NATURA KASIM - ARALIK / NOVEMBER - DECEMBER 2017

Page 1

MİMARİ, İÇ MİMARİ, SANAT VE DOĞAL TAŞ DERGİSİ ARCHITECTURE, INTERIOR DESIGN, ART AND NATURAL STONE MAGAZINE

KASIM-ARALIK 2017 / NOVEMBER-DECEMBER 2017

YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT MERKEZİ/ YAPI KREDİ CULTURE AND ARTS CENTER TEĞET MİMARLIK/TEĞET ARCHITECTURE ANGELOS ORGANİK ZEYTİNYAĞI TESİSİ/ ANGELOS ORGANIC OLIVE OIL MILL MİMARLAR & HAN TÜMERTEKİN TARAKLI KENT MEYDANI/TARAKLI PUBLIC SQUARE KOOP MİMARLIK/KOOP ARCHITECTS DOĞAL TAŞ MALZEMEYE GÖRE ŞEKİLLENEN YENİLEME VE EK YAPILAR RENOVATIONS AND ANNEXES FORMED BY NATURAL STONE MATERIALS MERMER OYMACILIĞI SANATINA GÖNÜL VERMİŞ BİR MİMARLIK ÖĞRENCİSİ / AN ARCHITECTURE STUDENT SET HIS HEART ON THE ART OF MARBLE CARVING: OKAN KÖMÜRCÜ FIORE DI PIETRA –MARIO BOTTA



Our brand new Slab Gallery and Showroom opened in our Afyon Factory, where we display around 150 different colours of natural stone both from Turkey and around the world. Türkiye’den ve dünyadan yaklaşık 150 farklı renkte doğal taş sergilediğimiz yeni Showroom ve Plaka Galerimiz Afyon Fabrikamızda açıldı. T: +90 272 221 1901 temmermarble.com


40 BAŞLARKEN / INTRODUCTION EDİTÖRDEN / Editorial • 05 HABERLER & ETKİNLİKLER / NEWS & EVENTS • 06 VENEDİK BİENALİ 16. ULUSLARARASI MİMARLIK SERGİSİ TÜRKİYE PAVYONU’NDA YER ALACAK PROJE BELİRLENDİ / THE PAVILION OF TURKEY ANNOUNCES THE PROJECT TO BE EXHIBITED AT THE 16TH BIENNALE ARCHITETTURA • 18 21. İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ BAŞLIYOR / THE 21ST ISTANBUL THEATRE FESTIVAL BEGINS • 24 BEJ RENGİN KULLANIMIYLA ÖNE ÇIKAN YAPILAR / STRUCTURES SHINING OUT WITH THEIR BEIGE COLORS • 30 DOSYA: DOĞAL TAŞ MALZEMEYE GÖRE ŞEKİLLENEN YENİLEME VE EK YAPILAR / TOPIC: RENOVATIONS AND ANNEXES FORMED BY NATURAL STONE MATERIALS • 36 MİMARİ / ARCHITECTURE KAPAK KONUSU : YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT MERKEZİ- TEĞET MİMARLIK / COVER STORY: YAPI KREDİ CULTURE AND ARTS CENTER- TEĞET ARCHITECTURE • 40 FIORE DI PIETRA – MARIO BOTTA • 54 MEDYA KENT GAD MİMARLIK / MEDIA CITY GAD ARCHITECTURE • 66 TARAKLI KENT MEYDANI - KOOP MIMARLIK / TARAKLI PUBLIC SQUARE - KOOP ARCHITECTURE • 72 Angelos Organik Zeytinyağı Tesisi - Mimarlar ve Han Tümertekin / Angelos Organic Olive Oil Mill - Mİmarlar ve Han Tümertekİn • 76 İç Mİmarlık / Interior Design BÜYÜK GAYRİMENKUL KAĞITHANE OFİS PROJESİ / BÜYÜK REAL ESTATE KAĞITHANE OFFICE PROJECT • 84 ACARBLU KONUT PROJESİ / ACARBLU HOUSING PROJECT • 88

54

60

30 72

66

76

TASARIM / DESIGN MERMER OYMACILIĞI SANATINA GÖNÜL VERMİŞ BİR MİMARLIK ÖĞRENCİSİ: OKAN KÖMÜRCÜ / AN ARCHITECTURE STUDENT SET HIS HEART ON THE ART OF MARBLE CARVING: OKAN KÖMÜRCÜ • 94 Soul of The City / SALON Architects • 98 SANAT / ART BİR ARADA YAŞAMAYA DAİR BİR BİENAL / A BIENNIAL ABOUT COEXISTENCE • 104 ÜÇGEN, KARE, DAİRE FORMLARINDAN BURUŞTURULMUŞ KAĞITLARA: SEYHUN TOPUZ / FROM TRIANGULAR, SQUARE AND CIRCULAR FORMS TO CRUMPLED PAPERS: SEYHUN TOPUZ • 110 sektör / sector İMİB’de yeni dönem / A new period at IMIB • 118

88 94

98

110


editörden

başkan mesajı message from the chairmen

editorial

Her sayımızda; popüler olandan ziyade modern zamanda doğal taşın kullanıldığı “iyi mimarlık” örneklerini sayfalarımıza taşıyoruz. Doğal olan malzemenin özenle kullanıldığı projeleri bu sayıda da anlatmaya devam ettik. Natura Yayın Kurulu Başkanı ve İstanbul Maden İhracatçılar Birliği adına Yönetim Kurulu Başkanı Chairman of Editorial Comittee and İstanbul Mineral Exporters Association, Aydın Dinçer

Aydın Dinçer Yönetim Kurulu Başkanı / Board Chairman

Değerli Okurlarımız, 5 Kasım 2017 tarihinde yeni yönetim kurulumuz ile göreve başladık. Bu yeni dönemde mimarlarımız ile birlikte Türk doğaltaşları’nın yurtiçi ve yurtdışı projelerde daha çok kullanılması için birlikte çalışacağız. Çok kıymetli Türk mimarlarının desteği ile Türk doğaltaşlarını dünyada tanıtmayı ve markalaştırmayı hedeflemekteyiz. Doğaltaş zenginliğimizin mimarlık fakültelerinde akademik olarak ele alınması için çalışmalarımızı başlatıyoruz. Dergimizin doğaltaş tanıtımına katkıda bulunması dileklerimle… Dear Readers, As of November 5, 2017; we have started our operations with our new administrative board. In this new period, we will work together with our architects to ensure the Turkish natural stones will be used more widely in both domestic and international projects. Along with the support of well-esteemed Turkish architects, we are aiming to promote and brand Turkish natural stones in the global arena. We are initiating our studies for our natural stone richness to be tackled academically in the faculties of architecture. I sincerely hope that our magazine will contribute to the promotion of natural stones...

Yayın Kurulu Editorial Commitee Aydın Dinçer Rüstem Çetinkaya Hasan Hüsnü Ayvacı Sezai Alkan Erol Yüce Genel Koordinatör General Coordinator Bülent Tatlıcan bulent@krmedya.com

Kırma taş ve çakmaktaşı, yüzyıllar boyunca yapı malzemesi olarak kullanıldı ve genellikle klasik mimari ve 18. yüzyıl canlandırmacılığıyla ilişkilendirildi. Çakmaktaşı, Viktorya döneminde çoğunlukla kiliseler, surlar ve malzemenin bol bulunduğu bölgelerdeki kır evlerinde kireç taşı ve tuğla ile birlikte kullanıldı. Bu ince dokulu cepheler dokunsal nitelikleri sayesinde çağdaş mimarlar tarafından yeniden yorumlandı. Doğal taş malzemeye göre şekillenen yenileme ve ek yapılar dosyamızda yer alan bu 5 yapı, geleneksel zanaatkarlığı modern biçim ve tekniklerle birleştiriyor. Heykel sanatının önde gelen temsilcilerinden sanatçı Seyhun Topuz 14. kişisel sergisi ile sanatseverler ile buluşuyor. Yuvarlak, kare, üçgen formları, bildiğimiz kırmızı, sarı, mavi ana renklerdeki çalışmaları ile hafızamıza kazınan bir tarzı var. Her zaman kendini tekrar ederek geliştiren ama her defasında kendi yenisini yaratan bir tutumu var. Bilinen formlarını, bilinen renklerinde her seferinde yenilikler ile sunuyor bize. Bu sefer yepyeni bir seri ile buruşturulmuş kağıtlar isimli heykelleri ile karşımızda. Ayrıca mermer oymacılığı sanatına gönül vermiş bir mimarlık öğrencisi ile konuştuk. Doğal taşın önemini, özelliklerini ve dahası güzelliğini anlatmak üzere İMİB desteği ile hazırlanan mimarlık dergisi Natura’da izini sürdüğümüz mimarlık ve sanat ürünleri; yerellik ile modernliğin buluştuğu, zanaatkârlığın estetik ile birleştiği örnekler taşımaktalar. İyi mimarlık örneklerini huzurlarınıza getirmek konusundaki ısrarımızı yineleyip, yeni sayıda görüşmek üzere diyelim. Mimarinin dünyayı güzelleştirme çabasına destek olmak dileğiyle…

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Editor in Chief Mehmet Nur Ulaş mehmet@krmedya.com

Söz uçar, yazı kalır…

Yayın Direktörü Editorial Director Heval Zeliha Yüksel Üçok yzeliha@yahoo.com

In every issue; we are featuring the examples of “proper architecture”, involving the use of natural stones in the modern world, rather than focusing on the mainstream. Once again in this issue, we continued to demonstrate the projects where natural stones are meticuluously used in.

Konular Editörü Features Editor Selin Biçer Yardımcı Editör Associate Editor Yağmur Yıldırım Tasarım / Design Kare Tasarım Zeynep Karakoyun Tercüme / Translation Yiğit Dilbaz Yönetim / Management Kare Tasarım Arabayolu Cad. No:11/A Tarabya/ Sarıyer- İstanbul 0212 262 07 66 www.krmedya.com Reklam / Advertisement Şener Sabırlı reklam@krmedya.com Baskı / Publishing FRS Matbaacılık Mas- Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. 34 Bağcılar 34204 İstanbul Bize ulaşın / Contact us www.naturadergi.com info@krmedya.com

natura | 4

Geçtiğimiz günlerde açılışı yapılan Yapı Kredi Kültür Sanat binası Beyoğlu Galatasaray Meydanı’na açılan cephesi ile ziyaretçilerini selamlıyor. Kapak konumuzu cephesinde yüksek miktarda doğal taş kullanılan bu projeyi seçtik. Teğet Mimarlık kurucu ortakları ile Yapı Kredi Kültür Sanat binasının proje ve yapım süreci bağlamında, müzelerin bulundukları yeri dönüştürücü özelliklerini de konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik.

Mimar / Architect, Heval Zeliha Yüksel Üçok

Reopened to public in the previous days, the Yapı Kredi Culture and Arts Center welcomes its visitors with a facade opening to the Galatasaray Square of Beyoğlu. As our cover story, we have selected this project embodying a high amount of natural stones on the facade. We made an interview with the co-founders of Teğet Architecture about the museums’ transforming effects regarding the place they are located, in the context of the project and construction process of Yapı Kredi Culture and Arts building.

Crushed stone and flint have been used as building materials for centuries and are usually associated with classical architecture and the 18th century revivalism. Flint was often used together with limestone and brick during the Victorian era, mostly in churches, fortifications and the country houses that are located in regions where this material is abundant. These finely textured facades have been reinterpreted by contemporary architects for their tactile qualities. The 5 structures featured in our renovation and annexes section, combine traditional craftsmanship with modern forms and techniques. Seyhun Topuz, one of the leading representatives of the sculpture art, comes together with the art enthusiasts in her 14th solo exhibition. She has a unique style that lingers strongly in our memories owing to the circular, square and triangular forms she uses with main colors such as red, yellow and blue. She has a distinguished approach that keeps developing by repeating itself, yet constantly creating a novelty from these repetitions. She always presents us innovative works through accustomed forms with known colors. However, this time she stands out with a totally new series, her sculptures entitled ‘crumpled papers’. In addition to this series, we also made an interview with an architecture student who set his heart on the art of marble carving. The architectural and artistic works that we trace in Natura; the architecture magazine compiled with the support of IMIB in order to introduce the importance, property and further the beauty of natural stone, embrace the examples where the local meets with the modern, and the craftsmanship with the aesthetics. We restate the persistance we have on introducing the finest examples of architecture and say, “See you in the next issue”. Hoping to support the effort to glorify the world through architecture... Verba volant, scripta manent... natura | 5


haberler | news

2018 ULUSLARARASI MİMARLIK VE TASARIM ETKİNLİKLERİ TAKVİMİ 2018 INTERNATIONAL ARCHITECTURE AND DESIGN EVENTS CALENDAR 19-23 Ocak/January 2018 Maison & Objet iç mekân ve tasarım fuarı/Maison & Objet interiors and design fair Paris Nord Villepinte sergi salonu/Paris Nord Villepinte exhibition centre

8-12 Mayıs/May 2018 Istanbul Yapı Fuarı/TURKEYBUILD Istanbul building fair

2-11 Mart/March 2018 Sydney Tasarım Festivali/Sydney Design Festival

1-30 Haziran/June 2018 Londra Mimarlık Festivali/London Festival of Architecture

8-10 Mart/March 2018 Cityscape Turkey emlak fuarı/Cityscape Turkey international property market İstanbul Kongre Merkezi/Istanbul Congress Center

7-14 Haziran/June 2018 Barcelona Tasarım Haftası/Barcelona Design Week

13-16 Mart/March 2018 MIPIM emlak fuarı/MIPIM international property market Palais des Festivals, Cannes

26 Mayıs-25 Kasım 2018/26 May-25 November 2018 Venedik Mimarlık Bienali/Venice Architecture Biennial

9 Haziran-9 Eylül 2018/9 June-9 September 2018 Berlin Bienali/Berlin Biennial

14-17 Mart/March 2018 Design Shanghai tasarım festivali/Design Shanghai festival

7-11 Eylül/September 2018 Maison & Objet iç mekân ve tasarım fuarı/Maison & Objet interiors and design fair Paris Nord Villepinte sergi salonu/ Paris Nord Villepinte exhibition centre

9-11 Nisan/April 2018 Dubai Uluslararası Emlak Fuarı/Dubai International Property Show

15-23 Eylül/September 2018 Londra Tasarım Festivali/London Design Festival

17-22 Nisan/April 2018 Milano Tasarım Haftası/Milan Design Week

22 Eylül-4 Kasım 2018/22 September4 November 2018 Istanbul Tasarım Bienali/Istanbul Design Biennial

17-19 Nisan/April 2018 Cityscape Abu Dhabi emlak fuarı/Cityscape Abu Dhabi international property market Abu Dhabi Ulusal Sergi Salonu/Abu Dhabi National Exhibition Centre 23-25 Nisan/April 2018 Beyrut Uluslararası Emlak ve Yatırım Fuarı/Beirut International Property&Investment Fair Phoenicia Hotel 3-16 Mayıs/May 2018 Kopenhag Mimarlık Festivali/Copenhagen Architecture Festival natura | 6

2-4 Ekim/October 2018 Cityscape Dubai emlak fuarı/ Cityscape Dubai international property market Dubai World Trade Centre 20-28 Ekim/October 2018 Hollanda Tasarım Haftası/Dutch Design Week Eindhoven Kasım/November 2018 Dünya Mimarlık Festivali/World Architecture Festival Berlin


haberler | news

ANNA LAUDEL CONTEMPORARY’DE 3 SOLO SERGİ 3 SOLO EXHIBITIONS AT ANNA LAUDEL CONTEMPORARY

haberler | news

9 Kasım-27 Aralık tarihleri arasında Anna Laudel Contemporary ’de gerçekleşecek “Storyteller” isimli sergi, farklı tekniklerle çalışan üç sanatçının güncel temalar üzerinden sundukları görsel hikâyeleri sanatseverlerle buluşturuyor. Sergide, Almanya’dan Ruth Biller “VisaVis” ve Jan Kuck “History is Now” ve Türkiye’den Serkan Küçüközcü “Daydreaming” başlığı altında üç farklı anlatıyı bir araya getiriyor. Yer değiştirme ve karşılaşmalar; toplumsal, tarihsel referanslar ve ironi; iç dünya ve kişisel tarih anlatılarını bir çatı altında buluşturan “Storyteller”, sanatçıların içinde yaşadıkları toplum ve koşullarda kendi görsel alanlarını nasıl inşa ettikleri ve nasıl bir hikâye bütününün parçaları olduklarını izleyicilerle paylaşıyor. Sanatçı Ruth Biller, “VisaVis” temasıyla, “Neden buradayım?” sorusundan yola çıkarak, dijitalleşen, bir yerden bir yere sürekli göçlere sahne olan, hızlanan dünyamızda yaşam alanları arasındaki yer değiştirmeye odaklanır. Sanatçı, VisaVis ifadesi ile bu hızlı değişim içindeki karşılaşmaların hayatlarımızda yarattığı etkileri sorgular ve resimlerindeki doğa temalarını kaçış noktaları, hatta sosyal ilişkilerin de ötesinde, insan ve mekân arasındaki hassas sistemlerin sembolleri olarak kullanır. Sanatçı Jan Kuck ise, “History is Now” başlığı altında topladığı işlerinde çimento, ayna, neon ışıklar, tahta, cam gibi farklı malzemeler kullanarak estetik olarak ilgi çekici ve kusursuz işler üretmeye çalışır. Estetik boyutunun yanı sıra, sanatçı için asıl önemli olan, işlerin felsefi anlamlarıdır; güncel durumların hem akılcı, hem de trajik taraflarından ele alındığı eserler, genellikle tarihsel ve güncel referanslarla birlikte kültürel ve toplumsal göndermeler yapar. Kimi zaman değerli taşlarla bezeli ve altın bıçakla kesilen bir ekmek çıkar karşımıza, kimi zaman da usta ressamlara referans yapan ışıklı figürler. “Daydreaming” temasıyla hikâye anlatımına dahil olan sanatçı Serkan Küçüközcü’nün resimlerine baktığımızda ise, aslında günlük yaşamımızda aşina olduğumuz nesneleri devasa büyüklükte, ıssız ve bilinmeyen mekânlara yerleştirilmiş şekilde görürüz. Bu canlı renklerin dünyası, alıştığımız bazı biçimleri tanıdık olmayan sahnelerde sunarak mekân ve nesne algımızla oynar. İnsandan yoksun bırakılmış bu gerçeküstü ama bir yandan tanıdık gelen görseller, kişinin tarih boyunca aradığı aidiyet duygusunu sorgular. Rengârenk ama donuk nesnelerin hem ıssız, yersizyurtsuz hissettirdiği, hem de bir düş mekânı kurguladığı görüntüler, hayal gücümüzle devam ettirebileceğimiz ve hep yeniden üretebileceğimiz hikâyeler yaratır. With the “Storyteller” exhibition, which will be held at Anna Laudel Contemporary between November 9 – December 27; art enthusiasts will have the opportunity to see a selection of three artists working with different techniques and their visual narratives based on common themes. The exhibition presents works by three artists under different subtitles including Ruth Biller “VisaVis”, Jan Kuck “History is Now” and Serkan Küçüközcü “Daydreaming” from Turkey. Gathering relocation and encounters; social, historic references and irony; inner world and personal histories under the same roof; “Storyteller” demonstrates how the artists can build a visual space in different communities and their conditions, and how they become a part of their own stories. Starting off from the question “Why am I Here?” , with the theme “VisaVis”; Ruth Biller focuses on the movements in between living spaces in our fast-paced digitalized world where constant migrations take place. With the “VisaVis” statement, the artist questions how our lives have been affected by these encounters due to the rapid changes in the world. He uses the nature themes in his paintings as escape points and the symbols of delicate systems between human and space, beyond any social interactions. In the works gathered under the theme “History is Now”, the artist Jan Kuck creates aesthetically appealing and flawless works by using different materials such as cement, mirrors, neon lights, wood and glass. The essential point for the artist is the philosophical meanings of works together with their aesthetic nature; he addresses cultural and social situations through works that are tackled by both the rational and tragic aspects of common events, accompanied by historic and modern references. Sometimes we see a bread covered with precious stones and being cut with a golden knife, and sometimes figures with neon lights that refer to the master painters. Participated in the narrative with his “Daydreaming” theme, Serkan Küçüközcü’s paintings present daily objects in huge sizes, which are installed in isolated and unknown places. The world of these vibrant colors, play with our perception of space and object by presenting certain familiar forms in unfamiliar scenes. These surreal visuals that have been isolated from humans but somehow feel familiar, questions the sense of belonging which the individuals have been searching for throughout the history. The visuals he created in the form of a dream scape, embodying colorful yet inanimate objects which make you feel both desolate and detached; create stories where we can constantly reproduce and continue with our imagination. natura | 8

GALERİ APEL YİRMİNCİ YILINI KUTLUYOR GALLERY APEL CELEBRATES ITS 20TH ANNIVERSARY Galeri Apel’in yirminci yılı sergisi Nostospektif, 4 Kasım tarihinde açılıyor. Galeri, yirmi yılın hikâyesine dair şöyle söylüyor: “Galeri Apel Kasım 1998’de Beyoğlu’nda açıldı ve bugüne kadar hep aynı yerde, kesintisiz olarak hizmet verdi. Beyoğlu sürekli olarak, büyük çaplı mimari ve toplumsal dönüşümler yaşasa da, yine de her zaman İstanbul’un kültürel merkezi konumunu korur. Galeri Apel 1994’te bu bilinçle tasarlanarak, o zamandan bugüne değin bu semtin tezatlarla dolu, ilginç yıllarına tanıklık etti. Emektar galeri 20. yılına girerken, kendi geçmişiyle bugününü bir araya getiren farklı bir sergileme düzeni seçti. Önceden Apel kapsamında kişisel ya da konulu sergilerde yer almış eserlerden bazılarını tekrardan sergilemeyi ve bunun yanı sıra o işleri yaratan sanatçılardan yeni eserler sunmalarını düşledi. Tüm sezona yayılan bu sergi tıpkı hatırlama eyleminde olduğu gibi bir hareketlilik içerecek. Bu süreç sırasında, eserler yerlerini başkalarına bırakacak ve sergi yer yer değişerek ilerleyecek. Kronolojik bir yaklaşım yerine izleyeceğimiz yolda nostaljik bir dalgalanmanın kaçınılmaz olabileceğini düşünerek etkinliği “Nostospektif” olarak adlandırdık.” The 20th-year exhibition of Gallery Apel, entitled Nostospective, will launch on November 4. Regarding the story of these twenty years, the gallery states: “Gallery Apel was established in November 1998 in Beyoğlu and it has always served at the same place, without any interruptions. Although Beyoglu constantly faces architectural and social transformations on a large scale, it always maintains its position as the cultural center of Istanbul. Gallery Apel was designed in this sense in 1994 and since then, it has witnessed this district’s interesting years, full of contradictions. As the veteran gallery entered its 20th year, it has selected a different exhibition layout that brings together its past and present. It dreamed of exhibiting once again the works included in solo or themed exhibitions launched previously in the scope of Apel and further asking the artists who created them to create new works. Spreading over the entire season, this exhibition will adopt the same dynamism just as in the act of remembering. During this process, these works will leave their places to others and the exhibition will advance by partially changing in context. Considering that a nostalgic fluctuation would be inevitable on the way we follow, rather than a chronological approach, we entitled the event ‘Nostospective’.”

MIXER’DE İKİ YENİ SERGİ TWO NEW EXHIBITIONS AT MIXER Mixer, 27 Ekim-25 Kasım tarihleri arasında iki yeni sergiye ev sahipliği yapıyor. Ahmet Sarı’nın 10. kişisel sergisi “Altüst” sanatçının son iki seneye yayılan çalışmalarını eskiz defterleriyle birlikte sunarken, “Devinim Algısı” isimli karma fotoğraf sergisi Kürşat Bayhan, Çağdaş Erdoğan, Furkan Temir ve Murat Şaka’nın fotoğrafçılık ve haberciliğin kesiştiği ortak alanlara dair çalışmalarını gösterime açacak. Ahmet Sarı, “Altüst” olarak adlandırdığı yeni sergisinde, toplumların değişen güç dengesini, aynı nesneler üzerinden farklı anlatılar geliştirerek günümüz yaşam döngüsünde tartışmaya açıyor. Nesnelerin yan yana gelerek birbirleriyle kurdukları müşterek bağların ve diyalogların izini sürüyor. Tuvalde giderek kalabalıklaşan ve lezzetli bir oyuna dönüşen nesneler; izleyeni dahil ederek algının göreceliğine, güncel yaşantıdaki endişeye ve konfor alanının sahteliğine dikkat çekiyor. “Devinim Algısı”, son zamanların dikkat çeken işlerine imza atmış ve uluslararası platformda yer bulmuş dört fotoğraf sanatçısı / foto muhabirinin işlerini bir araya getiriyor. Sergi, Kürşat Bayhan, Çağdaş Erdoğan, Furkan Temir ve Murat Şaka’nın fotoğrafçılık ve haberciliğin kesiştiği ortak alanlara parmak basan işlerini Türkiye ve dünyanın son bir yılına ışık tutan bir seçkiyle izleyiciye açıyor. Günümüzde foto muhabirliği ve sanatsal fotoğraf arasındaki çizgi giderek inceliyor. 1930’larda kolay taşınabilir teknolojiler foto muhabirliğini meslek haline getirirken, günümüzde sanat müzelerinin ünlü foto muhabirlerin çalışmalarına yer vermesi bu konuda tabuların yıkılması için önemli bir adım oldu. Mixer hosts two new exhibitions between October 27 - November 25. While Ahmet Sarı’s 10th solo exhibition “Upside Down” presents the artist’s works spreading to the last two years accompanied by his sketch books, the group exhibition of photographs entitled “Sense of Movement” will showcase the works by Kürşat Bayhan, Çağdaş Erdoğan, Furkan Temir and Murat Şaka, presenting the crossing areas of photography and journalism. In his new exhibition “Upside Down”, Ahmet Sarı dwells on the unstable power balance of the societies and opens them to debate while creating distinctive narratives on the same objects. He traces the common links and dialogues which are generated by the wholeness of the objects. Objects that gradually become congested and turn into an exquisite play on canvas; involve the viewer and draw attention to the relativity of perception, the anxiety of current life and the disguise of the comfort zone. “Sense of Movement” brings together four photograph artists / photojournalists who have presented remarkable works recently and gained a seat on international platforms. The exhibition presents to the audiences the works of Kürşat Bayhan, Çağdaş Erdoğan, Furkan Temir and Murat Şaka, dwelling on the crossing areas of photography and journalism, with a selection that sheds light on the last year’s agenda both in Turkey and the world. Today, the line between photojournalism and artistic photo is increasingly getting thinner. While easily portable technologies during the 1930s turned photojournalism into a profession, today art museums have started to include the works of renowned photojournalists and they managed to break taboos in this regard. natura | 9


haberler | news

haberler | news

ARTSÜMER’İN YENİ MEKÂNINDA İKİ SERGİ TWO EXHIBITIONS AT ARTSUMER’S NEW VENUE

ULUSLARARASI BOĞAZİÇİ FİLM FESTİVALİ BAŞLIYOR INTERNATIONAL BOĞAZİÇİ FILM FESTIVAL STARTS

artSümer Karaköy’deki yeni galeri mekanının açılışını, Gözde İlkin ve Erdal Duman’ın eşzamanlı sergileri ile gerçekleştiriyor. Gözde İlkin’in “Gaipten Gösteri”, Erdal Duman’ın “Casus Belli” başlıklı sergileri 25 Kasım tarihine kadar izleyicilerle buluşuyor.

17 Kasım’da başlayacak 5. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nin uluslararası yarışmasında yarışacak filmler belli oldu. Saraybosnalı ünlü yönetmen Aida Begiç jüri başkanlığında gerçekleşecek Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması’nda, Cannes’dan Locarno’ya, Berlin’den Venedik’e, pek çok festivalden ödüllerle dönmüş 8 film yarışacak. Almanya’dan Gürcistan’a, Litvanya’dan Güney Kore’ye, dünyanın dört bir ülkesinden bir araya gelmiş 10 kısa kurmaca ve 8 kısa belgesel film ise, toplamda 45.000 TL değerindeki ödüller için kısa film jürisinin karşısına çıkacak. Uluslararası Boğaziçi Sinema Derneği ile İstanbul Medya Akademisi tarafından ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla 17-26 Kasım 2017 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek 5. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nin uluslararası yarışma filmleri de açıklandı. Almanya’dan Gürcistan’a, Litvanya’dan Güney Kore’ye, dünyanın dört bir yanından uzun, kısa kurmaca ve kısa belgesellerin yarışacağı festival, İstanbullu sinemaseverlere dünyanın filmini getirecek. Gösterimler Atlas, Beyoğlu ve Kadıköy sinemalarında yapılacak. Bu yıl Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması’ndaki tüm filmler Türkiye prömiyelerini Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nde yapacak. Brezilya, Fransa, Gürcistan, İran, İtalya, Kırgızistan, Romanya ve Rusya’dan toplam 8 filmin yer alacağı yarışmanın jüri başkanlığını ise, “Snow”, “Children of Sarajevo” gibi filmleriyle tanıdığımız, Saraybosnalı ünlü kadın yönetmen Aida Begic üstlenecek. Yarışmada bir film 50.000 TL değerindeki Büyük Ödül’e uzanırken; ayrıca erkek oyuncu, kadın oyuncu, senaryo, sinematografi ve kurgu dallarında toplamda 100.000 TL’yi aşkın para değerinde ödül dağıtılacak. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nin uluslararası kısa film yarışmasında ise, kurmaca dalında bir film 10.000 TL değerindeki En İyi Uluslararası Kısa Kurmaca Film Ödülü’nü, belgesel dalında bir film de yine 10.000 TL değerindeki En İyi Uluslararası Kısa Belgesel Film Ödülü’nü kazanacak. Ayrıca festivalde ulusal ve uluslararası yarışan kısa filmlerden birine de 25.000 TL değerindeki Ahmet Uluçay Büyük Ödülü verilecek.

Gözde İlkin`in “Gaipten Gösteri” başlığı altında açılacak olan sergisi, toplumsal ilişkilerde çatışma süreçlerinin, yeni yöntemler keşfetme ve birlikte yaşam pratiklerine dönüşme ihtimaline odaklanıyor. Çözüme ulaşmayan, belirsiz dönemler ve vaadler karşısında zaman-yer ve ilişkilere göre şekil alan ortaklıkları betimler. Gaipten Gösteri, sanatçının 2015-2017 süresince, bulunmuş ve lekelenmiş kumaşlar üzerine el dikişi ve boya gerçekleştirdiği bir seridir. Kumaş, malzeme ve biçimin birbirini ağırladığı ortak bir zemin olarak işler. Zeki ve usulca oluşturulmuş politik içeriğinde ise figürler yine kimliksiz ve amorf bir şekilde izleyiciyi karşılıyor. Erdal Duman’ın “Casus Belli” başlığı ise çalışmalarında sıkça karşılaştığımız bir kelime oyununu içeriyor. İngilizce tanımı savaş nedeni, savaşı meşrulaştıran sebepken Türkçe’deki anlamı da serginin bir parçası olarak kullanılıyor. Çalışmalarda kelime oyununun yanı sıra alışıla gelen bir başka şey de savaşa referans veren gizlenmiş veya saklanmış unsurları oluyor. Duman’ın çalışmalarında insanın en büyük savaş makinesi olduğuna dair izler bulmak mümkün. Duman’a göre insan beyni, manipülasyon ve yalan kapasitesi ile tüm silahların üst aklı olan en korkunç silah oluyor. Önceki dönem çalışmalarında soyutlaştırdığı ve estetikleştirdiği silah, bomba ve (ilkel silahları temsil eden) kemikler üreten, sonrasında itham gücü ve şiddeti işaret eden bir unsur olarak parmakları kullanan Duman’ın, “Casus Belli”deki işleri ise daha kavramsal bir derinlik kazanarak savaşa dair üstü kapalı bir insandışılaştırmayı konu ediniyor. İlkin ve Duman’ın çalışmaları estetik olarak zıtlık taşıyor. İlkin eserlerini kumaşları boyayarak ve dikerek, Duman ise yerleştirmelerinde metal, cam ve polyester gibi malzemeler kullanarak oluşturuyor. Ancak içiçe kurgulandığında işler her geçen gün daha da askerileşen dünyamıza dair yıkıcı tepkileri temsil eden bir örgü halinde vücut buluyor. Toplumların kimliksizleştiği, insanların sayı olarak anıldığı bir dünyayı işaret ederken bir ironi olarak insanoğlunun doğayı/doğal kaynakları kullanma ve suistimal etme durumunu ortaya koyuyor. Ve tüm bunların arasında bugüne işlemiş bilinmezlikler ve tehditler kaşısında artan korku ve güvensizliğimizle, suç ortaklığımıza vurgu yapıyor. artSümer is pleased to present the inaugural exhibition in its new space, Gözde İlkin’s “Absent Demonstrations,” with Erdal Duman’s “Casus Belli,” until November 25. Gözde İlkin’s show titled “Absent Demonstrations” focuses on social relationships at times of conflict and the possibility to find new methods to transform and create new practices of coexistence. Her stories portray associations shaped by time-place and relationships against promises that fail to reach a solution and at uncanny times. “Absent Demonstrations” series consists of found stained fabrics collected between 20152017. İlkin uses painting and stitching to create a ground where the fabric, the material and the form host each other. As in the past, the fabric is her stage, the figures are anonymous and amorphic, and the content is political, albeit subtly and quietly so. “Casus Belli” is a play on words. It is, by definition, the reason used to justify war. In Turkish it means “apparent spy.” This wordplay is typical to Duman’s work. Also typical are references to war and to that which is concealed or hidden. Duman’s works hints at the ways in which people are the ultimate machine of war. The human mind, for Duman, is the scariest weapon; it is the weapon most capable of manipulation and lies, and the weapon which masterminds all others. In his past works he aestheticized and abstracted bombs and guns and human bones, (as representative of the primal weapon), he made a oversized sculpture of a pointer finger, referencing the power and violence in accusations and allegations. In “Casus Belli” he delves further into a conceptual realm which alludes to the dehumanization of and caused by war. Ilkin’s and Duman’s works are aesthetically opposed. Ilkin works with fabrics, paints and stitching, and Duman with materials like metal, glass and polyester. But, woven together the works become a patchwork representation of subversive reactions to our increasingly militarized world. They point to a world in which people have become numbers, and populations faceless—the ironies of humankind’s use and abuse of nature and natural elements run throughout. They also speak to our complicity in it, to the heightened levels of fear and suspicion, and to the embedded and everywhere unknowns of today’s threats.

natura | 10

Films to compete in the international competition of the 5th International Boğaziçi Film Festival, which will start on November 17, have been announced. Hosting Aida Begic, Sarajevo’s famous director, as the head of the jury; International Feature Film Competition, will present 8 films which have been received numerous awards from Cannes to Locarno, Berlin to Venice. 10 short fiction films and 8 short documentaries originated from various countries such as Germany, Georgia, Lithuania and South Korea, will appear in front of the short film jury for prizes worth a total of 45.000 TL. The 5th International Boğaziçi Film Festival will be held in Istanbul between November 17-26, 2017; by the International Boğaziçi Cinema Association and Istanbul Media Academy, with the contributions of Republic of Turkey Ministry of Culture and Tourism. Showcasing feature, short fiction and short documentary films from all around the world, from Germany to Georgia and Lithuania to South Korea; the festival will present movie enthusiasts the films of the world. The screenings will take place in Atlas, Beyoğlu and Kadıköy cinemas. This year, all the films in the International Feature Film Competition will organize their Turkey premieres at the International Boğaziçi Film Festival. Featuring a total of 8 films from Brazil, France, Georgia, Iran, Italy, Kyrgyzstan, Romania and Russia; the competition’s head of the jury will be Aida Begic, Sarajevo’s renowned female director, whom we know with the films “Snow” and “Children of Sarajevo”. In the frame of the competition, one film will receive the Grand Prize worth 50.000 TL; along with prizes with a total worth of over 100.000 TL, which will be presented to the actor, actress, scenario, cinematography and film editing categories. In the International Boğaziçi Film Festival’s international short film competition; one film in the fiction category will win the Best International Short Fiction Film Award worth 10.000 TL and another film in the documentary category will win the Best International Short Documentary Film Award with a value of 10.000 TL. In addition, one of the short films competing nationally and internationally in the frame of the competition, will be given the Ahmet Uluçay Grand Prize worth 25.000 TL.

natura | 11


haberler | news

haberler | news

GÜNEŞ TERKOL’DAN EVİM KALBİMDİR HOME IS MY HEART BY GÜNEŞ TERKOL

S E Y H U N TO P U Z ’ D A N Ş İ M D İ K İ Z A M A N P R E S E N T T E N S E B Y S E Y H U N TO P U Z

KRANK Art Gallery, “Evim Kalbimdir” ile Güneş Terkol’u konuk ediyor. Terkol’un Art Night Londra için hazırladığı ve Türkiye’de ilk defa sergilenecek pankart projesi ve projenin dokümantasyonu 18 Kasım gününe kadar galeride görülebilecek. Ayrıca İstanbul Bienali direktörü Bige Örer, proje kapsamında belirlenecek bir tarihte Güneş Terkol ile bir sanatçı konuşması gerçekleştirecek. Londra’da yılda bir kez gerçekleştirilen çağda ş sanat festivali Ar t Night, her yıl önde gelen kültürel kurumlardan biri ve beraberinde bir küratörü Londra’nın sıra dışı bir bölgesine davet ederek, o bölgenin tarihi, kültürü ve mimarisini inceleyen bir proje ba şlatıyor. Bu yıl 1 Temmuz’da Doğu Londra’da gerçekleştirilen Ar t Night, Fatoş Üstek küratörlüğünde Whitechapel Galler y işbirliği ile gerçekleştirildi. Türkiye’den projeye davet edilen Güneş Terkol’a Londra’da katıldığı bir aylık sanatçı konuk programının ardından Ar t Night için yeni bir çalışma siparişi verildi. Terkol’un sosyal bir angajmanın pratiği şeklinde gelişen 7. Pankar t projesi olan Evim Kalbimdir için farklı gruplardan katılımcılar sanatçıyla işbirliği içine girdiler. Terkol, Middlesex Street Estate sakini bir grupla çalıştı. Londra’da göçmenlere tahsis edilmiş iki konuttan biri olan Middlesex Street Estate 1965- 1970 yılları arasında Londra Mimarlar Birliği tarafından inşa edilen, içinde oyun alanları ve garaj bulunan ve konut sakinlerinin katkısıyla da peyzajı gerçekleşmiş bir avlunun etrafını çevreleyen 23 katlı bir bloktan oluşuyor. 270 adet mülk barındıran binanın %70’i farklı a zınlıklar tarafından birkaç jenerasyondur sosyal konut olarak kullanılıyor. Katılımcılar gerçekleştirdikleri bir seri dikiş atölyesi sonucu 1,4 mx3 m ölçülerinde “Home is My Heart / Evim Kalbimdir” isimli büyük ölçekli bir pankart ürettiler. Güneş Terkol’un tasarladığı zeminin üzerine işlenen pankart, her bir sahnesiyle semt sakinlerinin ümitlerinin, düşlerinin, bulundukları çevre ve komşuları ile olan ilişkilerinin duygu ve emek dolu şiirsel anlatımını gözler önüne seriyor. Ortaya çıkan çalışma Londra Metropolitan Üniversitesi’nin altı okulundan biri olan Sir John Cass School of Art, Architecture and Design (The Cass) binasının camında sergilendi. Güneş Terkol’un “Evim Kalbimdir” ile beraber yedi pankart projesi bulunuyor. Çin’den Antakya’ya; İstanbul’dan Berlin’e kadar farklı coğrafyalarda düzenlediği atölye çalışmalarının sonucu ortaya çıkan pankartlar bu farklı coğrafyalarda yaşayan kadınlar, göçmenler, gençler, vb. kesimlerin hayalleri, korkuları, gelecek kaygıları, güncel durumlarını bir anlamda resmediyor.

G a l e r i N e v İ s t a n b u l S e y h u n To p u z ’u n “ Ş i m d i k i Z a m a n” i s i m l i y e n i k i ş i s e l s e r g i s i n i s u n m a k t a n m u t l u l u k d u y u y o r. S e r g i d e s a n a t ç ı n ı n s o n d ö n e m d e ü r e t t i ğ i 11 h e y k e l i i z l e y i c i k a r ş ı s ı n a ç ı k ı y o r. S e r g i , 9 A r a l ı k ’a k a d a r d e v a m e d e c e k . To p u z , b u s e r g i s i n d e 8 0 ’ l i y ı l l a r d a s t ü d y o s u n d a d e n e d i ğ i v e o l g u n l a ş m a y a b ı r a k t ı ğ ı f o r m l a r a g e r i d ö n ü y o r. K e n d i s a n a t p r a t i ğ i n d e b i l i n e n g e o m e t r i k f o r m l a r ı n a k s i n e , b u s e r g i d e a d e t a b u r u ş t u r u l m u ş k a ğ ı t l a r ı a n d ı r a n b a k ı r d a n h e y k e l l e r y a r a t ı y o r. B a k ı r b i r l e v h a y a ş e k i l v e r e r e k o l u ş t u r u l a n b u h e y k e l l e r, t a m a m e n y a p ı m a ş a m a s ı n d a b e l i r l e n i y o r v e ö n c e d e n h a z ı r l a n m ı ş b i r e s k i z i t a k i p e t m i y o r. H e y k e l l e r i n y a p ı m s ü r e c i r a s t l a n t ı l a r a v e d ı ş a v u r u m c u b i r t a v r a o l a n a k s a ğ l ı y o r. Eserlerinde genellikle temel renkleri kullanan s a n a t ç ı , b u s e r g i s i n d e s i y a h v e b e y a z r e n k l e r i n i n h a k i m o l d u ğ u , i k i a d e t s a r ı h e y k e l i n i n b u l u n d u ğ u b i r y e r l e ş t i r m e s u n u y o r. S e y h u n To p u z 19 7 1 y ı l ı n d a D e v l e t G ü z e l S a n a t l a r A k a d e m i s i Y ü k s e k H e y k e l B ö l ü m ü ’n d e n m e z u n o l d u . 19 74 ’ t e a y n ı b ö l ü m d e a s i s t a n l ı k y a p m a y a b a ş l a d ı . 19 7 8 -19 8 0 y ı l l a r ı a r a s ı n d a ç a l ı ş m a l a r ı n ı N e w Yo r k ’ t a , h e y k e l t ı r a ş J o s e d e C r e e i l e s ü r d ü r d ü ; 19 8 3 ’ t e b i r y ı l g e ç i r m e k ü z e r e N e w Yo r k ’a y e n i d e n g i t t i v e a y n ı y ı l M a ç k a S a n a t G a l e r i s i ’n d e i l k k i ş i s e l s e r g i s i n i a ç t ı . 19 7 2 y ı l ı n d a n b a ş l a y a r a k ç e ş i t l i g r u p s e r g i l e r i n e d a v e t e d i l e n s a n a t ç ı , 19 8 7 ’d e i l k İ s t a n b u l B i e n a l i ’n e k a t ı l d ı v e 2 0 0 8 y ı l ı n d a A y d ı n D o ğ a n Ö d ü l ü ’n e l a y ı k g ö r ü l d ü .

KRANK Art Gallery hosts Güneş Terkol with the exhibition “Home is My Heart”. Terkol’s banner project prepared for Art Night London and its documentation that will be exhibited for the first time in Turkey could be viewed at the gallery until Saturday, November 18th. In addition, Istanbul Biennial director Bige Örer will perform an artist talk with Güneş Terkol at a date determined within the scope of the project. An annual contemporary art festival in London, Art Night has launched a project in which a leading cultural institution and an independent curator are invited to an extraordinary location in London to work on a project that explores the history, culture and architecture of that area. Art Night, which was held this year in East London on July 1st, was curated by Fatoş Üstek and realised in collaboration with the Whitechapel Gallery. Following a one-month residency in London, Güneş Terkol, who was invited to the project from Turkey, was commissioned to create a new work for the Art Night. In Terkol’s 7th Banner project, Home is My Heart / Evim Kalbimdir, which was realised as a socially engaged practice, diverse groups of participants collaborated with the artist. Terkol worked with a group of residents from Middlesex Street Estate. One of the two housing estates allocated to immigrants in the City of London, Middlesex Street Estate consists of a 23-storey tower block and a square of family flats and bedsits built between 1965-1970 by the Corporation of London Architect’s Department, with playgrounds and garages, all arranged around a podium landscaped by the residents. The Estate contains 270 properties, 70% of which are being used as social housing by various minorities for several generations. Through a series of sewing workshop the participants produced a large-scale banner of 1.4 mx3 m, titled “Home is My Heart / Evim Kalbimdir”. The banner that was embroidered onto a backdrop designed by Güneş Terkol reveals the residents’ hopes, dreams and their relationships with the neighbourhood and their neighbours through a poetic narrative full of emotion and labour. The resulting work was installed in the window of Sir John Cass School of Art, Architecture and Design (The Cass), one of the six schools of London Metropolitan University. Within the scope of the project there was also an audio-visual performance. Güneş Terkol has seven banner projects, including “Home is My Heart”. These banners that have emerged as a result of workshops she has organised in different geographies from China to Antakya, from Istanbul to Berlin, in a sense depict the dreams, the fears, the worries about the future, and the current situations of the women, the immigrants, the young people, and various other fractions living in these different geographies.

natura | 12

G a l e r i N e v İ s t a n b u l i s e x c i t e d t o p r e s e n t a n e w s o l o s h o w b y S e y h u n To p u z . T i t l e d “ P r e s e n t Te n s e”, t h e e x h i b i t i o n f e a t u r e s eleven recent sculptures that resemble n o n e o f t h e e a r l i e r p e r i o d s o f To p u z . T h e e x h i b i t i o n i s o p e n u n t i l D e c e m b e r 9. For this exhibition, the ar tist returns to forms that she experimented with in her s t u d i o i n t h e 8 0 ’s . A t t h e t i m e , u n s u r e o f what their outcome would be, she had le them to mature. Now ready to go back to these forms, she creates copper sculptures that look like crumpled and tossed away papers. Depar ting from the well-known geometrical forms seen in her prac tice, these sculptures are cons truc ted by bending copper plates. ey are formed during the process of bending the met al and do not follow any previous sketch. is new method allows for spont aneit y and encourages an e x p r e s s i o n i s t m a n n e r. G e n e r a l l y u s i n g p r i m a r y c o l o r s i n h e r w o r k s , f o r t h i s s h o w, To p u z p r e s e n t s a n i n s t a l l a t i o n d o m i n a t e d b y b l a c k a n d white, showca sing only t wo yellow sculptures. S e y h u n To p u z g r a d u a t e d f r o m A c a d e m y o f F i n e A r t s S c u l p t u r e D e p a r t m e n t i n I s t a n b u l , i n 19 7 1. I n 19 74 s h e s t a r t e d w o r k i n g a s a n a s s i s t a n t i n t h e s a m e d e p a r t m e n t . S h e c o n t i n u e d w o r k i n g i n N e w Yo r k w i t h s c u l p t o r J o s e d e C r e e f b e t w e e n 19 7 8 – 19 8 0 . I n 19 8 3 s h e r e t u r n e d t o N e w Yo r k f o r a y e a r a n d t h e s a m e y e a r s h e o p e n e d h e r f i r s t s o l o s h o w a t M a ç k a S a n a t G a l e r i s i , i n I s t a n b u l . To p u z h a s b e e n i n v i t e d t o s e v e r a l g r o u p s h o w s s i n c e 19 7 3 a n d p a r t i c i p a t e d i n t h e f i r s t I s t a n b u l B i e n n i a l i n 19 8 7. S h e r e c e i v e d A y d ı n D o ğ a n A w a r d i n S c u l p t u r e i n 2 0 0 8 .

natura | 13


haberler | news

haberler | news

BİR KAĞIT MİMARININ HAYALİ DÜNYASI: NAZIMÎ YAVER YENAL IMAGINARY WORLD OF A PAPER ARCHITECT: NAZIMÎ YAVER YENAL

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Türkiye’de 20. yüzyıl mimarlığının özgün temsilcilerinden Nazimî Yaver Yenal’ı kapsamlı bir sergiyle anıyor. Küratörlüğünü Büke Uras’ın üstlendiği “Bir Kağıt Mimarının Hayali Dünyası: Nazimî Yaver Yenal” sergisi, Cumhuriyet kuşağının önemli isimlerinden Yenal’ın 50 yıllık kariyerini gözler önüne seriyor. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü kuruluşunun 10. yılında, Bir Kağıt Mimarının Hayali Dünyası: Nazimî Yaver Yenal sergisiyle Cumhuriyet döneminin önemli mimarlarından Nazimî Yaver Yenal’ın öğrencilik yıllarından, kariyerinin son dönemlerine kadar geçen süreçteki sanatsal üretimlerini ilk kez izleyiciyle buluşturuyor. Yenal’ın yıllar sonra ortaya çıkan zengin arşivinden derlenen serginin küratörlüğünü Büke Uras üstleniyor. Sergiye eşlik eden kapsamlı katalog, Büke Uras’ın sunuş metni ile birlikte M. Baha Tanman, Prof. Behçet Ünsal ve Prof. Ataman Demir’in kaleme aldığı, sanatçının yaşam öyküsüne ve işlerine farklı perspektiften yaklaşan metinleri içeriyor. Serginin küratörü Büke Uras, gelenek ve modernizm arasında gidip gelen tasarımlardan oluşan sayısız çizime sahip Nazimî Yaver’i, hayata geçmeyen projelerinden ötürü “erken Cumhuriyet dönemi mimarisinin en kayda değer kağıt mimarı” olarak tanımlıyor. Nazimî Yaver’in uzun yıllar kendine yalnızca çizimlerden oluşan alternatif bir mimari üretim alanı yarattığının altını çizen Uras, uygulanmamış tasarımların yarattığı umutlar, inşa edilmeme nedenleri ve hayal kırıklıkları ile birlikte güçlü bir hikâye anlattığını vurguluyor. Uras konu ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunuyor: “İnşa edilmeyen ve kimseyle paylaşılmayan tasarımlar, kamusal bir sanat alanı olan mimarlığı özelleştirir ve öznelleştirir. Hayalgücünün yön verdiği Yenal estetiği, kaçınılmaz şekilde kişisel kodlarla iç içe geçerek tanımlanır. Bu öznellik, Yenal’ın çizimlerinin doğru anlaşılabilmesi için, içerdikleri tasarımlar kadar yaratıcısı üzerinden bir okumayı zorunlu kılar.” İstanbul Research Institute’s “Imaginary World of A Paper Architect: Nazimî Yaver Yenal” exhibition celebrates architect Nazimî Yaver Yenal, a unique representative of 20th century architecture in Turkey. Based on his exceptional archive that reflects his nearly fifty-year-long career, the exhibition brings light to a typical representative of the earlyRepublic generation that epitomized idealist principles. Istanbul Research Institute, on its 10th year anniversary, sheds light on one of the important architects of the early-Republic generation with Imaginary World of A Paper Architect: Nazimî Yaver Yenal exhibition based on Yenal’s personal archives, which constitute almost a manifestation of his nearly half a century long career. The exhibition, curated by Büke Uras, is accompanied by a comprehensive catalogue that includes Uras’ foreword as well as texts that look at Yenal’s life story and works from different perspectives by M. Baha Tanman, Prof. Behçet Ünsal and Prof. Ataman Demir. Curator Büke Uras describes Nazimî Yaver as “perhaps the most important ‘paper architect’ of Turkish architecture from the Republic era” due to his avant-garde sketches remaining only on paper. Emphasizing that Yenal’s unexecuted designs relate a powerful tale, Uras says: “Nazimî Yaver’s depictive fantasies and drawings are in flawless command of both the repertoire of classical architecture and modernism; they correspond to imaginary designs entirely free of the factors associated with construction and derive their strength from this freedom. His unconstructed and unshared designs privatize architecture, a public domain of art. Shaped by imagination, the Yenal’s aesthetic is inevitably defined in connection with personal codes. In providing a real understanding of Yenal’s drawings, this subjectivity forces us to read not only into the designs, but their creator as well.

NAZIMÎ Yaver Yenal

20. yüzyıl Türk mimarisinin eşsiz isimlerinden olan Nazimî Yaver Yenal (1904-1987), idealist ilke odaklı erken Cumhuriyet döneminin tipik bir temsilcisidir. Gençlik yıllarında Osmanlı Devleti’nin son dönemine tanık olan Yenal, Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde, özellikle öğretmeni Giulio Mongeri’nin eklektisizm anlayışının etkisinde yetişir ve birincilikle mezun olur. Üst üste kazandığı yarışmalarla şekillenen kariyeri, erken Cumhuriyet yıllarının kültür politikaları tarafından desteklenen devlet bursu ile gittiği Paris ve Berlin’de edindiği tecrübelerle gelişir. İstanbul’da bulunan az sayıda avant-garde Alman mimarla iç içe olduğundan, Güzel Sanatlar Akademisi’nde başarılı ve yetkin bir eğitmen olur. Yenal, 1932 yılında Akademi’de çalışmaya başladıktan sonra, İç Mimarlık eğitmeni olarak Avusturyalı mimar Philipp Ginther’in asistanlığını yapar. Kariyerine eğitmen olarak devam eden Yenal, 1969 senesinde emekliliğe ayrılır. Yenal’ın çizimlerinden oluşan devasa arşivi, öncelikle Akademi’de bulunan özel odasında, emekliliğinin ardından ise kendi evinde özenle muhafaza edilir. Ölümünden sonra ise bu arşiv dağılır. Bir Kağıt Mimarının Hayali Dünyası: Nazımî Yaver Yenal, dağılan bu olağanüstü arşivden günümüze kadar ulaşabilmiş fotoğrafları ve çizimleri gün ışığına çıkarıyor. Bir Kağıt Mimarının Hayali Dünyası: Nazımî Yaver Yenal sergisi, 3 Mart 2018 tarihine kadar İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde görülebilir. Nazimî Yaver Yenal (1904-1987), a unique personality of 20th-century Turkish architecture, is a typical representative of the early Republic generation that epitomized idealist principles. Having spent his adolescence in the final years of the Ottoman Empire, Yenal was trained at the School of Fine Arts, particularly under the influence of his teacher Giulio Mongeri’s notion of eclecticism and graduated valedictorian from the school. Shaped by the consecutive competitions he won, his career evolved through the experience he gained in Paris and Berlin, where he was sent on a state scholarship extended as part of the culture policies of the early Republic years. He thrived and matured as an instructor at the Academy of Fine Arts, as he grew close with a handful of avant-garde German architects gathered in İstanbul. Yenal’s first position upon working at the Academy in 1932 was assistant to Austrian architect Philipp Ginther as instructor of Interior Architecture. Yenal continued his career as an instructor, until his retirement in 1969. The massive archive he created of his drawings was first preserved at his private room at the Academy and later in his house following retirement. After his death, it was dispersed. Imaginary World of A Paper Architect: Nazimî Yaver Yenal brings surviving photos and drawings from this unusual archive to light. The exhibition Imaginary World of A Paper Architect: Nazimî Yaver Yenal is on show at the İstanbul Research Institute, until3 March 2018. natura | 14

TÜRKİYE’DE MİMARİ MAKET ARCHITECTURAL MODEL MAKING IN TURKEY Studio-X İstanbul, “Düşünme ve Görselleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Maket” sergisi ile mimari maketlere odaklanıyor. 17 Kasım’da açılacak sergi, 19 Ocak’a kadar ziyaret edilebilir. Bir mimari düşüncenin sınanması ve/veya o düşüncenin temsili, kimi zaman da belgelenmesi amacıyla üretilen maket, mimarlık üretiminin ayrılmaz bir parçası olagelmiştir. Mimari maket, çoğu zaman büro içinde en basit malzeme ve yöntemlerle üretilen çalışma maketlerinden bir profesyonel eliyle en sofistike malzeme ve tekniklerle üretilen sunum maketlerine çeşitlenir. Çalışma maketlerinin çoğu en fazla proje süresince mimari büroda yaşayabilir, hızla tozlanır, bozulur ve kaybolur gider; zaten onun üretim amacı sürece yöneliktir. Sunum amaçlı üretilen maketler de çoğu zaman mimarlık bürolarında yaşamaz, üretim amacına bağlı olarak farklı yolculuklara çıkar ve çoğu zaman onlar da kaybolur gider. Geriye maketin fotoğrafları kalır. Yani üç boyutlu bir ifade yeniden iki boyutlu bir mecraya taşınır. Türkiye’deki mimarlık yayınlarında ve arşivlerde sıkça karşımıza çıkan bu maket fotoğrafları çoğu kez künyesizdir. Yani maketi üretenin kim olduğuna, kullanılan malzemeye, tekniğe, ölçeğe dair bilgiler içermez. O maketleri fotoğraflayanların kim olduğuna dair de bilgi yoktur. “Düşünme ve Görselleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Maket” sergisi, mimarlık camiasının yakından takip ettiği, işbirliği yaptığı bu aktörleri ve üretimlerini görünür hale getirmeyi hedefleyen uzun soluklu bir çalışmanın ara aşaması niteliğindedir. Türkiye’nin özellikle 20. yüzyıl modern mimarlık üretimini yansıtan bir maket seçkisi, farklı jenerasyonlardan gelen beş maket yapımcısının, Yusuf Z. Ergüleç, Selahattin Yazıcı, Mehmet Şener (Atölye 77), Varjan Yurtgülü (Min Tasarım) ve Murat Küçük’ün (Atölye K), paylaşıma açılan arşivleri ve 1931-1980 yıllarında yayımlanan Mimar / Arkitekt dergilerinin maketle ilgili kısımlarının analizi serginin üzerinde yoğunlaştığı ana bileşenlerdir. Sergi, bir yandan malzeme, teknik, ölçek, yöntem, ifade, temsil, mecra, ilişkiler ağı gibi araçlarla mimari maketin inceliklerini ve anlamını kurcalarken, diğer yandan bu vesilesiyle başlatılan arşiv çalışmasıyla bugüne dek kayda geçmemiş bilgilerin kayıt altına alınmasına öncülük ediyor. Bu kapsamda Studio-X Istanbul desteğiyle Yusuf Z. Ergüleç, ODTÜ Mimarlık Fakültesi desteğiyle de Selahattin Yazıcı arşivleri sayısallaştırılmakta ve kataloglanmaktadır. Bu çalışmaya yönelik olarak ekibe eğitim veren SALT Araştırma Mimarlık ve Tasarım Arşivi çalışma sürecinin tamamlanmasını takiben her iki arşivi de araştırmacıların erişimine çevrimiçi olarak açacaktır. Küratör: Pelin Derviş Araştırma ekibi: Ufuk Demirgüç, Pelin Derviş, İlayda Güler, Pınar Under Sınav; Saliha Aslan, Elif Bilge; T. Elvan Altan, Aydan Balamir, Güven Arif Sargın ve Pelin Yoncacı Arslan / ODTÜ Mimarlık Fakültesi desteğiyle “Maket yapımcıları” videoları (çekim ve montaj): Tanju Eren “Mimar ve mimari maket” videosu: Pelin Derviş – Metehan Özcan Sergi mobilyası tasarımı: Avşar Gürpınar, Mete Godollar / İstanbul Bilgi Üniversitesi üretim desteğiyle Aydınlatma danışmanı: Ali Berkman (On|Off)

Yusuf Z. Ergüleç İstanbul Kültür Sarayı / AKM projesi (mi-

Studio-X Istanbul is focusing on architectural model making with an exhibition titled mari: Hayati Tabanlıoğlu) için ürettiği maketle birlikte / “Architectural Model Making In Turkey: A Tool for Thinking and Visualization”. The Yusuf Z. Ergüleç with the model of Istanbul Cultural Palace / AKM (architecture: Hayati Tabanlıoğlu) exhibition will be open on November 17th, until January 19th. Model making has always been an inseparable aspect of architectural production, since it is a tool for testing, representing, and, at times, documenting the architectural idea. Architectural models vary from the simplest working models, made of materials and methods available in the office, to presentation models produced by professional model makers using sophisticated materials and methods. Most of the working models last until the completion of projects in offices, gather dust, get deformed and disappear in the end. Professional presentation models, in contrast, do not reside in architecture offices, they travel through the courses set according to their purpose; but they get lost in the end, too. What often remain are the photographs of the models. Thus, the three-dimensional architectural expression becomes two-dimensional again. Most of the model photographs we can find in the archives and in the pages of architectural publications do not have any informational records. Mostly, it cannot be identified who the producer of the model was, what the material, technique, and scale were, and by whom the photograph of the model was taken. The exhibition “Architectural Model Making in Turkey” is a phase of a long-term work in progress, which focuses on the actors well-known to the architecture circles, and their production, and which aims at making their collaboration more visible. The compilation of models in this exhibition represents the modern architectural production in Turkey in the 20th century, and includes the works of five model makers of five generations: The materials from the archives of Yusuf Z. Ergüleç, Selahattin Yazıcı, Mehmet Şener (Atölye 77), Varjan Yurtgülü (Min Tasarım) and Murat Küçük (Atölye K) are accompanied by the analysis of contents about architectural models in the journals Mimar / Arkitekt from 1931 to 1980. The exhibition looks into the technicalities and meanings of model making, focusing on materials, techniques, methods, expressions, representations, milieus and networks of relations. It also pioneers the archival process recording the related information for the first time. The archives of Yusuf Z. Ergüleç -with the support of Studio-X Istanbul- and Selahattin Yazıcı -with the support of METU Faculty of Architecture- are currently being digitized and catalogued. This effort was led under the mentorship of SALT Research Architecture and Design Archive which will host and provide online access to these archives once the cataloguing process is complete. Curator: Pelin Derviş Research team: Ufuk Demirgüç, Pelin Derviş, İlayda Güler, Pınar Under Sınav; Saliha Aslan, Elif Bilge; T. Elvan Altan, Aydan Balamir, Güven Arif Sargın and Pelin Yoncacı Arslan / with the support of METU Faculty of Architecture “Model makers” video (shooting and editing): Tanju Eren Selahattin Yazıcı İş Bankası Misafirhanesi projesi (mi- “Architect and Architectural model” video: Pelin Derviş – Metehan Özcan mari: Danyal Tevfik Çiper) için ürettiği maketle birlikte Exhibition furniture design: Avşar Gürpınar, Mete Godollar / with the support of İstanbul / Selahattin Yazıcı with the model of İş Bankası Guest- Bilgi University Lighting consultant: Ali Berkman (On|Off) house project (architecture: Danyal Tevfik Çiper)

natura | 15


haberler | news

TAŞERON BAĞIMSIZ SANAT İNİSİYATİFİ’NDEN SANATÇININ ÜTOPYASI TAŞERON INDEPENDENT ART INITIATIVE EMBARKS ON AN EXPEDITION TO EXPLORE “THE UTOPIA OF THE ARTIST” 4-12 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek ARTİST 2017 – 27. İstanbul Sanat Fuarı kapsamında gerçekleştirilecek “Gerçekçi Ütopyalar”, ütopyaları tarihsel, kavramsal ve güncel olmak üzere üç ana başlık altında ele alıyor. Sergiler, konserler, performanslar, tartışmalar, atölyeler, gösterimler ve yayınlarla, ütopyaları keşfe çıkıyor. Taşeron Bağımsız Sanat İnisiyatifi, fotoğraf, heykel, video, yerleştirme ve performanslardan oluşan sergisi ile yer alacağı Gerçekçi Ütopyalar’da “Sanatçının Ütopyası”nı odağına alıyor. “Ütopyalar hayatın şiir gibi aktığı, toplumsal ilişkilerin bir katedral gibi kurulduğu, kentin bir senfoni gibi duyulduğu ‘var olmayan ülkeye’ beslenen arzunun tutanaklarıdır. Bu arzunun yükseldiği dönemlerde sanatın göreve çağrılması ütopyanın öncelikle bir biçim sorunu olduğunun kanıtıdır.” (Ezgi Bakçay, Gerçekçi Ütopyalar, 2017) İnsanın sorunlarına çözüm üretmek sanatın birincil görevleri arasında yer almaz. Sanat aslında, sanatçıların kendilerini ve yaşadıkları doğayı anlamak ve de anladıklarını anlatmak için kullandıkları estetik metotlar bütününün tamamına verilen addır. Taşeron kurucuları Şahin Domin ve Osman Nuri İyem, bu biçim sorununu akılda tutarak, sanatçının dünyasının sorunlarına odaklanıyor. “Sanatçıyı küratörün ideolojik araçsal tahakkümünden kurtarabilir miyiz?” Bu soru çerçevesinde tasarlanan “Sanatçının Ütopyası” sergisi, içeriğinin ötesine geçerek, oluşum olarak da ütopik bir yöntem izliyor. Günümüz sanat dünyasının olmazsa olmazı haline gelmiş küratörlerin varoluşu değil, küratör ve sanatçı ilişkisini yapısal özelliklerini irdeliyor. Sergi içeriği ve oluşumunun yanı sıra, alan içinde bölerek yarattıkları farklı formlarla klasik sergi düzenine de müdahale ediyorlar. Taşeron, benimsediği ideallere paralel, alanında etkin ve genç sanatçıların yanı sıra, tanınmış usta sanatçılardan da oluşan 20 farklı isimle bir araya geliyor. “Sanatçının Ütopyası” sergisi Ayşegül Altunok, Ozan Atalan, Mahmut Aydın, Ahmet Bilgiç, Şahin Domin, Murat Han Er, Faruk Geyran, Güler Güçlü, Gizem Kahya İyem, Osman Nuri İyem, Defne Sesin Okay, Habibullah Okur, Alev Özkan, Semra Sevin, Seçkin Tercan, Devin Yalkın ve A.İ.R. NO:2 isimli performans bileşeni ile disiplinler arası bir platforma dönüşüyor. Aynı zamanda fotoğraf sanatının usta isimlerden Kamil Fırat’ın “1994” isimli fotoğraf serisi, çağdaş resim sanatının ustalarından Hakan Gürsoytrak’ın ilk kez sergilenecek fotoğraf çalışmaları ve Türkiye’de tesktil sanatında yaratıcı işler gerçekleştiren Suhandan Özay Demirkan’ın mekâna özgü fiber sculpture yerleştirmesini ağırlıyor. Organized in the scope of the ARTIST 2017 – 27th İstanbul Art Fair between November 4-12, “Realist Utopias” addresses utopias in three main themes: historical, conceptual and actual. It embarks on an expedition to explore utopias through exhibitions, concerts, performances, discussions, workshops, screenings and publications. Taşeron Independent Art Initiative pivots the “The Utopia of the Artist” in the frame of Realist Utopias, through its exhibition consisting of photographs, sculptures, video screenings, installations and performances. “Utopias stand for the statements of desire, aiming at a ‘non-existent country’ where life flows like a poetry, social relations are built like a cathedral, and the city is heard like a symphony. The call for art during periods when this desire is on the rise, proves that utopia is primarily an issue of form.” (Ezgi Bakçay, Realist Utopias, 2017) Generating solutions to human problems is not one of the primary tasks of art. Art is, in fact, the sum of all the aesthetic methods artists use to understand themselves and the nature they live in, and they further describe these processes. Şahin Domin and Osman Nuri İyem, the founders of Taşeron, focus on the problems of the artist’s world, considering this issue of form. “Can we relieve the artist from the ideological and instrumental domination of the curator?” Created by pivoting on this question, the exhibition entitled “The Utopia of the Artist”, goes beyond its context and follows a utopian method of form. It examines the structural features of the curator and artist relationship, rather than the existence of curators who have become the sine qua non of the contemporary art world. In addition to the content and formation of the exhibition, they also intervene in the conventional exhibition layout with different forms they have created in sections. Taşeron, welcomes 20 different people consisting of renowned and established artists, along with young artists who are active in their fields and who adopts the same ideals the organization embraces. “The Utopia of the Artist” exhibition becomes an interdisciplinary platform with the contributions of: Ayşegül Altunok, Ozan Atalan, Mahmut Aydın, Ahmet Bilgiç, Şahin Domin, Murat Han Er, Faruk Geyran, Güler Güçlü, Gizem Kahya İyem, Osman Nuri İyem, Defne Sesin Okay, Habibullah Okur, Alev Özkan, Semra Sevin, Seçkin Tercan, Devin Yalkın and a performance organization entitled A.İ.R. NO: 2. At the same time, it hosts the photography exhibition with the name “1994” by Kamil Fırat, one of the well-versed figures of the art of photography; the photographic works to be exhibited for the first time by Hakan Gürsoytrak, one of the renowned artists of contemporary art of painting; and also the space-oriented fiber sculpture installation by Suhandan Özay Demirkan, who presents creative works in the frame of textile crafts in Turkey. natura | 16


haberler | news

haberler | news

VENEDİK BİENALİ 16. ULUSLARARASI MİMARLIK SERGİSİ TÜRKİYE PAVYONU’NDA YER ALACAK PROJE BELİRLENDİ THE PAVILION OF TURKEY ANNOUNCES THE PROJECT TO BE EXHIBITED AT THE 16TH BIENNALE ARCHITETTURA Dünyanın önde gelen mimarlık etkinliklerinden biri olan Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi, 26 Mayıs-25 Kasım 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu yürüttüğü Türkiye Pavyonu’nda yer alacak proje, iki aşamalı bir açık çağrı değerlendirmesi sonucunda Seçici Kurul tarafından belirlendi. Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda yer alacak Vardiya başlıklı projenin küratörlüğünü Kerem Piker üstleniyor. Cansu Cürgen, Yelta Köm, Nizam Onur Sönmez, Yağız Söylev ve Erdem Tüzün’ün küratör yardımcısı olarak yer aldığı Vardiya, geniş katılımlı bir proje olma iddiası taşıyor. Vardiya, Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu içerisinde gerçekleştirilecek olan bir buluşma, karşılaşma ve mimari üretim programı ile mekânsal düzenleme önerisidir. Türkiye Pavyonu, bienal süresince vardiyalar halinde İKSV’nin konuğu olarak Venedik’e gelen mimarlık öğrencilerini, bienalin teması Freespace / Serbestmekân kavramından yola çıkarak ağırlamayı vaat ediyor. Vardiya kapsamında gerçekleştirilecek olan uluslararası bir çağrı sonucu seçilecek olan mimarlık lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin, bienal süresince sergileri gezmeleri, atölye çalışmalarına katılmaları ve farklı ortamlarda üretimlerde bulunmaları amaçlanıyor. Böylelikle bienal boyunca atölye çalışmaları, performanslar ve katılımcıların bireysel üretimleriyle ortaya konulacak ürünlerin zaman içerisinde gelişen, büyüyen ve zenginleşen bir sergi içeriği oluşturması hedefleniyor. Vardiya başlıklı proje, iki aşamalı bir açık çağrı sonucunda Seçici Kurul tarafından belirlendi. Seçici Kurul üyeleri arasında Prof. Dr. Sibel Bozdoğan, Levent Çalıkoğlu, Prof. Dr. Arzu Erdem, Prof. Dr. Murat Güvenç, Yeşim Hatırlı, Prof. Dr. Süha Özkan ve Prof. Dr. Uğur Tanyeli yer alıyor. Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda yer alacak sergi için yapılan açık çağrının başvuru tarihi 4 Ağustos’ta sona erdi. Başvuru kriterlerine uyan 31 proje arasından 3 proje ikinci aşamaya davet edildi. Seçici Kurul üyeleri ikinci aşamaya kalan, her biri kendi içinde farklı olumlu nitelikler barındıran, üç proje arasından 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda sergilenmek üzere, zaman içinde değişecek dinamik ve etkileşimli bir süreç tasarımı içermesi, uluslararası katılıma imkan vermesi ve yetkin ve özgün mekânsal kurgusu nedeniyle, Kerem Piker ve ekibinin “Vardiya” başlıklı projesini seçti. Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu ve Vardiya’nın detayları 2018 yılında açıklanacak. natura | 18

One of the world’s leading architecture events, the 16th International Architecture Exhibition, la Biennale di Venezia will take place on 26 May-25 November, 2018. Following an open-call and a two-stage evaluation, the Selection Committee has determined the project that will be exhibited at the Pavilion of Turkey, under the coordination of the Istanbul Foundation for Culture and Arts. Vardiya / The Shift, curated by Kerem Piker, will be presented at the Pavilion of Turkey, in the 16th International Architecture Exhibition, la Biennale di Venezia. The project has a promise of a broader participation and Cansu Cürgen, Yelta Köm, Nizam Onur Sönmez, Yağız Söylev and Erdem Tüzün are taking part as assistant curators in the project. The project proposes a spatial organisation for meeting, encountering and architectural production. Departing from the biennale’s theme Freespace, the Pavilion of Turkey welcomes architecture students, who will be hosted by İKSV in shifts, throughout the Biennale Architettura. Following an international open call, undergraduate and graduate students of architecture will be expected to visit the biennale, participate in the designated workshop programmes and contribute to architectural production with using various media. The exhibition content is expected to derive and flourish from this programme of workshops, The Selection Committee chose Vardiya project among the applications made in response to an open-call, after a series of evaluation meetings. The Committee’s members are Prof. Dr. Sibel Bozdoğan, Levent Çalıkoğlu, Prof. Dr. Arzu Erdem, Prof. Dr. Murat Güvenç, Yeşim Hatırlı, Prof. Dr. Süha Özkan and Prof. Dr. Uğur Tanyeli. The application process ended on 4 August, leaving 31 eligible projects to Committee’s evaluation. Vardiya was chosen among the 3 projects that made their way to the final round completed on Friday, 22 September. The three projects that passed to the second stage of the selection process all had different and unique positive qualities. For representing Turkey at the 16th International Architecture Exhibition, la Biennale di Venezia, the Committee selected Vardiya, a project by Kerem Piker, due to its competent and authentic spatial construction, and its dynamic and interactive process design that held a promise to change through time and to allow international participation. Details regarding the Pavilion of Turkey at the 16th International Architecture Exhibition, la Biennale di Venezia and Vardiya project will be announced in 2018.

HAMM:ZEMİN YARATICI ETKİLEŞİM SERİLERİ DÜZENLENDİ HAMM:ZEMIN CREATIVE INTERACTION SERIES ORGANIZED Tasarım kültürüne zemin hazırlamayı misyon edinen “ham:mzemin”; yaratıcı alanlarda faaliyetlerini sürdüren bireyleri, kurumları, girişimcileri ve vakıfları farklı etkinliklerle bir araya getirmeyi amaçlıyor. Bir etkileşim kanalı olarak kurgulanan, ham:mzemin etkinliklerinin ilki bu kapsamda 27-28 Eylül tarihlerinde in-between küratörlüğünde gerçekleşti. “Zemin/friends”, “zemin/atölye”, “zemin/panel” başlıklarıyla etkinlikler farklı sinerjiler yaratarak, organik etki alanlarının oluşmasına öncülük yaptı. zemin/friends Etkinlik kapsamında zemin/friends başlığında, kanaat önderleri, yaratıcı profiller, akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri ve girişimciler Bomonti ham:m Plus Mağazası’nda bir çatı altında toplandı. Fikirden üretim sürecine her aşamada kolektif olmayı ideal edinen ham:m, in-between küratörlüğünde, paydaşlarını ve etkileşim içinde olduğu bireyleri davet ederek yeni işbirliklerinin şekillenmesine öncü oldu. zemin/atölye Etkinliğin bir diğer başlığı zemin/atölye kapsamında, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve Beykent Üniversitesi Mimarlık Fakülteleri’nden Alp Şerif Besen, Aygül Çınar, Elif Sönmez ve Enes Güçyener, “ham:mutfak” konseptini tasarladı. Ürünün süreç üzerine yapılanan yaşam döngüsüne odaklanan ekip, Bomonti ham:m Plus Mağazası’nın bir odasını dönüştürdü. Öğrenciler, son ürünün kulisine tanıklık etmek amacıyla, Ham:m’ın üretimini gerçekleştirdiği ahşap, aydınlatma, döşeme ve cam atölyelerini ziyaret ederek bu sürece şahitlik eden kayıtlar aldılar. Bu kayıtlar üretim sürecine odaklanan iki kısa film ile sonuçlanarak sergi alanında yer aldı. ham:mutfak; “Ürünün süreci, bu sürece tanıklık eden kimse tarafından her duyuya hitap edecek şekilde sergilenmelidir. Bu tanıklık kurguyu gerçekçi kılacaktır,” manifestosu ile ürünün başı ve sonu -doğumu ve ölümü- olan yaşam döngüsünü gösteren bir alan olarak kurgulandı ve sergilendi. İzleyicinin de katıldığı bu sergi, ürünün onarılması, geri dönüşümü ya da kullanılmaması seçeneklerinin yer aldığı bir anketle son buldu. zemin/panel Banu Uçak’ın moderatörlüğünü üstlendiği panele Ayşin Zoe Güneş, Nevzat Sayın ve Sevil Dolmacı konuşmacı olarak katıldı. “Miras” temasına odaklanan panelde çevremizden ve gündelik yaşamlarımızdan beslenen bellek kavramına yeni açılımlar sunuldu.

Adopting the mission to set a ground for design culture, “ham:mzemin” aims to gather individuals, institutions, entrepreneurs and foundations carrying on their activities in creative fields. Established as an interaction channel, the first edition of ham:mzemin events is curated by in-between in this context, between September 27-28. Having different themes such as “zemin/friends”, “zemin/workshop” and “zemin/panel”; the events paved the way for generating organic interaction spaces by creating a unique synergy. zemin/friends In the scope of the event and under the theme zemin/friends; opinion leaders, creative individuals, academicians, representatives of non-governmental organizations and entrepreneurs have gathered under the same roof at Bomonti ham:m Plus Store. Idealizing collectiveness at every stage from ideas to production, ham:m led the way to form new collaborations under the curatorship of in-between, by inviting all partners and individuals it interacts with. zemin/workshop As part of zemin/workshop, yet another theme of the event; Alp Şerif Besen, Aygül Çınar, Elif Sönmez and Enes Güçyener from the Faculties of Architecture of Istanbul Bilgi University, Bahçeşehir University and Beykent University, have designed the concept of ‘ham:kitchen’. Focusing on the lifecycle of the product which is structured upon the process, the team have transformed a room of Bomonti ham:m Plus Store. In order to witness the showcase of the end product, students have recorded this process by visiting the wood, lighting, flooring and glass workshops. These records are resulted in two short movies that focused on the production process and they have been screened in the exhibition space. Adopting the manifest “The process of the product needs to be exhibited in a way that applies to each sense, by the individual who witnessed this process. This witnessing will set fiction real”; ham:kitchen is designed and exhibited as a space that demonstrated the lifecycle of the product, which stands for the start and the finish – the birth and the death –. Participated by the audience as well, the exhibition came to an end with a questionnaire, involving the choices of reparation, recycling and non-use of the product. zemin/panel Hosted Banu Uçak as the moderator, the panel invited Ayşin Zoe Güneş, Nevzat Sayın and Sevil Dolmacı as keynote speakers. Focusing on the theme “heritage”, the panel offered new perspectives concerning the concept of memory, which lives on our entourage and daily lives. natura | 19


haberler | news

haberler | news

AA XX 100: MİMARLIKTA KADINLAR (1917-2017) AA XX 100: WOMEN IN ARCHITECTURE (1917-2017)

Architectural Association bünyesindeki kadın mimarların 100. yılını kutlayan AA XX 100 projesi, 2017 yılının sonbahar döneminde başladı. Proje, 1917 yılında kadın öğrencilerin okula alınmaya başlamasının 100. yılına odaklandı. Bu proje kapsamında yer alan bir sergi ve bir kitap vasıtasıyla tüm bu birikimler, üç gün sürecek uluslararası bir konferansa dönüştürüldü.

This autumn sees the launch of AA XX 100: Celebrating 100 Years of Women at the Architectural Association. The project marks the centenary of the first intake of the school’s women students in 1917 and takes the form of an exhibition, accompanying book and culminates in a three-day international conference.

AA XX 100; aralarında Zaha Hadid, Amande Levete, Farshid Moussavi ve Patty Hopkins gibi tanınmış kişilerin ve daha birçok ismin yer aldığı, 20 ve 21. yüzyılın en önemli mimarları, tasarımcıları, eğitimcileri ve tarihçileri olarak kabul edilen AA bünyesindeki kadınların, mezunların ve öğretmenlerin işlerini temsil etti.

AA XX 100 represents the work of AA women, its graduates and teachers, who are among the most important architects and designers, educators and historians of the 20th-21st century; some are celebrated: Dame Zaha Hadid, Amanda Levete, Farshid Moussavi and Patty Hopkins, and many others unrecognised.

AA XX 100 Uluslararası Konferansı: 1917-2017 Dönemi Işığında AA Bünyesindeki Kadınlar ve Mimarlık Mesleği (2-4 Kasım) AA XX 100 Uluslararası Konferansı, 2-4 Kasım tarihleri arasında Londra’da bulunan Paul Mellon Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi. Konferansta sunumlar, paneller, ünlü konuşmacılar ve jüri üyeleri yer aldı. Etkinlik, yalnızca AA bünyesindeki kadınların yüzüncü yılını kutlamakla kalmadı. Aynı zamanda farklı disiplinler arası değişimleri tanıtmak ve geleceğe doğru emin adımlarla ilerlemek adına bir platform yaratarak; farklılık temalarını, işbirliklerini ve cinsiyetin günümüzdeki anlamlarını tartışma imkanı sundu.

International Conference: AA XX 100: AA Women and Architecture in Context 1917-2017 (November 2-4) The international conference AA Women in Context 1917-2017 takes place November 2–4 at the Paul Mellon Centre, London and includes presentations, panel discussions, distinguished keynotes, and an open jury. It will not only celebrate the centenary of women at the AA but also provide a platform to discuss the themes of diversity, collaboration, and what gender means today, in order to promote change across the discipline and move forward to the future.

natura | 20

Konuşmacılar arasında, AA Mimarlık Okulu Geçici Yöneticisi Samantha Hardingham , AA Yönetim Kurulu Geçmiş Dönem Başkanı ve dRMM Mimarlık Ofisi’nin kurucu ortağı Sadie Morgan ve Mimar Elsie Owusu OBE yer aldı. Etkinlik aynı zamanda işbirlikçi ofisler Matrix, Muf ve Avustralya menşeli kolektif Parlour’un katılım gösterdiği bir panele de ev sahipliği yaptı.

Speakers include AA School Interim Director Samantha Hardingham and AA Council Past President and co-founder of dRMM Sadie Morgan, Architect Elsie Owusu OBE, as well as a discussion between the collaborative practices Matrix, Muf and Australian collective Parlour.

AA XX 100 Sergisi: 1917-2017 Dönemi Işığında AA Bünyesindeki Kadınlar ve Mimarlık Mesleği AA bünyesinde eğitim almış kadınların geçmişini, uluslararası kapsamını, azmini ve etkisini kutlamayı amaçlayan bu ücretsiz sergide; Zaha Hadid, Amanda Levete, Julia Barfield ve Patty Hopkins’in beğenilerinden oluşturulan resimler, çizimler ve modeller yer aldı. Sergide yer alan arşiv belgeleri ve tarihi fotoğraflar, 1917’den bu yana AA’daki kadınların yaşamına ve aynı zamanda AA mezunu değerli kadınlarla yapılan röportajlardan oluşan etkileşimli bir koleksiyon olan AA XX 100 Sözlü Tarih Projesi’ne ışık tuttu. Sergi, mimar ve AA Yönetim Kurulu Geçmiş Dönem Başkanı Eva Jiricna ve mimar Georgina Papathanasiou tarafından tasarlandı. Etkinlik, 9 Aralık’a kadar devam edecek.

Exhibition: AA XX 100: AA Women in Architecture 1917-2017 Celebrating the history, global reach, ambition and influence of AA-trained women, this free-to-visit exhibition includes paintings, drawings and models by the likes of Dame Zaha Hadid, Amanda Levete, Julia Barfield and Patty Hopkins. Archival material and historic photographs shine light on the life of women at the AA since 1917 as well as the AA XX 100 Oral History Project—which offers an interactive collection of interviews with esteemed AA alumnae. The exhibition is designed by the architect and AA Council Past President, Eva Jiricna and the architect, Georgina Papathanasiou. The exhibition will continue until December 9.

AA XX 100 Kitabı (Breaking the Mould): 1917-2017 Dönemi Işığında AA Bünyesindeki Kadınlar ve Mimarlık Mesleği AA Publications tarafından yayımlanan ve Dr. Lynne Walker ve Dr. Elizabeth Darling tarafından derlenen bu kitap, kadınların AA bünyesindeki geçmişlerine, İngiltere’de ve farklı ülkelerde gerçekleştirdikleri mimarlık, tasarım ve eğitim çalışmalarına odaklanarak, 1917-2017 arasındaki dönemi ele alıyor. Kitap, akademisyenler, mimarlar ve yazarlar tarafından kaleme alınmış denemeleri ve beraberinde sunulan zengin bir görsel arşivi de içeriyor. AA Mimarık Okulu Geçici Yöneticisi Samantha Hardingham, projeyle ilgili şunları söyledi: “AA XX 100 projesi ile AA’nın kadın öğrencilerinin son yüz yıl içerisinde İngiltere’deki ve dünyadaki mimarinin kalitesine verdiği katkıyı vurgulamayı amaçladık. Eski bir AA öğrencisi olmak, inanılmaz derecede yetenekli kadınlar ve erkeklerle birlikte çalışmış olmak ve şimdi de AA tarihinin ilk kadın yöneticisi olma şansına erişmek benim için gurur verici. 1917’den bu yana çok şey değişse de, gelecekte mimarlık eğitiminde, mesleğinde ve endüstrisinde çalışacak kadınlara ilham vermek ve onları bilgilendirmek adına bu projenin ortaya koyabileceği daha çok şey var. Umuyorum ki bu proje, hem kadınlar hem de mimarlar olarak sınırları zorlamaya devam etmek için herkesin hayal gücünü harekete gecirecektir.“ AA XX 100; AA ile önde gelen mimarlık tarihçileri Doç.Dr. Elizabeth Darling (Oxford Brookes Üniversitesi) ve Doç.Dr. Lynne Walker (Londra Üniversitesi Tarihsel Araştırmalar Enstitüsü) arasındaki işbirliğinin, proje kitabının editörlerinin, serginin küratörlerinin ve konferansı düzenleyen isimlerin değerli katkılarıyla gerçekleştirildi. Bu kişiler işbirliği içerisinde çalışarak, kadın akademisyenlerin ve öğrencilerin dört yılı aşkın bir sürede gerçekleştirdikleri araştırmalarına, konuşmalarına ve girişimlerine öncülük ettiler.

Book: AA Women in Architecture 1917-2017 Published by AA Publications and edited by Dr. Lynne Walker and Dr. Elizabeth Darling, the accompanying book considers the period from 1917-2017, offering an historical account of women at the AA and their subsequent work in architecture, design and education in Britain and the wider world. It includes original essays by academics, architects and writers, and a rich panoply of visual archival material. AA Interim Director Samantha Hardingham said of the project “With AA XX 100 we wanted to highlight the impact the AA’s women students have had on the quality of architecture in Britain and the world over the last one hundred years. I’m immensely proud to be a former AA student, to work amongst so many incredibly talented women and men, and now have the privilege to be the first female director of the AA at this historic moment. Though much has changed since 1917, there is much that this work can do to inspire and inform future generations of women in architectural education, the profession and industry. I hope this project fires the imagination of all to continue to push boundaries both as women and architects.” AA XX 100 sees the culmination of a collaboration between the AA and leading architectural historians Dr. Elizabeth Darling (Oxford Brookes University) and Dr. Lynne Walker (Institute of Historical Research, University of London), the editors of the book, curators of the exhibition and co-organisers of the conference. Together they have led over four years of research, talks and initiatives by women academics and students.

natura | 21


haberler | news

haberler | news

4. İSTANBUL TASARIM BİENALİ’NİN TEMASI VE AÇIK ÇAĞRISI DUYURULDU: OKULLAR OKULU 4TH ISTANBUL DESIGN BIENNIAL ANNOUNCES CONCEPT AND OPEN CALL: A SCHOOL OF SCHOOLS İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 22 Eylül-4 Kasım 2018 tarihleri arasında düzenlenecek 4. İstanbul Tasarım Bienali’nin teması, küratör Jan Boelen tarafından 12 Ekim’de Salon İKSV’de gerçekleştirilen bir basın toplantısıyla tanıtıldı. Geleneksel tasarım etkinliklerinin zaman ve mekân anlayışını esneterek yılın tümüne yayılacak programıyla 4. İstanbul Tasarım Bienali, nitelikli araştırma ve deneye olanak tanıyan, kent ve ötesinden güncel gelişmeleri öğrenime dâhil eden, üretken, süreç odaklı bir eğitim ve tasarım platformu olmayı hedefliyor. Okullar Okulu tasarımın, bilginin ve küresel bağlantılılık hâlinin günümüz İstanbul’unda ve ötesinde oynadığı rol üzerine düşünebilmek için çeşitli eğitim stratejilerini kullanan, sınayan ve gözden geçiren, çok platformlu bir bienal olacak. Tema duyurusuyla birlikte yaptığı açık çağrıyla Okullar Okulu, yalnızca tasarımcı ve düşünürleri değil, dünyanın dört bir yanında matematik ve doğa bilimleri gibi farklı alanlarda çalışan profesyonelleri ve öğrencileri bienalin odağındaki sekiz temayı birlikte keşfetmeye davet ediyor: Ölçüler ve Haritalar, Zaman ve Dikkat, Akdeniz ve Göç, Felaketler ve Depremler, Yiyecekler ve Gelenekler, Örüntü ve Ritim, Para ve Sermaye ve Parçalar ve Cepler. Sonuçlara olduğu kadar sürece de odaklanacak İstanbul Tasarım Bienali açık çağrısıyla tasarımcılar, mimarlar, biliminsanları, mühendisler, şefler, zanaatkârlar, aktivistler ve sekiz temadan biriyle ilgilenerek bir proje sunmak ya da sadece katılımcı olmak isteyen herkesi, 4. İstanbul Tasarım Bienali’nin parçası olmaya davet ediyor. Açık çağrı başvuruları 15 Aralık 2017 tarihine kadar okullarokulu.iksv.org ve aschoolofschools.iksv.org adreslerinden yapılabilir. Jan Boelen’ın küratörlüğünde düzenlenecek 4. İstanbul Tasarım Bienali’nde Vera Sacchetti yardımcı küratör, Nadine Botha asistan küratör olarak görev alacak.

Organised by the Istanbul Foundation for Culture and Arts (İKSV), the 4th Istanbul Design Biennial will be held from 22 September to 4 November 2018. Curator Jan Boelen announced the concept and open call at a press meeting held on Thursday, 12 October at Salon İKSV. In 2018, the 4th Istanbul Design Biennial will seek to consolidate the legacies of previous editions, and reinvent the biennial format into a productive process-orientated platform for researching, experimenting and learning. A School of Schools will manifest as a multi-platform biennial that uses, tests, and revises a variety of educational strategies to reflect on the role of design, knowledge, and global connectedness in contemporary Istanbul and beyond. The biennial will stretch both the space and time of the traditional design event, manifesting as a flexible year-long programme within which to respond to global acceleration, generating alternative methodologies, outputs and forms of design and education. Initiating an open call from 12 October, A School of Schools invites a broad range of designers and thinkers from around the world to explore eight themes: Measures and Maps, Time and Attention, Mediterranean and Migration, Disasters and Earthquakes, Food and Customs, Patterns and Rhythm, Currency and Capital, and Parts and Pockets. Focusing on the process as much as the outcomes, the biennial aims to create new knowledge, search for alternatives to implemented systems, and with radical diversity, push the boundaries of the design discipline. The open call is extended to all designers, architects, scientists, engineers, chefs, craftspeople, activists and everyone else, who would either like to propose or participate in a school or learning experiment. The deadline for submissions is: 15 December 2017. For the 4th Istanbul Design Biennial Jan Boelen is teaming up with Vera Sacchetti as Associate Curator and Nadine Botha as Assistant Curator.

Okullar Okulu Dünyadaki bilgi miktarı, her iki yılda bir, iki katından da fazla artıyor. İnsanlar daha önce hiç olmadıkları kadar bilgililer. İşinize de, aklınıza da sahip çıkabilmenin tek yolunun hayat boyu öğrenmeye devam etmek olduğu söylenip duruyor. Karatahtaların, sözlülerin, ezberlenmiş çarpım tablolarının, ceplerimizdeki cıvıl cıvıl eğlencelikler karşında en ufak bir şansı kalmadı. Bu esnada makinelerin kendileri de öğrenmeye başladılar. Sonunda insanların yapacağı bir şey kalıp kalmayacağı ve hangi insani yetilerin yerlerinin doldurulamaz olduğu merak konusu. Acaba okula dönmenin ve okulu baştan tasarlamanın vakti geldi mi? Bauhaus, Black Mountain Koleji, Global Tools, Sigma Group gibi alternatif tasarım eğitimi inisiyatifleri, deneyler ve yeni bilgiler için cesur alanlar açtılar. Bu inisiyatifler yalnızca tasarımın değil, genel anlamında eğitim ve öğrenimin de evrimleşmesine, kendini sorgulamasına ve sınırlarını zorlamasına yardımcı oldular. Tasarım dışındaki alanlarla da ilgilenen bu deneylerin birçoğu, yaşamanın, çalışmanın, diğerleriyle ve kendi kendimizle bağlantı kurabilmenin alternatif yollarını da test etti. Bu süreç bazlı deneysel araştırmalar aracılığıyla tasarımda yeni tezahürler, anlamlar ve sonuçlar ortaya çıktı. Günümüzde tasarım, sorgulamanın, gücün ve eylemliliğin bir biçimi haline geldi. Artık dünyadan ve hayatın kendisinden bile daha engin ve günlük hayatın her katmanına nüfuz ediyor. Tasarım disiplini gitgide daha fazla alana yayılmaya başladığı için, artık her soruna çözüm üretebileceğini iddia edemiyor. Hatta pek çok evrensel-küresel sistemin “herkese uyacak tek çözüm” yaklaşımındaki çatlaklar ve dışlayışlar gözle görülebilir hâle geldi. Benzer bir şekilde –çalışma alanları ve uygulayıcıları öteden

Curatorial Statement The amount of information in the world is more than doubling every two years. People know more than ever before. Lifelong learning is touted as the only way to keep a job and keep your head. Chalk and talk, and reciting multiplication tables has no chance against the animated distractions in our pockets. Meanwhile, the machines themselves have started learning too. What will be left for humans to do and which mental faculties remain irreplaceable are hot topics. Is it time to go back to school – and redesign it? Alternative design education initiatives have consistently provided a brave space for experimentation and new knowledge, from the Bauhaus to Black Mountain College, and from Global Tools to the Sigma Group. These initiatives have not only helped design evolve, question itself and push its own boundaries, but also education and learning in general. Not only concerned with design, many of these experiments have also tested alternative ways of living, working, and connecting with each other and ourselves. Through this process-based experiential research, new manifestations, meanings, and implications of design have surfaced. Today, design has become a form of enquiry, power and agency. It has become vaster than the world and life itself, permeating all layers of everyday life. As design becomes pervasive, the discipline can no longer claim to offer solutions to everything. In fact, the one-size-fits-all approach of many universal global systems is showing its cracks and exclusions. Similarly, design education – where the field and its practitioners have traditionally been reviewed and refined – now finds itself navigating new constraints and challenges regarding relevance, adaptability, accessibility, and finances.

natura | 22

beri denetlenen ve rafine edilen– tasarım eğitimi de etrafını alaka, uyumluluk, erişilebilirlik ve finans konularında yeni sınırlandırmalar ve mücadelelerle sarılmış olarak buldu. İstanbul Tasarım Bienali, tarihsel açıdan zengin bir bağlam içinde kurulmuş bir “tasarım üzerine eleştirel düşünme alanı” olarak, hem tasarımın hem de tasarım eğitiminin üretimini ve çoğaltılışını sorgulama imkânı sunuyor. 2018’deki 4. İstanbul Tasarım Bienali, önceki tasarım bienallerinin mirasının üzerine ekledikleriyle kendini yeniden icat ederek araştırma, deney yapma, kentten ve ötesinden yeni bir şeyler öğrenme imkânı sunan, üretken, süreç odaklı bir eğitim ve tasarım platformuna dönüşmeyi hedefliyor. 4. İstanbul Tasarım Bienali’nin başlığı Okullar Okulu. Geleneksel tasarım etkinliklerine dair zaman ve mekân anlayışını esneten bienalin, tasarım ve eğitim için alternatif yöntemler, sonuçlar ve biçimler üretilmesini sağlarken küresel boyuttaki ivmeye de ayak uydurabilecek, yılın tümüne yayılan bir programı olacak. Okullar Okulu yaratıcı üretimi, sürdürülebilir işbirliklerini ve toplumsal bağlantıların kurulmasını teşvik eden bir dizi dinamik öğrenme biçimi ortaya koyacak. Sekiz ayrı temayı inceleyen bu öğrenme yeri, güçlenmek, düşünmek, paylaşmak ve odaklanmak için bir ortam sağlayacak ve belirli durumlara karşılık veren cevaplar sunacak. Bienal, ansiklopedik müzelerden laboratuvarlara, atölyelere ve akademiye kadar, daha önce denenmiş ve onaylanmış eğitim modellerini kullanarak, sorgulayarak ve yeniden çerçeveleyerek anlamlı bir diyalog ve tasarım ortamı oluşturabilir mi? Tasarımın kendisi insanların bilgilerini ve cehaletlerini, tecrübelerini ve meraklarını paylaşabilecekleri cesur bir alan hâline gelebilir mi? Okullar Okulu, Türkiye ve dışından, farklı yaşlardan, disiplinlerötesi uygulamacıların katılımı sayesinde eski ve yeni bilgiyi, akademiyle amatörlüğü, profesyonellikle kişiseli bir araya getiriyor ve sonuçlara olduğu kadar sürece de odaklanıyor. Bu karmaşık ve iddialı ekosistemin eylemcileri hep birlikte yeni bilgiler yaratacak, yürürlükteki sistemlere alternatifler arayacak ve radikal bir çoğulculukla tasarım disiplininin sınırlarını zorlayacak.

As a space for critical reflection on design established in a historically rich context, the Istanbul Design Biennial offers the opportunity to question the very production and replication of design and its education. In 2018, the 4th Istanbul Design Biennial builds on the legacy of previous editions, in order to reinvent itself and become a productive process-orientated platform for education and design to research, experiment and learn in and from the city and beyond. Titled A School of Schools, the 4th Istanbul Design Biennial will stretch both the space and time of the traditional design event, manifesting as a flexible year-long programme within which to respond to global acceleration, generating alternative methodologies, outputs and forms of design and education. A School of Schools manifests as a set of dynamic learning formats encouraging creative production, sustainable collaboration, and social connection. Exploring eight themes, the learning environment is a context of empowerment, reflection, sharing and engagement, providing reflexive responses to specific situations. Can the biennial use, question and reframe previously tried-and-tested education models – from the museumas-encyclopedia to the laboratory, the studio and the academy – to create a setting for meaningful dialogue and design? Can design itself be a brave space for people to share their knowledge and ignorance, their experience and curiosity? Engaging multigenerational, transdisciplinary practitioners from Turkey and abroad, A School of Schools brings together old and new knowledge, academic and amateur, professional and personal, focusing on the process as much as the outcomes. Together, agents in this complex and ambitious ecosystem will create new knowledge, search for alternatives to implemented systems, and with radical diversity, push the boundaries of the design discipline.

Açık Çağrı: Okullar Okulu’nda Öğrenmekten Öğrenmek Okullar Okulu’nun öğrenmeye ihtiyacı var! Gezegenin her bir köşesinden, her türden bakış açısından ve tecrübeden öğrenmeye. Hem hâlihazırda yapılmakta olan deneylerden, hem de yeni yaklaşımlara dair fikirlerden, standartlaşmış modellerin dışına çıkan bir öğrenmeye. Bizi fiziksel olarak bir araya getiren ya da çevrimiçi birbirimize bağlayan, İstanbul’da veya ötesinde gerçekleşecek bir öğrenmeye. Okullar Okulu’nun konusu, öğrenmekten öğrenmek. Bu açık çağrı tasarımcılar, mimarlar, biliminsanları, mühendisler, şefler, zanaatkârlar, aktivistler ve akla gelebilecek herkes için. Okullar Okulu, İstanbul’da 22 Eylül ile 4 Kasım 2018 arasındaki altı haftalık yoğun döneme ek olarak kendisini birçok yerde, çeşitli formatlarla ortaya koyacak. Bienalin açık çağrısı, biri “okullar” diğeri “öğreniciler” için olmak üzere iki kola ayrılıyor. Okul formatı yoruma açık: bir saatlik dersten çevrimiçi bir ağa ya da alternatif bir üniversiteye; yerinde gözlemden ve diğer yöntemlerden eleştirel düşünce okullarına, her şey bu formata dahil olabilir. “Öğreniciler” ile kastedilen de tasarım konusundaki uzmanlığı, geçmişi ya da tecrübesi ne olursa olsun, bienaldeki okullardan birisine katılmaya istekli, keşif ve dönüşüm konusunda zihin açıklığı sergileyebilecek olan kişiler. Bienal, finansal destek sağlanması ve erişimle ilgili diğer meselelerin çözülmesi için gayret gösterecek olsa da başvuranların bu konularda da yaratıcılık sergilemeleri bekleniyor. Hem “öğreniciler” hem de “okullar” arasında yer almak için yapılacak başvuruların 4. İstanbul Tasarım Bienali’nin inceleyeceği temalardan bir ya da birkaçıyla bağlantı kurması gerekiyor. Okullar Okulu, öğrenmeye tutkuyla yaklaşan ve öğrenme kapasitesi yüksek, öğrenmeye olduğu kadar öğrenmeyi ifade edilebilir bir şeye dönüştürmeye de odaklanan önerilere öncelik tanıyacak.

Open Call: Learning from Learning at A School of Schools An open call is extended to all designers, architects, scientists, engineers, chefs, craftspeople, activists and everyone else. Fuelled by a research and process-orientated approach, A School of Schools will manifest in a variety of formats in many locations, in addition to the six-week intensive in Istanbul from 22 September to 4 November 2018. Divided into a call for ‘schools’ and a call for ‘learners’, the open call is twofold. The format of a school is open for interpretation – from a one hour class or tutorial, to an online network or alternative university; from in situ observation and other methodologies, to critical schools of thought. The learners are anyone who would like to participate in a school, and can demonstrate an openness to discovery and transformation, regardless of design expertise, background or experience. The biennial will endeavour to address matters of financial support and other accessibility issues but encourages resourcefulness. Both learners and schools are urged to connect their applications to one or more of the themes under scrutiny for the 4th Istanbul Design Biennial. Besides those who demonstrate a capacity and passion for learning, A School of Schools will give preference to proposals that are committed to not only learning but translating the learning into a communicable form. To submit your application, please visit: aschoolofschools.iksv.org/en

“Okullar” için çağrı Bireyler, kolektifler ve kurumlar, uygulama ve sergileme konusunda niyet, uygunluk ve kaynak belirtmeye ve eski veya yeni eğitim modelleri önermeye davet ediliyor. Eğitim modelleri atölye, laboratuvar, ders, üniversite, çevrimiçi ağ, kamp, okul gezisi veya başka farklı şekiller alabilir; ancak “okul” formatında sunulmalıdır. Öneri yalnızca araştırma, yöntembilim, süreç ve okul süresini (bir saatten bir yıla kadar herhangi bir süre olabilir) değil aynı zamanda elde edilmesi beklenen sonuçları da içermelidir. Okullar sabit konumlu, gezici ya da dijital olarak kurgulanabilir. Var olan öğrencileriyle halihazırda kurulu bir okul da, bir grup öğreniciyi bir araya getirmeyi hedefleyen yeni bir oluşum da önerilebilir. Geleneksel pedagojik teorileri ve öğrenci-öğretmen, soru-cevap gibi çift kutuplulukları yıkan ya da yeni bir çerçeveye oturtan, süreci bir sergiyle sonuçlandırabileceğini net bir şekilde gösteren okullara öncelik tanınacaktır.

Call for schools Individuals, collectives and organisations are invited to express interest, indicate availability and resources, and propose new and old educational models for implementation and exhibition. Educational models should be presented in the format of a ‘school’, whether workshop, laboratory, tutorial, university, online network, camp, field trip or any other format. The proposal should not only include research, methodology, process, and duration of the school – from one hour to one year – but also its outcome. Schools may be location-specific, travelling or digital; and can either be submitted with a predefined set of participants, such as an existing school with existing students, or open to establishing a group of learners. Schools that subvert or reframe traditional pedagogical theories and binaries such as teacher and student, question and answer, and demonstrate a clear exhibition output will be given preference.

“Öğreniciler” için çağrı İnsanlar, dijital robotlar ve makineler de dahil olmak üzere her türlü disiplinden öğreniciler okullara katılmaya ve belirli temalara olan ilgilerini belirtmeye davet ediliyor. Öğrenicilerden, çalışmalarından oluşan bir portfolyo, öğrenmek için gerekli tutku ve altyapıya sahip olduklarını gösterecek bir ifade metni ve başvuru formunda bulabilecekleri bir beceri tablosu hazırlamaları bekleniyor. Okullar Okulu, kendileri geliştikçe paylaşma istekleri de artacak, keşfedilecek perspektiflere katkıda bulunacak, heyecan verici öğrenicileri bir araya getirecek.

Call for learners Learners - including people, bots and machines - from all disciplines are invited to apply to participate in the schools and express interest in particular themes. A portfolio of existing work, an expression of passion and capacity to learn, and a skills matrix are required. A School of Schools will curate an exciting cast of learners willing to share as much as they grow, and contribute to the range of perspectives explored. natura | 23


haberler | news

haberler | news

21. İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ BAŞLIYOR THE 21ST ISTANBUL THEATRE FESTIVAL BEGINS 21. İstanbul Tiyatro Festivali, 13-26 Kasım tarihleri arasında, zengin bir programla tiyatroseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Festivalde, iki hafta boyunca, yurtdışından 6, Türkiye’den 13 oyun ve yan etkinlikler, 18 farklı mekânda tiyatroseverlerle buluşacak. İlk kez 1989 yılında gerçekleştirilen, yerli ve yabancı tiyatro, dans ve per formans topluluklarının izleyiciyle buluştuğu uluslararası bir etkinlik olan İstanbul Tiyatro Festivali, 20 02 yılından beri iki yılda bir Mayıs ayında düzenleniyordu. Festival bu sene yıllık seyrine geri dönüyor ve iki hafta boyunca ulusal ve uluslararası, klasik ve çağda ş yorumları izleyiciler ile buluşturuyor. 21. İstanbul Tiyatro Festivali’nde yurtdışından 6, Türkiye’den 13 olmak üzere 19 tiyatro dans ve performans topluluğunun 55 gösterisinin yanı sıra yan etkinlikler programında bulunan okuma tiyatrosu, söyleşi ve kitap tanıtımları, film gösterimleri, atölye çalışmaları ve ustalık sınıfları gibi ücretsiz etkinlikler de gerçekleştirilerek. Festivalin Uluslararası Konukları 21. İstanbul Tiyatro Festivali bu yıl yurtdışından 6 tiyatro ve dans topluluğunu konuk ediyor. Festivalde Antik Yunan tiyatrosunun efsanevi yönetmeni Theodoros Terzopoulos’un kurucusu ve yönetmeni olduğu Attis Tiyatrosu, yedi yıl aradan sonra Bir Dahaile, bu yıl Onur Ödülü’nü alacak kural tanımayan koreografileriyle dünya çapında ses getiren Fransız koreograf Angelin Preljocaj ise son eseri Fresk ile izleyicilerle buluşacak. Shakespeare’in ölümsüz oyunu III. Richard ise çağdaş tiyatro sahnesinin en heyecan verici isimlerinden Thomas Ostermeier’in yorumuyla sahnelenecek. Festival seyircisinin 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelenen Hamlet’teki performansıyla hatırlayacağı Lars Eidinger, III. Richard karakteriyle izleyenleri yine büyüleyecek. Festival programında ayrıca İtalyan katılımcı tiyatro topluluğunun hem çocukları hem de büyükleri dünyaya kelebeklerin gözünden bakmaya davet ettiği Kelebekler, Portekizli yönetmen Pedro Penim’in 2017’den başlayarak bir melankoli atlasının kılavuzluğunda zamanda yolculuğa çıkaran performansı Önce ve Lübnan asıllı Kanadalı oyun yazarı ve yönetmen Wajdi Mouawad’ın hem yazıp hem yönettiği hem de oynadığı, Mouawad’ın kişisel arayışına dair duygu yüklü bir oyun olan Yalnız yer alıyor. Festivalin Yerli Yapımları 21. İstanbul Tiyatro Festivali programında Türkiye’den 13 yapım yer alıyor. Festivalin ilk oyunu çağdaş tiyatro sahnemizin dikkat çekici yönetmenlerinden Serdar Biliş’in güncel yorumu ile Çehov klasiği Martı, Pürtelaş Tiyatro prodüksiyonu ve güçlü oyuncu kadrosuyla seyircisiyle buluşacak. 21. İstanbul Tiyatro Festivali programında B Planı prodüknatura | 24

The 21st edition of the Istanbul Theatre Festival will take place between 13 and 26 November 2017. The festival will once again offer theatregoers an extensive programme, featuring a range of plays, dance shows and performances, 13 from Turkey and 6 from abroad, in 18 different venues. Starting with 2017, Istanbul Theatre Festival returns to an annual cycle after 15 years of being held biennially. The festival is familiar with raising its curtains once a year, as it was the case from its initiation by İKSV in 1989 until 2002. Istanbul Theatre Festival will once again enrich Istanbul’s cultural life with its wide programme of international and local theatre and dance performances and events every year, however this time, in November. The 21st Istanbul Theatre Festival will present a total of 55 performances by 19 theatre and dance ensembles -6 from abroad and 13 from Turkeyin 18 different venues. The festival programme also features a number of events including panels, film screenings, master classes and workshops with the participation of international guests and experts. Festıval’s Internatıonal Productıons T h e 2 1s t I s t a n b u l T h e a t r e F e s t i v a l h o s t s 6 t h e a t r e a n d dance ensembles from abroad. The festival audience will meet with the play Encore, the final chapter of the trilog y which star ted with Alarme and continued with Amor staged by the At tis Theatre, founded and d i r e c t e d b y t h e l e g a n d a r y T h e o d o r o s Te r z o p o u l o s . T h e French choreographer Angelin Preljoc aj, who will rec e i v e t h e H o n o r a r y A w a r d t h i s y e a r, w i l l a l s o m e e t t h e a u d i e n c e w i t h h i s l a t e s t w o r k L a F r e s q u e . S h a k e s p e a r e ’s immor t al play Richard III will br ing theatre lover s to g e t h e r w i t h t h e i n t e r p r e t a t i o n o f T h o m a s O s t e r m e i e r. The festival programme also includes the Italian imm e r s i v e t h e a t r e e n s e m b l e T P O ’s F a r f a l l e , w h i c h i n v i t e s audiences of all ages to see the world through the eyes o f t h e b u t t e r f l i e s , P o r t e g u e s e d i r e c t o r P e d r o P e n i m ’s Before,a per formance that travels back in time, and Seuls an emot iona lly charged play by Lebanese- Canad i a n p l a y w r i g h t a n d d i r e c t o r Wa j d i M o u a w a d a b o u t h i s s e a r c h f o r h i m s e l f. Festıval’s Local Productıons 12 plays from Turkey will have their premieres at the festival. The first one will be Checkhov’s The Seagull directed by one of the remarkable directors of Turkey’s contemporary theatre stage Serdar Biliş with the production of Pürtelaş Tiyatro. The 21st Istanbul Theatre Festival programme also includes the B Planı production Home, written and directed by Sami Berat Marçalı, The Dinner, adapted from the novel

siyonu Sami Berat Marçalı’nın yazıp yönettiği öteki olmak, göçmenlik ve iletişim meseleleri çevresinde kurguladığı oyunu Yuva, Semaver Kumpanya’dan yönetmen Volkan M. Sarıöz’ün rejisiyle Herman Koch’un aynı adlı romanından uyarlanan Akşam Yemeği, Bakırköy Belediye Tiyatroları’ndan Ceren Ercan’ın yazdığı ve Yelda Baskın’ın yönettiği Seni Seviyorum Türkiye ve Shakespeare ile oyunlar oynamayı seven Kemal Aydoğan’ın yönetiminde Fırtına da sahneleniyor. Festival programında ayrıca; İsviçreli oyun yazarı Friedrich Dürrenmatt’ın yazdığı, usta tiyatrocu Ahmet Mümtaz Taylan yönetmenliğinde DasDas Sahne prodüksiyonuyla Uyarca, tiyatromuzun büyük ustası Genco Erkal’ın yönettiği ve çağın en can yakıcı derdine değinen Göçmenleeeer, Galata Perform’un yerli tiyatro yazınına yeni soluklar kazandırdığı Yeni Metin Yeni Tiyatro projesinin bir ürünü olan When In Rome Mesut Arslan’ın şaşırtıcı rejisiyle, işlerinde bedenin olanaklarını araştıran, yeni nesil tiyatronun başarılı isimlerinden yönetmen Mirza Metin’in tasarlayıp yönettiği Şermola Performans yapımı olan Panopticon yer alıyor. Çağdaş dans sanatçısı Canan Yücel Pekiçten; konsepti ve koreografisi kendisine ait olan performansı All About The Heart ile üç farklı operaya konu olmuş üç kadın karakterin öyküsünü bildiğimizin ötesinde bir yorumla sahneye taşırken, çalışmalarını beden, ses ve ritim ilişkisi üzerine yoğunlaştıran çağdaş dans ikilisi Taldans ise, ilk Rus fütürist operası Güneşin Zaptı’nı festival seyircisiyle buluşturuyor. Türkiye edebiyatının insanın karanlık tarafını anlatan derin ve sessiz ustası Nahid Sırrı Örik’in, bugüne dek hiç sahnelenmeyen yapıtı İhanet Ankara Devlet Tiyatroları tarafından Özen Yula yönetiminde sahneleniyor. Zorlu Holding’in düzenlediği Bir Hayal Bir Oyun yarışmasının kazananı dokuz yaşındaki Gökhan Kızıklı’nın sınır tanımayan hayalleri, Serdar Saatman’ın uyarlaması, Gaye Cankaya’nın yönetmenliğini üstlendiği Zorlu Çocuk Tiyatrosu’nun yapımı Karton Şehirsahneye taşınıyor.

with the same title by Herman Koch under the direction of Volkan M. Sarıöz and staged by Semaver Kumpanya, I Love You Turkey, written by Ceren Ercan from Bakırköy Municipality Theatre and directed by Yelda Baskın, and The Tempest, directed by Kemal Aydoğan, who likes to play around with Shakespeare. The festival programme includes The Collaborator by DasDas Sahne written by the Swiss playwright Friedrich Dürrenmatt and directed by the theatre master Ahmet Mümtaz Taylan, Migraaaants directed by another master Genco Erkal and referring to the most urgent issue of the era, When In Rome, staged by Galata Perform’s brand new project Yeni Metin Yeni Tiyatro, and a Şermola Performans’ production Panopticon, designed and directed by Mirza Metin, a successful name of new generation theatre who aims to explore the possibilities of the body in his works. Contemporary dance artist Canan Yücel Pekicten and her concept and choreography in All About The Heart, tell the story of three female characters who have been the subject of three different operas; whereas Taldans, a contemporary dance duo concentrating their work on the relationship of body, sound and rhythm, bring the first Russian futurist opera Victory Over the Sun together with the festival audience. A profound and silent master of the human darkness of Turkish literature, Nahid Sirri Örik’s never-before-staged play Betrayal will meet the audience for the first time, directed by Özen Yula and staged by Ankara State Theatre. The boundless dream of nine-year-old Gökhan Kızıklı, the winner of the contest “A Dream, A Play, organised by Zorlu Holding, is being staged with the title Carton City, under the adaptation of Serdar Saatman, direction of Gaye Cankaya directing and production of Zorlu Children’s Theatre.

Festivalin Yan Etkinlikleri 21. İstanbul Tiyatro Festivali’nde gösterilerin yanı sıra 10’nun üzerinde okuma tiyatrosu, söyleşi ve kitap tanıtımları, film gösterimleri, atölye çalışmaları ve ustalık sınıfları da ücretsiz gerçekleştirilecek. Antik Yunan tiyatrosunun yaşayan efsanesi, Attis Tiyatrosu’nun kurucusu ve yönetmen Theodoros Terzopoulos, Dionysos’un Dönüşü kitabının da tanıtılacağı bir söyleşi ve Küreselleşme Çağında Oyuncu başlıklı panelde izleyiciyle bir araya gelecek. Yönetmenin festival kapsamında sahnelenecek ve bir üçlemenin son halkası olan Bir Daha eserinin ilk oyunları olan Alarme ve Amor’nun beyazperde gösterimleri de yapılacak. Yan etkinlikler kapsamında İsveçli yönetmen ve oyun yazarı Mattias Andersson tarafından kaleme alınan İyi Davranışlar’ın okunacağı, Yiğit Özşener yönetmenliğinde bir okuma tiyatrosu ve ardından yazarın katılımıyla bir söyleşi gerçekleştirilecek. Yan etkinlikler programında ayrıca dans ve performans sanatçısı Tuğçe Tuna ve İsveçli yönetmen, dramaturg ve müzisyen Johan Petri ve Türkiye Eleştirmenler Birliği işbirliğinde birer atölye çalışması, Festivalin onur ödülü sahibi Angelin Preljocaj’ın çağdaş yorumu ile sahneye koyduğu Blanche Neige’in ve Oliver Assayas tarafından Preljocaj yapıtı Eldorado’nun prova sürecinde çekilen belgesel Eldorado/Preljocaj’ın gösterimleri, Studio Oyuncuları’nın kurucusu ve çok sayıda başarılı oyuncunun “hoca”sı Şahika Tekand’dan bir ustalık sınıfı ve “Türkiye ve Avrupa’da Çocuklar İçin Kültür ve Sanat” başlıklı bir söyleşi yer alıyor.

Festıval’s Sıde Events The festival programme also features a number of free of charge events including panels, film screenings, master classes and workshops with the participation of international guests and experts. The living legend of the ancient Greek theatre, the founder and director of the Attis Theatre, Theodoros Terzopoulos will meet with the audience in a panel entitled The Actor in the Era of Globalization as well as another panel where his book The Return of Dionysos will be introduced. While the director’s play Encore, as the last part of a trilogy, will be staged at the festival, the audience will have a chance to see the screenings of the first two plays of the trilogy Alarme and Amor. The side events also include the staging of Acts of Goodness written by the Swedish director and playwright Mattias Andersson and directed by Yiğit Özşener at the festival as a reading theatre, as well as workshops by the dance and performance artist Tuğçe Tuna, the Swedish director, dramaturge and musician Johan Petri and the Association of Theatre Critics in Turkey. The festival will also feature film screenings of Blanche Neige with Angelin Preljocaj’s contemporary interpretation and Oliver Assayas’ documentary Eldorado/Preljocaj, which chronicles the rehearsal process of Preljocaj’s Eldorado. Other side events of the festival are a master class with the founder of Studio Oyuncuları (The Studio Players) Şahika Tekand and a panel titled “Arts and Culture for Children in Turkey and Europe.” natura | 25


haberler | news

haberler | news

ARTİST 2017 / 27. İSTANBUL SANAT FUARI BAŞLADI ARTIST 2017 / 27th ISTANBUL ART FAIR HAS STARTED

ARTİST 2017 / İstanbul Sanat Fuarı, 27 yıldır olduğu gibi bu yıl da TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi, Beylikdüzü’nde, 4-12 Kasım tarihleri arasında gerçekleşti. Bu yıl 27. kez kapılarını açan ARTİST 2017 / İstanbul Sanat Fuarı, 7 no’lu ana salonunda pek çok galeriyle birlikte ÜTOPYA teması kapsamında büyük bir projeye; 8 no’lu salonda ise bağımsız genç sanatçılara ve etkinliklere ev sahipliği yaptı. ARTİST 2017 toplamda 12 bin metrekareyi aşkın iki salonunda 9 gün boyunca sanatseverlerle yüzlerce sanatçının bini aşkın eserini buluşturdu. İstanbul Sanat Fuarı’nın, her yıl sanat alanındaki çalışmaları nedeniyle verilen onur ödülleri de sahiplerini buldu. Plastik Sanatlara önemli katkıları nedeniyle Sanatçı Onur Ödülü Sayın Nur Koçak’a, Sanat Tarihçisi / Eleştirmen Onur Ödülü Sayın Ali Artun’a, Koleksiyoner Onur Ödülü Sayın Yunus Büyükkuşoğlu’na değer görülürken, Sanatsever Kurum Onur Ödülü ise FARPLAS’a verildi. Ödüller 06 Kasım günü düzenlenen geleneksel TÜYAP Onur Yemeği’nde sahiplerini buldu. Fuarda Onur Ödülleri kapsamında Nur Koçak’ın yapıtlarından oluşan özel bir serginin yanı sıra Yunus Büyükkuşoğlu koleksiyon sergisine de geniş yer verildi. Sanat teorisine ve eleştirisine uzun yıllar emek vermiş olan sanat tarihçisi/eleştirmen Ali Artun’un kurucusu olduğu internet üzerinden yayın yapan sanat tarihi ve eleştiri e-dergisi E-SKOP fuarın 7. salonunda yer alan “ÜTOPYA” projesine bir “sanat indeksi” ile katkı sağladı. ARTİST 2017 ayrıca AICA Türkiye’nin davetiyle Julian Stallabrass’ı ağırladı. İngiliz sanat tarihçisi ve eleştirmen Stallabrass, 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan SANAT A.Ş. kitabında çağdaş sanat ve bienaller üzerine eleştirel bir yaklaşımla, çağdaş sanatın hayat ile mesafesini tartışmış; sanatçı, üretim ve neoliberal odaklar arasındaki ilişkiyi irdelemişti. Julian Stallabrass, İstanbul Sanat Fuarı’nın davetlisi olarak “Küreselleşen Sanat, Popülizm ve Eleştiri” konulu panelde konuşmacı olarak yer aldı. Panel 7 nolu salon içindeki etkinlik alanında gerçekleşti. İstanbul Sanat Fuarı’nın 7 no’lu ana salonunda Evin Sanat Galerisi, Karşı Sanat Çalışmaları, Gürel Art Space, Akademililer Sanat Merkezi, Art Department, Versus Art Project, Galeri Baraz, D’Art Gallery, Galeri BU, Alanistanbul, Galeri Soyut, Doruk Sanat Galerisi, Galeri Diani ve daha birçok galerinin yanı sıra Galeri Schmidt ve NeoArtProject gibi, natura | 26

ARTIST 2017 / Istanbul Art Fair, took this year at TÜYAP Fair and Convention Center, Beylikdüzü, just as it has been for 27 years, between November 4-12. Opening its doors for the 27th edition this year, ARTIST 2017 / Istanbul Art Fair, hosted an extensive project in the scope of the theme UTOPIA, at the main hall number 7 with numerous galleries; accompanied by independent young artists and events at hall number 8. ARTİST 2017 has brought together the art enthusiasts with the works of hundreds of artists in two halls spreading over 12,000 sqm throughout 9 days. The Istanbul Art Fair’s honorary awards, which are given each year for the works in the field of art, has also been presented to their recipients. For their significant contributions to plastic arts; Dear Nur Koçak has received the Artist Honor Awards; Dear Ali Artun has received the Art Historian / Critic Honor Award; Dear Yunus Büyükkuşoğlu has received the Collector Honor Award while FARPLAS has been deemed worthy of the Artistic Institution Honor Award. The awards are presented to the recipients at the traditional TÜYAP Honors Dinner on November 6. Within the scope of the Honor Awards, the fair also hosted a special exhibition consisting of works by Nur Koçak, and also gave wide coverage to the collection exhibition by Yunus Büyükkuşoğlu. E-SKOP, an online magazine on art history and criticism; which was founded by art historian/critic Ali Artun, who made great efforts for art theory and critic for many years, contributed to the “UTOPIA” project located in the 7th hall of the fair with an “art index”. ARTIST 2017 also hosted Julian Stallabrass with the invitation of AICA Turkey. Stallabrass, a British art historian and critic, discussed the extent between contemporary art and life in his book entitled ART INCORPORATED, which was published by İletişim Publishing House, through a critical approach that focused on contemporary art and biennials; and further tackled the relations between the artists, productions and neoliberal groups. As the guest of the Istanbul Art Fair, Julian Stallabrass participated in the event as a keynote speaker for the panel entitled “Globalizing Art, Populism and Criticism”. The panel took place at the event area located in the hall no: 7. The 7th main hall of Istanbul Art Fair, hosts numerous galleries such as Evin Art Gallery, Karşı Art Studies, Gürel Art Space, Akademililer Sanat

İtalya ve İsviçre başta olmak üzere yurtdışından da galeriler ve projeler yer aldı. TÜYAP’ta bir “ÜTOPYA” yarattık İstanbul Sanat Fuarı, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da kavramsal bir projeye alan açtı: ÜTOPYA. “Lidersiz, hayalperest ve çatışmalı bir duyusal kamusal alan” olma hedefiyle, ekonomik ve sembolik kar amacı olmayan bir takım oyunu oluşturdu. 4-12 Kasım tarihleri arasında tüm katılımcıları her anlamda sınır ötesi bir deyim alanını kolektif olarak üretmeye, ütopyaları nostaljiden, ahlaki tuzu kuruluktan, popülist propagandadan ve umutsuzluktan kurtarmaya davet etti. 27. İstanbul Sanat Fuarı, ütopyaları tarihsel, kavramsal ve güncel olmak üzere üç ana başlık altında ele aldı; sergiler, konserler, performanslar, tartışmalar, atölyeler, gösterimler ve yayınlar ile bu üç ana başlıkta ütopyaları keşfe çıktı. 13. yüzyıl Anadolu Dervişleri’nden, Sovyet Avangardı’na; Cyborglar ve bilim kurgu edebiyatından, alternatif ekonomilere, ekolojik hareketlerden ve pedagojik deneyimlere uzanan bir çizgide Ütopya kavramının taşıdığı farklı zamansallık anlayışlarının siyasi boyutlarını araştırmaya açtı. Sergi; kavramsal olarak ütopyayı, nostalji ve özgürlük, politika ve estetik, sanat ve tasarım ilişkileri bağlamında ele alırken “Gerçekçi Ütopyalar” alt başlığı ile ekonomik kriz dalgalarıyla daha da önem kazanmış üretim ve tüketim kooperatiflerine, queer ve feminist yaşam biçimine, bedende ve doğada soluk alan ütopyalara yer verdi. Ütopya literatürü, bugünü feda etmeden ve bugüne tutsak olmadan henüz oluşmamış bir geleceğin muştulanmasına imkân tanıyan zengin bir kaynak olarak yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Proje kapsamında birçok küratör, yapı, inisiyatif, kurum ve galeri yer aldı, ayrıca çeşitli atölye çalışmaları düzenlendi. Ayrıca fuar boyunca 7. salonda yer alan ana sahne performanslar, konserler ve söyleşilerle dolup taştı. Müzikle plastik sanatlar arasındaki sınırları aşan bir ekip, AID ve Robonima: Gramafonia, Cinuty, Wilsondub, A.I.R No 2, Şevket Akıncı, Ulaş Özdemir, Volkan İncüvez gibi değerli katılımcılar ana sahnede performanslarını sergiledi. Kapılarını 13 yıldır genç sanatçılara, gruplara, inisiyatiflere ve üniversitelerin güzel sanatlar fakülteleri öğrencilerine açan ARTİST, bu yıl da 8 No’lu Salon’da bağımsız genç sanatçılara yer verdi. Bu vesileyle genç sanatçıların ve güzel sanatlar öğrencilerinin galerilerle iletişimine, projelere katılımına ve ortak projeler üretmesine imkân sağladı. ARTİST 2017’nin 8. salonunda 30’u aşkın inisiyatif ve grubun yanı sıra Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İstanbul Kültür Üniversitesi ve Uluslararası Knidos Kültür ve Sanat Akademisi’nin de içinde olduğu kurumlar yer aldı. Ayrıca Hüsamettin Koçan’ın, doğduğu topraklar olan Bayburt’taki eski adıyla “Baksı” yeni adıyla Bayraktar köyünde, 7 sene önce kurmuş olduğu BAKSI Müzesi de bu seneki fuara 2013’ten bu yana gerçekleştirdiği Öğrenci Sanat Şenliği’ni taşıdı. 27. İstanbul Sanat Fuarı, her yıl olduğu gibi, TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım AŞ tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile düzenlenen 36. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ile eş zamanlı olarak gerçekleştirildi.

Merkezi (Art Center of Academics), Art Department, Versus Art Project, Gallery Baraz, D’Art Gallery, Gallery BU, Alanistanbul, Gallery Soyut, Doruk Art Gallery and Gallery Diani; along with galleries and projects such as Gallery Schmidt and NeoArtProject, coming from abroad with Italy and Switzerland being in the first place. We created a “UTOPIA” at TÜYAP The Istanbul Art Fair, like the last year, opened a platform for conceptual project: UTOPIA. With the goal of becoming a “leaderless, imaginative and controversial sensory public space”, it set up a team play seeking no economic or symbolic profit. Between November 4-12; it invited all participants to collectively create an expression space far beyond borders in every sense and aimed to save utopias from nostalgia, moral well-situatedness, populist propoganda and despair. The 27th Istanbul Art Fair tackled utopias under three main categories: historical, conceptual and actual; exhibitions, concerts, performances, discussions, workshops, screenings and publications, embarked on an expedition to explore utopias through these three main categories. Ranging from the 13th century Anatolian Dervishes, to the Soviet Avant-garde; from Cyborgs and sci-fi literature to alternative economies; from ecological movements to pedagogic experiences; it tackled the different temporalities of the Utopia notion, for further exploring their political dimensions. While the exhibition meditated on utopia as a concept in terms of the context between nostalgia and freedom, politics and aesthetics, art and design; it also made room for production and consumption cooperatives that gained more importance due to waves of financial crises, queer and feminist lifestyles, and utopias that breathe in the body and nature, with the subtheme “Realist Utopias”. The utopia literature awaits to be rediscovered today as a rich resource that allows a non-existing future to be celebrated without sacrificing today or being its prisoner. The project included many curators, organizations, initiatives, institutions and galleries, as well as various workshop activities. Additionally, the main stage on the 7th hall, has been filled with performances, concerts and interviews throughout the fair. Crossing the limits between music and plastic arts, AID and Robonima; valuable participants such as Gramafonia, Cinuty, Wilsondub, A.I.R No 2, Sevket Akıncı, Ulaş Özdemir and Volkan İncüvez, presented their performances on the main stage. ARTIST, which has been including young artists, groups, initiatives and the students of the fine arts faculties of universities for 13 years, once again welcomed independent young artists in Hall no: 8. This allowed young artists and fine arts students to communicate with the galleries, participate in the projects and produce collective projects. There were more than 30 initiatives and groups in ARTİST 2017’s 8th hall, as well as institutions such as Mimar Sinan University Fine Arts Faculty, Istanbul Kültür University and International Knidos Culture and Arts Academy. Additionally, the BAKSI Museum, which was founded by Hüsamettin Koçan 7 years ago in Bayburt’s Bayraktar village, currently known as “Baksı” village and the land where he was born, presented the Student Arts Festival which has been carried out since 2013. The 27th Istanbul Art Fair, like every year, was organized concurrently with the 36th International Istanbul Book Fair, which is held by TÜYAP Fairs and Exhibitions Organization Inc., in cooperation with the Turkish Publishers Association.

natura | 27


haberler | news

ATÖLYE MUĞLA BİR: 13 İLÇEDE 13 ATÖLYE ATÖLYE MUĞLA BİR: 13 İLÇEDE 13 ATÖLYE Atölye Muğla Bir ekibi ve gönüllüleri, çeşitli şehirlerden ve tasarım disiplinlerinden katılımcılarla birlikte, Muğla’nın 13 ilçesinde, 65 gün süren atölye sürecini tamamladı. Muhtarlar, kooperatifler, dernekler, ilçe belediyeleri, Muğla’dan ve diğer kentlerin sakinleri ve Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili birimleri ile işbirliği içinde gerçekleştirilen kamplar, Muğla’nın kültürel birikiminin, toprağın bereketinin, yaşamın zenginliklerinin ve birlikte hareket etmenin öneminin yeniden fark edilmesini sağladı. Atölyelerin içerik üretimleri ve planlanmasında, Muğla Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı, İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı, KUDEB, Planlama Birimleri, Turizm, Gençlik ve Spor Dairesi Başkanlığı, Deniz ve Kıyı Tesisleri Birimi, Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlığı ile işbirliği içinde çalışıldı. Yaz sürecinin, Bayram öncesi etabında tamamlanan 7 kampta, katılımcılar Köyceğiz Beyobası’nın üretken seralarından, Milas Kızılcayıkık’taki verimli mera topraklarına; Yatağan’da Osman Hamdi Bey Evi’nden, Datça Sındı’nın 41 çeşit bademine; Menteşe Karabağlar Yaylası’ndan Muğla Ovası’na; Bodrum’un yüzlerce sarnıcından, Kavaklıdere’deki bakırcılık belleğine dek birçok değeri, üretenlerle birlikte, yerinde deneyimlediler.

Atölye Muğla Bir ekibi ve gönüllüleri, çeşitli şehirlerden ve tasarım disiplinlerinden katılımcılarla birlikte, Muğla’nın 13 ilçesinde, 65 gün süren atölye sürecini tamamladı. Muhtarlar, kooperatifler, dernekler, ilçe belediyeleri, Muğla’dan ve diğer kentlerin sakinleri ve Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili birimleri ile işbirliği içinde gerçekleştirilen kamplar, Muğla’nın kültürel birikiminin, toprağın bereketinin, yaşamın zenginliklerinin ve birlikte hareket etmenin öneminin yeniden fark edilmesini sağladı. Atölyelerin içerik üretimleri ve planlanmasında, Muğla Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı, İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı, KUDEB, Planlama Birimleri, Turizm, Gençlik ve Spor Dairesi Başkanlığı, Deniz ve Kıyı Tesisleri Birimi, Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlığı ile işbirliği içinde çalışıldı. Yaz sürecinin, Bayram öncesi etabında tamamlanan 7 kampta, katılımcılar Köyceğiz Beyobası’nın üretken seralarından, Milas Kızılcayıkık’taki verimli mera topraklarına; Yatağan’da Osman Hamdi Bey Evi’nden, Datça Sındı’nın 41 çeşit bademine; Menteşe Karabağlar Yaylası’ndan Muğla Ovası’na; Bodrum’un yüzlerce sarnıcından, Kavaklıdere’deki bakırcılık belleğine dek birçok değeri, üretenlerle birlikte, yerinde deneyimlediler.

Köyceğiz Beyobası’nda İnfografik Atölyesi Köylüye alım garantisi verilerek süs bitkiciliğini geliştirerek, bölge köylerini nasıl kalkındırabiliriz? Atölye Yürütücüleri: Selim Tanrıseven, Şener Soysal

Köyceğiz Beyobası’nda İnfografik Atölyesi Köylüye alım garantisi verilerek süs bitkiciliğini geliştirerek, bölge köylerini nasıl kalkındırabiliriz? Atölye Yürütücüleri: Selim Tanrıseven, Şener Soysal

Milas Kızılcayıkık’ta Mimari Tasarım Atölyesi İmece kültürünü canlandırarak, sütü pazara en hızlı ve sağlıklı sunarak, köylünün gelirini nasıl artırabiliriz? Atölye Yürütücüsü: Bilge Kobaş

Milas Kızılcayıkık’ta Mimari Tasarım Atölyesi İmece kültürünü canlandırarak, sütü pazara en hızlı ve sağlıklı sunarak, köylünün gelirini nasıl artırabiliriz? Atölye Yürütücüsü: Bilge Kobaş

Yatağan Turgut’ta Sözlü Tarih Atölyesi Anadolu ve Ege coğrafyasının buluştuğu bu özellikli coğrafyadaki kimlikler ve kişiliklerle yeni bir hemşehrilik bilinci geliştirebilir miyiz? Atölye Yürütücüsü: Muzaffer Mustafa

haberler | news

ŞÖMİNE İÇİN EN UYGUN MALZEME NEDEN DOĞAL TAŞ? WHY NATURAL STONE IS THE BEST CHOICE FOR FIREPLACES? Selin Biçer Yüksek Mimar / M.Arch

Kaynak -Source: Inhabitat Şömine tasarımı söz konusu olduğunda doğal taş malzeme zarif, dayanıklı ve verimli oluşuyla öne çıkıyor; ısıyı iyi koruyan, neredeyse hiç bakım gerektirmeyen, aşınmaya ve yıpranmaya dayanıklı olan bu malzeme yüksek sıcaklıkla baş edebiliyor ve diğer malzemeler gibi çürüme ve küfe maruz kalmıyor.

When it comes to fireplace design, natural stone materials stand out for their elegant, durable and efficient structure. These materials, which retain heat very well, hardly require any maintenance, and resist to wear and tear; can handle extreme temperatures and they don’t suffer from rot and mold like other materials.

Isı tutma

Heat retention

Doğal taş malzeme emer, depolar ve ısıyı yayar; ısı verimliliğini de arttırır. Mermer ve kireç taşı ısı emme konusunda iyi birer malzemeyken granit ısı iletimi açısından avantajlı özelliklere sahip. Bazalt ve sabun taşı ise, ısı depolamak ve uzun vadede yavaşça serbest bırakmak için kullanılıyor.

Natural stone materials absorb, store and radiate heat; at the same time they increase heat efficiency. While marble and limestone shine out as good materials for absorbing heat, granite has favorable qualities in terms of conducting heat. As for basalt and soapstone, they are often used for storing heat and releasing it slowly over a long period of time.

Bakım kolaylığı

Maintainability

Uzun yaşam

Longevity

Yatağan Turgut’ta Sözlü Tarih Atölyesi Anadolu ve Ege coğrafyasının buluştuğu bu özellikli coğrafyadaki kimlikler ve kişiliklerle yeni bir hemşehrilik bilinci geliştirebilir miyiz? Atölye Yürütücüsü: Muzaffer Mustafa

Doğal taş dünyanın en eski yapı malzemelerinden biri ve uzun ömürlü kullanıma sahip. Tarihi binalara bakıldığında doğal taş malzemenin kullanıldığı bileşenlerin hala ayakta durduğu fark edilir. Bazı taş yüzeyler parlaklığını yıllarca kaybetmezken kireç taşının kullanıldığı yüzeyler zamanla solabilir ancak yine de güzel bir görüntü yakalanır.

Datça Hızırşah’ta Yemek Tasarımı Atölyesi Yerel deneyimi yaşatarak, yerel üretimi nasıl kalkındırabiliriz? Atölye Yürütücüleri: Can Güvenir, Shirley Kaston

Datça Hızırşah’ta Yemek Tasarımı Atölyesi Yerel deneyimi yaşatarak, yerel üretimi nasıl kalkındırabiliriz? Atölye Yürütücüleri: Can Güvenir, Shirley Kaston

Dayanıklılık

Durability

Menteşe Yeşilyurt’ta Planlama Atölyesi Kentlerimizin baskıladığı tarım topraklarımızı korumak için nasıl bir kent ve kır birlikteliği modeli geliştirebiliriz? Atölye Yürütücüleri: A. Faruk Göksu, Kerem Ekinci

Menteşe Yeşilyurt’ta Planlama Atölyesi Kentlerimizin baskıladığı tarım topraklarımızı korumak için nasıl bir kent ve kır birlikteliği modeli geliştirebiliriz? Atölye Yürütücüleri: A. Faruk Göksu, Kerem Ekinci

Bodrum Kızılağaç’ta Koruma Atölyesi Susuz yaz yaşanmaması için yağmur suyunu nasıl değerlendiririz? Atölye Yürütücüleri: Oya Pakdil, Deniz Çiler Erkan

Bodrum Kızılağaç’ta Koruma Atölyesi Susuz yaz yaşanmaması için yağmur suyunu nasıl değerlendiririz? Atölye Yürütücüleri: Oya Pakdil, Deniz Çiler Erkan

Kavaklıdere Menteşe’de Ürün Tasarımı Atölyesi Geçmişin izleri, geleceğin çizgilerini buluşturan yaratıcı ürünleri nasıl tasarlayabiliriz? Atölye Yürütücüsü: Burcu Büyükünal

Kavaklıdere Menteşe’de Ürün Tasarımı Atölyesi Geçmişin izleri, geleceğin çizgilerini buluşturan yaratıcı ürünleri nasıl tasarlayabiliriz? Atölye Yürütücüsü: Burcu Büyükünal

natura | 28

Doğal taşın bakımı olağanüstü derecede kolay olup her seferinde sadece bir parça bezle silinerek yeniymiş gibi görünmesi sağlanabilir. Bununla birlikte, mermer gibi bazı taşlar gözenekli olduğu için kir veya kurumun çökmesini önlemeye yardımcı maddeler kullanılabilir.

Doğal taş neredeyse yok edilemez olarak biliniyor. Aşınmadan ve yıpranmadan ayakta kalabiliyor. Ayrıca su hasarlarına ve küfe karşı aşırı dirençli olmasıyla ayırt ediliyor. Bu nedenle de tezgâh üstünden zemin kaplamasına, banyodan şöminelere kadar farklı mekân ve işlevlerde kullanılıyor.

Natural stone is exceptionally easy to maintain. You can keep it looking new by wiping it with a piece of cloth every now and then. With that being said, you can sometimes use auxiliary products to prevent dirt or soot from settling in, because certain stones such as marbles are porous.

Natural stone is one of the oldest building materials of the world and it has a long-lasting lifetime. When ancient buildings are examined, you can see that elements having natural stone materials still stand the test of time. While certain stone surfaces can last for years without losing their luster, surfaces embodying limestone will weather over time, although they will still look beautiful.

It’s known that natural stone is practically indestructible. It can survive without wearing and tearing. Besides, it is highly resistant to water damage and mold. That’s why it’s used in various spaces and functions from countertops to floor coverings, from bathrooms to fireplaces.

natura | 29


haberler | news

haberler | news

BEJ RENGİN KULLANIMIYLA ÖNE ÇIKAN YAPILAR

STRUCTURES SHINING OUT WITH THEIR BEIGE COLORS Selin Biçer Yüksek Mimar / M.Arch

İster kent merkezinde isterse kırsalda yer alsın, cephelerinde doğal taş kullanılan binalardan bahsedilince gri, sıkıcı ve eski yapılar akla geliyor. İşte bu durumun tersini kanıtlayan bu 5 örnekte bej renkli doğal taş malzemelerin kullanımı yapıların çevresine alışılagelmişin dışında sıcak ve doğaya uyumlu bir hava veriyor…

Whether they are in the city center or in the countryside, when we talk about structures with natural stones on their facades, we immediately think of gray, boring and old buildings. These 5 examples prove the opposite by demonstrating the use of natural stones with beige colors, which present a warm and harmonious atmosphere to the surroundings of the buildings...

Jumex Müzesi - David Chipperfield Architects Museo Jumex – David Chipperfield Architects Kaynak -Source: www.davidchipperfield.com Fotoğraflar - Photographs: Iwan Baan, Simon Menges ve Moritz Bernoully 2013 yılında yapımı tamamlanan ve Mexico City’nin Polanco bölgesindeki üçgen bir arsada bulunan bu müze binasında, Latin Amerika’daki çağdaş sanatın en büyük özel koleksiyonlarından olan Colección Jumex’in bir bölümünü sergileniyor. Binanın kütlesi bulunduğu alanın dikdörtgen olmayan yapısına karşı tepkisel bir nitelik taşıyor. Yerel planlama yönetmeliğinin kısıtlamaları çerçevesinde ihtiyaç programı uygulanırken maksimum kullanım alanını sağlayacak şekilde tasarlanmış yapıda kaideler, kolonlar, zemin ve birinci kat çekirdekleri ile zemin kat tavanında beyaz beton kullanıldı. Tüm pencereler paslanmaz çelik çerçeveye sahip olup kat boyunca yükseliyor. Cepheler, çatı ve zeminler ise Veracruz’ta bulunan yerel travertenle kaplı. Traverten kaplamanın sürekliliği, binaya yerel heykel geleneklerini anımsatan katı bir nitelik kazandırıyor.

Completed in 2013 and located on a triangular site in the Polanco area of Mexico City, this museum building exhibits a section of Colección Jumex, one of the largest private collections of contemporary art in Latin America. The mass of the building holds a reactional feature against the non-orthogonal plan of the site in which it is positioned. While implementing the needs programme in the frame of constraints of the local planning regulations; plinths, columns, the ground and first floor cores along with soffits have been adorned with exposed white concrete, in order to maximize the area of use. All the windows rise along the floors with stainless steel frames. The facades, the roof and the floors are coated with local travertine, which is found in Veracruz. The continuity of the travertine coating, gives the building a solid feature which evokes local sculpture traditions.

Traverten kaplamanın sürekliliği, binaya yerel heykel geleneklerini anımsatan katı bir nitelik kazandırıyor… The continuity of travertine coating, gives the building a solid feature which evokes local sculpture traditions...

natura | 30

natura | 31


haberler | news

haberler | news

İslam Eserleri Müzesi - IM Pei

Villa Allegra - Oppenheim Architecture

The Museum of Islamic Art – IM Pei

Villa Allegra – Oppenheim Architecture

Kaynak -Source: www.mia.org.qa Fotoğraflar - Photographs: Yueqi Jazzy Li

Kaynak -Source: www.oppenoffice.com Fotoğraflar - Photographs: Ken Hayden, Eric Laignel, Chia Chong, Adam Kuehl and Laziz Hamani

Krem rengi kireç taşı, gün boyunca değişen ışık ve gölgeyi yakalaması için özellikle kullanıldı... The cream-colored limestone is used specifically to capture the changes in light and shade during the day...

Pritzker Ödülü sahibi mimar I.M Pei tarafından tasarlanan ve 2008’de Doha’da açılan müze kompleksi büyük orta avlusuyla birbirine bitişik eğitim kanadı ve ona bağlantılı ana binayı içeriyor. Ana bina beş kat yüksekliğinde ve merkezi bir kule içindeki yüksek kubbeli bir orta avluyu barındırıyor. Yurtdışından getirilen krem rengi Magny ve Chamesson kireç taşı, Jet Mist granit ve paslanmaz çelik gibi narin malzemeler ile yerel betonun kullanıldığı müzenin galerileri Jean-Michel Wilmotte tarafından tasarlandı. Müzenin geri kalan kısmındaki açık renk taş işçiliğiyle karşıtlık yaratma amacıyla bu galerilerde koyu gri somaki mermeri (porfir) ve metalik bir görünüm yaratmak için fırça ile işlenmiş ahşap malzeme kullanıldı.

natura | 32

Designed by Pritzker Prize-winning architect I.M Pei and opened in Doha in 2008, the museum complex consists of the main building adjacent to an education wing, which is connected to a large central cour tyard. The main building is five-stor y high and features an atrium with a high dome inside a central tower. Featuring delicate materials obtained from abroad such as the cream-colored limestones Magny and Chamesson, Jet Mist granite, stainles steel along with indigenous exposed concrete; the museum’s galler ies are designed by Jean-Michel Wilmotte. In order to create a contra s t with the t r a ns p a re nt- c o l o re d s tonema sonr y to be found on the other areas of the museum, these galleries present dark-gray porphyry and timber materials that have been brushed to give a metallic outlook.

Mevcut yapı üzerinde çok az değişiklik yapılarak Miami’nin tropik iklimine uygun şekilde içte ve dışta birden fazla oda bu tek katlı eve eklendi. 20 02’de tamamlanan bu proje, hayatın hazlarından faydalanmak ve keyif almak için esnek bir temel sağlıyor. Sıva, beton, darbeye dayanıklı cam ve döşemede kullanılan ahşap gibi özenle seçilmiş malzemelerin yanı sıra oniks ve Hindistan’dan gelen kumta şı dikkat çekiyor. Proje yerel selvi ve fosilleşmiş anahtar ta şı gibi yerli mater yal uygulamalarını soyutlayarak çevresindeki tarihi evlerin bağlamına cevap veriyor.

In accordance with Miami’s tropical climate, multiple rooms both in interior and exterior, have been added to this single-story house with minimal changes on the existing structure. Completed in 2002, this project forms a flexible basis to utilize and enjoy the pleasures of life. Along with meticulously selected materials such as stucco, concrete, impact resistant glass and wood floorings, onyx and Indian sandstone draw attention. The project responds to the context of historical homes in the area, through abstracting the implemention of indigenous materials such as local cypress and fossilized keystone.

Proje için özenle seçilen malzemeler arasında oniks ve kumtaşı dikkat çekiyor… Among meticulously selected materials of the project, Onyx and sandstone draw attention...

natura | 33


haberler | news

AP Evi - GGA Architetti

AP House – GGA Architects Kaynak -Source: www.gardini-gibertini.it Fotoğraflar - Photographs: Ezio Manciucca 2017 ’de yapımı t amamlanan AP Evi, peyzajı ve çevresi için oldukç a değer li olan Urbino’daki en yük sek tepelerden bir inin üzer inde yer alan eski bir kırsal mezar lığ ın yeniden doğuşuna t anıklık ediyor. Binalar ın yeni sis temi, Or t aç ağ komünler ine ait antik kalınt ılara dayanıyor. Mahzen seviyesinde birbir ine bağlanan yapılar, kendini çevreleyen peyzaja hâkim durumdaki 38 x 20 metre boyutlar ındaki kırmızı bir beton plat forma dayanıyor. Tek bir konut bir imini oluş turan evler in çekirdeği, yeni binalar la t ar ihi katmanla şma ara sında doğrudan ve empatik bir diyalogun ger i getir ilmesiyle, peyzaj açısından bu alana merkezi bir rol ka zandır ıyor. Yapının çevreden görünen kısımlar ı, gelenek sel kiremit ç at ılı t a ş binalardan oluşuyor. Ta ş kabuklar ının içinde bu yapılar ın oluklar ya da dren borular ı gibi elemanlar la bütünlüğü bozulmuyor ve yer in kırsal kültürel matr isiyle kimliğini ve yakınlığ ını yeniden ele geçirerek saf, gizli ve sessiz yapıtlar olarak ölçülen oranlarda manzaranın birer parç a sı haline geliyor.

haberler | news

İtalyan kır evinin geleneksel taş cepheleri çağdaş ayrıntılarla birleştirildi… The traditional stone facades of this Italian country house have been juxtaposed with contemporary details...

Son Juliana - Munarq Arquitectes Son Juliana – Munarq Architects Kaynak -Source: www.munarq.es Fotoğraflar - Photographs: Adrià Goula

Yapıda yerel ve doğal malzemelerin kullanımına özellikle dikkat edildi; cephede kullanılan yerel kumtaşı yalıtıma ihtiyaç duyulmadan binanın iç-dış sıcaklık sınırını tanımlıyor… The use of indigenous and natural materials have been especially opted for this building; the local sandstone used on the facade defines the interior-exterior temperature limit without any heat insulation... Majorc a’da 2016 yılında t amamlanan bu şaraphane, düz bir topoğraf yaya sahip bir ara zide yer alıyor ve bu doğrusal bina Tramunt ana S ıradağlar ı’na paralel uzanıyor. Prefab r ik betondan oluşan yapıda yerel ve doğal malzemeler in kullanımına özellikle dikkat edildi; cephede yerel kumt a şı ve ha sır gölgelikler bulunuyorken iç duvar larda ise seramik tuğlalar kullanıldı. Şaraphane %10 0 yenilenebilir ener ji, pa sif havalandırma ve jeotermal sis temler ile ç alışıyor. Üretim bölümü bodrumda bulunuyor çünkü işlevi özel bir sıc aklık ve nem koşullar ını gerek tir iyor. 18 º olma sı gereken kiler için yapının t a ş duvar lar ı, yalıt ıma ihtiyaç duyulmadan iç- dış sıc aklık sınır ını t anımlıyor. İs tinat duvar lar ı, ya z boyunc a kalan termal kütleden ve toprak neminden yarar lanmak için gabyon t a ş duvar lardan oluşuyor.

Completed in 2016 in Mallorca, this winery is located on a flat topography and its direct building runs parallel to the Tramuntana Mountains. The use of indigenous and natural materials have been especially opted for this building made of precast concrete; while local sandstone and straw shades can be found on the facade, ceramic tiles have been used on interior walls. The winer y work s with 10 0% renewable energ y, pa ssive ventilation and geothermal s ys tems. The produc tion sec tion is loc ated in the ba sement bec ause it s func tion requires a special temperature and humidit y conditions. The s tone walls of the cellar, which needs to be kept at 18 º, define the inter ior- ex ter ior temperature limit without any heat insulation. The ret aining walls are s tone gabions to make use of the thermal ma ss and soil mois ture that remain dur ing the summer.

Completed in 2017, AP House bears witness to the rebir th of an ancient rural graveyard, which is situated at one of the highes t hills in Urbino, renowned for it s landsc ape and environment. The new s ys tem of the buildings s t ands on ancient remains dating back to the Medieval communes. Connec ted to each other at the cellar level, the s truc tures are erec ted on a red concrete plat form in 38 x 20 m size; dominating the surrounding landsc ape. The core of the houses which creates a single house unit, es t ablishes a central role to this site in terms of landsc ape, by reins t ating a direc t and empathic dialogue bet ween new buildings and the his tor ic al bedding. The surrounding sec tions of the s truc ture consis t of traditional s tone buildings with tile roof s. Owing to the s tone shells, these s truc tures s t and integrated through mater ials such a s gut ters or drainpipes and become a par t of the landsc ape by res tor ing their identit y and af finit y with the rural cultural matr ix of the site; a s pure, discreet and silent ar tifac t s in their own propor tions.

natura | 34

natura | 35


haberler | news

DOSYA: DOĞAL TAŞ MALZEMEYE GÖRE ŞEKİLLENEN YENİLEMELER VE EK YAPILAR TOPIC: RENOVATIONS AND ANNEXES FORMED BY

haberler | news

FLINT EVİ - CATLING DE LA PEÑA Flint House - Skene Catling de la Peña Kaynak - Source: www.scdlp.net Fotoğraflar - Photographs: James Morris

NATURAL STONE MATERIALS

İngiltere’nin doğu kıyısındaki Norfolk’tan Dover’daki White Cliffs’e kadar uzanan kireçtaşı maden damarında yer alan ve 2015’te yapımı tamamlanan yapı, yerden fırlayan bir peyzaj elemanı gibi görünüyor. Kuvarsın kriptokristalin biçimi olan çakmaktaşı donuk akik, obsidiyen ve oniks ile akraba olan eski bir malzeme ve sadece kireçtaşında bulunuyor. Yapıya adını veren bu malzeme, araziyi çevreleyen ekili tarlaların yüzeyinden bol miktarda elde edilebiliyor… Located on a seam of chalk extending from Norfolk on the east coast of Britian, to White Cliffs located in Dover, and further completed in 2015; the structure looks like a landscape element growing from the ground. Flint, a cryptocrystalline form of quartz, is an ancient material related to obsidian and onyx; and can only be found in chalk. This material, which entitled the structure, can be obtained abundantly from the surface of the ploughed fields surrounding the terrain...

Kaynak - Source: Architizer

RODUIT EVİ - SAVIOZ FABRIZZI ARCHITECTES Roduit House – Savioz Fabrizzi Architectes Kaynak - Source: www.sf-ar.ch Fotoğraflar - Photographs: Thomas Jantscher

Kırma taş ve çakmaktaşı, yüzyıllar boyunca bir yapı malzemesi olarak kullanıldı ve genellikle klasik mimari ve 18. yüzyıl canlandırmacılığıyla ilişkilendirildi. Çakmaktaşı, Viktorya döneminde çoğunlukla kiliseler, surlar ve malzemenin bol bulunduğu bölgelerdeki kır evlerinde kireç taşı ve tuğla ile birlikte kullanıldı. Bu ince dokulu cepheler dokunsal nitelikleri sayesinde çağdaş mimarlar tarafından yeniden yorumlandı. Architizer’ın seçkisinde yer alan bu 5 yapı geleneksel zanaatkârlığı modern biçim ve tekniklerle birleştiriyor. Crushed stone and flint have been used as building materials for centuries and are usually associated with classical architecture and 18th century revivalism. Flint was often used together with limestone and brick during the Victorian era, mostly in churches, fortifications and the country houses that are located in regions where this material is abundant. These finely textured facades have been reinterpreted by contemporary architects for their tactile qualities. Featured in the selection of Architizer, these 5 structures combine traditional craftsmanship with modern forms and techniques. Selin Biçer Yüksek Mimar / M.Arch

natura | 36

2004’te yapımı tamamlanan bu yenileme projesi, bulunduğu yer itibarıyla eşsiz bir madensel karaktere sahip. Bu karakteri korumak ve güçlendirmek için yeni parçalarda beton kullanılarak mevcut taş yapı vurgulanmış oldu. Dış hacme dokunulmadı; taş cepheler misaporla (köpüklü geri dönüştürülmüş cam bazlı yalıtılmış bir beton tabakayla) korundu ve astarlandı. Bu yalıtım astarı yeni taşıyıcı yapıyı oluşturarak eski taş duvarları güçlendirdi ve ısı yalıtımı sağladı. Daha önceden yapıda bulunan ahşap bindirme kaplama cephenin parçaları, ahşabın eski dokusunu yeniden üreten kalıp ile hazırlanmış yalıtımlı beton malzemeden tekparça bir duvarla değiştirildi… Completed in 2004, this renovation project has a unique mineral character owing to its location. In order to maintain and reinforce this character, the existing stone structure was emphasized by using concrete in new parts. The exterior volume has not been changed; the stone facades have been preserved and lined with misapor (an insulating layer of concrete based on foamed recycled glass). This insulating lining formed the new load-bearing structure, reinforced the old stone walls and provided thermal insulation. The parts of the facade formerly of timber weatherboarding have been replaced by a monolithic wall made of an insulating concrete with formwork which reproduced the former texture of the timber... natura | 37


haberler | news

haberler | news

JACER Eğitim Merkezi - 3+1 architekti Charrat’ta Bir Aile Evinin Yenilenmesi - CLAVIEN ROSSIER ARCHITECTS Renovation of a Family House in Charrat - CLAVIEN ROSSIER ARCHITECTS Kaynak - Source: Kaynak: www.divisare.com Fotoğraflar - Photographs: Roger Frei 2010’da yenilenmeden önce, dış sıva tarafından saklanan kalın taş duvarlar dışında mevcut binanın hiçbir özel niteliği yoktu. Alpler’de yer alan arazide, çevresindeki üzüm bağları ve taş duvarlarla iletişim kurabilen bir ek yapı tasarlamak istendi. Aynı zamanda yapılan müdahalelerin hepsi işverenin isteği üzerine, hem maliyet hem de mevcut binanın bütününü dönüştürmemek adına dikkatlice ele alındı. Mevcut bölüm ile yeni ek arasında güçlü bir karşıtlık yaratmak istendi ve bunun için eski, kaba taş duvarlara açık geometrik çizgilerle karşı koyma yolu seçildi. Mimarlar mevcut olanla kurulan diyalogun sürmesi için bir bütün yaratmaya çalıştı. Betonarme yapıda taşa benzer rengin seçilme nedeni tam olarak buydu; betonun içine oksitler eklenerek taş duvarlarda çok az miktarda bulunan tüfe benzeyen tonlamalar elde edildi… Before the renovation in 2010, the existing structure had no special features except for the thick stone walls hidden by external plaster cement. An annex that could communicate with the surrounding vineyards and stone walls was aimed for the site located in the Alps. Upon the request of the client, all of the interventions were tackled attentively, both in terms of costs and to avoid transforming the totality of the existing building. In order to create a strong contrast between the existing part and the new annex, clear geometric lines have been opposed with the existing rough old stone walls. The architects tried to create an ensemble to establish a dialogue with the existing structure. That was the reason they chose a stone-like color for the concrete structure; by adding oxides in the concrete, the hue became similar to a tuff, which is found in small amounts in the stone walls...

JACER Training Center – 3+1 architekti Kaynak - Source: www.31architekti.cz Fotoğraflar - Photographs: Pavel Plánička Komünist rejim zamanından kalma Předlice’deki bir çiftlik evine 2014’te yapılan ek için yapılan çalışmaların sonucunda, büyüklüğü ve oranlarıyla mevcut taş duvarın şaşırtıcı bir şekilde iyi çalıştığı anlaşıldı. Özgün duvar ve açıklıkların yapılacak ahşap ekin modülasyonuyla uyum sağlaması tasarımın kendiliğinden ortaya çıkmasını sağladı. Her iki kısa kenarında yer alan özgün taş çevre uzunluğu (62x10 metre) kırılarak sembolik biçimde güneydeki büyük arazi ile avlu, evin içinde bağlandı. Uzun yan taş duvarlar doğal bir destek olarak kullanıldı ve yeni ekin sağlam bir cephesi haline geldi… As a result of the annex studies carried out in 2014 for a farmhouse inherited from the communist era in Předlice, it was clearly understood that the existing stone wall was working surprisingly well with its size and proportions. The fact that original walls and openings harmonized perfectly with the modulation of the wooden annex, ensured design to emerge automatically. On both short ends, the original stone perimeter (62X10meters) has been broken and it has been symbolically linked to a large yard through the new house with the land in the south. Long side stones have been used as natural support and turned into a solid facade for the new annex...

Farmstead B - Bergmeisterwolf Architekten Farmstead B – Bergmeisterwold Architekten Kaynak - Source: www.bergmeisterwolf.it Fotoğraflar - Photographs: Christian Schaulin, Günter Richard Wett, Mads Mogensen Eski bir kilisenin hemen yanında bulunan eski çiftlik evine 2011 yılında yapılan ekin tasarımı için mevcut taş duvarlar bir başlangıç noktası oluşturdu. Doğal taş, cam, ahşap, vb. geleneksel malzemeler yapının farklı işlevleri için kullanıldı. Yerel taş ustaları mevcut yapının duvarlarını yeniden inşa etmek için görevlendirildi… The existing stone walls have created a starting point for the annex design, which was made in 2011 for an old farmhouse positioned next to an old chapel. Traditional materials such as natural stone, glass, timber, etc. have been used for the different functions of the structure. The traditional stonemasons have been assigned to rebuild the walls of the existing structure...

natura | 38

natura | 39


kapak konusu | cover story

kapak konusu | cover story

YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT MERKEZİ TEĞET MİMARLIK

YAPI KREDİ CULTURE AND ARTS CENTER TEĞET ARCHITECTURE

Doğal Taş / Natural Stone: Traverten / TRAVERTINE (3cm) Ocak / Quarry: Denizli

Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect

Teğet Mimarlık tarafından tasarlanan ve geçtiğimiz günlerde açılışı yapılan Yapı Kredi Kültür Sanat binası Beyoğlu Galatasaray Meydanı’na açılan cephesi ile ziyaretçilerini selamlıyor Designed by Teğet Architecture and reopened to public in the previous days, the YKCA building welcomes its visitors with the facade opening to the Galatasaray Square of Beyoğlu. natura | 40

natura | 41


kapak konusu | cover story

kapak konusu | cover story

Doğal Taş / Natural Stone: Traverten / TRAVERTINE (3cm) Ocak / Quarry: Denizli

İs t i k l a l C a d d e s i, g e ç m i ş i n d e k i ç ö kü ş -y ü k s e l i ş d ö n e m l e r i n i d e a k ı l d a t u t u l a r a k; 2 0 . y ü z y ı l b a ş ı n d a n g ü n ü m ü ze d e k n i t e l i k l i ya p ı l a r ı n d o ku d uğ u, h a l a ve ye n i d e n i ç e r i k ü r e t e b i l e c e k b i r “ke n t p a r ç a s ı.” Uz u n l uğ u i k i k i l o m e t r e y i b u l a n, ye r ye r e n i o n b e ş m e t r e ye d e k d a r a l a n b u k a nyo n, i ç i n d e k i b i n l e r c e i n s a n ı n d e v i n i m i y l e öz g ü n b i r m e k â n d e n e y i m i s u n u yo r. B u, d a r c e p h e l e r i n e k a r ş ı l ı k a r k a s o k a k l a r a u z a n a n b i n a d e r i n l i k l e r i n i n i m k â n ve r d iğ i f a k at ü s t k at l a r a ç ı k t ı kç a t e n h a l a ş a n, c a d d e y l e b a ğ ı ko p a n ve d o l ay ı s ı y l a ze m i n k at a h a p s o l a n b i r d e n e y i m . G a l at a s a r ay M e yd a n ı’n ı t u t a n Ya p ı K r e d i Kü l t ü r S a n at ( Y K K S ), t a m b u n o k t a d a ö n e m k a z a n ı yo r. Tü n e l ve Ta k s i m M e yd a n l a r ı a r a s ı n d a k ı v r ı l a r a k u z a n a n İs t i kl a l C a d d e s i ’n i n d a r ke s i t i b u ya p ı n ı n ö n ü n e g e l i n c e a ç ı l ı yo r ; m e yd a n b i n ay ı , b i n a m e yd a n ı ku r u yo r. Y K K S , ze m i n e h a p s o l a n d e n e y i m i, m eyd a n d a n b i n aya a k t a r ı yo r ; b i r b a ş k a d e y i ş l e b i n a m e yd a n ı n d e va m ı h a l i n e g e l i yo r.

İstiklal Avenue, with its past decadence-rising periods in mind; stands for an “urban piece” fostered by established buildings from the 20th century to present day, which can still and again produce new content. This canyon, which reaches up to two kilometers in length and partly narrows down to a width of fifteen meters, offers a unique spatial experience with the movement of thousands of people within. Provided by the depths of buildings, which reach to the backstreets in contrast to the narrow facades; this stands for an experience which becomes secluded, disconnected with the avenue and therefore confined to the ground floor as you go upstairs. Connecting with the Galatasaray Square, YKCA building comes into the prominence at this point. The narrow section of İstiklal Avenue, which stretches between Tunnel and Taksim Square, unfolds when arrived to the front facade of this structure; the square designs the building and the building designs the square. From the square to the building, YKCA transfers the experience confined to the ground floor; in other words, the building becomes the continuation of the square.

Ye n i b i r b i n a o l m a k l a b i r l i k t e Y K K S , Pa u l S c h m i t t h e n n e r ’i n 19 5 8 t a s a r ı m ı ya p ı s ı n ı n b i r n e v i d ö n ü ş ü m ü o l a r a k n i t e l e n d i r i l e b i l i r. Kü t l e s i, İs t i k l a l C a d d e s i ve A r a S o k a k ’a b a k a n c e p h e d ü ze n i, k at h i z a l a r ı i l e d i ke y t a ş ı y ı c ı l a r ı ay n e n t u t u l a r a k , m e yd a n a b a k t ı ğ ı n o k t a d a b i n a n ı n i ç i b o ş a l t ı l d ı. B u b o ş l u k , Y K K S’n i n s ı r a s ı y l a k i t a b e v i, m ü ze, s e rg i s a l o n u, p e r f o r m a n s s a l o n u, kü t ü p h a n e ve s o n o l a r a k yay ı n e v i i ş l e v l e r i n i; r a m p a l a r d i z i s i y l e b i r b i r i n e b a ğ l aya r a k k a m u s a l b i r h at , b i r a r a m e k a n o l u ş t u r u yo r. B i n a n ı n k i t a b e v i, s e rg i l e r ve s a l o n a r as ı n d a k i d o l a ş ı m ı b i r c a n l ı n ı n i ç ya p ı s ı g i b i m e yd a n t a r af ı n d a n i z l e ye n l e r i ç i n s e rg i l e n e b i l i r ke n, b i n aya t ı r m a n a n i z l e y i c i ye ç e ş i t l i i ş l e v l e r a r a s ı n d a k i s e ya h at i n d e İs t i k l a l C a d d e s i ve G al at a s a r ay M eyd a n ı’n ı f a r k l ı a ç ı ve y ü k s e k l i k l e r d e n t e c r ü b e e t m e f ı r s at ı s u n u yo r. B u n l a r l a b i r l i k t e e n c a n a l ı c ı d u r a kl a r d a n b i r i n i, Y K K S ko l e k s i yo n u n d a k i e n ö n e m l i e s e r ; İ l h a n Ko m a n’ı n A kd e n i z H e y ke l i t u t u yo r. H e y ke l b u r a d a ya p ı n ı n o l d uğ u k a d a r, m e yd a n ı n ve ke n t i n d e b i r p a r ç a s ı h a l i n e g e l i yo r. S o n o l a r a k; ko r u n a n c e p h e l e r, o r i j i n a l ya p ı n ı n h at ı r a s ı n a s ayg ı g ö s t e r i yo r ve t o p l u m s a l b e l l e ğ e h i t a p e d i yo r.

Even though it is a new building, YKCA can be described as a sort of transformation of Paul Schmitthenner’s building designed in 1958. The mass, the facade layout facing İstiklal Avenue and Ara Street, the floor levels and vertical carriers were kept exactly the same and the building was further emptied at the point where it overlooked the square. This void creates a public route and an interstitial space by interconnecting YKCA’s functions which respectively listed as; bookstore, museum, exhibition hall, performance hall, library and finally the publishing house. While the circulation between the building’s bookstore, exhibitions and the hall can be showcased just as an internal structure of a living creature for those who glance at the building from the square side; the visitors ascending the building find the opportunity to experience the Istiklal Avenue and Galatasaray Square from different angles and heights, during their tour in between various functions. In addition to these, one of the most crucial spaces stand for the Mediterranean Statue by İlhan Koman, shining out as the most important work in the YKCA collection. The statue here becomes a part of the square and the city, as much as the building. Finally; the conserved facades pay homage to the memory of the original structure and appeal to the social memory.

Teğet Mimarlık kurucu ortakları Ertuğ Uçar ve Mehmet Kütükçüoğlu ile Yapı Kredi Kültür Sanat binasının proje ve yapım süreci bağlamında, müzelerin bulundukları yeri dönüştürücü özelliklerini de konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik:

We made an interview with Ertuğ Uçar and Mehmet Kütükçüoğlu, the co-founders of Teğet Architecture, about the transforming nature of museums regarding their place, in the context of the project and building process of Yapı Kredi Culture and Arts Center.

natura | 42

natura | 43


kapak konusu | cover story

kapak konusu | cover story

Doğal Taş / Natural Stone: Traverten / TRAVERTINE (3cm) Ocak / Quarry: Denizli

Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi mimari projesi için bir yarışma açılmıştı. Ne zamandı ve projenizin yarışmayı kazandığınız haliyle son uyguladığınız hali arasında çok fark oldu mu? Mehmet Kütükçüoğlu: 2010 ya zında çalışmıştık bu projeye, 2011 ba şında da sunuşunu yapmışız. Çok a z fark var. Yarışmada yaptığımız tasarıma çok benziyor; fark da iyi yönde. Yarışma sunumunu zemin kotunda bir banka şubesi içeren ve içermeyen haliyle iki seçenekli ha zırlamamız istenmişti.

There was an competition held for the architectural project of Yapı Kredi Culture and Arts Center. When was it and is there a noticable difference between the project by which you have won the competition and the one you have implemented? Mehmet Kütükçüoğlu: We have started to work for this project in the summer of 2010 and we made the presentation in early 2011. There is a little difference between them. The implemented project looks highly similar to the design for the competition and the difference is very positive. We were asked to present two options with one including a branch and with one that doesn’t.

Evet, mavi renkli ATM, cephede bir hayli dikkat çekiyor. Bir hikayesi var mıdır? M .K .: A slında orada bir şube olac ak t ı, biz ilk çizdiğimizde içinde şube vardı. Er tuğ Uçar: Hem de kitapevinin yerinde. M . K . : S o n r a d o ğ r u b i r k a r a r v e r d i l e r. B a n k a ş u b e s i n i k a l dırınca kitapevi rahatladı, a sma katı saran bir müze yapabildik. Dolayısıyla t a sar ımın iyi yönde değiş tiğini söyleyebilirim. E .U.: Ta b i i, b a n k a ş u b e s i, va z g e ç m e s e l e r d i, ya b a n c ı b i r f o n ks i yo n o l a r a k e n ö n e m l i ye r d e, b i n a n ı n g i r i ş i n d e d u r a c a k t ı.

Indeed, the blue ATM draws a considerable amount of attention on the facade. Is there a story behind it? M.K: Actually, there was going to be a branch. It was included in the plan when we first designed it. Ertuğ Uçar: Besides, it was for the place where the bookstore is located. M.K: Afterwards, they made the right decision. When the bank removed its branch, the library got relieved and we could design a museum that surrounds the mezzanine. Therefore I can say that the design has changed in a positive way. E.U: Of course, if they had not changed their minds, the branch was going to be positioned as a foreign function at the entrance of the building, which I think is the most important place.

Sonra nasıl gelişti süreç? M.K.: Sonra ruhsat tadilatı yaptık. Açıkçası banka şubesini onlar değiştirdi. Arka arkaya üç kere ruhsat projesi hazırlandı.

How did the process develop afterwards? M.K: Then we made a license modification. Frankly speaking, it was them who changed the branch. There were three license projects in a row.

Kaldırılmasını siz talep etmediniz yani?

It means that you didn’t make a request for the removal, is that correct?

natura | 44

E.U.: Biz en başta çok ısrar etmiştik ama sonunda işveren dedi ki: “Biz caddede yer bulamıyoruz, bunu buraya koyacağız”. Biz de “Tamam,” dedik. Sonra kendileri bir gün aralarında görüşüp kaldırmanın doğru olduğuna kanaat getirmiş olmalılar ki bizi aradılar ve şube projeden kalktı. M.K.: Çok doğru bir karar oldu.

E.U.: At first, we were very persistent but then they said that they were unable to find another location on the avenue and they had to put it over there and we said “okay”. Afterwards, it might be that they talked among themselves about how it would be better to withdraw it. So they called us and the branch was removed from the project. M.K.: It was the right decision.

Beyoğlu’ndan bu sıralar insanlar kaçıyor. Malum sebeplerden ötürü. Mesela Mısır Apar tmanı’ndaki birçok galeri Karaköy’e taşındı. House Cafe ve benzeri pek çok yer kapandı, belki bu binanın canlandırıcı veya dönüştürücü etkisi de olur, ne diyorsunuz bu konuda? M.K.: Aslında dünyada ba şka böyle popüler caddeler de ba zen köhneleşiyor. Eskiden, bizim caddenin iyi dönemleri diye hatırladığım zamanlar kitapçıların ve sinemaların yer aldığı, arka sokaklarının da çok canlı olduğu zamanlardı; sınıflar üstü bir yerdi. Şu anda o karışım bira z a zaldı; daha çok turist var, kitapçı yok, sinema yok. Sinemanın olmayışı sinemalarla ilgili konjonktürel bir durum belki ama eninde sonunda bir köhneleşme var. Ama cadde, Beyoğlu ve onun caddesi diyelim, sonuçta Türkiye için biricik bir örnek. 20. yüzyıl ba şında bir önceki yüzyıldan mekanı da yerli yerinde bir halde kalabilmiş bir kent parçası olarak çok önemli. Bir karakteri var; sokaklarının, bulvarının, binalarının... E.U.: Açılış gecesinde, Mısır Apar tmanı’ndan giden galerilerden birinin sahibinin “Bilseydik biz de gitmezdik,” dediğini aktardılar bize. Dolayısıyla bu binanın dönüştürücü etkisi herhalde olacaktır.

These days, people get cold feet about strolling around in Beyoğlu for obvious reasons. For example, many galleries at the Mısır Apartment have moved to Karaköy. House Cafe and many similar places have shut down. So maybe this building will have a revitalizing and transforming effect. What are your opinions about this? M.K: Actually there are other popular avenues like this in the world and at times they become outdated as well. In the past, when our avenue was in its prime as I recall, there were bookstores and cinemas along with vibrant back streets. It was above all classes. Currently, that homogenous structure has reduced, leaving its place to numerous tourists without any bookstores or cinemas. The lack of cinemas may have something to do with the relevant conjuncture but there is indeed an outdated condition after all. However, the avenue, let’s call it Beyoğlu and its avenue, is ultimately a unique example for Turkey. It’s very important as a landmark which still holds numerous spaces from the beginning of the 20th century, that are still in their original position. It has a character, with all of its streets, boulevards and buildings.... E.U.: At the opening night, we were informed that the owner of one of the galleries that have been moved out from the Mısır Apartment, said: “If we had known, we wouldn’t have moved.” Therefore I believe that his building will have a transforming effect.

Bir çeşit miras mı? M.K.: Evet, Türkiye’de böyle bir kent parçası şeklinde bir şey kalmadı, Anadolu’da üç beş şehirde birkaç tane böyle yer vardır. Anadolu yakasında Bağdat Caddesi var… M.K.: Ama orası darmadağın oldu şimdi. E.U.: İstiklal Caddesi’ndeki dönüşüm birkaç istisnayı saymazsan, tabela dönüşümü… Yani fiziksel olarak daha kötü hale geldiğini söyleyemeyiz. Doku, dar sokaklar, açılar, tarihi binalar duruyor. M.K.: Sonuçta bu mekan var, o yüzden cadde hiçbir zaman ölmez, köhneleşir ama mutlaka yeniden yükseldiği bir zaman gelecektir. Şimdi burada bunu tetikleyen şeyler olacaktır. Bence mesela bankaların ısrarıyla yapılan kültür sanat programları etkili olabilir. Aslında bankalar kültür sanat üreticisi değiller fakat nispeten daha kurumsal ve sağlam yapıları oldukları için onlar buraya bu çiviyi çakabilirler. Ama esas mesele ondan sonra ne olacağı. Mesela tekrar sanat üretiminin bu civarda yoğunla şması, daha yan konuların ba şlaması için sinerji oluşturacak ama esas

Are we talking about some sort of a heritage building? M.K.: Yes, there is no such landmark in Turkey anymore, expect for a few in certain cities of Anatolia. There is the Bağdat Avenue on the Asian Side... M.K.: Yes, but it is currently all over the place. E.U.: With a few exceptions, the transformation of the İstiklal Avenue is actually a transformation of signboards... Meaning that we can’t say that it became worse. The texture, narrow streets, angles, historic buildings are still there. M.K.: After all, this space currently exists. Therefore this avenue can not disappear by any means. It can become outdated but I am sure there will be a time when it will rise again. There will be some developments that will trigger this process. In my opinion, culture and art programmes that are organized by several banks can be effective. In fact, banks are not supposed to produce art or culture but they can become rooted here for they are relatively more institutional and well-established. However, the main issue here is what’s going to happen next. The fact that art production being the center of attraction here will without a doubt create a synergy for other things to start off. I

natura | 45


kapak konusu | cover story

kapak konusu | cover story

mesele öteki çağrıştırdığı şeyler diye düşünüyorum ben.

think the main problem is the other things that it evokes.

Kesinlikle. Peki binada fonksiyonel açıdan neler değişti eski ve yeni hali arasında? E.U.: İçinde çok bir şey değişmedi. Aslında eski ile bugünkünün büyüklüğü hemen hemen aynı, ufak farklar olabilir. Mekanların büyüklüğünün yanı sıra fonksiyonları da hemen hemen aynı. Vedat Nedim Tör Müzesi, kütüphane, galeri, yayınevi, kitabevi… Önemli bir yeni ek, 120 kişilik çok amaçlı bir salon. Eskiden hatırlarsanız; yapı bir adayı kaplıyordu. Bugün yanında Zara’nın olduğu bina ile beraber iki bina Yapı Kredi’ydi; aynı ta ş kaplamayla çepeçevre adayı dönüyordu. Ve galeri, yani kültür sanat programı, onun zemin katına yayılmıştı, aradan girilen bir banka şubesi vardı, bira z daha zemini fa zlaydı ama yükseklik olarak herhalde binanın yarısını kaplıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam dördüncü kata kadar kaplıyordu, yukarı tırmanıyorduk, en sonda da yayınevi vardı. Belki hikayesi o kadar önemli değil ama kısaca anlatırsam Mısır Apar tmanı tarafında kalan binayı ayırdılar. Yarışmada bizden istenen aynı fonksiyonları, bu kez köşedeki bugün bulunan yapıya paketlememizdi, böylece yeni durumda büyüklükleri hemen hemen aynı kaldı. M.K.: Şu an köşedeki yapı aslında bu binanın 1958’de ilk orijinal yapıldığı zamandaki yer. Paul Schmitthenner diye Alman bir mimar tarafından yapılmış. Sonra ‘90’larda öteki bina alınmış ve aynı tasarım oraya uzatılmış. Yani Paul Schmitthenner’ın bina cüssesi geri gelmiş oldu ve onun arkatlarını -eskiden o bina arkatlıymış- yeniden restore ettik. Hem meydana hem de caddeye arkatı geri vermiş olduk. Bugün caddeye bakan kısımda önce arkata katılıyor sonra oradan dağılıyorsunuz. Önemli bir konu da binaya ihtiyacı olan teknolojiyi getirmek. Yangın tesisatından havalandırmasına nem kontrolünden güvenliğine kadar yetersizdi. Bugün çağda ş kültür sanat programları küçük binalara girince bu makine tesisat kısmı çok ciddi yer kaplıyor. Bu anlamda binayı iyi paketledik diye düşünüyorum. E.U.: Bir de yeni durumda Yapı Kredi Kültür Sanat meydana bakan bir bina oluyor. Ciddi bir fark. Kütlenin diğer binayla arasına aldığı ciddi bir ser vis bandı var. Meydandan baktığınızda binanın içi boşaltılmış gibi. Atriyum ve loca boşluklarını izlerken arkadaki ciddi programı ve onu besleyen ser visleri fark etmiyorsunuz. O paketlemenin sıkıntıları var ama çok sevdiğim sonuçları da oluyor. İşlevler birbirine geçiyor, kenetleniyor ve aralarında katmanlı ilişkiler doğuyor. Mesela müze, kitabevi asma katını sarıyor; müzede gezerken kitabevini, por tikoyu ve arkasından caddeyi seyrediyorsunuz.

Absolutely. So what has changed in the building in terms of functions, between the old and the new? E.U.: Not much has changed for the interiors. In fact, the size of the old and the new building is nearly the same with a few differences. Along with the dimensions of the spaces, their functions are almost the same as well. Vedat Nedim Tör Museum, library, gallery, publishing house, bookstore... An important annex stands for the multi-purpose hall of 120-person capacity. If you remember, the old structure was spreading on a block. The Yapı Kredi building used to cover two structures along with the building right next to it, which is currently occupied by Zara. It was surrounding the block with the same stone surface. The gallery, meaning the culture and arts programme, was spreading over its ground floor, with a branch that could be accessed via an opening. It used to have a bit more floor area but it was covering almost half of the building height-wise. If I recall correctly, it was reaching up to the fourth level. We used to go up to see the publishing house at the top. Perhaps its story is not that important but to sum up briefly, they have seperated the building located near the Mısır Apartment. What we were asked to present in the competition, was merging the same functions to the existing structure near the corner. That is why the size remained almost the same in the new project. M.K.: The current building at the corner, is the original place where this building was built in 1958. It was built by a German architect called Paul Schmitthenner. Then it was moved to the next building during the ‘90s and the design was stretched towards there. It means that Paul Schmitthenner’s structure body turned back to its original place and we have renovated its arcades –back then the building had arcades–. We redelivered the arcade to both the square and the avenue. In the section currently overlooking the avenue, you first enter the arcade and move from there. Another important issue was delivering the technology required for the building. From fire safety equipments to ventilation, humidity control to security; all these functions were initially inadequate. Today, these machinery-fixture functions occupy very large areas regarding contemporary culture and art programmes in small buildings. In this sense, I think we managed to wrap up the building in a good way. E.U.: Additionally, the new project turns Yapı Kredi Culture and Arts Center into a building overlooking the square. It’s a significant difference. There is a huge service shaft enfolded between the mass and other building. When you look at the building from the square, the building seems empty inside. When you examine the atrium and the void of the loggia, you can’t notice the important programme and services that support it. This kind of mergence has its difficulties but it can lead to positive results which I love in the end. Functions intertwine, interlock and create layered connections between them. For example, the museum surrounds the mezzanine of the bookstore. When you walk around the museum, you watch the bookstore, the porch and the avenue behind.

Yani geçişli mi? E.U.: Evet. Mesela sergi salonunun içinde sadece or tadaki kendine ait boşluğu değil, iki katı birleştiren bir sürü ilişki var: Salondan Akdeniz heykelini ba şka bir açıdan görmek mümkün ve atriyumu, meydanı. Locanın iç cephesi var; locadan kütüphane katlarını, kütüphane katlarından da sırayla loca, atriyum ve caddeyi izliyorsunuz. Bunları sıkışıklığın doğurduğu bir mecburiyet

Do you mean that it is transitive? E.U.: Yes. For example in the exhibition hall, there is not only its own opening but also numerous functions that connects the two floors. It is possible to see the Mediterranean Statue from a different angle in the hall, besides the atrium and square. There is an interior facade of the loggia. You can watch the library floors from the loggia, and respectively the loggia, atrium and avenue from the library floors. You can think of these

natura | 46

gibi değil, birbirine arkada ş işlevleri sıkıştırma fikri, kurgusu olarak düşünebilirsiniz.

as an idea and project of compressing interconnected functions, rather than an obligation emerged from density.

Bu detay çok önemli, biraz daha bu detayın üzerinden gidelim. E.U.: Yapıda çok değişik iç mekanlar var. Şu ilginç mesela: İst ikla l Caddesi’nde de gezseniz, hat t a Türkiye’de ba şka yer lerde de gezseniz mekanlar birbir ine benziyor. Buradaki mekanlar ın ise t ipler i bira z değişik, böyle pek a lışık olmadığ ın bir müze, U şeklinde, or t a sına kit aplık a lmış, zaten kit aplık, kütüphane gibi, etraf ına müzeyi a lmış. Ga ler i de öyle, or t a sında delik var. Loc a, kendi iç cephesine sahip ki bu iç cephe a slında dış cep henin içer i t a şınmış ha li. M .K .: Burada Er tuğ’un söylediği şeye ben, “Micro cosmos” diyorum çünkü içine gir ilince ba sık, uzun hacimli, dar bir yığ ın mekan t ipi, iç içe geçmiş şekilde, üs t üs te, a lt a lt a, yan yana birbir ler iyle mant ıklı kurgular la bir leşiyor lar. Bunlar ın ba zılar ı örüntü olarak da farklılar. Bir t anesini t a ş ele geçir iyor, diğer ini ahş ap, bir t anesi bembeya z, diğer i simsiyah…

This detail is very important, please go on. E.U.: There are plenty of different interior spaces in the structure. I think this is very interesting: when you walk around on İstiklal Avenue or visit any other place in Turkey, all of the spaces resemble each other. As for spaces in this building, they have different appearances such as an unconventional U-shaped museum, having a bookcase at the center. Besides, the bookcase is surrounded by the museum just as a library. The same thing applies to the gallery as well, with a void at the center. The loggia has its own interior facade which is created by relocating the external wall to the interiors. M.K.: I call it the “Microcosmos” because it’s kind of a flat, long-volume and narrow formation of stacked spaces which converge by rational planning through numerous ways; such as intertwined, one on top of the other, one under the other and side-by-side positioning. Some of them are also different in patterns. One of them is dominated by stone, the other with timber; one of them is extremely white and the other is pitch black...

Nasıl seçtiniz? Bir izlek var mıydı? M.K.: Çok var, biz bütün sunuşların başına, sunuş kadar, nelerden etkilendiğimizi de koyuyoruz. Bu mekanların bizde çağrıştırdığı mekanlar var. Mesela bu tektonik seçimler ya da malzeme seçimleri kesinlikle rastgele değil. Bir kere çağrışımları var; mesela, kitapçı. Aynı zamanda o eski kadim kütüphaneler gibi bir kitapçı. Hatta o yüzden bazı insanlar oraya kitapçı değil de kütüphane diyorlar. Eski kütüphanelerin yerden yükselen ahşap duvarları vardır, burası da öyle. Loca mesela, çok amaçlı salon, aslında hem doğuda hem de batıda şehir meydanlarına yukarıdan bakan büyük teras balkonları anımsatıyor. O aslında dış mekanın parçası. Bizim burada çalıştığımız insanlarla paylaştığımız bir dünya külliyatı var, ona bir şeyler ekliyoruz, çıkarıyoruz. Zaten bir mekan hayal edince, yavaş yavaş üç beş proje yapınca da insanın aklına geliyor, “Bak bu, buna benziyor, şöyle bir çağrışım yapıyor,” diyorsun. Böyle uzaydan inme, hiç kimsenin görmediği bir şey yaptık şeklinde bir iddiamız olmadığı gibi, tam tersine o külliyatın içinde kafamıza yer etmiş belli bazı şeylere bağlanmak önemli.

How did you choose them? Was there a specific theme? M.K.: There are plenty of them. We also add our influences to the beginning of all the presentations. There are other spaces that are evoked by these spaces. To illustrate, these tectonic or material selections are not random. Above all, they have connotations, like a bookstore. A bookstore that resembles that old archaic libraries. In fact, this is why some people call it library instead of a bookstore. Old libraries had high-rise wooden walls wooden walls, such as this place. The loggia and the multi-purpose hall, resemble large terraced platforms that overlook public squares both to the east and the west. It is actually a part of the outside. There is a world of complete works that we share with the people we work with here. We add things and remove things. In any case, when you imagine a space and when you realize a couple of projects in the course of time, you can’t help but think: “It looks exactly like this, it evokes something like this.” While we don’t claim to have built something out of the blue, which no one has ever seen before; on the contrary, I think it is important to connect to specific things that have a place in our minds among all of those works.

Mesela spesifik bir nokta var mıydı? M.K.: Şu fikir vardı: Meydanın binanın içine girmesi. Bu biraz özet bir fikir. Ondan sonra, bu meydanlara bakan localar... Hafif benzerlikler bulduğumuz, Moneo’nun bir meydana bakan belediye yapısı vardı.

Was there any essential point? M.K.: There was this specific idea: the square penetrating the building. This is a bit like a summary. There was also loggias overlooking these squares... There is a municipality building by Moneo that overlooks a square, which share similarities.

Meşhur Akdeniz heykeli konusunu sormak istiyorum. Heykelin içeride oluşuna dair neler söylemek istersiniz? E.U.: Biz heykelin hikayesiyle ilgili bir ya zı ha zırlamaya çalışıyoruz Yapı Kredi için. Çünkü yedi, sekiz senedir heykelle çok ilgiliydik. Haliyle hikayesinin de peşine düştük. Özetleyeyim isterseniz. Akdeniz Heykeli’ni, Halk Sigor ta ısmarlıyor İlhan Koman’a. Ama aslında bu heykel, maket olarak elinde ve tabii zihninde varmış galiba sanatçının, yani Halk Sigor ta ısmarladıktan sonra onu oluşturmuyor, İsveç’te bir sigor ta şirketi için zaten bu maketi ha zırlamış. Hatta belki adı Akdeniz bile değil, tamamen ba şka bir yer için hayal ediyor, İsveç’te bir şehir için tasarlıyor ama o gerçekleşmiyor. İlhan Koman’ın ilk eşi, anılarında “Ahmet (Koman) onu (İlhan Koman’ı) ikna etti ve o maketi aldı geldi İstanbul’a,” diyor. İlhan Koman’ın bu tasarısı var aklında ve bunu gerçekleştirmek istiyor. Yani, şunu diyeceğim: Hayat beklenmedik şeylerle dolu, neye niyet neye kısmet. Belki de 10 -15 seneyi almış bunu gerçekleştirmesi. Dolayısıyla bugün Akdeniz’i Yapı Kredi Kültür Sanat’ın üçüncü katına, meydana bakar şekilde koyduk ama belki 10 sene sonra ba şka bir yere gidecek. Yani, bir daha bu binadan çıkma-

I would like to ask about the famous Mediterranean Statue. What would you like to say about this statue being showcased inside the building? E.U.: We are trying to prepare an article about the story of the statue for Yapı Kredi. Because we were very interested in this statue for about seven, eight years. Therefore we went after the story behind it. Let me summarize it, if you will. The Mediterranean Statue has been commissioned to İlhan Koman by Halk Sigorta, the insurance company. But this statue was already existing as a model and naturally as a project. It means that the artist didn’t start to build it after Halk Sigorta has commisioned him. Perhaps its name wasn’t even Mediterranean because he envisioned the work for a completely different place. He initially designed it for a city in Sweden but it didn’t happen. İlhan Koman’s first wife, in her memoirs, wrote that: “Ahmet (Koman) convinced him (İlhan Koman) and he came to İstanbul along with the model.” İlhan Koman had this design in mind and wanted to realize it. In short, I am going to say that life is full of unexpected things, they can end up with a twist of fate. Maybe it took 10 to 15 years for him to finish the work. Accordingly, we have placed the Mediterranean Statue on the third floor of Yapı Kredi Culture and Arts Center, overlooking the square. However, maybe ten years later, it will be moved to another venue. That’s natura | 47


kapak konusu | cover story

kapak konusu | cover story

yacak diye düşünmemek la zım. Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nin envanterinde yer alan bir sanat eseri bu; bugün de kamuya açık binasında sergileniyor.

why we shouldn’t think that it will be here forever. This is a work of art that is included in the inventory of Yapı Kredi Culture and Arts Center; and today it is being exhibited in this public building.

O zaman meydana sergi için koydular diye hatırlıyorum hatta o zaman “Hep burada dursa keşke,” diye konuşmuştuk… E.U.: Evet, İlhan Koman sergisi için gelmişti.

I remember that it was installed in the square for an exhibition back then. As a matter of fact, we said: “If only it could stay here forever...” E.U.: Yes, it was here for an exhibition of İlhan Koman.

Çok önemli bir heykel. İstanbul’un en çok bilinen heykellerinden… M.K.: Evet öyle, ben şimdiki konumunun da o görünürlüğünü arttıracağını düşünüyorum. Sonuçta kimilerinin hoşuna gitmeyebilir buradaki konumu, bazılarının da çok hoşuna gider. Mesela “Heykel burada olmamalıydı, şurada olmalıydı, başka alternatif bir konum belirlensin,” konuşmalarını hayal edelim. Eminim bu tartışmada, bu yerle yeni önerilecek yer arasında bakış açısına göre avantajlar, dezavantajlar; güzellikler, çirkinlikler kıyası olacaktır. Hiçbir zaman şöyle dememeli gibi geliyor bana: “Böyle bir sanat eseri için doğru yer budur, doğrusu budur, yanlışı budur.” Mimarlık için de böyle bir tavrımız yok, doğrusu budur yanlışı budur demiyoruz. Şimdi dersek ki “Cam ve arkasındaki mekan aslında şehrin mekanı,” bir kere ısıtıp soğutmuyoruz, burası şehir havasını soluyor, hatta yukarıdan yağmur yağıyor, şehir havası var, bu bir yorum. Mesela bir portikoyu bina mekanı mı yoksa şehir mekanı olarak mı görürüz? Aslında ikisinin arasında daha çok şehre yakın görebiliriz. İşte burası da öyle bir yer. Burası da yukarı doğru tırmanan bir şehir mekanı, dolayısıyla bizim yorumumuz o. Zaten insanların bu yapıya bakınca akıllarından geçen fikir de o, bu yüzden hoşlarına gidiyor. Burada bir anekdot anlatayım: Ahmet Koman ile “Acaba üçüncü kat var mı?” diye bakıyorduk ama sonra anladık ki bu binada üçüncü kat, ikinci kat diye ayrım aslında görmüyoruz. Şehir çıkıyor arkasından. O yorumla birlikte Akdeniz heykelinin şimdiki konumuna yerleşmesi arasında sıkı bir ilişki var. Şöyle olabilirdi; hiçbir yorumu olmayan bir yere koyuyorsun ve hiçbir şeye ilham vermiyor bu yerleştirme! Ama ben, şu an ki haliyle belli birtakım hisleri canlandırdığını ve ilham verdiğini düşünüyorum. E.U.: Tabii, heykeli oradan alınca binaya bir şey olmuyor.

It’s a very important statue. One of the most renowned statues of İstanbul... M.K.: Indeed it is. I think that its current position will also increase its visibility. After all, some people may not like it here, and some of them may enjoy even more. Let’s imagine the conversations regarding this topic, such as “the sculpture should not have been here, it should have been there, they should determine another alternative location, etc.”. I am sure that with this discussion, there are advantages and disadvantages, beauty and ugliness; between the current position and the proposed one. For me, a person should never say things like “this is the right place for such a work of art, this is the right thing and this is wrong”. We also do not have such attitude for architecture and we don’t claim to point out what is right or wrong. Currently, if we were to say, “glass and the space behind, are actually the places of the city”; we do not heat or cool the place for once, it breathes the air of the city; it is even raining from above, it’s full of air of the city; these are all just comments. For example, do we consider the porch as a building venue or a city venue? In fact, we can consider it closer to the city among the two. This place is exactly like that. It’s an urban space that goes upwards. Therefore it’s our interpretation. This is what people think when they examine the structure and that’s why they like it. At this point, I would like to share an anecdote: me and Ahmet Koman were checking to see if there is a third floor in the building. Then, we realized that we do not actually see a distinction between the third floor and the second floor. The city appears behind it. There is a close relation between that interpretation and installing the Mediterranean statue at its current position. It could go like this; you install the statue somewhere without any interpretations and it does not inspire anything at all! However, I think that its current position evokes certain feelings and inspires people. E.U.: Of course, when you remove the statue from there, nothing happens to the building.

Benim gözlemlediğim kadarıyla, o heykel orada çok önem arz edecek, öyle anılacak ama bina da bir heykel gibi olmuş. Orada iki heykel var şu anda, heykel içinde heykel var gibi. M.K.: En azından şu hoş değil mi? İnsanların sevdikleri bir heykel var ve bir binaya yerleşiyor, onunla ilgili yorumlar yapıyorlar: “Güzel oldu ben beğendim.”, “Bunu kapattılar, olmadı.” ya da “Bu hoş bir şey.”. Bir insanın bunu sahiplenmesi, onu sahiplenince arkasındaki mekanı da sahiplenmesi, üzerinde konuşması, yorum yapması... Şehir mekanı böyle bir şey aslında. Yani herkesin her şeye bayıldığı bir yer değil. Aslında bir dolu çelişkiyi içinde barındırabildiği için güzel zaten.

As far as I can tell, that statue will have a significant importance there and it will be remembered like this. Although the building turned out to be a statue as well. It seems as though there are two statues right now, such as a statute inside another one. M.K.: At least it is so nice to see that there is a statue that people care for. It is installed in a building and they make comments about it such as “It’s nice I liked it”, “They put it in an enclosed area, not a good choice”, or “This is quite pleasant”. Embracing the work, the space behind it, talking about it and making comments... This is actually what an urban space is. Meaning that it’s not a place where everyone loves everything. In fact, what makes it so good, is that it contains numerous contradictions.

natura | 48

Peki yapıya geri dönecek olursak planlanan vakitte bitti mi? E.U.: İnş a at yapmak için çok zor bir yer, araç giremiyor, çıkamıyor. Bir de Yapı Kredi Kültür Sanat inş a at ını yıkıp yapma olarak göremeyiz. Bu koruma temelli bir iş. Bir önceki yapının s trük türü, c adde ve ara sokak cepheler i, gabar isi, küt lesi, kat hiza lar ı aynen korunuyor. Dolayısıyla bu da ayr ı bir zor luk get ir iyor uygulamaya. İs t ikla l Caddesi’nde önceki yapıyı hat ır lıyorsundur, sayısız pencereyle bezeli uzun bir cepheydi; her t araf ı o pencereyle gr ida l bir şekilde kaplanmış, ara sokak cephesi de onunla kaplı. Biz Schmit tener yapısını İs t ikla l Caddesi’nin o modernis t-ra s yonelis t mimar i t araf ından bir yorumu gibi görüyoruz. İs t ikla l’deki bina lar ın da her cephesinin her t araf ı pencereler le delinmiş. İs t ikla l bir pencereler c addesi gibi. Gelişigüzel de olmuyor, r itmik pencereler diyar ı İs t ikla l. 19 58 ’den ber i, şehr in ve sonuç t a herkesin aklında, şehr in haf ıza sında yer etmiş bir binaydı bir önceki bina. İs t ikla l’in yegane çif t , hat t a üç cepheli bina sı. Nor ma lde İs t ikla l’deki bina lar ın cepheler ini biz kafamızı ka ldır madan göremiyoruz.. Ama burada 20 0 metreden it ibaren binanın cephesi meydana açılıyor. Biz de onu bir yandan korumayı bir yandan da yeni bir fonk siyonla doldur mayı ve en önemlisi de meydanla ir t ibat içinde, meydanı meydan yapan ve meydan t araf ından yapılan bir bina olarak düşündük. Bugün bakar sanız pencereler le delinmiş doğu-bat ı cepheler i aynen duruyor, meydana bakan yüzüyse açılmış.

To get back to the building subject, has it been completed at the planned finish date? E.U.: It is a very challenging place to construct, vehicles can not access or leave when they do. Besides, we can not consider the construction of Yapi Kredi Culture and Arts Center as a demolition-reconstruction process. It’s a protection-based operation. The structure of the previous building, avenue and alley facades,gauge, mass and floor levels; they are all preserved. Therefore, it brings a different challenge to the implementation process. You probably remember the former building on the İstiklal Avenue, which was a long facade with numerous windows, covered grid by grid with those windows which also applied to the alley facade. We consider the Schmitthenner’s structure as an interpretation of the İstiklal Avenue over the mentioned modernist-rationalist architecture. Every corner of the buildings in Istiklal has been punctured by windows in each facade. İstiklal is like an avenue of windows. They are also not arbitrary, it’s a land of rhythmic windows. The former building stood out as a structure which was a part of the city and naturally the people, leaving its mark in the urban memory since 1958. It was one of the rare buildings with two or even three facades. Normally, we can not see the facades of the buildings in İstiklal without raising our heads. However with this building, the facade of the structure opens out to the square starting from 200 meters. Therefore we wanted to both preserve the building and also provide new functions within. Most importantly, we aspired a building that establishes a connection with the square and reveals its true essence; along with a building that is shaped by the square itself. If you look at the building today, you can see that the east-west facades remain untouched, with an open facade overlooking the square.

Peki her şeyin değişip dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz. Sizce 10 sene sonra bu yapının hali ne olabilir? M.K.: Birkaç açıdan ele alınabilir sürdürülebilirlik. Mesela biraz önce Ertuğ Uçar’ın bahsettiği şey önemli bence. Bir binanın sürdürülebilir olması için kendini de sürdürüyor olması güzel olurdu. Şimdi bu binada şöyle bir durum var; mesela bazıları bakıp “Bu bina sert, bu bina Anıtkabir’e benziyor. Kolonlar, pencereler onu çağrıştırıyor,” diyor. Çok doğal bir çağrışım, çünkü altyapısında bir Alman neo rasyonalist bina var ve onunla hesaplaşan bir yapı olduğu için ruhunu da taşıyor. Şimdi herhangi bir bina olsa sürdürülmesi çok kolay olmazdı zaten. Ama böyle bir fırsatı değerlendiren bir bina zaten. E.U.: Şunu da ekleyebiliriz, bina her ne kadar ta ştan bir heykel gibi dursa da kullanım açısından çok esnek. Sürdürülebilirlik açısından binanın esnekliği çok önemli. Biz şöyle düşünüyoruz; bu kat sergi salonu, burası vitrin, burası müze olarak düşünüldü ama her an tek bir sergi ya da etkinlik, bu katları birleştiren loca, atrium ve por tiko mekanlarıyla her yere yayılabilir, işlevler kayabilir. M.K.: Meydanla kurduğu diyaloğun da binanın hayatına etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Bulunduğu konumla sıkı irtibat içinde, onu besleyen, ondan beslenen bir yapı belirli dönemlerde değişikliklere uğrasa da hayatını sürdürür.

We live in a time when everything changes and transforms. What do you think about the possible state of this structure after 10 years? M.K.: Sustainability can be tackled in several different perspectives. For example, what Ertuğ Uçar has mentioned before is very important. It would be better for a sustainable building to sustain itself. Regarding this building, some people say that it is a rough-looking building that looks like Anıtkabir and all the pillars and windows evoke that structure. It is a very natural connotation, because there is a German neo-rationalist building lies in its infrastructure and it carries the same spirit as it is a building that has connections with it. Otherwise, it would not be easy to sustain this building. But it is the building itself which uses this opportunity. E.U.: We can also add that, although the building resembles a stone statue, it is very flexible in terms of usage. The flexibility of the building is essential in terms of sustainability. We think that even though each space was divided as exhibition hall, showcase and museum; a single exhibition or event can spread to every location, and functions can switch through loggia, atrium and porch spaces that connect these floors. M.K.: We can also state that its dialogue established with the square, has an effect to the life of the building. A structure in strict connection with its position, which fosters it and live by it; maintains its life even though it can face changes in specific periods.

Aslında bankaların sanatı destekler hali ve onun bir tarafından kendilerini de oraya eklemlendirme halleri var günümüzde. Mesela Garanti Bankası gibi ve bu örnekte Yapı Kredi Bankası. M.K.: Şöyle düşünenler var: “Bankalar ve kapitalist kurumlar sanatı sahipleniyor, bu hoş bir şey değil.” Bunu eleştirebilirsiniz tabii. Ama bir yandan da bu kurumların kültür sanatı bir ucundan tutup ısrarla sahiplenmesi önemli. Yoksa bütün kurumları, kapitalist düzeni bir kenara itersek bir şey kalmıyor. Bu, kategorik olarak reddedilecek, üzeri bir çırpıda silinecek bir mesele değil. Tar tışmayı daha iyi bir noktaya getirelim ama silemeyiz. Zaten mimarlık tamamen kontamine bir meslek, alıp alabileceğiniz en pahalı obje bina…

Actually, banks seem to support art and become articulated to this scene in certain aspects, such as the Garanti Bank and Yapı Kredi based on this example. M.K.: Some people think that banks and capitalist institutions lay claims to art and that it is not appropriate. Of course you can criticize it. However, it is also important that these institutions embrace and adopt culture and art in certain ways. Otherwise, if we push aside all the institutions and the capitalist system; we have nothing left. This is not an issue that can be rejected categorically and removed in the blink of an eye. We should carry this debate to a better place but we can not remove it. After all, architecture is a completely contaminated profession, the most expensive object you can buy is a building...

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Thank you for all the information you have given.

natura | 49


kapak konusu | cover story

kapak konusu | cover story

DoÄ&#x;al TaĹ&#x; / Natural Stone: Traverten / TRAVERTINE (3cm) Ocak / Quarry: Denizli

natura | 50

natura | 51


kapak konusu | cover story

kapak konusu | cover story

KÜNYE

natura | 52

Proje Firması: Teğet Mimarlık Proje Ekibi: Mehmet Kütükçüoğlu, Ertuğ Uçar Onur Akın, Tuberk Altuntaş, Ethem Aybar, Hande Ciğerli, Alev Dağlı, Gökçen Erkılıç, Avşar Karababa, Müge Kuzubaşıoğlu, Serhat Özkan, Pınar Sönmez, Nazlı Tümerdem, Mert Üçer, Mert Velipaşaoğlu, Yiğit Yalgın, Emrah Yergin Statik Proje: AR-ÇE Mühendislik Mekanik Proje: Okutan Mühendislik Elektrik Projesi: Promer Mühendislik Aydınlatma Tasarımı: UKON Aydınlatma Akustik Danışmanlık: Dr. Duyal Karagözoğlu Yangın Danışmanı: Etik Mühendislik, Danışmanlık Yönlendirme Tasarımı: Koray Özgen Proje Yönetimi: Mentor Proje Yönetimi İnşaat Alanı: 5.000 m2 Fotoğraflar: Cemal Emden

Credıts Architectural Design Office: Teğet Architectural Office Design Team: Mehmet Kütükçüoğlu, Ertuğ Uçar Onur Akın, Tuberk Altuntaş, Ethem Aybar, Hande Ciğerli, Alev Dağlı, Gökçen Erkılıç, Avşar Karababa, Müge Kuzubaşıoğlu, Serhat Özkan, Pınar Sönmez, Nazlı Tümerdem, Mert Üçer, Mert Velipaşaoğlu, Yiğit Yalgın, Emrah Yergin Statical Project: AR-ÇE Engineering Mechanical Project: Okutan Engineering Electricity Project: Promer Engineering Lighting Design: UKON Lighting Acoustic Consultant: Prof. Duyal Karagözoğlu Fire Safety Consultant: Etik Engineering&Consultancy Visual Planning: Koray Özgen Project Management: Mentor Project Management Consultancy Construction Area:5,000 sqm Photographs: Cemal Emden

natura | 53


proje | project

proje | project

FIORE DI PIETRA – MARIO BOTTA Selin Biçer Yüksek Mimar / M.Arch

Taşıyıcı yapı gri doğal taşla kaplı betonarme olup binaya farklı bir görünüm kazandıran alternatif pürüzsüz ve bölünmüş bantlara sahip. The bearing structure is a reinforced concrete clad in gray natural stone and it features alternate smooth and split bands which attribute a different outlook to the building.

natura | 54

natura | 55


proje | project

Monte Generoso’nun tepelerindeki erken 20. yüzyıl mimarisinin bir örneği olan otelin yerine yapılan Fiore di Pietra yeni bir kent simgesi olmayı hedefliyor. Yapı, dağın kuzeyine bakan yaklaşık 400 metre yükseklikteki sarp kayalıktaki sıra dışı konumuyla dikkat çekiyor. Bu etkileyici kaya oluşumu, taç yaprakları olan sekizgen binanın, diğer bir değişle “taştan çiçeğin” ortaya çıkışı için karar verici etmen oldu. Doğu cephesindeki dairesel taç dağın sırtını takip eden bir seyir terasının oluşmasını sağlıyor. Özel bileşenlerin (taç yaprakların) düzenlenmesi, hafifçe dışarı açılan ve üst katlarda yeniden kapanan 5 kat yüksekliğindeki kulelerden oluşan bir grubu yaratıyor. Tren istasyonu kalıntılarının olduğu zemin katta içle dışı buluşturan ferah bir giriş mekânı yer alıyor. Girişten ulaşılan sergi alanı, Monte Generoso’nun tarihinin anlatıldığı bilgi panolarını ve yapının maketi ile Mario Botta’nın çizdiği eskizleri barındırıyor. 1. katta servisler yer alırken ikinci katta yaklaşık 90 kişilik kapasiteye sahip konferans odası bulunuyor, üstteki 2 katta ise geniş terasa erişimi olan üst kalite bir selfservis lokanta var. Taşıyıcı yapı gri doğal taşla kaplı betonarme olup binaya farklı bir görünüm kazandıran alternatif pürüzsüz ve bölünmüş bantlara sahip. Görünüşte kendine yeten kuleler, güneyde Po Vadisi’nden kuzeyde Lugano Gölü ile Alpler’e kadar uzanan 360 derecelik bir manzaraya izin veren geniş cam yüzeylerle birbirine bağlanıyor. Sonuçta güçlü, kendine özgü, karşıtlıkları öne çıkaran geometrik bir yapı ortaya çıkıyor ve bu sayede kendini çevreleyen peyzajın doğal çehresiyle diyalog halinde oluyor. natura | 56

proje | project

Built in the area where an early 20th-century hotel once stood on the hills of Monte Generoso, Fiore di Pietra aims to be a new landmark. The building stands out with its extraordinary location on a steep cliff about 400 meters high, which overlooks the north side of the mountain. This impressive rock formation served as the deciding factor for creating the “stone flower”, an octagonal building with petals. The circular crown on the east front, provides an observation deck that follows the ridge of the mountain. The arrangement of individual components (petals), creates an ensemble of five-story towers which slightly open out and close again on the top floors. A spacious entrance space, which connects the interior with the exterior, is positioned on the level of the train station remains. The exhibition area, which can be accessed via the entryway, features information boards with the history of Monte Generoso and a model of the building along with Mario Botta’s sketches. While the service functions are located on the 1st floor, a conference room with approximately 90-person capacity is located on the 2nd floor. On the upper two floors, there is a selfservice restaurant which has access to the large terrace. The bearing structure is a reinforced concrete clad in gray natural stone and it features alternate smooth and split bands which attribute a different outlook to the building. The seemingly self-supporting towers are interconnected by large glass surfaces which present a 360-degree view, from the Po Valley in the south to the Lake Lugano and the Alps to the north. The result is a powerful, unique and geometrical building that highlights contrasts, engaging in dialogue with the natural features of the surrounding landscape. natura | 57


proje | project

proje | project

KÜNYE

natura | 58

Proje Tarihi: 2013 Yapım Tarihi: 2015 – 2017 İşveren: Ferrovia Monte Generoso SA Statik Proje: Studio d’Ingegneria Luigi Brenni Kullanım Alanı: 2.500 m2 Hacim: 9.200 m3 Fotoğraflar: Enrico Cano

Credıts Project Year: 2013 Year of Build: 2015 – 2017 Client: Ferrovia Monte Generoso SA Static Project: Studio d’Ingegneria Luigi Brenni Constructional Area: 2,500 sqm Volume: 9,200 cu. m Photographs: Enrico Cano

natura | 59


proje | project

proje | project

YARMOUK’TA BİR EV STUDIO TOGGLE HOUSE IN YARMOUK STUDIO TOGGLE Yağmur Yıldırım Mimar / Architect

natura | 60

natura | 61


proje | project

Studio Toggle’ın tasarladığı bu Kuveyt Evi, iki farklı genç aileyi aynı çatı altında topladı. Binanın hacmi, iki ailenin de özel alanlarını içerecek şekilde ortadan iki özdeş birime ayrıldı. Bu birimler ortak bir teras ve 10 araçlık bir otopark ile yemek salonunu barındıran bodrum katı aracılığıyla üst ve alt bölümlerden birleştirildi. İşverenin isteği doğrultusunda, izin verilen taban alanı çerçevesinde yoğun bir program oluşturularak iki birimin de özdeş bir şekilde yan yana konumlandırılması gerekti. Bu gereklilik, kapalı ve açık alanlar arasında bir denge kurmanın yanı sıra, evin her alanının yeterli miktarda doğal aydınlatmaya sahip olması açısından mimarları bir hayli zorladı. Mimarlar, bina genelinde farklı derecelerde şeffaflık ve porozite sağlayan ışık bacaları, balkonlar ve platformlar oluşturarak bu zorluklara farklı bir şekilde yaklaşmayı seçtiler. Bu yaklaşım sayesinde, mahremiyet derecesini ustaca tanımlayan bir hiyerarşiyle birlikte tüm alanlar doğal bir şekilde aydınlatıldı ve düzenli bir dizilime sahip oldu. Evin dış cephesi, pencere çerçevelerinin ve panjurların gri ve pürüzlü yüzeylerine tezat oluşturan, beyaz çimento sıvasının sade renkleriyle oluşturuldu. Panjurlar ise kademeli antre ve teras bahçesi için gereken mahremiyeti sağladı. Panjurlar aynı zamanda canlı beyaz kütlenin bağlamsal etkisini de hafifletti. İç mekânlar ise, ismiyle özdeş skandal mermerden yapılmış dramatik bir müzik odasından yatak odaları, kiler ve okuma salonunun yer aldığı ve neredeyse İskandinav sadeliğine erişen üst katlara kadar uzanan bir mekân hiyerarşisi tarafından yönlendirildi. Gümüş traverten kaplama ile beyaz yağlı yüzeyli dişbudak parkelerin birlikteliğinden doğan zarif ve sıcak tonlar, zemin katta yer alan oturma ve yemek alanları için doğru atmosferi yarattı. Neredeyse saklanmış gibi görünen ve stratejik olarak konumlandırılmış bahçeler ise, bodrum katındaki yemek salonunu da barındıran sosyal alanlar için yeşil dokuyu ve ışığı canlandırdı. natura | 62

proje | project

This Kuwait City House by Studio Toggle is home to two independent young families. The volume is divided in the middle into two identical units housing the private quarters of each family. These identical units are capped on the top and bottom by a shared roof terrace and a shared basement that has parking facilities for 10 cars and a banquet hall. The client’s brief called for a very dense program relative to the allowed footprint and also for the two units to be identical and side by side. This posed multiple challenges to the architects in terms of finding a balance between enclosed and open spaces, as well as bringing sufficient natural lighting to all areas of the house. The architects chose to address these challenges in an incremental manner by creating light wells, balconies and decks affording varied degrees of transparency and porosity throughout the building. This approach resulted in a choreographed sequence of naturally lit spaces with a welldefined hierarchy dictating its degree of privacy. The exterior of the house is finished in an austere palette of white cement render contrasted against the rough grey finish of the window frames and louvers. The louvers afford necessary privacy to the stepped entrance foyer and the roof garden. The louvers also soften the contextual impact of the crisp white massing. The materiality of the interiors is driven by the hierarchy of the space, ranging from a dramatic music room finished in an aptly titled scandalous marble, to the almost Scandinavian simplicity of the upper levels that houses the bedrooms, pantry and the informal reading room. Subtle warm tones, achieved by a combination of silver travertine cladding with white oil finished ash parquet, set the mood for the ground floor living and dining areas. Strategically located gardens, so private they could be secret, fosters greenery and light for the social spaces including the banquet room in the basement. natura | 63


proje | project

KÜNYE Mimar: Studio Toggle Proje yeri: Kuwait City, Kuwait Proje ekibi: Hend Almatrouk, Gijo Paul George, Alan: 2.500 m2 Proje yılı: 2017 Fotoğraflar: Gijo Paul George Tedarikçiler: Moooi, Tom Dixon, JNF, Sanitana, TAL, Wicanders

Credıts Architects: Studio Toggle Location: Kuwait City, Kuwait Lead Architects: Hend Almatrouk, Gijo Paul George, Area: 2,500 m2 Project Year: 2017 Photographs: Gijo Paul George Manufacturers: Moooi, Tom Dixon, JNF, Sanitana, TAL, Wicanders

natura | 64


proje | project

proje | project

MEDYA KENT GAD MİMARLIK MEDIA CITY GAD

Hazırlayan - Prepared by: Paul Ragsdale, Mimar / Architect

natura | 66

natura | 67


proje | project

proje | project

Avrupa’nın en büyük 7. ekonomisi olan, dünya çapında ise 18. sırada yer alan Türkiye, ideal bir üretim ve dağıtım merkezi konumunda bulunuyor. Bundan böyle bu merkez; 2030 yılında tamamlandığında dünyanın en büyük havalimanı olacağı öngörülen ve şehrin üçüncü havalimanı olan İstanbul Yeni Havalimanı’nın çevresinde, GAD Mimarlık tarafından bir endüstri kompleksi olarak tasarlanan Medya Kent üzerinden yönetilebilecek. İstanbul Ticaret Odası tarafından multimedya endüstrisini destekleyecek bir kompleks yaratması istenen GAD Mimarlık’a göre, yalnızca kendini taşıyan ve sürdürülebilir bir şehir tasarlamak değil, aynı zamanda insanlara multimedya ortamının geçmişini, bugününü ve geleceğini tanıtan; sanal gerçeklik müzeleri gibi etkileşim temelli tasarımlara ve yapılara sahip; yenilikçi, dinamik ve ilgi çekici bir kültürel merkez yaratmak oldukça büyük bir önem taşıyordu.

As Europe’s 7th largest economy (18th worldwide), Turkey is ideally situated as a manufacturing and distribution hub, and these could be managed through Media City, an industrial complex designed by GAD to be located on the outskirts of the Istanbul New Airport, the city’s third airport, which upon completion in 2030 is expected to be the world’s largest. Responding to a commission from the Istanbul Chamber of Commerce to design a site supporting the multimedia industry, GAD felt it was important to not only make a selfsufficient, sustainable city but to also create a dynamic, intriguing cultural attraction with innovative, interactive planning and structures—like virtual reality museums—allowing people to bear witness to multimedia’s past, present, and future.

GAD Mimarlık, konsept geliştirme sürecinde endüstriyel köklere sahip bazı büyük ve tarihi şehirleri inceledi ve bu kentsel bölgelerdeki hacim ve boşlukların birbirleriyle olan ilişkilerine baktığında; çevresi boyunca birkaç adet devasa formun yer aldığı, dar ve yüksek oranda sıkıştırılmış bir merkezin içinde yer alan küçük şekillerle tanımlanan QR kodlarıyla aralarında ilginç bir benzerlik olduğunu fark etti. Şirket, bu benzerlikten ilham alarak; Media City’de yer alan yapıların, parkların, sokakların ve bunlar gibi tekrar edebilen, değiştirilebilen, ayarlanabilen ve QR kodu gibi ızgara sistemlerle düzenlenebilen tipolojilerin tasarımını gerçekleştirdi ve küresel uygulama potansiyeline sahip yaratıcı bir yaklaşım ortaya koydu.

Dur ing Concept Development, GAD analyzed a few large his tor ic al cities with indus tr ial root s. The relationships of volumes and voids in these urban sites had a cur ious resemblance to QR codes — small shapes in a tight, frantic ally compressed center with a few ma ssive forms isolated along the per imeter. This inspired GAD to create t ypologies for Media Cit y’s buildings, park s, s treet s, etc. that could be repeated, manipulated, adjus ted, and organized in gr ids similar to QR codes, a creative approach with global applic ation potential.

natura | 68

natura | 69


proje | project

proje | project

KÜNYE Credıts KONUM: İSTANBUL/TÜRKİYE MİMARİ PROJE & TASARIM: GÖKHAN AVCIOĞLU & ALPASLAN ATAMAN & GAD MİMARLIK PROJE EKİBİ: NESİME ÖNEL, ETİ KASTORYANO, MUSTAFA KEMAL KAYIŞ, GÖKSEN GÜNGÖR, SEDA TUĞUTLU, OĞUZ EMRE BAL, ESRA ESEN YAPI TİPİ: KAMUSAL, ŞEHİR PLANLAMA, OFİS, DENEYSEL, TİCARİ İNŞAAT ALANI: 75.000 m2 PROJE ALANI: 2.800.000 m2 YAPIM YILI: 2017 DURUM: KONSEPT – DEVAM ETMEKTE ÖDÜLLER: MIPIM AR FUTURE PROJECTS AWARDS 2017, JEU D’ESPRIT ÖZEL ÖDÜLÜ AMERICAN ARCHITECTURE PRIZE 2017, PEYZAJ MİMARİSİ / ŞEHİR PLANLAMA KATEGORİSİ WAFX / WAF (DÜNYA MİMARLIK FESTİVALİ) AWARDS 2017, AKILLI ŞEHİRLER ÖDÜLÜ

natura | 70

LOCATION: ISTANBUL / TURKEY ARCHITECTURAL PROJECT & DESIGN: GOKHAN AVCIOGLU & ALPASLAN ATAMAN & GAD PROJECT TEAM: NESIME ONEL, ETI KASTORYANO, MUSTAFA KEMAL KAYIS, GOKSEN GUNGOR, SEDA TUGUTLU, OGUZ EMRE BAL, ESRA ESEN BUILDING TYPE: PUBLIC , URBAN PLANNING, OFFICE, EXPERIMENTAL, RETAIL CONSTRUCTION AREA: 75.000 m2 PROJECT SITE AREA: 2.800.000 m2 YEAR: 2017 STATUS: PLANNING STAGE AWARDS: 2017 AR FUTURE PROJECTS AWARDS, JEU D’ESPRIT PRIZE 2017 AMERICAN ARCHITECTURE PRIZE, LANDSCAPE ARCHITECTURE/ URBAN PLANNING 2017 WAFX / WAF AWARDS , SMART CITIES PRIZE

natura | 71


proje | project

proje | project

TARAKLI KENT MEYDANI - KOOP MIMARLIK TARAKLI PUBLIC SQUARE - KOOP MIMARLIK

Selin Biçer Yüksek Mimar / M.Arch

Tasarım ekibi malzeme seçimi yaparken tarihi çevreye saygılı ancak yenilikçi bir arayış içine girdi. Bunun için park içindeki yapılar ve peyzaj elemanları taş, ahşap ve metal - cam birlikteliğinin türevleri ile tasarlandı. Zeminde, park içinde kesintisiz bir dolaşım sağlaması ve davetkâr olması için taş kaplama düşünüldü. Taş seçimi yapılırken yerel olması, dayanıklı olması ve konfor sağlaması açısından traverten seçildi. Kaplamada tekdüzeliğin önüne geçmek için dokulu yüzeye sahip travertenin tasarlanmış bir doku örgüsünde uygulanması öngörüldü. While the design team chose materials, they were looking for a respectful yet innovative look to the historical environment. For this, the structures and landscaping elements in the park are designed with materials such as stone, wood and metal - glass combinations. Stone pavement was considered on the grounds to ensure uninterrupted circulation in the park and to be inviting. When choosing the stone, traverten is chosen for its locality, durability and comfort. It is anticipated that a textured surfaced travertine will be applied in the designed pattern grid to avoid uniformity in the floor covering.

natura | 72

natura | 73


proje | project

proje | project

KÜNYE

Taraklı’nın merkezindeki park çeşitli dönemlerde eklenen beton duvarlar, belli bir plana uyulmadan inşa edilen çay ocağı ve lokanta gibi eklerle tarihi dokuya uygun olmayan bir alan haline geldi. Citta Slow ve Tarihi Kentler Birliği gibi ağlara dâhil olan Taraklı’da, gelen turistleri karşılayan daha iyi çehreye sahip bir kent parkına gerek duyuluyordu. Tasarım sürecinde meydanın bir “açıklık” olarak düşünülmesi, tarihi çevreden referanslar alınması ve doğal eğimlerin parkın kademelenmesinde önemli bir rol oynaması hedeflendi. Ziyaretçiler ve bölge halkının buluşabileceği ortak bir platform işlevi yüklenen meydanın çevre yollar, tarihi yapılar ve çarşı ile ilişkisinde “geçirgenlik” ve “ulaşılabilirlik” kavramları ön planda tutuldu. Bu amaçla, parkın uç kotları arasında oluşturulan basamaklar ve rampalar ile sakin geçişler sağlandı. Öngörü olarak bu alanlarda günlük sosyal aktivitelerin turistik aktiviteler ile iç içe geçebileceği böylece farklı kullanıcılar için farklı deneyimlerin yaşanabileceği hayal edildi. Kent parkı ziyaretçilerin kentin tarihi ile ilgili bilgi edinebileceği, kent sakinlerinin ise kentsel hafızalarını tazeleyebileceği bir meydana dönüştü. Park alanı 1950lere kadar Taraklı Çarşısı’nın bir parçasıydı. Günümüzde yıkılmış olan dükkânların plan izdüşümleri sert zemin üzerinde malzeme farkı ile çizgisel olarak gösterildi. Tarihi yapı izlerini gösteren granit döşeme üzerinde tam da o noktada bulunan esnafın/dükkânın (Nalbant Hayri, Solakzade Fırını, vb.) adları kazındı. Bunun yanında park, çeşitli noktalarda bilgi duvarları ve görsellerle desteklendi.

natura | 74

The park in the center of Taraklı didn’t suit the historical site with unqualified concrete walls, unplanned buildings like the restaurant and the tea house. Taraklı, a member of networks such as Citta Slow and Union of Historical Towns, needed a more welcoming town park for the visitors. In the design process, considering the square as an “openness”, taking references from the historical environment and leveling the park with the existing slope played an important role. “Transparency” and “accessibility” were held in the foreground in the relation of the square with surrounding roads, historic buildings and bazaar to form a common platform where visitors and locals could meet. For this purpose, the stairs and ramps created between the park’s end elevations provided calm transitions. Foresight, it was imagined that daily social activities could be intertwined with tourist activities in these areas, so that different experiences could emerge for different users. The city park has been transformed into a square where visitors can be informed about the history of the town and the town’s residents can refresh their urban memories. The area was part of the Tarakli bazaar till the 1950s. The plan projections of the demolished shops are shown on the floor with material difference. On the granite floor showing the traces of the historical buildings, the names of the tradesmen/shops (Blacksmith Hayri, Solakzade Bakery, etc.) were carved. The park was also supported by information walls and visuals at various points.

Projenin Yeri: Taraklı, Sakarya Mimarlık Ofisi: KOOP Mimarlık Tasarım Ekibi: Y. Burak Dolu, Ufuk Pehlivan ve Bora Akın Mimari Proje Ekibi: Y. Burak Dolu, Ufuk Pehlivan ve Bora Akın İşveren: Sakarya Büyükşehir Belediyesi Ana Yüklenici: Surtaş Maden İnşaat Taahhüt Nakliye San. ve Tic. AŞ Aydınlatma Tasarımı: Vuku Design, Yeliz Dilaver ve Seda Sezen Mimari Mesleki Kontrollük: Özlem Öztürk ve İbrahim Akdoğan Şantiye Yöneticisi: Murat Temiz Projenin Başlangıç Tarihi: 2014 Projenin Bitiş Tarihi: 2015 İnşaat Başlangıç Tarihi: 2015 İnşaat Bitiş Tarihi: 2016 Toplam İnşaat Alanı: 3.350 m2

Credıts Location of the Project: Taraklı, Sakarya Architects: KOOP Mimarlık Design Team: Y. Burak Dolu, Ufuk Pehlivan and Bora Akın Architectural Team: Y. Burak Dolu, Ufuk Pehlivan and Bora Akın Client: Sakarya Metropolitan Municipality Prime Contractor: Surtaş Maden İnşaat Taahhüt Nakliye San. ve Tic. AŞ Lighting Design: Vuku Design, Yeliz Dilaver and Seda Sezen Building Inspection: Özlem Öztürk and İbrahim Akdoğan Site Manager: Murat Temiz Project Start Date: 2014 Project Completion Date: 2015 Construction Start Date: 2015 Construction Completion Date: 2016 Total Construction Area: 3,350 sqm

natura | 75


proje | project

Angelos Organik Zeytinyağı Tesisi Mimarlar ve Han Tümertekin

Angelos Organic Olive Oil Mill Mimarlar ve Han Tümertekin

Hazırlayan - Prepared by: Zeynep Tümertekin, Mimar - Architect

natura | 76

proje | project Bu mütevazı endüstriyel yapı, daha önce kendileri için aynı alanda konut da tasarladığımız bir çift için tasarlandı. Amaçları, en alışılagelmiş ve geleneksel teknikleri kullanarak zeytinyağı üretimi yapmaktı. Bu bağlamda bölgenin doğal topografyası ile tanımlanan üretim süreci de, projenin mimari çözümlemesini oluşturdu. This is a modest industrial structure designed for a couple who we had designed a house before, for the same site. Their goal was to produce olive oil with the most conventional and traditional techniques. The production process which is defined by the gravity has generated the architectural resolution.

natura | 77


proje | project

Genel tanım Bademli Köyü’nde yer alan Angelos Organik Zeytinyağı Tesisi, İzmir’in kuzeyinde 250.000 metrekarelik bir zeytinlik alanında bulunuyor. Bölgedeki zeytinler ile zeytinyağı üretimi yapmak için tasarlanan bu tesis; misafirhane, satış dükkanı ve üretim alanını içeren 1.000 metrekarelik bir kompleksten oluşuyor. Arazi, etkileyici bir deniz manzarası ile taş yapılar ve zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş tipik bir Ege peyzajı içerisinde yer alıyor. Genel bağlam ve strateji Tasarım konseptini ve stratejisini tanımlamak adına sorduğumuz temel soru şuydu: “Endüstriyel bir yapıyı doğal bir peyzajla nasıl kenetleriz?”. İşverenlerimiz, zeytinyağını pompa kullanmadan elde etmek istediklerini projenin başında net bir biçimde dile getirdiler. Bu bağlamda zeytinlerin üretim yaptıkları katta preslenmesi ve yağın kendi ağırlıyla alt kata akması amaçlandı. Şişelenen zeytinyağlarının tamamının, kamyonlar vasıtasıyla üretim alanından çıkması gerekiyordu. Bu yüzden bu tasarım senaryosunu gerçekleştirebilecek, güçlü kesitsel ilişkilere sahip en uygun topografyayı bulmamız önem arz ediyordu. Ayrıca bu bölgede gerçekleştirilecek inşaat aşamasında, mevcut bitki örtüsüne ya da zeytin ağaçlarına temas etmememiz ve onlara zarar vermememiz gerekiyordu.

natura | 78

proje | project

General Description Angelos, in Bademli V illage is an olive grove of 25 0,0 0 0 sqm loc ated on the nor th of İzmir and on the coa s t of the Aegean Sea. The mill ha s been es t ablished to produce olive oil from the loc a lly collec ted olives. It a built complex of 1,0 0 0 sqm, composed of a gues t house, a shop and the produc t ion area. The terra in is situated in a t ypic a l Aegean landsc ape which ha s an impressive sea sc ape and surrounded by s tone s truc tures and olive trees. General context and strategy The question we asked to define our concept and strategy was “How to anchor an industrial building into a landscape?”. Our clients were very clear from the beginning about obtaining the oil without the olive oil pump; therefore the olives would be pressed at the same floor where they will get in production. The oil will glide down with its own weight to the lower story. All of the bottled olive oil will leave the production area with trucks; therefore we had to find the perfect topography, convenient for strong sectional relations where this scenario would come true. The location to be found for the construction had to be in a spot where we wouldn’t touch or damage any existing vegetation or olive tree during the construction.

natura | 79


proje | project

proje | project

Malzemeler ve yapı İnşaat alanına karar verdiğimizde, yapı çalışmaları için yerel işgücü kullanmaya karar verdik. Burdaki amaç, yerel ustaların kullandığı yapı tekniklerini ve becerilerini geliştirmekti. Bu bağlamda İstanbul’da üretilen çelik konstrüksiyon, bu bölgedeki işçiler tarafından taşlarla örüldü. İstanbul ve Bademli arasında oldukça hassas bir işbirliği gerektiren bu süreç, ustaların yapım tekniklerini fazlasıyla geliştirdi. Projede malzeme olarak brüt beton, galvaniz çelik ve doğal taş tercih edilerek, yapının bakım gerektirmeden sürdürülebilir bir biçimde korunması sağlandı. Saha planını oluştururken, kademeli olarak kamusal alandan özel alanlara geçiş sağlayan bir tasarım oluşturmayı amaçladık. Bu bağlamda proje, üretim alanının dışında “kamusal alan” olarak tanımlanan bir satış dükkanını ve “özel alan” olarak tanımlanan bir misafirhaneyi içeriyor. Yapı, açık ve yarı açık alanlar etrafında biçimlendiğinden, kaydırılmış çatı gerekli olan gölgelemeyi ve iklimsel konforu sağladı. Tüm bu fonksiyonlar ise, projenin en önemli birimi olan bir bakır sistem ile örtüldü.

natura | 80

Materials and struc ture When we determine our construction site we had a preference of using the local labor force as builders. We aimed to improve the local foreman’s industrialized construction techniques and skills. For that reason the steel construction was made in İstanbul and it was filled with stone by the local labor. This high précised collaborative work between İstanbul and Bademli improved the foreman’s techniques. Using the exposed concrete, galvanized steel and natural stone as chosen materials was another intention to keep the structure maintenance-free. While forming the site plan our intention was to generate a scheme which would gradually traverse from public to private. The project includes a shop as a “public” space and a guest house as a “private” space aside from the production area. As the structure forms around open and semi-open spaces, the needed shading and climatic condition was provided with a shif ted roof. All of these programs would be covered by a copper shelter which is the most significant element of the project.

natura | 81


proje | project

proje | project

KÜNYE Mimari Ofis: Mimarlar ve Han Tümertekin Proje Konumu: Bademli, Dikili, İzmir, Türkiye Bitiş Tarihi: 2016 (Başlangıç: 2015) Mimar: Han Tümertekin Tasarım Ekibi: Kemal Bal, Ali Dostoğlu Proje Ortakları: Mekanik Projesi: Haluk Derya Yapı, Zemin ve Etüt Çalışmaları: Celal Erdem Elektrik Projesi: Sabri Pehlivan İnşaat Projesi: Onur Meral Proje Yönetimi: Sadık Aktar Yapı Fonksiyonu: Endüstriyel Yapı Sınıfı: Tesis Toplam Arazi: 2.800 m2 Toplam Zemin Alanı: 1.000 m2 İşveren: Onur Meral & Aslı Meral

natura | 82

Credıts Studios: Mimarlar ve Han Tümertekin Location: Bademli, Dikili, Izmir, Turkey Year completed: 2016 (Starting date: 2015) Architect: Han Tümertekin Design Team: Kemal Bal , Ali Dostoğlu Collaborators: Mechanical: Haluk Derya Civil, soil and survey: Celal Erdem Electrical: Sabri Pehlivan Construction: Onur Meral Project management: Sadık Aktar Program: Industrial Labels: Factory Total area: 2,800 sqm Usable floor area: 1,000 sqm Client: Onur Meral & Aslı Meral

natura | 83


iç mimarlık | interior design

iç mimarlık | interior design

BÜYÜK GAYRİMENKUL KAĞITHANE OFİS PROJESİ

BÜYÜK REAL ESTATE KAĞITHANE OFFICE PROJECT Yazan - Author: Deren TOMANBAY İç mimar - Interior Architect

Yazan - Author: Deren TOMANBAY İç mimar - Interior Architect

natura | 84

natura | 85


iç mimarlık | interior design

iç mimarlık | interior design

DIŞ CE PHE DE: D ı ş c e p h e d o ğ a l t a ş u yg u l a m a s ı y a p ı l m ı ş , c r o s t a c o z z a t a ş ı k u l l a n ı l m ı ş t ı r. Ta r a f ı m ı z d a n k u l l a n ı l a n d o ğ a l t a ş ı n d i ğ e r malzemeler ile ton uyumluluğu sebebiyle cephede bütünl ü k s a ğ l a n m ı ş t ı r. M e k a n i k k a p l a m a u yg u l a m a s ı y a p ı l a r a k , oluş abilecek zor hava koşullar ında bile sağlam ve uzun ö m ü r l ü b i r k a p l a m a o l u ş t u r u l m u ş t u r. M e r m e r i n d o ğ a l m a l z e m e o l u ş u , c e p h e d e k e n d i i ç i n d e d a m a r- t o n f a r k l ı l ı k l a r ı y a r a t a r a k d u r a ğ a n b i r h a v a y a s a h i p o l a n c e p h e y e h a r e k e tl i l i k g e t i r i l m i ş t i r. Kullanılan mermer ebatlarında en-boy farklılıkları, ta şın doğasında bulunan ton farklılıklarının en güzel şekilde hissedilmesine sebep olmuştur.

facade: The facade was cladded with natural stones, by using crosta cozza stone. An integrity was provided for the facade, owing to the harmony established between the natural stone obtained from our company and other materials. A durable and long-lasting coating even for challenging climate conditions was created through implementing mechanical coating. The fact that marbles used in the project are natural stones, brought an energy to the static atmosphere of the facade by creating grain-shade alternatives within. Width-length differences of the marble dimensions, paved the way for experiencing the shade differences of the stone in the best possible way.

İÇ ME K ANLARDA: L o b i d ö ş e m e k a p l a m a l a r ı n d a ay n ı t a ş a n c a k f a r k l ı e b at l a r ku l l a n ı l a r a k s a d e l i k ve t a s a r ı m a lg ı s ı ay n ı p ot a d a b u l u ş m u ş t u r ( Af f u m i c at o). A s a n s ö r k a p l a m a l a r ı n d a ku l l a n ı l a n d o ğ a l t a ş i l e y i n e d o ğ a l b i r m a l ze m e o l a n a h ş a p b e r a b e r ku l l a n ı l a r a k s ı c a k b i r h ava s a ğ l a n m ı ş t ı r ( Af f u m i c at o). A s a n s ö r ve ko r i d o r l a r d a h e m d u va r k â ğ ı d ı h e m d e m e r m e r d e k i s a d e l iğ i , t ava n d a ya p ı l m ı ş o l a n h a r e ke t l i ayd ı n l at m a t a s a r ı m ı d e ng e l e m i ş t i r. G e n e l t u va l e t l e r d e ku l l a n ı l a n m e r m e r-a h ş a p - c a m ay n ı t o n l a r d a s e ç i l m i ş b u s aye d e h i ç b i r ş e k i l d e g öz ü r a h at s ı z e t m e ye n n ö t r b i r h ava e l d e e d i l m i ş t i r (C r o s t a ç öz z a ).

Interıors: For the flooring of the lobby, the same stone with different dimensions were opted, further merging simplicity and design understanding. (Affumicato) Natural stone opted for elevator coatings, were used together with timber, which stands for yet another natural stone, further creating a cozy atmosphere. (Affumicato) Movable lighting design implemented on ceilings, has balanced the simplicity of the wallpapers and marble, which were used in elevators and hallways. Marble-timber-glass triad, used in public restrooms, were selected with same shade options, creating a neutral atmosphere that avoids disturbing the vision in any circumstances. (Crosta cozza)

natura | 86

KULLANILAN TAŞLAR: AFFUMICATO CROSTA COZZA KONUMU: KAĞITHANE PROJE TİPİ: OFİS TASARIM: SANER MİMARLIK İNŞAAT: EFE İNŞAAT UYGULAMA: Temmer Marble Stones Used in the Project Affumicato Crosta Cozza Location: Kağıthane Project Type: Office Design: Saner Architects Construction: Efe Construction Implementation: Temmer Marble

natura | 87


iç mimarlık | interior design

iç mimarlık | interior design

ACARBLU KONUT PROJESİ

ACARBLU HOUSING PROJECT Yazan - Author: Deren TOMANBAY İç mimar - Interior Architect

natura | 88

natura | 89


iç mimarlık | interior design

natura | 90

iç mimarlık | interior design

natura | 91


iç mimarlık | interior design Dış cephede: Türkiyede çıkan ismen en bilindik mermer olan Bilecik beji kullanılmıştır. Ancak çok sıradan sayılabilecek bu mermer, taraklama denilen yüzey işlemi yapılarak tamamen farklı bir hava yaratılmıştır. Sadece cephe kaplamasında değil, parapet-harpuşta kaplamalarında da aynı mermer kullanılarak; peyzaj ve bina bütünlüğü sağlanmıştır. İç mekanda: Çok sayıda daire bulunmakta olup bunlar 3 farklı tipe bölünmüştür. Bu sayede müşteriler zevklerine uygun olan daire tipine göre alım gerçekleştirebilecek bir seçenek yelpazesine sahip olmuşlardır. 3 Daire tipinde de farklı mermerler kullanılmıştır. Her 3 daire tipinde de dairenin koridor-wcbanyo ve mutfak mahallerinin tamamında aynı mermer kullanılarak tek bir taşın hem ıslak hacimlerde hem de genel mahaller de kullanımına güzel bir örnek elde edilmiştir. Konut kompleksinde bulunan kapalı havuzda yeşil renkli doğaltaş kaplama kullanılması uygun görülmüş olup, havuz arkası duvar kaplamasında verde guatamala kullanılmıştır. Ancak havuz içi döşeme ve yarım duvar kaplamasında (suyun içinde kalan kısımda) verde Guatamala yerine Alanya diyabaz kullanılarak, hem tasarımsal olarak yeşil renge sadık kalınmış hem de zaman içerisinde suyun aşınma etkisini abzorbe edebilecek bir uygulama yapılmıştır. Hamam kısmında hem göbektaşında hem duvar ve döşeme kaplamasında palissandro classic taşı kullanılmıştır. Genel olarak marmara mermeri kullanılan hamam projelerinde, palissandro kullanılarak görüntü açısından marmara mermerine alternatif bir yaklaşık sergilenmiştir. Genel kullanım alanların başında gelen ve ilk izlenim açısından önemli bir değeri olan lobi kısmında, döşeme-duvar ve aydınlatma dengesi göz alıcı şekilde göze çarpmaktadır. Döşemede kullanılan brown leather ve crema extra taşının koyu-açık uyumu aynı zamanda kafes sistem cam tavan ile de uyumlu bir tasarıma sahiptir. Lobi döşemesinin çoğunluğunda kullanılan brown leather taşı koyu rengi ve damarlı yapısı sayesinde ağır ve elit bir hava hakimiyeti sağlamıştır. Aynı taş asansör kaplamalarının zeminlerinde, lobi bar kaplamasında ve sehpa üstünde kullanılmaya devam edilerek, genel desıgn konsepti bütün komplekse dağıtılmıştır. Lobide kütüphane ve şömine kullanılarak, daha sıcak ve samimi bir hava yaratılmıştır. Şömine kısımda kullanılan taş silver traverten seçilerek; taşın doğal damar ve renk geçişleri ile taş kullanımına göre çok daha fazla bir alanda kullanılan ahşap kaplamanın durağanlığının önüne geçilmiştir. Kütüphane kısmında yine silver traverten kullanılmış, raf sistemine eklenen sarı renkli ledler ile taşa kontrast oluşturularak sakin ancak efektif bir görsel şölen sağlanmıştır.

natura | 92

iç mimarlık | interior design Facade: Standing out as the most popular marble quarried in Turkey, Bilecik Beige was used for the facade of the building. For it can be considered as too simple, this marble was attributed a completely different outlook following the process of chiseling, which is known as a surface treatment. This marble was not only used for the facade but also for the parapet-capstone coatings, ensuring landscape and building integration. Interiors: The interiors of the project present numerous flats divided into 3 different types. In this way, customers found the opportunity to purchase the suitable flat type according to their taste, in a plethora of options. There are different marbles used in each one of the 3 flat types. A beautiful example of using a single stone both in wet areas and overall spaces was presented by using the same marble in the entire sections of hallway-restroom-bathroom and kitchen areas of the 3 flat types. Positioned in the housing complex, the indoor swimming pool was floored by green natural stones while the wall behind the pool was cladded by Verde Guatamala. Additionally, by using Diabase instead of Verde Guatamala for the inner pool flooring and half-wall cladding (the section inside the water); it was made possible to both abide by the green color in terms of design, and present an implementation that would absorb the abrasion effect of the water in the course of time. Palissandro Classic was opted for both the massage platform and the wall and floor covering of the Turkish bath section. Generally featuring the Marmara marble, the Turkish bath projects present an approach that visually creates an alternative to the Marmara marble by using Palissandro. Being one of the most important public use areas, the lobby presents a striking balance of covering-wall and lighting. The dark-light harmony of Brown Leather and Crema Extra used for the coverings, also manifests itself at the glass ceiling with frame system. The Brown Leather stone broadly used for the lobby flooring, provides a solid and elite atmosphere owing to its dark colors and grainy structure. Through using the same stone for the floors of the elevator, bar flooring and end table; the overall design concept is distributed to the entire complex. Owing to the library and fireplace in the lobby, a cosier and warmer ambience is achieved. By using Silver Travertine for the fireplace section; the static atmosphere of the timber cover, which was used in larger amounts when compared to the stones, has been precluded by the natural grains and color transitions of the stone. Silver Travertine was once again opted for the library section, creating a calm yet effective visual feast resulted from the contrasts of stone and yellow led lights attached to the shelf system.

KULLANILAN TAŞLAR: AFFUMICATO BİLECİK BEJ CREMA EXTRA (TİP 1) BROWN LEATHER (TİP 2) MARON MARINACE (TİP 3) SILVER TRAVERTEN PALISANDRO CLASSİC ALANYA DİYABAZ KONUMU: ACARKENT PROJE TİPİ: KONUT TASARIM: BRIGITTE WEBER ARCHITECTS / DOME PARTNERS İNŞAAT: DOST İNŞAAT UYGULAMA: Temmer Marble Stones used in the project: Affumicato Bilecik Beige Crema Extra (Type 1) Brown Leather (Type 2) Maron Marinace (Type 3) Silver Travertine Palissandro Classic Alanya Diabase Location: Acarkent Project Type: Housing Design: Brigitte Weber Architects / Dome Partners Construction: Dost Construction Implementation: Temmer Marble

natura | 93


tasarım | design

tasarım | design

MERMER OYMACILIĞI SANATINA GÖNÜL VERMİŞ BİR MİMARLIK ÖĞRENCİSİ: OKAN KÖMÜRCÜ AN ARCHITECTURE STUDENT SET HIS HEART ON THE ART OF MARBLE CARVING: OKAN KÖMÜRCÜ Selin Biçer Yüksek Mimar / M.Arch

Mimarlık öğrenimin 3. yılında baba mesleği olan mermer oymacılığı konusunda profesyonelleşmek adına ilk adımı Ashlar Art Design’ı kurarak atan Okan Kömürcü ile el sanatı ve ürettikleri hakkında konuştuk…

We had a talk with Okan Kömürcü about his craft and productions, who established Ashlar Art Design in order to take the first step during his third academic year in architecture education, to become a professional in marble carving, which was also his father’s occupation...

Mermer oymacılığına ilginiz nasıl başladı? Mermer oymacılığına ilgim babamdan dolayı oldu. Aslında bir nevi baba mesleği diyebiliriz. Sanat aşığı bir insan olduğum için beni kendi içine çekti.

How did you start showing an interest in marble carving? My interest in marble carving started with my father. In fact, it was my father’s occupation. It appealed to me because I am an art enthusiast.

Mimarlık eğitimi alıyorsunuz, mermer oyma becerinizi mimarlık pratiğine taşımayı düşünüyor musunuz? Ya da tam tersini düşünürsek, mimarlığın bu beceriye katkıları var mı? Varsa neler? Mimarlığın bu beceriye katkısı kesinlikle var. Mimarlık eğitimi almaya başladıktan sonra daha farklı düşünmeye ve daha farklı tasarımlar ortaya koymaya başladım. Bakış açım fazlasıyla değişti. Aslında her ikisi de birbirini kapsıyor. İkisi birer sanat ve ikisinde de ortaya bir şey koyuyorsunuz.

You are currently studying architecture. Are you thinking about moving your marble carving skills to your architectural practice? Or if we think about the exact opposite, does architecture contribute to these skills? If so, what are they? Indeed, architecture definitely contributes to these skills. After I started to study architecture, I began to think outside of the box and create different designs. My perspective changed a lot. In fact, both of them incorporates the other. They are fields of art and you manage to produce something in both.

Ürünlerinizi elde ederken kullandığın teknikler hangileri? Bu işin aslı madırga ve elmas çöpten başlar. Tık tık vurarak yapılır. Geçmişte insanlar böyle yapmış ve gerçekten yaptıklarına bakarken hayranlıkla bakıyorum. Çünkü o kadar büyük taşları çok uzun zaman oyarak o hallere getirmişler. İşte sanatın sadece yetenek değil aynı zamanda sabır ve zaman isteğini ortaya koyan mükemmel bir örnek. Şuan teknoloji gelişti. Spiral ve el frezesi kullanıyorum ama yaptıklarıma madırga ve elmas çöpü vurmadan bitirmiyorum. Bu da benim tarzım.

Which techniques do you use while creating your products? The essence of this work derives from chisel and diamond waste. You carve by tapping. This is what people have done throughout the years and I admire their work while observing them. Because they shaped these solid stones by carving them for a long period of time. This stands for a perfect example that art requires not only talent but also patience and time. As of now, we have high technologies. I use spiral and hand milling machine but I do not finish the process without using chisel and diamond waste. This is my style.

Hangi tür mermeri kullanıyorsunuz? Neden? Dünya üzerinde o kadar çok mermer türü var ki, saymaya kalksak bitiremeyiz. Atalarımız en çok Marmara mermerini kullanmış. Bunun sebebi de Marmara mermerinin işlenmeye en uygun olmasıdır. Tok bir mermerdir. Usta ellerde istenilen şekil verilebilir. Ben en çok bu mermeri ve İtalyan mermeri olan tasos

What kind of marble do you use and why? There are numerous types of marble on ear th that it’s impossible to name them all. Our ancestors mostly used the Marmara marble. This is because Marmara is the most suitable marble for processing. It’s a thick marble. It can be shaped as desired by skilled hands. Primarily, I like to use Marmara

natura | 94

mermerini kullanmayı seviyorum.

and the Italian Thassos marble.

Ürünleriniz için ilham aldığınız tasarımcılar ya da tasarım gelenekleri var mı? Hangileri? Her nesil bir önceki nesli taklit eder ve daha da geliştirir. Bu sanat için de aynı şekildedir. Ben Michelangelo ve Gian Lorenzo Bernini’yi kendime örnek alıyorum. Gerçekten muazzam heykeltıraşlar! Tasarım işi aslında insanın aklındakileri ortaya koyması, en azından ben öyle yapıyorum. Gerekli olan şey sadece hayal gücü.

Are there any designers or design traditions you take inspiration from? If so, who/what are they? Every generation imitates the previous one and carry it a step further. This applies to art as well. I look up to Michelangelo and Gian Lorenzo Bernini. They are really amazing sculptors! The design process is actually revealing what occurs in one’s mind, at least this is how I do it. The only thing necessary is imagination.

Mermer oymacılığının ülkemizde yeterince ilgi gördüğünü düşünüyor musunuz? Kesinlikle düşünmüyorum. Aslında bizim ülkemizde sanata pek fazla değer verildiğini de düşünmüyorum. Yapılan el emeğine insanların “bunu makineler yapıyor zaten,” demesi insanın hevesini kursağında bırakabiliyor. Biz ne ara bu kadar makineleştik? Ne ara bu kadar yapaylaştık? Evet, onu makine yapabiliyor ama onda gram sanatçının ruhu ve emeği yok. Mermer oymacalığını tekrardan canlandırmak

Do you think that marble carving draws adequate interest in our country? I certainly do not. In fact, I don’t think that art in general draws considerable attention in our country. When people say, “machines are already doing it” regarding a handcraft, they can discourage you at times. When did we become so mechanical? When did we become so artificial? Yes, the machines are able to do it, but they don’t have the soul and the dedication of an artist. I will strive to revive the art of marble carving from scratch, and I will

natura | 95


tasarım | design

tasarım | design

@ashlartdesign

için çabalayacağım, yok olmaması için elimden geleni yapacağım. Şu an iki hayalim var; birincisi kendi atölyemi ve showroomumu açmak, ikicisi ise sanat okulu kurarak bu el sanatını diğerleriyle birlikte insanlara aşılamak. Bizim en büyük ihtiyacımız sanat. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk çok güzel bir şeklide söylemiş, “Sanattan mahrum bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Okan Kömürcü Hakkında Okan Kömürcü, 1995 yılında İstanbul’da doğdu. Şu an eğitim hayatını Haliç Üniversite Mimarlık Bölümü’nde sürdürüyor. 2006 yılında babasını kaybettikten sonra baba mesleği olan mermer oymacılığını tam anlamıyla devam ettirmek istedi ve işe 9 yaşında amcalarının yanında usta-çırak ilişkisiyle başladı. Bu el sanatına, el zımparasıyla başlayıp madırga ve elmas çöp ile devam etti. Boş olduğu her an kendisini atölyeye atan Kömürcü, yaptıklarını “keyif verici bir eylem” olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Masif olan taşı oyup ona şekil ve anlam yüklemek… Hele ki bittikten sonra onu izlemek muazzam bir duygu.” Yıllar sonra atölyedeki ortaklığın sona ermesinin ardından el sanatını sürdürmek için abisiyle birlikte Ashlar Art Design’ı kurdu. Instagramda @ashlartdesign hesabından atölyenin işlerini takip edebilirsiniz… do my best to prevent it from disappearing. Right now, I have two goals; the first one is to open my own studio and showroom, and the second one is to present this handcraft along with many others to numerous people by establishing an art school. Our greatest need is art. Our great leader Mustafa Kemal Atatürk had spoken on this subject in a very beautiful way: “A nation deprived from art has lost one of its life veins.” About Okan Kömürcü Okan Kömürcü was born in Istanbul in 1995. He is currently studying in Haliç University Department of Architecture. After the death of his father in 2006, he wanted to maintain his father’s occupation, the art of marble carving, in its fullest sense. When he was 9 years old, he began to learn the craft by working with his uncles through a master-apprentice relationship. He later continued this handcraft by using hand sander, followed by chisel and diamond waste. Working in the studio whenever he finds the time, Kömürcü defines his works as a “delighting act” and adds: “Carving a solid stone and attributing shape and meaning to it... Especially watching it after the process is finished, is an amazing feeling.” After many years, when his partnership with the studio has ended; he established Ashlar Art Design with his brother, in order to continue the art of handcraft. You can follow the works of the studio via @ashlarartdesign on instagram... natura | 96

natura | 97


tasarım | design

tasarım | design

Soul of The City SALON Architects Yazan - Author: Dilek Öztürk

SALON, 27-30 Eylül tarihleri arasında Verona’da gerçekleşen Marmomac Fuarı’nda Condensed isimli çalışması ile “Soul of The CITY” sergisinde yer aldı SALON took place in Marmomac Fair, Verona with "Condensed" installation as a part of the Soul of the City Exhibition between September 27-30.

natura | 98

SALON, 27-30 Eylül tarihleri arasında Verona’da gerçekleşen Marmomac Fuarı’nda Condensed isimli çalışması ile “Soul of The City” sergisinde yer aldı Yapılı çevreyi belirli bir zaman diliminin yansıması olarak ele alırsak, kentlerde kamusal ve sosyal yaşam ile ilgili birçok ipucu bulabiliriz. İmparator Nero’nun Roma’sı, 1. yüzyılda, bu sosyal okumanın yapılabileceği en uygun kentlerden biriydi. Nero’nun Roma’sını referans alarak bugünün metropolisine farklı okumalar önerebiliriz. Bugünün metropolisinde mekânımız, zamanımız ya da toleransımız yok. Kentler içerisinde sıkışıyoruz ve hatta taşıyoruz. Yoğunlaşıyoruz. Tarihteki birçok dönem gibi, daha çok yaratmak ve daha çok varolma arayışı içindeyiz. SALON, Marmomac fuarında, “Kentin Ruhu” teması kapsamında, Roma İmparatoru Nero dönemindeki ilk parselizasyon örneklerini bugünle ilişkilendiren bir yerleştirme tasarladı. Mermerin kristal yapısını topografik bir dil olarak ele alan ekip, kristalin katmanlaşmasına odaklandı. Condense, kristalin doğasından gelen spiral yapısını ve döngüsünü doğal taş üzerinden yansıtan bir kurguya sahip. SALON, Condense çalışmasında kentliyi sıkıştıran konsantre bir kent gerçekliği olarak duvar kavramını yeniden ele aldı. Taşın yüzeyine işlenen farklı dokular ve yarıkların içerisinden geçen ışık aracılığı ile oluşturulan yapılı atmosfer, doğal taş üzerinden kurgulanabilecek bir kent projeksiyonu öneriyor.

Taking man-made structures as the main reflection of a specific period of time, we can easily find many clues in cities and buildings indicating public and social life. Taking Nero’s Roma as a reference, we can develop different readings to today’s metropolis. We do not have enough space, time or tolerance to expand the gaps in the metropolises of today. We are getting closer and even tightening / squeezing in cities. We are intensifying. In same flow of time periods we have been seeking to create more and exist more. SALON, will be showcasing an installation connecting the states of possessions based on the first parcelling examples from Roman Emperor Nero’s period for MARMOMAC fair under the theme of SOULS OF THE CITY. A SOUL FOR THE LIVING CITY.” For this installation, SALON treats the crystals of the marble as a topographic language by focussing on the stratifying of the crystals on their own with their natural spiral structure, expecting that marble shows this natural cycle within the installation. SALON is rethinking the wall as a fact representing a concentrated city which traps its citizens by the textures taking place on the surfaces and the light entering through the fine slits. This built-atmosphere is giving a feeling of having made a city projection on the natural marble material, with clues about city’s structure.

natura | 99


tasarÄąm | design

natura | 100

tasarÄąm | design

natura | 101


tasarÄąm | design

natura | 102

tasarÄąm | design

natura | 103


sanat | art

BİR ARADA YAŞAMAYA DAİR BİR BİENAL A BIENNIAL ABOUT COEXISTENCE Yağmur Yıldırım Mimar / Architect

Fotoğraflar - Photographs: Sahir Uğur Eren, Ilgin Eraslan Yanmaz

“İyi Bir Komşu” teması ile eylül ayında açılan 15. İstanbul Bienali, yatay gelişen, sanatçılara bolca söz bırakıp alan açan, izleyiciye temastan kaçınmayan, fakat bu sırada didaktik olmamayı başaran “dostane” bir sergi. Toplumsal travmalar, çatışmalar ve kutuplaşmalar ikliminde bienalin esas sorusu çok basit, ve bir o kadar güçlü: tüm kimliklerimizle ve farklılıklarımızla bir arada nasıl yaşarız? Launched in September with the theme “A Good Neighbour”, the 15th Istanbul Biennial is a “friendly” exhibition, which unfolds horizontally, leaves lots of room for the artists while recognizing them, spares no effort from establishing a connection with the audience; and at the same time, avoids being unproductively didactic. In the midst of social traumas, conflicts and polarizations; the main question of the biennial is simple yet so powerful: how can we coexist with all of our identities and differences?

natura | 104

sanat | art

15. İstanbul Bienali’nin hararetli tartışmaları, henüz kendinden önceki bitmemişken başlamıştı. “Mega küratör”, süper-güç Carolyn ChristovBakargiev’in, yüz ölçümünden kavramsal çerçeveye, prodüksiyondan oluşturduğu gündeme, her bakımdan devasa bir ölçeğe sahip ve dünya sanat çevrelerinde “tamamı ile gezilmesi imkânsız” ilan edilen 14. İstanbul Bienali Tuzlu Su’yun ardından İstanbul Bienali nasıl bir yol izleyecekti? İki bienal arasında geçen sadece iki senede dünya ve ülke gündeminde yaşanan akıl almaz olayların ortasında, mevcut ortamda İstanbul’da nasıl bir bienal ortaya çıkacaktı? Önce İstanbul Bienali’nin küratörlerinin, -çok zekice bir kararlabu kez bir sanatçı ikilisi, Elmgreen & Dragset olacağı açıklandı, daha sonra bienalin teması “İyi Bir Komşu” olarak ilan edildi. Şehrin her yanını donatan afişler aylar boyu bize komşularımızla, bir komşu olarak kendimizle ilgili sorular sordu, ve ardından, geçtiğimiz ay bienal kapılarını açtı. Açılış çok tazeyken ve tartışmalar sürerken, 15. İstanbul Bienali’ni ve çizdiği çerçeveyi okumak için hem sırası ile bu gelişmelerin hem de misafir olduğu kentle ilişkisi üzerinden bakmayı deneyelim. Popüler sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset, İstanbullu sanat ilgililerinin de yakından tanıdığı isimler. Sanat, tasarım ve mimarlık arasında gezinen pratiklerinde beyaz küp sanat anlayışını ve ölçekleri alaşağı edip mikro mimarilerde kamusal alana temas ediyor ve sosyal-kültürel endişeleri kendilerine has hınzır mizahlarıyla kurcalıyorlar. Pek çok kez gelip iş ürettikleri İstanbul’da yaptıklarını hatırlamak, ikilinin meselelere yaklaşımları için aydınlatıcı olacaktır: İstanbul’da inşa ettikleri, kendi tabirleri ile “ilk yıkıntı”, 2001 bienali için Darphane’i Amire binasının önündeki çimenlik alana yarı gömülmüş devasa bir “beyaz küp”tü. Üzerinde contemporary art yazan bu “hijyenik mini müze”, talihsizce gömüldüğü tarihi yarımadanın toprağında ilk hecesini kaybedip, kendisini İstanbullular’a …temporary art olarak tanıtıyordu. Yakın gelecekte taşınacak olan, İstanbul’un ilk modern ve çağdaş sanat müzesinin henüz var olmadığı zamanlara ait olan bu görüntüyü bugün anmak gülümsetiyor. Müzenin taşınacak olmasının mesulü kıyı dönüşümü “tam anlamıyla” henüz gündemde değilken, alana yerleşen ikilinin bir başka İstanbul “yıkıntı”sı ise, 2005 yılına ait; 2013 İstanbul Bienali’nin de küratörü olan Fulya Erdemci’nin ve Emre Baykal’ın küratörlüğündeki Yaya Projeleri kapsamındaydı. Karaköy sahilindeki, o günlerdeki müdavimleri balıkçılar ve evsizler olan “tekinsiz” parka kondurdukları, tamamlanmamış bir baraka, çevredekilerin herhangi bir amaçla kullanımı için yapılmıştı, üzerinde hiçbir açıklama ya da işaret yoktu, içinde bir şömine ve bir kanepe vardı. Barakanın tanık olduklarını ve kopan patırtıyı tahmin etmek zor olmasa gerek. 12. ve 13. İstanbul Bienali’nde de katılımcı olarak gördüğümüz Elmgreen & Dragset’in, bu sık seyahatleriyle İstanbul’un karmaşık dinamiklerine ve İstanbullulara fazlasıyla aşina olduklarını, 15. İstanbul Bienali’nde kolayca hissetmek mümkün. Geçtiğimiz günlerde, bu denemenin “geleceğin küratörleri için bir model olacağı”ndan söz eden bir yazı yayımlandı.1 Küratörlüklerini, sanatçı olarak konumları ve pratikleri üzerinden kuran ikilinin 15. İstanbul Bienali, yatay gelişen, sanatçılara bolca söz bırakıp alan açan, izleyiciye temastan kaçınmayan, fakat bu sırada didaktik olmamayı başaran “dostane” bir sergi. Bu yapı, bienalin hem temasıyla, hem de politik yaklaşımı

The heated debates of the 15th Istanbul Biennial have already begun before the end of the previous one. Following the 14th Istanbul Biennial, which was drafted by the “mega curator” and superpower Carolyn Christov-Bakargiev and declared as “impossible to visit all sections”; presenting an enormous scale in every aspect from surveying to conceptual framework, production to the agenda it has brought to the table; what sort of a path would be followed by the Istanbul Biennial? What kind of a biennial would emerge in Istanbul, in the current atmosphere surrounded by the inconceivable events which took place in the agenda of the world and the country, in only two years in between the two biennials? First, it was announced that this year’s curators of the Istanbul Biennial would be - with a very clever decision - an artist duo, Elmgreen & Dragset; after which the biennial theme was declared as “A Good Neighbour”. For months, posters surrounding every corner of the city asked questions about our neighbours and about us as neighbors, and then the biennial has opened its doors during last month. While the opening is at its early stages and debates are going on; let’s try to look respectively at these developments and the biennal’s connection with the city as a guest, in order to read the 15th Istanbul Biennial and the framework it presents. The popular artist duo, Elmgreen & Dragset, are well known figures for the Istanbulite art enthusiasts. In the frame of their practice hovering in between art, design and architecture; they tear down the approach of white cube art and scales, get in touch with public space in microarchitectures and fiddle with sociocultural concerns in their own sense of humor. It would be enlightening to remember what they have done in Istanbul, where they have produced works in their numerous visits: “the first ruin”, with their own words, was a colossal “white cube” which was half-buried in the green spot in front of the Imperial Mint (Darphane’i Amire) building, made for the 2001 biennial. This “hygienic mini-museum” with contemporary art written on it, was losing its first syllable in the land of the historic peninsula in which it has been haplessly buried, and presenting itself as ...temporary art to the Istanbulites. Thinking about this image that pertains to the times when the first modern and contemporary art museum of Istanbul -to be moved in the near futurehas ceased to exist; puts a smile on my face. Settled in the area when the waterfront transformation project, which is in charge for the relocation of the museum, was not on the agenda at the time; the duo’s another Istanbul “ruin” belongs to the year 2005 and it was realized in the scope of the Istanbul Pedestrian Exhibitions curated by Emre Baykal and Fulya Erdemci, the former curator of the 2013 Istanbul Biennial. An incomplete shed located in the coast of Karaköy, which was placed in an “uncanny” park hosting fishermen and the homeless as regulars back then; was built for any purpose for the use of those around. There was no visual description or sign, but a fireplace and a couch. It is not difficult to imagine what the shed has witnessed, besides all the fuss that happened there. Elmgreen & Dragset, whom we saw as participants in the 12th and 13th Istanbul Biennials, are highly familiar with the complex dynamics of Istanbul and Istanbulites owing to their frequent trips and it is possible to feel this with ease at the 15th Istanbul Biennial. In the previous days, a paper has been published stating that this experiment would be “a model for the future curators”.1 Establishing their role as curators through their positions and practices as artists; the duo’s 15th Istanbul Biennial is a “friendly” exhibition, which unfolds horizontally, leaves lots of room for the artists while recognizing them, spares no effort from establishing a connection with the audience; natura | 105


sanat | art

ile son derece örtüşüyor. İyi Bir Komşu, içine yerleştiği politik gündemin gerilimleriyle doğmuş politik bir bienal. Esas sorusu çok basit, ve bir o kadar güçlü: tüm kimliklerimizle ve farklılıklarımızla bir arada nasıl yaşarız? Elmgreen ve Dragset’in bienal için kaleme aldıkları sunuş metni, çarpıcı verilere değiniyor: Dünya Değerler Araştırması’nın 2009 yılında Türkiye’de yürüttüğü istatiksel anket çalışmasında, insanlara komşu olarak en son kimi tercih ettikleri soruluyor. En çok verilen yanıtlar homoseksüeller, alkolikler, Amerikalılar, Hıristiyanlar ve Yahudiler. Bienal, toplumsal travmaların, kutuplaşmaların ve çatışmaların ahvalinde, tüm dünyada milliyetçiliğin ve zenofobinin tırmandığı, özgürlüklerin kısıtlandığı bir iklimde İstanbullulara “iyi” komşularını soruyor. Bir arada yaşamanın mümkünlüğünü ve yollarını arıyor, soruyor ve sormaya dâhil ediyor. “Komşuluk” kavramı üzerinden, dikkatleri bir barınaktan öte bir yapı olarak “ev”e çekiyor. Kenti, aidiyeti düşünüyor; tüm bunlara dair değişen algımızın peşinden gidiyor. İkilinin pratiklerinde sıklıkla kurcaladıkları konulardan, yaşam biçimlerimizi ve kimliklerimizi, bir aradayken bunları nasıl sürdürdüğümüzü ya da sakındığımızı araştırıyor. Küratörler, bugünün süper-güçler, keskinleşen sınırlar, baskılarla dolu ahvalinde, yüz binlerce insanın gezeceği bir bienalde bu soruları sormayı özellikle önemli bulduklarını belirtiyor; “politik sorunların gözümüze biz bireylerin yakalayamayacağı, nüfuz edemeyeceği ve akıl sır erdiremeyeceği kadar büyük göründüğü bir zamanda, politikayı eve, yani köklerine geri getirebilmeyi ümit ediyoruz. Mikrokozmos makrokozmosu yansıtır ve tersi,”2 diye açıklıyorlar yaklaşımlarını. Küçük durumların ve gerilimlerin, toplumdaki daha büyük gerilimlerin belirtisi olduğunu söylüyor bu bienal, bir başka deyişle, “bireysel olan, politiktir,” diyor. İyi Bir Komşu, bu anlayışla, birbirine yürüme mesafesinde altı mekâna yerleşerek, farklı kimliklerin, dönemlerin ve arayışların bir arada yaşadığı bir “mahalle” oluşturuyor. Sembolik bir ölçekteki bu hayali topluluk fikrinin arkasında, gerçek hayattaki daha büyük ölçekli toplulukların inşasına ilham verebileceğine dair inançları olduğunu belirtiyor küratörler. Eve dair meselelerin ve komşuluk ilişkilerinin evrenselliğinden yola çıkıyor, kendi hikâyelerini anlatan, bambaşka yerlerden, dönemlerden ve arka planlardan işler izleyiciyle rahatlıkla diyalog kurabiliyor. Ya da izleyici tüm bu işlerle kendi ev ve aidiyet meseleleri üzerinden bağ kuruyor; zira bir arada yaşamakla ilgili meseleler, herkes için ortak soruları içeriyor. Belki de bu yüzden, içerdiği yoğun kişisel hikâyelerden ötürü bir rehberle ya da katalogla gezilmesini önereceğim 15. İstanbul Bienali’ni, öncesinde künyelere dahi bakmadan, yalnızca işlerin doğrudan aktardıkları ile kişisel bir yol çıkararak gezmek ilginç bir deneyim olabilir. Eski bir liman sahasındaki antrepoya yerleşmiş, buradaki son günlerini yaşayan bir modern sanat müzesi, neoklasik bir Rum ilkokulu, yine bir on dokuzuncu yüzyıl otelinden dönüştürülen, oryantalist koleksiyonuyla bir müze, bahçe içinde modernist bir köşk, İstanbul’un en eski Osmanlı hamamlarından biri ve bir apartman natura | 106

sanat | art

and at the same time, avoids being unproductively didactic. This structure coincides awfully well with both the biennial’s theme and its political approach. A Good Neighbour is a political biennial born with the tensions of the political agenda in which it nestles. Its main question is simple, yet so powerful: how can we coexist with all of our identities and differences? The introductory text written for the biennial by Elmgreen and Dragse, touches upon striking data: in the frame of the statistical survey study conducted in Turkey in 2009 by the World Values Survey, people are asked who they would choose the last as their neighbors. The most common responses are homosexuals, alcoholics, Americans, Christians, and Jews. The biennial asks Istanbulites about their “good” neighbours in a climate where nationalism and xenophobia increase and the notion of freedom is curtailed all around the world; in the midst of social traumas, polarizations and conflicts. It tries to think and ask about the possibilities and ways of coexistence and further includes you to ask the same question. Through the concept of “neighbourhood”, it diverts your attention to “home” as a structure being more than a shed. It dwells on the city and the sense of belonging; it follows our changing perception by taking all these into consideration. It further investigates our lifestyles, identities and how we maintain our hide them when we are together, as a subject tackled frequently in the practices of the duo. In the current climate full of superpowers, clearly demarcated borders and oppresions; curators say that they find it particularly important to ask these questions in a biennial that will host hundreds of thousands of people and they further explain their approach as follows: “In a time when political issues seem so vast that we, as individuals, are unable to grasp, comprehend and conceive them; we are hoping to bring politics back home, simply to its roots. The microcosmos reflects the macrocosmos and vice versa.”2 The biennial informs that small matters and tensions are symptoms of a greater tension in society, in other words, it asserts: “what is individual, is political”. A Good Neighbour, with this understanding, creates a “neighbourhood” where different identities, periods and quests coexist through settling in six spaces within walking distance. Behind the idea of this imaginary community, curators believe that they can inspire the formation of larger-scale communities in real life. It starts off from the universality of home-related issues and neighbour relations, works that narrate their stories from utterly different places, periods and backgrounds; which easily establish a dialogue with the audience. Either the audience get to establish a bond between these works and their own issues about home and belonging; for issues related to coexistence include common questions for everyone. Perhaps for this reason; it can be an interesting experience to visit the 15th Istanbul Biennial, which I recommend touring with a guide or a catalogue for the intense personal stories it contains, without even looking at the descriptions beforehand and by only setting up a personal route with what the works are directly telling. A modern art museum, positioned in the warehouse (antrepo) of a former port area in its final days here; a neoclassical Greek primary school; a museum with an orientalist painting collection transformed again from a 19thcentury hotel; a modernist mansion in a garden; one of the oldest Ottoman hammams in Istanbul; and an artist studio in an apartment; all the spaces

dairesindeki sanatçı atölyesi olarak bu “mahalle”nin mekânları da, kendi komşuluk hikâyelerine sahip. İyi Bir Komşu, dönüşen Beyoğlu’nun ve Karaköy-Haliç hattının değişen komşuluk ilişkilerinin tam da göbeğine yerleşiyor. Atölyelerin ve hırdavatçıların yerini butik otel ve kafeteryaların, kültür-sanat kurumlarının yerini mağazaların aldığı, eski liman sahasının bugün erişimi olmayan, denizle bağlantısı kesilmiş bir halde yeni bir limanın şantiyesine dönüştüğü yollarda, bienal mekânları arasında duvarlar ve şantiyeler içinde yürürken ister istemez İstanbul’daki komşularını düşünüyor insan. Kentsel dönüşüm, soylulaştırma, emlak spekülasyonları, değişen mahalleler ve ortak yaşam alanları, sanatçıların da bienalde ağırlıkla işlediği bir konu. Kimi sanatçılar İstanbul’un dönüşümüne eğilirken, kimi sanatçılar da, kendi şehirlerinden oldukça tanıdık bulacağımız hikâyeler aktarıyor. Devasa inşaat kepçesi ile Alper Aydın, buluntu nesneler ve inşaat bariyerleri ile yok olan kamusal alanları sorgulayan Klara Lidén gibi sanatçıların eserleri, kentsel mekânın dönüşümüne dair işlerden bazıları. Pekin’de devletin kiraladığı yer altı sığınaklarında düşük kiralarla yaşayanları, halkın taktığı ismiyle “Sıçan Kabilesi”ni kendi evlerinde fotoğraflayan Sim Chi Yin, Seul’de hızla yükselen kiralar ve dönüşen mahallelerin yarattığı yeni yaşam alanlarını İstanbul Modern’in tavanına taşıyan Young-Jun Tak gibi sanatçılar, neoliberal kapitalizmin dönüştürdüğü yaşam alanlarına bakıyor. Emlak piyasası, mülkiyet hakları gibi meselelere temas eden pek çok iş, İyi Bir Komşu’da yer buluyor; Cezayir’de toprağı kirlendiği için çok ucuza aldığı bir araziyi, beton platformla İstanbul Modern’de yeniden oluşturarak, toprak mülkiyetini ve gayrimenkul piyasasını araştıran Lydia Ourahmane’nin Cennetin En Tepesinden Cehennemin En Dibine Kadar işi gibi. Beyrut’ta bir hurdacıdan bulduğu sütunların, rant ve yasal imkânlar yüzünden yıkılan ve yerine bir gökdelen inşa edilen eski bir aile evine ait olduğunu öğrenen Rayyane Tabet’in, yıkılan evin parçaları ile oluşturduğu Kil Ayaklı Dev Heykel yerleştirmesi, hepimize tanıdık hikâyesi ve atmosferiyle, bienalin etkileyici işlerinden. Zeyno Pekünlü’nün özenli koordinatörlüğündeki bienal kamusal programı kapsamında da geçtiğimiz eylül ayında bir Mahalleler Birliği toplantısı gerçekleştiğini, bu toplantıda kentsel dönüşüm sürecindeki mahalle örgütlenmelerinin mücadelelerini anlatan bir “mahalleler sözlüğü”nün de ta-

of this “neighbourhood” have their own neighborhood stories. A Good Neighbour nestles right in the heart of the changing neighborhood relations of the Beyoğlu and Karaköy-Haliç route. While walking on the roads among the walls and building sites between biennial spaces, where workshops and hardware stores have been replaced by boutique hotels and cafes, culture-art institutions with modern stores; where the former port area has been isolated from public access and turned into a port site with no connections with the seaside; you can not help but think about your neighbours. Urban transformation, gentrification, land jobbing, ever-changing neighborhoods and public spaces stand out as subjects treated substantially by the artists in the biennial. While some artists tend to tackle the transformation of Istanbul, others tell stories from their own cities which sound quite familiar to us. The works of artists such as Alper Aydın with his massive excavator bucket, Klara Lidén who questions the disappearing public spaces through found objects and construction site barriers; are among the works meditating on the transformation of the urban space. Whereas artists such as Sim Chi Yin, who photographs the people of Beijing living in low-rent underground shelters leased by the state and called by the public as “Rat Tribe”; Young-Jun Tak, who carries Seoul’s new living spaces created by rapidly increasing rent prices and newly transformed neighborhoods, to Istanbul Museum of Modern Art’s ceiling; examine the living spaces transformed by neoliberal capitalism. Numerous works addressing issues such as real estate market and proprietary rights, take their place in A Good Neighbour; just as the work entitled All the way up to the Heavens and down to the depths of Hell by Lydia Ourahmane, who investigated land ownership and real estate market by recreating the land she bought in Algeria at a very cheap price because of soil pollution, with a concrete platform in Istanbul Museum of Modern Art. The installation entitled Colosse Aux Pied D’ Argile, which was created by the remains of a demolished house by Rayyane Tabet, who learned that the columns he found from a junk dealer in Beirut, were in fact belonging to an old family house which was demolished for income and legal opportunities and later replaced by a skyscraper; is one of the biennial’s striking works with its story and atmosphere that look familiar to all of us. At this point, I should also add that a Neighbourhoods Association meeting, with the introduction of a “neighbourhood dictionary” depicting the struggles of the neighbourhood organization during urban transformation process, was held in September in the scope of the public programme of the biennial, meticulously cunatura | 107


sanat | art nıtıldığını bu noktada eklemeliyim. Bienalin odaklandığı konulardan başkası, güvenli “ev”in yitirildiği, aidiyetin yeniden kurulduğu meseleler üzerinden göçler. Olaf Metzel’in, Galata Rum Okulu’nun bir bölümünü dönüştürdüğü, döner kapılardan girilen ve metal levhalarla kaplanmış Toplama Merkezi, etkileyici olduğu kadar rahatsız edici. Bienaldeki işlerden şüphesiz en çarpıcı olanı ise, Kobane’den kaçan sağır ve dilsiz bir çocuğun, yaşadıklarını ve yıkıntılar altında kalmış evini anlattığı, gördüğümden beri aklımdan çıkmayan videosu, Erkan Özgen’in Harikalar Diyarı isimli işi. İyi bir Komşu, hem “ev”e odaklanan teması hem de küratörleri Elmgreen & Dragset’in mikro mimariyle haşır neşir pratikleri gereğince, mimariyi kullanan ve mimariyi düşünen bir bienal. Mekânlarının etkileyiciliği ile, her sergide çok çarpıcı olmayı sağlayan Galata Rum Okulu, içindeki mekânsal müdahaleler ile bu bienalde özel bir ilgiyi hak ediyor. Leander Schönweger’in çatı katını dönüştürdüğü labirent, Jonah Freeman ve Justin Lowe’ın seyyar bir tuvalet kapısının ardında, bir bilimkurgu romanının karakterlerinin yaşadığı mekânlardan kurdukları hayali dünya gibi, içinde uzun zaman geçirmek istenecek ilginç mekânlar var. Okulun girişinde Pedro Gómez-Egaña’nın oluşturduğu, hareket eden, dağılan, kendini yeniden oluşturan yeraltı evi çok etkileyici; bir “haz merkezi” ve özgürlük alanı olarak kurulan bu evle ilgili, bienali birlikte gezdiğim arkadaşım Fisun, “evimize çekilip kötü günlerin geçmesini beklediğimiz zamanları çağrıştırıyor,” demişti. “Yaşamlarımızın kendiliğinden gerçek sabit mekânlar sunmadığını, sabit ve huzur verici bir yere dair anılarımızın bile daima zamanın geçişinin tehdidi altında olduğunu kabullenebilirsek eğer, dış kuvvetlerin meydan okumasına açık, öngörülemez gibi duran mekânları ve gerçeğe ait gerçeklikleri de belki daha kolay kabullenebiliriz, tanıdık olmayandan belki daha korkmaya başlarız,” diyor Elmgreen & Dragset 3. Georges Perec’in kulaklarını bolca çınlatan bienal, durağan mekânlardan söz edilemeyeceğini, bu yüzden mekânı sürekli yeniden değerlendirmek, yeniden fethetmek gerektiğini söylüyor. Son olarak, Türkiye’de bir bienal yapmaya dair, Elmgreen & Dragset’in, benimsedikleri “ince” yaklaşımla ilgili söylediklerini de burada anmakta fayda var. İkili, The Guardian’a verdikleri bir söyleşide 4 , günümüz politikalarının ve ortamının insanları dikkatle kurgulanmış, üstü kapalı yeni başka yollar yaratmaya yönlendirdiğini, bienale bu açıdan bir bütün duruş olarak bakmak gerektiğini söylemişlerdi. “Sanat, popülist politikaları doğrudan cevaplamaya, ya da komplike meselelere çok basit tepkiler vermeye indirilmemeli. Politik durumlara sanatın doğrudan tepkisi, politik arenada pek de iyi sonuçlar vermiyor. Ortaya çıkan şey iyi sanat olabiliyor, fakat genellikle çok kötü bir politika oluyor,” sözleri, ve sanat üretiminin, kişisel ifadenin bu yeni “ince” yolları, İstanbul’da, İstanbullu sanatçılar arasında da birkaç yıldır sıcak bir tartışma konusu. Bu yollara ve yeni üretimlere dair, önümüzdeki günlerde daha pek çok tartışma ve iş göreceğiz gibi görünüyor. Zira İstanbul Bienali’nin ve şehri dolduran sayısız sergi ve etkinliğin açılış haftasındaki kalabalık ve güçlü enerjisi, İstanbul’da uzun süredir özlediğimiz bir canlılıkla hepimize iyi geldi, devam etme ve üretme hevesimizi tazeledi; bienalin en kıymetli etkisi bu belki de. 5 6

natura | 108

sanat | art rated by Zeyno Pekünlü. Another subject that has been tackled by the biennial, is migrations through issues in which the safe “home” has been lost and the sense of belonging has been reestablished. Olaf Metzel’s Sammelstelle, which has transformed a part of the Galata Greek Primary School, accessed via revolving doors and covered with metal plates; is as disturbing as it is impressive. Beyond doubt, the most striking work in the biennial is Wonderland by Erkan Özgen, which haunts me from the moment I’ve seen it until now, presenting a deaf and mute child who escaped from Kobanî, telling about his life and his house that has been destroyed. A good neighbour stands for a biennial that uses and considers architecture in compliance with both the theme focusing on “home”, and the curators Elmgreen & Dragset’s intimate practices with microarchitecture. Achieving a highly striking atmosphere in every exhibition with its impressive spaces, the Galata Greek Primary School deserves special attention in this biennial owing to the spatial interventions embodied inside. There are highly interesting spaces where one could spend a long time inside, such as a labyrinth transformed by Leander Schönweger from an attic and Jonah Freeman and Justin Lowe’s imaginary world which was generated from spaces where the characters of a sci-fi novel live behind a portable bathroom door. There is also a moving, crumbling and self-generating underground house at the entrance of the school, which was created as a very impressive “pleasure center” and a site of freedom by Pedro Gómez-Egaña. “It evokes times when we retreat in our homes, waiting for the bad days to be over,” said my friend Fisun, with whom I visited the biennial. “If we could accept the fact that our lives do not offer intrinsically real and static spaces and that even our memories of a static and peaceful place are always under the threat of the passing time; maybe we would find it easier to embrace spaces that seem unpredictable and visible to the challenges of external forces, along with realities that actually belong to what is real. Perhaps then, we would be more afraid of the unfamiliar,” says Elmgreen & Dragset3. Burning the ears of Georges Perec, the biennial tells that static spaces do not exist and therefore it is required to constantly reutilize and reconquer the space. Finally, it is worth mentioning here the statements of Elmgreen & Dragset, regarding their “subtle” approach about organizing a biennial in Turkey. In an interview they gave to Guardian4, they stated that today’s politics and environment lead people to search for new implicit ways that have been carefully constituted and that it would be better to read the biennial in this sense through a holistic stance holistic stance. One of their statements indicating, “Art must not be reduced to responding directly to populist politics, or to give simple reactions to complicated matters. The direct reaction of art regarding political situations, does not give very good results in the political arena. What emerges can be a good work of art, but it is often stand out as very bad politics,” along with these new “subtle” ways of art production and personal expression; appear as a hot matter of debate in Istanbul and among Istanbulite artists for several years. It seems that we will see more discussions and artworks concerning these ways and new productions in the upcoming days. Because the crowded and powerful energy in the opening week of the Istanbul Biennial, with numerous exhibitions and events spreading over the city; served pretty well to all of us with a long-sought dynamism in Istanbul and it refreshed our enthusiasm on continuing and producing. I think this is perhaps the most precious effect of the biennial.5 6

Milliard, Coline, “Elmgreen & Dragset’s Artist-Driven Istanbul Biennial Is a Model for Future Curators” https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-elmgreen-dragsets-artist-driven-istanbul-biennial-model-future-curators 2 15. İstanbul Bienali katalog sunuş metninden, s. 31 3 15. İstanbul Bienali katalog sunuş metninden, s. 33 4 Ellis-Petersen, Hannah, “Istanbul biennial hires provocative curators, but where’s the political art?” https://www.theguardian.com/world/2017/sep/15/ istanbul-biennial-hires-provocative-curators-but-wheres-the-political-art 5 Son olarak, 15. İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesine daha yakından bakmak isteyenlerin, Elmgreen & Dragset’in bienal için oluşturduğu özenli okuma listesine göz atmasında fayda var. Aaron Betsky’den Nurdan Gürbilek’e uzanan bu liste, tek başına dahi İyi Bir Komşu’nun omurgasını çıkarıyor: http://15b. iksv.org/iyibirkomsu#readinglist 6 XXI Ekim sayısından kısaltılmıştır. 1 Milliard, Coline, “Elmgreen & Dragset’s Artist-Driven Istanbul Biennial Is a Model for Future Curators” https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-elmgreen-dragsets-artist-driven-istanbul-biennial-model-future-curators 2 From the introductory text of the Istanbul Biennial catalogue, p. 31 3 From the introductory text of the 15th Istanbul Biennial, p. 33 4 Ellis-Petersen, Hannah, “Istanbul biennial hires provocative curators, but where’s the political art?” https://www.theguardian.com/world/2017/sep/15/ istanbul-biennial-hires-provocative-curators-but-wheres-the-political-art 5 Finally, it would be beneficial for those who are willing to scrutinize the conceptual framework of the 15th Istanbul Biennial, to check out the meticulous reading list crated by Elmgreen & Dragset for the biennial. Extending from Aaron Betsky to Nurdan Gürbilek, this list can single-handedly present the backbone of A Good Neighbour: http://15b.iksv.org/iyibirkomsu#readinglist 6 Abridged from XXI October issue 1

natura | 109


sanat | art

ÜÇGEN, KARE, DAİRE FORMLARINDAN BURUŞTURULMUŞ KAĞITLARA: SEYHUN TOPUZ

FROM TRIANGULAR, SQUARE AND CIRCULAR FORMS TO CRUMPLED PAPERS: SEYHUN TOPUZ Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect

Heykel sanatının önde gelen temsilcilerinden Sanatçı Seyhun Topuz 14. kişisel sergisi ile 3 Kasım itibariyle İstanbul Galeri Nev’de sanatseverler ile buluşuyor. Her zaman kendisinin eserlerini tanımamızı sağlayan netliği var Seyhun Topuz’un. Yuvarlak, kare, üçgen formları, bildiğimiz kırmızı, sarı, mavi ana renklerdeki çalışmaları ile hafızamıza kazınan bir tarzı var. Her zaman kendini tekrar ederek geliştiren ama her defasında kendi yenisini yaratan bir tutumu var. Bilinen formlarını, bilinen renklerinde her seferinde yenilikler ile sunuyor bize. Gördüğümüzde yeni bir eser ve yeni bir seri olduğunu anlıyor ama Seyhun Topuz’un işlerinin bir devamı niteliğinde olduğunu da hemen kestirebiliyoruz. Bir çeşit imza gibi… Tanımlı, kararlı bir tavrı var. Karmaşadan uzak, net, tertemiz oranlarda heykeller ile hep karşımıza çıktı bugüne kadar. Çünkü Seyhun Topuz ihtimallere bırakmadan, dış dünyanın meselelerini heykellerine taşımadan kendi ifadesi ile hikâyesi olmayan işlerini kendine has bir sadelik ile ortaya çıkaran bir sanatçı. Her seferinde uzun bir düşünme, zihinsellik süreci sonrası sayısız eskiz, deneme ve maketten sonra kesin ölçülerde işlerini üretti. Her kişisel sergisi arası 3 yıl gibi uzun sayılabilecek, telaşsız denemelere imkân sağlayabilecek aralıklarda oldu. Bir önceki sergisi “42 Yıldan Bir Seçki” ismiyle sergilendi. 42 yılda ürettiği yapıtlar, en sade biçimler üzerinde çalışarak her defasında aynılık düzeyinde bir benzerlik içinden nasıl bir başkalık çıkarılabileceğini, en temel bilginin içselleştirilerek nasıl derinleştirilebileceğini gösterirken zanaatkârlığın önemini de bizlere hatırlatmıştı. Ancak bu defa çok farklı bir seri ile karşımıza çıkıyor. “Buruşturulmuş Kâğıtlar” isimli serBuruşturulmuş Kağıt II / Crumpled Paper II, 2017 gisi daha önceki eserlerinden farklı olarak, tanımlanamayan, net olmayan 86 x 130 x 70 cm, bakır üzerine fırın boya / electrostatic formlardan oluşuyor. Bizim için çok şaşırtıcı olan maketi yapılmadan üretilpaint on copper miş olmaları. 1984’te buruşturulmuş karbon kâğıtlarıyla başladığı ve ince Crumpled Paper II, 2017 bakır levhalarla sürdürdüğü küçük denemeler, yeni sergisinin ilk aşaması 86 x 130 x 70 cm, electrostatic paint on copper sayılabilir. Tam 33 yıl sonra bizlerle buluşuyor bu buruşturulmuş levhalar. Çalışmalarını İstanbul’da sürdüren değerli sanatçımız Seyhun Topuz ile işleri ve son sergisi vesilesi ile bir söyleşi gerçekleştirdim… One of the leading representatives of sculpture art, the artist Seyhun Topuz comes together with the art enthusiasts in her 14th solo exhibition starting from November 3 at Galeri Nev, Istanbul. There is always this clarity that allows us to recognize the works of Seyhun Topuz. She has a unique style that lingers strongly in our memories owing to the circular, square and triangular forms, accompanied by main colors such as red, yellow and blue. She has a distinguished approach that keeps developing by repeating itself, yet constantly creating a novelty from these repetitions. She presents known forms in known colors but she manages to offer a new perspective every single time. When we see her works, we suddenly know that it is a new work and a new series, but we can easily see that they represent a continuation of the works of Seyhun Topuz. It’s kind of like a signature... They have a defined, determined attitude. She always managed to create sculptures that have distinct and clear proportions standing off from complexity. Because, Seyhun Topuz is an artist who reveals her works with a unique simplicity; works without stories in her own words; without leaving things to chance and carrying the affairs of the outside world to her sculptures. At every turn, she created her works in exact proportions, after a long-lasting reflection; an intellectual process followed by countless sketches, experiments and models. Each one of her solo exhibitions has been realized in certain intervals that can be defined as long as 3 years, allowing her to work on experiments through an unhurried manner. Her previous exhibition was exhibited under the name of “A Selection from 42 Years”. The works she has produced in 42 years reminded us of the importance of craftsmanship, while demonstrating how she carved out a diversity every single time, from a similarity remains at a level of uniformness; how the most basic information can be deepened by internalizing by working with the simplest forms. But this time she presents a very different series. Unlike its previous works, the exhibition entitled “Crumpled Papers” consists of unidentified and unclear forms. They were made without any models, which is very surprising for us. The small experiments that she initiated with crumpled carbon papers in 1984 and continued with thin copper plates can be considered as the first phase of her new exhibition. These crumpled plates appear in front of us after exactly 33 years. With the occasion of her works and her latest exhibition, I made an interview with our valuable artist, Seyhun Topuz, who is currently carrying out her works in Istanbul.

natura | 110

sanat | art Bilinen en eski geometrik biçimler olan kare, üçgen, daire ile With the oldest known geometrical forms - square, triangle, circle - you her defasında farklı eserler yarattınız. Eskinin içinden her zahave managed to create different works every time. You always carved out man kendi “yeni”nizi çıkardınız. Benzer biçimleri korudunuz, your “new” from the old. You preserved these similar forms, you maintaidevam ettirdiniz, her seferinde bu biçimler üzerinden yeni bir ned them and you produced something new from them every single time. şey ürettiniz. Çoğu zaman çok tanımlı idi. Şimdiki serginiz ise Most of them were highly predefined. As for your current exhibition, it bambaşka formlara sahip. Tanımsızlar ve önceden bilinemiyorshowcases utterly different forms. They are not predefined and it’s not poslar. Nasıl or taya çıktı bu “buruşturulup atılmış kâğıtlar” sorusu sible to comprehend them in advance. I want to start by asking how did you ile başlamak istiyorum... come up with these “crumpled and tossed away papers”... 1984 yılında “Karbon Kağıtları” adını verdiğim bir seriye ba şIn 1984, I star ted to work on a series entitled ‘Carbon Papers’, lamıştım, sonuçlarından but eventually I destroBuruşturulmuş Kağıt IV / Crumpled Paper IV, 2017 memnun olmadığım için yed them because I was 55 x 78 x 60 cm, bakır üzerine fırın boya / electrosonları yok ettim. Onlarnot satisfied with the tatic paint on copper dan geriye yalnızca dostresults. What remained Crumpled Paper IV, 2017 larıma hediye ettiğim 1-2 of them, is a couple of 55 x 78 x 60 cm, electrostatic paint on copper küçük örnek ile, biri yaexamples which I gave to yınlanmış olan, birkaç fomy friends as gif ts, along toğraf kaldı. with a few photos with Proje 4L sergimden one of them has been (2013) sonra, her zaman published. olduğu gibi, yeni neler Following my exhibition yapabilirim diye uzun (2013) realized in the frame of uzun düşündüğüm bir döProject 4L, while I was talking nemde arkada şım Murat to my friend Murat Morava Morava ile konuşurken, during a period when I thobirdenbire “Senin kağıtught I could do some new lar dediğin bir dizi işin things as usual, he suddenly vardı neden onlarla teksaid, ‘you had a series of rar uğra şmıyorsun,” dedi. works which you have descriBu fikir, o ilk deneylerden bed as papers, why don’t you bu yana zaten kafamın dwell on them again?’. This içinde dönmekteydi ama idea had already been in my demek ki zamanı gelmehead since those first experimiş. Or talıkta hemen ments, but I guess it was not hiç görünmedikleri halthe right time. I was encourade, izlerinin 30 yılı a şkın ged by the fact that their trabir süre silinmemiş olces had not been wiped out ması beni yüreklendirdi. after over 30 years, even thoBu kez, “Buruşturulmuş ugh they were not around at Kağıtlar” diye bir seriye all. At that time, I started a seba şladım, bu işler çıktı. ries called ‘Crumpled Papers’ and these works came out. Madem bu serginin hikâyesi ile ‘80lere yani Since we go back to the karbon kağıdı diye ad80s with the stor y of this landırdığınız işlere kadar exhibition, meaning your gitmiş olduk; biraz daha works which you call başa gidip heykellerden carbon papers; could we önce sizin hikayenizi dinleyebilir miyiz? first listen to your stor y before the sculptures? 1971 yılında Akademi’den mezun olduğumda atölyem yoktu, ama When I graduated from the Academy in 1971, I did not have a studio hemen ba şladım çalışmaya. Küçük işler üretiyordum. Bu arada but I immediately started working. I was creating small-scale works. epeyce karma sergiye de katıldım. Aynı kurumda asistanlık In the meantime, I also participated in numerous group exhibitions. yaptığım sırada yeterlik tezimi de bitirdim. Çalışmalarımı New When I was an assistant at the same institution, I completed my art York’taki Ar t Students Leaque’ de sürdürdüğüm 1978-80 yılin proficiency thesis. Between 1978-1980, when I was continuing my larında ta ş heykeller ürettim, bunlardan yalnızca iki tanesiworks in the Art Students League of New York; I made stone sculptures ni dönerken getirdim ve Maçka Sanat’taki ilk kişisel sergimde and I only brought two of them back with me. They were showcased in natura | 111


sanat | art

Buruşturulmuş Kağıt V / Crumpled Paper V, 2017 72 x 74 x 76 cm, bakır üzerine fırın boya / electrostatic paint on copper Crumpled Paper V, 2017 72 x 74 x 76 cm, electrostatic paint on copper

natura | 112

sanat | art

(1983) yer aldılar. Ta şla olan ilişkim bu kadarla kaldı. atölyemi açtım.

Aynı yıl

my first solo exhibition (1983) at Maçka Art Gallery. This was my only relationship with stone. I opened up my studio during the same year.

Maçka Sanat’ta 4 kişisel sergi yaptım, diğer kişisel sergilerim Galeri Nev (Ankara ve İstanbul),ve Aksanat, Proje 4L (Elgiz Müzesi) gibi kurumlarda oldu. Seksenden fa zla grup sergisine de katıldım. Bugüne kadar 13 kişisel sergi yaptım, 14.’sü de şu sıralarda, 3 Kasım- 9 Aralık arası Galeri Nev İstanbul’da.

I held 4 solo exhibitions at Maçka Art Gallery. My other solo exhibitions were at various institutions such as Galeri Nev (Ankara and Istanbul), Aksanat and Project 4L (Elgiz Museum). I also participated in over 80 group exhibitions. I held 13 solo exhibitions until now and the 14th is currently in Galeri Nev, Istanbul between November 3 - December 9.

Belli başlı heykel dönemlerinizi anlatır mısınız? Ba şlangıçtan itibaren daire, kare, üçgen gibi geometrik biçimlerden hareket ediyorum. Bu 2-3 mükemmel biçim sanat hayatımı zapt etti diyebilirim. Sonsuz olanakları var ama heykele uygulamaya ba şladığımda farklı problemlerle karşıla şıyor ve onları en iyi biçimde çözmeye çalışıyorum. Pek çok sayıda maket yapıyorum, içlerinden benim için iyi olanları seçerek uygulamaya ba şlıyorum.

Could you please tell us about your essential sculpture periods? From the beginning, I always start with geometrical shapes like circle, square and triangle. I can say that these 2-3 perfect forms have encompassed my life. They have endless possibilities, but when I start to apply them to the sculpture, I encounter with different problems and try to solve them in the best way possible. I am doing a lot of models and I start the application phase after choosing which one of them is suitable for me.

Dönemlerim meselesine gelince, işlerim bir süreklilik içinde birbirine bağlandığı için, şöyle diyebilirim, sergilerime koyduğum “kırık formlar”, “parçalanmış kareler”, “düğümler”, “or tak bellek”, “şimdiki zaman” gibi üst ba şlıklar dönemlerime de işaret ediyor.

As for my periods of art; for my works are connected to each other in a continuous manner, I can say that the main titles I gave as names for my exhibitions such as ‘broken forms’, ‘deformed squares’, ‘circles and knots’, ‘collective memory’ and ‘present tense’, indicate my artistic periods.

Sizinle yaptığımız bir söyleşide “Benim heykellerim hikâye anlatmaz,” demiştiniz. Bu tanımlama aynı zamanda heykellerinizdeki netliği de tekrar akıllara getiriyordu ve karmaşadan uzak düzenler mevcuttu işlerinizde. Buruşmuş kâğıtlar ile aslında diğer ucunda duruyor gibisiniz bu netliğinizin. Bu sefer bir hikâye anlatıyorlar mı? Son dönemki ülke ve dünya gündemine bir atıf olabilir mi? Heykelde ana meselem form. 45 yıldır hep soyut çalışıyorum, işlerimde içinde ya şadığımız çevreye doğrudan göndermeler yok. İzleyene, zamana, or tama bağlı farklı katmanlarda ve yoğunlukta okumalara, algılanmalara açıklar. Bu bağlamda benim için de durum farklı değil, o nedenle araya girip, alan daraltacak “hikayelere” yaslanmaktan hep kaçındım.

In an interview we made, you said, “My sculptures do not tell stories”. This definition once again reminded us of the clear lines in your sculptures, and there were also patterns standing far away from complexity. It seems like with the crumpled papers, you’re actually standing on the opposite side. Do they tell a story this time? Could this be a reference to the agenda of our country and the world in the scope of the recent times? My essential focal point in a sculpture is form. I’ve been working with an abstract style for 45 years and my works do not have direct references regarding the environment we live in. They are open to analysis and perceptions in different layers and densities depending on the viewer, time and the environment. In this context, same situation applies to me as well. Therefore I always refrained from relying on ‘stories’ that will interfere and narrow the space.

“Buruşturulmuş Kağıtlar” serisi, özellikle izleye geldiğim tam kontrolümdeki, planlı, programlı üretim süreçlerinden ayrılmak zorunda kalmamı da gerektiren dışavurumcu tavır nedeniyle, şimdiye kadarki işlerimden çok farklı görülebilir. Ne var ki, yukarıda da değindiğim gibi, bunların başlangıcı 33 yıl geriye gidiyor. Benim görüşüm, bu süre içinde değişmeden kalacak “hikayelerin” ancak formun içine gömülü olabileceği. Bu seride belirttiğim çizgimde bir kırılma olarak algılanmamalı. Diğer taraftan, serginin adı olan “Şimdiki Zaman” penceresinden bakıldığında, heykellerime eklemlendirmeden, söylenebilecek epey ‘hikaye’ var. Zaten, işlerimi sergiden önce gören birkaç dostum “Bunlar sadece buruşturulmuş kağıtlar değil,” dedi. Haklılar. Dünya hızla karmaşık, giderek kaotik ve sakınılası bir yolda “evriliyor”! Hepimizi endişelendiren bu dönemde hırslanıyor, üzülüyor, çıkış yolları göremiyor, umutsuzlanıyoruz. Her ne kadar, işlerimle ilgili anlatımsız duruşum, görünürde beni, Nevzat Sayın’ın deyimiyle “hermetik” kılıflasa da, sızıntıları engellemek olanaksız.

The ‘Crumpled Papers’ series can be seen utterly different when compared to my previous works due to the expressionist attitude that required me to quit planned and programmed production processes where I was in full control, which I especially observed while it was happenning. However, as I mentioned above, the beginning of these phases goes back 33 years. In my opinion, the ‘stories’ that would remain unchanged during this course of time, could only be embedded in form. The perspective that I have presented in my series should not be perceived as a breaking point regarding my style. On the other hand when looked from the ‘Present Tense’ perspective, which stands for the name of the exhibition; there are quite a few ‘stories’ that can be told without articulating them to my sculptures. Besides, a few friends who saw my work before the exhibition have said, ‘These are not just crumpled papers.’ They are right. The world ‘evolves’ rapidly in a complex, increasingly chaotic and evasive path! In this period that worries us all, we are becoming furious and upset, we are unable to see a way out and we give away to despair. Even though the inexpressiveness regarding my works makes me ‘hermetically sealed’, in Nevzat Sayın’s words; it is not possible natura | 113


sanat | art

sanat | art

İtiraf etmeliyim ki, bu seriyi üretirken, malzeme olarak seçtiğim bakır levhaları yola getirip şekillendirmek için el, ayak, tokmak ve pres ile fiziki güç uygulamak, “de facto” ile boğuşmak gibi geldi ve beni biraz rahatlattı.

to prevent the leaks. I must confess that exercising physical force over the copper plates, which I chose as my materials while I was creating this series; with hands, feet, mallets and pressing machine, seemed like struggling with a ‘de facto’ and relieved me a little bit.

Ana formları kullandığınız gibi hep ana renkleri kullandınız bugüne kadar. Peki son serginiz hangi renklerden oluşuyor? Bu seride kullandığım beya z, sarı ve siyah, eskilerde kalan sarı def terlere ve karbon kâğıtlarına da gönderme yapıyor.

You have always used main colors just as you used main forms. What colors did you use in your latest exhibition? White, yellow and black colors which I used in this series, refer to the old yellow notebooks as well as carbon papers.

Bugüne kadar yaptığınız işlerin düşünsel ön çalışmalarını, maketlerini yaptınız. Atölye süreçlerine tam olması gerektiği kadar süre harcadınız. Uzun bir düşünme süreci geçirdiğinizi biliyoruz. Biliyoruz ki bu süreç içinde her şey önce zihninizde şekilleniyor. Bu bazen bir yıl hatta daha uzun olabiliyor. Sonra desenler ve maketler içinden seçerek heykellerinizi ürettiğinizi biliyoruz. Ama bu sefer bildiğim kadarıyla maketsiz or taya çıktılar. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz? Bu sergimde de gene kare ve dikdör tgen levhalardan ba şlıyorum, ama arada maket a şamaları yok, ba şladıktan sonra işlerim bir kerede bitmek zorunda. Özellikle, bu kez sonucu hemen görmek istedim.

Until now, you’ve performed intellectual prestudies and models for your works. For your studio processes, you have spent the time that was required. We know you have a long thinking process. We also know that everything in this process is initially shaped in your mind. This can at times take a year or even longer. We know that you create your sculptures after selecting among a plethora of designs and models. But this time, as far as I know, they came out without a model. What would you like to say about this? In this exhibition, I also star ted with square and rectangular plates, but there are no modeling stages in between them. They need to be completed once I’ve initiated the process. This time, I really wanted to see the results immediately.

Hangi malzemeleri kullandınız bugüne kadar? Bu malzemeler ile kurduğunuz ilişki bir sonraki işlerinize nasıl yansıdı? Bu seri ile birleştirerek cevap verirseniz çok sevinirim. Bu güne kadar demir, fiberglas, alüminyum, son olarak da bakır kullandım. Malzeme seçimine, forma bağlı olarak son a şamada karar veririm. Bu seriye en uygun malzeme bakır.

Which materials have you used until today? How did the relation you have established with them, reflect to your next works? I would be delighted if you could answer by considering this series. I have used iron, fiberglass, aluminum and finally copper. I always choose my materials at the final phase, depending on the form of the work. The most suitable material for this series was copper.

Bir söyleşinizde: “Heykellerimi seriler halinde üretiyorum ama hiç biri diğerinin aynı değil. Heykelin bittiğine karar vermek nerede durulması gerektiğini bilmekle mümkün. Bu da belli bir birikim ve buna dayalı ayıklayabilmeyi gerektiriyor. Sevdiğim bir form yakaladığımda biraz tadını çıkarmak istiyorum ve onların versiyonlarını üretiyorum,” demiştiniz. Bu son seri için neler düşünüyorsunuz? Nerede bittiler bu işler sizin için? Son seride “Şimdiki Zaman” malzeme ile benim aramda “ka zandığım” bir mücadele ya şandı diyebilirim. Heykelin bittiğine elbet de ben karar veriyorum. Biz buna “durmasını bilmek” diyoruz, birikimle elde edilen bir şey. Tarafımdan epeyce darbe alan bu işler, beğendiğim heykeller olarak karşımda duruyorlar.

In one of your interviews, you said: “I create my sculptures in series but none of them corresponds with the other. Deciding whether the sculpting is over or not, is only possible when you know where to stop. Of course, this requires a certain background and a selection process based on it. When I capture a form I love, I want to enjoy it a little bit and I create their similar versions.” What do you think about this latest series? Where did these works stop for you? In the scope of the latest series ‘Present Tense’, I can say that there was a contest between the material and me, which I ‘won’ in the end. Of course, it is me who decide when the sculpture is over. We call it ‘knowing when to stop’, it is something that you obtain by knowledge. These works, which have received a lot of blows from me, stand right in front of me as the sculptures that I admire.

Son olarak yeni projelerinizden de bahsedebilir misiniz? Yeni sergimden sonra bira z sakin kalmak istiyorum. Şu anda herhangi bir projem yok. Önümüzdeki günler ne gösterir, kestirmek zor.

Finally, could you please tell us about your new projec ts? I am planning to calm down a little bit af ter my new exhibition. I don’t have any new projects right now. It’s hard to estimate what the future will bring.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Thank you for all the informations you have given.

natura | 114

natura | 115


sektör | sector

Marmomacc

2017 Yazan - Author: Bülent Tatlıcan

Milli katılımını 8’inci kez İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB)’nin yapılan “Marmomacc 2017 International Exhibition of Stone Design and Technology” Fuar’nın bu yıl tam bir Türk çıkarmasına sahne oldu Attended by Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB) for its 8th national participation event, “Marmomacc 2017 International Exhibition of Stone Design and Technology Fair” turned out to be a complete Turkish festival this year.

natura | 116

sektör | sector

27 – 30 Eylül 2017 tarihleri arasında İtalya’nın Verona şehrinde düzenlenen “Marmomacc 2017, 52nd International Trade Fair for Stone Design and Technology Fuarı’nın ülkemiz milli iştirak organizasyonu 8’inci kez İstanbul Maden İhracatçıları Birliği tarafından gerçekleştiriliyor. İstanbul Metal ve Maden İhracatçıları Birliği Genel Sekreteri Armağan Vurdu, Milano Ba şkonsolosu Hami Aksoy ile Milano Ticari Ateşesi Emre Orhan Öztelli Türk firmalarına ait stantları gezerek fuar için ba şarılar diledi. Stantları tek tek gezen Genel Sekreter, Ba şkonsolos ve Ticari Ateşe, iletişim bilgilerini vererek, çıkabilecek sorunlar hakkında kendileriyle iletişime geçmelerini istedi. Fuar’da yapılan bir etkinlik de ta ş üstüne yapılan ebru ve kaligrafi çalışmasıydı. Türk doğal ta şlarını gezen alıcılara hem ta ş üstüne ebru çalışmaları gösterisi yapılırken, hem de kaligrafi tekniği ile ziyaretçilerin isimlerinin ya zılı olduğu Türk doğal ta şları hediye edildi.

Organized in the city of Verona in Italy between September 27-30, 2017; “Marmomacc 2017, the 52nd International Trade Fair for Stone Design and Technology” is attended by Istanbul Mineral Exporters’ Association for its 8th national participation event. Armağan Vurdu, the Secretary-General of Istanbul Mineral and Metal Exporters’ Association; Hami Aksoy, the Consul General of Milan and Emre Orhan Öztelli, the Commercial Attache of Milan have visited the Turkish booths and wished them success for the fair. The Secretary-General, the Consul General and the Commercial Attache, have given their contact information to the booth representatives and asked to get in contact with them regarding the possible issues. The paper marbling and calligraphy performances shined out as other activities carried out in the frame of the fair. Paper marbling performances on stones have been showcased to the purchasers examining the Turkish natural stones and the visitors have been presented Turkish natural stones with their names written on them, created by a calligraphy technique.

natura | 117


sektör | sector

İMİB’de yeni dönem A new period at IMIB

natura | 118

sektör | sector

İs t a n b u l M a d e n İh r a c at ç ı l a r ı B i rl iğ i O l a ğ a n ü s t ü G e n e l K u r u l u 0 5 K a s ı m 2 0 17 t a r i h i n d e, D ı ş T i c a r e t Ko m p l e k s i ’n i n Ço b a n ç e ş m e’d e b u l u n a n ye r l e ş ke s i n d e g e r ç e k l e ş t i . G e n e l K u r u l ’d a d i va n ı n o l u ş m a s ı n d a n s o n r a g ü n d e m e g e ç i l d i . 2 0 17 y ı l ı i ç i n d e İst a n b u l M a d e n İh r a c at ç ı l a r B i r l iğ i ’n i n ya p ı l m ı ş f a a l i ye t l e r i a n l at ı l d ı. A r d ı n d a n 2 0 17 y ı l ı i b r a e d i l d i .

The Extraordinary General Meeting of the Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB) is held at the Çobançeşme campus of the Foreign Trade Complex on November 5, 2017. Following the assemblage of the council in the frame of the General Meeting, the session continued with the agenda topics. The activities realized in 2017 by the Istanbul Mineral Exporters’ Association are further outlined, followed by the discharge of the year 2017.

G e n e l K u r u l ’d a ya p ı l a n s e ç i m e i k i l i s t e k at ı l d ı. B a ş k a n l ı ğ ı n ı Tü r- e r M ad e n c i l iğ i n ya p t ı ğ ı l i s t e s e ç i m i 215 oy a l a r a k , 8 7 oy f a r k l a k a z a n d ı. S e ç i m i n sonuçlarının açıklanma sından sonra s öz a l a n Tü r e r M a d e n c i l i k F i r m a s ı Yö n e t i m K u r u l u B a ş k a n ı Ayd ı n D i n ç e r, b i r t e ş e k kü r ko n u ş m a s ı ya p t ı. S e ç i m b oy u n c a l i s t e s i n i d e s t e k l e ye n ü ye l e r e t e ş e k kü r e d e n D i n ç e r, ye n i d ö n e m d e ç o k ç a l ı ş a c a k l a r ı n ı ve İ M İ B ’i n k ay n a k l a r ı n ı ç a r ç u r e t m e ye c e k l e r i n i s öy l e d i .

Two lists have participated in the election that has been held at the General Meeting. The list elections moderated by Tür-er Mining have won by 87 votes, receiving a total of 215 votes. After the announcement of the election results; Aydın Dinçer, the Board Chairman of Tür-er Mining Company took the floor and delivered a vote of thanks. Expressing his sincere thanks to members who supported his list throughout the election, Dinçer said that they will work very hard and they won’t waste the resources of IMIB.

Ye n i yö n e t i m ş u f i r m a l a r d a n o l u ş t u: 1-Tü r- e r M a d e n c i l i k İn ş . N a k . Ve D ı ş T i c Lt d. Şt i . 2- A l k a n M e r m e r ve G r a n i t S a n . A Ş 3 - A l t ı n s oy M a d e n c i l i k ve T i c a r e t A Ş 4 - A ze M a d e n c i l i k D ı ş . T i c . S a n . Lt d. Şt i . 5 - İ l a n M a d e n c i l i k S a n ay i ve T i c . A Ş 6 - K a s m e r M e r m e r S a n . Ve T i c . Lt d. Şt i . 7- M a r m o r M a d e n c i l i k ve D ı ş T i c . Lt d. Şt i . 8 -Te m - m e r M e r m e r M a d e n c . İn ş . S a n . Ve T i c . A Ş 9 -Ve r o n a G r a n i t M e r m e r S a n ay i T i c . Lt d. Şt i . 10 -Ve z i r M a d e n c i l i k E n d. S a n . Ve T i c . A Ş 11-2E M a d e n c i l i k N a k . P a z. S a n . Ve T i c . A Ş

The new board comprises of the following companies: 1.Tür-er Mining Const. Trans. and Foreign Trade. Co. Ltd. 2.Alkan Marble and Granite Ind. Inc. 3.Altınsoy Mining and Trade Inc. 4.Aze Mining Foreign Trade Ind. Co. Ltd. 5.İlan Mining Ind. and Trade Inc. 6.Kasmer Marble Ind. and Trade Co. Ltd. 7.Marmor Mining and Foreign Trade Co. Ltd. 8.Tem-mer Marble Mining Const. Ind. and Trade Inc. 9.Verona Granite and Marble Ind. Trade Co. Ltd. 10.Vezir Mining Ind. and Trade Inc. 11.2E Mining Trans. Mktg. Ind. and Trade Inc.

Genel Kurulun sonunda İstanbul Maden İhracatçıları B ir liğ i Yönet imi’ni ka za na n üyeler top lu re sim verd i l e r.

At the end of the General Meeting, the members who have taken over the Administrative Board of the Istanbul Mineral Expor ters’ Association had their photos taken for the occasion.

natura | 119



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.