad›¤› filmlerine yans›yacak; romanlar›na ve öykülerine rengini verecekti. Özellikle do¤udan yaflanan büyük göçlerle bölünen kültürel ve sosyal yaflam› bu göçlerle dolan Çukurova’daki ›rgatlar›n, iflçilerin çile dolu günlerini, s›n›fsal ayr›l›klar›, sömürüyü; mapuslar›, mapuslardan duvarlara kaz›nan zulmü; vahfleti; insanca yaflayamayan; kültür de¤erleri, töresini gönlünce sürdüremeyen Anadolu insan›n› yak›ndan tan›mas› ve tüm bunlardan yola ç›karak onlar›n kurtuluflu u¤runa çaba sarf etmesi hayat›na ve sanat›na yön veren koflullar›n do¤mas›na neden olmufltu. Bu yüzdendir ki, ayd›n olma misyonuna lay›k olarak yüzünü halk›n yaflad›klar›na, tarihine ve kültürüne dönmüfl ve kurtuluflunun nas›l olaca¤›na kafa yormufl, kendisini buna adam›flt›. Özgürlü¤e Giden Yol Y›lmaz Güney 12 Eylül'lü günleri ‹mral›'da, la¤›m akan bir hücrede, iri farelerle dolu bir mahzende karfl›lad›. Isparta Yar› Aç›k Hapishanesi'ne götürülmesi ise özgürlü¤e aç›lan bir kap› oldu. “Ülkemden ayr›lmam› gerektiren as›l neden, hakk›mda düflüncelerimden ötürü aç›lan ve yüzy›l› aflan davalar de¤ildir. Böyle bir dönemde Türkiye için bir fleyler yapabilmek, ezilen halklar ve uluslar›n mücadelesine aktif olarak kat›lmak için Türkiye'den geçici olarak ayr›l›yorum.” Söyledi¤i gibi de yapt› Y›lmaz Güney. Cuntay› dünya kamuoyuna anlatmada duraksamad›. Siyasi faaliyetlerinin yan›nda bir yandan da Yol filmini tamamlad›. Yol, yüre¤inden kopup gelen uzun bir yolun en görkemlisi olmufl ve dünyan›n en büyük film festivallerinden birisi olan Cannes'de Alt›n Palmiye Ödülü'nü alarak, ülkemizi sinemas›n› tüm dünyaya tan›tm›flt›. Bu arada Soba, Pencere Cam› ve ‹ki Ekmek Istiyoruz'dan uyarlanan Duvar filmi de tamamlanmak üzereydi. Tüm rahats›zl›¤›na ra¤men 1984 Nisan'›nda cuntay› protesto etmek için Paris'ten Strasbourg'a dek sürecek olan yürüyüflün en bafl›nda yerini ald› Y›lmaz Güney ve yürüyüfl önemli bir kamuoyu yaratt›. 161


Onurlu yaflam› ise 13 Eylül 1984'te son dura¤a gelip dayanm›flt›. Ad›n› ülkemiz sinema tarihine alt›n harflerle yazd›ran Y›lmaz Güney, ard›nda say›s›z film, roman b›rakarak hayata veda etti. Onu komün savaflç›lar›n›n yatt›¤› Perre Lachaise mezarl›¤›na gömdüler. Çukurova ‹nsan› Y›lmaz Güney Etraf› afifllerle donat›lm›fl araba mahalle aras›nda dolafl›r ve megafondan ise “sak›n kaç›rmay›n” anonsu duyulurdu. Anons filmin oyuncular›ndan, konusundan, ve bafllama saatinden bahsederek sokaklar› dolaflmaya devam ederdi. Adana'n›n yoksul kondular›ndakiler bu anonsla birlikte evlerinden ç›kar, a¤›r a¤›r yazl›k sinemaya do¤ru yolal›rlard›. Ama anonsu yap›lan film Y›lmaz Güney'in olunca mahalledeki telafl bir baflka olur. Kad›nlar, k›zlar yemekleri acele piflirip bulafl›klar› bir an önce y›kar, erkekler ifllerini bir an önce yola koyar ve çocuklar da oyunlar›n› bir kenara b›rakarak en güzel elbiselerini giyer, gecekondulardan, naylon çad›rlardan, tarlalardan ve mahallelerden bir yürüyüfltür bafllard›. 70'li y›llarda, Adana'da Y›lmaz Güney'in filmleri iflte böyle karfl›lan›rd›. Yedisinden yetmifline, AP'lisinden, CHP'lisine, Türk'ünden, Kürd'üne, Arab'›na tüm Adana Y›lmaz Güney hayran›yd›. Karfl›l›ks›z de¤ildi bu sevgi: Boynu Bükük Öldüler'de “herkesin özledi¤i, düfllerini kurdu¤u bir flehir vard›r, ben Adana'y› severim, iflte orada, Adana'da sevdi¤im insanlar yaflar.” diye bu sevgisini belirtmiflti Y›lmaz Güney. Yaln›z sözleriyle de¤il, Çukurova'ya olan sevgisini eserlerinde de bulmak mümkündü. Çukuroval›lar o yan›k tenli, kavruk, esmer adamda kendilerinden çok fley bulurlard›. Kimine göre Y›lmaz Güney sokaktaki adam›n kendisi, kimisi için kenar mahallerin ezilen delikanl›s›, ya da pamuk tarlas›nda ›rgat, fabrikada bir iflçi, s›la özlemi duyan bir köylü, sevdal› bir yürek bir Arkadafl, bir Baba, Bir Umut'tu. Kad›n›, erke¤i, çoluk ço¤uyla yazl›k sinemaya koflanlar kendilerini misafir hissetmezlerdi. Filmin gerçek kahramanlar› kendileriydi çünkü. Kimler vard› bu senaryolar›n, romanlar›n içinde? Halk onlar› nas›l kendi Ac›'s›, A¤›t'›, Umut'u bellemiflti? 162


Y›lmaz Güney'i anlayabilmek için eserlerinin gerçek kahramanlar›na e¤ilmek gerekir. “Hayat›n kendisi olsun istedim” dedi¤i Umut'un yoksul arabac›s› Cabbar, Kürt köyünden Çukurova'ya göçmüfl yoksul bir arabac›d›r. Günde yedi sekiz lira kazan›r ve ald›¤› paralar› kar›s›na verir. Ama gün geçtikçe borçlar› kabar›r. Umut, piyangodad›r, a¤adad›r; belki yeni bir araba alabilmede yaflar bu umut, olmazsa define de somutlan›r. Umut peflinde koflan ve bu u¤urda çeflitli yönelimlere girdirilen Anadolu insan›n›n kendisiydi Cabbar. Dervifl ise, her y›l›n sonbahar›nda s›la özlemiyle yan›p tutuflan ›l›k bir s›z›y›, hüznü duyan bir gurbetçiydi. Ve kufllar›n ötüflü, s›laya götürürdü onu; içine ifllerdi o ötüfller, el kap›s› dokunurdu Dervifl'e. H›d›r da sevdi¤i k›z› kaç›rmaktan baflka çaresi olmayan bir garip Kerem'di. K›z› al›p kaç›rmak kolayd›; ama ne onu götürebilecek bir yeri vard› ne de bir döflek alabilecek paras›. Tek bir yol kalmaktayd› H›d›r'a: K›z› al›p da¤lara kaçmak ve öleceklerse de da¤larda ölmek.. Remzi ise yoksul bir ailenin erken büyüyen bir çocu¤uydu. Çevresindekilere bak›p, herkesin ayn› giyinip ayn› yemedi¤ini, ayn› yaflamad›¤›m görür: “Ana biz niye böyle fakiriz. Hiç bir fleyimiz yok” diye sorard›. Rebifl ise “Allah böyle yaratm›fl” diye cevaplard› yavrusunu. Oysa o da bilirdi allah›n bu ifllerle ilgisi olmad›¤›n›, yüre¤i yoksullukla yanan bir anayd› Rebifl de. Emine kendisi gibi bir ›rgat olan Halil'e tutkundu. Ama a¤an›n o¤lu Selim kirletir Emine'yi. Daha önce de Omar'›n kar›s›na ayn› fleyi yapm›flt›r. Omar, içinde y›llard›r biriken öfkenin seliyle ümü¤üne yap›fl›r Selim'in; s›kar, s›kar, s›kar... cans›z yere b›rak›r Selim'i. Ama A¤alar bunu Omar'›n yan›na komazlar. Evini yakarlar, Omar'›n evini, içinde kar›s›yla kendisini de yakarlar. Çukurova ›rgat›n›n gerçek yaflam öyküsü dökülür gözler önüne. Yaln›z büyükler de¤il, “Boynu Bükük Öldüler”deki Remzi gibi çocuklar da o yazl›k sinemalar› izlerken kendi yaflam öykülerinin beyaz perdeye yans›d›¤›n› görür, onlar da kendilerini misafir hissetmezlerdi. Yine Umut'a dö163


nelim: Cabbar'›n k›z› ‹ngilizce s›nav›na girecektir. K›z bir yandan s›nav› bir yandan da yoksullu¤unu düflünmekte, ama sorulara do¤ru yan›tlar verememektedir. Bunun üzerine ö¤retmenlerinden biri k›z›n aya¤›ndaki y›rt›k ayakkab›lara bakarak “baban ne ifl yap›yor” diye sorunca “arabac›” der ve h›çk›r›klarla a¤lamaya bafllar. Ankara'n›n Çinçin Ba¤lar›'ndaki Mustafalar›, Yayarlar› ve Merkez Kapal›'n›n 4. Ko¤uflunun çocuklar›n› da unutmamak gerekir. Onlar da daha küçücük yafllar›na ra¤men hayat›n sillesini yemifl, fele¤in çemberinden geçmifl çocuklard›r. ‹ster Adana'n›n yoksul kondular›ndan, naylon çad›rlar›ndan, tarlalar›ndan; isterse Anadolu'nun her hangi bir yöresinden Y›lmaz Güney filmi oynayacak diye yola düflünler beyaz perdeye yans›yan filmleri izlerken hiç yabanc›l›k çekmezlerdi. Beyaz badanal› büyük duvara yans›yan fley bir kaç saat evvel tarlalara, fabrikalalarda, sokakta yaflad›klar›yd›. Yazl›k sineman›n duvar› sanki bir aynayd›. Sineman›n tahta s›ralar›nda oturanlar›n yüreklerindeki özlemi, ellerindeki nas›r›, gözlerindeki s›rr› yans›t›veren bir ayna.. Güney'in böylesine sevilmesinin kendilerinden ›rak tutulmamas›n›n nedeni de bu olsa gerekti. Y›lmaz Güney'in Ard›ndan Y›lmaz Güney’i y›llarca hapiste tutarak en verimli y›llar›nda kameras›n› elinden alanlar, Y›lmaz Güney'in ölümünden birkaç y›l sonra onu ehlilefltirme kampanyalar› da bafllatt›lar. Nokta ve ‹kibine Do¤ru dergilerinde “‹nsan ve sanatç› Y›lmaz Güney” öne ç›kar›larak kampanyalar›n ilk ad›mlar› at›lm›fl oldu. Bu ve benzeri dergilerde 80'li y›llar›n sonlar›na yaklafl›ld›¤›nda Y›lmaz Güney'in eserlerine konulan yasa¤›n kald›r›lmas› ça¤r›lar› yap›ld›. Düzenin solu SHP'de “Y›lmaz Güney'e Özgürlük” ça¤r›lar› yapt›. Y›lmaz Güney'in filmlerine konulan yasa¤›n kald›r›lmas› elbette do¤ru bir talepti, ama bu yasa¤›n kald›r›lmas›n› isteyenlerin pratiklerine bakt›¤›m›zda, as›l yasakç› ve sansürcülerin kendileri oldu¤u görülmekteydi. Çünkü 164


onlar Y›lmaz Güneyi sanatç› ve insan yönleriyle sahiplenirken, siyasi tav›rlar›n›, düflüncelerini es geçiyor, ad›n› bile anm›yorlard›. Onlar›n istedikleri fley düzene yamanm›fl bir Y›lmaz Güney'di. Oysa onun sanat›n› belirleyen fley hayata bak›fl aç›s›ndan ayr› de¤ildi. Bu tip çevrelerin ne dedi¤ine de¤il de kimli¤ine ve amaçlar›na bir göz att›¤›m›zda yapt›klar›n›n bilinçli bir çaba oldu¤u görülüyordu. Çünkü ayn› fley bir dönem Naz›m Hikmet için, geçti¤imiz aylarda da Deniz Gezmifl'ler için yap›lm›fl; senaryo ayn› ellerce kaleme al›nm›flt›. Y›lmaz Güney için sürdürülen kampanyada ad›na kitaplar bile ç›kar›ld›. Y›lmaz Güney Kitab› ad›n› verdi¤i incelemesinde Atilla Dorsay, demin bahsetti¤imiz çevreler gibi laf› eveleyip gevelemeden do¤rudan do¤ruya flu görüflleri savunmaktad›r: “Y›lmaz Güney afl›r›l›klar›n insan›yd›. Ödün vermek, anlaflmaya gitmek, konsensuslar aramak onun ifli de¤ildi. Yönetimle olan sorunlar›nda da hep böyle davrand›. (....) Üstelik art›k hiçbir düflünceye s›rt veremeyecek, hiç bir eylemi savunamayacak olan bu büyük sanatç›n›n, bu 'Güzel Kral'›n, bu büyük dostun, art›k geçmiflin mal› olan siyasi eylemleri ve sözleriyle de¤il, as›l kal›c›, ölümsüz olan sanat yap›tlar›yla, filmleri, romanlar›, hikayeleriyle an›lmas›n› diliyoruz. O zaman da geriye eylemci, siyasal sözcü, davalara adanm›fl Y›lmaz Güney de¤il, ülkesinin sinemas›n› dünyaya tan›tm›fl bir büyük sanatç› kalacak ve ülkesi ona ancak sayg› ve minnet duygular› besleyecek.” Son aylarda ise bu kampanya Yol filmiyle iyice depreflti. “‹leti”ler göndererek kendini düzene yamamaya çal›flan eski “Yol” arkadafllar› “Yol filmi''nin yeniden düzenlenmesi için yap›lan kimi etkinliklerde bol bol Y›lmaz Güney övgüsü yapt›lar. Hemen hemen bir ço¤u onun siyasi düflüncelerine de¤inmekten kaç›nd›. Yol filmini revize ederek “sak›ncal›” yanlar›n› törpüleyenler onu hiç anlamam›fllard›r. Çünkü Y›lmaz Güney çok yönlü bask›lar alt›nda dahi do¤ru bildi¤ini eserlerinde söylemekten sak›nmam›fl, Atilla Dorsay'›n dedi¤i gibi “konsensus” aramam›flt›r. 165


12 Eylül'ün faflist generalleri Y›lmaz Güney'in 130 filminin 104'ünü yakarak o efsaneyi bitirmeye çal›flm›flt›. 12 Eylül generallerini anlamak mümkündür. Ama filmlerini revize etme ad›na sansürleyenleri anlamak zorlaflmaktad›r. Y›lmaz Güney; siyasi düflünceleri, halk için sanat anlay›fl› ve tüm bunlar›n yön verdi¤i filmleriyle, sansürlenen sahneleriyle Y›lmaz Güney'dir. Ad› Soyad›, geçmifli ne olursa olsun Y›lmaz Güney'in mirasç›s› olarak ortaya ç›kanlar, kafalar›n› elleri aras›na al›p iyice bir düflünmeli; iflkencelere, hapislere, cuntan›n bask›lar›na ra¤men sanat›ndan, düflüncelerinden ödün vermeyen Y›lmaz Güney'in miras›na lay›k›yla sahip ç›kmaya çal›flmal›d›rlar. Y›lmaz Güney'i sahiplenmek ad›na eserlerini sansürleyenler sanatç› ve savaflç› Y›lmaz Güney'i anlamaya çal›flmal›; onu örnek alarak yeni Umut'lar, Arkadafl'lar, Yol'lar yaratmak için kafa yormal›d›rlar. Aksi takdirde biten fley Y›lmaz Güney de¤il, kendileri olacakt›r. Çünkü Y›lmaz Güney'in gerçek mirasç›lar› geçici “yol” arkadafllar› de¤il; Umut'unu yitirmeyen Cabbar'lar, Emine'ye tutkun Halil, S›la hasretiyle yanan Dervifl'ler; Çinçin ba¤lar›n›n yoksul çocuklar›, Merkez Kapal›'n›n 4. Ko¤uflunda yatan çocuk mahkumlar... d›r. Azem, onlar›n yüreklerinde taze, duru bir umuttur hala. Y›lmaz Güney onlar›n Baba's›, Arkadafl'›, Yol'dafl›d›r bugün de. Y›lmaz Güney'in miras›n› bugüne onlar getirdi, yar›na da onlar tafl›yacakt›r.!

166


A.KAD‹R Tav›r Mart 2000

“En önce babam iflitmifl sesimi, 1917 y›l› Temmuz'unun güneflli bir sabah›nda. Sonra odaya birer ikifler dolmufl mahallemizdeki komflular. Sonra bir yats› zaman› ad›m› ‘Kadir’ koymufllar.” Böyle bafllam›fl A.Kadir'in devrimci bir flair, ayd›n, çevirmen ve bas›n emekçisi olarak sürecek yaflam›. ‹stanbul do¤umlu. As›l ad› Abdülkadir Meriçboyu. 1908, II. Meflrutiyeti'nden sonra Manast›r'dan, ‹stanbul'a gelen Makedonyal› bir ailenin çocu¤u. “Babam Harbiye Nezaretinde katip subay, hem zorba, hem alkolik. Anamsa halis köylü kad›n›, melek gibi, iyi yürekli” diye anlat›yor ailesini. Befl yafl›nda mahalle mektebine gider. Çok sert, nemrut bir din adam›n›n bol falakal›, cezal› e¤itiminden geçer. “Sonralar› bende baflveren bask› ve zorbal›¤a karfl› öfkenin tohumlar› o y›llarda at›lm›fl olabilir” der. Sekiz yafl›ndayken babas› ölür. Anas› ve üç kardefliyle babas›ndan ba¤lanan az bir maaflla yoksul kal›rlar. Daha o yafl›nda bir emekçi olarak yaflam› s›rtlar; sepet örer, kahveci ç›rakl›¤› yapar, kurabiye 167


satar. Böylece defter, kitap paras›n› kazanarak güç bela ilk ve ortaokulu bitirir. Gönlünde yatan aslan, fabrika köflelerinde sürünmemek, doktor, mühendis ya da hakim olmakt›r. Fakat ailesini geçindirme mecburiyeti yüzünden ve biraz da a¤abeyinin zoruyla, istemeye istemeye de olsa Kuleli Askeri Lisesi'ne girer. A¤abeyi de askeri okul okumufltur. Kendisi de okulunda baflar›l› bir ö¤renci olur. Fakat bir merak› vard›r: “Önümde kitaplar vard›. Dizi dizi, boy boy kitaplar. E¤ildim sevgiyle, muhabbetle yüre¤ine onlar›n. Durdum merhametsizce, k›m›ldamadan. Ve birden bire, bir akflamüstü, bir dünyaya giriverdim, rahat, s›cac›k ve kocaman.” Jules Verneler'den Tolstoy'a, Hugo'dan Gorki'ye uzanan, fliirli romanl› kitaplar›yla bilincini biler. Lisenin ikinci s›n›f›ndayken annesini yitirince, ilk fliirini yazar. “Anam›n masallar›yla büyümüfltüm, onun yan›k Rumeli türküleriyle, a¤›tlar›yla”. Anas›n›n sesini devral›r. Art›k o anlatacakt›r halk›n hüzünlerini, ac›lar›n›. Anas›n›n a¤›tlar›ndan, türkülerinden beslenir. Lisenin son s›n›f›ndayken Naz›m Hikmet'in fliir kitaplar›yla karfl›lafl›r. Bu fliirler daha önce okudu¤u bireyci flairlerin etkilerini siler süpürür. “Rahat, s›cac›k ve kocaman bir dünya”y› Naz›m'›n fliirlerinde bulmufltur A. Kadir. Art›k, Naz›m'›n etkisinde yazacakt›r. Bu döneminde yazd›¤› defterler dolusu fliiri, Harp Okulu'nda okurken saklamas› için verdi¤i bir arkadafl›n›n yakmas› yüzünden yitirir. 1936 y›l›nda liseyi bitirir. Ve Ankara Harp Okulu'na gider. Edebiyat ve felsefe okumaya h›z verir. Edebiyata merakl› arkadafllar edinir. Gizli gizli okuduklar› eserlerin bafl›nda Naz›m'›n fliirleri gelir. Bu y›llar, Avrupa'da faflizmin azd›¤› y›llard›r. Hitler'in halk düflman› görüfllerinden feyz alanlar yaln›zca SS subaylar› de¤ildir. Bizim ülkemizde de ›rkç› faflistler boy verir. Kendine güvensiz Kemalist iktidar Alman faflizmine göz k›rpmaktad›r, böyle olunca bu ›rkç› faflist güruhlar da iyice azar. Harp okulundaki bu gruplardan biri daha sonra 1938 Harp Okulu Olay› olarak bilinen trajikomik davaya kaynakl›k eder. Irkç› faflistlerin ihbar›yla A. Kadir ve 30 kadar arkadafl› 1938 Ocak'›nda tutuklan›r. “Okul allak bullak oldu. Bugün yar›n dara¤açlar› kurulacakm›fl gibi bir hava esti ortal›kta. Naz›m Hikmet de en ufak bir suçu olmad›¤› halde iflin içine kar›flt›r›ld›. Sorgulamalar iki aydan fazla sürdü. Daha sonra askeri mahkemeye verildik. Naz›m, as168


ker kiflileri isyana teflvikten, bizse askeri isyandan yarg›land›k. Mahkeme k›sa sürdü. Cezalar yukar›dan buyrulmufltu. Naz›m 15 y›l a¤›r hapse mahkum oldu, biz befl arkadafl alt› y›lla yedi buçuk y›l aras›nda a¤›r hapis cezalar›na çarpt›r›ld›k. Yarg›tay Naz›m'›n cezas›n› onaylad›, benim cezam› on ay hapse indirdi”. A. Kadir bu olay› 1966 y›l›nda yay›nlad›¤› “1938 Harp Okulu Olay› ve Naz›m Hikmet” adl› kitab›nda tüm ayr›nt›lar›yla yazar. Art›k yaklafl›k bir y›l sürecek hapislik günleri bafllar. “Bizim hiçbir hürriyetimiz yok/ hiçbir hürriyetimiz / ne çal›flmak, ne konuflmak ne seviflmek. / Sen orda ba¤r›na bas dur en büyük çileyi / ben burda en büyük çileyi dolduray›m / ekme¤e muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç. / Sen orda dal›ndan kopar›lm›fl bir zerdali gibi dur / ben burda zerdalisiz bir dal gibi duray›m.” Mahkemede bafllayan Naz›m Hikmet’le dostluk, Ankara Askeri Cezavi'nde pekiflir. Naz›m onu sever: “A. Kadir'i pek severim. Yüre¤imin bafl›nda oturan insanlardan biridir. Onun yüre¤i, halis bir flair yüre¤idir” diye yazacakt›r sonradan. A. Kadir ise gençlik günlerinin yol göstericisini bulmufltur: Naz›m. “Onun her hareketini flaflarak izledim. Yaflama olan ba¤l›l›¤›, halk›na düflkünlü¤ü, nerede yumuflak, nerede sert olmak gerekir bilmesi, direnmesi, bütün bunlar bende derin izler b›rakt›”. Sonradan ustas› için flu dizeleri yazacakt›r: Sende ölüm bile ayd›nl›k, onu da yendin sonunda. ... A¤lar aç bir çocuk, bir fabrika kap›s›nda. fiimdi Naz›m uyanacak! Hapisten ç›k›nca Harp Okulu ile ilifli¤i kesilir ve bir süre sonra askere al›n›r. Er olarak iki buçuk y›l yapt›¤› askerli¤i boyunca ilden ile, alaydan alaya sürülür. “Asker oca¤›n›n çok yarar› oldu bana. Memleketimi ve memleketimin insanlar›n› asker oca¤›nda daha iyi tan›d›m. Arkadafll›k yapt›m 169


onlarla, dert orta¤› oldum. Onlar›n düflünceleriyle, duygular›yla, türküleriyle sarmafl dolafl oldum”. Asker oca¤›nda da fliirler yazar ve arkadafllar›n› flu dizelerle selamlar: Bir akflam buluflursak e¤er herhangi bir yol a¤z›nda, namusum hakk› için öpece¤im toprak kokan ellerinizden! Yaflad›¤› her günle birlikte halk›na olan sevgisi derinleflir, bürür. Bir yandan da dünyay› II. Paylafl›m Savafl›'na sürükleyen emperyalist ve faflist devletlere kini büyür. Anas›n›n hala kula¤›nda ç›nlayan a¤›tlar›n›n da etkisiyle haks›z savafllara nefret doludur. Savafl üzerine fliirler yazar. Askerdeyken, ‹stanbul'da yay›nlanan Ses ve Yeni Edebiyat isimli anti-faflist dergilere fliirler göndermeye ve A. Kadir imzas›yla yay›nlatmaya bafllar. Fakat dergilerin ömrü k›sa sürer, s›k›yönetim kapat›r. Terhis olunca memleketi ‹stanbul'a döner. Bir yandan Hukuk Fakültesi'ne devam ederken bir yandan geceler boyu gazetelerde düzeltmenlik yapar. Bir yandan da dünyan›n ac›lar›n› kendi ac›lar› gibi hissetmeye devam eder. Avrupa'da bir kan ve savafl f›rt›nas› eserken ‹stanbul'da da insanlar açl›ktan k›r›lmaktad›r. Bir yandan kan›n, açl›¤›n, ölümün hüküm sürdü¤ü dünyada bir yandan da ç›kara küçük burjuvalar›n kültür yaflam› üzerindeki hakimiyeti sürmektedir. Ç›kan dergiler ya faflistlerin ya da onlar›n elindedir. Bu karanl›k içinde Naz›m'›n Bursa Hapishanesinde yaz›p d›flar› ç›kartt›¤› fliirler gücüne güç katar. “Kab›ma s›¤am›yordum. Ç›karlar›n› zorda, gericilikte, haks›zl›kta, toplumun felaketinde gören güçlere karfl› ç›kmal›yd›. Bir sanatç› var gücüyle, kendi halk›n›n, tüm dünya halklar›n›n yan›nda olmal›yd›, onlar›n duygular›n› dile getirmeliydi, faflizme ve emperyalizme karfl› savaflmal›yd›. Çünkü faflizm ve emperyalizm bütün dünya halklar›n›n, dünya emekçilerinin gözü dönmüfl, kanl› b›çakl› düflman›yd›. Ço¤unlukla bu yoldayd› benim fliir çal›flmalar›m, ama yay›mlayacak yer bulam›yordum”. Sonunda bir ›fl›k görünür ve ayl›k Yürüyüfl Dergisi'nin yönetimini üstlenir. Sait Faik, Orhan Kemal, Kemal Bilbaflar, Niyazi Ak›nc›o¤lu, Cahit Irgat Çalo¤lu, R›fat Ilgaz, Sabri Soran, Ömer Faruk Toprak gibi flair ve öykücülerle birlikte Yürüyüfl Dergisi ilerler. Dergide Naz›m'›n fliirleri de takma adla yay›mlanmaktad›r. Dergi faflizmin çanak yalay›c›lar›n›n da kinini üstüne çekmektedir. Bunlar›n baflta geleni Reha O¤uz, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhan, Peya170


mi Safa gibi isimlerin ç›kard›¤› “Ç›naralt›” dergisidir. Naz›m ve A. Kadir'in Yürüyüfl'ün ayn› say›s›nda ç›kan iki anti-faflist fliirinden sonra faflizmin çanak yalay›c›lar› ihbarc›l›¤› had safhaya vard›r›r. Orhan Seyfi Orhon, bu derginin Ocak 1943'teki say›s›nda “Allah Cümlemize Rahatl›k Versin” bafll›kl› yaz›s›yla flairleri jurnaller. Ayn› günlerde A. Kadir de “Tebli¤i” isimli kitab›n›n bask›s› için matbaadad›r. Orhan Seyfi Orhon ihbar yaz›s›nda gerçekleri de ifade etmek zorunda kalm›flt›r: “Son ç›kan ayl›k solcu bir mecmua, hem de tan›nm›fl milliyetçi muharrirlerin (yazarlar›n bn) bile seve seve bahsetti¤i bir mecmua, bu say›s›n› da bir s›n›f›n açl›k ve ›zd›rab›n› hayk›ran fliirlerle doldurmufl”. Gerçekten de A. Kadir, dizelerinde bir s›n›f›n, ezilen iflçi s›n›f›n›n ve emekçilerin açl›k ve ›zd›raplar›n› hayk›rmakta, uçsuz bucaks›z bir dünya düfllemektedir. “Benim uçsuz bucaks›z dünyamda daima tok ve nefleliydi insanlar. Rüzgarda daima gülerdi genifl bu¤day tarlalar›. ‹flçiler sadece kendileri için kumafl dokurdu renk renk. Ve hürriyet, korkusuz dolafl›rd› sokaklar› köy türküsü söyleyerek.” Faflistler ç›rp›nadursun, A. Kadir'in bu ideallerini anlatt›¤› küçük bir fliir kitab›; Tebli¤ ve ayl›k Yürüyüfl Dergisi yoluna devam eder. Kitap vitrinlerde çok az kal›r fakat genifl yank›lar uyand›r›r, övgüler yergiler birbirini kovalar. “‹lerici çevreler kitab› övdüler, faflist jurnalcilerse veryans›n ettiler”. ‹stanbul'da devam eden s›k›yönetim hem kitab› toplat›r hem de Yürüyüfl Dergisi'ni kapat›r. Çok geçmeden tutuklan›r. Emniyet Müdürlü¤ü'nde 17 gün hücrede kal›r. Bunun dört gün dört gecesini ayakta, uykusuz, aç, susuz, sigaras›z olarak iflkencede geçirir. Sorduklar› ilk soru, resmi bir davet için gitti¤i Sovyet Konsoloslu¤u üzerinedir. Apaç›k gidilen bir davet üzerine sorulan sorular flairi flafl›rt›r. Sonra da ikinci soru gelir: “‹kinci soruyu, emniyet müdür muavini sordu makam›nda: 'Bu kitap ne be?' Bizim zavall› tebli¤i tutmufl elinde, mendil gibi sall›yordu. 'Bu kitap ne?' 'fiiir kitab›' dedim. Önündeki kahve fincan›n› gösterdi, hiç unutmam, bende ayakta duracak hal yok, iki gün iki gece uyumam›fl›m, hep ayakta b›rakm›fllar, hiç oturmam›fl›m, a¤z›ma bir lokma birfley koymam›fl›m, bo¤az›ma bir damla su girmemifl, tek bir sigara bile içmemiflim. Hepsi yasak. 'fiu fincana dair fliir yazsan... Nedir o açl›k sefalet?..'” Asl›nda eli sopal› iflkencecilerle, 171


boynu kravatl› efendilerin istedi¤i ayn› fleydir: “Açl›k, sefalet üzerine yazma, fincan üzerine yaz”. A. Kadir mahkemeye bile verilmeden serbest b›rak›ld›ktan sonra sürgüne gönderilir. Dört buçuk y›l› s›k›yönetim bölgesi d›fl›nda sürgünde geçer. Üç ay Mu¤la'da kal›r, ifl arar, bulamaz. Oradan Bal›kesir'e geçer, alt› ay kal›r, ifl arar bulamaz. Konya'ya gider, iflsiz kal›r. Adana'ya gider, Bursa Hapishanesi'nde Naz›m'la yatt›ktan sonra yeni tahliye olmufl Orhan Kemal'le tan›fl›r, arkadafll›k eder. Bu dostluk fincanc› kat›rlar›n› ürkütmeye devam etti¤i için Adana Emniyeti ‹çiflleri Bakanl›¤›'na baflvurarak A. Kadir'i Adana d›fl›nda bir yere, K›rflehir'e göndertir. Yani sürgün içinde sürgün edilmeye devam eder flair. 1947 y›l›nda s›k›yönetim kald›r›l›ncaya kadar sürgünlü¤ü devam eder; direnci de. 1943'te sürgün yeri Bal›kesir'de yazd›¤› dizeler anlat›r bu direnci: “En büyük kudretimi kimse bilmez benim. Burda ben, bir tak›m›na göre korkunç, bir tak›m›na göre ufak tefek adam. Halbuki ne bir dosta s›rt›m› döndüm, ne bir pazar yerinde sat›ld› kafam, ne de düflman›ma kollar›m› uzatm›fl›m. Ben, dünyan›n dertlerine sar›l›p, kendi derdini bile dökmekten aciz kalarak yollar›n üzerine yatm›fl›m. Dünyada benim tek özledi¤im fley, dünyan›n güzel olmas›n› görmek. Ne benim hürriyetimi çalacaklar, ne senin kuvvetini. Ve ne de hammaddesi bol, kad›n› ucuzdur diye, ve paras›z almak için öküzlerin etini, topra¤›m›za ordular salacaklar. “ ‹stanbul'a dönünce ekme¤ini tafltan ç›karmaya devam eder. Önce bir bisküvi fabrikas›nda, sonra gazete ve yay›nevlerinde düzeltmen olarak çal›fl›r. S›k›yönetim kalkm›flt›r; ama polis bask›s› sürmektedir, çal›flt›¤› yerlerde patronlara bask› yap›lmaktad›r. Birkaç fliiri bir dergide bas›l›r; fakat polis dergi idare hanesini rahats›z edince patron korkar ve aflk fliirlerini bile yay›nlamaz olur. Ama A. Kadir “Ne olursa olsun kavgay› yürütmek gerek.” diyerek uzun vadeli çal›flmalara soyunur. Dünyan›n ve halk›m›z›n de¤erlerini bugüne kazand›rmak için Abdülbaki Gölp›narl›, Azra Erhat gibi isimlerle birlikte çeviri çal›flmalar›na h›z verir. “Bugünün Diliyle Mevlana”, “‹lyada” (Homeros), “Bugünün Diliyle Tevfik Fikret”, “Odysseia”, “Bugünün Diliyle Hayyam” gibi kitaplar bu çal›flmalar›n ürünüdür. Bu kitaplar bu büyük de172


¤erleri halk›n konufltu¤u dile kazand›rmas›, güzellikleri hepimize mal etmesi yönüyle çok önemli çal›flmalard›r. A. Kadir'in çeviri çabalar› ömrünün sonuna kadar bitmeyecek, “Ömrümün sonuna dek sürecek bir çal›flma” dedi¤i Dünya Halk ve Demokrasi fiiirleri dizisi ile sürecektir. Filistin fiiiri, Portekiz Sömürgeleri fiiiri; Frans›z, ‹spanyol ve Portekiz fiiiri; Bulgar, Rumen, Yugoslav, Arnavut fiiiri; Bertolt Brecht fliirleri hep bu çal›flmalar›n ürünüdür. Brecht'in üçüncü kitab›n›n haz›rl›klar›12 Eylül faflist cuntas›yla yar›m kal›r. A. Kadir halk› için yazmaya devam eder. Savafl, yoksulluk, sürgün, hapislik ac›lar›n› yaflayan insan›n yaflam›n›, duygular›n›, iyiye, do¤ruya, eflitli¤e, devrime olan özlemini yal›nl›¤› ve gerçekli¤i içinde veren; konuflma diline, türkülerden esinlenifline ve içtenli¤e dayanan fliirleriyle devrimci fliirin köfle tafllar›ndan olur. Sokak komflusu delikanl› Salih'i, kendisini sömüren ustas›n›n bo¤az›na b›ça¤› basmay› düflünen Gelibolu'lu Ahmet'i yazar. Zorla savafla götürülmüfl, s›rt›na çanta verilip bir çürük patates torbas› için arkadafl› taraf›ndan vurulmufl askerleri yazar. Hakl› savafla girenleri de yazar. “Dövüflerek öldü¤ün ne kadar da belli çocuk, nas›l konufluyorsun, böyle k›m›ldamadan!” Cibali tütün fabrikas›nda çal›flan kad›nlar›n “çarp›k ayaklar› ve kahraman elleri”onun dizelerinde dile gelir. “Cibali dedin mi akl›ma siz gelirsiniz, kad›nlar / (...) Parmaklarda tütün kokusu./ Tütün kokusu bazen entarilerde./ Biriniz ekmek al›r f›r›ndan,/ biriniz durmufl öksürüyor ilerde,/ geçiyor bizim mahalleden biriniz.” U¤runa ac›lar çekti¤i en büyük de¤erlerden birini, çocuklar› yazar, onlar› anlat›r. “Çocuklar ormanda, çocuklar da¤da, bay›rda, çocuklar uykular›nda, ah›rda. Çocuklar Süreyya Pafla Fabrikas›nda. Çocuklar pamuk topluyorlar, sar› sar› ellerine bakarak Çukurova m›nt›kas›nda.” Savaflan insan, halk› için kavgaya girmifl, ölümü yenmifl devrimci yine onun fliirlerinde dile gelir. “Burda vahfli kufllara, böceklere al›flt›k,/ ne akan kan, ne can ac›s›./ Ne de kopar›lan bir fley var etimizden./ ... Anneci¤im a¤lama, bir fley de¤il,/ Sadece vazgeçiverdik saadetimizden.” 173


Veremli sevdal›lar, “bu y›l kay›s› kurutamayan” Halil ‹brahimler. “Bafl›m›n üstünde bir ak bulut. Yüre¤im umut dolu, umut dolu, umut” diyen analar, f›r›ndan ald›¤›m›z ekmek, içti¤imiz sigara, iflsizlikler, soka¤a ç›kma yasaklar› ve kan, “Bat›ramam lokmam› ben bu afla” dedi¤i kan dile gelir onun dizelerinde. Bu arada 15 y›l sonra “kendi kaderini kendi elleriyle y›rtarak”, “Hoflgeldin Halil ‹brahim” adl› kitab›n› yay›mlar. Sürgündeki yaflant›s› faflizmin ezmek istedi¤i bir flairin direncini, Anadolu insan›n›n duygular›n› dertlerini yans›tt›¤› kitab› k›sa sürede tükenir, yeni bask›lar yap›l›r. 27 May›s 1960 politik devrimine kadar sürecek olan faflist Menderes iktidar›n›n kudurdu¤u günlerde yüre¤i devrimci gençlerle atar. Turan Emeksiz'in an›s›na yazd›¤› “Dört Pencere”fliiri, A. Kadir'in bu mücadeleye sundu¤u hediyesidir. “Kufl ol, kardefl, beni flak›./ Gö¤sümde dört kurflun yaras›./ Gö¤sümde dört pencere./ Bir pencere hürriyet yaylas›na./ Gö¤sümde dört pencere./ Bir pencere kardefllik orman›na./ Gö¤sümde dört pencere./ Bir pencere tokluk denizine./ Gö¤sümde dört pencere / Bir pencere dünya bahçesine.” A. Kadir, her yafl›nda bedel ödemeye devam eder. Türkiye Sanatç›lar Birli¤i 1973 y›l›nda flairin 35. Sanat y›l›n› bir törenle kutlarken, o, Alman antifaflist flair Erich Weinert'den çevirdi¤i bir fliir yüzünden yarg›lanmaktad›r. 1977'de 60 yafl›na basar ve “ömrümün mutlu gecesi” dedi¤i bir törenle kutlan›r. 12 Mart'›n devamc›lar›n›n iktidara geldi¤i gecenin sabah›nda, 63 yafl›nda gözalt›na al›n›r. Ve Samand›ra'da bir garnizona götürülür; gözleri kapal› sorgular yeniden bafllar. Faflistler “Tüm yaflam›n suç...” derler ona ve iki ay gözalt›ndan sonra serbest b›rak›l›r. “Orada ölebilirdim. 63 yafl›ndayd›m ve sa¤l›¤›m çok bozuktu. Ama, dayanmaktan baflka da çarem yoktu” diyen flair iflkencehanede flu fliirini de yazar: “Dayan hasta ba¤›rsaklar›m dayan!/ A¤r›san da, kanasan da,/ delik deflik olsan da dayan!/... Dayan arslan kafam dayan!/ Dayan felçli ayaklar›m, dayan!/ Dayan yorgun yüre¤im, dayan!/ Dayan arslan kafam, dayan! Dayan bre!”

174


Serbest b›rak›ld›ktan 5-10 gün sonra Hasan Ali Ediz Edebiyat Çeviri Ödülü’nü al›r, Brecht'ten yapt›¤› çevirilerle. A. Kadir yaflam› boyunca “sat›lm›fllar” dedi¤i düflmana karfl› yaflam›yla ve fliirleriyle mücadele verdi. Arkadan b›çaklamaya geldiler halk›,/ çünkü sat›lm›flt›lar, çünkü kördüler, çünkü korkakt›lar/ Ormanlar›n, da¤lar›n çat›lar›n türküsünü bo¤maya geldiler./ Çünkü sat›lm›flt›lar, çünkü kördüler, çünkü korkakt›lar./ ... Bafllay›nca öfkeyle hayk›rmaya topraklarda halk›n kan›,/ Onlar da bafllad›lar toplamaya solu¤unu topraklar›n,/ zindanlara kapamaya,/ çünkü sat›lm›flt›lar, çünkü kördüler, çünkü korkakt›lar. A. Kadir 'Tebli¤”, “Hoflgeldin Halil ‹brahim”, “Dört Pencere” ve tüm fliirlerini toplad›¤› “Mutlu Olmak Varken” adl› fliir kitaplar›yla; 1938 Harp Okulu Olay›'n› anlatt›¤› kitab›yla; Mevlana'dan Hayyam'a, Tevfik Fikret'ten Brecht'e, Fransa'dan Portekiz Sömürgeleri'ne, ‹spanya'dan Bulgaristan'a yapt›¤› çeviri ve bugünün diline uyarlama çal›flmalar›yla yafl›yor. A. Kadir'in devrimci, halkç› fliirimizde kendine özgü önemli bir yeri vard›r. Naz›m'›n fliiri ve 1940 y›llar› toplumcu fliirinin ortak konu, fikir ve biçim özellikleriyle, fliirimizin tarihinden ald›¤› geleneklerle ve en önemlisi de bask›lara, zulme, küçük burjuva bireyci propagandalara, sat›lm›fll›¤a boyun e¤memesiyle onurlu yaflam›n› sürdürüyor. 1985 y›l›nda hayat›n› kaybeden flairimiz bugün de yaflamaya devam ediyor. “Bize Ölüm Yok” diyen flair, halklar›m›z›n yüre¤inde, alanlarda dalgalanan türkülerde, marfllarda yaflamaya devam ediyor. “Yumuflak bir yürek,/ ipek gibi, kardefl kardefl atan bir yürek,/ çocuk çocuk gülen,/ Bu yürek hiç durmayacak./ Bir flark›, ama biten bir flark› de¤il,/ yay›l›r giden ›l›k ›l›k/ da¤lar›n, baflaklar›n üzerinden,/ bu¤day gibi bereketli,/ akarsu gibi ayd›nl›k./ Kim demifl bize ölüm var diye,/ bize ölüm yok. Yumuflak bir yürek/ ipek gibi,/kardefl kardefl atan bir yürek/ bu yürek hiç durmayacak /Turuncu, eflatun, sar› k›rm›z›, yeflil, mavi, ak, gör iflte alabildi¤ine çiçek. Ve doruklarda kardefl türküleri, ve koskocaman bir k›rm›z› gül. Bu gül hiç solmayacak. (1963, ‹stanbul.)”! 175


Kaynaklar: 1-”Mutlu Olmak Varken” Bütün fiiirleri (A. Kadir) 2-”Son Yüzy›l Büyük Türk fiiiri Antolojisi” (Ataol Behramo¤lu)

176


AfiIK MAHZUN‹ fiER‹F Tav›r Eylül 2002

Ad› Yunus Emre’dir, fiah Hatayi’dir... Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Nesimi, Köro¤lu, Dadalo¤lu’dur... Onlar halk›n nabz›d›r. Tarihin yasas› gere¤i, zulüm ne denli pervas›z olursa olsun, halk›n ac›lar›n›, umutlar›n›, adalet ve özgürlük düfllerini hayk›ranlard›r. Halk ne yafl›yor, ne düflünüyor, ne düfllüyorsa onlar›n saz›nda, sözünde ifadesini bulur. Onlara halk ozan› denir. Nice ozanl›¤a soyunan gelip geçmifltir bu bereketli topraklardan. Bozk›rda kurumufl bir çal›d›r ço¤undan geriye kalan. Kim ki halk›yla birlikte yaflayand›r, onunla nefes aland›r, kökü derinlerde ç›nar fidanlar› gibi yeflerecektir orman orman. Ozanl›k güzel dizeler dökebilmek de¤ildir. Yüzde görüneni söylemek yetmez. Ac›y›, sevinci türkülefltirmek yetmez. Nedenini sormal›, tan›y›p anlamal›, anlad›¤›n› dosdo¤ru söylemelidir. Yunus gibi, Pir Sultan gibi... Ve ozan gelene¤ini onlardan devral›p bugüne tafl›yan Mahzuni gibi... 177


Osmanl›’n›n yüzlerce y›l süren zulmüne direne direne, Kuyucu Murat Paflalar›n elinde can vere vere oradan oraya sürüklenen Türkmen afliretlerinden Ceritli ve A¤uçan Türkmenleri sonunda Afflin’in 15 km. kuzeydo¤usunda bir tepede dururlar. Ad›na Berçenek dedikleri köyü kurarlar. Sonradan zulümden kaçan sünni türkmenlerin de gelip yerlefltikleri bu köyde çocuklar soylar›n›n tarihini, nereden geldiklerini, geleneklerini en ince ayr›nt›lar›yla ö¤renerek büyürler. Ayr›nt›larla anlat›lan tarih, kitap sayfalar›nda de¤il, a¤›tlarda, deyifllerde, koçaklamalarda, saz›n telinde, yürek dilinde yaz›l›d›r. Bu köyde 1938’ de dünyaya gelir Mahzuni. Küçücük yüre¤inde kocaman ufuklar açan türküleri ö¤renerek büyümektedir. Okul yoktur henüz. Yine de birfleyler ö¤renebilece¤i medreseye gider. Okul geldi¤inde hemen geri dönüp okula bafllar. Baflar›l›d›r, Mersin astsubay okuluna gönderilir. Oradan Ankara Ordu Donat›m Teknik Okulu’na. 12 yafl›nda amcas›n›n yan›nda alm›flt›r saz› eline. Ömrünün sonuna dek yüre¤inin dili olacak büyük dostu saz›ndan okul y›llar›nda da ayr› de¤ildir. Deyifller söyler buldu¤u boflluklarda. Alevi Bektaflili¤in eflitlikçi, paylafl›mc›, erdemli insan ve toplum anlay›fl›n›n dile getirildi¤i türküleri söyleyen bu çocuk a¤z›yla kufl tutsa subay olamayacakt›r. Daha o yafllarda rahats›z etmifltir efendileri. 1960’ta ordudan at›l›r. 1961’de elinde saz›, yüre¤inde biriken öfkesi, bilincinde eflitlikçi, adaletli toplum düflüncesiyle yürür ozanl›¤›n zorlu yollar›na do¤ru. Anadolu’da yoksul köylünün kente göçü ile yaflad›¤› ac›lar, çeliflkiler a¤›r basar ilk eserlerinde. Hor görülen, afla¤›lanan, ekmek peflinde ç›rp›n›p duranlar›n içindedir. Bir tarafta bir damla al›nteri dökmeden safahat sürenler günlerini gün etmektedirler. Kahredip , her fleyi kadere, zal›m fele¤e ba¤lay›p hayata küsmeyi seçmez. Yüre¤i ayd›nl›kt›r. Haks›zl›¤›n kayna¤›n› kavramas›yla saz›n›n, sözünün içeri¤i geliflir, derinleflir. “Kimi h›zl› gider, uzun yol al›r Kimi altun satar kimi pul yutar Kimi so¤an bulmaz kimi bal yutar 178


Kimi parma¤›n› yalam›fl gider...” 1960’lar›n sonlar›nda dünyada ve ülkemizde geliflen eflitlikçi, ba¤›ms›zl›kç›, anti-emperyalist mücadelede Mahzuni de bir neferdir. Ö¤rendi¤i, kavrad›¤› gerçekleri halk›n dilinde sade ve yal›n haliyle dosdo¤ru söyler. Araflt›ran, ö¤renendir. Sömürü ve zulüm düzeninde ezilen halk›n yan›nda aç›kça saf tutmay› sorumluluk bilir. Her türden geliflmeyi dikkatle izler. Bir yandan sokakta, kahvede halk›n içindedir, bir yandan da halka sunulan politikalar›n, dünyada geliflen emperyalist sald›rganl›¤›n yak›ndan izleyicisidir. Düflünce ve duygu dünyas›n›n s›n›rlar›n› genifllettikçe saz›n›n tellerinden ç›kan ezgiler de zenginleflir. Yöresinden ald›¤› ezgilerin yan›s›ra Anado, lu’nun seslerini, zengin ezgilerini yüre¤inde harmanlar. Geleneksel deyifl söyleme tarz›ndan apayr› olarak fliirlerinde dile getirdi¤i yeni, aç›k, do¤rudan seslenifli ezgilerinde de gerçeklefltirmeye koyulur. Onu dinlerken hem Marafl’›n ac›ya sab›rl› a¤›tlar›n›, hem Orta Anadolu’nun bozlaklar›n›n dik bafll› hayk›r›fl›n›, hem Do¤u Anadolu’nun halaylar›n›n coflturan ritmik yap›s›n› bir arada hissedersiniz. Mahzuni’nin gelenekten devrald›¤› Alevi-Bektafli düflüncesinin insan kavray›fl›n›n s›n›rlar› giderek geliflir. Dinsel inançlar›n s›n›rlar›n› bilimin ›fl›¤›nda açarak tarihi, insan› ve günün koflullar›n› daha do¤ru kavrad›kça muhalif söylemi giderek devrimci içerik kazan›r. Art›k elefltirmekle, olan› ortaya sermekle yetinen de¤il, adaletli, özgür bir düzenin gereklili¤ini, bunun gerçekleflece¤i umudunu hep diri tutar. “Soyulmad›k bir derimiz kalm›flt› Soyun babo soyun meydan sizindir Hiçbir canl› k›ymaz kardefline K›y›n babo k›y›n meydan sizindir fiimdi sizin ama yar›n bizimdir Topra¤a kar›flm›fl fakirin teri A¤lamak bilir mi beylerin biri Size beyefendi bize serseri Deyin babo deyin meydan sizindir 179


Bugün sizin ama yar›n bizimdir...” Dünü bilmek, bugünü anlamak, yar›na ›fl›k tutmak... Halk›n ozan› olabilenlerin ay›rdedici ortak özellikleri üstü örtülen, çarp›t›lan gerçekleri aç›klamak, halka yol göstermektir. Mahzuni ozanl›k gelene¤ini Pir Sultan, Nesimi, Dadalo¤lu... gibi kavram›fl onlar›n ayd›n kifliliklerini rehber edinerek içinde yaflad›¤› toplumun ve ça¤›n siyasal gerçeklerini yans›tmaya çal›flm›flt›r. Yapt›¤› iflin, ozan sorumlulu¤unun bilincinde oldu¤u onun flu sözleriyle somutlan›r: “Ben alevi bir aileden gelme oldu¤um için kök kültürümde alevi-bektaflilik yatar. Siyasi rengime gelince, ben demokrat solcu bir ozan›m...” Sorumlulu¤unun bilincinde bir ozan›n emperyalizm gerçe¤ini bilip söylememesi mümkün mü? Sömürünün, zulmün, haks›z savafllar›n, ak›t›lan kan›n sorumlular›n› ilan ederken onun türküleri anti-emperyalist mücadelede halk›n duygular›n› ifade eder, onlara yön gösterir. “Bütün insanl›k ad›na Amerika katil katil; hukuk yapar kendi y›kar Amerika katil katil... “Bir baflka fliirinde ‘74’te uygulanan ambargo karfl›s›nda flunlar› söyler: “Ambargo mambargo dinleme gardafl Gelin Amerika kovulsun gitsin Üsleri müsleri ç›ks›n buradan Kendi topra¤›na savrulsun gitsin...” Yüre¤i ayd›nl›k, gelecekten umutlu ozan, ‘71’de geleneksel uzlaflmac› mücadele anlay›fl›n› y›k›p devrimci mücadelenin yolunu çizen halk›n yi¤itlerini, Deniz’leri, Mahir’leri, ‹bo’lar› çoflkuyla karfl›lam›flt›r. Onlar halk›n umudu, halk›n yi¤itleridir. “Do¤udan bat›ya bir ses yükselir / Yi¤itler yi¤itler bizim yi¤itler/ Gavur da¤lar›ndan Dadallar gelir/ Yi¤itler yi¤itler bizim yi¤itler...” Elbette böyle bir düzende böyle ozanlar zulmün h›flm›na u¤rayacak, sesi kesilmeye çal›fl›lacakt›r. Ozanl›k gelene¤i söyledi¤inin ard›nda durmay›, bedeli ne olursa olsun gerçe¤i savunmay› gerektirir. Mahzuni de yasaklarla, bask›larla, iflkenceyle, zindan ile karfl›laflm›flt›r. Zindanda da gördü¤ü her fleyi, mahku180


mun özlemlerini, gardiyan zulmünü, suçu ve suçluyu sorgulayan türkülerini söylemeye devam etmifltir. Son y›llarda revaçta olan politika, bask› ve zulüm ile susturulamayanlar›n gerçek kimli¤inden uzaklaflt›rarak yan›na almak, saf de¤ifltirmeye zorlamak, sahiplenmeye çal›flarak sisteme yamamakt›r. Mahzuni, 64 y›ll›k ömründe düflünce ve inançlar›ndan vazgeçmemifltir. “Ben ne söylediysem, O’yum” diyerek ozanl›¤›n›n, yapt›klar›n›n, yapamad›klar›n›n muhasebesini üstlenmifl, hiçbirini reddetmemifltir. Elbette onun da iç hesaplaflmalar›, çeliflkileri, aray›fllar› vard›r. Sevdalar›, özlemleri direnci, isyan›, erdemlili¤i, yeterlili¤i, yetmezlikleriyle ve nihayetinde insanl›¤›yla halkt›r, halk›n ozan›d›r. Bu dünyay› terketti¤inde, ömrü boyunca karfl›s›nda yer ald›¤› düzenin temsilcileri Mahzuni’yi sahiplenmeye çal›flt›. Mahzuni bunu biliyordu, çok önceden dile getirmiflti: “Ben gidince söven diller yorulur Boz bulan›k akan seller durulur

Umar›m ki yeni düzen kurulur/ Felek bizi kara güne salmas›n...” Onu gerçek kimli¤inden uzaklaflt›r›p sisteme yamama çabalar› sürecektir. Çünkü onun fliirleri, türküleri halk›n yüre¤ini isyana, bilincini kavgaya yöneltmeye devam etmektedir. Resmi makamlarca onun ad›na toplant›lar, geceler, flenlikler düzenlenecektir. Tumturakl› cümlelerle nas›l “büyük bir ozan oldu¤u” dile getirilecektir. Belki an›tlar dikilecektir ad›na. Ama ne yap›l›rsa yap›ls›n onu halktan, halk›n mücadelesini sürdürenlerden koparamayacaklar. Halk, kendi içinden yetiflen bir ozan› neden ve nas›l sahiplenir, halk›n ozan› olmak ne demektir; bunlar› anlamak, ö¤renmek için Mahzuni usta önemli bir miras b›rakm›flt›r. Bizlere düflen görev ise bu miras› sahiplenmek ve gelecek kuflaklara tafl›makt›r...!

181


182


KALB‹ EL‹NDE KOCAMAN B‹R DEN‹ZD‹R ADNAN YÜCEL Tav›r A¤ustos 2004

“Sevdim solu¤unu rüzgâr k›lan insanlar› Bir çocuk ölümleri a¤latt› beni Bir de türkülerde kalabal›k ihanetler Gülüp geçtim yalan iktidarlar›n görkemine Aflk ad›na sesimi sürdüm namlulara”

Adnan Yücel, kalbi elinde kocaman bir deniz. Güneflin kap›lar›n› aralamak için, yürek ça¤r›s›d›r Adnan Yücel’in fliiri. Boflalan saflar› doldurmak ve bir ad›m daha öne ç›kmam›z› isteyen yeralt› nehridir. Zulmü, canevinden vuracak sözcükler arad› ömrü boyunca. Özgür, onurlu, yar›n› kuracak sözcükler. Tarihin tan›kl›¤›n› yapmak için, sularla konufltu; badem çiçekleriyle... Dile geldi fliir, M›sri K›z oldu. Dersim Da¤lar›, Gel ki fiafaklar Tutuflsun… ezgiye dönüfltü. 183


Tepeden t›rna¤a Anadolu’dur, Adnan Yücel. Pir Sultan, direncin; Karacao¤lan, sevdan›n ›fl›¤›d›r dizelerinde. Ferman dinlemeyen Dadalo¤lu ve bayrak bayrak komünarlar. Gülüflünü yere asla düflürmeyen Adnan Yücel, bir analar›n önünde e¤di bafl›n›, bir de gecenin evinde yang›n ç›karan kutup y›ld›zlar›n›n önünde. “Suya kar›flan kars›n›z Bire binlik bahars›n›z Her çilede siz vars›n›z Analar Analar bizim analar” fiiirinde, atefli yüre¤iyle körükleyen, kavgalar›n çelik direnci vard›r. Umutsuzlu¤un zerresi yoktur. Uyuyanlar› uyand›ran bilinç örgütleyicisi ve mufltucusudur. Soka¤a hayk›ran fliir, içimizdeki inanc› besleyen yeralt› nehridir. Beyaz sessizlik kap›s›n› çald›¤›nda umudunu yitirmedi. Sokakta, zindanda, da¤da süren savafl bilincinde tüm görkemiyle devam ediyordu. “... Bir grevin üstüne ya¤mur ya¤›yor. ‹nce ince Tek tek çiseleyerek Her damla bir grev gözcüsü Her gök gürültüsü bir slogan Aç›l›yor birdenbire pankartlar Bu gökyüzünde grev var...” Ac› haberler ulaflt›¤›nda bafl› önüne düfler, bir da¤›n sessizli¤ine bürünürdü bedeni. Ard›ndan gök gürlemesi. “... Topra¤›n ilk sanc›s›ndan beri kaç ihanet gördü k›r çiçekleri/ Kaç güzelli¤i kurban verdi 盤lara/ Ne y›llar tükendi, ne baharlar/ Bitmedi daha sürüyor o kavga 184


Ve sürecek Yeryüzü aflk›n yüzü oluncaya dek...” Zaferleri, Diyozinos flenli¤ine çevirirdi fliir nehrini. Sarhofl olurdu. Adnan Yücel, tan›¤›d›r zindanlar›n, ölüm oruçlar›n›n ve gö¤üs gö¤üse çarp›flmalar›n. Onu en iyi siz anlars›n›z ve dövüflenler... Korkunun gölgesinde yaflayanlar, geçemezler fliirlerinin yan›ndan. Sizin yüre¤inize yuva kurar, sizin gözlerinizde bu¤ulan›r Adnan Yücel. En çok sizi sordu, hücre hücre direnen ölüm orucu savaflç›lar›. Da¤›n diliyle konufltu sizinle, analar›n öfkesi çocuklar›n umuduyla. Size inand›, aflk›n en güzelini sizde yaflad› ölümsüzleflenler. Dayananlar, direnenler sizin sesiniz solu¤unuz olabilmek için k›rk dokuz y›l s›ra neferi olarak yaflad› Adnan Yücel. Yar›n›m›z› kopar›p almak için, bizi kavgaya ça¤›ran Adnan Yücel yafl›yor hala... Birinci foto¤raf Eylül Karanl›klar› ay ayd›nl›k de¤ildi gece Uzun ve so¤uktu Y›ld›zlar da yoktu Gün ortas›nda gece, tutmufl köfle bafllar›n› kavflaklara as›lm›fl suretimiz ajans haberlerinde ad›m›z› okuyorlar Vur emriyle aran›yoruz Tank paletleriyle eziliyor alanlar siren ve posta sesleriyle, hayat iflgal at›nda Yüzümüze kapan›yor dost bildi¤imiz kap›lar fiark›lar susmufl, yoldafllar adressiz So¤uk mermerler, mezarl›klar s›¤›na¤›m›z. Ard›m›zdaki ayak seslerinin, gö¤sümüze yapt›¤› bas›nç yavafllayan araban›n ço¤altt›¤› acaba sorular› Sokak lambalar›n›n büyüttü¤ü gölgeler arka bahçeye gömülen öykümüz Eylül s›caklar›nda harlanan sorular tekmeyle aç›lan kap›lar, uykuyu bölen namlular›n 185


ard›nda b›rakt›¤› kanl› gömlekler havada kadavra kokusu, ço¤alan musalla tafllar› ... Pusu da¤›tacak bir ses Hangi da¤dan gelir? Hangi kayal›ktan Dövüflenleri kim anlatacak? ... ‹kinci foto¤raf Ayna Birinci Yüzü: Kir ve pas Teslimiyet Yüz çevirmiflti eski “Kahramanlar” Ellerimiz sallan›yordu bofllukta “telgraf›n tellerine kufllar konmuyordu kufllar da göçmüfltü, tellere insanlar› ba¤l›yorlard› çeli¤in ete zulmüne inanç silahlar›yla karfl› koyamayanlar diz çöküyordu ac›n›n önünde, büyüyordu korkunun tanr›lar› teslim ol ça¤r›s›na boyun e¤enler k›flla kap›lar›nda kuyrukta bekliyordu. ihanet bayraklar› dalgaland›r›l›yordu gazete sütunlar›nda zulmü alk›fllayan kalemler vard›, aflk›m›za zehirle sular ak›tan Alkole bulanm›fl kald›r›mlar, kahvelerde, kadehlerde tüketiliyor yaflam. Bardakta bo¤uluyor fliir, Kendilerini aklayan, yenilginin ideolojisini yaz›yordu flairler. ‹kinci Yüzü: Gecede kutup y›ld›zlar› var. Direnifl Yeralt›nda yürüyenler yerüstünde savafl›yor ‹rade ve inançtan barikatlar kuruluyor Ölülerimiz uyar›yor, direnenlerimiz yol gösteriyordu aç çocuklar büyüyordu varofllarda, intikam yeminiyle. Sehpalara yürüyenler vard›, genç bedenleriyle y›ld›zlara uzanan Dudaklar›nda Kerbela susuzlu¤u, tenlerde yang›n Y›ld›r›mlar ya¤d›r›yordu elektrik Çözemiyordu zafere kenetlenmifl yürekleri Ölüm açl›klar›yla besleniyor hayat 186


A¤›r demir kap›lar›n, kal›n beton duvarlar›n ard›nda Ve gürül gürül ak›yordu yaflam, yo¤urt kaplar›nda büyüyen fesle¤en kokular›nda Üçüncü Foto¤raf: Kutup Y›ld›zlar› öksüz de¤ildi Toroslar’a çarparak ço¤al›yordu flark›lar. kekeme olmufltu sözcükler, içine paslanm›fl kilit tutsak edilmiflti fliir. Kilidi kim k›racak? Aflk ile sevilmeliydi kavga. Tenden geçerek de¤il Yaflamdan geçerek sevilmeliydi. fiiir sözcüklerden kalbe süzülen direnç, öfkemizin yumruklaflt›¤› bilinç olmal›yd› Meydanlardaki tufan için kuytuluklarda rüzgâr› örgütlemeliydi Bafl›m›z› yere de¤il, yüzümüzü gökyüzüne çevirmeliydi Da¤›n saklad›¤› su Sab›r ve inançtan süzülmüfltü Ç›kt›¤› serüven uçurumunda olsa, biliyordu “ötesi nar bahçesidir” hayat yan›tlad›, do¤rulad› ac›lar sarsa da yüre¤ini, ayaklar›na dolanmad› an›lar, Ço¤ald›kça vadesiz ölümler, yass›z sabahlar için yaz›lmal›yd› fliir, yaflam› ve ölümü destan destan yürüyenler için yaz›lmal›yd› Ölmeyen bir köz vard› yüre¤inde, gelenek damar›ndan Kutup y›ld›zlar›na çevirerek yüzünü dövüflenleri anlatt› Sevdaya söylenen söz Pusu, sisi da¤›tan flark› Tutsa¤a uzanan el Hayat›n atar damarlar›nda bir bildiriydi Adnan YÜCEL !

187


188


B‹R AYDIN TAVRI: JEAN PAUL SARTRE Tav›r A¤ustos 2005 Ayd›n olman›n kült bir örne¤ine dönüflen Jean Paul Sartre, 21 Haziran 1905’te Paris’te do¤du. ‹lk roman› “Bulant›”y› 1938’de yay›mlad›. Bu ilk eserinde, felsefi düflüncelerini (varoluflçuluk) roman›n baflkahraman› Roguentin’in arac›l›¤›yla dile getirdi. 1940’ta düflünce, eylem ve iliflkileri nedeniyle Naziler taraf›ndan esir al›nd› ve bir Nazi toplama kamp›na götürüldü. Esaretten kurtuluflunun ard›ndan faflizme karfl› Frans›z direnifl hareketine kat›ld›. Bu süreçte bir yandan direnifl cephesi içinde savafl›rken di¤er yandan da felsefi düflüncelerini anlatt›¤› “Varl›k ve Hiçlik”i yazd›. Sartre için anti-faflist direniflle, sanatsal üretim birbirinin karfl›s›nda fleyler de¤ildi. Zira her ikisi de ayd›n olman›n do¤al ve zorunlu sonucudur. Faflizmin hâkim oldu¤u koflullarda silah ve kalem birbirlerinin tamamlay›c›s›d›r. Ki düflünce ve davran›fl bütünselli¤i ayd›n olman›n olmazsa olmazlar› aras›ndad›r. Ayn› y›llarda bir baflka varoluflçu düflünür Martin Heidegger ise Hitler’in dan›flmanl›¤›n› yap›yordu. Bugün felsefe tarihine, özel olarak da varoluflçulu¤a ilgi duyanlar d›fl›nda kimse M. Heidegger ismini bilmez. Do¤ald›r. 189


Zira Heidegger bir ayd›n de¤ildir. Do¤rudan ya da dolayl› biçimlerde zulmün yan›nda saf tutanlar ayd›n olamazlar… Sartre, II. Paylafl›m Savafl› sonras› felsefi ve edebi etkinliklerine devam ederken ayn› zamanda vatandafl› oldu¤u Frans›z devletinin Cezayir’deki iflgal ve zulmüne cepheden tav›r ald›. Çünkü o, zulme karfl› mazlumun yan›nda olmay› ayd›n sorumlulu¤unun bir gere¤i olarak görüyor ve buna uygun davran›yordu. Böyle davranmayanlara ise hakl› olarak ac›mas›zd›: “Bu savafl› yarg›l›yorsunuz ama hala Cezayir savaflç›lar›yla dayan›flma cesareti gösteremiyorsunuz” diyordu, bu savaflta taraf olmamaya çal›flanlara. Kendi ifadesiyle “cellatlara sayg› gösteren kurbanlardan tiksinen” Sartre, mazlumlar›n cellatlara karfl› fliddetini de hakl› ve meflru görüyordu. Çünkü o, “insan›n ‘insan olma’ ad›na sonuna kadar direndi¤i bir dünya”dan yanad›r. Ve yine Sartre’a göre “Özgürlük direnmektir” zaten, baflkalar›n›n lütfuyla da özgür olunamaz. Bu çerçevede, zulme yönelen devrimci fliddetin “kendini yaratan insandan baflka bir fley olmad›¤›n›” söyleyerek devrimci fliddeti de olumluyordu Sartre. Bu yan›yla da ayd›n tutarl›l›¤›na sahip olan Sartre ile “her türden fliddete karfl›” olmay› ilke edinen “ayd›n” figürleri aras›nda uçurum oldu¤u gerçe¤i göze çarpar. Dostu Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” kitab›na yazd›¤› önsözde Emperyalist- kapitalist ülkelerin gerçe¤ine dair flöyle der Sartre : “… iyi biliyorsunuz ki, biz sömürücüleriz. ‹yi biliyorsunuz ki, biz k›talar›n alt›n›n› ve di¤er madenlerini, sonra da petrolünü ald›k ve bunlar› yafll› anavatanlar›m›za götürdük. (…) Bizde insan olmak demek sömürgecili¤in suç ortaklar› olmak demektir, de¤il mi ki ‘hepimiz’ bu sömürüden yararland›k.” Nobel Edebiyat Ödülü, Sartre’›n alt›n› çizdi¤i bu sömürünün bir sonucuydu. Bu “ödül” 1964 y›l›nda kendisine verildi¤inde tereddütsüz reddetti. Sömürünün yaratt›¤› kan ve gözyafl›yla ›slanm›fl bir ödüle ihtiyac› yoktu onun. “Ayd›n” misyonuyla ortal›kta dolafl›p, böylesi ödüller almaya teflne olanlarla Sartre aras›ndaki uçurumun derinli¤i büyüktür… 190


ABD’nin Vietnam halk›na yönelik sald›r›, katliam ve iflgalinin karfl›s›nda da Sartre vard›. Amerikan sald›rganl›¤›n›n katliam ve vahfletini gözler önüne sermek üzere oluflturulan (1966’da) Russel Mahkemesi’nin bafl›ndaki ismin Sartre olmas› da do¤ald›. Ki Sartre’a göre “Gerçekleri vermek her zaman iyidir. Gerçekler devrimcidir. Kitlelerin gerçe¤i bilmeye haklar› vard›r.” Do¤rudur, gerçek devrimcidir. Tam da bu nedenle egemenler gerçekli¤in bilinmesini istemezler. Her türden araç ve biçimle gerçekleri saklamaya, çarp›tmaya ve kendi düflüncelerinin yayg›nlaflmas›n› sa¤lamaya çal›fl›rlar. Bu koflullarda ayd›n›n görevi muktedirlerin maskesini indirmek, yalanlar›n› aç›k etmek ve gerçekleri aç›klamakt›r. Sartre’›n hayat› boyunca yapt›¤› bu olmufltur… 1970’li y›llar›n Avrupa’s›nda irili ufakl› anti-emperyalist, anti-kapitalist grubun eylemleri yaflanmaktad›r. Alman emperyalizmini tahammülsüzlefltiren bu gruplar›n en dikkat çekeni RAF’t›r. “Terörist” olmakla yaftalanan RAF üyelerine karfl› Alman kontrgerillas› yok etme operasyonlar›na bafllar. Bu operasyonlar sonucu birçok RAF üyesi tutsak düfler ve tecrit hücrelerine at›l›r. RAF’ç›lar›n politik düflünce ya da eylemlerine kat›l›r ya da kat›lmazs›n›z ama vicdan sahibi bir insan, sorumluluk sahibi bir ayd›n olarak tecrit iflkencesine karfl› ne yapars›n›z? Sorunun cevab›n› yine Sartre’›n prati¤inde buluruz. Sartre ilerleyen yafl›na ve RAF’ç›lar›n hakk›nda estirilen “teröristler” yaygaras›na ald›rmaks›z›n, tecrit iflkencesinin karfl›s›nda ve RAF tutsaklar›n›n yan›nda bulunmay›, ayd›n sorumlulu¤unun bir gere¤i sayd›. Bu çerçevede RAF tutsaklar›na destek verdi, tecriti bir insanl›k suçu olarak mahkûm etti ve hatta RAF tutsaklar›n› hapishanelerde ziyaret etmeye çal›flt›. Sartre’›n bu tavr›na bak›nca, ülkemizde “ayd›n” geçinenlerin tecrit karfl›s›ndaki suskunluklar›ndan hareketle ayd›n bilinci, vicdan› ve sorumlulu¤una sahip olup olmad›klar›n› daha iyi görmek mümkün… Sonuç olarak 100 yafl›na basan Sartre bir ayd›n olarak, hem de ayd›n olman›n ne oldu¤unun ölçütü olarak hala yafl›yor. Peki, yaflayan ülkemizin ayd›nlar› ne yap›yor? “…Karad›r atlar›, kapkara/ Nallar›nda kapkara demir/ Pelerinlerinde par›l191


dar/ Mürekkep ve mum lekeleri/ A¤lamak nerede, onlara nerede /Hepsinin de kurflundan beyni…” (F. Garcia LORCA) ‹zolasyona karfl› befl y›ld›r süren direniflin bafllang›c›ndan itibaren “ölmeyin, direnifli b›rak›n” ça¤r›lar› yapan “ayd›n” kiflilerin, geçti¤imiz günlerde “koflulsuz silah b›rakma” ça¤r›s› yapmalar›, kendi içinde “tutarl›” bir anlay›fl›n ürünüdür. Ancak bu tutarl›l›¤›n ayd›n sorumlulu¤una tekabül etti¤i söylenemez. Zira ayd›n olman›n, ayd›n sorumlulu¤u tafl›man›n tarihten süzülüp gelen ölçütleri vard›r. Örne¤in; do¤aya, topluma, tarihe ve insana dair gerçeklerin bilgisine ulaflmak ve bu gerçekleri aç›klamak… Dolay›s›yla ilerici düflüncelere sahip olmak… Haks›zl›¤›n karfl›s›nda olmak… Dolay›s›yla zalimin karfl›s›nda ve mazlumun yan›nda saf tutmak... Zorbal›k karfl›s›nda ilke ve düflüncelerinden vazgeçmemek… Dolay›s›yla bu u¤urda bedel ödemeyi göze almak… Tarihe ayd›n olarak geçen kifliliklerin tutumlar›na bakarak özetledi¤imiz bu ölçütlerin gere¤ini yapanlara ayd›n denilebilir ancak. fieyh Bedreddin, Thomas More, Emile Zola, Jean Paul Sartre, Jean Genet, Ruhi Su, Hasan Hüseyin, Naz›m Hikmet, Y›lmaz Güney gibi ayd›nlar›n, bu olgunun içini nas›l doldurduklar› yaflayan birer örnektir. Bu örneklerin “sol”un tarihine yaz›lm›fl olmas› ise rastlant› de¤ildir. Zira sol durufl ve düflünceler, ayd›n durufl ölçütleri olarak s›ralad›¤›m›z özellikleri kapsar ve kendi do¤as›nda bar›nd›r›r… Ancak bozulan fleyler asl›n›n ayn›s› olarak kalmazlar, baflka bir fley olurlar. Dolay›s›yla “sol”da yaflanan, yaflat›lan ve yaflanmas› dayat›lan bozulma, ayd›n olgusu içinde bir tür çürümeye tekabül etmifltir. Deyim yerindeyse solcu geçinen imamlar bozulunca, ayd›n geçinen cemaatte çürüme kaç›n›lmaz olmufltur… 1980’lerden itibaren Sol’un maruz kald›¤› iktidars›zlaflt›rma operasyonunun ayd›nlara yans›mas›, i¤difl edilme olmufltur. Bir di¤er ifadeyle, burjuvazinin fiziki ve ideolojik sald›r›lar› karfl›s›nda tutunamayarak düzeniçileflen ÖDP gibi kimi “sol” kesimler, kendilerini art›k sadece “ayd›n” addetmeye bafllam›flt›. Böylece, zaten sadece “ayd›n” olanlar›n, burjuvazinin yede¤i192


ne düflece¤i bir zemini de yaratm›fllard›r. Bu iki kesim giderek iç içe geçerek “sol” kavram›n›n da, “ayd›n” olgusunun da içine etmifllerdir. ‹flte böylesi bir süreç sonunda imal edilen bu “ayd›n” gerçe¤i, iktidar ve halk güçlerinin karfl› karfl›ya geldi¤i her çat›flmada kendisini “üçüncü taraf” olarak ifade eder olmufltur. Bunun sol bir tutum ya da ayd›n tavr› olmad›¤› malum. Zira do¤ru ve yanl›fl, gerçek ve yalan, hakl› ve haks›z, zalim ve mazlum aras›ndaki karfl›tl›k ve çeliflkide bir “üçüncü taraf” yoktur. Var olan ise, kendilerini “ayd›n” zanneden ya da bizim “ayd›n” sanmam›z istenen bu kiflilerin yanl›fl›n, yalan›n, haks›z›n ve zalimin yan›nda saf tutmas›d›r. Ki zulme karfl› direnen insanlara “direnmeyin” demenin baflka bir anlam› ve aç›klamas› yoktur. Olamaz… Zalim ve mazlum aras›nda kendilerinin icat etti¤i bir “Araf” tepesinde durmay› meflruiyet sanan böyleleri ayd›n say›lamaz. Ki s›n›flar mücadelesinin “Araf”› yoktur. Lenin’in dedi¤i gibi; “Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji… Burada ikisinin aras›nda bir fley yoktur. Bu nedenle sosyalist ideolojinin her küçümsenifli, ondan her uzaklaflma ayn› zamanda burjuva ideolojisinin güçlendirilmesi demektir.” Kendilerini “üçüncü taraf” da ya da Araf’ta görenlerin bulundu¤u yer, asl›nda zalimlerin saf›d›r. Ve bunlar›n mazlumlara söyleyebildi¤i tek fley “size tokat atana di¤er yana¤›n›z› uzat›n” düsturundan baflka bir fley de¤ildir. E¤er ki mazlumlar, bu ulemalar› dinlemez ve kendilerine zulmedenlerin ellerini k›rmaya kalkarlarsa, bu kifliler hep bir a¤›zdan ba¤›rmaya bafllarlar: “Her türden fliddete karfl›y›z”. E¤er 100 yafl›na ulaflan Sartre bu kiflileri duysayd›, herhalde “hepiniz katilsiniz” demekten geri durmazd›. Çünkü cellatlardan flefaat dilenmeyi vaaz eden bu kifliler, asl›nda bir tür katildir. Onlar, her fleyden önce ayd›n kiflili¤i ve kimli¤ini katlediyorlar. Ve böylece Beyaz Saray’lar›n bembeyaz bayrakl› ulemalar›na dönüflüyorlar. Ama halk, bayraklar›n beyaz›n› de¤il, k›rm›z›s›n› seçer her zaman.!

193


194


HALKIN SANATÇISI - HALKIN Ö⁄RETMEN‹: FAK‹R BAYKURT Ceren Kayal› Ekim 2005

“De¤erimi bilen bilsin, bilmeyen ard›mdan gülsün...” “Dikenlerin aras›ndan ç›k›p gelen bir yazar›m ben, Yüzy›llarca karanl›klarda b›rak›lm›fl köylerin birinden Akçaköy’denim. Ailem yoksuldu. K›r bay›r k›rkiki dönüm topra¤›m›z vard›... Annem babam okuma yazma bilmiyordu. Köyümüze geçten geç tek aç›lan ilkokul yaln›z üç s›n›ft›. Evimizde tek bir kitap yoktu. Cumhuriyet beni götürdü, açt›¤› Köy Enstitüsü’nde e¤itti. Ö¤retmen yapt› Elime kalem verdi, yurdun yazarlar› aras›na katt›. fiimdi düflünüyorum yoksulluktan geliyorum” FAK‹R BAYKURT 195


Yolculu¤a bafllad›¤›nda, çocukluktan delikanl›l›¤a ad›m att›¤› y›llard› Fakir Baykurt’un. Bat› Toroslar’dan, Göller yöresi memleketi Burdur’dan ayr›ld›¤›nda kocaman hayalleri yoktu henüz. Geride b›rakt›klar› yak›nlar›, konukomflusu ve kendi kadar düfl kurabiliyordu. Yoksullu¤u, açl›¤› kadard› düflleri. Bir de elinden tutup farkl›, bilmedi¤i bir gelece¤e yolculuk yapt›¤› genç bir “arkadafl”›n s›cakl›¤›, içtenli¤i düfltü akl›na. ‹lk o zaman tan›flt› yollarla. Uzun bir yolculuktu. Da¤lar›, tarlalar›, masmavi gö¤ü seyre dald›rd› rehberi ona. Çok ama çok uzak bir diyar, diye düflündü ilkin. Bir çay geçerdi ortas›ndan. ‹ki yan› sazl›k sö¤ütlük. Çok pirinç ekerlerdi burada da. Sivrisinek Burdur’daki kadar çoktu Gönen’de. ‹lk böyle bafllad› hayatla tan›fl›kl›¤›. Anadolu’nun dört bir yan›ndan gelen akranlar›, insanlar›yla daha o yafllarda sevmeye, anlamaya bafllad› ülkesini. Gönen Köy Enstitüsü onu Fakir Baykurt yapan önemli bir “okul”du. Kiflili¤ini orada kazand›. Sahip oldu¤u kültür ve de¤erleri, en önemlisi de ba¤›ms›zl›¤›, onuru anlad›, bildi. Gözü gibi koruyup yüceltmesini ö¤rendi. O günden sonra da hiç vazgeçmedi bunlardan. Sürgünler, hapisler pahas›na. Eskiyle k›yasland›¤›nda halklar›n kültür ve de¤erlerine sahip ç›kan pek çok genç buralarda yetiflti. Kendi içinde eksiklikleri olmas›na ra¤men, üretken, soran, araflt›ran bir neslin önü aç›ld› Köy Enstitüleri’nde. Kurulufl amac›, bir bütün olarak programlar›n›n devlet taraf›ndan belirleniyor olmas›, bu gerçe¤i de¤ifltirmedi. Fakat enstitülerin ömrü uzun sürmedi. Menderes iktidar› döneminde bu enstitülerin kap›s›na kilit vuruldu. Köy Enstitüleri’nin kapat›lmas› konusunda, “ABD kapitalistleri, karlar›n›n sürüp gitmesi için en anti-komünist f›rt›nalar›n› estiriyordu” diyen Baykurt, kendi ö¤rencilik döneminden flöyle bahsedecekti: “Ben bunlardan birinin, Isparta’daki Gönen’in ö¤rencisiydim. Pek çok kitap bilgisini yaparak, üreterek ö¤rendim. 10 kilometre uzaktan içme suyu getirerek fizik, matematik. Suyolunu kaz›yorduk inifl-yokufl. Künkler döflenince su ç›kar m›yd›? ‘Birleflik Kaplar’ yasas› vard›, ç›kt›. Çevre köylerden eski Selçuklu künkleri bulup inceledik. Yosun tutmas›n diye içlerini s›rla196


m›fllard›. Biz de ziftle kaplad›k. Ayr›ca ben alt› ay foto¤raf atölyesini, alt› ay elektrik motorunu çal›flt›rd›m, iki y›l da genel kitapl›¤› yönettim. Yazarl›¤›m›n alt›nda bu iki y›l›n etkisini her zaman duyar›m. Topra¤› bir metre kaz›p altüst ederek krizma yapt›k, ba¤ diktik. Bir yandan da en yeni çevirileri okuyorduk.” Anadolu’nun en ücra köflelerinde ö¤retmenlik yapmaya bafllad›. Ö¤retmenli¤i boyunca ülkesinin insanlar›n›, köylerini, köylülerini daha çok sevdi. Köy Enstitüleri’nde ö¤rendiklerini gitti¤i köylerde hayata geçirmeye çal›flt›. Onlarla tarlaya gitti çift sürmeye. Elektriksiz-susuz köylerde elektrik-su getirmek için düfltü yollara. Do¤umlarda-ölümlerinde yan› bafllar›nda oldu. Çocuklar kir-pas içinde, açl›k-yoksulluk içinde büyürken hep gelecek güzel günleri anlatt› ve yaflatt› onlara. Kan davalar›na tan›k oldu. Bar›flt›rd› kimini. Kimi has›m belledi bu yüzden onu. Hatta “komünist” diye yuhalayanlar, kovmak isteyenlerle karfl›laflt›. Bulafl›c› hastal›klar yay›ld› köylerde. Afl› getirtti, küçükten büyü¤e afl›lad› herkesi. Çaresizliklerine çare olmaya çal›flt›. K›rk y›ll›k kelli felli politikac›lar kand›rmas›n, kanmas›nlar istedi. Do¤rular› anlatt› onlara... “ELBET TAR‹H‹N DED‹⁄‹ OLACAK”... Halk›n ö¤retmeni olmaya karar verdi¤i y›llar, ayn› zamanda Menderes iktidar›n›n hak ve özgürlükler mücadelesi karfl›s›nda bask›lar›n›n da artt›¤› y›llard›. Fakir Baykurt’un kurucular› aras›nda oldu¤u Türkiye Ö¤retmenler Sendikas› (TÖS) de bu bask›lardan fazlas›yla nasibini ald›. TÖS’e üye ö¤retmenler sürgünlerle, meslekten atmalarla ve hapis cezalar›yla y›ld›r›lmaya, da¤›t›lmaya çal›fl›ld›. Bu dönemde “ö¤retmen k›y›m›” deyimi yerleflti ö¤retmenler aras›nda. “Dün yollar› kesilenler bugün bafllar› kesilmekte, kafalar›na gö¤üslerine kurflun s›k›lmaktad›r. Öldürülenlerin say›s› günbegün artmaktad›r.”diyordu Baykurt. Fakir Baykurt yola ç›kt›¤›nda söylediklerinde ›srar etmeye devam etti. Herkes için bilimsel bir e¤itimden yana oldu. Öyle bir e¤itim program› olmal›yd› ki sadece gençler de¤il, iflçi-memur, köylü halk›n bütün kesimlerini 197


kapsayabilmeliydi bu program. Bu nedenle gerek sendikal faaliyetlerini, gerekse halkla iliflkilerini koparmad›. Yaflam savaflmakt› onun için. Ve her kesim vard› bu savafl›n içinde. “Ö¤renciler, ö¤retmenler bilcümle ilerici ayd›nlar, köy ve flehir emekçileri bu savafl›ma al›n terlerini, göz nurlar›n› katmaktad›rlar.” Köylerde yaflanan onca s›k›nt›ya çözüm bulmaya giriflti. Kapat›ld›¤›ndan bu yana hep özlem duydu¤u Köy Enstitüleri gibi e¤itim kurumlar›n› k›sa vadede bir alternatif olarak görmeye bafllad›. Ona göre köylülerimiz gündüz tarlada çal›flt›ktan sonra akflam eve geldi¤inde gazetesini, kitab›n› okuyabilmeliydi. Köy Enstitüleri’yle bu sa¤lanabilirdi. Okul, postane, doktor, eczane her fley bulunmal›yd› köylerde. Bak›ml› bahçeleri, bol ürün veren tarlalar›, hayvanlar› olabilmeliydi köylerin. Ve tabiî ki e¤itimle köylülerimizi yaratmak, hayal olarak görülmemeliydi. Bütün bunlar› Köy Enstitüleri benzeri kurumlarla sa¤lamak mümkün olabilirdi. Böyle düflündü¤ü içindir ki, düzenle ba¤lar›n› tam olarak koparamad› Baykurt. Düzen içinde iyilefltirmeler, reformlar, mücadelesinin temelini oluflturdu. Her fleye ra¤men karamsarl›¤a düflmedi. Karamsarl›¤a düflenlere, içindeki alevi büyütmekten korkanlara gençleri örnek gösterdi. Her iyilik ve güzelli¤in ö¤retmenlerle bafllay›p, ö¤retmenlerle bitmedi¤ini anlatmaya çal›flt›. “Ö¤retmen yan›p karanl›¤› ayd›nlatacak”sa da karanl›¤› ayd›nlatacak “Tam Ba¤›ms›z Türkiye” tutkusunu büyüten gençler de vard› bu ülkede; “Gençler art›k ‘Çaml›ca’ tepesinin çok berilerinden Antalya’n›n Serik’inden, Antep’in, Urfa’n›n, Ardahan’›n, Arhavi’nin köylerinden ç›k›p gelmektedirler. Köy Enstitüsü kanallar›n› t›kad›larsa da, halk gücü baflka delikler bularak, özsuyunu yer üstündeki toplumsal savafl›m alan›na do¤ru pompalamaktad›r. Hatta bu yüzden tarihsel gecikme hüzün verici de¤il, toplum haz›rl›klar›n› pekifltirdi¤i için güven verici olmaktad›r.” Umutsuzlu¤a düflmedi. Bu dönem bir tekerlekti. Hep ileriye do¤ru evrilen. O da gelece¤e, ayd›nl›k bir Türkiye’ye döndü yüzünü. “Halk›m›z güçlüdür. Tarih içinde yenilen biz olmayaca¤›z, onlar olacakt›r”. Kapitalizmin dizginsiz sömürüsüne duydu¤u öfke kadar, ba¤›ms›zl›¤a olan inanc› da güçlüydü. Halklar› yozlaflmaktan kurtaracak olan tek fley de¤erleri, kültür ve geleneklerine daha fazla sar›lmakt›. Bunun için alayc› bir flekilde ele ald›¤› 198


“Amerikan Sarg›s›” kitab›nda çeliflkileri göz önüne serdi. Yal›n ve güçlü kalemiyle iflledi kahramanlar›n›. Kahramanlar› içimizdendi. Gördükleri, yaflad›klar›, hissettikleriyle hepimizden kiflilikler yaratt›. Okumufl, eli kalem tutmufl, uflak ruhlu karakterleri yarat›rken de bu topraklardan esinlendi. Cahil ama bilge kiflilikleri yarat›rken de bu topraklar güç verdi ona. “Kendi yaremizi kendi saranlardan›z Bir namus yoluna ölenlerdeniz” “Amerika geliyor” 盤l›klar›n›n at›ld›¤› Menderes iktidar› döneminde bu beklenti kadar nas›l yans›d›? Geldi de ne de¤iflti? “Amerikan sarg›s›” yaralar› saran bir ilaç m›yd› gerçekten? Yoksa iyice belini bükmek miydi köylünün? Kimi umutland›... Ürünümüz daha bol olacak bu y›l dedi. Olmad›... Ertesi y›l... Bir sonraki y›l... Ama aldanman›n ac›s›n› duydu sonra içinde. Araban›n tozu duman› içinde köyü afl›nd›ran politikac›lar, önceden hiç u¤ramazken, art›k köyden ç›kmayacak kadar yüzsüzleflen kaymakamlar... Traktör geldi de ne oldu? Köyün en zengini daha fazla para kazanmaya bafllamad› m›? Elektrik getirdi de Menderes; köylüler iki kat fazla sömürülmedi mi? Bütün bu sorular›n karfl›l›¤›n›, ö¤retmenlik yapt›¤› y›llarda “Amerikan Sarg›s›” kitab›yla verdi Baykurt. Amerikan emperyalizminin ikiyüzlülü¤ünü, deneyimleriyle gören köylülerin yaflant›lar›yla verdi. Köylülerin ulaflt›klar› sonuçlar› bütün inanm›fll›¤›yla iflledi bu kitab›nda. Namussuzluktu Amerikal›lara güvenmek. Namus örgüsü etraf›nda, güvenmemek gerekti¤ini iflledi. Fakir Baykurt, çok çetin koflullar alt›nda yaflayan Anadolu insanlar›n›n aras›ndan ç›km›fl, genifl bir yaflam birikimine dayanarak düflünen bir yazard›r. Bu nedenle köy gerçe¤ini, köy insan›n›, köydeki de¤iflimi ustal›kla anlatabilmifltir. Bir yandan yaz›yor, duygular›n› aktar›yor, di¤er yandan da halk›n sorunlar›yla u¤rafl›yordu Baykurt. Edebiyat›n gücünü biliyordu ve ona bir ifllev yüklüyordu. Ona göre edebiyat sadece dil, estetik de¤il ayn› zamanda 199


“söz”dü de. Do¤ruya, iyiye, güzele ulaflmak için söylenmifl sözler. Fakir Baykurt da söylediklerinin pefline düflüyordu. Tüm bunlar onu iktidar›n hedefi yapmaya yetti de artt›. Bu nedenle 12 Mart cuntas›nda kapat›lan TÖS davas›nda, 1 No’lu san›k olarak yarg›land›. Askeri savc›, TÖS’ün gizli bir örgüt haline dönüfltü¤ünü, komünizm propagandas› yapt›¤›n› iddia edip, cezaland›r›lmalar›n› istiyordu. TÖS Genel Baflkan› s›fat›yla, davada bir numaral› san›k olan Baykurt, askeri savc›n›n iddialar›n› tek tek yan›tlad›. Di¤er yandan da kapat›lma olas›l›¤›na karfl›, hapishaneden yapt›klar› yönlendirme ile TÖB-DER’in kurulmas›n› sa¤lad›. Mamak Askeri Hapishanesi’nde yatarken, sekiz y›l a¤›r hapis cezas› ald›. Arada ç›kar›lan af tart›flmalar›na karfl›, onurlu bir ayd›n›n göstermesi gereken tavr› ald›: “Aftan yararlanmayaca¤›z.” dedi. Bu y›llar›n› anlatan Baykurt “E¤er aff› kabul etseydik, yasadan yararlanmak isteseydik, arkadafllarla birlikte hemen içerden ç›kacakt›k. Ama o zaman s›k›yönetim savc›s›n›n iddianamesindeki ö¤retmenlere yönelik suçlamas›n› kabul etmifl olacakt›k.” diyordu. Hapisten ç›kt›ktan sonra bir yandan yazarl›¤a devam eden Baykurt, di¤er yandan da ülkede yaflanan toplumsal geliflmelere duyars›z kalm›yor, devlet katliamlar›n› lanetliyordu. O dönem her gün devrimcileri, halk›, ayd›nlar› hedef alan kontra cinayetler ve tehditler yüzünden Almanya’ya yerleflti. 12 Eylül askeri cuntas›yla birlikte uzun y›llar Türkiye’ye ad›m›n› atamad›. Baykurt, Almanya’da da Türkiye’den uzak kalmad›. Almanya’daki Türkiyelilerin sorunlar›n› ifllemeye bafllad› kitaplar›nda. Almanya’da Türkçe ö¤retmenli¤i yapan Baykurt, orada yap›lan etkinliklere de kat›l›yor bir ölçüde. Türkiye’ye olan özlemini bu flekilde gideriyordu. Bunun yan› s›ra Türkiye’de yay›mlanan dergilere de, kaleme ald›¤› yaz›lar› gönderiyordu. ‹lk roman›, Artvin’de ortaokul ö¤retmenli¤i yapt›¤› s›rada yay›mland›. Herkesin defalarca televizyonlarda izleyip, kitaplarda okudu¤u “Y›lanlar›n Öcü”. Yine bir köyü canland›rd›¤› bu kitab›nda, insanlar›n korkular›n› da iflleyen yazar; öç duygusunu bütün kuflatm›fll›¤›yla verdi. Ard›ndan “T›rpan”, 200


“Can Paras›”, “Kara Ahmet Destan›”... “Y›lanlar›n Öcü” kitab›yla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazand›. Bu ilk ödülüydü. Bundan sonraki eserleriyle birlikte, k›rk› aflk›n ödül alacakt› Fakirt Baykurt. Romanlar›nda, öykülerinde halk›n ac›lar›n›, dertlerini anlatt›. Artvin’den, Burdur’dan, Yeflilova’dan, Gönen’den, Karadeniz’den, Türk köylüsünü, Kürt iflçisini, ›rgat›, a¤ay›, üniversiteliyi, ö¤retmeniyle Türkiye halklar›n›n s›k›nt›lar›n› duydu yüre¤inde. Ayn› yo¤unlukla yazd›. K›sa, vurgulu cümleler ve ifadeler kulland›. Küçü¤ünden büyü¤üne yazd›klar›n›, küçü¤ünden büyü¤üne okuttu. O halk›n ö¤retmeni oldu¤u kadar, halk›n sanatç›s›yd› ayn› zamanda. Halk gibi düflünmeyenlere, halk›n ac›lar›n› hissetmeyenlere duydu¤u öfkeyi her zaman dile getirdi. Eserlerinin de¤ersizli¤ini, yaflamlar›n›n de¤ersizli¤ini hat›rlatt› bu tür “ayd›nlara”. “D›flar›da kal›yoruz d›flar›da. Hatta yukar›da... Yurdumuzda ayd›n kiflinin tutumu, halka, köylüye hep d›flardan, yukardan bakmak. Yeme¤inden yememek, yata¤›nda yatmamak. Hatta tiksinmek, hor görmek, küçümsemek. Halk ayr›, ayd›nlar ayr› iki kutup, ara yerde de insan›n gücüne giden kocaman bir uçurum.” Elefltirilerinde ac›mas›z oldu. Bir tarafta, bir kar›fl toprak için bütün de¤erlerinden, insanl›klar›ndan vazgeçenler; di¤er tarafta Irazca vard›. Irazca namusun, Irazca -birlik olundu¤unda- her fleye gö¤üs gerilebilece¤inin simgesi. Sonunda Bayram göçüp gitse de köyden, Irazca tek bafl›na, aman dilemeyenlerin gururu olarak milyonlar›n gönlünde yer etti. Fakir Baykurt “ruhsuz”lara, “Irazca’n›n Dirli¤i” gibi daha pek çok eserleriyle ait olduklar› yeri göstermeye devam etti. “Bir dönemeçte bafl›n› çevirip gerilere bakt›. Üç damlar mahallesi, derenin oylumunda çöküp duruyordu. Ceviz a¤açlar›nda bir tane yaprak kalmam›flt›. Ç›narlar ç›plakt›” diye anlatt›¤› Onuncu Köy kitab›nda en yi¤idini de, en yorgununu da, apak umutlar›yla hep güleç genç k›zlar›yla yine bu topraklar›n, bu memleketin insanlar›n› ald› kaleme. Topal Pehlivan’›, Ziynet’i, Gök Sultan’› ve daha ni201


celerini... ‹çtikleri kadehlerde “memleket kurtaranlara” ibret olmas› için yazd›. “DE⁄ER‹M‹ B‹LEN B‹LS‹N B‹LMEYEN ARDIMDAN GÜLSÜN” Fakir Baykurt yetmifl yafl›nda, yurdundan uzakta öldü¤ünde ard›nda birçok eser b›rakt›. Eserleri hayat›n, topra¤›n, insanlar›n anlat›mlar›yd›. Sadece öz yaflam ö¤eleri kulland› kitaplar›nda. Diline yaflamdan gelmenin bütün canl›l›¤›, inand›r›c›l›¤›, tazeli¤i hâkimdi. Kendisinin de önem verdi¤i tek fley buydu. Dil onun için, yazar›n düflüncesinin dünyay› yorumlama ve de¤erlendirme anlay›fl›n›n aynas›yd›. “Köylünün düflünü kavramam›fl bir edebiyatç›n›n sadece köylü a¤z› kullanmas› bir hiçtir. B›rakal›m fliveyi, dilin kendisi bile düflünceyi tafl›man›n bir arac› de¤il midir? As›l olan fliveden önceki düflünce, düflünceden önceki yaflamd›r. Konu böyle ele al›n›rsa edebiyatta yerel dilin yerinde ve uygun oranda kullan›lmas› yararl›d›r.” Dili ustal›kla kulland›. Konuflma dilinin k›sa, vurucu anlat›m gücünden bol bol yararland›. “Bugünkü okur sadece anlat›lan› dinlemekle yetinmez. Olay› ayn› zamanda gözüyle ad›m ad›m izlemek, olaya kat›lmak ister.” Bu noktan›n ne kadar önemli oldu¤unu ça¤›n›n ayd›n ve sanatç›lar›na örnek al›nacak eserleriyle kavratmaya çal›flt›. Olaylar› sadece anlatmakla yetinmeyen Baykurt, konunun an an izlenmesini sa¤layarak, okurlar› da katt› kitaplar›na. Türkçeyi kullanmas›n›n yan› s›ra, öz Türkçe’nin gelifltirilip yayg›nlaflt›r›lmas›na çaba gösterdi. Yer yer olaylar› aç›klad›, nedenlerini ortaya koydu; de¤iflik meslek, kültür, s›n›f ve katmandan kiflileri konuflturdu eserlerinde. Baflar›s› halka yaslanmas›, halk› ayd›nlatmas›yd›. “De¤erimi bilen bilsin, bilmeyen ard›mdan gülsün.” demiflti y›llar önce ve bildi¤inde ›srar ederek. Fakir Baykurt sadece eserlerini de¤il, günümüz koflullar›yla düflünüldü¤ünde, halk›n sanatç›s› olabilmenin erdemini b›rakt› ard›nda. Herkesin gönül rahatl›¤›yla namuslu ayd›n diyebilece¤i bir yaflam b›rakt›. Halk›n ayd›202


n›, halk›n ö¤retmeni, halk›n sanatç›s› Fakir Baykurt, Anadolu topraklar›nda yaflamaya devam ediyor. Türkiye halklar›n›n ac›lar›nda, dertlerinde, s›k›nt›lar›nda, özlemlerinde yaflamaya devam ediyor. “’Varmak’ güzel bir söz ama o kadar kolay de¤il. Tarih içinde yorucu, öldürücü bir maratondur varmak. Çok insan davran›r varmak için, ama az› var›r. Halk›n ve ö¤retmenlerin çekti¤i bence o var›flt›, var›fllarda de¤erini bulacak.” Varmak istedi¤in yoldas›n. Yine gözün kitab›n sat›rlar› üzerinde gidip geliyor, ayn› fleyleri koval›yor akl›n. Da¤lar görünüyor pencerenden. Da¤lar›n bafl›... Bafll›ca yap›tlar›: (Öykü) Çilli, Efendilik Savafl›, Kar›n A¤r›s›, Cüce Muhammet, Anadolu Garaj›, Onbinlerce Ka¤n›, Can Paras›, ‹çerdeki O¤ul, S›n›rdaki Ölü, Gece Vardiyas›, Bar›fl Çöre¤i, Duisburg Treni; (Roman)Y›lanlar›n Öcü, Irazcan›n Dirli¤i, Onuncu Köy, Amerikan Sarg›s›, Kaplumba¤alar, T›rpan, Köygöçüren, Keklik, Kara Ahmet Destan›, Yayla, Yüksek F›rt›nalar, Koca Ren, Yar›m Ekmek; (Toplum-E¤itim Yaz›lar›) Efkar Tepesi, fiamaro¤lanlar›; (Halk Kitab›) Kerem ile Asl›; (fiiir) Bir uzun; (Çocuk Kitab›) Topal Arkadafl, Yand›m Ali, Sakarca, Sar› Köpek.!

203


204


APE MUSA Deniz Engin Eylül 2005

Bir ezgi çal›n›r kula¤›m›za bazen. Anadolu ezgisidir. Çalg›lar›yla, ritimleriyle Anadolu halklar›n›n o güzel duygular›n› verir bize. Sesinde içtenlik ve s›cakl›k olan bir ihtiyar, hikâye anlat›r gençlere, o ezginin içinden... Apê Musa’d›r konuflan. Kürt halk›n›n özgürlük mücadelesinde bir tu¤la olan, harç olan Musa Anter’dir. Bir gün kontrgerilla taraf›ndan Diyarbak›r’da katledilen Musa Anter... 78 y›ll›k bir ömre Kürt halk›n›n ac›s›n›, sevincini, özlemlerini s›¤d›rmaya çal›flm›flt›r. 1920 do¤umlu olan Apê Musa bak›n kendi do¤um yerini nas›l anlat›yor: “Recaizade Ercüment Ekrem Talu, yaflant›s›n› anlat›rken do¤um yeri ve baba oca¤›n› flöyle tan›t›r: ‘Marmara Bölgesi Türkiye’nin en uygar bölgesidir; ‹stanbul Marmara’n›n en güzel flehridir, Bo¤aziçi, ‹stanbul’un en latif semtidir; Sar›yer, ‹stanbul’un en flirin kazas›d›r. Yeni mahalle Sar›yer’in 205


en üstün mahallesidir ve Recaizadelerin köflkü Yenimahalle’nin en harika köflküdür. ‹flte ben burada do¤dum.’ Tabi o Recaizade Ekrem’in o¤lu idi. fiimdi bana bakal›m. Mardin Türkiye’nin en geri ilidir. Nusaybin, Mardin’in en dertli ilçesidir, Stilîlê (Akarsu) Nusaybin’in en fakir nahiyesidir, Zivinge (Eski Ma¤ra) Stilîlê’nin en geri kalm›fl köyüdür ve iflte ben bu köyün nüfus kütü¤üne göre 2 numaral› ma¤aras›nda do¤muflum.” (1) Apê Musa, do¤umunu Anadolu gerçe¤ine vurgu yaparak böyle anlat›r. ‹lkokulu Mardin’de, orta ve liseyi ise Adana’da okur. Yüksek ö¤renimini ise ‹stanbul’da Hukuk Fakültesi’nde yapar. Bu dönemde siyasi kimli¤ini de kazanmaya bafllar Musa Anter. Ve kendisinin mücadeledeki ›srar›n› flöyle anlat›r tan›d›klar›na: Avrupal› filozof, akl›mda kald›¤›na göre Hobs; ‘Politik fikirler keçe gibidir, vuruldukça s›klafl›r, k›ymetlenir’ der. Bana da haks›zl›k ve iflkence yap›ld›kça, fikirlerime daha da ba¤lanm›fl›md›r.” (2) Birçok ö¤renci yurdu kurar Apê Musa. Önce Dicle Talebe Yurdu’nu, ard›ndan F›rat Talebe Yurdu’nu ve Toros K›z Yurdu’nu... Amac› ticaret yapmak, zengin olmak de¤ildir. Kurdu¤u yurtlar, Güneydo¤u’dan ‹stanbul’a okumaya gelen yoksul talebeler içindir. As›l olarak amaç, yeni bir gençlik yetifltirmektir. Bugün o yurtlardan yetiflen birçok tan›nm›fl kifli vard›r. Prof. Muzaffer Akk›l›ç, Turhan Selçuk ve ‹lhan Selçuk bunlardan baz›lar›d›r. ‹LK ÖRGÜT Dicle Talebe Yurdu’nu kurduktan sonra Anter, arkadafllar›ndan Mustafa Remzi Bucak, Yusuf Azizo¤lu, Ziya fierefhano¤lu ve Faik Bucak ile birlikte illegal örgüt kurarlar. Örgütün ad›n› “Kürtleri Kurtarma Cemiyeti”koyarlar. Örgütün amac›n› “Memleketten gelen arkadafllar›m›za yard›mc› olmak ve burada benliklerini kendilerine ifade etmektir” diye aç›klar Musa Anter. Befl arkadafl, davalar›na sad›k kalacaklar›na dair yemin ederler. “Ölünceye kadar vatan sevgisi and›m›za sad›k kalaca¤›m›za, hiçbir flartta vatandafllar›m›z›n aleyhine iflbirlikçi ve cafl (hain) olmayaca¤›ma yemin 206


ederim.” (3) Ve befl kifli ölünceye kadar yeminlerine sad›k kal›rlar. Çok yönlüdür bizim Apê Musa. On parma¤›nda on marifet vard›r deyim yerindeyse. Siyasi düflüncelerini, yaflanan gerçekleri anlatmak, duyurmak için yay›nc›l›¤a bafllar. Hem sahipli¤ini, hem de yazarl›¤›n› yapt›¤› birçok gazete ç›kar›r. Dicle Kayna¤›, fiark Postas›, ‹leri Yurt, Deng, Bar›fl Dünyas› bunlardan baz›lar›d›r. Yine bir dönem Cumhuriyet gazetesinin Güneydo¤u muhabirli¤ini de yürütür. Yaz›lar›nda politik görüflleri ile mizah›n› birlikte yo¤urarak güzel fleyler üreten ender insanlardand›r. Yazd›¤› birçok yaz›dan dolay› yarg›lanm›flt›r. Ç›kard›¤› yay›nlarla ve yaz›larla, Kürt edebiyat›na ve diline ayr› bir katk› sunmufltur. 1938’de Diyarbak›r’da, ‹leri Yurt gazetesinde dilenci bir k›z ile aras›nda geçen sohbeti Kürtçe yazar. Bu yaz›, o dönem bir bomba etkisi yarat›r. Savc›l›k hemen Anter hakk›nda, yazd›¤› bu yaz›dan dolay› dava açar. Kovuflturma, soruflturma ve mahpusluk yabanc› de¤ildir Apê Musa’ya. 1959’da iktidarda DP vard›r. Diyarbak›r’da ‹leri Yurt gazetesine yönelik bask›lar artm›flt›r. O dönem, DP’nin her yerde genel bir bask›s› vard›r. Bu bask›lardan dolay› DP, ülkenin dört bir yan›nda protesto edilir. Dönemin cumhurbaflkan› Celal Bayar, bizzat Diyarbak›r Valili¤i’ne telefon ederek, Anter’in kafas›n›n ezilmesini tavsiye eder. Bunun üzerine yap›lan operasyonlarda, aralar›nda Musa Anter’in de bulundu¤u 50 kifli, 17 Aral›k 1959’da tutuklan›r. Bu olay, özünde Kürt ayd›nlar hareketi olan “49’lar” diye dosyalara geçer. 49’lar denilmesinin sebebi ise, aralar›ndan birinin hücrede ölmesi üzerine 49 kifli kalmalar›d›r. O dönem Kürt kültürünü, kimli¤ini, Kürt ayd›nlar› temsil ediyordu ve Musa Anter de bunlardan biriydi. Birçok kez mahpuslu¤u yaflayan Musa Anter, THKP-C önderlerinden Hüseyin Cevahir’in de hapishane arkadafl›d›r.

207


Ony›llar› mahkemelerde geçmifltir Apê Musa’n›n. Bunun sonucunda 11 y›ll›k hapishane yaflam› da vard›r. Sanki ikinci evidir hapishaneler. Öyle ilginç ve mizahi savunmalar› vard›r ki, hakimler kendi davalar› olmad›¤› halde onun savunmalar›n› ilgiyle izlerler. “Say›n mahkeme, ‹sa’dan bugüne kadar Kürtler ne yapm›fllarsa, savc› hepsini Musa’ya yüklemifl. Hele o ondan vazgeçsin, sonras› kolay. (...) Say›n hakim 30 y›ld›r ben bu davalardan yarg›lan›r›m. Savc›lar hep idam›m›z› isterler, biz de suçsuz oldu¤umuzu söyleriz. Sizin gibi namuslu insanlar araya girer, biz de beraat ederiz. Ony›llard›r karfl›l›kl› olarak konufluyoruz. Siz de bir kanaate vard›n›z. Benim söyleyeceklerim bu kadar” (4) Gördü¤ü iflkencelerden ve hapishanelerdeki zor koflullardan, birçok hastal›¤a da yakalan›r. “Düflündüm ve karar verdim. Ulan Musa Türkiye’nin düzeltilmesi, TürkKürt kardeflli¤i sana m› kalm›fl, b›rak ne halleri varsa görsünler” (5) diyerek köyüne dönmeye karar verir. 1987 y›l›na kadar bir süre elini yazmaktan da çeker. Ama halk›na yap›lanlara dayanamayarak kaleme yeniden sar›l›r. “Köyüme döndüm. Pastoral hayat›m› sürdürdüm, fakat etraf›mda o kadar tahammül edilmez devlet terörü ve zulmü oluyordu ki, delirmedi¤ime flükrediyorum. Yeri gelmiflken Kürt tarihindeki flu öyküyü anlatmak istiyorum. Rüstem’in babas› Zal, yafllan›r. Henüz 14-15 yafl›nda olan Rüstem’e tüm kahramanl›k ödevlerini devreder. Osmanl› tarihinde Sultan Murat ve Sultan Fatih misali düflmanlar bundan yararlanarak, gelir Zal’›n bütün sürülerini talan ederler. Bu durumu Zal’a iletirler. Zal, ‘Zarar› yok, biz de onlar›n çok sürülerini talan etmifltik.’ der. Bu sefer düflman gelir, afliret yaflam›nda en büyük hakaret olan hareketi yapar ve tüm çad›rlar›n iplerini keser. Bunu da Zal’a söylerler. Zal yine ‘Zarar› yok. Biz de onlar›n çad›rlar›n› parçalam›flt›k.’ der. Düflman bir kez daha gelir. Bu sefer k›zlar›na ve kad›nlar›na sark›nt›l›k eder. Bu Zal’a söylenince Zal irkilir. ‘Namus ha!’ der ve gürzünü ister. ‘Kafama bir kaç kez vurun da kafam k›z›fls›n.’ der. At›n› haz›rlat›r, m›zrak ve gürzünü alarak düflman›n pefline düfler ve o ihtiyar haliy208


le hepsini periflan eder. Benim de halk›m öldürüldü, iflkence gördü, sakatland›. Hatta iflkenceden ç›ld›ranlar oldu. ‘Eh, ne yapal›m’ derdim. ‘Eskiden beri biz bunlar› görüyoruz.’ Fakat sonradan duydum ki halk›m›za bok yediriliyor ve namusuna el uzat›l›yor. ‘Benim, atalar›m Zal ve Rüstem gibi gürzüm yok. Ama Verin kalemimi!’ dedim ve tövbemi bozarak yazmaya bafllad›m” (6) Yaflam› boyunca Türkiye’de, baflta Kürt halk› olmak üzere tüm halklara yap›lan bask›lara ve zulme karfl› geldi. Hiçbir dönem sessiz kalmad›. Ömrü boyunca hep onurlu yaflad›. “Ayd›n” misyonunu yerine getirdi. Apê Musa, dört arkadafl›yla birlikte etti¤i yemine hayat› boyunca sad›k kald›¤› için 20 Eylül 1992’ de kontrgerilla taraf›ndan katledildi... Apê Musa; bugün, Kürt Halk› ad›na kendinde konuflma hakk› görenlere, Kürt halk›n›n gelece¤iyle oynayanlara hala ayd›n olmay› ö¤retiyor... Bugün kendine ayd›n misyonu biçenler Apê Musa’n›n kiflili¤ine, halk›na ba¤l›l›¤›na, direngenli¤ine ve onurlu yaflam›na bir kez daha dönüp bakmal›d›r...!

KAYNAKÇA: (1)Hat›ralar›m Musa Anter Sayfa 11 (2)Age Sayfa 189 (3)Age sayfa 60 (4)Age sayfa 9 (5)Age sayfa 237 (6)Age sayfa 244

209


210


JOSE MART‹ VE LAT‹N AMER‹KA’YI ANLAMAK Tav›r Kas›m 2005

Ülkemizde (ve belki baflka ülkelerde de) “Çav Bella” ya da “Hasta Siempra (Comandante Che Guevara)” gibi kendi anlamlar› d›fl›nda anlamlar yüklenerek oynanan flark›lardan biri de Joan Baez’in söyledi¤i “Guantanamera”. Bu flark›larla oynanmamal› m›? Oynanmal› elbette. Ama bir yandan haklar›nda vur emri ç›kar›ld›¤›, bir yandan da tiflörtlefltirilerek post modernizmin renk karnaval›na dâhil edilmeye çal›fl›ld›¤› bilinerek, inad›na oynanmal›. Bu flark›lar dünya devrim flark›lar› seçkilerinde de mutlaka yer al›rlar. Jose Julian Marti Perez, ünlü ad›yla Jose Marti, ço¤umuzun an›msad›¤› “Guantanamera”n›n, ço¤umuzun an›msamad›¤› flairidir. Küba’ya dair hangi gezi notunu okusan›z, ad› üniversitelere, caddelere, hastanelere ve Küba’n›n en büyük havaalan›na verilen, pek çok yerde heykelleri görülen Jose Marti, Fidel ve Che’nin hemen ard›ndad›r. fiöyle der Jose Marti flark›ya kat›lan iki ünlü fliirinde “Guantanamera! Guajira! Guantanamera!” nakaratlar›n›n aras›ndan:

211


GUANTANAMERA Dürüst bir insan›m ben, Palmiyeler ülkesinden. Ölmeden önce, paylaflmak isterim Ruhumdan akan fliirleri. fiiirlerim aç›k yeflildir, ve k›z›l par›ldar fiiirlerim yaral› bir ceylana benzer, Da¤da kurtar›lmay› bekleyen. Dikiyorum bir ak gülfidan› Haziran’da ve Temmuz’da Çünkü samimi dostum Elini vermifltin bana. Ve zalimin biri parçalad›¤› için Beni yaflatan yüre¤imi. Dikmem ne bir ayr›kotu ne de çak›rdikeni Dikerim bir ak gülfidan›. Dünyan›n yoksul insanlar›yla, Neyim varsa paylaflmak isterim. Da¤lar›n c›l›z dereleri Denizlerden daha mutlu eder beni. Jose Marti’nin damarlar›ndan Che’nin damarlar›na, “Latin Amerika’n›n kesik damarlar›”ndan ülkemizin kesik damarlar›na, bir co¤rafyadan di¤erine ve 1880’li y›llardan günümüze, bir ça¤dan bir ça¤a akar gelir bu sözler. Jose Marti bu sözleri söyledi¤inde, Latin Amerika’n›n zenginlikleri 350 y›ld›r katliamlar eflli¤inde ya¤malanmakta, Avrupa’da sermaye birikimine ve kapitalizmin geliflmesine kat›lmaktad›r. Küba devriminin bildirisi (II. Havana Bildirisi) flöyle der: “Küba tarihi, LatinAmerika tarihi de¤il de nedir? Latin-Amerika tarihi, Asya, Afrika, Okyanusya tarihi de¤il de nedir?” Nedir? Küba, 1492’de, K›ta’da Kristof Kolomb taraf›ndan ilk sömürge yap›lan ve ‹spanya’dan kurtulufl savafl› verirken ABD’ye ba¤lanan ama sonunda bu tarihe sosyalizmle yan›t veren ülkedir. K›ta, ‹spanya taraf›ndan iflgal edildi¤inde, Latin Amerika’n›n neredeyse tümüne hakim olan bir imparatorluk vard›r: ‹nka imparatorlu¤u. 1530’larda iflgale karfl› bölgesel direnifller bast›r›lm›fl, k›tan›n iflgali tamamlanm›flt›r. 212


Latin Amerika’n›n bugünkü ülkeleri Afrika, Arap ve Asya ülkelerinin ço¤u gibi yerli kabile yo¤unluklar›na ve/veya co¤rafi koflullara göre bölünüp bafllar›na birer sömürge valisi atanm›fl eski sömürge bölgeleridir. Örne¤in Arjantin, 1776’ya kadar Peru’daki sömürge valili¤ine ba¤l›yken bu tarihte ayr› bir valilik bölgesi ve bugünkü baflkenti Buenos Aires de bu valili¤in yönetim merkezi olmufltur. 1700’lü y›llarda geçici zaferler elde eden yerli ayaklanmalar› yaflanm›flt›r. En büyüklerinden biri 1781 y›l›ndaki Tupac Amaru ayaklanmas›d›r. Topraks›z yerlilerden oluflan ayaklanmac›lar, soylulara ait topraklar› iflgal etmeleri ve topraklar›n paylaflt›r›lmas›n› savunmalar›ndan ötürü komünarlar ad›yla da an›lmaktad›rlar. ‹nsan›n sahip oldu¤u herhangi bir fleyin ya¤mas›, onun cesaretinin, bilincinin, itiraz hakk›n›n, onurunun, kültürünün, tarihsel de¤erlerinin de ya¤mas›yla mümkündür. Binlerce y›ll›k tarihe s›¤mayan tek bir dilde ortaklaflmay›, sömürgeciler yerli dilleri ya¤malayarak iki yüz y›la s›¤d›rm›fllard›r. Latin Amerika’n›n ortak dili Brezilya ve Guyana’da Portekizce, di¤erlerinde ‹spanyolca’d›r. Ortaklaflma sadece dilde de¤ildir. Her fleyden önce düflmanda ortaklaflm›fl bir halk oluflmufltur. K›ta’n›n etnik yap›s›, sömürgeci soylularca büyük çiftlik tar›m› için Afrika’dan getirtilen siyah köleler ve sömürgeci ülkeden gelen göçlerle (asker, memur, zanaatkâr ve iflsizler) büyük bir de¤iflime u¤ram›flt›r. Kökeni ne olursa olsun Latin Amerika’ya gelen her fley melezlenir. K›ta melez bir k›tad›r ve melezlenen halk büyük bir tek düflmana, ‹spanya’ya karfl› savaflmaktad›r. Bunlar Latin Amerika devrimcilerinin kültürel olarak da melez olufllar›n›, kökeni ne olursa olsun Latin Amerika’daki her savaflç›n›n, enternasyonalizmin içine do¤mas›n› ve tüm k›tan›n sahiplendi¤i savaflç›lar olufllar›n› büyük ölçüde aç›klar san›r›m. 4 Temmuz 1776’da Kuzey Amerika’daki 13 ‹ngiliz kolonisi ‹ngiltere’ye karfl› ba¤›ms›zl›¤›n› ilan eder. Önderleri ne yerliler ne köle siyahlard›r, sömürgeci ülke kökenli burjuvalar ve feodal toprak sahipleridir. En önemli dertleri ‹ngiltere’nin ticaretten vergiler yoluyla ald›¤› pay ve ticaret üzerindeki sömürge aleyhine denetimidir. 213


Buradan K›tan›n zafer kazanan ilk ba¤›ms›zl›k savafl› ve ABD do¤ar. Bu zaferin hem k›tada hem de Avrupa’da büyük etkileri olur. Bu etkiler, Frans›z ‹htilali’nin etkileriyle kolayca birleflerek tüm k›tay› sarar. 1800’lü y›llar›n bafl›nda ‹spanyol ordusundan at›lan bir subay olan Francisco Miranda, ABD’den esinlenen ancak, ‹nka Krall›k soyundan gelenlerin yer alaca¤› iki meclisli bir Latin Amerikan ‹mparatorlu¤u düfllemektedir. ABD ve ‹ngiltere’den küçük de olsa yard›m görür ama halktan yeterli karfl›l›¤› alamaz. 1808’de Napolyon ‹spanya’y› iflgal edince, Latin Amerika’daki ‹spanyol sömürge bölgelerinde isyan›n önü aç›l›r. Arjantin’de do¤an ‹spanyol kökenli José De San Martin, fiili ve Arjantin’i ba¤›ms›zl›¤a kavuflturur, 1821’de Lima’ya girer. Ayn› dönemde, zengin bir ‹spanyol ailenin çocu¤u, bir süre ‹spanya’da bulunmufl ve orada evlenmifl olan Venezüella do¤umlu Simon Bolivar, Haiti’den birlik devflirir, Venezüella ve Kolombiya’y› kurtar›r ve Field Marshall Sucre’u 1822’de Ekvator’a gönderir. Bu ikiliden San Martin, Fransa’ya dönüp orada yaflamaya karar verirken, Bolivar ve Sucre, Peru’nun ba¤›ms›zl›¤› için savaflmaya devam ederler. Bolivya ad› da Bolivar’dan gelir. Ba¤›ms›zl›k savafllar› sömürgeci oligarklara karfl› anti-feodal toprak savafllar›n› da içinde bar›nd›rmaktad›r. Bu savafllar›n önderlerinin, Frans›z ‹htilali’ni yaflayan Avrupa’daki özgürlük düflünceleriyle yak›ndan tan›flt›klar›na, sömürge ülke kökenli olufllar›na, savafl›mlar›n› bir sömürge bölgesiyle s›n›rl› tutmad›klar›na ve di¤er sömürge bölgelerinden güç devflirdiklerine de dikkat çekmek isterim. ‹flte bunlar da isyanlar›n melezlenmesi, Latin Amerikal›laflmas›d›r. 1822’ye gelindi¤inde Meksika ve Kaliforniya’ya kadar tüm ‹spanyol Amerikas› ba¤›ms›zl›¤›n› kazanm›fl durumdad›r. ABD, ba¤›ms›zl›k savafllar›n›n taraf›ndad›r. Aralar›nda eski Portekiz kolonisi Brezilya’n›n da bulundu¤u yeni Latin Amerika devletlerini tan›r. Ayn› dönemde Rusya, Prusya ve Avusturya, kendilerini Frans›z ‹htilali’ne karfl› korumak amac›yla, Kutsal ‹ttifak denilen bir birlik kurarlar. ‹ttifak, Latin Amerika’da ‹spanya’n›n taraf›ndad›r do¤al olarak ve eski sömürgelerin ‹spanya’ya geri verilmesine iliflkin niyetini aç›klar. ABD Baflkan› Monroe, 1823’te, ileride Monroe Doktrini 214


olarak tan›mlanacak olan aç›klamas›n› yapar: “... Amerika k›talar›, bundan böyle Avrupa güçlerinden herhangi birinin gelecekteki kolonilefltirmesine konu olamaz.” Türkçesi: “Latin Amerika bizim arka bahçemizdir.” Ba¤›ms›zl›k taleplerinin içine kendi s›n›fsal taleplerini de katan halk, ba¤›ms›zl›k sonras› bu taleplerini karfl›layamam›flt›r. Eskisi gibi yaflanmayacakt›r ama sosyalizm de gündeme gelmemifltir. Sömürge bölgeleri yeni oligark bölgeleridir art›k. Ve arka bahçede iktidar savafllar›, ayaklanmalar, darbeler, zaman zaman ‹spanya’n›n müdahaleleri ve yeni devletleraras› savafllar eksik olmaz. Ancak, geliflen ABD sermayesi arka bahçesine yerleflmektedir. ABD 1848’e gelindi¤inde Meksika topraklar›n›n yar›s›n› (Teksas, Nevada, Kaliforniya) da fethetmifl durumdad›r. Latin Amerika, ‹spanyol ve Portekiz soylular›n›n oluflturdu¤u köleci-feodal sömürge yönetimlerini devirirken, kendi içinden do¤urdu¤u yeni iflbirlikçi oligarklara karfl› Tupac Amaru’lar›n ve Frans›z ‹htilali’nin bilincini de biriktirmifltir. Küba, özellikle 1830’lar boyunca fleker kam›fl› çiftliklerinde çal›flan kölelerin kendili¤inden ayaklanmalar›na sahne olur. Küba’n›n ve Latin Amerika’n›n bilinci Jose Marti’nin fliirlerinde billurlafl›r. BOYUNDURUK VE YILDIZ Do¤du¤umda flöyle demifl Günefl anam “Çiçe¤i, meyvesi rahmimin, gönlü bol Titan, Evrenin o¤lu, can›m, aynam benim; önce bal›kt›n Sonra kufl oldun, sonra at, sonra insan. ‹çim yanarak koyuyorum önüne flu iki iflareti ‹yi bak! Seç birini! ‹lki boyunduruktur Uysal, yumuflak bir öküz yapar tafl›yan› Böylesi ufla¤›d›r zenginin, boldur yulaf› Ve s›cakt›r alt›ndaki saman. Ötekiyse, can›m›n içi, gizim benim, Ötekiyse bir y›ld›zd›r, parlar ve öldürür. Saçar ayd›nl›¤›n›, kaç›r›r suçlular› Onu tutan, savuran ve Bu k›y›mlarla dolu dünyada ›fl›k saçan el, 215


yaln›zd›r. Öküze özenen tembel, uyufluk insan Yozlafl›r, öküzleflir, yitirir erdemini Yeniden koyulur t›rmanmaya evrim merdivenini! Aln›nda y›ld›z› korkusuzca tafl›yansa Yaratan ve büyüyen olacakt›r! Ve kiflio¤lu dünyan›n ‹çtikçe bafl döndüren içkisini Sundukça a¤›rbafll› ve hoflnut Kanl› yüre¤ini insanlar›n sofras›na Savurdukça rüzgârlara ulu sözlerini Yank›s›z sesiyle; Ayd›nl›k içinde, flenlik içinde olur. Kuflan›r y›ld›z›n yalazlar›n›. - Anac›¤›m: bana boyunduru¤u ver önce Ki koyup ayaklar›m›n alt›na yükseleyim Aln›mdaki bin bir yalazl› ve öldüren y›ld›z daha çok parlas›n diye. (Türkçesi: Aysel Özak›n) Latin Amerika’n›n boyunduru¤u ve Che’nin aln›nda parlayan y›ld›z› yok mudur bu fliirde? Latin Amerika edebiyat› ve özellikle fliirindeki geliflmeyle, tarihi aras›ndaki ba¤› kurmak için Ülkü Tamer’in Latin Amerika fliiri üzerine incelemesinden uzunca bir al›nt› yapmak gerekiyor: “1830’larda Avrupa romantizminin etkileri görülmeye baflland›. Dört y›l Fransa’da kalan Arjantinli Esteban Ecceverria, ülkesine döndükten sonra yeni bir ak›m›n, romantizmin öncüsü oldu. ‹nsanla do¤a aras›ndaki iliflkiyi arayan, esine dayanan bir ak›md› bu; ama gerçekleri anlat›yordu. Kolombiyal› Gregorio Gutierrez Gonzalez ile Brezilyal› Gonçalves Diaz, bu ak›m›n baflar›l› örneklerini verdiler. Bu arada, ayn› ak›ma ba¤l› olarak bir ‘gauchesco’ fliiri do¤du. ‘Gaucho’lar› (Latin Amerika’da pampa ad› verilen çay›rlarda yaflayan, atl› göçebe hayat› süren; Latin Amerika oligark› taraf›ndan istenmeyen adam ilan edildi¤ini, fliirleri yeterince anlatmaktad›r bize.

216


“Alt›n Ça¤” (The Golden Age) ad›nda bir çocuk kitab› yazar. Öykü, ‹spanya sömürgesi Küba’y› çocuk diliyle anlatmaktad›r. Günümüzde Küba, Latin Amerika ve hatta ABD’de en çok okunan çocuk kitaplar› aras›ndad›r. 1882’de ilk fliir kitab›n› yay›mlar. “‹smaellilo” adl› küçük bir kitapt›r bu ama Latin Amerikan fliirinde modernizm ak›m›n›n bafllang›c› kabul edilir. Halk edebiyat›ndan beslenen, duygulan›mlar›n› yal›n ve derin, sözcüklere hareket yetene¤i vererek aktaran bir fliirdir bu. Ezgiye önem verir, dizeler uyakl›d›r. Ayr›l›klar ve ac›lar, devrimcilere toplumsal tarihi bireysel tarih alan› olarak alg›lay›p, birey olarak müdahale etmeye kalkmalar›na karfl›l›k ödetilen bedeldir. Toplumsal olandan bireysel paylar›na düflendir. Ülkesi sevgilisi ve çocu¤u, sevgilisi ve çocu¤u ülkesidir. Jose Marti gelene¤inin flairlerinden Kübal› Miguel Barnet “Memorandum” fliirinde flöyle der: “Aflk fliiri yazar›m / Ve bir anda / Politik olur // Politik bir fliir yazar›m / Bir anda / Aflk fliiri olur // Sonra anlar›m ki / fiiir de¤il as›l sevdi¤im / Ama tarih / ve sensin.” Kar›s› New York’ta yaflamak istemez. Küba’da çocuklar›n› ‹spanyol okullar›nda yetifltirmeyi tercih eder. Marti’nin düflüncelerini benimsemez ama kocas›n› savunmaktan da geri kalmaz. Marti de Latin Amerika halklar›na, çocuklar›n› ABD’ye göndermemelerini ve kendi halklar› içinde e¤itmelerini ö¤ütlemektedir.

DÜfiLER GÖRÜYORUM UYANIK Düfller görüyorum uyan›k Gündüz ve gece Düfller görüyorum gözlerim aç›k Vahfli deniz k›y›lar›n›n Köpüklü dalgalar›n›n üstünde Ve üstünde yuvarlak çöl çak›llar›n›n S›ska boynuna bindirmifl Kalbimin hükümdar›n› 217


Bir erkek aslan Oyuncu bir çocuk görüyorum hep Beni ça¤›r›p duran… Ülkü Tamer’den devam edelim: “Yine Kübal› bir baflka flair (Julian Del Casal), Meksikal› Gutierrez Najera, Kolombiyal› Jose Asuncion Silva, Nikaragual› Ruben Dario, bu ak›m›n öncülü¤ünü ettiler. Dario’nun d›fl›nda öteki flairler, 1896’dan önce öldüler. Ruben Dario, ‘modernismo’m›n birinci ve ikinci dönemleri aras›nda bir ba¤ oldu… Modernismo’nun en büyük yarar›, Latin Amerika insan›na, kendi yarat›c›l›¤› konusunda büyük güven sa¤lamas› oldu. Etkisini Latin Amerika ülkelerinin hepsinde gösterdi; giderek ispanyol fliirini bile etkiledi.” 1891 y›l›nda ikinci fliir kitab›n› yay›mlar: ‹çten Dizeler ya da Basit Kofluklar diye çevrilebilir ad›, “Simple Verses”. En ünlü fliiri “Ak Bir Gül Dikiyorum” bu kitab›ndad›r. “Guantanamera” flark›s›nda baflka bir ünlü fliiriyle birlikte kullan›lm›flt›r. Marti’nin fliirini ve Marti sonras› ondan etkilenen Latin Amerika fliirini, onun bu kitapta yer alan flu iki dizesi anlatmaya yeterlidir: “fiiirlerim aç›k yeflildir / ve k›z›l par›ldar” (Türkçesi: Evin Okçuo¤lu) ‹K‹ YURT (parça) … Ve bofl sözler s›k›nt› verir bize. Evren Konuflmas›n› daha iyi bilir insanlardan. Kavgaya ça¤›ran Bir bayrak gibi, mumun k›z›l alevi ›fl›ld›yor. Havas›zl›ktan bo¤ulup Aç›yorum pencereleri. Gökyüzünü kar›flt›ran Bir bulut örne¤i, sessizce geçiyor dul Küba Kopararak karanfilin yapraklar›n›. (Türkçesi: Nedim Gürsel) 218


1880’lerde yazd›¤› fliirlerden oluflan, sa¤l›¤›nda yay›nlanmam›fl fliir kitab› “Özgür Dizeler” ise ancak 1913’te yay›nlanacakt›r. 1890 y›l›na geldi¤inde Marti’nin düflünceleri olgunlaflm›flt›r.1889’daki Pan-Amerikan kongresine yaz›lar›yla kat›l›r. 1891’de “Bizim Amerikam›z” adl› kitab›n› ç›kar›r. Birleflik Latin Amerika üzerine düflüncelerini aç›klar. Küba’ya “Meksika Körfezi’nin anahtar›” demektedir. E¤er ‹spanyollar çekilirse tek bafl›na bir Küba’n›n baflka bir Avrupal› sömürgenin de¤il k›sa zamanda ABD’nin eline düflece¤ini düflünmektedir. Latin Amerika ekonomisinin birli¤inin politik birlikten geçti¤ini savunmaktad›r. 1892’de Küba Devrimci Partisi’nin temsilcisidir. Parti 1893’te tütün iflçilerinin ayaklanmas›n› örgütler ancak k›sa zamanda bast›r›l›r.1893 ve 1894’de partinin liderleri Maceo, Gomez ve Marti (ilk ikisi askeri lider konumundad›r ve Maceo, askeri yetenekleri, sat›n al›namaz kiflili¤i ve kurulacak bir hükümette görev almay› reddeden mütevaz› yaflam›yla Küba’da çok sevilen bir liderdir) ayaklanma haz›rl›klar›n› yaparlar. Marti, 1895’te ayaklanman›n manifestosu niteli¤indeki Montecristi manifestosunu kaleme al›r. Manifesto, hiçbir d›fl gücün kontrolünde olmayan, siyahlarla beyazlar›n eflitli¤ini sa¤layan, ticaretle özgürlü¤ü dengelemifl, yeni bir ekonomik yaflama kavuflmufl özgür bir Küba önermektedir. 30 Mart’ta Maceo, 11 Nisan’da Gomez ve Marti Küba’ya ç›karlar. 5 May›s’ta ayaklanma stratejisini kararlaflt›rd›klar› bir toplant› yaparlar. Üç y›l sonra savafla ABD kat›l›r. ‹spanya yenilir, Küba’ya ABD hâkim olur. Ve Marti’nin dedi¤i gibi Küba 1959’daki devrime kadar ABD’ye ve iflbirlikçilerine karfl› mücadele eder. 1959’da Marti’nin düflleri ve fliirleri Havana sokaklar›na egemen olur. Ayn› yal›nl›kta ölmek isterim/ K›rda bir çiçek gibi, sakin, gösteriflsiz/ Mum yerine y›ld›zlar parlas›n üstümde/ Yeryüzü uzans›n alt›mda sessiz. Ben ayd›nl›k ve özgürlük delisiyim/ Vars›n hainleri gizlesinler so¤uk bir tafl alt›nda/ Dürüstçe yaflad›m ben, karfl›l›¤›nda Yüzüm do¤an günefle dönük ölece¤im. (Türkçesi: Ataol Behramo¤lu) 219


Böyle der Marti 1894’te yazd›¤› ünlü fliirinde ve 19 May›s 1895’de daha ba¤›ms›zl›k savafl›n›n en bafl›nda girdi¤i çat›flmada böyle ölür… Böyle ölünebilecek bir yaflam anlay›fl›n› devrimcilere miras b›rakarak…!

220


B‹R GAR‹P ORHAN VEL‹ Ceren Kayal› Kas›m 2005

“K‹TABE-‹ SENG-‹ MEZAR Hiçbir fleyden çekmedi dünyada Nas›r›ndan çekti¤i kadar; Hatta çirkin yarat›ld›¤›ndan bile O kadar müteessir de¤ildi; Kunduras› vurmad›¤› zamanlarda Anmazd› ama Allah’›n ad›n›, Günahkâr da say›lmazd›. Yaz›k oldu Süleyman Efendi’ye. (1938)” Bir Garip Orhan Veli 13 Nisan 1914’te ‹stanbul’da do¤an Orhan Veli Kan›k, Cumhurbaflkanl›¤› Armoni Orkestras› flefi Veli Kan›k’›n o¤ludur. Çocuklu¤u Beykoz ve Befliktafl’ta geçer. ‹lkö¤renimine Galatasaray Lisesi’nde bafllayan Kan›k, babas›n›n tayini nedeniyle okula Ankara’da devam eder. Ankara Erkek Lisesi’nde yat›l› okur. 1932 y›l›nda liseyi bitirir. Oktay R›fat ile ilkokulun son s›221


n›f›nda tan›fl›r. Kendisinden bir s›n›f küçük olan Melih Cevdet’le de o y›llarda tan›fl›r. Ve aralar›nda y›llarca sürecek iyi bir arkadafll›k bafllar. Çocuklu¤undan beri edebiyata ilgisi oldukça fazlad›r Orhan Veli’nin. fiiirin yan› s›ra tiyatroya da ilgisi vard›r. Piyesler yazar, kimi oyunlarda rol de al›r. Beykoz’daki evlerinin bahçesine sahne kurar ve oyun denemeleri yapar. Ankara’da da oyunculu¤a ilgisi devam eder. 16-17 yafllar›nda “Doktor ‹hsan” isimli bir tiyatro oyunu yazar. ‹ki perdeden oluflan bu oyunu Orhan Veli kendisi sahneye koyar. Halkevinde Ercüment Behzat Lav’›n sahneye koydu¤u Moliere’in “Zor Nikâh” oyununda rol al›r, hatta baflar›l› da bulunur ancak oyunculukta devam etmez. Tiyatro çevirmenli¤i yapar. Daha lise birinci s›n›ftayken “Sesimiz” dergisinde ikinci ürünü “Yahudi’nin Fendi Arnavudu Yendi” isimli piyesi yay›mlan›r. Dergideki ikinci yaz›s› ise “Gece/Beyaz, Kurfluni, Mavi, Siyah” bafll›kl› denemedir. Lisede ö¤retmeni Ahmet Hamdi Tanp›nar’d›r ve Orhan Veli’nin edebiyata ilgisini gördü¤ü için onu teflvik de etmifltir. Orhan Veli yaz› ve fliir yazmaya yönelir. Aruzu iyi ö¤renir, ilk fliirlerini de aruzla yazar. Orhan Veli, 1933 y›l›nda liseyi bitirerek ‹stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne girer. Üç y›l okur ancak bitirmeden okuldan ayr›l›r. 1933 y›l›nda Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Baflkanl›¤› yapar. Okuldan ayr›lmadan Galatasaray Lisesi ö¤retmen yard›mc›l›¤› da yapar. 1936 y›l›nda Ankara’ya yerleflir. Ankara’da PTT Genel Müdürlü¤ü’nde çal›flmaya bafllar. Orhan Veli’nin Ankara’ya dönüflü yak›n arkadafllar›n buluflmas›n› sa¤lar. Orhan Veli ve arkadafllar› yo¤un bir üretim sürecine girerler. Bu süreçte Orhan Veli’nin ilk fliirleri Varl›k Dergisi’nde yay›mlanmaya bafllar. Bu fliirlerin baz›lar›nda Mehmet Ali Sel takma ismini de kullan›r. Yeni tarz fliirleri ise Eylül 1937’de yine Varl›k Dergisi’nde yay›nlan›r. Bu y›llar aras›ndaki fliirler, Ahmet Hamdi Tanp›nar, Necip Faz›l K›sakürek, A. Muhip D›ranas gibi Hececiler’in ve onlar›n da izleyicisi oldu¤u Baudelaire, Rimbaud, Verlaine, Villon, Ronsard gibi flairlerin etkisi alt›nda yaz›ld›¤› belli olan ölçülü, uyakl› manzumelerdir. Bu fliirlere romantik bir hava hâkimdir. 1936-1937 y›llar›nda asl›nda flekil ve yap› bak›m›ndan bir hece flairi olarak görülebilir Orhan Veli. 1937 y›l› ise bir dönüm noktas› olur. Yazd›klar›ndan memnun olmamaya 222


bafllar üç arkadafl. Melih Cevdet bunun özellikle Orhan Veli’de yo¤unlaflan bir memnuniyetsizlik oldu¤unu flöyle ifade eder: “O y›l çok mesuttu. (...) Ama bu çok sürmedi. ‘fiiirden gelen bu mu? Hepsi bu kadar m›?’ der gibi bir hali vard›. (...) Zaten bu hal üçümüzde de vard›. fiiirden çok fley ummufltuk. ‹stedi¤imizi bulamam›flt›k. Rahats›zl›¤›m›z› yok etmek için hem saadet anlay›fl›m›z›, hem fliir anlay›fl›m›z› de¤ifltirmek için s›k s›k konuflurduk.” Keza Oktay R›fat da Orhan Veli ile yeni tarz fliirler denediklerini belirtir konuflmalar›nda. 15 Eylül 1937 y›l›nda Varl›k Dergisi’nde bas›lan “fiiirler” yeni fliir tarz›n›n somut ç›k›fl› olur. “fiiirler”in yay›nland›¤› süreçte Melih Cevdet Belçika’dad›r. fiiirlerin bafl›na “Melih Cevdet’e ithaf” ibaresi konularak yeni fliir tarz›n›n temsilcileri de aç›klanm›fl olur bir anlamda. Ancak yeni fliir tarz› henüz daha flekillenme sürecindeyken farkl› bir geliflme daha olur ve sürrealist anlay›flla tan›fl›rlar. Oktay R›fat bu tan›fl›kl›¤› flöyle anlat›r: “Y›l yine 1937. Zaten ne olduysa 1937 y›l›nda oldu. Melih Belçika’dan dönmüfl, ben daha Fransa’ya gitmemiflim. Bizim evde balkonda amcam›n gelini bize Manifesto du Surrealisme’i sat›r sat›r okuyor, Türkçe’ye çeviriyor. (Bu hat›ran›n tarihinde yan›lm›fl olabilirim. Belki Orhan’la yaln›z ikimizdik. Melih yoktu, Belçika’dayd›.) (...) Yengem tercüme ediyor etmesine ya yazar›n ne demek istedi¤ini pek kavrayam›yor. ‘Ötesini siz anlay›verin’ çocuklar diyor. Bizse her cümlede uçuyoruz.” Özellikle fliirin ortak yaz›lmas›ndan çok etkilenirler ve Orhan Veli ile Oktay R›fat bir deneme yazarlar. “Sürrealist Oyunlardan” isimli yaz› ç›kar ortaya. Birisinin soru sordu¤u di¤erinin cevaplad›¤› bir tarzd›r. Ancak cevaplayan sorular› bilmez. Ortaya birbirinden ba¤›ms›z diyaloglar ç›kar. Bu tarz, onlar›n Türkiye’de sürrealistlerin temsilcisi olarak görülmelerine yol açar. fiiirde köklü bir de¤ifliklik yapma çabas›n›n ürünüdür tüm bu aray›fllar. “Yirmi yafl›m›z› doldural› bir iki seneden fazla olmam›flt›; beylik kal›plar, beylik oyunlar, beylik dünyalar içinde bunalm›fl kalm›fl olan fliire yeni imkânlar arayal›m dedik. fiiire yeni dünyalar, yeni insanlar, sokarak yeni söyleyifller bularak, fliirin s›n›rlar›n› biraz daha geniflletmek istedik.”

223


Yeni fliircilere en büyük destek Nurullah Ataç’tan gelir. “Okuyun o flairleri okuyun: yar›n herkese uyarak anlayaca¤›n›za flimdi kendiniz keflfedin” diyerek yeni fliir tarz›n› flöyle de¤erlendirir: “Yahya Kemal eski fliir dilini y›kt›, o, dilin fliir için bir zincir oldu¤unu gösterdi; Naz›m Hikmet vezni y›kt›, vezinsiz de fliir olabilece¤ini, vezinsiz de ahenge erilebilece¤ini, veznin fliir için, ahenk için geçilmez bir unsur de¤il, tam tersine h›z kesen bir zincir oldu¤unu gösterdi... Orhan Veli çok daha ileri ad›m att›: fliirin kendine öz bir dili, bir vezni olmad›¤› gibi, kendine özgü konular› da olmayaca¤›n› gösterdi, ahengin, musikinin de fliirden ald›r›labilece¤ini anlatt›.” (Nurullah Ataç, 1950) Yeni fliirin tart›fl›ld›¤› bu süreçte “Kitabe-i Seng-i Mezar” fliiri büyük yank› uyand›r›r. Varl›k’taki fliirlerinin ard›ndan Gençlik, ‹nsan, Ses, Yenilik gibi dergilerde de ard› ard›na yay›nlan›r fliirleri. 1941 y›l›nda Garip’i yay›nlar Orhan Veli. 1942’de ise askere gider. 1945’te terhis olur. Askerlik yapt›¤› süre içerisinde sadece alt› fliiri yay›mlan›r Orhan Veli’nin. 1945 fiubat’›nda ise Garip’in ikinci bask›s› yap›l›r ancak, sadece Orhan Veli’nin fliirlerinin bask›s›ndan oluflur kitap. Askerlik dönüflü Milli E¤itim Bakanl›¤› Tercüme Bürosu’nda çal›fl›r. Burada yapt›¤› tercümeler bakanl›¤›n klasikler serisi içinde yay›nlan›r. 1946’da Destan Gibi, 1947’de Yenisi, 1949’da da Karfl› isimli fliir kitaplar› yay›nlan›r. Ayn› y›l Do¤an Kardefl yay›nlar›ndan Nasreddin Hoca Hikâyeleri ç›kar. 1946 y›l›nda ülkedeki siyasi geliflmeler Orhan Veli’nin Milli E¤itim Bakanl›¤›’ndaki durumunu etkiler. Hasan Ali Yücel’in bakanl›ktan ayr›lmas›, onun kurdu¤u Tercüme Bürosu’nun niteli¤inin de¤iflmesine, önemini yitirmesine neden olur. Orhan Veli buradaki görevinden istifa eder. Yeni bakan Reflat fiemsettin Sirer’dir. Orhan Veli, bakanl›¤a egemen olan tutucu havaya uyamayaca¤›n› söyleyerek görevinden ayr›l›r. Yazarl›k ve çevirmenlik yapmaya bafllar. Bu süreçte Necati Cumal›, Sabahattin Eyübo¤lu, Bedri Rahmi Eyübo¤lu, Abidin Dino, Oktay R›fat ve Melih Cevdet ile s›k s›k görüflmeye bafllar. Ve bir dergi ç›karma düflüncesi do¤ar. “Yaprak” dergisinin ç›kar›lmas›na bu görüflmelerin sonucunda karar verilir. Derginin sahibi ve yaz› ifllerini idare eden Orhan Veli’dir. Derginin yükü Orhan Veli’nin üze224


rindedir. Para s›k›nt›s› çekildi¤i zamanlarda Orhan Veli yeri gelir paltosunu satar, yeri gelir Abidin Dino’nun ona arma¤an etti¤i resimleri. 1 Ocak 1949’da ilk say›s› yay›nlanan Yaprak, 15 günlük dergi olarak ç›kar. Yazarlar› aras›nda Orhan Veli, Sabahattin Eyübo¤lu, Mahmut Dikerdem, Abidin Dino, Faz›l Hüsnü Da¤larca, Melih Cevdet, Oktay R›fat, Ahmet Muhip D›ranas, Sait Faik, Cahit S›tk›, Cahit Külebi, Necati Cumal› gibi yazar ve flairler vard›r. Yaprak, 1950 Haziran’›na kadar devam eder. Toplam 28 say› ç›kar. Yaprak’›n yay›n hayat›n›n sona ermesi, Orhan Veli’yi oldukça etkiler. Orhan Veli ‹stanbul’dad›r. 1950 y›l›n›n Kas›m ay›nda k›sa süreli¤ine Ankara’ya gider. Karanl›k bir sokakta belediyenin açt›¤› ama önlemini almad›¤› bir çukura düfler. Bafl›ndan yaralan›r. O an durumun ciddiyetinin fark›na varmaz. ‹ki gün sonra ‹stanbul’a döner. 14 Kas›m’da fenalafl›r ve hastaneye kald›r›l›r. Alkol zehirlenmesine karfl› tedavi uygulan›r ancak beyninde damar çatlam›flt›r. Komaya girer ve kurtar›lamaz. 14 Kas›m 1950’de hayat›n› kaybeder. Garipçilerin fliire getirdi¤i yenili¤in, fliirin konular›n› alabildi¤ine geniflletmesi olarak ifade edebiliriz. fiiiri biçimi ve özüyle basitlefltirmek isteyen Orhan Veli ve arkadafllar›, her fleyin fliirin konusu olabilece¤ine inan›rlar. Bu inan›fla uygun fliir yazmak için de fliirin konu edinece¤i insan tipini toplumun alt gelir gruplar›nda bulunan s›radan, alelade, günlük geçiminin, küçük tasalar›n›n peflinde olan insanlardan olabilece¤ini düflünürler. Buna ba¤l› olarak di¤er konular da basitleflecektir. Orhan Veli ve arkadafllar›, eski fliirin idealize edilen, kahramanlaflt›r›lan insan tipini y›kmaya dönük bir tutum tak›n›rlar. Örne¤in divan fliirindeki insan, kusurlar›ndan bütünüyle ar›nm›fl, günlük s›k›nt›lar›n üstünde yaln›zca soyut, ideal bir aflk›n aray›c›s›d›r. Nam›k Kemal’in insan› ise toplum için mücadele eden, toplumu kurtaracak kahraman tipidir. Bu çizginin d›fl›nda kalan Hececi flairlerin ürünlerindeki insan ise kusurlar› ile bile romantik duyarl›l›¤› temsil eden günlük yaflam gerçekli¤inin d›fl›ndan geliyordur. Özcesi, insan yüce yaflamlar›n insan›, flair ise bu yüce yaflamlar›n, yüce duygular›n yazar›d›r! Garipçilerin karfl› ç›kt›¤› da budur. Orhan Veli, Sait Faik’e flöyle ifade eder bu konudaki düflüncelerini: 225


“Bu hastal›k bende 11-12 yafllar›nda bafllar. O zaman yazd›¤›m fliirler al›fl›lm›fl tarzda fleylerdi. Daha do¤rusu, kötü fliirlerdi. fiairlerden kötülerinin bile tesiri alt›nda yazard›m. Bir gün geldi. Eski fliirlerden b›kt›k. ‹stedik ki, biraz daha farkl› olsun... O s›ralarda gavur fliirlerini okuyorduk... Bu arada Baudelaire’den sonraki nesillerin. Daha çok modern flairlerin kitaplar›n›. Bir de sürrealistleri. ‹flte herkesin acayiplik telakki etti¤i fliirleri o zaman yazd›k. fiimdi onlar› be¤enmiyorum. fiiirin de bir ustal›k denen fleye dayand›¤›n› o zaman bilmiyormufluz demek. Bugün o flairlerden ayr›ld›k. Halk edebiyat›ndan istifade ediyoruz. Ama bir hamle yapabilmek için, eskilikten silkinebilmek için o fliirleri de yazmak laz›md›.” Asl›nda bu sözler Orhan Veli’nin, daha do¤rusu Garipçilerin fliire dair düflüncesini oldukça aç›k ifade ediyor. Konu alan› genifllemifl, biçimde neredeyse s›n›rs›z bir özgürlü¤ü savunan, hemen her sözcü¤ün fliire girmesini sa¤layan bir ak›md›r Garip ak›m›. Konuflma diliyle yazmay› savunmufllard›r. Yal›n bir halk dili kullanarak, gündelik sözlerle, yergi ve espriden de yararlanarak, tekerleme havas› içinde fliirler ç›km›flt›r ortaya. Halktan insanlar› bulabiliriz Garipçilerin fliirlerinde. ‹kinci Emperyalist Paylafl›m Savafl› y›llar› açl›¤›n, yoksullu¤un, yolsuzlu¤un, hastal›k ve karaborsan›n yafland›¤› y›llard›r ve o dönemin fliirlerine konu olurlar: Cep delik, cepken delik,/ Kol delik, mintan delik,/ Yen delik, kaftan delik;/ Kevgir misin be kardefllik! fiiirlerinde sosyal konulara, toplumsal sorunlara de¤inse de toplumu yönlendirecek, çözüm gösterecek bir bak›fl aç›s› yoktur. Ölümünün y›ldönümünde fliirde yeni bir ak›m›n öncüsü olan Orhan Veli’yi anarken fliirlerinden örneklerle noktalayal›m ona dair sözlerimizi. BEDAVA Bedava yafl›yoruz, bedava; Hava bedava, bulut bedava; Dere tepe bedava; Ya¤mur çamur bedava; 226


Otomobillerin d›fl› Sinemalar›n kap›s›, Camekânlar bedava; Peynir ekmek de¤il ama Ac› su bedava; Kelle fiyat›na hürriyet, Esirlik bedava; Bedava yafl›yoruz, bedava. ANLATAMIYORUM A¤lasam sesimi duyar m›s›n›z, M›sralar›mda; Dokunabilir misiniz Gözyafllar›ma, ellerinizle? Bilmezdim flark›lar›n bu kadar güzel, Kelimelerin kifayetsiz oldu¤unu Bu derde düflmeden önce. Bir yer var biliyorum; Her fleyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaflm›fl›m, duyuyorum; Anlatam›yorum. !

227


228


AMER‹KANIN V‹CDANI ARTHUR M‹LLER Ulafl Cengiz Mart 2005

Ça¤dafl Dünya tiyatrosunun enönemli yazarlar›ndan, Pulitzer Ödülü sahibi Arthur Miller 11 fiubat 2005 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Öldü¤ünde 89 yafl›nda olan Miller, bir süredir zatürre, kanser ve kalp rahats›zl›klar›yla mücadele ediyordu. Miller, 17 Ekim 1915’te New York’ta do¤du. Yahudi as›ll› Polonyal annebaban›n o¤luydu, New York’ta büyüdü, Büyük ‹ktisadi Bunal›m’› yaflad›. Oyun yazmaya, gazetecilik okumak üzere 1934’te girdi¤i Michigan Üniversitesi’ndeki ö¤rencilik y›llar›nda bafllad›. Unutulmaz karakterlerle Amerikan tiyatrosuna ad›n› yazd›ran Miller, yak›n geçmifle kadar da yazmay› sürdürdü. Eserlerinde ça¤›n›n önemli siyasi, toplumsal ve ahlaki sorunlar›n› iflleyen Miller hem Broadway hem de dünya sahnelerinde oyunu en çok oynanan 229


yazarlar aras›nda yer al›yordu. Amerikan ulusunun vicdan› olarak nitelendirilen Miller’›n oyunlar› genellikle ça¤›n›n önemli toplumsal, siyasi ve ahlaksal sorunlar›n› irdeliyordu. Miller ilk yap›tlar›nda, ABD’nin refah toplumu olma idealini ve ‘Amerikan rüyas›’na ulaflmak u¤runa bireylerin verdikleri ödünleri iflledi. Yazar›n yaflad›¤› topluma yöneltti¤i elefltirel bak›fl aç›s›, di¤er oyunlar›nda da kendisini gösteriyordu. Eserlerinde Amerika’n›n ahlaki zay›fl›¤›n› ele ald› ve bunun ard›ndaki psikolojik nedenleri bulmaya çal›flt›. Amerika’n›n de¤iflen yüzünü sol bir görüflle ele al›yordu. McCarthy döneminde “ABD Aleyhtar› Faaliyetler Komitesi” taraf›ndan sorguland›. Elia Kazan’›n itiraflar› sonucunda “komünist liste”de yer alan Miller, sorgulamalar s›ras›nda iflbirli¤i yapmay› ve arkadafllar›n›n isimlerini vermeyi reddetti. Bu tavr› onu yüceltirken, Elia Kazan o tarihten sonra bir ispiyoncu olarak an›lacakt›. 1953’te yazd›¤› ve en popüler oyunlar›ndan Tony ödüllü “The Crucible” (Cad› Kazan›) 17. yüzy›lda Massachusetts’in Salem kasabas›nda yaflanm›fl olan cad› avlar›n› konu al›yordu. Miller asl›nda bu oyunuyla o dönemde ABD’de yaflanan Amerikan Aleyhtar› Faaliyetler Komitesi’nin komünizm soruflturmalar›n› elefltirmiflti. Arthur Miller’in en önemli yap›t› olarak kabul edebilece¤imiz “Cad› Kazan›” Amerika’daki komünist, sosyalist ve hatta demokrat bütün ayd›nlar›n ve sanatç›lar›n, düflüncelerinden dolay› vatan hainli¤iyle suçland›¤›, iflsiz b›rak›ld›¤›, her türlü bask›ya maruz kald›¤› bir dönemi dile getiriyordu. Bu yap›t, yaln›zca Amerika Birleflik Devletleri için de¤il, özgürlük düflüncesinin k›s›tlamaya u¤rad›¤› ya da u¤rat›ld›¤› her ülkede ayn› uyar›c› etkiyi yaratmay› baflarm›flt›. Oyunun Amerika’da gösterimi yasaklanm›fl, Miller’e de pasaport verilmeyerek yurtd›fl› yasa¤› konulmufltu. Yine ayn› dönem yazd›¤› “A View from the Bridge” (Köprüden Görünüfl) Amerika’da uygulanan göçmen yasas›n›n eksiklikleriyle ilgiliydi. Miller, yine çok bilinen oyunlar›ndan All My Sons’ta (Bütün O¤ullar›m) ‹kinci Paylafl›m Savafl› s›ras›nda defolu savafl uça¤› malzemelerini bilerek cepheye gönderdi¤i için onlarca askerin ölümünden sorumlu tutulan bir 230


uçak motoru sat›c›s›n›n dram›n› anlatm›flt›. Miller, oyunda baflar›y› en önemli de¤er sayan, gerekti¤inde, insani tüm de¤ereri hiçe saymaya zorlayan bir kapitalist sistemde kazan›lan paray›, temiz kalman›n mümkün olup olmad›¤›n›, bireycili¤e dayal› kutsal aile kavram›n› sorguluyordu. “Sat›c›n›n Ölümü” (Death of a Salesman), Amerikan kapitalizminin küçük insanlara yans›mas›n› en iyi irdeleyen yap›tt›. “Sat›c›n›n Ölümü” ile 1949’da Pulitzer Ödülü’nü kazanan Miller, ça¤dafl tiyatroda da trajedi say›labilecek oyunlar yaz›labilece¤ini de ileri sürmüfltü. Miller bu konuda “Trajedi, ancak insan›n iç dünyas› varsa olabilir. Benimamac›m toplumu y›kmak de¤il, onu ahlak yoluyla yeniden kurmakt›r. Ben, insan›n düflünen ve duyan bir varl›k oldu¤unu hesaba katarak iki fley aras›nda denge kurmaya çal›flt›m. Burada, kurulu düzen ile özgürlük aras›nda bir savafl›m söz konusu” diyordu. Miller film y›ld›z› Marilyn Monroe ile k›sa süreli evlili¤ine iliflkin yazd›¤› “After the Fall” (Düflüflten Sonra) oyununda do¤rudan McCarthy dönemini elefltirmiflti. Yazar›n “Cad› Kazan›”, “Bütün O¤ullar›m”, “Bedel” ve “Sat›c›n›n Ölümü” isimli oyunlar› Türkiye’de de sahnelenmiflti. Miller, “Gelecekte nas›l hat›rlanmak istersiniz?” sorusuna “Ne hissettiyse onu yazan adam olarak hat›rlanmak isterim.” cevab›n› vermiflti. Karfl› ç›kmaktan, elefltirmekten hiç vazgeçmedi. Edebi baflar›s› için kendisine verilen Kudüs Ödülü’ne lay›k görüldü¤ünde, ‹srail’i Filistin politikas› yüzünden elefltirmiflti. Miller’›n gücü de, yazarl›¤›ndan oldu¤u kadar, ahlak anlay›fl›ndan do¤uyordu. Ülkemizde de “Düflünceye Özgürlük” kitab›na yay›nc› olarak imzas›n› da koymufl ve Harold Pinter gibi pek çok arkadafl›yla birlikte DGM’de yarg›lanm›flt›. 12 Eylül’ün ard›ndan 1985 y›l›nda Ankara’da Amerikan Konsoloslu¤u’nda yine Harold Pinter ile birlikte kat›ld›klar› bir resepsiyonda iflkence konusuna de¤indi¤i için salondan kovulmufltu. Miller, özellikle Cad› Kazan›’nda insana olan inanc›n› belirtirken di¤er taraftan kiflinin vicdan hesaplaflmas› ve kendine biçti¤i de¤er üzerinde du231


ruyordu. Toplumda suçluluk duygusunun yarat›lmas›, insanlar›n içine korku sal›narak sa¤l›kl› düflünmelerinin engellenmesini de ele alm›flt›. Yazara göre böyle suçlama dönemlerinde insanlar kolayca güdülebilmekteydi. Miller’›n Salem olaylar›nda da, McCarthy döneminde de toplumda gözlemledi¤i bu olgudur. Miller, McCarthy döneminde tan›k olduklar›n› flöyle anlat›yordu: “Tüm ülke daha dün do¤mufl gibiydi. Birkaç y›l önce kimsenin de¤il unutmak, de¤ifltirilebilece¤ine bile inanmad›¤› en asal nezaket kurallar› unutulmufltu. Y›llard›r tan›d›¤›m insanlar selam bile vermeden yan›mdan geçtiler. fiafl›rm›flt›m. Çünkü bu insanlardaki büyük korku bilerek planlanm›fl, bilinçle yürürlü¤e konmufltu. Fakat insanlar yaln›zca korkuyu biliyorlard›. Bu kadar içsel ve öznel bir duygunun bu kadar d›fltan yarat›lm›fl olmas› bir mucize gibi geliyordu. Cad› Kazan›’n›n her sat›r›n›n alt›nda bu yatar.” Toplumcu ve gerçekçi Miller “Ben düflüncelerle al›flverifli olmayan, ne yapt›¤›n› bilmeyen, bilmek de istemeyen bir toplumda yaz›yorum.” derken, Amerikan toplumunun içinde bulundu¤u durumu gözler önüne seriyordu. Bu ba¤›ms›z ve berrak ayd›n›n önünde sayg›yla e¤iliyoruz.!

232


Meydan Okuman›n Gülüflü: GEORGES POL‹TZER Ümit Zafer Ocak 2006

“...Entellektüel ba¤›ms›zl›k, elefltirel zeka, tepkiye boyun e¤mek de¤il, tersine boyun e¤memek demektir...” Georges Politzer

Ayd›n› “ayd›n” yapan sadece flu ya da bu konuda bilgi sahibi olmas› de¤ildir. Ancak, bu temelin üzerinde esas olan bilgeliktir. Belli bir bilgiye sahip olmakla bilgelik aras›ndaki fark› Marks’›n meflhur 11. tezinde özetledi¤ini söyleyebiliriz: Düflünürler dünyay› bugüne de¤in çeflitli biçimlerde sadece yorumlad›lar. Ama as›l sorun onu de¤ifltirmektir.” Bu anlamda, bilgelik, edinilmifl bilgilerden gelece¤e dair do¤ru öngörüleri ç›kar›p ayd›nlanmakt›r. Ve bu sayede, ait oldu¤u halk› ayd›nlatma çabas›d›r. Ki halk›, halk›n ç›karlar› ve kurtuluflu çerçevesinde ayd›nlatmak, bu u¤urda mücadele etmek, hayat› de¤ifltirmenin de prati¤idir... 233


Ayd›n olgusunun, yani ayd›n olman›n-say›lman›n ç›tas› san›ld›¤› kadar alçak de¤ildir. Bu ç›ta bilinçli ya da de¤il, ama afla¤› çekildi¤inde küçükburjuva akademisyen, sanatç›, gazeteci vb. birer “ayd›n” olarak meydan› doldurmaktad›r. Oysa meydan bofl de¤ildir. Ki kelimenin gerçek anlam›yla ayd›n olman›n ne ve nas›l oldu¤unu gösterenlerden biri de Georges Politzer’dir, bildi¤imiz Politzer yani. Bildi¤imiz diyoruz zira bu ülkede devrimcilik yapan hemen herkes Politzer’i tan›r. Onun “Felsefenin Bafllang›ç-Temel ‹lkeleri” kitab›n› en az bir kez okumayana rastlanamaz herhalde sol saflarda. Ekim 1966’dan beri onlarca kez yay›mlanan kitaplar›yla, Politzer yaflamaya devam ediyor ülkemizde... Politzer, 1903 y›l›nda Macaristan’da do¤du. Ancak 1920 y›l›nda do¤du¤u ülkeyi terk etmek zorunda kald›. Zira dönemin gerici iktidar› babas›n› katletmiflti. Henüz 17 yafl›nda bir göçmen olarak geldi¤i Fransa’da ö¤renimine devam etti ve genç bir felsefe hocas› oldu. O dönemlerde ald›¤› e¤itimin sonucu olarak hayat› henüz idealist felsefenin bak›fl aç›s›yla yorumluyordu. Ancak, idealizmin dünyay› ve insan› aç›klamadaki bilinen yetersizli¤i ve geliflen s›n›f mücadelesinin etkisiyle k›sa zamanda Marksizm-Leninizm’i keflfetti. ‹flte bu noktadan sonrad›r ki, proleter ayd›n›n kim oldu¤u sorusuna, Politzer’in hayat›na bakarak cevap verilebilir... Politzer, sosyalist bir ayd›n ve örgütlü bir militand›. Frans›z Komünist Partisi üyesiydi ve hayat›n›n sonuna kadar da öyle kald›. 1932 y›l›nda 29 yafl›nda olan Politzer, Paris ‹flçi Üniversitesi’nin kuruluflunda yer ald›. Burada Felsefe dersleri vermeye bafllad›. “‹flçi Üniversitesi” klasik bir üniversite de¤ildi: “... beden iflçilerine Marksist bilimi ö¤retmek ve onlara zaman›m›z› anlama ve teknik anlamda oldu¤u kadar siyasal ve toplumsal alanda da eylemlerini yürütme olana¤›n› sa¤234


layacak bir düflünme yöntemi ö¤retmek için kurulmufltu.” Politzer’in felsefe ö¤rencileri her yafl ve meslekten emekçilerdi. Hemen hepsinin felsefe konusunda bir alt yap›s› yoktur. Haliyle böyle bir kitleye felsefe ö¤retmek “zor” görünüyor. Kuflkusuz zorluk ya da kolayl›k görecelidir ve esas olarak da bu ifli yerine getirecek kifliye ba¤l›d›r.

Politzer, emekçileri kendi felsefeleri olan diyalektik ve tarihsel materyalizmle silahland›rman›n önemini bildi¤inden, bu ifl ona hiç zor gelmemifltir. Sorun, bir yöntem sorunudur ve Politzer, kitle e¤itiminde devrimci bir yönteme sahiptir. Ö¤rencilerin y›llar sonra aktard›klar› izlenimler, Politzer’in e¤itim yöntemini gösterir: ... Politzer daha iyi anlafl›lmas› için, her fleyden önce ancak konu ile daha önce karfl›laflm›fl olanlar›n kavrayabilece¤i felsefeye özgü bütün özel deyimleri bütün teknik terimleri sözlü¤ünden ç›kar›rd›. Yaln›zca herkesin bildi¤i yal›n sözcükleri kullanmak isterdi...” “... O, yal›n ve aç›k olmak isterdi ve her zaman sa¤duyuya seslenirdi ama bunu yaparken aç›klamakta oldu¤u fikirlerin ve teorilerin do¤rulu¤undan ve gereklili¤inden, hiçbir zaman, hiçbir fley feda etmezdi...” “...Georges Politzer, materyalist filozofun ülküden yoksun olmad›¤›n› ve bu ülküyü zafere ulaflt›rmak için savaflmaya haz›r oldu¤unu var gücü ile yinelerdi. Sonradan, bunu kendisini feda ederek tamamlamas›n› bildi...” Politzer bir yandan emekçilere devrimci felsefeyi ö¤retirken ayn› zamanda parti içindeki görevlerini yerine getirir. Kendisiniemekçilerin kurtuluflu davas›na adam›fl proleter ayd›n›n yapmas› gerekenler, onun hayat prati¤ini oluflturur... ‹flçi üniversitesi 1939 y›l›nda da¤›t›ld›. Ki bu arada ‹kinci Paylafl›m Savafl› da bafllam›flt› ve Naziler, Avrupa’y› kan gölüne çeviriyorlard› ac›mas›zca. Politzer, faflizme karfl› her yurtseverin yapmas› gerekeni yaparak direnifl 235


içinde yer ald›. Böylece hem üniversiteler içerisindeki direniflin örgütlenmesini, hem de farkl› illegal faaliyetlerini sürdürdü. 1942’nin fiubat ay›nda Gestapo taraf›ndan tutsak al›nd›. fiubat’tan May›s’a kadar süren onca iflkenceye direnerek onurunu korudu. Faflistler Politzer’e iki seçenek sundular: Teslimiyet ya da onur... Yaflamak ya da ölmek... Düflüncelerini de¤ifltirip teslim olursa yaflayacakt›, yoksa öldürülecekti. Politzer’in tercihi, bir ayd›n›n yapmas› gereken tercihten farkl› olmad›. Kar›s› daha sonra yazd›¤› bir mektupta Politzer’in tavr›n› aktar›r: “... Gestapo subaylar› birçok kez, hemen sal›verilece¤imizi söyleyerek, tüm ailemize mutlu bir yaflam sa¤layaca¤› konusunda güvence vererek, bunun karfl›l›¤›nda onun Frans›z gençli¤ini de¤ifltirme çal›flmalar›na kat›lmay› kabul etmesini istediler. Düflünmek için kendisine 8 gün süre verdiler. Bir gün ça¤r›ld› ve tutumunu de¤ifltirmedi¤i ö¤renilince, kendisine bir kaç gün sonra kurfluna dizilece¤i söylendi...” “Kurfluna dizilmeden önce, benim hücremde yirmi dakika geçirmesine izin verildi. Bir yücelik vard› halinde. Yüzü hiç bu kadar ayd›nl›k olmam›flt›. Ifl›lt›l› bir sükûnet içindeydi ve her hareketi cellâtlar›n› bile duyguland›r›yordu. Partisi u¤runda ve Fransa u¤runda ölmekten ne kadar mutluluk duydu¤unu söyledi bana...” Politzer’in bu son anlar›na tan›kl›k eden efli de daha sonra bir Nazi toplama kamp›nda katledildi. Otuz dokuz yafl›nda faflistlerce katledilen Politzer, “Entellektüel ba¤›ms›zl›k... Boyun e¤memektir.” ilkesini hayat›yla da savundu. Böyle oldu¤u içindir ki, hala hayatta ve hala ö¤retiyor ve hala gülümsüyor: “... Georges Politzer her fleyden önce gülüfltür. Meydan okuman›n gülüflü... Gestapo’nun iflkenceleri içinde bile galip gelenin gülüflü; infaz mangas›n›n karfl›s›nda galip gelenin gülüflü...” ‹flte bu gülüfle sahip olmayan ve olamayanlar, kelimenin gerçek anlam›yla ayd›n da say›lmazlar.! Not: Al›nt›lar›n hepsi “Felsefenin Bafllang›ç ‹lkeleri” kitab›ndan al›nd›

236


SABAHATT‹N AL‹ Hale Karadeniz Eylül 2006

“Bafl›m da¤, saçlar›m kard›r Deli rüzgarlar›m vard›r Ovalar bana çok dard›r Benim meskenim da¤lard›r.”

Yukar›daki bilinen dörtlük; da¤lar› romanlar›nda türkülefltiren, Türk Edebiyat›'n›n muhalif sanatç›s› Sabahattin Ali'ye ait. Bir ayd›n›n duruflu, hayata bak›fl aç›s› elbette dönemin sosyal ve siyasal flartlar›ndan ba¤›ms›z düflünülemez. Sabahattin Ali'nin kimli¤i, edebiyat yaflam›, düflüncelerinden ayr›lmad›¤› gibi; ne pahas›na olursun olsun hayat›n›n sonuna kadar h e p üretmifl, toplumu ilerletmek ve gerçekleri gösterebilmek için hayat›n› ortaya koyarak bedel ödemifltir. 237


Sabahattin Ali, 1906'da Gümülcine'de do¤du. Babas› askerdi ve babas›yla beraber önce Çanakkale, sonra ‹zmir ve daha sonra Edremit'e gitti. 1928-1930 y›llar› aras›nda Maarif Vekaleti'nin düzenledi¤i s›nav› kazan›nca Almanya'ya gönderildi, orada bohem bir hayat sürdü. 1943 y›l›nda yazd›¤› kitab› “Kürk Mantolu Madonna” bu yaflamdan izler tafl›r. Özellikle Yunan trajedilerinden ve 19. yüzy›l Rus edebiyat›ndan izler tafl›yan roman; düzenin siliklefltirdi¤i, kimsenin umursamad›¤› bir insan›n, Raif Efendi'nin hayat›n›, tutkulu ama imkans›z aflk maceras›n›, yaln›zl›¤›n› süsten uzak bir dille anlat›r. Sabahattin Ali, 1931 y›l›nda Almanca ö¤retmeni olarak Ayd›n'a atand›, ama baz› ö¤rencileri taraf›ndan “y›k›c› propaganda” yapt›¤› gerekçesiyle ihbar edildi. 1932 y›l›nda Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerini hedef alan bir fliir okumakla suçland›, Mustafa Kemal'e hakaret etti¤i gerekçesiyle tutukland›. Bu dönemde verdi¤i savunma ise onun duruflunu apaç›k ortaya koymaktad›r: “Ben bir kafa tafl›yorum. Bu kafa yaln›z karn›n› doyurmak, üstümü giydirmek, imkânlar›n› ihzar edecek bir makine, uflak de¤ildir.Münevver adam diye 'ekmek paras›ndan baflka fleyleri de düflünen' adam derler. Hükümet gazeteleri 'Avrupa medeniyeti y›k›l›yor ya, Amerika'n›n yar›s› medeniyetin kabulüne mecburiyet hâs›l olacakt›r.' derken bir muallim bunlar›n ne oldu¤unu bilmez, mukayese yapmak iktidar›na malik olmazsa as›l olan ay›p budur.” (1) Sabahattin Ali, yurduna döndükten ve 1930 y›l›nda “Resimli Ay” dergisinde çal›flmaya bafllad›ktan sonra Naz›m Hikmet'i tan›d› ve Almanya'da tan›flt›¤› sosyalist fikirleri burada gelifltirdi. 1930'lu dönemlerde yavafl yavafl Anadolu'ya aç›lan Türk Edebiyat›, Anadolu'yu gerçekçi bir flekilde tan›mlamaya çal›fl›r. Art›k Anadolu, yazarlar›n sadece d›fltan gördü¤ü gibi çeflmeleri ve do¤al güzellikleriyle de¤il, halk›n yaflay›fl biçimiyle, üretimiyle ve savafl sonras› s›n›f farklar›yla yaz›lacakt›r. Naz›m Hikmet'in öncülü¤ünü yapt›¤› “Resimli Ay” dergisi, bu gerçekçili¤in bafl›n› çekti. Bu gerçekçili¤i siyasette ise “Tan” gazetesi sürdürdü. 238


1934 y›l›nda Sabahattin Ali, ilk fliir kitab› “Da¤lar ve Rüzgâr”› yay›mlad›. “Da¤” ve “Rüzgâr” imgelerini s›k s›k romanlar›nda kullanan yazar, 1935 y›l›nda “De¤irmen”, 1936 y›l›nda “Ka¤n›” ve “Ses” adl› öykü kitaplar›n›, 1937 y›l›nda ise “Kuyucakl› Yusuf” roman›n› yay›mlad›. “Kuyucakl› Yusuf” roman› Osmanl› ‹mparatorlu¤u'nun çöküflünün h›zland›¤›, II. Meflrutiyetin ilan edildi¤i dönemi anlat›r. Romandaki olaylar, 1903 y›l›nda bafllar ve 1915 y›l›n›n sonuna kadar devam eder. Bu roman ayn› zamanda Türk Edebiyat›'n›n dönüm noktas›n› oluflturur. Osmanl› ‹mparatorlu¤u'nu da¤›lmaktan kurtarmak için bir dizi reform öneren Nam›k Kemal, fiinasi, Ahmet Mithat Efendi, Ziya Pafla gibi Tanzimat ayd›nlar›, edebiyatta da Bat›'y› örnek alm›fllar ve Bat›’n›n tekni¤ini kullanm›fllard›r. Zaman zaman sosyal meselelere de de¤inen edebiyat›n amac›; dönemlerine göre “sanat sanat içindir” ya da “sanat toplum içindir” beyannameleriyle ortaya ç›km›flsa da, özellikle Abdülhamit'in istibdad›n›n sonuna kadar yani Milli Edebiyat'a kadar “ulusall›k” fikri hem ideolojik olarak siyasi hayatta, hem de romanlarda oluflmam›fl, “Osmanl›c›l›k-lslamc›l›k-Bat›c›l›k” çerçevelerinde kurtulufl çareleri aranm›flt›r. Bat› toplumu 19. yüzy›lda s›n›f çat›flmalar›na sahne olurken, Osmanl› ‹mparatorlu¤u da buna karfl› “Ümmetçilik” bayra¤›n› açm›flt›r. Türk roman›nda ise Bo¤aziçi'ndeki yal›lar mekan olarak kullan›lm›fl, Frans›z romantizminin de etkisiyle kad›nlar›n sosyal hayattaki yerlerine psikolojik aç›dan bak›lm›fl, baflta devlet yap›s› olmak üzere ‹stanbul ve çevresi de “ayd›nlar›n” öncülü¤ünde kendini Bat›l› yaflama haz›rlamaya çal›flm›flt›r. Bundan dolay›; 1839 Tanzimat döneminden bafllayarak 1935 dönemine kadar roman›n ana sorunsal›n› “Bat›l›laflma” oluflturur. O dönemde Anadolu, romanda yoktur bile. 1919-1922 Ulusal Kurtulufl Savafl› sürecinde ise yazarlar Anadolu'ya farkl› bir gözle bakmaya bafllad›. Reflat Nuri Güntekin “Çal›kuflu” roman›yla ö¤retmen olarak “Feride”yi gönderdi ve Anadolu'nun yoksullu¤unu, geri b›rak›lm›fll›¤›n› Feride'nin gözüyle anlatt› bize. Savafltan önce Bat› yanl›s› olan Halide Edip Ad›var 1922 y›l›nda yazd›¤›”Ateflten Gömlek” roman›yla savafltan kesitler sundu. Yakup Kadri Karaosmano¤lu ise savafl sürecindeki ‹stanbul'u “Sodom ve Gomore”ye benzeterek ayn› adl› roman› kalem 239


ald›, iflgalci ‹ngiliz emperyalizmini ve ‹stanbul'daki iflbirlikçilerini yans›tt›. Savafl sürecinde bilinçlendirilmemifl Anadolu köylüsüyle iletiflim kuramayan ayd›n “yaban” olarak kald› ve kendisiyle sürekli bir hesaplaflmaya girdi. 1937 y›l›ndan itibaren ikinci dönem roman›n›n ana sorunsal›n› ise toplumsal gerçekçilik, sömürülen Anadolu, ezen-ezilen çat›flmas› oluflturdu. Roman; toplumsal ve tarihsel koflullara ba¤l› olarak geliflti. ‹çerik olarak ilk Anadolu roman› olan “Kuyucakl› Yusuf”, zengin eflraf a¤alarla annesi babas› eflk›yalar taraf›ndan öldürülen Yusuf’un karfl›tl›¤› üzerinden anlat›l›r; fakat roman 14 Haziran 1937 y›l›nda aile hayat› ve askerlik aleyhinde oldu¤u gerekçesiyle toplat›l›r. Bu durumun karfl›s›nda o dönem Milli E¤itim Müfettifli olan Cumhuriyet Dönemi romanc›lar›ndan Reflat Nuri Güntekin flu elefltiride bulunur: “Kuyucakl› Yusuf roman› memleketimiz ve edebiyat›m›z›n yüzünü a¤artacak k›ymetli bir sanat eseridir. Avrupa münekkitlerinin örf ve adet roman› dedikleri nevinden bir romand›r. Bu nevi eserler memleketin içtimai ve siyasi müesseselerini insanlar›n ve muhtelif s›n›f insanlar›n›n ahlak, adet vesairelerini inceden inceye tasvir ve tenkit eder.” (2) Yazar›n 1940 y›l›nda “‹çimizdeki fieytan” adl› roman› ç›kt›. Alman ›rkç›l›¤›n›n yan›nda Türk ›rk›n›n da yüce oldu¤unu söyleyen Nihal Ats›z ve ekibi, toplumsal kalk›nmaya s›n›fsal bakan Sabahattin Ali'ye karfl› “Moskova ajan›” haberlerini yayarak sürekli tahrikte bulunuyordu. Savafl›n bafllar›nda ise Hitler'in egemenli¤i sürüyor, ›srarla Nazi Almanyas› ile iflbirli¤ine gitme teklifleri art arda geliyordu. O dönemde sol düflünen yazarlar›n say›s› azd›. Buna ra¤men Sabahattin Ali öncülü¤ündeki bir grup ayd›n, faflizme karfl› mücadele edilmesi konusunda bak›fl aç›lar›n› net bir flekilde koymufl, yükselen iflbirlikçi s›n›f›n halka verdi¤i zararlara ç›kartt›¤› dergilerde ve kitaplarda dikkat çekmifltir. Komünizmi tehlike olarak gören devlet ise Sabahattin Ali için ard› ard›na dava açm›fl ve kitaplar›n› sürekli olarak toplatt›rm›flt›r. “‹çimizdeki fieytan” adl› eseri bir sevda masal›ndan yola ç›karak ›rkç›lar›n hayat tarzlar›n› ve durufllar›n› elefltirdi¤i için o dönemde Türkçülerin tepkisiyle karfl›laflt›. Turanc› “Orhun” dergisi karfl› sald›r›ya geçti ve yazar› “y›k›240


c› faaliyetler”de bulunmakla suçlad›. “Orhun” dergisinin baflyazar› ve sahibi Nihal Ats›z 1944 y›l›nda Baflbakan fiükrü Saraço¤lu'ya yazd›¤› ikinci aç›k mektubunda Sabahattin Ali'yi “vatan haini” ilan etti. ‹kinci Dünya Savafl›'na Türkiye girmese de, savafl›n ülkeye siyasi ve ekonomik etkileri a¤›r oldu. ‹ktidarda bulunan parti ise dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Bu dönemde feodalite yavafl yavafl tasfiye edilmeye çal›fl›lm›fl ama sanayileflmeyle birlikte palazlanan ve savafl ekonomisinden faydalanan iflbirlikçi bir s›n›f türemifltir. S›n›f farkl›laflmalar›n›n belirgin oldu¤u bu dönemde hükümet sol muhalefete izin vermemekte ve varolan muhalefette bir avuç ayd›n taraf›ndan temsil edilmektedir. 1943-1944 y›l›ndaki tutuklamalar, Sansaryan Han'daki iflkenceler ve tabutluklar›n kurulmas› Almanya etkisindeki Nazi ideolojisi ve ‹talya etkisindeki faflist ideolojinin Türkiye'deki sonuçlar›d›r. Bu dönemde R›fat Ilgaz'›n 1944 y›l›nda yay›mlad›¤› “S›n›f” adl› fliir kitab› ise bir s›n›f› baflka bir s›n›fa k›flk›rtmak amac›yla anayasan›n 141-142. maddelerine dayanarak toplat›ld› ve R›fat Ilgaz, Cerrahpafla Hastanesi'nde hasta yatmaktayken, soruflturmas› oldu¤u gerekçesiyle hastaneden at›ld›. Sabiha Sertel ve efli Zekeriya Sertel'in ç›kard›klar› sosyalist gazete olan Tan gazetesi d›flar›da emperyalist ve içeride ise iflbirlikçi ve faflist politikalar› elefltirerek muhalif tav›rlar›n› sürdürdüler. Tan gazetesi Ulusal Kurtulufl Savafl›'na sahip ç›k›yor fakat ülkenin sanayileflme süreciyle beraber, s›n›f farklar›na dikkat çekiyordu. CHP politikalar›na muhalif bir tav›r sürdüren gazetede bir dönem Demokrat Parti'nin kurucular›ndan 1950-1960 döneminin Cumhurbaflkan› Celal Bayar da yazm›fl fakat iktidara geldikleri zaman Tan gazetesini çok ileri gitti¤i gerekçesiyle kapatt›rm›flt›r. Dönemin edebiyat dünyas›na bak›ld›¤› zaman Tanzimat edebiyat›ndan beri süren ilerici-gerici tart›flmas› 1940-1945 sürecinde farkl› yorumlanm›fl, daha çok yazarlar›n durufllar› ideolojik çerçevede irdelenmifltir. Mehmet Akif Ersoy ve Tevfik Fikret'in ‹ttihat Terakki Dönemi'nde yani 1908'li y›llarda çarp›flan fikirleri buna örnektir. Mehmet Akif Ersoy, Osmanl› ‹mparatorlu¤u'nun savaflç›, gaza ruhuna inan›yor, ‹slami düflüncelerin üzerine kurulmufl Türk-‹slam devletini savunuyordu. Tevfik Fikret ise bu görüflün tam tersine; insanlar›n eflit olmas›n›, insana verilen hükümlerden 241


kurtulman›n gereklili¤ini bunun için de laiklik esas›na dayanan dünya görüflünü esas al›yordu. Cumhuriyetin oluflumundan sonra ise Mehmet Akif Ersoy'u düflünsel anlamda Necip Faz›l K›sakürek ve Peyami Safa takip etti. Servet-i Fünun dergisinin kapat›lmas›na sebep olan Hüseyin Cahit Yalç›n da, 1940'›n toplumcu-gerçekçi edebiyat›na sald›r›yordu. Tevfik Fikret ise toplumcu-gerçekçiler taraf›ndan sahipleniliyor, Abdülhamit ‹stibdad›'na karfl› yazd›¤› “Sis” fliiri ile an›l›yordu. Tan gazetesi ise toplumcu-gerçekçi edebiyattan yana oldu¤u için sürekli ›rkç›lar›n hedefi haline geliyordu. Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve R›fat Ilgaz ile birlikte 1945 y›l›nda “Markopafla” dergisini ç›kar›yordu ve dergi Tan matbaas›nda bas›l›yordu. O dönemde Türkiye Sosyalist F›rkas›'na üye olan bu yazarlar, baflta hükümetin politikalar›n› elefltiriyorlar, ne istediklerini aç›kça ortaya koyuyorlard›. 4 Aral›k 1946 günü TBMM'de s›k›yönetimin uzat›lmas›yla ilgili görüflmelerde Cemil Sait Barlas bir konuflma yapm›fl ve Markopafla'y› “kökü d›flar›da” ve “yabanc› ideoloji” nitelemeleriyle suçlam›flt›r. Sabahattin Ali ise “Ay›p” bafll›kl› baflyaz›s›yla ayn› zamanda yabanc› sermaye giriflini çok sert bir dille elefltirir: “Hâlbuki ben bu milletvekilinin kökü d›flar›da oldu¤una sahiden inanacak olsam, elini s›kmak de¤il, surat›na tükürürdüm. Bin bir hileli yoldan ba¤r›m›za sokulup bizi tekrar yar› müstemlekeli¤e sürüklemek isteyen sömürücü yabanc› sermayeye karfl› uyan›k bulunmay› istedi¤imiz için mi kökümüz d›flar›da? Yoksa flu veya bu yabanc› devletin, kendi parlamento ve gazetelerinde bile fliddetle tenkit edilen yanl›fl siyasetini baz› baflyazarlar›m›z gibi dalkavukça övmedi¤imiz için mi kökümüz d›flar›da? Siyasi ihtiraslar bir insan›, baflkalar›n›n kutsal sayd›klar›na dil uzatacak kadar m› ileri götürmeli? Ay›p de¤il mi?” “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” bafll›kl› imzas›z yaz›dan (bu yaz›y› Aziz Nesin y a zar ) Cemil Barlas'a hakaretten dört ay; “Biliyor musunuz?” bafll›kl› yaz›dan Falih R›fk› Atay'a hakaretten üç aya mahkûm olur. “...Yabanc› sermayeye kap›lar› ard›na kadar açarak kul köle oldunuz. Fik242


re ve ilme gümrük duvarlar› çektiniz. Bu marifetiniz yetiflmiyormufl gibi flimdi de bir kök tutturmuflsunuz: kökü d›flar›da, kökü içerde, kökü havada ve sizin gibi kökü suda. Çok muzip adams›n vesselam. Nereden de bulursun bu acayiplikleri? Neden bizim kökümüz d›flar›da? Biz hürriyetin yüzüne çul mu örttük? Cüzdanlar›m›zda yabanc› bankalar›n defterleri mi var? Neden bizim kökümüz d›flar›da? Tapular› kar›lar›m›z›n üzerine yap›lm›fl apartmanlar›m›z m› var? Biz misalini dahi gördü¤ümüz ve her gün kula¤›m›za bir haberi uçurulan dayak, ya¤ma, talan, ölüm, zindan ve sürgün pahas›na da olsa milletin menfaatine olan hakikatleri söyleyece¤iz. Bunun için mi kökümüz d›flar›da? Ellerim rahatt›r Cemil Barlas. Bir fleycikler demem vatan, millet, namus gibi mukaddes kelimelerin, manalar›yla de¤il, yaln›z laf›zlar›yla milleti en hassas yerinden avlamak arzusu ile keselerine ve menfaatlerine köle yapmak isteyen ve bize kökü d›flar›da diyenlerin kökleri kurusun, topunuzun köküne kibrit suyu! Ellerini bahtiyard›r Ellerim ve sen Cemil Barlas!” Bu yaz›dan sonra yani daha ikinci say›dan sonra “Markopaflac›lar” hemen hedef haline getirilmifl ve Tan matbaas› bas›larak yak›l›p y›k›lm›flt›r. Markopafla'n›n ise dördüncü say›s› matbaada bast›r›lamam›flt›r. Aziz Nesin bu durumu flöyle aç›klar: “Gazeteyi Tan matbaas›nda bast›r›yorduk. Dördüncü say› bask› makinesine verildi, ancak makineden ç›karlar, basmad›lar. Tan matbaas›n›n bilinen biçimde y›kt›r›lmas›ndan sonra, Halil Lütfi'nin hakl› olarak gözü korkmufltu. Bu korkusunun bir nedeni de gazetelerde Markopafla'ya yap›lan hücumlard›. Hüseyin Cahit, baflyaz›s›nda ilk hücum iflaretini vermiflti. Arkadan öbürleri sald›rmaya bafllad›. Bütün bas›mevlerini dolaflt›m hemen, ço¤u iflsiz olmas›na karfl›n, Markopafla'y› basmak istemiyorlard›. Afifllerimiz y›rtt›r›lm›flt›. Birçok kentte aleyhimize mitingler yapt›r›l›yor, resimleri gazetelere konuyordu. Sonradan ö¤rendik ki, polis bas›mevlerine gazetemizin bas›lamamas› için tembihte bulunmufl.”

243


Tan matbaas›n›n bas›lmas›ndan sonra Markopafla da polis taraf›ndan bas›l›r, Aziz Nesin ve Sabahattin Ali gözalt›na al›n›r. Bu yaz›lar› yazan Markopaflac›lar 1940 y›llar›nda da “vatan haini”ydiler. Ama maalesef gelinen nokta o ki; hangi hükümet olursa olsun sistem, iflbirlikçilerin sistemi oldu¤u için tarih Sabahattin Ali'leri hakl› ç›kard›. Onlar 1940'l› y›llarda bunlar› söylediklerinde defalarca tutuklanm›fl ve son nefeslerine kadar memleketlerini b›rak›p gitmeyi bile düflünmemifllerdir. Bu tarihten 33 y›l sonra 2 Temmuz 1993'te ise yine bu topraklarda Sivas Katliam› yaflanm›fl, faflizm 35 ayd›n› otele kapatarak yakm›flt›. Suçlu ise haz›rd›. Yine Markopafla kadrosu! Aziz Nesin fikirleriyle 35 ayd›n› “tahrik ederek” “olaylar›n bafllamas›na sebebiyet vermiflti.” Ama R›fat Ilgaz; Sivas katliam›ndan sonra böyle bir vahfleti kald›ramayarak 7 Temmuz 1993'te yaflam›n› yitirecekti. 1 Aral›k 1945 tarihinde Sabahattin Ali, Fakir Baykurt ile beraber “Yeni Dünya” gazetesini de ç›kard› ve 14 Aral›k 1945 tarihinde Milli E¤itim Bakan› Hasan Ali Yücel'e aç›k mektup yazarak politik görüfllerini aç›klad›. Milletini çok sevdi¤ini, yollarda floförlerle, hanlarda köylü kad›nlarla, kasabalarda ve flehirlerde iflçilerle. Köy Enstitülü çocuklarla hafl›r neflir oldukça kafas›nda ümitler belirdi¤ini, onlara hizmet etmek istedi¤ini söyler fakat insanlar›n kültür ve sosyal seviyelerinin bulunduklar› dünya ile k›yaslanamayacak kadar geri oldu¤unu söyledi. Bizim gibi tahsil seviyesi düflük medeniyetin ancak sosyalizmle ileri gidebilece¤ini savundu. Ve kendi amaçlar›n›n sosyalist cemiyete geçifl için flartlar›n haz›rlanmas›na hizmet edebilmek oldu¤un vurgulad› ve kendi görüflleri hakk›nda özelefltiride bulundu¤unu, karfl› taraf›n mücadelesine bak›nca hakl› olmad›¤› sonucuna vard›¤›n› anlatt›. (3) Sabahattin Ali'nin yazd›¤› dergi birçok kere sald›r›ya u¤ram›fl, kapat›lm›fl ama baflka isimlerle ç›km›flt›r. Markopafla, Merhum Pafla, Alibaba, YediSekiz Pafla dergileri; taklitleri ç›ksa da, aralar›na ajanlar yollansa da duruflundan asla ödün vermez. Dergi ilk ç›k›fl›ndan itibaren yabanc› sermayenin ülkeye girifline dikkat çekmifl ve uyar›larda bulunmufltur. Amerikan emperyalizminin 1946 y›l›nda Marshall Yard›m› bahanesiyle Türkiye'ye girmesiyle ilgili olarak 19 May›s 1947 tarihli yaz›s›nda Sabahattin Ali flunlar› yazar:

244


“Amerikan yard›m› hakk›nda flimdiye kadar duyduklar›n›zdan ve okuduklar›n›zdan bir fley anlayabildiniz mi? Ben kendi hesab›ma iflin içinden hala ç›kmad›m. Bu yard›m›n yüz milyon mu, yüz elli milyon mu, askeri mi, iktisadi mi, karfl›l›kl› m›, karfl›l›ks›z m›, borç mu, hediye mi velhas›l memleket için iyi mi, yoksa fena m›, oldu¤unu kime sorsam kesin bir cevap veremedi.” 1948 y›l›nda yay›mlad›¤› “S›rça Köflk” adl› öykü kitab›ndan sonra bask›lara daha fazla dayanamad›, Bu arada R›fat Ilgaz'›n “Yaflad›kça” adl› fliir kitab›, Aziz Nesin'in “Nereye Gidiyoruz” bafll›kl› yaz›lar›, Bakanlar Kurulu karar› ile toplat›ld›. Sabahattin Ali 1947 y›l›ndan sonra tahliye edildi; fakat ortal›ktan kayboldu. Parasal s›k›nt›s› artm›fl ve gazeteyi devrederek borçlar›n› ödemiflti. K›z›, babas›n›n bu dönemine iliflkin flunlar› anlat›r: “... Babam›n durumu ciddiyetini korumakta. Kapana k›s›lm›flt›r art›k. Gazeteyi ç›karmas› mümkün de¤il, hakk›nda kesinleflmifl ya da kesinleflecek mahkûmiyet kararlar› var. K›saca iflsiz, özgürlü¤ü her an elinden al›nacak gibi, eli aya¤› ba¤lanmak üzere. Son çare yurtd›fl›na gitmek. Ancak pasaport almas› olanaks›z. O halde tek bir ç›kar yol kal›yor, o da kaçmak...” Sabahattin Ali'nin sosyalist olmas›nda toplumcu-gerçekçi eserler yazmas›nda ve bunun için hayat›n› ortaya koymas›n›n temel nedenleri neler olabilirdi? 1940 kufla¤› flairleri ve yazarlar›, özellikle R›fat Ilgaz, Naz›m Hikmet, Vala Nurettin ve Sabahattin Ali; Ulusal Kurtulufl Savafl›'n› görmüfl, yaflam›fl ve Anadolu'ya ö¤retmen olarak giderek halk›n yaflam›na bizzat tan›kl›k etmifllerdir. Sosyalist düflüncelerinin temelinde bu bak›fl aç›s› yatar. Di¤er bir neden ise; 1940-1945 tarihleri dünyada ikinci Dünya Savafl›'n›n yafland›¤› bir dönemdir; faflizm halklara ac›mas›zca sald›rmaktad›r ve ›rk üstünlü¤ü ön plana ç›km›flt›r. Özellikle ‹spanya'da, ‹talya'da, Fransa'da ve Sovyetler Birli¤i'nde faflizme karfl› halklar mücadele vererek s›n›fsal mücadelelerini güçlendirmektedir. Ayn› dönemde emperyalizme karfl› Ulusal Kurtulufl Savafllar› verilmektedir. Türkiye'de ise 1940 kufla¤› halk› sosyalizme haz›rlamak için gerekli flartlar› oluflturmak ve gerici odak noktalar›na karfl› halk›n seviyesini yük245


seltmek görevini üstlenmifllerdir. 1946 y›l›nda ç›kan Markopafla dergisi bu amac› tafl›r. Bu dergi politik mizah niteli¤inde olsa da o dönem iktidar çevresini ve buna ba¤l› olarak emperyalistleri ve ›rkç›lar› çok fazla rahats›z etmifltir. Baflyaz›s›n› Sabahattin Ali'nin yazd›¤› dergi birçok kere sald›r›ya u¤ram›fl, kapat›lm›fl ama baflka isimlerle ç›km›flt›r. Markopafla, Merhum Pafla, Alibaba, Yedi-Sekiz Pafla dergileri; taklitleri ç›ksa da, aralar›na ajanlar yollansa da duruflundan asla ödün vermez. Dergi ilk ç›k›fl›ndan itibaren yabanc› sermayenin ülkeye girifline dikkat çekmifl ve uyar›larda bulunmufltur. Amerikan emperyalizminin 1946 y›l›nda Marshall Yard›m› bahanesiyle Türkiye'ye girmesiyle ilgili olarak 19 May›s 1947 tarihli yaz›s›nda Sabahattin Ali flunlar› yazar: “Amerikan yard›m› hakk›nda flimdiye kadar duyduklar›n›zdan ve okuduklar›n›zdan bir fley anlayabildiniz mi? Ben kendi hesab›ma iflin içinden hala ç›kmad›m. Bu yard›m›n yüz milyon mu, yüz elli milyon mu, askeri mi, iktisadi mi, karfl›l›kl› m›, karfl›l›ks›z m›, borç mu, hediye mi velhas›l memleket için iyi mi, yoksa fena m›, oldu¤unu kime sorsam kesin bir cevap veremedi. Çünkü yasakt›r. Ama öyle resmi yasaklardan de¤il. fiu nereden geldi¤ini bile bilemedi¤imiz hürriyet ve demokrasi maskesi alt›nda elimizi kolumuzu ba¤layan, dilimiz kurutan yasaklardand›r. Amerikan yard›m›n›n asaleti hakk›nda flüpheye mi düflüyorsunuz? Vatan hainisiniz.”(4) “Milleti Aldatmas›nlar” yaz›s›nda ise flu düflüncelere de¤inir: “Hasan Saka hükümeti, güya hayat› ucuzlatacak tedbirler al›yormufl. ‹lk tedbir Amerika'dan ucuzlatma mütehass›s› getirmek olacakm›fl. O tedbiri alacaklar biliyoruz. En alamot tedbir odur zaten. Bugün Türk piyasas›na Amerikan mallar› hâkimdir. D›flardan gelen mallar›n yüzde yetmifli bu mallard›r. Yunanistan'a, ‹ngiltere'ye, daha baflka yerlere g›da maddeleri gönderiyoruz. Bu maddeler istihsal fazlam›z de¤ildir. Bizim yiyece¤imizden kesilerek, midemizden çekip ç›kar›larak ihraç ediliyor. Hasan Saka hükümetinin Amerika karfl›s›nda eli kolu ba¤l›d›r ve bu hükümet hayat› ucuzlatmak gibi müstakil ve milli bir iktisadi politika takip etmek imkân›na malik de¤ildir. Anlafl›lan Hasan Saka hükümeti, yine Halk Partisi hükümetlerinin 246


o meflhur yalan vaatleriyle ifle bafll›yor. Milleti aldatmaktan art›k vazgeçsinler.” Sabahattin Ali birçok kez tutukland›, tehdit edildi. Sabahattin Ali, Bulgaristan'a gitmek isterken s›n›rda öldürüldü. Tam olarak, nerede, kim ve kimler taraf›ndan öldürüldü¤ü ise belli olmad›; yaln›z, cesedi bulundu¤unda tan›nmayacak halde idi. Ali Ertekin adl› flah›s çok milliyetçi oldu¤u için Sabahattin Ali'yi öldürdü¤ünü itiraf etti fakat gerçek bugüne kadar tam olarak ayd›nlat›lamad›. Katil Ali Ertekin ise ak›l hastas› oldu¤u gerekçesiyle dört y›l cezaya çarpt›r›ld› ve Demokrat Parti'nin ç›kard›¤› yasa ile serbest b›rak›ld› ve bir zamanlar MAH'ta çal›flm›fl oldu¤u tespit edildi. ‹kinci Dünya Savafl›'n›n sona erdi¤i günlerde iktidar›n bask›lar›n› çok fazla artt›rd›¤› ve buna karfl› olarak muhalefetin bu ayd›nlar taraf›ndan yap›ld›¤›n› görüyoruz. Mehmet Kemal'in deyifliyle “Ac›l› Kuflak” o dönem için tam olarak görevini yapm›flt›r. Sabahattin Ali ise Amerikan emperyalizmine karfl› “Tam Ba¤›ms›z Türkiye” için verilen savaflta bedel ödeyen “ilk faili meçhul yazar” olarak hem tarihimizde hem de edebiyat›m›zda bugünlere miras b›rakt›¤› onuruyla ve durufluyla yerini alm›flt›r.o

KAYNAKÇA 1-Nükhet Esen, Nezihe Seyhan “Sabahattin Ali Mahkemelerde”, Yap› Kredi Yay›nlar› 2-Mehmet Saydur, “Markopafla Gerçe¤i” Ç›nar Yay›nlar›.

247


248


fiARLO VE S‹YAH BEYAZ DÜfiLER‹ Tav›r A¤ustos 2006

Herhangi bir fiarlo filmi izledi¤imizde, fiarlo’nun “halk” oldu¤unu hemen anlar›z. Çünkü fiarlo yoksuldur, ço¤u kez iflsizdir ve otoriteyi temsil edenlerce itilip kak›l›r. Hor görülür, haks›zl›¤a u¤rar, yanl›fl anlafl›l›r ve bafl›na gelmedik fley kalmaz. Ancak tüm bunlara ra¤men, kendisine yap›lanlara boyun e¤mez. Bir biçimiyle hesap sorar. Yeri gelir alay eder, yeri gelir tekme atar. fiarlo’nun silah› mizah›d›r. Görünürde “komik” olan fiarlo’dur. Giyimi ve davran›fllar›, bu izlenimi pekifltirir. fiarlo, bu tip giyim ve davran›fllar›yla, deyim yerindeyse bir “antikahraman”d›r. Bir di¤er ifadeyle, kapitalizmin ac›mas›z sömürü çark›na sokulmufl insani bir çomakt›r. Tam da bu nedenle k›r›lmak istenmifltir. Ama 1889’da do¤an Chaplin de¤ilse de, fiarlo hala yafl›yor... 249


Elbette, do¤du¤unda ad› henüz “fiarlo” de¤ildi. Dahas› yaflay›p, yaflamayaca¤› bile belli de¤ildi çocu¤un. Malum ya, fiarlo’nun gözünü açt›¤› kapitalist dünya, dün ve bugün yoksullara hayat tan›maz: “... Ben Charles Spencer Chaplin, 16 Nisan 1889’da Londra’da dünyaya geldim. Babam usta bir güldürü oyuncusuydu, annem operet flark›c›s›yd›, daha sonra varyete tiyatrolar›nda da çal›flt›. Çocukluk y›llar›m› Londra’n›n yoksullar mahallesi East Side’da geçirdim. Babam kendini içkiye verince, evde ocak kaynamaz oldu. S›cak bir çorba için, kardeflim Sidney birçok kez yard›m kurumlar›n›n kap›s›n› çalmak zorunda kald›. Ben onunla gidemiyordum, çünkü ikimiz ayn› pabuçlar› ortak kullan›yorduk. Babam bizi büyük bir yoksullukla bafl bafla b›rakarak öldü. Alt› y›l boyunca çalmad›¤›m kap› kalmad›. Arabac›l›k yapt›m, geceleri de¤iflik yerlerde sabahlad›m. Sonunda annem bir ifl buldu ama çok geçmeden yeniden iflsiz kald›k...” Tiyatrocu bir ailenin çocu¤u olan Chaplin için, karn›n› doyurman›n yolu yine tiyatro olur. ‹lk kez befl yafl›ndayken sahneye ç›km›fl ve sahne tozu yutmufltur. Do¤rusu flu ki, oyunculu¤a yönelmesinin ana nedeni, tok yatabilme ihtiyac›d›r: “Sonunda bir tiyatro kumpanyas›na girdim. On dört yafl›ndayd›m. Elimden geleni yap›yordum, çünkü ölüm kal›m sorunuydu bu ifl. Beni be¤enmeyecek olurlarsa ikimizin de (annemle benim) yeniden aç kalaca¤›m›z› biliyordum. Be¤enirlerse ikimiz de her gün bir tas s›cak çorba içebilecektik...” Annesiyle birlikte karn›n› doyurmak zorunda olan genç Chaplin, “fiarlo” oldu¤unda aç günlerinin ac›s›n› ç›kart›rcas›na alay edecektir burjuvaziyle. fiarlo’nun, zengin ve zalim otoriteyle dalga geçmesi de, tüm yoksullar›n hofluna gidecektir. Ama bunun için daha zaman vard›r ve Chaplin henüz hayata tutunmaya çal›flmaktad›r: “... Bu kez bir rol vermifllerdi bana, konufluyordum, seyirci de beni dinliyordu. Kadroya al›nmay› baflard›m. Böylece (her oyuncu için kaç›n›lmaz olan) ‹ngiltere’nin dört bir yan›ndaki salafl tiyatrolara uzanan gezgincilik dönemi bafllad›. Ama annem de, ben de açl›k çekmiyorduk art›k...” Bu y›llar, Chaplin’in oyunculu¤unu gelifltirdi¤i y›llar olur. 19 yafl›ndayken 250


çekirdekten yetiflme bir oyuncudur ve 1907 y›l›nda Fred Karno Toplulu¤u’nun kadrolu üyesidir. Sergiledikleri revü önce ‹ngiltere, sonra Avrupa ve nihayet Amerika’da turneye ç›kar. Oyun çok tutulur ve Chaplin de flöhret merdiveninin ilk basamaklar›na ad›m atar. Chaplin Sinemas› 1912’de, yine Fred Karno Toplulu¤u ile ikinci turne için Amerika’ya gider. 23 yafl›ndaki Chaplin, art›k bir sinema oyuncusudur. Bir y›l sonra da, Keystone Film flirketiyle anlafl›r. 1914 y›l›nda rol ald›¤›, ilk filmi olan “Ekmek Paras›” ile sinema serüveni bafllar. Amerikan sinemas›n›n giderek endüstriye dönüflmeye bafllad›¤› bu y›llarda, çok say›da sessiz film üretilmektedir. Chaplin, bu seri üretim içinde, kendine has özellikleri a盤a ç›karan bir oyuncu olarak yer al›r. 13. filmi olan “Caught in the Rain” ile yönetmenli¤e de bafllar. O günden sonra, tüm filmlerini kendisi yönetecektir. Chaplin, 1919’da kuruluflunda yer ald›¤› United Artists flirketiyle film yap›mc›l›¤›na da bafllam›flt›r. 1914 y›l›nda bafllad›¤› sinemada, son filmini (New York Kral›) 1956’da çeker. Senaryosunu da yazd›¤›, 1966 tarihli “Hong Kong’lu Kontes” filmindeyse küçük bir rolde görünür sadece. Chaplin, tüm bu sinema serüveninde 79 filmde oynam›flt›r. Bu yaz›, Chaplin sinemas›n›n ayr›nt›lar›na girmeyecektir. Fakat Chaplin ve sessiz sinema konusuna de¤inmesek olmazd›. Chaplin, 1940 y›l›nda çekti¤i “Büyük Diktatör” filmine kadar, sessiz sinemaya sad›k kal›p, filmlerini sessiz çekmifltir. Oysa geliflen teknoloji sayesinde, daha 1927’lerden itibaren, sesli film çekmek mümkündü. Fakat uzunca bir süre tercihini de¤ifltirmedi Chaplin: “... Sözlü filmler mi? Bunlardan nefret etti¤imi rahatça söyleyebilirsiniz! Dünyan›n en eski sanat›n›, pandomim sanat›n› berbat ediyorlar; suskunlu¤un yüce güzelli¤ini yok ediyorlar...” Chaplin, özündeki pandomim oyunculu¤una sad›k kalarak, sesli film çekmeye direnir. Ta ki “Büyük Diktatör” filmine kadar. Peki ama neden? 251


Chaplin’in bu tercihinde ticari kayg›lar m› a¤›r basm›flt›r? Hay›r! Chaplin filmlerinin dilini çözen, insanl›¤›n üzerine çöken faflizm kabusudur. Zaman, Hitler faflizmine karfl› hayk›rma zaman›d›r ve Chaplin “Büyük Diktatör” filminde bunu yapar. Diktatörler yok olur, özgürlük yok olmaz... Chaplin, anti-faflist bir ayd›n, bir sanatç›d›r. Öyle ki ça¤›m›zda ayd›n olman›n olmazsa olmaz› da anti-faflist olmakt›r. Faflizme boyun e¤ildi¤inde, ayd›n kimli¤inden vazgeçilmifl demektir. Bu noktada sanatç›lara düflen, sanatlar›n›, faflizmin zorbal›¤›na, yalan ve yaygaras›na yönelen “estetik” m›zraklar yapabilmeleridir. Chaplin ustan›n “büyük diktatör” filminde yapt›¤› budur. Bu filmde, biçimsel olarak “fiarlo” rolü yoktur. Ama filmin kahraman› olan “Yahudi Berber” asl›nda fiarlo’nun izdüflümüdür. Filmin konusu k›saca flöyledir: Yahudi bir berber ile Tomanya diktatörü Hynkel (Hitler’e atfen) t›pat›p birbirlerine benzerler. Toplama kamp›ndaki berber, bir gün firar eder ve bir dizi yanl›fll›klar komedyas› sonucunda, diktatörün yerine geçer. Filmin finalindeki konuflmayla, özgürlü¤ün yok edilemez olufluna dair muazzam bir ders verir herkese Chaplin. Bu konuflmay› dinledikten sonra, Chaplin ustan›n bu filmi, iyi ki sesli çekti¤ini düflünürüz: “Üzgünüm, ne yapay›m ki imparator olmak istemiyorum. Benim iflim de¤il bu. Ne keyfimce yönetmek istiyorum, ne de fethetmek hiç kimseyi. Olana¤› varsa herkese yard›m etmek isterdim: H›ristiyanlara, Yahudilere... Beyazlara oldu¤u gibi, siyahlara da. Hepimiz karfl›l›kl› olarak yard›mlaflmay› istiyoruz. Uygar kifliler böyledir. Ortak mutsuzlu¤umuzla de¤il, ortak mutlulu¤umuzla yaflamak istiyoruz. Birbirimizi hor görmek ve birbirimizden nefret etmek istemiyoruz. Bu dünyada herkese yetecek kadar yer var. Ve toprak ana, yeterince zengindir, yaflam›m›z› sürdürecek olan› sa¤layabilir her birimize. Hayat yolu, özgür ve muhteflem olabilir ama bu yolu yitirdik.

252


H›rs ve aç›kgözlülük insanlar›n ruhunu zehirledi, dünyay› bir kin çemberi ile çevirdi. Ve hepimizi kaz ad›mlar›yla sefalet ve kan›n içine sürükledi.(...) Beni duyma olana¤› olanlara diyorum ki; umutsuzlu¤a düflmeyiniz. Üzerinize çöken bela, vahfli bir ifltah›n ve insan›n geliflmesi yönünden kayg›lananlar›n duyduklar› ac›lar›n sonucundan baflka bir fley de¤ildir. ‹nsanlar›n kini geçecek, diktatörler yok olup gideceklerdir ve halktan zorla ald›klar› güç yine halk›n eline geçecektir. ‹nsanlar ölmeyi bildikleri sürece, özgürlük yok olmaz, olmayacakt›r...” Chaplin bu filmi çekti¤inde (1940) Nazi ‹mparatorlu¤u gücünün ve sald›rganl›¤›n›n doru¤undad›r. Yenilmez gözükmektedir. ‹flte bu koflullarda, halklar›n özgür gelece¤ine sahip olan umudu korumak, ayd›n›n iflidir. Chaplin’in yapt›¤› da budur ve faflizmin y›k›lmaz görüntüsüne karfl› dik durarak ayd›n tavr›n› korur. Faflizme karfl› kurtuluflun yolunu gösterir: “Özgürlük ‹çin Çarp›fl›n›z!” Görüldü¤ü gibi, Chaplin’in hümanizminde zorbal›¤a karfl› halklar›n hakl› fliddetine karfl› ç›kmak, soyut bir bar›flç›l›k vb. gibi burjuva görüfllerden iz yoktur. Ama “diktatörler yok olup gideceklerdir” demesinin temelinde, halklara güven vard›r. Zira halka, halk›n mücadelesine güvenmeyenler, diktatörlerin yok olaca¤›n› hayal bile edemezler. Karamsarl›¤a kap›l›rlar. Oysa Chaplin, Nazizmin en güçlü oldu¤u dönemde bile, karamsarl›¤a prim vermez. Umudunun s›rr› ise, flu sözlerindedir: “‹nsanlar ölmeyi bildikleri sürece, özgürlük yok olmaz, olmayacakt›r.” ‹flte bu sözlerin, bu umudun alt›na imza atabilenlere ayd›n denir. Hollywood efendilerine karfl› fiarlo... Chaplin, 1914’ten 1952’ye kadar Amerika’da film çeker. “Sahne Ifl›klar›” Hollywood’a çekti¤i son filmidir. Denilebilir ki, tüm bu süreç boyunca, Amerikan sinemas›na hakim olan anlay›fl›n d›fl›nda kalm›flt›r. Gerek filmleri ve gerekse de siyasal tutumlar›yla, adeta bir ayr›k otu olmufltur. Kopart›lmak, kurutulmak, k›r›lmak istenen bu “ayr›k otu” çizgisinden taviz vermemifltir. Çünkü o, s›radan bir oyuncu de¤il, her fleyden önce ayd›nd›r. 253


Böyle oldu¤u içindir ki, filmlerinde kapitalizmi de¤iflik biçimlerde elefltirir. “fiarlo” tiplemesi, asl›nda bu elefltirinin sivri ucudur. Elbette, Chaplin’in bütün filmlerinin konusu fiarlo’nun serüvenlerinden ibaret de¤ildir. Örne¤in, 1947 tarihli “Mösyö Verdaux”ta, fiarlo’nun karfl›t› olan bir karakterle karfl›lafl›r›z. Mösyö Verdaux, bir burjuvad›r. Mevcut vars›ll›¤› Verdaux için yeterli de¤ildir. Bu nedenle cinayetler iflleyerek, kurbanlar›n›n paras›n› elde eder. K›saca, “Mösyö Verdaux” kapitalizmin bireyci, bencil, yabanc›laflm›fl, vicdan›n› yitirmifl toplumsal sistemine elefltirisidir Chaplin’in. Filmlerinde flu ya da bu flekilde ama mutlaka kapitalizmi elefltiren Chaplin, bu tavr›yla burjuvazinin sinemac›lar sürüsüne de dahil olmaz. Bugün örne¤ini pek s›k gördü¤ümüz türden bir sanatç› de¤ildir Chaplin. Kelimenin gerçek anlam›yla ayd›n bir sanatç›d›r. Ülkemizde örne¤i çok olan, Hollywood özentilerine bir ders olacak sözler de onundur: “... Son filmimin, Mösyö Verdaux’un baz› Amerikan sinemalar›nda ve özellikle New York’ta nas›l karfl›land›¤›n› biliyorsunuz. Baz› çatlak seslerin beni ‘komünist’ ve ‘Amerikan aleyhtar›’ olarak niteledi¤ini biliyorsunuz. Bütün bunlar, sadece herkes gibi düflünmek istemedi¤im için. Hollywood’un güçlü efendileri her hofllanmad›klar› kimseyi saf d›fl› edebileceklerine inand›klar› için... ‹flte aç›kça söylüyorum. Ben, Charles Chaplin, Hollywood’un can çekiflti¤ini ileri sürüyorum. Hollywood’un bir sanat olarak kabul edilen sinema alan›nda yapabilece¤i bir fley yoktur...” ABD’nin fiarlo düflmanl›¤› Görüldü¤ü gibi, bugün Bush’un dilindeki “ya bendensin ya bana karfl›” dayatmac›l›¤›, Bushgiller’in tarihsel yaklafl›m›d›r. Chaplin, kendisine muhalif olan herkesi hedefleyen bu dayatmaya boyun e¤memifltir. Zorbal›k karfl›s›nda boyun e¤mek bir yana, bedellerini göze olarak daha güçlü hayk›rmak, ayd›n karakterinin vazgeçilmezidir. Chaplin de böyle davrand›¤› için, Amerika’da “fleytan” ilan edilerek tafllanm›flt›r. Ama düflüncelerinden taviz 254


vermemifltir. Örne¤in, emperyalist rekabetin yol açt›¤› ve halklara ac› getiren 1. Emperyalist Paylafl›m Savafl› seferberli¤inde Amerikan ordusuna yaz›lmay› reddeder. Tekellerin ç›kar› için okflanan Amerikan milliyetçili¤ine prim vermez. Halk düflmanlar›n›n yan›nda saf tutmaz, çünkü o bir ayd›nd›r. Kuflkusuz, Chaplin bir komünist de¤ildir. Ama Ekim Devrimi özelinde komünizme ilgisiz de de¤ildir. Dürüst bir ayd›n›n, sanatç›n›n yapmas› gerekti¤i gibi davran›r: “... Ben bir sanatç›y›m. Hayat beni ilgilendirir. Bolflevizm de hayat›n yeni bir evresi. O halde ona karfl› ilgisiz kalamam...” ‹lgisiz kalmad› da gerçekten. Nazi iflgaline karfl›, Sovyetler’e destek için çal›flt›. Dahas›, Avrupa’da Nazilere karfl› ikinci bir cephe aç›lmas› için örgütlenen faaliyetler için de yer ald›: “... Rusya’n›n savafl meydanlar›nda, demokrasi yaflayacak ya da ölecektir. Müttefik uluslar›n gelece¤i komünistlerin elinde... Rusya s›rt›n› duvara vererek savaflmaktad›r. ‹ttifak›n en sa¤lam savunmas›d›r bu duvar.” Chaplin o en sa¤lam duvar›n desteklenmesi için, Nazilere karfl› ikinci bir cephe aç›lmas›n› talep edenler aras›ndad›r. Fakat Amerikan iktidar›, Nazilerin sosyalizmi ezmesini istedi¤inden, henüz ikinci bir cephe açma düflüncesi yoktur. (Ne zaman K›z›l Ordu, Nazileri önüne kat›p kovalamaya bafllar, ABD o zaman Avrupa’ya ç›kar.) Chaplin’in bu ayd›n tavr›, Amerikan gericili¤inin tepkisini çeker. Chaplin, polis sorgusu, mali olarak bo¤maya çal›flma, filmlerinin yasaklanmas› ve hatta yafll› annesinin s›n›r d›fl› edilmeye çal›fl›lmas› gibi bask›larla karfl›laflm›flt›r. “... Dostlar›m, Amerikal›lar›n bu denli düflmanl›¤›n› kazanmak için yapt›¤›m, bir uyumsuz-ba¤›ms›z olarak kalmam olmufltur. Komünist olmad›¤›m halde, onlara karfl› yürütülen eyleme kat›lmay› reddetmifltim. Do¤al olarak, bu birçok kimseyi flafl›rtt›...” McCarthycilik’in anti-komünist rüzgar›na kap›l›p, gericilikle uzlaflmad› 255


Chaplin. Bu yüzden, Amerikan Aleyhtar› Faaliyetler Komitesi’nin karfl›s›na ç›kart›larak sorguland›. Ama “uyumsuz” tavr›n› korumay› bildi. Dahas›, kendisi de zor durumda olmas›na ra¤men, s›n›rd›fl› edilmek istenen komünist sanatç› H. Eisler’i savundu. Deyim yerindeyse, bir ayd›n olarak, fiarlo’nun cüretine sahipti Chaplin. Amerikan iktidar› için, fiarlo’nun uyumsuzlu¤u barda¤› çoktan tafl›rm›flt›. Bu taflk›nda Chaplin’i bo¤mak için f›rsat kolluyorlard›. Arad›klar› f›rsat› 1952’de buldular. Bir film tan›t›m› için ‹ngiltere’ye giden Chaplin’e ABD’ye dönüfl vizesi verilmedi. Böylece ABD’den kovulan Chaplin, 1953 y›l›nda ‹sviçre’ye yerleflti, 1977’de orada öldü. Ölen sadece Chaplin’in bedeni oldu. Çünkü fiarlo yaflamaya devam ediyor ve dünya döndükçe özgürlük için ölenlerin saf›nda yaflamaya devam edecek...!

Kaynakça: 1-Sinema Tarihi- Rekin Teksoy - (O¤lak Yay›nlar›) 2-fiARLO- Marcel Martin- (Bilgi Yay›nevi)

256


hayat›n doru¤u: JACK LONDON Ceren Derya Ekim 2006

Kitaplar› kadar, hayat› da ilgi çekici bir yazar olan Jack London, Amerikan edebiyat›na yeni bir soluk getirmifl, 18.yy'›n abart›l›, süslü sanat anlay›fl› yerine ak›c›, sade bir sanat anlay›fl›n› benimsemifltir. Yazd›¤› kitaplarla halk kitlelerinin ve özellikle proleteryan›n geliflmesini ve ufkunu geniflletmesini amaçlayan London, Amerika'n›n ilk ve tek proleter yazar› olmufl ve kitaplar› genifl kitleler taraf›ndan okunmufltur. 1876 y›l›nda, San Francisco'da dünyaya gelen yazar, küçük yafllardan itibaren maddi sorunlarla bo¤ufltu ve yaflad›¤› koflullardan dolay› küçük yaflta çal›flmak zorunda kald›. Okuma aflk›n› da bu s›ralarda tatt› ve yaflad›¤› Oakland'da buldu¤u flehir kütüphanesi, deyim yerindeyse tüm hayat›n› etkiledi. Bundan sonra sürekli kütüphaneye gitti ve geceli gündüzlü kitap okumaya devam etti. Okudu¤u serüven kitaplar› onu fazlas›yla etkiledi ve o kitaplardaki gibi serüven dolu bir hayata bafllamak ve yaflad›¤› sefaletten kurtulmak istedi. Daha 13 yafl›ndayken ilk teknesini sat›n ald›. Serüven dolu bir hayat›n kap›lar› aç›lm›flt› böylece. Her türlü tehlikeyi göze alarak denize aç›l›yordu art›k. 257


Daha sonra istiridye korsanlar›yla tan›flt›. Küçük yafl›na ra¤men kendini onlara kabul ettirmeyi baflard›. Serüven hikâyelerini okumaya bay›lan London, gerçek serüvenle tan›flt› sonunda ve kimi zaman istiridye avlamak için denize aç›ld›¤›nda ölümle burun buruna bile geldi. Ama tüm bunlar onun için önemli de¤ildi. ‹stiridye korsanl›¤› yapt›¤› y›llarda içki içmeye de bafllad› ve ölçüsüz bir flekilde alkol tüketti. Bu s›rada geçirdi¤i bir kaza hayat›n› etkiledi ve içkiyi b›rakmaya karar verdi. ‹stiridye korsanl›¤›ndan sonra bir y›la yak›n liman polisli¤i yapt›; bu süre zarf›nda toplumun de¤iflik kesimlerinden birçok insan tan›d›. Ama en çok istedi¤i fley, limana yanaflan gemilerden birine atlay›p, kitaplarda okudu¤u serüven ve maceralar› yaflayabilece¤i do¤uya gitmekti. Ve sonunda bu iste¤ini gerçeklefltirip gemilerden biriyle Kore'ye, Sibirya'ya gitti. Bu yolculuk boyunca da okuma aflk›ndan bir fley yitirmeyen London, gündüzleri gemi iflleriyle u¤rafl›p, geceleri de okumaya devam etti. San Francisco'ya geri döndü¤ünde düzenli bir ifl bulup, bu serseri hayattan kurtulmaya karar verdi. Fakat ülkenin içinde bulundu¤u mali bunal›m bütün ülkeyi alt üst etti. Zar zor bir kenevir fabrikas›nda ifl buldu. Annesinin zorlamas›yla Call Dergisi'nin açt›¤› makale yar›flmas›na yaz› gönderdi ve bu yaz›yla birincilik ödülü olan 25 dolar› kazand›. Bu yaz›s›nda Japon sular›nda yakaland›klar› tayfunu anlatt›.”Japon K›y›lar›nda Tayfun” adl› bu öyküsü, güçlü dili ve özgün anlat›m› ile bugün de gücünü ve tazeli¤ini korumaktad›r. Call Dergisi de bunun fark›na varm›fl ve bunu flu sözlerle ifade etmifltir: “Bu genç sanatç›n›n dikkati çeken yanlar›, düflünce gücündeki genifllik ve anlat›m›ndaki sa¤laml›kt›r.” Kazand›¤› bu ödül, London'un içindeki yaz› yazma iste¤ini kamç›lad› ve bundan sonra y›lmadan yazmaya devam etti. Uzun süren çal›flma saatleri ve zor koflullar Jack'› beden iflçili¤inden so¤uttu ve içinde hiç kaybetmedi¤i serüven tutkusu yeniden uyanmaya bafllad›. O s›ralarda Coxey adl› biri, iflsizleri örgütleyerek bir ordu kurdu. Bu ordunun Oakland örgütlenmesini General Kelly yapmaktayd›. London, bunu duyar duymaz ailesini terk edip yeni serüvenler yaflayabilece¤i bu orduya kat›lmak istedi. Fakat yolda sokaklarda tan›flt›¤› çocuklar›n anlat258


t›klar›ndan etkilenerek “demiryolu serserileri”ne kat›lmaya karar verdi ve k›sa zamanda yeni mesle¤inin de inceliklerini ö¤rendi. K›sa bir süre sonra bu gençlerin yan›ndan da ayr›lan Jack ile bir arkadafl›, kendi yollar›na gitmeye karar verdiler. O trenden bu trene atlayarak yollar›na devam ettiler. Bu hayat›n Jack'› çeken yan› tekdüze olmamas›yd›. Her an beklenmedik bir olayla karfl›laflabilirdi ve üstelik bir sonraki günün neler getirebilece¤i konusunda da hiçbir fikri yoktu. Tehlikelerle dolu bir hayat tarz› onun ilgisini çekiyordu. Geceleri bir trene atl›yor, yemek saatlerinde lokantalar›n kap›s›nda ya da caddelerde dileniyordu. Bu hayat tarz›nda birçok berdufl, iflsiz, serseri insan tan›d›. “Jack London ona buna el açarken masal anlatma sanat›n› gelifltirdi.(Çünkü dilencilerin baflar›s› anlatt›klar› fleyin çarp›c›l›¤›yla iliflkindir). Bir dilencinin çald›¤› kap› aç›l›nca karfl›s›na ç›kan kiflinin, ruh ve fikir yap›s›n› bir ç›rp›da sezinleyerek onun yüre¤ini yumuflatacak hikayeyi uyduruvermesi gerekliydi. London, iflte bu sanat› çok iyi icra etti¤inden birçok kez aç kalmaktan kurtulmufltur.” Demiryollar›nda serserilik yapt›¤› zamanlar öyle tehlikelerle yüz yüze geldi ki... Bir yandan son h›zla giden trende oradan oraya atlamak, di¤er yandan pefline düflen makinistler ve tren memurlar›... Ama o tüm bunlarla ustal›kla bafla ç›kmas›n› becerdi. Çünkü baflaramazsa bunun kendisine pahal›ya mal olaca¤›n› biliyordu. Daha sonra General Kelly'nin ordusuna giren Jack, burada iflsizler ordusunu daha yak›ndan tan›ma f›rsat›n› yakalad›. Hiçbir zaman disipline giremeyen Jack, buradan da k›sa bir süre sonra ayr›ld›. Serserilik günlerine geri döndü ve bafl› polisle derde girdi. Bunun sonucunda hapishaneyle de tan›flt› do¤al olarak. Hapishanede tan›flt›¤› bir arkadafl› sayesinde tutuklulara ekmek ve su tafl›yan memur oldu. O da kendisine verilen bu ayr›cal›kl› durumu kullanmas›n› iyi bildi ve bu sayede de¤iflik hayat koflullar›ndan gelme birçok insan tan›d›. Onlar›n düflüncelerinden, yaflam öykülerine kadar her fleyi ö¤rendi. Hapishaneden ç›kt›ktan sonra demiryolu serserili¤ine geri döndü. Elde etti¤i deneyimleri ve tüm yaflad›klar›n› Demiryolu Serserileri isimli kitab›nda anlatt›. Sonunda San Francisco'ya gidecek bir gemiye tayfa olarak yaz›ld›. 259


Jack London'un sosyalist fikirleri, bu serserilik günlerinde, yani iflsizler, serseriler aras›nda geçirdi¤i günlerde yeflerdi. Önceleri Jack London, bu insanlar›n sorumluluktan kaçan, macera peflinde koflan insanlar olduklar›na inan›rd› ama daha sonra dinledi¤i hikayelerden ç›kard›¤› sonuç, insanlar›n hayat›n sillesini yiyerek bütün kap›lar›n yüzlerine kapat›lmas› sonucu bu hale geldikleriydi. Ellerini ayaklar›n› makineye kapt›ranlar, çal›flma koflullar›ndan ötürü sa¤l›¤›n› yitirenler ve yafllanarak çal›flma sisteminin d›fl›nda kalan kifliler... Bu insanlar çal›flma olanaklar›n› yitirip ifli serserili¤e vurmufllard›. Jack London'un bu insanlarla konufltuklar›ndan ç›kard›¤› bir di¤er sonuç fluydu: Beden iflçili¤i yerine, ifli düflünsel çal›flmaya dökmek. Çünkü ona göre bu düzen kusurluydu ve bu düzen, toplumun iflas etmifl oldu¤unu gösteriyordu. De¤iflik fikirlerle döndü Oakland'a ve kendini ayd›nlatacak kitaplara yöneldi. Kendini ayd›nlatmaya ise daha önce bir yerlerden duydu¤u sendika, sosyalizm, iflçi dayan›flmas› gibi sözlerden bafllad›. O günlerde Marx'›n Komünist Manifestosu'nu okumasryla kafas›ndaki fikirler ayd›nland› ve not defterine flunlar› düfltü: “‹nsanl›k tarihi bafltanbafla sömürenlerle sömürülenlerin kavgas›yla dolu... Darvin'in incelemeleri nas›l insano¤lunun geliflimini gösteriyorsa, s›n›flar aras›ndaki bu kavgan›n tarihi de, bizlere iktisadi uygarl›¤›n geliflimini göstermektedir.” Yüksek ö¤renimini tamamlamaya karar verdi ve bunun için Oakland lisesine yaz›ld›. Liseye yaz›ld›¤›nda 19 yafl›ndayd› ve arkadafllar›na uyum göstermekte zorluk çekiyordu. Yine bu y›llarda çeflitli derneklerle ve sosyalist partiyle iliflkisi oldu. “Jack london'a göre sosyalizm ekonomik, tarihi ve insani aç›lar›n hangisinden ele al›n›rsa al›ns›n, kaç›n›lmaz bir sonuç, akla en yak›n olan düzendi. O ça¤larda fikir alan› s›n›rl› oldu¤u halde, sosyalizmin bilimsel bir yol oldu¤unu ortaya koyan unsurlar› Jack London birer birer aç›klayarak mant›k silsilesini yürütmeyi baflarm›fl ve bütün bunlardan bir sonuç ç›karmak yüreklili¤ini göstermifltir.” Bu y›llarda yapt›¤› konuflmalardan birinde toplumsal düzenden elefltirel bir 260


biçimde bahsetmesi, tutuklanmas›na neden oldu. Lise s›navlar›n› verip Kaliforniya Üniversitesi'ne ayak bast›¤›nda dev tasar›lar ve büyük istekler yefleriyordu içinde. Fakat derslerinin iyi olmas›na ra¤men, ailesinin içine düfltü¤ü maddi s›k›nt› yüzünden okulu b›rak›p çal›flmak zorunda kald›. Beden iflçili¤i yapmadan önce, flans›n› yazarl›kta denemek istedi. “Yarat›c›l›k yoluna dökülmenin verdi¤i heyecanla, yemeden içmeden kesilmiflti. Böylesine bir yaratma ateflinin, ço¤u insan› yak›p kül edece¤ini söyleyen yine kendisidir.” Sürekli yaz›lar yazd› ve bunlar› çeflitli dergilere gönderdi. Fakat meteliksiz kald›¤› bir gün çamafl›rhanede çal›flmak zorunda kald›. Kendisini tüketen beden iflçili¤inden bunalan Jack, 1896 y›l›nda Klondike'ta alt›n yata¤› bulununca alt›na hücum edenlerin bafl›n› çekti ve yine serüven duygusuna yenildi. Alaska'da alt›n bulma konusunda baflar›ya ulaflamam›fl olsa da burada elde etti¤i deneyimler, bilgiler ve tan›flt›¤› insanlar ileride kendisine alt›n de¤erinde f›rsatlar getirecekti. Alaska'da birçok insan tan›d› ve onlardan bir sürü hikaye dinledi. Bu zaman zarf›nda okumaya da devam etti. Burada tuttu¤u notlar birçok hikayeye ve kitaba hayat verecekti. Meteliksiz bir flekilde eve döndü. Bundan sonraki tek dile¤i yazar olmakt›. Ömrünü art›k yap›c› bir yoldan tüketmek istiyordu. “Emek piyasas›nda kelepir bir iflçi olmaktan vazgeçmiflti.” Çeflitli dergilere yaz›lar gönderdi. Birkaç› d›fl›nda yaz›lardan büyük bir ço¤unlu¤u geri döndü ve Jack London bu süreçte büyük bir sefaletle bo¤ufltu. Bir süre sonra Posta Idaresi'nde kendisine düzenli bir maafl sa¤lay›p hayat›n› düzene koyabilece¤i bir ifl buldu fakat içindeki yazarl›k iste¤i her zaman a¤›r bast›. “Jack London dünyaya yiyip içmek, keyif çatmak için gelmemiflti. Yarat›c› olmak, edebiyat dünyas›na katk›da bulunmakt› iste¤i. Sanat u¤runa çekti¤i yoksulluk dokunmuyordu ona; bir sürü fleye sahip olmay› yersiz ve bofl buluyor, hayat›n çeflitli zevkleri, ortaya koydu¤u eserlerden duydu¤u k›vanc›n yan›nda anlams›z kal›yordu.” Yazar olmak için sahip olmas› gereken iki fley vard›: Bilgi ve üslup... Bunlar› elde etmesi için sürekli okumas›, kendisini gelifltirmesi gerekti¤ini bili261


yordu. Yepyeni bir anlay›fl getirmek ve kendi deneysel felsefesini kurmakt› derdi. Y›llard›r tekrarlanan fleylerle ifli yoktu. Jack London'un fikir dünyas›n› etkileyen düflünürler Darwin, Spencer, Marx ve Nietzsche olmufltur. “‹flin hofl yan› Jack London'un üstün insan görüflüyle sosyalizmi bir arada benimsemesidir. Birbiriyle asla ba¤daflmayacak olan bu iki inanç Jack London'u hayat boyu etkiledi, Jack London yaflad›¤› sürece hem toplumcu hem de bireyci olarak kald›. Üstün insan oldu¤una inanarak kendisi için bireyci düflünceyi benimsiyor, korunmaya ihtiyac› olan zay›flar y›¤›n›na s›ra geldi¤inde toplumcu kesiliyordu. Bereket versin Jack London her biri ayr› yana gitmek isteyen bu iki az›l› at› y›llar y›l› bir arada koflturmay› baflard›.” Kulland›¤›m›z al›nt›da, yazara tam anlam›yla kat›lmamakla birlikte, Jack London'u do¤rudan sosyalist yazarlar kategorisine sokman›n da pek mümkün olmad›¤› aç›k bir flekilde önümüzde duruyor. Jack London, sosyalizmden etkilenmifl, gerçekçi bir yazar olarak tan›n›yor tüm dünya taraf›ndan... Yukar›da zikredilen, kendisinin etkilendi¤i yazarlar›n, düflünürlerin, kuramc›lar›n listesini tekrardan gözden geçirdi¤imizde, materyalist ve idealist yazarlar› hep birlikte görürüz. Bu da yazar›n fikirlerinin daha tam anlam›yla netleflmedi¤ini de gösteriyor zaten. Vaktinin büyük bölümünü okumaya ay›r›yordu art›k ve elinden kitaplar hiç düflmüyordu. “Jack London'u kahreden fley, okumaktan kan çana¤›na dönmüfl gözlerini yumup uyumak ve biraz olsun dinlenmek zorunda kalmas›yd›. Uykudan bütün bütün vazgeçemeyen London, ço¤u kere befl saatlik uykuyla yetiniyordu. K›sa bir süre için de olsa yaflamas›na ara vermek istemiyordu, istemiyordu ya kendisini uykunun derinliklerinden çekip ç›karan çalar saatin zilini duydu¤unda, önünde p›r›l p›r›l, on dokuz saatlik bir çal›flma zaman› oldu¤unu hat›rlayarak, ok gibi f›rl›yordu yata¤›ndan. Okuman›n büyüsüne kapt›rm›flt› bir kere kendini, büyülenmiflti sanki.” Jack London'un yaflad›¤› dönemde, edebiyat alan›nda bir kiflinin kendisini kabul ettirmesi için zenginleri öven, her fleyi iyi yan›ndan ele al›p, ger262


çeklerden kaçan yaz›lar yazmas› gerekliydi. Bu tarz yazan insanlar›n baflar›ya ulaflmas› ve yay›nevleri taraf›ndan kabul görmesi her zaman daha kolayd›. Fakat Jack London bütün bunlara boyun e¤meyerek ve bildi¤i yoldan flaflmayarak, ça¤dafllar› olan Tolstoy, Maupassant, Flaubert ve Zola gibi yaln›zca gerçe¤i anlamak ve kendisini kabul ettirmek için de çok çaba sarf etti. “Günde üç dört bin kelime yazay›m dersem, gerekti¤i gibi çal›flm›fl olmayaca¤›m› biliyorum. ‹yi bir yaz›, kalemi hokkaya dald›r›p dald›r›p yaz›lmaz. Bir duvar örermifl gibi, tafl üstüne tafl yerlefltirircesine neyi nereye koyaca¤›n› bilmelidir insan.” diyordu bir keresinde. Nitekim ilk kitab› Kurdun O¤lu'nun yay›mlanmas› ile Amerikan hikayesinde yeni bir ça¤ aç›lmaktayd›. O zamana kadar soylular için üretilmifl bir sanat anlay›fl› yerine, bütün s›n›flara hitap eden bir anlay›fl getirdi ve okudu¤u kitaplarla oluflturdu¤u bilimsel düflünceyi edebiyata uyarlayan ilk Amerikan yazar› oldu. Jack London, ayn› zamanda Amerika'daki proleter edebiyat›n yarat›c›s› da oldu. 1929 y›l›nda New Masses adl› dergi, onun için flu sade ve gerçek kelimeleri kulland›: “Gerçek bir proleter yazar›, iflçi s›n›f› için yazmakla yetinemez, eserlerinin bu s›n›f taraf›ndan okunmas› gerekir. Yazd›klar› bir baflkald›rma fikrinden do¤mal›d›r. Jack gerçek bir proleter yazand›r. Amerikan dehas›n›n bugüne dek do¤urdu¤u tek ve ilk proleter yazar. Okuyan iflçi Jack London okuyor. ‹flçilerin okudu¤u tek yazar Jack London'dur, bugüne dek edindikleri tek edebi deneme... Fabrika iflçisi olsun, tar›m iflçisi olsun, tayfas›ndan, gazete da¤›t›c›s›na kadar bütün iflçiler, Jack London'u tekrar tekrar okurlar. London, Amerikan iflçi s›n›f›n›n en gözde yazar›d›r.” Yaz›lar› dergilerde yay›mland› ve art›k edebiyat çevresi taraf›ndan tan›nan bir yazar oldu. 1902 y›l›n›n Temmuz ay›nda Amerikan Press'ten Güney Afrika'ya giderek oradaki savaflla ilgili röportaj yapma teklifi ald› ve hemen trene atlad›¤› gibi yola ç›kt›. ‹ngiltere'ye vard›¤›nda ise kendisine geri dönmesini isteyen bir telgraf ulaflt›. Fakat Londra'da befl paras›z kalan Jack, dönmek yerine kentin en kötü flartlar›nda yaflayan insanlar›n›n bulundu¤u do¤u yakas›na yöneldi ve bir süre o insanlar gibi yaflad›, onlar gibi giyin263


di, onlar gibi yedi içti. Buradaki koflullar›n iktisadi tahlillerini de yapt›¤› ve o insanlar›n çarp›c› hikâyelerini, yaflamlar›n› anlatt›¤› kitab› “Uçurum insanlar›”, büyük bir ilgi uyand›rd›. Bu kitab› yazarken hem kendi gözlemlerine, hem de Londra'n›n yoksulluk sorunu üzerine yaz›lm›fl yüzlerce broflür rapor ve esere dayanarak, adeta bir sosyolog gibi çal›flBundan sonra yine kitap yazmaya devam etti. Vahfletin Ça¤r›s› ve Deniz Kurdu kitaplar› da büyük be¤eniyle karfl›land›. Vahfletin Ça¤r›s› adl› kitab› ona dünya çap›nda bir ün kazand›rd›. Deniz Kurdu birçok elefltirmen taraf›ndan Jack London'un en güçlü eseri olarak kabul edilir. Çünkü bu romanda geliflim, biyoloji ve toplumbilimi güzel bir biçimde harmanlad› ve heyecanl› bir flekilde halk kitlelerine sundu. Savafl› izleyip, röportaj yapmak için Japonya'ya gitti daha sonra ve burada da hapishanelerle tan›flt›. Japonya'ya varmadan Kore'de bulundu. Koreliler onu Rus casusu olmakla suçlay›p tutuklad›lar. Daha sonra ise Japonya'da orduyu izinsiz izlemek suçuyla hapishaneye gönderdiler. Japonya'da gözüpekli¤ini, cesaretini göstererek ve di¤er gazetecileri atlatarak gazetesine haber üstüne haber ya¤d›rd›. Üniversitelerde, çeflitli derneklerde konferanslar, seminerler verdi ayn› zamanda ve buralarda sosyalist fikirleri insanlara sundu ve onu sonuna kadar savundu. Baz› toplant›lar›n sonunda ise gazeteler Jack London hakk›nda kötü fleyler yazd›lar ve onu tutuklatmaya bile çal›flt›lar. Bu ortamda toplumcu, sosyalist fikirlerle yaz›lm›fl eserler vermeye devam etti ve Amerikan gençli¤ini ayd›nlatarak onlar›, ellerini kollar›n› ba¤layan zincirlerden kurtarmaya çal›flt›. Serüven duygusunun içine ifllemesiyle yerinde duramayan Jack London dünya turuna ç›kmaya karar verdi. Bunu da kendi elinden ç›kan bir tekneyle yapacakt› fakat bu teknenin yap›m› hem y›llar›n› ald› hem de birçok sorunla karfl›laflt›.

264


Geminin yap›m aflamas›nda da kitaplar›n› yazmaya devam etti. ‹lk ça¤larda insano¤lunun ilkel bir varl›ktan insan haline dönüflmesini anlatan kitab› Adem'den Önce bu döneme rastlar. Bu kitab›nda Darvvin'in evrim konusundaki tezlerini de kullan›r London. Kendisinin dünya çap›nda tan›nmas›n› sa¤layan ve sosyalist romanlar›n en önemlilerinden kabul edilen Demir Ökçe de bu zamanda yaz›ld›. Bu kitab›nda ise Marx'›n fikirlerinden yararland› ve onu okuyucuyla paylaflt›. Demir Ökçe kurmaca bir romand›r ve ayn› zamanda Jack London'un ileri görüfllülü¤ünü yans›tmaktad›r. “Jack London iflte bu belgeler ve delillere dayanarak, güzel oldu¤u kadar dehflet uyand›ran bir eser yazd›. Demir Ökçe, London'un edebiyat aç›s›ndan en baflar›l› eseri de¤ildir ama Jack London bu çal›flmas›yla iktisadi devrime büyük katk›da bulunmufltur. London bu eserinde faflizme de¤inmekle kalmayarak, faflistlerin her türlü kültür ve baflkald›rmay› yok etmek için ne gibi yollara baflvuracaklar›n› da belirtmiflti. Demir Ökçe'yi günümüzde okuyanlar bile bu eserin daha dünya da bir kaç y›l önce kaleme al›nd›¤› izlenimine kap›labilirler.” Sonunda teknesini bitirip yolculu¤a ç›kt› ve bu yolculuk boyunca bin bir türlü macera ve heyecan eksik olmad›. Yolculuk süresince, kendisinin yazar olma maceras›n› kaleme ald›¤› büyük ölçüde otobiyografik nitelik tafl›yan kitab› Martin Eden'i yazd›. Dönemin elefltirmenleri taraf›ndan k›yas›ya elefltirilse, hakk› teslim edilmese ve k›ymeti Jack London'un ölümünden sonra anlafl›lsa da Martin Eden, Jack London'un en iyi romanlar›ndand›r. Bu kitab› için flunlar› söylemifltir: “Martin Eden benim. Martin Eden bireyci oldu¤u için öldü, bense sosyalist oldu¤um, toplumcu bir düflünceye sahip oldu¤um için hayattay›m.” Bu dünya turu yedi y›l olarak planlanmas›na ra¤men London, iki y›l gibi bir süre sonra ülkesine geri dönmek zorunda kald›. Fakat London'un gazetelere verdi¤i demeçlerde söyledi¤i fley, bu gezide hayat›n›n en mutlu günlerini yaflad›¤›yd›. Yine bu gezi hikâyelerine konu olabilecek bir serü265


ven hazinesi sa¤lad› ona. Geri döndü¤ünde, Alaska'da alt›n arad›¤› günlere dair yeni bir roman yazd›. Yanan Gün isimli kitab›n›n birinci k›sm›nda alt›n bulunmas›ndan önceki Alaska, ikinci k›s›mda ise Glen Ellen k›rlar›n›n güzelli¤i anlat›l›r. Bu kitab›n baflar›s› ise sosyalizmi okuyan herkesin anlayabilece¤i bir flekilde anlatabilmesindedir. Geziden döndükten sonra kendisine büyük bir çiftlik alan Jack London ölümüne kadar burada yaflad›. Bunun yan› s›ra Amerika'n›n en flahane evini yapt›rmak istedi ve bunun için de birçok masrafa giriflti. Fakat bu ev, bitim aflamas›nda yand› ve London'un bütün çabalar› bofla gitti. fiatosu yap›lana kadar çiftli¤inde yaflayan ve kitaplar›n› yazmaya devam eden London'un misafirleri de eksik olmuyordu. Evi sürekli dolup tafl›yordu. Gelen misafirlerle ilgilenmek, onlarla sohbet etmek ve onlardan bir fleyler ö¤renmek, London için çok önemliydi. Girdi¤i ortamlar› ›fl›¤›yla, enerjisiyle ayd›nlatmas›n› da bilirdi.

Çiftlikteki günlerinde tar›ma da merak salan London, yeni ve daha önce uygulanmam›fl metodlar› uygulay›p tar›m› gelifltirmeye çal›flt›. Ve bu süre içerisinde kitaplar›n› da yazmaya devam etti. Fakat yapt›rmakta oldu¤u flatonun yanmas› onu derinden etkiledi ve bunal›ma sürükledi. Onu as›l üzen ise evin yanmas› de¤il, insanlara olan inanc› ve güvenini yitirmifl olmas›yd›. Ayr›ca bu evi yapt›rmak u¤runa girdi¤i borçlardan dolay› da bir hayli s›k›nt›dayd›. Bununla birlikte sa¤l›¤› da gittikçe kötüleflti. “Jack London k›sa ama dopdolu bir hayat› özlerdi. Bu k›sa süre içinde çarp›c› kiflili¤iyle yüzy›l›n›n insan›n› etkilemek, düflüncelerine yön vermek istemiflti. Tükenece¤i güne kadar büyük bir ihtirasla yaflamak, bütün söyleyeceklerini tamamlay›p son kurufluna kadar harcad›ktan sonra ölmekti dile¤i.” 1916 y›l›n›n Kas›m ay›nda hayata gözlerini yuman London'un ölümü de birçok soru iflareti b›rakt›. Ölüm nedeninin intihar m› yoksa yanl›fll›kla afl›r› dozda ald›¤› ilaçtan m› kaynakland›¤› hala tart›fl›l›r. Fakat ald›¤› uyku ilaç266


lar›; odas›nda ç›kan, birinde atropin sülfat, di¤erinde morfin sülfat bulunan iki bofl kutu ve çal›flma masas›n›n üzerindeki bloknotta zehirin öldürücü dozunu hesaplamas› intihar olas›l›¤›n› artt›r›yor. Jack London'›n yaflam› her zaman dolu dolu geçti. Hayat›nda çeliflkiler, ço¤u zaman belirleyici oldu. Fakat her fleye ra¤men tavr›n› hep ezilenlerden, iflsizlerden, insandan yana koydu. Çünkü Jack London da onlar›n yaflad›klar›n› yaflad›, ac›lar›n› hissetti ve bunu kitaplar›nda anlatt›. Kitaplar›nda her zaman gerçe¤i anlatmaya çal›flt›. Yaflam› bu kadar dolu yaflamak ancak Jack London'lara yarafl›rd› herhalde. Yaflam›n› böylesine dolu dolu yaflamasa o kitaplar nas›l yaz›l›rd› ki?

Kaynakça: “Denizler Serüveni Jack London” (‹rving Stone)/-www.london.sonoma.edu

267


268


SOSYAL‹ST GERÇEKÇ‹ EDEB‹YATIN PROLETER TEMS‹LC‹S‹: MAKS‹M GORK‹ Sedef fiafak Kas›m 2006

Rus öykü, roman ve oyun yazar› olan Maksim Gorki, hem devrim öncesi hem de devrim sonras› dönemleri gerçekli¤inden koparmadan anlatan eserler yazm›fl tek Sovyet yazar›d›r. Bu yan›yla yaflad›¤› ça¤›n en büyük ustalar›ndan biri olan Maksim Gorki, sanata yeni bir kahraman ve sosyalizme estetik bir ideal katar. Sadece Sovyet edebiyat›nda de¤il dünya edebiyat›nda da sosyalist gerçekçi bir sanat anlay›fl›n›n yerleflmesinde çok büyük katk›s› olan, Sovyet edebiyat›n›n kurucusu Maksim Gorki; gelecek Rus yazar kuflaklar›na da örnek olur, önderlik eder. Maksim Gorki’nin açl›k, yoksulluk ve ac›larla örülü bir yaflam› olur. Bundan dolay› Sovyet edebiyat›nda en büyük proleter yazar say›l›r. Bu dönemde tüm dünyada iflçi s›n›f›n›n mücadelesinde bir yükselme vard›r. Ve 269


bu durum Maksim Gorki’yi daha da çok öne ç›kart›r ve gelifltirir. As›l ad› Aleksoy Maksimoviç Peflkov olan Maksim Gorki 28 Mart 1868’de Rusya Novgorod’da köylü bir ailenin çocu¤u olarak dünyaya gelir. Çocukluk y›llar› Astrahan’da geçer. Babas› burada bir gemi acentas›nda çal›flmaktad›r. Maksim Gorki daha befl yafl›nda iken babas› ölür. Çok küçük yaflta yetim kal›nca, do¤du¤u yer olan Nijni Novgorod’a döner. Bu arada annesi yeniden evlenince Maksim Gorki büyükannesi ve büyükbabas›n›n yan›nda kal›r. Boyac›l›k yapan büyükbabas›, iflleri iyi gitmedi¤inde Gorki’ye ba¤›r›p, ça¤›r›r, azarlar ve kötü davran›r. Büyükannesinden baflka sevgi ve flefkat görece¤i hiç kimsesi yoktur. Maksim Gorki sevgisiz büyür. Maksim Gorki yedi yafl›na gelince bir sanat ilkokuluna bafllar ama burada en fazla birkaç ay kalabilir. Yoksulluk ve açl›k kendini dayat›nca çal›flmak zorundad›r. Bir daha da okuma f›rsat›n› bulamaz. Daha sekiz yafl›ndad›r ve çal›flmaya bafllar. O y›llarda Çarl›k Rusyas›’nda tüm halk açl›k, yoksulluk ve sefalet içinde bir yaflam sürdürmektedir. Tabii ki Maksim Gorki de bu yaflamdan pay›na düfleni fazlas›yla al›r. Ço¤u zaman aç, üstü bafl› y›rt›k-p›rt›k, yal›nayak bir haldedir. Maksim Gorki açl›k, sefalet ve ac›larla geçen yaflam›ndan dolay› Rusça’da “ac›” anlam›na gelen Gorki takma ad›n› al›r. Maksim Gorki, say›lamayacak kadar çok yerde çal›flmak zorunda kal›r. ‹fl için Rusya’n›n güney ve do¤u bölgelerini ad›m ad›m dolafl›r. Çeflitli ifllere girer ç›kar. Sekiz yafl›ndayken bafllad›¤› ilk ifl ise eskiciliktir. Daha sonra ayakkab› yap›mc›s›na ç›rakl›k, aflç› yamakl›¤›, ikon ressam› yard›mc›l›¤›, gemi hamall›¤›, f›r›n ç›rakl›¤›, duvarc›l›k, gece bekçili¤i, demiryolu iflçili¤i ve avukat›n yan›nda sekreterlik yapar. Bütün bu y›llar boyunca açl›¤›n, yoksullu¤un ve ac›n›n ne oldu¤unu yaflayarak ö¤renen Maksim Gorki, sokaklarda tam bir sokak çocu¤u gibi kavgalar›n içinde, hatta kavgalara elebafl›l›k yaparak büyür. Gorki, sokaklar› sessiz iken sevmez. Sokak çocuklar›n›n sesi, onun için soka¤a ç›kma ve kavgaya bafllaman›n iflareti gibidir. Sokak çocuklar›yla birlikte bir çete kurar. Gorki’nin en büyük zevki dövüflmektir. Baflka da bir e¤lencesi yoktur. Sokak kavgalar›, Gorki’nin kendini ifade etme biçimi olur. ‹çinde büyüttü¤ü ac›lar›n›n, a¤›r çal›flma ko270


flullar›n›n, açl›¤›n›n yaratt›¤› öfkesinin, isyan›n›n d›flavurumu gibidir sokak kavgalar›na olan sevgisi. Gorki’nin isyankar yanlar›yla birlikte çok temiz bir vicdan› vard›r. Örne¤in sokak çocuklar›n›n dilencilerle alay etmelerine tepki gösterir. Maksim Gorki, çocukluk ve gençlik y›llar› boyunca mutlulu¤u, huzuru ve sevgiyi hiçbir yerde bulamaz. Dolay›s›yla o yafllardayken içinde bulundu¤u ruh halini; “(…) Sanki karanl›k ve derin bir çukurun içinde yafl›yordum. Hissiz, duygusuz ve körleflmifl gibiydim. Yar› ölüye dönmüfltüm.” diye aç›klar. Ayr›ca sevgiden yoksun geçen y›llar› için de, “Sevgi denen canl› ve coflkun duygular ruhumda solmufltu... Kalbimde a¤›r bir intikam duygusu bu anlams›z, karanl›k ve ölü dünya içinde yaln›zl›¤›m›n fluuru kül alt›nda bir atefl gibi g›c›rd›yordu” der. Maksim Gorki daha çok küçük yafllarda iken bile iyi bir gözlemcidir. Daha çocuk yafltad›r ama çal›flma koflullar›n›n adaletsizli¤ini ve patronlar›n ç›karlar› için ne kadar çirkinlefltiklerini, ahlaks›zlaflt›klar›n› görür ve anlar. Dolay›s›yla patronlara karfl› büyük bir kin ve öfke besler. Patronlar›n koydu¤u kurallar› çi¤neme iste¤i vard›r. Halk›n çarl›k bask›s› alt›nda açl›ktan ve yoksulluktan birer birer öldü¤ünü görür. Zenginlerden al›p fakirlere vermek, fakirlerin karn›n› doyurarak mutlu ve nefleli olmalar›n› sa¤lamak hayallerinin bir parças›d›r. ‹flsizlik ve çok a¤›r çal›flma koflullar›n›n ortaya ç›kard›¤› ahlaki ve sosyal çöküflü; genelevlerle, sokak çocuklar› ve sokak k›zlar›yla görmek mümkündür. Rusya’daki bu genel tablo Maksim Gorki’nin yaflant›s›nda da kendisini hissettirir. Üvey babas› iflten ç›kar›l›nca yaflamalar› daha da güçleflir. Annesi açl›ktan ve sefillikten verem olur. Tedavi ettirilemeyen anne ölür. Yüre¤inin derinliklerinde annesini kaybetmenin ac›s› ve üzüntüsü vard›r. Ama hayat›n gerçekli¤i ac›mas›zd›r ve büyükbabas› Gorki’ye art›k tek bafl›na kendisine bakmay› ö¤renmesi gerekti¤ini anlat›r. Gorki on yafl›ndad›r. fiehrin merkezindeki bir ayakkab› ma¤azas›nda ç›rakl›k yaparak tek bafl›na ekme¤ini kazanmaya bafllar. Gorki’nin çocuklu¤u son derece cahil, ac›mas›z, dar görüfllü ve anlay›fls›z insanlar›n aras›nda geçer. Maksim Gorki edebiyattan para kazanana kadar ifl için çok de¤iflik yerlere gider. Volga nehrinde yolcu tafl›yan bir gemide bulafl›kç›l›k yapmaya 271


bafllar. Geminin kaptan› Gorki’ye okumas› için kitaplar verir. Bu kitaplar Gorki’nin çok ilgisini çeker ve kendi bafl›na ›srarla, inatla okuma yazma ö¤renmek için çal›fl›r. Ve çok k›sa bir zaman içinde yaflam›n›n en büyük tutkusu haline gelen okuma yazmay› ö¤renir. Art›k bütün paras›n› kitaplara yat›rmaya bafllar. Gorki, üniversite ö¤renimi için Kazan’a gelir ve ilk gençli¤i burada geçer. Düflündü¤ü gibi Kazan’da üniversite’ye giremez ama burada ilk defa devrimci düflüncelerle tan›fl›r. O dönemde Rusya’da köylülü¤ün önderli¤inde devrim olaca¤›n› savunan Narodnikler vard›r. Maksim Gorki, Narodnikler’in temsilcileriyle tan›fl›r. Güçlü bir gözlem yetene¤i olan Gork,i Narodnizmin Rus köylüsünü oldu¤undan abart›l› ve idealize eden yanlar›n› görür, yanl›fl bulur ve elefltirir. Gorki’nin gençlik y›llar› Kazan’da geçer. Gorki 18 yafl›ndad›r ve 10 kapik gibi çok düflük bir ücretle dondurucu so¤uklara karfl›n ölesiye çal›flmak zorunda kal›r. Bu yetmezmifl gibi bir de patronlar›ndan, ustalar›ndan sürekli dayak yer, hor görülür, itilip kak›l›r ve yoksulluk, sefalet hiç peflini b›rakmaz. Kazan’a yüksek ö¤renimini tamamlamak için gelen ö¤rencilerle tan›flmas› ve çok istedi¤i halde kendisinin yapamam›fl olmas›ndan kaynakl› onlarla aras›ndaki uçurumu fark etmesi, itilip kak›lmas›, açl›k ve fukaral›kla birleflince Maksim Gorki yaflam›n a¤›rl›¤› alt›nda ezilir, bunal›ma girer. Ve 1887’de intihar girifliminde bulunur. ‹çinde bulundu¤u yaflam koflullar›ndan dolay› t›pk› annesi gibi Gorki de akci¤erlerinden rahats›zd›r. Bütün yaflam› boyunca da bu rahats›zl›k kendini hissettirecektir. Maksim Gorki, üniversiteye giremeyince kendi kendisini yetifltirmeye karar verir. Eline geçen her kitab› okumaya bafllar ve kitaplar Gorki için yaflama tutunacak bir dal olur. S›ms›k› sar›l›r bu dala ve birçok konuda bilgi sahibi olur ama sistemli ve programl› kitap okumad›¤› için ö¤rendi¤i bilgiler da¤›n›k ve birbirinden kopuktur. Gorki’nin en büyük flans› Kazan’da ilk çal›flmaya bafllad›¤› yer olan f›r›n›n Marksist yay›nlarla dolu bir kütüphaneye benzemesidir. O dönemin Çarl›k Rusyas›’nda f›r›nlar Marksist klasikler ve yasak kitaplarla dolup taflan siyasi e¤itim yerleridir adeta. Di¤er yandan Kazan flehri devrimci hareketin en yo¤un oldu¤u yerlerden biridir. Dolay›272


s›yla f›r›nda çal›flmak Maksim Gorki için hem bir ekmek kap›s›, hem de devrimci düflüncelerini gelifltirme, siyasi e¤itimini ileriye tafl›ma, devrimci hareketleri tan›ma, eylemlere kat›lma zemini yarat›r. Tüm bunlardan dolay› Gorki’nin yaflam›nda f›r›nlar›n ve ekmek iflçili¤inin çok özel bir yeri vard›r. Nitekim Ekmek ‹flçileri isimli roman›nda da, Kazan’da ilk çal›flt›¤› f›r›nlardan birini anlatacakt›r. Sonuçta; Maksim Gorki’nin siyasi e¤itimi tamamen rastlant›lara ba¤l› ve gelifligüzeldir. Bundan dolay› Gorki; kendisinin Marksist oldu¤unu ama bunu kitaplardan ziyade, Kazan’da eski ekmek iflçilerinden, arkadafl› Semenov’dan ö¤rendi¤ini ifade etmifltir. Rusya’daki iflçi s›n›f›n›n ac› ve s›k›nt›larla dolu yaflam koflullar› Gorki’nin de yaflam›n›n özetidir. Buna dair Maksim Gorki; “ ‹nsan› yaratan›n ‘çevresine karfl› direnç’ oldu¤unu çok küçük yaflta anlad›m.” derken, zulme karfl› boyun e¤meden, dimdik durman›n, kendine güven ve hakl›l›¤›na inanmakla olaca¤›n› anlat›r. Elbette ki bu sözleri intihar girifliminden sonra daha sa¤l›kl› düflünerek ç›kard›¤› sonuçlar üzerinden söyler. Ve soluk al›p verdi¤i her günü s›k›nt›lar, ac›lar, tehlikelerle dolu olsa da sorunlar› güçlü iradesiyle aflmay›, onlar› do¤ru yöntemlerle çözmeyi ö¤renir. Çarl›k Rusyas›’nda 1891’lerde korkunç bir k›tl›k bafllar. Var olan açl›k, yoksulluk, sefalet en son s›n›r›na dayan›r ve derinleflir. Bu k›tl›k y›llar›nda Maksim Gorki de açl›k çeken halkla birlikte K›r›m, Kafkasya ve Ukrayna’ya gider. ‹flte bu zorlu, ac›mas›z ve a¤›r koflullar Gorki’nin, sömürü düzenine karfl› olan öfkesini büyütür ve mücadele etme azmini güçlendirir. Maksim Gorki yirmi bir yafl›ndad›r. Ve Kazan’dan ayr›larak Güney Rusya’ya gitmifl, orada bir avukat›n yan›nda sekreterlik yapmaya bafllam›flt›r. Ayr›ca bu y›llarda Maksim Gorki, Yafll› Meflenin fiark›s› isimli bir fliir yazar. fiiirini fiair Wladimir Korolenko’ya gösterir. Korolenko’nun fliirini eksik bulmas›, onun edebiyatla u¤raflmaktan vazgeçmesine neden olur. Bu defa Rusya’y› yaya olarak dolaflmaya karar verir. Bu yolculu¤u da Ukrayna’dan Kafkaslar’a, Tiflis’e kadar uzan›r. 1889’a gelinmifltir ve Çar’›n polisleri, ajanlar›, Gorki’nin peflindedir. Gorki Tiflis’te de devrimci ö¤rencilerle tan›273


fl›r. Ve ö¤renciler Maksim Gorki’yi yaflad›klar›n› yazmas› konusunda ikna ederler. 12 Eylül 1892’de Tiflis’te yerel bir gazete olan Kafkas Eyaleti’nde Makar Çurda isimli ilk öyküsünü Maksim Gorki ismiyle yay›mlar. ‹lk öykülerinden itibaren eserlerinde her daim bir iyimserlik, insan›n yarat›c› gücüne ve insana duyulan bir güven ve hümanizm vard›r. Maksim Gorki daha çok Rus toplumunun d›fl›na itilmifl iflsiz, güçsüz insanlar›n öykülerini yazar. ‹lk öyküsünün ard›ndan Maksim Gorki, yerel bir gazetede gazeteci haberci olarak çal›flmaya bafllar. Maksim Gorki’nin ismini as›l olarak duyuran öyküsü Russkoye Bogatstvo isimli ayl›k bir dergide yay›nlanan Çelkafl (1895) olur. Çelkafl o dönemde Maksim Gorki’nin en baflar›l› eseridir. Ve yazarl›¤a ilk ad›mlar›n› Çelkafl ile atar Gorki. Çelkafl, bir liman h›rs›z›n›n öyküsünü anlat›r. Ve Maksim Gorki’nin Çarl›k Rusyas›’nda ayak tak›m›n› konu ald›¤› ünlü “serseri dönemi”, Çelkafl ile bafllar. Dolay›s›yla art›k Gorki’nin edebiyat dünyas›na ayak tak›m›n›n hayat› girecektir. Ço¤unlukla çaresiz bir hayat›n do¤al yaflam mücadelesini yans›tt›¤› öykülerinde; ayak tak›m›n›n, alt s›n›flar›n, toplum d›fl›na itilmifllerin, h›rs›zlar›n, katillerin ve ezilmifllerin yaflam›na duydu¤u sempatiyi gizlemez. Gorki’nin bu ilk çal›flmalar›; henüz yaflam›n gerçekli¤i ile toplumsal gerçekli¤i bir dünya görüflü içinde yorumlay›p sonuçlar ç›kartan eserler, öyküler de¤ildir. 1897’de yay›nlanan Malva, Eski ‹nsanlar, Ekmek ‹flçileri isimli öykülerinde Gorki, Rusya’daki halk›n yaflam›n› ve toplumsal olaylar› gerçekçi bir üslupla anlat›r. Ekmek ‹flçileri öyküsüyle Gorki, ismini daha genifl bir kesime duyurur ve edebiyat dünyas›nda kendini kabul ettirir. Öyle ki Maksim Gorki’den Tolstoy’la ayn› düzeyde bir sanatç› diye bahsedilir. 20. yüzy›la gelindi¤inde Maksim Gorki, ard arda yeni öyküler yazmaya bafllar. Bu dönem Çarl›k Rusyas›’nda kapitalizmin geliflmesi ve halk›n yaflam›n›n daha da zorlaflmas› Gorki’nin öykülerinin temel konusu olur. ‹lk roman› Foma, devam›nda Gordayev, Onlardan Üçü, ‹tiraf, Okurov Kenti ve Matvey Kojemyakin 1899’da yazd›¤› eserler aras›ndad›r. Maksim Gorki 20. yüzy›l› flu sözlerle selamlar; “Yeni yüzy›la güçlü, sa¤l›kl›, nefleli insanlar aras›nda, en güzel biçimde merhaba dedim.” 274


19. yüzy›l›n sonunda Avrupa’da patlak veren sanayi krizi, k›sa sürede Rusya’y› da kapsayacakt›r. Kriz y›llar›nda (1901- 1903) 100.000’den fazla iflçi soka¤a at›l›r, 3000 büyük ve küçük iflletme kapat›l›r, iflçilerin ücretleri indirilir… Sanayi krizi ve iflsizlik beraberinde daha fazla iflçi, köylü ve emekçi halk› sokaklarda hakk›n› arar hale getirir. 19011May›s Grevi’nde Çar’›n askerleri iflçilere sald›r›r ve kanl› bir çat›flma yaflan›r. Bunun üzerine Maksim Gorki; “F›rt›na Kuflunun fiark›s›” isimli bir fliir yazar. Öfkenin gücü ve zafere olan inanç vard›r bu fliirde. Tüm devrimci çevreler Gorki’nin bu fliirini dinler. “F›rt›na Kuflunun fiark›s›” isimli fliirini ve ayn› tarihte “Kas›rga’n›n Türküsü” adl› öyküsünü yay›mlayan Marksist bir dergi olan Jizn hemen kapat›l›r, Maksim Gorki tutuklan›r ama çok geçmeden serbest b›rak›l›r. Maksim Gorki 1901’de Pyatnitskki’ye gönderdi¤i mektupta; “Bu insanlar, yeni yüzy›l›n gerçekten manevi yenilenme yüzy›l› olaca¤›n›n güvencesidir. ‹nanç, büyük bir güçtür ve bu insanlar ideallerinin yenilmezli¤ine inan›yor. Hepsi de bu yolda canlar›n› vermeye haz›r. Talih içlerinden çok az›na gülecek, ço¤u büyük ac›lar çekecek, birço¤u mahvolup gidecek, ama yeryüzü onlar›n yerini alacak daha çok insan yaratacak ve sonunda zafer iyilik ve adaletin olacak, insanlar›n en yüce ölümleri zafere eriflecektir.” diye yazar. Bir ayd›n olarak Maksim Gorki, ülkesinin, halk›n›n hakl› davas›na olan inanc›n›; fliirlerinde, mektuplar›nda, karfl›laflt›¤› tüm bask›lara, yasaklara, tehditlere, gözalt›lara, tutuklamalara ra¤men ifllemekten geri durmaz. Gorki art›k Rusya’da eserleri, öyküleri, romanlar›, fliirleri, oyunlar›yla bilinir, tan›n›r. 1901’de ilk oyunu olan “Küçük Burjuva” yay›mlan›r. Oyun çok baflar›l›d›r. Bunun için Rusya polisi Gorki’nin üzerine gider ama ülkenin her yan›nda bu durum büyük protestolarla karfl›lan›r. Gorki toplumsal gerçeklikten kopmadan inand›¤› ve do¤ru buldu¤u halk›n hakl› davas›n› kendi davas› olarak görür, onu sahiplenir ve savunur. Bu çerçevede 1902’de bir oyun yazar. Maksim Gorki’nin en tan›nm›fl oyunu olan Dipte (Ayak Tak›m› Aras›nda); toplumun en dibinde yaflayan, ne yapaca¤›n› bilmeyen çaresiz insanlar›n, yine de umutsuzluklar›n› afl›p yaflam›n anlam›n› bulmaya çal›fl›r275


ken, tutunacak bir dal yakalayarak, ayakta kalmak için gösterdikleri dirençleri ve yenilgileriyle içler ac›s› yaflamlar›n› anlat›r. Gorki; “Dostigayev ve Di¤erleri” isimli oyununda da; Sovyet Devrimi’nin arifesinde sanayi ve ticaret burjuvazisinin yaflanacak devrim karfl›s›ndaki umursamazl›¤›na vurgu yapar. Gorki, 1899-1906 y›llar› aras›nda Petersburg’da yaflar. Marksist-Leninist düflünceleri benimseyen Maksim Gorki, RSD‹P (Rus Sosyal Demokrat ‹flçi Partisi) içinde Bolflevik kanad› destekler. Bütün kazanc›n› parti fonlar›na yat›r›r. Bu dönemde Gorki yine verem hastal›¤› ile u¤raflmak zorunda kal›r ve tedavi için K›r›m’a gider. 1902’de Rusya Bilimler Akademisi’ne üye seçilir fakat siyasi duruflundan dolay› k›sa süre içinde üyeli¤ine son verilir. Rusya’da kapitalizmin bunal›mlar›n›n, sömüren sömürülen iliflkisinin çok aç›k yafland›¤› bir dönemdir. Gorki sansürü aflabildi¤i kadar›yla devrimci e¤ilimli genç yazarlara eserlerini yay›nlama f›rsat› vermek için Znaniye (Bilim) isimli bir yay›nevi kurar. Bu yay›nevi ayn› zamanda Znaniye okulunun da temeli olur. Rus Sosyal Demokrat ‹flçi Partisi’nin II. Kongresi 1903’te yap›l›r. Bu Kongre’de Bolflevikler ve Menflevikler olmak üzere iki e¤ilim bafl gösterir. Gorki bu süreçte de Marksist bir ayd›n olarak Bolflevikler’i destekler. Rusya’n›n Asya taraf›nda art›k ömrünü doldurmufl ve çürümeye yüz tutmufl feodal, yar›-feodal sistem kapitalizme geçifl sanc›lar› içinde k›vran›rken, Bat› yakas›nda kapitalizmin tekelci aflamaya gelifli söz konusudur. ‹flte Gorki’nin eserlerinde Rusya’da ayn› anda görülen farkl› geliflim aflamalar›ndaki kapitalizmin yans›malar› ve er ya da geç Rusya’daki iflçi s›n›f› ve köylülü¤ün birleflerek çarl›k rejimi ve feodal düzeni de¤ifltirmedeki kararl›l›¤›, bunun kaç›n›lmazl›¤›, ayr›ca Rus ayd›nlar›n›n, burjuvazinin ve orta s›n›f› eski tarz (feodal düzen) yaflama imkanlar›n›n mümkün olmas› vard›r. 19. yüzy›l›n ikinci yar›s›nda Fransa’da Zola, kuzeyde Ibsen Natüralizmin temsilcileridir. Bu dönemde Lucas, Natüralizmi “yüzeysel gerçekçilik” olarak tan›mlar. Gorki de Natüralist edebiyat ak›m›n›n yanl›fll›¤›n› anlat›r. 1904’lere gelindi¤inde ya¤mac› ve talanc› bir savafl olan Rus-Japon sa276


vafl› bafllar. Maksim Gorki de Bolfleviklerle birlikte iflçi, köylü ve tüm emekçi halk› savafla karfl› grevlere, protestolara ça¤›rarak mücadelenin içinde olur. 9 Ocak 1905 sabah› erkenden Petersburglu iflçiler açl›k ve yoksullu¤un sona ermesi talebiyle (kar›lar›, çocuklar›, yafll›lar›yla birlikte) ellerinde Çar’›n resimlerini tafl›yarak “K›fll›k Saray›”na yürür. Silahs›zd›rlar. Bolflevikler bu yürüyüflün yanl›fl oldu¤unu ve mücadele ederek haklar›n kazan›laca¤›n› anlatsalar da yürüyüflçüleri ikna edemezler. Yine de iflçilerin en önünde yer al›rlar. Çar II. Nikola iflçilerin üzerine atefl açt›r›r. 2000’den fazla iflçi ölür. Ölenlerin ço¤u Bolflevik’tir. 9 Ocak 1905, daha sonra “Kanl› Pazar” olarak an›lacakt›r. Yoksul halk›n içinden gelen devrimci ve sosyalist bir kimli¤e sahip Maksim Gorki, onurlu bir ayd›n tavr› göstererek Kanl› Pazar’› protesto eder. Bunun için Çarl›k hükümeti taraf›ndan gözalt›na al›narak Peter ve Paulus kalesinde tutulur. Özellikle d›fl bas›n›n yo¤un tepkisi ve teflhiri sonucu serbest b›rak›l›r. 1905’in Ekim ay›nda Bolfleviklerin yapt›¤› çal›flmalar sonucu bütün hayat durdurularak “genel grev”e gidilir. Çar korkuyla içinde göstermelik haklar vadeden 17 Ekim 1905 Manifestosu’nu yay›mlar. Bolflevikler halk› mücadeleye ça¤›r›r. Gorki, bu dönemde devrimci yaz›lara ve toplant›lara önem verir. Yeni Hayat isimli bir dergide çal›flmaya bafllar. Burada Yeni Hayat dergisinin bafl redaktörü olan Bolflevik Partisi’nin önderi Lenin’le tan›fl›r. Lenin 1905 devrim öncesi haz›rl›klar için Rusya’ya döner. Maksim Gorki de Lenin’in yan›nda silahl› ayaklanman›n içinde yer al›r. Maksim Gorki insanl›k tarihinin en büyük siyasal ve kültürel altüst olufllar›ndan birinin aktif parças› olma özelli¤ine de sahip olacakt›r. 1905 Aral›k silahl› ayaklanmas› yenilgiye u¤rar. Çarl›k hükümeti cellatlar›, iflkencecileriyle katliamlar›n› art›r›r. Gorki, 1906’da Amerika gezisine ç›kar. Burada gördüklerini ve izlenimlerini Gorod Jolto Vo Dyavola’da (Sar› fieytan›n Kenti) anlat›r. Rus proletaryas›n›n devrimci mücadelesini en iyi anlatan “Ana” isim277


li roman›n› Maksim Gorki bu dönemde kaleme al›r. Ve devrimci harekete atfen yazar Ana’y›. Maksim Gorki’nin dünya klasikleri aras›na giren Ana isimli roman› devrimci bir niteli¤e sahip önemli bir eserdir. Ayr›ca Ana, Maksim Gorki’nin devrimci harekete adad›¤› tek roman›d›r. Ana sadece Rusya’da de¤il tüm dünyada büyük bir ses getirir. Gorki burada devrimin yani “sosyalist anavatan Rusya Ana’n›n” çocuklar›na neler kazand›raca¤›na yönelik görüfllerini de ortaya koyar. Gorki’nin burada iflledi¤i tema; insan›n kendini halk›n kaderinden uzak tutmas›yla kiflili¤ini y›karak, ruhunu öldürece¤idir. “‹nsan olmak, halk›n kurtuluflu ve mutlulu¤u ve özgürlü¤ü için yürüttü¤ü mücadeleye kat›lmaktan geçer.”der Gorki. Ayr›ca bireycilik ile ilgili olarak da; “Bireycilik, kadar insan›n bireyselli¤ini öldüren daha baflka bir fley yoktur.” diye düflünür. ‹flte bu tan›mlar Maksim Gorki’nin bir çok eserinde vard›r. ‹nsan, onurlu bir kelimedir Gorki için. Buna dair de; “Hümanistlik yaparak insana ac›mak yerine içinde yer ald›¤› ortam›n›, yaflam›n› yeni bafltan biçimlendirme yetene¤ine inanarak buna yönlendirmek gerekir” der. Gorki 1906’da Rusya’dan ‹talya’ya siyasi sürgün olarak gider. Bu y›llarda ‹talya’daki Capri adas› muhalif Rus sürgünlerinin kald›¤› yerdir. Gorki sürgünde Lenin’in önderli¤indeki devrimci hareketle ba¤›n› koparmaz. Ancak di¤er yandan Gorki, Aleksander Aleksandroviç Bogodanov çevresinin “Tanr› yaratma” yani her fleyde din olgusunu öne ç›kartan teorilerine ba¤lan›r. Özellikle de 1908 y›l›nda Bir ‹tiraf adl› roman›nda Gorki’nin, H›ristiyanl›k ile Marksizmi ba¤daflt›rarak “Tanr› yaratma” denilen dinsel felsefi e¤ilime kaymas› Lenin taraf›ndan “Marksizmden sapma” olarak de¤erlendirilir. 1913’lerde de buna benzer elefltiriler al›r Gorki. Lenin ile tart›flmalar› olur. 1913 y›l›nda Çar’›n ç›kartt›¤› bir afla Maksim Gorki ülkesine döner. Gorki, Rusya’n›n 1. Paylafl›m Savafl›’na girmesi karfl›s›nda yer alan Bolflevik Partisi ile ayn› düflüncededir. 1917’de Bolflevik Partisi önderli¤inde Ekim sosyalist devrimiyle devletin yönetimi iflçi s›n›f›n›n eline geçer. Ekim Devrimi insanl›k tarihinde yeni bir ça¤›, Proleter Devrimler ça¤›n› açar. Maksim Gorki hükümetle iflbirli¤ine girerek bilim ve kültürün yok olmamas› ve ge278


liflmesi için de¤iflik kurumlar›n temelini atar. Örne¤in yazarlar›n, ayd›nlar›n, bilim adamlar›n›n yaflam koflullar›n› (yaflamlar›n› sürdüremeyecek durumdad›rlar) düzeltmek, çeviri yaparak gelir sa¤lamalar›na yard›mc› olmak için tüm olanaklar›n› kullanan Gorki’nin ilk temelini att›¤› kurumun ismi Dünya Edebiyat›’d›r (Mirovaya Literatura). Gorki ayn› dönemde Rus halk› ve ayd›nlar›yla yak›n iliflkiler kurar. Ve Gorki’nin bu güçlü ba¤lar› sayesinde Rusya’n›n ayd›n ve sanatç›lar› halkla iç içe büyür. Yine ayn› dönemlerde savafl komünizmi dönemi bafllar. Bu dönemde de Gorki di¤er sanatç› ve ayd›n yazar arkadafllar›yla birlikte halk›n yoksullu¤unu, s›k›nt›s›n› paylafl›r. Bir dönem sonra Maksim Gorki, Ekim Devrimi ile ilgili yanl›fl de¤erlendirmelere girer. Sadece sosyal devrimden yana oldu¤unu, Rusya’da halk›n daha henüz devrim yapacak olgunlu¤a gelmedi¤ini, önce bilinçlenmesi gerekti¤ini düflünmektedir. Lenin, dostça yaklaflarak Gorki’ye hataya düfltü¤ünü anlat›r ve elefltirir. Gorki hatas›n› hemen kabullenmez. Ve Gorki’nin Novaya Jizn isimli gazetesi Lenin’in yöneticili¤ini yapt›¤› Pravda gazetesine karfl› sosyalizme zarar verici içerikte polemik yürütür. Novaya Jizn kapat›l›r. Maksim Gorki Lenin ile olan dostlu¤unun s›n›rlar›n› zorlay›nca Lenin ona tüberkülozunu tedavi için yurtd›fl›na gitmesini önerir. Bunun üzerine Maksim Gorki ‹talya’n›n Sorrento kentine yerleflir. Maksim Gorki “Çocuklu¤um”, “Ekme¤imi Kazan›rken” ve “Benim Üniversitelerim” isimli üç ciltlik bir diziyi oluflturan öz yaflam öyküsünü ‹talya’da bitirir. Bunlar Rusça otobiyografilerin en iyilerindendir ve Gorki’nin sosyalist dünya görüflünü benimsemesine kadar giden yolu gösterir. Bu arada 21 Ocak 1924’de Moskova yak›nlar›ndaki Gorki kentinde Sovyet halk›n›n önderi, ö¤retmeni ve Bolflevik Partisi’nin yarat›c›s› Lenin ölür. Gorki ‹talya’da Lenin’le ilgili an›lar›n› kaleme al›rken Lenin’i çok sevdi¤i bir insan olarak tan›mlar. Ayr›ca daha önce Lenin’le yapt›¤› tart›flmalardan sonuçlar ç›kartarak hatas›n› kabullendi¤ini; “Proleterya diktatörlü¤ünün o zaman sahip oldu¤umuz biricik hakiki devrimci gücü yani, politik e¤itimden geçmifl iflçilerin gücünü çözüp yok edece¤i endiflesini tafl›yordum.” fleklinde anlat›r. Gorki’nin bu samimi aç›klamas›, Marksizm’den saparak 279


düfltü¤ü hatay› ve kendi düflüncelerinin yanl›fll›¤›n›, Lenin’in düflüncelerinin do¤rulu¤unu kabul etmesidir. Maksim Gorki 1929 y›l›nda Stalin döneminde ülkesine döner. Art›k Sovyet yazarlar›n›n en önde geleni ve önderi Maksim Gorki’dir. 1925’lerden sonra kaleme ald›¤› eserlerinin hemen hepsi Rusya’da devrim öncesi yani Çarl›k Rusyas› dönemlerini anlat›r. Örne¤in; “Artamonovlar” devrim öncesi Çarl›k Rusyas›’nda kapitalizmin yükselifl ve çöküflünü anlat›r. “Klim Samgin’in Hayat›” dört kitaptan oluflan bir romand›r. Gorki’nin en çok be¤enilen eserlerinden biri de yaflam›n›n son y›llar›nda yazd›¤› Rus yazarlar›yla ilgili an›lar›n› bir araya toplad›¤› “Tolstoy, Çehov ve Andreyev’den An›lar” isimli kitab›d›r. Gorki bu büyük isimleri; di¤er Rus yazarlar›n›n yapt›¤› gibi abart› ve süslemeye düflmeden canl› bir dille anlat›r. Çehov ve Andreyov ile olan an›lar› ise Gorki’yi dünya edebiyat›n›n en büyük edebi portre ustalar›n›n düzeyine yükseltir. Çevresini de¤ifltirirken kendisini de de¤ifltiren çok yarat›c› bir insand›r Maksim Gorki. Sovyet sanat› sosyalist kültürün temsilcilerinden olan Gorki’yle dünya kültürüne yenilik getirir. Gorki “Boydan Boya Rusya” ismiyle bir araya getirdi¤i k›sa öyküleri ve öz yaflam öyküsüyle hiçbir bencilli¤e ve kayg›ya düflmeden oldu¤u gibi kendi kiflili¤ini koyar ortaya. Sosyalist bak›fl aç›s›yla edebiyatta, sanatta yeni bir tarz yaratm›fl olur. Bundan dolay› 1917 Ekim Devrimi sonras› dönemde birbirinden farkl› de¤iflik sanat dallar›n›n yeni ustalar› Gorki’nin ayd›nlatt›¤› bu yolda, onun yaratm›fl oldu¤u bu yeni karakterle, yeni tarzla ilerler. Bunlardan baz›lar›; Eisenstein’in “Potemkin Z›rhl›s›”, Pudovkin’in Gorki roman›ndan çekti¤i “Ana” filmi ve Ostrovski’nin “Çelik Böyle Sertleflti” isimli eserleridir. ‹flte bahsetti¤imiz bu yeni tarz eserlerdeki temel konular; Rusya’daki devrimci mücadele ve sosyalist kifliliklerin oluflum ve geliflim süreçleridir. Yani bu tablo Rusya’da bir altüst oluflu ifade eder. Ve bu dönem için Gorki de Lenin’in sözlerine kat›l›r; “Ülkemizde herkes için gün gibi aç›kt›r. Eme¤e yeni bir bak›fl aç›s› getiriyor bu at›l›m ve eme¤e topluma ve çevreye karfl› temelden yepyeni bir tutumu temsil ediyor”. Ayn› y›llarda Gorki bir dizi tiyatro eseri de yazar. “Batak”, “Vaysa”, “Jelez280


nova”, “Yazl›ktakiler” ve “Düflmanlar” yazd›¤› oyunlardan baz›lar›d›r. Batak isimli oyunu Almanya’da da iki y›l süreyle oynan›r. 1932’de Sovyetler Birli¤i’nde Sovyet Yazarlar Birli¤i kurulur. Bu birli¤in ilk baflkan› Maksim Gorki olur. 1934’ün A¤ustosu’nda Tüm Rusya Sovyet Yazarlar› Kongresi’nin kapan›fl konuflmas›n› Gorki yapar; “Çeflitli Cumhuriyetlerin kültürleri biçim bak›m›ndan ulusal, öz bak›m›ndan sosyalist olarak kalacakt›r…” Maksim Gorki, Sovyet edebiyat›na “sosyalist gerçekçilik” yönteminin uygulanmas›nda ve yerlefltirilmesinde çok önemli bir yere sahiptir. 1935’te fiçerbakov’a bir mektup yazar Gorki; “Sosyalist gerçekçili¤in amac›, eski dünya kal›nt›lar›yla mücadele ederek onlar›n etkilerini ortadan kald›rmakt›r. Ama temel görev, yaflam› sosyalist ve devrimci bak›fl aç›s›yla tan›makt›r.” Gorki, “Sosyalist Gerçekçilik Üzerine” bafll›¤› alt›nda yazd›¤› makalesinde Sovyet halk›na flunlar› söyler: “Geçmiflin zehirli, katlan›lmaz, kötü etkilerinin, gerekti¤i biçimde ortaya konmas› ve anlafl›lmas› için, bunlara flimdi kazan›lan baflar›lar›n doru¤undan, gerçekle ilgili büyük ideallerin yüksekliklerinden bakma yetene¤ine sahip olmak gereklidir. Bu yüksek görüfl noktas›, edebiyat›m›za yeni bir tema kazand›racak, yeni biçimler yaratmas›na yard›mc› olacak ve bizim için yepyeni bir yönelim -sosyalist gerçekçilik yaratacak olan, onurlu ve k›vançl› bir duygu uyand›racakt›r.” Gorki devrimci-sosyalist bir yazar olarak k›sa süreli düfltü¤ü hatalar d›fl›nda bütün yaflam› boyunca bu görüfllerine ve düflüncelerine ba¤l› kal›r. Sosyalizmin yaratt›¤› Gorki’nin deste¤i, yard›mlar› ve önerileri K. Fedin, L. Leonov, L. Babel, A. Makarenko gibi yazarlar›n yolunu açar ve onlar›n kariyerlerini büyütmelerine yard›mc› olur. Çünkü Gorki bildiklerini, gördüklerini kendine saklamaz, baflkalar›na ö¤retir, onlardan da ö¤renir. Maksim Gorki 1922-23 y›llar› aras›nda yazd›¤› eserlerin devrim sonras› bas›m›na haz›rl›k için bütün yazd›klar›n› yeni bafltan gözden geçirir ve sosyalist bak›fl aç›s›yla düzeltir. Bu, çok büyük ve anlaml› bir çal›flmad›r; Gorki’nin tarz›n›, stilini yenilemesini, edebi aç›dan daha da donanmas›n› ve 281


geliflimini yans›tan bir çal›flma olur. Beraberinde Gorki’nin “Yeger Buliçov ve Ötekiler”, “Dostigayev ve Ötekiler” gibi tiyatro oyunlar› ile Vaysa Jeleznova’n›n yeni bask›s› da dünya dramatürjisine yenilikler getirir. Tüm dünyada tiyatro sanat›n›n geliflmesinde Gorki’nin oyunlar› etkili olur. Yaflam›n›n son döneminde tekrardan sa¤l›¤› bozulur ama hastal›¤›na teslim olmadan yarat›c›l›¤›n› artt›rmaya çal›fl›r. Gorki, bütün edebiyat çevrelerinde sayg› ve hayranl›k uyand›ran biridir. Maksim Gorki 1936’da ölür. Ama geride Sovyet ve Dünya Edebiyat›’na büyük bir hazine b›rak›r. Tarihi aç›dan, Gorki’nin eserlerinde Devrim öncesi, Ekim Devrimi ve Rusya’da Sovyetler ‹ktidar›’n›n ilk döneminde halk›n yaflay›fl›n›n çok aç›k bir dille anlat›l›yor olmas› son derece önemlidir. Maksim Gorki yaflad›¤› ça¤›n en büyük ustalar›ndand›r.

KAYNAKÇA: Çocuklu¤um, Maksim Gorki / Ekme¤imi Kazan›rken, Maksim Gorki/ Benim Üniversitelerim, Maksim Gorki Ekmek ‹flçileri ,Maksim Gorki/ F›rt›nan›n Habercisi,/ Maksim Gorki Ana,/ Maksim Gorki Eserler Cilt 15 (Bolflevik Parti Tarihi), Josef Stalin.

282


HALKIN DEVR‹MC‹ OZANI: AHMED AR‹F Cemal Kanayazan Temmuz 2006

Erken yafllarda fliire bafllam›fl bir flairdir Ahmed Arif. Henüz on befl yafl›ndayken ilk fliiri olan “Gözlerin” ad›n› verdi¤i çal›flmas›, Kas›m 1942’de Afyon Halkevi’nin ç›kard›¤› “Taflp›nar” adl› dergide yay›mlan›r. ‹kinci fliiri de yine ayn› y›l “Millet” dergisinde “Yollarda” ad› ile... Bu fliirlerdeki dizeler on befl yafl›ndaki bir gencin içinde yaflad›¤› dünyay› tan›ma serüveninin basit ve acemice bir d›flavurumu niteli¤indedir. “Gözlerin” adl› fliirinde kullan›lan “fecir”, “sükut” gibi sözcükler o dönemin kendi fliir yazma teknikleri aç›s›ndan baflar›ya ulaflm›fl usta flairlerinin; sözgelimi Cahit S›tk› Taranc›, Ahmet Haflim, Ahmet Hamdi Tanp›nar gibi flahsiyetlerin etkisi alt›ndad›r. Bu durum da kendi içinde anlafl›labilir bir niteli¤e sahiptir; çünkü Ahmed Arif, o 283


dönemlerde çok yo¤un bir biçimde bu flairlerin fliirlerini okumakta ve ister istemez onlar›n etkisine ama öyle ama böyle kap›lmaktad›r. Baflka flairlerin fliir yaz›fl tekniklerine bu istem d›fl› kap›lma durumu asl›nda flairin kendi fliir yaflam›nda olumlu bir ifllevi üstlenmifltir de diyebiliriz; çünkü bir flair aç›s›ndan son derece önemli olan “özgünlük” hali de, bu kap›lma hallerinin fark›na varmak ve yeni aray›fllara yönelmekle bafllar. Kap›lma halinin fark›na varamayan flairler veya flair adaylar› bir süre sonra basit birer taklitçi olmaktan öteye geçemez ve nihayet evrimin ac›mas›z geliflimince silinip giderler ki bunun say›s›z örne¤i vard›r edebiyat tarihinde. Ahmed Arif nezdinde, bu kap›lma durumunu fark etmemifltir, diye bir yarg›da bulunmak imkâns›zd›r; çünkü ozan, kendisiyle yap›lan bir söyleflide bu etkilenme durumunu gayet aç›k bir biçimde ifade etmifltir: “Lisede karalad›¤›m m›sralarda daha çok edebiyat ö¤retmenimize be¤endirme çabas› vard›. Yani yazd›klar›m›n fliir olmad›¤›na ve gerçek fliirin bu kadar kolay yaz›lmamas› gerekti¤ine inand›m.”(1) Bu ifadelerden de anlafl›laca¤› üzere yaz›lanlar karalamadan, acemilikten, baflka flairlerin etkisinde kalmaktan baflka bir fley de¤ildir. Fakat yarat›c›l›k, yeni bir tarz yaratma, özgünlü¤ün ilk ad›mlar›n› atma gibi durumlar da, tam da bu apaç›k gerçekli¤in fark›na varmakla bafllar. Öyle ise Ahmed Arif, özgünlü¤e, kendi olabilmeye nas›l ulaflacakt›? fiiire yeni bafllam›fl bir flair aday›n›n baflka flairlerin etkisine kap›lmas› do¤ald›. Kald› ki bu durum salt kendisiyle s›n›rl› olan bir fley de de¤ildi: Ahmet Haflim, Frans›z sembolistlerinin etkisi alt›ndayd›. Naz›m Hikmet de ilk fliirlerinde Mevlana’n›n ve Divan edebiyat›n›n etkisi alt›nda kalm›fl, sonraki y›llarda da Rus flair Mayakovski’nin çekim gücüne kap›lm›flt› veya benzer flekilde Edip Cansever de ilk fliirlerinde Orhan Veli ve arkadafllar›n›n o dönem “Garip” ak›m› olarak adland›r›lan çizgisinin etkisi alt›nda kalm›fl ve o yönde fliirler yazm›flt›. Ama bu ve benzeri birçok flair kendi fliir yataklar›n› öyle veya böyle yaratabilmifllerdi. Kal›c›laflman›n, genifl kitlelere seslenebilmenin, yerel olandan evrensel olana geçiflin ilk ve en önemli ad›m›; bir flairin “kendisi olarak” kalmay› ve yeni bir fliir dili kurabilmeyi baflarabilmesindedir. ‹flte 1942’de bafllayan fliir yazma serüveninden itibaren, bu durum Ahmed Arif’in kafas›n› her daim meflgul etmifltir. Neyi nas›l yapmal›yd›? Moda olan ak›mlar›n 284


etkisinden nas›l kurtulacakt›? Ahmed Arif zihninden bu sorular› bir an olsun ç›karmadan, Afyon’da okudu¤u yat›l› okuldan mezun olup 1947’de Ankara Dil Tarih ve Co¤rafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kay›t yapt›r›r. Bir süre sonra, illegal mücadele sürdüren Türkiye Komünist Partisi’ne ba¤l› fakat legal mücadele yürüten Türkiye Gençler Derne¤i’ne üye olur. Örgütlü bir bireydir art›k. Örgütlü bir yaflam›n etkisiyle entelektüel dünyas›nda köklü dönüflümler yaflan›r. Marks’›n eserlerini okumaya ve giderek dünyay› Marksist bir pencereden alg›lamaya, ‘hakikat’i diyalektik bir biçimde ele almaya bafllar ki, bu durum yukar›da de¤indi¤imiz sorular›n yan›tlar›n› da beraberinde getirir. O art›k bir diyalektikçi, mevcut dünyan›n iktidar sistemlerini devrimci bir tarzda de¤ifltirmenin kanaatine varm›fl sosyalist bir kiflidir. Bir kez bu durum yarat›ld›ktan sonra gerisi çorap sökü¤ü gibi kendili¤inden gelecekti ve nitekim öyle de oldu. fiiir yazma pratiklerini sosyalist dünya görüflünün süzgecinden geçirerek yaratacakt›, ama bu da kolay de¤ildi; ustal›¤›, eme¤i, sayg› ve özveriyi gerektiriyordu. Belki de daha önemlisi her ne kadar devrimci sosyalist bir çizgide fliir yaratma prati¤ine soyunsa da, o kulvarda da yaln›z de¤ildi: R›fat Ilgaz, A. Kadir gibi flairler ve bunlardan daha da bask›n olan, Ahmed Arif’in “okyanus” diye tan›mlad›¤›, Naz›m Hikmet gibi bir flahsiyet de vard› ki, bu usta flair adeta bir devasa a¤aç gibi kollar›n› sarm›flt› Türkiye edebiyat› üzerine. Ahmed Arif, bu a¤ac›n gölgesine s›¤›narak m› fliirlerini yaratacakt›? Böyle bir durum da en nihayetinde taklitçili¤i, etkiye kap›lmay› beraberinde getirmeyecek miydi? Ahmed Arif fliir yazmaya bafllad›¤› y›llardaki di¤er ak›mlar›n elefltirisini yaparken, bu sorular›n egemen oldu¤u ruh halini de flöyle anlat›yor: “O günler as›l yayg›n moda, Orhan Veli gibi yazmakt›. Üstelik çok da kolay bir yoldu bu. Biraz yarad›l›fl gere¤i, biraz da fliirin, g›d›klama, alay ve ucuz espri ile asla ba¤daflmayaca¤›na olan inanc›mdan, bu yola dönüp bakmad›m bile. Yarad›l›fl gere¤i dedim, buna yaflay›fl tarz› ve dünya görüflünü de katmak gerek. Orhan Veli olsun, çevresindekiler olsun, birer küçük burjuvayd›lar. Hem de ‹stanbul burjuvas›. Düflünce ve davran›fllar›, kendilerine örnek seçtikleri Frans›z flairlerinin paralelindeydi. Oysa ben do¤uluydum. ‘Az geliflmifl’ de¤il, sömürülmek için kas›tl› olarak geri b›rak›lm›fl bir ülke285


nin, afliret töreleriyle yetiflmifl bir çocu¤uydum. Sömürgeci Frans›z toplumunun, bohemi, serserili¤i ve gerçekten kaçma çabalar›n› kutsayan flairleri, elbette beni ›rgalamazd›…(2) Bu ifadelerden de anlafl›laca¤› üzere Ahmed Arif, 1940 ve hemen sonras›ndaki Türkiye’nin özellikle flehir merkezli edebiyat yapma biçimlerine ve onun her türden küçük burjuva karakterine karfl› son derece belirgin tav›rlar tak›nm›flt›r. Bu tav›r al›fl sayesinde o ak›mlar›n ve yaflam tarzlar›n›n uydusu olmaktan kurtulabilmifltir fakat “kendi fliirini yaratma” konusunda küçük burjuvaziye karfl› bu belirgin tav›r al›fl tek bafl›na yeterli de¤ildir, çünkü yukar›da da de¤indi¤imiz gibi Türkiye edebiyat›nda olanca a¤›rl›¤›yla kendini göstermifl bir Naz›m Hikmet yata¤› vard›. As›l önemli durum, fliirsel/estetik konumlanma, bu yata¤a karfl› belirlenecek duruflla mümkün olacakt›. Ahmed Arif, Naz›m karfl›s›nda ilkin ürkmüfltür; o ‘okyanus’un henüz genç ve yata¤›n› bulamam›fl bir flairi kolayl›kla yutup bo¤abilecek kadar yo¤un ve derin oldu¤unu bilmektedir. Temkinli davranmazsa bo¤ulmas› iflten bile olmayan Ahmed Arif bu duruma karfl› da kendini korumal› ve her fleyden önemlisi asla ama asla umudunu yitirmemeliydi; çünkü Ahmed Arif aç›s›ndan sorun Naz›m Hikmet’i aflmak de¤il özgün olabilmeyi baflarabilmekti. Naz›m’a iliflkin kan›lar›n› dile getirirken hem flaire karfl› hissetti¤i o son derece do¤al ürkme halini hem de flaire ra¤men yaratmak istedi¤i fark› flöyle ifade eder: “fiiire yeni bafllam›fl devrimci bir delikanl›n›n karfl›s›na Naz›m’› dikerseniz, çocuk ya pani¤e kap›l›r ve ters ak›mlar›n uydusu olur yahut ezilir, kötü bir kopyac› kesilir… Elbette Naz›m’› yahut baflka bir ustay› budalaca izlemekle kimse flair olamazd›. Ama Naz›m’dan da, baflka ustalardan da sonra fliir yaz›lacakt›. Yoksa Shakespeare’den sonra trajedi, Moliere’den sonra komedi yazmak gerekmezdi. Nitekim Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, fieyh Galip ve Fuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu fliirler yaz›lm›flt›…” (3) Naz›m’a ve di¤er usta flairlere iliflkin bu görüfllerinden ç›kan sonuç, Ahmed Arif’in taklitten kaç›nmak için çok büyük bir çaba harcad›¤›d›r. Y›llar aray›fl ve sorgulay›fl içinde yürüyüp gitmifl; flairin yerini bulma, kendi gerçek kimli¤ini yaratma çabas› sonuçlanm›fl ve nihayet onca eme¤in ve özverinin sonucu olarak “Rüstemo” ve hemen ard›ndan da genifl kitlelerin 286


neredeyse dillerinden düflürmedi¤i “Otuz Üç Kurflun” adl› fliirleri yazarak sanc›l› bir dönemi geride b›rakm›flt›r Ahmed Arif. Bu iki fliir, o dönemki Türkiye edebiyat›n›n her türden küçük burjuva fliir ak›m›na ve Naz›m’dan sonra fliir yaz›lmaz anlay›fl›na karfl› adeta birer manifesto niteli¤indedir. Ahmed Arif art›k yata¤›n› bulmufl bir flairdir ve bundan sonras› o yatakta istikrarl› bir biçimde akmaya devam etmekten ibarettir. Buraya kadar olan k›s›mda Ahmed Arif’in fliirle olan iliflkisinin tarihçesini kuflbak›fl› da olsa ele ald›k. fiimdi fliirlerinde iflledi¤i konular›, fliir yaz›fl tekniklerini de¤erlendirebiliriz. Ahmed Arif fiiirinin Niteli¤i Üzerine Rüstemo ve Otuz Üç Kurflun adl› fliirlerinden sonra Adilofl Bebe adl› fliirini yazar Ahmed Arif. Bu üç fliir, genifl kitlelere mal olur hatta öyle ki “Do¤u Mitingleri”nde dahi kürsülerden okunmaya bafllar bu fliirler. Ö¤renciler kampüslerde, iflçiler fabrikalarda, köylüler da¤larda, devrimciler zindanlarda bu fliirleri okur. Bu üç fliir ile Anadolu insan›n›n sempatisini kazanmay› baflarabilmifltir Ahmed Arif. Aral›klarla yazd›¤› di¤er fliirler ile (Yaln›z De¤iliz, Vay Kurban, Sevdan Beni, Uy Havar, Anadolu… gibi) bu durum daha da pekiflir ve nihayet 26 Haziran 1967’de sevenlerinin beklentisi gerçe¤e dönüflür ve içinde on dokuz fliirin oldu¤u ilk ve son kitab› “Hasretinden Prangalar Eskittim” ad› ile Bilgi Yay›nevi taraf›ndan bas›l›r. Kitap su gibi sat›l›r ve kitlelerce sahiplenilir. Hakl› bir üne kavuflmufltur Ahmed Arif. Peki, Ahmed Arifi kitle ile bu kadar çabuk bir biçimde buluflturan fley neydi? fiiirlerinde neyi nas›l anlatm›flt›? Hangi kaynaklardan beslenerek fliirini ete kemi¤e büründürmüfltü? fiairli¤i ve ondan da önce devrimci karakteri ile yaflay›fl› aras›nda uyumu sa¤layabilmifl miydi? Bu sorular›n yan›tlar›n› fliirlerinden yola ç›karak yan›tlamak gerekmektedir. Naz›m Hikmet, kapitalist sömürünün dizginsizce yafland›¤› büyük kentlerden seslenir insana; denilebilir ki o burjuvazinin her türden gericili¤ine ve zorbal›¤›na karfl› proletaryan›n devrimci savafl›nda fabrikalar›, kentlerin direnifllerle dolu meydanlar›n› mesken tutmufl ve fliirinin ana mekân örgüsü287


nü bu alanlardan faydalanarak yaratm›flt›r. Mecazi anlamda Naz›m’›n fliiri, burjuvazinin köhneleflmifl sistemine karfl› onu y›kma girifliminde bulunan bir milis savaflç›s›n›n fliiridir. Ahmed Arif ise Naz›m’›n tersine insana kentlerden de¤il “da¤lardan” seslenir. Onun fliirinin mekân örgüsünü de dipsiz uçurumlar›, sarp kayal›klar› ile da¤lar oluflturur. Da¤›n sesini kentlere kadar tafl›yan derin bir 盤l›k gibidir adeta her m›sra. M›sralar anlam ve yo¤unluk olarak da¤›n 盤l›¤›n›, ac›s›n›, hüznünü ve umutlar›n› omuzlayabilecek kadar sa¤lam ve birbirleri ile uyumludur. M›sralar bir biri ard›na muazzam bir biçimde bir nehir gibi akar; bu nehrin yata¤›nda tafl›d›¤› yük insan›n çileli tarihinden, ac› ile yarat›lm›fl dünyas›ndan, kapanmak bilmeyen ve bin y›llard›r kanayan yaralar›ndan izler tafl›r. Fakat insan burada çaresizlik içinde k›vran›p duran bir unsur de¤ildir. Umutsuzlu¤a düflmesinin mümkünü yoktur insan›n; çünkü nas›l ki Naz›m’›n fliiri her an direniflte olan bir milisin fliiri ise, Ahmed Arif’in fliiri de do¤an›n ac›mas›zl›¤›na, zulmün ölüm kusan karanl›¤›na karfl› “Türkü söyleyerek çarp›flan, yaral›yken de, arkadafllar› için tarih özeti ç›karan, buna felsefe ve inanç katmay› ihmal etmeyen bir gerillan›n fliiridir.”(4). Felsefesi, tarih bilinci ve inanc›yla yeni bir dünya u¤runa savaflan bir gerilla flairidir Ahmed Arif ve bu flairin m›sralar›nda Anadolu ve Mezopotamya insan›n›n tarihi yaratan eme¤i, derin suskunlu¤u, kandan ve terden süzerek do¤urdu¤u de¤erleri ifllenir. Anadolu tarihi, fliirlerinde kendini belli eden en önemli ö¤eler aras›ndad›r. M›sralar›n kendi aras›nda uyumlu bir biçimde ak›fl›n› sürdürüp anlam›n› ço¤altt›¤› mekan içinde, birdenbire tek bir m›sra fliirin ana ak›fl yönünü flimdiki zaman›n›n gerçe¤inden çevirip tarihe döndürür. O tarihteki insanlar›n yaflam mücadelelerinden, dünyaya bak›fl aç›lar›ndan, yaratt›klar› sanatsal eserlerden, direnifllerden kesitler sunar; böylece flimdiki zaman›n geçmifl zamana sa¤lam ve kal›c› halkalar ile eklemlenmesini sa¤lar. Bu iki zaman biçiminin diyalektik bir biçimdeki uyumu, beraberinde gelecek zaman›n da sezgisini getirir. Bundand›r ki umutsuzluk fliirin dokusuna iflleyemez; çünkü gelecek öyle veya böyle durdurulmaz bir 盤 gibi sonsuz bir biçimde akan ve onu yaratan halk kitlelerinin olacakt›r. 288


Bu kendinden menkul basit ve dogmatik bir inanç de¤il yukar›da da bahsetti¤imiz gibi tarih ve felsefe ile bilincine var›lm›fl bir hakikattir. Bu durumu “Anadolu” adl› fliirinde son derece net bir biçimde görebiliriz. Anadolu’nun sahip oldu¤u stratejik konum, topraklar›n›n bereketlili¤i, üç taraf›n›n uçsuz bucaks›z denizlerle kapl› olmas› gibi durumlar tarih boyunca bu topraklar›n istila edilmesine, köylerinin, flehirlerinin yerle bir edilmesine neden olmufltur. Atl›lar›n savafl 盤l›klar› ile tüm köyleri yak›p y›kt›¤›, keskin k›l›çlar› ile bo¤azlar› kesip topra¤› kanla sulad›¤› bu co¤rafyada tarih, ac› ve zulüm ile, sevda ve umut ile, direnifller ve ihanetler ile yaz›lm›flt›r. Bundand›r ki; Ahmed Arif, Anadolu’yu tan›mlarken fliirinin mekan ve tema ö¤eleri aras›na yukar›da bahsetti¤imiz bu unsurlar› da yerlefltirmifltir. “Beflikler vermiflim Nuh’a, Sal›ncaklar, hamaklar, Havva Ana’n dünkü çocuk say›l›r, Anadolu’yum ben, Tan›yor musun?” Anadolu, yoksullu¤undan utan›r, fideleri üflür, “ele güne karfl› ç›plakt›r”, harman› art›k eskisi gibi bereketli de¤ildir ve daha da önemlisi istila güçlerinin ak›nlar› karfl›s›nda ac› çekmekte, yaralanmaktad›r. Kendi yaratt›¤› “flairlerin, bilginlerin dünyalar›nda” bir bafl›na kalm›flt›r. Halbuki o çal›flmaktan, birlik ve beraberlikten, sevgi ve emekten yaratm›flt›r dünyas›n›… Ama sald›rm›fllard›r, katletmifllerdir; fakat o asla teslim olmam›flt›r ve direnmifltir, hep direnmifltir ve bu direncin titreflimlerini salm›flt›r etrafa: “Binlerce y›l sa¤›lm›fl›m, Korkunç atl›lar›yla parçalam›fllar Nazl›, seher-sabah uykular›m› Hükümdarlar, sald›rganlar, haydutlar, Haraç salm›fllar üstüme. Ne ‹skender takm›fl›m Ne fiah, ne sultan Göçüp gitmifller, gölgesiz! Selam etmiflim dostuma 289


Ve dayatm›fl›m… Görüyor musun?” Anadolu yi¤ittir, de¤erlerine sald›r›ld›¤› vakit onlar› kan ve can pahas›na da olsa korumay› bilmifltir. Ne ‹skender’in fetih ordular› ne de Persler’in ak›nc›lar› Anadolu’yu büsbütün ele geçirip yok edebilmifltir. Tarihini yazarken nice Köro¤lu, Pir Sultan, Karay›lan, Bedrettin’ler yaratm›flt›r… O bunun tam manas›yla bilincindedir ve bu bilinç durumu onu umutsuz olmaktan kurtarm›flt›r. Dikkat edilecek olursa fliirin zaman unsuru mekan içinde son derece belirgindir; Havva Ana’n›n dahi öncesinden bafllayan bir tarihçesi vard›r Anadolu’nun. Anadolu insan› ve bu topraklar, tarihin en eski zamanlar›ndan süzülüp gelir; m›sralar onlar›n öyküsünü ileriye do¤ru tafl›makta zorlanmaz. Nihayet fliirin sonlar›na do¤ru geçmiflin flimdiki zamanla olan iliflkisi, teslimiyete karfl› direnifl, yarat›lan de¤erlerden ödün vermeye karfl› onlar› ölümler ve ac›lar pahas›na savunma ile kendi gerçek anlam›n› tamamlar. Bu tamamlay›flta direnme unsuru önemli bir görev üstlenmifltir; direnmek sevda ile, difl ve t›rnak ile, ac› ve gözyafl› ile direnmek… Çünkü bir baflka dünya do¤ar direniflten. Ac›dan, yaralardan… Do¤dukça ço¤al›r, genifller ve her yana yay›l›r. Ta ki zulmün kaleleri bir bir y›k›lana de¤in sürer bu ço¤alma hali. Zulmün kalelerinin y›k›l›fl› bir tür “karfl› konulamaz”l›k ile kendi öz anlam›na kavuflur. Gerisi insan›n bu karfl› konulmazl›k haline karfl› “taraf›n›” netlefltirmesinden ibarettir. Çünkü tarih ilerlemekte, ça¤lar aç›l›p kapanmakta, nice hükümdar›n kanl› tac› kentlerin meydanlar›nda yuvarlanmaktad›r; hakikat kendini, flairin ifadesi ile ‘dayatmaktad›r”. Ve as›l belirleyici olan egemenlerin zulüm ve despotluklar›na karfl›, onlar›n yaratt›klar› ve insan› kölelefltirmekten, boyun e¤meye zorlamaktan baflka bir ifllevi olmayan her türden köhne ve yoz uygulamalar›na karfl›; genifl y›¤›nlar›n kendi öz hakikatlerini yaratmalar› ve bu hakikati ama öyle ama böyle dayatmalar›d›r. Devrimci durufl bunu gerektirmektedir. Zulmün ve zorbal›¤›n “nesnel hakikat iddias›na karfl›” onu alafla¤› edebilecek bir durufl, bir tür radikal kopufl ve bunlar›n sonucu yarat›lan bir tür “devrimci hakikat iddias›” gerekmektedir ve bu iddia çok eski zamanlardan beri yarat›lm›fl ve halen de yarat›lmaya devam etmektedir. Bu yüzden fliirin son dizeleri umutsuz290


lu¤u bir b›çak gibi kesip at›p onca ac›dan s›yr›larak gelece¤e yönelir: “Gör, nas›l yeniden yarat›l›r›m, Namuslu, genç ellerinle. K›zlar›m, O¤ullar›m var gelecekte, Her biri vazgeçilmez cihan parças›. Kaç bin y›ll›k hasretimin koncas›, Gözlerinden, Gözlerinden öperim. Bir umudum sende, Anl›yor musun?” Görüldü¤ü gibi fliirin zamanlar aras› geçifli ve yeniden inflas› son derece içli m›sralar arac›l›¤›yla estetik bir tat b›rakarak, gerçek amac›na ulafl›r. Anadolu kendi insan›na sesleniflini inanç ve umut ile tamamlar ve en son olarak da gözlerinden öper o insan›n. Sorulan soruya Anadolu insan›n›n verdi¤i yan›t “evet”tir. ‹nsan, yaflad›¤› topraklar›n ondan istedi¤ini anlam›flt›r; o umudun tafl›y›c›s› ve yarat›c›s›d›r. Anadolu’nun “her biri cihan parças›” olan ve binlerce y›ll›k hasretinden yaratt›¤› binlerce k›z› ve o¤lu vard›r. Bu çocuklar gelecektedir ve Anadolu flimdinin insan›ndan onlar ad›na dahi olsa mücadele etmesi yönünde istekte bulunur ki, bu istek var olmak ve geliflmek, hürriyeti yakalamak ve yaflamak ad›na oldu¤undan, son derece anlafl›l›rd›r. Ahmed Arif’in Anadolu fliirinde olsun, “Otuz Üç Kurflun, Kalbim Dinamit Kuyusu, Rüstemo, Vay Kurban, Bu Zindan, Bu K›rg›n, Bu Can Pazar›…” gibi fliirlerinde olsun umutsuzlu¤a hiçbir surette yer verilmez. Bu durumun nedeni Ahmed Arif’in devrimci kiflili¤i ve sanat anlay›fl›d›r. Yukar›da sordu¤umuz bir sorunun yan›t› da buradad›r, yani Ahmed Arifin fliirleri ile yaflam› tam bir uyum içindedir. Bu anlamda da ender bir flairdir; yazd›klar›n› hisseden ve yaflayan bir flairdir, namuslu, dürüst ve çal›flkan ve sonsuz umutlu. Gelece¤e ve insana dair daima umutlu olmas›n› flöyle ifade ediyor Ahmed Arif:

291


“Umutsuzlu¤a düflmek ise bir devrimciye yasakt›r. Cellat elinde iflkencede ölüme bir soluk kalm›flken bile. Yaln›z yasak de¤il ay›pt›r da. Çünkü devrimcinin kendisi, insanl›¤›n yar›n› ve umududur. Bu bir kural, bir ilkedir bu. Namussuzlu¤un, alçakl›¤›n egemen olmad›¤›, soylu, güzel ve onurlu bir dünya, bu temel ilke üzerinde kurulur.”(5) Görüldü¤ü gibi flairin dünyaya bak›fl› ile fliirleri aras›nda tam bir uyum bulunmaktad›r. Ahmed Arif’in fliirlerindeki m›sralar imge yap›s› olarak son derece güçlüdür; imgeler aras› iç içe geçifl ve bu yolla anlam düzleminin tek boyuttan çok boyutlulu¤a niteliksel s›çramas› estetik ölçülerin s›n›rlar›n› zorlayarak gerçekleflir. Halk kültüründen g›das›n› alan söyleyifl tarzlar›, denilebilir ki a¤›tlardan, türkülerden, masallar ve efsanelerden beslenerek modern bir destan havas›na bürünür. fiiirlerdeki bu destans› söyleyifl tarz› Ahmed Arif’in kendi özgünlü¤ünü yaratabilmesinin iflaretidir. Yerel olandan evrensel olana geçifl, yüklü m›sralar arac›l›¤› ile sa¤lan›r; böylece fliirin etki alan› genifller. M›sralar kimi zaman “Kolsuz, yar› ç›plak Venüs” heykeline kimi zaman “Prometheus’u yakan kara sevdan›n” atefline girip ç›karak; kimi zamansa “Urfa’da kurflun atan”a, “Spartaküs’ün gerillas›na” de¤inerek bütünlü¤e ulafl›verir. Tüm bu geçifllerde ve de¤inmelerde, flair tarafl›¤›n› yitirmez; tersine korur. Hoyrat bir duruflu vard›r m›sralar›n ve bu anlamda epik bir özellik tafl›r Ahmed Arif’in fliirleri. Fakat m›sralar› salt epik ö¤eler içinde b›rakarak da güdüklefltirmez, onlar› içsel lirizmin kendine özgü titreflimleri ile sar›p sarmalayarak yeni biçimler alt›nda sunabilmeyi baflar›r. Epik ve lirik söyleyifl tarz›n› diyalektik olarak anlaml› bir biçimde yeniden kurup uzlaflt›r›r. Bu tarz tekniklere, Ahmed Arif’i di¤er flairlerden ay›ran en önemli özelliklerdir diyebiliriz. Ahmed Arifin fliirlerindeki m›sralar, yukar›da da de¤indi¤imiz gibi son derece yo¤un bir içeri¤e sahip oldu¤undan, Ahmed Arif için, fliirlerinde salt flu veya bu konular› ifllemifltir, tarz›nda bir genellemede bulunmak çok güçtür. Fakat kabaca da olsa fliirlerinin temas› üzerine e¤ilmeyece¤imiz anlam›na gelmemektedir bu durum. Kitab›ndaki on dokuz fliirde belirgin olan temalar ve bu temalara eklemlenmifl alt izlekler genelde insan ve do¤a sevgisi, yurtseverlik, yi¤itlik, aflk ve umut, bilgelik ve de¤iflime dair inanç gibi damarlardan oluflmaktad›r. Tüm bu damarlar en son aflamada 292


öyle veya böyle devrimcilik damar›nda kesiflip bu damara kan tafl›yan unsurlar haline gelirler. Ahmed Arif’in fliiri üzerine çok fley söylenip yaz›labilir; fakat biliyoruz ki bu yaz› aç›s›ndan Ahmed Arif gibi bir devrimci flairi tüm yönleri ile ele almak neredeyse imkans›zd›r. ‹smi kuflaklar boyunca an›lacak olan bir flair için de bu durum asl›nda do¤al oland›r. Her m›sras›nda insana ve onun yaratt›¤› de¤erlere sonsuz bir sayg› ile yaklaflan bir halk ozan›d›r Ahmed Arif. M›sralar›nda kulland›¤› sözcükler dahi insan›m›z›n çok eski zamanlardan beri kullanageldi¤i sözcüklerdir. Sözgelimi “kada, afat, üryan, pusat, dulda, olanca…” gibi sözcükleri, halk›m›z di¤er usta ozanlar›ndan da defalarca dinlemifltir. Bu ve bunun gibi yüzlerce sözcü¤ün kullan›ld›¤› m›sralar, kuflkusuz ki geçmiflin tekrar› de¤ildir; Ahmed Arif taraf›ndan yeniden yarat›lm›fl ve halk›n huzuruna ç›km›fl sözcüklerle bezelidir. Halk›n yaralar›ndan do¤mufltur bu m›sralar› oluflturan sözcükler ve tekrar halk›n yaralar›n› sarmak için ona döner. Ahmed Arif’in fliirini kurarken g›das›n› ald›¤› kaynak “halk›n bitip tükenmek bilmeyen topra¤›”ndan baflkas› de¤ildir. Yüre¤i insan için çarpan bir flairin m›sralar› öyle veya böyle her türden engellemeye karfl› insana ulaflacakt› ve nitekim dizeleri halka ulaflt›; onun toplumsal ve bireysel belle¤ine kaz›nd›. Öyle ki m›sralar kent kent, köy köy dolaflt›. Gerilla mavzerlerinin kabzalar›na kaz›nd› “Beni bask›nlar götürür/ Gerillan›n flah damar› halk›ma” dedi¤i dizeleri. Cellatlar›n vahflet saçan pençeleri aras›nda, iflkence tezgahlar›nda söylendi “Vurun ulan vurun!/ Ben kolay ölmem/ Ocakta küllenmifl közüm/Karn›mda sözüm var halden bilene” m›sralar›. Bir devrimcinin olancas› sadeli¤inden dökülür m›sralar, birbiri ard›na, upuzun ve güzel… Devrimci bir flair olmas›ndan ötürü zindanlara at›ld› Ahmed Arif, Sansaryan Han’›n kör hücrelerinde aylarca tecrit alt›nda tutuldu; fakat asla taviz vermedi de¤erlerinden. Bir devrimci olarak yaflad› hayat›. ‹lkeleri, kurallar› ve ahlak› olan bir devrimci olarak… Bu yönüyle de yaln›z edebiyat alan›nda de¤il; dünyaya müdahale etmek isteyen devrimcilerin hayatlar›nda da bir örnek olabilmeyi baflarabilmifltir Ahmed Arif.

293


2 Haziran 1991’de kaybettik flairimizi. Haziran çok fleyi kopar›p götürdü bizden, Naz›m Hikmet’i, Ahmed Arif’i, Orhan Kemal’i… Fakat gerçek olan fludur ki her ne kadar bu insanlar›m›z›n kayb› yüre¤imize keskin ac›lar salsa da, Anadolu kendi flairlerini ve devrimcilerini yaratmaya devam edecektir. Kaynakça: 1) Ahmed Arif, Ankara Birli¤i Dergisi, Mart 1970 2-3 ) A.g.e 4) Cemal Süreya, Papirüs-Ocak 1969 5) Ahmed Arif, Umutsuzluk Yasak, Ankara Birli¤i Dergisi, Mart 1970?

294


YASAKLI D‹L‹N HÜZÜNLÜ SES‹: MEHMED UZUN Demir Balkaya

Aral›k 2007

Siz hiç kendi dilinizi konuflamad›¤›n›z, onun anlafl›lmad›¤› bir yerde dilsiz kald›n›z m›? Hiç a¤z›n›zdan ç›kan her sözün size düflman gibi bak›lmas›na neden olaca¤›n› bile bile, son bir flans beni anlarlar 盤l›¤› ile konuflmaya çal›flt›n›z m›? Elleriniz ba¤l› bir flekilde durup kalm›flken derdinizi anlatmak için yüzlerdeki merhameti anlamaya çal›flarak, tan›mad›¤›n›z insanlara sokuldunuz mu? Hiç bilmedi¤iniz bir dili konuflmak zorunda b›raksalar sizi ve asl›n› unut, o kötü, bizimkini konufl deseler ne yapars›n›z peki? Düflündünüz mü hiç bunu? Bir halk›n dilinin yasaklanmas› ve bunun verdi¤i ac› nas›l bir fleydir, kim bunu nas›l hangi dille tarif edebilir? Hangi dil di¤er dilin ac›s›n› onun gibi anlatabilir? Anlat›labilir mi gerçekten bu ac›? Ben ilk kez “Kader Kuyusu” adl› roman› okudu¤umda hissettim bu ac›y›. Hani hep deriz ya zordur insan›n kendi dilini konuflamamas›, özlemesi. ‹flte o kitab› okudu¤umda bunu derinden hissettim. Aradan y›llar geçmesine ra¤men bu ac›n›n yak›c›l›¤› hala haf›zamdad›r diyebilirim. Tabi bu da yazar›n›n bu ac›y› kendisinin de yaflamas›ndan ve bunu anlatabilecek ka295


dar dilinin usta olmas›ndan ileri gelir. Bunu bu kadar iyi anlatan roman›n yazar› ise Mehmed Uzun’du. Kürt halk›n›n önemli yazarlar›ndan biriydi o. Y›llar›n› kendi diline sahip ç›kmaya adad›. Kürtçe yazd› kitaplar›n›. O topraklar›n dilini araflt›rarak, yenileyerek ve hakk›n› vererek yeniden canland›rd›. Sözlü anlat›m gelene¤i güçlüdür Kürtçe’de. Ama y›llard›r yasaklanm›fl olmas›, üzerinde var olan bask›lardan dolay› yaz›l› kaynaklar›n azl›¤›, e¤itim için herhangi bir kurumun olmamas› yaz›n›n daha da geride kalmas›na neden olmufltur. Ama Kürtçe kendini yaflatmay› üzerindeki tüm bask›lara ra¤men bildi. ‹flte tüm bunlar›n ortas›nda bir rehber oldu Mehmet Uzun… “En alttaki insan›n sesi ile yazmak istedim, en fazla zorda olan, en fazla sesi k›s›lm›fl olan, en fazla kendisini ifade etmesine müsaade edilmeyen birisinin a¤z›yla yazmak istedim.” diye ifade ediyor kendini Mehmet Uzun… ‹çlidir Mehmet Uzun’un dili. ‹çinde biriktirdi¤i ac›lar›n, sürgünlerin, yoksulluklar›n, dilsiz kal›fllar›n, yani yaflam›nda eksik kalanlar›n yan›k ve ac›l› bir yan›n› tafl›r. Mehmet Uzun’un kitaplar›ndaki o dil Kürtçe a¤›tlar gibi insan› taaa içinden vurur. Bir yara vard›r o dilin konufltu¤u kelimelerin içinde ve o yara bir türlü iyileflmeyen bir yarad›r. Öyle ki konufltukça yasaklarla kanayan bir yara… Söyledikçe a¤›rlaflan bir s›z› dolar içine insan›n. Evet, bir halk› var eden en temel özellik dilidir… Ve Mehmet Uzun, o dillerden biri olan Kürtçe’nin lal olmas›na karfl› bir tav›rd›r. Siverek’te bafllayan yaflam› onun kendi ulusuna sahip ç›kma mücadelesiyle geçmifltir. Bu da Mehmet Uzun’u bir aray›fla ve bir yola yöneltmifltir. Onun dili ve kültürü, bütün dünya halklar›yla buluflsun diye, hayat›n› sundu¤u yok say›lm›fl bir halk›n içinde yaflad›¤› büyük bir deryad›r. 1977 y›l›nda ‹sveç'e siyasi mülteci olarak giden Mehmet Uzun, y›llarca ülkesine dönememifl ve sürgünde yaflad›¤› y›llar boyunca ise oradaki yaflama teslim olmayarak kendi diline ve Kürt edebiyat›na iliflkin büyük eserler yaratmaya bafllam›flt›r.

296


‹lkin baz› denemelerle bafllayan Uzun, romanlarla ve araflt›rmalarla kendine has bir üslup ve tarz oluflturmay› baflarm›flt›r. Uzun, Kürtçe’yi hareketlendirmek, ona yeni bir tat yeni bir haz kazand›rmak ve gelifltirmek istemifltir. Bugüne kadar daha çok, sözlü anlat›mla kendi varl›¤›n› sürdüren bir dili yaz›l› bir hale getirmek ve bu yaz›l› yan›na estetik kayg›lar› da eklemek oldukça zordur elbet. Ve Mehmet Uzun bu zoru baflarm›flt›r. Ve bunun yan› s›ra yazar›n kendi ana diline ne kadar hakim oldu¤u da gözle görülür bir aç›kl›ktad›r. Romanlar›nda hem bugünü hem dünü anlat›r. Yer yer dengbej anlat›lar›n› da kullanarak, kendi tarihini kökünden ay›rmadan bugünle birlikte anlatmas› kendi kültürünün devam›n› da beraberinde getirmifltir. Sadece bugünü yazaca¤›m diye bakmam›flt›r hiç. Geçmiflin diliyle bugünü anlatm›flt›r. “Ters yüz edilmifl, unutulmufl bir tarih söz konusudur. Tarihini bilmeyen, tarihini kendisine göre yorumlamayan bir entelektüel hareketin, bir siyasi hareketin baflar› flans› yoktur.” düflüncesiyle hareket etmifltir. Dengbejlerin içli, insan› yüre¤inden vuran, saran coflkulu anlat›m› hakimdir kitaplar›nda. Dengbejlerin dilinden konuflmad›¤› kitaplar›nda bile o kültürün tafl›y›c›s› olman›n oluflturdu¤u ve belki de ancak Kürtçe yazman›n getirdi¤i bir tarz vard›r. Anlat›mlar›n›n mistik ve tarihsel boyutu hep olmufltur. “Dicle’nin Yakar›fl›”nda Uzun’un kuytuluklarda kalm›fl tarihi elindeki kandille ayd›nlatan B›royê Dengbêj’in dört gece boyunca anlatt›¤› insanlar›n hikayesi, karanl›ktaki geçmiflin kandilin ›fl›¤›nda çekip ç›kar›lmas›d›r. Bir yandan tarihi anlatan Uzun, bir yandan da uzun k›fl gecelerinin o doyulmaz sohbetlerinin zevkini tatt›r›r okuyucusuna. Evet, uzun k›fl gecelerinde kandiller yak›l›p, sigaralar sar›l›p, tepsiler dolusu kuru incir ve üzüm yenilirken, dengbejlerin fliirsel hikayeleri bafllar. Okudukça kay›p gidersiniz o gecelere… Bunlar kaç gün kaç gece sürer belli olmaz. Kandillerin ayd›nl›¤›nda dengbêjler, kelimelerinin ve sesinin 297


uyumuna kendini b›rak›r. Mehmet Uzun da bunu romanlar›yla bize tekrar tekrar tatt›r›r. Bu nedenle unutulmufl ve yeterince bilinmeyen bir kültürü bir yaflam biçimini keflfetmenin ve kendi kökleriyle buluflman›n romanc›s›d›r. Sürgündeyken bile hep vatan›na, halk›na duydu¤u özlem vard›r sat›rlar›n›n aras›nda. Bu yüzden ölümünün de bu topraklarda olmas›n› istemifltir. “Beni Diyarbak›r iyilefltirir.” diyerek Diyarbak›r'a gelen Uzun, gerçekten de 93 gün sonunda toparlanarak taburcu olmufltur. Taburcu oldu¤unda düzenledi¤i bas›n toplant›s›nda “Beni Diyarbak›r halk› aya¤a kald›rd›.” diyen Uzun, Diyarbak›r'›n roman›n› yazma sözünü verse de bunu yapacak kadar çok yaflayamad› ne yaz›k ki! Olmad›. “Bu topraklar tarihte ilk uygarl›klar›n, bütün yarat›c› eylemlerin, düflüncelerin olufltu¤u yerdir. Dillerin, dinlerin, kimliklerin, kültürlerin birlikte yaflad›¤› yerdir. Sabr›n ve mucizelerin mekân›d›r.” dedi¤i Mezopotamya’n›n kalbine gömüldü. Ama yaflad›¤› sürece bu topraklar›n mucizesine inanc›n› hiç yitirmedi. Doktorlar›n ancak 15 gün yaflars›n dedi¤i koflullarda 15 ay yaflamay› baflard›. Yaflam›n› bir söyleflide flöyle anlatm›flt›: “Romanlar›m› yazarken tahammülsüzlü¤e karfl› tahammülü; vicdans›zl›¤a karfl› vicdan›; merhametsizli¤e karfl› merhameti; birlikte yaflaman›n erdem oldu¤unu iflleyerek yo¤urmaya çal›flt›m.” Kardefllikten yana oldu¤unu bu sözlerle vurguluyor Uzun. Son günlerinde dahi kardefllikten yana oldu¤unu söyleyen bir yazard› o. Bir halk›n dilini ve kültürünü yeniden yaratmaya çal›flan bir yazar olmas›n›n yan›nda halklar›n kardeflli¤inin de savunucusuydu. Bununla birlikte özelikle son y›llarda s›kça duydu¤umuz “bar›fl” sözcü¤ünü Uzun da kullanm›flt›r. fiu bir gerçektir ki ülkemizdeki halklar aras›nda bir savafl ve ayr›m yoktur. Ama y›llard›r bir halk›, Kürt halk›n› yok sayanlar ve katledenler vard›r. Mehmet Uzun’un da s›k s›k bahsetti¤i o sürgünleri yaflatanlar, bir halk› yok sayanlar ve Kürt denilince eli silah›na gidenler; yaflanan tüm ac›lar›n sorumlusudurlar. Uzun’un bunlarla olan bar›fltan söz etmesi ise büyük bir yan›lg›d›r asl›nda. Ve bir yan›yla da yaflad›¤›, yazd›¤› o eserlerinin de¤erini de azaltmas› anlam›na gelir. Bar›fl, fliddet karfl›tl›¤› gibi kavramlar›n öne ç›kart›lmas›, Mehmed Uzun kitaplar›n›n olmazsa olmaz› olmufltur adeta. Hatta “Aflk Gibi Ayd›nl›k Ölüm 298


Gibi Karanl›k” kitab›nda bu konu öyle ileri götürülmüfltür ki, tutsak bir gerilla ile devletin üst düzey bir askerinin aras›nda geçen çarp›k iliflkiler üzerinden bu mesajlar› vermeye çal›flmak, olaylar› bu flekilde ifadelendirmek, en masum haliyle, yarat›lan onca de¤ere, ödenen bedellere, dökülen kana çarp›k bir flekilde yaklaflmak, onlara sahip ç›kmamakt›r. Oysa Uzun, tüm bunlar› bilecek kadar içindedir halk›n, yaflam›n, mücadelenin... Sivil toplumcu hareketin Kürt milliyetçileri aras›nda da kendine yer bulmas›; Mehmed Uzun’u, sorunlar› s›n›fsal temelinden kopartarak, Avrupa Birli¤i gözünden bakma anlay›fl›na sürüklemifltir. Bu da milliyetçili¤in açmaz›n›n, dolay›s›yla da Uzun’un kendi içinde yaflad›¤› açmaz›n sonucudur. Bu noktadaki bak›fl aç›m›z da, söylediklerimiz de bellidir. Ama bu konuda yap›lacak tart›flman›n ötesinde harcad›¤› emek, yapt›¤› araflt›rmalar, sahiplenmesi ve ödedi¤i bedellerle Mehmet Uzun bizim için de önemlidir. Bizim için Mehmet Uzun, hep yasakl› bir dilin yeni ve modern Kürt edebiyat›n›n temsilcisi olarak kalacakt›r. Mezopotamya'n›n kay›p toplumlar›n›, bu toplumlara ait söylenceleri, o kay›p sesleri, dengbêjlerin o gür hikâyelerini modern edebiyatla, Mezopotamya'n›n en eski dillerinden biriyle buluflturdu. Dicle’nin Sürgünleri’ndeki anlat›m bu noktada öne ç›km›flt›r asl›nda. Kendi ise yapt›¤›n› flöyle tarif etmifltir: “Benim anlat›c›m bir dengbêj, dengbêj usulü ile anlat›yor. Roman› öyle kurdum. Yani bir dengbêjin anlat›m› üzerine kurdum ama onu kurarken modern bir roman yazmak istedi¤imi de hiçbir zaman unutmad›m. Amaç modern bir roman yazmakt›, modern roman özellikleri-normlar› ve ölçüleri ile bu roman› yazabilmekti, fakat bunun yan›nda eski geleneklerimize ait sözlü anlat›m›n özelliklerini de bu modern romana aktarmak, tafl›mak, modern romanla o eski geleneksel diyebilece¤imiz anlat› türünün birleflmesini sa¤lamak; bunu yapmaya çal›flt›m ben. O nedenle bir dengbêji konuflturdum. Ama dengbêjin anlatt›klar› hiçbir dengbêjde göremeyece¤imiz kadar yo¤un, derin, genifl ruh halleriyle ilgili olabildi¤ince zengin çünkü modern romanda bunlar gerekliydi bunlar önemliydi. Benim bir edebiyat yazar› olarak resmi tarihin ötesindeki tarihe ulaflmam laz›md›; mazlu299


mun tarihi, sesi k›s›lm›fl insanlar›n tarihi ve kaderleriyle öyküleri. Bunlar› yazmak gerekiyordu. Dolay›s›yla birbirine paralel akan birçok yandan olan insanlar, ›rklar, dinler, kimlikler, diller, çeflitli insani kaderleri ve insani öyküleriyle var romanda.” Sürgün zordur elbet. ‹nsan›n vatan özlemiyle y›llar›n› geçirmesi, kendi kültürünü hele de yasaklanm›fl bir kültürse bu- d›flardan takip etmesi ömürden ömür götürür. Kendi halk›n› anlatma, kendi kültürünü yaflatma derdindeki bir yazar için ise bu çok daha elzem bir durumdur. Bu yüzden sürgün yazar›y›m demifltir Mehmet Uzun. “Sürgün yazar›y›m. Dünyaya ait olmak istiyorum. Kürtlerin sesine yer açmak istiyorum. Baz›lar› göç etti¤imi söylüyor, yaz›yor. Göç etmek baflka bir fley; sürgün baflka bir fley. Babam kansere yakaland›¤›nda bir hafta, bir gün, bir saat hiç fark etmezdi. Ona sadece 'elveda' demek için bir saatli¤ine geri dönüfl için baflvuru yapt›m. Ricada bulundum. Ankara'daki bürokrasi 'Hay›r' dedi. Sürgün budur.” Evet, var m› bu sözlerden daha derin sürgünü anlatman›n yolu. Bu ac› nerdeyse Uzun’un tüm kitaplar›nda gizlidir. Dicle’nin sürgünlerinde de bu bariz görülür. Dicle ile vedalafl›rken sanki son gününü o anda görmüfl gibi yazm›flt›r baz› dizeleri. “Gidiyoruz biz Dicle, nehrim benim, beni, hayat›m› anlat yolculara. Yeni bir flark› ulaflt›r k›r›k yüre¤ime. Yeni sözler ö¤ret yaral› ruhuma, Kaderimizin yeni bir sayfas› olan destanlar›mla uyut beni, al beni koynuna. Hoflça kal Dicle, hayat›m benim. Hoflça kal Dicle’nin mavi ve k›z›l topra¤› Hoflça kal yer, gök, günefl ve ay” Dil insan›, dil halklar›, dil dünyay› anlat›r; yaflat›r. Dilin lal edilemedi¤inin kan›t›d›r onun sözleri. Bu yüzden söylenen her Kürtçe kelimede Mehmed Uzun da yaflamaya devam edecek. !

300


‹NSANLI⁄A ADANMIfi B‹R CESUR YÜREK: ALBERT E‹NSTE‹N Ümit Zafer Ekim 2007

“düfllemek bilmekten daha önemlidir” A. Einstein Hiç kuflku yok ki, bu yaz›, gayet eksik bir yaz› oldu¤unun idrak›ndad›r. Yine de, büyük bilgin Albert Einstein’in siyasal duruflu ve ayd›n kimli¤i hakk›nda, belli bir paylafl›m› hedeflemektedir. Eksikli¤inin fark›nda olan bu yaz›, Einstein’in hayat›n›n, bu sat›rlar›n bahsedece¤inden çok öte bir derinlik içerdi¤ini de bilmektedir. Yaz›n›n eksi¤i bir yana ama siz, flimdi flu sorunun cevab›n› tam verin: Einstein, deyince akl›n›za ne geliyor? Fizik bilgini… E=mc2 dekleminin mucidi… Nobel ödüllü bilim adam›… Özel ve Genel Görelilik Kuram›… Tarihin 301


en büyük bilim adam›… Dahi…Tüm bunlar do¤rudur ama, yine de eksik bir yan vard›r. O da, tüm bu niteliklerin insan› olan Einstein’in “solcu” oldu¤u gerçekli¤idir. Ki Einstein’›n bu niteli¤i, burjuvazi taraf›ndan bilinçli bir flekilde yok say›lmaya çal›fl›lmaktad›r. Öyle ya, yeri geldi¤inde “tarihin en büyük bilim adam›” dedikleri kiflinin, solcu oldu¤unun bilinmesini istemezler. Bu yaz›, iflte bu gerçekli¤in daha fazla insan taraf›ndan bilinmesini istiyor. Bu yüzden, Einstein’›n bilimsel kimli¤ini ihmal ediyor. Sadece politik duruflunu, hak ve özgürlük kavgas›nda taraf oluflunu ve bu tarafgirli¤i sa¤layan sosyalist düflüncelerini esas al›yor. Yani bu yaz›, eksi¤inin fark›ndad›r... Mart 1879’da Almanya’da do¤an Albert Einstein, Nisan 1955’te Amerika’da fiziken öldü. Ama bilimsel ve siyasal alanda yaflamaya devam ediyor. Hem insanl›¤›n bugün ulaflt›¤› bilimsel-teknolojik geliflme, hem de insaniyet anlam›nda Einstein’in düflünceleri varl›¤›n› koruyor. Tam da bu nedenle, her an do¤rulanan düflünceleriyle, Einstein hayat›n içindedir. Ve flimdi biz, onun hayat›n›n içine do¤ru bir yolculu¤a ç›k›yoruz... Merakl› bir gençti Einstein. Ne, niye, nas›l sorular›na maddi dünya içinde cevap aramaya e¤ilimliydi. Bu e¤ilim, onu k›sa sürede bilimin yoluna ç›kard›. Bu amaçla, daha 16 yafl›ndayken Zürih’teki Politeknik Kurumu’nda e¤itim görmek istedi. Böylece Almanya’dan ayr›ld› ve ‹sviçre’ye geçti. Bu geçiflin bir di¤er nedeni de, Almanya’daki zorunlu askerlik uygulamas›yd›. Einstein’›n ‹sviçre’de ö¤rencilik yapt›¤› y›llarda Zürih, aralar›nda Lenin’in de oldu¤u Rus devrimcilerinin çok s›k bulundu¤u bir flehirdi. Bu ortamda politik görüflleri de netleflmeye bafllad›. Ki Rus devrimcilerinin siyasal tart›flmalar›na kat›lmak için, okula gitmedi¤i bile oluyordu. Sonras›nda bir yandan bilimsel, bir yandan da siyasal çal›flmalar›na devam etti. Her iki alanda da sözünü sak›nmad›. Bilimsel geliflmede 盤›r açan makaleleri ard arda yay›nlad›. Ve 1914 y›l›nda, art›k ad› bilinen bir bilim adam› olarak, Berlin’de profesörlü¤e bafllad›. 302


Akademik kariyer ve bilimsel baflar›lar›, deyim yerindeyse Einstein’i yoldan ç›karmad›. ‹nsanlararas› ayr›mc›l›¤a karfl› oluflunu, kurdu¤u iliflkilerde somutluyordu: “Ben herkese, gerek hizmetli olsun, gerekse üniversite rektörü, ayn› biçimde hitap ediyorum.” Ve yeri geldi¤inde, üniversite ö¤rencilerine dayat›lan harçlar›n pahal›l›¤›n› protesto etmekten de kaç›nmad›. Bu amaçla, akflamlar› ücretsiz fizik dersleri vermeye bafllad›. Ülkemizdeki YÖK hocalar›, Einstein’in ortaya koydu¤u bu yaklafl›m›n epey uza¤›nda kal›yorlar elbette. Ne de olsa Einstein, bir “hoca” de¤il ama bir ayd›nd›. Hakikate yönelen bir beyni ve halka dönük bir vicdan› vard›. ‹flte o beyin ve yürek, emperyalist güçler aras›ndaki I. Paylafl›m Savafl›’na da karfl› ç›kt›. Einstein, ayd›n olman›n do¤al bir gere¤i olarak, elbette proleteryan›n yan›nda saf tutuyordu. Bilim ve sanat dünyas›n›n içinde yer alan kimileriyse, milliyetçilik yaygaras›n›n bayraktarl›¤›na soyunmufltu. Hiç kuflku yok ki, “ayd›n” olmak böyle bir fley de¤ildi. Burjuvazinin kirli politikalar›n› “tatland›rmak” de¤ildi ayd›n›n görevi. Ama ne yaz›k ki, birçok bilim adam› ve sanatç›, milliyetçilik dalgas›na kap›ld›lar. Ve hatta, Alman emperyalizminin sald›rganl›¤›n› savunan bir manifestoyu imzalad›lar. Einstein ve az say›daki arkadafl› ise, bu manifestoya karfl› bir bildiri kaleme ald›lar. Tahmin edilece¤i gibi, bu bildiri görmezden gelindi, hükümet taraf›ndan yasakland› ve imzac›lardan tutuklananlar oldu. Görüldü¤ü ve asl›nda hep oldu¤u gibi ad›n›z Einstein olsa bile, e¤er ç›karlar›na hizmet etmiyorsan›z burjuvazi taraf›ndan yok say›l›rs›n›z. Çünkü, burjuvazinin dümen suyuna girmemifl, halk›n ve hakikatin rotas›ndan ayr›lmam›fls›n›zd›r. Ayd›n kifli bu yok say›lma ve hatta yok edilme riskine ald›rmaz. Ki halklar›n özgürlü¤ü ve gerçe¤i var etme çabas›nda varl›k bulur ayd›n. Susturulanlar ad›na daha gür konuflman›n ayd›n kalman›n s›rr› oldu¤unu bilir. Bilgisinin gere¤ini yapar. Ve özgürlü¤ün Rosinante’si olan dilini flaha kald›r›r. 303


Einstein’in yapt›¤› da bu olmufltur. I. Paylafl›m Savafl›’n›n öncesi ve sonras›ndaki milliyetçilik rüzgar›n›n koskoca sosyal-demokrat partileri bile sa¤a-sola savurdu¤u düflünülürse, Einsetin’in tavr›n›n k›ymeti daha iyi anlafl›l›r. I.Paylafl›m Savafl›’n›n sonras›nda bir yandan sovyet devriminin etkisi yay›l›yor; bir yandan da Avrupa’daki s›n›flar mücadelesi keskinlefliyordu. Bu etkilerin kaç›n›lmaz sonucu olarak da, Avrupa’daki monarflik iktidarlar bir bir y›k›l›yordu. ‹flte bu dalgan›n hayli fliddetli yafland›¤› Almanya’da, halk›n hak ve özgürlük mücadelesine destek veriyordu Einstein. Toplumsal geliflmelere son derece duyarl›yd› ve kral Wilhelm’in tahttan düfltü¤ü gün, ders verdi¤i s›n›f›n kap›s›na flunu yazd›: “Ders iptal, devrim!” flimdi tarihin derslerindeydi s›ra. Ve hiçbir fley, insanlar› bu dersin öznesi olmaktan al›koymamal›yd›. Einstein bunu biliyordu. Ki sadece bu üç kelimede bilge, devrimci coflkusunu görebiliriz: “Ders iptal, devrim!” Nazilerin ad›m ad›m iktidara yürüdü¤ü y›llarda, Einstein da de¤iflik bask›lara maruz kal›yordu. Öyle ki, bilimsel-teknolojik s›çrama yaratan “görelilik kuram›”na bile “Yahudi sapk›nl›¤›” diyenler oldu. Kendisinden baflka herkesi düflman belleyen faflizmin palazland›¤› y›llar bafllam›flt› art›k. Einstein ise, Alman tekellerinin himayesindeki Nazilerin ›rkç› sald›r›lar›na karfl›, mazlumlar›n yan›nda yer al›yordu. Bugün Avrupa’da yeniden körüklenen yabanc› düflmanl›¤›n›n o günkü biçimlenifline karfl› Musevileri korumaya çal›flan örgüt, eylem ve etkinliklere destek veriyordu. Bu dönemde, konuk ö¤retim üyesi olarak Avrupa’n›n bir çok ülkesinde ders veriyordu. Ki ABD’deki Kaliforniya Teknoloji Kuru-mu’ndan da böylesi bir teklif ald›. Bunun üzerine, vize almak için Berlin’deki ABD Konsoloslu¤unu baflvurdu. Ama burada karfl›laflt›¤› muamele isyan ettirecek cinstendi. Çünkü, politik görüflleri yüzünden sorgulamak istiyorlard›. ABD’li yetkililer Einstein’› “flüpheli” buluyorlard›. Asl›nda bu yaklafl›m›n anlam› aç›kt›. 304


Daha ABD’ye ayak basmadan, kendilerine biat etmesini istiyorlard›. Ve Einstein, bu afla¤›lamaya gereken cevab› verdi: “... Nedir bu, sorgulama m›? Bu aptalca sorulara yan›t vermeye niyetli de¤ilim. Amerika’ya gidebilmek için ricada bulunmuyorum. Sizin kendi insanlar›n›z beni davet etti, evet yalvard›lar. E¤er ülkenize bir flüpheli olarak gireceksem, gitmek istemem. E¤er vize vermek istemiyorsan›z sadece söyleyin. Ben de ondan sonra ne yapaca¤›ma karar vereyim.” Einstein bu dikbafll›l›¤›yla girdi Amerika’ya. Tarih, 12 Ocak 1933 idi ve k›sa süre sonra da (30 Ocak 1933’te) Naziler Almanya’da iktidara geldiler. Einstein bir mülteci olarak Amerika’da kalmaya karar verdi. Zira Naziler, Almanya’da sahip oldu¤u her fleye el koydular. Dahas›, Naziler’in propaganda bakan› Goebels’in düzenledi¤i kitap yakma töreninde Einsetin’in eserlerini zevkle yak›yordu faflistler. Bunlar›n ne anlama geldi¤i aç›kt›. Daha ötesini ise, Nazi gazeteleri yaz›yordu zaten: Einstein’i öldürecek katile büyük para ödülü vaat ediliyordu... S›n›rlara hiç inanmayan bir dünya vatandafl›yd› o... Ve flimdi, dünyan›n Amerika’s›nda sürdürecekti bilimsel ve siyasal faaliyetlerini. Öyle de yapt›. Ama halk düflmanl›¤›yla meflhur FBI, öteden beri “tehlikeli” buldu¤u Einstein’a bask› kurmakta gecikmedi. Hakk›nda sürekli rapor tutuluyor, att›¤› her ad›m gözleniyordu. Kurdu¤u her cümle kaydediliyordu. Alman faflistlerinin ölüsünü görmek istedikleri Einstein’›, Amerikan emperyalizmi de “sak›ncal›” buluyordu. Zira büyük bilgin insanlar›n eflit, halklar›n özgür olmas› gerekti¤ini savunuyor ve sosyalist düflünceler tafl›yordu. Bu denli ayd›nl›k düflünceler karfl›s›nda, ABD’nin anti-komünist müktedirlerinin azrail görmüfl gibi oldu¤u malumdur. Ne kadar rahats›z olduklar›n› da hissettiriyorlard›. Ama kiflisel ikbal derdi olmayan Einstein, bu rahats›zl›¤› umursamadan tav›r al›fllar›n› sürdürdü. ‹spanya iç savafl›nda tereddütsüz olarak Franko’ya karfl› Cumhuriyetçileri ve Uluslararas› Tugay› destekli. ABD’nin “tarafs›zl›k” ad› alt›nda ‹spanya’daki Halk Cumhuriyeti’ne ambargo uygulamas›n› elefltirdi. Çünkü bu yaklafl›m düpedüz Franko’yu desteklemek anlam›na geliyordu.

305


Nazilerin körükledi¤i Yahudi düflmanl›¤›na karfl› ç›kt›. Faflizmin kanl› yüzünü teflhir etmek için u¤raflt›. Nazilerden kaçan mültecilerin ABD’ye kabul edilmesi için giriflimlerde bulundu. Ama ABD hükümeti bu giriflimleri dikkate almad›. Ki ABD’nin politikalar› ile Einstein’in politik duruflu hep çat›flmal› kald› zaten. Bu çeliflkinin varl›¤› do¤ald›. Çünkü ABD, herkesin bildi¤i üzere dünden bugüne halk düflman› bir noktadayken, Einstein ömrü boyunca halklar›n saf›nda yer ald›. Ve o safta, insanl›¤a hizmet etmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya adad› kendisini. Bu adan›fl›n bir yan› bilimsel u¤rafllar›ysa, di¤er yan› özgürlü¤e iliflkin olan›yd›. Einstein, “Özgeçmifl Notlar›m”da bilimin ne denli çekici oldu¤unu özgürlük üzerinden anlat›r: “... Neredeyse d›fl›m›zda, bizden, insanlardan ba¤›ms›z kocaman bir evren mevcut ve ebedi bilmece gibi karfl›m›za dikilmifltir. Ama bu evren k›smen de olsa bizim duygular›m›za aç›k ve onun ö¤renilmesi, s›rlar›n›n gün ›fl›¤›na ç›kart›lmas› bizim için özgürlük kadar çekiciydi.” Kararl› bir anti-faflist olan Einstein, kat›ld›¤› bilimsel toplant›lar› da, siyasal sorunlar› gündeme getirdi¤i zeminlere çevirmekte gecikmezdi. Çünkü bilimsel oldu¤u kadar, siyasal gerçeklerin de anlafl›lmas›n› istiyordu. Bu u¤urda, bilimsel flöhretini kullanmaktan çekinmedi. Bilim adam› olarak bulundu¤u bir yerde, gerekti¤inde ortam› politize eden ateflli bir özgürlük militan› oluyordu. Ülkemizde epeyce yayg›nd›r akademik-mesleki toplant›lar› apolitik s›n›rlarla hapsetmek. Böylesi hapislerden firar etmek ise, Einsein’a yoldafll›k etmektir flüphesiz. Dünyan›n en ünlü denklemi olarak nitelenen Einstein’in E=mc2 formülasyonu, konunun arifi olmayan bizlere, kendisine dair flunu söyletebilir: Madde enerjinin bir birimidir ve parçaland›¤›nda o enerji çok büyük boyutlarda a盤a ç›kar! ‹flte bu bilgi, o güne kadar var›lan bilimsel-teknolojik aflamada bir s›çrama yaratt›. A盤a ç›kart›lan o enerji, insanl›¤›n hizmetinde kullan›ld›¤› oranda yararl›yken, Hiroflima ve Nagazaki’yi de yok edebiliyordu. Ki Einstein’in bu k›y›m ve insanl›k suçunda bir dahli yoktur. Ve hatta, ABD’nin atom bombas› kul306


lanarak Hiroflima ve Nagazaki’yi yok etmesini protesto edenlerin bafl›nda gelir. Einstein, bu bombalar›n kullan›lmas›n›n esas nedeninin Sovyetlere gözda¤› oldu¤unu tespit ederek, ABD’yi teflhir eder. Nükleer silahlar›n insanl›¤›n bafl›na nasl› belalar açaca¤›n› öngören Einstein, bu konuda bilinç oluflturacak faaliyetlerin içinde yer ald›. Bu amaçla kurulan Atom Bilimcileri Acil Komitesi’nin baflkan› ve sözcüsü oldu. Her zamanki gibi sözünü sak›nm›yordu. Sovyet düflmanl›¤› üzerine infla edilen d›fl politika ve antikomünizmi elefltiriyordu. Nükleer silahlanman›n tehlikelerini kamuoyuna aç›kl›yordu. Bu tav›rlar›yla da, FBI dosyalar›nda yer alan “Komünist” sicili iyice kabar›yordu... Alman Yahudi bir ailenin çocu¤u olan Einstein, Yahudilerin yaflad›¤› k›y›m ve horlanmaya karfl› duyarl›yd›. Ama bu duyarl›l›k hiçbir zaman “Yahudi olsun da çamurdan olsun” türü bir milliyetçili¤e dönüflmedi. Daha 1930’da ifade etti¤i yaklafl›m, bugüne ›fl›k tutar: “fioven milliyetçilik dizginlenmeli... Filistin’de ancak, kendini ülkede, evinde duyumsayan iki halk›n bar›flç›l iflbirli¤i temelinde bir gelecek görebiliyorum... Her fleye karfl›n bir araya gelmeliler.” Einstein her türden ›rkç›l›¤a, milliyetçili¤e, ayr›mc›l›¤a karfl› ç›kmay› insanl›¤a karfl› bir sorumluluk olarak görüyordu. Çünkü, insanlar›n eflitli¤ine inan›yordu. ‹flte bu inançla, Amerika’daki ›rkç›l›¤›n karfl›s›ndaki saflarda yerini ald›. Irkç›l›k ve bunun kendisine yans›mas›na dair yapt›¤› vicdan muhasebesi, bugüne ›fl›k tutan de¤erdedir: “... Amerikal›lar›n toplumsal bak›fl aç›s›, eflitlik ve insan onuru anlay›fllar› yaln›zca beyaz derililerle s›n›rl›. Kendimi ne kadar çok Amerikal› hissedersem, bu durum içimi o kadar çok ac›t›yor. Suç ortakl›¤› duygusundan, ancak sözümü sak›nmadan konuflarak kurtulabiliyorum.” Yaflad›¤›m›z ülkede hakim olan ›rkç›l›¤a, ayr›mc›l›¤a karfl› ç›kmak için, E=mc2 formülüne imza atman›z gerekmiyor. Ama insanl›k onurunun alt›na ancak böylesi bir duyarl›l›k, vicdan ve haysiyet prati¤iyle imza at›labilir. De¤ilse, sak›n›lan her sözden, yutulan her cümleden sonra, büyüyen suç ortakl›¤›n›n alt›nda ezilmek kaç›n›lmaz olur. Ki ›rkç›l›¤›n, flovenizmin hakim oldu¤u bir iklimde, tüm bunlar› “normal” saymakt›r her gün biraz daha bü307


yüyen insanl›k suçu... Ve Einstein, ›rkç›l›¤›n “modern” nedenlerinin asl›nda ne kadar da köhne oldu¤una dair, sözünü sak›nmadan konuflmaya devam eder: “... Atalar›m›z, bu siyah insanlar› evlerinden zorla getirdiler. Beyaz adam›n sa¤l›kl› ve rahat yaflam aray›fl›nda insafs›zca sindirildiler, sömürüldüler ve köle durumuna düflürüldüler. Siyahlara karfl› modern önyarg›lar, bu uygun olmayan koflulu sürdürme iste?inin bir sonucudur.” Einstein, Amerika’daki ›rkç›l›¤a karfl› mücadele içinde, ilerleyen yafl›na ra¤men, elinden geleni yapt›. Çünkü yaflad›¤› dünya ve ülkede, Che’nin deyimiyle, at›lan her haks›z tokad›n ac›s›n› yüre¤inde hissediyordu. Gördü¤ü adaletsizli¤e, bildi¤i haks›zl›¤a, tan›k oldu¤u ayr›mc›l›¤a “bana ne” diyemezdi. Onun insanl›k haysiyeti ve ayd›n sorumlulu¤u, zulme karfl› ç›kmas›n› zorunlu k›l›yordu. Ki y›llar önce, bir üniversite kenti olan Princeton’a yerleflti¤inde flöyle demiflti: “Dünyan›n geri kalan› mücadele eder ve ac› çekerken, burada böyle bir huzur içinde yaflamaktan neredeyse utan›yorum.” Ve zaten böylesi bir duyarl›l›¤a sahip oldu¤u içindir ki, asla utan›lacak bir atalet içinde olmad›. Hak ve özgürlük mücadelesindeki dostu, tarihçi Du Bois’un flu sözleri, Einstein ve arkadafllar›n›n cüretinin özetidir: “... Kendi ülkemizdeki cehennem güçlerine karfl› daha kat›, daha uzun ve daha bükülmez bir savafl için beynimizin her gram›n› kullanm›yorsak, biz korka¤›z.” Beyninin her gram›n› insanl›¤›n özgürlük mücadelesinin hizmetine sunan Einstein, zulme karfl› mücadelenin uzun soluklu oldu¤unu elbette biliyordu. Ve iflte bu bilinçle konufluyordu: “... Kökleri çok derinlere uzanan bu kötücüllü¤ü çabucak iyilefltirmenin bir yolu oldu¤unu sanm›yorum. Ama bu kötücüllük iyileflene dek, adil ve iyi niyetli bir insan› bu davaya hizmet için elinden gelenin en iyisini yapt›¤›n› bilmekten daha fazla tatmin edecek bir fley olmayacak...” Einstein’›n bu sözlerinde, hak ve özgürlük mücadelesi yürüten adil ve iyi 308


niyetli insanlar›n moral gücünün özünü buluyoruz: “... Bu davaya hizmet için elinden gelenin en iyisini yapt›¤›n› bilmek...” Einstein’in yapmaya çal›flt›¤› da buydu. Irkç› fliddet, bir yandan sokaklardaki linç sald›r›lar›yla, di¤er yandan da meflhur olmufl Afro-Amerikal›lar’›n sindirilmesi fleklinde sürüyordu. Paul Robeson da sevilen siyahi bir flark›c›yd›. Bu nedenle susturulmak isteniyordu. Konserleri yasaklan›yor, her yerde izleniyor, yurtd›fl›na ç›k›fl› engelleniyor ve türlü flekillerde bask›ya maruz kal›yordu. Öyle ki, Amerika’n›n “beyaz dünyas›” için yok edilmesi gereken siyah bir lekeydi Robeson. Ayn› Robeson, insanl›k dünyas› için aln›ndan öpülmesi gereken kifliydi ve bu ifli, insanl›¤› temsilen Einstein yapt›. Bunca kuflatma ve bask›ya maruz kalan Robeson’u evinde a¤›rlad›, faaliyetlerine destek verdi. Sovyetler Birli¤i’nin prestijinin artt›¤›, sosyalizmin daha fazla taraftar buldu¤u bu y›llarda, Amerikan iktidar›n›n karfl› hamlesi “k›z›l av›” oldu. ‹ktidar, kendi politika ve uygulamalar›n› elefltiren, demokratik-sosyalist düflüncelere sahip olan herkesi “düflman” olarak görüyordu. ‹flte bu “düflmanlara karfl› bafllat›lan “k›z›l av›”n›n av köpekli¤ini de FBI baflkan› E. Hoover ile senatör J. Mc Carthy yap›yordu. Bu süreç içinde, “komünist” diye mimlenen insanlar soruflturmaya maruz kal›yor, yarg›lan›yor, bask›ya u¤ruyor ve birbirlerine iliflkin iftiralar içeren ifadeler vermeye zorlan›yorlard›. Kabul ederlerse kendileri kurtulacak ama verdikleri ifadeler yüzünden baflka insanlar zor durumda kalacakt›. Asl›nda tüm bunlar, soruflturmaya maruz kalan ayd›nlar üzerinden, halka yönelik bir sindirme operasyonuydu. Einstein bu operasyonun karfl›s›nda nas›l davranmak gerekti¤ini aleni olarak aç›klad›. Böylesi bir soruflturmaya maruz kalan bir ö¤retmene mektup yazd›. Mektup kamuoyuna yans›d› : “Soruflturmaya ça¤r›lan tüm ayd›nlar tan›kl›k etmeyi reddetmelidir.” diyerek tavr›n› koyan Einstein, devam ediyordu: “Bu büyük ad›m› yeterli say›da insan atarsa, baflar›l› olurlar. Atmaz309


larsa, o zaman ayd›nlar, kendileri için biçilmifl kölelikten daha iyisini hak etmezler.” Bu mektup “k›z›l av›”na maruz kalanlar›n direngenli¤ini güçlendirdi. Öyle ki, mektup yay›nland›ktan sonra, soruflturmay› reddeden kimileri “Ö¤üdü Einstein’dan ald›m” dedi. Muktedirlerin “k›z›l av›” olanca h›z› ve kirlili¤iyle sürüyordu. “Avc›lar›n” hedefinde bu kez Julius ve Ethel Rosenberg çifti vard›. “Sovyet ajan›” olduklar› suçlamas›yla yarg›lan›yorlard›. Bir komplo davas›yd› bu. Einstein bu davaya müdahil olup Rosenbergler için giriflimlerde bulundu. Ama cellatlar kararlar›n› çoktan vermifllerdi ve Rosenbergler katledildiler. “Özgürlükler ülkesi” yaygaras›n›n sahibi olan ABD’nin gerçek yüzü buydu iflte. Dahi, bunun fark›ndayd› ve politik durufluyla bu yüze ayna tutuyordu. Herkesi de ABD’nin gerçekli¤iyle yüzleflmeye davet ediyordu... Ülkemizde “Sosyalizm Alfabesi” kitab›yla tan›nan Leo Huberman ve arkadafl› P. Sweezy, Monthly Review isimli dergi ç›kartmaya haz›rlan›yorlard›. Tahmin edilece¤i gibi, Einstein bu giriflimi destekledi. Ve derginin ilk say›s› için (May›s 1949) bir makale kaleme ald›. Einstein, “Niçin Sosyalizm?” yaz›s›na bir soruyla bafllar: “Ekonomik ve sosyal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakk›nda görüfl belirtmesi uygun olur mu?” Ve hemen ard›ndan cevap verir: “Birçok nedenden ötürü ben, uygun oldu¤una inan›yorum çünkü, ekonomik ve sosyal sorunlar hayat›m›z› flekillendirmektedir.” “Ne olacak bu memleketin hali?” cümlesinin kuruldu¤u her an bu sorunlar ele al›n›yordur zaten. Engels’in dedi¤i de bir anlamda budur: “... Toplum örgütlenmesini etkileyen sorunlar üzerinde söz söyleme hakk›n›n yaln›zca uzmanlarda oldu¤unu sanmamal›y›z.” Ve hayat›m›z› ilgilendiren sorunlar›n nereden kaynakland›¤›n›, ne ve nas›l oldu¤unu sorgulamal›y›z, ki çözümün ne ve nas›l oldu¤unu da bulal›m. Einstein, “Niçin Sosyalizm” yaz›s›nda bunu yapar ve sorunlar›n kayna¤›n›n 310


kapitalizm, çözümün de sosyalizm oldu¤unu gösterir: “... Kapitalizmde üretim fayda için de¤il, kar için sürdürülür. Çal›flabilecek durumda olan ve bunu isteyen herkesin her zaman ifl bulabilmesi mümkün de¤ildir; hemen her zaman bir ‘iflsizler ordusu’ vard›r. ‹flçi devaml› iflini kaybetme korkusu içindedir... Teknolojik ilerleme, genellikle, herkesin çal›flma yükünü hafifletmeden çok, daha fazla iflsizlikle sonuçlan›r (...) ‹nsan, kapitalist toplumda öyle bir konumda ki, maskeler takmas›na yol açan egoist dürtüleri sürekli tetikleniyor; yarad›l›fl olarak daha zay›f olan toplumsal güdüleri ise sürekli kötüye do¤ru gitmekte. Toplumdaki konumu her ne olursa olsun tüm insanlar, bu süreç nedeniyle ac› çekiyorlar. Kendi bencilliklerinin mahkumlar› olduklar›ndan habersiz, kendilerini güvencesiz, yaln›z ve yaflam›n o saf, basit ve yal›n güzellikleri ellerinden al›nm›fl hissediyorlar... Ben, bireylerdeki bu tahribat› kapitalizmin en korkunç kötülü¤ü olarak görüyorum... Bu büyük kötülükleri saf d›fl› edecek sadece tek bir yol oldu¤una inan›yorum. Bu yol, toplumsal hedeflere yöneltilmifl bir e¤itim sisteminin efllik edece¤i sosyalist bir ekonominin kurulmas›d›r.” Yani Einstein “Tek yol devrim” diyor ve ekliyor: “‹nsan›n, o k›sa ve tehlikelerle dolu yaflam›n› anlamland›rmas›n›n tek yolu, kendini topluma adamas›d›r...” Her yaz›n›n bir sonu vard›r. Eksi¤inin fark›ndaki bu yaz›n›n da sonu geldi iflte. O halde “Düfllemek, bilmekten daha önemlidir.” diyen Einstein üstad›m›za, Castro ustam›z›n bir cümlesini ekleyerek bitirelim bu yaz›y›: “Biz, bafllang›çta iyi birer düflçüydük.” Peki ama düfllemek neden bilmekten daha önemlidir? Bu da, bu yaz›y› okuyanlara, bu yaz›n›n s›nav sorusu olsun. Ve unutmay›n; “Ders iptal, devrim!”.! Kaynaklar: Einstein - Düflünmenin keyfi / Francoise Balibar / YKY Dünyan›n En Ünlü Denkleminin Biyografisi E=mc2 /David Bodaris / O¤lak Yay›nc›l›k Bilim ve Gelecek Dergisi / Temmuz 2005 / Say› 17

311


312


N‹KOLAY OSTROVSK‹ Tav›r Ekim 2007 Sovyet edebiyat›n›n sosyalist-gerçekçi yazarlar›ndan Nikolay Ostrovski, k›sac›k yaflam›na çok büyük ideallerini s›¤d›rmay› baflarm›flt›r. Bu, insanl›¤›n mutlu gelece¤ine hizmet edecek olan komünizm idealidir. “Bir adam, yaflamak için büyük bir ideale sahip oldu¤u zaman gerçek bir adamd›r. O zaman, parçalar halinde yaflamaya son verir ve bir bütün olarak yaflamaya bafllar. Bir insan›n gücünü oluflturan da budur. Ve yaln›zca insanlar› de¤il, bütün uluslar› da kahramanlar haline dönüfltürebilen büyük bir ideal vard›r: Komünizm, halk›n mutlulu¤u için mücadele...”(Selam Yaflam Atefli/ syf:12-13) Gösteriflten uzak, sözleri ve eylemleri aras›nda hiçbir fark olmayan Ostrovski, yaflam›yla, düflünceleriyle gerçek bir komünisttir. Onu yaratan, içinde yer ald›¤› ve her fleyiyle güç verdi¤i, bedelini ödedi¤i devrimdir. Devrimin yaratt›¤› bu gerçek komünist, sonra da gelecek yeni kuflaklara kendi genç kufla¤›n› anlatarak sosyalist bilincin tafl›y›c›s› olur. Ostrovski, 313


bu bilinç ve çelik gibi bir irade ile en zor koflullarda bile yaflam›n›n her gününü, her saatini, her an›n› halk›n mücadelesiyle doldurman›n mutlulu¤unu yaflar. Savaflç› yazar Ostrovski, Sovyet ve Dünya Edebiyat›’nda yeni sosyalist insan›n kahramanl›¤›n›n ve zaferinin ad› olur. Sovyet edebiyat›, sosyalist kültürün yarat›c›s› ve temsilcisi olan Ostrovski’yle dünya kültürüne de bir yenilik ve zenginlik katar. Sosyalist bak›fl aç›s›yla yaz›lan romanlar› Sovyet ve Dünya Edebiyat›’n›n en iyi eserleri aras›nda yer al›r. Ostrovski sadece Sovyet halklar›n› de¤il bütün dünya halklar›n› kahramanlar haline dönüfltürebilecek olan büyük idealini kitaplar›nda anlatmaktan onur ve gurur duyar. “Ancak Leninist-Komünist Parti, kendimizi devrime fedakârca adama ruhuyla bizi e¤itebilirdi. Her genç iflçi için arzum, kahraman bir savaflç› olmak için çaba harcamas›d›r. Çünkü bir kifli için iflçi s›n›f›n›n partinin gerçek bir evlad› oldu¤unu bilmekten daha büyük bir mutluluk olamaz.(...) Vatan›m›zdaki genç insanlar baflka türlü olamazlar. Çünkü onlar›n arkas›nda on sekiz yafl›ndaki ülkemiz duruyor, genç ve güzel, sa¤l›kl› ve güçlü!” (Selam Yaflam Atefli / syf: 47) Ostrovski’nin yaflam› gibi, hayalleri de hayata ve dünyaya dairdir. Çünkü hayallerin, insan›n kendisini en iyi yenileme yollar›ndan biri oldu¤unu düflünür. Bunun için, s›n›r yoktur hayallerinde. Çünkü genç devrimci yazar Ostrovski’nin her fleyi mücadelenin k›zg›n prati¤i içinde flekillenir. Dolay›s›yla Ostrovski için kiflisel s›k›nt›lar, kiflisel istekler ve arzular her zaman ikinci plandad›r. Emperyalizmin yoz kültürünü ifade eden “ben” duygusu gitmifl, yerine sosyalist kültürü ifade eden “biz” duygusu her fleyine yans›m›flt›r. ‹flte böylesi bir ideal ve kiflilikle flekillenen bir savaflç›y› yenmek, yok etmek mümkün de¤ildir. Onu yok etmek için etraf›ndaki her fleyi, bütün ülkesini, kültürünü, yaflam›n› yok etmek gerekir. Buna dair; “Ben yaraland›m ancak müfrezem yafl›yor ve ilerliyor…” der Ostrovski. (Selam Yaflam Atefli / syf: 90) Nikolay Ostrovski 1904 y›l›nda, Ukrayna’n›n Vilia köyünde yoksul bir iflçi ailesinin çocu¤u olarak dünyaya gelir. Çevresinde hep iflçiler vard›r. Onlarla ayn› sofraya oturur, ayn› tastan çorba içer. Ayn› yaflam›n ac›s›n›, tat314


l›s›n› birlikte solur, birlikte yaflar. Babas› da bira fabrikas›nda çal›flan bir iflçidir. Annesi ise, aflç›l›k yapar. Dolay›s›yla iflçilerin yoksullu¤unu, açl›¤›n›, hayat›n› Ostrovski de yaflar ve yak›ndan tan›r. Onlar›n özlemlerine, umutlar›na, kimi zaman çaresizliklerine ortak olur. Ostrovski’nin ailesi, Birinci Paylafl›m Savafl›’n›n bafllad›¤› y›llarda cephe gerisi olan fiepetovka’ya yerleflir. Ostrovski de burada iki s›n›fl› bir okula gitmeye bafllar. Daha küçük yafltayken her fleyi ö¤renme merak› içinde olan Ostrovski, çevresindeki herkese sürekli sorular sorar. Bir gün yine bu ö¤renme merak›yla din dersi ö¤retmenine sordu¤u sorulardan dolay› okuldan at›l›r. Di¤er taraftan yoksulluk da kendini dayatt›¤›ndan Ostrovski daha on iki yafl›ndayken çal›flmaya bafllar. Art›k o da genç bir iflçidir. ‹lk baflta mutfak iflçisi olarak çal›fl›r. Dinlenmek nedir bilmeyen çal›flkanl›¤› sayesinde burada iki y›l çal›flabilir. Bu iki y›l boyunca kah aflç› yama¤›, kah bulafl›kç›, kimi zaman da servisçi olur. Burada çal›flt›¤› süre boyunca kapitalizmin tüm pisliklerini görür. Kumar oynat›lan bu iflyerinde bulafl›kç› kad›nlar, tezgâhtar k›zlar birkaç ruble karfl›l›¤›nda kendilerini erkeklere satarlar. Ostrovski dibe batm›fl bu hayat›n ta içini görür. Ve buray› çürümüfl yosuna ve batakl›¤a benzetir. Bir gün patronundan haks›z yere çok kötü bir dayak yer. Gururu incinir ve bu, onun içinde büyük bir öfkeye dönüflür. Daha çocuktur ama bir iflçinin yüre¤indeki o büyük öfkeyi, s›n›f kinini daha yak›ndan hisseder. Gördükleri, yaflad›klar› hayat›n içindeki her fleyi ö¤renme iste¤ini daha da güçlendirir. Çok a¤›r çal›flma koflullar›na ra¤men mutlaka kendine okumak için zaman yarat›r. Buldu¤u her f›rsat› sürekli okuyarak de¤erlendiren Ostrovski’nin yaflam›nda hiç bofla harcanan zaman yoktur. En çok sevdi¤i kitaplardan bir tanesi Giovanyoli’nin “Spartaküs” isimli roman›d›r. Bir y›l boyunca da ateflçi ç›ra¤› olarak çal›flan Ostrovski, bir süre sonra iki iflte birden çal›flmak zorunda kal›r. Gündüzleri kereste fabrikas›nda, geceleri de elektrik istasyonunda çal›fl›r. Bu koflullarda bile kitap okumaktan asla vazgeçmez. Çünkü Ostrovski’nin en belirgin yan›, kitap okumak, insanlar› tan›mak ve onlarla sohbet etmektir. Bu özelli¤ini de her zaman her koflulda korur. Yoksul bir iflçi ailesinin çocu¤u olan Ostrovski’nin bütün hayat›na yön veren de, iflçilerin ve bütün halk›n sömürüden kurtulmas› için 315


verilecek olan mücadele olur. ‹flte Ostrovski’nin yeni erdemlerle yüklü, sa¤lam, dürüst, azim dolu, emekçi kiflili¤i de bu mücadelenin içinde flekillenir ve yenilenir. Rusya’da Çarl›k otokrasisi, ekonomik, sosyal, siyasal bir kriz içindedir. Fabrikalar kapan›r, iflsizlik artar, yiyecek, hammadde, yak›t yoktur. Açl›k, yoksulluk en üst s›n›rdad›r. Her yerde ahlaki ve sosyal çöküflü görmek mümkündür. Genel grev bafllar. Sokaklarda iflçiler, askerler, kad›nlar, çocuklar... Bütün emekçi halk açl›¤a, savafla ve Çar’a karfl› gösteri yaparlar. ‹flçiler ve askerler 1917 fiubat’›nda ayaklan›r ve çarl›k y›k›l›r. Dolay›s›yla Rusya’da, baflar›s›z 1905 devriminin ard›ndan 1917 fiubat Burjuva Demokratik Devrimi, Bolfleviklerin inisiyatifiyle zafere ulafl›r. Bütün bu geliflmeler Ostrovski’nin yaflad›¤› ufak taflra kentinde, “Çar› devirdiler” diye bir haberle kendini hissettirir. Kar, k›fl, k›yamet binlerce insan hep bir a¤›zdan özgürlük, eflitlik, kardefllik sloganlar› atar. Emekçi halk› sömürerek zengin olanlar kaçmaya bafllarlar. Bir tarafta proletaryay› iktidara tafl›yacak olan Bolflevikler, di¤er tarafta ise, proletaryan›n zaferini engellemeye çal›flan Menflevikler, karfl› devrim çeteleri, çarl›k bürokrasisi ve iflbirlikçileri ile Polonya askerleri vard›r. Ülkenin her taraf›nda iç savafl bafllar. Ülke içinde yaflanan bu geliflmeler Ostrovs-ki’yi çevresinde olup bitenlere karfl› daha da duyarl› hale getirir. Yaflananlar› ö¤renmeye, anlamaya çal›fl›rken Bolflevik bir asker ile tan›fl›r. Ve ad›na Polonya Sosyalist Partisi diyenler de dahil hepsinin iflçilerin düflman› oldu¤unu anlar. ‹lk ö¤rendi¤i, iflçilerin gerçek dostunun Bolflevik Partisi oldu¤udur. Ostrovski 15 yafl›ndad›r. Ve ‘Komsomol’a (Komünist Partisi Gençlik Örgütü -bn-) girer. Art›k yaflam›n›n daha baflka bir anlam› vard›r. O küçük taflra kenti olan fiepetovka’dan Bolfleviklerle birlikte ayr›larak Kazatin’e gider. K›sa süre sonra da gönüllü olarak iç savafla kat›l›r. Bolfleviklerin saf›nda, ad› kahramanl›kla tarihe geçen Kotovski Süvari Bölü¤ü’nde K›z›lordu eri olur. Bir süre sonra baca¤›ndan yaralan›r ama iyileflir iyileflmez yeniden bölü¤üne kat›l›r. Ostrovski kendi gibi binlerce savaflç›yla birlikte bü316


tün ülkeyi boydan boya yaya olarak dolafl›r. Karda, k›flta, boranda, savaflç›lar elbiseleri y›rt›k, p›rt›k ve ayaklar› yal›nayak halde donma tehlikesi atlat›rlar. Koflullar›n tüm zorlu¤una ra¤men içinde Ostrovski’nin de oldu¤u K›z›lordu askerlerinin her biri davas› u¤runa can›n› vermeye haz›rd›r. Bir y›l sonra 16 yafl›na girdi¤inde Budyonniy Birinci Süvari Ordusu Birlik-leri’ne geçer. Savafl›n her günü, her saniyesi, atefl çemberinin içinden geçmek kadar zorlu, a¤›r ve çetin dönemeçlerle doludur. Savaflç› Ostrovski bu dönemeçlerin her birinden bafl› dik ç›kar. Cüretli ve atakt›r. Bu arada bütün Kuzey Ukrayna’y› etkisi alt›na alan tifüs mikrobu o bölgedeki K›z›lordu askerlerine çok büyük kay›p verdirir. Tifüs mikrobu Ostrovski’ye de bulafl›r ve günlerce atefller içinde yanar. Ölümden döner ama birlikte ayn› cephede yer ald›¤› yoldafllar›n› b›rakmaz ve k›sa süre sonra kendini toparlar toparlamaz bölü¤üne kat›l›r. Bolflevikler Sovyet halk›na mutlu bir gelecek kurmak için vatan topra¤›n›n her bir kar›fl›na kanlar›n› ak›t›rlar, asla vazgeçmezler sosyalizm davalar›ndan. Onlar, savafl cephesinde, içinde yaflad›klar› sosyalist toplumun sosyalist kültürünü yaflatarak ileriye tafl›yan birer kahraman olurlar. Ostrovski’nin gençlik y›llar›, savafl›n inan›lmaz zorluklar› ve ac›mas›zl›¤›yla geçer. Koflullar çok serttir. A¤›r fifleklik ve tüfe¤in sert kay›fl›n›n sürekli sürtmesinden dolay› omuz derisindeki yara izi hiç kapanmaz. Çok defa kurflun s›y›r›r geçer ve ölümle burun buruna kal›r. Zaten cephede yaflam›n her an› ölümle iç içedir. Her gün Ostrovski’nin karfl›s›na daha da büyük s›k›nt›lar ve zorluklar ç›kar. Ama o, karfl›s›na ç›kan bütün zorluklar›n üstesinden gelir ve her defas›nda kendisinde, hayat›n› yeni bafltan kuracak bir güç bulur. Girip ç›kt›¤› çat›flmalar, ac›lar ve zorluklar olgun-laflt›r›r Ostrovski’yi. Ve savafl›n k›zg›n prati¤i içinde gerçek bir Bolflevik ve gerçek bir savaflç› olur. K›z›lordu, Polonya cephesini yararken Luov bölgesinde çok fliddetli çat›flmalar yaflan›r. Bu çat›flmalardan birinde Ostrovski’nin kafatas› flarapnel parçalar›yla delinir. Bunun için kafatas›n›n bütün sa¤ taraf›na felç iner, ayn› anda sa¤ gözünü de kaybeder. 17 yafl›ndaki genç Ostrovski’nin o anda tek düflündü¤ü fley cephe ve cephedeki yoldafllar›d›r. “… Keflke 317


sol gözüm kör kalsayd›, sa¤ gözüm olaca¤›na. fiimdi gel de niflan al, gel de atefl et!” diye hay›flan›r kendi kendine. (Selam Yaflam Atefli/syf:262). Sa¤l›k durumu yüzünden K›z›lordu’dan terhis edilir. 1917 Ekim Sosyalist Devrimi k›sa sürede bütün ülkeye yay›l›r. Lenin, Sovyet Devrimi’nin bu h›zla yay›l›fl›na “zafer yürüyüflü” der. ‹ç savafl›n ard›ndan yanm›fl, y›k›lm›fl bir ülke kal›r geride. Bütün Sovyet halk› ülkenin yeniden infla sürecinde y›lmaz bir çabayla, fedakarca, gönüllü olarak çal›fl›r. Sovyet topraklar›nda ülkenin daha h›zl› toparlanmas› ve inflas› için tatil günlerinde de yap›lan bu gönüllü çal›flmalara “K›z›l Cumartesiler” denir. Yeni Sovyet toplumunda halk›n gönüllü ve fedakârca çal›flmas›n› anlatan yüzlerce örnekten sadece biridir “K›z›l Cumartesiler”. Bunun gibi say›lamayacak kadar çok anlaml› ve tarih sayfalar›na geçen örnekler yaflan›r. Sa¤l›k durumundan dolay› K›z›lordu’dan terhis edilen Ostrovski, çok üzgündür ama sivil yaflam›nda da bofl durmaz. Sosyalizme zarar vermek için karfl›-devrim faaliyeti yürütenlere ve çetelere karfl› mücadele eden Çeka’da görev al›r. Çok yo¤un çal›flmaktan sa¤l›¤› tekrardan bozulunca imalat iflinde ve atölyelerin Komsomol kolektifine sekreter olmaya ikna edilir. Çünkü Ostrovski, iç savafl y›llar›nda oldu¤u gibi ülkenin infla sürecinde de hep daha zorlu ve emek gerektiren iflleri yapmak ister. Halkla birlikte en önde kahramanca yap›lan çal›flma faaliyetlerinin içinde yer al›r. 1921’de Kiev demiryolu atölyelerinin yeniden inflas›nda, demiryolu hatlar›n›n döflenmesinde, kereste iflinde, Kiev’e odun tafl›mak için yap›lan Dekovil hatt› (yan demiryolu hatt›) inflaat›nda Y›ld›r›m Grubu olarak fedakârca çal›fl›r. Ostrovski bu çal›flmalar s›ras›nda so¤uk al›r ve bu defa tifüs ile birlikte zatürre-ye yakalan›r. Günlerce neredeyse yere düflene kadar çal›flmaya devam eder. Ve dördüncü kez ölümün üstesinden gelir. Ama sa¤l›¤› iyi de¤ildir. Hiçbir koflulda çal›flma azmini ve coflkusunu kaybetmeyen Ostrovski; “… insan çal›flma dürtüsünü sürdürürse ve ne olursa olsun, engel ve zorluklar› dikkate almaks›z›n çal›flmaya devam ederse, - o adam normal çal›flan bir insand›r, ve onunla ilgili hiçbir sorun yoktur.” der.(Selam Yaflam Atefli syf:12). Daha sonra Genç Komünistler Birli¤i’nde görev yapar. ‹lk önce Berez318


dov’da ard›ndan Izyaslavl bölgelerinde tüm enerjisini ve eme¤ini buradaki çal›flmalara katar. Sa¤l›¤› her geçen gün bozulan Ostrovski, genç sosyalist toplumu koruma ve gelifltirme inanc›yla, inatla çal›flma iste¤ini korur. Bu ›srarl› çal›flma iste¤i karfl›s›nda askeri birliklerin politik e¤itimi sorumlulu¤u verilir Ostrovski’ye. Yeni yeni bölgelerde Komsomol örgütü kurma görevi vard›r. Ve yapt›¤› çal›flmalar sonucunda s›n›r bölgelerinde ardarda Komsomol hücreleri kurulur. Ekim Devrimi’nin y›ldönümü bütün Sovyet topraklar›nda ve s›n›r bölgelerinde çok büyük coflkulu flenliklerle kutlan›r. S›n›r boyu köylerinde Ekim Devrimi Komisyonu Baflkan› olarak Ostrovski seçilir. Art›k çetelerden, kaçakç›lardan, Polonya egemenlerinden tamamen temizlenmifl yeni Sovyet iktidar› vard›r. Bu yeni sosyalist toplumun, sosyalist yeni insan› da; Ostrovski gibi cepheden cepheye iç savafl›n ac›mas›z ve sert koflullar› içinde çelikleflen, flimdi de ülkenin yeniden inflas›nda ve Sovyet halk›n›n e¤itiminde dur durak bilmeden en temiz duygularla, dürüstçe, fedakârca çal›flan Genç Komünistler Birli¤i’nin üyeleridir. Onlar›n her biri aradan y›llar geçtikten sonra bile Ukrayna Genç Komünistler Birli¤i’ne üye olmaktan gurur duyarlar. Sonuçta onlar› e¤iten ve sosyalist kiflilik kazand›ran Genç Komünistler Birli¤i’nin verdi¤i sosyalist e¤itim ve sosyalist bilinçtir. 21 Ocak 1924’de Gorki flehrinde oturan, dünya proletaryas› ve Sovyet devriminin önderi Vladimir ‹lyiç Lenin’in ölüm haberi gelir. Bolflevik Partisi’nin en büyük kayb› Lenin’in ölümü olur. Bütün dünya proletaryas›, Lenin’in cenaze töreninin oldu¤u gün befl dakika ifl b›rak›r. O gün sosyalist anavatanda demiryollar›, iflletmeler, fabrikalar… bütün bir hayat durur. Lenin’in ölümünün ard›ndan Stalin bütün halka parti saflar›na kat›l›n ça¤r›s› yapar. Bu ça¤r›ya cevap veren 240 bini aflk›n iflçi, Bolflevik Parti saflar›na kat›l›r. Buna “Lenin Seferberli¤i” ad› verilir. Art›k genç Sovyet topraklar›nda çal›flmayan fabrika, iflletilmeyen iflletmeler yoktur. Tar›m ve endüstri yeniden infla edilir. Bütün ülkede tam bir kültür devrimi faaliyeti yürütülür. Dünyada bir ilktir, Sovyet Devrimi ve ard›ndan bütün bir halk›n fedakâr ve gönüllü kat›l›m›yla gerçekleflen tarihte efli 319


görülmemifl bir infla çal›flmas›. Ülkenin yeni bafltan infla edildi¤i bu y›llar Birinci Befl Y›ll›k Plan için haz›rl›k y›llar›d›r. Ülkenin yeni bafltan infla edildi¤i bu iki y›ll›k süreç içinde Ostrovski’nin tek bir sakin günü olmaz. Çok az uyku uyur ve bir o kadar fazla çal›fl›r. E¤itim çal›flmalar›n› da tüm di¤er iflleriyle birlikte mutlaka yapar, kesinlikle ertelemez. Di¤er taraftan aktif olarak Molodaya Gvardia dergisinde çal›fl›r. Bu derginin edebi editörlerinden biri olur. Çok ihtiyaç hissetti¤i halde bütün bir yaz boyunca, izin verilmesine ra¤men tek bir gün bile izin kullanmaz. Bu yo¤un tempoyla çal›flman›n ard›ndan Ostrovski’nin iyi olmayan sa¤l›¤› daha da kötüler. Öyle ki ayakta duramayacak bir hale gelir. Bir sanatoryumda tedavi görür. Yataktan kalk›p yürümesi yasaklan›r. ‹ltihapl› romatizma denebilecek bu hastal›¤›n ismi “ankilozpoli-artritis”dir. Bu iltihap yavafl yavafl bütün organlar›na yay›l›r. Ve bütün vücudu felç olur. Ostrovski art›k yatalakt›r. ‹flte bu yeni durum Ostrovski’nin hayat›ndaki en korkunç olayd›r. O güne kadar can›n› verecek kadar çok sevdi¤i ve ba¤land›¤› parti saflar›ndan böyle birden bire cephe gerisine düflmek Ostrovski için sonun bafllang›c› olur. Vücudu iflas etmifltir ama yüre¤i Bolfleviklere özgü fedakârca çal›flma arzusuyla doludur. Mücadele azmi hala capcanl›d›r. Çünkü o Komsomol’un ilk kufla¤›ndand›r. Sosyalizm davas›na yürekten ba¤l› bu ilk kufla¤›n kahramanlar›nda, en umutsuz, en kötü anlarda bile o duruma teslim olmamak ve her fleyi göze alarak mücadeleyi devam ettirmek gibi çok güçlü bir görev duygusu ve bilinci vard›r. Kendisi d›fl›nda yan›ndakini, uza¤›ndakini hatta milyonlar› düflünerek yaflamak, çal›flmak, nefes almak, mücadele etmek... Bunlar, ancak gerçek sosyalist ve komünistlere özgü özelliklerdir. Ostrovski bu durumu; “Bizim yan›m›zda, hafif yaralanan adamlar hiçbir zaman saflar›ndan ayr›lmad›lar. ‹lerleyen bir taburu görebilirdiniz ve bunun adamlar›ndan yaklafl›k yirmisinin bafl› bandajl›. Mücadelemizde geliflen gelenek böyleydi, içinde e¤itildi¤imiz gurur duygusu. D›flar›da, her çeflit kontlar ve baronlar, köklü soylar›yla gurur duyarlar. Biz proleterler, kendi gururumuza sahibiz. Ve bugün bir yoldafl, bir zamanlar ateflçi oldu¤unu an›msad›¤›nda, bunu gurur duyarak an›msar. Si320


zin dünyan›zda bu, bir hiç anlam›na gelirdi. Orada iflçiler birer hiçtir.” diye anlat›r. (Selam Yaflam Atefli syf: 77-78) Ostrovski o güne kadar önüne ç›kan bütün engelleri aflarak çok çetin s›navlardan geçmifltir. fiimdi ise bütün vücudu felç ve yatalakt›r. Ayr›ca sa¤ gözündeki iltihap, sol gözüne de geçti¤i için tamamen kör olur. Dünya, kapkara bir perdeyle kapanm›flt›r art›k. Ama o bu haldeyken bile umutsuzlu¤a düflmez. Çünkü Ostrovski ve onun Genç Komünistler Birli¤i kufla¤›n›n; yaflam›n gerçekli¤i önüne güçlü bir barikat ördü¤ünde, o barikat› y›karak aflmak ve çok cans›z bir k›v›lc›m bile olsa onu aleve çevirerek, mücadeleyi sürdürme bilinci çok güçlüdür. ‹flte Ostrovski de bu bilinçle 1930-1934 y›llar› aras›nda dört y›l boyunca yatalak ve kör halde “Çelik Böyle Sertleflti” (Ve Çeli¤e Su Verildi) kitab›n›n bir ve ikinci cildinin üzerinde çal›fl›r. Ostrovski’nin fiziksel gücünden geriye kalan sadece güçlü sesidir. Elbette en önemlisi de sa¤lam bir beyninin olmas›d›r. Beynini korumak ve sa¤lamlaflt›rmak insan› insan yapan düflüncelerini, inand›¤›n davan› ve kiflili¤ine flekil veren partini korumak ve güçlendirmekle ayn› anlama gelir. Ostrovski, yaflam› boyunca önüne ç›kan bütün engelleri durmaks›z›n çal›flarak ve emekle aflm›fl olman›n gücü ve güveniyle, flimdi de hayat›n dayatt›¤› yatalakl›¤a ve körlü¤e teslim olmamak ve onun üzerine ç›kmak için iradi bir çaban›n içine girer. “(...) Körlük, dehflet verici bir fley ancak körlük bile fethedilebilir. Bundan çok daha tehlikeli baflka bir fley var: Tembellik...” (Selam Yaflam Atefli/ syf: 12) Ostrovski iflte böyle kendi kafas›nda çözümlemifltir içinde bulundu¤u durumu ve bunun çözüm yolunu. Yazarak katk› sunacakt›r hem gelece¤in sosyalist toplumuna ve gençli¤ine, hem de yatalakl›¤›n› ve körlü¤ünü yenerek parti saflar›na geri dönecektir. “Çelik Böyle Sertleflti” isimli ilk kitab›ndaki kahraman Pavel Korçagin, Ostrovski’nin kendisidir, yani kitap bir anlamda Ostrovski’nin otobiyografisidir. Ama tek bafl›na da bir biyografi de¤ildir. Ayn› zamanda kendisiyle ay321


n› cephede ve ayn› infla sürecinde yer alan kahramanlar›n duygular›n›, düflüncelerini, zorluklar karfl›s›ndaki direngenliklerini oldu¤u gibi gözler önüne seren güçlü, edebi bir eserdir. Ostrovski ilk kitab›na, ilk bask›lar›nda “Ve Çeli¤e Su Verildi” daha sonraki bask›lar›nda ise, “Çelik Böyle Sertleflti” isimlerini vermesinin yaflamdaki karfl›l›¤›n›; “ Çeli¤e, büyük ›s› ve ani so¤utmayla tav verilir. Bu onu sa¤lam k›lar, bu yüzden hiçbir fley onu k›ramaz. Ve bizim kufla¤›m›za da öyle tav verildi mücadelede ve çetin s›navlarda. Hayat›n sald›r›lar›na karfl› dayanmay› böyle ö¤rendik…” diye özetler. (Selam Yaflam Atefli/syf: 82) Kitap en küçük bir abartma olmaks›z›n sadece gerçe¤i anlat›r. ‹lk kitab›n› yazarken Ostrovski’ye rehberlik eden en önemli fley, do¤ru olmayan hiçbir fleyi söylememe kararl›l›¤›d›r. Kitap, yarat›c› bir çal›flmadan beklenen güçlü bir içeri¤e sahiptir. Ostrovski’nin “ Çelik Böyle Sertleflti” isimli kitab›n›n baz› fasikülleri ilk olarak, daha önce editörlü¤ünü yapt›¤› Molodaya Gvardia dergisinde, daha sonra da bir kitap olarak yay›mlan›r. Ostrovski daha ilk kitab› yay›mlan›r yay›mlanmaz çok genifl bir okuyucu kitlesi aras›nda tan›n›r. Eserini hakk›yla de¤erlendiren, anlayan ve kendi hayat›n›n içinden oldu¤u için seven okuyucular› olur. Özellikle de gençleri, kitaptaki kahramanlar›n komünizm davas›na olan inanç ve ba¤l›l›kla bütün zorluklar› aflma azmini kendilerinde bulmalar› çok etkiler. Kitapta anlat›lan Ukrayna Genç Komünistler Birli¤i’nin üyeleri hem iç savaflta, hem de infla sürecinde en önde yürüyen yeni insan ve emek kahramanlar›d›r. “Dostluk, dürüstlük, kolektivizm, insanc›ll›kbunlar bizim yoldafllar›m›zd›r. Cesaret ve kahramanl›¤›n e¤itimi; Devrim’e fedakarca ba¤l›l›k ve düflmana karfl› nefret duymak- bunlar bizim yasalar›m›zd›r…” (Selam Yaflam Atefli / syf: 62) Bu arada Ostrovski, 24 Haziran 1934’de Moskova Proleter Yazarlar Birli¤i’ne üye yap›l›r. Ostrovski önüne hedefler koyarak ileriye do¤ru yol al›r. Örne¤in; “Çelik Böyle Sertleflti”nin ikinci kitab›n›n da bitirilifl tarihi olarak Genç Komünistler Birli¤i’nin 15. kurulufl y›ldönümünü hedefler ve hedefledi¤i tarihte de sonuca ulaflt›r›r. Genç Komünistler Birli¤i Merkez Komitesi Ukraynaca olarak iki kitab› tek cilt halinde yay›mlama karar› al›r. Genç Bolflevik Yay›nevi (Harkov) ise kitaplar› Birlik’in 15. kurulufl y›ldönümü için yay›nlar. ‹lk bask› 10.000 adet olur. Ayr›ca 1935’te Ukrayna film stüdyosun322


dan gelenlerle birlikte Ostrovski, “Çelik Böyle Sertleflti” kitab›n›n film senaryosunun haz›rl›k çal›flmalar›na bafllar. Roman dünyan›n hemen hemen bütün ülkelerinde say›lamayacak kadar çok dile çevrilir. En çok sat›lan ve en çok bas›lan kitaplar aras›nda yer al›r. Çünkü kitaptaki bütün karakterler ve yaflanan olaylar iyi veya kötü, olumlu veya olumsuz yanlar›yla, ac›lar›yla birlikte mutluluklar› da gerçekte nas›lsa, oldu¤u gibi betimlenir. Nitekim Sovyet Edebiyat› gerçe¤in edebiyat›d›r. Bugünün ve gelece¤in sosyalist gerçe¤inin edebiyat›d›r. Ostrovski de eserleriyle Sovyet sosyalist gerçekçi edebiyat›n›n bir parças›d›r. Aradan y›llar geçtikten sonra Ostrovski’ye bu ilk kitab›yla ilgili olarak düflünceleri soruldu¤unda; “E¤er kitab› bugün yazsayd›m, daha düzgün, daha iyi yaz›lm›fl olurdu; ancak önem ve cazibesinin büyük bölümünü yitirmifl olurdu. Kitapta nelerin oldu¤u anlat›l›yor, nelerin olmufl olabilece¤i de¤il. Ve bu, onun esas üstünlü¤üdür. O bir hayal ürünü de¤ildir ve bir öykü gibi yaz›lmam›flt›r…” der. (Selam Yaflam Atefli / syf: 65) Ostrovski’nin bütün hayat› yazmak ve e¤itim üzerine kuruludur. Akflamlar› parti gençleriyle e¤itim çal›flmalar› yapar. Bir taraftan da kendi eflini bir Bolflevik yapabilmek için çok emek harcar ve sonunda bunu baflar›r. Di¤er taraftan sürekli olarak partinin politikalar›n› ö¤renmeye ve anlamaya çal›fl›r. Yatalak ve kör iken de yaflama dört elle sar›larak, kendini K›z›lordu’nun bir savaflç›s› gibi parti saflar›nda görür. Bunlarla birlikte, yeni yeni eserler verebilmek için kendini gelifltirmeye ve bilgisini artt›rmaya çal›fl›r. 24 Kas›m 1935’te Sovyet hükümeti, Ostrovski’nin “Çelik Böyle Sertleflti” eserindeki baflar›s›na çok büyük de¤er verir ve yazar› Lenin Madalyas›’yla ödüllendirir. Ostrovski için bu büyük bir onur ve manevi güçtür. Kendisine duyulan bu güveni bofla ç›karmamak için her koflulda baflarmaya koflulland›r›r kendini. Ve bununla ilgili duygu ve düflüncelerini Bolflevik Parti’nin önderi Stalin’e bir mektupla iletir; “Amans›z hastal›k beni yata¤a düflürdü, fakat Lenin-Stalin Partisi’nin bana, genç iflçiden yetiflen Sovyet yazar›na verdi¤i silah› kullanarak, Bolfleviklere özgü büyük heyecan ve kararl›l›kla düflmanlara darbeler indirmeyi sürdürece¤im.” (Çelik Böyle Sertleflti-I/syf: 11) 323


Genç sosyalist yazar Ostrovski; hem Sovyet hem de Dünya Edebiyat›’yla ilgili bütün bilgileri araflt›r›r, inceler ve hayat›n gerçekleriyle ilgili genifl bir bilgi sa¤lar. Dünya halklar›n›n kültürleriyle ilgili en güzel eserleri tan›mak için çabalar. Ö¤rendikleri, kavrad›klar›yla birlikte bak›fl aç›s›n› geniflletir. Ve pratikteki tecrübesini Marksist-Leninist teorinin ›fl›¤›nda irdeler. Ancak bu flekilde yaz›lan eserin gerçek de¤erinden emin olunabilir. Ostrovski, toplumun geliflmesiyle orant›l› bir ilerleme içinde olmay› baflar›r. Ve sosyalist, genç bir yazar olarak yaflamdan, mücadeleden hiçbir zaman kopuk de¤ildir. Halktan, mücadeleden kopuk olmak; t›pk› kendi laboratuar›nda tek bafl›na yazd›klar›n›n kimyas› ve anatomisiyle u¤raflan kapitalist toplumun burjuva bilim adamlar› gibi olmak demektir. Bu da toplum içinde yaflanan her fleye karfl›, sadece ilgisiz bir seyirci olarak kalmakt›r. Ostrovski, Sovyet Edebiyat›’n› ve bütün Sovyet yazarlar›n› tan›yabilmek için inatç› bir çabayla sürekli okur. Eskiden beri kitaplara karfl› var olan açl›¤›n›, yatalak oldu¤u bu dönemde doyas›ya gidermeye çal›fl›r. Bu dönemde Sovyet yazarlar›n›n görevlerinden biri ve en önemlisi de, insanlar›n kafas›ndaki eski kapitalist toplumun kal›nt›lar›n› temizlemek ve yeni sosyalist toplumun yaratt›¤› yeni sosyalist insan›n, fedakârl›k, kahramanl›k, dürüstlük, halka ve vatana ba¤l›, cüretli ve mücadelenin en önünde olmak gibi erdemlerini görmesini sa¤lamakt›r. Ostrovski, böyle kitaplar› da “…yaln›zca ön saflarda yürüyen, mücadelenin atefliyle tutuflan, her yenilgide kalbi kanayan, her zaferde halk›m›zla birlikte mutlu olan birisi-ancak o, heyecanland›r›c› ve gerçekçi bir kitap yazabilir…” (Selam Yaflam Atefli/syf: 50) derken, Sovyet yazarlar›n›n üzerine düflen o büyük sorumlulu¤u hangi koflullarda ancak yerine getirebilece¤ini çok aç›k bir dille ortaya koyar. Sovyet yazarlar›n›n, babalar›yla birlikte y›llarca cepheden cepheye vatan›n her kar›fl topra¤›n› dolaflm›fl ve flimdi de sosyalizmin inflas› için sonsuz bir sab›r ve emekle çal›flan fedakar genç insanlar› anlatmas› onur vericidir. Çünkü bu insanlar cesur ve dürüst, kahramand›rlar. Ostrovski, Sovyet Edebiyat›’nda böyle karakterlerin (genç emek kahramanlar›) çok az oldu¤unu söyler. Ard›ndan da “Hayat›m›z kitaplar›m›zdan daha kahramancad›r” diye ekler. (Selam Yaflam Atefli syf 42) 324


19 Haziran 1936’da Sovyet Edebiyat›n›n Proleter Temsilcisi ve Sovyet Yazarlar Birli¤i’nin ilk Baflkan› Maksim Gorki ölür. Gorki’nin ölümü, Ostrovski’yi çok derinden etkiler ve bundan büyük üzüntü duyar. Gorki’nin ölümünün ard›ndan “… Onsuz yetim kald›k…” der. (Selam Yaflam Atefli/syf: 225) Maksim Gorki, edebiyatta basitli¤e, vasatl›¤a ve baya¤›l›¤a karfl› ac›mas›z savafl açan sosyalist-gerçekçi bir yazard›r. Gorki’nin ölümüyle, yeni Sovyet toplumunda edebiyata yeni giren, içinde kendisinin de oldu¤u genç kufla¤›n yazarlar›na çok büyük bir sorumluluk düfltü¤ünün fark›ndad›r Ostrovski. Ve Maksim Gorki’nin bütün eserlerini, Sovyet edebiyat›na katt›klar›ndan ö¤renmek ve kendini daha da gelifltirmek için büyük bir çabayla okur. Sosyalist kültürün Sovyet toplumundaki ilk temsilcisi olan Maksim Gorki’nin yolunda, sosyalist bak›fl aç›s›yla Sovyet Edebiyat›’nda, yaratt›¤¤ yeni karakterle ve yeni tarzla Sovyet Edebiyat›’n›n yeni ustalar›ndan olan Ostrovski de ilerler. Sovyet Edebiyat›’na Genç Komünistler Birli¤i’nin saflar›ndan gelen Ostrovski, zamanla yar›fl›rcas›na aral›ks›z çal›flarak yazmay› hedefledi¤i eserleri ve yapmay› planlad›¤› bütün ifllerini bir an önce bitirmek ister, çünkü ölümle yaflam aras›ndaki o ince çizginin üzerinde gidip geldi¤ini fark eder. Her geçen gün sa¤l›¤› daha da kötüye gider. “Yaflamak için acele etmeliyim- bunu hat›rlay›n! ‹yi bir savafl at› gibi, yaflam beni terk etmeden önce hedefe ulaflmak için yar›fl ediyorum (…) bütün geçmiflin yeniden bana ait oldu¤unu hissetmekten dolay› mutluyum- mücadele ve emek, infla çal›flmam›za kat›l›m, zafer sevinci, baflar›s›zl›klar›n ac›s›. Mutluluk bu de¤il mi? …” (Selam Yaflam Atefli/syf: 200) Bunun için h›zla yazmay› planlad›¤› kitab›n›n üzerinde çal›flmaya bafllar. Bu kitap Ekim devrimi sonras› olan genç kufla¤a içinde yaflad›¤› bu mutlu günlere nas›l gelindi¤ini, düflmanlar›n›n kimler oldu¤unu ve vatan topra¤›n›n her koflulda savunulmas› için çok güçlü nedenlere sahip olduklar›n› göstermek istedi¤i, iç savafl y›llar›n›, tarihi ak›fl› içinde anlataca¤› bir kitap olacakt›r. Bu roman›n ismi Kas›rga Çocuklar› (F›rt›na Çocuklar›)’d›r. Bu roman› yazabilmek için iç savafl y›llar› ve sonras›yla ilgili belgelere ihtiyaç du325


yar. ‹ç savafl belgeleriyle ilgili materyalleri incelemek için Moskova’ya gider. Ayr›ca K›z›lordu Genelkurmay› ve ‹ç Savafl Tarihi Yay›n Kurulu da, anlataca¤› tarihi kesitle ilgili her türlü yard›m› yapar. Ostrovski, F›rt›na Çocuklar›’yla ilgili roman›n›n çal›flmalar›na 1934’te bafllar. Ve F›rt›na Çocuklar›’n› yazmaya bafllad›¤›nda; “… bugün bir yazar gibi yazmaya bafllad›m (…) hayatta karfl›laflmad›¤›m karakterler yaratarak, asla kat›lmad›¤›m olaylar› betimleyerek…” (Selam Yaflam Atefli / syf: 65) fleklinde kendini ifade eder. F›rt›na Çocuklar›’n›n hikâyesi Ukrayna’n›n bir bölgesinde geçer. Sovyet topraklar›ndaki iç savafl y›llar›, 1918’in sonlar›, 1919’da Alman birliklerinin tahliye edilmesi ve iflçi s›n›f›yla köylülerin, Polonyal› toprak sahipleri ve burjuvaziye karfl› yürüttü¤ü çetin mücadeleyi anlatan bir romand›r. Ostrovski, F›rt›na Çocuklar›’n›n ilk kitab›n› iki buçuk y›ll›k bir çal›flmayla ölümünden birkaç gün önce bitirir. Asl›nda düflündü¤ü roman, bir bütün olarak üç kitaptan oluflur. Ama ölümüyle birlikte geride ikinci ve üçüncü kitaba dair baz› çal›flma taslaklar› ve bafllang›çlar kal›r. Ama son an›na kadar hep üç kitab› da bitirme iste¤i a¤›r basar: “Kalbimin derinlerinden, kitaplar›n üçünü Ekim Devrimi’nin yirminci y›ldönümüne kadar bitirmeyi umuyorum. Ancak ne yaz›k ki, bunun için söz veremem, çünkü bir Bolflevik verdi¤i sözü tutmal›. Ve benim kallefl sa¤l›¤›m›n, verebilece¤im herhangi bir tarihi iptal etmesi her zaman olas›. O halde, e¤er umutlar›m gerçekleflirse, bunun mutlulu¤u daha büyük olur.” (Selam Yaflam Atefli/syf: 84-85) Bunun yan› s›ra Nikolay Ostrovski’nin annesine, dostlar›na gönderdi¤i mektuplardan, makaleler, konuflmalar ve röportajlardan oluflan “Selam Yaflam Atefli” isimli bir kitab› da yay›mlan›r. Kitab›n içindeki bütün anlat›mlara, materyallere bir arada bak›ld›¤›nda, Ostrovski’nin yaflam›nda ve kiflili¤indeki yeni insan›n erdemlerine ait güzelliklerin canl› bir belgesi görülür. Asl›nda makaleler ve mektuplardan oluflan bu kitap, Ostrovski’nin daha baflka flekilde yazabilmek için yaflayamad›¤› hikayesinin verece¤i mesaj›, bu haliyle de vermifltir. Ostrovski’nin, ölüme en yak›n oldu¤u anda, kafas›ndaki tek düflüncesi Madrid halk›n›n faflizme karfl› direniflidir. Komsomolskaya Pravda bürola326


r›na telefon ederek “Madrid direniyor mu?” diye sorar. O anda Madrid, Franko faflizmi taraf›ndan kuflat›lm›flt›r. Madrid’in direndi¤ini duyan Ostrovski nefleyle ba¤›r›r: “Aferin onlara! O halde ben de direnmeliyim.” (Selam Yaflam Atefli/syf: 23). Kendini halk›n hakl› mücadelesinden koparmayan ve bütün enerjisini, gücünü dünyadaki en anlaml› fley; kahramanl›klarla dolu komünizm davas›na adanm›fl onurlu bir yaflamd›r, karfl›m›zda duran. Devrimci yazar Ostrovski’nin ölmeden önce yazmak istedi¤i baflka eserler de vard›r. ‹lk eseri olan “Çelik Böyle Sertleflti”nin üçüncü ve son kitab›n› da, roman›n kahraman› olan “Korçagin’in Mutlulu¤u” ismiyle yazmak istemifltir. Ayr›ca yazmay› düflündü¤ü bir de çocuk hikayesi vard›r. Ard›ndan bilim-kurgu denemesi üzerinde de çal›flmay› planlar. Neredeyse yaflad›¤› son güne kadar çal›flan Sovyet yazar› Nikolay Ostrovski, 22 Aral›k 1936’da, 32 yafl›ndayken Moskova’da ölür. Ve yaflam›, mücadelesi, kiflili¤i ve kültürüyle Sovyet ve Dünya Edebiyat›’na zengin bir materyal ve içerik kazand›r›r. Bunu sa¤layan da Sovyet topraklar›ndaki sosyalist yeni toplumun içinde yetiflip, büyüyen sosyalist kültürle donanm›fl genç yeni insanlardaki erdemlerdir. Ostrovski’yi ve eserlerini birçok yazardan farkl› k›lan da, içinde bulundu¤u toplumun yaratt›¤› kahramanlar›n, kitap sayfalar›ndan tekrardan hayat›n içine dönerek yaflam›n gerçe¤ini ifade etmesidir. Bu öyle bir gerçektir ki, ancak örgütlü, ortak mücadelenin her türden sorunun üstesinden gelme gücü verdi¤ini hem kör hem de yatalak olan komünist yazar Ostrovski’de görmek mümkündür. Ancak bu durumuna, büyük komünizm davas›na inanç ve ba¤l›l›¤› olmasa dayanamayaca¤›n› ifade eder. Yani Ostrovski’nin en büyük gücü, insanl›¤› gelecek güzel günlere götürecek olan komünizm davas›na olan ba¤l›l›¤›d›r. Tepeden t›rna¤a gerçek bir komünist olan Ostrovski, tam da o güne kadar yapt›¤› programl› çal›flmalar›n, araflt›rmalar›n, çabalar›n ve eme¤inin karfl›l›¤› olan yarat›c› ve zengin ürünlerini Sovyet ve Dünya Edebiyat›’na katacakken aram›zdan ayr›l›r. Ama bugün de Genç Komünistler Birli¤i’nden yazarl›¤a geçen Ostrovski’nin hayata dair ne varsa onu canl› ve somut sözlerle anlatt›¤› çok güzel kitaplar› vard›r. Ostrovski’nin de anlatmaya çal›flt›¤› gibi, bir yazar›n görmek isteyece¤i en müthifl fley, eserlerinin kendisi öldükten 327


sonra da bütün insanl›¤a, bütün dünya emekçi halklar›na hizmet edebilecek nitelikte ve zenginlikte olmas›d›r. Ve bugünden geçmifle uzand›¤›m›zda, emek kahramanlar›ndan sosyalist yazar Nikolay Ostrovski, yaflad›¤› hayat ve yapt›¤› çal›flmalarla bu anlaml› sonuca ulaflm›flt›r. Nikolay Ostrovski, Sovyet ve Dünya Edebiyat›’nda sosyalist gerçekçili¤in köfle tafl› olarak tarihe ad›n› yazd›r›r. KAYNAKLAR: 1- Selam Yaflam Atefli ( Nikolay Ostrovski) 2- Çelik Böyle Sertleflti 1-2 ( Nikolay Ostrovski) 3- Kas›rga Çocuklar› ( Nikolay Ostrovski) 4- Eserler Cilt–15 (J.V Stalin) (B‹TT‹)

328


ANADOLULU SÜRGÜN B‹R YÜREK: D‹DO SOT‹R‹OU Senem Özdemir Mart 2007

Ça¤dafl Yunan Edebiyat›’n›n en önemli yazarlar›ndan biri olan Dido Sotiriou, gerek yazd›¤› romanlar, gerekse mücadeleci kiflili¤i ile Yunan halk›n›n kalbinde önemli yer edinmifl bir ayd›n ve yazard›r. Ayd›n’›n fiirince ilçesinde 1909 y›l›nda bafllayan hayat yolculu¤unda birçok ac›, s›k›nt›, savafl, ihanet gördü. Zengin bir ailenin befl çocu¤undan biri olan Sotiriou’nun babas›, Ayd›n’da sabun fabrikas› olan bir tüccard›. Yunanl›lar›n Anadolu’yu iflgaline kadar babas›n›n iflleri yolunda gitti. Fakat iflgal y›llar›yla birlikte aile, içinde bulundu¤u ekonomik zorluklardan dolay› ‹zmir’e tafl›nmak zorunda kald›. Yunan iflgalini izleyen Kurtulufl Sa329


vafl› y›llar›nda Anadolu’da yaflayan birçok Rum gibi, Dido’nun ailesinin de kaderi de¤iflti. O zamana kadar Anadolu’da dostluk ve kardefllik içinde hep beraber yaflam›fl iki halk› birbirine k›rd›ran emperyalistler, milyonlarca insan›n yerlerinden sökülüp göç etmesinin de en büyük sorumlusuydu. Anadolu’dan göçen Rumlar›n içerisinde Sotiriou da vard›. O zaman ailesi geçim s›k›nt›s›nda oldu¤undan dolay› Sotiriou’nun bak›m›n› teyzesine verdiler. Sotiriou, Yunanistan’a göç ederken ailesi bir süre sonra göç edebildi. Yazar bu konuda bir röportaj›nda flunlar› söylemifltir: ‘‘Off, off! Çok kötüydü. Gözlerimden akan yafl› tutam›yordum. Gemi yavafl yavafl limandan uzaklafl›rken a¤l›yordum. Hiç ayr›lmak istememifltim. Ama annem ve babam beni sonunda ikna etmifllerdi. Sonra hep geride b›rakt›¤›m›z evimizi, ‹zmir’i özledim...’’ Yunanistan’a göç etmek kurtulufl olmad› insanlar için. Çünkü onlar için art›k yoksulluk, afla¤›lanma ve s›¤›nmac› olman›n getirdi¤i zor koflullar vard›. Yunanistan’da yaflayan insanlar bu kadar büyük göç dalgas›n› kabul etmek istemediler çünkü Anadolu’dan yaklafl›k bir milyon insan göç etmek zorunda kalm›flt›. Yazar›n yay›mlanan ilk kitab› olan Ölüler Bekler (1959) isimli otobiyografik nitelikteki kitapta, küçük bir k›z çocu¤unun gözünden Yunan iflgali, ard›ndan Türklerin Yunanl›lar› yenmesiyle birlikte milyonlarca Rum’un göç edifli anlat›l›r. Bu kitapta anlat›lanlar Sotiriou’nun ailesinin hikâyesidir asl›nda. Yazar, ilerleyen y›llarda Atina’da Frans›z Dili ve Edebiyat› okudu. Daha sonra matematik profesörü Plato Sotiriou ile evlendi ve Fransa’ya yerleflti. Yüksek ö¤renimine Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde devam etti. Yunan gazetelerinin Paris muhabirli¤ini yaparak yazarl›k kariyerine bafllad›. Fransa’da sol ve feminizm ile ilgili düflünceleri flekillenmeye bafllad› ve yine burada ünlü yazarlar Andre Malraux, Andre Gide ve Louis Aragon ile tan›flt›. 1930’lu y›llar›n ortas›nda Yunanistan, Metaksas diktatörlü¤ü alt›nda zulmü 330


ve bask›y› yaflarken, Dido Yunanistan Komünist Partisi’ne girdi ve mücadelesine bu flekilde devam etti. 1945’te Alman iflgali s›ras›nda yeralt› bas›n›nda çal›flt› ve direnifl hareketine kat›ld›. Bu mücadelesi s›ras›nda ölümle burun buruna geldi ve kurfluna dizilmekten son anda kurtuldu. Dido, iç savafl y›llar›nda partiye yöneltti¤i elefltirilerden dolay› partiden uzaklaflt›r›ld›. Bu dönemleri de “Buyruk” isimli roman›nda ölümsüzlefltirdi. Bu roman, Alman iflgalini ve iç savafl› da anlatmakla birlikte, as›l olarak Yunan Komünist Partisi önderlerinden Nikos Beloyannis ve arkadafllar›n›n yarg›lanma sürecini anlat›r. Nikos Beloyannis, Dido Sotiriou’nun k›z kardeflinin eflidir. Nikos Beloyannis mahkeme s›ras›nda elinde tafl›d›¤› karanfille tüm dünyada bir simge haline geldi. Pablo Picasso taraf›ndan resmedilmifl, Naz›m Hikmet taraf›ndan da fliire dökülmüfltür. “Karanfilli Adam Seher karanl›¤›nda, projektörlerin ›fl›¤›nda, kurfluna dizilen beyaz karanfilli adam›n foto¤raf› duruyor üstünde masam›n. Sa¤ eli tutuyor karanfili bir ›fl›k parças› gibi Yunan denizinden. Karanfilli adam a¤›r kara kafllar›n›n alt›ndan bak›yor cesur çocuk gözleriyle, hilesiz bak›yor. Türküler ancak böylesine hilesizdir ve ancak komünistler and içer böylesine hilesiz. Diflleri bembeyaz: gülüyor Beloyannis. Ve elindeki karanfil, bu yi¤it, bu rezil günlerde söyledi¤i sözlerden biri gibi insanlara... Mahkemede çekildi bu foto¤raf. ‹dam karar›ndan sonra…”

331


Naz›m Hikmet ayn› zamanda enternasyonal dayan›flman›n güzel bir örne¤ini göstererek, Yunan halk›na bir mesaj gönderdi. Buyruk isimli kitapta bu mesaja da yer verilmifltir: “Sana sesleniyorum Yunan ulusu! Sizlere sesleniyorum Yunanl› kardefllerim. P›r›l p›r›l bir çocu¤unuz, Beloyannis’in hayat› tehlikede. Bu insan sadece sizin onurunuzun simgesi de¤il, bütün ilerici dünyan›n sembolüdür. fiu anda mesaj›m› dinleyen Yunanl›lar aras›nda Nikos Beloyannis’in politik ve sosyal inançlar›na inanmayanlar bulunabilir. Ama fluna inan›yorum ki, Yunanistanl› her vatandafl›n, cesaretin, namusun, inanc›n, sevginin de¤erini bilen herkesin, bu yi¤idin ölümle yarg›lanmas› s›ras›ndaki, ilkelerini savunma biçimine hayranl›k duymamas› olanaks›zd›r. Ba¤›ms›zl›k mücadeleleri s›ras›nda Yunan halk› birçok yi¤it yetifltirmifltir. Bu yi¤itler kimseye boyun e¤memifl ve davran›fllar›yla, aç›k yüreklilikleriyle, eylemleriyle, Sokrates’in uygulad›¤› protesto biçiminden daha baflka protesto biçimleri de olabilece¤ini ispatlam›fllard›r. Bu ulusal yi¤itler aras›nda Beloyannis de yerini alm›flt›r. fiayet Beloyannis’i katlederlerse, sadece Yunanistan gerçek bir yi¤idini, mükemmel bir insan›n› yitirmekle kalmayacak, bütün insanl›k, cesaretin namusun sembolü olan bir savaflç›s›n› yitirecektir. Beloyannis, cellâtlar›ndan ba¤›fllanmas›n› asla istememifltir. Ama bir gün gelecek onu katledenler, Yunan ulusunca ba¤›fllanmalar› için yalvar›p yakaracaklard›r. Yunanl› kardefllerim, halk›m›n duygular›n›, bir Türk ve halk›n›n bir ozan› olarak, Türkiye’nin bugünkü baflbakanlar›ndan çok daha iyi bir biçimde ancak ben dile getirebilirim. Gelin Nikos Beloyannis’i kurtaral›m. Yunanistan için kurtaral›m, Türkiye için kurtaral›m, bütün dünya için kurtaral›m.” Bu davada Sotiriou’nun k›z kardefli de yarg›land›. Bu dava uluslararas› kamuoyunda önemli yer iflgal etti ve bütün dünya da tepki gösterdi, bu haks›z yarg›lanmaya. Dido Sotiriou, kardefli ve efli Nikos Beloyannis’in tutsak düflmesiyle birlikte onlar› kurtarmak için büyük bir mücadele verdi. Dava sonucunda Nikos Beloyannis ve üç arkadafl› kurfluna dizildi. Karde332


fli ise 16 y›la mahkûm oldu. Kardeflinin küçük bebe¤ine bundan sonra Dido Sotiriou bakt›. Buyruk isimli kitapta ayn› zamanda Yunan Komünist Partisi’nin, Yunan halk›na ihanet ederek, onu masa bafl›nda imzalad›¤› anlaflmayla nas›l satt›¤› da anlat›l›r. Önemli bir güce sahip olan Yunan Komünist Partisi iktidara çok yak›n olmas›na ra¤men, teslimiyetçi ve ML bak›fl aç›s›ndan yoksun bir politikayla iktidar› ‹ngilizlere ve iflbirlikçilerine b›rakt›. Bundan sonra ise faflizm güçlendi ve komünistler için bir sürek av› bafllat›ld›. ‹nsanlar tutukland›, iflkencelerden geçirildi ve idama mahkûm edildi. K›sacas› Yunan Komünist Partisi’nin yanl›fl kararlar›n›n bedelini Yunan halk› a¤›r bir biçimde ödedi. Her fleye ra¤men Yunan halk› kararl› bir biçimde direndi ve kendisine dayat›lan teslimiyet politikalar›na boyun e¤medi. “Kiflinin kendini tümüyle devrime adamas› yi¤itlik de¤ildir. Bu bir yaflam biçimi, tarihsel bir zorunluluktur. Kifli güzel olan yaflam› sever do¤al olarak, ama baflkalar›n›n yaflam›n› da düflünür, bu yüzden ölümü göze almas›n› bilir. Bir ülkü u¤runa savaflan için, kiflisel ç›kar, yaflam›n›n temel amac› olamaz.” Yazar›n ilk kitab›, 1947 y›l›nda yazd›¤›, Akdeniz’deki Amerikan emperyalizmi üzerine bir çal›flmayd›. Fakat bu sansürlendi ve 1975 y›l›na kadar yay›mlanmad›. 1961 y›l›nda Elektra isimli kitab› yay›mland›. Bu kitapta da gerçekleri yal›n bir dille, kad›n kahraman› Elektra’n›n yaflad›klar›yla anlatt›. “Benden Selam Söyle” adl› roman› 1962 y›l›nda yay›mland› ve gerek Türkiye, gerek Yunanistan’da büyük ilgi gördü. Bu kitapta Anadolulu Rum köylüsü Manoli’nin hayat›ndan yola ç›karak birbirine düflman edilen ve k›rd›r›lan halklar›n hikâyesini anlatt›. Birinci Paylafl›m Savafl›’n›n bafllamas›yla birlikte Osmanl› devletinde askere al›nan az›nl›k halk, Amele Taburu ad› verilen taburlarda çok kötü koflullarda yaflamak zorunda b›rak›ld› ve birço¤u da hastal›klardan dolay› öldü. Manoli buradan kaçarak kurtuldu ve Kurtulufl Savafl› s›ras›nda ise Yunan 333


ordusunda yer ald›. En sonunda, ‹zmir’in Türkler taraf›ndan tekrar al›nmas›yla birlikte, milyonlarca Rum gibi, “Küçük Asya”y› terk ederek Yunanistan’a kaçmak zorunda kald›. Bu kitapta y›llar boyunca kardeflçe bir arada yaflayan halklar›n, emperyalizmin k›flk›rtmalar› ve kullanmalar› sonucu birbirlerine düflman edilmeleri yal›n ve çarp›c› bir flekilde anlat›l›r. Kitab›n son cümlesinde flunlar söyler kitab›n kahraman› Manoli: “Anayurduma selam söyle benden, Kör Mehmed’in damad›. Benden selam söyle Anadolu’ya. Topra¤›n› kanla sulad›k diye bize garezlenmesin. Ve kardefli kardefle k›rd›ran cellatlar›n Allah bin belas›n› versin!” Ak›c› bir dilde yaz›lan bu kitap, okuyucuyu kolayl›kla içine çeker ve bir solukta okunur. Bu kitap Yunanistan’da “Kanl› Topraklar” ad›yla yay›mland› ve ilkokullarda bile okutuldu. Kitap 10 dile çevrildi. Yazar, “Neos Kosmos tis Ginekas” (Kad›n›n Yeni Dünyas›) Dergisi’nde muhabir; “Ginekia Drasi” (Kad›n Eylemi), “Komunistiki Epiteorisi” (Komünist Revüsü), “‹ Dromi tis ‹rinis” (Bar›fl›n Yollar›) ve “Avgi” (fiafak) dergilerinde yazar ve Rizospastis Gazetesi’nde yaz› iflleri müdürü olarak çal›flt›. Yunanistan’›n karanl›k y›llar› bitmedi ve 1970’li y›llarda utanç verici Albaylar Cuntas› dönemini yaflad›. Bu dönemde de mücadele eden, direnen birçok insan tutukland› ve iflkencelerden geçirildi. Tabii devrimci bir kiflili¤e sahip olan Sotiriou da tüm bunlardan nasibini ald›. O da tutukland›, iflkence gördü ve kitaplar› yasakland› bu dönemde. Dido Sotiriou, kitaplar›nda yaflad›¤› döneme tan›kl›k ederek gerçekleri tarafs›z bir flekilde anlatmaya çal›flt›. Bunu flu sözlerinden anlayabiliriz. “Topluma karfl› bir görevim var; o da, gerçe¤i söylemek.” Dido Sotiriou, çocuklar için de birçok kitap yazd›. Son kitab›, hapishanedeki bir adam› anlatan “Y›k›l›yoruz”dur (1982). Bunlar›n d›fl›nda tiyatro oyunlar›, incelemeler ve gençlere hitap eden risaleler yazd›. Eserleri birçok dile çevrildi. 1990 y›l›nda Yunanistan’da bir yazar için en önemli ödül olan Atina Akademisi Ödülü’ne lay›k görüldü. 334


‹ki ülke aras›ndaki bar›fla yapt›¤› katk›lardan dolay› Türkiye’de Abdi ‹pekçi Bar›fl Ödülü’nü ald›. Ayr›ca her sene halklar ve kültürler aras›ndaki iletiflimi kültürel farkl›l›klar arac›l›¤›yla güçlendiren Yunan ya da yabanc› yazarlar Dido Sotiriou Ödülü’ne lay›k görülür. Sotiriou halklar›n kardeflli¤ine inand› her zaman ve bunun için verdi¤i mücadeleyi ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Bu konuda flu sözleri söyledi: ‘‘Ben Türk ve Yunan halklar› aras›nda hiçbir sorun olmad›¤›na inan›yorum. Türkiye’yi benim kadar seven birçok insan var burada. Biz do¤du¤umuz ve yaflad›¤›m›z Anadolu’yu da çok seviyoruz. Ama o topraklar flimdi baflkalar›na ait. O topraklar› sevmemiz silaha sar›laca¤›m›z anlam›na gelmez. Ben bunu istemiyorum. Ben bar›fl istiyorum. Bak›n art›k herkes anlamal› ki, savafl bir e¤lence de¤ildir. Savafl korkunç bir olayd›r. Birçok insan dostça kardeflçe yaflayabilece¤imize inan›yor.’’ Yazar 23 Eylül 2004 tarihinde Atina’da vefat etti. Yazd›klar›yla, mücadelesiyle, yaflam biçimiyle Yunan ve Türk halklar›n›n kalbinde önemli bir yer edinmifl onurlu bir yazar ve ayd›nd›r Sotiriou. Romanlar›nda anlatt›¤› tarihsel gerçeklerle de yaflad›¤› dönemin tan›kl›¤›n› yapt› ve yaflanan ac›lar›n unutulmamas› ve ders al›nmas› için önemli bir rol üstlendi.!

335


336


KEMAL TAH‹R Senem Özdemir May›s 2007

Türk edebiyat›n›n çok tart›fl›lm›fl ve a¤›r elefltirilere maruz kalm›fl bir yazar›d›r Kemal Tahir. Romanlar›n›n de¤eri üzerindeki bir anlaflmazl›ktan çok, yazar›n ideolojik platformda ald›¤› tav›rdan kaynaklanm›flt›r bu elefltiriler. Anadolu insan›ndan, tarihi olaylara kadar çok çeflitli konular› iflledi¤i romanlar›yla Türk roman›na konu zenginli¤i katarak, tarihsel ve siyasal görüfllerini romanlar›nda iflledi. As›l ad› ‹smail Kemalettin Demir olan yazar, 1910 y›l›nda ‹stanbul’da dünyaya geldi. Babas›, II. Abdülhamit’in yaverlerinden olan bir deniz subay›yd›. Galatasaray Lisesi’nin 10. s›n›f›nda annesinin ölmesi üzerine hayat mücadelesine at›lmak zorunda kald› ve çeflitli ifllerde çal›flt›. Bu dönemde avukat kâtipli¤i, Zonguldak kömür iflletmelerinde ambar memurlu¤u yapt›. ‹stanbul’da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik, röportaj yazarl›¤›, çevirmenlik yapt›. Yedigün, Karikatür dergilerinde sayfa sekrete337


ri oldu. Karagöz gazetesinde baflyazarl›k, Tan gazetesinde yaz› iflleri müdürlü¤ü yapt›.1937 y›l›nda ilk efli Fatma ‹rfan Han›m ile evlendi. 1938 y›l›nda Naz›m Hikmet ve Hikmet K›v›lc›ml› gibi dönemin solcu ayd›nlar›yla beraber, donanmay› isyana teflvik etmek suçlamas›yla askeri mahkemece yarg›land› ve 15 y›l hapse mahkûm oldu. Çank›r›, Çorum, Nevflehir, Malatya ve K›rflehir hapishanelerinde 12 y›l yatt›ktan sonra 1950 y›l›nda ç›kan afla serbest kald›. 1935 - 1940 y›llar› aras›nda geçimini sa¤lamak için takma adlarla aflk ve serüven romanlar›, gülmece öyküleri, çeviriler, uyarlamalar yay›mlad›. Yazar olarak as›l kimli¤ini hapis yatt›¤› y›llarda oluflturdu. Anadolu köylüsünü ve sorunlar›n› içten tan›ma olana¤› buldu¤u bu y›llar›, romanlar› için malzeme toplayarak, not tutarak, düflüncelerini temellendirecek okuma ve araflt›rmalar yaparak geçirdi. Hapishane yaflam›n›n ard›ndan ‹stanbul'a döndü ve ‹zmir Ticaret gazetesinin ‹stanbul temsilcili¤i görevinde bulundu. ‹kinci efli Semiha S›d›ka Han›m ile evlendi. Körduman,Bedri Eser, Samim Aflk›n, F. M. ‹kinci,Nurettin Demir, Ali G›c›rl› gibi takma isimlerle gazetelere tefrika aflk ve macera romanlar›, senaryolar yazd›, Frans›zca çeviriler yapt›. 6-7 Eylül olaylar› s›ras›nda tutukland› ve 6 ay Harbiye Hapishanesi’nde kald›. Hapishaneden ç›kt›ktan sonra Aziz Nesin’le birlikte 14 ay kadar Düflün Yay›nevi’ni yönetti. Maddi zorluk içinde bulundu¤u dönemlerde serüven roman› olan Mike Hammer serisi romanlar›n›n çevirisini yapt› ve bu seriye kendi yazd›¤› yeni romanlar ekledi. 1960’tan sonra kendisini tümüyle edebiyata adad› ve hayat›n› romanlar›ndan kazand›¤› parayla sürdürdü. Eserleri: Sanat hayat›na ilk olarak fliirle bafllayan Kemal Tahir’in ilk fliirleri 1931 y›l›nda ‹çtihad isimli dergide yay›mland›. Bafllang›çta fliirlerini hece ölçüsüyle yazd›. Naz›m Hikmet’le arkadafl olduktan sonra serbest ölçüye geçti. 338


1938-1939’da Ses’te ç›kan sosyal temal› fliirlerinden sonra fliir yazmad›. ‹lk olarak Tan gazetesinde tefrika olarak yay›nlanan Göl ‹nsanlar› isimli uzun öyküsü 1955 y›l›nda kitap olarak yay›mland›. Bu sene ayn› zamanda ilk roman kitab› olan Sa¤›rdere yay›mland›. 1957 y›l›nda Körduman isimli roman› yay›mland›. Müsveddeleri hapishanede yaz›lan bu kitaplarda Orta Anadolu köy yaflam›n› gerçekçi ve gözlemci bir bak›fl aç›s›yla anlatt›. Bu romanlar›n müsveddelerini okuyan Naz›m Hikmet ona övgü dolu mektuplar yazarak “Fakir ve zengin köylü münasebetlerinin, derebeylik bakayas›, s›n›f ve tabaka çat›flmalar›n›n eksikli¤i”ni hissetti¤ini ifade etti, yeni pasajlar yaz›p bu eksikli¤i gidermesini önerdi. fiehir romanlar› dizisinin ilk kitab› olan “Esir fiehrin ‹nsanlar›”, 1956 y›l›nda bas›ld›. Kemal Tahir, bu romanda mütareke döneminde ‹stanbul’daki ayd›nlar›n gözünden mücadele ve Anadolu’daki direniflin örgütlenmesini anlatt›. Dizinin di¤er bir kitab› ise 1961’de bas›ld›. Burada, birinci kitaptaki kahraman olan Osmanl› paflazadelerinden Kamil Bey’in hapishaneye girmesiyle birlikte geçirdi¤i dönüflüm ve fark›na vard›¤› insan ve Anadolu gerçekli¤i anlat›l›r. Dizinin son kitab› Yol Ayr›m›’nda 1930’lu y›llarda yeni kurulmufl olan cumhuriyetin yaflad›¤› sanc›lar ve Serbest F›rka dönemi vard›r. Kemal Tahir, ilk yazd›¤› kitaplarda Türk köylüsünü ve toprak yap›s›n› ifllerken, zamanla yönünü yak›n Türk tarihine döndürdü. “Kurt Kanunu” isimli kitab›nda Atatürk’e düzenlenmek istenen ‹zmir suikast›n›; “Rahmet Yollar› Kesti” ve “Yedi Ç›nar Yaylas›” isimli kitaplar›nda cumhuriyetin bafllar›nda a¤al›k ve eflk›yal›k konular›n›; “Yorgun Savaflç›”da Anadolu'daki bafls›z, öndersiz ulusal güçlerin birleflip Ulusal Kurtulufl Savafl›'na bafllamas›na kadar geçen dönemi; “Bozk›rdaki Çekirdek”te de Köy Enstitüleri’ni iflledi. Rahmet Yollar› Kesti, edebiyat çevrelerinde genifl yank› uyand›ran ilk roman›d›r. Bu roman, Yaflar Kemal’in ‹nce Memed isimli roman›n›n büyük bir ilgi ile karfl›land›¤› bir dönemde yaz›ld›. Fakat bu romanda ‹nce Memed gibi devlete baflkald›ran eflk›yal›ktan yana olmak yerine, devletten yana bir 339


tutum izledi Kemal Tahir. Bu romanda eflk›yan›n devlet gücü karfl›s›nda yenilmeye mahkûm olaca¤›n› anlatt›. Kemal Tahir, Metin Erksan, At›f Y›lmaz ve Halit Refi¤ ile senaryo çal›flmalar› da yapt›. Eserlerinden baz›lar› film ve dizi olarak çekildi. Bunlardan en meflhuru ise Kar›lar Ko¤uflu isimli eseridir. Dili kullanmadaki ustal›¤›na mutlaka de¤inmek gerekir. Kitaplar›ndaki her karakter kendine has bir konuflma flekline sahiptir. Anadolu insan›n› yöresel a¤z›yla konuflturmas›n› ustaca becerdi. “Bu ak›n haz›rl›¤›n› Pir Elvan’dan de¤il de, roman›n anlat›c›s›ndan dinleseydik, kuru, büyük bir olas›l›kla kifliliksiz bir anlat› olur ve okurun ilgisi ak›n olay›n›n kendisine, yani anlat›lana yönelirdi. Oysa bu yöntemde okurun ilgisini çeken yaln›zca anlat›lan olay de¤il, anlat›fl›n kendisi. Pir Elvan’›n canl›, alayl›, nefleli anlat›fl› onun kiflili¤ine ›fl›k tutarken, Kel Dervifl ile flakadan at›flmalar›, bahçedeki aktarma olay›n› tiyatro tekni¤ine uygun küçük bir güldürü sahnesine dönüfltürür.” Düflünceleri: Yazar, romanlar›na kendi politik görüflünü katt›¤›, insanlardan ve olaylardan çok bunlara yer verdi¤i için roman›n esteti¤ini bozdu¤u yönünde birçok elefltiri ald›. Berna Moran yukar›daki al›nt›da da görüldü¤ü gibi Kemal Tahir’in dili kullanmadaki ustal›¤›na de¤erini verirken “Kurt Kanunu” isimli roman›n› ise elefltirir. Roman› sadece estetik yönünden de¤erlendirmekle kalmaz, gerçekçi roman yazar› olarak gösterilen Kemal Tahir’in insan psikolojisine de ters düflmemesi gerekti¤ini söyler, bunu da romandaki al›nt›yla gösterir: “Kara Kemal, her an bas›lma tehlikesi alt›nda, ölümün nefesini enselerinde hissederken, Emin Bey’e tarih ve politika üzerine uzun nutuklar çeker. Kovalaman›n doruk noktas›nda Kemal Bey’in rahat rahat konuflabilmesi, Emin Bey’in de hayret ve merakla dinlemesi hem psikolojik bak›mdan inand›r›c› de¤ildir hem de gerilimi söndürür. Üstelik Kara Kemal’i, okurun ondan yana olmas›n› sa¤layan adam kimli¤inden ç›kar›p, tarih dersi veren bir ö¤retmen kimli¤ine büründürmekle romanda amaçlanan bir etkiyi zay›flat›r.” 340


Yazar›n en çok tart›flma yaratan kitab› ise Devlet Ana kitab› olmufltur. 1967 y›l›nda roman›n yay›mlanmas›ndan sonra sicilli bir komünist olarak bilinen ve o döneme kadar s›n›rl› sol bir çevre taraf›ndan ilgi gösterilen Kemal Tahir, solcu ayd›nlar taraf›ndan elefltiri ya¤muruna tutuldu. Tam tersine milliyetçi çevreler de Devlet Ana’daki görüfllerinden dolay› Kemal Tahir’e bir yak›nl›k göstermeye bafllad›lar. Buna karfl›n kendisine sempati gösteren milliyetçiler 12 Eylül askeri cunta döneminde Yorgun Savaflç› adl› roman›ndan uyarlanan dizinin Atatürk düflmanl›¤› iddias›yla yak›lmas›na ise seslerini bile ç›karmad›lar. Elefltirilmesinin sebebi ise, Osmanl› Devleti’nin kurulufl dönemini anlat›rkenki tarihsel geliflmeleri farkl› yorumlamas›yd›. Osmanl›’n›n kurulufl aflamas›nda Bizans tekfurlar›na savafl açmas›, topraklar›n› geniflletmesi öyle anlat›lm›fl ki, “Vay be ne büyük devletmifliz.” diyesi geliyor insan›n. Tahir, kendi düflüncesini yans›tarak, feodalizmden çok farkl› insanc›l bir düzen kuran Türkler’in devlet kurmadaki becerisi ve olaylar›n geliflmesini anlat›rken milli gururu okflayan bir içerikte yazm›fl, ak›nc› ve k›y›c› bir döneme güzellemeler yapm›fl. “Bence Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun kuruluflundaki ana unsur Osmanl› toplumunu meydana getiren insanlardaki devlet kuruculu¤u yatk›nl›¤› dehas›d›r.” diyerek övgüler dizmifl. Kitap için çok fazla araflt›rma inceleme yapt›¤›n› belirterek bu tespitlerinin do¤rulu¤unu ispatlamaya çal›flm›fl: “Biz ‘Devlet Ana’ da, iki ayl›k bir devreyi anlat›r›z. ‹ki ayl›k devrede toplad›¤›m›z fleylerin hiçbiri öyle kolayca tarih kitaplar›nda, ansiklopedilerde, makalelerde bulunur fleyler de¤illerdir. Hepsi, i¤neyle kuyu kazarcas›na elde edilmifl, yan yana getirilmifltir. Elimizde olsayd› belki daha da çok bilgi katard›k. Bulabildi¤imizin azamisini kulland›k. Bence kitab›m›za zarar vermedi, çünkü yetmedi. Tafsilat bence azd›r bile.” Herhangi bir burjuva ideologu üzerine konufluyor olsayd›k de¤inmeye gerek kalmazd› belki. Ancak Marksist oldu¤unu söyleyen Kemal Tahir, dönemin savafllar›n› kiflilerin iyilik ve kötülüklerine göre de¤erlendirerek, idealist bir bak›fl aç›s›yla yazm›fl. Mesela Bizans tekfuru Notus Gladyüs kötü bir karakter ve onun dolaplar› sonucu savafllar ç›k›yor. “Filatyos ve 341


Aya Nikolas feodal düzene imrendikleri için, Mo¤ol Çudaro¤lu para için, bir zamanlar Osman Bey’in dostu olan Rumanos ve Eskiflehir Sancak Bey’i Aliflar, kad›n tutkusu yüzünden; Keflifl Benito s›rf ortal›k kar›fls›n diye alçakça ifllere kalk›fl›rlar.” Yani ekonomik, politik, siyasi durumlar de¤il, bu kiflilerin kötülükleri sonucu savafllar ç›km›flt›r Devlet Ana roman›na göre ve tabii ki Kemal Tahir’e göre. Ayn› bak›fl aç›s›yla yaz›ld›¤› için ilk dönem romanlar›nda ele ald›¤› köy ve k›rsal kesimde, nesnel gerçeklik anlat›lmas›na ra¤men köylüde devrimci bir özellik aranmad› ve romanlar›nda köylü bir s›n›f çat›flmas›na sokulmad›. Çünkü O’na göre s›n›flar›n olmad›¤› bir Anadolu’da baflkald›r› imkâns›zd›r. Marksist ideolojiyi yerlilefltirerek Anadolu’ya uygun ulusal bir sol düflünce oluflturmaya çal›flt›. Çünkü Marksizm’in Do¤u toplumlar›n› aç›klamaya yeterli olmad›¤›n› ve Türk toplumuna uygun olmad›¤›n› düflünüyordu. Böylece ortaya ç›kard›¤› eserlerinde, Marksizm ile bat›l›laflman›n sonucu ortaya ç›kan cumhuriyet döneminin resmi tarihinin bir sentezi ortaya ç›kt› diyebiliriz. Görüfllerini ve eserlerini tart›fl›rken Kemal Tahir’in Türk edebiyat›nda önemli bir yeri oldu¤u gerçe¤ini atlamamak gerekir. Her ne kadar baz› görüfllerine kat›lmasak veya yanl›fl bulsak da, ele ald›¤› dönemleri aktarmadaki ustal›¤›yla gerçekçi bir yazard›r. Osmanl›’n›n kurulufl dönemi ya da Cumhuriyetin ilk y›llar›n›n anlat›ld›¤› romanlar›nda toplumun yaflam› çok gerçekçi anlat›lm›flt›r. Ak›c›, sürükleyici diliyle okuru romana ba¤lar. Ona göre roman yazar›, yans›tt›¤› toplumun olufl yasalar›n› incelemeli ve aç›klamal›d›r. Kemal Tahir, dönemin birçok kesimi taraf›ndan elefltirilse de ›srarla düflüncelerini savunmaya devam etti. Ve 1973 y›l›nda yine bir tart›flma s›ras›nda geçirdi¤i kalp krizi sonucu yaflam›n› yitirdi.! KAYNAKÇA: Bat› Aldatmac›l›¤› ve Putlara Karfl› KEMAL TAH‹R/ Hulusi Dosdo¤ru Türk Roman›na Elefltirel Bir Bak›fl II / Berna Moran (‹letiflim Yay›nlar›)

342


KEMAL TAH‹R'E MEKTUP “Malatya” diyorum, senin çat›k kafllar›ndan baflka bir fley gelmiyor akl›ma. Bursa'da kapl›calar Amasya'da elma Diyarbak›r'da karpuz ve akrep. Fakat senin oran›n, Malatya'n›n nesi meflhurdur, yemifllerinden ve böceklerinden hangisi, suyu mu, havas› m›? Düflün ki hapisanesi hakk›nda bile fikrim yok. Yaln›z : bir oda, bir tek penceresi var : çok yüksek olan tavana yak›n. Sen ordas›n dar ve uzun bir kavanozda küçük bir bal›k gibi... Teflbihim hofluna gitmeyebilir. Hele bu günlerde kendini kafeste arslana benzetiyorsundur. Hakl›s›n Kemal Tahir, emin ol ben de öyle, muhakkak ki arslan›z, flaka etmiyorum hatta daha dehfletli bir fley: insan›z... Hem de hangi tarihte, hangi s›n›ftan, malum... Lâkin demir kafesle kavanoz bahsinde ifl de¤iflmiyor, ikisi de bir, hele bu günlerde... — Bunu içerde rahat ve masun yatan bilir — ... Hele bu günlerde, Sar›yerli Emin Bey’in f›kralar›na gülmek, sevgili kitaplar›n ve domatesin lezzeti, tahtakurular›na ra¤men uyku — günde üç tatl› kafl›¤› Adonille de olsa — ve Tahir'in o¤lu Kemal hattâ mektup gelmesi senden ve hattâ ses duymak, dokunmak, görebilmek havan›n ›fl›¤›n›, kar›ma olan aflk›mdan baflka nefsimin herhangi bir rahatl›¤›n› affedemiyorum... 343


Fark›-hassasiyet? De¤il. Dö¤üflememek, bir mavzer kurflunu kadar olsun bilfiil do¤rudan do¤ruya... Ancak kavgada vurulan ac› duymaz ve kavga edebilmek hürriyetidir en mühimi hürriyetlerin. ‹çerim yan›yor, Kemal, d›flar›m serin... Anl›yorsun ya, zaten etti¤im lâf bizim lâflar›m›z›n herhangi biri: çok konuflulmufl ve konuflulmakta olan... fiimdi kim bilir kaç yerde, kaç insan, dizlerinde at›l ve çaresiz yatan ellerine küfredip ac›yarak bu lâflar› ediyor... Anl›yorsun ya, zarar yok, ben anlataca¤›m yine! Elden hiçbir fley gelmedi¤i zaman konuflup anlatman›n alçak tesellisi? Belki evet, belki hay›r... Hay›r öyle de¤il. Hangi teselli b›rak be dinini seversen b›rak... Bu, düpedüz, bafl›n önde, oldu¤un yerde dolanarak kükremek, bö¤ürüp ba¤›rmak, Kemal...

1941, Sonbahar. Naz›m Hikmet

344


345


‹Ç‹NDEK‹LER 1-N‹COLAS YONKOV VAPTSAROV / Mümine Mert Ocak 1980......................11 2-RIFAT ILGAZ / Tav›r Temmuz 1993...............................................................21 3-FREDER‹C JOL‹OT- CUR‹E / Tav›r Eylül 1996...............................................29 4-SERGE‹ M. E‹SENSTE‹N / Sefa Alt›n A¤ustos1998.......................................39 5-BERTOLT BRECHT / Tav›r Nisan 1998.........................................................55 6-ENVER GÖKÇE / Tav›r Ocak 1999................................................................87 7-RUHi SU / Tav›r Eylül 1999............................................................................93 8-NAZIM H‹KMET / Hikmet Akgül Haziran 1999.............................................109 9-ORHAN KEMAL / Tav›r Nisan 1999.............................................................123 10-HAL‹KARNAS BALIKÇISI / Tav›r Ocak 1999..............................................139 11-YILMAZ GÜNEY / Tav›r Temmuz 1999.................................................. ..153 12-A.KAD‹R / Tav›r Mart 2000........................................................................167 13-AfiIK MAHSUN‹ fiER‹F / Tav›r Eylül 2002...................................................177 14- ADNAN YÜCEL / Tav›r A¤ustos 2004......................................................183 15-JEAN PAUL SARTRE / Tav›r A¤ustos 2005...............................................189 16-FAK‹R BAYKURT / Ceren Kayal› Ekim 2005........................................... ..195 17-APE MUSA / Deniz Engin Eylül 2005.........................................................205 18-JOSE MART‹ / Tav›r Kas›m 2005...............................................................211 19-ORHAN VEL‹ / Ceren Kayal› Kas›m 2005...................................................221 346


20-ARTHUR M‹LLER / Ulafl Cengiz Mart 2005.............................................. 229 21-GEORGES POL‹TZER / Ümit Zafer Ocak 2006......................................... 233 22-SABAHATT‹N AL‹ / Hale Karadeniz Eylül 2006......................................... 237 23-fiARLO VE S‹YAH BEYAZ DÜfiLER‹ / Tav›r A¤ustos 2006........................ 249 24-JACK LONDON / Ceren Derya Ekim 2006................................................257 25-MAKS‹M GORK‹ / Sedef fiafak Kas›m 2006............................................. 269 26-AHMED AR‹F / Cemal Kanayazan Temmuz 2006......................................283 27-MEHMED UZUN / Demir Balkaya Aral›k 2007............................................295 28-ALBERT E‹NSTE‹N / Ümit Zafer Ekim 2007.............................................. 301 29-N‹KOLAY OSTROVSK‹ / Tav›r Ekim 2007 .................................................313 30-D‹DO SOT‹R‹OU / Senem Özdemir Mart 2007.......................................... 329 31-KEMAL TAH‹R / Senem Özdemir May›s 2007........................................... 337

347


348


kapaklar

12/16/10

10:48 PM

Page 4


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.