MİMARİ, İÇ MİMARİ, SANAT VE DOĞAL TAŞ DERGİSİ ARCHITECTURE, INTERIOR DESIGN, ART AND NATURAL STONE MAGAZINE
EYLÜL-EKİM 2017 / SEPTEMBER-OCTOBER 2017
ACIBADEM ALTUNİZADE HASTANESİ / HOSPITAL NUN MİMARLIK & TASARIM / NUN ARCHITECTS & DESIGN: MALL OF ANTALYA MASJIDS / MESCİDLERİ NORD MİMARLIK &TASARIM / NORD ARCHITECTURE & DESIGN: TURKUAZ OFİS / OFFICE 6. DOĞAL TAŞ TASARIM YARIŞMASI” ÖDÜL TÖRENİ İLE SAHİPLERİNİ BULDU 6th NATURAL STONE DESIGN COMPETITION CONCLUDES WITH AN AWARD CEREMONY
RENZO PIANO’NUN YAPISINA EKLENECEK BİNALARIN TASARIMI İÇİN ATELIER ZUMTHOR’UN TAŞ TEKİL BLOK ÖNERİSİ SEÇİLDİ ATELIER ZUMTHOR’S MONOLITHIC STONE BLOCK PROPOSAL GETS SELECTED FOR THE DESIGN OF ANNEX STRUCTURES TO BE ADDED TO RENZO PIANO’S BUILDING
(Cemal Emden)
MERMERİN FARKLI MALZEMELERLE BİRLEŞİMİNDEN OLUŞAN GÖZ ALICI SEHPALAR GLAMOROUS COFFEE TABLES EMERGED FROM THE COMBINATION OF MARBLE WITH DIFFERENT MATERIALS
Our brand new Slab Gallery and Showroom opened in our Afyon Factory, where we display around 150 different colours of natural stone both from Turkey and around the world. Türkiye’den ve dünyadan yaklaşık 150 farklı renkte doğal taş sergilediğimiz yeni Showroom ve Plaka Galerimiz Afyon Fabrikamızda açıldı. T: +90 272 221 1901 temmermarble.com
36 BAŞLARKEN / INTRODUCTION EDİTÖRDEN / Editorial • 05 genel sekreter mesajı / message from secretary general • 06 HABERLER & ETKİNLİKLER / NEWS & EVENTS • 08 4. İSTANBUL TASARIM BİENALİ’NİN KÜRATÖRÜ BELLİ OLDU / 4TH ISTANBUL DESIGN BIENNIAL’S CURATOR ANNOUNCED • 26 DOCUMENTA 14 İÇİN SON GÜNLER / LAST DAYS FOR DOCUMENTA 14 • 28 Gönülden Taşa Yahşibey KÖYÜ’NÜN dönüşümü / From Heart to Stone The TRANSFORMATION OF YAHŞİBEY VILLAGE • 30 JAIME HAYON’IN FANTASTİK DÜNYASI CAESARSTONE İLE HAYAT BULDU / JAIME HAYON’S FANTASTIC WORLD SPRANG TO LIFE WITH CAESARSTONE 14 • 34 MİMARİ / ARCHITECTURE KAPAK KONUSU / cover story: ALTUNİZADE ACIBADEM HASTANESİ / HOSPITAL • 36 CASA CHAALTUN - TESCALA • 42 POPÜLER MÜZELERE YAPILAN YENİ TEK PARÇA EKLERİN POPÜLER MALZEMESİ: DOĞAL TAŞ / THE POPULAR MATERIAL OF NEW MONOLITHIC EXTENSIONS IMPLEMENTED TO POPULAR MUSEUMS: NATURAL STONE • 48 MUSÉE D’ARTS DE NANTES – STANTON WILLIAMS • 50 “Fondation Beyeler Ek Yapıları - Atelier Peter Zumthor” / “Extension Project: Fondation Beyeler - Atelier Peter Zumthor” • 54 ALAÇATI PORT LADERA OTEL / HOTEL • 58 İç Mİmarlık / Interior Design TURKUAZ OFİS / OFFICE • 66 MALL OF ANTALYA MESCİDLERİ / MASJIDS • 74 GOLDEN TULIP SAKARYA OTELİ / HOTEL • 80 AKTİF GROUP YÖNETİM BİNASI / HEADQUARTERS • 86
48
54
34 80
74
TASARIM / DESIGN DOSYA: MERMERİN FARKLI MALZEMELERLE BİRLEŞİMİNDEN OLUŞAN GÖZ ALICI SEHPALAR / TOPIC: GLAMOROUS COFFEE TABLES EMERGED FROM THE COMBINATION OF MARBLE WITH DIFFERENT MATERIALS • 90 Kontra Mimarlık, Paris’teki Maison & Objet fuarında / Kontra Architecture Visits the Maison & Objet Fair in Paris • 94 6. DOĞAL TAŞ TASARIM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ İLE SAHİPLERİNİ BULDU / 6th NATURAL STONE DESIGN COMPETITION CONCLUDES WITH AN AWARD CEREMONY • 100 SANAT / ART ANADOLU’NUN GÖZYAŞLARI / TEARS OF ANATOLIA • 104 “KAF DAĞI BİZİZ ASLINDA” / “WE ARE IN FACT THE MOUNT QAF” • 110 sektör / sector MERMERCİLER EURASİA FUARI İLE YENİ BİR MECRAYA ULAŞTILAR / MARBLERS REACHED A NEW MEDIUM WITH EURASIA FAIR • 114
90 94
100
editörden
editorial
Eylülün Sesiyle…
Yayın Kurulu Editorial Commitee Hasan Hüsnü Ayvacı Mustafa Selçuk Çevik Banu Sürmen Altın Mutlu Öktem Genel Koordinatör General Coordinator Bülent Tatlıcan bulent@krmedya.com Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Editor in Chief Mehmet Nur Ulaş mehmet@krmedya.com
Edip Cansever’in meşhur şiiri gibi Eylül’ün sesi ile pek çok şey hayatımızda yeniden başladı. Eylül ayı tazelenme zamanı. Yaz aylarının ardından yeni projelerin gündeme geldiği, okulların açıldığı, rafta bekleyen fikirlerin masaya konulduğu, herkesin hareketlendiği zamanlar… Şehirler de hareketlendi. Başta İstanbul olmak üzere pek çok şehrimizde, iş dünyası ile birlikte sanat dünyası da çok kıymetli etkinlikler düzenliyor. Siz bu satırları okurken; Sakıp Sabancı Müzesi’nde dünyaca ünlü sanatçı Ai Weiwei’nin sergisi açılmış olacak. 14-17 Eylül tarihleri arasında Çağdaş Sanat Fuarı ile binlerce kişi çağdaş sanatın renkli ve bir o kadar da düşündüren tarafı ile hemhal olup, aynı mekânda yerli ve yabancı pek çok sanatçının işini bir arada görme imkânı yakalamış olacak. “İyi bir komşu” teması ile yine Eylül ayı içerisinde İstanbul Bienali ile yerli yabancı pek çok sanatçı bir araya gelmiş olacak. Ne kadar düşündüren bir başlık: “komşuluk”… Küratörleri tarafından bienalin bu yılki teması kavramsal çerçevede şu cümlelerle açıklamıştı: “İyi bir komşu, ev kavramını farklı açılardan ele alacak: gündelik deneyimler yoluyla davranış rutinlerinin ve değerlerin oluştuğu bir alan olarak tanımlanan ev, aynı zamanda bir aidiyet – bir ‘kök salmışlık’ – duygusunu ortaya çıkaran bir yer. Bu sergi, özel alanlarla ilişkilenen farklı yaşam tarzlarını ve içinde yaşayanlar olarak bizlerin evdeki alanları en iyi şekilde kullanma ve kişiselleştirme biçimlerimizi araştıracak. Böylece, evin nasıl da farklı kimliklere dair ipuçları barındırabileceğini ve tarih boyunca kendini ifade etmenin bir aracı olarak nasıl işlev gördüğünü inceleyecek.” Sanatın kapsayıcı, iyileştirici ve elbette düşündüren tarafını görmemiz için fırsatlar sunacak bir bienal olacağa benziyor. Tüm yeni sergileri sizler için izleyip sonraki sayılar için derleyeceğiz. Doğal taşın önemini, özelliklerini ve dahası güzelliğini anlatmak üzere İMİB desteği ile hazırlanan tasarım ve mimarlık dergisi Natura’da her sayı doğal taşın kullanıldığı iyi projeleri sunmaktayız. İzini sürdüğümüz mimarlık ve sanat ürünleri; yerellik ile modernliğin buluştuğu, zanaatkârlığın estetik ile birleştiği örnekler taşımaktalar. Kapak konumuzu mimarlıkta uzmanlık gerektiren bir dal olan bir hastane projesinden seçtik. Doğal taşın büyük miktarlarda kullanıldığı, beş yıldızlı otel mantığı ile hastaları(misafirleri) kucaklayan bir lobi ilgimizi çekti. İyi iç mimarlık örnekleri ile yine yerli tasarımın feyz alacağı yabancı projelere yer verdik.
Yayın Direktörü Editorial Director Heval Zeliha Yüksel Üçok yzeliha@yahoo.com Konular Editörü Features Editor Selin Biçer Yardımcı Editör Associate Editor Yağmur Yıldırım Tasarım / Design Kare Tasarım Zeynep Karakoyun Tercüme / Translation Yiğit Dilbaz Hukuk Danışmanı / Legal Consultation Av. Dr. Ramazan Arıtürk Av. Arb. Zeki Arıtürk Av. Eren Özden Yönetim / Management Kare Tasarım Arabayolu Cad. No:11/A Tarabya/ Sarıyer- İstanbul 0212 262 07 66 www.krmedya.com
www.naturadergi.com
Reklam / Advertisement Şener Sabırlı reklam@krmedya.com Baskı / Publishing FRS Matbaacılık Mas- Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. 34 Bağcılar 34204 İstanbul Bize ulaşın / Contact us www.naturadergi.com info@krmedya.com
İyi mimarlık örneklerini huzurlarınıza getirmek konusundaki ısrarımızı yineleyip, yeni sayıda görüşmek üzere diyelim. Mimarinin dünyayı güzelleştirme çabasına destek olmak dileğiyle… Söz uçar, yazı kalır…
With the sound of September...
Like Edip Cansever’s famous poem, many things have resurged in our lives with the sound of September. The month of September stands for a refreshing time. Following the summer months, it stands for a time when new projects come to the fore, the schools start, the ideas sitting on the shelves are put on the table and everyone starts to get moving... The cities started to get moving as well. In many of our cities, especially in Istanbul, the business world as well as the art world are organizing very precious events. As you read these lines; the Sakıp Sabancı Museum will launch the exhibition of the world-renowned artist AiWeiwei. Along with Contemporary Istanbul International Mimar / Architect, Heval Zeliha Yüksel Üçok Art Fair to be held between September 14-17, thousands of people will unite with the colorful and thought-provoking side of contemporary art, while having the opportunity to see the works of many local and foreign artists together under the same roof. Again during the month of September, the Istanbul Biennial and numerous local and foreign artists will come together with the theme entitled “a good neighbour”. What a thought-provoking theme: “neighbourhood”... In the scope of the conceptual framework, the curators of the biennial explained the theme of this year’s event as follows: “A good neighbour will tackle the concept of home through different perspectives: defined as a space where behavioural routines and values are formed through everyday experience, home also reveals a sense of belonging and – ‘rootedness’ –. This exhibition will explore the different living modes associated with private spaces and how we can best utilize and personalize the spaces in our homes as the residents. In this way, it will then scrutinize how home can accommodate clues about different identities and how it functions as a vehicle for self-expression throughout the history”. It looks like it is going to be a biennial that will provide opportunities for us to see the inclusive, healing and of course, the thought-provoking aspect of art. We are going to follow all the new exhibitions for you and compile them for the following issues. We are featuring successful projects involving the proper usage of natural stone for the purpose of introducing its importance, quality and further the beauty in each issue of Natura, a design and architecture magazine compiled with the support of IMIB. The architectural and artistic works that we trace, embrace the examples where the local meets with the modern and the craftsmanship with the aesthetics. For our cover story, we have selected a hospital project for it stands for a field that requires expertise in architecture. A lobby welcoming patients (guests) with a five-star hotel approach, where natural stones are used in large quantities, has sparked our interest. We have featured examples of good interior architecture projects along with foreign projects that will set a good example for local design. We restate the persistance we have on introducing the finest examples of architecture and say, “See you in the next issue”. Hoping to support the effort to glorify the world through architecture... Verba volant, scripta manent... natura | 5
genel sekreter mesajı | message from secretary general
Değerli Okuyucumuz, Türkiye’nin doğal taş ihracatı, 2017 yılı ilk sekiz aylık dönem sonunda %14,9 oranında artış yakalayarak 1,36 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhracatımızda atılım yılı ilan edilen 2017 yılının son çeyreğinde de yurtdışı pazarlama faaliyetleri ve alım heyetlerini nitelik ve nicelik olarak arttırmanın ihracatımıza büyük katkı sağlayacağını düşünüyoruz. İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) olarak ihracatı arttırabilmek adına, Ekonomi Bakanlığımızca desteklenen URGE projeleri kapsamında 23 - 26 Ağustos 2017 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde düzenlenen Project Marble Eurasia Doğal Taş, Mermer Proje ve Teknolojileri Fuarı ile eş zamanlı yaklaşık 400 kişilik bir alım heyeti organizasyonunu gerçekleştirmiştir. Söz konusu fuarın ilk günü yine Birliğin, mimarlık ve inşaat projelerinde doğal taş tasarımının bilinirliğini ve uygulama bilincini arttırmak amacıyla bu sene altıncısını düzenlediği Doğal Taş Tasarım Yarışmasının ödül töreni gerçekleştirilmiş olup öğrenci kategorisinde 10, profesyonel kategoride 3 proje olmak üzere toplamda 13 proje ödüle layık görülmüştür. Ayrıca fuar süresince seminer, konferans ve sergilerle birlikte fuar organizasyonunun içeriği daha da zenginleştirilmiştir. Önümüzdeki dönemde, “Stone Design Show Proje, Tasarım, Uygulama ve Teknolojileri Fuarı”, “Bursa Blok Mermer Fuarı”, “Design Week Turkey”, “RE360 Gayrimenkul Büyük Buluşması” ve Çin’in Shuitou şehrinde gerçekleşecek “Shuitou Stone Fair” olmak üzere yurtiçi ve yurtdışı etkinliklerine katılım sağlanması planlanarak hem Türk doğal taşının tanınırlığının hem de doğal taş ihracatının arttırılması hedeflenmektedir. Faaliyetlerimize ve sektöre ilişkin yurtiçi ve yurtdışı haberlerin yanı sıra tasarımlarıyla dikkat çeken mimari yapı ve etkinliklerinin yer aldığı bu sayımızı keyifle okumanızı temenni ediyorum.
Dear Reader,
S. Armağan Vurdu
Genel Sekreter, Secretary General İstanbul Maden ve Metal İhracatçıları Birliği (İMİB) İstanbul Mineral and Metals Exporters’ Association
Turkey’s natural stone exports reached $ 1.36 billion at the end of the first eight months of 2017, with an increase of 14.9%. For the last quarter of 2017, which is declared as the year of breakthrough regarding our exports, we think that increasing the quality and quantity of foreign marketing activities and procurement committees will contribute a great deal to our exports.
In order to increase exports as Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB), a procurement committee organization of 400 people was organized simultaneously with Project Marble Eurasia Natural Stone, Marble Project and Technologies Fair; which was held in Istanbul Expo Center between August 23 - 26, 2017, within the scope of URGE projects supported by our Ministry of Economy. In the first day of the aforementioned fair, the award ceremony for the sixth edition of Natural Stone Design Competition was held again by our union, aimed at increasing awareness and implementation responsibility concerning natural stone designs in architecture and construction projects. In this regard, a total of 13 projects were deemed worthy of awards including 10 projects in student category and 3 projects in professional category. Additionally; seminars, conferences and exhibitions have further enriched the scope of the organization during the fair. In the upcoming period, it is aimed to both increase the awareness for Turkish natural stones and natural stone exports by attending national and international events, including “Stone Design Show Project, Design, Implementation and Technologies Fair”, “Bursa Block Marble Fair”, “Design Week Turkey”, “RE360 Grand Real Estate Gathering” and “Shuitou Stone Fair”, which will be held in Shuitou, China. I wish you all a pleasant read of this issue, featuring news about our activities, local and global developments regarding the industry, along with events and architecture projects that draw attention with their designs. natura | 6
haberler | news
AI WEIWEI İSTANBUL’DA AL WEIWEI AT ISTANBUL
haberler | news
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, Ai Weiwei’in Türkiye’deki ilk sergisine ev sahipliği yapıyor. 12 Eylül tarihinde açılacak sergide sanatçının çalışmalarından geniş bir seçkiyle birlikte yeni işleri de sunulacak. Ai Weiwei’in porselen çalışmalarına odaklanan serginin anlatısı, sanatçının hem hayat hikâyesinin, hem de onun el sanatları geleneğine ve sanat tarihine yaklaşımının izlerini taşıyor. Ai Weiwei’in porselen yolculuğunun her aşaması sergide sanatçının ikonik çalışmalarıyla temsil ediliyor. Sanatçı, günümüz dünyasıyla ilgili mesajlarını geleneksel Çin el sanatları aracılığıyla bizlere aktarıyor; sanatı izleyiciye çağımızın paradokslarına dair bir bakış açısı sağlıyor. Sergi, Ai Weiwei’in çalışmalarında tekrar tekrar görülen temaların kullanılmasıyla kurgulanmış bir yapı aracılığıyla onun sanatına kapsamlı bir bakış sunuyor. Sanatçının sahicilik, çağlar boyu değer sistemlerinin dönüşümü ve kültür tarihi kavramlarını irdeleyen çalışmaları, izleyenleri söz konusu kültürel, sanatsal ve tarihsel değerleri anlamaya çağırıyor. Çalışmalarına “kültürlerin hazır objelerini” yerleştiren Ai Weiwei, izleyiciye yeni yorum olanakları sağlıyor ve objelerin bağlamlarına göre nasıl birbirinden bütünüyle farklı değerlere göre yargılanabileceğini gösteriyor. Ai Weiwei, replika çalışmalarında sahicilik kavramını sorgulayarak, özgün obje ile kopyası arasındaki farkı çürütüyor. Bugüne ulaşmış antikaların kalıntıları ışığında, Ai Weiwei Çin ve Yunan çömlek bezemeleri ve Mısır duvar resimlerinin mantığını uyarlayarak tarih konusunda düşünüyor ve bize çağdaş dünyaya dair kapsamlı bir bakış açısı sunuyor. Ai Weiwei’in Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergisi, porselen alanında kapsamlı seçkisiyle –en eski çalışması kırk yıl öncesine aittir ve sergide 100’ü aşkın eser yer almaktadır– izleyicinin bu özgün sanatçının çalışmalarını keşfedebileceği benzersiz bir ortam olarak öne çıkıyor. Ai Weiwei hakkında: Günümüzün çağdaş sanat alanında Çin’de yetişen en etkili kişilerden biri olan Ai Weiwei, heykel, büyük ölçekli yerleştirmeler, film ve mimarlık dahil çok geniş bir yelpazedeki disiplinler içinde çalışır. Çalışmaları, sunuldukları bağlamda sahicilik ve değer sistemlerinin dönüşümü meselelerine eğilir; bu da, izleyenlere günümüzün siyasi ve kültürel konularında bir bakış açısı sağlar. Lafını esirgemeyen bir siyasi ve sosyal yorumcu olarak Ai Weiwei’in güncel mesajları kültür, tarih ve sanat değerlerimiz konusunda bize sunduğu bakış açısının bölünmez parçalarıdır. Muhalif şair Ai Qing’in oğlu olan, Beijing’de, 1957’de doğan Ai Weiwei, Çin’de çağdaş sanatın filizlenmesine hayati katkılarda bulunmuştur. Babasının Çin Komünist Partisi’nin suçlamaları yüzünden 1959’da ailesiyle birlikte gönderildiği bir “yeniden eğitim” kampında büyüyen Ai Weiwei, 1981’de ABD’ye gitti. Orada Marcel Duchamp ve Andy Warhol gibi figürlerin sanatıyla tanışması Ai Weiwei’in çağdaş sanata yaklaşımını büyük ölçüde etkiledi. Çin’e 1993’te döndüğünde geleneksel objeler ve el sanatlarıyla yaptığı deneyler ona geçmiş ve bugün, eski ve yeni Çin arasında köprüler kurma imkanlarını sundu. 2008 Sichuan Depremi kurbanları konusunda yaptığı “Yurttaş Soruşturması” gibi araştırma projeleri, bir muhalefet biçimi olarak sosyal medyayı kullanması ve bir aktivist olarak edindiği tecrübelerden beslenen çalışmaları sonucunda, Ai Weiwei’in sanatı siyasi aktivizm ile çağdaş sanat arasındaki ayrımı bulandırmıştır. Ai Weiwei, çağdaş dinamikler ve tarih algımızla ilgili çalışmaları aracılığıyla otuz yılı aşkın bir süredir bize dünyayı algılamak ve yorumlamakta yeni yollar sunmaktadır. Ai Weiwei Uluslararası Af Örgütü’nün 2015 Vicdan Elçisi Ödülü’nü ve İnsan Hakları Vakfı’nın 2012 Václav Havel Yaratıcı Muhalefet Ödülü’nü almıştır. Yakın tarihli kişisel sergileri arasında, Washington DC Hirshhorn Müzesi ve Heykel Parkı’ndaki “Ai Weiwei: Hirshhorn’daki İzler”, Kudüs İsrail Müzesi’ndeki “Belki, Belki Değil”, Prag Ulusal Galerisi’ndeki “Yolculuk Yasası”, Floransa, Palazzo Strozzi’deki “Ai Weiwei, Libero”, Viyana 21er Haus Çağdaş Sanat Müzesi’ndeki “Ai Weiwei. Yer Değiştirme – Dönüşme” ve Londra Kraliyet Sanat Akademisi’ndeki “Ai Weiwei” vardır. Sabancı University Sakıp Sabancı Museum hosts Ai Weiwei’s first exhibition in Turkey. A wide selection of artists’ works along with his new pieces will be presented in the exhibition which will be launched on September 12. Focusing on Ai Weiwei’s porcelain works, the exhibition’s narrative carries the traces of both his life story and his approach towards the tradition of craftsmanship and the history of art. Each stage of Ai Weiwei’s porcelain journey is represented by the artist’s iconic works at the exhibition. The artist conveys the messages of today’s world through traditional Chinese handicrafts and provides a perspective on the paradoxes of our time. The exhibition offers a comprehensive insight to Ai Weiwei’s art through a structure that has been designed using the themes repeatedly seen in his works. Meditating on the concepts of authenticity, the transformation of value systems over the ages, and cultural history, the artist’s works invite the audience to understand cultural, artistic and historical values in question. Ai Weiwei, who put “ready-made objects of culture” into his works, provides the audience with new interpretation possibilities and demonstrates how the objects can be judged in their contexts based on completely different values. In his replica studies, Ai Weiwei examines the concept of authenticity and refutes the difference between the original object and its copy. In the light of the ruins of antiques that have survived until today, Ai Weiwei dwells on history by adapting the logic of Chinese and Greek pottery ornaments and Egyptian wall paintings and gives us an extensive perspective regarding the contemporary world. Ai Weiwei’s exhibition at the Sabancı University Sakıp Sabancı Museum, with its extensive selection in the field of porcelain –his oldest work is forty years old and he has over 100 works in the exhibition – stands out as a unique environment in which the audience can explore the works of this authentic artist. About Ai Weiwei: Ai Weiwei, one of the most influential people in modern contemporary art who was born and raised China, works in a wide range of disciplines including sculpture, large scale installations, film and architecture. His works tackle authenticity in the context their presentations and the transformation of value systems, which give the audience an insight into today’s political and cultural issues. As a political and social commentator who gives one a piece of his mind, Ai Weiwei’s topical messages represent indispensable parts of our perspective on our values of culture, history and art. Born in Beijing in 1957, the son of the dissident poet Ai Qing, Ai Weiwei has made vital contributions to the sprouting of contemporary art in China. Grown up in a “re-education camp” where he was sent along with his family because of the accusations of Chinese Communist Party towards his father in 1959, Ai Weiwei went to the US in 1981. Being acquainted with the art of Marcel Duchamp and Andy Warhol in the US, has greatly influenced his approach towards contemporary art. When he returned to China in 1993, his experiments with traditional objects and handicrafts had devolved on him and today, it gives him the opportunity to establish bridges between the old and new China. As a result of research studies such as “Citizens’ Investigation” which he conducted for the victims of the 2008 Sichuan Earthquake, his use of social media as a form of opposition and his works that live on experiences which he gained as an activist; Ai Weiwei’s art has blurred the distinction between activism and contemporary art. For more than thirty years, Ai Weiwei has been offering us new ways of perceiving and interpreting the world through his works that revolve around contemporary dynamics and our perception of history. He also received the 2015 Ambassador of Conscience Award from Amnesty International and 2012 Václav Havel Prize for Creative Dissent of the Human Rights Foundation. His recent solo exhibitions include “Ai Weiwei: Trace at Hirshhorn” in Hirshhorn Museum and Sculpture Garden in Washington DC, “Maybe, Maybe Not” at the Israel Museum in Jerusalem, “The Law of the Journey” at the National Gallery in Prague, “Ai Weiwei, Libero” in Palazzo Strozzi of Florence, “Ai Weiwei: Translocation-Transformation” at the 21er Haus Museum of Contemporary Art” and “Ai Weiwei “ at the Royal Academy of Arts in London. natura | 8
YAPAY CEHENNEMLER ARTIFICIAL HELLS SANATORIUM, 10 Eylül-14 Ekim tarihleri arasında Kemal Özen’in “Yapay Cehennemler” adlı sergisine, yeni mekânı olan Kemankeş Mah. Mumhane Cad. Laroz Han No:67 Karaköy adresinde, ev sahipliği yapacak. Sanatçının tuval üzerine çalıştığı yağlı boya ve akrilik resimlerinin, karakalem desenleriyle birlikte daha önceki sergilerinde görmediğimiz heykel ve yerleştirme gibi yeni medyum ve denemeleri ile karşımıza çıktığı sergi, aynı zamanda SANATORIUM’un yeni mekânının açılış sergisi de olacak. Sanatçı sergiyi şöyle ifade ediyor: ‘’Parodi haline gelen günlük yaşantımızda hüzünlü şarkıların remiksleriyle kulüplerde dans eder psikolojideki gibi tuval, kâğıt ya da çalışma alanı üzerine dağılan imgeler eğlence, hüzün, vahşet, sevgi, anılar içeren yüklerin boğazımızda biriken parçalarından sadece bir kaçını temsil edebilir. Bu dünyadan vazgeçiş, yaşamla ölüm arasındaki sınırların etrafında dolanma, yarının içerisinde barındırdığı ama git gide kaybolan umut, beynin refleksif biçimde yaşama tutunma çabası diğer yandan ruhun buna bir başkaldırı olarak ‘ölüm itkisi’ ile iç içe olan günümüz insanını, karanlık bir filtreden geçirerek yüzeye yeniden işliyorum.’’ Özen çalışmalarında, uygarlığın yarattığı yapay cehennemleri yüzey üzerinde topluca görünür kılma çabasına girişiyor. Sanatçı, sergide sunduğu çalışmalarında, tanık olduğu, okuduğu, duyduğu olayları, yaşadığı coğrafyanın sosyal katmanlarında gerçekleşen karanlık olaylarla iç içe geçen trajedileri ve bu dünyayı insanın kendisine yaşaması güç bir yer haline getirmesinin cevaplarını, kullandığı medyumlar aracılığı ile dile getirmeye çalışıyor. İçselleştiremediğimiz, cehenneme çevirdiğimiz bu dünyada, birey olarak var olmaya çalıştığımız bu cehennemde, kendimizi nasıl koruduğumuza ve konumlandırdığımıza dair cevaplar arıyor ve cevapları sergisinde yer alan çalışmalar aracılığı ile izleyicisiyle paylaşıyor. SANATORIUM will host Kemal Özen’s exhibition “Artifical Hells” between September 10 -October 14,, at its new venue, Kemankeş Mah. Mumhane Cad. Laroz Han No:67 Karaköy. The exhibition will also be the opening exhibition of SANATORIUM’s new space, where the artist will meet the audience with his oil and acrylic paintings on canvas together with his charcoal drawings as well as new media and trials such as sculpture and installation that have not appeared in his previous exhibitions. The artist states the following about the exhibition: “The images distributed on canvas, paper or workspace as if in a mood of dancing in clubs with remixes of melancholic songs in our daily life that has become a parody can only represent a few pieces of loads that include fun, melancholy, violence, love, memories and are accumulated in our throat. The renunciation of this world, the by-passing of boundaries between life and death, the gradually disappearing hope that is embodied in the future, the brain’s effort to reflexively hold on to life, and on the other hand, today’s human being interwoven with the’urge of death’ as the soul’s rebellion to this; all of these I engrave onto the surface again by passing them through a dark filter.” In his works, Özen attempts to render visible on the surface all together the artificial hells created by the civilization. In the exhibition, through the media he uses, the artist tries to reflect the events he witnesses, reads and hears about, the tragedies intertwined with the dark events taking place in the social layers of the geography he lives in, and the answers to the fact that one makes this world a hard place to live. He looks for answers regarding how we protect and position ourselves in this world that we are not able to internalize and that we turned into a hell where we are trying to exist as individuals, and he shares the answers with his audience through the works in the exhibition.
11. ULUSAL AYDINLATMA KONGRESİ 11th NATIONAL LIGHTING CONGRESS 11. Ulusal Aydınlatma Kongresi, 21-24 Eylül tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi (İFM), Yeşilköy İstanbul’da düzenlenecek. Kongrenin amacı aydınlatma sektöründe araştırma, tasarım, uygulama ve üretim gibi değişik alanlarda çalışan kişileri bir araya getirmek, yeni gelişmeleri tartışmak, karşılıklı bilgi ve deneyim aktarımını sağlamak. 11. Ulusal Aydınlatma Kongresi, genel konulara ve “Aydınlatmada Akıllı Teknolojiler” başlıklı özel konuya yönelik Türkçe ve İngilizce bildirilere açıktır. Kongrede sektör temsilcileri de uygulama projelerini sunabilecek. Kongre genel konuları şu şekilde: • Görme ve renk • Işık ve ışınımın fiziksel ölçümü • İç aydınlatma • Dış aydınlatma • Ulaşımda aydınlatma ve sinyalizasyon • Fotobiyoloji ve fotokimya • Görüntü teknolojisi • Aydınlatmanın diğer konuları (terminoloji, eğitim, etkin enerji kullanımı, sağlık, ışık kaynakları, aydınlatma aygıtları vb.) The 11th National Lighting Congress will be held between September 21-24 at the Istanbul Expo Center (IFM) Yeşilköy / Istanbul. It is aimed with the congress to bring together people working in different fields of the lighting industry such as research, design, implementation and production; to discuss new developments and to provide mutual information and experience exchange. The 11th National Lighting Congress is open to general issues and to the Turkish and English reports on the particular topic entitled “Smart Technologies in Lighting”. In the scope of the congress, industry representatives will also be able to present their implementation projects. The general topics of the congress are as follows: •Sight and color •Physical measurement of light and radiation •Interior lighting •Exterior lighting •Lighting and signalization in transportation •Photobiology and photochemistry •Imaging technology •Other topics related to lighting (vocabulary, education, efficient energy use, health, light sources, lighting devices etc.) natura | 9
haberler | news
haberler | news
GEÇMİŞ GÜNÜMÜZLE BULUŞUYOR PAST MEETS PRESENT
15. İSTANBUL BİENALİ BAŞLIYOR THE 15TH ISTANBUL BIENNIAL BEGINS
Huma Kabakcı ve Mine Küçük küratörlüğünde gerçekleşecek “Geçmiş Günümüzle Buluşuyor” isimli karma sergi, ilhamını tarihten alan, farklı malzemeler ve tekniklerle iş üreten, yerli ve yabancı 16 sanatçının eserlerinden oluşan bir seçki sunuyor. Geçmişi, bugünü ve birbirleriyle olan ilişkiyi güncel sanat eserleri üzerinden tanımlayan sergi, günlük hayatlarımızda tanık olduğumuz olayları ve nesneleri yeniden yorumlarken, aynı zamanda tarihin günümüzdeki yaşamlarımızı şekillendirdiği gerçeğinden yola çıkıyor. Sergide Sami Aslan, Burçak Bingöl, Hera Büyüktaşçıyan, Ahmet Civelek, Onur Hastürk, Patrick Hough, Bilal Hakan Karakaya, Seçil Kınay, Hasan Kıran, Maude Maris, Ardan Özmenoğlu, Murat Palta, Shahpour Pouyan, Gazi Sansoy, Elvan Tekcan ve Pınar Yolaçan’ın işleri yer alıyor. Geçmişte Osmanlı Posta Binası olarak hizmet veren ve bugün yerli ve yabancı sanatçıları bir araya getiren Anna Laudel Contemporary’nin yer aldığı binanın tarihinin sergi konsepti ve sergide yer alan sanatçılarla güzel bir uyum yakaladığını belirten küratörler, bir araya getirdikleri seçkide, sanatçıların geçmişteki kazı, keşif ve araştırmalardan esinlenerek çıktıkları zaman yolculuğuna izleyici de davet ediyor. Sergiye aynı zamanda TORK Dance Art ekibinin “Gövde-Geçmişe Akan Şimdi” isimli performans enstalasyonu ve ayrıca küratöryal tur ve sanatçı konuşmalarının yer aldığı, 15. İstanbul Bienali’ne paralel düzenlenen etkinlik programı eşlik edecek. “Geçmiş Günümüzle Buluşuyor” 7 Eylül-13 Ekim tarihleri arasında Anna Laudel Contemporary’de görülebilir.
Sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında ücretsiz olarak düzenlenecek olan “iyi bir komşu” başlıklı bienalde, 32 ülkeden 55 sanatçının ev, mahalle ve aidiyet kavramlarını tartışmaya açan işleri sergilenecek. 15. İstanbul Bienali, İstanbul Modern, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, Pera Müzesi ve Küçük Mustafa Paşa Hamamı gibi daha önce de İstanbul Bienallerine ev sahipliği yapan mekânların yanı sıra Cihangir’deki ARK Kültür ile Asmalımescit’te yer alan Yoğunluk Sanatçı Atölyesi gibi konut özelliği taşıyan mekânlara yayılacak. Türkiye’den 10 sanatçının işlerinin yer alacağı bienal için 30 sanatçı yeni iş üretecek. Küratörler Michael Elmgreen ve Ingar Dragset iyi bir komşu başlıklı bienali şöyle anlatıyor: “Komşunuz sizden oldukça farklı yaşayan biri olabilir. Ancak umuyoruz ki siz, son dönemde dünyadaki pek çok politikacının aksine ‘öteki’ korkunuzla etrafınıza çitler örerek baş etmiyorsunuzdur. 15. İstanbul Bienali’ndeki sanatçılar ev, mahalle, aidiyet ve müşterek yaşam hakkındaki fikirleri çeşitli perspektiflerden tartışmaya açıyor. İşlerden bazıları ev yaşamımızdaki hâl ve koşulların nasıl değiştiğini ve mahallelerimizin geçirdiği dönüşümü incelerken bazıları da günümüzün jeopolitik sorunlarının nasıl üstesinden geldiğimizi mikro ölçekte ele alıyor. Bienal sergiye davet edilen sanatçıların kişisel veya analitik ifadeleriyle biçimlenerek umutlarla hayallerin, hüzünle öfkenin, geçmişle bugünün birbirine karıştığı alanlar yaratıyor.”
Co-curated by Huma Kabakcı and Mine Küçük, the group exhibition entitled “Past meets Present” will showcase a selection of works by 16 Turkish and international artists who take inspiration from history and produce works with different materials and techniques. Defining the past, the present and their relations with each other through contemporary art works, the exhibition reinterprets the phenomena and objects which we witness in our daily lives, by also looking at the fact that history is constantly shaping our daily experiences. The exhibition will feature works from Sami Aslan, Burçak Bingöl, Hera Büyüktaşçıyan, Ahmet Civelek, Onur Hastürk, Patrick Hough, Bilal Hakan Karakaya, Seçil Kınay, Hasan Kıran, Maude Maris, Ardan Özmenoğlu, Murat Palta, Shahpour Pouyan, Gazi Sansoy, Elvan Tekcan and Pınar Yolaçan. Stating that the exhibition concept and artists taking part in the exhibition, established a harmony with the history of Anna Laudel Contemporary’s building, which formerly served as the Ottoman Post Office and currently bringing local and international artists together; the curators invite visitors to the selection they have assembled, to explore the historical journey which was inspired by the excavations, explorations and research conducted by the artists in the past. “Past meets Present” can be visited at Anna Laudel Contemporary between September 7 – October 13.
İZMİR SMD ÖĞRENCİ BİTİRME PROJESİ ÖDÜLLERİ IZMIR SMD STUDENT DISSERTATION AWARDS İzmir Serbest Mimarlar Derneği tarafından İzmir kenti mimarlık okulları arasında en iyi bitirme projelerini seçmek, yeni ve genç mimarları teşvik etmek, özendirici bir ortam oluşturmak amacıyla bitirme projesi ödülleri düzenleniyor. Yarışma mimarlık alanında, İzmir kenti mimarlık okulları lisans öğrencilerine açık ve tek aşamalı olarak düzenlenmiş olup, mimarlık öğrencileri bitirme projesi yarışmasıdır. Yarışmaya İzmir’deki mimarlık okullarındaki mimarlık lisans eğitimi yapmakta olan öğrenciler, güz ve bahar yarıyıllarına ait bitirme projeleri ile katılabilir. Yarışmaya son teslim tarihi 24 Eylül. 2017 Seçici Kurulu • Burak ALTINIŞIK (PAÜ) • Alpay DEMİRCİ (İzmir SMD) • Umut İYİGÜN (İstanbul SMD) • Saitali KÖKNAR (KHAS) • Berna TANVERDİ (TSMD) Izmir Association of Architects in Private Practice (SMD) organizes dissertation awards in order to select the best projects among the architecture schools in İzmir, encourage new and young architects and create an incentive environment. The event stands for a single-stage dissertation competition for architecture students, which is open for undergraduate students studying in the architecture schools of İzmir. Students receiving undergraduate education in the architecture schools of İzmir can participate in the competition via dissertations pertaining to fall and spring semesters. Deadline for the competition is September 24. 2017 Selection Committee • Burak ALTINIŞIK (Pamukkale University) • Alpay DEMİRCİ (Izmir SMD) • Umut İYİGÜN (Istanbul SMD) • Saitali KÖKNAR (Kadir Has University) • Berna TANVERDİ (TSMD) natura | 10
Elmgreen & Dragset Hakkında Sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset (Michael Elmgreen, fahri doktor ve Ingar Dragset, fahri doktor), 1995’ten beri birlikte çalışıyor. İkilinin çalışmaları, yerleştirmeden heykele, performanstan tiyatroya pek çok çok sanat türüne uzanıyor. Eserleri İstanbul (2013, 2011, 2001), Liverpool (2012), Singapur (2011), Moskova (2011, 2007), Venedik (2009, 2003), Gwangju (2006, 2002), São Paulo (2002) ve Berlin (1998) bienallerinde sergilendi. İkili, 2000 yılında New York Guggenheim Müzesi tarafından verilen Hugo Boss Ödülü’nün son aday listesinde yer aldı ve 2002 yılında Berlin, Hamburger Bahnhof, Nationalgalerie der Preis’e (Ulusal Galeri Ödülü) layık bulundu. Elmgreen & Dragset, 2012’de Londra, Trafalgar Meydanı’ndaki Dördüncü Kaide Komisyonu’na seçildi. 2015’te ise Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden (NTNU) fahri doktorluk unvanı aldılar. 2016 yılı Kasım ayında Berlin’de König Galerie’de açılan The Others başlıklı serginin küratörlüğünü üstlenen Elmgreen & Dragset, 2009’da 53. Venedik Bienali’nde Danimarka ve İskandinav Pavyonları’nda sergiledikleri The Collectors (Koleksiyoncular) ile Curating Worlds (Dünyaların Küratörlüğünü Yapmak) adını taşıyan Özel Mansiyon ödülüne layık görüldü. İkili, günümüzün kamusal alan kavramı üzerine yeni bir diyalog başlatmak amacıyla 2013’te, Münih kentinin tümüne yayılmak üzere, A Space Called Public (Kamusal Denilen Bir Alan) adını taşıyan geniş kapsamlı, geçici bir kamusal sanat projesi yürüttü. Aynı yıl Londra’daki Victoria and Albert Müzesi’nde gerçekleşen Tomorrow (Yarın) adlı sergilerinde, müzenin daimi koleksiyonundan aldıkları resimleri, mobilyaları ve el yapımı eserleri sergiledikleri bir ortam tasarladılar. İkilinin daha önceki küratörlük projeleri arasında, Susanne Pfeffer ile birlikte, Künstlerhaus Bremen’de gerçekleştirdikleri Not a Drop But the Fall ve Kopenhag’da Avrupa Kültür Başkentleri programı kapsamında düzenledikleri Update adlı performans temelli festival sayılabilir. Elmgreen ve Dragset’in 2016 yılında gerçekleştirdiği solo sergileri arasında New York City Rockefeller Center’a yerleştirilmiş olan Van Gogh’s Ear (Van Gogh’un Kulağı) adlı dik yüzme havuzu heykeli ile Pekin’de Ullens Çağdaş Sanat Merkezi Büyük Salon’da sahnelenen kurgusal bir sanat fuarı olan The Well Fair yer alıyor. The 15th Istanbul Biennial, entitled “a good neighbour” and curated by artist duo Elmgreen & Dragset, reveals the participating artists of this year’s edition, which takes place from 16 September to 12 November. Organised by the Istanbul Foundation for Culture and Arts (İKSV), the 15th Istanbul Biennial brings together artworks by 55 artists from 32 countries, all addressing different notions of home, belonging and neighbourhood. The biennial takes place in six neighbouring venues: Istanbul Modern, Galata Greek Primary School, Ark Kültür, Pera Museum, Yoğunluk Atelier, and Küçük Mustafa Paşa Hammam. The curators Elmgreen & Dragset says about the biennial: “Your neighbour might be someone who lives quite a different life from yours. And hopefully you, unlike many politicians lately, are not the one who chooses to deal with your fear of otherness by fencing yourself off. The artists in the 15th Istanbul Biennial raise questions about ideas of home, neighbourhood, belonging and co-existence from multiple perspectives. Some of the artworks examine how our domestic living conditions and modes have changed and how our neighbourhoods have transformed, while others focus on how we cope with today’s geopolitical challenges on a micro-level. The Biennial takes its form from the invited artists’ personal or analytical statements: an engaging mixture of hopes and visions, of sadness and indignation, of history and present day.” About Elmgreen & Dragset Elmgreen & Dragset (Michael Elmgreen, dr.h.c. and Ingar Dragset, dr.h.c.) have worked together as an artist duo since 1995. Their practice spans many genres, including installation, sculpture, performance, and theatre. Their work has been included in the Istanbul (2013, 2011, 2001), Liverpool (2012), Singapore (2011), Moscow (2011, 2007), Venice (2009, 2003), Gwangju (2006, 2002), São Paulo (2002), and Berlin (1998) biennials. The artists were shortlisted for the Hugo Boss Prize, Guggenheim Museum, New York in 2000 and won the Preis der Nationalgalerie, Hamburger Bahnhof, Berlin in 2002. In 2012, Elmgreen & Dragset were selected for London’s Fourth Plinth Commission in Trafalgar Square. They were awarded honorary doctorates by the Norwegian University of Science and Technology (NTNU) in 2015. Elmgreen & Dragset have curated the group exhibition The Others at König Galerie in Berlin in November 2016. Previous curatorial projects include The Collectors at the Danish and Nordic Pavilions at the 53rd Venice Biennale in 2009, marking the first-ever merging of two national pavilions to present a single exhibition, which received a Special Mention entitled ‘Curating Worlds’. In 2013, the duo curated A Space Called Public, a wide-ranging temporary public art project throughout the city of Munich, with the aim of generating new conversations about the concept of public space today. The same year, with their exhibition Tomorrow at the Victoria and Albert Museum in London, the artists designed a setting in which they staged paintings, furniture, and artefacts from the museum’s permanent collection. Earlier curatorial projects include Not a Drop But the Fall, together with Susanne Pfeffer, Künstlerhaus Bremen (2005) and Update, a performance-based festival that was part of Copenhagen’s European Capitals of Culture program (1996). natura | 11
haberler | news
haberler | news
BLOK ART SPACE’TE MAJAZ MAJAZ AT BLOK ART SPACE
CONTEMPORARY ISTANBUL BAŞLIYOR CONTEMPORARY ISTANBUL BEGINS
MAJAZ adlı sergi ile İranlı sanatçı Sahand Hesamiyan, BLOK art space‘in Büyük Valide Han’da bulunan 53 numaralı proje alanı için sanatçı Buşra Tunç ile ortak bir çalışma gerçekleştirerek mekâna özgü bir yerleştirme yapıyor. Majaz sergisinin bir ayağını oluşturan bu yerleşmenin oluşum süreci, detayları ve planlarından ilhamla üretilen sanatçının diğer eserleri ise BLOK art space‘in Çukurcuma mekânında eş zamanlı olarak sergilenecek. İki mekânı birbirine bağlayan İranlı sanatçı “mecazi” anlamına gelen farsça kelime “majaz” ile bilinmeyen ve metaforik olanlar ile görülen ve deneyimlenebilen arasında bir denge kurmayı amaçlıyor. Çalışmalarında özellikle İslam mimarisinin geometrik özelliklerine vurgu yapan sanatçı, Büyük Valide Han mimarisinin zaman içerisinde geçirdiği değişimi ışık üzerinden yorumlayarak izleyicilere bir deneyim alanı da yaratmaya çalışacak. Işığın İslam mimarisinde bir süsleme tekniği olmasına da vurgu yapan sanatçı, mukarnas (muqarnas) adı verilen geleneksel geometrik mimari işçiliğini temsilen üreteceği yerleştirmenin özellikle gölge, ışık ve form detaylarında sanatçı Buşra Tunç ile ortak bir araştırma ve çalışma sürecine girecek. Majaz proje sergisi 13 Eylül-30 Kasım tarihleri arasında BLOK art space Büyük Valide Han ve BLOK art space Çukurcuma mekânlarında gezilebilecek. Sahand Hesamiyan, proje üzerine şöyle söylüyor: “Farsçada hem mecazi hem de gerçekdışı anlamına gelen Majaz, açıklanamayan bir deneyimi ifade eder. İşte böyle bir deneyim Büyük Valide Han’a girildiğinde de hissedilir. Bu, görünmez bir olgunun deneyimidir. Bu mekâna ilk adım attığım an pencerelerden giren ışık beni etkilemişti; ışık alanda büyüleyici bir dinamik etki yaratıyordu. Ustalıkla uygulanan ışık içeriyi aydınlatmanın ötesinde mekânsal niteliği de zenginleştirir. Bu çok yönlülük İslami mimarinin tarih boyunca önemli bir unsuru olmuştur. İslami mimaride ışık süslemenin bir parçasıdır. Mimari faktörlerin kullanılmasıyla dışarıda görünmez olan ışık, içeride değişim göstererek büyüleyici, canlı ve somut bir deneyime dönüşür. Işığı mimarı anlamda kullanıyorum ve mekânın niteliğini geliştiriyorum. Sergiye adını veren heykel geleneksel mukarnas (petek şeklinde mimari süsleme) formlarını kullanarak ışımayla oynuyor. Büyük boyutlu yapısal çabalarla bütün alanı kapsamaktan kaçınan Majaz, mekânda yeni bir doruk noktası yaratıyor. Majaz üstün ve eksiksiz bir dünyayı, bir ütopyayı temsil ediyor.”
Her yıl İstanbul’u uluslararası sanat merkezlerinden biri haline getiren Contemporary Istanbul (CI) çağdaş sanat fuarı başlıyor. CI, 11 yıldır Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen galerilerinin, sanatçılarının, kurum ve kuruluşlarının yanı sıra, koleksiyonerleri ve sanatseverleri İstanbul’da bir araya getiriyor. Çağdaş sanatı odak noktasına alarak Türk sanatını dünya sanatıyla buluşturan Contemporary Istanbul, bu yıl geçtiğimiz senelerden farklı olarak Kasım ayı yerine 15. İstanbul Bienali ile birçok sanat kurumunun ve galerisinin sergileriyle eş zamanlı olarak 14-17 Eylül tarihleri arasında gerçekleştiriliyor.
BLOK art space is proud to host Iranian artist Sahand Hesamiyan’s first project exhibition in Istanbul. In his newest exhibition, MAJAZ, Hesamiyan collaborates with Buşra Tunç in an installation designed for BLOK art space’s project venue at Büyük Valide Han no. 53. Under the exhibition, Hesamiyan will simultaneously exhibit works inspired by the installation’s creation process, details, and plans, in BLOK art space’s Çukurcuma venue. Meaning ‘unreal’ in Farsi, Majaz allows the artist to connect these two venues together, while aiming at striking a balance between the unknown and metaphorical, and the visible and experienceable. Emphasizing the geometric nature of Islamic architecture, Hesamiyan will interpret the architectural transformation of Büyük Valide Han through light, and create a space of experience for the visitors. Concurrently pointing to the way in which light has been used as an element of ornament in Islamic architecture, the artist will create an installation that represents muqarnas, the traditional geometrical architectural ornament, while allowing for a research and creative collaboration with Büşra Tunç through the installation’s details on shade, light, and form. Majaz project exhibition will be open to visitors from September 13 to November 30, at BLOK art space’s Çukurcuma and Büyük Valide Han venues. Sahand Hesamiyan says about the project: “In Farsi, Majaz translates into both unreal and metaphorical; it refers to an unexplainable sensation—one that can be felt while entering the Buyuk Valide Han space. A real experience of an invisible element. As I stepped into this space, I was immediately captivated by the light filtering through the windows. It created a fascinating dynamic effect inside. Masterful application of light apart from illuminating interior augments spatial quality—a duality that has always been present in Islamic architecture. Nour (light) in Islamic architecture is an ornament itself. With the use of architectural elements, the invisible light from outside metamorphoses into a magical and vivid tangible experience indoors. I have tried to utilize light as architecture and enhance the characteristics of the room. Eponymous of the exhibition, the sculpture on display employs traditional forms of muqarnas (honeycombed architectural ornaments) that toy with luminescence. Exempting from large-scale structural attempts to involve the entire space, Majaz creates a novo culminating space. It refers to a superior and complete world, a utopia.”
Turning Istanbul into one of the international art centers every year, the Contemporary Istanbul International Art Fair (CI) begins. CI has brought together leading galleries, artists, institutions and organizations, as well as the collectors and art enthusiasts from Turkey and the world in Istanbul for 11 years. Placing contemporary art to the focal point and bringing Turkish art together with the art of the world; Contemporary Istanbul, unlike the previous years, will be held between September 14-17 instead of November, concurrently with the 15th Istanbul Biennial and the exhibitions of many art institutions and galleries. The architectural concept design of the exhibition is organized by Tabanlıoğlu Architects this year. The interior design of Contemporary Istanbul is carried out with a unique approach as a diversification of urban parks, along with an emphasis on public spaces, especially for those located outdoors. Tabanlıoğlu Architects also aims to emphasize local resources and requirements by turning the exhibition space embodying the galleries into a “projected topography”. The artificially arranged interior of the fair is also considered as an extension of the Artists’ Park which is adjacent to the fair area where sculptures will be exhibited outdoors during the event, and it further connects to Maçka Park, one of Istanbul’s unique and valuable green spaces. According to the project team, the harmony between interior and exterior space is expressed physically by connecting the empty spaces between the galleries and the exhibition units; as an uninterrupted extension of the green floor covering all the area, the geometric forms created in various sizes and heights are designed for multipurpose use, especially to serve the purpose of sitting and resting. This area is provided with continuity as it is in nature although the design specifically carries the expression that a manmade sterile environment is established. Although absenting itself from being a representation of a real, living park; the materials are used with an environment-friendly approach, adopting the criterion of the highest possible recyclability. Again for this purpose, it is aimed to reevaluate the materials (artificial grass/greenery) after the end of the event, by donating them to nearby schools for future usage regarding sports and recreational activities.
TEOMAN ÖZTÜRK MEKÂN ÖYKÜLERİ YARIŞMASI TEOMAN ÖZTÜRK STORIES OF SPACE COMPETITION
Fuarın mimari konsept tasarımı, bu yıl Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından kurgulanıyor. Contemporary Istanbul’un iç mekân tasarımı, -özellikle açık havada yer alan- kamusal alanlara yapılan vurguyla, bir kent parkı çeşitlemesi olarak özgün bir anlayışla gerçekleştiriliyor. Tabanlıoğlu Mimarlık, galerilerin yer aldığı sergi mekânının “tasarı bir topoğrafya”ya dönüştürülmesi ile aynı zamanda yerel kaynakları ve ihtiyaçları vurgulamayı amaçlıyor. Yapay olarak düzenlenmiş fuar iç mekânı, aynı zamanda, etkinlik sırasında açık havada heykellerin sergileneceği fuar alanına bitişik Sanatçılar Parkı’nın bir uzantısı olarak da ele alınıyor ve İstanbul’un nadide ve değerli yeşil mekânlarından biri olan Maçka Parkı’na bağlanıyor. Proje ekibine göre, iç mekân ile dış alan arasındaki ahenk, galeriler arasında kalan boş alanları ve sergi ünitelerini birbirine bağlayan yollarda fizikselleşerek ifade ediliyor; tüm alanı kaplayan yeşil zeminin kesintisiz bir uzantısı olarak, farklılaşan boyut ve yüksekliklerde üretilen geometrik formlar, özellikle oturma ve dinlenme amacına hizmet edecek şekilde, çok amaçlı kullanılmak üzere tasarlanıyor. Bu alanda, doğada olduğu gibi bir süreklilik sağlanıyor, ancak tasarım, insan yapımı steril bir ortam kurulduğu ifadesini özellikle taşıyor. Gerçek, yaşayan bir parkın temsili olmaktan uzak dursa da, malzeme kullanımı tercihi, çevre dostu bir yaklaşımla, mümkün olan en yüksek geri dönüştürülebilirlik kriterinde yapılıyor. Yine bu niyetle, etkinliğin sona ermesini takiben, kullanılan malzemenin (suni çim/ yeşillik), spor ve eğlence amaçlı kullanılmak üzere yakındaki okullara bağışlanmak suretiyle, yeniden ve uzun ömürlü değerlendirilmesi hedefleniyor.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi 1973-1980 yılları arasında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Başkanı olan ve 11 Temmuz 1994 tarihinde aramızdan ayrılan Mimar Teoman Öztürk’ü, ölümünün 23. yılında “Teoman Öztürk Mekân Öyküleri Yarışması” düzenleyerek anacak. Yarışma ile Teoman Öztürk’ün TMMOB’un kentsel toplumsal mücadelesinin şekillenmesindeki katkılarının geliştirilerek sürekliliğinin sağlanması için günümüzde yürütülen kentsel ve mekânsal mücadelenin sanat yoluyla yorumlanması hedefleniyor. Ayrıca yarışmayla mücadelede yeni bir bakış ve yorum ile yazmaya yönelenlerin potansiyellerini açığa çıkartarak farkındalık oluşturmak amaçlanıyor. Yarışmaya katılacak öyküler, TMMOB Mimarlar Odası ve meslek odalarının işbirliği içerisinde yürütülen kentsel mekânlar ve alanların savunmasını konu alması gerekiyor. Yarışmaya kayıt yaptırmak için son başvuru tarihi 19 Eylül, eserler en geç 3 Kasım tarihinde Mimarlar Odası Ankara Şubesi Konur Sokak 4/3 Kızılay Ankara adresine teslim edilecek. Yarışmanın ödül töreni ise 17 Ocak 2018 tarihinde gerçekleşecek. Yarışmanın seçici kurulu Yavuz Önen, Fatih Söyler, Behiç Ak, Atilla Şenkon, Özlem Dengiz Uğur’dan oluşuyor. Ankara Branch of the Chamber of Architects will commemorate the architect Teoman Öztürk; who was the President of Union of Chambers of Turkish Architects and Engineers (UCTEA) between 1973-1980 and passed away on July 11, 1994; through organizing “Teoman Öztürk Stories of Space Competition” on his 23rd death anniversary. The aim of the competition is to interpret the modern urban and spatial practices through art, in order to ensure and improve the continuity of Teoman Öztürk’s contributions in remodeling the urban and social endeavors carried out by UCTEA. It is also aimed at raising awareness by fulfilling the potentials of those gravitate towards writing, along with a new perspective and interpretation regarding these endeavors. The stories to be participated in the contest, need to address the maintenance of urban spaces and areas that are carried out in cooperation with UCTEA Chamber of Architects and trade associations. Deadline for taking part in the competition is September 19 and the works need to be delivered until November 3, to Ankara Branch of the Chamber of Architects, Konur Street 4/3, Kızılay/Ankara. The award ceremony for the competition will take place on January 17, 2018. The selection committee of the competition are: Yavuz Önen, Fatih Söyler, Behiç Ak, Atilla Şenkon and Özlem Dengiz Uğur. natura | 12
natura | 13
haberler | news
ANKARA’DA “EV” SERGİSİ “HOME” EXHIBITION IN ANKARA Ankara’nın ilk özel çağdaş sanat müzesi Müze Evliyagil, açılış sergisinin ardından ilk kapsamlı sergisine ev sahipliği yapıyor. 15. İstanbul Bienali Komşu Etkinliği “EV”, Derya Yücel küratörlüğünde 9 Eylül tarihinde Müze Evliyagil’in çatısı altında 38 sanatçının üretimlerini sanatseverlerle paylaşmaya hazırlanıyor. Ev, hafıza, benlik, birey, aile, kimlik kavramlarına yönelik birleştirici güç olmasının ötesinde içerisi ve dışarısı diyalektiğinde komşu, mahalle, kent, toplum, çevre, yer, aidiyet, coğrafya gibi çok katmanlı anlamlara yönelik bir araştırmaya imkan sağlıyor. Ev, sanatçılar için düşünceleri, anıları ve düşlerine rehberlik edecek bir diyagram sunuyor. “Ev” farklı jenerasyon ve sanatsal pratiğe sahip sanatçıların üretimlerini ev kavramı etrafında yeniden yorumluyor. Serginin küratöryal çerçevesi, sanatın ve sanatsal üretim pratiklerinin çeşitliliği ötesinde kesişmeleri, imgenin öznel yoruma dayalı biricikliği ötesinde ortak anlatımları, kavramsal içeriklerin çok katmanlılığı ötesinde formsal diyalogları da araştıran bir senteze dayanıyor. “Ev”, Müze Evliyagil’in, bir koleksiyonun değişebilir, olasılıklara açık ve çoklu sentezlere imkan veren dinamik evsahipliğinde, koleksiyon dışı üretimlerin misafirliğiyle oluşuyor. “EV”, müzenin koleksiyonundan Eşref Üren, Yüksel Arslan, Komet, Can Akgümüş, Canan Tolon, Necla Rüzgar, Gözde İlkin, Fırat Engin ve Yuşa Yalçıntaş’a ait yapıtları ile,Ahmet Doğu İpek, Ahmet Duru, Berat Işık, Berkay Yahya, Can İncekara, Cemre Yeşil, Cengiz Tekin, Çağrı Saray, Deniz Gül, Erdağ Aksel, Erdal Duman, Erinç Seymen, Erol Eskici, Ferhat Özgür, Hale Tenger, Hakan Gürsoytrak , Hera Büyüktaşçıyan, İpek Duben, İnci Furni, İrfan Önürmen, Leyla Gediz, Nezaket Ekici, Nil Yalter, Nuri Kuzucan, Romina Meriç, Şifa Girinci, Onur Ceritoğlu, Yaşam Şaşmazer ve Yunus Emre Erdoğan’ın üretimlerini yan yana getiriyor. Sergi, 4 Şubat tarihine kadar devam edecek. Standing out as the first privately held museum of modern art of Ankara, the Evliyagil Museum hosts its first comprehensive exhibition following its opening exhibition. Being a neighbor event of the 15th Istanbul Biennial and curated by Derya Yücel, the “HOME” exhibition is getting ready to present works of 38 artists to the art enthusiasts on September 9, under the roof of the Evliyagil Museum. Home, besides being a unifying power for the concepts of memory, self, individual, family and identity, provides a basis for a research towards multi-layered meanings such as neighbor, neighborhood, city, society, environment, space, belonging and geography, within the dialectics of inside and outside. Home presents a diagram for artists in order to guide their thoughts, memories and dreams. “Home” reinterprets the productions of artists from different generations and art practices around the notion of home. The curatorial framework of the exhibition is based on a synthesis that dwells on the intersections of art and artistic production practices beyond their diversity, common narratives of the image beyond its uniqueness based on subjective interpretation and formal dialogues beyond the multilayers of conceptual contexts. “Home” originates from the dynamic hosting of the Evliyagil Museum, which enables transfusable, probabilistic and multi-layered synthesis along with visiting non-collection works. “HOME” showcases works of Eşref Üren, Yüksel Arslan, Komet, Can Akgümüş, Canan Tolon, Necla Rüzgar, Gözde İlkin, Fırat Engin and Yuşa Yalçıntaş from the museum collection, along with works by Ahmet Doğu İpek, Ahmet Duru, Berat Işık, Berkay Yahya, Can İncekara, Cemre Yeşil, Cengiz Tekin, Çağrı Saray, Deniz Gül, Erdağ Aksel, Erdal Duman, Erinç Seymen, Erol Eskici, Ferhat Özgür, Hale Tenger, Hakan Gürsoytrak , Hera Büyüktaşçıyan, İpek Duben, İnci Furni, İrfan Önürmen, Leyla Gediz, Nezaket Ekici, Nil Yalter, Nuri Kuzucan, Romina Meriç, Şifa Girinci, Onur Ceritoğlu, Yaşam Şaşmazer and Yunus Emre Erdoğan. The exhibition continues until February 4.
MİMARLIK ÖĞRENCİLERİ GÜZ KAMPI AUTUMN CAMP FOR ARCHITECTURE STUDENTS
haberler | news
GÜRHAN TÜMER ANISINA: İZMİR ÜTOPYALARI ÖĞRENCİ FİKİR PROJE YARIŞMASI IN THE MEMORY OF GÜRHAN TÜMER: UTOPIAS OF IZMIR STUDENT IDEAS PROJECT COMPETITION “Her türlü keskinlik tanımının ve kategorik ayrımın buharlaşarak hızla geçersizleştiği günümüz dünyasında, sınırları eriten, deneyimleri akışkan hale getiren, koordinatları çözerek bulutsu yapılara dönüştüren hızlanmış zaman, değişken konumlar ve yüzergezerlik üzerine zihinsel olarak yoğunlaşmak mimarlık ortamı için kaçınılmaz görünüyor. Zaman, mekân, form ve içeriğin akışkan ve sabitlenemez halleri, kentlerin geleceğini tahayyül etmek için a priori olgular haline geliyor. Formun mimarlıkta her zaman kontrol mekanizması olarak kullanılageldiği söylenebilir. Form, mimarlığa organizasyonel yapısını kazandırdığı gibi düzen, oran vb. normatif nitelikleri ile ona sembolik değerini de kazandırmakta, ama aynı zamanda onu imgeselliğe de mahkûm etmektedir. Bu durumda formsuzluk, Georges Bataille’ın kuramlaştırdığı biçimiyle özgürleştirici bir metafor olarak düşünülebilir. Bir yanıyla form ve içeriğin birbirinden özgürleşmesine imkân verirken diğer yandan formsuzluk, form ve imge takıntılı güncel mimarlık ortamında her türlü ikilikleri aşan yeni bakışların, giderek maddesizleşen mimarlık(lar) için taze fikirlerin yeşermesini de tetikleyebilir. Düşünüldüğü dönemin fiziksel, sosyal, politik, ekonomik veya kültürel sorunlarına keskin eleştiriler getiren ve ufkumuzun daraldığı dönemlerde yeni dünyalar tahayyül etmemizi sağlayan ütopyalar, yaratıcılıklarının yanı sıra sarsıcı eleştirellikleri ile de her zaman ilham kaynağı olmayı sürdürmekteler. Genç mimar adaylarının formsuzluk teması üzerinden keskin bir eleştirellik ve yaratıcılık ile İzmir kentinin geleceğine dair söyleyecek birçok irkiltici sözlerinin, taze fikirlerinin olduğunu düşünmekteyiz.” İzmir Serbest Mimarlar Derneği’nin düzenlediği yarışmaya proje teslimi için son tarih 8 Ekim. 2017 Seçici Kurulu: • Vedat TOKYAY - İzmir SMD • Umut İYİGÜN -İstanbul SMD • Önder KAYA –TSMD • Levent ŞENTÜRK • İpek EK “In today’s world, where every definition of acuity and categorical separation evaporates rapidly, it is inevitable for the architecture environment to mentally concentrate on accelerated time, variable locations and amphibiousness, which melt boundaries, fluidify
Mimarlar Odası 23-30 Eylül tarihlerinde Hatay’ın Arsuz ilçesinde, mimarlık öğrencileri için “Deniz, Mekân, Doğa, Tarih” isimli güz kampı düzenliyor. TMMOB Mimarlar Odası Adana, Ankara, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, İzmir, Kayseri, Mersin, Samsun ve Van Şubesi tarafından organize edilen kamp, mimarlık öğrencilerinin yerinde deneyimleme yöntemiyle mimarlığı paylaşmaları kapsamında, yerel yönetimlerle işbirliği içerisinde düzenlenecek. Hatay’ın Arsuz ilçesinde, kıyı şeridinde bulunan belediye tarafından değerlendirilecek olan TCDD arazisi için katılımı ve kolektif bir yöntemle fikirler geliştirilecek. Kampta ayrıca antik dönemin bir liman kenti olarak tarihte Rhosus, Rhosospolis ve Port panel olarak adlandırılmış Arsuz’un, tarihi ve mekânsal potansiyelini açığa çıkarmak hedefleniyor. Kamp süresince teknik geziler ve sosyo-kültürel etkinlikler (forum, söyleşi, atölye çalışmaları, konserler vb.) yürütülecek. Katılımın ücretsiz olduğu kamp süresince konaklama, Arsuz Belediyesi ev sahipliğinde gerçekleşecek. Güz kampı kapsamında Arsuz’a gidiş-dönüş ulaşım organizasyonu şubelerce yapılmayacak olup katılımcılarla Hatay Arsuz’da buluşulacak. Katılımcı ve kolektif üretim beklentisi içerisinde olunan güz kampında, başvurucular şubeleri tarafından belirlenen kamp kurallarını ve kolektif üretim süreçlerini kabul etmiş olacaklar. Kamp programının detayları ise ilerleyen günlerde açıklanacak.
experiences, resolve coordinates and transform them into nebulous structures. Fluid and non-fixable states of time, space, form and
Chamber of Architects is organizing an autumn camp entitled “Sea, Space, Nature, History” for architecture students, to be held between September 23-30 in the Arsuz district of Hatay. Organized by Adana, Ankara, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, İzmir, Kayseri, Mersin, Samsun and Van branches of the Union of Chambers of Turkish Engineers and Architects (UCTEA), the camp will be carried out in cooperation with local administrations, aiming at architecture students to share architecture through experiencing it on site. It will contribute to the Turkish State Railways property which is positioned on the coastline of the Arsuz district of Hatay to be utilized by the municipality and generate new ideas through a collective method. It is also aimed with the event to unearth the historical and spatial potentials of Arsuz, a historic port city that has been named as Rhosus, Rhosospolis and Port Panel during the ancient period. There will be technical visits and socio-cultural activities (forum, interviews, workshop practices, concerts etc.) to be conducted throughout the camp. During the free entry event, accommodations will be hosted by the Arsuz Municipality. Within the scope of the autumn camp, branches will not be providing back and forth transportation to Arsuz and therefore all the participants will be welcomed at the spot. The autumn camp is expected to present participatory and collective productions and all the applicants are deemed to have accepted the camp rules and collective production phases that have been specified by their branches. Details of the camp program will be announced in the upcoming days.
criticism. We think that the young architect candidates will have lots of startling statements and fresh ideas with sharp criticism and
natura | 14
content, become a priori facts in order to imagine the future of cities. It can be said that the form is always used as a control mechanism in architecture. The form gives an organizational structure to architecture as well as symbolic value along with normative qualities such as order, ratio and so on but at the same time, it also imprisons architecture to fictitiousness. In this case, formlessness can be considered as a liberating metaphor, as Georges Bataille has theorized before. On one hand, it allows the form and content to be freed from each other, while on the other hand it can trigger both new perspectives that transcend any kind of duality in the contemporary architecture environment, which is obsessed with formlessness, form and image; and also some fresh ideas for increasingly insubstantialized architecture(s). Utopias that bring sharp criticism to the physical, social, political, economic or cultural problems of the tackled era and allow us to imagine new worlds in times where our horizons narrow; continue to serve as inspirational sources with their creativity as well as their unsettling creativity through the theme of formlessness, regarding the future of İzmir.” Organized by the Izmir Association of Architects in Private Practice, the deadline for the competition is October 8. 2017 Selection Committee • Vedat TOKYAY – Izmir SMD • Umut İYİGÜN – Istanbul SMD • Önder KAYA – TSMD • Levent ŞENTÜRK • İpek EK
natura | 15
haberler | news
haberler | news
ANKARA’DA SALT SİNEMASI SALT CINEMA AT ANKARA
2. ULUSAL TASARIM GÜNLERİ SEMPOZYUMU 2nd NATIONAL DESIGN DAYS SYMPOSIUM
SALT Sineması, “ev” teması etrafında şekillenen ve çeşitli ev hâllerini irdeleyen bir film seçkisiyle 14 Eylül-9 Kasım tarihleri arasında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde (ÇSM). Gösterim programı, evi bir tasarım nesnesi, bir sığınma mekânı, bir ütopya, bir varoluş biçimi ve hatta bir yokluk duygusu olarak işleyen altı filmden oluşuyor. Ev, yaşanılan mekânı tarif etmenin yanı sıra ait olunan, özlem duyulan yerlere işaret eder. Evin somut hâli, mimarlık disiplininin bıkmadan ele aldığı, ürettiği, tekrarladığı, sorguladığı ve ancak, doğrudan yapımına en az etki edebildiği makûs bir konudur. Soyut hâli ise, güvenli bir sığınak olarak “yuva”dan bir halkı barındıran “vatan”a kadar uzanan ölçek ve kavram çeşitliliğine sahiptir. Güncel koşullar, hem temel barınma birimi hem de aidiyet kurulan yer olarak bu kavrama ilişkin mevcut tanımları zorluyor. Evin toplumsal yönleri, siyasi çatışmaların yol açtığı zorunlu yer değiştirmeler, ekonomik imkânsızlık ile iklim değişikliği kaynaklı yeni yaşama biçimi arayışları ve nüfus artışına bağlı konut sıkıntısı gibi meselelerle daimî bir gündem teşkil ediyor. Küreselleşmeyle artan profesyonel göçebelik ve turistlik evde olma hissi veren yapılanmalara yönelirken, web siteleri ve mobil uygulamalar aracılığıyla kiralanan evler dünyanın pek çok yerinde görülen basmakalıp bir estetiği kurguluyor. Rayiç yükselten bu tip kârlı alışverişlerin yanı sıra kentlerdeki dönüşümler, mahalleler kadar içerdiği evleri de kökten bir yeniden inşa süreciyle karşı karşıya bırakıyor. Ev, mahrem bir mekân olarak içinde yaşayana dair izler taşır ve bu yönüyle karşı konulmaz bir merak uyandırır. Tasarım dergilerinden yan dairenin tıkırtılarına kolayca tetiklenen, insana has gözetleme duygusu, mekâna göre sahiplerinin kişiliğini yorumlama eğilimindedir. Buna uygun olarak sinemada ev, mimari bir duruşu yüceltmeye yeltendiği zamanlarda dahi, aslen kahramanın kimliğinin bir yansımasıdır. Ev kavramına dair bu konuları çeşitli yönlerden inceleyen altı uzun metrajlı film, ÇSM’deki Yaşar Kemal Konferans Salonu’nda, orijinal dilinde Türkçe ve İngilizce altyazılı olarak gösterilecek.
Çağlar boyunca vazgeçilmez yaşam kaynağı olarak nitelendirilen su, yaşamın devamını sağlamak için gerek duyulan barınma ihtiyacı ile bir arada anılmıştır. Su mekânın, mekân ise suyun vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Suyun akışkanlık, şeffaflık vb. özellikleri çoğu zaman mekâna taşınmış, hatta suyun varlığını kutsamak için mekânlar oluşturulmuştur. Bu bakımdan kullanıcıların yerleşim tercihlerinde belirleyici bir öğe olan suyun, mekânın biçimlenişinde ve atmosferinin oluşmasında etkili olduğu söylenebilir. “Tarih Boyunca Su ve Mekân” teması çerçevesinde farklı uzmanlıklardan faydalanarak tasarım alanında yeni bir düşünsel boyut kazandırmak ve farklı ölçeklerde çalışan uzmanların konuya yaklaşımlarının bir arada değerlendirilebileceği bir platform oluşturmak amacıyla düzenlenen Ulusal Tasarım Günleri (UTG) Sempozyumu, 30 Eylül -1 Ekim tarihlerinde Pamukkale’de gerçekleşecek. Sempozyum Konuları: Tarihsel süreçte su ve mekân Suyun ayırdıkları-birleştirdikleri İçeride-dışarıda su Su mekânları Farklı mekân tasarım ölçeklerinde su Doğal, yapma ve sosyal çevreler açısından su ve mekân
PROGRAM 14 Eylül Crystal Moselle, The Wolfpack, 2015 21 Eylül Nicholas Hytner, The Lady in the Van [Zoraki Komşu], 2015 5 Ekim Tom Ford, A Single Man [Tek Başına Bir Adam], 2009 12 Ekim Ila Bêka ve Louise Lemoine, Barbicania, 2014 2 Kasım Hayao Miyazaki, Tonari no Totoro [Komşum Totoro], 1988 9 Kasım Andrey Zvyagintsev, Leviafan [Leviathan], 2014 SALT Cinema at Çankaya Municipality Contemporary Arts Center (ÇSM) consists of a selection of films meditating on the concept of “the home”. From September 14th, until November 9th, the screening program explores “the home” as an object of design, shelter, utopia, lifestyle, and even absence. Not only a living space, home is a place of longing and belonging. It presents a constant challenge to the discipline of architecture which seeks to address, question, reconsider and redefine it physically, yet ultimately fails to influence the making of the home. The abstract notion of home, on the other hand, embodies a multitude of contexts, from a secure shelter to a “sweet home,” and to the “homeland” of a nation. Contemporary conditions make it difficult to hold on to understanding of home as a shelter and place of belonging. In fact, homes are at the center of social upheavals caused by forced displacement, housing shortage, poverty and climate change. While professional nomadism and tourism incline towards structures that affect homeliness, websites and mobile applications continue to foster a global, standard aesthetic of rental homes. In addition to these lucrative real estate maneuvers, urban transformation driving up the economy instigates a radical rebuilding of homes and their neighborhoods. Home, as an intimate space, bears traces of their inhabitants and arouses great curiosity. One’s desire to see another’s home is easily provoked by anything from sounds next door to interior design magazines and often contributes to an interpretation of the owner’s personality. Even when the “home” in cinema appears to be celebrated for its architectural qualities, it becomes a reflection of the protagonist’s identity. Addressing such topics from various aspects, the six feature-length films will be screened in the Yaşar Kemal Conference Hall at ÇSM, in their original language with Turkish and English subtitles. PROGRAM September 14 Crystal Moselle, The Wolfpack, 2015 September 21 Nicholas Hytner, The Lady in the Van, 2015 October 5 Tom Ford, A Single Man, 2009 October 12 Ila Bêka and Louise Lemoine, Barbicania, 2014 November 2 Hayao Miyazaki, Tonari no Totoro [My Neighbor Totoro], 1988 November 9 Andrey Zvyagintsev, Leviafan [Leviathan], 2014 natura | 16
Considered as an indispensable source of life throughout the ages, water has been mentioned together with the need for housing, which is necessary for the continuation of life. Water has become an irreplacable part of space and vice versa. Peculiarities of water such as fluidity, transparency and so on, have been moved into the space and various spaces have been further created to sanctify the existence of water. In this sense it can be said that water, which is a decisive element concerning the housing preferences of users, is effective in the formation of the space and the regeneration of its atmosphere. Organized to provide a platform to attribute a new intellectual perspective to the design field with the help of different specialties in the scope of “Water and Space Thoughout the History”, where the subject specific approaches of experts working in different scales can be evaluated altogether; The National Design Days Symposium (UTG) will take place between September 30 – October 1 in Pamukkale. Symposium Topics: Water and space throughout the history Things that water seperates and associates Water indoors-outdoors Water spaces Water in different scales of spatial design Water and space concerning natural, artificial and social environments
BALKAN NACİ İSLİMYELİ 45. SANAT YILINI TOPHANE-İ AMİRE’DE KUTLUYOR BALKAN NACİ İSLİMYELİ CELEBRATES 45 YEARS IN ART AT TOPHANE-İ AMİRE Modern sanatımızın öncü isimlerinden Balkan Naci İslimyeli, 45. sanat yılını MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nin Beş Kubbe ve Tek Kubbe salonlarında aynı anda açılan “Hatırla” sergisiyle kutluyor. İslimyeli’nin, her şeyin hızla tüketildiği günümüzde, yaşananları unutmamak ve hafızada canlı tutmak için “Hatırla” adını verdiği sergide; sanatçının son 30 yılından seçkilerle birlikte son 15 yıldır ürettiği ancak hiç sergilenmemiş eserleri yer alıyor. “Hatırla” sergisi 20 Eylül-28 Ekim tarihleri arasında gezilebilir. Küratörlüğünü Erkan Doğanay’ın yaptığı “Hatırla” sergisi özellikle, Balkan Naci İslimyeli’nin sanatsal serüveninin ikinci yarısı olarak adlandırılabilecek bir dönemi kapsıyor. “Hatırla” sergisinin seçkisi; çoğu, sanatçının özel koleksiyonu için sakladığı, kendi dönemlerinin sayılı örneklerinden oluşuyor. Tüm işleri gibi son dönemdeki yapıtları da insan ve bellek merkezli olan sanatçının “Hatırla” sergisinde kronolojik bir sıralama bulunmazken, sergi tematik bölümlere ayrılıyor. Böylece tüm dönemlerindeki farklılıkların ve ortak noktaların birlikte, net bir şekilde görülmesini hedefleyen İslimyeli’nin şiirleri ve metinleri ise, hem yapıtların içine hem de mekânın bütününe yayılıyor. Unutkanlıklarla sakatlanmış bir toplumun belleğini, kendi tarihinden bir derlemeyle yenileme isteğinden doğan “Hatırla” sergisinin seçkisi, sanatçının tipik tercihlerini yansıtıyor. Çok hızlı değişen ve bu değişimi, kendini yitirerek gerçekleştiren bir toplumda yeni kuşaklara böyle hatırlatmalar yapmak gerektiğine inanan sanatçı, hiç sergilenmemiş bir birikimi öncekilerle birlikte sunmanın vaktinin geldiğini ifade ediyor. Balkan Naci Islimyeli, one of the leading names of our modern art, celebrates his 45th year in the art scene with the “Remember” exhibition which will launch at the same time in the Five Domes and Single Dome Halls of Mimar Sinan Faculty of Fine Arts, Tophane-i Amire Culture and Arts Center. Entitled as “Remember” by İslimyeli in an attempt to remember the experiences and keep them alive in our memories in our rapidly consuming modern day; the exhibition features works that have been produced by the artist in the last 15 years but never been exhibited, together with a selection from his last 30 years. The “Remember” exhibition can be visited between September 20- October 28. Curated by Erkan Doğanay, the “Remember” exhibition covers a period that can be referred as the second half of Balkan Naci İslimyeli’s artistic adventure. Selection of the “Remember” exhibition consists of works which the artist reserved for the his private collection, and which are authentic for their periods. Placing human and memory in the center of his late-period works just as in his entire portfolio, the artist’s “Remember” exhibition is divided into thematic segments while there isn’t any chronological order to be found. As for the poems and texts of İslimyeli who aims to present all the differences and commonalities clearly in all of his periods, they tend to spread in the entirety of both works and space. The selection of the “Remember” exhibition which arose from the ambition to regenerate the memory of a society that became nullified by forgetfulness, with the help of a compilation of its own history; reflects the typical preferences of the artist. He believes that it is necessary to present these kinds of reminders for new generations living in a society that changes very rapidly and performs this action by losing itself. The artist states that it’s time to present this accumulation that has never been exhibited before, along with the previous ones. natura | 17
haberler | news
İŞVEREN SERGİSİ COMMISSIONERS’ EXHIBITION Türkiye’de mimar ve işveren müzakerelerinin üretimlere etkisini, bir dizi nitelikli yapının gelişim süreçleri eşliğinde inceleyen İşveren Sergisi, 13 Eylül’de SALT Galata’da açılıyor. Kemal Kurdaş, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ndeki (ODTÜ) rektörlük görevine 21 Kasım 1961’de başladı. ODTÜ Kampüsü proje yarışmasını kazanan Altuğ Çinici ve Behruz Çinici ile ilk kez 23 Kasım’da görüştü. Mimarlardan, sözleşmesi yapılmış olan Mimarlık Fakültesi ile iki yurdu içeren ilk etap çalışmalarının bir an evvel tamamlanmasını istedi. Kurdaş’ın, Eymir Gölü çevresindeki bozkırda kuracağı yeni hayatın en kuvvetli unsuru olan ağaçların dikimineyse 3 Aralık’ta başlandı. İlk yapıların inşaat işleri, Şubat 1962’de ihale edildi,12 Mart’ta temel atma töreni gerçekleştirildi. Kurdaş, bu törene dair anılarını şöyle aktarır: “Muhteşem bir tören oldu. Törende çok iddialı bir de konuşma yaptım. ‘Bu bina 13 bin metrekarelik kapalı alana sahip, yaygın, dolayısıyla yapımı zor bir binadır. Burada Türkiye’de ilk kez kullanılan çıplak beton dediğimiz yeni bir teknik uygulayacağız. Normalde beş-altı yılda bitmeyecek bu binayı biz önümüzdeki yılın yaz aylarında tamamlayacağız [...]. Önümüzdeki yıl, sizi bu binaya çay içmeye davet ediyorum!’ dedim.” ODTÜ Kampüsü’nün bu demeçle kamuya tanıtılan ve Çiniciler tarafından yaklaşık yirmi yıl yürütülen projesi, mimari üretim sürecinde işverenin katkısının her yönüyle izlenebileceği bir vakadır. SALT Araştırma’ya 2015 yılında devredilen Altuğ-Behruz Çinici Arşivi’ndeki ODTÜ Koleksiyonu, proje çizimlerinin ötesinde, Çiniciler’in titiz çalışma prensiplerini ve karşılığında Kurdaş’ın mimarlardan esirgemediği desteği görünür kılan şantiye seyir defteri ve seyir raporlarının yanı sıra kontrollük sözleşmeleri, iş bitirme belgeleri ve resmî dilekçeleri içerir. Bu muhtelif kayıtlar, nitelikli bir mimari üretimin, sorumlulukların taraflarca doğru ve eksiksiz tariflendiği sağlıklı bir iletişim ortamına gereksinim duyduğuna dikkati çeker. SALT tarafından geliştirilen “İşveren Sergisi”, 1930’lardan 2010’lara Ankara, Çanakkale, Denizli, İzmir ve İstanbul’da özel kesim ya da kamu kesiminden sipariş edilmiş olan bir dizi yapı temelinde, mimar ile işveren arasındaki bu kritik ilişkiyi ve iletişimin ürüne nasıl yansıdığını irdeler. ODTÜ Kampüsü, Makbule Atadan Villası, Denizli Basma ve Boya Sanayi Fabrikası ile Yahşibey Tasarım Çalışmaları yapısını da içeren seçki, özgün arşiv belgeleri ve söyleşilerle desteklenen anlatımlarla işverenin yapıdaki belirleyici rolüne odaklanır. Turizmin gelişimi için öncü adımlar atmış olan bürokrat Özer Türk’ün incelemeye açılan kişisel arşiviyle de, işveren rolünün maddi kaynak sağlayıcılığından daha önemli yeniliklere aracılık etme potansiyeli vurgulanır. SALT Galata’nın yeniden işlevlendirme sürecini katlara yayılan sunumlarla işleyen İşveren Sergisi, Osmanlı İmparatorluğu’nda kadın banilerin inşa ettirdiği yapılarla İstanbul’a odaklanır. Çeşmeden küllliyeye çeşitli ölçekteki bu yapılar için hazırlanan bir harita ile SALT Araştırma Ali Saim Ülgen Arşivi’nden derlenen çizim, fotoğraf ve yazışmaların yer aldığı bu bölüm, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadın banilerin şehirleşmedeki rollerini incelemeyi mümkün kılar. İşveren Sergisi, fikir düzeyinde yeniliği ve uygulamada özeniyle ayrışan hemen her yapıda hevesli bir mimara, tutkulu bir işverenin karşılık geldiğine işaret eder. Oysa bu ilişki, çoğunlukla or tak bir üretim or tamı olarak değerlendirilmekten ziyade kutupla ştırılmıştır. Mimarın, diğer uzman ve uygulamacıları kendi üretimine düşman ilan ettiği hayli baskın bakış açısında, işveren “cehalet ve zevksizlik”le suçlanan bir karikatürdür. Küreselleşmenin gezgin “yıldız mimar” profiliyle ifade bulduğu son kırk yılda, şirketleşmiş yatırım ve proje geliştirme süreçlerinde konumlanan ve sermayeyi artırmaya yönelik bir refleksle çalışan pragmatik bir tiplemeye dönüşmüştür. Ancak, dünyanın birer kriz hâline gelen öncelikleriyle kapanmaya yüz tutan bu dönemde, mimarlar mesleği yapma biçimlerini sorgulamak zorunda kaldıkları bir dönemece geldi. Bu bağlamda sergi, mimarın bozması gereken ezbere; beceri, uzmanlık ve çabasının üstün bir eser yaratmaktan çok ortak bir üretime aracılık etme ihtimalinin bir adımı olarak işveren profilini de dahil etmesi gerektiğini hatırlatır.
natura | 18
haberler | news Studying the architect-commissioner relationship through a number of buildings in Turkey, Commissioners’ Exhibition opens on September 13 at SALT Galata. Kemal Kurdaş was appointed president of the Middle East Technical University (METU) in Ankara on November 21, 1961. He met the winners of the design competition for the METU Campus, Altuğ Çinici and Behruz Çinici, for the first time on November 23. Kurdaş requested the immediate completion of the preliminary phase of architectural works, including the Faculty of Architecture building and two dormitories that had already been contracted. Simultaneously symbolic and essential to Kurdaş’s mission of establishing new life on the steppes surrounding the Eymir Lake, the first of tree planting events took place on December 3. Construction of the first buildings was put out to tender on February 1962, followed by the breaking ground ceremony on March 12. Kurdaş recalls this day in his memoirs: “It was a spectacular ceremony. I delivered a highly daring speech. I said: ‘This horizontal building has 13,000 square meters of indoor area, and is a challenging construction. We will use a technique called exposed concrete for the first time ever in Turkey. We will complete the construction, which would normally take up to fivesix years, during the summer next year [...]. Then, I invite you here, to this building, for a cup of tea!’” Publicly launched with Kurdaş’s speech, the METU Campus project remained central to the career of Çinicis for nearly twenty years. This particular case displays how a commissioner contributes to the process of architectural production in all its complexity. The METU Collection, part of the Altuğ-Behruz Çinici Archive donated to SALT Research in 2015, comprises construction chronicles, building inspection agreements, work completion certificates, and official correspondence, in addition to project drawings. The comprehensive documentation of the project is evidence of the architects’ meticulous work ethics, and the tremendous support they gained from the president in return. It also reveals that a competent architectural production is dependent on a healthy environment of communication in which responsibilities are addressed fully and accurately by all parties. Conceived by SALT, “Commissioners’ Exhibition” studies this critical relationship between the architect and the commissioner through a number of buildings contracted by private and public entities in Ankara, Çanakkale, Denizli, Izmir, and Istanbul from 1930s to 2010s. The selection focuses on commissioners’ influence over works of architecture with narrations featuring original archival documents and interviews. Their instrumental potential to initiate novelties, a much critical trait than the ability to provide resources, is argued via the personal archive of Özer Türk—a bureaucrat who vitalized early stages of tourism during his administrative posts across the Aegean between 1963 and 1975. “Commissioners’ Exhibition” delves into examples in Istanbul with documents from the renovation process of SALT Galata, and a constellation of structures commissioned by women patrons during the Ottoman Empire. This selection, ranging in scale from a fountain to expansive building complexes, is mapped across the city and and some are detailed with drawings, photographs, and written documents from SALT Research Ali Saim Ülgen Archive. Installed as a new city map, this study enables an examination of the role women patrons played in Istanbul’s urbanization from 16th to 19th century. The exhibition suggests every noteworthy architectural endeavor is the result of a competent architect paired with an engaging commissioner. However, this relationship is often portrayed as antagonistic instead of being articulated as a common ground for production. In a considerably dominant perspective where the architect claims other experts and implementers as enemies of her/his design, the commissioner is caricatured as “ignorant and tasteless.” During the past forty years, globalization in architecture has manifested itself in the profile of the wandering “starchitect,” while the commissioner has represented a pragmatic type embedded in corporate investment and development schemes. In the face of world’s urgencies, architects are challenged to question the ways they have been practicing the profession. Commissioners’ Exhibition reminds that architects, while unearthing their potential to channel their skill, expertise and efforts from creating a masterpiece to enabling an environment of shared production, should also reconsider their perception of the commissioner.
natura | 19
haberler | news
haberler | news
O+OMA+A Mixer bu sezonu Karaköy’deki yeni mekânında “o+oma+a” isimli teknoloji ve insan arasındaki organik sınırların ince çizgisinde ilerleyen bir sergi ile açıyor. Adını insan ve makinelerin matematiksel etkileşimini inceleyen Otomata teorisinden (Automata Theory) alan sergi, fiktif bir makinenin hikayesini konu alıyor. İzleyiciyi göremediği, fakat varlığını içten içe hissettiği ve sanatçıların üretim süreci ile doğrudan ilgili olan bu makinenin nasıl işlediğine ve neye benzediğine dair bir keşif süreci ile baş başa bırakıyor. Sanatçılar: Ahmet Duru, Ali Elmacı, Ali Şentürk, Alican Leblebici, Ayşe Hilal Ateş, Berk Yüksel, Elif Esen, Evren Erol, Gökçen Dilek Acay, Hasan İlkan Cebeci, Meliha Sözeri, Meltem Şahin, Murat Can Kurşun, Nur Gürel, Oğuz Emre Bal, Özcan Saraç, Özgür Ballı İnsanın makineleştiği ve makinelerin insansılaştığı ve çağdaşın sürekli sorgulandığı bir dönemde sergi, teknoloji ve bilim desteğiyle üretilen eserlerin gün geçtikçe yeni formlar ve yeni sergileme şekilleri oluşturacağını ön gören ‘’Buluşçu Manifesto’’yu yeniden yorumluyor. 1946 yılında Buenos Aires’te ortaya atılan ve teknoloji ile estetik yargının değişeceğini savunan bu manifestoda sanatçıların mevcut teknolojik gelişmelerden yararlanarak işler üretmesi üzerinde duruluyor. Teknolojik terimi çoğu zaman çağın ötesinde olarak algılansa da aslında bu manifesto tam da çağdaş olanın bu olduğunu savunuyor. Teknoloji ve üretimi birbirinden bağımsız düşünemediğimiz bu post-dijital dönemde farklı araçları kullanan 17 sanatçıyı bir araya getiren sergi, bu geçiş sürecinde sanatçıların işlerine yansıyan estetik algının değişimi üzerine bizi sorgulamaya itiyor. Sergideki sanatçılar arasında, 2017 yılında ArtBizTech tarafından ilki düzenlenen bang. Art Innovation Prix’i kazananlar arasından seçilenler de yer alıyor. bang. Art Innovation Prix, insanın merak etme ve keşfetme isteği ile geliştirdiği araçlarla veri sanatı, biyo sanat, yeni medya ve hibrid sanat alanlarında üretilen eserlere yer veriyor. Otomata sergisinde bu sanatçıların farklı ve yeni işlerinin yanı sıra, geleneksel malzemelerle üretim yapan sanatçıların işleri bir araya geliyor. Sergi izleyiciyi durmaksızın çalışan o makinenin bir parçası olmaya davet ediyor. o+oma+a, 21 Ekim tarihine kadar Mixer’de. Mixer opens this season at a new gallery space in Karaköy, with an exhibition named “o+oma+a” that proceeds the thin line between the organic borders of man and technology. The exhibition takes its name after the Automata Theory, which examines the mathematical interaction of man and machines, covers the story of a fictive machine. It leaves the audience, who cannot see but feel its existence by intuition, with the discovery process of the appearance and the functioning of this machine that is directly connected with the production process of the artists. Artists: Ahmet Duru, Ali Elmacı, Ali Şentürk, Alican Leblebici, Ayşe Hilal Ateş, Berk Yüksel, Elif Esen, Evren Erol, Gökçen Dilek Acay, Hasan İlkan Cebeci, Meliha Sözeri, Meltem Şahin, Murat Can Kurşun, Nur Gürel, Oğuz Emre Bal, Özcan Saraç, Özgür Ballı In an age that man becomes mechanized, the machine becomes humanized and contemporary is constantly questioned, the exhibition reinterprets the Manifiesto Blanco which predicts that the developments in technology and science will provide new forms and new display options for the artworks day by day. This manifest, which is shaped in 1946 in Buenos Aires and claims that the technological and aesthetical attitude will change, covers the idea that the artists should design artworks while benefiting from the technological developments. Even though the term technological usually can be understood as ahead of its time, this manifest argues that the “technological” is contemporary. In this post-digital age which we could not separate the technology and production from each other, the exhibition that brings 17 artists who use different devices together, pushes us to question the changing aesthetic perception in this transition process. The exhibition also covers the artists who were selected among the winners of bang. Art Innovation Prix which was coordinated by the ArtBizTech in 2017 for the first time. bang. Art Innovation Prix includes works of data art, bio art, new media and hybrid art that are produced with the curiosity and will of exploring of human beings. In Automata exhibition along with the different and new works of these artists, the works of artists who are working with traditional materials come together. The exhibit invites the audience to become a part that constantly working machine. o+oma+a will be open until 21 October at Mixer gallery. natura | 20
natura | 21
haberler | news
haberler | news
ALTIN ÇEKÜL ÖDÜLLERİ BAŞVURULARI BAŞLADI APPLICATIONS FOR GOLDEN PLUMB AWARDS HAVE STARTED
GÖKÇEN CABADAN ÖKTEM&AYKUT’TA GÖKÇEN CABADAN AT ÖKTEM&AYKUT
Yapı-Endüstri Merkezi’nin düzenlediği, yapı malzemesi alanında yeni ürün, teknoloji ve fikirleri desteklemek amacıyla verilen 25. Altın Çekül “Yapı Ürün Ödülü” ve Altın Çekül “Fikir Ödülü”ne başvurular başladı. 49 yıldır “Yapı Dünyasının Bilgi Merkezi” olma işlevini sürdüren Yapı-Endüstri Merkezi tarafından 1991 yılından bu yana düzenlenen ve bu yıl 25. kez verilecek olan Altın Çekül “Yapı Ürün Ödülü ve Fikir Ödülü” ile Türk yapı sektöründe yılın en iyi ürünü ve fikri belirlenecek. Ödül programı, yapı malzemesi alanında yeni teknolojileri, ürünleri ve fikirleri destekleyerek sektörün gelişimine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Geçtiğimiz yıl ödül programına dâhil ettiği “Altın Çekül Fikir Ödülü” ile sektörde proje ve fikirleri teşvik etmenin öneminin altını çizmeyi amaçlayan Altın Çekül’ün katılım şartlarında bu yıl da “yapıda kullanım şartı” aranmayarak bu alanda proje üreten, yapı sektörüne katkı sağlayan, geliştirilmeye açık, yenilikçi ve sürdürülebilir nitelikler taşıyan özgün fikir ve ürünlerin de değerlendirilmesi ve sektöre kazandırmak adına teşvik edilmesi amaçlanıyor. Altın Çekül Yapı Ürün Ödülü’nde ise Türk yapı sektöründe faaliyet gösteren tüm yapı malzeme üreticisi firmalarının başvurabileceği ödüle aday olacak ürünlerde, öncelikle yapı bünyesinde yer alması ve uygulanarak yapıya katkı sağlaması aranıyor. Ardından ürünler, üretim, uygulama ve kullanım süreçlerinde akılcılık ve enerji tasarrufu sağlamaları, çevreye ve sağlığa zararlı bir yönlerinin olmaması ve üretimde yerli kaynakların da kullanılması kriterlerine göre değerlendiriliyor. Ödüle ürünlerini aday gösterecek firmaların, ürünlerin teknik niteliklerini belirleyen belgeleri, ürünü tanıtan açıklamaları içeren dosyayı ve ürünün örneğini, Altın Çekül başvuru formu ile birlikte en geç 18 Ekim 2017 Çarşamba günü, saat 17.00’a kadar Yapı-Endüstri Merkezi’ne teslim etmeleri gerekiyor.
Gökçen Cabadan’ın yeni sergisi “Hatırlayışta Tekeşlilik”, 7 Ekim’e kadar Öktem&Aykut’ta. Cabadan’ın 2016 yılında yine Öktem&Aykut’ta gerçekleşen bir önceki tek kişilik sergisi Distopya’da olduğu gibi, Hatırlayışta Tekeşlilik de, konusunu geleneksel resim sunumu ve algısı ile oynayarak ele alan ve kendisini büyük ve küçük ebatlarda, yakın ve geniş açı kadraj ile natürmort ve portre gibi farklı teknik ve janr tercihleri ile ifade eden bir sergi. Kimi zaman Cabadan’ın şahsi çevresinden esin alarak, kimi zamansa buluntu imgelerden yola çıkarak resmedilmiş eserler, sembolist bir gelenekten medet uman örtülü bir dil ile izleyicinin kendi gerçekliğini ve hafızasını harekete geçirmeyi hedefliyor. 1980 İzmir doğumlu Gökçen Cabadan Dokuz Eylül Universitesi Resim Bölümü’nde lisans öğrenimini tamamladıktan sonra Belçika Kraliyet Akademisi’nde (KASK, Gent) çokluortam lisans ve yüksek lisans eğitimleri aldı. Hatırlayışta Tekeşlilik, Cabadan’ın gerçekleştirdiği altıncı tek kişilik sergi. Cabadan, İzmir’de yaşıyor ve çalışıyor.
Organized by the Building Information Centre (YEM) for supporting new products, technologies and ideas in the field of building materials, the 25th Golden Plumb “Building Material Award” and Golden Plumb “Idea Award” have initiated the application period. The best product and idea of the year in the Turkish building industry will be determined this year by the 25th Golden Plumb “Building Material and Idea Award”, which has been organized by the Building Information Centre since 1991 for the past 49 years, serving as the “Information Centre of the Building World”. The award program aims to contribute to the development of the industry by supporting new technologies, products and ideas in the field of building materials. Aiming to underline the importance of encouraging the projects and ideas in the industry along with the “Golden Plumb Idea Award” that was included in the award program last year, Golden Plumb’s conditions of participation once again does not require “the condition of use in buildings” this year, in order to evaluate unique ideas and products which create projects, contribute to the building industry; feature improvable, innovative and sustainable qualities and encourage them to be reintroduced to the industry. As for the Golden Plumb Building Material Award, the products to be nominated by all the building material manufacturers operating in the Turkish building industry, must primarily be included in and contribute to the structure after being implemented. Following this condition, the products will be evaluated according to the criteria of rationality and energy savings in the production, implementation and usage processes, the elimination of harmful aspects to the environment and health, and the use of domestic resources in production. The companies that will nominate their products for the award, must submit the documents specifying the technical qualifications of the products, the file containing the product descriptions and the sample of the product together with the Golden Plumb application form to the Building Information Centre until 17:00 on Wednesday, October 18, 2017.
AYLAKLAR WANDERERS İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Bige Örer’in küratörlüğündeki “Aylaklar” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. 3 Kasım tarihine kadar ziyaret edilebilecek sergide, Cité des arts’daki misafir sanatçı programına katılarak farklı zamanlarda Paris’te yaşayan sanatçılardan beşinin işleri yer alacak: Aslı Çavuşoğlu, İnci Furni, Yasemin Özcan, İz Öztat & Zişan ve Güneş Terkol. Sanatçıların şehirle kurdukları ilişkide belirleyici eylem olan “yürüme” fikrinden yola çıkan bu sergi, 15. İstanbul Bienali’nin paralel etkinlikleri arasında yer alıyor. Sergiye katılan sanatçıların, içinde yaşadıkları stüdyonun yanı sıra kentle kurdukları etkileşimlerden yola çıkarak oluşturdukları sergide “yürümek” eylemi belirleyici bir rol oynuyor. Yürümeyi, felsefi, coğrafi, manevi, toplumsal, siyasi ve edebi anlamda sorgulayan sanatçılar, şehrin farklı köşelerini, sokaklarını arşınlamayı sıradışı bir deneyime dönüştürerek, aylakların karşılarına çıkan beklenmedik durumlara tanıklık etmelerini sağlıyor ve yürüyüş güzergâhını bir belleğe dönüştürüyor. Yürüme üzerine farklı kuşaklardan ve coğrafyalardan oluşan zengin bir literatürden hareketle gelişen “Aylaklar” sergisinin asıl odak noktası 19. yüzyılda Paris’te Fransız edebi kültürünün önemli bir figürü olarak ortaya çıkan ve daha sonraki yıllarda da zamanüstü ve evrensel bir karaktere bürünen “aylak” figürü. The French Cultural Institute of Istanbul hosts an exhibition entitled “Wanderers (Flâneuses)”, which is curated by Bige Örer. Welcoming visitors until November 3, the exhibition includes the works of five artists who took part in the artist-in-residence program at Cité des arts and experienced Paris in different periods: Aslı Çavuşoğlu, İnci Furni, Yasemin Özcan, İz Öztat & Zişan and Güneş Terkol. Based on the idea of “walking” which was a decisive action for the artists concerning the relation they established with the city, the exhibition is included in the parallel events programme of the 15th Istanbul Biennial. The act of “walking” plays a decisive role in the exhibition, which is based on the interaction established by the participating artists with the city, as well as the studio they lived in. Questioning “walking” through philosophical, geographical, spiritual, social, political and literary means, the artists dwell on beating different corners and streets of city and turn it into an extraordinary experience which allows them to witness unexpected situations confronting the wanderers and further transforms the walking routes into a memory. The main focal point of the “Wanderers” exhibition, which is based on a rich literature about the act of walking from various generations and geographies, is the figure of “wanderer” which emerged as an important figure of the literary culture of France in Paris during the 19th century and which later became a timeless and universal character. natura | 22
“Monogamy in Recollection” by Gökçen Cabadan will run until October 7th at Öktem&Aykut gallery. As a continuation of Cabadan’s previous exhibition Dystopia that has also taken place at Öktem&Aykut in 2016, Monogamy in Recollection also subverts traditional understandings of the ways in which paintings are conventionally presented and perceived. The exhibition comprises a series of paintings and installations rendered in various scales and techniques. Cabadan juxtaposes both wide-angle and close-up compositions in diverse traditional genres such as still life and portraiture. The works’ settings originate either from Cabadan’s personal experiences and surroundings, or from found images and objects. The use of a symbolist style of expression throughout the works represent a call to a subtle imaginary. The paintings seek to trigger the viewer’s own personal memory and stir his or her own reality. Gökçen Cabadan was born in İzmir in 1980. After receiving his bachelor’s degree of Painting at Dokuz Eylül University, Cabadan completed both of his BA and MA in Multimedia at Royal Academy of Fine Arts (KASK) in Ghent. Monogamy in Recollection is the artist’s six solo exhibition. Cabadan lives and works in İzmir.
HAM:M ZEMİN YARATICI ETKİLEŞİM SERİLERİ HAMM:ZEMİN CREATIVE INTERACTION SERIES istanbul-in-between küratörlüğünde gerçekleşen “ham:mzemin” 27-28 Eylül tarihlerinde ham:m Bomonti Merkez Mağazası’nda ilk etkinliğine ev sahipliği yapıyor olacak. ham:mzemin, tasarım kültürüne ve bu kültürü odağına alan bireylere, farklı etkinlikler aracılığıyla bir araya gelebilecekleri bir “zemin” oluşturma fikrini temel alıyor. ham:m markasının; yerelde üretimi destekleyen, gelecek nesillere hitap eden tasarım yaklaşımından beslenen etkileşim kanalı olan ham:mzemin, ilk etkinliğini, 27-28 Eylül tarihlerinde ham:m Bomonti Merkez Mağazası’nda gerçekleştiriyor olacak. Bir aradalıktan beslenen ham:mzemin; fikir önderlerini, yaratıcı profilleri, akademisyenleri, sivil toplum örgütlerini, girişimcileri davet ederek, fikirlerin çakışmasına, yeni işbirliklerinin şekillenmesine olanak sağlayan organik etki alanları yaratmayı hedefliyor. İçinde yaşadığımız dönemde, tekli diyaloglardan çıkıp çoklu etkileşimlerden beslenebileceğimiz değerler yaratmayı nasıl sağlayabiliriz? Fikirden üretim sürecine her aşamada kolektif olmayı ideal edinen ham:m, zemin’in ilk etkinliğinde yeni işbirliklerine önayak olabilme görevini üstlenerek paydaşlarını ve arkadaşlarını tanışmaya çağırıyor. ham:m bu iki günde farklı sektörlere kapılarını açarak yeni işbirliklerine olanak sağlayan bir zemin yaratacak. Aynı zamanda; zemin kapsamında 13-14 Eylül tarihlerinden gerçekleştirilecek öğrenci atölyesinden elde edilen çıktılar da, mağaza içerisinde farklı temalarda kurgulanan odalarda hayata geçirilip sergileniyor olacak. Curated by istanbul-in-between, “ham:mzemin” will host its first event at ham:m Bomonti Central Store between September 27-28. ham:mzemin grounds on the idea of creating a “ground” where design culture and individuals focusing on this culture can come together through different events. Serving as an interaction channel that lives on a design approach supporting local productions and applying to future generations, ham:mzemin will organize its first event at the ham:m Bomonti Central Store between September 27-28. Growing from togetherness, ham:mzemin aims to create organic interaction spaces that enable the convergence of ideas and embodiment of new collaborations by inviting opinion leaders, creative portraits, academicians, non-governmental organizations and entrepreneurs. In this period we all live in, how can we leave individual dialogues and create values by which we can live with multiple interactions? Idealizing collectiveness in each stage from ideas to production, ham:m invites all partners and friends to the first event of “zemin”, by taking on the task to pioneer new collaborations. ham:m will create a ground that provides new collaborations by welcoming different industries during these two days. Concurrently, the outputs which will be obtained from the student workshop to be held at zemin between September 13-14, will be realized and exhibited in rooms created with different themes inside the store. natura | 23
haberler | news
haberler | news
WELCOME TO HOMELAND Halil Altındere’nin son üç yıldaki üretimlerinden bir seçki, Cihangir’de bulunan tarihi Sadık Paşa Konağı’nda sergileniyor. Küratörlüğünü DAS Art Project.’in üstlendiği “Welcome to Homeland” sergisinde, Altındere’nin Türkiye’de hiç sergilenmemiş video, yağlıboya, yerleştirme ve heykel gibi farklı mecralardaki işleri gösterilecek. 19. yüzyıldan kalma tarihi konağın iki katına yayılacak sergi 21 Ekim’e kadar ziyaret edilebilecek. 19. yüzyılda asıl adı Mikhail Chaikovski olan, Polonezköy’ün kurucularından biri olarak tanınan Sadık Paşa tarafından yaptırılan, tarihi boyunca çeşitli dil okullarını ve Japon Konsolosluğu’nu ağırlayan konak, şimdi de “Welcome to Homeland” sergisine ev sahipliği yapıyor. İstanbul’un kent belleğinde yer edinmiş, tarihi mekânlarda bağımsız sergiler düzenleyen genç ekip Das Art Project. ile işbirliği yapan Altındere’nin eserlerinde yer verdiği karakterlere, Sadık Paşa Konağı bir çatı sunarken, yersiz yurtsuzluğa dair sorular soracak. Ziyaretçiler, “Welcome to Homeland”de Halil Altındere’nin kendine has evrenine girerken, onun karanlık bir neşe ve doğrudanlıkla göğüslediği “mülteci” krizine, daha genel ifadeyle “yurtsuzlaştırılmış”lara odaklanan üretimlerini izleyebilecek. Konu ettiği meseleleri birincil tanıklar vasıtasıyla anlatan, onların hikayelerine aracı olan sanatçı, bu sergi için de farklı kimliklerden insanlarla çalıştı, onların “göç” hikayelerine odaklandı. New York ve Berlin’de gösterilmiş olan “Space Refugee”’ başlıklı yirmiden fazla eserin biraraya geldiği yerleştirmesi, Türkiye’de mülteci statüsünde yaşayan Suriyeli astronot Muhammed Faris üzerinden, günümüz dünyasının en derin meselesi olan mülteciliğe dair can alıcı bir soru soruyor: “Dünyada hiç kimse mültecileri istemiyorsa, onları Marsa mı yollayalım?”. Son dönemde video çalışmalarına ağırlık veren Altındere, geçen yıl Berlin Bienali’nin en çok ses getiren çalışması olan ve ardından Japonya ve Yeni Zelanda dahil olmak üzere 20 farklı ülkede gösterilen “Homeland” videosunda da mülteci krizine değiniyor. Berlin’de yaşayan Suriyeli hip hop sanatçısı Abu Hajar’ın yazıp söylediği rap şarkısının eşliğinde mültecilerin Suriye üzerinden Türkiye, Akdeniz, Balkanlar ve Almanya’ya göç güzergahı takip ediliyor. Berlin’deki HAU Tiyatrosu’nda sergilemek üzere ürettiği fotoğraf çalışması Köfte Airlines ise, mültecilerin serbest dolaşım hakkına dikkat çekiyor. Sergi, yalnızca Halil Altındere’nin sanat pratiğindeki son birkaç yılın tema dahilindeki bir özeti değil; günümüz dünyasının en vahim konusunun da bir özeti olarak da görülebilir. Beckett oyunlarından alışık olduğumuz tekrarlara, seyirciyi de oyunun bir parçası kılan absürtlüğe Halil Altındere’nin evreninde de rastlarız. Onun oyuncuları gerçek kişilerdir. Uzaya çıkan bir astronotun mülteciye dönüşmesi, bir Halil Altındere kurgusu gibi görünse de, izlediğimiz her şey can alıcı şekilde gerçektir. A selection from Halil Altındere’s works in the last three years, is exhibited at the historic Sadık Pasha Mansion located in Cihangir. The exhibition entitled “Welcome to Homeland”, curated by DAS Art Project, will showcase Altındere’s works in different mediums such as video, oil painting, installation and sculpture, which were not exhibited in Turkey before. Spreading over two floors of the historic mansion dating back to 19th century, the exhibition can be visited until October 21. Built during the 19th century by Sadık Pasha, who is known as Mikhail Chaikovsky and renowned as one of the founders of Polonezköy; hosted various language schools and the Consulate General of Japan throughout the history; the mansion currently hosts the “Welcome to Homeland” exhibition. Collaborated with Das Art Project, a young team that organizes independent exhibitions in historical places that gained a seat in the urban memory of Istanbul, Altındere’s characters are presented a roof with the Sadık Pasha Mansion, which will ask questions about complete homelessness. In “Welcome to Homeland” exhibition, visitors will be able to step into the unique universe of Halil Altındere and experience his works focusing on the “refugee” crisis, which he confronts with a dark humor and immediacy. Narrating the issues he tackles through primary witnesses and mediating to their stories; the artist has worked with people from different identities solely for this exhibition and focused on their stories of “migration”. Exhibited in New York and Berlin and embodied more than twenty pieces of work, his “Space Refugee” installation is asking a crucial question about immigration, the most profound problem of today’s world; through the Syrian astronaut Muhammad Faris who is living as a refugee in Turkey: “If no one wants refugees, should we send them to Mars?” Focusing on video works in recent years, Altındere once again addresses the refugee crisis in his “Homeland” video, which was screened last year as the most powerful work at the Berlin Biennial, later displayed in 20 other countries including Japan and New Zealand. Along with the rap song written and sung by the Syrian hip hop artist Abu Hajar who currently lives in Berlin, the migration routes of refugees are tracked from Syria to Turkey, the Mediterranean, the Balkans and Germany. Köfte Airlines, his photographic work which was created to be exhibited at the HAU Theater in Berlin, gains attention for the free movement rights of refugees. The exhibition is not merely a summary of Halil Altındere’s last few years of art practices within the theme; but also a summary of the most serious subject of the present day. In the universe of Halil Altındere, we see the repetitions which we are familiar with the plays of Beckett and the absurdity which renders the audience a part of the play. However, his actors are real people. Although the conversion of an astronaut into a refugee seems like a fiction created by Halil Altındere, everything we watch is crucially real.
natura | 24
natura | 25
haberler | news
4. İSTANBUL TASARIM BİENALİ’NİN KÜRATÖRÜ BELLİ OLDU 4TH ISTANBUL DESIGN BIENNIAL’S CURATOR ANNOUNCED
haberler | news
22 Eylül-4 Kasım 2018 tarihleri arasında düzenlenecek olan 4. İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörü Belçikalı sanat direktörü Jan Boelen oldu. Belçika’nın Hasselt kentindeki Z33 Güncel Sanat Evi ve Fransa’nın Arles kentindeki deneysel tasarım laboratuvarı atelier LUMA’nın sanat direktörü olarak görev yapan Jan Boelen, aynı zamanda Eindhoven Tasarım Okulu’nun Sosyal Tasarım yüksek lisans programının yönetimini de yürütüyor. Boelen’in sanat direktörlüğünü yaptığı Z33 Güncel Sanat Evi, açıldığı günden bu yana ziyaretçilerin gündelik objelere farklı açılardan bakmasını teşvik eden sergi ve projeler üreten, deneysel ve yenilikçi yaklaşımıyla güncel tasarım alanında bir laboratuvar olarak işlev görüyor. 2013 yılında kurulan araştırma birimiyle Boelen, sergi odaklı olan Z33’ü araştırma pratiğini merkeze alan bir kuruma dönüştürdü. Avrupa Çağdaş Sanat Bienali Manifesta 9, 2012 yılında Limburg Eyaleti’nin de işbirliğiyle Z33’ün girişiminde Belçika’da düzenlendi. Boelen, Z33’teki görevi aracılığıyla 2014 yılında 24. Ljubljana Tasarım Bienali’nin küratörlüğünü de yaptı. Boelen aralarında İskoçya’nın Dundee kentindeki V&A Tasarım Müzesi ve Hollanda Yaratıcı Endüstriler Fonu da bulunan birçok kurumun yönetim ve danışma kurulları ile araştırma komitelerinde de yer alıyor. 1967 yılında Belçika’nın Genk kentinde doğan Belçikalı sanat direktörü, ürün tasarımı alanındaki eğitimini Belçika’nın Genk kentindeki Medya ve Tasarım Okulu’nda (bugünkü adıyla LUCA Sanat Okulu) tamamlamıştı. Jan Boelen has been appointed as the curator of the 4th Istanbul Design Biennial, to be held from 22 September to 4 November 2018. Jan Boelen (b. 1967, Genk, Belgium) is artistic director of Z33 House for Contemporary Art in Hasselt, Belgium, and artistic director of atelier LUMA, an experimental laboratory for design in Arles, France. He also holds the position of the head of the Master department Social Design at Design Academy Eindhoven in the Netherlands. Since the opening, Z33 House for Contemporary Art has been fashioning projects and exhibitions that encourage the visitor to look at everyday objects in a novel manner. It is a unique laboratory for experiment and innovation and a meeting place with cutting-edge exhibitions of contemporary art and design. With Z33 Research, design and art research studios established in 2013, Boelen is transforming Z33 from exhibition-based to a research-based institution. At the initiative of Z33 and the Province of Limburg, Manifesta 9 took place in Belgium in 2012. As part of his role at Z33, Boelen curated the 24th Biennial of Design in Ljubljana, Slovenia, in 2014. Boelen also serves on various boards and committees including the advisory board of the V&A Museum of Design Dundee in the UK and Creative Industries Fund in the Netherlands. Boelen holds a degree in product design from the Media and Design Academy (now the LUCA School of Arts) in Genk, Belgium.
natura | 26
BOMPAS & PARR, VOLKANİK TAŞLAR KULLANARAK KAPSAMLI SPA DENEYİMİ YARATIYOR BOMBAS & PARR CREATES AN EXTENSIVE SPA EXPERIENCE USING VOLCANIC STONES Kaynak -Source: Dezeen, Amy Frearson
Londra Tasarım Festivali süresince, Tom Dixon tarafından tasarlanan Mondrian Hotel’deki spa, tasarım stüdyosu Bompas & Parr tarafından geliştirilen alışılmadık iyileştirme ritüellerine ev sahipliği yapıyor. Sadece bir geceliğine gerçekleşen bu etkinlikte çamur maskeleri, mavi yumurtalar gibi malzemelerin yanı sıra volkanik taşların sesleri de kullanıldı. Bu etkinlikle birlikte doğal taşların seslerinin de bir tasarım deneyimi olarak kullanabileceği açığa çıkmış oldu… Bompas & Parr bu etkinlik ile sağlıklı yaşamın geleneksel dünyasına farklı bir bakış getirmeyi amaçlıyor. Bu deneyimlerden bazılarına parlak renkler ve olağandışı şekillerde gelen özel olarak tasarlanmış yiyecek ve içecekler de eşlik ediyor. Tasarımcılar Agua Bathhouse and Spa’da düzenlenen bu akşamda katılımcılar için konfor, korku ve tiksinti kavramları arasındaki sınırların zorlandığını ve spa tedavilerinin öngörülebilir normlarıyla oynanarak güzellik ve rahatlamanın yeni bir yorumunun ortaya konduğunu ifade ediyor. Katılımcılar için ilk deneyim, Bompas & Parr tarafından üretilmiş bir çamur maskesi oldu. Bir şaman tarafından yönetilen şifalı törenin bir parçasını mavi boyalı yumurtalar oluştururken volkanik taşların sesi, masaj deneyimine alışılmadık bir fon müziği yaratmak için kullanıldı... During London Design Festival, the spa located inside the Mondrian Hotel which is designed by Tom Dixon, hosted unconventional healing rituals developed by the design studio Bombas & Parr. Held for only one night, this event included mud masks, blue eggs and volcanic stone soundscapes. Owing to the event, it is now revealed that the sounds of natural stones can also be used as a design experience... Bombas & Parr aims with this event to present a different perspective to the conventional world of wellness. Some of these experiences are accompanied by specially designed food and drink, which comes with bright colors and extraordinary shapes. Regarding this evening event organized at Agua Bathhouse and Spa; designers state that boundaries between comfort, fear and disgust are pushed to the limits for the guests, while a new interpretation of beauty and relaxation is presented through playing with the predictable norms of spa treatments. The first experience for guests happened to be a mud mask, created by Bombas & Parr. While a part of the healing ceremony hosted by a shaman is formed by blue-painted eggs, the sounds of volcanic stones are used to create an unusual soundtrack to the massage experience...
natura | 27
haberler | news
haberler | news
CHICAGO MİMARLIK BİENALİ BAŞLIYOR THE CHICAGO ARCHITECTURE BIENNALE BEGINS
DOCUMENTA 14 İÇİN SON GÜNLER LAST DAYS FOR DOCUMENTA 14
Dünyanın en önemli sanat etkinliklerinden biri olan Documenta, 1955 senesinden bu yana her beş yılda bir Almanya’nın Kassel şehrinde düzenleniyor. Arnold Bode tarafından hayata geçirilen etkinlik, yolculuğuna İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından “dejenere” damgası yiyen çalışmalara yer veren çağdaş ve modern bir sergi olarak başladı. “100 günün sergisi” olarak anılan Documenta, ilk etkinliğinde 130.000 ziyaretçiyi ağırladı. Bu sene tarihinde ilk kez iki şehrin ev sahipliği yapacağı etkinliğin teması, “Atina’dan öğrenmek” olarak belirlendi. Nisan ayında Atina’da gerçekleşen on dördüncü edisyonun açılışının ardından rotayı Kassel’e çeviren Documenta sergisinin ikinci bölümü ise 17 Eylül tarihine kadar devam edecek. 160’ın üzerinde uluslararası sanatçı, Documenta 14 için özel olarak ürettikleri işleri; kamu kuruluşları, meydanlar, sinemalar ve üniversiteler gibi otuzun üzerinde farklı mekânda tanıtıyor. Yunanistan’daki ekonomik krizin zirve yaptığı 2013 senesinde, serginin bir bölümünü Atina’da gerçekleştirme fikrini ilk kez kendisinin sunduğunu belirten sanat direktörü Adam Szymczyk, “Kassel’e paralel bir şekilde Atina’da çalışmamın nedenlerinden biri, sergiyi an itibariyle problemli konuların ne durumda olduğunu görebileceğimiz bir yerde yapmak, belli bir süre sonra ne kadar kötüleşebileceklerini görmek ve en azından doğal bir şekilde pasif izleyiciliği teşvik etmekti” diyerek iki ülke arasındaki alışverişe odaklanmak istediğini belirtti. 8 Nisan tarihinde Atina’da ve 10 Haziran’da Kassel’de açılan Documenta 14, aralarında Türk sanatçılar Nevin Aladağ ve Banu Cennetoğlu’nun işlerinin de yer aldığı 160’tan fazla sanatçının eserlerini 163 gün boyunca sergiliyor. 16 Temmuz 2017 tarihinde sonlanan Documenta 14’ün Atina edisyonu ise, şehirdeki kırk yedi farklı sergi mekânından 339.000 ziyaretçiyi ağırladı. natura | 28
Documenta, one of the world’s most important art events, has taken place every five years in Kassel, Germany since 1955. Founded by Arnold Bode, it began as an exhibition of contemporary and modern art that showcased works labeled “degenerate” by the Nazis during World War II. Dubbed a “museum of one hundred days,” Documenta attracted 130,000 visitors for its inaugural show. This year marks the first time the exhibition is being hosted by two cities, with the theme “Learning from Athens”. Following the opening of the fourteenth edition of Documenta in Athens in April, the second half of the exhibition, taking place in Kassel, continues until September 17th. Over 160 international artists present works conceived for Documenta 14 at more than thirty different sites, public institutions, squares, cinemas, and university locations. Artistic director Adam Szymczyk told that he first proposed holding part of the exhibition in Athens in 2013, at the height of Greece’s economic crisis. He said, “one of the reasons to work in Athens in parallel to Kassel is precisely to make the exhibition in a place where you can see how problematic things are at the moment, and how much worse they may soon become— though not, naturally, to simply induce passive spectatorship.” Szymczyk added that he wanted to focus on the act of exchange between the two countries. Documenta 14, which opened on April 8, in Athens and on June 10, in Kassel, is showing works by more than 160 artists in both cities over the duration of 163 days, including works by Turkish artists Nevin Aladağ and Banu Cennetoğlu. After documenta 14 ended in Athens on July 16, 2017, 339,000 visits had been counted at the forty-seven exhibition venues in Athens.
Chicago Mimarlık Bienali (CAB), 16 Eylül-7 Ocak tarihleri arasında Chicago, Illinois’de gerçekleşecek olan “Yeni bir tarih yaz” temalı ikinci etkinliğe katılacak olan uluslararası mimarlık firmalarının ve sanatçıların listesini açıkladı. 2017 Bienali, bu yıl altıncısı düzenlenen ve Navy Pier’de yer alacak Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı EXPO CHICAGO ile eşzamanlı şekilde gerçekleşecek. Chicago Kültür Merkezi bir kez daha bienalin 2017 ayağının merkezi olacak ve bu senenin “Yeni bir tarih yaz” temasıyla birlikte büyük yankı uyandıran mimarlık projeleri ve yaratıcılık ile yeniliğin hayat tecrübelerimizi nasıl köklü bir biçimde değiştirebileceğini gösteren mekânsal denemeler için kapsamlı bir platform sağlayacak. 2017 Bienali, Chicago Şehri’nin Kültürel İşler ve Özel Etkinlikler Başkanlığı ortaklığında gerçekleşecek. Dünyanın dört bir yanından katılım sağlayan ülkeleri temsil eden 100’ü aşkın firma ve sanatçı, 2017 Bienali’nin sanat direktörlüğü görevini üstlenen, Los Angeles merkezli Johnston Marklee şirketinden Sharon Johnston ve Mark Lee tarafından seçildi. Katılımcılar mimari çalışmalarını hem Chicago Kültür Merkezi’nde, hem de şehrin farklı noktalarında yer alan mekânlarda tanıtacak. Chicago Belediye Başkanı Rahm Emanuel etkinlikle ilgili şu sözlere yer verdi: “Chicago şehri, 2017 Chicago Mimarlık Bienali ile dünyanın farklı noktalarından katılan mimarların, sanatçıların ve tasarımcıların yeni projelerine ev sahipliği yapacak olmaktan dolayı gurur duyuyor. 2015 yılında başarıyla gerçekleşen açılış etkinliğine değer katacak yeni bakış açılarının ve olağanüstü eserlerin duyurusunu yapıyor olmak bizi oldukça memnun ediyor. Dünyanın dört bir yanından gelen tasarımcıların kapsamlı çalışmaları, yalnızca mimarinin geleceğini sunmakla kalmayacak, aynı zamanda Chicago’nun küresel bir şehir olma özelliğini de güçlendirecektir.” Bienal ve ortakları, mimari fikirleri geliştirme görevini üstlenen Chicago’nun zengin ve tarihi mirasını keşfedecek ve kamuya açık bir dizi program ile şehrin farklı noktalarında yer alan çeşitli kültürel mekânların sergilenmesine olanak sağlayacak. Tüm şehir ve içerisinde yer alan yapılar, uluslararası katılımcıların ve ziyaretçilerin etkinliğin “Yeni bir tarih yaz” isimli 2017 temasını keşfe çıkmaları; sanatın, mimarlığın ve kentsel tasarımın geleceği adına ilham verirken geçmişin günümüze nasıl bağlandığını sorgulamaları adına yeni bir platform sunacak. 2017 Chicago Mimarlık Bienali’nin iki ana teması, tarih ile modernlik ve mimarlık ile sanat arasındaki bağlantılara işaret edecek. 2017 Bienali’nin sanat direktörleri, Los Angeles merkezli Johnston Marklee şirketinden Sharon Johnston ve Mark Lee bienal ile ilgili şöyle konuştu: “2017 Chicago Mimarlık Bienali’nin Program Ortakları, mimarinin güncel anlamını derinlemesine inceleyerek keşfe çıkacak ve bienalin “Yeni bir tarih yaz” teması üzerine düşünüp yoğunlaşacak.”. 2017 Bienali’nin yöneticisi Todd Palmer ise etkinliği, “Bienal ve ortakları, sanat direktörlerinin vizyonunu vurgulayacak ve Chicago’nun özgün ve ilgi çekici programlar, etkinlikler ve sergiler sunma geleneğini güçlendirecek.” sözleriyle açıkladı.
The Chicago Architecture Biennial (CAB) announced the list of international architecture firms and artists who will participate in its second edition, entitled “Make New History,” to take place September 16-January 7, in Chicago, Illinois. The 2017 Biennial is aligned with the sixth annual EXPO CHICAGO, the International Exposition of Contemporary and Modern Art, at Navy Pier. The hub of the 2017 Biennial will once again be the Chicago Cultural Center and will provide a platform for ground breaking architectural projects and spatial experiments that demonstrate how creativity and innovation can radically transform our lived experience under this year’s theme, “Make New History.” The 2017 Biennial is presented in partnership with the City of Chicago’s Department of Cultural Affairs and Special Events. Over 100 firms and artists representing countries around the world were selected by the 2017 Biennial Artistic Directors, Sharon Johnston and Mark Lee, of the Los Angeles–based firm Johnston Marklee. The participants will present their architectural work at the Chicago Cultural Center, as well as additional sites across the city. “The City of Chicago is proud to host new projects by architects, artists and designers from around the world with the 2017 Chicago Architecture Biennial,” said Mayor Rahm Emanuel. “We are pleased to announce another outstanding lineup of work and perspectives to build on the success of the inaugural 2015 edition. Not only will the breadth of work represented by designers from around the world showcase the future of architecture, but it will also further reinforce Chicago’s stature as a global city.” The Biennial and its partners will explore Chicago’s rich historic legacy as an incubator of architectural ideas and showcase diverse cultural sites across the city and region through a range of programs that are available to the public. The city and its buildings will provide a space for international participants and visitors to explore the 2017 theme, Make New History, and to question how the past connects to the present, while also inspiring the future of art, architecture, and urban design. The two central themes of the Chicago Architecture Biennial 2017 are the axis between history and modernity and the axis between architecture and art. “The Program Partners of the 2017 Chicago Architecture Biennial will further explore and examine the meaning of architecture today, and reflect and expand on the Biennial’s theme of ‘Make New History,’”said the 2017 Biennial Artistic Directors, Sharon Johnston and Mark Lee, of the Los Angeles–based firm Johnston Marklee. Todd Palmer, Executive Director of the 2017 Biennial, added,“The Biennial and its partners will leverage Chicago’s unique legacy to present compelling programming, events, and exhibitions which will highlight the Artistic Directors’ vision. natura | 29
haberler | news
haberler | news
Gönülden Taşa Yahşibey KÖYÜ’NÜN dönüşümü From Heart to Stone The TRANSFORMATION OF YAHŞİBEY VILLAGE Yazan - Author: Bünyamin Atan, Mimar Adayı - Candidate Architect
natura | 30
natura | 31
haberler | news
Yahşibey Köyü, Dikili ile Çandarlı arasında kalan yakla şık 116 haneli içine kısmen kapalı, sessiz, sakin, kendi halinde bir köy. Bildiğimiz diğer köyler gibi organik bir yapıya sahip ve bu durumu kendi yapı diline de yansıtıyor. Köyün evleri sokaktakiler için neredeyse bir duvardan ibaret. Ya şam olarak her şey içerde olup biterken dışarda yani sokakta sadece sesleri duyarsınız. Sokaklarında dola şırken duvarlarla hareket ediyorsunuz. Yapıların duvarları aynı zamanda sokağında duvarı oluyor. İçleri hakkında bize hiç bilgi vermiyor. Köyün yapıları her zaman bir sınıra sıfır yerleşiyor ve önlerinde yarı gölgeli bir alan, daha sonra da bahçeye bırakıyor. Tüm evler ta ş kullanılarak geleneksel yığma sistem ile yapılmış. Hakim rüzgar kuzeyden değil arkalarındaki dağdan (doğu) süzülerek geliyor. Bu yüzden evlerin doğuya bakan tarafları sağır ve hiç bir açıklık bulundurmuyor. Hemen hemen tüm evler ara ziyi de iyi kullanmış durumda. Ara zi kesitine göre arka tarafının yarısı ya da tamamı gömülü durumda. Bu da görünmez olmalarını sağlıyor. İklim ise ya zın kuru sıcak kışın ise ser t ve soğuk. Sıcağın hakim olduğu bir yer olduğu için evlerin planlarıda üstü kapalı önü açık (hayat) ya da tamamen kapalı bir mekân ve bu mekân takılmış odalardan oluşuyor. Aslında her şeyi iklim belirliyor. Yani bir coğraf yanın mimari dile müdahalesinden bahsediyoruz. Bu da köydeki yapıları yerine ait kılıyor ve aidiyet duygusunu hissettiriyor. Yahşibey köyü, yerel yaşantısını sürdürdüğünden, yapılarının çoğunu taştan ve yığma bir sistemle inşa ediyor. Bu durumun köyde devam ediyor olması, köyde var olan taş işçiliği ve zanaatkârlığın
natura | 32
haberler | news
Yahşibey Village is a partially enclosed, quiet, calm, unobtrusive village with 116 dwellings between Dikili and Çandarlı. Like other villages we know of, it has an organic structure and it reflects this feature into its own structural style. The village houses almost consist of a wall for those in the streets. While life in its entirety goes on behind the wall, you can only hear the voices in the street outside. When you wander around the streets, you also move with the walls. The walls of the structures then become the walls of the street. They never tell us anything about the inside. The structures of the village always settle down to a zero line border, leaving a semi-shaded area in front of them, and a garden afterwards. All houses are built with traditional masonry system by the use of stones. The dominant wind does not blow from north but instead it glides from the mountains (east) behind them. For this reason, the east-facing sides of the houses are blind and have no openings. Almost all of the houses made good use of the land. According to the ground profile, the half or the entire back side is buried. This makes them invisible. As for climatic conditions, it is dry heat during summer, harsh and cold during winter. Because it is a place where the heat is dominant, the houses are covered on top and open at the front (life), or a completely enclosed space consisting of mounted rooms. In fact, the climate determines everything. In other words, we are talking about the intervention of geography in the architectural language. This makes the structures in the neighborhood belong to their own locations and evokes a sense of belonging. Yahşibey village, because of maintaining the local life, mostly constructs their structures with stones or masonry systems. The fact that this condition continues throughout the village, keeps the existing stonemasonry
yaşamasını sağlıyor. Ancak köyde bulunan taşların volkanik taşlar olması ve yapı yapmaya çok da uygun olmaması var olan taş ustalarının azalmasına neden oluyor. Taşların dayanıksız ve işlemesi de oldukça zor olan taş türlerinden olduğu biliniyor. Neyseki, taşa gönül veren Yılmaz Usta var. Yılmaz Usta, bölgedeki bir çok taş işlerini yapan ve yerelliğini koruyan bir taş ustasıdır. Aynı zamanda Nevzat Sayın’ın Yahşibey evlerini inşa eden ustadır kendisi. Zanaatkârlığı ve ustalığını yeni yapıların keskin köşelerine baktığımızda hemen anlıyoruz. İşlenmesi zor olan bir taştan sivri kenarlı bir taş elde edip bunuda yapının taşıyısı sistemine eklemek oldukça zor olsa gerek. Yılmaz Usta, bunu oldukça iyi bir şekilde başarıp, köyde yaptığı yeni yapılarla bunu sürdüyor. Nevzat Sayın’ın tasarladığı Yahşibey Köyü’ndeki dönüşümü, köylülerin tekniğiyle kendi çizdiklerini yapmanın köye katkısını olduğu yadsınamaz bir durum elbette. Şöyle ki; ofislerde çizilen projelerin dili ile yerelde yapı yapma tekniğinin bir birinden çok uzak olması ve bunu taş ve beton kulanarak inşa etmeleri oldukça değerli ve kıymetlidir. Burda karşılıklı olarak ciddi miktarda bilgi ve yöntem aktarımı oluyor. Ben bu köy ile bir ya z s t a jı vesilesi ile t anış t ım. Yahşibey t asar ım ç a lışma lar ına kat ılan 10 öğrenci ekip olarak aynı anda bu bina lar ile ilk defa kar şıla ş t ık ve bu ilk olma durumu da bir t anışma süresi gerek t ir iyordu. Anc ak yapının bize sunduğu ç a lışma or t amı ve ya ş am a lanı bu t anışma süresini minimumda tut tu. A slında yapının sunmadıklar ı bunlardı. Çünkü herhangi özel bir odanız, tuva let iniz ve banyonuz bulunmuyor bu s t a j esna sında. Yat akhane tek bir odadan oluşuyor ve yat aklar arasında sadece bir tülbent bulunuyor. Banyolar ın kapılar ı bulunmuyor. İki küt le ara sında t anımlı ince lineer havuz, mekânda yapıp et t ikler inizi sınır layıp ç a lışma or t amına katkı sağlıyor. Bu ş ar t larda kısa bir zamanda; köyü ve köyün dönüşümünü anlama imkanı bulduk. Bir coğrafya dersi olarak mimarlık konusuyla eğitim sistemini kuran Nevzat Sayın ve köyde bize ev sahipliği yapan Emre Senan Tasarım Vakfı amacına ulaşmış demek zor olmaz herhalde. Atölye yürütücüleri Nevzat Sayın ve Michael Edward Young’a, ayrıca vakfın kurucusu Emre Senan’a bu vesileyle tekrar teşekkür ederim.
and craftsmanship alive. However, the fact that the stones found in the village are volcanic and not very suitable for building, decrease the amount of existing stone masters. It is known that these stones are indurable and difficult to dress. Fortunately, we have Mr. Yılmaz who set his heart on stones. Mr. Yılmaz is a stone master who performs many stoneworks in the region and protects the localness. At the same time, he is the master who built the Yahşibey houses of Nevzat Sayın. When we look at the sharp edges of the new constructions, we immediately see his craftsmanship and dexterity. It must be really difficult to obtain a sharp-edge stone from a stone that is challenging to dress and then add it to the carrier system of the structure. Mr. Yılmaz rises to this challenge in a very good way and maintains it with the new constructions he builds in the village. It is undeniable that the transformation of the Yahşibey Village which was designed through the technique of villagers and the drawings by Nevzat Sayın, made a great contribution to the village. Nominately; it is highly precious and valuable that the styles of projects drawn in offices are far away from the local construction technique, and that they construct them by using stone and concrete. There is a significant amount of mutual information and method exchange. I met this village owing to a summer internship. As ten students who participated in the Yahşibey design studies, we encountered with these buildings for the first time ever and this first acquaintance required an introduction process. However, the working environment and living space offered by the structure, kept this process to a minimum. Actually, these were what the structure did not offer. Because during the internship, there is no private room, restroom or bathroom for you to use. The dormitory consists of a single room with only a cheesecloth between beds. There are no doors for the bathrooms. The thin linear pool defined between the two masses, contributes to the working environment by limiting what you do in the space. In such short notice, we found the opportunity to understand the village and its transformation. We can easily say that Nevzat Sayın, who established the education system along with the subject of architecture as a geography lesson, and Emre Senan Design Foundation, who hosted us in the village; have ultimately reached their goals. I would like to take this opportunity to thank the workshop executives Nevzat Sayın and Michael Edward Young, as well as Emre Senan, the founder of the foundation. natura | 33
haberler | news
haberler | news
JAIME HAYON’IN FANTASTİK DÜNYASI CAESARSTONE İLE HAYAT BULDU
JAIME HAYON’S FANTASTIC WORLD SPRANG TO LIFE WITH CAESARSTONE Kaynak -Source : jaimehayon.caesarstone.com Fotoğraflar - Images: Tom Mannion Wallpaper tarafından son 10 yılın en güçlü tasarımcıları arasında gösterilen ve Time dergisinin “ileri görüşlü” sıfatına layık gördüğü sanatçı ve tasarımcı Jaime Hayon, daha önce Interior Design Show Toronto’da sergilenen fantastik dünyasını Milan’daki Fuorisalone 2017 için mimari bir ölçeğe taşımış. Palazzo Serbelloni’nin tarihi zemini içinde sergilenen olan bu işler farklı kültürleri etkileyen bitkiler, hayvanlar ve folklordan ilham alıyor. Kabile maskeleri ve Hayon’ın imzası haline gelen palyaço yüzleri pavyonun geniş ölçekli duvar panellerinde sergileniyor. Ayrıca mekânı eğlenceli hale getiren Caesarstone’tan yapılmış dönen platformlar, mobilya parçaları ve aydınlatma aparatları da yer alıyor. Caesarstone malzemenin çok yönlülüğü tasarımcının hayat dolu ve ilerici bakışıyla yansıtılıyor. Yemek masaları, küçük sehpalar ve dolaplar kuşlara benzer karakterler ve hareketli yüzler biçiminde vücut buluyor. Tüm bu parçalar serginin kaleydoskopik etkisine katkıda bulunuyor ve ziyaretçinin malzemeyle yeni ve beklenmedik bir şekilde etkileşime girmesini sağlıyor. Caesarstone malzemenin 40 farklı renginin kullanıldığı işlerde metal malzeme ve renkli camlar da kullanılmış…
natura | 34
Cited as one of the most powerful designers of the last 10 years by Wallpaper and deemed as “forward-thinking” by the Time Magazine, Jaime Hayon has taken his fantastic world which was previously exhibited at the Interior Design Show Toronto, to an architectural scale for Milan’s Fuorisalone 2017. To be exhibited in the historical grounds of Palazzo Serbelloni, these works gain inspiration from plants, animals and folklore influencing different cultures. Tribal masks and Hayon’s signature clown faces are exhibited on the large-scale wall panels of the pavilion. There are also revolving platforms made of Caesarstone, furniture pieces and lighting fixtures made of Caesarstone that make the place more entertaining. The versatility of Caesarstone material is being reflected through designer’s vivid and visionary perspective. Dining tables, small coffee tables and cabinets appear as bird-like characters and animated faces. All these pieces contribute to the kaleidoscopic effect of the exhibition and enable visitors to interact with the material through a new and unexpected way. Metal materials and colored glasses can also be seen in pieces embodying 40 different colors of Caesarstone...
natura | 35
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
ACIBADEM ALTUNİZADE HASTANESİ
ACIBADEM PROJE YÖNETİMİ ACIBADEM ALTUNIZADE HOSPITAL
ACIBADEM PROJECT MANAGEMENT Yazan / Written by: AYLİN ŞENSOY, Yüksek Mimar / M.Arch , LİNA MİMARLIK
Doğal Taş / Natural Stone: Hurok SILVER, Maron MARINACHE, Pearl Black Projede kullanıldığı mahal / LOCATION: Lobi, Genel koridorlar / Lobby and general circulation areas
“Hastane gibi sağlık yapıları diğer yapılara kıyasla deneyimlendiği zaman kişisel deneyimlerin en yoğun yaşandığı yapılarak olarak geçmişten günümüze karşımıza çıkmaktadır. Bireyin yaşadığı kişisel deneyimler, bu tip yapılar için imgesel zenginlik ve çeşitlilik anlamında büyük bir rol oynamaktadır. Buradan yola çıkarak projenin iç mekân konseptsel gelişimi birey, hasta davranışı üzerinde Acıbadem’in bir sağlık grubu olarak taşımış olduğu kurumsal izler üzerinden temel alınmıştır. Bu anlamda ziyaretçilerin kendi evinde yaşarmışçasına deneyimleyebildikleri özgün mekânlar oluşturulması hedeflenmiştir. Bu anlamda seçimi yapılmış olan malzemelerin niteliği ve doğallığı büyük bir önem taşımaktaydı. Özellikle doğal taş olarak kullanılmış olan mermerin tonlarındaki kromatik renk geçişleri, Acıbadem’in taşımış olduğu küresel değeri ön plana çıkarabilmesi açısından son derece önemliydi. Böylelikle zeminde kullanılan mermerin renk geçişleriyle beraber, mekânın kendi içerisinde var olan yansımalarını ortaya çıkarabildiğimizi düşünüyoruz.” “From past to present, health facilities such as hospitals appear as structures where people go through intense personal experiences when compared to other structures. The personal experience of the individual plays a major role in terms of imaginative richness and diversity for such structures. Starting from this point of view, the conceptual development of the interior project is grounded on the institutional traces carried out by Acıbadem as a healthcare group, regarding individual and patient behavior. In this sense, it is aimed to create unique places where visitors can experience a home-like atmosphere. Accordingly, the quality and naturality of the selected materials were of great importance. Particularly, the chromatic color transitions in marble shades which were used as natural stones were highly important in order to foreground the global value that Acıbadem had moved forward. Therefore, along with the color transitions of marble used on the floors, we think that we can unearth the existing reflections of the space that are already present inside.” DİDEM ÇALIŞKAN GENÇSOY (Mimar/Arch.) METEX DESIGN
natura | 36
natura | 37
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
sonel sağlığı ve konforunu sağlayarak, gün ışığından maksimum yararlanarak estetik, teknolojik, fonksiyonel ve çevreye uyumlu örnek bir yapı oluşturduğumuz düşünüyoruz. Acıbadem Altunizade Hastanesi, 2017 itibariyle 350 yatak kapasiteli, 98.000 m 2 kapalı alanıyla Türkiye’nin en büyük kapalı alana sahip özel hastanesi olma özelliğini taşıyor. Leed Gold sertifika adayı, yeşil binası olma özelliğiyle de dikkat çekici olmuştur. Bugünün önünde olmak ve geleceğin teknolojisini getirmek amacıyla dünyada ilk defa üç farklı teşhis ünitesinin (3 tesla mr, 128 kesitli,2 pheno) steril ameliyathane or tamında bulunduran ve üç ameliyathane ile bağlantılı olan hibrit operasyon sistemi olacaktır. Toplam 18 ameliyathane ve 75 yoğun bakım bulunmaktadır. Her branş için ayrı depar tmanlar düzeyinde tasarım ile klinik çalışmanın verimli yapılmasına olanak sağlayan tasarım yapılmıştır. Bu tasarıma göre; Nörolojik bilimler merkezi, meme sağlığı merkezi, onkoloji merkezi, or topedi ve travmatoloji merkezi, girişimsel nöro radyocerrahi merkezi, saç ekim merkezi, fizik tedavi merkezi, kök hücre merkezi, ağız ve diş sağlığı merkezi, kadın hastalıkları ve doğum merkezi, la zer ve cilt bakım merkezi, endoskopi merkezi, anjiyo merkezi (kateter laboratuvarı), iyodin merkezi, tüp bebek merkezi, çocuk sağlığı ve hastalıkları merkezi gibi özellikli merkezler or taya çıkmaktadır.
Acıbadem Grubu ile yıllardır çalışmanın verdiği tecrübe ve sorumlulukla Altunizade Hastanesi projemize ‘’geleceğin teknolojisini yaratma’’ ana fikriyle başladık. Çünkü tüm işlerimizde olduğu gibi bu projemizde de mimarinin de esas konulardan biri olan ‘’örnek oluşturmak, bugünün önünde bulunmak’’ ekip olarak temel amacımızdı. Arazimiz Koşuyolu Caddesi’nin, Altunizade istikametinde sağda Validebağ korusunu geçtikten sonra Tophanelioğlu Caddesi’nden girişli, eskiden Bakımevi sonrasında Marmara Üniversitesi Hastanesi ve ek binaları olarak kullanılmaktaydı. Proje ara zimiz özellikli bir yapının çevresiyle de uyumlu olabileceğini gösterebileceğimiz bir lokasyon da yer almaktaydı. Hemen yanı ba şın da yer alan, Validebağ Korusu’nun kuşların rotasında olması sebebiyle kat yüksekliklerimizi a zaltarak, yapının habitata olumsuz etkilerini a zaltmaya çalıştık. Tarihi doku olarak çevresindeki köşkün yüksekliğini a şmayacak şekilde ana saçağımızı tasarlayarak kısıtlamalarla da insan-çevre ölçeğinde ki uyumu da dikkate alınarak yapı oluşturulabileceğini göstermek istedik. Binamızın hastane yapısı fonksiyonlarını karşılarken gerek iç mekân gerekse cephe olarak görsel bir şölen etkisi yaratması çalışmalarımızda öncelikli amacımız oldu ve sonuçta bunu ba şardığımıza inanıyoruz. Hastanelerin hem teknik altyapı olarak komplike olması hem de çok farklı fonksiyonların birlikte çözümlenmesi gereken mimari bir yapıya sahip olması sebebiyle ciddi bir çalışma gerektirmekteydi fakat biz sağlıklı malzeme kullanarak, hasta, ziyaretçi, pernatura | 38
eve that we have created an exemplary, aesthetic, technologic, functional and environment-friendly structure by using healthy materials, ensuring the health and comfort of patients, visitors and personnel and benefiting from the maximum levels of daylight. As of 2017, Acıbadem Altunizade Hospital with its 350 bed capacity and 98,000 sqm of indoor area, is the largest private hospital in Turkey in terms of its indoor space. It also draws the attention by being a LEED Gold certified nominee, green hospital. For the first time in the world in order to be ahead of today and bring the technology of the future; the hospital will feature a hybrid operation system that integrates three different diagnosis units in the sterile operating room environment (3 Tesla MRI, 128 Slice-CT, 2 pheno devices), which are in connection with three operating rooms. There is a total of 18 operating rooms and 75 intensive care units. A design scheme that ensures efficient clinical studies was achieved along with a department-specific layout. According to this design; the following qualified centers come to the forefront: Neurosciences center, breast clinic, oncology center, ortopedics and traumatology center, interventional neuroradiologic surgery center, hair transplant center, physiotherapy center, stem cell center, oral and dental health center, gynecology and obstetric center, laser and skin care center, endoscopy center, angiography center (catheter lab), radioactive iodine therapy center, in vitro fertilization center and pediatric center.
Grounding on the experience and responsibility of working together with the Acıbadem Healthcare Group for years, we started off with the root idea of creating “the technology of the future” for our Altunizade Hospital project. Because just as in all our projects, our primary purpose as a team was “setting an example and being ahead of today”, which stands for one of the main subjects of architecture as well. Our plot was previously used as a nursery and later functioned for the Marmara University Hospital and annexes; which can be accessed via Tophanelioğlu Avenue, positioned on the Altunizade direction of the Koşuyolu Avenue following the Validebağ Grove on the right side. The project site was situated at a location where we can demonstrate a qualified structure that can be harmonious with its surroundings. Given the fact that Validebağ Grove which is situated right next to the site, is on the flyway direction of birds; we have tried to reduce the negative effects of the building concerning the habitat by lowering the height of the building. We wanted to show that a building can be built by considering the harmony between human-environment scale within constrictions, through designing the main canopy in order not to exceed the height of the near-by mansion, which shines out as a historical texture. While we met the functions of the hospital structure of our building, creating a visual feast both inside and outside was our primary goal and we believe that we managed to achieve this. The fact that hospitals are both complicated in terms of technical infrastructures and because they embody different functions to be solved altogether, an extensive study was highly required. In this regard, we belinatura | 39
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
Doğal Taş / Natural Stone: Hurok SILVER, Maron MARINACHE, Pearl Black Projede kullanıldığı mahal / LOCATION: Lobi, Genel koridorlar / Lobby and general circulation areas
KÜNYE İşveren: ACIBADEM SAĞLIK GRUBU Mimari Tasarım: LİNA MİMARLIK- AYLİN ŞENSOY (Yüksek Mimar) İç mimari : METEX DESIGN- DİDEM ÇALIŞKAN GENÇSOY (Mimar) Mep Tasarım: ACIBADEM PROJE YÖNETİMİ- BORA ATAY (Mekanik Müh.), ALİ İHSAN ŞAHİN (Elektrik Müh.) Ana Yüklenici: ACIBADEM PROJE YÖNETİMİ- SERDAR ÇAKIR(Mimar), REYHAN DEMİRKAN (Yüksek Mimar), HAMDİ DOSTOĞLU (Mimar), ONUR YILMAZ (Yüksek İnşaat Müh. M. Sc.), NURETTİN YILDIRIM (Elektrik Müh.), İLHAN ŞARE (Mekanik Müh.) Uygulama Projesi ve Medikal Alanlar İç mimari: ARCHISTANBULEMİNE AYDIN ÖZDÖL (Mimar) Peyzaj: VİSTA KENTSEL TASARIM VE PEYZAJ MİMARLIĞI Proje Yöneticisi: MURAT TAŞPINAR (Mimar), MURAT AKSU (İnşaat Müh.) Şantiye Şefi: SİBEL BURGAZLIOĞLU (Mimar) Tasarım Koordinasyon: FATMA BUSE ÖNGEN (Yüksek Mimar) Toplam İnşaat Alanı: 98.000m2 Konum: İSTANBUL Fotoğraflar: CEMAL EMDEN
natura | 40
Credıts Client: ACIBADEM HEALTHCARE GROUP Architectural Design: LİNA MİMARLIK- AYLİN ŞENSOY (M.Arch) Interior Design: METEX DESIGN- DİDEM ÇALIŞKAN GENÇSOY (Arch.) Mep Design: ACIBADEM PROJE YÖNETİMİ- BORA ATAY (Mechanical Eng.), ALİ İHSAN ŞAHİN (Electrical Eng.) Main Contractor: ACIBADEM PROJE YÖNETİMİ- SERDAR ÇAKIR(Arch.), REYHAN DEMİRKAN (M.Arch.), HAMDİ DOSTOĞLU (Arch.), ONUR YILMAZ (M. Sc. Civil Engineer), NURETTİN YILDIRIM (Electrical Eng.), İLHAN ŞARE (Mechanical Eng.) Construction Projects and Interior Design of Medical Spaces: ARCHISTANBUL- EMİNE AYDIN ÖZDÖL (Arch.) Landscape: VİSTA KENTSEL TASARIM VE PEYZAJ MİMARLIĞI Project Manager: MURAT TAŞPINAR (Arch.), MURAT AKSU (Civil Eng.) Site Works Chief: SİBEL BURGAZLIOĞLU (Arch.) Design Coordination: FATMA BUSE ÖNGEN (M.Arch.) Total Built Area: 98,000 sqm Location: İSTANBUL Photography: CEMAL EMDEN
natura | 41
proje | project
proje | project
CASA CHAALTUN - TESCALA Selin Biçer Yüksek Mimar / M.Arch
natura | 42
natura | 43
proje | project
proje | project
Kireçtaşı, berrak sudaki koyu yeşil ve mavi renklerin açığa çıkmasını sağlıyor… Limestone reveals the dark green and blue colors in clear water...
Tescala’ya göre, mimarlık bünyesinde barındırdığı öğeleri yeniden düzenleyerek doğaya yakla şır. Casa Chaaltun projesinde ise bu düşünce, Meksika’da yer alan Yucatan Yarımadası’nın doğal ve kültürel bağlamını uyandırmak ve yorumlamak için yapılan bir teşebbüs halini alırken aynı zamanda da doğal malzemelerin genel algısı ile or tak kullanımı için bir tür meydan okuma durumuna gelmiş. Programı ara zinin geometrisine uyarlamak için özel, sosyal ve ser vis alanları olmak üzere 3 farklı bölgeye ayrılmış ve hacimler bu esasa göre tasarlanmış. Dör t hacim, projenin omurgası olan ana uzun eksene bağlanıyor. Bunlardan katı olan iki hacim güney ve batıya bakıyor. Bunlar mahremiyet sorununa çözüm ararken aynı zamanda iç mekânı koruyup diğer iki hacme gölge sağlıyor. Geriye kalan hacimler ise kuzeydoğuya bakan iki kat yüksekliğinde olduğu için adeta havada süzülüyor. Hacmin tipolojisini cepheler belirliyor. Katı hacimler, bir dizi “of fsetlenmiş” duvarla oluşturulurken doğal ışık ve çapra z hava akımına izin veriyor. Buna karşın, ışığı dağıtan ve iç mekânlara gölge veren mermer bir kafes cephe, süzülen hacimlerde yer alıyor. Mimarlar için bu mermer kafes cephe zor bir tasarım olmuş, elde edilen sonuç ise eve kimliğini ka zandırmış. 486 dikey parçadan oluşan bu cephe sisteminde her bir parça çelik bir çerçeveye sabitlenmiş iki mermer plakayı birleştiriyor. Her bir parça sosyal hacimlerin ana strüktürüne kaynaklanarak elde edilmiş. Işıklandırma her bir parçanın hemen bitişiğindekini aydınlatması ve ışığını mermere sıçratması sayesinde ay ışığı hissini veriyor. Bu hacimsel çözüm yapıdaki sürekli boşluklar serisiyle birlikte genatura | 44
liyor; Casa Chaaltun’a benzersiz kimliğini veren ve çevrenin doğal-kültürel referanslarının gerçekleştiği bu dör t mekân, işlevleri gereği iç mekânları genişletiyor. Geniş köklü büyük ağaçlar ı ve cenotes (obruk) adı ver ilen do ğa l gölet ler iyle Yuc at an Yar ımada sı, kendine ha s peyza jlar ıyla t anınıyor. Obruğu oluş turan kireç t a şı, berrak sudaki koyu yeşil ve mavi renkler in açığa çıkma sını sağlıyor. Bu doğa l ve göz a lıcı gölet lere benzer şekilde, yüzme havuzu bir obruğu ç ağr ış t ır ıyor, Ox ford gr isi yüzeye sahip granit ma lzeme der inlik hissini ve koyu yeşil-mavi rengi ver iyor ve mer mer kafes cephe t araf ından çevreleniyor. Ayr ıc a, A lamo ağaçlar ı bir obruğun var lığ ına iş aret ediyor, bu yüzden kireç t a şı duvar lar la çevr ili verandaya da yer leş t ir ilmiş. Yucatan’ın yerel peyzajında topraktaki mineraller nedeniyle kayaların, yolların ve duvarların yoğun kırmızı bir renkte eskimesi sık görülen bir özellik. Veranda için bu kırmızı renkten ilham alınmış ve uzun boyalı beton duvarlar ile bir de Chaka ağacı yerleştirmiş. Doğal bağlamın tüm bu farklı referansları aynı çizgiyi izleyerek ve sıralı mekânların açıklıklarıyla oynayarak kullanıcının mutluluğunun daimi olması için projede kullanılmış…
the structure; these four spaces, which give Casa Chaaltun a unique identity and hold the emergence of natural-cultural references in the surrounding area, expand the interiors owing to their functions. The Yucatan Peninsula is renowned for its unique landscapes, with its large and deep rooted trees and its natural ponds called cenotes. Forming these cenotes, the limestone reveals the dark green and blue colors in clear water. Similar to these natural and spectacular ponds, the swimming pool also resembles a cenote, the Oxford grey granite gives the feeling of depth and a darker green-blue color, and gets surrounded by the marble lattice facade. Additionally, the Alamo trees refer to the presence of a cenote, therefore they are positioned on the porch surrounded by limestone walls. Due to minerals in the ground, it is highly common to see rocks, roads and walls that rust into a dense red color in Yucatan’s local landscape. The design of the porch was inspired by this red color and a Chaka tree was placed along with tall painted concrete walls. In the scope of the project, all these different references belonging to the natural context have been used to follow the same line by playing with the spacing of sequential spaces, in order to present an everlasting happiness for the user...
According to Tescala, architecture comes close to nature by reshaping the elements it embodies. Regarding the Casa Chaaltun project, this idea became an attempt to evoke and interpret the natural and cultural context of the Yucatan Peninsula in Mexico, while at the same time becoming some sort of a challenge for the general perception and common use of natural materials. In order to adapt the program to the geometry of the land, the project is divided into 3 different sections as private, social and service areas, and the volumes are designed according to this principal. Four volumes are connected to the main long axis, which serves as the spine of the project. Two solid volumes among these face south and west. While these volumes seek a solution to the privacy issue, they also protect the interior and provide shades for the other two volumes. The remaining volumes face the northeast direction with a two story height, giving the impression that they almost float in the air. Facades characterize the typology of the volumes. The solid volumes are created by a series of “offset” walls, enabling natural light and crossed ventilation. In contrast, a marble lattice facade which diffuses the light and provides shade for the interiors, is positioned inside the floating volumes. The design of this marble lattice facade posed a challenge for the architects although the final output created the identity of the house. This facade system is formed by 486 vertical pieces and each piece connects two marble plates fixed on a steel frame. Each one of the pieces is acquired after being welded to the main structure of social volumes. The lighting evokes the sense of moonlight for each piece illuminates the one next to it and diffuses its light to the marble. This volumetric solution comes with a series of continuous voids in natura | 45
proje | project
proje | project
KÜNYE
natura | 46
Mimarlık Ofisi: tescala Projenin Yeri: Merida, Yucatan, Meksika Proje Tarihi: 2016 Proje Alanı: 900 m2 Ana Yüklenici: Construdar Toussaint Statik Proje: Eduardo Marquez Sierra İç Mekân Tasarımı: tescala Oyun Odası Tasarımı: miostudio Peyzaj Projesi: Ernesto Degetau Fotoğraflar: Leo Espinosa
Credıts Architecture Office: tescala Project Location: Merida, Yucatan, Mexico Project Year: 2016 Project Area: 900 sqm Prime Contractor: Construdar Toussaint Static Project: Eduardo Marquez Sierra Interior Design: tescala Game Room Design: miostudio Landscape Project: Ernesto Degetau Photographs: Leo Espinosa
natura | 47
proje | project
proje | project
POPÜLER MÜZELERE YAPILAN YENİ TEK PARÇA EKLERİN POPÜLER MALZEMESİ: DOĞAL TAŞ THE POPULAR MATERIAL OF NEW MONOLITHIC EXTENSIONS IMPLEMENTED TO POPULAR MUSEUMS: NATURAL STONE Natura Dergi’nin bu sayısında yer verdiğimiz popüler iki müzeye yapılan eklerin ortak özellikleri ünlü tasarım ofislerinin güncel ürünleri olmaları, tarihi çevreye gösterdikleri saygı ve uyum, monolitik (tek parça) kütleler olarak çözülmeleri, şaşırtıcı cephe tasarımları ve doğal taş malzemenin baskın kullanımı. 1997’de Renzo Piano Building Workshop tarafından tasarlanan Riehen’de yer alan Fondation Beyeler ve Nantes’taki Musée des Beaux-Arts’a yapılan eklerin tasarımcıları sırasıyla Atelier Peter Zumthor ve Stanton Williams. Peter Zumthor bir monolitik yapı olarak Fondation Beyeler’i, “büyük bir bloktan koparılmış gibi, heykelsi bir biçime sahip” olarak tanımlarken Stanton Williams ise tek parça bir hacim olarak öngördüğü Musée d’arts de Nantes’nın ekleri için tutarlı bir malzeme paletinin kullanımının tüm binanın tek bir taş bloktan oyulması izlenimini yaratacağını ifade ediyor...
natura | 48
The common features of the extensions that are implemented to two popular museums featured in this issue of Natura Magazine are: being current products of renowned design offices, the respect and harmony they show to the historical environment, being unravelled as monolithic masses, their striking facade designs and the dominant use of natural stone materials. The extension designers of Fondation Beyeler in Riehen, created by the Renzo Piano Building Workshop in 1997 and Musée des Beaux-Arts (Fine Arts Museum) in Nantes, are respectively Atelier Peter Zumthor and Stanton Williams. While Peter Zumthor describes the Fondation Beyeler as a monolithic building “having a sculpture-like form as if it was hewn from a massive block”; Stanton Williams states that the building’s consistent palette of materials will give the impression that the entire building, which he sees as a monolithic volume, is carved out of a single block of stone...
natura | 49
proje | project
proje | project
MUSÉE D’ARTS DE NANTES – STANTON WILLIAMS Kaynak - Source: www.stantonwilliams.com
Tek parça bir hacim olarak öngörülen bu yapıda, tutarlı bir malzeme paletinin kullanımı tüm binanın tek bir taş bloktan oyulması izlenimini yaratacak. Envisioned as a monolithic volume, the building’s consistent palette of materials will give the impression that the entire building is carved out of a single block of stone.
ma Oratory Chapel’i birbirine bağlayan birkaç kilit ek binayı içeren bir kentsel bölge yarattı ve bu bölümlere müzenin ana kısmından ilk defa doğrudan erişilecek. Mevcut tarihi Palais kapsamlı bir şekilde yenilendi ve çağdaş sanat için dört galeri katında ilave sergi alanlarına yer açmak için yeni bir küp (Cube) eklendi. Proje aynı zamanda dokümantasyon ve grafik merkezi olarak hizmet verecek yeni bir arşiv binasının tasarımını da içeriyor. Buna ek olarak müzede, yeni öğretim mekânları, oditoryum, restorasyon ve koruma atölyeleri için alanlar ve Salle Blanche olarak bilinen bir sergi salonu yaratarak müzenin altına yeni bir bodrum katı eklendi. Eski ve yeni binaların hepsi, yeni bir heykel bahçesi ve “Cours Jules Dupré” geçiti etrafına yerleştirildi. Stanton Williams’ın tasarım stratejisi geçmişi günümüzle rahatlıkla birleştirerek, karmaşık ortamından tam olarak yararlanacak bir mimari ve kültürel kaynaşma ortamı sunmak. Aynı zamanda, müze genelinde kentlilerin erişimini iyileştirmeyi ve imajını kapalı ve içe dönük bir kurumdan, açık ve şeffaf olana çevirip kentsel içeriği tamamen çekici hale getirmeyi hedefliyor. Örneğin, bu yeni ekin caddeye bakan geniş açıklıkları var ve bunlar galeri alanlarının dışarıdan görülmesini sağlıyor. Dahası, yerel mimari yansıtılırken, yeni ek çevresiyle kaynaşıyor. Tek parça bir hacim olarak öngörülen bu yapıda, tutarlı bir malzeme paletinin kullanımı tüm binanın tek bir taş bloktan oyulması izlenimini yaratacak. Kapalı müzeyi çözme konseptine uygun olarak, yeni uzantının güney cephesinin tamamı şeffaf lamine mermer ile döşendi. Orta Çağ kiliselerinde değerli sanat eserlerini doğal unsurlardan korumak ve doğal ışığı iç mekâna çekmek için camın kullanımından önce kaymaktaşı ve mermerin kullanıldığı zamanı referans alıyor.
Paris’in en büyük güzel sanatlar müzelerinden biri olan Nantes’taki Musée des Beaux-Arts’nın dönüşümü ve genişletilmesi için 2009 sonbaharında açılan uluslararası bir yarışmayı Stanton Williams kazandı. Mimarlık ofisi, yeni müzeyi oluşturan binaların iç mekânlarını ve müze kompleksinin bitişiğindeki sokaklara ve meydanlara çevre düzenlemesini yapmakla görevlendirildi. Ayrıca grafik tasarım stüdyosu Cartlidge Levine ile işbirliği içindeki ekip müzenin kurumsal kimliğini de tasarladı. Mimarlara göre, tipografiden müze düzenine, mimariden peyzaja kadar bu tek tasarım süreci projeye mimari tutarlılık getirdi. Yeni adıyla Musée d’arts de Nantes’ın, demokratik ve konuksever tutumuyla kente ve kentlilere açık çağdaş bir müze haline gelmesi hedeflendi. Proje, müzenin mevcut 19. yüzyıl avlulu sarayı (Palais) ile geçici bir sanat enstalasyonu mekânı olarak hizmet verecek 17. yüzyıldan kalnatura | 50
buildings that link the existing 19th century quadrangle Palais with the 17th century Oratory Chapel, which will serve as a temporary art installation space. These sections can now be accessed directly through the main part of the museum for the first time. The existing historical “Palais” building has been inclusively renovated and a new “Cube” has been added in order to accommodate additional exhibition spaces for contemporary art in four gallery levels. The project also embodies a new archive building which will serve as a documentation and graphics center. Additionally, a new basement has been included under the museum by creating new education spaces, an auditorium, areas for restoration and conservation workshops and an exhibition hall known as the Salle Blanche. All of the old and new buildings have been placed around a new sculpture garden and “Cours Jules Dupré” walkway. The design strategy of Stanton Williams easily merges the past with the present in order to present an architectural and cultural promenade that will benefit the most from its elaborate environment. At the same time, it aims to improve public access throughout the museum and turn its image from an enclosed and introverted institution to an open and transparent layout in order to render the urban context attractive. To illustrate, the new extension holds large openings towards the street and thus enables views into the gallery space from outside. Moreover, the new extension blends into its surroundings while reflecting the local architecture. Envisioned as a monolithic volume, the building’s consistent palette of materials will give the impression that the entire building is carved out of a single block of stone. In accordance with the concept of unravelling a closed museum, the entire southern facade of the new extension was covered with translucent laminated marble. It refers to the period when alabaster and marble were used prior to glass, in order to preserve valuable artworks from natural factors and draw in natural light into Medieval churches.
In Autumn 2009, Stanton Williams won an international competition regarding the transformation and extension of Musée des Beaux-Arts in Nantes, one of the biggest fine arts museums of Paris. The architecture office was commissioned to design the interiors of buildings that make up the new museum and the landscaping arrangement for the streets and squares adjacent to the museum complex. Additionally, in collaboration with the graphic design studio Cartlidge Levine, the team also designed the corporate identity of the museum. According to the architects, this single design process brought an architectural consistency from typography to museum layout and from architecture to landscaping. It was aimed with the newly named Musée d’art de Nantes to be a contemporary museum open to the city and its people, along with its democratic and welcoming approach. The project has created an urban quarter embodying several key extension natura | 51
proje | project
proje | project
KÜNYE Mimarlık Ofisi: Stanton Williams Projenin Yeri: Nantes, Fransa İşveren: Ville de Nantes ve Nantes Métropole Proje Tarihi: 2017 Proje Maliyeti: 48,8 M€ Mekanik ve Statik Projeler: Max Fordham & GEFI Akustik ve Aydınlatma Projeleri: Max Fordham Strüktür ve Yapı Kabuğu Projeleri: RFR ARTELIA & SEPIA Metraj: ARTELIA Yangın Güvenliği ve Erişim Danışmanı: Casso & Associés İnşaat Tasarımı ve Yönetimi Koordinatörleri: Ouest Coordination (tasarım aşaması), VERITAS (inşaat aşaması) Kontrolör: VERITAS Ana Yüklenici: Bouygues Bâtiment Grand Ouest Fotoğraflar: Hufton + Crow, Stefano Graziani, Jack Hobhouse
Credıts
Kapalı müzeyi çözme konseptine uygun olarak, yeni uzantının güney cephesinin tamamı şeffaf lamine mermer ile döşendi. Orta Çağ kiliselerinde değerli sanat eserlerini doğal unsurlardan korumak ve doğal ışığı iç mekâna çekmek için camın kullanımından önce kaymaktaşı ve mermerin kullanıldığı zamanı referans alıyor. In accordance with the concept of unravelling a closed museum, the entire southern facade of the new extension was covered with translucent laminated marble. It refers to the period when alabaster and marble were used prior to glass, in order to preserve valuable artworks from natural factors and draw in natural light into Medieval churches. natura | 52
Architecture Office: Stanton Williams Project Location: Nantes, France Client: Ville de Nantes and Nantes Métropole Project Year: 2017 Value: 48,8 M€ Mechanical and Electrical Projects: Max Fordham & GEFI Acoustic and Lighting Projects: Max Fordham Structural and Envelope Projects: RFR ARTELIA & SEPIA Quantity Surveyor: ARTELIA Fire Safety and Access Consultant: Casso & Associés CDM Coordinator: Ouest Coordination (design phase), VERITAS (construction phase) Approved Inspector: VERITAS Prime Contractor: Bouygues Bâtiment Grand Ouest Photography: Hufton + Crow, Stefano Graziani, Jack Hobhouse
natura | 53
proje | project
proje | project
Fondation Beyeler Ek Yapıları Atelier Peter Zumthor Extension Project: Fondation Beyeler Atelier Peter Zumthor
Kaynak - Source: Architizer Görseller - Images: Atelier Peter Zumthor
Peter Zumthor, bu tekil binayı “büyük bir bloktan koparılmış gibi, heykelsi bir biçime sahip” olarak tanımlıyor. Peter Zumthor defines this monolithic building as “a sculpture-like form, as if it was hewn from a massive block”. 1997’de Renzo Piano Building Workshop tarafından tasarlanan İsviçre’nin Riehen bölgesinde yer alan Fondation Beyeler, ülkenin en büyük müzesi olma özelliğini taşıyor ve çağdaş sanat uzmanlarından Hildy ve Ernst Beyeler’in tüm koleksiyonunu bünyesinde barındırıyor. Yirmi yıllık bir büyümenin ardından müzede boş yer kalmadı. JeanFrançois Caillat tarafından 19. yüzyılın başlarında tasarlanan iki bitişik parkı ince bir şekilde birbirine bağlayan ve mevcut alana ek olarak düşünülen üç yeni binanın (servis merkezi, köşk ve sanat evi) tasarlanması için Peter Zumthor görevlendirildi. Aralarında Sou Fujimoto Architects, Tod Williams Billie Tsien Architects, Christian Kerez Zürich AG ve SANAA’nın da bulunduğu 11 tanınmış mimarlık bürosunun bulunduğu adaylar içinden Atelier Peter Zumthor kültürel yapıların tasarlanmasındaki uzmanlığı ve hassasiyeti nedeniyle oybirliği ile seçildi. Renzo Piano’nun tasarımı insan, doğa, sanat ve mimarlık arasındaki etkileşimi başarıyla yerine getirdiği için halen daha popülerliğini korumakta. Fondation Beyeler, dünyaca ünlü 18. yüzyıl tarihi alan olan Berower Parkı’nda yer alıyor. Yeni proje, daha önceden kamuya açık olmayan araziyi kapsayarak Piano’nun orijinal yapısını hem tamamlayacak hem de ona karşıt olacak şekilde, cam tavana sahip doğrusal bir katı taş konstrüksiyon ve sırlı bitimli cepheleriyle birlikte tasarlandı. Zumthor’un bu tasarımı, dikdörtgen bina ile batıda Basel’in hemen kuzeyindeki Riehen köyünden geçen eski bir yol olan Bachtelenweg arasında yer kaplarken parkın bağlamına da uyuyor. Piano’nun yapısı, alanın uzunluğunu kuzey yönüne kadar genişletirken, Zumthor’un natura | 54
Designed by Renzo Piano Building Workshop in 1997 and located in the Riehen region of Switzerland, Fondation Beyeler stands out as the biggest museum of the country and features the entire collection of Hildy and Ernst Beyeler, the modern art connoisseurs. Following two decades of growth, the museum has run out of space. For the existing site, Peter Zumthor was commissioned to design three new buildings (a service center, pavilion and House of Art) that distinctively links two adjacent parks designed by Jean-François Caillat in the early-19th century. Atelier Peter Zumthor was unanimously selected for its expertise and sensitivity regarding the design of cultural structures, among a short list of 11 renowned architecture offices including Sou Fujimoto Architects, Tod Williams Billie Tsien Architects, Christian Kerez Zürich AG and SANAA. Renzo Piano’s design still stands the test of time for it has successfully established the interacion between human beings, nature, art and architecture. Fondation Beyeler is located in the Berower Park, a world renowned historical area from the 18th century. The new project was designed with a linear construction of solid stone adopting a glass roof and glazed end facades, in a way that complements and contrasts the original structure of Piano through encompassing the land that was previously closed off to the public. Zumthor’s design conforms with the context of the park while taking up space between the rectangular building and the Bachtelenweg, an old route that leads west from the Riehen village just north of Basel. While the Piano building extends the length of the area towards the north natura | 55
proje | project
proje | project
tasarladığı güneydeki yapıları daha serbestçe düzenlenecek biçimde Neoklasik Berower Villa da dâhil olmak üzere arazi üzerindeki diğer tarihi binalarla uyumlu bir şekilde konumlanıyor. Yeni 1.500 metrekarelik sanat evinde sadece sanat eserleri sergileniyor ve aynı zamanda arazinin özel Iselin-Weber Parkı’nın girişinde yer alıyor. Mimar bu tekil binayı “büyük bir bloktan koparılmış gibi, heykelsi bir biçime sahip” olarak tanımlıyor. Mekânın duvarları sıkışmış kireç taşı betonundan oluşuyor ve çevredeki olgun ağaçlara bakan geniş pencereler var. Ayrıca bu pencereler, Piano’nun yapısındaki tavandan ışık alan odalara zıt biçimde, beyaz küp tarzındaki galeriler için daha bol yan ışık sağlıyor. Üç katlı Brutalist yapının zemin kat planında merkezi bir çekirdeğin çevresinde düzenlenmiş üç kanat bulunuyor. Mimar, “Bir odadan diğerine doğru giderken ve merdivenleri tırmanırken parlak tebeşir renkli mekânların dizilimi, Bachtelenweg girişinden kuzeybatı cephesinin önündeki ağaçlara doğrudan bakan manzaraya açılan etkileyici büyük bir pencereye sahip iki kat yüksekliğindeki bir salona doğru evrimleşiyor,” diyor. Bu masif yapıya yapılan ek, orijinal Fondation Beyeler’in içindeki mevcut galerilerin üzerindeki yükü hafifleterek her iki alanın da yan yana çalışmasına ve her birinin içinde uygun miktarda resim barındırabilmesine olanak sağlıyor. Zumthor’un tasarımı müzenin galeri alanını yaklaşık iki katına çıkarıyor. Parkın karşısındaki bir etkinlik pavyonu, mevcut Berower Park bahçe duvarının arkasından, hafif ahşap çatısına ve parka bakan camlı kayan duvarla uzanıyor. Pavyonun zemini duvara doğru eğim gösteriyor ve ziyaretçilere performanslar, konferanslar ve diğer etkinlikler hakkında daha iyi bir bakış açısı kazandırıyor. Büyük ölçekli heykeller ve sanat eserlerinin park boyunca da sergilenmesi planlandı. Bu yeni açık alanların, Fondation Beyeler ile Riehen köyünün merkezi arasında çok gerekli bir bağlantı oluşturması bekleniyor…
natura | 56
direction, the southern structures designed by Zumthor get positioned harmoniously with the other historical buildings on the land including the Neoclassical Berower Villa, adopting a more free arrangement. Solely featuring artworks, the 1,500 sqm House of Art is located at the entrance of the estate’s exclusive Iselin-Weber Park. The architect defines this monolithic building as “a sculpture-like form, as if it was hewn from a massive block”. The walls of the space are made of rammed limestone concrete and hold wide windows that overlook the surrounding mature trees. Furthermore, these windows provide voluminous side light for the white cube-style galleries, in a way that contrasts with the skylit rooms in Piano’s structure. The floor plan of the three-story Brutalist structure includes three wings that are arranged around a central core. “While moving from one room to another and climbing the stairs; the arrangement of radiant chalkcolored spaces evolve from the entrance of the Bachtelenweg to a twostory-high hall with an impressively large window, opening to a view that directly overlooks the trees in front of the northwest facade,” says the architect. The extension of this massive structure, lightens the load off the existing galleries inside the original Fondation Beyeler and enables both spaces to operate side by side and embody a sufficient amount of artwork in each one of them. Zumthor’s design nearly doubles the gallery space of the museum. An events pavilion in front of the park extends from the back of the existing Berower Park garden wall to a light timber roof and glazed sliding wall facing the park. The floor of the pavilion slopes towards the wall and therefore provides visitors a better view for the performances, conferences and other events. It was planned for large-scale sculptures and art pieces to be showcased throughout the park. These new outdoor spaces are expected to establish a vital connection between the Fondation Beyeler and the center of the Riehen village...
natura | 57
proje | project
ALAÇATI PORT LADERA HOTEL ALAÇATI PORT LADERA HOTEL
proje | project
Doğal Taş / Natural Stone: Denizli bölgesinden çıkan Light Traverten
Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu Yazan / Author: Funda Tek Mutaf
natura | 58
natura | 59
proje | project
Alaçatı Port LaDera Hotel Türkiye’nin batı kıyısında, bir Ege kasabası olan Alaçatı’da yer almaktadır. Alaçatı’nın mimarisi, bitki örtüsü, rüzgar değirmenleri ve üzüm bağları ile tanınan bir kasaba haline gelişinin hikayesi 1850’li yıllara dayanmaktadır. Daimi rüzgarı ve tertemiz denizi ile dünyanın 3. en iyi sörf merkezi olan Alaçatı aynı zamanda, plajları, kafe ve restoranları, dükkanları ve gece hayatı ile son dönemin gözde tatil kasabalarında biri haline gelmiştir. Port LaDera Hotel Alaçatı Limanı’nın ve sörf merkezinin göz kamaştıran manzarasına hakim bir konumda, arazinin yamaç bölgesinde yer almaktadır. Fransız Mimar François Spoerry tarafından tasarlanan Alaçatı Limanı, aynı tasarımcının imzasını taşıyan ve Cote’d Azur’da bulunan dünyaca ünlü Grimaud Limanı’nın replikası olarak inşaa edilmiştir. Liman içerisinde
natura | 60
proje | project
Alaçatı Port LaDera Hotel is located in Alaçatı, an Aegean town on the western coast of Turkey. The story of Alaçatı to become a town renowned for its architecture, vegetation, windmills and vineyards has its origins back to 1850s. Being the third best windsurf center in the world with its steady wind and crystal clear sea, Alaçatı has recently become one of the most popular holiday resorts of the world along with its beaches, cafes, restaurants, shops and night life. Port LaDera Hotel is situated at the hillside of the land, overlooking the stunning view of Port Alaçatı and also the surf center. Designed by the French architect François Spoerry, Port Alaçatı was built as a replica of the world-famous Grimaud Harbor, which was also created by the same designer in Côte d’Azur. Drawing attention by having boats anchored to the se
natura | 61
proje | project
proje | project
yer alan küçük bahçeli ve ev sahiplerine özel olarak deniz kıyısına demirlenen tekneleri ile dikkat çeken villalar Ege’nin küçük balıkçı kasabası esintilerini, Akdeniz evlerinin temasıyla bütünleştiren bir çizgiye sahiptir. “Yamaçtaki liman” anlamına gelen adını bulunduğu konumdan alan Port LaDera Hotel Alaçatı’nın farklı noktalarında uzun yıllardır işletmeleri bulunan ve bölgenin en köklü ailelerinden birinin mensubu, üç kardeş tarafından kurulmuştur. Kurucularının bölgeyi yakından tanımaları ve sektörde uzun yıllardır edindikleri tecrübeleri doğrultusunda hizmet kalitesini ve misafirperverliği ön planda tutan bir anlayışla yola çıkılmıştır. Otelin mimari renovasyon projesi, iç mekân ve dış mekân tasarımlarının yanı sıra peyzaj düzenlemesinden oda bölümlerinde kullanılan çarşaf takımlarının, kurumsal logonun ve baskılı objelerin tasarımına kadar tüm detaylar iç mimar ve tasarımcı Selina Kazazoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir. Alaçatı’nın mimari dokusu ve tabiatındaki çeşitlilik projenin temel çıkış noktasını oluşturmuştur. Kasabanın dar sokakları, evlerin ahşap doğramalı kapı ve pencereleri, yapılarda kullanılan, Alaçatı’nın yerel taşları tasarımcı için birer esin kaynağı olmuştur. Otelin bulunduğu arazinin bitki örtüsü ise renk skalası için zemin haline gelmiştir. Dikkati çeken, endüstriyel dokunuşlar limanda yer alan teknelerin bir yansıması olarak kurgulanmıştır. Projenin başlangıcından itibaren hizmet kalitesine verilen değeri oluşturduğu detaylarla ve malzeme seçimleriyle vurgulamayı hedefleyen Selina Kazazoğlu, kendi çizgisini iki farklı konsept ile harmanlayarak misafirlerin ayrılmak istemeyeceği bir otel tasarımını hayata geçirmeyi hedeflemiştir. Plaj ve kumsalın dokunuşlarını eklektik detaylarla harmanlayan tasarımcı tamamlayıcı noktaları limanın endüstriyel sembolleri ile bütünleştirmiştir. 1.500 m²’lik bir arsa alanına ve 940 m² toplam inşaat alanına sahip proje 2 deluxe cumbalı çift kişilik oda, 2 deluxe queen çift kişilik oda, 10 standart cift kişilik oda ve 4 bahçe manzaralı üç kişilik oda olarak toplam 18 misafir odasından oluşmaktadır. Bodrum katı ile birlikte 3 katlı yapının birinci ve ikinci katları L şekilli olarak tasarlanmıştır. Sıcak iklim koşulları nedeniyle misafirlerin vakitlerinin çoğunu dış mekânda geçirmeyi tercih edecek olmalarından dolayı serin ve gölgeli alanlar yaratmak projenin önemli bir noktası olarak ön planda tutulmuştur. 600 m²’lik bir alana yayılan dış mekan, havuz bölümünü, güneşlenme alanını, yoga alanını, bar ve oturma bölümünü kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Resepsiyon bölümü ise dış mekânda giriş bölümü ve lobi ile birleşen bir planlama ile bağımsız bir yapı olarak inşaa edilmiştir. Otelin sörf merkezine yakınlığı nedeniyle plaj konseptini temsil eden mekânlar misafirlere denizi ve kumsalı hatırlatacak şekilde, rahat ve salaş detaylarla bezenmiştir. Arazinin soluk renkleri sörf yelkenlerinin renkleriyle canlandırılmış, üstü kapalı olarak tasarlanan restoran ve bar bölümü hasır malzeme ile gölgelendirilirken aynı çizgi aydınlatma elemanlarında da sürdürülmüştür. Havuz bölümünde ise özel olarak uygulanan kumlu sıva dokusu gün batımının ardından lineer aydınlatma elemanları ile vurgulanacak şekilde düzenlenmiştir. Bununla birlikte, yerel dokunun temsilcisi kayalar alttan aydınlatma elemanları ile ışıklandırılarak kumsal etkisi bir kez daha ön plana çıkartılmıştır. Yumuşak dokulu, tamamlayıcı seramik objeler ise sahildeki çakıl taşlarını anımsatmak amacıyla seçilmiştir. Tasarımı oluşturan iki konseptten bir diğeri olan eklektik tarzı temsil eden detaylar özellikle otelin sunduğu yüksek standartların bir göstergesi olarak kullanılmıştır. Tasarımcının vazgeçilmezi endüstriyel objeler mekânların tümünde maskülen ve kütlesel vurguyu desteklerken, özellikle oda bölümlerinde dikkati çeken kıvrımlı detaylar feminen tarzın esnekliğini ve sıcaklığını yansıtmaktadır. Farklı dönemlere ait mobilyalarla günümüze kadar gelen önemli mimari akımlara atıf yapılırken, yüzeylerde kullanılan malzemelerle tüm objeler ait oldukları bölgeden ve zamandan kopartılarak sergilenen birer esere dönüştürülmüştür. Vanilya kokusunun ve keyif veren müzik tınısının kesintisi bir şekilde sunulduğu otel içerisinde kullanılan tüm tekstil ürünleri özenli bir çalışma ile tasarlanmış ve üretilmiştir. Tüm havlu ve çarşaflar en üst kalitede, saf pamuklu olacak şekilde seçilmiştir.
natura | 62
aside privately for the home owners along with their small gardens located inside the port, the villas embody a line of design that integrates the breeze of small Aegean fishing towns with the theme of Mediterranean houses. Standing for the “port at the hillside” and named after its location, Port LaDera Hotel was founded by three siblings of a well-known family of the region, having various businesses in different parts of Alaçatı for many years. It was started off with an understanding that foregrounds the quality of service and hospitality, owing to the fact that founders closely know the region and gained experience in the industry for many years. In addition to the architectural restoration project and the interior and exterior design, all the details from the landscape arrangements to the sheet sets used in the room sections, from corporate logo to the design of printed objects were realized by the interior architect and designer Selina Kazazoğlu. The diversity of Alaçatı’s architectural texture and nature has been the main starting point of the project. The narrow streets of the town, wooden doors and windows of the houses and the local stones of Alaçatı, which are used in constructions, have all become a source of inspiration for the designer. The vegetation texture of the hotel area provided a basis for the color scale. The riveting industrial finishings are designed as a reflection of the boats in the port. Selina Kazazoğlu, who aimed to emphasize the value that is attributed to the quality of service through material selections and also the details she has created since the beginning of the project, aspired to realize a hotel design through blending her style with two different concepts, where guests will not want to leave the hotel. Having juxtaposed the beach and coastline touches with eclectic details, the designer has integrated the complementary parts with the industrial symbols of the port. Having a land area of 1,500 sqm and a total construction area of 940 sqm, the project has 18 guest rooms consisting of 2 deluxe double rooms with bay windows, 2 deluxe queen double rooms, 10 standard double rooms and 4 triple rooms having garden views. Embodying three stories with the basement floor included, the first and second floors of the building are designed in L-shape. Because of the hot climatic conditions, creating cool and shaded areas is foregrounded throughout the project as an important element for guests will prefer to spend most of their times outdoors. The outdoor area spreading out over 600 sqm, is designed to contain the pool section, sunbathing area, yoga area, bar and sitting section. The reception section was built as a seperate building through a planning that connects it with the entrance section and lobby at the outdoor space. Owing to the proximity of the hotel to the surf center, the spaces representing the beach concept are decorated with comfortable and cozy details in order to remind guests of the sea and the beach. The faded colors of the land are revitalized with the colors of windsurf sails and the enclosed restaurant and bar sections are shaded with wicker materials while maintaining the same line of design with lighting. In the pool section, the specially applied sandy plaster texture is arranged to be in line with linear lighting elements after sunset. Additionally, rocks representing the local texture are illuminated by lighting elements below and the beach impact is further emphasized once again. The soft-textured, complementary ceramic objects are chosen to evoke the gravels on the beach. The details representing the eclectic style, which is one of the two concepts that make up the entire design output, are used exclusively as signs of the high standards which the hotel offers. Being an indispensable element for the designer, the industrial objects support the masculine and massive emphasis in all of the spaces and the curvy details that shine out in the room sections, reflect the flexibility and warmth of the feminine style. While the significant architectural movements are referred via furnitures pertaining to different periods, the materials used on surfaces and all the objects have been turned into works of art by being removed from their original regions and periods. All the textile products used in the hotel, where the smell of vanilla and the sound of delighting music are continuously presented together , have been designed and produced through a meticulous process. All the towels and sheets are of top quality and pure cotton.
natura | 63
proje | project
proje | project
KÜNYE Proje Yeri: Alaçatı, Çeşme, İzmir Proje Tarihi: 2015 Yapım Tarihi: 2016 Arsa Alanı: 1.500 m² Toplam İnşaat Alanı: 940 m² Mimari Renovasyon Projesi: Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu İç Mimari Projesi: Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu Peyzaj Projesi: Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu Aydınlatma Projesi: Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu Fotoğraflar: Kadir Aşnaz
Credıts Projec t Location: Alaçatı, Çeşme, İzmir Project Year: 2015 Construction Year: 2016 Land Area: 1,500 sqm Total Construction Area: 940 sqm Architectural Renovation Project: Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu Interior Architecture Project: Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu Landscape Project: Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu Lighting Project: Unlimitedesign – Selina Kazazoğlu Photographs: Kadir Aşnaz
natura | 65
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
Turkuaz Ofis
Turkuaz Office
nord mimarlık tasarım nord architecture design Hazırlayan - Prepared by: Hüseyin Cifel
Doğal taş : Silver Grey Projenin kullanıldığı mahal : Koridor ve ıslak hacimler Ocak : Tümaş Mermer Natural Stone: Silver Grey Location of the project: Hall and wet surfaces Quarry: Tümaş Marble
natura | 66
natura | 67
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
güçlü bir duruş sergilendi. Holün devamında yer alan koridorda kullanılan cam ve ahşap ofis bölme sistemleriyle birimler birbirinden ayrıştırıldı. Projenin fonksiyonellik açısından önemli tasarım unsurları arasında yer alan ofis bölme sistemleri, farklı detay ve malzeme kullanımlarıyla mekâna ruhunu veren elemanlar olarak ele alındı. Bu bölme sistemlerinin tanımladığı izle birlikte zemin kaplamaları farklılaşarak, ofislerin içlerinde karo halı yüzeylere dönüştürüldü ve giriş holünden başlayan akışkan bir geçiş planlandı. Sekreter ya biriminin arkasında planlanan ve yönetici odalarının bir tanesiyle işlevsel ve görsel bağlantısı olan toplantı odasının duvar yüzeylerinde modüler donatılar yer aldı ve bu sayede mekânın fonksiyonelliği ar ttırılmış oldu. Ayrıca mekânı kaplayan duvar yüzeylerinin birinde bir modül büyütülerek beya z camla kaplandı ve bu yüzeyin ya zı tahtası olarak kullanılması amaçlandı. Mekânın tavan yüzeyinin merkezinde, mekânda bulunan masa yüzeyiyle paralellik sağlayacak şekilde ahşap detaylar kullanıldı ve bu bölüm daha alçak kotta yer alan merkezi aydınlatma elemanıyla vurgulandı. Yönetici odalarında ise modüler ünitelerle genel tasarım anlayışının devamlılığı sağlandı ve turkua z rengi de barındıran mobilyalar kullanıldı. Bu mekânların iç yüzeylerinde ağırlıklı olarak beya z renk tercih edildi ve bu sayede hem mekânın derinliği desteklendi, hem de güneş ışığının diğer mekânlara aktarılması sağlandı. Ofisin diğer birimlerinde ana çalışma prensipleri üzerinden yine nötr bir etkiyle ferah mekânlar kurgulandı. Bütüncül ve fonksiyonel bakış açısıyla tasarlanan mekânlardaki rafine detaylar, iç mimari tasarımın tüm a şamalarında ön planda tutuldu.
Turkuaz firmasının Zorlu Center’da bulunan merkez ofisi, fonksiyonel ihtiyaçların ve mekânsal konforun ön planda tutulduğu bir tutumla tasarlandı. Firmanın kurumsal düzenine uygun bir zemin hazırlaması için bütüncül bakış açısıyla ve minimum malzeme çeşitliliğiyle detaylandırılan iç mekânların, yoğun çalışma hayatına eklemlenen huzur verici ve aydınlık bir arka plan olarak kendini yansıtması ve çağdaş bir çalışma ortamını kullanıcılarına sunması hedeflendi. Turkuaz Ofis’in ana tasarım prensibi doğrultusunda, mekânların yatay ve düşey yüzeylerinde mekân donatıları da dahil olmak üzere beyaz rengin hakim olduğu sade bir anlayış sergilendi. Ayrıca dış mekânla bağlantılı olan birimler yer yer şeffaf ve yarı şeffaf yüzeylerle giriş holüne eklemlendi ve hem bu şeffaflığın, hem de beyaz rengin yansıtıcı özelliğinin yardımıyla birimlerin maksimum ölçüde gün ışığından yararlanması amaçlandı. Firmanın kurumsal rengi olan turkuaz, giriş holündeki oturma biriminden başlayarak kendini gösteren ve donatı yüzeyleriyle daha içteki birimlere de yayılan bir etkiyle kademelendirilerek vurgulanmaya çalışıldı. Buna ek olarak, genelinde nötr bir etkiyi barındıran ofis mekânlarının malzemelerin tekrarlı kullanımıyla güçlü bir duruşa sahip olması hedeflendi. Turkuaz Ofis’in merkezine yerleştirilen ve ahşap yüzeylerle tanımlanan sekretarya konumsal düzeniyle birimlerin çoğuyla görsel bağlantı kuracak şekilde yerleştirildi. Bu sayede ofisin giriş holü plan şemasının merkeziyle ilişkili hale getirilmiş oldu. Giriş holünün zemininde kullanılan doğal taş sayesinde ofisin karşılama bölümünde
natura | 68
Owing to the natural stones used on the floors of the lobby, a strong presence is displayed in the reception section of the office. The units were separated from each other by glass and wooden office partition systems used in the hall which is located ahead of the lobby. Office partition systems, which serve as significant design elements in terms of the functionality of the project, are treated as elements that give the essence to space with different details and material usage. Along with the indications defined by these partition systems, floor coverings were differentiated into carpet tile surfaces inside the offices, and a fluid transition was planned starting from the lobby. The function of the space is enhanced by the modular fittings on the wall surfaces of the meeting room, which were designed behind the secretarial unit and have functional and visual connections with one of the executive rooms. Additionally, a module was enlarged on one of the wall surfaces covering the space and covered with white glass, and this surface was aimed to be used as a white board. At the center of the ceiling surface of the space, wood details are used in a way that goes parallel with the table surface in the space, and this section was emphasized by the central lighting elements located at the lower level. In the executive rooms, the general design concept is maintained with modular units and furnitures including turquoise colors are also opted. White colors are predominantly chosen for the interior surfaces of these spaces and therefore the deepness of the space is supported and the sunlight is also transferred to other places. In the other units of the office, spacious spaces were designed once again with a neutral effect based on key operation principles. The refined details of the spaces designed with a holistic and functional perspective, were kept in the foreground at all stages of interior design.
The head office of Turkuaz company which is located in Zorlu Center, has been designed with an approach that foregrounds functional requirements and spatial comfort. The interior spaces were detailed with a holistic perspective and minimum material diversity in order to create a suitable ground for the corporate arrangement of the company, aiming at reflecting itself as a soothing and bright background and offering a modern working environment to the users. In line with the main design principle of the Turkuaz Office, a simple approach is presented with the white colors dominating the horizontal and vertical surfaces of spaces including the facilities of the space. Additionally, the units connected to the exterior space were articulated to the lobby with partly transparent and translucent surfaces and it was aimed to benefit from maximum daylight for the units, with the help of this transparency and the reflecting peculiarity of white colors. Turquoise, which stands for the corporate color of the company, was endeavored to be emphasized gradually through an effect, revealing from the sitting units in the lobby and spreading to the inner units with the surface of the reinforcements. In addition to this, it was aimed for the office space adopting a neutral effect in each part, to have a strong stance owing to the repeated use of materials. Placed in the center of Turkuaz Office and defined by wooden surfaces, the secretariat is installed in a way that establishes a visual connection with most of the units through its spatial arrangement. Thus, the lobby of the office has been associated with the center of the planning scheme.
natura | 69
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
nord mimarlık tasarım KURUCULARINDAN BURCU YÜCETAŞ URAL VE ERKAN URAL İLE SON PROJELERİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ INTERVIEW WITH BURCU YÜCETAŞ URAL AND ERKAN URAL ABOUT THEIR LATEST PROJECTS AS THE CO-FOUNDERS OF nord architecture design For our readers to know you, could you please tell us about Nord Architecture and your projects? Could you also inform us about the architecture projects and innovations you have produced in the recent years? “nord architecture – design” was established in 2011 as a three-partner structure and it is currently carrying on operations in cooperation with Burcu Yücetaş Ural and Erkan Ural.
Okuyucularımızın da sizi tanıması için bize biraz Nord Mimarlık’tan ve projelerinizden bahsetmenizi rica ediyorum. Özellikle son yıllarda ürettiğiniz mimarlıklar ve yenilikler hakkında bilgi verir misiniz? “nord mimarlık – tasarım” 2011 yılında, üç ortaklı bir yapı olarak kuruldu, şu anda Burcu Yücetaş Ural ve Erkan Ural ortaklığında yoluna devam ediyor. Ofisin ilk dönemlerinde ağırlıklı olarak iç mekân projeleri ve ürün tasarımları yapıyorduk. Ancak sonraki yıllarda ofisin evrimleşmesiyle birlikte mimari projelerin biraz daha ağırlık kazanması ve iç mekân projelerinin niteliğinin artmasıyla ürün tasarımı yapmaya maalesef ara verdik. Yalnızca kendi projelerimizde işverene özel mobilya tasarımları yapmaya devam ediyoruz. İki ya da üç yıldır sık olarak hostel, yurt gibi konaklama projeleri üretme fırsatımız oldu. Konut ve ofis projelerini de çok seviyoruz. Geçen yıl bir sivil toplum kuruluşu projesi kapsamında anaokulu projeleri yaptık, aynı zamanda bir fabrika projesiyle ilgilendik. Şu anda da başka bir mimarlık ofisiyle birlikte yine bir sivil toplum kuruluşu için bir meslek lisesi projesi tasarlıyoruz. Konaklama projelerinden, eğitim projelerine evrilen bir proje akışı oldu, araya bir de fabrika projesi girdi. Her yeni proje konusu ürettiğimiz mimarlık adına yenilikçi ve heveslendirici bir unsur oluyor, bu anlamda kendimizi şanslı hissediyoruz. Son projelerinizden Turkuaz Ofis projenizi bu sayımızda detaylıca incelemiş olduk. Elinize sağlık. Bize projenizin hikayesini anlatır mısınız? Turkuaz Ofis, daha önce başka yatırımlarında da birlikte çalıştığımız bir grubun kendi yönetim ofisi için tasarlamış olduğumuz bir proje. Sürecin en başında, muhtemel yatırımların hepsi için çeşitli yerleşim planları çalıştık. Satın alma aşamasında firmaya en uygun olabilecek ofise karar verilmesinden başlayıp, tüm tasarım, projelendirme ve uygulama safhalarında işverenle tam bir uyum içinde çalıştığımız bir proje aynı zamanda. Bu uyumlu süreç sayesinde, hem fonksiyonel olarak işverenin taleplerini karşılayan, hem de firmanın kurumsal kimliğini yansıttığımız, sakin, aydınlık, konforlu bir proje ürettiğimi-
natura | 70
During the early days of the office, we were mainly conducting interior projects and product designs. However, in the following years with the evolution of the office, architectural projects have gained more weight and the quality of interior design project have increased. Therefore we have unfortunately paused making product designs. We continue to make custom furniture designs only for our clients in our own projects. For the last two or three years, we have often had the opportunity to produce accommodation projects such as hostels and dormitories. We also love housing and office projects. Last year we realized kindergarten projects within the scope of a non-governmental organization project and engaged in a factory project at the same time. At the moment, we are designing a vocational high school project for an NGO with another architecture company. There happened to be a flow evolving from accommodation projects to educational projects, along with a factory project intervened in. Each new project serves as an innovative and challenging element regarding the architecture projects we produce and we feel lucky in this sense. In this issue, we have elaborately examined your Turkuaz Office project, standing out as one of your latest projects. Thank your for this work. Could you tell us about the story of this project? Turkuaz Office is a project we have designed for a management office for a group we have worked with in their other investments. At the beginning of the process, we worked on various settlement plans for all the possible investments. It is also a project where we worked in complete harmony with the client, starting from the decision of the most suitable office for the company during the purchasing phase, to all the design, planning and implementation stages. Thanks to this harmonious process, we think that we produced a calm, bright and comfortable project that meets both the demands of the client in terms of functionality and
zi düşünüyoruz. Projenin değerinin farkında olduğumuz için, malzeme ve detay seçimlerinde olabildiğince risksiz ancak nitelikli tercihler yapmaya çabaladık.
reflects the corporate identity of the firm. Since we have been aware of the value of the project, we have tried to make risk-free yet qualified choices as far as possible, regarding the material and detail selections.
Genelde iç mekân projelerinde mi yer alıyorsunuz? Projeler size nasıl ulaşıyor? Ofisin ilk yıllarında iç mekân projeleri çok daha ağırlıklıydı, son bir-iki yılda mimari projeler de yoğunluk ka zandı. Projeler çoğunlukla daha önce birlikte çalıştığımız işverenlerin yeni yatırımları ve yine bu işverenlerin sayesinde tanıştığımız yeni yatırımcılardan bize ula şıyor. Tabi projelerimizin çeşitli mecralarda yayınlanması da bilinirliğimizi ar tıdığı gibi, projelerin bize ula şmasına olanak sağlıyor.
Do you usually engage in interior design projects? How do projects come to you? During the first years of the office, the interior design projects were much more predominant yet in the last few years, the architecture projects have also gained importance. The projects mostly come to us from new investments of clients we have worked with before and new investors whom we met thanks to these clients. Of course, the fact that our projects get published in various mediums both increases our recognition and allows us to get new projects.
Projeyi ilk ele almaya başladığınızda nasıl bir mekân olmasını arzulamıştınız? Ve bu düşüncelerinizi mimari fikirlere nasıl entegre edebildiniz? Bu soruyu mimari projeye genel yaklaşımınız olarak da cevaplayabilirsiniz? Projeyi, fonksiyonel ihtiyaçların ve mekânsal konforun ön planda tutulduğu bir tutumla tasarlamaya çalıştık. Bütüncül bakış açısıyla ve minimum malzeme çeşitliliğiyle detaylandırılan iç mekânların, çağdaş bir çalışma ortamını oluşturacak şekilde kullanıcılarına sunulması hedefledik.
When you first tackled the project, what kind of a space you have aspired to design? And how did you manage to integrate these ideas with architectural ideas? You may answer this question based on your general approach towards architecture projects. We have tried to design the project through an approach that foregrounds functional needs and spatial comfort. We aimed to present the interior spaces, which have been detailed with a holistic view and the minimum material variety, in a way that will create a modern working environment for the users.
Doğal malzemenin tercih edildiğini görüyoruz. Hangi taşı kullandınız ve yöresi neresi idi? Hangi mahalde ne kadar kullanıldı? Diğer malzemeleri nasıl seçtiniz biraz bilgi verebilir misiniz? Malzemenin doğallığı bizim için önemli bir kriter, özellikle iç mekân projelerimizde doğal ta ş kullanımını destekliyoruz. Bu projemizde Af yon yöresinden Silver Grey ta şını kullandık. Tüm koridor alanlarında, sekreter yada ve ıslak hacimlerde bu ta şa yer verildi. Ana malzeme olarak odağa doğal ta şı koyup, diğer malzemeler onunla uyumlu olacak ve fon oluşturacak nitelikte seçildi. Dolayısıyla olabildiğince nötr renkler ve dokular üzerinden tercihler yapılarak, doğal ta ş ön plana çıkarıldı diyebilirim.
We see that you have used natural materials. Which stone did you use and what was its quarry? How frequently and in which location did you use them? How did you select other materials? Could you please elaborate? The naturality of the material is an important criterion for us. Especially in our interor design projects, we support the use of natural stones. For this project, we have used the Silver Grey stone from the Afyon region. This stone can be found in all the hall areas, in the secretariat and in wet areas. We placed natural stone at the focal point as our main material and all the other materials were chosen considering their qualities would match and create a background with stones. Therefore, I can say that natural stone is foregrounded by selecting neutral colors and textures as much as possible.
Dergimiz doğal taş ağırlıklı olduğu için genelde sorduğum bir soru var: Ülkemiz mermer kaynakları açısından çok zengin. Bu değerli malzemenin yeterince kullanıldığını ve yerel olana kıymet verildiğini düşünüyor musunuz? Siz doğal taş kullanıyor musunuz? En çok tercih ettiğiniz doğal taş hangisi acaba? Evet ülkemiz mermer kaynakları açısından zengin gerçekten. Ama genel olarak yerel olana kıymet vermeme tutumu yaygın maalesef. Bu yüzden doğal taş kullanılan projelerde bile ağırlıklı olarak ithal ürünler tercih edilebiliyor. Bir de işin Çin malı tarafı var ki, maliyetlerden dolayı bu da bir tercih sebebi olabiliyor.
Because our magazine is focusing on natural stones, I have a question that I ask frequently: Our country is significantly rich in terms of marble resources. Do you think that this precious material is being used often and does the local get appreciated enough? Do you personally use natural stones? Which natural stone do you prefer the most? Yes, our country is really rich in terms of marble resources. Although unfortunately, there is a widespread attitude of not valuing the local in general. For this reason, even in projects with natural stones, imported products can be predominantly opted. There are also Chinese products which can be a reason for preference because of the costs.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi ağırlıklı olarak iç mekân projelerimizde doğal taş kullanmaya çalışıyoruz. Genelde gri tonlarında taşları kulladığımız söylenebilir; bu doğrultuda silver grey, emperedor, savana grey ve beyaz olarak da calacatta en çok tercih ettiklerimizi arasında sayılabilir.
As we have mentioned before, we are trying to use natural stones predominantly in our interior design projects. We can say that we usually use stones with grey tones; silver grey, emperedor, savana grey and calacatta as for white colors, stand for the stones we prefer the most.
Söyleşi yaptığımız her mimara yerel veya global olarak izlediği ve önemsediği tasarımcı ve/veya mimarları soruyorum. Eğer sizin de varsa paylaşırsanız memnun olurum… Biz hem tasarım anlayışı, hem de kültür anlamında Kuzey Avrupa yaklaşımını seviyoruz ve kendimize yakın hissediyoruz. Haliyle Kuzeyli ofisleri sıkça takip etmeye çalışıyoruz. Kült isimlerden Peter Zumthor’u sayabiliriz ya da nitelikli ve popüler ofislerden Herzog de Meuron’u ekleyebiliriz. Norm. Architects, DCPP Arquitectos, Cobe, Note Design Studio, Snøhetta gibi daha genç ofisleri de takip ediyoruz. Ayrıca Tadao Ando ve Alvaro Siza gibi duayenleri de atlamamak lazım.
I ask every architect we interview about the designers and/or architects they follow and care about in local and global scale. If you have any, I would be appreciated if you share them... In terms of both design attitude and culture, we love and feel close to the Northern European style. Therefore we often try to follow nordic offices. Among the cult figures, we can name Peter Zumthor or Herzog de Meuron for qualified and popular offices. We also follow younger offices such as Norm.Architects, DCPP Arquitectos, Cobe, Note Design Studio and Snøhetta. Of course, we should not forget doyens like Tadao Ando and Alvaro Siza. natura | 71
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
KÜNYE Proje Adı: Turkuaz Ofis Proje Yeri: Zorlu Center - İstanbul Proje Ofisi: nord mimarlık-tasarım Proje Ekibi: Burcu Yücetaş Ural, Erkan Ural, Burcu Dede Yardımcı: Beril Karadeniz İşveren: Turkuaz Mobilya Tasarımı: nord mimarlık - tasarım Fotoğraf: Murat Tekin Proje Yılı: 2016 İnşaat Yılı: 2016 Toplam İnşaat Alanı: 150 m2 Zemin: Halı - Interface / Doğal Taş - Taş Mimarlık Ofis Bölme Sistemi: GMN Endüstriyel Sistemler Mobilya: BMS Mobilya, Mozaik Design, Ersa Ofis, İstanbulding
natura | 72
Credıts Project Title: Turkuaz Office Project Location: Zorlu Center - Istanbul Project Office: nord architecture-design Project Team: Burcu Yücetaş Ural, Erkan Ural, Burcu Dede Assistant: Beril Karadeniz Client: Turkuaz Furniture Design: nord architecture - design Photographs: Murat Tekin Project Year: 2016 Construction Year: 2016 Total Construction Area: 150 sqm Floors: Carpets - Interface / Natural Stones – Taş Architects Office Partition Systems: GMN Industrial Systems Furnitures: BMS Furniture, Mozaik Design, Ersa Office, İstanbulding
natura | 73
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
MALL OF ANTALYA MESCİDLERİ
MALL OF ANTALYA MASJIDS
NUN Architecture & Design Yazan - Author: Celâleddin Çelik, NUN Architecture & Design
natura | 74
natura | 75
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
Doğal Taş: Burdur Beji Ocak: Burdur, Türkiye Özellikler: Projede Burdur’dan çıkan 30 mm kalınlığında patine yüzey işlemli vanilla ice taşı mekanik ankrajlı olarak kullanılmış.
Mall of Antalya mescidleri projesinin en büyük avantajı, kıble yönünün doğal olarak binanın yönü ile birbirini tutuyor olması. Giriş holünden itibaren alışveriş merkezinin atmosferinden ayrılan, kendi iç dünyasını kuran bir mekân tasarlandı. Bu mekânın yapmacık ve kurmaca bir dekor değil, ayakları yere basan, kalıcı, sakin bir mekân olmasını amaçladık. Tasarım, modası hemen geçecek bir anlayış yerine sakin, uzun ömürlü, yalın, ağırba şlı, çağda ş ve anıtsal bir tavır peşindedir. Giriş holü mekânı alışveriş merkezinden ayırır ve içeri girince bizi karşıda bir çeşme karşılar. Bu çeşmede içme suyu içilebilecektir. Bu holün sağında erkekler, solunda kadınlar mescidi yer alır. Erkekler kısmına girişin bir tarafı abdesthaneye, diğer tarafı ayakkabılık holüne ula şır. Abdesthane ve ayakkabılık birbiri içine geçişken mekânlardır. Bu iki mekânı sadece alçak ayakkabı dolapları ayırır. Bu dolaplar abdest aldıktan sonra üzerine oturulup ayakkabı giyilebilen elemanlardır. Ayakkabılık holü aynı zamanda bir son cemaat yeri gibi de çalışır, gerektiği zaman ibadet için kullanılır. Ayakkabılık holünden mescide geçilir. Kutsal mekânda sade bir mihrab duvarı kullanıcıyı karşılar. Ayakkabılık holü ile ana hacmi ahşap geometrik bölücüler ayırır. Mihraba göre sol duvarda yangın kaçış holüne bakan pencereler yer alır. Avize, klasik kandilli avizelerden ilhamla tasarlanmıştır. Tavanı abidevi bir etki elde etmek için parçalı ve kademeli bir ahşap tavandır. Kadınlar tarafına giden hol ise, çocuk arabalarının konabileceği bir park alanı ve emanet dolabı içermektedir. Devamında ayakkabılık holüne ula şırız, bir tarafı yine abdesthaneye, diğer tarafı mescide açılmaktadır.
natura | 76
The biggest advantage of the Mall of Antalya Masjids is that the qibla direction naturally coincides with the building’s direction. Starting from the entrance hall, the space separates itself from the mall atmosphere and creates its own inner world. We aimed with this project to create a down-to-earth, long lasting and calm space instead of an artificial and fictitious decoration. The design pursues a calm, durable, plain, austere, modern and monumental attitude rather than an approach that would go out of fashion in no time. The entrance hall separates the space from the mall and a fountain welcomes us when we step in. This fountaion also offers drinking water. Men’s masjid is situated at the right side and women’s masjid is at the left side of this hall. One side of the entrance to the men’s masjid leads to the ablution space and the other side leads to the shoe rack hall. Ablution fountains and shoe racks are transitive places. These two spaces are only separated by low shoe cabinets. These cabinets also serve as elements to sit on while wearing shoes following the ablution. The shoe rack hall also serves as a narthex and can be used for prayers when needed. The shoe rack hall opens to the masjid. Inside the holy place, a plain mihrab wall welcomes the prayer. Wooden, geometric dividers separate the shoe rack hall and the main volume. There are also windows facing the fire escape hall on the left wall of the mihrab. The chandelier design was inspired by classical oil lamp chandeliers. The ceiling has a fragmental and gradual wooden design in order to achieve a monumental effect. The hall leading to women’s side includes a parking spot for strollers and a deposit box. Further ahead, we reach to the shoe rack hall with one side leading to the ablution space and the other to the masjid.
Natural Stone: Burdur Beige Quarry: Burdur, Turkey Features: In the project, the vanilla ice stone quarried from Burdur with a 30 mm of thickness and patina finish, has been used with mechanical anchoring.
natura | 77
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
NUN | Architec ture & Design ERKEK MESCİDİ
KÜNYE Proje Adı: Mall of Antalya Mescidleri (MOAM) Proje Yeri: Antalya, Türkiye Proje Ofisi: NUN | Architecture & Design Tasarım Ekibi: Celâleddin Çelik, Selim Koytak Proje Yöneticisi: Celâleddin Çelik, İşveren: Torunlar GYO Ana Yüklenici: WOKS Mekanik ve Tesisat Projesi: Tanrıöver Mühendislik Elektrik Projesi: HB Teknik Proje Başlangıç Yılı: 2017 Proje Bitiş Yılı: 2017 İnşaat Yılı: 2017 Toplam İnşaat Alanı: 500 m2
B - B KESiTi
Credıts P roje Title: Mall of Antalya Masjids (MOAM) Project Location: Antalya, Turkey Project Office: NUN | Architecture & Design Design Team: Celâleddin Çelik, Selim Koytak Project Manager: Celâleddin Çelik Client: Torunlar REIC Prime Contractor: WOKS Mechanical and Installation Project: Tanrıöver Engineering Electricity Project: HB Teknik Project Start Year: 2017 Project Completion Year: 2017 Construction Year: 2017 Total Construction Area: 500 sqm
ABDESTHANE(K)
KADIN MESCİDİ
ABDESTHANE(E)
ERKEK MESCİDİ
B
natura | 78
ABDESTHANE(E)
B
Founded by Celâleddin Çelik in 2013 in Istanbul, NUN Architec ture & Design is an architec ture of fice which endeavors for creating human-centric spaces, per taining to the specific location and time in which it resides. Since it s foundation, NUN ha s successfully delivered various produc tions from conceptual design to implementation, struc tural design to restoration and urban scale to objec t design. Numerous cultural and ar tistic projec t s having architec ture at the center, also fall within the area of interest and produc tion of the firm. NUN embodies a par ticipative management and design approach shaped around the central principle of open integrit y.
ANA GiRiŞ HOLÜ
ABDESTHANE(K)
mihrab
2 0 1 3 y ı l ı n d a C e l â l e d d i n Ç e l i k t a r a f ı n d a n İ s t a n b u l ’d a k u r u l a n N U N | Architec ture & Design içinde bulunduğu yer ve zamana ait, insanı ö n c e l e y e n m e k â n l a r ü r e t m e y e ç a l ı ş a n b i r m i m a r l ı k o f i s i d i r. Kur ulu ş un da n b u ya na k avr a ms a l b oyut t a n uyg ula maya , ya p ı t a s a r ı mından restora syona, kent sel ölçekten obje ta sarımına birçok üretimler yapt ı. Merkezinde mimarlık olan çeşitli kültür ve sanat konul a r ı d a o f i s i n i l g i v e ü r e t i m a l a n ı n a g i r i y o r. NUN ofis kurgusu açık bütünlük ilkesi etrafında şekillenen katılımcı b i r y ö n e t i m v e t a s a r ı m a n l a y ı ş ı n a s a h i p t i r.
ANA GiRiŞ HOLÜ
PLAN
natura | 79
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
Golden Tulıp Hotel Sakarya
Studio Vertebra Yazan - Author: Studio Vertebra
Doğal Taş / Natural Stone: Tundra Grey Mermer Projede kullanıldığı mahal / Location: Lobi / Lobby Miktar / QUANTITY : 500 m2
Toros Black Mermer
Tundra Grey Mermer Tundra Grey Mermer
Toros Black Mermer
natura | 80
natura | 81
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
Doğal Taş / Natural Stone: Tundra Grey Mermer Projede kullanıldığı mahal / Location: Restoran / Restaurant MİKTAR / QUANTITY: 250 M2
Toros Black Mermer
Doğal Taş / Natural Stone: Toros Black Mermer, Tundra Grey Mermer Projede kullanıldığı mahal / LOCATION: Fuaye Ocak / Quarry: Henüz alımı yapılmadı Miktar / QUANTITY: Tundra Grey Mermer 300 m2 - Toros Black Mermer 12 m2 - Toros Black Mermer Bordür 45 metretül
Tundra Grey Mermer
Golden Tulip Sakarya, Sakarya’da yer alan dört yıldızlı bir şehir oteli projesidir. “Zamansız” olarak tanımlanabilecek, temiz ve net bir mimari çizgiye sahip olan projenin hem mimari hem de iç mimari projesi Studio Vertebra’ya aittir. İç mimari tasarım kararlarını mimari yaklaşımla paralel almamızın neticesi olarak iç hacim algısını maksimize edebildik. Düşük yüksekliklere sahip katlarla mücadele etmek için yansımalı tavan kaplamalarına yer verdik ve sarkıt aydınlatma elemanlarından sakındık. Tasarım kararlarının tümeli iç ve dış arasında kesintisiz bir tecrübe oluşturmaktı. Mimari çizginin kurguladığımız net tanımlara ek olarak otelin genel alanlarında (lobi, restoran, fuaye, vb.) ekstra bir vurgu, dokunuş yapmak; heyecanı tetiklemek istedik. Bu yaklaşımı mekânda mevcut olan taşıyıcı elemanları değerlendirerek, net arka fon ile zıtlaşan heykelsi formlar tasarlayarak elde ettik. Söz konusu “organik kolonlar” sıvı benzeri akışkanlığında dondurulmuş hissi veren, bakılan her açıda algısı çeşitlenen bir odak noktasına dönüştü. Peyzaj alanında kurguladığımız batan bahçe yarığı, doğal hava ve ışığı; fuaye, havuz, toplantı alanları, gym ve spa gibi alanlara ula ştırmamızı sağlayarak; “bodrum” gibi algılanmayan “bodrum” katlar oluşturmamızı sağladı. Bu hissi güçlendirmek için, doğal ışık kaynakların izlerini takip eden duvar yüzeylerini kaplayan özel sıcak cam ışık kutucukları da yerleştirdik. Böylece amaçladığımız “bodrum” olmayan bir “bodrum” kat elde edebildik. natura | 82
Golden Tulip Sakarya is a four-star hotel project located in the Sakarya province of Turkey. StudioVertebra undertook both the architecture and interior architecture project of this hotel which can be identified as “timeless”, holding a sleek and distinct architectural line. We managed to maximize the interior volume perception as a result of handling the interior architecture design decisions through an architectural approach. In order to compete with low-rise floors, we have included reflective ceiling coverings and avoided hanging lighting elements. All the design decisions aimed at forming an uninterrupted experience between indoors and outdoors. In addition to the clear definitions we have included in the architectural line, we wanted to establish an extra emphasis and finishing in the general areas of the hotel (lobby, restaurant, foyer, etc.) and therefore trigger the excitement. We fulfilled this approach by evaluating the bearing elements present in the space and by designing the sculptural forms that create a contrast with the plain background. “Organic columns” in question have become a focal point that gives a frozen feeling with liquid-like fluidity and diversifies in every examined perspective. The garden crevasse we have formed in the landscape area, allowed us to create “basement” floors that can not be perceived as “basements”, as a result of bringing the natural weathering and light into spaces like foyer, swimming pool, meeting areas, gym and spa. In order to strengthen this feeling, we have also installed special warm glass-light boxes that follow the traces of natural light sources and cover the wall surfaces. Thus, we were able to achieve our goal to create a “basement” floor that was not indeed a “basement”.
Toros Black Mermer
Tundra Grey Mermer
natura | 83
iç mimarlık | interior design
Doğal Taş / Natural Stone: Toros Black Mermer Projede kullanıldığı mahal / LOCATION: Banyo / Bathroom Toplam Miktar / QUANTITY : 1050 m2
KÜNYE Proje Adı: Golden Tulip Hotel Sakarya Proje Tipi: Otel Mimari ve İç Mimari Tasarım: Studio Vertebra Mimari Proje Liderleri: Gencer Yalçın, Efe Kağan Hızar, Bahar Yücel, Dilşad Aslaner Mimari Proje Ekibi: Mehmet Bektaş, Ayşenur B. Tatoğlu, Rabia Onuk Doğukan Proje Yeri: Sakarya / Türkiye İşveren: Hikmet Bülent Güneş - Ege Ticari Yatırım ve Turizm İnşaat Sanayi Ticaret Anonim Şirketi Toplam Alan: 10.000 m2 Proje Yılı: 2016
Credıts Project Title: Golden Tulip Hotel Sakarya Project Type: Hotel Architecture and Interior Architecture Design: StudioVertebra Architecture Project Leaders: Gencer Yalçın, Efe Kağan Hızar, Bahar Yücel, Dilşad Aslaner Architecture Project Team: Mehmet Bektaş, Ayşenur B. Tatoğlu, Rabia Onuk Doğukan Project Location: Sakarya / Turkey Client: Hikmet Bülent Güneş - Ege Ticari Yatırım ve Turizm İnşaat Sanayi Ticaret Anonim Şirketi Total Area: 10,000 sqm Project Year: 2016
Toros Black Mermer
Toros Black Mermer
Tundra Grey Mermer
natura | 84
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
Y Kuşağı İçin Şekillendirilen Yalın Tasarım: Aktif Group Yönetim Binası
A Minimalist Design Shaped Specifically for the Generation Y: Aktif Group Headquarters By: Eda Tahmaz, İç mimar / İnterior Designer
Odak noktasına kurumsal kimliği koyarak, teknolojiyle entegre, kullanıcı deneyimini üst düzeye taşıyan tasarımlara imza atan EDDA Mimarlık, Aktif Group’un Ümraniye’deki yeni yönetim binasını tasarladı. İç Mimar Eda Tahmaz’ın “Y” kuşağı beklentileriyle şekillendirdiği yönetim binasında, ofisler ve sosyal alanlar birleştirilerek, iş stresinden uzak, dinamik, enerjisi yüksek, ergonomik çalışma ortamı yalın bir tasarımla buluştu. Carrying out technology-integrated designs that maximize user experience through focalizing corporate identity, EDDA Architecture has designed the new Aktif Group Headquarters in Ümraniye. In the headquarters building which was designed by the interior architect Eda Tahmaz with an approach that foregrounds the expectations of Gen “Y”; a stress-free, dynamic, high energy and ergonomic working environment came together with a minimalist design, owing to the combination of offices and social spaces.
natura | 86
natura | 87
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
Doğal Taş / Natural Stone: Thundra Grey, Dark Olive, Savannah Grey Projede kullanıldığı mahal / Location: Tüm sirkülasyon alanları, merdiven holleri, giriş, lobi alanları ve kafe alanı / CIRCULATION areas, STAIRS, Entrance, Lobby and Café) Miktar / QUANTITY : 600 m2
ise farklı formlarda birbiri içerisine yerleşecek şekilde ele alınmasıyla yükselen enerji, ofis duvarları için tasarlanan panolarda ve bölücü camlarda kurgulanan birbiri içerisinde akan grafik çalışmalar ile desteklenmiş. Tavanlar ve mobilyalara da bu farklı formlar yansıtılarak mekanın kendi içerisindeki üç boyut etkisi daha da vurgulanmış. Tüm departmanları kendi içerisinde tasarlarken, markanın çağdaş çalışma kültürünü yansıtan şeffaf ve akıcı bir oluşum hedefleyen EDDA Mimarlık, ofis alanlarının yanı sıra, departmanların çalışma, toplantı, eğitim ve seminer alanları ile sosyal alanlarda şeffaf cam bölücüler kullanarak gün ışığını maksimum düzeyde çalışma alanları içerisine katmış ve elde edilen ferah ortam ile çalışan konforunun artmasını sağlamış. EDDA Mimarlık imzası taşıyan aydınlatma tasarımı ise projede en çok dikkat çeken öğelerden biri olma özelliği kazanmış.
Elektrik ve elektromekanik sektörünün öncü firmalarından Aktif Group’un Ümraniye’deki 1.400 m²’lik yeni yönetim binasının iç mekân tasarımını genç ve dinamik çalışma ekibinin talepleri doğrultusunda şekillendiren İç Mimar Eda Tahmaz liderliğindeki EDDA Mimarlık, firmanın kurumsal kimliğine bağlı kalarak yalın bir yaklaşımla dinamik, enerjisi yüksek ve ergonomik bir çalışma ortamı oluşturmuş. Y kuşağının beklentilerinden yola çıkan EDDA Mimarlık, sıradan olmayan ve canlı bir ofis yaratma arzusuyla süreç içerisinde çalışanlar ile fikir alışverişinde bulunmuş. İş hayatının stres ve yoğunluğundan uzaklaşmak üzere planlanmış tasarımda ofis alanları, sosyal alanlar ile bütünleştirilmiş. Yalın tasarım çizgisi korunarak renkler, sıcak malzemeler ve iç peyzaj ile desteklenen dinamik atmosfer ortak alanlara da alınarak, markanın iş karakterini yansıtan renk farklılıkları ile departmanlar arasında çeşitlilik oluşturulması hedeflenmiş. Yönetim kurulu toplantı odasının dairesel formda, departmanların
natura | 88
Led by the interior architect Eda Tahmaz who designed the interiors of the new 1,400 sqm headquarters building of Aktif Group, one of the leading companies in electricity and electromechanics industry, in accordance with the demands of the young and dynamic working team; EDDA Architecture has created a dynamic, high energy and ergonomic working environment with a minimalist approach by conforming to the corporate identitiy of the company. Started off from the expectations of Gen Y, EDDA Architecture exchanged ideas with the employees throughout the process, in order to create an usual and vibrant office space. Embodying a design that was created to detract people away from the stress and density of business life, the office spaces are all integrated with social areas. It is also aimed to create a diversity between departments through color differences that reflect the business character of the brand through preserving the minimalist line of design and moving the dynamic atmosphere that are supported by colors, warm materials and interior landscape into common areas.
Increased by the circular design of the boardroom and the different forms of departments tackled through an interpenetrating fashion, the energy has been supported with panels designed for the office walls and also the graphic works that intertwine with each other in glass partitions. These different forms are then reflected to ceilings and furnitures and therefore the 3D emphasis in the interior space is further emphasized. Aiming at a transparent and smooth formation that reflects the modern working culture of the brand while separately designing all departments, EDDA Architecture managed to further integrate maximum daylight into working spaces by utilizing transparent glass dividers in meeting, training and workshop areas together with social spaces and therefore it increased the comfort of the employees with the help of an enhanced environment. EDDA Architecture’s signature lighting design has also become one of the most remarkable features of the project.
EDDA Mimarlık Hakkında:
About EDDA Architecture:
Restoratör İç Mimar Eda Tahmaz tarafından 2008 yılında İstanbul’da kurulan EDDA Mimarlık ürün tasarımı, mimari ve iç mimari projeler üzerine çalışan bir tasarım stüdyosudur. On yılı aşkın süredir yaratıcı ve ilham verici tasarımlarını, yüksek kaliteli uygulamalarla birleştirerek bireysel ve kurumsal işverenlerinin hizmetine sunmayı ve müşteri memnuniyetine dayalı uzun yıllara dayalı işbirlikleri geliştirmeyi hedefleyen EDDA Mimarlık, mimari ve iç mimari tasarım ve uygulama konularında tecrübeli ekibiyle her yeni projede beklentileri mimari etik ve mükemmellik çerçevesinde yerine getirme heyecanı hissediyor.
Founded by the restorator and interior architect Eda Tahmaz in 2008 in Istanbul, EDDA Architecture is a design studio focusing on product design, architecture and interior design projects. Aiming to present creative and inspiring designs combined with high-quality implementations to serve its private and corporate clients and establish long-term collaborations based on customer satisfaction for more than ten years in business; EDDA Architecture feels the thrill of realizing the expectations in every new project within the ethical and accomplished framework of architecture, along with its staff experienced in the fields of architecture, interior decoration design and implementation.
natura | 89
tasarım | design
DOSYA: MERMERİN FARKLI MALZEMELERLE BİRLEŞİMİNDEN OLUŞAN GÖZ ALICI SEHPALAR TOPIC: GLAMOROUS COFFEE TABLES EMERGED FROM THE COMBINATION OF MARBLE WITH DIFFERENT MATERIALS
tasarım | design
VINCENZO DE COTIIS’DEN PROGETTO DOMESTICO PROGETTO DOMESTICO BY VINCENZO DE COTIIS Kaynak - Source: www.decotiis.it
Mimar Vincenzo de Cotiis, “Progetto Domestico” ismini verdiği serisi için gündelik nesneleri yeniden yorumluyor; çağdaş teknikler ve deneysel süreçler tarafından şekillendirilen bu seri, işlenmiş malzemelerin geri dönüşümlü parçalarla birleşimi sayesinde elde edilmekte. Bu seriden 2017’de üretilmiş olan 3 sehpa, mermer malzemenin kullanımının ustalığı nedeniyle öne çıkıyor. DC1718 isimli parça için Murano camı, mermer ve gümüş renkli pirinç; DC1702 için mermer ve geri dönüştürülmüş siyah fiberglas kullanılırken DC1701 ise yine mermer, geri dönüştürülmüş siyah fiberglasa ek olarak antika gümüş renkli pirinç malzemelerin kullanımıyla birleştirilmiş. El yapımı olan bu parçaların her biri benzersiz olma özelliğini taşırken aynı zamanda sınırlı sayıda üretilmiş… Architect Vincenzo de Cotiis reinterprets the everyday objects for the series he entitled as “Progetto Domestico”. Shaped by contemporary techniques and experimental processes, this series is achieved by the combination of refined materials with recycled parts. Three coffee tables produced as part of the series in 2017, stand out for of the masterful use of marble materials. Murano glass, marble and silver brass are used for the piece DC1718; marble and recycled black fiberglass are used for DC1702, while DC1701 is combined with marble, recycled black fiberglass on top of antique silver brass materials. Presented as limited edition products, each of these handcrafted works shine out as unique pieces...
TONI GRILO’DAN BASİT YAN SEHPALAR BASIC SIDE TABLES BY TONI GRILO Yaşam alanlarını zenginleştiren tefriş elemanları arasında sehpalar günümüzde eşsiz şekillerde karşımıza çıkıyor. Mermerin sıcak dokusunun sehpa tasarımlarına yansımalarına aşikâr olsak da, farklı malzemelerle birlikte kullanımının bir tasarım girdisi olarak ortaya konulması mekânlara şıklık ve değişim kavramlarının eklenmesine katkıda bulunuyor. Natura Dergi’nin bu sayısında bu konsepti temel alan sehpa tasarımlarına yer veriyoruz… Among the furnishing elements enriching the living spaces, coffee tables appear in unique shapes these days. Although we are familiar with marble’s warm texture reflecting to coffee table designs, presenting their use combined with different materials as a design input, definitely contributes to the concepts of elegance and change that are added into spaces. In this issue of Natura Magazine, we are featuring coffee table designs which are based on this very concept ... Selin Biçer Yüksek Mimar / M.Arch
natura | 90
Kaynak - Source: www.riluc.com
Paslanmaz çeliğin pirinç ve mermer malzeme ile birleşimi bu sehpada belki de olabilecek en zarif şekliyle karşımıza çıkıyor. Kullanılan kışkırtıcı net hatları, cazibeli tonları ve malzemelerin mükemmel uyumuyla The BASIC Collection, tasarım dünyasına abartısız çok yönlülük sunuyor. Bu koleksiyon bir sehpa, yan sehpa, raf ve askıdan oluşuyor… The combination of stainless steel with brass and marble materials, appears in perhaps the most elegant way with this table. Featuring provocative clear lines, glamorous shades and perfect harmony between materials, The BASIC Collection offers an austere versatility to the design world. The collection includes a coffee table, a side table a shelf and a hanger...
natura | 91
tasarım | design
tasarım | design
LAURA BILDE’NİN SADE TASARIMI: THE MAMMUT TABLE BUDRI VE PATRICIA URQUILA’NIN İŞBİRLİĞİNİN ŞAŞIRTICI ÜRÜNÜ: ZİKZAK SEHPA A DAZZLING PRODUCT FROM THE COLLABORATION OF BUDRI AND PATRICIA URQUILA: ZIG ZAG COFFEE TABLE Kaynak - Source: www.budri.com
İtalyan mermer markası Budri’nin tasarımcı Patricia Urquiola ile yaptığı işbirliğinde farklı malzemeleri içeren birliktelik ve kaynaşma kavramları, renklilik ve şeffaflık gibi camın özelliklerinin mermere aktarılması yoluyla malzemenin özünü değiştirmek için kullanılmış. Önceden kesilmiş mermer levhaların üç boyutlu ve düzensiz artıklarının beklenmedik bir şekilde ortaya çıktığı yarı saydam ekranlar yaratılmış. Modüler ahşap çerçevelere yerleştirildikten sonra bu sehpalar, iç mekânları şekillendirmek için hazır hale gelmişler. Mermer, cam gibi amorf malzemelerle veya ahşap ve reçine gibi organik malzemelerle bütünleşerek çevresi ile olağandışı bir ilişki kazanıyor. Bu sehpa serisi farklı renklerde oniks ve mermer şeritlerden balıksırtı biçiminde bir araya getirilmiş. Bir bulmaca gibi, zikzak kenarlar aynı koleksiyondaki diğer sehpalarla iç içe geçebiliyor, böylece olağanüstü çok renkli parke efekti ile özgürce, çok yönlü kompozisyonlar oluşturabiliyor. Ayrıca şeritlerin bu şekilde bir araya getirilmesi sayesinde, artık malzemeler iyi bir amaçla kullanımı sağlanmış...
In the scope of collaboration with the Italian marble brand Budri and the designer Patricia Urquiola, the concepts of cohesion and fusion featuring different materials, have been used to change the material’s nature by transferring the color and transparency properties of glass into marble. Therefore semi-transparent displays embodying three-dimensional and irregular edges of pre-cut marble plates have been created. Once installed in modular wooden frames, these coffee tables have become ready to shape the interior spaces. The product gains an unusual relation with its surroundings through integrating with amorphous materials such as marble and glass or organic materials such as wood and resin. This series of coffee tables is made of onyx and marble stripes in different colors through a fishbone pattern. Just like a puzzle, the zigzag edges can interlock with other tables in the same collection, therefore creating free and versatile compositions owing to its extraordinary and multicolored parquet effect. Additionally, thanks to the juxtaposition of strips in this manner, materials have been put to good use...
A MINIMALIST DESIGN BY LAURA BILDE: THE MAMMUT TABLE Kaynak - Source: www.prodeez.com Fotoğraflar - Photographs: Alexander Hoellsberg
VOLODYMYR KARALYUS’TAN SATELLITE SATELLITE BY VOLODYMYR KARALYUS Kaynak - Source: www.prodeez.com
Laura Bilde’nin tasarım anlayışı estetiğin fonksiyonla buluştuğu, yalın ve geometrik çizgilerle yaratıcılık kazanan İskandinav sadeliği ile özetlenebilir. Sanat tarihi, moda ve mimariden gelen ilham alan işlerinde tasarımcı dış dünyada etki yaratan herhangi bir ayrıntıya ihtiyaç duyuyor. Mammut Table doğal dokularla zıtlık oluşturan temiz çizgilerden oluşuyor. Bu basit tarzdaki heykelsi kahve sehpa serisinde ahşap, metal ve mermer gibi malzemelerin yumuşak bir uyumu öne çıkıyor… Laura Bilde’s style of design can be characterized by a Scandinavian simplicity where aesthetics meet with function, where clean and geometric lines unearth creativity. Inspired by art history, fashion and architecture, the designer merely needs a small detail that makes an impact for the outside world. The Mammut Table adopts clean lines creating contrast with natural textures. This simple and sculptural series of coffee tables, presents a smooth harmony of materials such as wood, metal and marble...
Satellite, adından da anlaşılacağı üzere uzaydaki uyduların tasarımından ilham alan bir seri sehpadan oluşıyor. Sehpanın üstü, mermer tabana bağlı metal çubuklar tarafından destekleniyor. Bu metal çubukların uzunluğundaki değişim sehpa yüksekliğinde ve dolayısıyla kullanımında çeşitlilik yaratıyor. İnce metal çubuklar ile ağır mermer taban arasındaki karşıtlık bu sehpalara zarif ve minimal bir görünüm veriyor ve modern iç mekânlar için ideal hale getiriyor... As the name suggests, Satellite is a series of coffee tables inspired by the design of satellites in space. The table top is supported by metal rods connected to the marble base. The change in the length of these metal rods creates a variety for the table height and thus its usage. The contrast between thin metal rods and the heavy marble base, attributes an elegant and minimal look to these tables and presents an ideal form for modern interiors...
natura | 92
natura | 93
tasarım | design
tasarım | design
Kontra Mimarlık, Paris’teki Maison & Objet fuarında Kontra Architecture Visits the Maison & Objet Fair in Paris Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
Kolektif House, St. Regis oteli, Morini İstanbul, Dean & Deluca gibi iç mekânların yaratıcısı, İstanbul merkezli Kontra Mimarlık, 8-12 Eylül 2017 tarihleri arasında Paris’te gerçekleşen Maison & Objet iç mimarlık ve tasarım fuarında. Kontra Mimarlık’ın yeni mobilyaları ve aydınlatma ürünleri, tasarım dünyasının önde gelen isimleriyle birlikte fuarın merakla beklenen bölümü olan Hol 7’de G79 standında sergileniyor. Shining out as the creator of interior spaces such as Kolektif House, the St. Regis Istanbul, Morini Istanbul and Dean & Deluca, the Istanbul-based Kontra Architecture visits Maison & Objet, the interior architecture and design fair to be held in Paris between September 8-12, 2017. New furnitures and lighting products of Kontra Architecture are exhibited at the booth G79 in Hall 7, which is the most anticipated section of the fair along with the leading figures in the design world.
natura | 94
Kontra Mimarlık, iç mimari projelerindeki anlayışlarını, yarattıkları mekânlarda iletişim tasarımından içindeki sanat eserlerine, sofra takımlarından aydınlatma düzenine her detay ile bizzat ilgilenmeleri olarak açıklıyor. Ekibin, bu anlayışta tasarlayıp ürettiği mobilyalardan ve aydınlatma ürünlerinden oluşan bir koleksiyon, ilk kez görücüye çıkacak yeni ürünlerle birlikte, iç mimarlık ve tasarım alanında dünyaya yön veren etkinliklerden, Paris’teki Maison & Objet fuarında sergileniyor. Her yıl belirlenen farklı bir temada gerçekleşen Maison & Objet, bu yıl “Konfor Bölgesi” (Comfort Zone) temasını taşıyor. Fuarın “Gözlemler” (Observations) bölümünün koordinatörü ve “İlhamlar” (Inspirations) kitabının editörü Mari- Jo Malait, “Konfor Bölgesi”ni şöyle tanımlıyor: “İstikrarsız ve güvenliksiz dünyanın, konforsuz bölgelerinden uzaklaşma isteği, bugün pek çok insan için evlerinde kendilerini iyi hissetmelerini yeni ve özel bir anlama taşıdı. Hem bedeni, hem ruhu yumuşatmak, dinlenmeye olan özlemimizi doyurmak için tasarlanan yeni nesil koruyucu, konforlu
Kontra Architecture explains its understanding in interior architecture projects as a matter of personal involvement for every detail in spaces it creates, from communication design to the works of art within them, from the tableware to the lighting systems. Comprised of furnitures and lighting products designed and produced by the team within the scope of this understanding, a collection with new products making their debut is exhibited at the Maison & Objet fair in Paris, one of the leading events that steers the world of interior architecture and design. Organized annually with a different theme, Maison & Objet adopts the theme of “Comfort Zone” this year. Mari-Jo Malait, the coordinator of the exhibition’s “Observations” section and editor of the “Inspirations” book, describes the “Comfort Zone” as follows: “The desire to move away from the uncomfortable regions of the unstable and unsafe world, attributed a new and special meaning for many people feeling good in their homes today. A new generation of protective, soft materials in comfortable ‘cocoons’, playful
natura | 95
tasarım | design
tasarım | design
2009 yılında Gülşah Cantaş tarafından kurulan Kontra Mimarlık’ın iç mimari tasarım ve uygulama projeleri arasında çalışma mekânları, yeme içme mekânları, oteller, konutlar, satış mağazaları yer alır. Ayrıca konsept tasarımı, marka, piyasa ve trend araştırma analizleri, marka stratejisi geliştirme ve kimlik tasarımı, mobilya ve aydınlatma tasarım ve uygulamaları, deneyim (UX) tasarımı hizmetleri vermektedir. Kontra Mimarlık ekibi İstanbul Cihangir’deki ofislerinde çalışmalarına devam ediyor.
Interior architecture design and implementation projects of Kontra Architecture, founded by Gülşah Cantaş in 2009, include workplaces, food & beverage spaces, hotels, dwellings and outlets. It also provides concept design, branding, market trend analysis, brand strategy and identity development, furniture and lighting design and implementations and UX design services. Kontra Architecture team carries on their operations in their office located in Cihangir, Istanbul. ‘koza’larda yumuşak malzemeler, oyunbaz biçimler, pastel renk ve dokular; yeni yorumlar ve teknolojilerle karşımıza çıkıyor. Evlerimize, gevşememiz için rafine bir estetikte eğlenceli müdahalelerde bulunmak, gündelik profesyonel hayatlarımıza dinginlik taşımak için çalışma mekânlarımıza sıcak ve çağdaş yorumlar getirmek, bugünün ‘konforlu tasarım’larının hedefinde. Yani; %100 iyi hissettiren bir yaşam tarzı yakalamak.” Kontra Mimarlık’ın “Konfor Bölgesi” sergisinde, yıllar önce kendi ofisleri için tasarlayıp ürettikleri oturma elemanı Take A Seat ve aydınlatmalar Clarify ile Tulip, pek çok iç mekân projesinin sayısız sakininden sonra, bu kez fuar ziyaretçilerini ağırlıyor. Daha rahat bir oturma arayışındakilere, Sarr ve Lounge Chair, Maison & Objet 2017 için yenilenen tasarımlarıyla oyuncu yorumlar getiriyor. İlk kez bu sergide görücüye çıkacak olan yeni oturma elemanları Macaron, Q Chair ve Cube Chair, Kontra Mimarlık’ın hem ismine, hem de işlerine ilham veren, tasarımın gücünün zıtlıklardan ve beklenmedik karşılaşmalardan gelmesine olan inancından yola çıkıyor. Sergilenecek mobilyalardan Cloud, Flank ve Stack de bu anlayışı taşıyan ürünler. Tanıdık ve yenilikçi, geleneksel ve çağdaş, yerel ve küresel, yumuşak ve sert, koyu ve açık, mat ve parlak, ham ve işlenmiş gibi karşıtlıklar, beklenmedik yer değiştirmelerle Kontra Mimarlık’ın Maison & Objet sergisinde ziyaretçilerine keyifli ve sürprizli bir konfor deneyimi yaşatıyor.
natura | 96
forms, pastel colors and textures, which are designed to soften both the body and the soul and to fulfill our longing to relaxation, appears with new interpretations and technologies. Having pleasant interventions with refined aesthetics for our houses to relax; bringing warm and contemporary interpretations to our workspaces for creating serenity in our professional lives are all in the agenda of today’s ‘comfortable designs’. In other words: establishing a lifestyle that feels 100% good.” Take A Seat, the sitting element which it has designed and produced for its office years ago and the lighting elements Clarify and Tulip, welcome the visitors of the fair following numerous people in many interior design projects, at the “Comfort Zone” exhibition of Kontra Architecture. For those in search of a more relaxed setting, Sarr and Lounge Chair present playful interpretations with their innovated designs for Maison & Objet 2017. Rolling out for the first time with this exhibition, the new seating elements; Macaron, Q Chair and Cube Chair, start off from the belief that power of design unearths from contrasts and unexpected encounters which also inspires the name and works of Kontra Architecture. Cloud, Flank and Stack among the exhibited furnitures also have this exact understanding. Along with contrasts such as familiar and innovative, traditional and contemporary, local and global, soft and hard, dark and light, matte and bright, raw and refined, together with unexpected shifts, present a pleasant and surprising experience of comfort for the visitors of Maison & Objet exhibition of Kontra Architecture.
natura | 97
tasarım | design
tasarım | design
Her yıl iki kez, Eylül ve Ocak aylarında Paris’te gerçekleşen Maison & Objet, yılda birer kez de Singapur ve Miami’de düzenleniyor. İç mimarlık ve tasarım alanındaki küresel eğilimlerin belirleyicilerinden biri olan fuar, yılın merakla beklenen etkinliklerinden: Fuar, geçtiğimiz yıl 85 binin üzerinde kişi tarafından ziyaret edildi. Sonbaharda, tüm şehre yayılan Paris Tasarım Haftası etkinlikleri kapsamında gerçekleşen Maison & Objet, bu yıl 8-12 Eylül 2017 tarihleri arasında gerçekleşiyor. Her yıl belirlenen bir temaya odaklanan fuar, tema ekseninde konferanslara, etkinliklere, yerleştirmelere de ev sahipliği yapıyor. Maison & Objet 2017’de, Kontra Mimarlık, yarattığı iç mekânlarda kullandığı tasarımlarının yanı sıra, ilk kez izleyici karşısına çıkacak yeni mobilyalar ve aydınlatma ürünleriyle birlikte, Hol 7’de G79 standında. Dünyanın önde gelen köklü tasarım markalarının yeni ürünlerini sergilediği Hol 7 bölümü, fuarın “Yükselen Yetenekler” (Rising Talents) ve “Yılın Tasarımcısı” (The Designer of the Year) ödüllerinin alıcılarının da yer aldığı bölüm olarak, fuarın en çok izleyici çeken kısımlarından. Organized twice a year in September and January in Paris, Maison & Objet is also held once a year in Singapore and Miami. Shining out as one of the global trendsetters in the fields of interior architecture and design, the fair is one of the most anticipated events of the year: it was visited by over 85,000 people last year. Realized within the scope of Paris Design Week events spreading over the city during the fall, Maison & Objet takes place between September 8-12, 2017 this year. Focusing on a different theme every year, the fair hosts conferences, events and installations in accordance with the specified theme. Kontra Architecture presents designs it uses in the interior spaces it creates, along with new furnitures and lighting products for the first time at the booth G79 in Hall 7 in Maison & Objet 2017. The Hall 7 section, where the world’s leading and established design brands exhibit their new products, shines out as one of the best audience-grabbing sections of the fair where the recipients of “Rising Talents” and “The Designer of the Year” awards take part in.
natura | 98
natura | 99
tasarım | design
tasarım | design
6. DOĞAL TAŞ TASARIM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ İLE SAHİPLERİNİ BULDU 6th NATURAL STONE DESIGN COMPETITION CONCLUDES WITH AN AWARD CEREMONY
1. Edizalp AKIN - DOME (Profesyonel Kategori)
1. Burak KOÇAK - CALEO (Öğrenci Kategori) natura | 100
İMİB’in “Ta ş a Hayat Ver” sloganı ile bu sene 6 .’sını düzenlediği doğa l t a ş t asar ım yar ışma sı sonuçlandı. Profes yonel kategor isinde bir inciliği Kadir Ha s Üniver sitesi’nden Ediza lp Akın; öğrenci kategor isinde bir inciliği Mimar Sinan Güzel Sanat lar Üniver sitesi’nden Burak Koç ak a ldı.
Organized by IMIB for the sixth edition this year adopting the “Give Life to Stone” motto, the natural stone design competition is concluded. Edizalp Akın from Kadir Has University ranked first in the professional category while Burak Koçak from Mimar Sinan Fine Arts University came first in the student category.
Organized by Istanbul Mineral T. C . E k o n o m i B a k a n l ı ğ ı Exporters’ Association along katkı ve destekleriyle İswith the contributions and suptanbul Maden İhracatçıport of Republic of Turkey Miları Birliği tarafından dünistry of Economy, “6th Natural z e n l e n e n “6 . D o ğ a l Ta ş Stone Design Competition” has Ta s a r ı m Ya r ı ş m a s ı ” ö d ü l concluded with an award ceretöreni ile sahiplerini bulmony. Organized under the lead u . Ta s a r ı m a ö n e m v e r e n dership of IMIB, which attaches ve bunu her fırsat ta ön great importance to design and plana çıkar tmak için elin2. Fatih KUZU, Ozan YALÇIN - SLIDE SANDS (Profesyonel Kategori) makes every effort to bring it to den geleni yapan İMİB önforefront on all occassions, with d e r l i ğ i n d e ; T. C . E k o n o m i the support of Republic of Turkey Ministry of economy; Natural Stone B a k a n l ı ğ ı ’n ı n d e s t e k l e r i y l e d ü z e n l e n e n , b u y ı l D o ğ a l Ta ş Design competition has completed its sixth edition this year. Ta s a r ı m Ya r ı ş m a s ı a l t ı n c ı y ı l ı n ı d o l d u r d u . Doğa l t a ş sek törü için t a sar ımın va zgeçilmez olduğunu göster mek ve t a sar ım konusunda sek törü, üniver site öğrenciler ini, profes yoneller i aynı plat for mda buluş tur mak hedefi ile gelenek sel olarak yapılan yar ışmaya; öğrenciler ve profes yoneller için iki ayr ı da lda bu yıl t am 518 proje ba ş vurdu.
Organized institutionally in order to demonstrate that design is essential for the natural stone industry and to assemble the sector, college students and professionals together under the same platform of design, the competition hosted 518 projects this year with two seperate categories for students and professionals.
Üret ilebilir lik, doğa l t a şın kullanım a lanının genişlet ilmesi, çevreye duyar lılık, bakım ve kullanım kolaylığ ı, ihrac at pot ansiyeline sahip olmak, yenilikçilik-yarat ıcılık ve kullanımda işlevsel olmak; jür inin değer lendir me kr iter ler i ara sında idi.
Manufacturability, expanding natural stone’s area of utilization, environmental awareness, ease of maintenance and use, possession of export potentials, innovation - creativity and being functional in use; were all among the evaluation criteria of the jury.
Jür i ba şkanlığ ını Yrd.Doç.Dr. Ahmet Turan Kök sa l’ın yapt ığ ı; Selçuk Avcı, Görkem Volkan, Heva l Zeliha Yük sel Üçok, Emine Merdim Yılma z, Doç.Dr. Ahmet Zeki Turan, Dila Göka lp, Prof. Dr. İpek Fitöz, Yrd.Doç.Dr. Şebnem Er t a ş ve kıymet li sek tör temsilciler inin yer a ldığ ı jür i t araf ından değer lendir ilmeye a lınan 493 proje içinde; 18 5 öğrenci ve 30 8 profes yonel ba ş vuru oldu. En çok ba ş vuru gelen üniver siteler ara sında; 6 6 proje ile Mimar Sinan Güzel Sanat lar Üniver sitesi bir inci sırada, 4 4 proje ile Anadolu Üniver sitesi ikinci sırada, 37 proje ile İs t anbul Teknik Üniver sitesi üçüncü sırada yer a ldı.
L e d by t h e c h a i r m a n A s s t . P r of. A h m e t Tu r a n Kö k s a l a n d c o m p r i s e d o f S e l ç u k Avc ı , G ö r ke m Vo l k a n, H e va l Z e l i h a Yü ks e l Ü ç o k , E m i n e M e r d i m Y i l m a z, A s s o c . P r of. A h m e t Z e k i Tu r a n, D i l a G ö k a l p, P r of. İp e k Fİ TÖZ , A s s t . P r of. Ş e b n e m E r t a ş a n d n u m e r o u s ve n e r a b l e i n d u s t r y r e p r e s e n t at i ve s; t h e j u r y e va l u at e d 4 9 3 p r o j e c t s i n c l u d i ng 18 5 s t u d e n t a n d 3 0 8 p r o f e s s i o n a l a p p l i c a n t s . M i m a r S i n a n F i n e A r t s U n i ve r s i t y r a n ke d f i r s t w i t h 6 6 p r o j e c t s , A n a d o l u U n i ve r s i t y r a n ke d s e c o n d w i t h 4 4 p r o j e c t s a n d I s t a n b u l Te c h n i c a l U n i ve r s i t y r a n ke d t h i r d w i t h 37 p r o j e c t s .
M o t t o s u “ Ta ş a H a y a t Ve r ” o l a n y a r ı ş m a d a , “ Ye r D ö ş e m e s i v e D u v a r K a p l a m a s ı ”, “ O t e l L o b i s i v e AVM G i r i ş i ”, “ Tü r k H a m a m ı v e B a n y o” v e “ D e k o r a t i f Ü r ü n l e r ” o l m a k ü z e r e 4 k a t e g o r i d e d e ğ e r l e n d i r m e y a p a n j ü r i 14 p r o j e y i ö d ü l e l a y ı k gördü.
As part of the competition adopting the motto “Give Life to Stone”, the jury evaluated projects in 4 different categories; “Flooring and Wall Cladding”, “Hotel Lobby and Mall Entrance”, “Turkish Bath and Bathroom” and “Decorative Products”, and deemed 14 projects worthy of awards.
Yar ışmanın öğrenci kategor isi 1.’si Burak Koç ak (Mimar Sinan Güzel Sanat lar Üniver sitesi), 2.’si İrem Kaydu (Mimar Sinan Güzel Sanat lar Üniver sitesi), 3.’sü Öz yeğin Üniver sitesi’nden Aybüke Göler ve Kora l Ora l oldu. Profes yonel kategor isinde ise 1.’liği Ediza lp Akın (Kadir Ha s Üniver sitesi), 2.’liği Fat ih Kuzu – Ozan Ya lçın (Mimar Sinan Güzel Sanat lar Üniver sitesi), 3.’lüğü Mehmet A li Şanlı – Filiz Yılma z (Karadeniz Teknik – Koc aeli Üniver sitesi) a ldı.
Burak Koç ak (Mimar Sinan Fine Ar t s Univer sit y) ranked 1s t , İrem Kaydu ranked 2nd, Aybüke Güler and Kora l Ora l from Öz yeğin Univer sit y both ranked 3rd in the s tudent c ategor y of the compet it ion. A s for the professiona l c ategor y, Ediza lp Akın (Kadir Ha s Univer sit y) ranked 1s t , Fat ih Kuzu - Ozan Ya lç ın (Mimar Sinan Fine Ar t s Univer sit y) ranked 2nd and Mehmet A li Şanlı - Filiz Yılma z (Karadeniz Technic a l Univer sit y - Koc aeli Univer sit y) ranked 3rd. natura | 101
tasarım | design
tasarım | design
ÖĞRENCİ KATEGORİ 1.’Sİ SN. BURAK KOÇAK 2.’Sİ SN. İREM KAYDU 3.’SÜ SN. AYBÜKE GÖLER 3.’SÜ SN. KORAL ORAL EŞ MANSİYON ÖDÜLÜ SN. UYGAR ÇANKAYA EŞ MANSİYON ÖDÜLÜ SN. AYDIN ALGAN EŞ MANSİYON ÖDÜLÜ SN. CEYDA KORKMAZ EŞ MANSİYON ÖDÜLÜ SN. ABDULKADIR ÖZTÜRK EŞ MANSİYON ÖDÜLÜ SN. YAŞAR GÜRBAZ EŞ MANSİYON ÖDÜLÜ SN. TUĞBA SARIDEMİR EŞ MANSİYON ÖDÜLÜ SN. EMİNE YILDIRIM EŞ MANSİYON ÖDÜLÜ SN. DOĞAN CAN KISACIK
Uygar ÇANKAYA - GAIA (MANSİYON)
Aydın ALGAN - CLOCK (MANSİYON)
PROFESYONEL KATEGORİ 1.’Sİ SN. EDİZALP AKIN 2.’Sİ SN. FATİH KUZU 2.’Sİ SN. OZAN YALÇIN 3.’SÜ SN. MEHMET ALİ ŞANLI 3.’SÜ SN. FİLİZ YILMAZ
STUDENT CATEGORY 1st Place BURAK KOÇAK 2nd Place İREM KAYDU 3rd Place AYBÜKE GÖLER 3rd Place KORAL ORAL HONORABLE MENTION AWARD UYGAR ÇANKAYA HONORABLE MENTION AWARD AYDIN ALGAN HONORABLE MENTION AWARD CEYDA KORKMAZ HONORABLE MENTION AWARD ABDULKADIR ÖZTÜRK HONORABLE MENTION AWARD YAŞAR GÜRBAZ HONORABLE MENTION AWARD TUĞBA SARIDEMİR HONORABLE MENTION AWARD EMİNE YILDIRIM HONORABLE MENTION AWARD DOĞAN CAN KISACIK
2. İrem KAYDU - BAMBOO (Öğrenci Kategori)
Ceyda KORKMAZ - HITORG (MANSİYON)
Aydın ALGAN - TAŞIN VE AHŞABIN DOĞAL BULUŞMASI (MANSİYON)
Tuğba SARIDEMİR - NOBLE (MANSİYON)
Abdülkadir ÖZTÜRK, Yaşar GÜRBAZ - LIGHTINGPARK (MANSİYON)
PROFESSIONAL CATEGORY 1st Place EDİZALP AKIN 2nd Place FATİH KUZU 2nd Place OZAN YALÇIN 3rd Place MEHMET ALİ ŞANLI 3rd Place FİLİZ YILMAZ
3. Aybüke GÖLER, Koral ORAL - KEYF-İ ÇAY (Öğrenci Kategori) natura | 102
3. Mehmet Ali ŞANLI, Filiz YILMAZ - HALLEY (Profesyonel Kategori)
Doğan Can KISACIK - ÇAĞDAŞ HAMAM KONSEPTİ (MANSİYON)
Emine YILDIRIM - CODE 0 (MANSİYON) natura | 103
sanat | art
sanat | art 280- 290 yıllarında yapıldığı tahmin edilen Afyon mermerinden “İyi Çoban İsa” betimlemesi. Türkiye’den işgal yıllarında kaçırıldığı düşünülüyor. Şu anda ABD Cleveland Sanat Müzesi’nde sergileniyor Env. No: 1965.241 “Jesus the Good Shepherd” depiction made out of Afyon marble which is estimated to have been built between 280-290 AD and smuggled from Turkey during the Occupation years. It’s currently being exhibited at the Cleveland Museum of Art (US). Inv. No: 1965.241
ANADOLU’NUN GÖZYAŞLARI TEARS OF ANATOLIA Bülent Tatlıcan
Mimar Yaşar Yılmaz, amatör bir araştırmacı tutkusuyla, yoğun emek harcayarak 10’dan fazla ülkede, 50’yi aşkın müzeyi gezdi. Kendi olanaklarıyla gerçekleştirdiği, üç yıla yakın süren bu seyahatleri boyunca Anadolu topraklarından götürülmüş ve günümüzde birçok Batı müzesine büyük değer ve zenginlik katan tarihi eserleri yerinde inceleyerek envanter numaralarıyla belgeledi. Çalışmalarından “Anadolu’nun Gözyaşları” isimli bir kitap ortaya çıktı. Toplumu bilgilendirmek adına bu konuda birçok konferans verdi. Söyleşileri dergi, gazete ve televizyon kanallarında yayınlandı. Büyük çoğunluğu 1830-1922 yılları arasında, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasından ve işgal edilmesinden faydalanarak Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden, farklı yöntemlerle yurt dışına götürülmüş (kaçırılmış), günümüzde Avrupa ve ABD’deki müzelerde sergilenen tarihi ve kültürel birçok eserimiz bulunmaktadır. Yaşar Yılmaz’ın ortaya koyduğu bu arşivden faydalanarak bu toprakların taşlarıyla üretilen ve yüzyıllarca bu topraklarda kaldıktan sonra ülkemizden yurt dışına kaçırılan birkaç örneği sizlerle paylaşıyoruz. Bu eserlerin daha on binlercesi farklı ülkelerin müzelerinde yada özel koleksiyonlarda bulunma ve yaratıldığı topraklara geri dönmeyi beklemektedir.
natura | 104
Alaşehir’den kaçırılmış Artemis yontusu. 1888 yılında Loure Müzesi’nin envanterine girmiş. Env. No: MA2906 The statue of Artemis which has been smuggled from Alaşehir. It has been included into the inventory of Louvre Museum in 1888. Inv. No: MA2906
Architect Yaşar Yılmaz has visited more than 50 museums in more than 10 countries by spending a lot of effort and adopting the passion of an amateur researcher. During these travels which he carried out with his own means and spent approximately three years; he documented and took inventory of the artifacts, which were taken away from the lands of Anatolia and currently add a great value and richness to many Western museums, after examining them on site. His works were then published into a book entitled “Tears of Anatolia”. He gave many lectures about this subject in order to inform the society. His interviews have been featured in magazines, newspapers and tv channels. Today, we have numerous historical and cultural artifacts that are being exhibited in museums of Europe and the US, of which a great majority have been transported (smuggled) between 1830-1922 from various regions of Anatolia to overseas through different methods, by taking advantage of the decayed and occupied Ottoman Empire. By benefiting from this archive which Yaşar Yılmaz has revealed, we are presenting you some of the examples that were made from the stones of this land and smuggled from our country after having occupied these lands for centuries. There are still tens of thousands more of these artifacts that are exhibited in the museums and private collections of various countries which are waiting to come back to the lands they have been created in.
Afyon mermerinden 170-180 tarihleri arasında yapılan“Çıplak Diyonisos” isimli yontu. 1919-1922 tarihleri arasında Yunan işgalinde kaçırılmış. Şu anda Atina Milli Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor Env. No: 5706 A chisel made of Afyon marble between 170-180 AD, entitled “Nude Dionysos”.It was smuggled during the Greek Occupation between 1919-1922. It’s currently being exhibited at the National Archaeological Museum of Athens. Inv. No: 5706
Antik Assos’tan Assos’tan (Behramkale) kaçırılmış Athena Tapınağı bazalt kabarmalar. MÖ 6. yüzyılda yapıldığı düşünülüyor. Şu anda Fransa’da bulunan Louvre Müzesi’nde sergileniyor. Env. No: MA2833 Basalt reliefs from the Temple of Athena which were smuggled from the ancient city of Assos (Behramkale). They are estimated to have been built in 6 BC. They are currently being exhibited at the Louvre Museum of France. Inv. No: MA2833
natura | 105
sanat | art
sanat | art
Bergama’dan kaçırılan Dinos formunda mermer cenaze vazosu. MÖ 2. yüzyıla ait olan bu eser Fransa’nın başkenrtinde bulunan Louvre Müzesi’nde sergileniyor. Müzeye Giriş No: LP1739 Env. No: Ma2905 A marble funeral vase in the form of Dinos, which was smuggled from Pergamon. Pertaining to the 2nd century BC, this artifact is currently being exhibited at the Louvre Museum, located in the capital of France. Museum Entry No: LP1739 Inv. No: Ma2905
Efes’ten götürülen mermerden üretilmiş “Kazlı Çocuk” heykeli. Viyana’da bulunan Efes Müzesi’nde sergileniyor. Marble-made “Baby Boy with Egyptian Goose” statue which was taken away from Ephesus. It’s currently being exhibited at the Ephesos Museum, Vienna. Afyon İşçehir’den çıkartılan mermer ile üretilmiş bu mermer eser MÖ 20 yıllarında yapılmış. Şu anda Kopenhag’da bulunan Carlsberg Glyptotek Müzesi’nde sergileniyor. Env. No: IN1177 This marble artifact made out of marbles which were quarried from İşçehisar, Afyon, was made around the year 20 BC. It’s currently being exhibited at the Carlsberg Glyptotek Museum in Copenhagen. Inv. No: IN1177
Antik ismi Aphrodisias olarak bilinen Karasu- Geyre bölgesinden kaçırılmış Mermer Afrodit başı. 2. yüzyılda yapılmış. Şu anda Kopenhag Müzesi’nde sergileniyor. Env. No: 2615 Marble-made Head of Aphrodite, which was smuggled from the KarasuGeyre region, anciently known as Aphrodisias. It was made in the 2nd century AD. It’s currently being exhibited at the Museum of Copenhagen. Inv. No:2615
Anadolu’dan kaçırılmış “İmparatoriçe Fauistina” Yontusu. MS 140- 160 yılları arasında üretildiği tahmin ediliyor. Şu anda ABD Malibu şehrinde P. Getty Müzesi’nde sergileniyor. “Empress Fauistina” statue which was smuggled from Anatolia.It’s estimated to have been built between 140-160 AD. It’s currently being exhibited at the J. Paul Getty Museum in the city of Malibu (US).
natura | 106
1890 yılında yüzyıllarca yaşadığı bu topraklardan sökülerek götürülmüş “Zeus” yontusu. MÖ 2. yüzyılda üretildiği tahmin edilen bu eser şu anda Almanya’da Bergama Müzesi’nde bulunuyor. “The Statue of Zeus” which was removed and taken away in 1890, from the lands it had occupied for centuries. Estimated to be made in the 2nd century BC, this artifact is currently located in the Pergamon Museum in Germany.
natura | 107
sanat | art
sanat | art
160 yıllarında Marmara Mermerinden üretilmiş Lahit. ABD Baltimor’da bulunan Yhe Walters Müzesi’nde sergilenen bu eser envantere 1902 yılında girmiş. Env. No: 23.32 A tomb made of Marmara Marble during 160 AD. Having included in the inventory in 1902, this artifact is being exhibited at the Walters Art Museum, located in Baltimore, US. Inv. No: 23.32
Gaziantep Zincirli’den kaçırılan sütün altlığı. MÖ 8. yüzyılda Hititliler tarafından yapılan bu bazalt taşından üretilmiş eser, şu anda Berlin’de bulunan Bergama Müzesi’nde sergileniyor. Ancient socle smuggled from Zincirli, Gaziantep. Built by the Hittites in the 8th century BC, this basalt-made artifact is currently being exhibited at the Pergamon Museum in Berlin. Bergama’dan kaçırılan bu mermer eser MÖ 490- 450 yılları arasında yapıldığı tahmin ediliyor. Şu anda Berlin’de bulunan Bergama Müzesi’nde sergileniyor. Smuggled from Pergamon (Bergama), this marble artifact is estimated to have been made between 490-450 BC. It’s currently being exhibited at the Pergamon Museum, Berlin
Yunan işgali sırasında Efes’ten kaçırılmış mermer “Doğa Tanrısı” heykeli. MÖ 1. Yüzyılda yapılmış bu eser şu anda Atina’da bulunan Milli Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. “The Goddess of Nature” statue which was made of marble and smuggled from Ephesus during the Greek Occupation. This artifact was made in the 1st century BC and it’s currently being exhibited at the National Archaeological Museum of Athens.
Didim’de bulunan Apollon Tapınağı’ndan kaçırılan mermer eser. M.Ö. 540 -530 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen bu eser 1896 yılında Berlin’e götürülmüş. Bergama Müzesi’nde sergileniyor. Env. No: Sk1710 A marble artifact smuggled from the Temple of Apollo which is located in Didim (Didyma). Estimated to have been built between 540-530 BC, this artifact was taken to Berlin in 1896. It’s currently being exhibited at the Pergamon Museum. Inv. No: Sk1710
natura | 108
Aydın’ın Sultanhisar (Nysa) bölgesinden Yunan işgali esnasından ( 1922) kaçırılarak götürülmüş, köpeğini kucaklamış mermer çocuk yontusu. 1. Yüzyıla ait bu eser Atina’da Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Env. No: 3485 The marble statue of a boy holding his dog, which was smuggled from the Sultanhisar (Nysa) region of Aydın during the Greek Occupation (1922). Pertaining to the 1st century BC, this artifact is being exhibited at the National Archaeological Museum of Athens. Inv. No:3485
natura | 109
sanat | art
“KAF DAĞI BİZİZ ASLINDA” “WE ARE IN FACT THE MOUNT QAF” Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
Şu sıralar, geceleri İstiklal Caddesi’nde yürüdüğünüzde türlü türlü ejderhaların, aslanların, yılanların, Anka kuşlarının devasa gölgeleriyle karşılaşacaksınız. Sözünü sakınmayan politik ve feminist pratiği ile tanıdığımız CANAN’ın, ARTER’de açılan kapsamlı yeni sergisi “Kaf Dağı’nın Ardında”, pratiğini bu kez gerçeküstü bir evrene taşıyor ve hem ziyaretçilerine, hem de önündeki caddeden geçen kalabalıklara mitolojik yaratıkların eşliğinde, bilinçaltlarına doğru bir yolculuk vaat ediyor. Jung’un gölge arketipinden hareket eden sergi, eğer bilinçaltımızı doğru okuyabilirsek, hayatımızdaki arayışlara dair yanıtları bulabileceğimizi söylüyor ve bunun için, bulunduğumuz coğrafyaya ait bir kolektif bilinçaltının imgelerini kullanıyor. CANAN’ın Kaf Dağı’nın ardına doğru çıkardığı bu mitolojik yolculuk, aslında son derece gerçek ve kişisel; onun için bu, gölgelerimizle ve korkularımızla yüzleşmemizin, devlet, din, aile ve toplumun “görünmeyen göz”ünün üzerimizdeki baskılarını aşmamızın, kendimizi bulmamızın ve hem kişisel, hem kolektif mutluluğa ulaşmamızın yolculuğu. These days, when you walk on the Istiklal Street at night, you will encounter with the enormous shadows of various kinds of dragons, lions, snakes, and phoenixes. The new comprehensive exhibition entitled “Behind Mount Qaf”, which has been launched in ARTER by CANAN, who is renowned for her uncompromising political and feminist practices; carries them into a surrealistic world this time and promises both the visitors and people passing by the street in front of it, a journey towards the subconscious. The exhibition, originated from Jung's shadow archetypes, tells us that we can find answers to the quests in our lives if we can read our subconscious properly and therefore uses images of a collective subconscious pertaining to our geography in which we reside. This mythological journey, which was set off by CANAN towards Mount Qaf, is in fact very real and personal. For her, it is our journey to face our shadows and fears, overcome the pressures caused by the state, religion, family and the “invisible eye” of the society, to find ourselves and reach both a personal and collective happiness.
natura | 110
sanat | art
Arap ve Fars kozmolojisine göre Kaf Dağı, içinde yaşanan dünyayı bir kuşak gibi çevreleyen, aşılması imkânsız bir dağ. Kaf Dağı’nın Ardında, izleyiciyi olağandışı bir evrende seyre çıkarıyor, hem de geçmiş ve yeni işlerinizle beraber, pratiğinize kapsamlı bir şekilde bakmayı amaçlıyor. Aslında olağandışı gibi gözükse de, çok günümüze ait, bize ait bir şeyden söz ediyorum. Sergi, aslında kendimize bir yolculuk. Kaf Dağı, çok uzaklarda gözüken, asla ulaşılması mümkün olmayan bir kavram Fotoğraf/Photograph: Aslı Girgin İslam mitolojisinde. İçinde cinleri, melekleri, Anka Kuşu’nu, ejderhaları barındırıyor. Mesnevi bakış açısına göre ise, insan-ı kâmil olmayı, yani, kendine ulaşmayı anlatıyor. Anka Kuşu’nun bir hikâyesi var: kuşlar, Anka Kuşu’nu bulmak, ondan kendilerini kurtarmasını istemek için Kaf Dağı’na doğru yola çıkıyorlar. Yolda bir sürü şey başlarına geliyor, bazıları telef oluyor, bazıları geri dönüyor. Sonunda dağa ulaştıklarında fark ediyorlar ki, aslında Anka Kuşu kendileri imiş. Aslında bu, hepimizin yaşadığı bir süreç. Kendimize kurtarıcı ararken, gölgemizle mücadele ederken, ulaşılmaz bir şey gibi gözüken yere ulaşmak için çaba gösterip kendimizle karşı karşıya geldiğimizde, o korkuları aslında bizim yarattığımızı fark ediyoruz. Kurtarıcı melek de kendimiziz; birilerinin bizi kurtarmasını bekliyoruz ya, bunun sadece kendimiz olduğunu fark ettiğimizde, işte o zaman Kaf Dağı’na ulaşmış oluyoruz, öyle uzaklarda değil bu dağ. Sergi, bu yolculuğu Cennet, Cehennem, Araf olarak üç kata bölüyor. Ayrı bölümler olsa da, aslında hiçbiri birbirinden bağımsız değil; çünkü yaşadığımız hayatla ilgili hepsi. Cenneti giriş katına koydum, çünkü zaten şu anda yapabileceğimizi önerdiğim şey cennet. Ben, yukarılarda, gökte ulaşılmaz olan cennetin yerini değiştirdim, yaşanabilir bir yer olduğunu düşündüğüm için onu giriş katına koydum. ARTER’in giriş katında, şehrin en yoğun hatlarından İstiklal Caddesi ile ilişki kuran işler her zaman ilginçtir. Bu kez, bu cennette ne yer alıyor? Bir hayvanlar âlemi var, tabiatı temsil ediyor. Balıkların, yılanların, kuşların, Anka kuşuyla ejderhaların, ateş, su, toprak, hava elementlerinin, yıldızların, güneşin ve ayın bir arada olduğu bir evren temsili bu. Oradaki hayvanların hepsi aslında, bize rüyalarımızda, mitolojide, masallarda eşlik eden hayvanlar; yani bizim gölge tarafımız, bilinçaltımız. Bazen canavar olarak görünüyorlar, bazen de dost olarak görünüyorlar ve elimizden tutarak, gölgemizle savaşmamızda bize yardımcı oluyorlar. Bunlar, devasa büyüklükte, üç boyutlu hayvanlar ve payetlerle pırıl pırıllar. Yani bu aslında gece ve gündüz, aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü dengesi gibi kurgulanmış bir iş.
According to Arab and Persian cosmology, Mount Qaf is a mountain that surrounds the living world as a belt and can not be crossed in any way. Behind Mount Qaf, carries the observer to a journey in an extraordinary universe and aims to contemplate on your practice extensively both between your old and new works. Even though it seems extraordinary, I am talking about something that belongs to us, which is indeed very modern. The exhibition actually presents a journey to our inner selves. In Islamic mythology, Mount Qaf is a concept that seems far away, a concept that can never be reached. It contains jinn, angels, pheonixes and dragons. From the masnavi perspective, it is about becoming the perfect human-being which signifies reaching towards the inner self. There is a story about the pheonix like this: birds are heading towards the Mount Qaf to find the pheonix and ask for salvation. On the way, they go through various troubles, some of them perish and some of them turn back. Eventually when they reach the mountain, they realize that they are in fact pheonixes themselves. This is indeed a process we all experience at some point. When we strive to find ourselves a saviour, struggle with our shadows and try to reach the point that seems somehow unapproachable; we eventually face ourselves and realize that we are actually creating those fears. We are actually the redeeming angels; when we expect from somebody to save us and then realize that somebody is actually us, this is when we get to reach Mount Qaf, it’s really not that far away. The exhibition divides this journey into three segments as Heaven, Hell and Limbo. Although they represent seperate segments, they are not independent from each other; because they are all about the life we experience. I installed Heaven on the ground floor because it already represents what we can do now. I changed its perception of being an unapproachable place in the sky and placed it on the ground floor because I think it’s a livable place. Works that are exhibited at the ground floor of ARTER which establish a connection with the Istiklal Street, being one of the most crowded routes of the city; always draw a great deal of interest. What does this heaven include this time? There is an animal kingdom, representing the nature. It is the representation of a universe in which fish, snakes, birds, pheonixes along with dragons; fire, water, earth, elements of air, stars, sun and moon are all together. All the animals here actually accompany us in our dreams, in the mythology and in tales; in a sense they are our shadowy side, our subconscious. Sometimes they appear to us as monsters and sometimes as friends, and they help us fight our shadows by holding our hands. They are gigantic three-dimensional animals having shiny paillettes. So this work was intrinsically made with a balance of night and day, bright and dark, good and bad. There is also such balance in the world we live in and it has to be provided. When the day is over and the exhibition natura | 111
sanat | art İçinde bulunduğumuz dünyada da böyle bir denge var ve bunun sağlanması gerekiyor. Gün bitip sergi kapandığında, vitrine bir perde konuyor, arkaya yerleştirilen bir ışıkla bu perdeden sokağa gölgeler yansıyor. Ve yine aynı soruya geliyoruz: sokaktaki bu gölgelerle biz nasıl halleşiyoruz, yani korkularımızla yüzleşebiliyor muyuz? Aydınlık olduğunda bize çok büyüleyici ve güzel gözüken şeyler, neden karanlıkta, gölge olduğunda bize korkutucu ve ürkütücü geliyor? İki tarafımızı nasıl dengeye koyabiliriz? Peki Araf bize ne söylüyor? Göklerde uçmadan, tamamen yerde de kalmayıp ikisinin arasında, eril ve dişil enerjilerin dengesiyle insan olabileceğimizi savunuyorum. Bunun da bir süreç olduğunu söylüyorum; biz hâlâ bir yandan evrimimizi sürdürüyoruz insanlık olarak, bu dünyada yaşamayı becermeye çalışıyoruz. Hâlâ bedenimiz değişiyor, evren genişliyor. O yüzden Araf’ı ben, arada kalmak yerine, yaşanan bir süreç olarak tanımlıyorum. Bu katı Şahmaran koruyor, Mardin yöresine özgü bir kadın kahraman. Bir söyleşinizde de iş üretmeyi kendiniz için bir “katarsis” olarak tanımlıyorsunuz. Kendi hayatınıza ve pratiğinize dair olan, bu çok kişisel sergiyi üretmek nasıl hissettirdi? Bu sergi, benim için gölgelerimle yüzleşmek, onlarla barışmak ve geçmişi geride bırakmak, devam etmek, yoluma bakmak oldu. Hem kendim için, hem de toplumsal olarak önerilerde bulunmak oldu biraz. Bireyler olarak kendimizle ilgili sorunlarımızı çözemediğimiz, gölgelerimizle karşılaşmadığımız sürece, kolektif olarak mutlu olmamız pek mümkün gözükmüyor. Ben sanatın hem bireysel, hem kolektif olarak bir iyileşme aracı olduğunu düşünüyorum; çünkü aslında bu benim için iyileşme süreciyken, kolektif olarak da bir iyileşme süreci. Hepimizin özlemleri, aslında insan olarak aynı; her ne kadar şu dönemde toplumsal olarak farklı düşüncelere sahibiz gibi görünsek de. Aynı şeyleri paylaşıyoruz ve iki taraf yakınlaşıp birbiriyle özlemlerini, mutluluklarını, acılarını paylaştığında ben sorunların çözüleceğini düşünüyorum. İktidarlar bambaşka şeyler söyleyebilir, ama sokakta biz hepimiz kardeşiz, arkadaşız, komşuyuz, dostuz ve bu paylaşımı gerçekleştirdiğimiz anda arada sorun kalmayacak.
natura | 112
sanat | art closes, a curtain is installed on the display and the shadows are reflected towards the street owing to a light set up at the rear side. Once again we come back to the same question: how do we get along with these shadows on the streets, are we able to face our fears? What makes things so fascinating and beautiful at daylight and so scary and frightening at dark when there are shadows? How can we set a balance between our two sides? How about Hell? Şehretü’n-nar, mother of all the jinn, protects the Hell on the top floor. She’s a heroine having four thousand faces with different expressions on each face. This is a pitch-dark place and there are numerous jinn that shine with phosphorous light. Although it seems like a frightening place for the viewers, this section is actually about confronting our fears and understanding that they are in vain. We are creating our fears, meaning hell is in our own minds. Therefore there is no true “hell” in this exhibition. If we feel scared, it feels that way because we attribute the meaning to it. This section shows that we can only leave hell if we face this fact. In this hell, we are fighting with our shadows and reaching heaven. What does heaven promise us? A wonderful nature and the longing for a better world. And also beautiful human relations. A depiction of life in which your own sexual orientations, your aspirations and happiness are all together just as you want. The exhibition states that we want to live in heaven and it is really possible for us to create it here. We do not need to feel this longing behind Mount Qaf; we are in fact the Mount Qaf. In one of your interviews, you define producing a work as a “catharsis” for yourself. How did you feel about creating this highly personal exhibition that is unique to your life and practice? This exhibition led me to confront my shadows, make peace with them and leave behind the past, to continue and move on my path. It also guided me to give suggestions both for myself and the society. Unless we are able to solve our own problems as individuals and face our shadows, it does not seem possible to be collectively happy. I think that art is a medium of recovery both individually and collectively; because while this is a recovery process for me, it’s also a collective recovery process. All of our aspirations are the same as human beings, even though we seem to have socially different thoughts these days. We share the same things and I think all problems will be overcome when two sides become closer and share their longings, happiness, and sorrows. The authorities may differ but in the streets we are all brothers, friends and neighbors and there won’t be any problems when we start sharing.
Milliyet Sanat Eylül sayısından kısaltılmıştır. Abridged from Milliyet Sanat September issue
“Kaf Dağı’nın Ardında” 12 Eylül-24 Aralık 2017 ARTER İngilizcesi “Behind Mount Qaf” September 12-December 24 2017 ARTER Fotoğraflar/Photographs: Murat Germen, ARTER natura | 113
sektör | sector
MERMERCİLER EURASİA FUARI İLE YENİ BİR MECRAYA ULAŞTILAR MARBLERS REACHED A NEW MEDIUM WITH EURASIA FAIR
natura | 114
sektör | sector
İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’nin düzenlediği Project Marble Eurasia – Doğal Ta ş, Mermer Proje ve Teknolojileri Fuarı 23-26 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşti. Fuar hem katılımcıların hem de ziyaretçilerin yüzlerini güldürdü. 15 bin metrekarelik açık ve kapalı alana sahip fuarda sergilenen blok mermerlerin yüzde 80’i ilk günden satıldı. Türk doğal ta ş sektörünün çatı kuruluşu Türk Mermer Maden Vakfı da, fuarda katılımcılara fidan hediye etti. İstanbul Mermer Fuarı’nın or taya çıkmasındaki en büyük pay sahibi İMİB eski Yönetim Kurulu Ba şkanı Ali Kahyaoğlu da, uzun ve zorlu süreci şu sözlerle aktardı: “Bu fuarın oluşmasında çok eziyet çektik. Çok engel çıkardılar, maalesef kendi yönetim kurulum bile bu fuar yapılmasın diye benimle mücadele etti. Bira z evvel içeri girdiğimde ‘üç otobüs dolusu yabancının bile bu fuara gelmesi bize yeter,’ diyen meslekta şlarım vardı. Hepsine ve tüm emeği geçenlere teşekkür ediyorum. 8 ay boyunca ekibimle birlikte çalışarak fuarı bu seviyeye getirdik, ama herkesin de gecesi gündüzüne birbirine karıştı. Allah’a şükürler olsun ki ba şardık. İnşallah önümüzdeki yıl bu fuarda adım atacak yer kalmayacak. Fuarın herkese hayırlar ve bereket getirmesini diliyorum. Çok küçük bir hatırlatma yapmalıyım. ‘Alım heyeti’ konusunda da çok fa zla tepki aldık. ‘Alım heyeti ne?’ diyen sektörün ba şkanları karşıma dikildi. ‘Bunlar gezmeye geliyor,’ diyenler oldu. Ama biz bir ta şla üç kuş vurduğumuzu düşünüyoruz. Buraya gelen tüm misafirlerimize İstanbul’un tarihi ve turistik yerlerini gezdirip, Boğa z’da iki gece kendilerini ağırlayıp misafir edeceğiz. 15 Temmuz’un ardından Türkiye’nin hak etmediği kötü algıyı bir nebze olsun kırmaya çalışacağız. Misafirlerimiz gördüler ki, turistik açıdan hiçbir sıkıntı yok. Herkes rahat rahat geziyor. Ben inanıyorum ki, bizim ağırladığımız bu misafirler ülkelerine döndüklerinde bizi çok iyi bir şekilde anlatıp, söylenenlerin gerçeği yansıtmadığını aktaracaklar. Hepinize yeniden hoş geldiniz diyor, saygılar sunuyorum,” dedi.
Project Marble Eurasia – Natural Stone, Marble Project and Technologies Fair was organized by Istanbul Mineral Exporters’ Association and took place between August 23-26. The fair pleased both the participants and visitors. Throughout the fair spreading over 15,000 sqm of indoor and outdoor space, 80% of the exhibited block marbles have been sold in the first day of the event. The umbrella organization of Turkish natural stone industry, Turkish Marbles and Minerals Foundation also presented saplings to participants. Regarding the long and compelling process, Ali Kahyaoğlu, former Board Chairman of IMIB who has the biggest part in establishing the Istanbul Marble Fair, said: “We have encountered many obstacles in the organization process of this fair. They created difficulties and unfortunately even my own management team has struggled with me to prevent organizing this fair. When I came in just a while ago, I had colleagues saying, ‘It’s more than enough if three busloads of foreigners come to this fair’. I express my sincere thanks to all of them and those who have contributed. We worked together with my team for 8 months to bring the fair to this level although everyone had to work day and night. Thankfully we made it. I hope next year the fair will be bursting at the seams. I wish the fair will bring everyone prosperity and prolificacy. I need to make a little reminder. We have received many reactions about the ‘procurement committee’. Industry executives stood against me asking ‘what is a procurement committee?’. Some of them even said, ‘they are coming here to wander around’. But we think we have killed three birds with one stone. We are going to host all the guests who came here in the Bosphorus for two nights and show them around the historical and touristic areas of Istanbul. We will try to break the unjust and bad reputation of Turkey after July 15. Our guests have seen that there is no problem here in terms of tourism. Everyone is traveling around comfortably. I believe that when these guests we have hosted return to their countries, they will tell about us in a good way and say that the speculations do not reflect the truth. Once again, I welcome you all and give my best regards.”
natura | 115
sektör | sector
sektör | sector Fuar boyunca URGE kapsamında ülkemize getirilen 50 0’e yakın yabancı alıcı stantları ziyaret ettiler. Birçok firma sipariş alırken, makine üreticileri de getirdikleri ürünleri stantlarında sattılar. İkili görüşmelerde özellikle makine firmaları ile temsilcilik anla şmaları imzalandı. Yapılan ticari bağlantılardan fuar katılımcılarının tamamına yakını fuardan mutlu bir şekilde ayrıldılar. Prof.Dr. Erdoğan Yüzer ve Mühendis Ya şar Yılma z, fuarın ikinci gününde düzenlenen seminerde konuştular. Prof.Dr. Erdoğan Yüzer sunumunda ülkemizdeki mermerciliğin gelişimi ve günümüzdeki konumunu anlatan bir konuşma yaptı. Mermerciliğin ve mermerin önündeki sorunlardan söz eden Yüzer: “10 0 ton çıkarırsınız 90 tondan fa zlasını pasa olarak atarsınız. Bu büyük bir çevre sorununu da beraberinde getirecektir. Bu pasalara her gün tonlarcası eklenir, bunları değerlendirmek gerekir. Depolamak zorundayız. Aksi halde pasayı mermerin üzerine atar, sonra da yıllar sonra onu kaldırıp mermere ula şmaya çalışırsınız. Türkiye de Carrara’nın ya şadığı bu sorunla karşıla şmakla yüz yüzedir,” diyerek uyarılarda bulundu. Mühendis Ya ş ar Yılma z ise sunumunda ülkemizden kaç ır ılan ant ik eser ler hakkında bilgiler verdi. Bu konudaki farkında lığ ın ar t t ır ılma sı gerek t iğini söyleyen Yılma z: “Ber lin Bergama Müzesi’ni ziyaret edenler in 9 yılda bırak t ıklar ı para 1 milyar Euro. Yıl 18 63, A lmanlar Bergama’yı soymaya ba şladı. Sene 2017, A lmanlar yine orada ka zı yapıyor lar. Ter si olsaydı, A lmanlar sessiz ka lır mıydı? Niye biz sessiz ka lıyoruz, korkak mıyız? Cahil miyiz? Eğer bir ulussak Bat ı bizi küçük görür ve haklıdır. 33 metrelik pa zar yer ini A lmanlar götürüp, Ber lin’de ayağa ka ldır mışlar. Ama bir de mada lyonun diğer yüzü var. Bir A lman dedesinden ka lan mezar t a şını sat ar mı? Biz sat ıyoruz. Kur tulmanın yolu bilinçlenmek ten geçer,” dedi.
natura | 116
Throughout the fair, approximately 500 foreign buyers who were welcomed within the scope of URGE, have visited the booths. While many firms have received orders, machine manifacturers sold their products they have brought along. Representation agreements have been signed in bilateral negotiations, especially with the machinery companies. Along with established commercial ties, almost every fair participant left the event on a happy note. Prof. Erdoğan Yüzer and Engr. Yaşar Yılmaz took the floor in the seminar which has been conducted in the second day of the fair. In his presentation, Prof. Erdoğan Yüzer made a speech about the improvement and current position of the marble industry in our country. Addressing the issues about marble and the industry, Yüzer said: “If you quarry 100 tons of marble, you need to dispose more than 90 tons of waste. This will also cause a massive environment problem. Each day, tons of waste add up and you need to utilize them. We need to store. Otherwise, you throw the waste on marble and eventually you will try to remove it to reach the surface of marble. Turkey is faced with this problem which Carrara has encountered before.” As for Engr. Yaşar Yılmaz, he gave insight into historical artifacts that were smuggled from our country. Stating that the awareness around this topic needs to be expanded, Yılmaz said: “Visitors who have been to Berlin Pergamon Museum brought in 1 billion euros in 9 years. In 1863, Germans started to plunder Pergamon. In 2017, they are still doing excavation work there. If the opposite would have happened, would Germans stay silent? Why do we keep still about it, are we cowards? Are we ignorant? If we are a nation as a whole, the west look down on us and they are right. Germans have taken a marketplace of 33 meters and revitalized it in Berlin. However, there is the other side of the medallion. Would Germans sell a gravestone inherited from their ancestors? We do. The road to salvation passes by awareness.”
natura | 117
sektör | sector
sektör | sector
MADEN, DOĞAL TAŞ VE MERMER SEKTÖRÜNÜN GELECEK ROTASI KONUŞULDU THE FUTURE ROADMAP OF MINING, NATURAL STONE AND MARBLE INDUSTRY HAVE BEEN DISCUSSED IN DETAIL Halkbank- Turkishtime Ortak Akıl Toplantıları’nın 17.’sinde maden - doğal taş - mermer sektörünün temsilcileri bir araya geldi. Sektörün bugünü ve geleceğini tartışan katılımcılar sektörü ileriye taşımak için ortak aklı aradı. Liderler, ruhsat sorununun bir an önce çözülmesini istedi. Bürokrasideki gecikmelere dikkat çekilen toplantıda birlik ve beraberlik ihtiyacının altı çizildi. Representatives of mining – natural stone – marble industry have come together for the 17th edition of Halkbank Turkishtime Common Mind Meetings. Discussing the present and future state of the industry, the participants sought common mind to move the industry forward. The leaders wanted the license issue to be resolved as soon as possible. The need for unity and solidarity was highlighted at the meeting, which emphasized the delays in bureaucracy.
Türkiye doğal ta ş anlamında dünya rezer vlerinin yüzde 40’ına sahip. Dünyanın en zengin mermer yataklarının bulunduğu hatta olan Türkiye’de bulunan mermer kaynakları dünya rezer vinin yüzde 33’üne denk. Sektörde bin 50 0 adet ocak bulunmakta. Yakla şık 350 bin kişi istihdam ediliyor. Turkishtime - Halkbank Or tak Akıl Toplantısı’nda sektörün sorunları konuşuldu, gelecek stratejileri belirlendi. Birlik ve beraberliğe olan ihtiyacının altının çizildiği toplantıda lojistik, enerji ve bürokraside ya şanan sorunlar konuşuldu. Ülkede yerel ta şın kullanılmasının önemi vurgulandı. Turistik anlamda önemli mekânların Türk doğal taşıyla döşenmesinin sektöre ve özellikle ihracata katkı sağlayacağı da dikkat çeken konulardan biriydi.
Turkey holds 40 percent of world reserves in terms of natural stones. Positioned on the axis where the world’s richest marble deposits are to be found, Turkey’s marble reserves are equivalent to 33 percent of the world’s reserves. There are 1,500 quarries in the scope of the industry and approximately 350,000 people are employed. In the frame of Turkishtime – Halkbank Common Mind Meetings, the problems of the industry have been discussed and future strategies have been specified. Highlighting the importance of unity and solidarity, the meeting focused on problems in logistics, energy and bureaucracy. It also emphasized the significance of using local stones in our country. The fact that veneering places of touristic importance with Turkish natural stones would contribute to the industry and exports in particular, was one of the key topics of the meeting.
MADEN – DOĞAL TAŞ - MERMER SEKTÖRÜNÜN YENİ ROTASINI BELİRLEYECEK 10 ŞART
10 CONDITIONS THAT WILL DETERMINE THE NEW ROADMAP OF MINING – NATURAL STONE – MARBLE INDUSTRY
Tasarımda beraber çalışılmalı Üniver siteler in de des teği ile t a sar ımda beraber ç a lışılma lı. İt a lya gibi t a sar ımda dünya marka sı olan ülkeler in tesisler i incelenmeli. Türk doğa l t a şlar ını işlerken de t a sar ım nok t a sında farklıla şmaya odaklanılma lı. Özellikle mer mer modayla para lel iler lemek te. Sek tör modayı t akip etmeli, öne çıkan renk ve t asar ımlara ağ ır lık ver meli. Bu a landa da uzman kişilere danışılma lı.
A collaborative process in design must be established Along with the support of universities, a collaborative process in design must be established. The facilities of world brand countries in design, such as Italy, must be examined. Differentiation at the point of design must be focused even when processing Turkish natural stones. Marble in particular, moves parallel with fashion. The industry must follow the fashion industry and focus on outstanding colors and designs. Experts must also be consulted regarding this field.
Deniz taşımacılığı önemli Her geçen gün artan konteyner fiyatları imalatı durdurma seviyesine getiriyor, fabrikalarda stoklar yığılıyor. Lojistik alanda maliyetlerin azaltılması üzerinde çalışılmalı, devletten de destek alınmalı. Türkiye’nin lojistik olarak özellikle deniz taşımacılığına önem vermesi gerek. Sektörün ihracatta hedeflerine ulaşabilmesi için lojistik maliyetlerini azaltması gerek. Örneğin Çin’deki gibi vergi iadesi sistemi uygulanabilir.
Sea transport is essential The ever-increasing container prices are bringing manufacturing to a halt and the stocks are piling up in factories. Reducing costs in logistics field must be worked on and state support must be received. Turkey has to pay particular attention to logistics, especially to sea transport. In order to reach the export objectives, the industry needs to reduce its logistics costs. For example, a tax return system can be applied as in China.
natura | 118
İzin protokolü hızlandırılmalı Bürokra side ve planlamalarda devletin öncü olma sı mermer ve maden sektörünün geleceği için önem ta şımak t a. Uzun süren bürokratik süreçl e r i m a l a t ç ı y ı z o r a s o k u y o r. İ z i n l e r i n ne zaman çıkacağını öngöremeyen üreticiler zaman zaman müşteri k a y b e d i y o r. T B M M A r a ş t ı r m a K o m i s y o n u R a p o r u ’n a g ö r e : b i r m a d e n c i , 8 B a k a n l ı k , 9 2 y a s a , 8 7 y ö n e t m e l i k , 16 u l u s la ra ra sı sözle şme, 8 tüzük, 21 değ işik gr upt a n izin a lır s a a n c a k m a d e n c i o l a b i l i y o r. S ü r e ç h ı z l a n d ı r ı l m a l ı .
Approval protocol must be accelerated The pioneering role of the state regarding bureaucracy and planning is vital for the future of marble and mining industry. Long bureaucratic processes are putting a strain on the manufacturer. Unable to predict when the approval will be granted, manufactureres lose customers at times. According to the Parliamentary Research Commission Report of the Grand National Assembly of Turkey (TBMM): miners can only be authorized if they receive permission from 8 ministries, 92 laws, 87 regulations, 16 international conventions, 8 legislations and 21 different groups. The process must be accelerated.
Madenciye kredi şartları gözden geçirilmeli Sektörde krediye ulaşma alanında zorluklar yaşanmakta. Maden ve mermer sektörünün en önemli değeri olan maden sahaları bilançolarda yer almıyor. Maden sahalarını teminat olarak alınması sektördeki finansman sorununa çare olabilir.
Credit terms must be reevaluated for miners There are challenges in the industry regarding getting loans. Mine sites, which stand out as the most important values of the mining and marble industry, are not included in balance sheets. Taking minefields as collateral could be a solution to industry’s financial problem.
Sağlıklı verilerle sektör anlatılmalı Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde katma değer nereden nereye geldi gibi verilerle siyasetçiler donatılmalı. Mermerde blok satışın ne kadar arttığı aktarılmalı. Sektörde rakama dayalı raporlar üretilmeli. Son 10 yılda kilogram başına katma değerin ne kadar arttığını gösteren grafiklerin de içinde yer aldığı notlar takdim edilmeli.
The industry must be explained through accurate data The politicians must be informed with data such as the course of added value in the last 10 years. The amount of block sale leftovers in the marble industry must be properly relayed. Number-based reports must be presented in the industry. There must be notes that include charts, demonstrating how much the added values have increased per kg during the last 10 years.
Teknolojik dönüşüm tamamlanmalı Kamu kuruluşlarıyla beraber dünyanın farklı yerlerini ziyaret edip gözlem yapılmalı. Tıpkı dünyadaki diğer madenler gibi Türkiye de Endüstri 4.0’a adapte olmalı, Ar-Ge çalışmalarını hızlandırmalı. Maden ocaklarında ve fabrikalarda teknolojiye verilen önem artmalı.
Technological transformation must be completed Observations must be made along with public institutions by visiting different parts of the world. Just as other mines in the world, Turkey must comply with Industry 4.0 and accelerate R&D studies. The importance attached to technology in mines and factories must increase.
Ülke kendi taşını tanımalı Ülkede kendi mermerinin kalitesine ilişkin çalışmalar yapılmalı. Ülke kendi taşını tanımalı, tanıtmalı. Havaalanları gibi ciddi anlamda turist ağırlayan mekanların Türk doğal taşlarıyla döşenmesi sektöre ihracat anlamında da fayda sağlayacaktır. Her yıl yaklaşık 200 milyon kişinin ziyaret ettiği havaalanları Türk madencisi için en iyi showroom olacaktır.
Our country must know its own stones Certain works must be performed in the country, regarding the quality of its own marble. Our country needs to be acquainted with its own stones and it must promote them. Veneering places that host a high number of tourists such as airports with Turkish natural stones will also contribute to the industry in terms of exports. Hosting approximately 200 million people each year, airports will without a doubt serve as the best showroom for the Turkish miner.
İşbirliği şart 2023 hedefleri dışında sektörün bir de makro plana ihtiyacı var. Sektörde birlik ve beraberlik sağlanmalı, planlama da beraber gerçekleştirilmeli. Sektöre emek veren herkes işbirliği içerisinde çalışmalı. Doğal taşların tükenebilir kaynaklar olduğu göz önünde bulundurularak fiyatlama yapılmalı. Değerinin altında satılan her taş sektöre zarar vermekte. Çıkarılan taşların kıymeti bilinmeli.
Collaboration is a must Besides the 2023 objectives, the industry also needs a macro plan. Unity and solidarity must be provided in the industry and planning must be realized collaterally. Everyone working in the industry must work in cooperation. Pricing must be conducted considering that natural stones are consumable resources. Each stone sold below its value is harming the industry. The value of the quarried stones must be appreciated.
Yabancı yatırımcı kısıtlanmalı 2014 yılında maden kanundaki değişiklik ile yabancılar Türkiye’de ruhsat almaya başladı. Bugün Burdur’da 10’un üzerinde Çin ocağı var. Yurtdışına ihraç edilen blokların bir miktarını işlenmiş mermer olarak satma gibi bir zorunluluk uygulanabilir. İtalya ve İspanya’nın uyguladığı gibi uluslararası kanunlara göre yabancı yatırımcıya bir kısıtlama yapılabilir.
Foreign investors must be restrained Due to the change in the mining law in 2014, foreigners started to obtain licenses in Turkey. Today, there are over 10 Chinese quarries in Burdur. An obligation such as selling some of the blocks exported abroad as processed marbles can be implemented. There can be a restriction applied for foreign investors according to international laws, such as those Italy and Spain enforce.
Enerji teşviği fark yaratır Enerji maliyetlerinin dünya ile aynı düzeylerde olması gerekiyor. Mazot ya da elektrik desteği üreticiye büyük katkı sağlayacaktır. Çin’de enerji fiyatının düşük olması, Türkiye’yi Çin ile rekabette geride bırakmakta. Çin ile rekabet edilebilmesi için maliyetler azaltılmalı. Ayrıca enerji desteği ile katma değer açısından da fark yaratılabilir.
Energy incentive will make a difference Energy costs must be equal with world levels. Diesel or electric inducement will contribute a great deal to the manufacturer. The fact that energy costs are low in China, leaves Turkey behind in competition with China. Costs must be reduced in order for us to compete with China. Besides, energy incentives can also make a difference in terms of added value. natura | 119