MERMER VE AYDINLIK HACİMLER: TAPESTRY MÜZESİ MARBLE AND BRIGHT SPACES: TAPESTRY MUSEUM TÜRK İSLAM ESERLERİ MÜZESİ TURKISH AND ISLAMIC ARTS MUSEUM SUMMA GENEL MERKEZ BİNASI SUMMA HEADQUARTERS BUILDING BLAIBACH KONSER SALONU BLAIBACH CONCERT HALL
LEYLA GENCER OPERA VE SANAT MERKEZİ LEYLA GENCER OPERA AND ART CENTER
MİMARİ, İÇ MİMARİ, SANAT VE DOĞAL TAŞ DERGİSİ ARCHITECTURE, INTERIOR DESIGN, ART AND NATURAL STONE MAGAZINE
MART-NİSAN 2015 / MARCH-APRIL 2015
BAŞLARKEN / INTRODUCTION BAŞKAN’IN MESAJI / MESSAGE FROM THE PRESIDENT • 04 EDİTÖRDEN / EDITORIAL • 05 HABERLER & ETKİNLİKLER / NEWS & EVENTS • 06 SEKTÖRDEN / SECTORAL NEWS İMİB, MERMERDEKI KOTA SORUNUNU HINDISTAN PARLAMENTOSU’NA TAŞIYOR / IMIB CARRIES THE QUOTA PROBLEM ON MARBLE TO THE INDIAN PARLIAMENT • 46 MİMARİ / ARCHITECTURE KAPAK KONUSU / COVER STORY: LEYLA GENCER OPERA VE SANAT MERKEZİ / LEYLA GENCER OPERA AND ART CENTER • 48 MERMER VE AYDINLIK HACIMLER: TAPESTRY MÜZESİ / MARBLE AND BRIGHT SPACES: TAPESTRY MUSEUM • 58 SUMMA GENEL MERKEZ BİNASI / SUMMA HEADQUARTERS BUILDING • 62 BLAIBACH KONSER SALONU / BLAIBACH CONCERT HALL • 70 KAYSERİ TİCARET ODASI HİZMET BİNASI ULUSAL MİMARİ FİKİR YARIŞMASI PROJESİ / KAYSERİ CHAMBER OF COMMERCE SERVICE BUILDING NATIONAL ARCHITECTURAL IDEAS PROJECT COMPETITION • 78 SÖYLEŞİ / INTERVIEW HİPERARKAİK TEKTONİK / HYPERARCAIC TECTONIC: GÖKHAN KARAKUŞ • 86 İÇ MİMARİ / INTERIOR DESIGN TÜRK VE İSLAM ESERLERİ MÜZESİ / TURKISH AND ISLAMIC WORKS MUSEUM • 96 AMSTERDAM’IN KALBİNDE ESKİ BİR GARAJDAN GİZLİ BİR ORMANA / FROM AN OLD GARAGE, TO A HIDDEN FOREST AT THE HEART OF AMSTERDAM • 104 KÜÇÜK MEKÂNLARDA BÜYÜK KEYİFLER: NEW YORK’TA BİR DAİRE / BIG ENJOYMENT IN SMALL VENUES: AN APARTMENT IN NEW YORK • 108 SEKTÖREL SÖYLEŞİ / SECTORAL INTERVIEW MARMARA MERMERİ ÜZERİNE / ON MARMARA MARBLE: MUSTAFA DİNÇER • 112 DELTA MERMER YENİ YATIRIMLARIYLA İSTANBUL’DA / DELTA MERMER IN ISTANBUL WITH NEW PROJECTS • 116
48
62
86
104
70
78
108
112
96
başkan mesajı
chairman’s message
Ali Kahyaoğlu kahyaoglua@yahoo.com
Değerli Meslektaşlarım, Zor bir yıl bizi bekliyor. Bir taraftan Rusya krizi, diğer taraftan komşularımızda süregelen savaş ve terör. Bunun üzerine ilave olarak en önemli alıcımız olan Çin’deki talep azalması, hepimizi kötü etkiliyor. Hala çözemediğimiz 2012 yılı başbakanlık genelgesi bize bu yılın doğal taş sektörü açısından zor geçeceğini gösteriyor. Maden sektörü aslında yaşamın olmazsa olmazı durumundayken gerek çevre, gerek bürokratik engeller eklendiğinde gittikçe zor koşullar içine düşmüştür. Acilen sektörün toparlanmasına, birlikte hareket etmeye ve kamuoyu yaratmaya ihtiyacı vardır. Bunun için tüm birimlerin sektörün sorunlarını çözmek için gereken tedbirleri alması gerekmektedir. Saygılarımla,
Natura Yayın Kurulu Başkanı ve İstanbul Maden İhracatçılar Birliği adına Yönetim Kurulu Başkanı Chairman of Editorial Comittee ve İstanbul Mineral Exporters Association, CEO Ali Kahyaoğlu Yayın Kurulu Editorial Commitee Ali Kahyaoğlu Hasan Hüsnü Ayvacı Rüstem Çetinkaya Aydın Dinçer Yakup Sürmen Banu Sürmen Mutlu Öktem Genel Koordinatör General Coordinator Bülent Tatlıcan bulent@krmedya.com Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Editor in Chief Mehmet Nur Ulaş mehmet@krmedya.com Yayın Direktörü Editorial Director Heval Zeliha Yüksel Üçok yzeliha@yahoo.com Konular Editörü Features Editor Selin Biçer
My Dear Colleagues, A difficult year awaits us. On the one hand, the crisis in Russia; on the other hand, war and terror ongoing in our neighbours.In addition, the decrease in demand in China, our most important importer. The year 2012 Prime Ministry directive we still couldn’t resolve, demonstrates to us how difficult this year will be for the natural stone industry. When actually the sine qua non of life, the minerals industry has progressively come to a position of hard to endeavor with the environmental issues and also numerous bureaucratic obstacles. The industry urgently needs to recover, to act in concert and to create a favorable public opinion. To that end, all units must take the measures necessary for solving the problems of the industry. Sincerely,
Yardımcı Editör Associate Editor Yağmur Yıldırım Tasarım / Design Kare Tasarım Zeynep Karakoyun Tercüme / Translation Turan Aksoy Yönetim / Management Kare Tasarım Arabayolu Cad. No:11/A Tarabya/ Sarıyer- İstanbul 0212 262 07 66 www.krmedya.com Reklam / Advertisement reklam@krmedya.com Baskı / Publishing FRS Matbaacılık Mas- Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. 34 Bağcılar 34204 İstanbul Bize ulaşın / Contact us www.naturadergi.com info@krmedya.com
natura | 4
editörden
editorial
Sürekli ikonik yapılardan konuşulması artık hepimize normal geliyor. Eskiden Mısır’daki Piramitler, Paris’teki Eiffel Kulesi, Londra’daki köprü, Roma’daki Kolezyum, Barselona’daki Gaudi yapıları, İstanbul’un kubbeli camileri, Aya Sofya hafızalarımıza kazınan mimari ögelerken artık üzülerek şahit oluyoruz ki rezidanslar, AVM’ler, korunaklı siteler mimarinin ana konusunu oluşturuyor. Oysa görünürdeki popüler mimari, bugün alttan alta zihinlere pompalanan yapıların çok ötesinde, toplumların sosyolojik gelişimlerini anlatır aslında. Sayfalarımızı hazırlarken hep bu konuları sorgulayarak konu seçimi yapmaya çalışıyoruz. Tasarıma ve yerelliğe önem veriyoruz. Çünkü kötü örnekler normalleşmeye başlayınca artık geriye dönüşün olmadığı, çocukluktan itibaren hayata nüfuz eden içsel görgüye dayalı bir bilgi eksiği ortaya çıkmış oluyor. “Mimarlık” sadece tasarımdan ibaret değil elbette. Her sayı çok iyi mimarlıklarımız olduğunu yineliyoruz. Bu sayı yine iyi projelere yer verdik sayfalarımızda. Kapak konumuzu doğal taşın çokça kullanıldığı özgün bir projeden seçtik: Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi. Paris’teki Louvre Müzesi’nde açılan İslam Sanatları Galerisi’ni gördüğümüzde neden Türkiye’de böyle bir sergileme olmadığını düşünmüş ve üzülmüştük. Şimdi ise benzer bir modern sistem ile İslam sanatlarının sergilendiği bir merkez var artık: Türk İslam Eserleri Müzesi. Sizin için gezip, öyküsünü dinleyip, derledik. Mermer ile aydınlık hacimlerin buluştuğu Tapestry Müzesi yine ilginç bir örnek. Amsterdam’ın kalbinde eski bir garajdan gizli bir ormana dönüşen bir projeyi sizler için inceledik. Baharın gelmesi ile özellikle büyük şehirlerde etkinlikler artıyor. Sizlere yeni sergi haberlerini verirken zevkle hazırladık sayfaları. Zira sanatın yaygınlaşmasının toplumun her köşesine sirayet etmesini istediğimiz anlayışta çok büyük katkısı olduğu yadsınamaz. Bu alanda çalışma yapan herkese teşekkürü borç biliyoruz. Her sayımızda; popüler olandan ziyade modern zamanda doğal taşın kullanıldığı “iyi mimarlık” örneklerini sayfalarımıza taşımaya devam edeceğiz. Doğal taş malzemesinin özenle kullanıldığı projeleri bu sayıda da anlatmaya devam ettik. İyi mimarlık örneklerini huzurlarınıza getirmek konusundaki ısrarımızı yineleyip, yeni sayıda görüşmek üzere diyelim. Mimarinin dünyayı güzelleştirme çabasına destek olmak dileğiyle… Söz uçar, yazı kalır…
Mimar / Architect, Heval Zeliha Yüksel Üçok
Now we find it normal that iconic structures are talked about all the time. While the Pyramids in Egypt, Eiffel Tower in Paris, London Bridge, Coliseum in Rome, Gaudi buildings of Barcelona, The domed mosques of Istanbul and Saint Sophia were architectural elements embedded in our memories; now we witness unfortunately that luxury residences, shopping malls and sheltered complexes are the main topics of architecture. Yet, the apparent popular architecture well beyond the structures subliminally pumped into minds today, actually describes the sociological developments of societies. When preparing our pages, we strive to pick topics always questioning these points. We emphasize design and localness. Because when poor examples start to become normal; a lack of knowledge from which there is no return, based on subjective civility, penetrating life starting from childhood, comes alive.
Indeed “architecture” does not just mean design. We reiterate in our every issue that we have great architecture. Once again, we host good projects in this issue. We picked our cover theme from an original project where natural stone is used quite a lot: Leyla Gencer Opera and Art Center. When we saw the Islamic Arts Gallery that opened in Louvre, Paris, we had wondered and pitied why there was no such display in Turkey. However, now there is a center where Islamic arts are exhibited under a similar modern system: Turkish Islamic Works Museum. We toured it for you hearing and compiling its story. Another interesting example is the Tapestry Museum where marble and well lit spaces meet. We examined the project transforming from an old garage into a hidden forest at the heart of Amsterdam, for you. Arrival of spring means that the number of events increases especially in big cities. We put together our pages joyfully as we gave you the news of new exhibitions. It cannot be denied that the popularization of art is a great part of the perspective we wish to spread to each corner of society. We are grateful to everyone who works in this field. In our every issue, we will keep on bringing the examples of “good architecture”, where natural stone is used in modern times rather than what is popular, to our pages. We continued to talk about the projects where natural stone is used diligently in this issue as well. Let’s reiterate our persistence on bringing the examples of good architecture to you and say... “See you in the next issue”. Hoping to give support to architecture’s endeavor to make the world beautiful… Verba volant, scripta manent…
haberler | news
Ölümünün 50. Yılında “Le Corbusier Yılı” “The Year of Le Corbusier” in the 50th Anniversary of His Death
natura | 6
haberler | news
L
e Corbusier ismi ile bilinen, İsviçre kökenli Fransız Mimar Charles-Édouard Jeanneret (1887-1965), 20. yüzyıl mimarlığına ve şehir planlamasına damgasını vuran bir isim. İkon mimar, tasarımcı, heykeltıraş, ressam ve yazar, ölümünün 50. yılında “Le Corbusier Yılı” olarak ilan edilen 2015’te, tüm dünyada etkinliklerle anılıyor. Valencia Politeknik Üniversitesi (Universidad Politécnica de Valencia), Paris Le Corbusier Vakfı işbirliğiyle uluslararası bir konferans düzenliyor. 18-20 Kasım tarihlerinde üniversitenin mimarlık fakültesinde gerçekleşecek LC 2015 konferansı, Le Corbusier’nin yaratıcı işlerinin arkasındaki disiplinlerarası düşünceye odaklanıyor. Bu nedenle konferans, mimarların yanı sıra sanatçılara, tarihçilere, yazarlara ve diğer yaratıcı disiplinlerin katılımına açık. 3 Mart tarihine kadar bildirileri kabul eden etkinlik, katılımcılarını 7 Nisan tarihinde açıklayacak. Sardunyalı sanatçı Cristian Chironi’nin uzun soluklu projesi “My House is a Le Corbusier” (Benim Evim Bir Le Corbusier), 12 ülkede Le Corbusier’in tasarladığı 30 konutta belirli bir süre yaşamayı kapsayan bir yolculuk programı. Bir Le Corbusier konutundan ötekine atölyesini taşıyarak üretmeye devam edecek olan sanatçı, ziyaretlere ve etkinliklere de açık olacağı sürecin sonunda, her yapının kendine özgü karakterinin ve iletişimin işine nasıl etki ettiğini değerlendiren, bugünün mimarlığını da sorguya açacak bir çalışma yayınlamayı planlıyor. Mobilya devi Cassina, Le Corbusier’ın ölüm yıldönümü anısına ünlü mimarın tasarımlarını, renk ve deri detayları değişikliğiyle yeniliyor. Bu yılın başında IMM Cologne’de tanıtılan yeni LC koleksiyonu renk alternatifleri, organik deri ve mikrofiber kumaş detayları eklenerek, üretim aşamasında da çevreye duyarlı ve daha az toksik üreten hexavalent krom teknolojisi ile sunuluyor. Magnum Photos, Le Corbusier fotoğraflarından bir seçki sunarak ünlü mimarı anıyor. Rene Burri imzalı fotoğraflar, 50’li ve 60’lı yıllarda Paris’teki atölyesinden Güney Fransa’daki yaz tatillerine Le Corbusier’nin pek çok anını objektife alıyor. Türkiye’de ise TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Belgesel Sinema Kulübü, bir Le Corbusier filmleri gösterimi düzenledi. Ekim ayında gerçekleşen İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali gösterim programına giren filmlerden oluşan ve mimarın Hindistan yıllarına odaklanan seçki, “Le Corbusier ve Hindistan” başlığı ile izleyicilerle buluştu. Geçtiğimiz yılın sonunda YEM Yayın tarafından Türkçe’ye kazandırılan iki ciltlik Modulor da, ölümünün 50. yılında ikon mimara yapılan bir saygı duruşu niteliğinde. Le Corbusier’nin “Modulor” adını verdiği sistem, o dönem geçerli olan metreye ve İngiliz ölçü sistemi “inç-foot”a (ayakbaşparmak) meydan okuyarak, insan bedeninin boyutlarına ve Altın Oran hesabına dayanarak yeni bir ölçü sistemi teşkil eder. Modulor kitabı Türk okurlar için de ayrı bir öneme sahip: Le Corbusier, ölçü sistemini açıkladığı iki ciltte savını desteklemek üzere verdiği örnek çizimler içinde, 1911 yılında çıktığı Şark Seyahati sırasında geldiği İstanbul’da Ayasofya, Topkapı ve Kariye için yaptığı krokilere ve çeşitli gözlemlerine yer veriyor.
K
nown as “Le Corbusier”, Swiss born French Architect Charles-Édouard Jeanneret (1887-1965) is a name who made his mark on the architecture and urban planning of the 20th Century. The iconic architect, designer, sculptor, artist and author is paid tribute to on the 50th anniversary of his death in 2015 declared “Le Corbusier Year”, with various events all over the world. Valencia Polytechnic University (Universidad Politécnica de Valencia) is holding an international conference with the collaboration of Paris Le Corbusier Foundation. LC 2015, which will be held at the School of Architecture of the University November 18-20, focuses on the interdisciplinary idea lying behind the creative works of Le Corbusier. Therefore, the conference is open in addition to architects; to fine artists, historians, authors and participants from other creative disciplines. The event, which will accept papers until March 3rd, will announce its participants on April 7. The long winded project by Sardinian fine artist Cristian Chironi, “My House is a Le Corbusier”, is a program consisting of a journey involving living in 30 Le Corbusier designed homes in twelve countries, for a certain amount of time. The artist, who will continue to produce, moving his studio from one Le Corbusier home to another; considers publishing a work, which assesses how each building’s own character and interaction affected his work, which will question also the architecture of today at the end of the process which will be open to visits and events. Furniture giant Cassina, as a tribute to Le Corbusier’s death anniversary, revisits the designs of the famed architect; changing colors and leather details. The new LC collection introduced at IMM Cologne at the start of the year, is presented with the hexavalent chromium technology, which is environmentally sensitive and less toxic in the production phase with the addition of color choices, organic leather and microfiber fabric details. Magnum Photos pays tribute to the famed architect by a selection from Le Corbusier photographs. Photographs, bearing the signature of Rene Burri, show Le Corbusier’s numerous moments in his studio in Paris and his summer holidays in southern France in the 50s and 60s. In Turkey, TMMOB Architects Association Istanbul Metropolitan Branch Documentary Cinema Club organized a Le Corbusier films screening series. The selection, comprising films in the screening program of Istanbul International Architecture and Urban Films Festival held in October, focusing on India years of the architect; was offered to the audience under the title “Le Corbusier and India”. The two-volume Modulor published in Turkish by YEM (Building Information Center) at the end of last year; serves as a tribute to the iconic architect in the 50th anniversary of his death. The system named “Modulor” by Le Corbusier is a new system based on the dimensions of the human body and the Golden Ratio calculation, defying the British measuring system “inch-foot” and the meter which were in effect then. Modulor has a separate significance for Turkish readers: Among the example drawings Le Corbusier presents for supporting his argument in the two volumes in which he explains his measuring system; there are sketches of various observations on Saint Sophia, Topkapı Palace and Kariye in Istanbul he visited during his Trip to the Orient in 1911.
natura | 7
haberler | news
Anish Kapoor’dan Sonsuz Boşluk
Infinite Void by Anish Kapoor
H
indistan’ın ilk çağdaş sanatlar bienali olan Kochi-Muziris Bienali’nde sergilenen yeni Anish Kapoor eseri “Descension”, sergi salonunun altına doğru akan bir girdap. Kafesle çevrelenmiş girdabın içindeki suyun siyahlığı, çalışmanın etkisini artırıyor. Serginin ortasına yerleştirilmiş iş, dünyanın merkezine uzun bir yolculuğa çıkma hissi uyandırıyor, sadece fotoğraflarıyla bile insanı etkilemeyi başarıyor. “Boşluğun heykeltıraşı” Anish Kapoor, kullandığı karanlık renkler ile bilinir. Sanatçı bundan bir söyleşisinde şu şekilde söz eder; “İşlerimin çoğu, ışıktan çok karanlıkla ilgilidir. Aydınlık kültürlü ve eğitimlidir, karanlık ise kültürsüz ve eğitimsizdir ve bizim söylenmemiş hikâyemizin derinlerindedir. Dante’den Freud’a bir içsel karanlık içinde yaşıyoruz. Yıllarca içsel karanlıkla ilgili işler yaptım. Tüm Batı felsefesi Platon’un metaforik olarak mağarada oturup ışığa bakıp ‘ilerleyelim’ demesi fikri üzerine kurulmuş. Freud mağaranın arkasına bakmış ve belki biz, hala mağaranın arkasına bakıyoruz. Siyah ve maviyle çok iş yaptım. Özellikle maviyle. Çünkü mavi siyahtan daha derin olarak karanlığı ifade eder. Son yıllarda yaptığım işlerin çoğu kırmızı. Kırmızı toprağın rengidir. Kırmızının anlattığı karanlığın, siyah ve mavininkinden daha derin ve koyu olduğunu düşünüyorum.” Kapoor, geçtiğimiz yıl Sakıp Sabancı Müzesi’nde düzenlenen sergisinde devasa mermer ve granit heykelleriyle büyük ilgi toplamıştı. Sergilenen işlerinde kullandığı çarpıcı malzeme ve renkler, izleyicide derin bir boşluk hissi yaratıyordu. Kapoor’un işlerinde sıklıkla karşılaştığımız derin boşluk, Kochi-Muziris’te bu kez bir girdaba dönüşüyor. Kapoor’un da bulunduğu, 30 farklı ülkeden 94 sanatçının katıldığı Kochi-Muziris Bienali, 29 Mart tarihine kadar ziyarete açık.
natura | 8
T
he new Anish Kapoor work, “Descension”, showed at Kochi-Muziris Biennial, India’s first contemporary arts biennial; is a whirlpool running towards underneath the exhibition hall. The blackness of water inside the whirlpool surrounded by a cage, enhances the impact of the work. The work installed in the middle of the exhibition gives one the feeling of being on a long journey to the center of the earth; accomplishing to impress the viewer even just by photographs. The “sculptor of the void”, Anish Kapoor, is known for the dark colors he uses. The artist talks about this in one of his interviews, saying; “Most of my work involves darkness rather than light. Light is cultured and educated, while darkness is uncultured and uneducated and deeply within our unspoken story. From Dante to Freud, to the devil, we live, if you like, an internal darkness. I’ve made works over the years that deal with that internal darkness. The whole of Western philosophy is based on the idea that Platon sat in the cave metaphorically, looked up to the light and said, ‘Let there be progress’. Freud looked at the back of the cave and maybe we’re still looking at the back of the cave. I have made lots of work with black and blue. Particularly blue. Because blue is a color that much more deeply reveals darkness than does black. Over the last so many years, almost everything I have made is red. Red is a color of the earth. It’s not a color of deep space. It’s obviously the color of blood and body. I have a feeling that the darkness that it reveals is a much deeper and darker darkness than that of blue and black”. Kapoor had attracted great interest with his gigantic marble and granite sculptures in his exhibition organized at Sakıp Sabancı Museum last year. The striking materials and colors he used in his exhibited works used to leave a feeling of deep void on the viewer. The deep void we frequently encounter in Kapoor’s works, this time transforms into a whirlpool at Kochi-Muziris. The Kochi-Muziris Biennial featuring 94 artists including Kapoor, from 30 different countries, may be visited until March 29.
haberler | news
natura | 9
haberler | news
Mardin, 2014 Fotoğraf / Photograph: Mehmet Çimen
Mardin Bienali Konuştu Mardin Biennial Speaks
Şubat 2014 tarihinde Salt Galata’da “Mardin Bienali Konuşuyor” başlığı ile, ertelenen Uluslararası Mardin Bienali’nin ekibinin katıldığı bir etkinlik gerçekleştirildi. Etkinlik, bölgenin gergin siyasi tablosunda ertelenişi ile sanat çevrelerinde tartışma yaratan Mardin Bienali’nin ekibinin ilk kez bir araya gelerek konuşmacı olduğu bir panel niteliği ile önemliydi. “Mitolojiler” teması ile bu yıl üçüncüsünün düzenlenmesi planlanmış olan bienalin, bölgenin son zamanlarda yaşadığı kültürel tahribata rağmen, yüzyıllardır beslenmiş olduğu mitolojik dünyaya ve sanatına odaklanması amaçlanıyordu. Bienal kolektif üyelerinin konuşmacı olarak katıldığı etkinliğin ilk oturumunda Ferhat Özgür, bienalin tarihçesine dair paylaşımlarda bulundu. Devamında söz alan Fırat Arapoğlu ve Mardin Sinema Derneği’nin kurucularından Hakan Irmak, dünyada ertelenen sanat etkinliklerini ve ertelenme nedenlerini dile getirerek, Mardin Bienali’nin ertelenmesine değindi. “Sorular ve Konular” başlığı ile devam eden üçüncü oturumda konuşan sanatçı Şener Özmen, Mardin’de bienalin gerçekleştiriliyor olmasına gıpta ettiğini dile getirerek, yaşadığı ve çalıştığı Diyarbakır’ın bienal şehri olmasına dair arzusuna değindi. Özmen özellikle son dönemde Batı sanatının Doğu‘ya, Doğu sanatının ise Batı’ya taşındığına vurgu yaptı. Katılımın yoğun olduğu etkinliğin son açık oturumunda dinleyicilerin de soruları cevaplandırıldı.
10
natura | 10
A
n event participated in by International Mardin Biennial team was held at Salt Galata on Februay 10th, under the title “Mardin Biennial Speaks”. The event was important as it was a panel where the team of the Mardin Biennial which was subject of debating in the art community, as it was postponed under the tense political atmosphere of the region, were speakers coming together for the first time. The biennial, the third one of which was scheduled this year under the theme “Mythologies”, was seeking to focus on the world of mythology and art it was nurtured by over centuries, despite the recent cultural destruction of the region. In the first session of the event where biennial collective members were speakers, Ferhat Özgür shared his views on the history of the biennial. Fırat Arapoğlu and Mardin Cinema Association founder Hakan Irmak, citing the postponed art events in the world and reasons for postponement, touched upon what happened at Mardin Biennial. Fine artist Şener Özmen, who spoke in the third session under the title “Questions and Topics”, stating that he was envious that the biennial was held in Mardin, also related that he wanted Diyarbakır where he lived and worked in, to be a biennial city. Özmen stressed that especially recently, western art was carried to the east and eastern art to the west. The questions of the audience were answered in the last session of the event which had large attendance.
haberler | news
İSTANBUL’UN RUM MİMARLARI, MİMARLIK MÜZESİ’NDE GREEK ARCHITECTS
O F I S TA N B U L AT M U S E U M O F A R C H I T E C T U R E
apı Endüstri Merkezi tarafından sanal ortamda kurulan Mimarlık Müzesi, yeni bir sanal sergi ile izleyici karşısında: “Batılılaşan İstanbul’un Rum Mimarları”, Osmanlı Devleti’nin geleneksel bağlarını zorlamaya başladığı, ama tümüyle de koparmadan yavaş yavaş Batı’ya yöneldiği on dokuzuncu yüzyıl mimarisine, Rum mimarlar üzerinden ışık tutmayı amaçlıyor. 1839’da ilan edilen Tanzimat, içerdiği hükümlerle, devletin yüzünü artık Batı’ya döndüğünün resmi belgesi gibidir. Yönetim, hukuk, eğitim, sağlık, toplumsal yaşam vb. gibi alanlardaki yenilikler, Osmanlı mimarisi için tanıdık olmayan, Batı’dakiler örnek alınarak yapılan çeşitli yeni bina türlerini de birlikte getirir. Bir yandan Avrupa devletlerinin yaptırdığı İstanbul’daki sefarethaneler, bir yandan da yüzyılın yarısından sonra Batı tipi saray, kasır, okul, ardından hastane, postane, istasyon, apartman, iş hanı vb. gibi binalarla İstanbul’un fiziki çehresi değişmeye başlar. Tabii bu değişiklik daha çok yabancılarla gayrimüslimlerin yaşadığı Péra/Beyoğlu bölgesinde görülür. Hassa Mimarları Ocağı’ndan yetişmiş mevcut mimarlar için, piyasada geleneksel mimarlık yöntemlerini uygulayarak çalışan kalfalar için de gerek yeni bina türleri gerekse Sanayi Devrimi’yle Batı’da yaygınlaşan yeni inşaat teknikleri ve malzemeler artık iyice yabancıdır. Böylece mimarlık alanı, özellikle de büyük ölçekli kâgir binaların yapımı önce, çoğu kendi devletlerinin sefarethanelerini yapmak için İstanbul’a gelen ve ardından kurdukları kişisel ilişkiler sayesinde başka inşaat işlerine de yönelen yabancı (Avrupalı) mimarlara, daha sonra da Osmanlı tebaası Levanten, Ermeni ve Rum mimarlara kalır.
Y
“Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları”ndan sonra dönemin Rum mimarlarının yapılarına odaklanan ve küratörlüğünü Hasan Kuruyazıcı’nın, koordinatörlüğünü Marina Drymalitou’nun gerçekleştirdiği bu ikinci sergi, Aras Neftçi’nin fotoğrafları ile Mimarlık Müzesi’nde (www.archmuseum.org) görülebilir.
Mimar Yeoryios Kuluthros’un, Şişhane’de 1920’lerde inşa edilen ve bugün İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından kullanılan Deniz Apartmanı.
M
useum of Architecture set up by Building Information Center in the virtual environment is before the viewers with a new virtual exhibition: “Greek Architects of Westernizing Istanbul”, seeks to shed light on the nineteenth century architecture where Ottoman Empire started to strain its traditional ties moving towards the west without rupturing them, through Greek architects. Tanzimat, proclaimed in 1839, is almost an official document showing that the state has turned its face to the West, with its content. The innovations in fields like government, law, education, health, social life, etc. brings with it various new types of buildings not familiar to the Ottoman architecture built taking Western ones as models. On the one hand, embassies in Istanbul built by European states and also Western type buildings like palaces, summer palaces, schools, then hospitals, post offices, train stations, apartment buildings and office buildings in the second half of the century, change the physical portrait of Istanbul. Of course, this change appears mostly in the area Pera inhabited mostly by foreigners and non-Muslims. The new types of buildings, the new construction techniques and materials becoming popular in the West, thanks to the industrial revolution, are totally alien to architects groomed at Hassa Architects School and tradesmen operating in the marketplace, employing the traditional techniques of architecture. Hence, the field of architecture is left open to the foreign (European) architects most of whom came to Istanbul to build the embassies of their own countries, then getting involved in other construction projects because of the personal relationships they set up; and later Levantine, Armenian and Greek architects who are Ottoman subjects. Hence, this field of architecture, especially the construction of large scale masonry buildings, is left open. This second exhibition, curated by Hasan Kuruyazıcı and coordinated by Marina Drymalitou, focusing on the structures of the Greek architects of the period after the “Armenian Architects of Westernized Istanbul”, may be viewed at (www. archmuseum.org) through photographs by Aras Neftçi.
Architect Yeoryios Kuluthros’ Deniz Apartment, which is constructed in 1920’s in Şişhane, Istanbul and used by Istanbul Foundation for Culture and Arts today.
natura | 11
haberler | news
Bjarke Ingels Group
2015 YILI YENİLİKÇİ MİMARLIK OFİSLERİ I N N O VA T I V E A R C H I T E C T U R A L S T U D I O S O F 2 0 1 5
i
ş dünyasının köklü kuruluşlarından Fast Company, 2015 yılının 10 “yenilikçi mimarlık ofisi”ni açıkladı. Teknoloji ve tasarım odaklı yayın, yaratıcı kişilerden gıda endüstrisine her yıl açıkladığı listeleri ile oldukça ses getiriyor. Fast Company’nin 2015 yılı yenilikçi mimarlık ofisleri listesi ve açıklamaları şu şekilde: 1. Houzz – “Yeniden modelleme yöntemimizi değiştirdikleri için.” 2. Bjarke Ingels Group (BIG) – “Yıldız mimarların dünyasını tekdüzelikten fırtınalı bir esnekliğe getirdikleri için.” 3. The Living – “Gerçek anlamda ‘geçici’ mimariyi yarattıkları için.” 4. Perkins+Will – “Daha iyi bir sağlık için tasarımın, yalnızca hastanelerle ilgili olmadığını gösterdikleri için.” 5. C.F. Møller Architects – “Yüksek yapılardaki hayatı yeniden ele aldıkları için.” 6. NBBJ – “Tasarımı, bilime çevirdikleri için.” 7. Svigals + Partners – “Daha güvenli bir okulu, bir hapishane yaratmadan tasarlayabildikleri için.” 8. MMA Architects – “Büyük resmi düşünebildikleri için.” 9. Rockwell Group – “Modüler konutlara lüksü getirdikleri için.” 10. Heatherwick Studio – “Yeşil alanı yeniden düşündükleri için.”
natura | 12
F
ast Company, an established institution of the business world, announced 10 “innovative architectural studios” of 2015. The publication focused on technology and design is highly acclaimed for its lists, ranging from creative individuals to the food industry. Fast Company’s year 2015 innovative architecture offices lists and remarks are as follows: 1. Houzz – “For changing the way we remodel.” 2. Bjarke Ingels Group (BIG) – “For bringing starchitecture to the drab world of storm resilience.” 3. The Living – “For creating truly temporary architecture.” 4. Perkins+Will – “For recognizing that designing for better health isn’t just about hospitals.” 5. C.F. Møller Architects – “For rethinking high-rise living.” 6. NBBJ – “For turning design into a science.” 7. Svigals + Partners – “For designing a safer school that doesn’t look like a prison.” 8. MMA Architects – “For thinking outside the big box.” 9. Rockwell Group – “For taking modular homes luxury.” 10. Heatherwick Studio – “For reimagining green space.”
haberler | news
The Living
Heatherwick Studio
natura | 13
haberler | news
Atıl Kent Mekânları Canlanıyor Id le Urb an Sp aces C ome Alive
talyan mimar Renzo Piano ve 6 genç mimardan oluşan G124 isimli ekip, İtalya’nın banliyölerinde atıl alanları dönüştürüyor. Roma’da bir viyadüğün altındaki boş, terk edilmiş mekânın canlı bir kültür havzasına dönüştürülmesi, ekibin gerçekleştirdiği projelerden birisi. “Under the Viaduct” (Viyadüğün Altında) isimli projede, çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapacak kamusal bir alan tasarlandı. Geri dönüştürülmüş malzemeler ve konteynırlarla, çok amaçlı ve çekici mekânlar yaratıldı. Kent mobilyaları ve yerleştirmelerle de atıl kent mekânı yeniden canlandırılmış oldu. G124, yeni projelerle unutulmuş kent mekânlarına yeniden hayat vermeyi amaçlıyor. Ekip, kamusal tasarımlarını kamu ile birlikte karar alarak gerçekleştirmeyi gözetiyor. Yerel örgütler ve kamu otoriteleriyle birlikte çalışan G124’ün bir sonraki projesi, bisiklet yollarından oluşan bir ulaşım ağı oluşturmak ve toplumun park alanlarına erişilebilirliğini arttırmak.
İ
natura | 14
T
he team named G124 consisting of Italian architect Renzo Piano and 6 young architects, transforms idle spaces in the suburbs of Italy. Transformation of a vacant abandoned lot under a viaduct in Rome into a lively cultural basin, is one of the projects accomplished by the team. In the project entitled “Under the Viaduct”, a public area to host various events was designed. Using recycled materials and containers, multipurpose and attractive locations were created. The idle urban space was revitalized using urban furniture and installations. G124 seeks to bring back to life the forgotten urban spaces by new projects. The team hopes to realize its public space designs, making decisions together with the administration. The next project of G124, which works with local organizations and public authorities, is to create a transportation network comprising bicycle paths, enhancing accessibility of public to park areas.
haberler | news
Dünyayı Dolaşan Hollywood Minyatürleri
Wo r l d Tr o t t i n g H o l l y w o o d M i n i a t u r e s
G
Y
enç sanatçı Murat Palta’nın sinemanın en ünlü sahnelerini 16. yüzyıl minyatürlerine dönüştürdüğü serisi medyatik bir fenomen halinde dünyayı dolaştıktan sonra, x-ist’te gerçekleşen ilk kişisel sergisi “Tasvir-i Beyaz Perde”de İstanbullu izleyicilerle buluştu.
oung artist Murat Palta’s series, in which he transformed the most famous scenes of cinema into 16th century miniatures after touring the world as a mediatic phenomenon, is brought to the viewers of Istanbul at “Tasvir-i Beyaz Perde” in his first solo show held at x-ist.
Sanatçının bu kişisel sergisindeki yapıtlar “Murat Palta: Osmanlı Minyatürleri Olarak Kült Hollywood Filmleri” başlığı altında toplandı. Daha önce sergilendiği İtalya’da Civico delle Cappuccine Müzesi’nde büyük ilgi uyandıran bazı parçalar, eş zamanlı olarak Contemporary İstanbul’daki x-ist standında İstanbullu sanatseverlerle buluşmuştu.
The fine artist’s works in this solo show were gathered under the title “Murat Palta: Cult Hollywood Films as Ottoman Miniatures”. Certain pieces, which drew great interest at Civico delle Cappuccine Museum in Italy where they were previously exhibited, were offered to Istanbulian art lovers at x-ist stand in Contemporary Istanbul.
Hafızalara kazınmış en ünlü Hollywood sahnelerini, Osmanlı Sultanı’nın sarayındaki bir minyatürcünün bakış açısıyla yeniden yorumlayan Palta, Doğu ile Batı’yı, çağdaş ile gelenekseli, ironik ve mizahi bakış açısıyla bir araya getirdi. Palta, kült Hollywood filmlerinin yanı sıra Eşkıya, Dünyayı Kurtaran Adam gibi Türk sinemasının en önemli filmlerini de minyatürleştirdi.
Palta, interpreting the most famous Hollywood scenes entrenched in minds from the perspective of a miniature in the court of Ottoman Sultan, brings together the west and the east, the contemporary and the traditional in an ironic and satirical perspective. In addition to cult Hollywood films, Palta also miniaturized the most important films of Turkish cinema like Eskiya and the Man Who Saved the World.
Genç sanatçı Murat Palta’nın bir minyatürcünün titizliğiyle oluşturduğu “Tasvir-i Beyaz Perde”, güncel sinema sahnelerini bambaşka bir zaman diliminden, beş yüzyıl öncesinin bakış açısından betimliyor. Yapıtlarını Osmanlı minyatür geleneğinin görsel diline sadık kalarak, izleyiciyi filmin oyuncuları, senaryosu ve sinematografisinin eşlik edeceği bir yolculuğa çıkarıyor.
“Tasvir-i Beyaz Perde” created by young artist Murat Palta, with the meticulousness of a miniaturist, depicts contemporary scenes of cinema from a totally different tranche of time, from the perspective of five hundred years ago. He takes the viewer to a journey accompanied by the players, script and cinematography of the film, staying loyal to the visual language of Ottoman miniature tradition.
natura | 15
haberler | news
AMO & Prada’dan “Sonsuz Podyum” “ I n f i n i t e P o d i u m” b y A M O & P r a d a
em Koolhaas’ın stüdyosu OMA ve araştırma kolu AMO, 25 yıldır Prada ile gerçekleştirmekte olduğu projelere bir yenisini ekleyerek, markanın 2015 Sonbahar-Kış koleksiyonu defilesi için bir podyum tasarladı. Ocak ayında Milano’da gerçekleşen Erkek Moda Haftası’nda (Milan Moda Uomo) açılan ve büyük ilgi gören “Sonsuz Saray” (Infinite Palace) isimli podyum, aynaları ve dehlizleri hatırlatan simetrik ve çoklu koridorlarıyla ziyaretçilerine bir sonsuzluk hissi yaratıyor. Ünlü İtalyan moda markasının köklülüğüne ve sofistike çizgisine vurgu yapan podyum, aynı zamanda Prada tasarımlarının zamansızlığına da işaret ediyor.
R
R
em Koolhaas’s studio OMA and its research arm, AMO; adding a new one to the projects it has been holding with Prada for over 25 years, designed a podium for the 2015 FallWinter collection fashion show of the brand. The podium named Infinite Palace, launched at Milan Moda Uomo in Milan in January, which attracted big interest; gives the feeling of infinity to its visitors with its mirrors, and symettrical and multiple corridors reminiscent of galleries. The podium, emphasizing the rootedness of the renowned Italian fashion brand and sophisticated line, at the same time points to the timelessness of Prada designs.
Markanın Milano Via Fogazzaro’daki binasını geçici bir süreliğine bir tasarım tankına dönüştüren AMO, tek bir podyum oluşturmaktansa mekânı 8 farklı boyuta parçalayarak, her biri birbirinden farklı mekânlar yaratıyor. Bu tasarım kararı ile “ziyaretçiye her biri birbirinden özel, farklı anlar yaşatmayı gözettiklerinden söz eden ekip, defilede koridorlardan birbiri ardına geçen modellerin, bir zamansızlık-sonsuzluk algısı ile birbirinden farklı odalarda farklı perspektiflere olanak verdiklerini belirtiyor.
Transforming the brand’s building on Milano Via Fogazzaro into a design tank temporarily instead of creating just a single podium, fragmenting the space into 8 different sizes, forms venues each different from the other. The team, by remarking that this design decision, they sought “to have the visitor to experience moments each one different from each other”; points out that the models, travelling through the corridors one after another allow different perspectives in different rooms, through a timelessness-infinity perception.
Prada’nın 2015 koleksiyonundaki karanlık, teknolojik, baskın ve minimal çizgilere de gönderme yapan mekânlar, alüminyum meşten karanlık mermer duvarlara, sofistike bir malzeme yelpazesine sahip. Malzemelerin imkân sunduğu ışık ve doku oyunları ile de “Sonsuz Saray”, etkileyici bir defile deneyimi vaat ediyor.
The spaces which also refer to the dark technological, dominant and minimal lines in Prada’s 2015 collection, enjoy a sophisticated material spectrum ranging from aluminum mesh to dark marble walls. With the light and texture plays afforded by the materials, “Infinite Palace” promises a striking fashion show experience.
Fotoğraflar / Photographs: Alberto Moncada, OMA & Prada natura | 16
haberler | news
natura | 17
haberler | news
natura | 18
haberler | news
Organiğe Işıltılı Dokunuş A G l i t t e r i n g To u c h o n t h e O r g a n i c
N
orveçli tasarımcı Andreas Engesvik’in “Chunk” (Bodur) şamdan tasarımları, sert ve sağlam duruşu ile masaların ve rafların üzerinde çarpıcı bir görünüm sergiliyor. Red Dot, Elle Decoration, Norveç Yılın Tasarımcısı gibi pek çok ödülün sahibi başarılı tasarımcının Menu için tasarladığı ürününde silindirik mermer gövde, bakırdan bir disk ile sonlanıyor; bu birliktelik, malzemenin organik ve ham doğasına sofistike bir ışıltı veriyor. Sonuçsa dengeli olduğu kadar çekici bir tasarım.
N
orwegian designer Andreas Engesvik’s “Chunk” candlestick designs display a striking look on tables and roofs with their hard and robust stance. In the product designed for Menu by the accomplished designer who is the owner of various awards like Red Dot, Elle and Decoration and Norwegian Designer of the Year; the cylindrical marble body terminates with a copper disc. This union gives a sophisticated glitter to the organic and raw nature of the material. The result is a design which is as striking as it is balanced.
natura | 19
haberler | news
natura | 20
haberler | news
Mimari Donanımda Yenilik: JNF
Architectural Hardware Innovation: JNF
M
imari donanımlarıyla dünya genelinde pek çok yapı projesine değer katan JNF, Türkiye’de Rönesans Tower, Swissotel The Bosphorus, Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Conrad İstanbul ve TFF Riva gibi yüzlerce seçkin projede tercih edildi. Estetik çizgisi ve teknik çözümleriyle mimari projeri tamamlayan JNF Mimari Donanımları, EN normlarına uygun olarak Portekiz’de tasarlanıp üretiliyor. Marmara Yapı Sistemleri güvencesi, teknik mühendislik hizmetleri ve yüksek stok miktarlarıyla Türkiye yapı sektörüne sunulan JNF Mimari Donanımları, estetik ve teknik çözüm arayışında olan mimar ve proje yöneticileri tarafından tercih ediliyor.
NF Architectural Hardware is a widerange of contemporar y designed, top quality architectural hardware, manufactured in Por tugal according to EN standar ts. Along with the numerous international high profile architectural references, JNF has also been preferred in over a hundred prestigious projects such as Rönesans Tower, Swissotel The Bosphorus, The Presidential Palace, Conrad İstanbul and TFF Riva projects in Turkey. Marmara Building Systems stocks and distributes JNF Architectural Hardware to interior designers and project managers seeking contemporar y design and technical solutions for their projects.
J
natura | 21
haberler | news
Akustik “Yumurta” Acoustical “Egg”
T
aş işçiliğini ileri teknoloji ürün tasarımı ile buluşturan akıllı telefon hoparlörü “Ovo” (Yumurta), tasarımcıları Milanolu tasarım stüdyosu May Day Design tarafından geçtiğimiz günlerde tanıtıldı. Bünyesinde dijital olanı ve analog olanı, teknoloji ile gelenekselliği, işlenmişi ve doğalı buluşturan Ovo, mermer malzemesini biçiminde vurgularken, işlevselliği de göz ardı etmeyen bir tasarıma sahip. Hoparlörün küçük boyutuna rağmen etkili ses kalitesi, Politecnico di Milano Üniversitesi işbirliğinde yürütülen uzun çalışmaların bir sonucu. Farklı kullanımlara imkân sağlayan biçimi ile de Ovo, kullanıcıya keyifli akustik keşifler sunuyor.
natura | 22
he smart telephone speaker “Ovo” (Egg), bringing masonry together with technological product design, was promoted recently by its designers; design studio May Day Design from Milan. Incorporating the digital and the analog, technology and traditional, the processed and the natural; while stressing marble in its form, has a design not disregarding functionality either. The effective sound quality of this speaker despite its small size, is the result of long work conducted in collaboration with Politecnico di Milano University. With its form allowing multi-purpose use, Ovo presents the user pleasurable acoustical discoveries.
T
haberler | news
Bazalt ile Doğal ve Sofistike Banyolar Natural and Sophisticated Bathrooms with Basalt
B
P
azalt malzeme ile iddialı tasarımlara imza atan Pyrolave, yeni banyo koleksiyonunu görücüye çıkardı. Koleksiyondaki ürünlerin kıvrımlı biçimleri ve dramatik etkisi, banyolara alışılmadık bir hava getirmeyi vadediyor. Sırlı ve organik bazalt taşının birlikteliği ile tasarlanan lavabolar, 16 farklı renk seçeneğine sahip.
yrolave, making its mark with contentious designs with basalt, showed its new bathroom collection to the public. The curved forms and dramatic impact of the products in the collection promise to bring an unaccustomed atmosphere to bathrooms. The wash basins, designed with the union of glazed and organic basalt stone, offer 16 different color options.
Pyrolave tasarımcıları, yuvarlak hatlar ile volkanik taşın dokusunu vurguladıklarını ve böylece malzemenin doğallığına dikkat çekmeyi amaçladıklarını belirtiyorlar. Bazaltın ısıya karşı dayanıklılığı ve leke tutmayışı, banyolar için mükemmel bir malzeme olmasını sağlıyor ve sofistike mekânlar yaratıyor.
Pyrolave designers note that they have stressed the texture of volcanic stone by round lines; hence drawing attention to the naturality of the material. Basalt’s heat and stain resistance makes it a perfect material for bathrooms, giving rise to sophisticated spaces.
natura | 23
haberler | news
SUYABATMAZ DEMİREL MİMARLIK’TAN YENİ BİR KONUT PROJESİ A NEW RESIDENTIAL PROJECT FROM S U YA B A T M A Z D E M I R E L A R C H I T E C T S
SUYABATMAZ DEMIREL MIMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN, IÇ MIMARISI PHILIPPE STARCK TARAFINDAN YAPILAN KONUT PROJESI G-YOO, İSTANBUL GÜNEŞLI’DE YER ALIYOR. İNŞAATI DEVAM ETMEKTE OLAN PROJE, ÜÇGEN PRIZMALAR HALINDE TASARLANAN IKI ANITSAL KONUT BLOĞUNDAN OLUŞUYOR VE GÜN IŞIĞINDAN EN ÜST SEVIYEDE FAYDALANMAYI GÖZETIYOR. THE RESIDENTIAL PROJECT G-YOO DESIGNED BY SUYABATMAZ DEMIREL ARCHITECTS WITH PHILIPPE STARCK’S INTERIOR DESIGN IS SITUATED IN ISTANBUL, GÜNEŞLI. THE PROJECT, WHICH IS UNDER CONSTRUCTION, COMPRISES TWO MONUMENT-LIKE RESIDENTIAL BLOCKS DESIGNED AS TRIANGULAR PRISMS, SEEKING TO MAKE USE OF DAYLIGHT AT THE HIGHEST LEVEL.
S
uyabatmaz Demirel Mimarlık’ın son projelerinden olan, iç mimari tasarımı Philippe Starck tarafından yapılan G-Yoo konut projesinin İstanbul Güneşli’deki inşaatı devam ediyor. Konut bloklarını, cepheyi ve gün ışığını maksimize etmek amacıyla üçgen plan şemasındaki iki prizmatik kule halinde tasarlayan Mimar Arif Suyabatmaz ve Mimar Hakan Demirel, arsanın batısından geçen Basın Ekspres Yolu’nun mevcut trafik yoğunluğunu, Taş Ocağı Caddesi’nin gelecekteki olası trafik yoğunluğunu ve doğal aydınlatmanın verimli kullanılması kaygısını biçim kararlarına doğrudan etki eden etmenler olarak ele alıyor.
natura | 24
he construction of G-Yoo residential project in Istanbul Güneşli, one of the latest projects of Suyabatmaz Demirel Architects; the interior of which is designed by Philippe Starck, is going on. Architects Arif Suyabatmaz and Hakan Demirel, who designed the residential blocks as two prismatic towers with a triangular plan to maximize the façade and daylight, address the present traffic density of Basın Ekspres Road running on the west of the plot, the potential traffic density of Taş Ocağı Street and the concern for efficient use of natural lighting, as factors directly impacting their form decisions.
T
haberler | news
Yapıların tasarımında arsaya konumlanacak tek bir prizma söz edilen problemleri çözemeyeceği için diagonal bir kesimle iki parçaya ayrılmış üçgen plan şemasında iki kule tasarlayan mimarlar, yapı parçalarını arsanın karşıt sınırlarına dayandırarak iki yoldan da iyi bir şekilde algılanmasını sağlamışlar. Böylece yol taraflarına dayanan köşeler sayesinde gürültüden etkilenen mekânları minimuma indirgemişler. Mekân çözümleri olarak birbirlerinden farklı olan iki alt parçadan birinin çekirdek ve şaftları hipotenüs kenarına dayanarak kuzeye yönelirken, diğer parça uzun kenarına dayanarak kuzeye baktırılıyor. Böylece doğal ışık olabildiğince efektif kullanılarak pasif iklimlendirmeye yardımcı oluyor. Üçgen plan şeması başta bir problem olarak algılanabilmesine rağmen, tasarımda bir avantaja dönüştürülerek, daha yaşanabilir mekânlar yaratmak için kullanılmış. Bu biçimsel seçim sayesinde konutlarda cephe ve gün ışığından faydalanılırken, bu bölgede yaşayan kullanıcı profiline uygun olarak tasarlanan küçük daireler için çok avantajlı bir iç mekân düzeni elde ediliyor. Suyabatmaz Demirel Mimarlık’ın cephelere yaptığı mimari dokunuşlar sayesinde iki farklı bina olarak değil, bir bütün olarak algılanan G-Yoo blokları, altlarına aldıkları sosyal ve ticari donatılar ile kamusal alanlar sayesinde zeminle zengin bir ilişki kuruyor. Bütün ayrışırken oluşan kesim düzlemi zemin kotunda da devam ederek bir yarık oluşturuyor. Arsanın batı ve doğusundaki donatılar yarıktan ışık alacak şekilde konumlanıyor. Cephelerin birbirleriyle yaptıkları güçlü zıtlık ve yapıların konumlandırılması sayesinde kullanıcıya farklı perspektifler sunulan konut bloklarında, bir adım önce görülenle bir sonraki adımda görülen görüntülerin farkı sayesinde sinematografik bir durum elde ediliyor. İstanbul’da faaliyet gösteren Suyabatmaz Demirel Mimarlık ofisi kurucu ortaklarından Hakan Demirel, geçtiğimiz yılın sonunda Architecture+Design & CERA Ödülleri’nin TSMD tarafından düzenlenen Türkiye ayağında “Altın Genç Mimar Ödülü”nün sahibi olmuştu.
The architects, who designed two towers with a triangular plan scheme divided into two by a diagonal cut as a single prism to be situated on the plot would not be able to solve the above listed problems in the design of the buildings; leaning the parts of building to the opposing boundaries of the plot, have allowed best use of both roads to be achieved. Hence, they have minimized the parts affected by noise, thanks to the corners leaning against the road sides. While the core and shafts of one of the two subsegments, which have different space solutions, moves towards the north, leaning on the hypotenuse side; the other segment faces north, leaning on the long side. Hence, passive climatization is assisted by effective use of natural light. Although the triangular plan could be perceived as a problem at the beginning, it was used to create more livable spaces, transformed into advantage in design. Façade and daylight are utilized in the residences because of this form selection, leading to a highly advantageous interior pattern for small apartments designed to match the user profile inhabiting the area. G-Yoo blocks perceived not as to separate buildings but as a whole, thanks to the architectural touches on the façades by Suyabatmaz Demirel Architects, set up a rich relationship with the ground because of the social and commercial items and public spaces under them. The cut plane formed when the hole was separated, creates a slot continuing on the ground level. The items on the west and east of the plot are positioned in such a way to receive light from the slot. In the residential blocks offering different perspectives to the user, because of the potent contrast of the façades with each other and positioning of the buildings, a cinematographic perspective is achieved, thanks to the difference between what is seen a step before and a step after.
natura | 25
haberler | news
YAP İSTANBUL MODERN’İN İKİNCİSİ “KATI OLAN HER ŞEY” T H E S E C O N D P R O J E C T O F YA P I S T A N B U L M O D E R N “A L L T H A T I S S O L I D ” stanbul Modern ve MoMA işbirliğiyle gerçekleşen YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı’nın 2015 yılında uygulanacak projesi belli oldu. PATTU (Cem Kozar, Işıl Ünal) tarafından tasarlanan “KATI OLAN HER ŞEY” başlıklı proje, Haziran ayının başında İstanbul Modern’in bahçesinde uygulanacak ve 2015 yazı boyunca her yaştan müze ziyaretçisi tarafından, müzenin özellikle gençlere yönelik düzenleyeceği etkinlikler için kullanılacak.
İ
PATTU “KATI OLAN HER ŞEY” başlıklı projesini, bölgenin endüstriyel tarihinden beslenen, hem geçmişe dair bir hatırlatma hem de yakında yeniden değişecek olan bölgenin geleceğine dair bir bildiri olarak değerlendiriyor: “Yapılar, belki de insan ömründen daha uzun süre ayakta kaldıklarından dolayı anılarımızı bağladığımız birer çapa gibidirler. Peki ne denli sağlamdırlar? Taş, çimento veya mermerden yapılmış olmaları onları ebediyen ayakta tutmaz aslında. Bir günde kolayca yok olup gidebilirler. Ünlü ‘Katı olan her şey buharlaşıyor’ sözünün bir kısmını bu nedenle ödünç aldık. Yaklaşımımız, İstanbul Modern’i çevreleyen alanı tüm bileşenleriyle birlikte parçalara ayırmak ve mimarinin geçici yüzünü gözler önüne serecek şekilde yeniden bir araya getirmekti. Tasarım burada inşa edilmiş önceki binaların geometrilerini alıyor ve bunları birbirleriyle çarpıştırarak kaotik bir biçime sokuyor. Fakat gün içinde şeffaf şekiller matlaştıkça bu kaos da bir anlam ifade etmeye başlıyor. Geçmişin geometrileri bir görünür bir görünmez oluyor. Bölgenin endüstriyel tarihinden beslenen ‘ ’KATI OLAN HER ŞEY’, hem geçmişe dair bir hatırlatma hem yakında yeniden değişecek olan bölgenin geleceğine dair bir bildiri; geleceğe daha eleştirel bakmamızı öneren.” Seçici Kurul mimarlık uzmanlarıyla birlikte, İstanbul Modern ve diğer YAP: Yeni Mimarlık Programı temsilcilerinden oluşu-
natura | 28
T
he project of YAP Istanbul Modern: New Architecture Program, realized with the collaboration of Istanbul Modern and MoMA, to be implemented in 2015, was chosen. The project entitled “ALL THAT IS SOLID” designed by PATTU (Cem Kozar, Işıl Ünal) will be installed in Istanbul Modern’s garden in early June and will be used for events to be organized by the museum oriented especially to the youth. PATTU, sees its project “ALL THAT IS SOLID” to be opened to guests in June as part of YAP Istanbul Modern: New Architecture Program as an assay nurtured by the industrial past of the area which is a reminder of the past and also a statement on the future of the area which will change once again: “The buildings are somewhat anchors we tie our memories to perhaps because they stay alive longer than the lifespan of the human being. Well, how strong are they? Actually, the fact that they are made of stone, cement or marble does not keep them alive eternally. They can vanish easily in one day. This is why we borrowed part of the famed phrase “all that is solid evaporates”. Our approach was to fragment the area surrounding Istanbul Modern into pieces with all its components and to piece it together once again to reveal the temporary face of architecture. The design takes the geometries of old buildings built before and turns them into a chaotic form, colliding them with each other. However, during the day as transparent forms become matt, this chaos too starts to mean something. The geometries of the past become sometimes visible and sometimes invisible. ’ALL THAT IS SOLID’, nurtured by the industrial past of the area is a reminder of the past and also a statement on the future of the area; proposing that we look at the future with more criticism. The Selective Committee, alongside of architecture experts, comprises the representatives of Istanbul Modern and other YAP: New Architecture Program. In the selective committee chaired by Archi-
haberler | news
yor. Mimar Prof.Dr. Suha Özkan’ın başkanlığını yaptığı seçici kurulda, mimar Emre Arolat, İstanbul Modern Küratörü Çelenk Bafra, MoMA Küratörü Barry Bergdoll; XXI. Yüzyıl Sanatları Ulusal Müzesi, MAXXI Mimarlık Kıdemli Küratörü Pippo Ciorra, İstanbul Modern Direktörü Levent Çalıkoğlu, YAP İstanbul Modern Koordinatörü Pelin Derviş, İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, MoMA Küratörü Pedro Gadanho, MMCA Küratörü Geuntae Park, CONSTRUCTO Direktörleri Jeannette Plaut ve Marcelo Sarovic, mimar Melkan Tabanlıoğlu ve mimar Han Tümertekin yer alıyor. Seçici Kurul Başkanı Suha Özkan “KATI OLAN HER ŞEY”in seçilme nedenini şöyle açıkladı: “PATTU’nun önerisindeki esin kaynağı, Galataport olarak anılan bölgenin fiziki, toplumsal ve endüstriyel tarihi. Bölgenin görsel açıdan belgelenmesi, civarında var olmuş çok sayıda tarihi şehir oluşumunu gözler önüne serdi. Yapı bileşenlerini betimleyen ve ana hatlarını çarpıcı soyut formlar içinde bir araya toplayan önerileri ise ‘yere özgü’ bir güce sahip. Tarih sürecinde orada bulunmuş binaların ana hatlarının veya karakteristik unsurlarının üç boyutlu ve çok katmanlı halde bir araya getirilmesi, pavyonu şehir tarihinin iki yüzyılı aşkın bir bölümüyle ilişkilendiriyor. Öneriyi her yaşta kişi ve farklı sosyal gruplar için cazip kılan şey, bu ilginç tarihi anlama, deneyimleme ve keşfetme olanağını açığa çıkarma biçimi.” Kazanan tasarımların yanı sıra uluslararası YAP: Yeni Mimarlık Programı’na katılan tüm finalistlerin geliştirdiği öneriler ortak bir sergiyle İstanbul Modern, MoMA PS1 (New York), MAXXI (Roma), CONSTRUCTO (Santiago) ve MMCA (Seul)’da izleyiciyle buluşacak. YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı, iki yılda bir yaz aylarında genç ve yükselen mimarlara yenilikçi bir mimari tasarımla açık havada geçici bir yapı tasarlama fırsatı sunuyor. Değerlendirme, Türkiye’nin dört bir tarafı ve KKTC’deki mimarlık okullarındaki akademisyenler, mimarlık eleştirmenleri, süreli yayın mensupları ve Mimarlar Odası ile Serbest Mimarlar Derneği gibi mesleki kurumların temsilcilerinden oluşan aday göstericilerin, 11 Kasım 2014’te önerdiği 30 genç aday arasından seçilen 5 finalistin sunduğu portfolyolar üzerinden yapıldı. Seçilen finalistlerden İstanbul Modern’in bahçesine özel geçici bir düzenleme önerisi geliştirilmeleri istendi ve 22 Ocak’ta bu önerilerden YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı’nın ikinci projesi belirlendi. YAP İstanbul Modern’in ilk projesi, SO? Mimarlık ve Fikriyat’ın geliştirdiği “Göğe Bakma Durağı” olmuştu.
tect Prof. Dr. Suha Özkan, Architect Emre Arolat, Istanbul Modern Curator Çelenk Bafra, MoMA Curator Barry Bergdoll; 21st Century Arts National Museum, MAXXI Architecture Senior Curator Pippo Ciorra, Istanbul Modern Director Levent Çalıkoğlu, YAP Istanbul Modern Coordinator Pelin Derviş, Istanbul Modern Chairman of the Board Oya Eczacıbaşı, MoMA Curator Pedro Gadanho, MMCA Curator Geuntae Park, CONSTRUCTO Jeannette Plaut and Marcelo Sarovic, architects Melkan Tabanlıoğlu and Han Tümertekin were members. Select Committee Chairman Suha Özkan explained the reason why everything solid was picked: “The source of inspiration in PATTU’s proposal is physical, social and industrial history of the area known as Galataport. Visual documentation of the area revealed a large number of historical settlements which existed around it. Their proposal, which depicts building components gathering together main lines within striking abstract forms, has a power ‘specific to location’. Bringing together in a three-dimensional and multi-layered form of the main lines or characteristic elements of buildings, that have existed over there through history, relates the pavilion to a segment of the city’s history, going over two centuries. What makes the proposal attractive for people of every age and different social groups, is its setting forth the opportunity to understand, experience and discover this interesting piece of history”. Besides winning projects, the proposals developed by all finalists in the YAP: New Architecture Program will be presented to viewers in a group exhibition at Istanbul Modern, MoMA PS1 (New York), MAXXI (Rome), CONSTRUCTO (Santiago) and MMCA (Seul). YAP Istanbul Modern: New Architecture Program gives the opportunity of designing a temporary building outdoors, employing an innovative architectural design to young and rising architects in summer months, every two years. The evaluation was done over portfolios submitted by 5 finalists picked amongst 30 young candidates nominated on November 11, 2014 by nominators, comprising academicians in schools of architecture in all over Turkey and Turkish Republic of Northern Cyprus, architecture critiques, members of periodicals and representatives of professional associations like Chamber of Professional Architects and Association of Freelance Architects. The selected finalists were asked to develop a temporary installation proposal for the garden of Istanbul Modern and the second project of YAP Istanbul Modern: New Architecture Program was picked out of these proposals on January 22. The first project of YAP Istanbul Modern was “Sky Spotting Stop” developed by SO? Mimarlık ve Fikriyat.
natura | 29
haberler | news
Şehir, Garip Bir Tavırla Yavaş Yavaş Kendini Yeniden İnşa Etmeli The city should Rebuild itself Gradually with a Strange Attitude Şubat 2015 Salı akşamı Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor etkinlikleri kapsamında David Chipperfield konferansı İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleşti. Oldukça kalabalık bir mimar topluluğunun ilgisini çeken etkinlik sonrasında kokteyl olmayışı ve mimarın konuşma temposunun düşüklüğü nedeniyle beklentiyi karşılayamamış gibi gözüküyordu. Ancak David Chipperfield’in kendi ağzından mimarlığa yaklaşımını dinleyebilmek, bana göre şaşırtıcı ve öğreticiydi... Konferansın hemen öncesinde, Chipperfield’in mimarlığın felsefesini yaptığını söyleyen Celal Abdi Güzel bir açılış konuşması yaptı. Chipperfield İstanbul’da bulunmasının kendisini bağlam hakkında düşünmeye ittiğini söylerken konuşmasının mimarlık ve şehir ilişkisi üzerinde yoğunlaşacağını belirtti. Bu ilişkilerin son dönemlerde yatırım/geliştirme ve koruma/kentlerin devamlılığı üzerinden geliştiğini söyledi; mimara göre bu ilişkiler kentlerin morfolojisini doğrudan ilgilendiriyor. Kentlerin sadece simge haline gelmiş birkaç yapıya dayanmadığını söyleyen Chipperfield, geliştirmeler ve yatırımlar nedeniyle kent kalitesinin tehlike altında olduğunu açıkladı. Kentlerin neye benzemesi gerektiğinin unutulduğunun altını çizen Chipperfield, kenti dünya ve birey arasındaki ilişkinin bir ürünü olarak tanımladı. Bu karmaşık dünya içinde bireyin yerinin mimarlık disiplini tarafından belirlendiğini açıklayan mimar, bireyin kentte çalışmak ve yaşamak için bulunduğunu ve bu yüzden bu sürecin doğal bir getirisi olarak yatırımların gerçekleştiğini sözlerine ekledi. Londra’daki ofisinin manzarasını izleyicilere gösteren Chipperfield, siluet üzerinden kenti değerlendirdi. Kentsel mekânın ve sivil mimarinin birleşimi sırasında kentsel bir durumun ortaya çıkışından ve bu durumun mimarlığa bağlı olduğundan bahsetti. Londra’nın tipik bir “square”ini örnek olarak gösterdi. Kentin inşasına dair organik boyuta sahip Napoli üzerinden kişiselleştirilmiş/uygun hale getirilmiş kent mekânlarını değerlendiren Chipperfield, enformel kentleri de hesaba katarak otokrasiyle yapılaşmış kentleri iki kategoride açıkladı: • Mimarlık ürünü olarak kent, • İnsan ürünü olarak kent.
24
natura | 30
A
conference by David Chipperfield was given as part of Architects Speak with Kalebodur at Istanbul Convention Center on the evening of Tuesday, February 24, 2015. It appeared as if expectations were not met after the event which drew the attention of a rather large gathering of architects; perhaps because there was no post conference cocktail party and that the architect’s pace of speech was quite slow. However, for me, it was inspiring, startling and educational to be able to hear David Chipperfield’s approach to architecture in his own words... Just before the conference, Celal Abdi Güzel, who noted that Chipperfield philosophized architecture, gave an opening address. As he said that his presence in Istanbul moved him towards thinking about context, Chipperfield added that his speech would be focused on the relationship between architecture and the city. He stated that these relations in recent periods developed on project/development and conservation/urban survival; according to the good architect, these relations directly involve the morphology of cities. Chipperfield, adding that cities did not rely on just a few buildings that have become symbols, announced that the quality of cities was endangered because of developments and projects. Underscoring that what cities should look like has been forgotten, Chipperfield defined the city as the product of the relationship between the world and the individual. Remarking that the place of the individual is set by the discipline of architecture in this complex world, Chipperfield added that the individual is in a city to work and to live and therefore, projects were realized as a natural return of this process. Chipperfield, who showed the view of his office in London to the audience, assessed the city on that silhouette. He said that an urban situation arose during the union of urban space and civil architecture which was dependent on architecture. He gave as an example a typical “square” in London. ssessing the personalized/adapted urban spaces over Naples which has an organic dimension for building a city, Chipperfield categorized the cities built by autocracy, taking also in account informal cities, into two: • City as the product of architecture, • City as the product of the human being.
haberler | news Mimarlık ürünleriyle bezeli Doha’nın siluHe explained that for some, the silhouette of etinin kimileri için bir beğeni unsuru olaDoha embellished by the products of architecture rak nitelendirebileceğini ancak şehrin somay qualify as an element of admiration but that kaklarında kolektif bilincin izlerinden eser there was no trace of collective awareness any kalmadığını anlattı. Chipperfield, kentin more on the roads of the city. Chipperfield noted eski tanımından çok uzak bir aşamada olthat we are at a phase far removed from the old duğumuzu ve kentin bünyesindeki objeler definition of the city, which was created by the arasındaki ilişkilerle oluştuğunu belirtti. relationships between the objects it embodies. Chipperfield, bu objelerin/kütlelerin bir Chipperfield emphasized that these objects/ anlam taşımadığının altını çizdi. Birer heymasses were meaningless. He questioned what kelden farkı kalmayan objeleriyle kentin the relationship with architecture of the city was mimarlıkla ilişkisinin ne olduğunu, miwith objects not much different from statues, marlığın anlamının ne olduğunu sordu. asking what the meaning of architecture was. The Mimarın bu sorulara verdiği yanıt, kimilearchitect’s response to these questions, although rine ütopik bir yaklaşımmış gibi gelse de, it may seem to be a utopian approach for some, gayet basitti; mimar olarak ya bu sürece was very simple; as architects, we will either surteslim olacağız ya da karşı geleceğiz. Dürender or fight against this process. Developing şük bir olasılık olarak nitelendirdiği 2. sehis professional practice based on the second opçenek üzerinden mesleki pratiğini geliştition which he calls a small probability, Chipperren Chipperfield esas konunun geliştirme field pointed out that the main subject was the amaçlı yatırımlardaki ekonomik anlayış ve economic concept of development projects and en verimli gücün bulması olduğunu açıkfinding the most efficient power... ladı… Chipperfield, who conveyed his thoughts on the Konuşmasının geri kalanında, kent ve micity and architecture in the remaining part of his marlık için ürettiği düşünceleri Berlin’de address through buildings he designed in Berlin, tasarladığı yapılar üzerinden aktaran said that he specifically chose that city to make Chipperfield, son 60 yılda yaşanan yıkımsense of the destruction experienced in the last ları anlamlandırmak adına, özellikle bu sixty years. kenti seçtiğini ifade etti. Stating that monumental buildings and archiAnıtsal yapılar ile 2. ve 3. (önem) tecture of 2nd and 3rd order significance should derece(sin)deki mimarlığa sahip çıkılma- Young Man at His Window, Gustave Caillebotte (1875). be conserved, David Chipperfield lamented that sı gerektiğini söyleyen David Chipperfisocial diversity could not be conserved in cities... eld, kentlerde sosyal çeşitliliğin korunamadığından şikâyet etti… The architect, who noted that Berlin continuously defined itself through renoBerlin’in sürekli kendini yenileyerek tariflediğini söyleyen mimar, sahvation, mentioned that there was a complex context in the city because of the ne olduğu tarihten dolayı kentte karmaşık bir bağlamın var olduğunhistory it was the stage of. Chipperfield, who likened his architecture to a play dan bahsetti. İşte tüm bu nedenlerden ötürü, mimarlığını eski ve yeni between the old and the new because of all these reasons, explained that he arasında bir oyuna benzeten Chipperfield bu iki kavramın birbirine was nurtured by the energy these two concepts added to each other. Pointing kattığı enerjiden beslendiğini anlattı. Tarihsel sürekliliği sağlayan niout that his projects, which can be said to ensure historical continuity, reflected telikteki projelerinin her neslin kattığı değerleri yansıttığını belirten the values added by each generation; Chipperfield said that they created a new building out of the original one at Forum Museumsinsel. Chipperfield, Forum Museumsinsel’de orijinal yapıdan yeni bir bina Stating that they took on the responsibility of urban incompletion in the Amyarattıklarını söyledi. Kupfergraben 10 project, which involves a corner lot nearing existing buildings Mevcut binalara yanaşarak bir köşe parseli tutan ve galeri işlevine sawhich serves as a gallery, Chipperfield remarked that the architecture of the hip AmKupfergraben 10 projesinde kentsel tamamlamamanın sorumbuilding regained its identity both with its interior and exterior. luluğunu aldıklarını ifade eden Chipperfield, hem içi hem de dışıyla The architect, who drafted a master plan for Berlin’s famous Museums Island yapının mimarisinin kişiliğini yeniden kazandığını belirtti. (Museumsinsel); when introduction of a new building to the area was required, Berlin’in ünlü Müzeler Adası (Museumsinsel) için master planı tasarlayan believed that this should be combined with an infrastructure project. Explainmimar, yeni bir yapının alana eklenmesi söz konusu olduğunda bunun ing that they researched how a new building should be designed in a historic bir altyapı projesiyle birleşmesi gerektiğine inanmış. Tarihi, dolaysıyla da and therefore, sensitive environment, the architect created the solution, makhassaslaşmış bir çevrede yeni bir yapının nasıl tasarlanması gerektiğini ing use of local qualities, allowing a design which would be an annex in conaraştırdıklarını açıklayan mimar çözümü yere özgü nitelikleri kullanarak formity with the context to be created. yaratmış ve böylece bağlamına uyum sağlayan bir ek haline gelen tasaNeuesMuseum, which perhaps is the best known project of David Chipperrım ortaya çıkmış. field, is at the same location; most parts of the building were ruined with the David Chipperfield’in, belki de en iyi tanınan projesi olan, Neues Museimpact of bombs, fires, weather conditions and time. There were ornate walls um yine aynı yerde bulunuyor; bombalar, yangın, hava şartları ve zamain its state before World War II because the museum did not actually have a nın etkisiyle çoğu bölümü harabeye dönmüş yapının. Yapının 2. Dünya large enough collection. Savaşı’ndan önceki halinde süslü duvarlar bulunmaktaymış çünkü müzeInheriting a site of ruins, Chipperfield disclosed that he answered the debates nin yeterince geniş bir koleksiyonu yokmuş. on conservation, which were going on since the war by creating a new archiBir harabeyi miras alan Chipperfield, savaştan bu yana süregelen korutecture. The main idea underlying the accomplishments of David Chipperfield maya dair tartışmalara karşıtlıklar üzerinden yeni bir mimarlık yaratarak and for me, the approach describing his architecture best is that the architect, cevap verdiğini açıkladı. David Chipperfield’in başarısının ardında yatan just like archaeologists, has filled between the parts remaining from the old asıl düşünce ve bana göre yaptığı mimarlığı en iyi şekilde tanımlayan with the new during renovation. Hence, a museum, conserving both the figyaklaşım ise mimarın tıpkı arkeologların yaptığı gibi, yenileme sırasında ure and also spatial lineup to which a brand new architecture was added, has eskiden kalan kısımların arasını yeni ile dolduruyor olması. Bu sayede hem emerged. figürü hem de mekânsal diziyi koruyan ve yepyeni bir mimarlığın eklenDavid Chipperfield noted that they created a harmony keeping together the diği bir müze ortaya çıkmış. old and the new with a design preserving the soul of the building, the construcYapımı sırasında büyük tartışmalara neden olan yapıyı David Chipperfition of which was ground for major debates... eld, binanın ruhunu koruyan bir tasarımla eski ve yeniyi bir arada tutan bir ahenk yarattıklarını söyledi…
natura | 31
haberler | news
BORUSAN’DA İKİ SERGİ BİRDEN TWO EXHIBITIONS AT ONCE IN BORUSAN Borusan Contemporary, Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu eserlerinden oluşan iki sergiyle sanatseverleri ağırlıyor. “Ortak Zemin: Su” ve “Uvertür: Yeni Eserler” adlı sergiler, 22 Mart tarihine kadar Perili Köşk’te ziyaret edilebilecek. “Uvertür” adlı sergi, Borusan’ın bünyesine kattığı yeni ve daha önce sergilenmemiş eserlerden bir seçki sunuyor. Jim Campbell, Ali Kazma, Serkan Ozkaya, Jennifer Steinkamp, Universal Everything ve Marina Zurkow’un eserlerinden oluşan ve Kathleen Forde’un küratörlüğünü yaptığı sergi ile, son dönemde koleksiyonda yapılan coğrafi, estetik ve tür bazlı yeni açılımların ziyaretçilere ulaşması hedefleniyor. “Ortak Zemin: Toprak, Su, Hava – Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Seçkiler” sergi dizisi, tematik bir bakış sunmayı amaçlayan ve birbirleriyle ilişkili üç sergiden oluşuyor. Bu dizide koleksiyondan eserler toprak, su ve hava “müşterek” kavramlarıyla olan ilişkileri üzerinden seçilerek bir araya getiriliyor. Dizinin devam etmekte olan ikinci sergisi “Ortak Zemin: Su”, çağdaş sanat ve dünyayla ilişkilenmenin bir yolu olarak, suyun çeşitli temsilleri ve suyla ilişkili bir dizi dünyevi konuyla ilişki kurmayı öneriyor. Herkese ait kaynaklar yani müştereklerimiz olan toprak, su ve havanın, eşitlik ve sürdürülebilirlik temelinde yönetimi, dünya üzerindeki yaşamımız açısından büyük önem taşıyor. “Ortak Zemin: Su”, bunun, suyla biçim veya içerik açısından ilişkilenen çok sayıda eser içeren kurumsal bir koleksiyondan yapılmış bir seçki bağlamında ne anlama geldiğine odaklanıyor. Fotoğraflar, resimler, interaktif yerleştirmeler, videolar, neon ve baskı gibi farklı mecralarda üretilmiş çok sayıda eseri bir araya getiren sergi, güzel ve romantik manzaralardan sanayi bölgelerine ve doğanın peyzaj üzerindeki duygusal etkisine, sakin ve huzurlu sahnelerden fırtınalı denizlere kadar uzanan geniş bir yelpazede suyun hem doğal hem kültürel bağlamda çeşitli temsillerini içeriyor. Borusan Contemporary hosts art lovers with two exhibitions consisting of Borusan Contemporary Art Collection works. The exhibitions entitled “Common Ground: Water” and “Overture: New Works” may be seen at Periliköşk until March 22. The exhibition entitled “Overture” presents a selection from new and never before exhibited works Borusan has incorporated in its organization. With the exhibition comprising the works by Jim Campbell, Ali Kazma, Serkan Ozkaya, Jennifer Steinkamp, Universal Everything and Marina Zurkow, curated by Kathleen Forde; it is sought to bring geographical, aesthetic and type-wise new initiatives in the collection in recent periods to viewers. The exhibition series “Common Ground: Earth, Water, Air - Selections from Borusan Contemporary Art Collection” comprises three exhibitions seeking to present a thematic perspective that are interrelated. The works from the collection are picked and brought together based on their relationships to the “common” concept of earth, water and air in these series. The second exhibition of the series which is ongoing; “Common Ground: Water”, proposes to establish a relationship, various representations of water and a series of secular topics relating to water, relating to contemporary art and the world. Management on the basis of equality and sustainability of earth, water and air, which are resources belonging to everyone, that is our commons; is very important for our life on earth. “Common Ground: Water” focuses on what this means in the context of a selection from a corporate collection containing numerous works relating to water, from the perspective of form or content. The exhibition, which brings together a large number of works produced in different channels like photographs, pictures, interactive installations, videos, neon lights and prints involve various depictions of water both in natural and also cultural context on a broad spectrum, ranging from beautiful and romantic scenes, industrial zones and the sentimental impact of nature on landscape from calm and peaceful scenes, to tumultuous seas.
natura | 32
ÇANAKKALE BİENALİ: KOORDİNATLAR 40°9′0″N-26°24′0″E ÇANAKKALE BIENNIAL: COORDINATES 40°9′0″N-26°24′0″E
Depo, 3. ve 4. Çanakkale Bienalleri’nden bir seçkiye ev sahipliği yapıyor. “Çanakkale Bienali: Koordinatlar 40°9′0″N-26°24′0″E” sergisi son iki bienalin aç tığı kavramsal çerçeveden hareketle, Çanakkale şehrinin sosyal ve kültürel dokusunu belirleyen tarihsel belleğini ele alıyor. Sergi militarizm, mitolojiler ve mikro-makro anlatılar, tarihin anıtla ştırılması gibi evrensel olguları, kentin özgün bağlamından hareketle irdeleyen yapıtları bir araya getiriyor. Nikita Alexeev, Nigol Bezjian, Klaus vom Bruch, Ayşe Erkmen, Aladdin Garunov, Jakob Gautel, Güven İncirlioğlu, Grigor Khachatr yan, Komet, Sıtkı Kösemen, Ulrike Rosenbach, Viron Erol Ver t, Yeni Anıt, Ani Setyan, Hakan Kırdar’ın işlerinin yer aldığı, Beral Madra, Seyhan Boztepe ve Deniz Erba ş’ın küratörlüğünü yaptığı Çanakkale Bienali sergisi 8 Mar t’a kadar Depo’da. Depot hosts a selec tion from 3rd and 4th Çanakkale Biennial. The exhibition “Çanakkale Biennial: Coordinates 40°9′0″N-26°24′0″E” addresses the historic memor y charac terizing the social and cultural texture of the city of Çanakkale, star ting from the conceptual framework initiated by the last two biennials. The exhibition brings together works discussing universal phenomena like militarism, mythologies and micro-macro stories and monumentalization of histor y, based on the original context of the town. Çanakkale Biennial exhibition, featuring works by Nikita Alexeev, Nigol Bezjian, Klaus vom Bruch, Ayşe Erkmen, Aladdin Garunov, Jakob Gautel, Güven İncirlioğlu, Grigor Khachatr yan, Komet, Sıtkı Kösemen, Ulrike Rosenbach, Viron Erol Vert, Yeni Anıt, Ani Setyan and Hakan Kırdar; curated by Beral Madra, Seyhan Boztepe and Deniz Erbaş is at Depot until March 8th.
haberler | news
GENCAY KASAPÇI İSTANBUL’DA EKREM HAKKI AYVERDI: ARCHITECTURE GENCAY KASAPÇI IN HISTORIAN, RESTORER, COLLECTIONER ISTANBUL EKREM HAKKI AYVERDİ: MİMARLIK TARİHÇİSİ, RESTORATÖR, KOLEKSİYONER
Ekrem Hakkı Bey çok verimli bir ömür sürdürdükten sonra geriye Osmanlı mimarisi araştırmalarına çok büyük katkıda bulunan bir külliyat ile hat sanatı başta olmak üzere, Osmanlı el sanatlarının en seçkin örneklerini içeren muhteşem bir koleksiyon bıraktı.” Prof. Dr. M. Baha Tanman İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, ölümünün 30. yılında, geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet İstanbulu’nun kültür insanı ve İstanbul beyefendisi Ekrem Hakkı Ayverdi’yi kapsamlı bir sergiyle anıyor. Kaybolmuş bir dünyanın son temsilcilerinden, Osmanlı sanatı araştırmaları ve mimarlık tarihi içinde farklı bir yeri olan Ekrem Hakkı Ayverdi’nin meslek hayatı ve eşşiz koleksiyonu, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde 14 Mart tarihine kadar devam edecek olan “Ekrem Hakkı Ayverdi: Mimarlık Tarihçisi, Restoratör, Koleksiyoner” başlıklı özel bir sergiyle izleyici karşısına çıkarılıyor. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Bilim Kurulu Başkanı M. Baha Tanman küratörlüğünde hazırlanan sergi; geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet İstanbulu’nda yetişen, mühendis-mimar, restoratör, mimarlık tarihçisi kimliğinin yanı sıra Osmanlı sanatına tutkuyla bağlı bir koleksiyoner olan, yaşadığı dönemde değişmeye başlayan kültür ortamında eski itibarını yitiren eserlerin en seçkinlerini koleksiyonunda bir araya getiren ve büyük bir özenle koruyan Ekrem Hakkı Ayverdi’nin (1899-1984) geniş kitlelerle buluşmasını amaçlıyor. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Ekrem Hakkı Bey’in restorasyon projelerinden, koleksiyonundaki eşsiz hat sanatı örneklerine, tekkelerde üretilen eserler, tablolar, işlemelerden, çini, seramik ve cam objelere uzanan değerli örneklerin yer aldığı, özenli bir seçkiyle hazırlanan, sergi ve kapsamlı kataloğu, bir döneme ışık tutmayı hedefliyor. After an extremely active life, Mr. Ekrem Hakkı left behind a collection which had great contribution to Ottoman architecture research, and a magnificent collection containing most distinguished specimens of Ottoman handicrafts lead by the art of hat.” Prof. Dr. M. Baha Tanman Istanbul Researches Institute pays tribute to the culture person of the late Ottoman and early Republic Istanbul and a gentleman from Istanbul, Ekrem Hakkı Ayverdi; with a comprehensive exhibition on the thirtieth anniversary of his death. The professional life and the unique collection of Ekrem Hakkı Ayverdi, who is one of the last representatives of a world lost, who has a different place in Ottoman art research and architecture history, comes before the viewers in a private exhibition titled “Ekrem Hakkı Ayverdi: Architecture Historian, Restorer, Collectioner” which can be visited until March 14 at Istanbul Researches Institute. The exhibition curated by Istanbul Researches Institute Science Committee Head M. Baha Tanman aims to bring Ekrem Hakkı Ayverdi (1899-1984) who was raised in the latte Ottoman and early Republic Istanbul and was a collectioner passionately obsessed with Ottoman art, beside being an engineer architect-restorer and architecture historian who compiled the most distinguished of the works, who lost their reputation in the changing cultural environment, preserving them with great care to masses. Istanbul Researches Institute seeks to shed light on a period with the exhibition featuring Ekrem Hakkı’s restoration projects, the unique hat art specimens in his collection, art work and paintings created in tekkes, çini, ceramic and glass objects, and a comprehensive catalog.
Ressam Gencay Kasapçı, yeni sergisi ile Mart ayı boyunca İstanbul’da. 1954’de Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bö lümü’nü üstün başarıyla bitiren, 1959’da İtalyan Hükümeti’nden kazandığı bursla Floransa’ya giden Kasapçı uzun yıllar İtalya’da yaşadı, fresk ve mozaik çalıştıktan sonra Roma’da kendi atölyesini kurdu. Mondadori ve Vallecchi Yayınevlerine hikâyeler resimleyen, kişisel sergiler açan ve çok sayıda ödülü bulunan sanatçının “Noktanın Sonsuzluğu 2” isimli sergisi, 9-29 Mart tarihleri arasında Galeri Selvin’de görülebilir. Giuseppe Mazzariol’un işleri üzerine “Tekrarlanan şekiller teorisi, bu teorinin dozunun bilgece ayarlanmış olması ve krom hesabı bu resimlerin her birine gerekçesiz bir parlaklık katmakta. Kullanılan malzemenin sıradanlığı, uygulamadaki sadelik ve her tür artizanal tekniği adeta yok sayması tablolarının eşsiz olmasını sağlamış, sanatsal fikir ile uygulama arasındaki uyumu vurgulamış proje ile gerçeği bütünleştirmiş” sözlerini kullandığı sanatçı, Noktanın Sonsuzluğu’nda izleyiciyi biçimlerin ve yanıp sönen renklerin dünyasında bir gezintiye davet ediyor. Painting artist Gencay Kasapçı is in Istanbul through March with her new exhibition. Kasapçı, who graduated from Academy of Fine Arts High Art Program in 1954 with Honors, going to Florence with a scholarship she won from Italian Government in 1959, lived in Italy for many years, setting up her own studio in Rome after studying fresco and mosaic. The exhibition named “P o i n t o f I n f i n i t y” of t h e a r t i s t , w h o d r e w p i c t u r e s f o r s t o r i e s f o r M o n d a d o r i a n d Va l l e c c h i P u b l i s h i ng H o u s e s o p e n i ng s o l o s h o w s , h av i ng wo n n u m e r o u s awa r d s m ay b e v i s i t e d a t G a l e r i S e l v i n f r o m M a r c h 9 t o M a r c h 2 9. T h e a r t i s t , a b o u t h e r wo r k s o n G i u s e p p e M a z z a r i o l, s ay i ng ; “T h e r e p e at e d f o r m s t h e o r y, t h e w i s e a d j u s t m e n t of t h e d o s a g e of t h e t h e o r y a n d c h r o m at i c c a l c u l at i o n b r i ng s a n u n r e a s o n e d b r ig h t n e s s t o e a c h o n e of t h e s e p i c t u r e s . T h e o r d i n a r i n e s s of t h e u s e d m at e r i a l, t h e s i m p l i c i t y i n a p p l i c at i o n a n d h e r a l m o s t t ot a l d i s r eg a r d f o r a ny t y p e of a r t i s a n t e c h n i q u e m a ke s h e r p a i n t i ng s u n i q u e a n d s t r e s s e s t h e h a r m o ny b e t we e n a r t i s t i c i d e a a n d a p p l i c at i o n, i n t eg r at i ng d e s ig n a n d r e a l i t y”; i nv i t e s t h e v i e we r f o r a t o u r i n t h e wo r l d of f o r m s a n d b l i n k i ng c o l o r s i n t h e Po i n t of I n f i n i t y.
natura | 33
haberler | news
GIACOMETTI İLK KEZ İSTANBUL’DA GIACOMETTI IN ISTANBUL FOR THE FIRST TIME Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 11 Şubat – 26 Nisan 2015 tarihleri arasında, ünlü heykeltıraş ve ressam Alberto Giacometti’nin (1901-1966) retrospektif bir yaklaşımla hazırlanan Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisini sunuyor. Paris, Giacometti Vakfı’nın katkılarıyla hazırlanan ve vakfın yöneticisi Catherine Grenier’in küratörlüğünü yaptığı sergi, Giacometti’nin gençlik dönemi çalışmalarından son yapıtlarına ve tamamlanmamış bir eserine dek büyük ölçüde, sanatçının yaşamı boyunca çalıştığı Montparnasse’taki atölyesinde geçen verimli sanat yaşamını gözler önüne seriyor. Sergiye ayrıca arşiv belgeleri (mektuplar, hazırlık desenleri, yayınlar) ve dönemin önde gelen fotoğrafçılarının sanatçıyı yorumladığı bir fotoğraf seçkisi de eşlik ediyor. Giacometti’nin çalışmalarının belirleyici iki dönemi olan, II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası çevresinde, Paris’te, dönemin önde gelen sanatçı ve entelektüelleriyle dostluklarına da uzanan zamandizinsel ve tematik bir güzergâh sunuyor. Gençlik dönemi yapıtlarına ayrılan ilk bölümde, Alberto Giacometti’nin 1922-1935 arasında, Post-Kübist sanatçılar ve Gerçeküstücü akımla ilişkisi, Paris’te yaptığı önemli bir heykel grubu, Paris’teki ilk yıllarını ve dönemin sanat sahnesinde oynadığı belirleyici rolü açığa vuruyor. İkinci bölüm, büyük yapıtlarla birlikte çoğunluğu 1950-1960 yılları arasında gerçekleştirilmiş, sanatçının dünya algısını geliştirdiği ve gerçeği olduğu gibi değil de gördüğü gibi yansıttığı olgunluk dönemi yapıtlarını ele alıyor. Bu, ayrıca insan figürü üstüne çok yoğun biçimde çalıştığı bir dönem. Giacometti, resimde olduğu gibi, heykelde de, doğadan ya da bellekten aralıksız çalışıyor, yakınlarının yüz çizgilerinde insanlığın evrensel ifadesini yakalamaya uğraşıyor. 1960’lı yıllarda, Giacometti yaşadığı kente, Paris’e, sokaklarını, kafelerini, atölyesini ya da karısı Annette’in dairesi AlbertoGiacometti, Erkek Büstü (Lotar gibi daha özel yerleri de çizerek saygısını sunmuştur, II), yak. 1964-1965/Bust of a Man (Lotar II), c. 1964-1965© EstateGiacometti bu çizimler onun en son kitabını oluşturacaktır: Paris sans fin (Sonsuz Paris). Sergide de söz konusu çizim(FondationGiacometti + ADAGP) lerden geniş bir litografi seçkisi de yer alıyor. Suna and Inan Kıraç Foundation Pera Museum presents the first comprehensive exhibition in Turkey, of renowned sculptor and artist Alberto Giacometti (1901-1966), prepared with a retrospective approach from February 11to April 26, 2015. The exhibition; prepared with the support of Paris, Giacometti Foundation, curated by Foundations Director Catherine Grenier, reveals the productive art life of Giacometti; ranging from his youth period works to his last ones including an uncompleted one, spent in his studio in Montparnasse. The exhibition is also accompanied by archive documents (letters-sketches, publications) and a selection from photographs in which leading photographers of the period interpret the artist. The characteristic two periods of Giacometti’s works were before and after World War II. A thematic course is presented in the exhibition covering his friendships with the leading artists and intellectuals of the time period in Paris. In the first segment dedicated to his youth period works, his relationship with PostCubic artists and Surrealist movement between 1922-1935, a group of sculptures he built in Paris, display his first years in Paris and his important role in the art platform of the period. The second segment addresses his maturity period works created mostly between 1950 and 1960 where the artist has developed his perception of the world, reflecting reality not as it is but as he sees it. This is also a period in which he has concentrated on human figures. Giacometti, like in his paintings, in sculptures too, works without interruption from nature or memory, striving to capture the universal expression of humanity in the facial lines of his kin. Giacometti in 1960s, has paid his respects to Paris, the town he lives in; drawing its roads, cafés, his studio or even more private locations like his wife Annette’s apartment. These drawings form his latest book: Paris sans fin. A broad lithography selection from these drawings are featured at the exhibition.
natura | 34
3. ULUSLARARASI YEŞİLÇAĞ/GREENAGE SEMPOZYUMU 3RD INTERNATIONAL GREENAGE SYMPOSIUM MSGSÜ Mimarlık Fakültesi tarafından düzenlenen Uluslararası Yeşilçağ/Greenage Sempozyumu, ekolojik bilincin toplumun tüm kesimlerinde yaygınlaştırılmasını ve farklı ölçeklerde ekolojik/yeşil çözümlerin tartışılmasına olanak sağlamayı amaçlıyor. Fakülte, üniversiteler, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ile mimarlık, tasarım, mühendislik ve benzeri alanlarda çalışan profesyonelleri bir araya getirerek bu konuda üstlendiği sorumluluğu sürdürmeyi hedefliyor. Bu kapsamda, ilkini 2010 yılında gerçekleştirdiği Uluslararası YeşilÇağ/GreenAge Sempozyumu’nun üçüncüsünü 15-17 Nisan 2015 tarihlerinde düzenleyecek olan MSGSÜ Mimarlık Fakültesi, sempozyum aracılığıyla ekolojik bilincin toplumun tüm kesimlerinde yaygınlaştırılmasını ve bu bağlamda tüm dünyadan katılımcıların buluşmasına ve farklı ölçeklerde ekolojik/yeşil çözümlerin tartışılmasına olanak sağlamayı amaçlıyor. Sempozyum konuları şu şekilde: 1- Yaşam Kalitesi ve Konfor 2- Sürdürülebilir Kentsel Mekanlar 3- Yeşil Sistemler 4- Kentsel Dayanıklılık 5- Enerji Verimliliği, Temiz Enerji Kullanımı 6- Sürdürülebilir Proje Yönetimi 7- Atık Yönetimi, Geri Dönüşüm, Yeniden Kullanım 8- Yaşam Boyu Maliyet ve Değerlendirme, Bakım, İşletme 9- Akıllı Teknolojiler, Otomasyon ve Hibrid Sistemler 10- Malzeme Kullanımı ve Sürdürülebilirlik 11- Yasal Çerçeve ve Sürdürülebilirlik 12- İyi Uygulama Örnekleri 13- GYO - Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları 14- Sürdürülebilirlik ve Sanat International GreenAge Symposium, organized by MSGSU School of Architecture, seeks to make ecological environment awareness more popular in all segments of society; allowing ecological/green solutions to be debated at various scales. The school hopes to bring together universities, local governments, NGOs and professionals working in fields like architecture, design and engineering; sustaining its responsibility it has assumed in this field. MSGSU School of Architecture, which will hold the third one of the International GreenAge Symposiums, the first one of which it held in 2010; from April 15 to April 17, 2015 presents the following topics. Symposium topics are as follows: 1-Life Quality and Comfort 2-Sustainable Urban Space 3-Green Systems 4-Urban Resilience 5-Energy Efficiency, Use of Clean Energy 6-Sustainable Project Management 7-Waste Management, Recycling, Reuse, 8-Life-Long Cost and Evaluation, Maintenance, Operation 9-Smart Technologies, Automation and Hybrid Systems 10-Material Use and Sustainability 11-Legal Framework and Sustainability 12-Examples of Best Practices 13-GYO – Real Property Investment Partnerships 14-Sustainability and Art
haberler | news
İSTANBUL FİLM FESTİVALİ BAŞLIYOR ISTANBUL FILM FESTIVAL TO TAKE OFF İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 34. İstanbul Film Festivali, 4-19 Nisan tarihleri arasında on birinci kez gerçekleştirilecek. Festivalin Türkiye Sineması bölümünde gerçekleşecek Altın Lale Ulusal Yarışması jüri başkanlığını, bu yıl ünlü yönetmen Zeki Demirkubuz üstlenecek. Altın Lale ve Yeni Türkiye Sineması kategorilerinin yanı sıra, bu yıl ilk kez belgesel kategorisinde de ödül verilecek. Türkiye’de belgesel sinemayı ve belgeselcileri desteklemek amacıyla, bu başlık altında iki ödül, En İyi Belgesel ve Jüri Özel Ödülü verilecek. Geri sayımı başlayan festivalde, programdan sürprizler yavaş yavaş duyuruluyor. 87. Oscar Ödülleri’nde En İyi Belgesel dalında aday gösterilen “The Salt of the Earth” (Toprağın Tuzu), Oscar heyecanının ardından 34. İstanbul Film Festivali kapsamında izleyiciyle buluşacak. Festival kapsamında düzenlenen Köprüde Buluşmalar, 2015’te 10. yılını kutluyor. Köprüde Buluşmalar’ın katkısı ile 9 yılda 29 film tamamlandı, Film Geliştirme Atölyesi ile 19 film hayata geçerek izleyicilerle buluştu. 34. İstanbul Film Festivali programının tamamı, Mart ayında yapılacak basın toplantısıyla açıklanacak. 34th Istanbul Film Festival organized by Istanbul Culture Art Foundation will be held for the eleventh time from April 4 to 19. This year, renowned director Zeki Demirkubuz will serve as the chair of the jury of Golden Tulip National Competition in the Turkish cinema segment of the festival. Besides Golden Tulip and New Turkish Cinema categories, awards will be offered also in the documentary category for the first time this year. For supporting documentary cinema and documentary film makers in Turkey, two prizes; The Best Documentary and Jury Special Award will be offered under this title. In the countdown towards the festival, program surprises are being announced one by one. “The Salt of the Earth”, which was nominated in the Best Documentary discipline in 87th Oscar awards, will meet the audience on the occasion of 34th Istanbul Film Festival, after the Oscar suspense. Meetings on the Bridge organized as part of the festival celebrates its 10th year in 2015. In nine years, 29 films were completed with the contribution of meetings on the bridge and 19 films were launched with Film Development Studio. The entirety of the 24th Istanbul Film Festival program will be announced in a press conference to be held in March.
KÜÇÜK YÜZLER, BÜYÜK BEDENLER SMALL FACES, BIG BODIES Elgiz Müzesi, “Küçük Yüzler, Büyük Bedenler” isimli sergiyi ağırlıyor. 13 Mart’a kadar devam edecek olan ve “canlıları”, bir başka deyiş ile “doğan ve ölen varlıkları” konu alan sergi, “yüz ifadesi” ile konu aldığı varlığın, izleyiciye hissettirdiği duyguya odaklanıyor. Sanat tarihinin en önemli sanat yapıtlarının ilk sıradaki özelliği olarak çok uzaklardan da olsa, izleyicileri çekim alanlarına hapsedip kendilerine doğru gelmelerini zorunlu kılan bir büyüleyiciliğe sahip oldukları gösterilebilir. Büyüleyiciliklerinin ağlarına düşürüp yakınlarına çektikleri izleyicileri “göz göze” yakınlığa getirdiklerinde ise, göz göze gelinen “küçük yüz” de, tepemizden bakıp bizi yukarıya bakmaya zorlayan “büyük beden” de izleyici ile karşılıklı olarak sırlarını paylaşmaya en yakın noktada ve buna hazırdırlar, denebilir. Tabii izleyici söz konusu sanat yapıtına doğru yaklaşma adımlarını atarken, belleğinin anılarından derlediği dosyayı da bir yandan çalışır ve sanatçının bu zıt kutuplarda gezinen sanat yapıtlarının hangi esin kaynaklarına ve göndermelere kapı açtığını veya araladığını da anlamaya çalışır. Elgiz Museum hosts the exhibition entitled “Small Faces, Big Bodies”. The exhibition, which will be open until March 13, making its subject “life organisms”, in other words, “beings who are born and die”; focuses on the sentiment the being makes the viewer feel with “face expression”. It can be said that the first ranking characteristic of most important art works of art history would be their charm, compelling viewers to come towards them even from afar. When they attract the viewers, they bring close to them by the web of their magic to “eye to eye” proximity; it can be said that the “small face” one looks in the eye and the “big body” overlooking us, forcing us to look upwards, are at the closest point to share their secrets mutually with the viewer, and that they are ready for this. Indeed, as the viewer takes steps to get close to the aforementioned art work, starts on the one hand to study the file she compiles from her memories; trying to figure out which sources of inspiration and references these art works, wandering along these opposing poles, opens and sets ajar the door to.
“YARIŞMAYLA YAP”ANLAR BULUŞUYOR THOSE WHO “MAKE BY COMPETITION” MEET Arkitera Mimarlık Merkezi, “Yarışmayla Yap” projesi kapsamında 21 Mart 2015 tarihinde “Yarışmayla Yap”ılan bir yapı olan İstanbul Deniz Müzesi’nde, “Yarışmayla Yapanlar Buluşuyor 2015” isimli bir etkinlik düzenliyor. Etkinlik, Türkiye’de Kamu İhale Kurumu ve/veya Mimarlar Odası yönetmeliği kurallarına uygun olarak açılan yarışmaların masaya yatırılacağı, yoğun bir programdan oluşuyor. Büyük bir kısmını geçtiğimiz yılda açılan yarışmaların oluşturduğu program, 2014 yılında açılan ve sonuçlanan 12 yarışmanın birincisi projesini sunacak. Ayrıca yapılan açık çağrı ile, bu 12 yarışmaya proje teslim eden, diskalifiye edilmemiş her proje, sunum yapmak için başvurabiliyor. Yarışmalar ve inovasyon ise etkinliğin bir diğer bölümünü oluşturuyor. Ayrıca 2014 yarışmaları ödül grubu projeleri, etkinlik boyunca yarışmaya sundukları hali ile sergilenecek. Arkitera Architecture Center organizes an event called “Those Who Make by Competition Meet 2015” at Istanbul Naval Museum, which is a structure built also by competition, on March 21, 2015 as part of the “Make by Competition” project. The event has a busy schedule where competitions held under the rules of Public Tenders Authority and/or Chamber of Architects regulations in Turkey will be discussed. The program, a large part of which is comprised of competitions held last year, will present the first one of the 12 contests held and concluded in 2014. Also, with an open invitation, any design projects which participated in these 12 contests that was not qualified, may make a presentation. Competitions and innovation are another part of the event. Also, year 2014 competitions prize group projects will be on display through the event in their state when presented for the contest.
natura | 35
haberler | news
MIXER’DE MİNYATÜR DÜNYAL AR MINIATURE WORLDS AT MIXER
MALTEPE ÜNİVERSİTESİ’NDE ULUSLARARASI ÖĞRENCİ KONGRESİ INTERNATIONAL STUDENT CONVENTION AT MARMARA UNIVERSITY Maltepe Üniversitesi Mimarlık ve Ta sar ım Fakültesi, İs t anbul’un son yıllarda ya şadığı sos yo -ekonomik dönüşümler ve fiziki çevre koşullar ını merceğine alac ak, uluslarara sı bir öğrenci kongresi düzenliyor. Mimarlık, iç mimarlık, grafik t a sar ım bölümü lisans öğrencilerinin kat ılımıyla 23 -26 Nisan 2015 t arihleri ara sında Maltepe Üniver sitesi’nde gerçekleşecek olan “MU I SC ARCH’15 : Perceive the Cit y!” (Şehri Algıla) adlı kongre, 3 günlük atölye ç alışma sı ve 1 günlük şehir turundan oluşuyor. Ma ltepe Univer sit y School of Architec ture and De sign is organizing an inter nat iona l s tudent convent ion to be focused on the socio - economic transfor mat ions Is t anbul ha s gone through in recent year s and it s physic a l environment a l condit ions. The convent ion t it led “MU I SC ARC H ’15 : Perceive t he Cit y!” to be held at Malte pe Univer sit y A pril 23 -26 , 2015 compr ises a three - day wor k shop and a one - day cit y tour.
natura | 36
İçinde bulunduğumuz fotoğraflar o anlara dair mut lu izler t a şısın is ter iz. Dönüp bir daha bak t ığ ımızda fotoğraf ın bizde yarat t ığ ı algıyı anılar ımızla bir leş t ir ir ve öyle hat ır lar ız. Bu mut lu anlar ımızda yalnız değilizdir; bir şeyle veya bir iyle fo toğraf çekilmeye iht iyaç duyar ız. Neden bir ine veya o şeye – bu ba sit bir nesne olabileceği gibi bir anıt veya organik bir yapı da olabilir– iht iyaç duyuyoruz peki? Kimliğimizin inş a sına katkıda bulunduğu için mi, mizacımızı gör sel olarak netleş t irdiği için mi, yok sa tüm bunlar la bir lik te aynı zamanda duygumuza or t aklık et t iği için mi? Son zamanlarda adını sıklıkla duyduğumuz birçok genç sanatçıyı sanat dünya sına ka zandırmış olan Mixer, 15 Mar t ’a k adar Gülşah Bayr ak t ar ’ın küçük t aht a yüzeyler üzerine işle diği minyatür dünyaları ve hik âyeleri konuk ediyor. Sanatçının son dö nem resim ç alışmalar ını içeren “Kendine Yakın” sergisi, izleyiciyi bireyin kimlik inş a sına dair bir bellek okuma sına davet ediyor. Bayrak t ar, ra s tlant ı eser i bulduğu fo toğraflardan referanslarla oluş turduğu kurgular ı kendine özgü üslubuyla, minyatür dünyalar yarat arak gör selleş t ir iyor. Küçük mdf yüzeyler üzer ine t it izlikle işlediği işler, sergilendikler i mekânla orant ısal bir tezat yarat arak, mekanın farklı bir şekilde deneyimlenmesine de olanak t anıyor. We wish that the photographs that show us bear happy impressions of those moment s. When we look back once aga in, we combine the percept ion created in us by the photograph with our memor ies and remember it like that . We’re not a lone in these happy moment s; we need to have a photo t aken with something or someone. Then, why do we need that someone or something – it could be jus t a simple objec t or a monument or organism. Is it bec ause it contr ibutes to the building of our ident it y bec ause it visua lly clar if ies our charac ter or a long side of a ll those, is it bec ause it shares our feeling? M ixer, which ha s introduced many young ar t is t s, the na mes of whom we hear frequent ly in recent t imes to the wor ld of ar t , hos t s t he miniat ure wor lds a nd s tories a pplie d by Gülş a h Bayr a k t a r on small wooden sur f aces unt il Ma rc h 15. The “close to oneself ” exhibit ion, featur ing the mos t recent per iod ar t wor k of the ar t is t , invites the viewer to read a memor y on the individua l’s building his ident it y. Bayrak t ar visua lizes the setups she creates with referra ls to photographs she f inds by chance in her own s t yle, creat ing miniature wor lds. The wor k s applied met iculously on sma ll mdf sur faces, creat ing a pro por t iona l contra s t to the venue of display, a lso a llows the space to be exper ienced in a dif ferent way.
haberler | news
SADİ DİREN RETROSPEKTİFİ SADI DIREN RETROSPECTIVE EXHIBITION AKM ve daha pek çok yapının duvarları için panolar tasarlayan 88 yaşındaki Prof. Sadi Diren, Cumhuriyet tarihinin yaşayan tek seramik sanatçısı. Biçim ve renkleri ölçülü kullanması, kili biçimlendirmedeki plastik anlayışı ve sır tekniğiyle seramik sanatında yeni bir anlayışın oluşmasını sağlayan Sadi Diren’in eserleri, küratörlüğünü Duygu Bağlan ve Emre Zeytinoğlu’nun yaptığı bir retrospektif sergi ile izleyici ile buluşuyor. Diren’in 65 parçadan oluşan seramik pano, heykel ve figürleri, Türkiye’nin yalnızca seramik eserler sergileyen tek galerisi olan D’Art Galeri’de 22 Mart tarihine kadar görülebilecek. Eserlerinde Anadolu sanatını inceleyen Diren; insan, doğa, hayvan, bitki, barış, insan sevgisi ve dayanışma konularını işliyor. Batı’dan aldığı bir teknikle Hitit ve Frig gibi Anadolu uygarlıklarından esinleniyor. Türk seramik sanayisinin sanatla bütünleşmesi konusunda çaba gösteren Diren’in seramik, çömlek ve heykellerinin yanı sıra Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ve ülkenin birçok önemli yapının duvarlarında, seramik kaplama ve panoları bulunuyor. 88-year-old Prof. Sadi Diren, who has designed murals for AKM and many more buildings, is the sole living ceramic artist of the Republic history. The works by Sadi Diren, who has lead to the birth of a new concept in the art of ceramics with his measured use of form and color, his plastic concept in shaping clay and his glazing technique, are brought to viewers in a retrospective show curated by Duygu Bağlan and Emre Zeytinoğlu. Ceramic panels, sculptures and figures of Diren comprising 65 pieces, may be visited until March 22 at D’Art Gallery, the only gallery in Turkey exhibiting just ceramic works. Examining Anatolian art in his works, Diren uses as his themes humans, nature, animals, plants, peace, love of the human being and solidarity. He is inspired from Anatolian civilizations like the Hittites and the Phyrigians by employing a technique he gets from the west. In addition to his ceramic ware, pots and sculptures; Sadi Diren, who has made great efforts on integration of the Turkish ceramic industry with art, has ceramic tiles and murals on the walls of numerous important buildings of the country, including Atatürk Culture Center (AKM).
natura | 38
MUSTAFA PANCAR, “YOL KENARI” MUSTAFA PANCAR, “ROAD SIDE” M u s t a f a P a n c a r, b e ş y ı l a r a d a n s o n r a ye n i ya p ı t l a r ı y l a i z l e y i c i y l e b u l u ş u yo r. “ Yo l K e n a r ı” s e rg i s i n d e P a n c a r, ye n i i ş d i z i l e r i n i n ko l a j t e k n i ğ i y l e ü r e t i l m i ş d a h a kü ç ü k ö l ç e k l i ö r n e k l e r i n d e d e b ü y ü k ya ğ l ı b oya r e s i m l e r d e k i ve d e s e n l e r d e k i r e n k a l a n l a r ı n ı ve f ig ü r l ü a n l at ı m ı ko r u yo r. S a n at ç ı n ı n kü ç ü k r e s i m l e r i n d e k av r a m ve i ç e r i k d e ğ i ş m e z ke n , ye n i ü r e t t i ğ i ş e f f a f t e k n i k l i ko l a j l a r d a f ig ü r l e r, t a m a m l ay ı c ı b i r b e t i m l e m e o l a r a k s u n u l u yo r. P a n c a r ’ı n ya p ı t l a r ı n d a ö b e k l e r, g r u p l a r h a l i n d e i n s a n l a r g ö r ü l ü r. B u f ig ü r l e r, ya ş a m a l a n l a r ı n a m ü d a h a l e e d e n g ü c e k a r ş ı b a ş k a l d ı r ı y ı b e t i m l e r. B e r a l M a d r a , M u s t af a P a n c a r ’ı n ya p ı t l a r ı n d a ku l l a n d ı ğ ı ko m p oz i s yo n d ü ze n i n i O s m a n l ı m i nyat ü r l e r i n e b e n ze t m e k t e ve ş öy l e d e va m e t m e k t e d i r : “Ş e h n a m e ve Z a f e r n a m e m i nyat ü r l e r i n d e , To p k a p ı S a r ay ı ve H i p o d r o m ç e v r e s i n d e k i s ava ş , s a r ay ve g e ç i t t ö r e n i m i nyat ü r l e r i n d e kü m e l e n m i ş i n s a n g r u p l a r ı g ö r ü l ü r. B u i n s a n g r u p l a r ı n a i f ç e ç i z i l m i ş m i m a r i ya p ı l a r d a n o l u ş a n a r k a a l a n ı n ö n ü n d e d a lg a l a r o l u ş t u r u r. P a n c a r ’ı n r e s i m l e r i n d e d e i n s a n g r u p l a r ı n ı n r e n k a l a n l a r ı ve ke n t g ö r ü n t ü l e r i a r a s ı n d a ve ö n ü n d e u y u m l u b i r e ş i m s a ğ l a n a r a k d a lg a l ı b i r d ü ze n d e ye r l e ş t i r i l m e s i ve f ig ü r l e r i n ya n ya n a ö l ç ü l ü d i z i l i ş i n i n m i nyat ü r l e r d e k i f ig ü r g r u p l a r ı n ı n d ü ze n i n i ç a ğ r ı ş t ı r m a s ı d i k k at ç e k i c i d i r.” D e s e n ler in ve resimler in yanı sıra, büyük boy kola jlar ın ve tel resimler in yer a ldığ ı sergi, 21 Ma r t t a rihine k ada r Mill î Rea sür a ns Sa nat Galerisi’nde izlene bilir.
Mus t afa Panc ar meet s viewer s with his new wor k s af ter a break of f ive year s. In the “Road Side” exhibit ion, Panc ar preser ves the color area s and f igurat ive expression in his larger oil pa int ing s and sketches in these sma ller sc a le specimens of his new wor k ser ies created by the collage technique. While concept and content rema in unchanged in the sma ll pic tures of the ar t is t , in the transparent technique collages he newly creates, the f igures are presented a s complement ar y depic t ions. In Panc ar ’s wor k s, one sees people in clus ter s, in groups. These f igures depic t an upr ising aga ins t the power, inter vening in their living spaces. B era l Madra think s that the composit ion pat ter n used by Mus t afa Panc ar in his wor k s, look like O t toman miniatures and says, “In Şehna me and Zafer na me miniatures, in the war pa lace and parade miniatures around Topkap ı Pa lace and the hip podrome, one c an see clus tered groups of people. These groups of people for m waves in front of the background made up of na ïvely drawn architec tura l s tr uc tures. In Panc ar ’s pic tures, too, it draws at tent ion that groups of people are placed in a wav y pat ter n, achieving a har monious combinat ion bet ween and in front of color spaces and cit y images; and that the side by side mea sured lineup of f igures reminds us of the pat ter n of f igure groups in miniatures. The exhibit ion, which beside sketches and pa int ing s, feature large size collages and wire ar t , may be viewed at Mill î Rea sür a ns Ar t G aller y unt il Ma rc h 21.
haberler | news
NURİ BİLGE CEYLAN FOTOĞRAFLARI ANKARA’DA NURI BILGE CEYLAN PHOTOGRAPHS IN ANKARA CerModern ve Dirimart işbirliği ile gerçekleşen, Türkiye’nin dört bir yanından panoramik 49 fotoğrafın yer aldığı Nuri Bilge Ceylan’ın “Panoramik Bakış” sergisi, 26 Mart tarihine kadar CerModern ana galerisinde Ankaralı sanatseverlerle buluşuyor. 1980 yılında başladığı fotoğrafçılığa filmlerinin yoğunluğu nedeniyle bir süre ara veren Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak” filmi sonrası gittiği Kapadokya’da çektiği bir kare ile başlayan fotoğrafa dönüş serüveni, yurtdışında ve İstanbul’da açtığı sergiler sonrası Ankara CerModern’de “Panoramik Bakış” adı altında devam ediyor. Sergideki doğanın, insanın ve tarihin izlerini daha önce hiç görmediğimiz kompozisyonla anlatan kareler, kendi deyişiyle “film için mekan arayışını bahane ederek memleketin dört bir yanında çektiği” enstantaneleri barındırıyor. Sergi küratörü Heinz Peter Schwerfel tarafından “sırlarını asla belli etmeyen bireyler, gruplar ve manzaraların portrelerini çizen meraklı bir gözün bakışları” olarak nitelendirilen 49 fotoğraf, Türkiye’nin dört bir yanının toplumsal panoramasını da iyi bir gözlemci tarafından gözler önüne koyuyor. Nuri Bilge Ceylan’s panoramic perspective exhibition, held with the collaboration of CerModern and Dirimart, featuring panoramic 49 photos from all over Turkey, may be viewed by art lovers of Ankara at CerModern main gallery until March 26. The journey of coming back to photography, which started with a frame shot in Cappadocia by Nuri Bilge Ceylan who suspended his photography endeavors he started in 1980 because of his busy film schedule, continues under the title “Panoramic Perspective” at Ankara CerModern after his exhibitions abroad and in Istanbul. The frames which express the traces of nature, the human being and history by never before seen compositions, in the artist’s own words; accommodates shots “taken all over the country with the excuse of searching for a film location”. Forty-nine photographs, described by exhibition curator Heinz Peter Schwerfel as “the glances of a curious eye drawing the portraits of individuals, groups and scenes never disclosing their secrets”, reveal the social panorama of four corners of Turkey from the eyes of a good observer.
EFSANE BİR MÜZİKAL: THE PHANTOM OF THE OPERA A LEGENDARY SHOW: THE PHANTOM OF THE OPERA Broadway’in en uzun soluklu müzikallerinden birisi daha İstanbul’a geliyor. O da Gaston Leroux’nun klasikleşmiş romanıyla aynı ismi taşıyan “The Phantom of the Opera”. Müzikal, Paris Operası’nın yetenekli fakat yüzünün yarısındaki kusur sebebiyle maske takan müzisyeni Erique ve onun güzel soprano Christine’e olan saplantılı aşkını konu alıyor. Operanın yeni sahibi Vicompte Raoul de Chagny, Christine’e ilgi duymaya başlıyor ve bu ilginin Erique’e yaşattığı kıskançlık yüzünden gizemli olaylar başlıyor. İlk kez 1986 yılında Londra’daki Kraliyet Tiyatrosu’nda sahnelenen The Phantom of the Opera müzikalini, bugüne kadar tahmini olarak dünya çapında 80 milyon kişi izledi. Ayrıca 7 Tony Ödülü, 7 Drama Desk Ödülü, 3 Oliver Ödülü ve 3 Outer Critic‘s Circle Ödülü de dahil olmak üzere toplamda 50 ödül sahibi oldu. Cats ve Miss Saigon gibi ünlü müzikallerin bestecisi Andrew Lloyd Webber’in müzikleri ve yönetmen Harold Prince’in yönetmenliği ile izlenecek The Phantom of the Opera, Nisan ayı boyunca Zorlu Center PSM’de sahnelenecek. Another one of Broadway’s longest running shows is coming to Istanbul. It is “The Phantom of the Opera”, bearing the same title as the classical novel by Gaston Leroux. The show is based on Erique, Paris Opera’s talented musician who wears a mask because of a defect on half of his face, and her obsessive love for beautiful soprano Christine. The new owner of the Opera, Vicompte Raoul de Chagny starts to have feelings for Christine and mysterious incidents begin to take place because of the jealousy brought to Erique by this interest. So far, approximately ten million people worldwide viewed The Phantom of the Opera musical for the first time put on stage in 1986 at the Royal Theater in London. The show received 50 awards including 7 Tony Awards, 7 Drama Desk Awards, 3 Oliver Awards and 3 Outer Critic’s Circle Awards. The Phantom of the Opera to be viewed with the music of Andrew Lloyd Webber, the composer of famed shows like Cats and Miss Saigon, and directed by Harold Prince, will be in Zorlu Center PSM through April.
natura | 39
haberler | news
İLKBAHARDA “HER ŞEHİR BİR FİLM”
SALT’TA İKİ SERGİ
IN SPRING, “EACH CITY A FILM”
TWO EXHIBITIONS AT SALT
SALT, geçtiğimiz yıl başladığı Perşembe Sineması programına devam ediyor. Şehir hayatının çevre, birey ve toplum üzerindeki yaptırımlarına odaklanan seçki, uluslararası uzun metraj ve belgesel sinema filmlerinden derlendi. Geniş bir coğrafya ve zaman aralığından seçilen farklı üsluplardaki filmler, MartHaziran aylarında, Perşembe akşamları saat 19.00’da SALT Beyoğlu’ndaki Açık Sinema’da gösterilecek. Bu yıl boyunca Perşembe Sineması’nda toplam 33 gösterim yapılacak. MartHelsinki, Forever (Helsinki, Daima) Haziran programı, farklı şehirlerin arka planı oluşturduğu filmleri bir araya getiriyor. Sonbaharda ise öncelikle 1980’ler Türk Sineması’ndan, konusunu politik gerilim ortamında hızlı şehirleşme ve mekânsal ayrışmadan alan filmlere yer verilecek. Mart-Haziran programı, Pekin Dünya Parkı’nda geçen, şehri terk etmeden dünyayı görme fikri üzerine kurulu Shìjiè (Dünya) filmiyle başlıyor. Programın ilk belgesel filmi ise, 1970’lerde St. Louis, Missouri’de birer birer havaya uçurulan bloklarıyla sosyal konut projelerinin başarısızlık sembolü hâline gelen yerleşim yerine odaklı The Pruitt-Igoe Myth (Pruitt-Igoe Miti). Programda ayrıca, şehrin büyümesi nedeniyle yuvalarını insanlara karşı savunmak zorunda kalan bir grup sihirli rakunun hikâyesinin anlatıldığı, 23 Nisan’da çocuklar için özel Türkçe gösterimi yapılacak olan Pom Poko adlı anime ile bir Éric Rohmer klasiği Les rendez-vous de Paris (Paris Randevuları) gibi farklı türlerde filmler yer alıyor. Introduced last autumn, SALT continues with weekly Thursday Cinema, comprised of a selection of films about life in the city. Focusing on the mandates of city life over environment, individuals, and society, this program includes a selection of international feature and documentary films. Various genres of film from broad geographies and time spans, will be screened in the Walk-in Cinema at SALT Beyoğlu on Thursdays at 19.00, from March-June. Throughout 2015 Thursday Cinema will feature 33 screenings. March-June program will include international films set in various city backgrounds. The autumn screenings will be a selection of 1980s Turkish cinema classics, focusing on the issues of fast urbanization and spatial segregation in the politically charged climate of the time. March-June program opens with Shìjiè (The World), set in Beijing World Park, nurturing the idea of seeing the world without ever leaving the city. The first documentary to follow is The Pruitt-Igoe Myth, which investigates the social housing blocks based in St. Louis, Missouri, serially imploded in the 1970s to become a universal symbol of failure for all similar projects. The program will approach different genres of film, including Pom Poko, an animated story about Japanese raccoons threatened under fast-paced urbanization, and an Éric Rohmer classic, Les rendez-vous de Paris (Rendezvous in Paris).
Shijie/The World (Dünya)
natura | 40
SALT, Mart ayına devam etmekte olan iki sergisi ile giriyor: SALT Ulus’ta “Dinamo Mesken”, 1975’te Bursa Mesken’de kurulan Dinamo Mesken kulübünün hikâyesini anlatıyor. SALT Galata’daki “End of Dreams” (Düşlerin Sonu) ise, Akdeniz’i geçmeye çalışırken hayatını kaybeden göçmenlere adanmış bir yerleştirme. Ege Berensel’in 2013 SALT Araştırma Fonları’yla desteklenen araştırma projesi temelinde hazırlanan, Türkiye futbol tarihinin önemli spor kulüplerinden olan Dinamo Mesken’in hikâyesi, Ege Berensel’in yedi ekranlı video yerleştirmesi ile 14 Mart’a kadar SALT Ulus’ta sergilenecek. Son yıllarda farklı coğrafyalarda göçle ilgili meseleler ve göçmenlerin karşılaştığı tehlikeler üzerine çalışan Nikolaj Bendix Skyum Larsen’in yeni yerleştirmesi End of Dreams ise, ilk kez SALT Galata’da sergileniyor ve 29 Mart tarihine kadar ziyaret edilebiliyor. Sergi kapsamında, Larsen’in “Promised Land” (Vadedilmiş Topraklar), “Reflections from Meriç” (Meriç’ten Yansımalar) ve “End of Season” (Mevsim Sonu) gibi göç odaklı işleri SALT Beyoğlu’daki Açık Sinema’da gösterilecek. Ayrıca, sanatçı Nikolaj Bendix Skyum Larsen SALT Yorumlama kapsamında 4 Mart, 12 Mart, 20 Mart ve 24 Mart tarihlerinde lise öğrencilerine yönelik atölyeler gerçekleştirecek. Atölyeler, öğrencilerin kendi çektikleri ya da aile arşivi veya sahaflardan buldukları fotoğraflar üzerinden kimlik, göç ve sınır kavramlarını tartışmaya açacak. SALT starts the month of March with two ongoing exhibitions: “Dinamo Mesken” at SALT Ulus tells the story of Dinamo Mesken club set up in Bursa Mesken in 1975. The end of dreams at SALT Galata, on the other hand, is an installation dedicated to the immigrants losing their lives trying to cross the Mediterranean. The story of Dinamo Mesken, one of the important sports clubs of Turkish football history, prepared based on the research project supported by 2013 SALT Research Funds by Ege Berensel, will be on display at SALT Ulus until March 14th with Ege Berensel’s seven-screen video installation. End of Dreams, the new installation by Nikolaj Bendix Skyum Larsen, who works on problems of migration in different geographies in recent years and hazards facing the migrants, is shown for the first time in SALT Galata and may be visited until March 29. On the occasion of the exhibition, Larsen’s migration based works like “Promised Land”, “Reflections from Meriç” and “End of Season” will be shown at Açık Sinema in SALT Beyoğlu. Also, artist Nikolaj Bendix Skyum Larsen will hold workshops for high school students on March 4, March 12, March 20 and March 24. The workshops will open the concepts of identity, migration and border to debate using photographs taken either by the students or photographs they find in their family archives or old book stores.
haberler | news
SAVAŞ VE PROPAGANDA WAR AND PROPAGANDA Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılını anmak üzere, İttifak cephesinde yer alan devletlerin yürüttüğü halkla ilişkiler süreçlerini, bir başka deyişle propaganda kampanyalarını anlatan sergi, Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde (ANAMED) açıldı. “1. Dünya Savaşı’nda İttifak Cephesinde Savaş ve Propaganda” ismini taşıyan sergide posterlerden, kartpostallara, sembolik ödüllerden madalyalara kadar pek çok tarihi doküman ve obje yer alıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş döneminde müttefikleriyle geliştirdiği ilişkileri de gözler önüne seren sergi, 22 Mart tarihine kadar ANAMED’de ziyarete açık. Ömer M. Koç’un kişisel koleksiyonundan seçilen eserlerin sunulduğu serginin küratörlüğünü Bahattin Öztuncay, tasarımını ise Yeşim Demir üstleniyor. Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu İttifak Devletleri’nin 1. Dünya Savaşı süresince gerçekleştirdiği sanatsal aktiviteler, karşılıklı ziyaretler, eğitim alanındaki işbirlikleri ve yürütülen diğer propaganda araçlarına yer veren sergi, günümüze dair de önemli ipuçları sunuyor. Sergide öne çıkan albümler arasında, Wilhelm Viktor Krausz’un 1915-16 yıllarında içinde Mustafa Kemal Atatürk’ün de bilinen ilk portresinin yer aldığı resim çalışmalarından oluşan ‘Dünya Savaşında Türkiye’den Resimler ve Çizimler’ adlı albüm bulunuyor. Sanat yoluyla savaş propagandası konusunda önemli bir örnek olarak kabul edilen albüm, ziyaretçilerin detaylı incelebilmesi için dijital ortama aktarıldı. Osmanlı İmparatorluğu ve diğer İttifak Devletleri’ne ait flamalar, kartpostal ve seramikler, onurlandırma ve ödüllendirme sembolleri ile devletlerin halklarının desteğini toplamak amacıyla yürüttüğü faaliyetlerden belgeler sergide yer alan diğer çalışmaları oluşturuyor. Tarihi belgelerin yanı sıra, Alman Federal Arşivleri’nden edinilen, Almanya İmparatoru Kayzer II. Wilhelm’in 1917 yılında İstanbul’a yaptığı ziyareti belgeleyen video, dönemin diplomatik ilişkileri ve savaş günlerinde sosyal düzeni izleme fırsatı sunuyor. The exhibition describing the public relations processes conducted by states in the Allies front, in other words, their propaganda campaigns was opened at Koç University Anatolian Civilizations Research Center (ANAMED) in memory of the Centenary of World World One. The exhibition named “War and Propaganda in Allies Front at World War 1” features numerous historical documents and objects ranging from posters to postcards, symbolic prizes to medals. The exhibition, which also reveals the relationships set up by Ottoman Empire with its own allies in the war period, may be visited at ANAMED until March 22. The exhibition, where pieces selected from the personal collection of Ömer M. Koç are exhibited, is curated by Bahattin Öztuncay and designed by Yeşim Demir. The exhibition; which presents the art events, reciprocal visits, educational collaboration and other tools of propaganda by allied forces comprising Germany, Austrian-Hungarian Empire, Bulgaria and Ottoman Empire, offers important clues for today. Among albums standing out at the exhibition, is an album named “Pictures and Drawings from Turkey in the World War” consisting of pictures including the known first portrait of Mustafa Kemal Atatürk by Wilhelm Viktor Krausz in 1915-16 period. The album deemed to be an important specimen of war propaganda by way of art was put in digital medium so that visitors could examine it in detail. Posters, postcards and ceramic ware, honor and award symbols and activities conducted for gathering support of people by Ottoman Empire and other Allied States are other works on display at the exhibition. Beside historical documents, the video clip evidencing the visit by German Emperor Kaiser Wilhelm II to Istanbul in 1917, acquired from German Federal Archives, allows viewers to take a look at the diplomatic relationships of the period and the social order in times of war.
ULUSLARARASI YEŞİL ÇATI KONGRESİ, İLK KEZ İSTANBUL’DA INTERNATIONAL GREEN ROOF CONVENTION IN ISTANBUL FOR THE FIRST TIME
Şehirlerin gri manzarasında, beton yapıların içinde sıkışıp kalmış günümüz insanı, yeşili yerde aramaktan vazgeçip, gökyüzünde bulmayı tercih ediyor. Yeşil çatılar sayesinde bahçeler artık binaların çatısına taşınıyor. Avrupa’da 70’li yıllardan bu yana hızlı bir gelişim gösteren yeşil çatılar, Türkiye’de 2003 yılından bu yana uygulanıyor. Yeşil çatılar konusunda yeni trendler ve teknolojiler, 20-21 Nisan’da Raffles İstanbul Zorlu Center’da düzenlenecek 4. Uluslararası Yeşil Çatı Kongresi kapsamında dünyaca ünlü isimlerle ve Uluslararası Yeşil Çatı Derneği’nin (IGRA) ev sahipliğinde, ilk kez İstanbul’da masaya yatırılacak. Geçmişi Babil’in Asma Bahçeleri’ne kadar uzanan yeşil çatılar, hızla gelişen sistemler sayesinde günümüz mimarisinin gözde uygulamaları arasına girmiş durumda. Çatı ve teraslarda bitki ve ağaç türlerinin yetiştirilmesini sağlayan bu sistemler, şehirlerde betonlaşmanın yarattığı gri etkisini yeşile çeviriyor. Avrupa’da özellikle de Almanya’da çok yaygın olan yeşil çatılar; eko sistemi korurken, şehirlerin havasını temizliyor. Türkiye’de de yeni trend yeşil çatılar: İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alanın sadece 1,5 metrekare olduğu düşünülürse, önümüzdeki birkaç yıl içinde yeşil çatı kavramının öneminin artacağı ve pazarın daha da büyüyeceği ortaya çıkıyor. 4. Uluslararası Yeşil Çatı Kongresi, dünya çapında üne sahip mimar, tasarımcı ve yeşil çatılar konusunda uzman isimleri ağırlayacak. Güncel gelişme ve teknolojilerin yanı sıra yeşil çatıların modern mimarlık konseptleri ve şehir planlama çözümleri ile ilişkisi tartışılacak. Gelecekteki teknolojilerin neler olacağı da yine kongrede ortaya konulacak. Yeşil çatı teknolojisindeki Türkiye ve dünyadan başarılı çözümler ile uygulamaları gözler önüne serecek olan kongre, gelecekteki teknolojilerin neler olacağına da odaklanacak. Türkiye ve Almanya’dan yerel yönetim temsilcileri de bu buluşmadaki yerlerini alacak. Today’s human being, who is confined to concrete buildings on the gray landscape of cities, is abandoning his search for the green on the ground, opting for searching for it in the sky. Thanks to green roofs, gardens are now carried to the roofs of buildings. Green roofs, which have rapidly developed since 1970s in Europe, have been in application in Turkey since 2003. New trends and technologies of green roofs will be put on the table for the first time in Istanbul on the occasion of 4th International Green Roof Convention to be held at Raffles Istanbul Zorlu Center April 20-21 with world famed names hosted by International Green Roof Association (IGRA). Green roofs dating back to Hanging Gardens of Babylon are now among popular applications of contemporary architecture, thanks to rapidly developing systems. These systems, allowing plants and trees to be grown on roofs and terraces turn the gray effect created by concretization in cities to green. Green roofs which are widespread in Europe especially in Germany not only concern the eco-system but also cleanse the air of the cities. Turkey’s new trend green roofs: Considering that per capita green space in Istanbul is only 1.5 square meters, one can say that the significance of the green roof concept will grow in the upcoming years and that the market will be enlarged further. 4th International Green Roof Convention will host world famed architects, designers and green roof experts. Besides contemporary development and technologies, architectural concepts and relationship to urban planning solutions of green roofs will be debated. Again, future technologies will be addressed at the convention. The convention, which will reveal successful solutions and applications in Turkey and the world in green roof technology, will also focus on future technologies. Local government representatives from Turkey and Germany will take part at this convention.
natura | 41
haberler | news
DİKK AT! K AYGAN ZEMİN WATCH OUT! SLIPPERY FLOOR
Vitra Çağda ş Mimar lık Dizisi’nin “kültür”ü ele alan dördüncü sergisi, “Dikkat! Kaygan Zemin” ismini t a şıyor. Yelt a Köm’ün küratörlüğünde düzenlenen ve Pelin Der viş’in koordinatörlüğünde ha zır lanan sergi, 26 Mar t-31 Mayıs t arihleri ar a sında İst anbul Modern’de. “Dikkat! Kaygan Zemin” isimli sergi, kültür ak tör lerinin sabit duran, kendinden ba şka sıyla iletişim kurmayan, içe kapalı, belli bir zemine sımsıkı tutunan yapısını ele alıyor. Bu bakış açısıyla bir yandan mimar lık kültürüne dair sembolleri, r itüeller i or t aya çıkar ıyor; diğer yandan bu ezber ler dışında farklı yapılar ın da var olduğunu gös ter iyor. Sergi, mimar lığın ve mimar lık kültürünün gündelik hayat ın bir parç a sı olduğunu, sürekli ya şadığını ve herkesin bu kültür or t amının üreticisi ve tüketicisi olduğunu hat ır lat ıyor. Sergi, bunlardan yola çıkarak “bugünün kültür dünya sında mimar lar na sıl pozis yon alır?”, “mimarlar kültür üretiminin na sıl bir parç a sı olur?”, “mimar lığa ve mimar lara dair olan bu kapalı hal na sıl a şılır, na sıl çözülebilir?” gibi sorulara yanıt arayac ak. Sergiye kat ılımcı olarak farklı coğraf yalardan ve deneyimlerden davet edilen kişiler, bu sorulara kendi perspek tiflerinden cevap üretecek. Güncel teknolojiler in ve onun ürünler inin kullanılac ağı sergi, bizi mimar lığın sos yal ve popüler perspek tifine doğru bir yolculuğa çıkarac ak. Mimar lığa dair kültürel yakla şımlar la bir lik te, mimar lığın na sıl herkese dokunabilen bir olgu olduğu sergilenecek. Bir kültür peyzajı gibi t a sar lanan sergi; içinden geçilen, tek bir konuya sabitlenmeyen, herkesin rahatç a vakit geçirebileceği bir deneyim alanı yarat ac ak. Bu alanın bir parç a sı olarak kurgulanan salon konuşma sı, atölye gibi etkinlikler ise sergiyi besleyecek. Sergi ile eş zamanlı olarak paneller ve etkinlikler düzenlenecek, ayr ıc a Türkiye’deki kültür yapılar ını inceleyen bir de kit ap yayımlanac ak. The four th exhibition addressing “culture” of Vitra Contemporar y Architec ture Series ha s the name “Watch out! Slipper y Floor”. The exhibition curated by Yelda Köm and coordinated by Pelin Der viş will be at Is t anbul Modern from March 26 to May 31. The exhibition named “Watch out! Slipper y Floor” deals with the s truc ture of culture ac tors which s t ands fixed, not communicating with others, that is introver ted, holding on tightly to a specific floor. With this perspec tive, on the other hand, it reveals the s ymbols and rituals of the cultural architec ture; on the other hand, demons trates that there are other s truc tures besides these clichés. The exhibition reminds us that architec ture and the culture of architec ture are par t of day-to-day lives, that they live continuously and that ever yone is the creator and consumer of this culture environment. Ba sed on all these, the exhibition will search for answers to ques tions like “How will architec t s position themselves in today’s world of culture?”, “How do architec t s become par t of culture produc tion?”, “How this closed s t ate of architec ture and architec t s be overcome, how can it be solved?”. The individuals invited a s par ticipant s to the exhibition from dif ferent geographies and experiences, will create answers to these ques tions from their own perspec tives. The exhibition, where contemporar y technologies and their produc t s will be employed, will t ake us to a journey towards social and popular perspec tive of architec ture. Alongside of cultural approaches on architec ture, how architec ture is a phenomenon which may touch any one will be shown. The show designed a s a culture landscape will create a field of experience through which one can pa ss, not fixed on a single topic, in which ever yone can ea sily spend time. Event s like the whole address and workshops set up par t of this field will nur ture the exhibition. Contemporaneously with the exhibition, panels and event s will be held and a book reviewing the culture a sset s in Turkey will be published.
natura | 42
haberler | news
MİLANO’DA TASARIM RÜZGÂRI WINDS OF DESIGN IN MILAN
Tasarım meraklılarının dört gözle beklediği Milano Tasarım Haftası’nın elli dördüncüsü, bu yıl 14-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek. Tasarım rüzgârları, 150 ülkeden toplam 350 binden fazla ziyaretçiyi ağırlayan Massimilano Fuksas’ın 230 bin metrekareye yayılan Rho’daki ünlü fuar alanı “Salonlar”ın (i Saloni) yanı sıra, şehrin geneline yayılan sergiler ve etkinlikler ile “Fuorisalone”de (Salondışı) hafta boyunca tüm hızıyla esecek. Milano’nun bu yılki tasarım haftasını özel kılansa, 1 Mayıs-31 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek Expo Milano ile adeta dirsek temasında oluşu. Expo’nun “Gezegeni Beslemek, Yaşam İçin Enerji” temasına atıfta bulunarak “Şehir İçin Yeni Fikirleri Beslemek” başlığı ile düzenlenen geçen yılki etkinliklere, İtalyan tasarımının altın çağının bittiği tartışmalarına rağmen genç tasarımcıların işlerinin sayısı ve niteliği ile genel bir uzlaşı ve iyimserlik havası damga vurmuştu. Mekânları, sergileri, etkinlikleri, yıldızları, sürprizleri ile elli dördüncü Milano tasarım Haftası ne getirecek, göreceğiz. The fifty-fourth one of Milan Design Week anticipated anxiously by design enthusiasts, will be held this year from April 14 to April 19. Winds of design will blow at full speed through the week with exhibitions and events “Fuorisalone” all over the city besides i Saloni, the famed exhibition area of Massimilano Fuksas, hosting more than 350,000 visitors from 150 countries in Rho, spreading over 230,000 square meters. What makes Milan’s design week this year special is its being almost in close contact with Expo Milano to be held from May 1 to October 31. The events of last year, organized under the title “Feeding New Ideas for the City” with reference to Expo’s theme “Feeding the Planet, Energy for Life”, were marked by an overall reconciliation and optimism atmosphere, thanks to the number and quality of the works by young designers, despite the debates on whether the golden age of Italian design has come to an end or not. We will see what the fifty-fourth Milan Design Week will bring with its venues, exhibitions, events, stars and surprises.
ALTIN ÇEKÜL YAPI ÖDÜLÜ’NE BAŞVURULAR BAŞLADI APPLICATIONS TO GOLDEN PLUMB BUILDING AWARD START Yapı-Endüstri Merkezi’nin YEM Ödülleri Projesi kapsamında, 23. Altın Çekül “Yapı Ürün Ödülü” ile Türk yapı sektörünün en iyi yapı malzemesi seçiliyor. Yapı malzemesi alanında yeni ürün ve teknolojileri desteklemek amacıyla verilen ödüller, Türkiye’nin ve bölgenin en büyük yapı buluşması 38. Yapı Fuarı - Turkeybuild İstanbul’da sahiplerini bulacak. Türk yapı sektöründe faaliyet gösteren tüm yapı malzeme üreticisi firmalarının başvurabileceği ödüle aday olacak ürünlerde, öncelikle “yapı”da yer alması veya yapım sürecinde teknolojik gelişme sağlaması koşulu aranıyor. Ardından ürünler, üretim, uygulama ve kullanım süreçlerinde akılcılık ve enerji tasarrufu sağlamaları, çevreye, sağlığa zararlı bir yönlerinin olmaması ve üretimde yerli kaynakların da kullanılması kriterlerine göre değerlendiriliyorlar. 1991 yılından bu yana düzenlenen ve bu yıl 23. kez verilecek olan Altın Çekül “Yapı Ürün Ödülü”ne ürünlerini aday gösterecek firmaların, başvuru dosyalarını en geç 27 Mart 2015, Cuma günü, saat 17:00’ye kadar Yapı-Endüstri Merkezi’ne teslim etmeleri gerekiyor. Under YEM Prizes Project of Building Information Center, the best construction material of the Turkish building industry is picked by 23rd Golden Plumb “Building Award”. The awards, presented for supporting new technologies and products in the field of construction materials; will go to their winners at 38th Building Trade Fair – Turkeybuild Istanbul, which is the largest building conference of Turkey and the region. First of all, the condition of being part of the “building” or its offering a technological progress in the construction process is the qualification criteria for the products. Subsequently, products are assessed based on the criteria of affording rationality and energy saving production application, and use processes with no risk to the environment or health, and use of local resources in production. “Building Product Award” held since 1991 which will be offered for the 23rd time this year, need to submit their application folders to Building Information Center until 5:00 pm Friday, March 27, 2015. Derleyen / Compiled by Yağmur Yıldırım
natura | 43
sektörden | sectoral news
TÜRK DOĞAL TAŞLARI XAIMEN’DE BOY GÖSTERDİ T U R K I S H NAT U R A L S T O N E S S H O W U P AT X A I M E N Derleyen / Compiled by Bülent Tatlıcan
natura | 44
sektörden | sectoral news
X
aimen 2015 Uluslararası Doğal Taş Fuarı 6-9 Mart tarihleri arasında Çin’in Xaimen şehrinde gerçekleşti. Ege İhracatçılar Birliği tarafından organize edilen milli katılım ile 63 firma, bireysel olarak 77 firma olmak üzere, toplamda 140 firma ülkemizin doğal taş zenginliklerini yabancı alıcıların ilgisine sundu. İMİB (İstanbul Maden İhracatçılar Birliği) bu yıl bir “info standı” ile fuara katıldı. İMİB yönetim kurulu başkanı Ali Kahyaoğlu fuar bünyesinde Türkiye’de yatırım yapmak isteyen Çinli firmalar için düzenlenen seminerde bir konuşma yaptı. Konuşmasında Kahyaoğlu Çinli firmaların sadece Türkiye’den ocak yatırımı yapmak için gelmemeleri gerektiğini, ayrıca ileri teknoloji ile çalışan doğal taş fabrika yatırımına da önem vermeleri gerektiği söyledi. Türkiye’nin konumuna dikkat çeken Ali Kahyaoğlu Türkiye’de fabrika yatırımı yapacak Çinli firmaların Avrupa ve Ortadoğu pazarlarına daha kolay ulaşabileceğini, bu sayede yatırımcı firmaların daha çok kar edeceğini belirtti. Türk doğal taşlarının da daha katma değerli olarak satılarak ülkemize katkı sağlayacağını söyleyen Kahyaoğlu, konuşması sonrasında firmalarla ikili görüşmelerde bulundu. İMİB, Ekonomi Bakanlığı tarafından düzenlenen URGE (Uluslararası Rekabet Geliştirme) teşvikleri kapsamında yaklaşık 100 firma için 1500 m² alanlı yer için Xaimen fuar idaresine talepte bulundu. Prensipte bu talebe olumlu bakan fuar idaresi, fuarın ardında nihai anlaşmayı yapmak üzere çalışmalara başladı. Fuarın 4. gününde İMİB tüm Türk katılımcılara akşam yemeği verdi. 200’ü aşkın Türk doğal taş firma mensubunun katıldığı yemek Xaimen şehrinde faaliyet gösteren bir Uygur restoranında gerçekleşti.
aimen 2015 International Natural Stone Show took place in Xaimen, China, from March 6 to March 9. In total 140 firms, 63 by the participation organization of Aegean Exporters Union and 77 individually, presented the natural stone wealth of our country to foreign buyers. This year, IMIB (Istanbul Mineral Exporters Union) took part at the trade fair with an “info stand”. IMIB Chairman of the Board Ali Kahyaoğlu addressed the audience at a seminar held for Chinese firms wishing to invest in Turkey. In his address, Kahyaoğlu said that Chinese firms should not just come for quarry projects in Turkey; that they also should be committed to natural stone plant projects operating on advanced technology. Drawing attention to Turkey’s location, Ali Kahyaoğlu said that Chinese firms with plant investments in Turkey could have easier access to European and Middle Eastern markets; hence obtaining greater profits. Kahyaoğlu, adding that Turkish natural stones would make a higher contribution to our country being sold at higher added value, held bilateral talks with the firms after his speech. IMIB asked for 1500 m² from Xaimen show authority for approximately 100 firms under the URGE (International Competition Enhancement) subsidies of Ministry of Economy. The trade fair authority which approved this application in principle, started working on the final agreement following the trade fair. On the fourth day of the show, IMIB organized a dinner event for all Turkish participants. The function attended by more than 200 Turkish natural stone firm representatives was at an Uygur restaurant in the city of Xaimen.
X
natura | 45
sektörden | sectoral news
İMİB, MERMERDEKİ KOTA SORUNUNU HİNDİSTAN PARLAMENTOSU’NA TAŞIYOR I M I B C A R R I E S T H E Q U O TA P R O B L E M O N M A R B L E T O T H E I N D I A N PA R L I A M E N T Derleyen / Compiled by Bülent Tatlıcan
natura | 46
sektörden | sectoral news
H
indistan’ın Jaipur kentinde 29 Ocak – 01 Şubat tarihleri arasında düzenlenen İndia Stonemart 2015 fuarı, Türk firmalarının ilgi odağı oldu. Türkiye adına milli katılım organizasyonu İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB), tarafından gerçekleştirilen fuara, 27’si milli, 12’si Ur-Ge projesi kapsamında olmak üzere 39 firma yer aldı. Stonemart Fuarı için Jaipur’da bulunan İMİB Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kahyaoğlu, Rajasthan Eyalet Başbakanı Vasundhara Raje’ye Hindistan’ın Türk doğal taşına uyguladığı kotanın tamamen kaldırılması talebini iletti. Raje de, konuyu meclis gündemine taşıyarak, çözüm için çalışılacağı sözünü verdi. 8.’si düzenlenen Stonemart 2015 Fuarı Hindistan’ın Jaipur kentinde başladı. Açılış töreninde Rajasthan Eyalet Başbakanı Vasundhara Raje’nin başta olmak üzere birçok ülke bürokratı ve doğal taş sektör temsilcilerinin yanı sıra İMİB Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kahyaoğlu, İMİB Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Hasan Hüsnü Ayvacı, İMİB Yönetim Kurulu Üyesi Erol Yüce, MİGEM Daire Başkanı Eyüp Yadigar da hazır bulundu. Tören sonrası Başbakan VasundharaRaje ile İMİB Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kahyaoğlu gerçekleştirdikleri ikili görüşmede Hindistan ile yapılan doğal taş ihracatında yaşanan sorunları konuştu. Kahyaoğlu, Hindistan’ın Türk doğal taşına uygulanan kota sorununu dile getirerek, bunun iki ülke ticaretini de olumsuz etkilediğinin altını çizdi. Türkiye’nin Hindistan’dan kota uygulamadan ciddi miktarda granit aldığına dikkat çeken İMİB Yönetim Kurulu Başkanı, bu kota nedeniyle Hindistan’a yapılan blok satışının belli bir rakamda kaldığını, ama aslında çok daha fazla potansiyel olduğunu ve Hindistan’ın Türk doğal taşına uyguladığı kotanın tamamen kaldırılıp serbest ticaret yapılmasının önünün açılmasını talep etti. Başbakan Vasundhara Raje, sektör danışmanından bu konuda bilgi aldıktan sonra, konuyu meclis gündemine getirip sorunların çözülmesi yönünde adım atılacağını söyledi. Özellikle işlenmiş doğal taş ihracatında Türkiye’nin en önemli pazarları arasında gelen Hindistan’ın 2015 doğal taş ithalat kotasını 200 bin ton artırarak, 800 bin tona yükselttiğini belirten İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kahyaoğlu, “Kotanın artırılması Türk mermer sektörü açısından önemli bir gelişme. Hindistan sektör olarak önem verdiğimiz bir pazar. Toplam ihracatımızda 6. sırada yer alıyor. İndia Ston emart 2015 Fuarı, Hindistan’a olan ihracatımızı artırmak için önemli bir fırsat. Ülkemizin ve sektörümüzü tanıtmanın yanı sıra Hindistan pazarındaki payımızı artırmak için hep birlikte çalışacağız” dedi.
ndia Stonemart 2015 trade fair was held January 29 – February 1 in the city of Jaipur of India, became the focus point of Turkish firms. Thirty-nine firms, 27 of which are national and 12 under Ur-Ge project, participated in the trade fair; the national attendance in the name of Turkey was organized by Istanbul Mineral Exporters Union (IMIB). IMIB chairman Ali Kahyaoğlu, who was in Jaipur on the occasion of Stonemart Trade Fair, related the request of full elimination of the quota implemented by India on Turkish natural stone, to Rajasthan Province Prime Minister Vasundhara Raje. Raje promised that he would work for a solution by bringing the matter to the assembly. The Eighth Stonemart 2015 was launched in Jaipur, India. At the opening ceremony lead by Rajasthan Province Prime Minister VasundharaRaje, in addition to the bureaucrats and natural stone industry representatives of numerous countries; IMIB Chairman of the Board Ali Kahyaoğlu, IMIB ViceChairman of the Board Hasan Hüsnü Ayvacı, IMIB Member of the Board Erol Yüce and MIGEM Department Head Eyüp Yadigar were present. After the ceremony, Prime Minister Vasundhara Raje and IMIB Chairman of the Board Ali Kahyaoğlu discussed the problems in the natural stone exports to India in a bilateral meeting. Kahyaoğlu underscored that the quota implemented on Turkish natural stone by India impacted the trade between these two countries adversely. IMIB Chairman of the Board, who noted that Turkey purchased a serious amount of granite from India without any quota, said that the sale of blocks to India couldn’t go over a certain figure because of this quota, while there was tremendous potential. He requested that the quota implemented on Turkish natural stone by India should be totally eliminated and free trade should be allowed. Prime Minister Vasundhara Rajesaid that he will take steps for solving the problems at the assembly after being briefed by his industry consultant. Chairman of the Board of Istanbul Mineral Exporters Union; who stated that India, which is one of the important markets of Turkey especially in exports of processed natural stone has raised its year 2015 natural stone import quota to 800,000, with an increment of 200,000; added, “The increase in the quota is a significant development for the Turkish marble industry. India is a market we find important as an industry. It ranks sixth in our exports. IndiaStonemart 2015 is an important opportunity for increasing our exports to India. Besides promoting our country and our industry, we will work together to increase our share in the Indian market”.
I
natura | 47
kapak konusu | cover story
OPTİMUS MİMARLIK - OPTIMUS ARCHITECTS
LEYLA GENCER OPERA VE SANAT MERKEZİ
LEYLA GENCER OPERA AND ART CENTER
natura | 48
kapak konusu | cover story
natura | 49
kapak konusu | cover story
Selin Biçer Mimar / Architect
B
akırköy Osmaniye’de bitişiğindeki park alanı ile bütünleştirilerek tasarlanan yapı tiyatro ve konser konferans işlevleri ile küçük kadrolu operalara hizmet verebilecek bir teknik donanıma sahip. Yapının bitişiğindeki yaya yolu ve komşu park alanı yapı parseli ile birleştirilmiş, böylece kentsel dokuda insanların sosyalleşebilmesi için elzem olan bir meydan/alan yaratılmış. Yapı, meydan cephesindeki açık yürüyüş rampaları ile meydandaki hareketliliği üçüncü boyuta taşıma ve bağlantılı olduğu katlardan da meydana ulaşma olanağı sağlıyor. Meydanda gerçekleşecek faaliyetleri buradan izlenebilir veya kendi bir gösteri platformuna dönüşebiliyor. Batı cephesi üzerindeki büyük ekran, sahnede gerçekleşen faaliyetleri anında yansıtma olanağına sahip. Böylece sanat kapalı kapılar ardında kalmaktan kurtulmuş, halka gerçek anlamda açılmış oluyor. Ayrıca bedelini ödeyemeyen, herhangi bir nedenle bu kültüre uzak kalmış olan yabancılaşmamış/dışlamamış olacak. Son olarak metal dikmeli rampa, hemen onun arkasındaki taş yüzey, iç fuaye duvarı üzerinde güneşin zaman içindeki hareketi ve altındaki havuzun yansımaları ile oluşan, sürekli bir ışık gölge dansı/oyunu yaratmayı amaçlıyor. Balkonu ile birlikte dokuz yüz on kişi kapasiteli salonda sahne girişin bir alt katında yer almakta ve salon bağlantısı olan her üç katta bulunan fuayeler aynı zamanda sergi salonu işlevi görüyor. Salonun üzerindeki çatı katında çocuk kulübü, hobi atölyeleri ve küçük bir kafe bulunuyor. Burası kreş olarak hizmet etme dışında, akşam saatleri etkinliğini izlemek isteyen ailelerin küçük çocuklarına ev sahipliği yapacak. Yönetimle ilgili ofislerin birinci bodrum katta bulunduğu yapıda, birinci ve ikinci bodrum katta sanatçı duş ve soyunma alanları, ikinci ve üçüncü bodrum katta otopark yer alıyor.
natura | 50
B
uilding designed through integration with the park area next to it in Osmaniye, Bakırköy has technical equipment which can serve small staff size operas or as a theater, and concert or conference hall. The pedestrian road and the park next to the building are united with the lot, creating a square/area needed for people to socialize in the urban texture. The building affords the opportunity of bringing the circulation in the square to the third dimension by the open walk ramps on the square front, allowing access to the square also from the floors with connections. The activities going on at the square may be viewed from this area which can itself be transformed into a show platform. The giant screen on the western front can reflect what goes on on stage instantly. Hence, art is truly open to the public instead of remaining behind closed doors. Also, those who cannot pay the price remaining distant to this culture for any reason whatsoever is not alienated/marginalized. Lastly, the ramp with metal uprights seeks to create a continuous light shadow dance/play with the stone surface right behind and the motion in time by the sun on the inner foyer wall and the reflections on the pool below. The stage lies on the floor below the entrance at the hall which can seat nine hundred ten with the balcony; the foyers on all three floors connected to the hall also serve as exhibition areas. The top floor above the hall has a kids club, hobby studios and a small café. The building, beside serving as a nursery, will host small children of families that wish to view evening events. At the building, with accommodates administration offices on its first floor, has showers and dressing rooms for artists on the first and second basement floors, with a car park on the third basement floor.
kapak konusu | cover story
natura | 51
kapak konusu | cover story
natura | 52
kapak konusu | cover story
natura | 53
kapak konusu | cover story
KENDISI BAŞLI BAŞINA SAHNE OLAN BIR YAPI: LEYLA GENCER OPERA VE SANAT MERKEZI
A BUILDING WHICH IS A STAGE ON ITS OWN: LEYLA GENCER OPERA AND ART CENTER
“İSTANBUL’UN RESMI YAPILARININ ÇOĞUNDA KULLANILAN DOĞAL TAŞ, UZUN ÖMÜRLÜ BİR MALZEME VE GELENEĞE UYMAK ADINA LEYLA GENCER OPERA VE SANAT MERKEZI’NDE TRAVERTEN KULLANDIK…” “NATURAL STONE USED IN MOST OF ISTANBUL PUBLIC BUILDINGS IS A LONG LIVING MATERIAL; AND IN THE NAME OF TRADITION WE USED TRAVERTINE AT LEYLA GENCER OPERA AND ART CENTER…”
G
ünümüzde çoğu olgu gibi mimarlık da, ürünler ve hatta bu ürünlerin görselleri üzerinden değerlendiriliyor. Sosyal medya sayesinde yükselişe geçen bu algılama/ değerlendirme biçimi, insanlık tarihinin henüz adı konmamış döneminin belirtilerinden biri olsa gerek… Bu geçiş dönemine kolay uyum sağlayamayan bir mimar olarak, yapıların var olma süreçlerinin ve sunduğu deneyimlerin değerlendirilme dışı kalmasına içim elvermiyor. İşte tam da bu yüzden Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’ni anlamak için, projenin mimarı Cemal Mutlu ile görüştüm. Bakırköy Belediyesi, 2011 yılında yeni bir sanat merkezi için davetli bir yarışma düzenledi; katılımcılar belediyenin ekipleri tarafından belirlendi ve yapıyı tasarlaması için Optimus Mimarlık seçildi. Mutlu, projenin yerine uyum sağlamasının tasarım konseptinin önemli bir parçası olduğunu söylüyor ve projenin her köşesini, hatta peyzajının bile bütünlülüğü sağlaması için kendisinin, özellikle sert yapıda, katkı sağladı ğını ekliyor.
natura | 54
L
ike many phenomena in our day, architecture too is assessed by products and even the visuals of such products. This style of perception/assessment, which is on the rise thanks to the social media, must be one of the indicators of the yet unnamed period of the human history… As an architect who cannot adapt easily to this transition period, I can’t bear excluding the existence processes of buildings and the experiences these present, are excluded from assessment. This is exactly why I talked to the architect of the project Cemal Mutlu to understand Leyla Gencer Opera and Art Center. Bakırköy Municipality held a competition with invitation for a new art center in 2011; participants were designated by teams of the Municipality and Optimus Mimarlık was selected to design the building. Mutlu says that adaptation of the project to its site is an important piece of the design concept, adding that he had a contribution especially on the hard structure himself, to ensure that each corner of the project and even the
kapak konusu | cover story Mevcut park alanı ve önünden geçen landscape are all integrated. yaya yolu ile yapının ilişkisi düşünülThe relationship of the building with the müş; yaya yolu kaldırılarak bir meydan existing park space and the pedestrian oluşturulmuş. Binanın kendisinin bir road in front of it was considered. A squsahne haline geldiği projenin amacı are was formed, eliminating this road. performans sanatlarına karşı çekinThe purpose of the project where the genlik besleyen kişilerin ilgisini çekebuilding itself is a stage on its own, was bilmekmiş. İnsanların toplanacağı açık to draw the interest of those who are bir alana dönüşen meydan ve parkın a little tentative towards performance düzenlemesi projenin önemli unsurlarıarts. The arrangement of the square and nın başını çekiyor. Yapının önünde yer park transformed into a public area whealan rampa aslında bir açık hava sahre people will assemble, leads the impornesi gibi çalışıyor ve basamaklar amfiye tant elements of the project. The ramp in dönüşüyor. front of the building actually serves as an Proje arsasında çekme mesafeleri harioutdoor stage with steps, turning into an cinde kalan alanın tamamı kullanılmış. amphitheater project. Akustik performans açısından konser The entirety of the area except setbacks salonu için ahşap birim ve bunun etrahas been used on the project lot. For Leyla Gencer heykeli, Bihrat Mavitan ve Ümit Öztürk fındaki sirkülasyonu ve diğer hacimleri acoustic performance, the wooden unit içine alan doğal taş birim tasarlanarak was designed for the concert hall, foriç içe geçmiş iki kutu tasarlanmış. ming two concentric boxes with the natural stone unit covering the circulati2012 yılında temeli atılan projenin ihtiyaç programı mimar tarafından haon around it and other spaces. zırlanmış; yapı yaklaşık 900 kişiye hizmet veren çok amaçlı salon, kulis, The requirements program of the project, the foundation of which was laid in kapalı otopark, marangozhane, depolar, yönetim birimleri, servis alanları, 2012, was prepared by the architect. The building offers a multi-purpose hall ofisler, çocuk yuvası ve kafe işlevlerini kapsıyor. serving approximately 900 people, the backstage, indoor car park, joinery, Cemal Mutlu konga çalıyor, hi-fi ve müzikle olan ilişkisinin projeye katkılar storehouses, administrative units, service areas, offices, a nursery and a café. sunduğunu söylüyor. İşveren tarafından çok amaçlı olması istenen saloCemal Mutlu plays the konga, he notes that his involvement with hi-fi and nun elektronik ve doğal akustiği önemli bir konuymuş. Her işlevin akustik music has contributed to the project. The electronic and natural acoustics of tasarımı açısından ayrı bir hesabı olduğuna dikkat çeken Mutlu, salonun the hall, which was asked to be multi-purpose by the client, was an imporiklimlendirmesinin ses açısından çok önemli olduğunu belirtiyor. tant topic. Drawing attention to the fact that each function has a different İsmini “La Diva Turca”, namı diğer Leyla Gencer’den alan yapıda devlet way of calculation for acoustic design, Mutlu states that climatization of the sanatçısı için hazırlanmış bir müze de bulunuyor; 2010 yılından bu yana hall is highly important in terms of sound. İKSV’nin Şişhane’deki binasında bulunan ve divanın Milano’daki yaşamınThere is a museum prepared for the state fine artist at the building named dan izler taşıyan Leyla Gencer Evi yapıya taşınıyor ve kısa bir süre içinde after “La Diva Turca”, aka Leyla Gencer. Leyla Gencer Home, which was in açılacağı alınan duyumlar arasında. IKSV’s Şişhane building since 2010, bearing traces of diva’s life in Milan; is Yapının en dikkat çekici öğelerinden biri de Bihrat Mavitan ve Ümit moved to the building and it is said that it will be open in a short time. Öztürk’ün imzalarını taşıyan Leyla Gencer heykeli… One of the most interesting elements of the building is the Leyla Gencer Yapıda doğal taş, çelik, cam ve ahşap malzemeler kullanılmış. Malzeme statue authored by Bihrat Mavitan and Ümit Öztürk… seçimde Cemal Mutlu, İstanbul’un resmi yapılarının çoğunda kullanıNatural stone, steel, glass and wood have been used in the building. Cemal lan doğal taş, uzun ömürlübir malzeme ve geleneğe uymak adına LeyMutlu says that natural stone used in most of Istanbul’s public buildings la Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde traverten kullandığını söylüyor. is a long living material; and in the name of tradition, he used travertine at Kumlandığında içindeki boşlukları bir görsel şölene dönüşen travertenin Leyla Gencer Opera and Art Center. seçiminde dokusu etkili olmuş… In selection of travertine, the voids of which turn into a visual festival when Mutlu yapının hizmete girdiği andan itibaren sahipleri tarafından hızla desanded, its texture has played an important role… ğiştirildiğini gözlemlediğini ve bunun tasarlanan bütün kültür yapıları için Mutlu notes that he has observed that the building has been changed rapidly de geçerli mi olduğunu merak ettiğini söylüyor… by its owners after it was launched; and wonders if this applies to all designed cultural buildings…
DOĞAL TAŞ: TRAVERTEN OCAK: AFYON NATURAL STONE: TRAVERTINE QUARRY: AFYON
natura | 55
kapak konusu | cover story
KÜNYE Proje Yeri: Osmaniye Mahallesi, Bakırköy, İstanbul Mimarlık Ofisi: Optimus Mimarlık Tasarım Danışmanlık ve Mozaik Tasarım Ekibi: Cemal Mutlu ve Türkiz Özbursalı Proje Ekibi: Ferhat Sürek, Ecem Kocaarslan ve Ali Derya Mutlu Statik Proje: C Yapı Elektrik Projesi: Sanayi Mühendislik Mekanik Proje: AKS Proje Yapı Denetim Grubu İşveren: Bakırköy Belediyesi Ana Yüklenici: Muzaffer Oflazt Aydınlatma Projesi: Elekon Aydınlatma Akustik Projesi: PRO Sistem ve Optimus Mimarlık Tesisat Projesi: AKS Proje Yapı Denetim Grubu İç Mekân Tasarımı: Optimus Mimarlık Tasarım Danışmanlık Peyzaj Projesi: Optimus Mimarlık Tasarım Danışmanlık Danışman: Cemal Mutlu Proje Tarihi: 2011 - 2012 Yapım Tarihi: 2012 - 2014 Arsa Alanı: 6.843 m² Toplam İnşaat Alanı: 12.000 m² Fotoğraflar: Mahmut Ceylan - 2014
natura | 56
CREDITS Project Location: Osmaniye, Bakırköy, Istanbul Architectural Office: Optimus Architects Design Consultancy and Mozaik Design Team: Cemal Mutlu and Türkiz Özbursalı Project Team: Ferhat Sürek, Ecem Kocaarslan and Ali Derya Mutlu Statics: C Yapı Electrical: Sanayi Engineering Mechanical: AKS Proje Building Control Group Client: Bakırköy Municipality Main Contractor: Muzaffer Oflazt Lighting Design: Elekon Aydınlatma Acoustics: PRO Sistem ve Optimus Architects Design Consultancy Installation: AKS Proje Building Control Group Interior Design: Optimus Architects Design Consultancy Landscape: Optimus Architects Design Consultancy Consultant: Cemal Mutlu Design Period: 2011 - 2012 Construction Period: 2012 - 2014 Lot Area: 6,843 sqm Total Construction Area: 12,000 sqm Photographs: Mahmut Ceylan - 2014
kapak konusu | cover story
natura | 57
proje | project
MERMER VE AYDINLIK HACİMLER: TAPESTRY MÜZESİ MARBLE AND BRIGHT SPACES: TAPESTRY MUSEUM CVDB ARQUITECTOS Aslı Uzunkaya Mimar / Architect
natura | 58
P
ortekiz’in Alentejo bölgesine bağlı küçük bir kasaba olan Arraiolos’ta bulunan müze, 12. yy’dan kalma bir hastane yapısından dönüştürülmüş. Kasabanın tanınırlığını sağlayan ve Ortaçağ’dan beri üretimi yapılan nakışlı yün halı ve kilimlerin sergilenmesi amacıyla kurulan yapı, kasabanın merkezinde, en önemli meydanında yer alıyor. Bu meydan, kasaba için kamusallık açısından önemli bir yer teşkil ederken,müze bu duruma katkı sağlamakla birlikte kentin tüm sosyal ajandasına yön vermeyi amaçlıyor. Projenin mimarları, dönüştürme işleminin tarihi yapıyıcanlandırmasının yanında,kasabanın sosyal ve kültürel yaşamına da yenilik getireceğine inanıyorlar. Projeyi gerçekleştiren CVDB Arquitectos, 1999 yılında kurulmuş ve Lizbon’da bulunuyor. Ofisin ortakları Cristina Veríssimove Diogo Burnay bir yandan da “Faculdade de Arquitectura UTL”de öğretim görevliliği yapıyorlar. Daha önceleri, Lizbon’da João Luis Carrilho da Graça ve Londra’da Zaha Hadid ile profesyonel deneyimleri ve başka okullarda da öğretim tecrübeleri mevcut. Ofis kentsel tasarımdan yeni yapı tasarımına; restorasyon ve iç mekan tasarımından geçici strüktürlere kadar her ölçekte proje tipiyle ilgileniyor. Gerçekleştirdikleri projeler arasında okul, ev, müze, kütüphane ve kültür merkezi gibi çeşitli yapılar bulunuyor. Genel olarak işlerinde betonu yoğun bir biçimde kullanıyor ve fazla parçalanmamış, yekpare yüzeyler yaratıyorlar. Birkaç istisna proje dışında genel tasarım anlayışlarını yalın olarak nitelendirmek ve kütle hareketlerinin ince düşünülmüş ve naif olduğunu söylemek mümkün. Yapı, tarihi boyunca gerçekleştirilen tüm müdahalelerden izler taşıyor. Yenileme sürecinde, daha önce gerçekleştirilmiş dönüşüm / değişimlerden bir kısmının korunması tercih edilmiş. Yapılan müdahalelerin yanında, mevcut doku da ortaya çıkarılmaya çalışılarak, korunan tarihi bölümler ve yenilenen kısımların, çağdaş bir dil çerçevesinde bir araya getirilmesi ana tasarım kararını oluşturuyor. Yapının bulunduğu bölgede genel olarak eski ve az katlı bir yapılaşma var. Dönüşüm sırasında dış cephe onarılmış ve çevresindeki çoğu yapı gibi beyaz ve mavi renklerde yeniden boyanmış. Onarım dışında cephesine fazla müdahalede bulunulmaması ve korunmuş olması nedeniyle, yapı mevcut dokuya uyum sağlıyor ve sürekliliği bozmuyor. Dış cephede yapılan tek müdahale, halı ve kilimlerin daha rahat taşınması amacıyla arka tarafa eklenen merdiven kovası. Merdiven, şeffaf ve geçirgen oluşunun yanında rengiyle de yere yabancı kalmıyor ve adeta dokuyla bütünleşiyor. Malzemesi ve biçimi itibarıyla ise, yapının modern bir görünüm kazanmasına yardımcı oluyor. Böylelikle, dönüşüm sürecinde iç mekanda tasarım prensibi olarak ele alınan, tarihi ve modern olanı bir araya getirme anlayışı, burada da sürdürülmüş oluyor. İki katlı ve merkezi dağılım sistemine sahip yapının ana aksında bir atrium bulunuyor. Girişten hemen sonra ulaşılabilen bu bölüm, müzenin “öz”ü olarak tanımlanıyor. Düğüm noktası niteliğindeki bölümden,diğer tüm kısımlaradağılım sağlanıyor. Etrafındaki açıklıklar sayesinde, atriumun çevresi gözlemlenebiliyor ve bu durum öz ile çevresi arasındaki görsel bağlantıya bir çeşitlilik katıyor. İki kat yüksekliğinde devam eden ve tonozlasonlanan atriumun bir ucunda merdiven bulunuyor ve böylelikle üst katla bağlantı da özden sağlanıyor. Merdivendeki yan duvarlara ve merdiven kovasına saplanan basamakların rıhtsız oluşu, kullanılan mermer malzemenin yarattığı ağırlık hissini biraz hafifletiyor. Üst kata ulaştıklarında ise ziyaretçileri serge salonlarından once bir balkon bekliyor. Balkonun ucundaki seyir noktası tüm mekanı deneyimleme şansı sunarken, zemin katta erişilen görsel deneyim, burada kare biçimindeki açıklıklardan devam ederek tüm üst katı da kapsıyor. Zemin katta 18. yy.’da eklenen tonoz ta-
T
proje | project
he Tapestry Museum in Arraiolos occupies an existent building that once was a twelfth-century hospital in Alentejo, Portugal. The building is used for the exhibit of the embroidered wool rugs and carpets that have been in production there since the Middle Ages and the town is famed for.It is located in the main square of Arraiolos. The Tapestry Museum contributes to consolidate the character of the square as qualified public space and aims to streamline the town’s social and cultural life.The architects believe that the renovation will help to enhance the social and cultural life of the town as well as the building. The project office, CVDB arquitectos was founded in 1999 in Lisbon. Both founding architects, Cristina Verissimo and Diogo Burnay are teachers at the “Faculdade de Arquitectura UTL” in Lisbon. They have collaborations with international architects, such as João Luis Carrilho da Graça in Lisbon and Zaha Hadid in London. The studio’s works range from urban design projects to new buildings, from rehabilitation of old buildings to interior architecture or ephemeral structures. Up to now, the studio made several projects including school, house, museum, library and cultural centre. Concrete is often used in their works and with the material they create monolithic surfaces. Except a few projects, their design philosophy is based on pure ideas and the mass movements they create are naïve. The building congregates a diversity of interventions and transformations registered along its history. Some of its features needed to be preserved and integrated in the rehabilitation process.The project is based on the adaptation of a contemporary architectural language to the existent building. The building is located in an old and low-rise settlement. In the rehabilitation process, the historic exterior of the building wasrestored and repaintedin colours blue and white so it is oriented to the urban tissue.A new staircase was added at the rear to allow tapestries to be easily transported in and out of the building.In addition to giving a modern look to the building, staircase fits the existing continuity of the settlement because of its colour and transparentness. In this way, design idea about combination of historical and modernis continued here. Galleries on both floors of two-storey building surround a double-height atrium with an arched ceiling. The atrium considered as “core” can also be reached from the entrance.This central distribution space establishes the connection between the main public areas. The existence of window-like openings and passages allows a diversity of visual connections through the core to the surrounding areas. The connection of two storeys is made through the staircase that is located at the end of the core. The stairs that are sticked into the stair well don’t have riserand this situation lightens the marble’ dominanteffect. In upper storey guests meet a balcony before the galleries. This single first-floor balcony at the far end offers a vantage point where visitors can survey the space. Vaulted ceilings added during the eighteenth century were retained and repaired in the galleries and multi-purpose spaces of ground floor. Each have been painted white and feature decorative mouldings. In the multipurpose room the structural system was remade with metallic beams, according to a contemporary architectonic language. The intervention in the first-floor ceilings was more comprehensive.
natura | 59
proje | project
vanlar korunmuş ve beyaza boyanarak dekoratif baskıları ön plana çıkarılmış. Bu katta sadece çok amaçlı salonda tavan modern mimari dile göre yenilenirken bu esnada çelik kirişlerle kuvvetlendirilmiş. Birinci katta, zemin kata oranla daha kapsamlı müdahaleler yapılmış. Tavanlar bir oda dışında tümüyle yenilenirken,daha iyi ışık alabilmek amacıyla tüm çatı üstüne, ters baca / havalandırma şeklinde ışıklıklar eklenmiş. Büyük sergi salonu ise yapılan ahşap çatı uygulaması ile neredeyse bir sanayi yapısını andırıyor. Bu katta bir de kasabanın ve avlunun deneyimlenebileceği teras bulunuyor. Yerel malzeme kullanımına özen gösterilen yapıda baskın karakter mermerken, ahşap da diğer ana malzeme olarak zeminde sıkça kullanılmış. Mimarlar, yapının saygın ve soylu olduğunu ve seçilen mermerin de bu durumu yansıtacağını düşünerek malzeme tercihlerini bu yönde yapmışlar. Seçilen damarlı mermer gri ve beyaz renkleri içeriyor. Atriumun zemininde ve zemin katın diğer mekanlarında devam ederken, zaman zaman duvarlara da tırmanıyor. Aynı mermer malzemeden yapılmış süpürgelikler de bir hayli yüksek tutulmuş. Kimi yerde bank ve banko gibi mobilyaların da aynı mermerden oluşması, malzeme ve görsellik açısından bir süreklilik sağlıyor. Böylelikle, triumun bağlantı noktası oluşu sebebiyle, hacimsel ve görsel anlamda sağlanan süreklilik malzeme açısından da devam ediyor. Bu noktadan üst kata çıkan merdiven yine aynı malzemeden yapılmış veüst katta büyük sergi odalarına geçerken yerini ahşaba bırakıyor. Zeminde kullanılan ahşap, doğal sarı ve pembemsi renk tonlarını sergilemek amacıyla boyanmadan bırakılmış. Duvarlarda hakim olan beyaz renk ise mermerin içindeki beyazile ilişkilendirilerek renk devamlılığı sağlamış. Böylelikle, tavan, duvarlar ve mermerin rengi birleştiğinde, aydınlık hacimler meydana geliyor. Bununla birlikte, mermerin içindeki gri, yapının ana giriş kısmında beyaz renge oranla daha fazla karışmış ve daha baskın olarak hissediliyor. Girişten arkaya doğru uzanan hafif eğim ve tavanın tonoz oluşu sebebiyle de kat yüksekliğinin daha az algılandığını söylemek mümkün. Bu iki durum beraberindegün ışığının da daha az oluşu bir nevi baskınlık hissiuyandırıyor. Bununla birlikte yapının genelinde, işlevi gereği gün ışığına göre yerinde müdahaleler yapıldığını söylemek mümkün. İç mekanda kullanılan tüm aydınlatma elemanları ise tasarımın geneline uygun biçimde çok sade tercih edilmiş. Dönüşümün ardından yapı, özellikle sade kurgusu, renk ve malzeme seçimleriyle hastaneye ait soğukluğu sürdürürken, bir yandan da ibadet mekanını andırıyor. Özellikle atrium ve üst kattaki balkon ilişkisi bir nevi toplanma alanı hissi uyandırıyor. Yapının genelinde oluşturulan dinginlik duygusu ve ortama hakim olan süreklilik, yapıyı mistik bir mekan haline getiriyor.
natura | 60
All the roof area was replaced by a set of ceilings shaped as “inverted funnels” with a skylight on the top. The structure of the roof was maintained only in one room, characterised by a sequence of wood trusses topped by a long skylight. In this floor, there is a terrace with a marble bench. From here, guests can look out over the town or down to a small courtyard just below. Local material use is an informed choice in the building. Local marble is the dominant material and wood is secondarily used in the floors. Architects have chosen the local marble material because of being noble just like the building. The veined marble including white and greycovers the atrium floor and continues through the rest of the ground-level spaces, occasionally wrapping up onto the walls.High baseboards made from the same material and use of same marble in some benchs and counters makes a visual continuity. Marble staircase treads lead up from the atrium to the larger exhibition rooms on the top floor, where the floor surface switches to tauari wood that has been left unpainted to display natural yellow and pinkish hues. The colour of walls are related to the white in marble. So, when the colour of walls, ceilings and marble gets together, bright spaces occur. On the other hand, the grey colour in marble is felt much more from white in the entrance. Also, there is a small slope from that point to the inner side of the building. These give the space an overcast feeling. However, the general interventions about sunlight are very suitable for buildings purpose. All lightening equipments are chosen simple just like the whole concept. After the renovation, the building resembles a prayer place and it also resumes the cold feeling of hospital with its choice of colour and material. Especially, relation between atrium and balcony arouses a feeling of coexisting. The feeling of serenity and continuity in the building turns it into a mystical place.
proje | project
natura | 61
proje | project
natura | 62
proje | project
SUMMA GENEL MERKEZ BÄ°NASI SUMMA HEADQUARTERS BUILDING AVCI ARCHITECTS
natura | 63
proje | project
Mahal / Location: Merdiven ve holler. Doğal Taş / Natural Stone : Silver Grey Ocak / Quarry: Akdeniz Bölgesi / Mediterranean Region (yerli taş / local stone) Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
S
eyrantepe mevkiinde, Büyükdere-Maslak aksının çevre yolu ile kavşak oluşturduğu noktada konumlanan yapı, bir yenileme projesi. Bölgede gerçekleşen 1980 sonrası yoğun yapılaşma hamlesinin ardından, o dönemde hızla üretilen ve bu hıza ters orantılı nitelik değerlere sahip birçok yapı, günün gerektirdiği ihtiyaçları karşılamadan inşa edildiler. Üretildiği dönem içerisinde Büyükdere-Maslak aksının çeperleri sayılabilecek konumda yer alan bu yapı da, zamanla gelişen bu aksın günümüzdeki çeperlerinin İstinye’ye kadar uzanması sonucunda merkez olarak nitelendirilebilecek bir konum kazandı. Bu aşamada Türkiye’nin önemli müteahhitlik firmalarından biri olan Summa, bu yapıyı kendi genel merkez binası olarak dönüştürmek üzere girişimde bulundu. Projenin tasarımında mevcut yapının vaat ettiği imkânlar ve beraberinde gelen sınırların ve kısıtlamaların yanı sıra en önemli tasarım bileşeni Summa firmasının çalışma düzeni, iç dinamiği ve kimliklerinin temsili oldu. Tasarıma şeklini veren en önemli kavramlardan biri “şeffaflık”. Bunun yanı sıra keskin biçimde ortaya çıkan bir diğer kavram da “ön” ve “yüz” olma durumları. Ön cephesinin Maslak yönünden Levent yönüne giderken yüksek derecede algılanabilir simgeselliği de ön cephenin diğer cephelerden daha önde, kente açılan ve yapının karşılaşma anındaki kimliğini ortaya koyan bir “yüz” olarak tanımlanmasına neden oldu. Bu sayede alınan ilk kararlardan biri arka üç cephenin dil birliği içerisinde daha yalın ve geride duran, ön cephenin ise yine tüm yapının diline şerh koşmayacak biçimde fakat daha görünürlüğü yüksek, daha
natura | 64
T
he building, situated at the point where BüyükdereMaslak axis intersects with the collection road at Seyrantepe location, is a remodeling project. Numerous buildings, created with speed with qualities in reverse proportion to that speed following the post-1980 intensive buildup initiative in the area, were built without the requirements of the day being met. This building too, which is at a location which is the periphery of Büyükdere-Maslak axis when built, has gained a central location as the periphery of the axis which progressed in time, extended to Istinye nowadays. At this point, one of Turkey’s leading contracting firms, Summa, took the initiative of transforming this building into its headquarters venue. In the design of the project, in addition to the opportunities afforded by the existing building, and limits and restraints that came along; the most important design component was the working mechanics, interior dynamics and representation of the identity of the firm Summa. One the most important concepts shaping design is “transparency”. In addition, yet another concept appearing sharply is the state of being “front” and “face”. The highly perceivable symbolism of the front façade going from Maslak to Levent, has caused the front façade to be defined as a “face” ahead of the other façades opening to the city; stressing the identity of the building at the time of encounter. Hence, one of the first decisions made was that the rear three façades should be plainer and should stand behind in a union of language with the front façade, having a setup which has high visibility, is more elegant; and employing the po-
proje | project
natura | 65
proje | project zarif ve şeffaflığın gücünü ve estetiğini kullanan bir kurguda olması ikiliği. Tasarım genel kurgu olarak düşey bir hiyerarşinin içinden incelebilecek şekilde, beş ana bölümden oluşuyor. Ofis katları, giriş ve zeminden malzeme ve dil olarak tamamen farklılaşan korten bir yatay kat ile kesin biçimde ayrışmış. Bu hamle hem fonksiyonların ayrımını güçlendirmekte hem de proporsiyon olarak çok da nitelikli olmayan mevcut yapıyı düşey olarak iki kademede algılatarak bu iki ayrı parçanın kendi içlerinde algılanmasını sağlayan daha iyi oranlı mekânlar olmasını sağlıyor. Birinci kattaki otoparkın korten düşey elemanlarla oluşturulmuş yüzeyi sürekli bir hamleyle girişin de saçağını oluşturmakta ve giriş-karşılama mekânının vurgusunu arttırıyor. Tüm bu giriş ve saçak mekânlarından hem malzeme hem de oranlarıyla ayrışan 6 katlı cam kütle de ofis birimlerini içerisinde barındırıyor. Yine düşey hiyerarşiyle okunabilecek ofis yerleşim düzeninin en üstte bulunan çatı katında yönetim-toplanma ve lounge fonksiyonları yer alıyor. Bu katın hemen altında bulunan iki kat da Summa ofisleri için düzenlendi. Şeffaf cam yüzeyde oluşturulan farklılaşmanın ardından, malzeme seçiminde de geniş cam yüzeyler dar metal striplerle birleştirilip hem daha fonksiyonel hem daha çarpıcı bir cephe elde edildi. Dar metal kısımlar açılabilir özellikte kurgulanmış, böylece geniş cam yüzeylerin sağladığı geniş görüş ve ışığın yanı sıra doğal havalandırma da sağlanmış bulunuyor. Bu metal bölümler iç mekân kullanımına göre şekillenmiş bir düzensizlik düzenine sahip. Tüm bunların yanı sıra gece ve gündüz görünümleri ayrı ayrı düşünülmüş ve tek bir tasarımda bir araya getirildi. Gündüz ofis çalışanlarının kullanım ve mekânsal kalitesinin arttırılması tasarımın ana kararıyken, gece de Summa Genel Merkez Binası’nın görünürlüğü ve temsiliyeti önem taşımakta ve bu tasarımla her ikisinin de sağlanması hedeflendi. Mevcut yapı, ait olduğu dönemden bu güne taşınmış, Summa kimliğinin temsiliyetini kuran ve artık bir döneme değil bir düşünceye ait olan, bu sebeple o düşünce yaşadığı sürece varlığını sürdürecek nitelikli bir yapıya dönüştürüldü.
natura | 66
tency and aesthetics of transparency in such a way not to put a reserve on the language of the whole building. The design overall comprises five main parts which can be examined through a vertical hierarchy. The office floors are segregated strictly by a corten horizontal floor which is totally different from the entrance and the ground floor, in terms of material and language. This move not only reinforces the segregation of functions, but also allowing the existing building which is not of high quality proportionally to be perceived vertically into layers, leading to better proportioned spaces; allowing these two separate pieces to be perceived within themselves. The surface of the car park on the first floor built by corten vertical elements also forms the eaves of the entrance by a continuous move, enhancing the emphasis of the entrance-greeting venue. The six-floor glazed mass, segregated from all these entrance and eaves spaces by material and also proportions, accommodates the office units. There are management, conference and lounge functions on the roof floor which is at the top of the office settlement, which can once again be read by hierarchy. The two floors, right under the roof floor, are dedicated to Summa offices. Following the differentiation created on the transparent glazed surface; in selection of material, broad glass surfaces are combined by narrow metal strips, allowing not only more functional but also a more striking façade to be obtained. The narrow metal parts allow to be opened, hence affording natural ventilation in addition to the broad perspective and light brought about by wide glazed surfaces. These metal parts have an irregularity shaped according to the use of the interior. Alongside of these, night and day looks were considered individually brought together in a single design. While the enhancement of usage and spatial quality of daytime office workers was the main character of design, the visibility and representation of Summa Headquarters at night becomes important with the design, aiming to satisfy both these elements. The existing building is carried to the present from its own period, transformed into a high quality building, establishing the representation of Summa identity which is not of a period any more but of an idea; hence which will maintain its existence as long as that idea survives.
proje | project
natura | 67
proje | project
KÜNYE İşveren: Summa Mimari: Avcı Architects Tasarım Ekibi: Selçuk Avcı, Büşra Al Mimari Uygulama Projesi Tasarım Ekibi: Selçuk Avcı, Deniz Nar, Özge Öztürk, Tuğba Öztürk, Büşra Aln ve Simay Ataköy İnşaat Süreci Mimari Kontrol Ekibi: Selçuk Avcı, Deniz Nar ve Özge Öztürk Proje Yönetimi ve İnşaat Kontrolü: Summa Turizm Yatırımcılığı İç Mekân Tasarımı: Avcı Architects Ana Yüklenici Firma: Summa Turizm Yatırımcılığı Statik Proje: Nodus Mühendislik Müşavirlik Mekanik Proje: Vemex Mühendislik Elektrik Proje: ETM Elektrik Mobilyalar: Nurus Yapım Türü: Betonarme Konum: İstanbul, Seyrantepe Proje Başlangıcı: 2013 İnşaat Bitimi: 2014 Arsa Alanı: 830 m² İnşaat Alanı: 585 m² Fotoğraflar: Gürkan Akay
natura | 68
CREDITS Client: Summa Architectural Office: Avcı Architects Design Team: Selçuk Avcı, Büşra Al Architectural Practice Project Design Team: Selçuk Avcı, Deniz Nar, Özge Öztürk, Tuğba Öztürk, Büşra Al and Simay Ataköy Architectural Project Controlled by Team: Selçuk Avcı, Deniz Nar and Özge Öztürk Project Management and Construction Controlled by: Summa Tourism Investment Interior Design: Avcı Architects Contractor Company: Summa Tourism Investment Static Project: Nodus Engineering & Consultancy Electrical Project: ETM Electirics Mechanical Project: Vemex Engineering Furnitures: Nurus Construction Type: Reinforced concrete Location: Seyrantepe, Istanbul Project Date: 2013 Construction Date: 2014 Land Area: 830 m² Construction Area: 585 m² Photographs: Gurkan Akay
proje | project
natura | 69
proje | project
natura | 70
proje | project
BLAIBACH KONSER SALONU BLAIBACH CONCERT HALL Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
BLAIBACH, ALMANYA’NIN BAVYERA EYALETINDE YER ALAN, ÇEK CUMHURIYETI SINIRINDA BIR KÖY. BÖLGEDEKI DIĞER UFAK YERLEŞIMLER GIBI, SON YILLARDA NÜFUSU GITTIKÇE AZALIYOR VE SAKINLERI DAHA CAZIP BULDUKLARI BÜYÜK ŞEHIRLERE GÖÇ ETTIĞINDEN, NEREDEYSE BOŞ BIR MERKEZE DÖNÜŞÜYOR. BLAIBACH IS A VILLAGE IN THE GERMAN STATE OF BAVARIA, NEAR THE BORDER WITH THE CZECH REPUBLIC. LIKE OTHER COMMUNITIES IN THE REGION, IT FACES A DECLINING POPULATION AND AN INCREASINGLY VACANT TOWN CENTER AS PEOPLE LEAVE THE AREA FOR THE LURE OF LARGER CITIES.
Fotoğraflar / Photographs: Edward Beierle
natura | 71
proje | project
DEVLETIN BÖLGEYI YENIDEN CANLANDIRMA PROGRAMININ BIR PARÇASI OLARAK, MÜNIHLI MIMAR PETER HAIMERL, BLAIBACH’I BIR KÜLTÜR MIKNATISINA DÖNÜŞTÜRME AMACIYLA BIR KONSER SALONU TASARLADI. AS PART OF A GOVERNMENT REVITALIZATION PROGRAM, AND MUNICHBASED ARCHITECT PETER HAIMERL, WHO HAS REMADE BLAIBACH INTO A CULTURAL MAGNET WITH A NEW CONCERT HALL.
K
onser salonu, Blaibach’ın merkezini canlandırma amacındaki kentsel projenin odak noktasını teşkil ediyor. Salon, yeni halk evinin hemen yanında yer alıyor ve eyalet kentsel gelişim fonu ile inşa edilen yeni köy meydanını tamamlıyor.
Köy meydanındaki meyilli topografyayı takip eden bir hareket, konser salonunun dikkat çekici girişini oluşturuyor. Girişi belirleyen çarpıcı granit cephe, Blaibach’ın taş oymacılığı geleneğine bir saygı duruşu niteliğinde. Mimar Peter Haimerl cephe tasarımı için, “konser salonunun kendisi, bir heykel niteliğinde,” sözlerini kullanıyor. Haimer hacmi kaplamada özel kesim kaba granit tercih edişinin sebebini, “Blaibach’ın eski evleri bu malzeme ile inşa edilmiş” diye açıklıyor. Eğimli yekpare yapı, yeni köy meydanına açılarak ziyaretçilerini basamaklarla alt kottaki fuayeye davet ediyor. Vestiyer, tuvaletler, bar gibi işlevsel alanlar sağlayan fuaye, ziyaretçileri konser salonuna yönlendirirken salonun kabuğu boyunca dolanan, merak uyandırıcı bir rota oluşturuyor.
natura | 72
T
he concert hall represents the heart of the urban project to revitalize the centre of Blaibach. It is located next to the new community centre and complements the space of a new village square that was realized with funds of the state urban development support.
An inclination through the slope in the village centre following the topography forms a remarkable entrance of the concert hall. The striking granite façade resembles a salutation to the stone carving tradition of Blaibach. For his façade design, “the concert hall itself is a sculpture,” the architect Peter Haimerl says. The architect selected a specific cut of rough granite to clad the volume because “the old houses in Blaibach were all built from this material,” he says. The monolithic tilted building opens itself to the visitors at the new village square and guides them by a staircase to the foyer below the surface. The foyer provides not only the functional areas like wardrobe, sanitary rooms and bar, but also leads the visitor excitingly around the auditorium into the inner concert hall.
proje | project
natura | 73
proje | project
Tamamıyla betondan oluşan konser salonu mekânında, klasik müzik için özel akustik çalışmalar uygulanmış. Tercihini, “iyi akustik için en uygun malzemelerden birisi beton,” olarak açıklayan Haimerl, “ihtiyacınız olan yalnızca çok sert bir yüzey elde etmek ve sesi kontrol edeceğiniz birkaç alan oluşturmak. İnsanlar genellikle ahşap malzemeyi tercih ediyor, fakat bu çok iyi bir seçim değil çünkü ahşap yeterli sertliği sağlamıyor,” diye ekliyor. Salonda uygulanan beton malzeme, geri dönüştürülmüş cam agregalı hafif bir karışım; bu da yüzeyde kaba bir doku yaratılmasını sağlıyor –Haimerl’in deyişi ile bu yüzey, “tıpkı kâğıt gibi”. Yapının topografyadan biçimlenen eğimi, galeriye de taşınıyor. Şeffaf bir etki veren 200 metal oturma, ziyaretçide ışık yarıklarının üzerinde yüzüyormuş hissi yaratmak üzere kurgulu. Duvardaki aydınlatma yarıkları da bu dramatik etkiyi güçlendiriyor. Peter Haimerl proje için, “klasik müziğin ağır etkili, kumaşlarla dolu bir mekânda icra edilmek zorunda olmadığını göstermek istedim,” diyor. Blaibach halkı da Haimerl’in alternatif estetiğine coşkulu bir yanıt vermiş görünüyor ki yeni konser salonunda sezonun tüm etkinliklerinin biletleri şimdiden tükenmiş.
natura | 74
The entirely concrete concer t hall space is acoustically finet u n e d f o r c l a s s i c a l m u s i c . “Co n c r e t e i s o n e o f t h e b e s t m at e r i a l s f o r g o o d a c o u s t i c s ,” H a i m e r l s ay s . “ W h at yo u n e e d i s a ve r y h a r d s u r f a c e, a n d a f e w a r e a s w h e r e yo u d a m p e n t h e s o u n d. Pe o p l e a r e u s i ng wo o d, b u t i t i s n o t t h e b e s t m at e r i a l b e c a u s e i t i s n o t s t i f f.” T h e c o n c r e t e h e r e i s a l ig h t we ig h t m i x w i t h r e c yc l e d g l a s s a g g r e g at e t h at r e s u l t s i n a r o ug h t e x t u r e d s u r f a c e – “l i ke p a p e r,” t h e a r c h i t e c t s ay s . T h e i n c l i n at i o n o f t h e b u i l d i ng – b a s e d o n t h e i n c r e a s e o f t h e s l o p e – c a r r y t h e g a l l e r y. T h e s e e m i ng l y t r a n s p a r e n t 2 0 0 s e at s , w h i c h a r e f i xe d o n i r o n s wo r d s , a p p e a r t o f l o at a b ove t h e l ig h t s l i t s . A l s o t h e s l i t s o n t h e wa l l s e m p o we r t h at d r am at i c e f f e c t . “I wa n t e d t o s h o w t h at c l a s s i c a l m u s i c d o e s n’ t h ave t o b e s h o w n i n a h e av y, t e x t i l e -f i l l e d e nv i r o n m e n t ,” Pe t e r H a i m e r l s ay s . A n d s o f a r, t h e p u b l i c s e e m s t o b e r e s p o n d i ng e n t h u s i a s t i c a l l y t o h i s a l t e r n at i ve a e s t h e t i c t h at a l l t h e p e r f o r m a n c e s i n t h e n e w c o n c e r t h a l l h ave a l l s o l d o u t .
proje | project
YAPININ ÇARPICI GRANIT CEPHESI, BLAIBACH’IN TAŞ OYMACILIĞI GELENEĞINE BIR SAYGI DURUŞU NITELIĞINDE. THE BUILDING’S STRIKING GRANITE FAÇADE RESEMBLES A SALUTATION TO THE STONE CARVING TRADITION OF BLAIBACH.
PETER HAIMERL HAKKINDA: 1961 yılında Almanya’nın Viechtach şehri yakınlarındaki Eben’da doğan Haimerl, 1991 yılından beri profesyonel çalışmalarını sürdürmektedir. Yenileme projelesi “Birg mich, Chilli!”, Eben’da bir çiftlik evinin dönüşümü üzerinedir ve proje 2008 yılında “Architekturpreis Beton”, 2011 yılında Almanya “Mimarlık Ödülü”nü almıştır. Hauspaten Bayerwald ofisi ile birlikte Bavyera ormanı Bayerischer Wald’daki yapı geleneği üzerine çalışmaktadır.
ABOUT PETER HAIMERL: Peter Haimerl was born in 1961 in Eben near Viechtach. Since 1991 he is continuing his professional career in architec ture. The renovation projec t “Birg mich, Chilli!” is about a conver ted farmhouse in Eben, was presented with the “Architekturpreis Beton” in 20 08 and received the German Architec ture Award in 2011. With his company Hauspaten Bayer wald, he works on the building tradition of the Bavarian forest Bayerischer Wald.
natura | 75
proje | project
Grundriss m 1:200 Kulturhaus Blaibach
Schnitt m 1:200 Kulturhaus Blaibach
natura | 76
proje | project
KÜNYE Yer: Blaibach, Bavyera, Almanya Tarih: 2013 Toplam Alan: 560 m² Toplam Maliyet: 1.6 milyon Euro Mimar: Peter Haimerl Architektur Proje Ekibi: Karl Landgraf, Ulrich Pape, Tomo Ichikawa, Felicia Michael, Jutta Görlich, Martin Kloos İşveren: Gemeinde Blaibach Statik Proje: Thomas Beck, A.K.A. Ingenieure Isıtma ve Havalandırma: Cirtec Michael Hopf Elektrik Proje: Planungsbüro Stefan Schmid Akustik Proje: Müller-BBM Beton İşleri: Fleischmann & Zankl, Gföllner, Fahrzeugbau und Containertechnik Metal İşleri: Metallbau Gruber Ana Sponsorlar: Euroboden Architekturkultur, Förderverein Konzerthaus Blaibach
CREDITS Location: Blaibach, Bavaria, Germany Date: 2013 Total Area: 560 sqm Total Cost: 1,6 million Euro Architect: Peter Haimerl Architektur Project Team: Karl Landgraf, Ulrich Pape, Tomo Ichikawa, Felicia Michael, Jutta Görlich, Martin Kloos Client: Gemeinde Blaibach Structural Engineer: Thomas Beck, A.K.A. Ingenieure Heating and Ventilation: Cirtec Michael Hopf Electrical Planner: Planungsbüro Stefan Schmid Acoustical Engineering: Müller-BBM Concrete Work: Fleischmann & Zankl, Gföllner, Fahrzeugbau und Containertechnik Metal Work: Metallbau Gruber Main Sponsors: Euroboden Architekturkultur, Förderverein Konzerthaus Blaibach
natura | 77
proje | project
KAYSERİ TİCARET ODASI HİZMET BİNASI ULUSAL MİMARİ FİKİR YARIŞMASI PROJESİ
natura | 78
proje | project
KAYSERİ CHAMBER OF COMMERCE SERVICE BUILDING NATIONAL ARCHITECTURAL IDEAS PROJECT COMPETITION
ÇEVRE +GELENEK+ HALKA AÇIKLIK ENVIRONMENT + TRADITION + ACCESSIBILITY
natura | 79
proje | project
Selin Biçer Mimar / Architect
Y
arışma alanı kent merkezine yakın olmakla beraber teğet bir ilişki içinde. Arazinin güneyinde yoğun ve güçlü bir yol aksı olan Kocasinan Bulvarı, kuzeyinde ise Kayseri Havaalanı’na kadar uzanan düşük yoğunluklu yeni bir yapılaşma alanı bulunmakta. Gelecekte Malatya ve Sivas istikametinden gelip Ankara’ya devam eden ve arazinin kentle olan yaya ilişkisini zayıflatan Kocasinan Bulvarı’nın varlığını koruyacağını, arazinin kuzeyinde havalimanına doğru yapılaşmanın artacağı öngörülebiliyor. Bu öngörü ile Kocasinan Bulvarı’nın trafik yoğunluğu göz önüne alınarak içe dönük bir yapı kurgusu ile tasarıma başlanmış. Yapının plan şeması Kayseri’nin mimari geleneğinde sıklıkla rastlanan “avlulu yapı” şemasında ele alınmış. Yapı birbirine bitişik, biri açık, biri kapalı iki avludan meydana geliyor. Bu özellik Kayseri Gevher Nesibe Şifahanesi gibi tipik Selçuklu medresesi planına sahip yapılarda da görülüyor. Gevher Nesibe Şifahanesi’ndeki bitişik iki yapıdan batıda şifahane doğudaki tıp medresesi ve bu işlevsel ayrım benzer şekilde projede avluların, hizmet alanları ile servis alanlarını ayırması olarak yorumlanmış. Temel amaç Kayseri’nin tarihinden gelen ve sahiplenilmesi gereken mimari mirasa ait değerlerin yeniden yorumlanması ve modernize edilerek projenin tasarım dili ile işlev şemasının oluşturulması olmuş. Özellikle bölgenin geleneksel mimarisinde görülen açık ve yarı açık alanlarla, avlu ve mekân hiyerarşisinin mekân algısına katkıları yeniden yorumlanmış. Yapı üç temel avludan meydana geliyor: Doğu avlusu, Batı avlusu ve bu iki avluyu birbirine bağlayan zemin kattaki ana avlu. Bu avlular yapıdaki açık, yarı açık, kapalı alanlar ile hizmet
natura | 80
T
he competition area is close to the city center and also has a tangential relationship with it. On the south of the land, there is a dense and powerful road axis of Kocasinan Boulevard and on its north; there is a new development area with low density, extending to Kayseri Airport. It may be envisioned that in the future, Kocasinan Boulevard, coming from Malatya and Sivas direction, going to Ankara, which mitigates the passenger relationship of the land with the city, will preserve its existence; with development towards the airport on the north of the land increasing. Taking this into account, considering the traffic density of Kocasinan Boulevard, design was started with an introverted construction setup. Land layout of the building is addressed in the “building with yard” scheme frequently observed in Kayseri’s architectural tradition. The building comprises two adjoining yards; one open, the other one enclosed. This feature is also observed in buildings with a typical Seljuki madrasah layout like Kayseri Gevher Nesibe Healing House. Out of the two adjoining buildings, at Gevher Nesibe Healing House, the healing house is on the west and the madrasah of medicine lies on the east; and this functional distinction similarly was interpreted as service areas being separated by yards in the plan. The basic objective was reinterpretation of values of architectural heritage coming from the history of Kayseri which has to be owned up to, and its modernization and formation of the function scheme through the design language of the project. Especially, the contribution to the space perception of the open and semi-open areas observed in the traditional architecture of the region, yard and space hierarchy were reinterpreted. The structure comprises two basic yards: Eastern yard, Western yard and the courtyard on ground floor connecting those two together. These yards connect the open, semi-open and enclosed areas and ser-
proje | project
İçe dönük bir yapı olduğundan dış kabuk mümkün olduğunca sağır ve gelenekte olduğu gibi doğal taş kaplama yapılmış. Kayseri maden ve diğer yeraltı zenginlikleri bakımından zengin sayılabilecek bir il ve bu nedenle cephe kaplamasında bölgenin karakteristik özelliklerini yansıtan bazalt, mermer veya andezit gibi taş çeşitleri olabilir. As it is an introverted building, the shell is as deaf as possible and natural stone covering is applied as in traditional architecture. Kayseri is a province which may be classified as rich in terms of its mines and other underground resources; therefore, types of stone like basalt, marble or andesite which reflect the characteristics of this region may be used on the façade.
natura | 81
proje | project alanlarını birbirine bağlıyor. Bu sayede mekânsal örgütlenme iç içe geçerek şeffaflık ve kamusal özellikleri güçlendiren bir şemaya ulaşılmış. Doğu Avlusu’nun kuzeye, Batı Avlusu’nunsa güneye açılması ve katlarda yeşil terasların oluşturulmasıyla yapının çevre ile ilişkisi güçlendirilmiş. Yeşil teraslar arazinin yapı yerleşim sınırlarına yayılan kütleyi büyük parçalara ayırmış. Yarışma alanının güneyinde bulunan Kocasinan Bulvarı’nın yaratacağı gürültü ve kirlilik sorunu halkın en çok kullanacağı zemin katın yeşil bir rampa aracılığıyla bu yoldan koparılması ile giderilmiş. Bu sayede kamunun ve çalışanların kullanacağı yarı açık rekreasyonalanları zemin katta oluşturulmuş. Bu alana yeşil rampadaki ana yola doğru genişleyen bir yırtıktan giriliyor. Yapının hizmet bölümüne ve zemin kattaki restorana girişler de bu ana avludan sağlanıyor. Yeşil rampanın birinci kata ulaşmasıyla hizmet bölümü ile meclis ve toplantı salonlarının fuayelerine ikincil bir giriş imkânı sağlanmış. Yapının güneyine konumlandırılan rampa aynı zamanda Kocasinan Bulvarı’nın güneyinde bulunan yeşil bantla görsel ilişki kurarak yapının çevre ile entegrasyonunu güçlendirmekte. Yaratılan avlular aynı zamanda yapısal işlevlerin şekillenmesini sağlıyor. Bu doğrultuda Batı Avlusu etrafında ana hizmet birimlerini, Doğu Avlusu etrafında ise salonlar ve başkanlık birimlerini topluyor. Doğu ve Batı Avluları’nın kamusal alan ile olan ilişkisi kat terasları ve yeşil rampalar ile güçlendirilmiş. Yaratılan yeşil rampanın içindeki yırtık ile zemin kattaki ana avluya, yeşil rampanın birinci kata ulaşması ile de yapının tüm önemli mekânlarına halk- engelli ulaşımı sağlanmış.
natura | 82
vice areas in the structure. Hence, spatial organization is intertwined, ending up in a scheme fortifying transparence and public characteristics. The relationship of the structure with the environment was reinforced, as the Western yard opens to south and green terraces are formed on floors. Green terraces divide the mass, extending to the building settlement boundaries of the land into large segments. The noise and pollution problem to be created by Kocasinan Boulevard which lies south of the contest area, was resolved by detaching the ground floor to be used most often by public from this road, with the aid of a green ramp. Hence, the semi-open recreation areas to be utilized by the public and employees are formed on the ground floor. This space is accessed through a slot on the green ramp expanding towards the main road. Access to the service section of the building and entrance to the ground floor restaurant are also achieved through this main courtyard. The green ramp reaches the first floor allowing a secondary entrance to the foyers of the assembly and conference halls. The ramp, situated south of the building, at the same time setting up a visual link with the green strip south of Kocasinan Boulevard, reinforces the integration of the building with its environment. The created yards also allow structural functions to be formed. In that line, the main service units are gathered around Western yard and halls and chairman’s office surround the Northern yard. The relationship of Eastern and Western yards with public space is reinforced through floor terraces and green ramps. Access by the public-the handicapped is made possible to the courtyard on the ground floor with the slot inside the created green ramp and to all important locations of the building as the green ramp reaches the first floor.
proje | project Yapının taşıyıcı sistemi 6,3 m x 6,3 m aks aralığında çok kolonadlı betonarme sistem olarak kurgulanmış. Bunun üç önemli nedeni var: Birincisi; istenen mekânsal büyüklüklere bağlı olarak çalışma mekânlarının esnekliğinin ve işlevselliğinin sağlanabilmesi, ikincisi ekonomik bir yapım sistemi olması, üçüncüsü ise yine Kayseri’nin geleneğinde bulunan çok ayaklı yapı şemasına öykünerek bu sistemin getirdiği şiirsel duyguyu yapıya taşımak. Yapıda yaratılan avlular ve teraslar sayesinde tüm mekânlar gün ışığından yaralanabilmekte - içeride doğal hava akımı oluşturulabilmekte. Ayrıca içe dönük bir yapı olduğundan dış kabuk mümkün olduğunca sağır ve gelenekte olduğu gibi doğal taş kaplama yapılmış. Kayseri maden ve diğer yeraltı zenginlikleri bakımından zengin sayılabilecek bir il ve bu nedenle cephe kaplamasında bölgenin karakteristik özelliklerini yansıtan bazalt, mermer veya andezit gibi taş çeşitleri olabilir. Bu kaplama yapının yazın sıcağından, kışın soğuğundan korunaklı hale gelmesini sağlayacak. Yapının kendinde oluşturulan bu doğal iklimlendirme ve doğal ışık alma yöntemleri ile yapının teknoloji çöplüğüne dönüştürülmeden sürdürülebilirliğinin sağlanması amaçlanmış. Tasarlanan bu yapı misyonu iş dünyasına ve üyelerine danışmanlık yapan, yeni bilgiler kazandıran ve değerler katan bir kurumun, üyeleri ve halk ile ilişkisini kuvvetlendirecek. Üzerinde taşıdığı fonksiyonellik, esneklik, uygulanabilirlik, geleneği modernize etme, kalıcılık, çevre ile uyum, halka açıklık,şeffaflık, engelli erişebilirliği, sürdürülebilirlik ilkeleri ile de çevreye değer katmasını ve örnek olması önemsenmiş...
The load bearing system of the building is set up as multi-colonnade R&C system with 6,3 m x 6,3 m axis spacing. The three important reasons for this are as follows: The first one; ensuring flexibility and functionality of working spaces depending on the desired spatial magnitudes, the second one is its being an economical construction system and the third is to carry the poetic sentiment brought about by this system, aspiring to the multi-pedestal building scheme which is part of Kayseri’s tradition. Thanks to the yards and terraces created in the structure, all venues may make use of daylight – natural air circulation becomes possible inside. Also, as it is an introverted building, the shell is as deaf as possible and natural stone covering is applied as in traditional architecture. Kayseri is a province which may be classified as rich in terms of its mines and other underground resources; therefore, types of stone like basalt, marble or andesite which reflect the characteristics of this region may be used on the façade. This covering will allow the building to be protected from the heat of summer and the cold of winter. By these natural acclimatization and natural lighting techniques created in the structure itself, it is sought to ensure that the building is sustainable without being turned into a technological garbage bin. This designed structural mission will reinforce the relationship with its members and the public, of an entity which provides consultancy to the business world and its members, equipping them with new knowledge and values. With its functionality, flexibility, applicability, tradition, modernization, permanency, environmental harmony, openness, transparency and handicapped accessibility and sustainability principles, it is set as a model for others, adding value to the environment…
natura | 83
proje | project
natura | 84
proje | project
Proje Ekibi - Project Team: Hakan Deniz Özdemir, İbrahim Eyüp ve Hale Keskinalemdar
natura | 85
söyleşi | interview
Pek Çok Başlığı Bir Araya Getiren Bir Çalışma: Hiperarkaik Tektonik
Mimarlık, Zanaatkarlık, Gelenek, Modern, Matematik, Geometri, Bilgisayar, Malzeme ve Tasarım A Work Of Art Accommodating Numerous Titles: Hyperarchaic Tectonics
Architecture, Craftsmanship, Tradition, Modern, Mathematics, Geometry, Computer, Materials and Design
natura | 86
söyleşi | interview
Mimaride form ve mekân yaratma konusunda yeni düşünce ve ifade imkanları ortaya koyan çalışmalar yapılıyor günümüzde. En son Ortaçağ İslam mimarisinde kullanılan sonsuz ama kendini tekrar etmeyen, düzensiz (aperiyodik) döşeme tekniğinden yararlanarak çağdaş tasarım için yeni bir üslup öneren malzemeler üretildi. Mermer mozaikler üzerinde yapılan çalışmalar bir sergi ve panel aracılığı ile anlatıldı. Sergi, çağdaş tasarımın ifade dağarcığını desen ve ölçek yoluyla düzenleyen ve genişleten alansal ve tektonik geometriler öneriyor. Hep ilgimi çeken bir konuyu yıllardır bu konu üzerinde sistemli bir şekilde çalışmalar yürüten mimar, araştırmacı, aynı zamanda küratör olan Gökhan Karakuş ile konuştuk. Tarihi çok eskilere dayanan mozaik sanatını bilgisayar destekli tasarım, ileri matematik ve dijital üretim teknikleri ile yeniden hayata geçirilmesini anlattı. These days, works of art raising new idea and expression opportunities, are being done on creation of form and space in architecture. Most recently, materials, offering a new style for contemporary design, making use of the infinite but not reiterating a periodic layout technique employed in the medieval Islamic architecture, were produced. Works created with marble mosaics were presented via an exhibition and a panel. The exhibition proposes spatial and tectonic geometries organizing and expanding the store of expression of contemporary design, by way of design and scale. We discussed a subject which has always interested me, with architect, researcher and also curator Gökhan Karakuş who has conducted systematic studies on this topic over the years. He told us how the art of mosaic dating to ancient times is relaunched by computer aided design, advance mathematics and digital production techniques. natura | 87
söyleşi | interview
“HIPERARKAIK TEKTONIK” PANELI, SERGISI VE ÇALIŞMALARI ÜZERINE GÖKHAN KARAKUŞ ILE SÖYLEŞI INTERVIEW WITH GÖKHAN KARAKUŞ ON “HYPERARCHAIC TECTONICS” PANEL, EXHIBITION AND STUDIES
G
Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect
M
ökhan Bey, yıllar önce sizinle çok başarılı bulduğum İstanbul Modern’de gerçekleşen “Yaz Sergisi” vesilesi ile görüşmüştük. Şimdi bambaşka bir panel ve sergi haberi ile karşımızdasınız. Biraz “Hiperarkaik Tektonik” isimli panelden ve oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?
r. Karakuş, years ago, we had met on the occasion of the “Summer Exhibition” held at Istanbul Modern, which I had found to be very successful. Now, you are before us with the news of a totally different panel and exhibition. Could you tell us a little bit about panel titled “Hyperarchaic Tectonics” and its formation process?
“Hiperarkaik Tektonik” sergisi ve paneli benim, takriben 10. ve 15. yüzyıllar arasında Anadolu, İran ve Orta Asya’daki Ortaçağ İslam dönemine ilişkin araştırmamdan doğdu. İlgim özellikle bu mimaride taş oyma, çini ve tuğla işlerinde mimari dekorasyon olarak kullanılan geometrik desenler üzerineydi. Modern duyarlığı olan bir tasarımcı olarak, bu desenlerin geometrik soyutluğuna, özellikle de bunlardaki basitlik ve karmaşıklığın birleşimini bende bir tepki doğurdu.
The “Hyperarchaic Tectonics” exhibition and panel discussion originated from my research into the architecture of the Medievial Islamic period particularly in Anatolia, Iran and Central Asia roughly from the 10th to 15th century. Specifically my interest was in the geometric patterns used in this architecture as architectural decoration in carved stone, ceramics and brickwork. As a designer with a modern sensibility I responded to the geometric abstraction of these patterns particularly their combination of simplicity and complexity.
Daha sonra, Ortaçağ İslam mimarisinde kullanılan geometrik desenlerin matematiğe dayalı olduğunu, tasarımlarının temelini oluşturan mantığın resimsel değil, kuramsal ve matematiksel olduğunu anladım. Bu tasarıma matematiksel yaklaşımı, 2007 İstanbul Tasarım Haftası’ndaki Barbar Kolektifi’nin sergisinin bir parçası olan bir sininin tasarımında kullandım. İşleme programı dilini kullanarak, bir seri üçgeni yerleştirmek üzere bir logaritmik spiral kullanarak bu üçgenleri matematiksel olarak ekstrapole ettim. Bu üçgenler, üçgenlerin Ortaçağ İslam mimarisindeki mevcudiyetine dayalı idi.
Later I found that the geometric patterns used in Medieval Islamic architecture were based on mathematics, that the logic underpinning their design was not pictorial but abstract and mathematical In 2007 I used this mathematical approach to design for a design of a tray that was part of the Barbar Collective’s exhibition at Istanbul Design Week 2007. Using the Processing programming language I extrapolated mathematically these triangles using a logarithmic spiral as a basis to place a series of triangles. These triangles were based on the presence of triangles in Medieval Islamic architecture.
natura | 88
söyleşi | interview
Sonuç STRAY 2007 olarak adlandırılan, üçgenin bir rölyef deseni olarak kullanıldığı bir sininin tasarımı oldu. Bu 2007 İstanbul Tasarım Haftası’nda Barbar Kolektifi ile birlikte sergilendi.
The result was a design for a tray entitled, STRAY, 2007, where the triangle pattern was used as a relief pattern motif on the tray. It was exhibited at the Istanbul Design Week 2007 with the Barbar Collective.
Bu sini o zamanda pek fazla bilinmeyen, hızlı prototipleme teknolojisi kullanılarak üretilmişti. Benim için önemli olan, matematikten bitmiş objeye ulaşabilmem, objenin de kusursuz bir süreç içerisinde matematiğin doğrudan bir sonucu olması idi.
This tray was produced using rapid prototyping technology that at that time was not very well known. The important issue for me was that I was able to go from mathematics to finished object, that the object was a direct result of the mathematics in a seamless process.
Bu sonuca ulaşmak için geleneğimizden gelen izleri mi izlediniz?
Did you follow the traces from our tradition to get this result?
Türk kültüründe siniler, çoğunlukla oyma gibi zanaatlar kullanılarak uygulanan, geometrik veya natüralist dekorasyonlar ve motifler ile karşımıza çıkan, yaygın ögelerdir. 2007 yılındaki STRAY sinimde, geometrik bir yüzey rölyefi ile ancak bu geometrik desende bir zanaat ile mümkün olamayacak bir karmaşıklık olduğundan, bilgisayımsal tasa rımın olanaklarınından yararlanarak, benzer bir yaklaşım kullandım. STRAY sinisinde insan eli ile yaratılması mümkün olmayan, ancak bilgisayımsal tasarım ve dijital imalat kullanılarak uygulanabilen, binlerce üçgen var.
Trays in Turkish culture are very common often appearing with geometric or naturalistic decorations and motifs that are applied using craft methods such as carving. In my STRAY tray of 2007 I applied a similar approach with the application of a surface geometric relief but using the capabilities of computational design there is a complexity in this geometric pattern that would not be possible using craft. In the Stray tray there are thousands of triangles that would not be possible to create with the human hand but can be applied using computational design and digital fabrication.
Selçuklu ve İslam mimarisinde sıklıkla kullanılan geometrik ögelerden bahsediyorsunuz. Bu konuda yapılan çalışmalar bilgisayar teknolojisinin artması ile daha da hızlandı. Çalışmalarınızı nasıl geliştirdiniz peki?
You mention the geometrical elements frequently used in the Seljuki and Islamic architecture. Work conducted in this field gained even more speed, with the progress of computer technology. So how did you develop your work?
Tasarıma desen ve matematik kullanarak bir ilk girişin ardından, ilgim Ortaçağ İslam mimarisinin ardındaki fikirlere yöneldi. 2009 yılı sıralarında, Harvard’da bir fizikçi olan, İslami motiflerin ardındaki bu geometrik desenleri araştıran kristalografi gibi konusunda uzman, Dr. Peter J. Lu’yu keşfettim. Kendisi Ortaçağ İslam döneminde bu desenlerin ileri matematiğe dayalı olduğunu, neredeyse mükemmel kristalimsi Penrose desenlerinin, bunlar daha Batı’da keşfedilmeden beş asır önce bu mimaride mevcut olduğunu gösteren buluşlarını dünyanın en önemli bilim dergilerinden biri olan Science dergisinde yayınlamıştı.
After this initial foray into design using pattern and mathematics my attention turned to the ideas behind Medieval Islamic architecture. In about 2009 I discovered the work of Dr. Peter J. Lu, a physicist from Harvard, an expert in quasi-crystallography who had been researching the geometric patterns behind these Islamic motifs. He had published his discoveries in Science, one of the world’s most important science magazines showing that in Medieival Islamic period these patterns were based on advanced mathematics, that in this architecture there existed nearly perfect quasi-crystalline Penrose patterns, five centuries before their discovery in the West.
natura | 89
söyleşi | interview
Dr. Peter J. Lu ve ben, o zamandan beri, bunları nasıl tasarıma uygulayabileceğimizi bulmak için bu desenler üzerinde çalıştık. Sonsuza kadar giden bu periyodik olmayan desenleri nasıl tasarıma uygulayabileceğimiz konusunda diyaloğumuzu sürdürdük.
Dr. Peter Lu and I have worked on these systems since then trying to figure out how to apply them to design. We have maintained a dialogue about how to apply these aperiodic patterns that go to infinity to design.
Esas büyük ilerleme ise, Londra’dan ve Zaha Hadid, Norman Foster gibi önde gelen mimarlar için tasarım mühendisleri olarak çalışan, Adams Kara Taylor II ile işbirliği yapmaya başladığımda geldi. Adams Kara Taylor II’dan Daniel Bosia ve ortaklardan, Hanif Kara’nın desteği ile çağdaş tasarıma uygulanabilecek olan aperiyodik mozaik sistemlerinin matematiksel olarak üretimi üzerinde işbirliği yaptık. “Hiperarkaik Tektonikler” olan bu projenin üçüncü işbirlikçisi ve sponsoru ise Türkiye’nin önde gelen taş üreticilerinden biri olan Silkar idi. Bilecik ve Çin’deki fabrikalarında mermer mozaikler üretmekte idiler. Kendilerine Adams Kara Taylor II ile olan işbirliğimiz ile üretilen aperiyodik desenleri kullanarak, mermer mozaikler yaratmamızı önerdim. Mermer mozaik pazarlamalarını arttırmak istedikleri için, bu mermer mozaikleri üretmek / sergilemek üzere, birlikte çalışmaya karar verdik. Mermer mozaikler Silkar tarafından Bilecik’te zanaat ile yaratıldı, bu onların gerçekleşmesinin önemli bir kısmıdır.
The breakthrough though came when I started to collaborate with Adams Kara Taylor II who are design engineers from London who work with leading architects such as Zaha Hadid and Norman Foster. With Daniel Bosia of Adams Kara Taylor II with the support of Hanif Kara, a partner there we collaborated on the mathematical generation of aperiodic tiling systems that could be applied to contemporary design. The third collaborator and sponsor of this project that was “Hyperarchaic Tectonics” was Silkar one of Turkey’s leading stone producers. They were producing marble mosaics in their factories in Bilecik and China. I proposed to them we create marble mosaics using the aperiodic patterns generated by our collaboration with Adams Kara Taylor II. Since they were working to increase their marketing in marble mosaics we decided to work together to produce these marble mosaics and exhibit them. These marble mosaics were created by Silkar in Bilecik by handcraft an important part of their realization.
İlk olarak Eylül 2014’te Londra Tasarım Festivali’nde, ardından 2014 İstanbul Tasarım Bienali için paralel bir etkinlikte sergilendiler. İstanbul Tasarım Bienali için, bu alandaki önde gelen tasarımcılara İstanbul mimari ve tasarım izleyicilerini de göstermek istedik, bu nedenle de mozaik, tasarım ve mimari alanında
natura | 90
They were initially exhibited at the London Design Festival in September 2014 and then as parallel event for the Istanbul Design Biennial 2014. For the Istanbul Design Biennial we also wanted to expose the Istanbul architecture
söyleşi | interview
Panel ve sergi, antik tasarım sistemleri ve üretilmiş tektonikler üzerine bir irdeleme oluşturmayı amaçlıyor. Mekânsal, tektonik düzenleyici ve mimari dili genişletici işlevlere sahip olabilen; klasikten modernist mimariye Cartesian periyodik mantığını temel alan üç boyutlu döşemenin keşf i, mimari ve mühendisliği birçok farklı olasılığa yönlendirebilir. Aperiyodik (düzensiz) döşeme gibi üç boyutlu organizasyonlar mimaride yeni ifadesel ancak aynı zamanda da rasyonel olasılıklar oluşturabilir mi? Gerçek zamanlı, interaktif dijital aletler ve dijital üretim metotlarıyla yeni bir zanaatkarlık tipi önerilebilir mi? Yeni bir hümanizmin eşiğinde olabiliriz... The panel and exhibition seek to create a discussion on antique design systems and produced tectonics. The discovery of the three-dimensional layout which may have spatial, tectonic organizer and architectural language expanding functions, based on the Car tesian periodic logic from the classic to modernist architecture, may guide architecture and engineering to numerous different possibilities. Can three-dimensional organizations like aperiodic layout lead to new expressionist, but at the same time rational oppor tunities in architecture? Can a new type of craftsmanship be proposed by way of real-time, interactive digital tools and digital production methods? We may be at the threshold of a new humanism…
önde gelen tasarımcılar olan, Londra’dan mimar Bruce Davision ve tasarımcı Ifeanyi Oganwu ve de İstanbul’dan Ebru Ulu ile bir panel düzenledik. Matematiksel formül ve geometriden şekle, dijital imalat ve zanaatı tartıştık. Uzun yıllara dayanan bir çalışma yapmışsınız. Bir panel ve sergi ile de bizlerle buluşturdunuz. Peki tasarımsal ve mimari form geliştirmede zanaat ve kod entegreli matematik, desen ve geometri birleşimi sizce neden önemli? Bilgisayımsal tasarım 21. yüzyılın en önemli tasarım araçlarından birisidir. Bilgisayar bizlere insan eli veya makineler ile mümkün olmayan birçok olanak verdi. Çağımızın en gelişmiş teknolojik kapasitelerinin kullanılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde, bilgisayarların bilgisayımsal ve programlama mantığı ile çalışmak da önemli. Bu, John Madea’nın teori olarak tanımladığı, “Sayılar ile Tasarlama” gerçekten günümüzde tasarımın en gelişmiş hali. Benim için kod ile çalışmak önemli, zira 21. yüzyılda bilginin temeli bu. Aslında, bilgisayar programlama da kendi açısından bir zanaat. Tasarım ve şekli yaratmak üzere bilgisayımda matematiği kullanmak size diğer hiçbir yöntem ile mümkün olmayan sonuçlar sağlıyor. Orada da sayıların mantığı ve bunların nasıl şekilleri ürettiği konusunda bir karmaşıklık düzeyi var. Günümüzün 3 boyutlu baskı/hızlı prototipleme, CNC freze, lazer ve su jeti kesimi gibi dijital üretim yöntemleri ile birleştirildiğinde, bu gelişmiş geometrilerde
and design audience to leading designers in this area so we organized a panel with architect Bruce Davision and designer Ifeanyi Oganwu from London and architect Ebru Ulu from Istanbul who are leading designes in the area of tiling, design and architcure. We discussed Digital Fabrication and Craft, From Mathematical Formula and Geometry to Form. You have performed a study which took long years. You brought them to us through a panel and an exhibition. Why do you think the combination of craftsmanship and code-integrated mathematics, design and geometry is important in developing design-based and architectural form? Computational design is one of the important design tools of the 21st century. The computer has given us many abilities that are not possible with the human hand or machines. I think it is important to use the most advanced technological capabilities of our era. With computational design it is also important to work with computational and programmatic logic of computers. This way of “Designing by Numbers” as designer John Maeda has theorized is the really the leading edge of design in our day. For me it was important to work with code because that is the basis of knowledge in the 21st century. It is in fact a craft onto itself, computer programming. Using mathematics in computation to produce design and form gives you results that are not possible with any other method. There is a level of complexity there in the logic of the numbers and how they generate different forms. When combined with
natura | 91
söyleşi | interview
“HIPERARKAIK TEKTONIK” İSTANBUL TASARIM BIENALI PARALEL ETKINLIĞI ILE YAPILAN MERMER SERGISININ ARKASINDAKI FIKIRLER, KÜRATÖR VE TASARIMCI GÖKHAN KARAKUŞ VE HESAPLAMALI TASARIM VE DIJITAL ÜRETIM ÜZERINDE ÇALIŞAN BIR GRUP YÖNETICI MIMAR VE TASARIMCI TARAFINDAN YÖNETILEN PANELDE TARTIŞILDI. THE IDEAS LYING BEHIND “HYPERARCHAIC TECTONICS” ISTANBUL DESIGN BIENNIAL PARALLEL EVENT AND THE MARBLE EXHIBITION WERE DISCUSSED AT THE PANEL MODERATED BY CURATOR AND DESIGNER GÖKHAN KARAKUŞ AND A GROUP OF EXECUTIVE ARCHITECTS AND DESIGNERS WORKING ON CALCULATED DESIGN AND DIGITAL PRODUCTION. fiziksel şekiller gerçekleştirebiliyorsunuz. Peki bu düşünceler mimari fikirlere nasıl entegre edilebilir? Bu teorilerin mimariye uygulanması HİPERARKAİK TEKTONİK projemizin kritik kısmı. HİPER ifadesini bilgisayıma atıfta bulunmak için kullanıyorum, ARKAİK ise bunların zanaatta Ortaçağ İslam örnekleri ile ilgili köklerini ifade ediyor. Soru bunları inşaat veya TEKTONİK olarak günümüzde mimariye nasıl uygulayacağımız. Bilgisayımsal tasarımın çoğunda sorun bu şekillerin büyük ölçekli yapı sistemlerinde yaratılmasının kolay bir yolunun bulunmaması. Bu yeni bilgisayımsal tasarımların çoğu yalnızca küçük ölçekte kalıyor, ancak Zaha Hadid gibi kişilerin büyük uygulamalarında bunları yapı ölçeğinde kullanılabiliyor. Bunun cevabı, bu 2 ve 3 boyutlu aperiyodik mozaiklemenin taşta yeni bir mimari estetik yaratmak için modüler bir yol sağlaması. Ben bunun dünya çapında bilgisayımsal tasarımın daha etkin olarak kullanılmasına olanak sağlayacağına inanıyorum. Taş mimarinin temelidir ve dünyanın her yerinde mevcuttur. Mermer
natura | 92
today’s digital fabrication methods such as 3D printing/rapid prototyping, CNC milling, laser and water jet cutting you are able to realize in physical forms these advanced geometries. How can these ideas be integrated with architectural ideas? The application of these theories to architecture is the critical part of our HYPERARCHAIC TECTONICS project. The term HYPER I use to refer to computation while ARCHAIC refers to their origin in craft relating to the Medieval Islamic examples. The question is how to apply them to architecture today as construction or TECTONICS. The problem with much of computational design is there is no easy way to create these forms in large scaling building systems. Many of these new computational designs remain only small scale with only large practices such as Zaha Hadid able to use them at the building scale. The answer is that these aperiodic tiling in 2 and 3 dimensions present a modular way of creating a new aesthetics of architecture in stone that I believe will allow computational design to
söyleşi | interview mozaikte mimari ve tasarıma odaklı sergimiz desen ve ölçek üzerinden çağdaş tasarımın dağarcığını düzenleyen ve genişleten, küresel olarak kullanılabilecek olan, engin mekânsal ve tektonik geometriler öneriyor. Mozaikler her zaman mimari mekân ile birlikte çalışmıştır. Bu sergide, bu duvar resimleri insan, bina ve şehir ölçeğindeki geometrik bağlantıları iki boyutlu olarak öneriyor. Çalışmalar bir tasarım estetiği ve bir yapı sistemi olarak üç-boyutlu aperiyodik mozaikle- me arkitektoniğinin gerçekleştirilmesini istiyor. Panel vesilesi ile söylemek istediklerinizi kısaca okuyucularımız için özetlemenizi istesek neler derdiniz? Bu panel ve sergi antik tasarım ve üretilmiş tektonik sistemler hakkında bir müzakere başlatmayı amaçlıyor. Mekânsal, tektonik düzenleyici olarak çalışabilen, asırlardır bir periyodik Kartezyen mantığına saplı kalmış olan mimarinin dağarcığını genişleten, üç boyutlu mozaikleme klasikten modernist mimariye geçiş olarak işleyebilir. Kartezyen olmayan aperiyodik mozaikleme mimari ve mühendislik için çok farklı olanakların yolunu açabilir. Aperiyodik mozaikleme gibi üç boyutlu düzenlemeler mimaride yeni, anlamlı, ancak makul olanaklar açabilir mi? Gerçek zamanlı, interaktif dijital araçlar ve dijital imalat yöntemlerinin gücü tasarımda yeni bir tür “zanaatkarlık” ortaya koyabilir mi? Yeni bir “insancılığın” eşiğinde olabiliriz... Dijital teknoloji ve zanaat kavramlarının doğal taş ile bağlantısı nedir? Neden malzeme olarak mermer seçildi? Bağlantı taş ve taş işçiliğinin mimarinin ve antik, hatta tarih öncesi dönemlere kadar uzanan mimari düşüncenin temeli olmasında. Türkiye’de yakın zaman önce Göbeklitepe’de bulunan MÖ. 12. yüzyıla ait taştan oyulmuş totemler bunu kanıtlıyor. Bu bizim bu tarihlerden beri, Türkiye’de ve Anadolu’da, mimarimizde yaygın bir şekilde sahip olduğumuz bir malzeme. Bunun ötesinde, mermer mozaik Türkiye’nin, Antik Roma dönemlerine kadar geri giden, süregelen geleneklerinden birisi. Günümüzde, dünyanın en büyük taş ürünleri üreticilerinden biri olarak, Türkiye taş mimarisinde tarihine damga vurmuş olan birçok geleneği sürdürüyor. Mermer mozaiği sanatı çeşitli iç ve dış mekânları geliştiren bir esnek yüzey yaratmak üzere, mermer ve kireçtaşının doğal ve dayanıklı özelliklerinden yararlanıyor. Spesifik olarak, sergi CNC su jeti kesicileri gibi en çağdaş dijital üretim teknikleri kullanılarak yapılmış olan mermer mozaikleri içeriyor. Her bir parça özgün bir sanat eseri yaratmak üzere, bilgisayımsal tasarım yöntemleri ile yönlendirilen verilere dayalı olarak, münferiden kesiliyor. Bilgisayımsal tasarım ve dijital imalat kullanılarak, Türkiye ve Türkiye’deki taş endüstrisinin mimari ve tasarımda araştırma ve geliştirmenin önderi olması fırsatı var. Bugün Türkiye’de mermer mozaik gibi, bu tür katma değerli ürünleri, özellikle Silkar gibi şirketlerin olanakları ile, mümkün kılan iyi bir gelişmiş teknoloji ve zanaat dengesine sahibiz. Sergi için üretmiş olduğumuz mermer mozaikler bunları bir sanat eseri olarak satın almak isteyen bazı koleksiyonerler tarafından çok olumlu karşılandı. Bu da gelişmiş teknoloji ile birlikte kullanıldığında, mermerin kalitesinin insanların evlerinde ve günlük yaşamlarında tasarım objeleri
be used more effectively through the world. Stone is the basis of architecture and is found all over the world. Our exhibition focused on architecture and design in marble mosaic suggest expansive spatial and tectonic geometries organizing and expanding the vocabulary of contemporary design through pattern and scale that can be used globally. Mosaics have always worked in tandem with architectural space. In this exhibition these murals suggest geometric connections between human, building and urban scale in two dimensions. The works look forward to an architectonics of three-dimensional aperiodic tiling as a design aesthetic and as a building system. How would you summarize what you sought to express with the panel, briefly for our readers? This panel and the exhibition seek to open a discourse on ancient systems of design and fabricated tectonics. The discovery of a three-dimensional tiling that can operate as a spatial, tectonic organizer, expanding the vocabulary of architecture, which has been based for centuries stuck on a periodic Cartesian logic from classical to modernist architecture. The non-Cartesian aperiodic tilings can open up architecture and engineering to many different possibilities. Could three-dimensional organizations such as aperiodic tiling open new expressive, but rational opportunities in architecture? Could the power of real time, interactive digital tools and digital fabrication methods, reintroduce a sort of “craftsmanship” in design? We may be on the threshold of a new “humanism”... What is the connection of the concepts of digital technology and craftsmanship to natural stone? Why was marble picked as material? The connection is because stone and masonry are the basis of architecture and architectural thought going back to ancient and even prehistoric times. The recent discovers of carved stone totems at Göbeklitepe in Turkey from the 12c BC prove this. We in Turkey and Anatolia have this as a widespread material in our architecture dating from this history. Moreso marble mosaics are one of the continuing traditions of Turkey, dating back to Ancient Roman times. Today, Turkey, one of the world’s largest producers of stone products, continues many of the traditions in architecture in stone that mark its history. The art of marble mosaic takes advantage of the natural and enduring qualities of marble and limestone to create a flexible surface covering that enhances a variety of interior and exterior environments. Specifically, the exhibition features marble mosaics made using the most contemporary digital fabrication techniques with CNC water jet cutters. Each piece is individually cut based on data driven by methods in computational design to produce a unique work of art. There is an opportunity to have Turkey and the stone industry in Turkey be at the leading edge of research and development in architecture and design using computational design and digital fabrication. In Turkey today we have a good balance of advanced technology and handcraft that makes these types of value added design products such as marble mosaics possible commercially especially with the capabilities of companies like Silkar. The marble mosaics we produced for the exhibition have been very positively received with some collectors wanting to buy them as art. This has shown us
natura | 93
söyleşi | interview olarak kullanmak isteyecekleri, özgün eserler yaratabileceğini gösterdi. Benim için bu sergide en şaşırtıcı olan bu tasarımların sanat olarak görülmesi oldu. Seyirciler yüzeylere dokunmak ve taşı ve desenleri hissetmek istiyorlar. Mimarlık ve zanaatkârlık kavramları birleşince harika örnekler çıktığını biliyoruz. Ancak günümüzün şar tlarında özellikle hızlı tüketim ortamında kalite maalesef düşüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Zanaat köklerinden beri mimarinin önemli bir parçası. Türkiye’de, günümüzdeki tüketici kapitalizminin tüm ilerlemelerine rağmen, zanaat hala canlı ve ayakta. Temel unsur, Türkiye’deki yaratıcı toplum olarak, bizlerin bunu daha ileriye götürmek için 21. yüzyıla adapte olması. Mimaride bilgisayım ve zanaat birlikte buna olanak veriyor. 20. yüzyılda mimaride büyük eserler ve seramik duvar resimleri yaratan, Bedri Rahmi Eyuboğlu ve Sadi Diren gibi usta sanatçılarımız ve tasarımcılarımız vardı. Mimarlar ve proje sahiplerinin bir kez daha değerli mekânlar yaratmak üzere, 21. yüzyıl için Türkiye’de modern kültürün göstergesi olarak özgün yerel kaliteler ile, bu zanaata dayalı sanatsal sistemleri günlük yaşama entegre etmelerine ihtiyacımız var. Mekânlarımızın yaşamakta olduğumuz birçok koşulu amaç edinen yerel ve modern karakterin bir birleşimi olması gerekiyor. Ben mermer mozaiğin tasarım ve mimari açısından bize bunun için bir olanak verdiğini düşünüyorum.
that the qualities of marble when used with advanced design can create unique works that people want as design objects in their houses and daily lives. This has been the most surprising to me in this exhibition that these designs were seen as art. Viewers want to touch the surfaces and feel the stone and the patterns.
We know that magnificent specimens emerge when the concepts of architecture and craftsmanship are combined. However, in today’s conditions, quality unfortunately decreases especially in the rapid consumption environment. What would you like to say about that? Craft is important in architecture since it’s origins. In Turkey today craft is alive and well despite all the advances in consumer capitalism. The key fact is that we as the creative community in Turkey have to adapt craft to 21st century methods to advance it further. Computation and craft together in architecture allow for this. In the 20th century we had master designers and artists such as Bedri Rahmi Eyuboglu and Sadi Diren creating large marble and ceramic murals in architecture. We need architects and project owners to once again integrate these craft based artistic systems into daily life as way to create valuable spaces with unique local qualities indicative of modern culture in Turkey for the 21st century. Our spaces need to have combination of local and modern character to aspire to the many conditions in which we live. I believe marble mosaics give us an opportunity to that as design and architecture.
İlgi alanlarınız tasarımda yerellik, modernizm ve mimarlık. Mimarlıkta yerellik ve modernlik sizce nasıl birleşmelidir?
Your fields of interest are locality in design, modernism and architecture. How should locality and modernism merge in architecture?
Zanaat, gelenek, dil ve hatta dinden kaynaklanabilecek yerel koşullara dayalı bilgilerimizi birleştirmemiz gerekiyor. Günlük yaşamımızı iyileştirebilecek yararlı bilgi nerede var ise, bunu araştırmamız ve nasıl kullanılabilir kılacağımızı bulmamız gerekiyor. Örneğin, bu konuda çok uzun sohbetler yapmış olduğum, seramikçi ve tasarımcı Sadi Diren’in çalışmalarına bakıyorum. Sadi Bey Anadolu’nun antik medeniyetlerinin gerçeğini ve bu gelenekleri seramikler için modern tasarımlara nasıl yeniden işlemiş olduğunu anlatıyor. Onun 1950’li yıllardan 1970’lere kadar olan seramik duvar resimleri modernizm ve Türk kültürünün nasıl sentezlenebileceğinin bir örneği idi. HİPERARKAİK TEKTONİK üzerindeki çalışmalarımız da aynı hedeflere yönelik.
We have to combine knowledge based from our local conditions that can be sourced from craft, tradition, language and even religion. Wherever meaningful knowledge exists to improve our daily life we have to research it and find how it can be useful. For example I look to the work of ceramicst and designer Sadi Diren who I have had long conversations on this subject. Sadi Diren speaks of the reality of the ancient civilization of Anatolia and how he reworked these traditions into modern designs for ceramics. His ceramic murals from the 1950s to 1970s were an example of how modernism and Turkish culture can be synthesized. Our work with HYPERARCHAIC TECTONICS aims for the same goals.
natura | 94
söyleşi | interview
Doğal taş sektörü tarafından desteklenen Natura dergisinin editörlüğünü yapmaktayım. Mermer ile ilgili yapılanları ve yapılabilecekleri yakinen bilmekteyim. Ülkemiz mermer kaynakları açısından çok zengin. Bu değerli malzemenin yeterince kullanıldığını ve yerel olana kıymet verildiğini düşünüyor musunuz?
I am the editor of Natura magazine sponsored by the natural stone industry. I know what is done and may be done with marble. Our country is very rich in terms of Marble resources. Do you think that this valuable material is used sufficiently and that what is local is valued?
Kesinlikle hayır. Türk taş endüstrisi hala blok ve plakaların emtia satışlarına dayalı. İtalya gibi, taşta ciddi bir şekilde tasarım ve mimariye yatırım yapan ülkeler ile yarışıyoruz. Halen Türkiye’de mimaride ve taşta, İtalya’dakine benzer bir şekilde pazara kolaylıkla uygulanabilecek, herhangi bir ciddi araştırma ve geliştirme bile yok. HİPERARKAİK TEKTONİK sergimiz ve panelimiz aslında bir tür araştırma ve geliştirme, ancak kolaylıkla anlaşılabilecek bir ürünümüz olması için bir sergi formatında. Bir şirket olarak Silkar ve Silkar’dan Erdoğan Akbulak taşa tasarım ve mimarinin entegre edilmesi ihtiyacının güçlü destekçileri oldular.
Definitely not. The Turkish stone industry is still depending on commodity sales of blocks and slabs. We compete against countries like Italy that invest heavily in design and architecture in stone. We currently in Turkey have no significant research and development in architecture and stone that can be readily applied to the market that is similar to what we see in Italy. Our HYPERARCHAIC TECTONICS exhibition and panel is fact a type of research and development but in the format of an exhibition so we have an end product that can be easily understood. Silkar as a company and Erdogan Akbulak of Silkar have been keen supporters of the need to integrate design and architecture in stone.
Bu sergi endüstri için bir örnek olabilir. Bu sergi için proje ortaklarımız, İstanbul’dan Emedya Design ve Londra’dan Adams Kara Taylor II, gelişmiş bilgisayımsal tasarım ile dijital üretim ve zanaatı birleştiren bu mermer mozaikleri tasarlamak ve üretmek için birlikte çalıştılar. En son Ortaçağ İslam döneminde mimari dekorasyonda kullanılan geometrik desenleri kullanarak, Türkiye’de Osmanlı devrinden beri neredeyse 500 yılı aşkın bir süredir etkisiz kalmış olan bir tasarım yöntemini canlandırarak, ortaklarımız bir kez daha matematiksel ve geometrik desenleri antik taş sanatında bir mimari dekorasyon olarak uyguladılar.
This exhibition can be example for the industry. For this exhibition the project collaborators, Emedya Design of Istanbul and Adams Kara Taylor II of London have jointly worked to design and produce these marble mosaics combining advanced computational design with digital fabrication and handcraft. Using geometric patterns that were last employed in architectural decoration in the medieval Islamic period, the collaborators have once again applied mathematical and geometric patterns to the ancient art of stone as architectural decoration, reviving a design method that has been dormant for over 500 years since the Ottoman period in Turkey.
Yeri gelmişken biraz kitabınızdan da bahsedebilir miyiz?
Can we take this opportunity to discuss your book a little?
Han Tümertekin, Nevzat Sayın, Emre Arolat, Cafer Bozkurt, Tabanlıoglu ve birçok diğerleri gibi, önde gelen Türk mimarlarının değerli çalışmaları ve Cemal Emden’in fotoğrafları ile, 2015 yılında yayınlamayı ümit ettiğimiz, taşta Çağdaş Türk Mimarisi hakkında bir kitap hazırladık.
We produced a book on Contemporary Turkish Architecture in stone that we hope to publish in 2015 with work by leading Turkish architects such as Han Tumertekin, Nevzat Sayın, Emre Arolat, Cafer Bozkurt, Tabanlioglu and many others with photography by Cemal Emden.
Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
Thank you for your time.
natura | 95
proje | project
TÜRK VE İSLAM ESERLERİ MÜZESİ TURKISH AND ISLAMIC WORKS MUSEUM
TASARIMHANE
natura | 96
proje | project
natura | 97
proje | project
Selin Biçer Mimar / Architect
T
ürk ve İslam Eserleri Müzesi, İslam kültür ve sanatının çeşitli dönemlerine ve coğrafyalarına ait 45.000 eserden oluşan zengin ve çeşitli koleksiyonu ile konusunda dünyanın sayılı müzeleri arasında yer almasının yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu döneminde açılan son müze olma özelliğini de taşıyor. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin kuruluş çalışmaları 19. yüzyıl sonlarında ülkenin her yerinde camilere, türbelere ve kütüphanelere vakfedilen eserlerin ülke dışına çıkarılmasını önlemek, eserlerin korunmasını sağlamak ve bu kültür hazinesini gelecek nesillere kazandırabilmek amacıyla başladı. Müze-i Hümâyun Müdürü Osman Hamdi Bey’in başkanlığında kurulan komisyonun çalışmaları 1913 yılında tamamlanmış ve müze Mimar Sinan’ın en önemli yapıtlarından biri olan Süleymaniye Cami-i Külliyesi içinde yer alan imaret binasında 1914 yılında “Evkaf-ı İslamiye Müzesi” (İslam Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açıldı. Cumhuriyetin ilanından sonra “Türk ve İslam Eserleri Müzesi” adını alıp 1983 yılında bugün bulunduğu İbrahim Paşa Sarayı’na taşındı. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Sadrazam İbrahim Paşa’ya hediye edilen saray, 16. yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin önemli yapılarından biri. İstanbul’un ünlü tarihi alanı “At Meydanı”nda, eski hipodrom kademeleri üzerinde yükselen saray, tüm sivil yapıları ahşap olan Osmanlı geleneğinin aksine,
natura | 98
T
urkish and Islamic Works Museum, besides being one of the recognized museums of the world with its wealthy and diverse collection, comprising 45,000 works from the various periods and geographies of Islamic culture and art, also has the distinction of being the last museum opened in the Ottoman Empire period. Efforts for establishing Turkish and Islamic Arts Museum started in late 19th century, to avoid taking out of the country of works donated to mosques, türbes and libraries all over the country to ensure that the works are protected, and to carry this treasure of culture to future generations. The commission, set up chaired by Royal Museum Director Osman Hamdi Bey, completed its studies in 1913; with the museum opened to visitors under the name of “Islamic Foundations Museum” in 1914 in the imaret building of Süleymaniye Mosque complex, one of the masterpieces of Mimar Sinan. The museum took the name of “Turkish and Islamic Arts Museum” after the Republic was proclaimed, moving in 1983 to its present location; Ibrahim Pasha Palace. The palace was gifted to Sadrazam Ibrahim Pasha by Suleiman the Magnificent and is one of the important works of the Ottoman civilian architecture of 16th century. Rising above the layers of the old hippodrome of Istanbul, the palace was built as a masonry complex in
proje | project kâgir olarak inşa edilmiş, imparatorluğun en parlak dönemlerinde düğün şenlikleri,ayaklanmalar gibi birçok tarihi olaya tanıklık etmiş ve uzun yıllar Sadrazam Sarayı olarak kullanılmasının yanı sıra, kışla, elçilik sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi ve cezaevi gibi işlevlerle de kullanıldı. Orijinalinde 4 büyük avlu etrafında yer alan sarayın birinci avlusuna 19. yüzyılda Defterhane ve 1908’de ise Tapu ve Kadastro Müdürlüğü binalarının inşa edilmesi genel görüntüyü önemli ölçüde kapattı. Zamana karşı yüzyıllarca ayakta kalan sarayın önemli bir bölümü Adliye Sarayı’nın 1935-1947 yıllarındaki inşaatı sırasında yıkıldı. Bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne ev sahipliği yapan 2. avlu, 1966-83 yılları arasında onarıldı. 2012 yılında başlayan ve 2 yıl süren restorasyon çalışmaları ile yenilenen yapı bu çalışmalar kapsamında başlayan detaylı bir teşhir tanzim projesi sonucu 19 Aralık 2014 yılında kapılarını ziyaretçilerine tekrar açtı. Meydandan giriş kotunda ziyaretçileri geniş bir hol karşılıyor. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin bu kotunda yaklaşık 400 m2’lik bir geçici sergi salonu, 200 m2’lik bir alanı kapsayan ve tarihi Bizans hipodromu kalıntıları içerisinde biçimlenen 25 kişi kapasiteli multivizyon alanı ile müze mağazası yer alıyor. Bilet satış, danışma, emanet ve güvenlik fonksiyonlarının tümünü içinde barındıran 10 metre uzunluktaki mermer banko ziyaretçilerin tüm ihtiyaçlarını bekletmeden, düzen içinde girişe yönlenmelerini sağlamak amacıyla tasarlandı. Böylelikle mekânın tarihi formu gölgelenmeden ve bozulmadan tarih ile modernitenin en sade halinden doğan birlikteliğe iyi bir örnek teşkil ediyor. Banko arkasında çizgisel uzanan yatay pano, üzerinde müzenin kimliğine ve koleksiyonuna dair ipuçlarını yansıtırken yine aynı alanda koleksiyonlar hakkındaki ön bilgiler, ziyaretçilere sade bir kompozisyon oluşturularak ekranlar vasıtası ile aktarılıyor. Restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkartılan ve müze teşhirine dâhil edilen hipodrom kalıntıları bulunduğu mekân kotunda ziyaretçiler ile bu-
contrast to the Ottoman tradition where old civil buildings made of wood; became witness to numerous historic events like wedding festivities, uprisings, etc. in the brightest periods of the Empire, being used as the palace of sadrazam; and was also used as for functions like barracks, embassy, defterhane, mehterhane, sewing house, and jail. The construction of Defterhane in the 19th century, and Land Deeds and Cadaster Directorate building on the first courtyard of the palace which was originally built around 4 large courtyards in 1908, covered the overall view significantly. An important section of the palace which survived for centuries was torn down during the construction of Justice Palace in years 1935-1947. The second courtyard, which hosts Turkish and Islamic Works Museum today, was repaired in years 1966-83. The building, restored for two years starting from 2012, reopened its doors to visitors on December 19, 2014, as a result of a detailed display design project which was part of the restoration work. A spacious hall greets the visitors at the entrance level from the square. At this level of Turkish and Islamic Arts Museum, there is an approximately 400 sqm temporary exhibition hall, a 200 sqm 25 person capacity multivision area among historical Byzantine hippodrome remnants and the museum store. The 10-meter-long marble bank; accommodating entire ticket sales, information, storage and security functions, is designed to allow visitors to be directed to the entrance in an orderly manner without waiting. Hence, the historic form of the venue stays intact, serving as an example of the union brought about by the plainest form of history and modernism. The horizontal linear mural behind the counter reflects clues on the identity and collections of the museum. Preliminary information on the collections is provided to visitors via screens using a plain composition. The remnants of the hippodrome unearthed during the operation work
natura | 99
proje | project
luşurken, tavanda yapılan cam döşeme ile bahçe kotundan da izlenmesi sağlandı. Müze koleksiyonuna girmeden önce ziyaretçilere bulundukları yapının hikâyesi ve mimari özellikleri “İbrahim Paşa Sarayı“ bölümünde ağırlıklı olarak minyatürler üzerinden ve çok katmanlı bir grafik hiyerarşisi ile anlatılmaya çalışıldı. Bu alanda kullanılan ekranda daha detaylı bilgi için Prof. Nurhan Atasoy’un bu konuda ki makalesine erişim sağlanıyor. Sarayın mimarisinde önemli bir yeri olan geniş ve ihtişamlı merdivenler ile ziyaretçisini bahçe kotuna ulaştıran yapının bu kotunda hayranlık uyandıran Sultanahmet manzarasına hâkim iç avlu ve seyir terası konumlanıyor. Bahçe kotundan, önümüzdeki aylarda hizmete girecek olan, Etnografya Seksiyonu ve müze kafeteryasına ulaşılıyor. Yine bu kot üzerinde planlanan depolama salonları ve konservasyon atölyeleri, fonksiyonel tasarımlarla ve teknolojik donanımlarla desteklenerek eser koruma odaklı bir anlayışla yenilendi. Ayrıca bahçe içerisinde kalan son ahşap yapı müze idari binası olarak kullanılıyor. İç avlu çevresinde U şeklinde konumlanan üst kat, Türk ve İslam Eserleri Koleksiyonu’nu kronolojik olarak, 13 farklı medeniyet ve dönem başlığında gruplandırılarak tasarlandı. Dönemsel özellikler taşıyan bir mekânda çok değerli objelerden oluşan bir koleksiyonu sergileme hedefi doğrultusunda başlayan çalışmalar, gerek yapının gerekse eserleri destekleyip daha görünür kılacak şekilde tasarımı yorumlamayı gerekli kıldı. Nötr ve koyu renk vitrinler ve fonlar üzerinde kompozisyon, biçim, renk, doku, ses, ışık gibi temel tasarım prensipleri gözetilerek çözümlenen sergileme sistemleri müzenin kurumsal kimliğini de yeniden yaratan grafik öğeler ile destekleniyor. Dönemler arasındaki farklılıklar bilgilendirme panolarındaki motifler aracılığı ile aktarılıyor. Hikâye kurgusunda öncelikli olarak “Evkaf-ı İslamiye’den Türk ve İslam Eserlerine” başlığı altında 100 yıllık müzenin tarihçesinin izleyicilere anlaşılır ve etkileyici bir şekilde aktarılması göz önünde bulunduruldu. 100 yıl önceki müzenin geçmişe ait anılarına ev sahipliği yapan bu bölümde izleyicileri müzenin ilk kurucu heyeti karşılıyor ve ziyaretçiyi siyah-beyaz fotoğraflarla, müzeye ait ilk ekipmanlar eşliğinde 100 yıl öncesine götürüyor. İslam Arkeolojisi üst başlığı Rakka ve Samarra kazı buluntularının sergilendiği bölüm, arkeolojik kazı alanı veşehrin surları gibi mimari referanslar, mekânsal bir canlandırma çerçevesinde, izleyicilere Rakka’da, horoz sesleri eşliğinde, gün doğumundangün batımına bir zaman dilimini yansıtarak eserleri sergilemek esasına dayanıyor. Sergileme yöntemi, ışık, ses ve görüntü efektleri ile desteklenerek ziyaretçiye farklı bir deneyim yaşatmak istendi.
natura | 100
and made part of the museum display, may be viewed at from its own level or from the garden level, thanks to the glazing on the ceiling. The visitors are provided information on the story of the building and its architectural features through miniatures and multi-layered graphics hierarchy before entering the museum collection. The visitors may access on a screen to Prof. Nurhan Atasoy’s article on the subject for further details. At this level of the building, which takes the visitor to the garden level via broad and magnificent stairs which play an important role in the architecture of the palace, are an inner yard and viewing terrace overseeing the awe inspiring Sultanahmet scenery. From the garden level, one can access the Ethnography Section and museum cafeteria which will be launched in the upcoming months. Once again, at this level, are storage halls and conservation studios supported by functional designs and technological equipment. Also, the last wooden structure left in the garden is used as the administrative building of the museum. The U-shaped top floor situated around the inner courtyard was designed in groups of 13 different civilizations and periods chronologically. Efforts, which started for displaying a collection comprising extremely valuable objects in a period space, made it necessary to execute the design in such a way that the building would support the works, making them more visible. Display systems, resolved observing the basic design principles like composition, form, color, texture, sound and light, on neutral and dark colored glass showcases and background; are also supported by graphic elements recreating the institutional identity of the museum. The differences between periods are pointed out through the motifs on information panels. In the story outline, it was sought to convey the history of the century-old museum to the viewers in an understandable and impressive manner, under the title “From Islamic Foundation to Turkish and Islamic Works”. In this section hosting the past memories of the museum of hundred years ago, the initial founders committee of the museum greets the viewers; taking them to 100 years ago, accompanied by first equipment of the museum, by black & white photos. The section where Rakka and Samarra excavation artifacts are on display under the title of Islamic Archaeology; architectural references like the archaeological excavation area and the walls of the city display the works to viewers in a time period from sunrise with rooster sounds and to sunset in Rakka, under the framework of a reanimation. The display technique provides a different experience to the guest supported by light, sound and visual effects. A section of this size was dedicated for the first time in the museum disp-
proje | project
natura | 101
proje | project Kur’an-ı Kerim’in ilk nüshalarının muhafaza edildiği, İslam dünyası ve İslam kitap sanatının gelişimi açısından büyük bir hazine olan Şam Evrakları için müze teşhirinde ilk defa bu boyutta bir bölüm ayrıldı. Bu alan için hazırlanan vitrin formunda eserlerin geliş noktası olan Emeviye Camii’nin avlusundaki altıgen formlu hazine dairesinden esinlenildi. Kutsal Emanetler bölümünde, müze koleksiyonunda muhafaza edilen Hz. Muhammed’e ve Kâbe’ye ait Mukaddes Emanetlere de yer verildi. Bu mekânın tasarımında hayli loş bir atmosfer yaratıldı ve ziyaretçi üzerinde oluşturulmak istenen uhrevi yolculuk çok derinden gelen bir Salavat-ı Şerif sesi ve eserlere odaklanmış dramatik bir aydınlatma ile sağlanıyor. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemi sarayın 2 büyük hacmi olan yazlık ve kışlık divanhane mekânlarında konumlandırıldı. Bu dönemden çok kıymetli parçalar barındıran halı koleksiyonu için mekâna özel farklı bir sergi platformu tasarlandı. Eğimli bir ayna çözümüyle sergilenen halılar ziyaretçilerin desenler, renkler ve motifler dünyasında sürpriz perspektifler yakalaması amaçlandı.
natura | 102
lay for Damascus Papers, a major treasure for the Islamic world and the development of Islamic book art where the first copies of Holy Quran are kept. The inspiration for the showcase of this area was the hexagonal treasury department in the yard of Emeviye Mosque where the works come from. Sacred Relics of Hz. Muhammed and Kaaba of the museum collection are in the Sacred Relics Section. A quite dim atmosphere was created in the design of the venue ensuring a spiritual journey for the visitor, with the aid of a Salavat-ı Şerif sound coming from the deep and a dramatic lighting focused on the works. Anatolian Seljuki and Ottoman periods are in the summer and winter divanhane veneus, the two largest areas of the palace. A special exhibition platform was designed for the carpet collection including extremely valuable pieces from these periods. The carpets displayed using a sloped mirror solution allows the visitor to capture surprising perspectives in the world of designs, colors and motifs.
proje | project
KÜNYE Proje Yeri: Sultanahmet, İstanbul Mimarlık Ofisi: Tasarımhane Küratör ve Proje Yöneticisi: Güzin Erkan Genel Koordinatör: Oben Karatepe Koleksiyon Ve İçerik Danışmanlığı: Seracettin Şahin ve Sevgi Kutluay İç Mimari Proje Ekibi: Güzin Erkan, Seher Caba, Eylem Ece ve Elif Çentik Grafik Tasarım Proje Ekibi: İrem Düzgün, Burhan Efeoğlu ve Cem Mert Çimen Film Prodüksiyon ve Dijital Yazılımlar: Çiğdem Yavuz, Burak Öge ve Hakan Efeoğlu İç Mimari Proje Uygulama: Mustafa Coşkun, Adem Coşkun, Atilla Kızılşafak ve Ayhan Karataş Vitrin Uygulama: Goppion Görüntü, Ses ve Bilgisayar Sistemleri: Astel Digital Baskı: Printo İslam Arkeolojisi 3D Canlandırma: Reskon Restorasyon Mimarlık İç Mimari / Sergileme Projesive Uygulaması: Tasarımhane İşveren: TC Kültür Ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Proje Kontrol: Rölöveve Anıtlar Müdürlüğü Proje Tarihi: 2014 Toplam İnşaat Alanı: 7.000 m2 Restorasyon Proje Uygulaması: Aksan İnşaat Fotoğraflar: Servet Dilber
CREDITS Project Location: Sultanahmet, Istanbul Architectural Office: Tasarımhane Curator and Project Director: Güzin Erkan General Coordinator: Oben Karatepe Collection and Content Consultants: Seracettin Şahin and Sevgi Kutluay Interior Design Team: Güzin Erkan, Seher Caba, Eylem Ece and Elif Çentik Graphic Design Team: Irem Düzgün, Burhan Efeoğlu and Cem Mert Çimen Film Production and Digital Software: Çiğdem Yavuz, Burak Öge and Hakan Efeoğlu Interior Design Application: Mustafa Coşkun, Adem Coşkun, Atilla Kızılşafak and Ayhan Karataş Showcase Application: Goppion Audio, Video and Computer Systems: Astel Digital Prints: Printo Islamic Archaeology 3-D Animation: Reskon Restoration Architecture Interior Design / Display and Application: Tasarımhane Client: Republic of Turkey Ministry of Culture and Tourism, and General Directorate of Cultural Assets and Museums Project Supervision: Directorate of Surveying and Monuments Project Date: 2014 Total Construction Area: 7,000 sqm Restoration Project Application: Aksan Construction Photographs: Servet Dilber
natura | 103
proje | project
KESKİN SİYAH BİR BAZALT HAT, BÜTÜN MEKÂNI BIR UFUK ÇIZGISI GIBI ÇEVRELEMIŞ; MİMAR JASPAR JANSEN’İN BÖYLECE SALONUN VE MUTFAĞIN GÖRSEL OLARAK BIRBIRINE BAĞLAMASINI SAĞLAMIŞ. A BLACK ACCENT BASALT LINE STRETCHES ACROSS THE SPACE LIKE THE HORIZON, A FEATURE THE ARCHITECT JASPAR JANSEN UTILIZED TO CONNECT THE LIVING ROOM AND KITCHEN.
AMSTERDAM’IN KALBINDE GIZLI BIR ORMAN A HIDDEN FOREST AT THE HEART OF AMSTERDAM natura | 104
proje | project Yağmur Yıldırım Mimar/Architect
A
msterdam’ın merkezinde yer alan eski bir garaj, yeni sahibi tarafından konuta çevrilmek istenince ortaya doğayı içeri davet eden, gizli bir vaha çıkıyor. Mimar Jaspar Jansen ve ekibi i29, yenileme projesinde doğal bir etki yaratmayı amaçlamış ve kendi deyişleri ile “tıpkı bir ormandaymışsınız gibi bir his” oluşturmayı gözetmişler. Bu nedenle konuta dışarıdan bir patika ile ulaşılması, yukarıdan endirekt aydınlatma gibi stratejilerin yanı sıra, mobilya seçimlerinden renk tercihlerine yosunları ve kütükleri anımsatan dokunuşlar, soyut bir doğa algısı yakalamış. Orman hissini pekiştirmek için, 230 metrekarelik konutta mekânlar olabildiğince az bölünmüş ve şeffaf strüktürler kullanılmış; böylece mekânın sürekliliği sağlanmış ve ferah bir ortam oluşturulmuş. Beyaz ağırlıklı renk paleti, yer yer kaba toprak renkleri, yeşil tonları ve sofistike siyahlarla bölünerek keyifli dokular yaratmış.
W
hen an old garage lying at the core of Amsterdam is attempted to be converted into a residence by its new owner, what you have is a hidden oasis, inviting nature inside. Architect Jaspar Jansen and his team i29 have sought to create a natural effect in the remodeling project, aiming to create “a feeling that as if you were right in a forest”; in their own words. Therefore, besides strategies like access to the residence from outside by a pathway and overhead indirect lighting; touches reminiscent of algae and rocks in choices of furniture and color, have captured an abstract perception of nature. To reinforce the feeling of forest; in the 230-square-meter residence, spaces are partitioned as little as possible, using transparent structures. This has lead to the continuity of the space, assuring a spacious environment. The predominantly white color palette has created enjoyable textures divided in places by coarse earth colors, green shades and sophisticated blacks. Fotoğraflar / Photographs: Ewout Huibers
ADA TIP MUTFAK, SIYAH BAZALT TAŞINDAN INCE BIR TEZGÂHIN SARDIĞI MEŞE MALZEMEDEN YAPILMIŞ. MUTFAK MASASININ ÜZERINE FOSCARINI GREGG PENDANT AYDINLATMA SARKITILMIŞ. THE KITCHEN ISLAND IS MADE OF OAK WITH A THIN, BLACK BASALT STONE COUNTERTOP. A FOSCARINI GREGG PENDANT HANGS ABOVE THE KITCHEN TABLE.
natura | 105
proje | project
MUTFAKTA ÖZEL YAPIM MEŞE DOLAPLAR VE AYNI MALZEMEDEN BÖLÜCÜLER VE DEPOLAMA ALANINI AYIRAN BIR SÜRGÜ KAPI KULLANILMIŞ. SIYAH RENK TEMASI MOBILYALARDA DA HAY’IN ABOUT A BAR TABURESI VE SANDALYELERLE SÜRDÜRÜLMÜŞ. THE KITCHEN FEATURES CUSTOM CABINETRY AND A LARGE SLIDING DOOR, BOTH MADE FROM OAK, THAT PROVIDES RECESSED STORAGE SPACE. THE BLACK THEME CONTINUES WITH THE FURNITURE, INCLUDING HAY ABOUT A STOOL AND THE HAY ABOUT A CHAIR SET. natura | 106
MOBILYALARLA MINIMAL MEKÂNA DOKU VE RENK KAZANDIRILMIŞ. SALONDA HAY’IN MAGS MODÜLER KANEPESI, MOROSO’NUN TAKE A LINE FOR A WALK KOLTUĞU, MOROSO’NUN PHOENIX MASASI VE FLOS’UN GLO-BALL AYDINLATMASI KULLANILMIŞ. FURNITURE ADDS A DOSE OF TEXTURE AND COLOR TO THE MINIMAL SPACE. THE LIVING ROOM FEATURES A HAY MAGS MODULE SOFA, MOROSO TAKE A LINE FOR A WALK FAUTEUIL, MOROSO PHOENIX TABLE, AND FLOS GLO-BALL LAMP.
proje | project
natura | 107
proje | project
MUTFAKTA, ANN SACKS TASARIMI HONLU MERMER UYGULAMA TEZGÂH VE TEZGÂH ARKASI ILE SOFISTIKE BIR GÖRÜNÜM ELDE EDILMIŞ. RAFLARDA HASAMI PORSELEN VAZOLAR YER ALIYOR. IN THE KITCHEN, A SOPHISTICATED LOOK IS PROVIDED WITH THE HONED MARBLE COUNTERTOP AND BACKSPLASH BY ANN SACKS. HASAMI PORCELAIN VESSELS LINE THE SHELVING.
natura | 108
proje | project
KÜÇÜK MEKÂNLARDA BÜYÜK KEYIFLER: NEW YORK’TA BIR DAIRE
BIG ENJOYMENT IN SMALL VENUES: AN APARTMENT IN NEW YORK Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
Fotoğraflar / Photographs: Matthew Williams
natura | 109
proje | project
BROOKLYN’DE BÜYÜYEN BIR AILE, METREKARELERI LEHINE ÇEVIREREK KENDILERINE KÜÇÜK, AMA ETKILEYICI BIR EV YARATMAYI BAŞARMIŞLAR. A FAMILY RAISED IN BROOKLYN HAS MANAGED TO CREATE A SMALL BUT IMPRESSIVE HOME FOR THEMSELVES, TAKING ADVANTAGE OF THE FOOTAGE.
P
opülerliğini hiç yitirmeyen New York’ta, bugün uygun fiyatlı bir ev bulmak neredeyse imkânsız. David Friedlander and Jacqueline Schmidt çifti bunu bir şekilde başarmışsa da, bir süre sonra ebeveyn olacaklarını öğrendiklerinde endişe ile düşünmeye başlamışlar; zira 45 metrekarelik bir evde, 3 kişi yaşamanın imkânsız olduğu söylenebilir. Emlakçılarla birlikte geçen can sıkıcı haftaların ardından, Brooklyn’in merkezinde yer alan dairelerinden banliyöye taşınmışlar; fakat kısa sürede banliyönün sakin ve izole hayatından sıkılıp şehrin canlılığına geri dönmeye karar vermişler. Yeni bir araştırma sürecinin ardından Brooklyn’in Windsor Terrace bölgesindeki bir apartmanın dördüncü katında bulunan bir dairede karar kılmışlar. İki yatak odalı ve 65 metrekare alana sahip daire son derece kötü durumda ise de, kendisi de bir tasarımcı olan Jacqueline Schmidt’in, mimar David Bucovy ile birlikte geliştirdiği yenileme projesinin ardından yeni bir kimliğe kavuşmuş. Yalnızca giriş kapısına ve doğramalara dokunmayan yenileme projesi, çift bebek beklediği için dört ay gibi oldukça kısa bir süre içinde tamamlanmış; tüm iç duvarlar kırılarak, bir çocuk odası ve sürgü kapılı bir ebeveyn yatak odasından oluşan yeni bir mekân yaratılmış. Tasarımda en can alıcı nokta, alan tasarrufu olmuş; 65 metrekarede yeterli yaşama mekânlarını yaratabilmek için mutfak yerleşiminden mobilya seçimlerine son derece titiz davranmışlar. “Evi kendimize değil, kendimizi eve uydurduk,” diyen çift, açık renkler ve minimal yerleşimlerle mekânı son derece sade tutarak ferah bir algı yaratmışlar; ayrıca bu sayede, ince bir zevkin ürünleri mobilyaları ve malzemeleri vurgulamayı sağlamışlar. Sonuçsa, çiftin deyişi ile “lüks, azlıktır,” olmuş.
SALONDA, TAKESHI NII’NIN NY CHAIRI, REESE KANEPE VE GROVE AYDINLATMA ILE TAMAMLANMIŞ. IN THE LIVING ROOM, TAKESHI NII’S NY CHAIR IS PAIRED WITH A REESE SOFA AND A GROVE LIGHTING.
natura | 110
I
t’s almost impossible to find an affordably priced home in ever popular New York. David Friedlander and Jacqueline Schmidt couple has managed to do this, but have started to ponder in worry when they learned they would become parents soon; because one can easily say that 3 is a crowd for a 45-square-meter home. Following frustrating weeks spent with real estate dealers, they moved to the suburbs with their centrally located apartment in Brooklyn; however, it didn’t take them long to decide to go back to the vitality of the city, getting bored with the quiet and isolated life of the suburbs. After a new research period, they chose and apartment on the fourth floor of a building in Brooklyn’s Windsor Terrace area. The apartment with two bedrooms and 65 square foot area was in terrible shape, yet earned a new identity following the remodeling project developed by Jacqueline Schmidt who is herself a designer, with architect David Bucovy. The remodeling project, which only left the entrance door and joinery intact, was completed in a short time period as four months, as the couple was expecting. All interior walls were broken and a new space was created made up of a child’s room and a sliding doored parents’ bedroom. The most important point in the design was saving space. They were extremely selective when choosing the kitchen layout or furniture so that they would have enough living space in a 65 square meter flat. The couple that say “We didn’t adapt the home to us but we got adapted to it”, created a spacious perception; keeping the space extremely plain using pastel colors and minimal layouts. This has allowed them to stress the furniture and materials that are the products of a refined taste. In the couple’s words, the result was “luxury is less”.
proje | project
BANYODA YINE ANN SACKS TASARIMI MERMER UYGULAMA YAPILMIÅž. IN THE BATHROOM, ANOTHER MARBLE APPLICATION BY ANN SACKS IS DONE.
PLAN
natura | 111
söyleşi | interview
MARMAR A MERMERİ ÜZERİNE ON MARMAR A MARBLE MARMARA MERMERI TÜRKIYE’NIN MARKA DEĞERINE SAHIP DOĞAL TAŞLARININ BAŞINDA GELIR. BINLERCE YILDIR BU MERMER ILE HEYKELLER YAPILMIŞ, SARAYLAR SÜSLENMIŞ, HAMAMLAR INŞA EDILMIŞ. MARMARA ADASINDA ANTIK DÖNEMDE AÇILMIŞ MERMER OCAKLARI AÇIK HAVA MÜZESI OLARAK GÜNÜMÜZE KADAR VARLIĞINI KORUMUŞLARDIR. BU MERMERI IŞLEYEN FIRMALARDAN BIRI OLAN DINÇER MERMER’IN ORTAKLARINDAN MUSTAFA DINÇER ILE MARMARA MERMERINI KONUŞTUK. MARMARA MARBLE LEADS TURKEY’S NATURAL STONES WITH A BRAND VALUE. FOR MILLENNIA, SCULPTURES WERE BUILT, PALACES WERE DECORATED AND BATHS WERE CONSTRUCTED USING THIS MARBLE. THE MARBLE QUARRIES, OPENED IN THE ANTIQUE AGE ON MARMARA ISLAND, HAVE SURVIVED AS AN OUTDOOR MUSEUM UNTIL THE PRESENT. WE TALKED ABOUT MARMARA MARBLE WITH MUSTAFA DINÇER, A SHAREHOLDER OF DINÇER MERMER, ONE OF THE FIRMS PROCESSING THIS MARBLE. Bülent Tatlıcan
M
L
armara mermerini tanıyalım, kelime anlamı var mıdır? Marmara kelimesinin kökeni Rumca’dan gelir ve anlamı “mermer”dir. Marmara mermeri; adaya, denize ve bölgeye ismini vermiştir. Bunun sebebi Roma ve Bizans İmparatorlukları’ndan beri süregelen, Osmanlı döneminde de devam eden mermer ocaklarındaki çalışmalardır. Son mübadeleye kadar Marmara Adası’ndaki Rum halkının çalışmaları devam etmiştir.
et’s get to know Marmara Marble, what is the origin of the word? The origin of the word Marmara is from Greek and means “marble”. Marmara marble has given its name to the island, the sea and the region. The reason for this is the work going on in marble quarries in the Roman and Byzantine Empire periods and also the Ottoman period. Until the latest people exchange, the Greek population in Marmara Island have continued to work on it.
Mermer ocak çalışmaları ne kadar geçmişe sahiptir? Marmara mermerini tarihte hangi uygarlıklarda görüyoruz? 2700 yıllık yontma mermer heykel tespit edilmiştir. Marmara mermerini Efes ve Truva uygarlıklarında, Venedik’teki San Marco Bazilikası’nda, Filistin’deki Mescid-i Aksa’da, Almanya’daki sanat müzesinde, Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki Bizans ve Osmanlı medreselerinde, ibadethanelerde, saraylarda ve bunun gibi pek çok tarihi yapıda görmek mümkündür. Tarihte lüksün, ihtişamın, gücün ve zenginliğin göstergesi olagelmiştir.
How long a history does marble quarry work have? Through history, in what civilizations do we detect Marmara marble? 2700-year-old sculpted marble statue was found. We see Marmara marble in Ephesus and Troy civilizations, in San Marco basilica in Venice, Mesjid al-Aqsa in Palestine, the art museum in Germany, Byzantine and Ottoman medresahs in various parts in Turkey, in temples, palaces and many similar historical structures. It has been an indication of luxury, magnificence, power and wealth through history.
Örnek verirseniz, hangi yapılarda? Topkapı Sarayı, Çırağan Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı en iyi örneklerdir.
To cite examples, which buildings? The best specimens are Topkapı Palace, Çırağan Palace and Dolmabahçe Palace.
Mermeri modern şekilde işleme ne zaman başlamıştır? Türkiye’nin ilk mermer fabrikası Marmara Adası’nda kurulmuştur.
When did modern processing of marble start? The first marble factory in Turkey was established in Marmara Island. The
natura | 112
söyleşi | interview
Şişli Amerikan Hastanesi Sanat Galerisi / Şişli American Hospital Art Gallery
Otel banyosu / Hotel bathroom
natura | 113
söyleşi | interview
Osmanlı döneminde 1912’de başlanmış, 1930’da faaliyete geçmiştir. Belçika ve İngiliz teknolojisiyle buhar gücüyle çalışmak üzerine 8 adet birden katrak makinesi kurulmuştur. 1970’lerde faaliyeti sona ermiştir, şu an atıl durumda bekletilmektedir.
construction was started in the Ottoman period in 1912, becoming operational in 1930. Eight machines were set up to operate on steam, using Belgian and British technologies. The operations ceased in 1970s; presently it is idle.
Peki Marmara mermerinin bugünü ne durumdadır? Geçmişten süregelen Marmara mermeri kullanım yoğunluğunu, günümüze maalesef taşıyamadık. Bugünkü çağdaş yapılarda ve projelerde Marmara mermeri uygulamaları oldukça kısıtlıdır. Marmara mermeri kullanımı algımız, bugün neredeyse hamam, cami ve mezar taşından ibaret. Aslında bu mermer türü son derece doğal, sağlıklı ve sağlam bir yapıya sahip olduğundan dolayı cami, hamam ve mezarda tercih edilmiş ve edilmektedir. Ayrıca ibadethaneler ve mezarlıklar toplumların en kutsal alanlarıdır; bu da taşımıza manevî değer katmıştır.
What is the state of Marmara marble today? Unfortunately, we couldn’t carry the usage intensity of Marmara marble of the past to the present. Marmara marble applications are quite limited in contemporary buildings and project. Our perception of use of Marmara marble today consists almost of baths, mosques and gravestones. Actually, since this type of marble has an extremely natural, healthy and robust structure, it has been opted for in mosques, baths and gravestones, and it still is. Also, temples and cemeteries are the most sacred spaces of societies and this has added a spiritual value to our stone.
Yurtdışındaki çağdaş yapılarda kullanılıyor mu? Marmara mermeri ile yurtdışındaki pek çok projede karşılaşma imkânı bulursunuz. ABD’de ve Avrupa’da lüks otel lobilerinde, banyo duvarlarında, restoran döşemelerinde tercih edilmiş ve edilmektedir.
Is it used in contemporary buildings abroad? You can find Marmara marble in many projects abroad. It has been chosen in the US and Europe in luxury hotel lobbies, bathroom walls and restaurant floors.
Örnek proje ismi verebilir misiniz? Örneğin, Madrid’deki Diagonal Residence, New York ve Las Vegas’taki Trump Towers, Washington D.C. Water Hotel ve daha pek çok projede Marmara mermerine rastlayabilirsiniz.
Can you cite some examples? For example, you can see Marmara marble at Diagonal Residence in Madrid, Trump Towers in New York and Las Vegas, Washington D.C. Water Hotel and in many more projects.
Türkiye’de bu malzemenin çağdaş kullanımı nerelerde görebiliriz? Altunizade’deki Doğal Holding Genel Müdürlüğü binasında kullanıldı örneğin. Ve Şişli Amerikan Hastanesi, bizim yaklaşık 7-8 sene önce tedarikini sağladığımız bir projeydi ve Marmara mermerinin çok uzun bir aradan sonra, çağdaş bir yapıda tercih edilmesinin başlangıcı olmuştur. Bu proje Marmara mermerindeki hamam, cami ve mezar taşı algısını kırmıştır. Projede farklı bir kesim yöntemi olan ve “Ekvator” ismi verdiğimiz yeni bir model uygulamış ve çok başarılı olunmuştur. Bu projede emeği geçen başta mimar ve mühendislere, bize bu fırsatı verdikleri için teşekkür ederim.
Where can we find the contemporary use of this material in Turkey? For example it was used in Doğan Holding Headquarters building in Altunizade, Istanbul. And Şişli American Hospital was a project we supplied to about 7-8 years ago and it became the beginning of Marmara marble’s being chosen for a contemporary building after a long time. This project has crushed the bath, mosque and gravestone perception of Marmara marble. A new model we named “Ekvator”, which is a different cut, was applied very successfully in the project. I would like to thank everyone lead by architects and engineers involved in the project for giving us this chance.
Son olarak ne söylemek istersiniz? Son yıllarda mimarlarımızın da destekleriyle artık üniversite, otel, hastane ve diğer projelerde mermerimizi görmekten gurur duyuyoruz. natura | 114
What else would you like to say? We are proud to see our marble in universities, hotels, hospitals and other projects now, with the support of our architects.
söyleşi | interview
DELTA MERMER YENİ YATIRIMLARIYLA İSTANBUL’DA DELTA MARBLE IN ISTANBUL WITH NEW INVESTMENT PROJECTS 20 YILA YAKIN BIR SÜREDIR MERMER SEKTÖRÜNDE FAALIYET GÖSTEREN DELTA MERMER FIRMASININ YÖNETIM KURULU BAŞKANI HÜSEYIN ŞEHITOĞLU ILE DOĞAL TAŞ SEKTÖRÜNÜN IÇINDE BULUNDUĞU DURUM VE FIRMANIN İSTANBUL’DA YAPTIĞI YENI YATIRIMLAR HAKKINDA KONUŞTUK. WE TALKED WITH HÜSEYIN ŞEHITOĞLU, CHAIRMAN OF THE BOARD OF THE FIRM DELTA MARBLE WHICH HAS BEEN OPERATING IN THE MARBLE INDUSTRY FOR A TIME PERIOD CLOSE TO 20 YEARS, ON THE SITUATION THE NATURAL STONE INDUSTRY FINDS ITSELF IN AND THE NEW INVESTMENT PROJECTS IN ISTANBUL BY THE FIRM. Bülent Tatlıcan
A
Y
fyon merkezli bir firma iken İstanbul’da iki showroomunuz bulunuyor. Üçüncüsünü de açmak üzeresiniz. İç piyasada ve özellikle İstanbul piyasasında doğal taş sektörünü nasıl görüyorsunuz? Bence İstanbul pazarı gelişmiş ülkelerin başkentlerinden ve bilindik şehirlerinden geri kalmayacak büyüklükte bir pazar. Hem canlılığı, hem de içinde barındırdığı medeniyetler açısından İstanbul çok önemli bir şehir. İstanbul, inşaat sektörü tarafından çok dikkatli incelenmeli, çok iyi projelendirilmeli ve çok itinalı planlanıp işlenmesi gerek. Dünya mimarlığının gözü bugün Türkiye’de. Doğal taş sektörü İstanbullu nihai tüketiciye, tıpkı İtalya’da, İngiltere’de olduğu gibi en iyi işlenmiş mermerleri, travertenleri tasarım gücüyle beraber beğenisine sunmalı. Biz de bu yolda yatırımlarımız, depolarımız ve showroomlarımızla İstanbul’a yönümüzü çevirdik. Bu dönüşümümüz bugünden yarına yapılmış bir şey değildir. 10 yıldır bu hedefi planlıyor ve adım adım gerçekleştiriyoruz.
ou have two showrooms in Istanbul although you are an Afyon based firm. You are about to open a third one. What is your perspective on the natural stone industry in the domestic market and especially in Istanbul? For me, Istanbul market is of a size which is not smaller than the capital and known cities of developed countries. Istanbul is a very important city in terms of both its vitality and also the civilizations it accommodates. Istanbul should be reviewed extremely carefully, very well designed and very carefully planned and processed by the construction industry. Today, the eye of the world architecture is in Turkey. The natural stone industry should offer the end consumer of Istanbul, just like in Italy or Britain, the best processed marbles and travertines, with the power of design. Hence, we oriented our direction to Istanbul with our investments, warehouses and showrooms. This transformation is not something that was done overnight. We have been planning this target for 10 years and accomplishing it step by step.
Günümüzde mermer sektörünü iç piyasadaki durumunu nasıl görüyorsunuz? Doğal ta şın iç piyasada yapı malzemeleri arasında giderek şansının ar tacağını düşünüyorum. Şöyle ki; tüketici ar tık iyice bilinçlendi. Doğal ürünleri ciddi projelerle ve doğru şekilde tüketiciye ula ştırabilirsek, taklit ürünleri kullanmak istemediklerini görüyoruz. Yapay malzeme mümkün mer tebe tüketici kullanmak istemiyor. Bu arada Türkiye’de montaj teknolojisi ve kalitesi de gittikçe ar tıyor. Mimari anlayış çok gelişiyor. Bundan dolayı doğal ta ş uygulamaları pazarda daha çok kabul görüyor.
How do you see the domestic market situation of the marble industry today? I believe that opportunities for natural stone will increase progressively among building materials in the domestic market. Because the consumer is now better aware. If we can take natural stone products to the consumer by serious projects and correctly, we see that they do not wish to use imitation ware. The consumer does not want to use artificial materials as much as possible. In the meantime, the installation technology and quality in Turkey is growing. Architectural understanding is developing. Therefore, natural stone applications are received much better in the marketplace.
natura | 116
sรถyleล i | interview
natura | 117
söyleşi | interview
Doğal taş sektörünün geleceğini iç piyasa açısından nasıl görüyorsunuz? Doğal taş pazarında artık sadece fabrika üretimi ile bir yere varılmayacağını bu sektör anladı. Küçük bir aile bile mimari bir destek almadan evinde bir dekorasyona veya değişikliğe karar vermiyor. Dolayısıyla sektörümüzü tasarım gücü ile mimari projelerde destekler isek, marka olma yolunda emin adımlarla ilerleyeceğimizi düşünüyorum. Artık robot teknolojileri taş işleme, su jeti ile taş kesimleri, sütun ve masif uygulamaları Türkiye’nin bir çok yerindeki mermer fabrikalarında yapılabiliyor. Bu bence sektörünün geldiği noktayı ve gelecekte marka bilinirliğini ortaya koyması açısından çok önemli işaretler. Gelecekte marka gücü kuvvetli, tasarım gücü kuvvetli firmalar ayakta kalacak. Türk mermerciliği daha da güçlenecek diye düşünüyorum.
natura | 118
How do you see the future of the natural stone industry in terms of the domestic market? This industry figured out that you can go nowhere just by factory production in the natural stone industry. Even a small family does not decide on decoration or alteration in a home without getting architectural support. Therefore, I think that we will take sure steps towards becoming a brand if we support our industry in architectural projects by the power of design. Now, robot technologies stone processing, water jest stone cutting, column and massive applications can be done in marble factories all over Turkey. These, for me, are very important signs showing the point reached by the industry and the future brand recognition. In the future, firms with strong brand power and design power will survive. I believe that Turkish marble trade will get stronger.