MİMARİ, İÇ MİMARİ, SANAT VE DOĞAL TAŞ DERGİSİ ARCHITECTURE, INTERIOR DESIGN, ART AND NATURAL STONE MAGAZINE
MAYIS-HAZİRAN 2017 / MAY-JUNE 2017
DOĞAL TAŞ, MERMER PROJE VE TEKNOLOJİLERİ FUARI NATURAL STONE, MARBLE PROJECT AND TECHNOLOGIES EXHIBITON
24 - 27 AĞUSTOS | AUGUST 2017
Organizatör Organizer
Destekleyenler Supporters
www.projectmarbleeurasia.com • info@projectmarbleeurasia.com www.istanbulblock.com • info@istanbulblock.com
BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) DENETİMİNDE DÜZENLENMEKTEDİR. THESE FAIRS ORGANIZED BY THE APPROVAL OF UNION CHAMBERS AND COMMODITY EXHANGES OF TURKEY ACCORDING THE LAW NUMBER 5174.
BORAN EKİNCİ İLE SON PROJELERİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ INTERVIEW WITH BORAN EKİNCİ ABOUT HIS RECENT PROJECTS EMİNE ÖĞÜN & MEHMET ÖĞÜN MİMARLIK İLE AMANRUYA OTEL PROJESİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ INTERVIEW WITH EMİNE ÖĞÜN & MEHMET ÖĞÜN ARCHITECTS ON AMANRUYA RESORT PROJECT MATRERA KALESİ’NİN RESTORASYONU THE RESTORATION OF MATRERA CASTLE SANATÇI FİLİNTA ÖNAL İLE SÖYLEŞİ INTERVIEW WITH THE ARTIST FİLİNTA ONAL
44 BAŞLARKEN / INTRODUCTION Başkan Mesajı / message from the CHAIRMAN • 04 EDİTÖRDEN / Editorial • 05 genel sekreter mesajı / message from secretary general • 06 HABERLER & ETKİNLİKLER / NEWS & EVENTS • 08 SEBASTIAN Herkner’den Salute / Salute by Sebastian Herkner • 21 LES JUMELLES - ATELIER PIERRE THIBAULT • 24 İMİB, “TURKISH STONES” MARKASI İLE MIPIM’DEYDİ / IMIB WAS AT MIPIM WITH THE “TURKISHSTONES” BRAND • 38 MİMARİ / ARCHITECTURE KAPAK KONUSU / cover story: BORAN EKİNCİ İLE BODRUM KOOPERATİF EVLERİ PROJESİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ / INTERVIEW WITH BORAN EKİNCİ ABOUT BODRUM BUILDING SOCIETY HOUSES • 44 EMİNE ÖĞÜN & MEHMET ÖĞÜN MİMARLIK İLE AMANRUYA OTEL PROJESİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ / INTERVIEW WITH EMİNE ÖĞÜN & MEHMET ÖĞÜN ARCHITECTS ON AMANRUYA RESORT PROJECT • 60 GÜVERCİNLİK AZO. SEQUEIRA MİMARLIK ORTAKLIĞI / THE DOVECOTE AZO. SEQUEIRA ARQUITECTOS ASSOCIADOS • 72 Matrera Kalesi’nin Restorasyonu Tartışmalara Yol Açtı / The RESTORATION of Matrera Castle Sparked Debate• 78 TAŞTAN YAPILMIŞ İLK İHTİŞAMLI VE YEKPARE PARABOLOİT: HYPARGATE / THE FIRST DISCRETE HYPERBOLIC PARABOLOID MADE OF STONE: HYPARGATE NEW FUNDAMENTALS RESEARCH GROUP • 84
56
66
38 72
İç Mİmarlık / Interior Design TRİO KONUTLARI - TEAM PROJE MİMARLIK / TRIO RESIDENCES – TEAM PROJE ARCHITECTS • 88 ADANA DIVAN OTEL- DIVAN PATISSERIE - DIVAN PUB DIVAN OTEL GELENEKSEL KALİTESİ İLE ÇAĞDAŞ ve ELEGAN DOKUNUŞLAR / DIVAN ADANA HOTEL – DIVAN PATISSERIE – DIVAN PUB MODERN AND ELEGANT DETAILS WITH THE TRADITIONAL QUALITY OF DIVAN HOTEL • 94 SANAT / ART SANATÇI FİLİNTA ÖNAL İLE SÖYLEŞİ / INTERVIEW WITH THE ARTIST FİLİNTA ÖNAL • 100 LİMAN: İSTANBUL’A BİR VEDA VE BİR SELAM / HARBOR: A FAREWELL AND GREETING TO ISTANBUL • 110
60
SEKTÖRDEN / SECTORAL NEWS ART MADEN’DEN FİLİZ HÖKELEK İLE SÖYLEŞİ / INTERVIEW WITH FİLİZ HÖKELEK FROM ART MADEN • 114 Mermerin Başkenti Afyon’a Dünya Standartlarında bir FABRİKADA Yepyeni bir Showroom ve bir Plaka Galeri daha! / ANOTHER BRAND NEW SHOWROOM AND A NEW PLATE GALLERY IN A WORLD CLASS FACTORY IN AFYON, THE CAPITAL OF MARBLE • 118
78 84
102
editörden
başkan mesajı message from the chairmen
editorial
Her sayımızda; popüler olandan ziyade modern zamanda doğal taşın kullanıldığı “iyi mimarlık” örneklerini sayfalarımıza taşıyoruz. Doğal olan malzemenin özenle kullanıldığı projeleri bu sayıda da anlatmaya devam ettik.
Natura Yayın Kurulu Başkanı ve İstanbul Maden İhracatçılar Birliği adına Yönetim Kurulu Başkanı Chairman of Editorial Comittee and İstanbul Mineral Exporters Association, Ali Kahyaoğlu
Ali Kahyaoğlu kahyaoglua@yahoo.com Değerli Meslektaşlarım, Maden ve mermer sektörü 2017 yılında iyi başladı. İhracatımız ilk dört ayda yüzümüzü güldürdü. Doğal taş sektörüne yeni kazandırdığımız İstanbul Marble Block ve İstanbul Project Marble Fuarları 23-26 Ağustos 2017 tarihlerinde İFM’de ( İstanbul Fuar MerkeziYeşilköy) İMİB olarak biz yapıyoruz. Bu fuarda 1 Euro’u 1 TL ile eşitliyoruz. Euro olan bedelleri TL’ye çeviriyoruz. İçeri m2 bedeli 125 Euro olan yerler 125 TL’den, dış sahada m2 bedeli 75 Euro olan blok yerlerini 75 TL’den, yine dış sahada 55 Euro olan makine alanının m2 bedelini 55 Euro yerine 55 TL’den satışa çıkardık. Farklı ülkelerden firma temsilcilerinden oluşan 400 adet alım heyeti organize edildi. Bunun fuara büyük bir canlılık getireceğiniz düşünüyoruz. Bu heyetin uçak ve otel bedellerini biz ödüyoruz. Bunun dışında yurtiçinden de bir çok mimar ve müteahhit bu fuara davetli olarak katılacak. Büyük projelerin bulunduğu İstanbul’un bu fuarla mermer sektörüne büyük katkısı olacaktır Bu fuarın İstanbul’umuza yakışan bir fuar olacağından eminim. Amacımız taş üstüne taş koymak; ülkemize, ihracatçımıza hizmet etmek. Saygılarımla, Dear Colleagues, As IMIB, we declared 2017 as the year of International Turkish Natural Stones. Along with an architecture office which we are going to establish in this frame, we our participations regarding the marble fair, which will be held in Antalya this year. Yours Sincerely,
Yayın Kurulu Editorial Commitee Ali Kahyaoğlu Hasan Hüsnü Ayvacı Mustafa Selçuk Çevik Banu Sürmen Altın Mutlu Öktem Genel Koordinatör General Coordinator Bülent Tatlıcan bulent@krmedya.com
Yaz aylarına hazırlık olarak genelde ülkemizin tatil beldelerinden doğa ile iç içe ev ve otel projelerinden ve özellikle de bu projelerdeki iyi doğal taş uygulamalarından bahsediyoruz. Bir otel projesindeki her detayın tasarımcıları tarafından düşünülmesine ve böylelikle zanaatkârlık ile mimarlığın buluşmasına şahitlik ediyoruz. Konut projelerinde yatay mimari mantığı ile yeşile gizlenmiş kaliteli yaşam alanları oluşturan tasarımları mimarı ile söyleşi yaparak size aktarıyoruz. Kıymetli bir heykeltıraşın hikâyesine de yer veriyoruz. Doğal taşın önemini, özelliklerini ve dahası güzelliğini anlatmak üzere İMİB desteği ile hazırlanan mimarlık dergisi Natura’da izini sürdüğümüz mimarlık ve sanat ürünleri; yerellik ile modernliğin buluştuğu, zanaatkârlığın estetik ile birleştiği örnekler taşımaktalar. İyi mimarlık örneklerini huzurlarınıza getirmek konusundaki ısrarımızı yineleyip, yeni sayıda görüşmek üzere diyelim. Mimarinin dünyayı güzelleştirme çabasına destek olmak dileğiyle…
Söz uçar, yazı kalır…
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Editor in Chief Mehmet Nur Ulaş mehmet@krmedya.com
In each issue, rather than the mainstream, we continue to feature the examples of “proper architecture” of the modern-day which involve the use of natural stones. Once again in this issue, we continued to present the projects in which natural materials are meticulously used.
Yayın Direktörü Editorial Director Heval Zeliha Yüksel Üçok yzeliha@yahoo.com Konular Editörü Features Editor Selin Biçer Yardımcı Editör Associate Editor Yağmur Yıldırım Tasarım / Design Kare Tasarım Zeynep Karakoyun Tercüme / Translation Yiğit Dilbaz Hukuk Danışmanı / Legal Consultation Av. Dr. Ramazan Arıtürk Av. Arb. Zeki Arıtürk Av. Eren Özden Yönetim / Management Kare Tasarım Arabayolu Cad. No:11/A Tarabya/ Sarıyer- İstanbul 0212 262 07 66 www.krmedya.com
As a preparation for the summer months, we are generally featuring house and hotel projects Mimar / Architect, Heval Zeliha Yüksel Üçok from the holiday resorts of our country which are in touch with nature and especially the fine natural stone implementations within these projects. We are witnessing the fact that each detail in the design of a hotel project is considered by the designers and therefore the artisanship and architecture converge. We are featuring several housing project designs which embody horizontal architecture approach and form high quaity living spaces that are hidden in nature, by making interviews with their architects. We are also presenting the story of an esteemed sculptor. The architectural and artistic works that we trace in Natura, an architecture magazine compiled with the support of IMIB which introduces the importance, quality and further the beauty of natural stones, embrace the examples where the local meets with the modern and the artisanship with the aesthetics. We restate the persistance we have on introducing the finest examples of architecture and say, “See you in the next issue”. Hoping to support the effort to glorify the world through architecture...
Reklam / Advertisement Şener Sabırlı reklam@krmedya.com Baskı / Publishing FRS Matbaacılık Mas- Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. 34 Bağcılar 34204 İstanbul natura | 4
Bize ulaşın / Contact us www.naturadergi.com info@krmedya.com
Verba volant, scripta manent...
natura | 5
genel sekreter mesajı | message from secretary general
Değerli Okuyucumuz, İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri (İMMİB) bünyesinde yer alan İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB), 2017 yılını ”Dünya Türk Doğal Taşları Yılı” ilan etti. Bu doğrultuda, maden ihracatının %48’ini oluşturan öncü sektör konumundaki doğal taşlar sektöründe, 2017 yılı içerisinde 2,2 milyar USD ihracat hedeflenmektedir. Önümüzdeki dönemde, İstanbul Maden İhracatçıları Birliği tarafından dünya doğal taş sektörü ithalatında önemli paya sahip olan ülkelere yönelik sektörel ticaret heyetleri düzenlenecek ve önem arz eden fuarlara katılım gerçekleştirilecektir.
Dear Reader,
Functioning within the body of Istanbul Mineral and Metals Exporters’ Association (IMMIB), Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB) has declared 2017 as the “Year of International Turkish Natural Stones”. In this direction, 2,2 billion dollars of export rate is aimed for 2017, within the scope of the natural stone industry stands for the leading sector generating 48% of the mineral exports. In the following period, Istanbul Mineral Exporters’ Association will organize sectoral trade missions towards countries that have substantial shnology. I wish you a pleasant read for this issue which presents architectures shining out with their natural stone designs, along with our activities and industry-specific news.
S. Armağan Vurdu
Genel Sekreter, Secretary General İstanbul Maden ve Metal İhracatçıları Birliği (İMİB) İstanbul Mineral and Metals Exporters’ Association
natura | 6
haberler | news
haberler | news
İYİ BİR KOMŞU: 15. İSTANBUL BİENALİ’NİN BAŞLIĞI VE KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ AÇIKLANDI “A GOOD NEIGHBOUR”: THE TITLE AND CONCEPTUAL FRAMEWORK OF THE 15th ISTANBUL BIENNIAL IS ANNOUNCED
15. İstanbul Bienali küratörleri Elmgreen & Dragset tarafından “iyi bir komşu” olarak belirlenen bienalin başlığı Salon İKSV’de düzenlenen bir basın toplantısıyla duyuruldu. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 15. İstanbul Bienali, 16 Eylül-12 Kasım 2017 tarihleri arasında gerçekleşecek. Basın toplantısı, yaşları 8’den 84’e uzanan 40 kişinin “iyi bir komşu” hakkında sorular sorduğu bir performansla başladı. İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer’in açış konuşmasının ardından 15. İstanbul Bienali’nin küratörleri sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset bienalin başlığını ve kavramsal çerçevesini açıkladı. Toplantıda konuşan Michael Elmgreen ve Ingar Dragset, “iyi bir komşu, ev kavramını farklı açılardan ele alacak: gündelik deneyimler yoluyla davranış rutinlerinin ve değerlerin oluştuğu bir alan olarak tanımlanan ev, aynı zamanda bir aidiyet -bir “kök salmışlık”- duygusunu ortaya çıkaran bir yer. Bu sergi, özel alanlarla ilişkilenen farklı yaşam tarzlarınatura | 8
The 15th Istanbul Biennial’s title and conceptual framework was announced by the curators Elmgreen & Dragset at a media conference on at Salon İKSV in Istanbul. Organised by the Istanbul Foundation for Culture and Arts (İKSV), the 15th Istanbul Biennial will take place between 16 September and 12 November 2017. The media conference started with a live act involving 40 people, each asking a question as to what constitutes a good neighbour. Throughout the media conference photographs were projected behind the performers, selected by artist from Turkey, Ali Taptık in relation to the framework of ‘a good neighbour’ from a series he has produced in Istanbul. Elmgreen & Dragset spoke about some of the themes that can be associated with the title and said that the biennial’s format will bear traces of being curated by ar tists. They also explained, “‘a good neighbour’ will deal with multiple notions of home and neighbourhoods, exploring how living modes in our private
nı ve içinde yaşayanlar olarak bizlerin evdeki alanları en iyi şekilde kullanma ve kişiselleştirme biçimlerimizi araştıracak. Böylece, evin nasıl da farklı kimliklere dair ipuçları barındırabileceğini ve tarih boyunca kendini ifade etmenin bir aracı olarak nasıl işlev gördüğünü inceleyecek,” dedi.
spheres have changed throughout the past decades. Home is approached as an indicator of diverse identities and a vehicle for self-expression, and neighbourhood as a micro-universe exemplifying some of the challenges we face in terms of co-existence today.”
Basın toplantısı boyunca sanatçı Ali Taptık’ın, İstanbul’da ürettiği farklı serilerinden, Elmgreen ve Dragset’in “iyi bir komşu” çerçevesiyle ilişkili seçtiği fotoğraflar ekranda yer aldı. Ayrıca 15. İstanbul Bienali’nin, grafik tasarımcısı Rupert Smyth’in birçok sanatçıyla beraber hazırladığı açık hava tanıtım kampanyasının görselleri de ilk defa basın toplantısında gösterildi. İngiltere’den Brezilya’ya Almanya’dan ABD’ye birçok farklı yerdeki kültür kurumlarının işbirliğiyle gerçekleştirilecek bu uluslararası kampanya, ev ve mahalle kavramlarının tüm dünyada nasıl bir değişime uğradığının altını çizecek. Farklı mekânlara yayılacak bienalde sergilerin yanı sıra performanslar, film programı ve konuşmalar da düzenlenecek.
T h e c u r at o r s t h e n i n t r o d u c e d t h e b i e n n i a l ’s b i l l b o a rd c a m p a ig n, c r e at e d by g r a p h i c d e s ig n e r R u p e r t S my t h t og e t h e r w i t h a r t i s t s . T h i s i n t e r n at i o n a l c a m p a ig n w i l l b e r e a l i s e d t h r o ug h c o l l a b o r at i o n s w i t h m u l t i p l e c u l t u r a l i n s t i t u t i o n s wo r l d w i d e, q u e s t i o n i ng t h e way s i n w h i c h n e ig h b o u r h o o d s h ave c h a ng e d a l l a r o u n d t h e wo r l d. T h e b i e n n i a l w i l l t a ke p l a c e i n d i f f e r e n t ve n u e s t h r o ug h o u t t h e c i t y a n d, i n a d d i t i o n t o t h e e xh i b i t i o n, w i l l i n c l u d e a s e r i e s of p e r f o r m at i ve i n t e r ve n t i o n s a s we l l a s a f i l m a n d p u b l i c p r og r a m m e.
Elmgreen & Dragset Hakkında: Sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset (Michael Elmgreen, fahri doktor ve Ingar Dragset, fahri doktor), 1995’ten beri birlikte çalışıyor. İkilinin çalışmaları, yerleştirmeden heykele, performanstan tiyatroya pek çok çok sanat türüne uzanıyor. Eserleri İstanbul (2013, 2011, 2001), Liverpool (2012), Singapur (2011), Moskova (2011, 2007), Venedik (2009, 2003), Gwangju (2006, 2002), São Paulo (2002) ve Berlin (1998) bienallerinde sergilendi. İkili, 2000 yılında New York Guggenheim Müzesi tarafından verilen Hugo Boss Ödülü’nün son aday listesinde yer aldı ve 2002 yılında Berlin, Hamburger Bahnhof, Nationalgalerie der Preis’e (Ulusal Galeri Ödülü) layık bulundu. Elmgreen & Dragset, 2012’de Londra, Trafalgar Meydanı’ndaki Dördüncü Kaide Komisyonu’na seçildi. 2015’te ise Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden (NTNU) fahri doktorluk unvanı aldılar.
About Elmgreen & Dragset: Elmgreen & Dragset (Michael Elmgreen, dr.h.c. and Ingar Dragset, dr.h.c.) have worked together a s an ar tis t duo since 19 95. Their prac tice spans many genres, including ins t allation, sculpture, per formance, and theatre. Their work ha s been included in the Is t anbul (2013, 2011, 20 01), Liverpool (2012), Singapore (2011), Moscow (2011, 20 07), Venice (20 0 9, 20 03), Gwang ju (20 0 6, 20 02), São Paulo (20 02), and Ber lin (19 98) biennials. The ar tis t s were shor tlis ted for the Hugo Boss Pr ize, Guggenheim Museum, New York in 20 0 0 and won the Preis der Nationalgaler ie, Hamburger Bahnhof, Ber lin in 20 02. In 2012, Elmgreen & Dragset were selec ted for London’s Four th Plinth Commission in Trafalgar Square. They were awarded honorar y doc torates by the Nor wegian Universit y of Science and Technolog y (NTNU) in 2015.
2016 yılı Kasım ayında Berlin’de König Galerie’de açılan The Others başlıklı serginin küratörlüğünü üstlenen Elmgreen & Dragset, 2009’da 53. Venedik Bienali’nde Danimarka ve İskandinav Pavyonları’nda sergiledikleri The Collectors (Koleksiyoncular) ile Curating Worlds (Dünyaların Küratörlüğünü Yapmak) adını taşıyan Özel Mansiyon ödülüne layık görüldü. İkili, günümüzün kamusal alan kavramı üzerine yeni bir diyalog başlatmak amacıyla 2013’te, Münih kentinin tümüne yayılmak üzere, A Space Called Public (Kamusal Denilen Bir Alan) adını taşıyan geniş kapsamlı, geçici bir kamusal sanat projesi yürüttü. Aynı yıl Londra’daki Victoria and Albert Müzesi’nde gerçekleşen Tomorrow (Yarın) adlı sergilerinde, müzenin daimi koleksiyonundan aldıkları resimleri, mobilyaları ve el yapımı eserleri sergiledikleri bir ortam tasarladılar. İkilinin daha önceki küratörlük projeleri arasında, Susanne Pfeffer ile birlikte, Künstlerhaus Bremen’de gerçekleştirdikleri Not a Drop But the Fall ve Kopenhag’da Avrupa Kültür Başkentleri programı kapsamında düzenledikleri Update adlı performans temelli festival sayılabilir. Elmgreen ve Dragset’in 2016 yılında gerçekleştirdiği solo sergileri arasında New York City Rockefeller Center’a yerleştirilmiş olan Van Gogh’s Ear (Van Gogh’un Kulağı) adlı dik yüzme havuzu heykeli ile Pekin’de Ullens Çağdaş Sanat Merkezi Büyük Salon’da sahnelenen kurgusal bir sanat fuarı olan The Well Fair yer alıyor.
Elmgreen & Dragset have curated the group exhibition The Others at König Galerie in Berlin in Novemb e r 2 0 16 . P r e v i o u s c u r at o r i a l p r o j e c t s i n c l u d e T h e Collec tors at the Danish and Nordic Pavilions at the 5 3 r d Ve n i c e B i e n n a l e i n 2 0 0 9, m a r k i ng t h e f i r s t- e ve r merging of t wo national pavilions to present a single exhibition, which received a Special Mention entitled ‘ C u r a t i n g W o r l d s ’. I n 2 0 13 , t h e d u o c u r a t e d A S p a c e Called Public, a wide-ranging temporar y public ar t projec t throughout the cit y of Munich, with the aim of generating new conversations about the concept o f p u b l i c s p a c e t o d a y. T h e s a m e y e a r, w i t h t h e i r e x h i b i t i o n To m o r r o w a t t h e V i c t o r i a a n d A l b e r t M u s e um in London, the ar tist s designed a set ting in which they staged paintings, furniture, and ar tefac t s from t h e m u s e u m’s p e r m a n e nt c o l l e c t i o n. E a r l i e r c ur at o r i al projec t s include Not a Drop But the Fall, together w i t h S u s a n n e P f e f f e r, K ü n s t l e r h a u s B r e m e n ( 2 0 0 5 ) and Update, a per formance-ba sed festival that wa s p a r t of Co p e nha ge n’s Euro p e a n C a p i t a l s of Cu l t ure p r o g r a m (1 9 9 6 ) . natura | 9
haberler | news
haberler | news
PERA MÜZESİ’NDEN YENİ SERGİ: “MERSAD BERBER: BİR BOSNA ALEGORİSİ” NEW EXHIBITION BY PERA MUSEUM: “MERSAD BERBER: AN ALLEGORY OF BOSNIA” Pera Müzesi, 7 Mayıs tarihine kadar Bosna-Hersek sanatının 20. yüzyılın ikinci yarısındaki en önemli temsilcilerinden Mersad Berber’in “Bir Bosna Alegorisi” sergisini düzenliyor. 2012 yılında hayatını kaybeden sanatçının eserleri, ölümünden beş yıl sonra Pera Müzesi’nde sanat severlerle buluşuyor. Pera Müzesi’nin düzenlediği “Mersad Berber: Bir Bosna Alegorisi” sergisinin
küratörlüğünü
Bosna-Hersek’in
önde
gelen
sanat
tarihçilerinden Aida Abadžić Hodžić, danışmanlığını ise sanat tarihçi Edward Lucie-Smith üstleniyor. Rönesans’tan Ar t Nouveau’ya Avrupa güzel sanatının ustalarından ilham alan Mersad Berber’in (1940 2012) ifade gücü ve yeteneğini yansıtan sergi, sanatçının Velá zquez, Ingres, Klimt gibi sanatçıların yanı sıra Yugoslav ressamlar Bukovac ve Jurkić ile kurduğu diyaloğun izleri görünür kılınırken, Bosna’nın ma salsı manzaralarına yaptığı seyahatlerin etkisindeki derin, mat beya zlardan Srebrenit sa’nın karanlık, korkunç çukurlarına geniş bir yelpa zedeki eserleri ön plana çıkıyor. Büyük boyutlu ve karışık teknikler kullandığı eserleriyle tanınan Mersad Berber’in Avrupalı usta sanatçılardan ilham alan eserleri, özgün temaları ve yenilikçi kompozisyon anlayışıyla diğerlerinden farklıla şıyor. Küratör Aida Abadžić Hodžić, ülkesinin çok katmanlı kültürel tarihini tüm karma şıklığıyla yansıtan resimleriyle Mersad Berber’i, “yerel sanat or tamını dünyadaki eğilimlere açan genç grafik sanatçıların oluşturduğu neslin öncüsü” olarak tanımlıyor. Mersad Berber, 196 0’ların ba şlarında Lübliyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci iken Prešeren Ödülü’ne layık görüldü. Eserleri ilk kez 1961 yılında dönemin saygın sanat etkinliklerinden biri olan Lübliyana Grafik Sanatlar Bienali’nde, dünyanın önde gelen çağda ş
MAMUT ART PROJECT SANATSEVERLERLE BULUŞTU MAMUT ART PROJECT CAME TOGETHER WITH ART ENTHUSIASTS Türkiye’nin bağımsız sanatçılara özel, ulaşılabilir sanat etkinliği projesi olan Mamut Art Project’te bu yıl 50 genç sanatçının 500’den fazla eseri sergileniyor. 26-30 Nisan tarihleri arasında Küçükçiftlik Park’ta ziyaretçilerini ağırlayan Mamut Art Project’in bu yılki jürisinde Akkök Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve koleksiyoner Ali Raif Dinçkök, günümüzün en önemli kavramsal sanatçılarından Sarkis, sanat danışmanı Elif Bayoğlu, küratör ve yazar Övül Durmuşoğlu ile güncel sanat eleştirmeni Murat Alat yer aldı. Seçici Kurul, gelen 1000 başvuru arasından eleme yaparak 50 sanatçının işlerinin sergilenmesine karar verdi. Mamut Art Project’in bu yıl 5. yılını geride bıraktığını belirten Proje Direktörü Seren Kohen şunları söyledi: “Türkiye’nin ilk ve en kapsamlı ulaşılabilir sanat etkinliği olan Mamut Art Project’in bu yıl 5. yılını kutluyoruz. 5 yıl önce çıktığımız bu yolculukta bizimle olan herkese çok teşekkür ediyorum. Bu yola sanat piyasasının üretim ve sergileme koşullarındaki engellere takılan genç yeteneklere fırsat yaratmak için çıktık. Geçtiğimiz yıllarda Mamut Art’a katılan ve sonrasında kişisel sergi açan, bienale çağırılan ya da karma sergilere katılan birçok sanatçı arkadaşımızın olmasından ötürü mutluluk duyuyoruz. Onların başarısı bize de sevinç ve gurur veriyor. Bu yıl Mamut Art’a değerli seçici kurulumuz tarafından seçilen 50 sanatçının da önümüzdeki dönemde başarılara imza atacağına inanıyorum.” Simge Burhanoğlu ve Seyhan Musaoğlu’nun küratörlüğünde düzenlenen Mamut Performansları kapsamında yer alan performans sanatçıları da sanatseverlerle buluştu. Her biri kendi alanında profesyonel olan grafitti sanatçılarından illüstratörlere, animasyon sanatçılarından, heykeltıraşlara kadar farklı sanatçıları bünyesinde barındıran KRÜW ekibi Mamut Art Project’e özel bir sergi hazırladı. “ikonz” isimli sergide KRÜW sanatçıları popüler sanat tarihinde yer etmiş düşündükleri çalışmaları kendi tarzlarında yorumladı. More than 500 works of 50 young artists are exhibited this year in the Mamut Art Project, Turkey’s accessible art event project specific to independent artists. This year’s jury of Mamut Art Project, which hosted its visitors at the Küçükçiftlik Park between April 26-30, included Ali Raif Dinçkök, Akkök Holding Chairman and collector; Sarkis, one of the most important conceptual artists of today’s world; the art consultant Elif Bayoğlu, the curator and writer Övül Durmuşoğlu and modern art critic Murat Alat. The jury decided to exhibit the works of 50 artists after selecting them among 1000 entries. Stating that Mamut Art Project has left its 5th year behind by this year, the Project Director Seren Kohen said: “We are celebrating the fif th anniversar y of the Mamut Ar t Projec t, Turkey’s first and most accessible ar t s event. Thank you ver y much to ever yone who ha s been with us on this journey that we embarked on 5 years ago. We star ted of f in this direc tion to create oppor tunities for young talent s who face obstacles throughout the produc tion and exhibition conditions of the ar t market. We are delighted to have many ar tist friends who have joined Mamut Ar t in the previous years and who later launched their solo exhibitions, invited to the biennale or par ticipated in group exhibitions. Their success gives us joy and pride. I believe that each one of these 50 ar tist s selec ted for Mamut Ar t by our esteemed jur y this year, will put their signature under impor tant achievement s.” Organized under the curatorship of Simge Burhanoğlu and Seyhan Musaoğlu, performing artists within the scope of Mamut Performances also came together with the art enthusiasts. Embodying different artists who are proffesional in their own fields, from graffiti artists to illustrators and animators to sculptors; the KRÜW team has organized a special exhibition for Mamut Art Project. In the exhibition entitled “ikonz”, KRÜW artists have interpreted works that left their marks in popular art history, with their own styles.
grafik sanatçılarının eserleriyle birlikte sergilendi. Berber’in erken dönem çizim ve ba skılardan oluşan eserleri, teknik açıdan akademinin etkilerini, tematik olarak ise kültürel geleneklerinin modern bir görsel ifade ile aktarılma sına duyduğu ilgiyi yansıt tı. Pera Museum organizes the exhibition which can be visited until May 7, entitled “An Allegor y of Bosnia” by Mersad Berber, one of the most significant representatives of Bosnian-Her zegovinian ar t from the second period of the 20th centur y. The works of the ar tist who pa ssed away in 2012, comes together with the ar t enthusia st s in Pera Museum, five years later of his death. The curator of Pera Museum’s exhibition which is entitled “Mersad Berber: An Allegor y of Bosnia” is Aida Abadžić Hodžić, one of the leading ar t historians of Bosnia-Her zegovina and the exhibition consultant is the ar t historian Edward Lucie-Smith. Reflec ting the expression power and abilit y of Mersad Berber (1940 -2012), who wa s inspired by the great ma sters of European Fine Ar t from Renaissance to Ar t Nouveau, the exhibition makes visible the dialogues established bet ween the ar tist and Yugoslav painters Bukovac and Jurkić, a s well a s ar tist s like Velá zquez, Ingres and Klimt. It also present s a wide array of works from the deep, opaque whites of his journeys through the fair y tale landscapes of Bosnia to the dark and star tling burrows of Srebrenica. Renowned for his works that embody large scales and mixed techniques, Mersad Berber’s works which were inspired by the great European ma sters, become distinc tive through unique themes and innovative compositions. The curator Aida Abadžić Hodžić defines Mersad Berber, who reflec t s the multi-layered cultural histor y of his countr y through his paintings, a s “the pioneer of the generation consisting of young graphic ar tist s who open up the local ar t scene towards the movement s of the world”. Mersad Berber wa s deemed wor thy of the Prešeren Award during his pupilage at the Ljubljana Academy of Fine Ar t s in the early 196 0s. In 1961, his works were exhibited for the first time at the Ljubljana Biennial of Graphic Ar t s, one of the most prestigious ar t event s of the period, along with works of leading contemporar y graphic ar tist s of the world. Berber’s early illustration works and print s reflec ted the interest he had in technically interpreting the ef fec t s of academy and thematically expressing the cultural traditions through a moden visual expression.
natura | 10
KADIKÖY ÇEVRE FESTİVALİ KADIKÖY ENVIRONMENT FESTIVAL Kadıköy Belediyesi her yıl özel etkinliklere yer verdiği Çevre Haftası’nda bu yıl “Kentte Ekolojik Yaşam” teması ile bir festival düzenleyerek çeşitli alanlardan çevre ve doğa gönüllülerini ortak bir etkinlikte buluşturacak. 26 Mayıs-29 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek Kadıköy Çevre Festivali’ne Göztepe Özgürlük Parkı ev sahipliği yapacak. Doğadan, çevreden yana olan bütün demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, platform ve inisiyatiflerin katılımına açık olan festival programı katılımcılarla birlikte oluşturulacak. Kentte ekolojik yaşam temasının öne çıkarılacağı festivalde, atölye, söyleşi, doğa gözlemi, konser gibi çok sayıda etkinlik ziyaretçilerle buluşacak. Her yaştan İstanbullunun ekolojik yaşama dair deneyimlerini geliştireceği festivalde panel ve söyleşiler düzenlenecek. Küçük çevreciler için gün boyu süren atölyeler, drama eşliğinde kitap okumaları ve oyunların yapılacağı festivalde, çevreye duyarlı üretici kurumların geri dönüşüm, enerji ve su tasarrufu konularında hazırlamış oldukları tiyatrolar sergilenecek. Kadıköy Municipality will organize a festival this year with the theme “Ecological Life in the City”, as part of the Environment Week where special events are organized each year and it will further gather volunteers of environment and nature from various disciplines for the communal event. Göztepe Park of Freedom (Özgürlük Parkı) will host the Kadıköy Environment Festival to be held between May 26 – 29. Open for all democratic mass organizations, non-governmental organizations, platforms and initiatives in favor of environment and nature, the festival programme will be prepared together with the participants. Numerous activities such as workshops, interviews, nature observations and concerts will come together with the visitors as part of the festival which will highlight the ecological life in the city. Panels and interviews will also be organized at the festival where Istanbulites of all ages will foster their experiences regarding ecological life. Day-long workshops, book reading events accompanied by drama and games will be held for young environmentalists throughout the festival where the environmentally-aware producers will present theatrical performances which they have prepared within the scope of recycling, energy and water saving issues. natura | 11
haberler | news
haberler | news
DÖRT AYAKLI BELEDİYE: İSTANBUL’UN SOKAK KÖPEKLERİ THE FOUR-LEGGED MUNICIPALITY: STREET DOGS OF ISTANBUL
FERNANDO BOTERO, ANNA LAUDEL CONTEMPORARY’DE ANNA LAUDEL CONTEMPORARY PRESENTS FERNANDO BOTERO
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul’un toplumsal tarihinin hemen her döneminde gündelik yaşamın önemli bir parçası olan sokak köpeklerinin, dini, siyasi ve sosyolojik dönüşümlerle değişen serüvenine ışık tutan bir sergiye ev sahipliği yapıyor: “Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri”. 19. yüzyılın ortalarına kadar, ana yollara ve pazarlara açılan kesişme noktalarının dışında İstanbul sokaklarının ıssız karakteri, şehir hayvanlarını gündelik hayata kazandıran başlı başına bir olgu değerindeydi. Özellikle İstanbul’un Müslüman semtlerinde mahremiyetin çatısı altındaki manevi hayat ile sokağın dünyevi hayatı arasındaki ilişki yeterince kurulamamıştı. Bu uzaklık duygusu sokağı, İstanbul köpeklerine bir vatan olarak bağışlamıştı. Kamusal mülkiyetin bekçiliğini yapan sokak köpeklerinin kaderi, giderek artan “çağdaş” dünyaya yakınlaşma isteğiyle birlikte değişti. Batı’yı gören Osmanlı aydını İstanbul’un görüntüsünü hiç de iç açıcı bulmuyordu; sokakları dar ve düzensizdi, evleri harabeden farksızdı, ulaşım sistemi bozuktu, altyapısı yetersizdi. Bütün bu olumsuzluklara bir de Avrupa şehirlerinde rastlanmayan köpeklerin kara bir bulut gibi gündelik hayatın üzerine çökmesi eklenince, çağdaş dünyaya olan uzaklık iyice artıyordu. Osmanlı’nın dört ayaklı belediyesi, Cumhuriyet’in iki ayaklı belediyesine dönüşürken, pozitif hayat anlayışı da köpekleri kent tarihinden silmeye çalıştı. Küratörlüğünü Ekrem Işın’ın, danışmanlığını Catherine Pinguet’nin üstlendiği sergi, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan bir süreçte, fotoğraflar, seyahatnameler, kartpostallar, dergiler ve gravürler gibi malzemelerle, yüzyıllardır birlikte yaşadığımız, gündelik hayatımızda önemli rolleri olan bu mahalle sakinlerinin İstanbul’daki geçmişini izliyor. Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri sergisi, 17 Eylül tarihine kadar İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde izlenebilir.
Özgün üslubu ile dünya çapında büyük bir ilgiyle karşılanan, Kolombiyalı ressam ve heykeltıraş Fernando Botero, daha önce Türkiye’de sergilenmemiş çalışmalarından oluşan iddialı bir seçkiyle 27 Nisan-25 Haziran tarihleri arasında Anna Laudel Contemporary’de.
Istanbul Research Institute presents “The Four-Legged Municipality: Street Dogs of İstanbul”, an exhibition that sheds light upon the adventure of street dogs, an integral part of Istanbul’s daily life in almost every period of the city’s social history, which changed alongside political, religious, and sociological transformations. The fact that İstanbul’s streets, apart from the main roads and intersections leading to marketplaces, were deserted until the mid-19th century is in itself a phenomenon that brought the city’s animals into everyday life. Especially in Istanbul’s Muslim quarters, no adequate relationship could be established between spiritual life under the roof of privacy and the worldly life of the street. Indeed it was this sense of distance that bestowed the street on the city’s dogs as their home. The fate of street dogs, which were the guardians of public property, began to change with the increasing will of getting closer to the “civilized” world. The Ottoman intellectual, who had seen the West, was not at all pleased with the appearance of İstanbul, which fell far short of satisfying those crazes; the streets were narrow and disorderly, the houses little more than ruins, the transportation system did not work, and infrastructure was inadequate. When the dogs, which one never encountered in European cities, were added to this picture, it became a far cry indeed from the modern world. While the four-legged municipality of the Ottomans was being transformed into the two-legged municipality of the Republic, the positivist concept of life was also expunging dogs from Istanbul’s history. Through photographs, travel journals, postcards, magazines, engravings, and other media dated from the 19th to the early 20th centuries, the exhibition, curated by Ekrem Işın and counselled by Catherine Pinguet, follows the history of these fellow Istanbulites that played an integral part in the city’s social life during their coexistence with humans through the centuries. The Four-Legged Municipality: Street Dogs of İstanbul can be seen at Istanbul Research Institute until September 17th.
DOĞAN HASOL ÜNİVERSİTELERDE TÜRKİYE MİMARLIĞI’NI ANLATIYOR DOĞAN HASOL TALKS ABOUT TURKISH ARCHITECTURE IN UNIVERSITIES YEM Yayın’ın 2014 yılından bu yana ülkemizin mimar, iç mimar, tasarımcı ve mühendisleri ile yazarlarını buluşturduğu Yazar Söyleşileri, 2017 programına Dr. Doğan Hasol’un “20. Yüzyıl Türkiye Mimarlığı ve Bugün” başlıklı söyleşisi ile başlıyor. “Türkiye’de mimarlık var mı?” sorusunun yanıtını aradığı yeni kitabından yola çıkarak hazırladığı konferansta Doğan Hasol, ülkemiz mimarlığının 100 yıllık değişim ve gelişim sürecini, 150’ye yakın mimarın birçoğu ödüllü 190 yapısıyla örnekliyor. Cumhuriyet öncesi dönemi de içine alarak Türkiye mimarlık üretimini, akımlara ve dönemlere ayırarak kronolojik sırayla ortaya koyuyor. Ardından da tüm bu saptamaların ışığında, mimarlığımızın bugün içinde bulunduğu ortamı değerlendirerek yorumluyor. Konferans takvimi şu şekilde: 20 Nisan Perşembe, 18.00 - TMMOB İzmir Mimarlık Merkezi, İzmir 24 Nisan Pazartesi, 13.30 - Uludağ Üniversitesi, Bursa 16 Mayıs Salı, 18.00 - Bilgi Üniversitesi, İstanbul Organized since 2014 by YEM Publishing to bring architects, interior architects, designers and engineers together with the writers of our country, Writer Talks starts its 2017 programme with the commune entitled “20th Century Turkish Architecture and Today” by Prof. Doğan Hasol. Doğan Hasol, who has prepared the conference series based upon his new book where he searches for an answer to the question “Are there architecture in Turkey?”, illustrates the 100-year-old transformation and development of our country’s architecture through 190 structures of which many of them are awarded, pertaining to nearly 150 architects. He represents Turkish architectural productions in a chronological order by also including the Pre-Republic period, through splitting them into movements and periods. In the light of all these determinations, he then evaluates and interprets the current environment in which our architecture is located. The conference schedule is as follows: April 20, Thursday, 18.00 – TMMOB Izmir Architecture Center, İzmir April 24, Monday, 13.30 – Uludağ University, Bursa May 16, Tuesday, 18.00 – Bilgi University, İstanbul natura | 12
Dünyanın en önemli özel koleksiyonlarında ve neredeyse tüm öne çıkan müzelerde çalışmalarına rastladığımız usta sanatçı Botero’yu ağırlayacağı bu sergi ile Anna Laudel Contemporary, Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki yeni mekânında değerli sanatçıların sergilerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Darmstadt’daki Mathildenhöhe Enstitüsü’nün eski direktörü Dr. Klaus Wolbert küratörlüğünde gerçekleşecek “Günlük Yaşamın Şiiri - Hayattan Sahneler” sergisi, resim; bronz ve mermer heykeller; desen ve çizimler dahil olmak üzere üç bölümden oluşan bir seçki ile sanatseverlere Botero’nun önemli eserlerini yakından görme ayrıcalığını sunuyor. Çağdaş sanatın yaşayan en önemli resim ve heykel sanatçıları arasında kabul edilen, insanları ve toplumsal yaşamı benzersiz üslubu ile yorumlamasıyla dikkatleri çeken Botero, tüm dünyada dolgun vücutları betimleme konusundaki başarısıyla tanınıyor. 85 yaşındaki sanatçının aynı zamanda kendi kültürünün toplumsal yapısını yansıttığı çalışmaları, siyasi otorite, mafya babaları ve orta sınıfa has kendini beğenmişlikler dâhil olmak üzere toplumun karakteristik tüm figürlerini canlandırıyor. 27 Nisan Perşembe günü Anna Laudel Contemporary’de açılacak olan sergi, siyasi varoluş ve yaşam koşullarını keskin bir zekâ ve hicivli üslubuyla ve tüm çıplaklığıyla ortaya koyan 21. yüzyılın en önemli sanatçılarından Botero’nun sanat geçmişine ışık tutuyor. Serginin küratörü Dr. Klaus Wolbert’in yorumu: “Anna Laudel Contemporary’de gerçekleşecek bu sergiyi, metropol İstanbul’un en çok dikkat çeken sanat etkinliği olarak nitelendirmek yerinde olur çünkü bu sergi, büyük bir iddia ile, Botero’nun sanatsal yaratıcılığının sıra dışı bir kaliteyi temsil eden spektrumunu sunuyor. Bu sergide sanatçının, dolgun vücutları betimleme konusundaki kendine özgü eğilimi dahil olmak üzere, tipik temaları ve özneleri ustaca yansıtmak için kullandığı yaratıcı çözümleri ve gayet normal dünyevi insan yaşamının hayranlık uyandıran, başarılı gözlem ve tasvirlerini görebilirsiniz.” “Günlük Yaşamın Şiiri - Hayattan Sahneler”, 27 Nisan-25 Haziran tarihleri arasında Anna Laudel Contemporary’de ziyaret edilebilir. Welcomed with great interest worldwide with his unique style, the Colombian painter and sculptor Fernando Botero will be at Anna Laudel Contemporary between April 27 - June 25 along with an assertive selection comprising of his works that have never previously been exhibited in Turkey. Along with this exhibition hosting the esteemed artist Botero, whom we see his works in the most significant private collections of the world and in almost every prominent museum; Anna Laudel Contemporary continues to host exhibitions of valuable artists in its new venue at the Banks Street of Karaköy. Curated by Dr. Klaus Wolbert, the former director of the Mathildenhöhe Institute in Darmstadt, “Everyday’s Poetry – Scenes from the Fullness of Life” exhibition presents art enthusiasts the privilege of seeing Botero’s significant works closely through a selection that is comprised of three sections including painting; bronze and marble sculptures; artworks and drawings. Being recognized among the most important living artists of painting and sculpture in contemporary art and drawing attention by depicting humans and social life through a unique style, Botero is world-renowned for his success in portraying corpulent bodies. The works of the 85 year-old artist which also reflect the social fabric of his own culture, portray all the characteristic figures of the society, including political authority, crime bosses and the arrogance of the middle class. The exhibition which has been launched on Thursday, April 27 at Anna Laudel Contemporary, sheds light on the art history of Botero, one of the most important artists of the 21st century who starkly exhibits political existence and living conditions with a sharp intelligence and satirical style. The remark of Dr. Klaus Wolbert, the curator of the exhibition is as follows: “This exhibition at Anna Laudel Contemporary can be considered as the most outstanding art event of the metropolitan Istanbul because it offers the spectrum of Botero’s artistic creativity which represents an extraordinary quality through a spectacular claim. In this exhibition, you can see the artist’s creative solutions to masterfully reflect typical themes and subjects, including his unique tendency to portray corpulent bodies, as well as the admirable, successful observations and portraits of quite normal and earthly human life.” “Everyday’s Poetry – Scenes from the Fullness of Life” can be visited at Anna Laudel Contemporary from April 27 to June 25. natura | 13
haberler | news
JAKE VE DINOS CHAPMAN İKİLİSİ ARTER’DE JAKE AND DINOS CHAPMAN AT ARTER Jake ve Dinos Chapman’ın Türkiye’deki ilk kişisel sergileri “Anlamsızlık Âleminde” başlığıyla 10 Şubat–7 Mayıs tarihleri arasında Arter’de yer alıyor. Küratörlüğünü Nick Hackworth’un yaptığı sergi, sanatçıların yeni ve az görülmüş işleriyle beraber “Cehennem” [Hell], “Chapman Aile Koleksiyonu” [The Chapman Family Collection] ve “Gün Gelecek Sen De Sevilmeyeceksin” [One Day You Will No Longer Be Loved] gibi ikonik serilerinden başlıca yapıtları bir araya getiriyor. “Anlamsızlık Âleminde”, Jake ve Dinos Chapman’ın hayli kötümser sanatlarına ve düşüncelerine genel bir bakış imkânı tanıyor. Günümüz kültürünün köşe taşlarını oluşturan pek çok inancın altını hicivle oyan bir yergiyi ve çelişkili işaretleri devreye sokan Chapmanlar, günümüzün en sert şekilde meydan okuyan sanat pratiklerinden birine sahipler. “Anlamsızlık Âleminde”, “Cehennem” serisindeki en büyük parça olan “Tüm Kötülüğün Toplamı” başlıklı görkemli yapıtla açılıyor. “Tüm Kötülüğün Toplamı”, içinde olağanüstü bir titizlikle işlenmiş absürd, gerçeküstü ve vahşet dolu sahnelerin betimlendiği dört büyük camekândan oluşuyor. Binlerce Nazi askeri maketinin yanı sıra Chapmanların diğer yapıtlarında da sıklıkla karşımıza çıkan Hitler ve Roland McDonald gibi figürler de bu eserde dikkat çekiyor. “Cehennem” serisine ait ilk yapıtın (Bu ilk yapıt Londra’daki bir sanat deposunda çıkan yangında kül oldu) tamamlandığı 2000 yılından bu yana büyük tartışmalara yol açan seri, kimi zaman savaşın tasvirine duyulan derin hayranlığın veya şiddetin utanmazca sıradanlaştırılmasının tezahürü olarak yorumlandı. Chapmanlara göre ise seriye böyle tatsız anlamlar yükleniyor olması bir tür histeriye ve miyopluğa işaret ediyor. Aynı katta “Cehennem” serisindeki diğer büyük ölçekli yapıtlardan “Neşesiz Ayaklar” ve “Başka Türlü Kuleler” de yer alıyor. Sanatçıların “Cehennem” serisi ilk kez Arter’deki sergide bu denli yoğun bir biçimde gösteriliyor. “Anlamsızlık Âleminde”, Jake ve Dinos Chapman’ın bu meşhur ve tartışmalı serisinden bugüne kadar en fazla sayıda yapıtın bir araya getirildiği sergi oluyor. Birinci katta retrospektif sergi fikrinin hiciv yüklü bir taklidi olan “RETROSBOKTİF” isimli yerleştirme ve Chapmanların en erken dönemlerinden “Sanatçıyız Biz” başlıklı işlerini yeniden yorumladıkları bir neon çalışma öne çıkıyor. İkili, “Anlamsızlık Âleminde” için ilk kez bir neon yapıt ürettiler. Ortak çalışmalarının ilk ürünü olan 1991 tarihli “Sanatçıyız Biz” başlıklı metin çalışmasını yeniden canlandıran bu neon yapıt, ilk defa Arter’deki sergide gösteriliyor. Jake ve Dinos Chapman’ın, kendi deyişleriyle, “kültürel değeri sıfır olan” işler üretme arzularının ve aynı içeriği tekrar tekrar geri dönüştürme taktiklerinin doğrudan bir yansıması olan “RETROSBOKTİF” ise başlıca yapıtlarının kaide üstüne oturtulmuş mukavva maketlerinden oluşuyor. Chapmanların en ikonik işlerinden biri kabul edilen “Savaşın Felaketleri” serisinden “Yaraya Tuz” isimli çalışma da aynı katta yer alıyor. “Yaraya Tuz” Francisco Goya’nın 80 parçalık orijinal gravür dizisine sanatçıların suluboyayla yaptıkları müdahalelerden oluşuyor. Aralarında Jake ve Dinos Chapman’ın gençlik yıllarında ürettiği bazı nadir parçaların da bulunduğu, 1971–2013 yılları arasında üretilmiş yaklaşık 100 parçadan oluşan çalışma arşivleri de bu katta sergileniyor. “Anlamsızlık Âleminde”nin, Jake ve Dinos Chapman’ın Londra’daki The Serpentine Gallery’de gerçekleştirdikleri “Gelin Görün” [Come and See] başlıklı sergiden esinlenerek yerleştirilen son katı, “beyaz küp” şeklinde idealize edilen sergi mekânlarını, zarafet ve incelik içinde düzenlenen sergileri hedef alıyor. İki boyutlu çalışmalar ve heykellerle tıka basa doldurulmuş kaotik bir ortam olarak tasarlanan bu kat, altüst edilmiş bir depodan çıkanlarla hazırlanmış gibi duruyor. Jake ve Dinos Chapman 1990’da Royal Academy of Arts’tan birlikte mezun oldukları günden bu yana birlikte çalışan Jake ve Dinos Chapman’ın 1991 yılında sergilediği “Savaşın Felaketleri” başlıklı heykel, olumlu eleştiriler alarak övgüyle karşılanan ilk yapıtları oldu. Bu yerleştirmede, Goya’nın aynı adı taşıyan gravürlerindeki sahneleri, yeniden biçimlendirdikleri plastik heykelciklerin yardımıyla yeniden canlandırdılar. Bunu, Goya’nın yapıtı içinden bu sefer tek bir sahneyi alıp büyük bir itinayla dönüştürdükleri 1994 tarihli “Büyük Marifet! Ölülere Karşı!” takip etti. Hadım edilmiş ve uzuvları kesilmiş üç adamın bir ağaca bağlı olduğu bu sahne, üzerinde oynanmış fiberglas mankenler yoluyla, doğal ölçüleri içinde temsil edilmekteydi. İkilinin kuşkusuz en iddialı çalışması, çoğu Nazi üniformaları içinde, korkunç vahşetlere imza atmakta olan, beş cm uzunluğunda otuz binden fazla insan figürünün yer aldığı “Cehennem” (1999) başlıklı masa üstü yerleştirmedir. Yirminci yüzyıla ait bu felaket karesinde, tarihsel, dini ve mitsel anlatılar iç içe geçer. Eser talihsiz bir şekilde 2004 yılındaki MOMART yangınında kül olup gittikten sonra, Chapmanlar ölçüler ve detaylarda öncekini fersah fersah aşacakları yeni bir çalışmaya girişeceklerini duyurdular. 2008 tarihli “Cehennemin Dibi” böylece ortaya çıkmış oldu. Arada geçen zamanda ise, Viktorya dönemindeki bir kâşifin topladığı hatıraları andıran ama bir yandan da McDonalds karakterlerini canlandıran bir grup heykelden oluşan “Chapman Ailesi Koleksiyonu”nu (2002) tasarladılar. Egzotik fetiş ve ucuz fast-food eşantiyonlarının, emperyalizm ve küreselleşmenin bu birleşimi, her şeyi altüst edici bir etki yaratıyordu. Chapman ikilisinin çarpıcı eserlerini bir araya getiren “Bir Köpeğin Kendi Kusmuğuna Geri Dönüşü Gibi” (2005) koleksiyonu ise, iki duvarda sergilenen ve köpek şeklinde dizilen gravürler ve çizimlerden oluşuyordu. Bu eserlerin çoğu, “Savaşın Felaketleri” ve “Los Caprichos” serileri de dahil olmak üzere Goya’nın gravürlerinin yeniden yorumlarıydı. Chapman ikilisi daha sonra Tate koleksiyonunda yer alan şehvetperest “(Hadımlaştırılmış) Küçük Ölüm Makinesi”nden (1993) yola çıkarak, akla hayale sığmayan on tane makineden oluşan “İnsanlar Dünya Üzerinde Yürümeye Başladığında” (2008) başlıklı yerleştirmelerini yarattılar. Bronzdan yapılmış ama şimdi katılaşmış olan bu makineler, türlü insan davranışlarını taklit ederken, sanatçıların bozguncu zekâlarını da sergiliyordu. Jake Chapman 1966’da Cheltenham’da, Dinos Chapman ise 1962’de Londra’da doğdu. Kişisel sergileri Brandts Müzesi, Odense (2015); Serpentine Sackler Gallery (2013); DHC Montreal (2013); Pinchuk Sanat Merkezi (2013); Devlet Ermitaj Müzesi, St Petersburg (2012), Museo Pino Pascali, Polignano a Mare, İtalya (2010); Hastings Müzesi, Birleşik Krallık (2009); Kestner Gesellschaft, Hannover (2008); Tate Britain, Londra (2007); Tate Liverpool (2006); Kunsthaus Bregenz (2005); Kunst Palast Müzesi, Düsseldorf (2003); Modern Sanat, Oxford (2003) ve PS1 Çağdaş Sanat Merkezi, New York (2000) gibi pek çok sanat mekânında izlenme imkânı buldu. Katıldıkları grup sergileri arasında ise, 1. Kiev Bienali (2012), 4. Moskova Çağdaş Sanat Bienali (2011); 17. Sydney Bienali (2010); Meadows Müzesi, Texas (2010); “Rude Britannia”, Tate Britain (2010); Bundeskunsthalle, Bonn (2010); Ulusal Çağdaş Sanat Merkezi, Moskova (2009); Kunstverein Hamnatura | 14
haberler | news burg (2009); Britanya Müzesi, Londra (2009); Palais des Beaux Arts de Lille (2008); Haus der Kunst, Münih (2008); ICA, Londra (2008); “Yaz Sergisi”, Annenberg Courtyard, Kraliyet Sanat Akademisi, Londra (2007); ARS 06, Çağdaş Sanat Müzesi KIASMA, Helsinki (2006) ve Turner Prize, Tate Britain (2003) sayılabilir. Chapmanlar 2003 yılında Turner Ödülü’ne aday gösterildiler. On view from 10 February to 7 May 2017, Arter presents the first solo exhibition of Jake & Dinos Chapman in Turkey entitled “In the Realm of the Senseless”. Curated by Nick Hackworth, the exhibition brings together a number of works from iconic series including “Hell”, “The Chapman Family Collection” and “One Day You Will No Longer Be Loved”, alongside new and rarely seen works. The show presents an overview of the Chapmans’ virulently pessimistic art and thought. Deploying humour and a perverse semiotics to undercut and satirise many of the unthinking beliefs that animate contemporary culture, the Chapmans’ is amongst the most challenging of contemporary art practices. The exhibition begins on the ground floor in spectacular fashion by uniting more works than have ever been shown together before from the Hell series, including the major piece, “The Sum of All Evil”. Absurd, surreal and painstakingly detailed, the dioramas comprise of thousands of model Nazi soldiers engaged in scenes of orgiastic violence alongside other figures familiar from the Chapmans’ visual universe, such as Hitler and Ronald McDonald. Since 2000 when the original “Hell” work was completed (it subsequently was burnt in a fire in a London art storage facility), the series has been controversial, being serially misread both as profoundly engaged war art and as a disgraceful trivialization of violence. As the artists point out it takes a certain degree of hysteria and myopia to attach such ponderous meanings to the work itself. Two other large works from the series, “Unhappy Feet” and “Altered Towers”, complete the floor. Arter’s first floor amounts to a pastiche of the idea of retrospective shows with its centrepiece “SHITROSPECTIVE” and the duo’s first ever neon work, a new iteration of the brothers’ first collaborative piece “We Are Artists”,made in 1991. Demonstrating the artists’ stated desire to create work of ‘zero cultural value’ and their tactic of repeatedly recycling the same content, “SHITROSPECTIVE” comprises of miniature versions of key works from their career, “Fuckfaces”, “Sex”, “Übermensch” and “Little Death Machine” – replicated in cardboard and mounted on pedestals. Known as one of the iconic works of the Chapmans, “Insult to Injury” from the series of “The Disasters of War” will also be hosted on the first floor of the exhibition. Besides, on show will be a collection of archival works from 1971–2013, including some rare Chapman juvenilia. Taking its cue from the Chapmans’ recent show “Come and See” at The Serpentine Gallery, London, the curation of the top floor of the exhibition takes aim at the idealised ‘white cube’ gallery space and elegant, well-mannered exhibitions. Resembling a show put together from a ransacked storage room the floor will be chaotic and over-stuffed, filled with myriad 2-D and sculptural works. Jake and Dinos Chapman Working together since their graduation from the Royal College of Art in 1990, the Chapmans first received critical acclaim in 1991 for a diorama sculpture entitled ‘Disasters of War’ created out of remodelled plastic figurines enacting scenes from Goya’s ‘Disasters of War’ etchings. Later they took a single scene from the work and meticulously transformed it into Great Deeds Against the Dead (1994), a life-size tableau of reworked fibreglass mannequins depicting three castrated and mutilated soldiers tied to a tree. Arguably their most ambitious work was Hell (1999), an immense tabletop tableau, peopled with over 30,000 remodelled, 2-inch-high figures, many in Nazi uniform and performing egregious acts of cruelty. The work combined historical, religious and mythic narratives to present an apocalyptic snapshot of the twentiethcentury. Tragically this work was destroyed in the MOMART fire in 2004 and the Chapmans rebuked by saying they would make another, more ambitious in scale and detail - the result of which was Fucking Hell (2008). The interim saw ‘The Chapman Family Collection’ (2002), comprised of a group of sculptures that bring to mind the loot from a Victorian explorer’s trophy bag, yet also portraying characters from McDonald’s. The conflation of the exotic fetish and the cheap fast-food giveaway, imperialism and globalisation, created a powerful sense of dislocation. ‘Like A Dog Returns To Its Vomit’ (2005), was an exhibition of the Chapmans’ graphic works, a large collection of etchings and drawings displayed on two walls and arranged in the shape of dogs. Many of the works were reinterpretations of Goya etchings, including the ‘Disasters Of War’ and the ‘Los Caprichos’ series. Using the Tate Collection’s erotomanic sculpture Little Death Machine (Castrated) (1993) as their point of departure, the Chapmans created ‘When Humans Walked the Earth’ (2008) an installation of ten improbable machines, cast in bronze and now ossified, emulating aspects of human behaviour with a trademark subversive wit. Jake Chapman was born in 1966 in Cheltenham, Dinos Chapman in 1962 in London. They have exhibited extensively, including solo shows at Brandts Museum, Odense (2015); Serpentine Sackler Gallery (2013); DHC Montreal (2013); Pinchuk Art Centre (2013); the State Hermitage Museum, St Petersburg (2012), Museo Pino Pascali, Polignano a Mare, Italy (2010); Hastings Museum, UK (2009); Kestner Gesellschaft Hannover (2008); Tate Britain, London (2007); Tate Liverpool (2006); Kunsthaus Bregenz (2005); Museum Kunst Palast Düsseldorf (2003); Modern Art Oxford (2003); and PS1 Contemporary Art Center, New York (2000). Group exhibitions have included the 1st Kiev Biennale (2012), the 4th Moscow Biennale of Contemporary Art (2011); 17th Biennale of Sydney (2010); Meadows Museum, Texas (2010); ‘Rude Britannia’, Tate Britain (2010); Bundeskunsthalle, Bonn (2010); National Center of Contemporary Art, Moscow (2009); Kunstverein Hamburg (2009); British Museum, London (2009); Palais des Beaux Arts de Lille (2008); Haus der Kunst, Munich (2008); ICA, London (2008); ‘Summer Exhibition’, Annenberg Courtyard, Royal Academy of Arts, London (2007); ARS 06, Museum of Contemporary Art KIASMA, Helsinki (2006) and Turner Prize, Tate Britain (2003). Other selected group exhibitions include Musee Bourdelle, Paris (2015); 4th Moscow Biennale of Contemporary Art (2011); 17th Biennale of Sydney (2010); Kunstvereign, Hamburg (2009) and Kiasma, Helsinki (2006). In 2003, the brothers Chapman were nominated for the Turner Prize. natura | 15
haberler | news
SALT 2017’DE SEKİZ ARAŞTIRMA PROJESİNİ DESTEKLEYECEK SALT WILL SUPPORT EIGHT RESEARCH PROJECTS IN 2017 SALT Araştırma Fonları bu yıl, Dr. Mehmet Bozdoğan’ın (1922-2015) anısına ikinci kez verilecek iki ek fonla sekiz araştırmacının projesine katkı sağlayacak. Türkiye’nin ilk radyoloji uzmanlarından olan ve çok sayıda öğrencinin eğitimini üstlenen Dr. Bozdoğan’ın kızları Sibel ve Hande Bozdoğan’ın desteğiyle sayısı altıdan sekize çıkarılan projelere toplam 80.000 TL’lik fon verilecek. SALT Araştırma Fonları’na ön başvurular sonucu, bu yıl toplam 205 projeden 155’i kabul aldı. Daha kapsamlı olan ikinci aşama başvurular, 20 Mart Pazartesi saat 18.00’e kadar sürecek. Prof. Dr. Elvan Altan (Orta Doğu Teknik Üniversitesi), Doç. Dr. Ahu Antmen (Marmara Üniversitesi), Vasıf Kortun (SALT Araştırma ve Programlar), Prof. Dr. Nadir Özbek (Boğaziçi Üniversitesi) ve Lorans Tanatar Baruh’dan (SALT Araştırma ve Programlar) oluşan seçici kurulun belirlediği projeler 22 Nisan Cuma günü duyuruldu. Seçilen projeler şu şekilde: Nergis Abıyeva, “1950’lerde Paris’e Giden Ressamlar Bağlamında Tiraje Dikmen’in Hayatı ve Sanatı” Sanat hayatını İstanbul ile Paris arasında şekillendiren Tiraje Dikmen’in, 1950’lerde devlet desteği almadan kendi seçim ve olanaklarıyla Paris’e giden ressamlar kuşağındaki yerine odaklı, monografi niteliğinde bir araştırma. Derya Acuner ve Sevinç Coşkun, “Kafesin İki Tarafı: Türkiye’de Hayvanat Bahçelerinin Hafızası” Türkiye’de hayvanat bahçelerinin kuruluşu ve toplumsal hafızadaki yerlerini Gülhane (İstanbul), Atatürk Orman Çiftliği (Ankara), Fuar (İzmir) ve Kültür Park (Bursa) hayvanat bahçeleri özelinde inceleyen bir araştırma. Rüstem Ertuğ Altınay, “Arzuyu Resmetmek: Sabiha Rüştü Bozcalı’nın Reşad Ekrem Koçu Eserleri İçin Yaptığı İllüstrasyonlarda Queer Zaman ve Cinsellik” Cinsel arzu, kimlik ve pratikleri dönemlerinin hâkim değerleriyle örtüşmeyen kişileri popüler kültür ve toplumsal hafızaya kazandıran Sabiha Rüştü Bozcalı ve Reşad Ekrem Koçu’nun queer özneler için yarattığı alternatif tarihe odaklı bir araştırma. Meltem Gürel, “Plajlar, Plaj Gazinoları ve Eğlence Kültürü, 1950-1970” İstanbul’da hayata geçirilen modern plaj yapılarını, kıyıların kullanımı ve 1950 ile 1970 yılları arasındaki modernleşme politikaları bağlamında irdeleyen bir araştırma. Sezen Kayhan, “Yıldızların Altında: İstanbul’un Açık Hava Sinemaları ve Kentsel Dönüşümün Seyir Kültürüne Etkileri, 1950-1970” İstanbul’da faaliyet gösteren açık hava sinemalarını ve 1950 sonrası Demokrat Parti politikalarıyla hızlanan kentsel dönüşümün sanat mirasına somut etkilerini inceleyen bir araştırma.
natura | 16
haberler | news
Bengü Kurtege Sefer, “Türkiye’de Kırsal Sınıf Mücadelelerinin Mekânsal Okuması: 1960’lı Yıllarda Ege Köylerinde Toprak İşgalleri, Siyaset ve Kadın” İzmir’in Göllüce ve Atalan köylerinde, kırsal dönüşüm sürecinde topraksız köylü kadınlar, ağalar, siyasetçiler, devrimciler ve jandarma arasındaki ittifaklar ve çatışma ilişkileri temelinde, kadınların bu güç yapılarını nasıl şekillendirdiğine yönelik bir araştırma. SALT Araştırma Dr. Mehmet Bozdoğan Fonu 2017 Projeleri: Nihal Koparan, “Türkiye’de Akademilerde Canlı Modellerin Tarihi ve Nü Modelliğin İcrası” 1950’lerden itibaren Türkiye’de canlı modelliğin gelişimi ve modernleşme süreci ile cinsiyet rejiminde konumunun yanı sıra, bu deneyimde modellerin öznelliği ve çıplaklıkla ilişkilerini tarihsel ve güncel verilerle irdeleyen bir araştırma. Ecem Sarıçayır, “Şehir Mekânında Askerî Alanlar Üzerinden İstanbul’u Anlamak” İstanbul’daki askerî alanların yerleri, mekânsal iz ve kurguları, şehirle olan bağları ve mimarlık ile şehircilik bağlamında konumlarına çeşitli tarihî, toplumsal ve politik olaylar paralelinde odaklanan bir araştırma. SALT Araştırma Fonları, Türkiye’de görsel pratikler, yapılı çevre, sosyal yaşam ve ekonomik tarih alanlarında özgün belge edinimi ve araştırma projelerini destekler. Ayrıca, SALT Araştırma bünyesindeki birikimlerin değerlendirilmesine katkıda bulunur. This year, SALT Research Funds will contribute to the projects of eight researchers along with two additional funds which will be given for the second time in the memory of Mehmet Bozdoğan (1922-2015), who served as one of the first radiology specialists of Turkey and undertaken the education of numerous students. The fund with a value of 80,000 TL will be given to projects that were previously augmented from six to eight, along with the supports of Mehmet Bozdoğan’s daughters Sibel and Hande Bozdoğan. As a result of the preliminary applications to the SALT Research Funds, 155 out of a total of 205 projects have been accepted this year. The second phase of the applications which is a bit more extensive, will continue until Monday, 6 PM, March 20. The projects determined by the selection committee consisting of Prof. Elvan Altan (Middle East Technical University), Assoc. Prof. Ahu Antmen (Marmara University), Vasıf Kortun (SALT Research and Programs), Prof. Nadir Özbek (Boğaziçi University) and Lorans Tanatar Baruh (SALT Research and Programs), were announced on Friday, April 22. The selected projects are as follows: Nergis Abıyeva, “The Life and Art of Tiraje Dikmen in the Context of Painters Who Went to Paris During the 1950s” A monographic research based on the place of Tiraje Dikmen who has formed her artistic life between Istanbul and Paris among the generation consisting of painters who went to Paris with their own choices and opportunities without having subventions during the 1950s. Derya Acuner and Sevinç Coşkun, “Two Sides of the Cage: The Memory of Zoos in Turkey” A research analyzing the foundation of zoos in Turkey and their places in social memory specific to the zoos in Gülhane (Istanbul), Atatürk Forest Farm and Zoo (Ankara), Fuar (Izmir) and Culture Park (Bursa). Rüstem Ertuğ Altınay, “Portraying Desire: Queer Times and Sexuality in the Illustrations Made by Sabiha Rüştü Bozcalı for the Works of Reşad Ekrem Koçu” A research focusing on the alternative history created for queer subjects by Sabiha Rüştü Bozcalı and Reşad Ekrem Koçu, who reintroduced figures to the popular culture and social memory, whose sexual desires, identities and practices were not coinciding with the dominant values of their periods. Meltem Gürel, “Beaches, Beach Clubs and Entertainment Culture, 1950-1970” A research scrutinizing the modern beach structures that have been realized in Istanbul, within the scope of the usage of the coasts and modernization policies between 1950 and 1970. Sezen Kayhan, “Under the Stars: Open-Air Cinemas of Istanbul and the Impacts of Urban Transformation Regarding the Culture of Watching, 1950-1970” A research that examines the open-air cinemas functioning in Istanbul and the substantial impacts of urban transformation regarding art heritage, which has been accelerated by the Democratic Party policies after the 1950s. Bengü Kurtege Sefer, “Spatial Reading of the Rural Class Struggles in Turkey: Land Occupations, Politics and Women in the Aegean Villages during the 1960s” A research that is based on conflict relations and alliances during the rural transformation process between landless women peasants, landlords, politicians, revolutionaries and gendarmerie in Göllüce and Atalan villages of İzmir and how women shaped these power structures. SALT Research Dr. Mehmet Bozdoğan Fund 2017 Projects: Nihal Koparan, “The History of Life Models in the Academies of Turkey and the Performance of Nude Modelling” A research that examines the development of life modelling and its position within the gender regime along with the modernization process in Turkey since the 1950s; the subjectivity of models in this experience and their relations with nudity through historical and actual data. Ecem Sarıçayır, “Understanding Istanbul Through Military Zones of the City” A research dwelling on the locations of military zones of Istanbul, their spatial traces and formations, their connections with the city and their positions in the context of architecture and urbanism, in parallel with various historical, social and political events. SALT Research Funds support original document acquisition and research projects in the fields of visual practices, built environment, social life and economic history in Turkey. In addition, SALT contributes to the assessment of the accumulations gathered within the body of SALT Research. natura | 17
haberler | news
ROGER BALLEN: RETROSPEKTİF ROGER BALLEN: RETROSPECTIVE İstanbul Modern, 4 Haziran tarihine kadar Roger Ballen retrospektifini ağırlıyor. Retrospektif, Amerika doğumlu, Güney Afrikalı sanatçı Roger Ballen’ın 1980’lerden itibaren gerçekleştirdiği çalışmaların izini sürüyor. Erken tarihli çalışmalarında belgesel fotoğrafçılığı geleneğini izleyen Ballen, zamanla kendisinin “ballenesk” olarak nitelendirdiği farklı ve benzersiz bir üslup geliştirdi. Çizim, resim, kolaj ve heykel tekniklerinden de yararlanan sanatçı, çok disiplinli yaklaşımıyla fotoğrafın köklerine derinden bağlı, yeni bir estetik meydana getirdi. Walker Evans’ın yapıtlarını da çağrıştıran Ballen’ın fotoğrafları doku, ışık ve özneyle etkileşim gibi fotoğrafın sadece biçimsel yönlerini barındırmakla kalmaz, aynı zamanda sosyal değişimlerin yaşandığı bir zamanda ötekileştirilen hayatlara tanıklık etme ve bunları ifşa etme amacını da taşır. Benzer şekilde Diane Arbus ve Eugene Meatyard’ın fotoğrafları da Ballen için bir çıkış noktası olur, biçimsel anlamda mesafeli görünseler de fotoğrafın özne ve nesneleri psikolojik bir yoğunluk taşır. Ballen’ın katılımcı-aktörlerini Samuel Beckett ya da Harold Pinter’in tiyatrosundakilerden daha garip, ıssız, belirsiz olarak nitelemek de mümkündür. Ballen’ın çalışmalarındaki karakterler, Absürt Tiyatro’ya yakın durur, etraflarındaki dünyaya ne herhangi bir güç uygulayabilir ne de ondan kaçabilirler. Sıradan insanlar aracılığıyla Ballen insani durumun absürtlüğünü açık eder, groteskin içinde komikliği bulur, deliliği gerçekliğin kenarında konumlandırır. Demet Yıldız küratörlüğündeki sergi, sanatçının Dorps: Güney Afrika’nın Küçük Kasabaları, Platteland: Güney Afrika Kırsalından İmgeler, Yabanülke, Gölge Oda, Misafirhane, Kuş Sığınağı ve Hayaletler Tiyatrosu serilerinden bir seçkiye ve “Ballenesk Oda” adlı yerleştirmesine yer veriyor. 9 Mayıs günü, sergi kapsamında Roger Ballen’ın sanat pratiği üzerine araştırmalar yapan sanatçı Merve Ünsal ile İstanbul Modern Fotoğraf Bölümü Yöneticisi Demet Yıldız söyleşiyor. Söyleşide, zamanla kendisinin “ballenesk” olarak nitelendirdiği benzersiz bir üslup geliştiren Ballen’ın 1980’lerden bu yana çalışmaları değerlendirilirken, farklı tekniklerinden yararlansa da fotoğrafın köklerine derinden bağlı kalarak üretimlerde bulunan sanatçının estetiği ve retrospektifin yapım süreci ele alınıyor. Istanbul Modern Photography Gallery is hosting the retrospective of Roger Ballen until June 4th. The American-born, South African artist Roger Ballen’s photography evolved from a form of documentary photography into a distinctive and unique style he describes as “ballenesque”. Ballen employs drawing, painting, collage and sculptural techniques to create a new hybrid aesthetic, but one still firmly rooted in photography. The exhibition aims to follow the trajectory of the artist’s output since the 1980s. Practicing also on drawing, painting, collage and sculpture techniques, the artist also presented a multidisciplinary approach to the roots of photography, bringing a new aesthetic flavor. Ballen’s photographs evoking the works of Walker Evans, not only contain the formal aspects of photography, such as interaction with textures, light, and subject, but also bear witness to the lives that are alienated at a time when social changes occur and reveal them. Similarly, the photos of Diane Arbus and Eugene Meatyard stand for an outlet for Ballen. The subjects and objects of the photograph are psychologically intense despite appearing distant in the formal sense. It is also possible to describe Ballen’s participant-actors as stranger, more desolate and more indefinite than those in Samuel Beckett’s or Harold Pinter’s theatres. The characters in Ballen’s works stand close to the Theatre of the Absurde, and they can neither use force upon nor escape from the world around them. Through ordinary people, Ballen reveals the absurdity of the human condition, finds humor in the grotesque, and positions the insanity at the edge of reality. Curated by Demet Yıldız, the exhibition presents a selection of works from seven Ballen series, “Dorps”, “Platteland”, “Outland”, “Shadow Chamber”, “Boarding House”, “Asylum of the Birds” and “Theatre of Apparitions”, as well as a new installation titled “Room of the Ballenesque”. On May 9, the artist Merve Ünsal, who conducted research on Roger Ballen’s art practice in the scope of the exhibition, and Istanbul Modern Photography Department Manager Demet Yıldız will make an interview. In the interview, Ballen, who has developed a unique style that he has described as “ballenesque” over the course of time, will be evaluated for his works since the 1980s, while presenting the creation process of the aesthetics and retrospective of the artist who made productions by being deeply adhered to the roots of photography even though he had benefited from different techniques. natura | 18
haberler | news
Fernando Guerra Peter Zumthor’un Vals Termal Yapısını Fotoğrafladı Fernando Guerra Photographed the Therme Vals Structure of Peter Zumthor
haberler | news
SEBASTIAN Herkner’den Salute Salute by Sebastian Herkner
Kaynak/Source: www.sebastianherkner.com
Kaynak/Source: Dezeen
Vals Termal, küratör Jane Withers’ın Londra Tasarım Festivali sergisi için seçtiği 6 yapıdan biri ve Portekizli fotoğrafçı Fernando Guerra, Peter Zumthor’un en önemli yapılarından olan bu binasının yapımının 20. yılı için çekim yaptı. Pritzker Ödülü ve Royal Gold Medal sahibi mimarın bu yapısı Natura’nın daha önceki sayılarında da yer almıştı… İsviçre’nin kantonlarında inşa edilen yapı, otel ve spadan oluşuyor ve sıcak-soğuk, ışık-gölge hissiyatını deneyimlenmesini hedefliyor. Yapının duvarları yerel malzeme olan kuvarsit taşının farklı tonlarını ortaya çıkarmak için tabakalar halinde üst üste konmasıyla oluşturulmuş. Geniş boşlukların içinde yer alan pencereler ise bu duvarların olağandışı derinliğini açığa çıkarıyor. Bu doğal taş yüzeyler yapının içinde devamlılığını korurken betondan mozaiğe kadar değişen malzemelerle tezat oluşturuyor… Therme Vals is one of the six structures chosen by the curator Jane Withers for the London Design Festival. Fernando Guerra, the Portuguese photographer, has shooted for the 20th anniversary of this structure which stands for one of the most significant works of Peter Zumthor. Awarded by Pritzker and Royal Gold Medal, the architect’s structure was also featured in the previous issues of the Natura magazine. Constructed in the Cantons of Switzerland, the structure is comprised of a hotel and spa and it aims to offer a contrasting experience of hot-cold and light-shade. The walls of the structure were built on top of each other in layers, to reveal the different shades of the quartzite stone, which is a local material. Windows located in the wide spaces, reveal the extraordinary depths of these walls. These natural stone surfaces contrast with materials ranging from concrete to mosaic while preserving their continuity in the building ...
natura | 20
Sebastian Herkner tarafından tek kişi için hazırlanmış yüksek bir yan sehpa olan Salute basit bir tasarıma sahip olduğu kadar aynı zamanda da detayları açısından oldukça zengin. Koltukta oturmanın rahatlığına ek olarak bardak, kitap ya da tablet koymak için oluşturulmuş ve 3 farklı ebada sahip bu sehpanın tasarımında kullanılan ana malzeme mermer iken konstrüksiyonu bakır, çelik ya da kromdan yapılmış...
Designed by Seba s tian Herkner a s a high side-t able for individual use, Salute features a minimal design and it ’s also pret t y r ich in terms of det ails. In addition to the comfor t of the armchair, this t able also gives you the coziness of placing dr ink s, book s or t ablet s on the s t ands. Having three dif ferent sizes, the side t able holds marble a s the pr imar y mater ial and it s cons truc tion wa s made of copper, s teel and chromium...
natura | 21
haberler | news
Sekford ve Salvatori TİPOGRAFİNİN ZAMAN TÜNELİNİ Taşa Kazıdı Sekford and Salvatori Carved Out the Timeline of Typography into Stone
Kaynak/Source: Wallpaper
Londralı saat markası Sekford ve İtalyan taş uzmanı Salvatori tipografinin zaman çizelgesini yaratmak için işbirliği yaptılar ve İngiliz hat sanatçısı Richard Kindersley’in başını çektiği heykeltıraşlarla birlikte çalıştılar. Sekford’un kreatif direktörü olan Kuchar Swara, konu hakkında hiçbir şey bilmeyen biri için bile bir şekilde tipografinin ait olduğu dönemin ifadesi olduğunu söylüyor. Bu özel işbirliği çerçevesinde, tarihin en önemli tipografik dönemleri Salvatori’nin taşları üzerinde evrimini kutluyor. Bu sanat biçimini onurlandırmak için Sekford, taş işçiliğinden yararlandı. Antik Yunan’dan Bauhaus’a uzanan dönemin tipografik örneklerinden 26 harf ve 12 rakamın taş üzerine oyma yöntemiyle işlendiği “Zamanın Anlaşılmasını Kolaylaştırmak” (Cutting Through Time) isimli sergi Londra Tasarım Festivali’nde yer aldı. Zaman çizelgesi yoruma göreceli olarak açık durumdaki çağdaş oyma yöntemleriyle sonuçlandı. Tasarımlar, modern estetiğin yansımaları halinde tipografinin “ilerlemek için geriye gitme” öyküsüne uyacak şekilde dekoratif biçimlere dönüştü…
natura | 22
London-based watch brand Sekford and the Italian stone expert Salvatori, have collaborated to create a timeline of typography and worked with sculptors headed by Richard Kindersley, the British calligrapher. Kuchar Swara, the creative director of Sekford, states that this work stands for an expression of the period it belongs, even for those who have no information about the subject. Within the scope of this special collaboration, the most important typographic periods of the history celebrate their evolution on the stones of Salvatori. In order to honor this art form, Sekford has benefited from stonemasonry. Entitled “Cutting Through Time”, the exhibition took place in the London Design Festival with 26 letters and 12 numbers carved into stone as the typographic examples of the period, ranging from Ancient Greece to Bauhaus. The timeline resulted in comtemporary carving methods which are relatively open for interpretation. Designs turned into decorative forms as the reflections of modern aesthetics in accordance with the typographic story, “retrocession for progression”...
haberler | news
haberler | news
LES JUMELLES - ATELIER PIERRE THIBAULT
mişin mira sına yeni bir yorum katmak olmuş. Eski ve ç ağda ş dokular birbir iyle diyaloğa girerken aynı zamanda da gelenek sel mimar iyi günümüzle buluş turmak hedeflenmiş. Les Jumelles, diğer bir değişle ikiz evler tüpe benzer bir kor idor la birbir ler ine bağlanıyor ve ç ağda ş hacmin bir ç at ı ışıklığ ı t araf ından parç alandığ ı yere kadar uzanıyor. Doğal t a ş malzeme kullanmak yer ine ek yapı beya z sedir le kap lanmış…
mişin mira sına yeni bir yorum katmak olmuş. Eski ve ç ağda ş dokular birbir iyle diyaloğa girerken aynı zamanda da gelenek sel mimar iyi günümüzle buluş turmak hedeflenmiş. Les Jumelles, diğer bir değişle ikiz evler tüpe benzer bir kor idor la birbir ler ine bağlanıyor ve ç ağda ş hacmin bir ç at ı ışıklığ ı t araf ından parç alandığ ı yere kadar uzanıyor. Doğal t a ş malzeme kullanmak yer ine ek yapı beya z sedir le kap lanmış…
KÜNYE
Dergimizde çoğunlukla yeni inşa edilen ve doğal t a ş malzemeler in kullanıldığuı projelere yer ver iyoruz. Bu kez Atelier Pierre Thibault ’nun mevcut t a ş bir binaya yapt ığ ı ek yapıyı konu ediniyoruz. Erken 19. a sır yapısı olan bu t a ş evin oranlar ı dengeliyken 1950’lerde yapılan ek bira z kaotikmiş. İş veren 4 çocuklu bir aileden oluşuyor ve bu yüzden içinde herkesi bar ındırabilen bir mekân kullanımını t alep etmiş. Mimar i ekip tüm ola sılıklar ı değer lendirdik ten sonra, iş verene bir sunum yapmış; eskizlerde mevcut evin cephesi t aklit edilerek ahşap cepheye sahip bir kopya sı öner ilmiş. Buradaki amaç hem bölgede çok bulunan ahşap malzemeden yarar lanmak hem de geç-
natura | 24
Dergimizde çoğunlukla yeni inşa edilen ve doğal t a ş malzemeler in kullanıldığuı projelere yer ver iyoruz. Bu kez Atelier Pierre Thibault ’nun mevcut t a ş bir binaya yapt ığ ı ek yapıyı konu ediniyoruz. Erken 19. a sır yapısı olan bu t a ş evin oranlar ı dengeliyken 1950’lerde yapılan ek bira z kaotikmiş. İş veren 4 çocuklu bir aileden oluşuyor ve bu yüzden içinde herkesi bar ındırabilen bir mekân kullanımını t alep etmiş. Mimar i ekip tüm ola sılıklar ı değer lendirdik ten sonra, iş verene bir sunum yapmış; eskizlerde mevcut evin cephesi t aklit edilerek ahşap cepheye sahip bir kopya sı öner ilmiş. Buradaki amaç hem bölgede çok bulunan ahşap malzemeden yarar lanmak hem de geç-
Mimarlık Ofisi: Atelier Pierre Thibault Proje Yeri: Lac-Brome, QC J0E, Canada Tasarım Ekibi: Pierre Thibault ve Julie Pilote Proje Ortağı: Maude Bilodeau D’Astous Proje Yılı: 2013 Fotoğraflar: Alain Laforest
Credıts Mimarlık Ofisi: Atelier Pierre Thibault Proje Yeri: Lac-Brome, QC J0E, Canada Tasarım Ekibi: Pierre Thibault ve Julie Pilote Proje Ortağı: Maude Bilodeau D’Astous Proje Yılı: 2013 Fotoğraflar: Alain Laforest
natura | 25
haberler | news
Taş Heykeller Mikro Ölçekteki Anıtsal Mimariyi Açığa Çıkartıyor AMonumental Architecture in Micro Scale Kaynak/Source: Archdaily
Mimar i t a ş oymacılığ ı yapan Kopenhaglı sanat t ar ihçisi Mat thew Simmonds, minyatür mekânlar ı t a ş t an yont arak yeniden yarat ıyor. Mimar inin biçimsel dili ve felsefesine uygun şekilde Simmonds’ın işler i pozitif ve negatif form kavramlar ını, ışık ve karanlığ ın önemini ve doğa ile insani ç aba ara sındaki ilişkiyi ara ş t ır ıyor. Simmonds işler inin t a şın doğal biçimi ile ç alışılan yüzey ara sındaki etkileşimden etkilendiğini ifade ediyor. Gerçekte var olmayan mekânlar ı t a şın çeşidine göre yarat t ığ ını belir ten t a sar ımcı, t a şın biçiminin de mekânın s trük türünü etkilediğini belir tiyor. Örneğin; mermer in Kla sik Yunan ya da Roma s tiller i için uygun olduğunu ve kireç t a şının Ro manesk ya da Gotik üsluba daha yatkın olduğunu söylüyor. Sürecin ba şında mimar i det aylardan çok hacimler üzer inde yoğunla şan Simmonds iç mekânlar ın yontulma sının oldukç a zor olduğunu ve özel aletler kullanarak yeni teknikler geliş tirmek zorunda kaldığ ını açıklıyor…
Copenhagen art historian Matthew Simmonds, who performs architectural stone carving, recreates miniature spaces by carving them from stone. In accordance with the formal language and philosophy of architecture, Simmonds’ works explore the concepts of positive and negative forms, the importance of light and darkness, and the connection between nature and human endeavor. Simmonds states that his work was influenced by the juxtaposition between the natural form of stone and the surface being studied. Indicating that he creates unsubstantial spaces according to the type of the stone, the designer informs that the shape of the stone also affects the structure of the space. To illustrate, he states that marble is suitable for Classical Greek or Roman styles and limestone is more prone to Romanesque or Gothic styles. Concentrating on volumes rather than the architectural details at the beginning of the process, Simmonds explains that interior spaces are very challenging to dress and for this reason he had to develop new techniques by using special tools... natura | 26
YENİ VE HEYECAN VERİCİ RENKLERİMİZİ KEŞFEDİN GROHE ESSENCE Yeni Essence serisinin kapsamlı boyut, renk ve yüzeylerden oluşan yelpazesi ile sunduğu seçenek zenginliği kendinizi tamamen şımartılmış hissetmenizi sağlayacak. Bataryalardan duş sistemi ve aksesuarlara kadar her şeyi içinde barındıran bu eksiksiz yelpaze, zarif fırçalı veya yüksek parlaklıktaki yüzeylerin de aralarında bulunduğu dört farklı renk seçeneği sunuyor. www.grohe.com.tr
TAŞA HAYAT VER
haberler | news
VETERAN MİMAR DENISE SCOTT BROWN JANE DREW ÖDÜLÜ’NÜN, SANATÇI RACHEL WHITEREAD İSE ADA LOUISE HUXTABLE ÖDÜLÜ’NÜN SAHİBİ OLDU THE VETERAN ARCHITECT DENISE SCOTT BROWN HAS BEEN AWARDED THE JANE DREW PRIZE, WHILE ARTIST RACHEL WHITEREAD WINS THE ADA LOUISE HUXTABLE PRIZE Pritzker Ödülü’nün, Rober Venturi’nin partneri Denise Scott Brown’u tanımadığı çeyrek asırın ardından, Denise Scott Brown 2017 Jane Drew Ödülü’nün sahibi oldu. Ödül, işleri ve bağlılığı ile mükemmel olanı tasarlamayı amaçlayan ve mimarlık alanında kadın profilini güçlendiren mimari tasarımcıları mercek altına alıyor. Mimarlıkta Kadınlar: Mimarlık Alanında Çalışmak araştırması kapsamındaki oylama sonucunda, ezici bir çoğunlukla Scott Brown’ın ödüle layık görülmesi istendi. Scott Brown’ın aldığı ödül, onun bu alana verdiği katkıların yeterince tanındığını görebilmek adına, 2013’te Mimarlıkta Kadınlar Kampanyası’nda filizlenen güçlü bir toplumsal hareketin sonucudur. Denise Scott Brown ödülle ilgili şunları söyledi: “Onlarla olan geçmişim göz önünde bulundurulduğunda, tüm bu ödül meselesi karşısında birazcık afalllamış durumdayım. Ancak bu yaşımda beni çok mutlu eden bazı gelişmeler yaşandı. Bu ödül ve Architects’ Journal (Mimarlar Dergisi) kapsamında yer alan imza kampanyası bunlardan bazıları.” The Architectural Review (Mimari İnceleme) ve The Architects’ Journal’in baş editörü Christine Murray konuyla ilgili şu sözlere yer verdi: ‘Denise Scott Brown’un muhteşem mimarlık yazıları ve düşünceleri, eserleri ve ince zekâsı, değişim adına ilham verici bir güç olmuştur. Bu onur, zor bir sürecin çözümünü simgeliyor.’ Sanatçı Rachel Whiteread, mimarlık alanına ve yapılı çevreye önemli katkıda bulunan ve daha geniş kapsamlı mimari endüstrilerde çalışan kişilere yer veren, 2017 Ada Louise Huxtable Ödülü’nün sahibi oldu. Whiteread’in eserlerinin (1993 Turner Ödüllü Ev Projesi gibi) önemi, mimarlarla yaptığı işbirlikleri (İngiltere Soykırım Anıtı Uluslararası Tasarım Yarışması için Caruso St John Mimarlık ile yaptığı işbirliği gibi) ve 2016 RIBA Stirling Ödülü jürisinde yer alması; onun daha kapsamlı bir mimarlık dünyası adına ortaya koyduğu etkiyi vurgulamaktadır.
A quarter of a century after the Pritzker Prize failed to recognize Denise Scott Brown alongside her partner Robert Venturi, Denise Scott Brown has won the 2017 Jane Drew Prize. The award recognises an architectural designer who through their work and commitment to design excellence has raised the profile of women in architecture. Respondents to the Women in Architecture: Working in Architecture survey overwhelmingly voted for Scott Brown to be honoured with the award. Scott Brown’s receipt of the prize is a culmination of the grassroots drive to see her contribution to the profession adequately recognised – a movement that sprung from the Women in Architecture campaign in 2013. Denise Scott Brown said of the accolade: ‘‘I’m a bit punch drunk on the whole subject of prizes as you can imagine given my history with them. But things have happened which have made me very happy in my old age and one of those is this prize – and the petition which came out of the Architects’ Journal’s work.’ Christine Murray, editor-in-chief of The Architectural Review and The Architects’ Journal, said: ‘Denise Scott Brown’s wonderful architectural writing and thinking, her work and her wit have been an inspiring force for change. This honour squares the circle.’ Artist Rachel Whiteread is the winner of the 2017 Ada Louise Huxtable Prize, the award which recognises individuals working in the wider architectural industry who have made a significant contribution to architecture and the built environment. The materiality of Whiteread’s work (such as in her 1993 Turner Prize-winning House), her collaboration with architects (such as Caruso St John Architects for the UK Holocaust Memorial International Design Competition), and her participation on the RIBA Stirling Prize 2016 jury all highlight her impact on the wider architectural world.
Jane Drew Ödülü Jane Drew Ödülü, erkek egemen bir meslekte çalışan kadınların cesur bir savunucusu olan Jane Drew’in adını taşıyor. 1929’da Mimarlık Birliği’nden mezun olan Drew, daha sonra kadınların pek de hoş karşılanmadığı bir mesleğe geçiş yaptı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kendi işini kurdu ve Modernizm Hareketi’nin İngiltere’ye tanıtılmasında büyük bir rol oynadı. Ödül 2016 yılında yaratıcılığın sembolü ve eşitliğin savunucusu Odile Decq’a verildi. Ödüle layık görülen isimler arasında Grafton Mimarlık’ın kurucuları Yvonne Farrell ve Shelley McNamara, Zaha Hadid, Ushida Findlay’den Kathryn Findlay ve Eva Jiřičná gibi isimler yer alıyor.
The Jane Drew Prize The Jane Drew Prize is named after the great Jane Drew, the spirited advocate for women in a male-dominated profession. She graduated from the Architectural Association in 1929 into a profession that was unwelcoming to women at best. She started her own practice after the Second World War, and her work played a substantial role in introducing the Modern Movement into the UK. In 2016, the prize was given to creative powerhouse and equality advocate Odile Decq. Previous winners include Grafton Architects’ founders Yvonne Farrell and Shelley McNamara, Zaha Hadid, Kathryn Findlay of Ushida Findlay and Eva Jiřičná.
Ada Louise Huxtable Ödülü Ada Louise Huxtable ödülü, ünlü mimarlık eleştirmeninin adını taşıyor. Huxtable, ilk kez New York Times’a katıldığında bir ABD gazetesinde tam zamanlı çalışan ilk mimarlık eleştirmeni olarak tarihe geçti ve 1970 yılında Pulitzer Eleştirmenlik Ödülü’nün sahibi oldu. Serpentine Galerileri’nin eski direktörü Julia Peyton-Jones, mimari vizyonu geliştirme ve mimariyi geniş bir küresel platforma sunma amacıyla gerçekleştirdiği çalışmalardan ötürü, 2016 yılında ödüle layık görüldü. İşverenlerin ve mimarların patronu Jane Priestman ise 2015 yılında açılış ödülünü kazandı. natura | 28
The Ada Louise Huxtable Prize The Ada Louise Huxtable award is named after the famous architecture critic. Huxtable made history by being the first full-time architecture critic at a US newspaper when she joined the New York Times, and was later awarded the first Pulitzer Prize for Criticism in 1970. Former director of the Serpentine Galleries Julia Peyton-Jones won the prize in 2016 for her role in nurturing architectural vision and making architecture available to a broad global audience. Client and architectural patron Jane Priestman won the inaugural prize in 2015.
ÖDÜLLER
BAŞVURU ADRESİ
PROFESYONEL KATEGORİ BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ 15.000 TL. İKİNCİLİK ÖDÜLÜ 10.000 TL. ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ 7.000 TL.
ÖĞRENCİ KATEGORİSİ BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ 10.000 TL. İKİNCİLİK ÖDÜLÜ 5.000 TL. ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ 2.500 TL.
WWW.DOGALTASTASARIMYARISMASI.COM SON BAŞVURU TARİHİ
Yarışma Konusu: Yarışmanın konusu doğal taş kullanılarak üretilebilir, ticarileşebilir ve özgün tasarım olması ana şartıyla doğal taş kullanımını arttırıcı ve özendirici yeni tasarım ve yeni ürünlerin ortaya konmasıdır.
JÜRİ TOPLANTISI
Kategoriler: Yer Döşemesi ve Duvar Kaplaması, Otel Lobisi ve AVM Girişi, Türk Hamamı ve Banyo, Dekoratif Ürünler (Masalar, sehpalar, şömineler, ve ev mobilyaları gibi doğal taş ile tasarlanmış ürünler)
5 MAYIS 2017 CUMA 5 HAZİRAN 2017 PAZARTESİ ÖDÜL TÖRENİ
23 AĞUSTOS 2017 ÇARŞAMBA
Yarışma Başvurusu: Başvurular, web sitesi üzerinden herhangi bir ön kayıt bulunmaksızın alınmaktadır. Herhangi bir belge ya da pafta teslimi gerekmemektedir. Yarışmaya katılım ücretsizdir.
haberler | news
haberler | news
RCR MİMARLIK 2017 PRITZKER ÖDÜLÜ’NÜN SAHİBİ OLDU 2017 PRITZKER PRIZE GOES TO RCR ARQUITECTES Katalan mimarlık stüdyosu RCR Mimarlık’ın kurucu ortakları, 2017 Pritzker Ödülü’nün sahipleri oldular. Böylece, tarihte ilk kez üç mimar ortak bir şekilde ödüle ulaşmış oldu. Doğdukları bölge olan İspanya’nın Olot şehrinde 1988 yılında faaliyetlerine başlayan 55 yaşındaki Rafael Aranda, 54 yaşındaki Carme Pigem ve 56 yaşındaki Ramon Vilalta, aralarında Richard Rogers, Oscar Niemeyer, Luis Barragan, Jacques Herzog ve Pierre de Meuron’nun da bulunduğu itibarlı listede yer almaya hak kazanmış oldular. Carme Pigem, 2004 yılında Zaha Hadid ve 2010 yılında Kazuyo Sejima ve ortağı Ryue Nishizawa’nın aldığı ödüllerin ardından, etkinliğin 38 yıllık tarihi kapsamında uluslararası arenada ödüle layık görülen üçüncü kadın oldu. RCR Mimarlık, Girona yakınlarındaki Palamos bölgesinde tasarladığı ve büyük ilgi gördüğü Bell-Lloc Şarap Evi ve Barselona’daki Kütüphane ve Yaşlılar Merkezi gibi Olot ve İspanya’nın farklı bölgelerinde uyguladığı projelerle tanınıyor. Ancak stüdyo, Fransız soyut sanatçı Pierre Soulages’in çalışmalarına ithafen Fransa’nın Rodez şehrinde tasarladığı baş döndüren çelik kaplama müze benzeri projelerle birlikte İspanya dışında da gündem yaratmayı başardı. Pritzker Ödülü jürisi, üçlünün yoğun işbirliğine dayalı çalışma biçimini “incelikli ve düşünceli” olarak betimledi ve mimarlık yaklaşımlarının “aynı anda hem yerel hem de evrensel” yapılar yarattığını belirtti. Jüri ba şkanı Glenn Murcutt konuyla ilgili şu sözlere yer verdi: “Malzeme birlikteliğinin bir yapıya böylesine inanılmaz bir güç ve sadelik kazandırabileceğini herkese göstermiş oldular. Bu üç mimarın işbirliği, içinde natura | 30
The 2017 Pritzker Prize has been won by the cofounders of Catalan studio RCR Arquitectes -the first time the prestigious accolade has been jointly awarded to three architects. Rafael Aranda, 55, Carme Pigem, 54, and Ramon Vilalta, 56, who set up their practice in their hometown of Olot, Spain in 1988, join a renown list of previous winners which includes Richard Rogers, Oscar Niemeyer, Luis Barragan, Jacques Herzog and Pierre de Meuron. Pigem becomes only the third woman in the prize’s 38-year history to have been handed the internationally recognised honour after Zaha Hadid in 2004 and Kazuyo Sejima who won the award alongside partner Ryue Nishizawa in 2010. RCR Arquitectes is known for its work in Olot and across Spain, receiving significant attention for projects such as the Bell-Lloc Winery, in Palamós, near Girona and the library & senior citizens’ Centre in Barcelona. However the studio has also made headlines outside of the country, most notably in Rodez, France with its striking steel-clad museum dedicated to the work of French abstract artist Pierre Soulages. The Pritzker Prize judges described the trio’s intensely collaborative way of working as “deliberate and thoughtful’ adding that their approach to architecture created buildings which were ’local and universal at the same time”. Jury chair Glenn Murcutt said: “They’ve demonstrated that unity of a material can lend such incredible strength and simplicity to a building. The collaboration of these three arc-
bulunduğumuz zamana ve geleceğe açıklık kazandırırken, geçmişe muazzam bir saygı gösteren zamansız projeleri or taya koyan, şiirsel ve taviz vermeyen mimari biçimlerini üretiyor.” Jürinin bazı demeçleri ise şu şekilde: “Günümüzde ve yaşadığımız çağda, dünyanın dört bir yanındaki insanların sorduğu önemli bir soru var ve bu sadece mimariyle ilgili değil; aynı zamanda hukuk, siyaset ve yönetimlerle de ilgili. Uluslararası yönelimlere, ticarete, tartışmalara, işlemlere ve benzeri faaliyetlere güvenmek zorunda olduğumuz küreselleşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Fakat gün geçtikçe daha fazla insan, bu uluslararası etkilerden ötürü yerel değerlerimizi, yerel sanatımızı ve geleneklerimizi kaybedeceğimizden korkuyor. Çoğunlukla endişe ve bazen de korku duyuyorlar. Rafael Aranda, Carme Pigem ve Ramon Vilalta bize her ikisine de sahip olmanın mümkün olabileceğini gösteriyor. Olabilecek en güzel ve şiirsel bir biçim üzerinden, sorunun cevabının “şu ya da bu” olmadığını ve en azından mimarlık özelinde her ikisini de isteyebileceğimizi fark etmemize yardımcı oluyorlar: Köklerimiz sağlam bir şekilde yerinde ve kollarımız dünyanın geri kalanına uzanıyor. Bu özellikle modern insan hayatının diğer alanlarında da geçerliyse, olağanüstü derecede güven veren bir cevap. Bu mimarlar tarafından tasarlanan her bina, zaman ve yer konusunda taviz vermeyen özel bir karaktere sahip. Çalışmaları her zaman gerçek bir işbirliğinin sonucuna işaret ediyor ve topluma hizmet ediyor. Mimarinin ve çevrenin yakın bir biçimde iç içe geçmiş olduğunun ve malzeme seçimi ile yapı ustalığının, kalıcı ve anlamlı alanlar yaratmak için güçlü araçlar olduğunun farkındalar. Rafael Aranda, Carme Pigem ve Ramon Vilalta, tüm çalışmalarında örneklerini görebileceğimiz bu özelliklerle ve bizi birbirimize bağlayan yerel ve evrensel nitelikleri mimarlık üzerinden ifade edebilme becerilerinden ötürü; 2017 Pritzker Mimarlık Ödülü’nün sahipleri oldular.”
hitects produces uncompromising architecture of a poetic level, representing timeless work that reflects great respect for the past, while projecting clarity that is of the present and the future.” From the jury citation: “In this day and age, there is an important question that people all over the world are asking, and it is not just about architecture; it is about law, politics, and government as well. We live in a globalized world where we must rely on international influences, trade, discussion, transactions, etc. But more and more people fear that, because of this international influence, we will lose our local values, our local art, and our local customs. They are concerned and sometimes frightened. Rafael Aranda, Carme Pigem and Ramon Vilalta tell us that it may be possible to have both. They help us to see, in a most beautiful and poetic way, that the answer to the question is not ‘either/or’ and that we can, at least in architecture, aspire to have both; our roots firmly in place and our arms outstretched to the rest of the world. And that is such a wonderfully reassuring answer, particularly if it applies in other areas of modern human life as well. Each building designed by these architects is special and is uncompromisingly of its time and place. Their works are always the fruit of true collaboration and at the service of the community. They understand that architecture and its surroundings are intimately intertwined and know that the choice of materials and the craft of building are powerful tools for creating lasting and meaningful spaces. For these reasons, exemplified in all their built work, and for their ability to express the local, but also the universal, uniting us with one another through architecture, Rafael Aranda, Carme Pigem and Ramon Vilalta are awarded the 2017 Pritzker Architecture Prize.” natura | 31
haberler | news
haberler | news
57. VENEDİK BİENALİ TÜRKİYE PAVYONU’NDA CEVDET EREK’İN “ÇIN” BAŞLIKLI İŞİ YER ALACAK 57TH VENICE BIENNIAL PAVILION OF TURKEY TO PRESENT “ÇIN” BY CEVDET EREK
Gür, mimar ve güler yüz Elif Tunçel, sanat tarihçisi ve kardeş Ayşe Erek ve görsel kimlik tasarımcısı Yetkin Başarır yer alıyor. Yeni bir yayın Türkiye Pavyonu’nun açılışıyla birlikte ziyaretçilerle buluşacak. Venedik Bienali 57. Uluslararası Sanat Sergisi, 13 Mayıs tarihinde izleyicilerin ziyaretine açılıyor. 26 Kasım’a kadar devam edecek bienalde, Christine Macel’in küratörlüğünde Arsenale ve Giardini’de gerçekleştirilecek “Viva Arte Viva” başlıklı ana serginin yanı sıra, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 85 ülkenin sergisi yer alacak.
Cevdet Erek:
Venedik Bienali 57. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda, sanatçı Cevdet Erek’in “ÇIN” başlıklı işi yer alacak. Türkiye Pavyonu, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) koordinasyonunda 13 Mayıs–26 Kasım 2017 tarihleri arasında Venedik Bienali’nin ana mekânlarından Arsenale’deki Sale d’Armi’de gerçekleştirilecek. Bu yıl Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda yer alacak ÇIN başlıklı işin kavramsal çerçevesi, 27 Şubat Pazartesi akşamı Salon İKSV’de düzenlenen bir basın toplantısıyla tanıtıldı. Cevdet Erek sunuşunda, 2000’li yılların sonlarından beri üretmekte olduğu Ritimler Mekânı, Cetveller ve Ritim Çalışmaları ve Ses Süslemeleri adlı iş serileri ve diğer işlerinde kullandığı bazı yöntem ve kavramları; sesler, görüntüler ve toplantı sırasında yaptığı çizimlerle örnekledi. Venedik Bienali 57. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu için mekâna özgü olarak oluşturulacak ÇIN, süreç içerisinde gelişerek, mekânla birlikte şekillenecek. Konuşmasında İstanbul’daki çalışma sürecinden ve bu süreci destekleyen kısa seyahatlerden çeşitli anekdotlar aktaran Erek, işin çekirdek ekibini de tanıtarak projenin yeni katılımcılar ve işbirliklerine olanak vereceğini belirtti. Ekipte, proje koordinatörü ve hafıza Yelin Bilgin, mimar ve yumuşak bir ses Gürden natura | 32
“ÇIN”, a new work by Cevdet Erek, will be presented in the Pavilion of Turkey at the 57th Venice Biennale, to be held from May 13 through November 26, 2017. Organised by the Istanbul Foundation for Culture and Arts (İKSV), the Pavilion of Turkey is located at Sale d’Armi, Arsenale, in the main venue of the biennale. At the press conference, that took place at Salon İKSV on Monday, February 27, Cevdet Erek illustrated some of the methods and concepts that he has experimented with since the end of the 2000’s. Work series such as “Room of Rhythms,” “Rulers and Rhythms Studies” and “Sound Ornamentations” were discussed by Cevdet Erek through sounds, images and drawings which he made during his presentation. The artist gave examples of the studies conducted for the preparation of the work ÇIN, which is created as a site-specific work for the Pavilion of Turkey at the 57th Venice Biennale, and shared through various media. Cevdet Erek, who told various anecdotes from his working process in Istanbul and accompanying short trips, introduced the core project team and stated that the work would allow for new participants and collaborations. The project team includes project coordinator and
1974’te İstanbul’da doğan Cevdet Erek, Mimar Sinan Üniversitesi’nde tamamladığı Mimarlık eğitimi sırasında ve sonrasında Nekropsi müzik grubunda ve çeşitli mimari ofislerde çalıştı. İTÜ Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nde (MIAM) Ses Mühendisliği ve Tasarımı eğitimini tamamladıktan sonra 2004-2005 yıllarında Amsterdam’daki Rijksakademie’de misafir sanatçı olarak bulundu. Yerleştirmeleri ve performansları dOCUMENTA (13) (2012), İstanbul Bienali (2003, 2013 ve 2015), Sidney Bienali (2016), Şarika Bienali (2013), Stedelijk Müzesi (2014), MAXXI (2014 ve 2015), İstanbul Modern (2014, 2015 ve 2016), Arter (2011), SALT (2012 ve 2015) vb. etkinlik ve kurumlarda sergilendi. Önemli kişisel sergileri arasında Alt Üst (Spike Island, Bristol, 2014) ve Week (Hafta) (Kunsthalle Basel, 2012) bulunmaktadır. Kitaplarından SSS – Sahil Sahnesi Sesi (2008) BAS tarafından, Room of Rhythms 1 Walther König (2012) tarafından ve Az Boş Belki (2015) Revolver/Artist tarafından yayımlandı. SSS – Sahil Sahnesi Sesi ile North Rhine-Westphalia Sanat Vakfı tarafından verilen Nam June Paik Medya Sanatı Ödülü’ne değer görüldü (2012). Kaan Müjdeci’nin uzun metraj filmi Sivas’ın (71. Venedik Film Festivali – Özel Jüri Ödülü, 2014) ses-müzik direktörlüğünü yaptı; Emin Alper’in uzun metraj filmi Abluka’nın (72. Venedik Film Festivali – Özel Jüri Ödülü, 2015) müziklerini yaptı ve ses tasarımını Cenker Kökten ile birlikte geliştirdi. 2011’den beri İTÜ’de dersler vermekte ve İstanbul’da yaşamaktadır.
memory Yelin Bilgin, architect and soft tone Gürden Gür, architect and smiling face Elif Tunçel, art historian and sibling Ayşe Erek and visual identity designer Yetkin Başarır. A new publication accompanies the exhibition and will be available at the launch of the Pavilion of Turkey at the biennale. Venice Biennale 57th Art Exhibition is going to be open to public on May 13th. Continuing until November 26th, the biennial will have the main exhibition titled “Viva Arte Viva” curated by Christine Macel, as well as exhibitions of 85 countries including Turkey.
Cevdet Erek:
Cevd e t E r e k s t u d i e d A rc h i t e c t u r e at M i m a r S i n a n U n i ve rs i t y. H e ha s b e e n a m e m b e r of t h e m u s i c b a n d N e k r o p s i. H e r e c e i ve d h i s g r a d u at e d eg r e e i n S o u n d E ng i n e e r i ng & D e s ig n f r o m I s t a n b u l Te c h n i c a l U n i ve r s i t y - M I A M (Ce n t e r f o r A d va n c e d St u d i e s i n M u s i c). H e wa s a n a r t i s t i n r e s i d e n c e at R i j k s a k a d e m i e i n A m s t e rd a m i n 2 0 0 5 -2 0 0 6 . H e c u r r e nt l y l i ve s i n I s t a n b u l a n d c o n t i n u e s t o wo r k at I s t a n b u l Te c h n i c a l U n i ve r s i t y. Cevd e t E r e k ’s i n s t a l l at i o n s a n d p e r f o r m a n c e s t h at f o c u s o n s o u n d, s p a c e a n d r hy t h m we r e s h ow n i n d O C U M E N TA (13) ( 2 0 12), I s t a n b u l B i e n n i a l ( 2 0 0 3, 2 0 13 a n d 2 0 15 ), Syd n ey B i e n n i a l ( 2 0 16 ), S ha r j a h B i e n n i a l ( 2 0 13), St e d e l i j k M u s e u m ( 2 0 14), M A X X I ( 2 0 14 a n d 2 0 15 ), I s t a n b u l M o d e r n ( 2 0 14, 2 0 15 a n d 2 0 16 ), A r t e r ( 2 0 11), S A LT ( 2 0 12 a n d 2 0 15 ) a m o ng ot h e r s . M a j o r s o l o e xh i b i t i o n s of h i s wo r k we r e o rg a n i s e d by S p i ke I s l a n d i n B r i s t o l ( 2 0 14) a n d Ku n s t h a l l e B a s e l ( 2 0 12). H i s p u b l i s h e d b o o k s a r e SSS – S h o r e S c e n e S o u n d t r a c k ( 2 0 0 8 , B A S ), Ro o m of R hy t h m s 1 ( 2 0 12, Wa l t h e r Kö n ig ) a n d L e s s E m p t y M ay b e ( 2 0 15, Revo l ve r/A r t i s t ). H i s S SS – S h o r e S c e n e S o u n d t r a c k wa s t h e r e c i p i e n t of N a m J u n e Pa i k Awa rd g i ve n by Ku n s t s t i f t u ng N RW ( 2 0 12).
natura | 33
haberler | news
Kaide’nin sordukları The questions of the Plinth Koleksiyon kavramını ve koleksiyonculuk pratiklerini tartışmaya açma odaklı sanat kuruluşu collectorspace, salonunda şu sıralar ilginç ve etkileyici bir konuğu, Aslıhan Demirtaş’ın bir buçuk tonluk sıkıştırılmış topraktan “Kaide”sini ağırlıyor. Kaide, mekâna yerleştiği süre boyunca yabani otlardan yemek tariflerine, farklı koleksiyonlardan alışılmadık parçaları birer birer kendisine, ve birlikte düşünmeye davet ediyor. The art organization collectorspace, which focuses on debating the concept of collection and its practices, currently hosts Aslıhan Demirtaş, an interesting and impressive artist with her sculptural work “Plinth”, which is made of a half-ton of rammed earth. Throughout the period it gets settled in the venue, Plinth welcomes unusual pieces from dfifferent collections, from wild herbs to recipes, in order to think altogether. Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
Bugünlerde Taksim Meydanı’ndan Gümüşsuyu’na doğru inerseniz, caddedeki şık apartmanlardan 9 numaralının parke döşeli salonunda bir buçuk tonluk bir sıkıştırılmış toprak kütlesi ile karşılaşıp şaşırabilirsiniz. Binanın giriş katına yerleşen collectorspace’in bu yeni projesi, ay sonuna kadar Aslıhan Demirtaş’ın “Kaide” isimli yerleştirmesini ağırlıyor. Bu sessiz ve sert kütle, göründüğü gibi, net ve “dürüst”; toprak ve bir miktar kil, keten lifi, küfeki ve tuğla tozundan ibaret dev blok, kadim yapı tekniğini şehrin göbeğine taşıyor. Kaide her gün, önünden geçen aceleci kalabalıklara kendisinin, yani toprağın üzerinden doğal ve insan yapımı olanla, kutsallıkla, mülkiyetle, mirasla, müştereklikle ilgili sessiz sorular soruyor. Kaide’nin yaratıcısı Aslıhan Demirtaş, bitkilerle ve toprakla hem arası iyi, hem aklı meşgul bir mimar ve kent aktivisti. Uzun süredir kent bostanları ile ilgili çalışıyor, öğrencileri ve bölge sakinleri ile katılımcı atölyeler gerçekleştiriyor, kentin kültürel mirasına ve kolektif belleğine dokunan projelerle yeni diyaloglar ve üretim biçimleri üzerine kafa yoruyor. Hükmetmeden, ya da tamamen teslim olmadan, insanın doğayla, toprakla birlikte yaşamasının yollarını araştırıyor. Kendisinin, SALT’ın Modern Denemeler serisi kapsamında gerçekleştirdiği uzun soluklu “Aşı/Graft” projesi hatırlanacaktır; Aşı, merceğine aldığı barajlar ve akarsular üzerinden modernizmin doğaya hükmediciliğini, insanın gezegene sahip olma arzusunu bir sergi ve bir kitap ile tartışmaya açıyordu. Demirtaş şimdi de, benzer soruları ve birlikte var olma arayışlarını Kaide aracılığıyla yöneltiyor. Kaide, konuk olduğu collectorspace’e, Kasım ayında gerçekleşen TÜYAP Artist Sanat Fuarı’nda sergilendiği Umulmadık Topraklar’dan çağrıldı. Kurduğu müşterek ve özgür alanı ile geçen senenin iz bırakan sergilerinden olan Umulmadık Topraklar’da Kaide, Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nin gerçekleştirdiği ve göç etmeye zorlanan topluluklara odaklanan “Nâkil” isimli proje dâhilinde yer almıştı. Çok katılımcılı bu projede, farklı işleri ve anlatıları bir arada tutan bir “kaide” niteliğindeki bu iş, bugünlerde collectorspace’de yeni işlerin ve yeni soruların bir kaidesini teşkil ediyor. İstanbul’daki mekânında çeşitli sergilerle, yayınlarla ve söyleşilerle beş buçuk yıldır koleksiyon kavramı ve koleksiyonculuk üzerine düşünen collectorspace’in pratiğini bu noktada anmakta fayda var. Sergilerinde, alışılmadık bir biçimde, özel bir çağdaş sanat koleksiyonuna ait tek bir işi sergileyen collectorspace, sergilediği işin, koleksiyonunun ve oturdukları bağlamların tartışmalarını, çağırdığı yazarların metinleri ve gerçekleştirdiği söyleşiler aracılığı ile yaratıyor. Kaide projesi ile ise, yeni bir denemeye girişiyor ve sorularını, çağırdığı sıkıştırılmış toprak kütlesi üzerinden soruyor. Doğadan gelip sıkıştırıldığı ve sorularıyla bir blok biçiminde cisimleştiği bu salonda yalnız başına “ağırlandığı” ilk bir ayının ardından Kaide, üzerinde biriktirmeye başladığı yeni hikâyelerle mekânda kendi belleğini ve mirasını yaratıyor. Dev toprak kütlesi, mekânda bulunduğu süre boyunca, farklı ve alışılmadık koleksiyonlardan olağandışı parçaları birer birer kendisine davet ediyor ve barındırdığı miras, mülkiyet, kutsallık sorularını bu parçalar aracılığı ile birer birer koleksiyon meselesine yöneltiyor. Kaide’nin konuklarından, koleksiyoncu Ayşe Umur’un “Mnemosyne’nin Hazine Sandıkları” kitabı, Fleckner ve Sarkis işbirliğinde hazırlanan, Sarkis’in atölyesinde çektiği fotoğrafları ve bellek kuramı üzerine, çağlar boyu önemli düşünce insanlarının oluşturduğu metinleri bir araya getiren bir yayın. Umur Yayıncılık aracılığıyla Türkçe’ye kazandırılan kitap, Kaide işi üzerinde iken, tıpkı bünyesindeki fotoğraflarda somutlaştırdığı Sarkis’in atölye süreçleri gibi, Gümüşsuyu’ndaki bu salonda bir biçime, mekâna ve zamana sıkışan toprağın gezegendeki sürecini düşündürüyor. Atalık tohum koleksiyoncusu Nardane Kuşçu’nun yabani bitkileri ise, Kaide’nin canlı ve kalabalık misafirleri; Kuşçu, kurucularından olduğu Narköy’den taşıdığı ve envanterini tuttuğu yabani otları, “istenmeyen misafirler” oluşlarından öte, toprağa dair bilgiyi taşıyan ve meraklısına aktaran aracılar olarak görüyor. Kuşçu, sergiyi takiben mekânın önündeki toprağa ekilecek ve böylece bir nevi aktarımlarına devam edecek olan yabani otları üzerinden, “kendiliğinden çıkan ve aykırı olandan ne öğrenebiliriz” sorularını soruyor. Meraklı ziyaretçilerin de katkıları ile, hem kendi koleksiyonunu, hem de ziyaretçilerin kendi koleksiyonlarını yaratmalarını öngören bir diğer konuk ise, fotoğrafçı Ali Taptık’ın “Bostancının Yemek Defteri” projesi. Hem kent bostanlarıyla olan yakın ilişkisi, hem de kültürel miras ve bilgi aktarımı meselelerine temas eden işleri ile bilinen Taptık bu kez, mekânın ziyaretçilerini takasa davet ediyor. Çeşitli dillerde hazırladığı kartpostallarında, “Yedikule’nin marulu ünlü!
natura | 34
haberler | news
Sizin memleketin memleket inizden Yedikule’den bir Taptık. Mekândan belirtilen adrese k o l e k s i y o n
nesi meşhur? Bana bir tarif gönderin, size fotoğraf göndereyim,” diyor kartpostalları edinebilir ve postalayarak siz de bu takasına dâhil olabilirsiniz.
Nowadays, if you were to go down from Taksim Square to Gümüşsuyu, you can be surprised to see a half ton of rammed earth mass in the parquet paved hall of the ing, one of the elegant number 9 buildapartments on the street. This new project of Collectorspace, located on the entrance ing, welcomes the installevel of the buildlation of Aslıhan Demirtaş’s “Plinth” until the end of the month. This silent and solid mass, as it seems, is clear and “honest”. The giant block consisting of soil and some clay, linen fiber, limestone and brick dust, carries the ancient construction technique to the heart of the city. Each day, Plinth asks silent questions to the rushing crowds passing it by, about the natural and man-made, sacredness, possessions, inheritage and commonality through soil, which stands for its overall frame. Aslıhan Demirtaş, the creator of Plinth, is an architect and city activist who is both busy and on good terms with plants and soil. For a long time, she has been working on vegetable gardens, performing participatory workshops with her students and residents, and meditating on new dialogues and forms of production through projects touching the city’s cultural heritage and collective memory. Without dominating or completely surrendering, she is exploring ways for humans to live in harmony with nature and the earth. She will be remembered for her long-standing “Graft” project, which SALT has realized within the Modern Essays Series. Graft was debating the dominance of modernism over nature and human desire to conquer the planet through dams and rivers which she has scrutinized within the frame of the project along with an exhibition and a book. Demirtaş now leads similar inquiries and quests for coexistence through Plinth. Plinth was invited to the Collectorspace as a guest from Unexpected Territories, which was exhibited at the TÜYAP Artist Art Fair in November. Having participated in Unexpected Territories which has left its mark last year with the collective and free platform it has formed, Plinth took part in the project entitled “Transfer” which was realized by Turkish Archaeologists Association Istanbul Branch and focused on communities forced to migrate. In this multi-participatory project, this work having the characteristics of “plinth” which holds different works and narratives altogether, now serves as the plinth between new works and discussions in collectorspace. At this point, it is worth mentioning the practice of collectorspace, which has been focusing on the concept of collection and collecting for five and a half years through various exhibitions, publications and interviews in its venue located in Istanbul. Uniquely exhibiting a single piece of work pertaining to a private contemporary art collection as part of its exhibitions, Collectorspace creates the discussions of the exhibited work, its collection and the context it represents through the texts of the authors and interviews it makes. As for the Plinth project, it takes up the challenge of a new experiment and asks the relevant questions over the rammed soil mass it calls. Following the first month when it has been “hosted” all alone in this hall after coming from nature, getting rammed and materialized as a block with the questions, Plinth creates its own memories and heritage in the space along with the stories it has accumulated on itself. During the period it is present in the venue, the giant soil mass invites unusual pieces one by one from different and unconventional collections and with the help of these pieces, it directs the questions of heritage, possession and sacredness one after another towards the issue of collecting. The book entitled “Treasure Chests of Mnemosyne” by the collector Ayşe Umur, who is also one of the guests of Plinth, stands for a publication which was prepared in cooperation with Fleckner and Sarkis which brings together texts created by significant intellectual figures throughout the history about the photographs taken by Sarkis in his studio and the theory of memory. Having introduced to the Turkish language by Umur Publishing, the book makes you think about the journey of soil that has been trapped in a form, space and time triad in this hall in Gümüşsuyu within the frame of the universe, just as in the studio process of Sarkis who has been materialized in the photographs of its body via the Plinth project. The wild herbs of Nardane Kuşçu, the ancestry seed collector, are vivid and crowded guests of Plinth. Kuşçu holds inventory for the wild herbs she brought from Narköy of which she stands for one of the founders. She considers them as mediators that hold earth-related data and transmit them for the sake of their fanciers, beyond being merely “unwanted guests”. Through the wild herbs to be planted to the land in front of the venue following the exhibition and therefore providing her the opportunity to maintain this transfer process, Kuşçu asks the question of “What can we learn from something anomalous that comes into being by itself?”. Another guest who is interested in creating their own collections, as well as the collections of the visitors through the contributions of curious participants is the photographer Ali Taptık and his project “Bostancı’s Recipe Book”. Taptık, known for his close ties with the vegetable gardens of the city, as well as his works coming into contact with cultural heritage and information transfer issues, invites the visitors of the space for an exchange. “Yedikule is famous for its lettuce! What is your hometown famous for? Send me a recipe from there and I’ll send you a photo from Yedikule,” says Taptık in his portcards which he has prepared in various languages. You can get postcards from the venue and you can be included in this collection exchange by posting them to the specified address. Milliyet Sanat Mayıs sayısından kısaltılmıştır. / Abridged from Milliyet Sanat June issue
natura | 35
haberler | news
WOMEN IN ARCHITECTURE (MİMARLIKTA KADINLAR) ÖDÜLLERİ AÇIKLANDI WOMEN IN ARCHITECTURE AWARDS ANNOUNCED Meksikalı iki mimar, 3 Mart’ta Claridge’de düzenlenen Mimarlıkta Kadınlar Ödülleri kapsamında büyük ödüllerin sahibi oldu. TALLER Mauricio Rocha + Gabriela Carrillo’nun kurucularından Gabriela Carrillo, Marks Barfield’dan Julia Barfield’in de yer aldığı kısa listede öne çıkarak 2017 Yılın Kadın Mimarı Ödülü’nün sahibi oldu. Öte yandan Rozana Montiel Estudio de Arquitectura’nın yöneticisi olan Meksikalı mimar Rozana Montiel ise Moira Gemmill Yükselen Mimar Ödülü’ne layık görüldü. Her iki kadın mimar da ‘tasarımda mükemmelliği sergilemek ve sürdürülebilir ve demokratik bir biçimde yerel topluluklarla çalışmak adına gösterdikleri bağlılık’ adına jüri üyelerinden övgü aldı. Jüri özellikle Carrillo’nun, Meksika’nın Pátzcuaro kentinde tasarladığı Ceza Mahkemeleri projesinden çok etkilendi ve projeyi “esnek alanların tasarımına ustalıkla cevap veren, katı güvenlik kurallarına uyum sağlayan ve yargı sürecinde şeffaflığı geliştiren bir proje” olarak nitelendirdi. Ceza Mahkemesi’nin oval formlu taş yapısı, batı bölgesinin yağışlı iklimiyle başa çıkabilmek adına, eğimli kiremit çatılara sahip dikdörtgen tuğla yapılarının etrafını çevreliyor. Panelde aynı zamanda 44 yaşındaki Montiel’in çalışması büyük ilgi çekti. Mimar, özellikle bir sosyal konut projesinin büyük çaplı restorasyon çalışması kapsamında tasarladığı spor kompleksi Veracruz Cancha ve San Pablo Xalpa Unidad Habitacional konut projesi gibi çalışmalarında öne çıkardığı, ‘basit mimari formları aktive eden ve topluluklarla kurulan duyarlı etkileşimler’ yaklaşımıyla büyük beğeni kazandı. Moria Gemmill Yükselen Mimarlık Ödülü’nü kazanan Montiel ise, artık aramızda olmayan, V&A tasarım direktörü ve İngiltere Kraliyet Koleksiyonu Vakfı sermaye planlaması direktörü Moira Gemmill’in anısına oluşturulan 10,000 Pound değerindeki ödülü almaya hak kazandı. Ödül, devam eden mesleki gelişiminde Montiel’e destek sağlayacak. Montiel: “Mimarlıkla ilgili her şey siyasidir. Günlük yaşamımızda toplumumuzun siyasi önceliklerini görebiliriz. Mimarlık, kentsel davranışları şekillendirme gücüne sahiptir çünkü yalnızca tuğla döşemek yerine kamusal ve sosyal transferlerin temellerini atmaktadır. “ AJ editörü ve Mimarlıkta Kadınlar Programı’nın kurucusu Christine Murray şunları söyledi: “Jüri, Gabriela Carrillo’nun esnek alanlar tasarlayarak ışık ve gölgeyle bu denli merak uyandıran sonuçlara ulaşmasından çok etkilendi. Ayrıca Rozana Montiel’in toplu konutları hedef alan duyarlı ve hassas yaklaşımı da onlara ilham verdi.” 3 Mart tarihinde gerçekleştirilen törende ayrıca Jane Drew Ödülü’nü kazanan Denise Scott Brown ve Ada Louise Huxtable Ödülü’ne layık görülen sanatçı Rachel Whiteread de anıldı. Murray konuyla ilgi şu sözleri söyledi: “Denise Scott Brown’un muhteşem mimarlık yazıları ve düşünceleri, eserleri ve ince zekâsı, değişim adına ilham verici bir güç olmuştur. Bu onur, zor bir sürecin çözümünü simgeliyor. Whiteread bu meslek için önemli bir ilham kaynağıdır ve Ada Louise Huxtable Ödülü’nü almayı fazlasıyla hak etmiştir.”
Two architects from Mexico have won the biggest accolades at this year’s Women in Architecture awards, held at Claridge’s on March 3th. Gabriela Carrillo, co-founder of TALLER Mauricio Rocha + Gabriela Carrillo, was named Woman Architect of the Year 2017, seeing off a shortlist that included Julia Barfield of Marks Barfield. Meanwhile Rozana Montiel, also a Mexican architect and head of Rozana Montiel Estudio de Arquitectura, was announced as the winner of the Moira Gemmill Prize for Emerging Architecture. Both women were praised by the judges for having ‘demonstrated excellence in design and a commitment to working both sustainably and democratically with local communities’. The jury was particularly impressed with Carrillo’s Criminal Courts for Oral trials in Pátzcuaro, Mexico, which they stated ’skilfully answered a brief to design flexible spaces, complied with strict security rules and improved transparency in the judicial process’. The stone oval building of the criminal courts surrounds an arrangement of rectangular brick constructions with sloped tiled roofs to handle the western region’s rainy season. The panel was also wowed by the work of the 44-year-old Montiel, in particular her ‘sensitive engagements with communities that activate simple architectural forms’, as seen with projects such as the Veracruz Cancha – a sports court built as part of a major overhaul of a public housing scheme – and her San Pablo Xalpa Unidad Habitacional housing. As winner of the Moira Gemmill Prize for Emerging Architecture, Montiel will receive a £10,000 prize fund created in memory of the late Moira Gemmill, director of design at the V&A and latterly director of capital programmes at the Royal Collection Trust. The prize fund will support Montiel in her continuing professional development. Montiel said: ‘All architecture is political. We can read in daily spaces the political priorities of our society. Architecture has the power to shape civic behaviour because, more than laying bricks, it lays the founding principles of public and social exchanges.’ AJ editor Christine Murray, founder of Women in Architecture programme, said: ‘The judges were impressed with Gabriela Carrillo’s ability to design flexible spaces, and work with light and shadow to such compelling effect. And they were inspired by Rozana Montiel’s sensitive and perceptive approach to community buildings.’ Also celebrated at the ceremony today (3 March) were Denise Scott Brown, who has won the Jane Drew Prize, and artist Rachel Whiteread – who has been awarded the Ada Louise Huxtable Prize. Murray said: “Scott Brown’s wonderful architectural writing and thinking, her work and her wit have been an inspiring force for change. This honour squares the circle. Whiteread is an important influence and inspiration to the profession and richly deserving of the Ada Louise Huxtable Prize.”
Seçici Kurul • Başkan – AJ ve AR Baş Editörü Christine Murray • Financial Times mimarlık eleştirmeni Edwin Heathcote • 2013 Jane Drew Ödülü’nün sahibi Mimar Eva Jiricna • AKTII kurucu ortaklarından Hanif Kara • Maggie’s Başkanı Laure Lee • Science Museum Temel Planlama ve Mülkler Müdürü Karen Livingstone • Bartlett Yöneticisi Bob Sheil • Victoria Thornton, Open City • Yapı Mühendisi ve Jane Wernick Associates Kurucusu Jane Wernick • Chris Wilkinson, WilkinsonEyre • Laura Mark, AJ eski mimarlık editörü, ZCD Mimarlık
The judging panel
natura | 36
• • • • • • • • • • •
Chair - AJ and AR editor-in-chief Christine Murray Edwin Heathcote, Financial Times architecture critic Eva Jiricna, architect and recipient of the 2013 Jane Drew Prize Hanif Kara, co-founder AKTII Laura Lee, chief executive of Maggie’s Karen Livingstone, director of masterplan and estates at the Science Museum Bob Sheil, director of the Bartlett Victoria Thornton of Open City Jane Wernick, structural engineer and founder of Jane Wernick Associates Chris Wilkinson of WilkinsonEyre Laura Mark, former AJ architecture editor, now of ZCD Architects
haberler | news
haberler | news
İMİB, “TURKISH STONES” MARKASI İLE MIPIM’DEYDİ IMIB WAS AT MIPIM WITH THE “TURKISHSTONES” BRAND Bu seneyi “Dünya Türk Doğal Taşları Yılı” ilan eden İstanbul Maden İhracatçıları Birliği, MIPIM fuarında, sanat ve teknolojiyi birleştiren özel bir stant uygulaması ile “Turkish Stones” markasını tanıttı Having declared this year as the “Year of International Turkish Natural Stones”, Istanbul Mineral Exporters’ Association has presented their brand “Turkish Stones” along with a special booth implementation which combines art with technology.
İs t anbul Maden İhrac atçılar ı Bir liği (İMİB), Türkiye’nin en değer li ihrac at ürünler inden olan doğal t a şı t anıtmak ve ihrac at ını ar t ırmak amacıyla 14 -17 Mar t t ar ihler inde Cannes’da düzenlenen dünyanın en büyük gayr imenkul fuar ı olan MIPIM’e kat ıldı. İMİB Ba şkan Yardımcısı Rüs tem Çetinkaya, Bir lik olarak ilk kez kat ıldıklar ı fuarda amaçlar ının “Turkish Stones” marka sını t anıtmak ve B2B kont aklar kurmak olduğunu söyledi. Çetinkaya, “Fuarda olmamızın temel nedeni ‘Turkish Stones’ markamızın bilinir liğini art ırmak. Çünkü MIPIM uluslarara sı bir plat form. Dünyanın önemli mimar lar ının yanı sıra global yat ır ımcılar, müteahhitler, inşa at firmalar ı burada. Dolayısıyla bu a slında herkesin arayıp da bulamayac ağ ı, gayr imenkul dünya sındaki bütün oyuncular ın bir leş tiği önemli bir pazar” dedi. İstanbul Maden İhracatçıları Birliği, üyelerine iş fırsatları sunuyor Geçen sene fuarı etüt ettiklerini ve bu sene de katılmaya karar verdiklerini anlatan Rüstem Çetinkaya sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’deki doğal taş çeşitliliğini, aslında gücünü, natura | 38
Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB) has attended MIPIM, world’s biggest real estate fair which is organized in Cannes between March 14-17, in order to promote Turkish natural stones and increase its export levels, which stand for the most valuable export products. Rüstem Çetinkaya, the Vice President of IMIB, stated that their aim was to promote their brand “Turkish Stones” and establish B2B contacts as part of the fair which they have participated for the first time as the union. Çetinkaya said: “The main reason we participate in the fair is to increase the recognition of our brand entitled ‘Turkish Stones’. Because MIPIM is an international platform. In addition to world’s renowned architects; global investors, contractors and construction firms also attend this event. Therefore it actually shines out as an important market which is difficult to find, where all the players in the real estate world come together.” Istanbul Mineral Exporters’ Association, offers business opportunities for its members Stated that they have analyzed the fair last year and later decided to participate this year, Rüstem Çetinkaya continued his speech as follows: “We wanted to present the natural stone variety in Turkey, natura | 39
haberler | news dünyada biraz daha fazla bilinen ülkelere nazaran kendi markamızı öne çıkartmak istedik. Aslında bir imaj çalışması yaptık. Burada yakaladığımız iş fırsatlarını daha sonra kendi üyelerimizle buluşturacağız.” Çağdaş sanatla doğal taş buluştu Farkındalık yaratmak amacıyla fuara özel bir stant ile katıldıklarını vurgulayan Çetinkaya, “Daha önceki fuar katılımlarımız genelde ta şlarımızı sergilemek ve çeşitlerimizi göstermekten ibaretti. Burada ise biraz daha sanatla bütünleşmek, Türkiye’nin kültürel bakış açısını or taya koymak istedik. Çağla Cabaoğlu’nun ar tistik direktörlüğünde, sanatçı Ozan Türkkan’ın tasarladığı yeni medya üç boyutlu görsel bir çalışma hazırlandı. Mermer ocaklarından ba şlayan ardından fabrika prosesleri ve ta ş çeşitliliğini gösteren bir proje oldu. Ayrıca doğal ta şa modern bir yorum getiren ve sanatsal kurgusu olan stant tasarlandı. Böylece çağda ş sanatla doğal ta şı buluşturmayı amaçladık. Bu çalışmamız çok ilgi gördü ve istediğimiz etkiyi sağladık. Markamızı pekiştirmek için uluslararası platformlarda bu ve benzeri çalışmalarımızı sürdüreceğiz,” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin dünya doğal taş rezervinin yüzde 42’sine sahip olduğunu hatırlatan İMİB Başkan Yardımcısı Rüstem Çetinkaya, bu sene 2,2 milyar dolar, 2023’te ise 6 milyar dolar doğal taş ihracatı hedeflediklerini söyledi. İMİB standını Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş, İstanbul Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve Emlak Konut GYO Genel Müdürü Murat Kurum da ziyaret etti.
natura | 40
haberler | news its actual power and our own brand, in the face of the more renowned countries of the world. In fact, we have conducted an image study. We will further bring the opportunities we took here, together with our own members.” Contemporary art came together with natural stones Emphasizing on the fact that they have participated in the fair with a special booth in order to create awareness, Çetinkaya said: “Our previous fair attendances were mainly about presenting our stones and display our range of products. In this case, we wanted to become more integrated with art and present the cultural perspective of Turkey. Under the leadership of Çağla Cabaoğlu as the artistic director, a new media and 3D visual work has been designed by the artist Ozan Türkkan. It turned out to be a project that begins with marble quarries and later presents factory processes and the variety of stones. Additionally, a booth with an artistic layout was designed to bring a new interpretation to natural stones. Thus, we aimed to bring contemporary art together with natural stones. This study attracted a great deal of attention and we managed to deliver the desired effect. We will continue these kinds of studies on international platforms in order to reinforce our brand.” Reminding that Turkey has 42 percent of the world’s natural stone reserves, IMIB Vice President Rüstem Çetinkaya said that they are aiming at a natural stone export level of 2,2 billion dollars this year and 6 billion dollars for 2023. The IMIB booth was also visited by Mehmet Özhaseki, the Minister of Environment and Urbanization; Ahmet Edip Uğur, the Metropolitan Mayor of Balıkesir; Assoc. Prof. Lütfü Savaş, the Metropolitan Mayor of Hatay; Ahmet Misbah Demircan, Beyoğlu Mayor of Istanbul and Murat Kurum, the General Manager of Emlak Konut REIC.
Mimarlık basınının önde gelen yayınlarından Architectural Review (AR) ile dünyanın en kapsamlı gayrimenkul zirvesi MIPIM işbirliğinde düzenlenen ‘MIPIM AR Future Project Awards 2017’de, jüri tarafından değerlendirilen ‘Jeu D’Esprit’ özel ödülüne, GAD’ın ‘Media City’ projesi layık görüldü. GAD’s ‘Media City’ project was awarded the special ‘JeuD’Esprit’ award by the jury at the ‘MIPIM AR Future Project Awards 2017’ which is organized in cooperation with MIPIM, the world’s most extensive real estate summit and one of the leading publications of architecture, Architectural Review (AR).
A l d ı ğ ı u l u s l a r a r a s ı ö d ü l l e r l e a d ı n ı d u y u r a n G A D M i m a rl ık, M e dya Kent Projesi’yle, ‘MIPIM A R Future Proje c t A w a r d 2 0 17 ’d e J ü r i Ö z e l Ö d ü l ü ’n e l a y ı k g ö r ü l d ü . 15 M a r t A k ş a m ı C a n n e s ’d e J W M a r r i o t t H o t e l ’d e g e r ç e kleş t ir ilen ödül töreninde; G A D ekibi, ödülü mimar lık ve gayr imenkul sek törünün önemli isimler inden oluşan jüriden aldı. B u y ı l C a n n e s ’d a d ü z e n l e n e n f u a r d a t a s a r l a d ı k l a r ı s t a n t i l e y e r a l a n G A D M i m a r l ı k ’ı n I TO i ç i n h a z ı r l a d ı ğ ı ö d ü l lü ‘Media Cit y’ ve Karadağ, Moskova , Mona ko proje l e r i n i n t a n ı t ı m ı , G ö k h a n A v c ı o ğ l u ’n u n s u n u m u y l a g e rçekleştirildi. Bu yıl MIPIM’de ödüller ini üçleyen GAD; daha once 2012 yılında ‘Ma s ter Planlama’ kategor isinde GDKP projesi, 2013 yılındaysa ‘Ret ail’ kategor isinde Autopia projesiyle iki kez ödül ka zanmıs t ı. Son dönemlerde, 2016 Eskisehir Spa & Thermal Hotel ile Pool Vision Middle Ea s t, AHK KNDU Villa s ile ‘2016 The Plan Awards Honorable Mention, AHK KNDU Villa s ile 2015 Sign of the Cit y Awards Premium Devam Eden En Yesil Bina, 2015 Trump Cadde, MRTR ve Divan Kuruçeş me ile ‘Green Good Design Award’, Beşik t a ş Fish Market ile 2014 Archmarathon Crowd Award ve yine aynı yıl, 2014’te Trump Cadde ile ‘German Iconic Award’ ödüller ini almış t ı.
Became renowned with the international awards it has received lately, GAD Architects was deemed worthy of the Special Jury Award at the ‘MIPIM AR Future Project Award 2017’ with their Media City project. GAD team has received the award from the jury consisting of important figures of the architecture and real estate industry, in the award ceremony which was held at the Cannes JW Marriott Hotel on the evening of March 15. Having participated to the fair in Cannes with a special installation which was designed for the event, GAD Architects’ award-winning ‘Media City’ project for Istanbul Chamber of Commerce (ITO) and their projects in Montenegro, Moscow and Monaco were presented by Gökhan Avcıoğlu. Receiving three awards at this year’s MIPIM event; GAD was previously awarded two prizes with the GDKP project in the ‘Master Planning’ category in 2012 and the Autopia project in the ‘Retail’ category in 2013. GAD’s recent awards include: Pool Vision Middle East with their Eskişehir Spa&Thermal Hotel in 2016; ‘2016 The Plan Awards Honorable Mention’ with AHK KNDU Villas; 2015 Sign of the City Awards Premium Greenest Ongoing Structure with AHK KNDU Villas; ‘Green Good Design Award’ with their Trump Cadde, MRTR and Divan Kuruçeşme projects in 2015; Archmarathon Crowd Award in 2014 with the Beşiktaş Fish Market project and ‘German Iconic Award’ at the same year with their Trump Cadde project.
natura | 41
haberler | news
haberler | news
Avcı Architects, MIPIM 2017’de Projelerini Tanıttı Avcı Architects Presented Its Projects at MIPIM 2017 İş hacminin %80’i uluslararası projelerden oluşan Avcı Architects, 14-17 Mart tarihleri arasında Fransa’nın Cannes şehrinde gerçekleştirilmekte olan MIPIM 2017 Fuarı’nda yer aldı. Having 80% of international projects in its business volume, Avcı Architects has participated in the 2017 MIPIM Fair which was held in Cannes, France between March 14-17.
Ulusal ve uluslarara sı ölçeklerdeki işler iyle adından söz ettiren ve sürdürülebilir mimar lığ ın Türkiye’deki önemli temsilciler inden bir i olan Avcı Architec t s, 14 -17 Mar t 2017 t ar ihler i ara sında devam eden ve dünyanın en büyük gayr imenkul fuar lar ından bir i olan MIPIM 2017 ’de Palais des Fes tivals’ın -1. kat ındaki s t andında projeler ini t anıt t ı.
Making its mark with national and international scale projects and being one of the most significant representatives of sustainable architecture in Turkey, Avcı Architects has presented its projects at the booth situated at the first basement floor of Palais des Festival at MIPIM 2017, one of the biggest real estate fairs of the world which was organized between March 14-17.
19 bin m 2 ’lik alanda 3.500 geliştirici, 2.450 şirket, 2.000 mimar ve 500 yerel yönetimin yer aldığı MIPIM fuarına bu sene ikinci kez katılan Avcı Architects kurucusu Mimar Selçuk Avcı, etkinliğin uluslararası iş potansiyeli olan bir her firma için verimlilik arz ettiği görüşünde. Fuara katılımın, Avcı Architects’i daha iyi tanıtmak ve ilgi çekici iş bağlantıları kurmak için doğru bir adım olduğunu vurgulayan Avcı, şu sözlerle devam ediyor: “Türkiye gelişmekte olan önemli bir ülke olarak MIPIM’de hayli geniş bir katılımla bulunuyor. MIPIM’e katılarak, yatırımcılarımıza ve belediyelere orada onlarla beraber bulunmanın bizim için ne kadar önemli olduğunu vurgulamamızın ve diyaloğa açık olduğumuzu göstermemizin önemine inanıyoruz.”
Having participated for the second time this year to the MIPIM fair which embodied 3,500 developers, 2,450 companies, 2,000 architects and 500 local authorities on 19,000 sqm of area; Avcı Architects’ founder, Architect Selçuk Avcı thinks that the event offers productivity for any company that holds international business potentials. Emphasizing on the fact that the fair is a right choice to better promote Avcı Architects and establish appealing business connections, Avcı said: “As an important developing country, Turkey has participated to MIPIM with a highly broad participation. By participating to the event, we showed that we are open for dialogues and being together with our investors and municipalities is extremely important for us.”
MIPIM 2017’de sadece uluslararası profillerini natura | 42
yansıtan projeleri değil, sürdürülebilirlik alanındaki uzmanlıklarını da vitrine çıkarmayı planlayan Avcı Architects, Palais des Festivals’ın -1. katında yer alan stantında sürdürülebilirlik, ölçek ve tasarım anlamında öne çıkan Brazzaville Şehir Merkezi, Kongo Kintele Kongre Merkezi, Türkiye Müteahhitler Birliği Merkez Binası ve Balance Güneşli projelerini tanıttı. Selçuk Avcı: “Bir İngiliz firması olarak Türkiye’de potansiyel olduğunu gören İngiliz yatırımcılar ve Türk müteahhitler arasında bir köprü olarak görülebiliriz. Aslında bunun tam tersi için de hizmet verebiliyoruz. Türk yatırımcıların ve şirketlerin de yoğun olarak Avrupa ve Afrika ba şta olmak üzere uluslararası piyasayı göz önünde bulundurduklarını düşünüyoruz ve sahada 30 yıllık geçmişimiz ve bilgimizle uluslararası piyasa ile tanışmada yardımımızı isteyen firmalarla görüşmek istiyoruz.” only the projects that reflect its international profile but also its expertise in the field of sustainability, Avcı Architects has presented its Brazzaville City Center, Congo Kintele Congress Centre, Turkish Contractors Association Headquarters and Balance Güneşli projects which shine out in terms of sustainability, scale and design, at the booth situated at the first basement floor of Palais des Festivals of MIPIM 2017. Selçuk Avcı: “As a British company, we can be seen as a bridge between Turkish contractors and British investors who see the potential in Turkey. In fact, we also provide services for the exact opposite. We think that Turkish investors and companies also intensely show regards to the international market with Europe and Africa being in the first place. Owing to our 30 years of experience and knowledge in the field, we want to get in touch with companies that seek our help to become integrated with the international market.”
Aimed at displaying not natura | 43
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
BORAN EKİNCİ İLE BODRUM KOOPERATİF EVLERİ PROJESİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ INTERVIEW WITH BORAN EKİNCİ ABOUT BODRUM BUILDING SOCIETY HOUSES Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect
“Kooperatif evleri projesinde, hemen hemen her kapalı mekânın bir açık mekânı var. Bütün odalar, yaşam mekânları, her biri ayrı ayrı avlulara, bahçelere, teraslara açılıyor. Açık alanlara bakarsak; kapalı alanlardan nerdeyse fazla ve daha majör bir konumda. O iklimde açık alanlar çok kıymetli bir durum oluşturuyor. Rüzgar, güneş gibi fiziksel etmenleri iyi değerlendiren olanaklar sunuyor. Bunun yanında en önemlisi hep ağaçlarla iç içe bir ortam kuruyor. Yaşanılan her mekânda hem görsel olarak yeşille ilişki kurabiliyorsunuz hem de adımınızı attığınızda bir ağacın altına ulaşabiliyorsunuz. Kooperatif evleri haricinde, bu tip teras ev tipolojilerinde ve eğimli arazide çalıştığımız projelerin birçoğunda yeşille kurduğumuz bu yaklaşımımız çok belirgin. Kapalı alanları, açık alanlar, düşük bahçeler, avlular ile kuruyoruz. Hatta bazı ofis mekânlarının tasarımında bile tüm çalışma mekânlarının avlulara ve teraslara çıkmasına, açılmasına önem veriyoruz.” “In the cooperative houses project, almost every indoor space has also an open space. All the rooms, living spaces, each one of them open out individually to courtyards, gardens and terraces. If you look at the open spaces; they outnumber indoor spaces and serve as centrepieces. Open spaces in such climate create a highly precious atmosphere. They offer opportunities that make the most of physical elements such as wind and sun. Besides, the most important thing is that they always create an environment in relation with trees. In every place you live, you can both visually establish a relationship with the green texture and you can stand under a tree at the moment you take a step forward. Apart from cooperative houses, the relation we establish with the environment is very evident in this type of terraced housing types and in many of the projects we have worked on sloping grounds. We create indoor spaces through open spaces, low gardens and courtyards. Even in the design of some office spaces, we attach importance to the opening of all working places to courtyards and terraces.”
Öncelikle okuyucularımızın da sizi biraz daha yakından tanıması için bize biraz ürettiğiniz mimarlıklar hakkında bilgi verir misiniz? Projelerimiz ağırlıklı olarak konut projelerinden oluşuyor. Fakat bunun yanı sıra tek konut, AR-GE, belediye binaları gibi çalışma or tamları içeren ofis yapıları, marinalar ve küçük ölçekli otel yapıları ile ilgili çalışmalarımız var. Konut projeleri ile ilgili çalışmalarımızın yelpa zesi oldukça geniş. Mesela, eğimli ara zide alçak konut tipolojisinde çok fa zla çalışmamız var. Projelerin çoğunun or tak özelliği ise yeşille iç içe olması. Kapalı mekân tasarımı kadar açık alan tasarımına önem veriyoruz. Açık alan kapalı alan ilişkileri projelerimizde öne çıkıyor. Kısaca ürettiğimiz projelerde açık-kapalı alan ilişkilerini etkin şemalarla ele almaya çalıştığımızı söyleyebilirim. natura | 44
First of all, could you please tell us about the architectural projects you have produced lately for our readers to know you better? Our projects mainly consist of residential projects. Besides them, we have ongoing studies on office buildings, marinas and small-scale hotel constructions which involve working enivironments such as single dwellings, R&D and municipal buildings. Our studies regarding housing projects hold an extensive spectrum. For example, we have lots of studies on low-rise housing types on sloping lands. The common feature of many of our projects points out a close connection with the environment. We attach importance to open space design as much as indoor space designs. The juxtaposition between open space and indoor space shines out in our projects. In short, I can say that we are trying to treat outdoor-indoor space relations through active schemes throughout the projects we produce.
Son projelerinizden özellikle bahsetmek istiyoruz. Doğa dostu projeler üretiyorsunuz. Eğime göre kademelenen, yeşilin içinde kaybolan bir yandan da mekânsal çözümleri ile çok yaşanabilir sonuçlar çıkıyor ortaya. Öncelikle elinize sağlık. Bize “Kooperatif evleri” projenizi anlatır mısınız? Kooperatif evleri projesinde, hemen hemen her kapalı mekânın bir açık mekânı var. Bütün odalar, yaşam mekânları, her biri ayrı ayrı avlulara, bahçelere, teraslara açılıyor. Açık alanlara bakarsak; kapalı alanlardan nerdeyse fazla ve daha majör bir konumda. O iklimde açık alanlar çok kıymetli bir durum oluşturuyor. Rüzgar, güneş gibi fiziksel etmenleri iyi değerlendiren olanaklar sunuyor. Bunun yanında en önemlisi hep ağaçlarla iç içe bir ortam kuruyor. Yaşanılan her mekânda hem görsel olarak yeşille ilişki kurabiliyorsunuz hem de adımınızı attığınızda bir ağacın altına ulaşabiliyorsunuz. Kooperatif evleri haricinde, bu tip teras ev tipolojilerinde ve eğimli arazide çalıştığımız projelerin birçoğunda yeşille kurduğumuz bu yaklaşımımız çok belirgin. Kapalı alanları, açık alanlar, düşük bahçeler, avlular ile kuruyoruz. Hatta bazı ofis mekânlarının tasarımında bile tüm çalışma mekânlarının avlulara ve teraslara çıkmasına, açılmasına önem veriyoruz. İstanbul’da yaşamamız, açık alana ve ağaçlara olan hasretimiz açık alanları bu şekilde ele almamıza neden oluyor olabilir. Ağacı en önemli mimari öge olarak dikkate alıyoruz. Her mekânın ağacı var gibi bir durumu oluşturmaya çalışıyoruz.
We especially want to talk about your latest projects. You are producing eco-friendly projects. You come up with highly habitable projects which cascade through the slope and disappear within the green texture along with spatial solutions. First of all, I sincerely thank you. Could you please tell us about your “Cooperative Houses” project? In the cooperative houses project, almost every indoor space has also an open space. All the rooms, living spaces, each one of them open out individually to courtyards, gardens and terraces. If you look at the open spaces; they outnumber indoor spaces and serve as centrepieces. Open spaces in such climate create a highly precious atmosphere. They offer opportunities that make the most of physical elements such as wind and sun. Besides, the most important thing is that they always create an environment in relation with trees. In every place you live, you can both visually establish a relationship with the green texture and you can stand under a tree at the moment you take a step forward. Apart from cooperative houses, the relation we establish with the environment is very evident in this type of terraced housing types and in many of the projects we have worked on sloping grounds. We create indoor spaces through open spaces, low gardens and courtyards. Even in the design of some office spaces, we attach importance to the opening of all working places to courtyards and terraces. Our lives in Istanbul and the longing for open spaces and trees may be causing our way of approaching open spaces. We embrace trees as the most significant architectural element. We are trying to create an atmosphere where each space has a tree.
Bodrum’un genel mimarisinden farklı gibi görünüyor ilk bakışta. Oysa doğa ile bütünleşmiş bir proje. Projeyi ilk ele almaya başladığınızda nasıl bir yer olmasını arzulamıştınız? Ve bu düşüncelerinizi mimari fikirlere nasıl entegre edebildiniz? Ö n c e l i k l e i m a r ı ç o k d ü ş ü k o l a n b i r b ö lg e d e a r s a a r ay ı ş ı b a şl a d ı. H e r ke s f a z l a ya p ı ya p a l ı m , i m a r ı m ı z y ü zd e y i r m i o l s u n, o t u z o l s u n m e r a k ı n d ay ke n, b i z y ü zd e b e ş i m a r ı o l a n b i r a r s a b u l d u k . B u n u n a m a c ı e v l e r e b a h ç e ve r e b i l m e k , a ç ı k a l a n l a rd a k i ke y f i s ü r e b i l m e k ve ç e v r e y l e d a h a i y i b i r u y u m ya k a l aya b i l m e k t i . Yo ğ u n l uğ u n d ü ş ü k o l m a s ı b i z i m i ç i n ö n e m l i b i r k ı s t a s t ı. P r o j e y i d ü ş ü k yo ğ u n l u k t a , a l a n a yay ı l a n, t e k k atl ı ya p ı l a r o l a r a k e l e a l d ı k . B öy l e c e a ğ a ç l a r b ü y ü d üğ ü a n d a e v l e r i n d o ğ a d a k ay b o l m aya b a ş l aya c a ğ ı n ı ö ng ö r d ü k . Ş u a n
At first glance, it seems different than the overall architecture of Bodrum. However, it is a nature-integrated project. When you have first tackled the project, what kind of place did you envision for? And how could you integrate these ideas into architectural ideas? First of all, we have started with plot searching in a region with very few constructions. Everyone was going after more structures with twenty percent or thirty percent of zoning rates when we have managed to find a land with five percent of zoning plot. The reason behind this was to provide intended houses with gardens, to enjoy the open space to the fullest and to have a better harmony with the surroundings. The low circulation was an important criterion for us. We tackled the project as low-density, single-story structures that spread to the area. We have predicted that when the trees grow up, the houses would start to disappear in nature. Construction is ongoing at the
natura | 45
kapak konusu | cover story
i n ş a at d e va m e d i yo r, i n ş a at e s n a s ı n d a b i l e ya p ı l a r ı a l a n d a n e t o l a r a k a lg ı l aya m ı yo r s u n u z. Ü s t kot l a r d a n a ş a ğ ı ko t l a r a b a k ı n c a d a e v l e r i n ye ş i l ç at ı l a r ı ve m e vc u t b i t k i ö r t ü s ü y l e d o ğ a n ı n i ç i n d e k ay b o l m a h i s s i yat ı n ı n p e k i ş e c e ğ i n i d ü ş ü n ü yo r u z. K ı s a c a t a b i at ve ç e v r e i l e o l a n h i s s i yat ı m ı z ı n, b a ğ ı m ı z ı n ku v ve t l e n d iğ i b i r o r t a m ku r m a k i s t e d i k . Kooperatif projesi, bütünlüklü yakla şımının, tek ev özelinden de sürdürülmesinin yanında alandaki her evin, kendi alanında, kendine özel tasarlaması açısından da enteresan bir yakla şıma sahip. Süreç te önce kişiler belli oldu, sonra bir kooperat if kuruldu, daha sonra sında ise ar sa a lındı. Ar sa a lındık t an sonra topoğraf yaya, t abiat a zarar ver meyecek şekilde ar sa 15 üye ara sında bölündü. Böylece her üyenin evi kendi ar sa sında temel kr iterler sabit tutularak ayr ı ayr ı t a sar landı. Dolayısıyla her üyenin evi kendi is tediği gibi olan, a landa bulunan ağaç, kaya, eğim gibi fizik sel koşullara uyumlanan bir kurgu ile oluş turuldu. Her evin, bulunduğu a lana özel t a sar lanma sını projenin önemli bir ögesi olarak görüyoruz. Cephede ve iç mekânlarda doğal malzemelerin tercih edildiğini görüyoruz. Ayrıca iç mekânda mermer de kullanılmış. Hangi taşı kullanmayı düşünüyorsunuz? Diğer malzemeleri nasıl seçtiniz mesela terasların çatılarında saz kullanmayı düşünüyorsunuz sanırım. Biraz bilgi verebilir misiniz? Kooperatif projesindeki malzeme kullanımı neredeyse klasik. Ancak cam yüzeyler, açık alanlar ile görsel bağlantıyı kurduğu ve manzarayla olan ilişkiyi daha kuvvetli kıldığı için fazla. Bu mimari belki yüz yıl önce de var olabilirdi. Yani son derece sade bir yaklaşımı var. Taş kaplanan duvarlar ve büyük açıklıklar var. Ek olarak kütlelerin arasına, önlerine saçaklar ekleniyor. Saz saçaklar ve su geçirmez saçaklar olmak üzere iki tip saçak mevcut. Saz, kargı da deniyor, çok güzel bir serinlik veriyor ve maliyeti de çok düşük. Saz saçaklardan büyük gölgelikli alanlar oluşturuluyor. Saz kullanımı, özellikle bodrum ikliminde geniş cam yüzeyleri gölge altında bırakmak için çok işlevsel bir hal alıyor. Küçük avlularda ise bu saz saçaklar yok, ancak o alanlarda ise ağaçların gölgelik vazifesini üsteleneceği açık. Mekânları birbirine bağlayan omurgada ise su geçirmez saçak tipi var. Yani ıslanmadan mekândan mekâna geçiş mümkün olabiliyor. Bu saçak altındaki mekân, yağmurdan korunaklı bir natura | 46
kapak konusu | cover story
moment and you can not see the structures clearly in the area, even during the construction process. When looking down on bottom elevations from top levels, we think that the feeling of disappearing in nature will become stronger through the green roofs of the houses and the existing vegetation. In short, we wanted to create an environment where our bonds and connections with nature and environment wil eventually become stronger. The cooperative project has an interesting approach in terms of sustainable integrated treatment from a single house, besides the fact that each house in the area creates its own design in its own area. Before the process, people were identified, then the cooperative was established, and later the plot was purchased. Following the purchase, the plot was divided among 15 members in a way that does not harm the topography and nature. Thus, each house of the members was designed separately, by keeping the fundamental criteria consistent. Therefore, each house was created through a plan where every member obtained the house they have wanted, in accordance with the physical conditions in the area such as trees, rocks and the slope. For us, the fact that each house was designed in harmony with the area they were situated at, is the most essential element of the project. We see that natural materials are opted for the facade and the interiors. Marble was also used in interior spaces. Which stone do you intend to use? How did you choose other materials? For instance, I think you consider using straw eaves for the roofs of terraces. Could you please expand on this a little bit? The material usage within the scope of the cooperative project is almost classical. However, the glass surfaces are high in number for they establish a visual relation with open spaces and strengthen the connection with the scenery. This architecture could possibly exist a hundred years ago. Meaning that it presents a very simple approach. There are stone veneer walls and large openings. Additionally, eaves are added between the blocks. There are two types of eaves: straw eaves and waterproof eaves. Straws, also known as spears, give a pleasant coolness and they are also cost-efficient. They create large shaded areas. The use of straws is becoming very functional in order to maintain large glass surfaces under shade, especially in the Bodrum climate. In small courtyards, there are no such eaves, but in those areas it is clear that the trees will take over the shading function. The backbone that connects the spaces together has waterproof eaves. It means that transition in between spaces is possible without getting wet. The space under these eaves also
“Kooperatif projesindeki malzeme kullanımı neredeyse klasik. Ancak cam yüzeyler, açık alanlar ile görsel bağlantıyı kurduğu ve manzarayla olan ilişkiyi daha kuvvetli kıldığı için fazla. Bu mimari belki yüz yıl önce de var olabilirdi. Yani son derece sade bir yaklaşımı var. Taş kaplanan duvarlar ve büyük açıklıklar var. Ek olarak kütlelerin arasına, önlerine saçaklar ekleniyor. Saz saçaklar ve su geçirmez saçaklar olmak üzere iki tip saçak mevcut. Saz, kargı da deniyor, çok güzel bir serinlik veriyor ve maliyeti de çok düşük. Saz saçaklardan büyük gölgelikli alanlar oluşturuluyor. Saz kullanımı, özellikle bodrum ikliminde geniş cam yüzeyleri gölge altında bırakmak için çok işlevsel bir hal alıyor. Küçük avlularda ise bu saz saçaklar yok, ancak o alanlarda ise ağaçların gölgelik vazifesini üsteleneceği açık. Mekânları birbirine bağlayan omurgada ise su geçirmez saçak tipi var. Yani ıslanmadan mekândan mekâna geçiş mümkün olabiliyor.” “The material usage within the scope of the cooperative project is almost classical. However, the glass surfaces are high in number for they establish a visual relation with open spaces and strengthen the connection with the scenery. This architecture could possibly exist a hundred years ago. Meaning that it presents a very simple approach. There are stone veneer walls and large openings. Additionally, eaves are added between the blocks. There are two types of eaves: straw eaves and waterproof eaves. Straws, also known as spears, give a pleasant coolness and they are also cost-efficient. They create large shaded areas. The use of straws is becoming very functional in order to maintain large glass surfaces under shade, especially in the Bodrum climate. In small courtyards, there are no such eaves, but in those areas it is clear that the trees will take over the shading function. The backbone that connects the spaces together has waterproof eaves. It means that transition in between spaces is possible without getting wet.” natura | 47
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
biçimde kapatılabilme potansiyeline de sahip. Kısmen bodrum katlarda bazı mekânlar yer alıyor. Bunlarda hep düşük bahçelere açılıyorlar. Düşük bahçelerde de gölgelik görevini ağaçlar üstleniyor. İç mekânda kullanmak istediğimiz mermerin henüz net seçimi yapılmadı, Carrera mermeri olabileceği düşünüyoruz, ayrıca her zaman için traverten alternatifi de var. Ev sahipleri ile taş seçimi için görüşülecek, ortak bir karara varılacağı kanaatindeyim. Fakat ortak bir karar, herkesin evi ayrı olduğu için illaki şart değil. Taş yerine ahşap parke kullanmak isteyenler de olacaktır. Genel yaklaşımımız sıcak iklimde kolay temizlenebilir taş olması yönünde. Malzeme alımı konusuna gelince bu konu daha detaylı irdelenecektir.
has the potential to be closed off in a way that protects the area from the rain. There are some partial spaces in basements. They always open to low gardens as well. Trees undertake the shading function also in low gardens. We still do not have a clear choice regarding marbles we want to use indoors. We think we can go for the carrara marble but there is also the travertine alternative. I am confident that there will be a common decision after meeting with the hosts regarding stone selections. But a common decision is not that necessary because each house is separate from the other. Some people would possibly like to use wood parquet instead of stone. Our general approach is towards easy clean stones concerning the hot climate. When it comes to material procurement, this issue will be scrutinized in detail.
Dergimiz doğal taş ağırlıklı olduğu için genelde sorduğum bir soru var: Ülkemiz mermer kaynakları açısından çok zengin. Bu değerli malzemenin yeterince kullanıldığını ve yerel olana kıymet verildiğini düşünüyor musunuz? Siz doğal taş kullanıyor musunuz? En çok tercih ettiğiniz doğal taş hangisi acaba? Çok tercih ettiğim bir doğal taş söyleyemeyeceğim. Fakat tabii ki travertenin özel bir yeri var. Hem cephede hem de iç mekânda çok kullanışlı oluyor, ayrıca bütçesi de son derece uygun. Bunun haricinde ülkemizdeki mermerin birçoğu enfes zaten. Mermerin, her daim her cinsi kendine kullanılacak güzel bir nokta bulabilir. Diyabaz benzeri taşlar son derece hoşumuza gidiyor. Çoğu yerde, farklı projelerimizde kullanıyoruz. Bazalt ise açık alanlarda çok tercih ettiğimiz bir taş. Bu taşlardan yanı sıra, farklı mermer cinslerini daha çok kullanmayı arzu ediyorum. Birçok mermer cinsi, projelerde kullanılmak üzere söz konusu olabilir. Özellikle yeşil tonlarında olanlar ve oniks çok ilgimi çekiyor. Oniksin bütçesi uygun olsa kooperatif projesinde ağırlıklı olarak kullanmayı tercih ederdim. Taş tercihi, biraz konu bütçe konularına girmiş oluyor.
Because our magazine is focusing on natural stones, I have a question that I ask frequently: Our country is significantly rich in terms of marble resources. Do you think that this precious material is being used often and does the local get appreciated enough? Do you personally use natural stones? Which natural stone do you prefer the most? I think I can not name a single natural stone that I often prefer. But of course the travertine has a special place for me. It is very useful both on the facade and in the interiors. Besides, they are also highly cost effective. Apart from this, most of the marbles of our country are already exquisite. Each marble type can always be used in a nice spot. We like diabase-like stones. We use them in several places for different projects. As for basalt, it’s a stone that we prefer to use in open spaces. Besides these stones, I would like to use different types of marbles more frequently. Many marble types can be opted for several projects. Especially those with green tones and onyx, attract my attention. If only the onyx was more cost effective, I would be using them predominantly in the cooperative project. Stone preference is a matter of budget issues.
Son dönemde hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz? Biraz bilgi verebilirseniz çok sevinirim. Şu anda Bodrum’da inşaatı devam eden birkaç projemiz var. Epic Island projesi, Kooperatif projesi ve Tek evler. Ayrıca Gümbet ve Torba’da tasarım aşamasında olan projelerimiz var. Çeşme’de de tasarım aşama-
Which projects have you been working on lately? I would be delighted if you could inform us a little bit. Currrently, we have a few projects with ongoing constructions in Bodrum: the Epic Island project, the cooperative project and detached houses. We also have projects that are currently in the design phase in Gümbet and Tor-
sında olan bir projemiz var. İstanbul’da ise toplu konut üzerine bazı projelerimiz var onun haricinde Gaziantep, Manisa’da ufak ölçekli projelerimiz var. Ağırlıklı olarak bu dönem de konut üzerine çalıştığımızı söyleyebilirim. Söyleşi yaptığımız her mimara yerel veya global olarak izlediği ve önemsediği tasarımcı ve/veya mimarları soruyorum. Eğer sizin de varsa paylaşırsanız memnun olurum… Artık dünyanın birçok yerinde birçok iyi mimar var. Ben yerelden, benim için daha ön plana çıkanları söyleyebilirim. Aslında çok arkadaşımız var ama, yaptıkları işleri değerlendirdiğimde Emre Arolat’ın yaptığı işleri beğeniyorum. Nevzat Sayın’a büyük saygım var. Can Çinici’yi her zaman çok yetenekli bulmuşumdur. Ahmet Alataş, Ömer Selçuk Baz, Alişan Çırakoğlu; işlerini beğendiğim meslektaşlarımdan. Bunların haricinde çok kıymetli birçok arkadaşım var. Saymaya devam edersem listenin uzayacağını düşünüyorum, burada kesmem gerektiğini düşünüyorum. Teşekkür ederim. Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. ba. We have a project in Çesme which is currently in design phase as well. In Istanbul, we have some projects on mass housing. Besides them, we have small scale projects in Gaziantep and Manisa. I can say that we are mainly working on housing projects during this period. I ask every architect we interview about the designers and/ or architects they follow and care about in the local and global scale. If you have any, I would be appreciated if you share them... Today, there are many good architects in several parts of the world. I can name some of the local architects who stand out in my opinion. Actually there are many friends I can name but I especially like Emre Arolat’s works when I evaluate the works they have completed. I have a huge respect for Nevzat Sayın. I always found Can Çinici to be a very talented architect. Ahmet Alataş, Ömer Selçuk Baz and Alişan Çırakoğlu are among my colleagues whom I appreciate their works. I have many esteemed friends apart from these names. If I keep naming, I think the list wil go on. So I think I should stop here. Thank you. Thank you for all the information you have shared with us.
natura | 48
“…Travertenin özel bir yeri var. Hem cephede hem de iç mekânda çok kullanışlı oluyor, ayrıca bütçesi de son derece uygun. Bunun haricinde ülkemizdeki mermerin birçoğu enfes zaten. Mermerin, her daim her cinsi kendine kullanılacak güzel bir nokta bulabilir. Diyabaz benzeri taşlar son derece hoşumuza gidiyor. Çoğu yerde, farklı projelerimizde kullanıyoruz. Bazalt ise açık alanlarda çok tercih ettiğimiz bir taş. Bu taşlardan yanı sıra, farklı mermer cinslerini daha çok kullanmayı arzu ediyorum. Birçok mermer cinsi, projelerde kullanılmak üzere söz konusu olabilir. Özellikle yeşil tonlarında olanlar ve oniks çok ilgimi çekiyor. Oniksin bütçesi uygun olsa kooperatif projesinde ağırlıklı olarak kullanmayı tercih ederdim.” “... Travertine has a special place for me. It is very useful both on the facade and in the interiors. Besides, they are also highly cost effective. Apart from this, most of the marbles of our country are already exquisite. Each marble type can always be used in a nice spot. We like diabaselike stones. We use them in several places for different projects. As for BASALT, IT IS A stone that we prefer to use in open spaces. Besides these stones, I would like to use different types of marbles more frequently. Many marble types can be opted for several projects. Especially those with green tones and onyx, attract my attention. If only the onyx was more cost effective, I would be using them predominantly in the cooperative project.”
natura | 49
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
S.S.Gümüşlük Evleri Konut Yapı Kooperatifi
S.S.Gümüşlük Houses Building Society BORAN EKİNCİ MİMARLIK / ARCHITECTS Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect
S. S.Gümüşlük Evler i Konut Yapı Kooperat ifi, Bodrum Gümüşlük’te doğa l doku içer isinde eğimli bir ara zide yer a lmak t adır. Proje, kooperat if modeli ile oluş turulmuş tur. Ara zi a lımı gerçekleş t ir ilmiş, genel yer leşim karar lar ıyla par sellere bölünmüş tür. Şerefiyelendir ilen par seller kura sis temi (t a lebe göre) ile 15 üye ara sında dağ ıt ılmış t ır. Her üyenin par seli belli olduk t an sonra her par seldeki ev, üye ile kar şılıklı görüşülerek t a sar lanmış t ır. Tüm ağaç dokusunun korunma sı ve çevreye uyum t a sar ımı şekillendiren en önemli etkenlerdir. Bu doğrultuda ağaç dokusu ve eğime göre değişken olabilecek bir modül sis temi geliş t ir ilmiş t ir. Modül sis temi ile her mekân ayr ı bir bir im olarak ele a lınmış, çevre özellikler i ve kullanıcı is tekler i ile modül sis temi her par selde yeniden değer lendir ilmiş t ir. Böylece kullanıc ı is tekler i ve çevre özellikler inin ç akış t ır ıldığ ı bir t a sar ım anlayışı ile tüm ara zideki t a sar ım bir bütün olarak kurgulanmış t ır. Mevcut ağaç dokusu, mekân modüler inin ara sında devamlılığ ını sürdürürken, ağaç dokusu bulunmayan yer lerde ise açık a lan kurgusu avlular ve tera slar ile devam et t ir ilmiş t ir. Bu yakla şım ile kapa lı mekân kurgusundan öte açık a lan kurgusu ile kapa lı ve açık a lanlar ara sındaki mak simum geçirgenlik elde edilmiş t ir. Tek kat lı mekân modüller inde, sa z saç aklar ile bir bütünlük sağlanmış, saç aklar ile her mekân modülünün avlusu ve tera slar ı için, sıc ak iklim koşullar ında önemli olan gölgelik a lanlar oluş turulmuş tur. Ma lzeme kullanımında yere özgü ma lzemeler seçilmiş, ara zideki parç a lı yer leşim ve sade yapı anlayışı ile çevreye ve yere a it bir doku oluş turulmuş tur.
S.S.Gümüşlük Houses Building Society is positioned on a sloping land in the natural texture of Gümüşlük, Bodrum. The project is formed by a cooperative model. The land purchase is realized and the land has been divided into plots by the general layout regulations. The assessed plots are distributed between 15 members through a lottery system (according to the demand). After the plot shares of each member are specified, each house in the area is later designed through the interviews made with the members. The preservation of the entire vegetation and environmental compliance are the most important factors shaping the design. In this direction, a module system which can be varied according to the vegetation and the slope, has been developed. Owing to this module system, each space is considered as a separate unit and the system is re-evaluated in each parcel, through environmental features and user demands. Therefore the design planning of the entire area has been conceived as a whole with an understanding where the requirements of the users and environmental features are overlapped. While the existing vegetation is maintained among the space modules, the open space design is continued with courtyards and terraces in areas lacking natural vegetation. Owing to this approach, maximum permeability between indoor and outdoor spaces is acquired with an open space layout, far beyond a simple indoor design. In single-story space modules, an integrity is provided through straw eaves. Aiming at the courtyard and terrace of each space module, they have created shade areas which are highly important in hot climatic conditions. For material usage, indigenous materials are chosen and a texture in compliance with the surrounding area is therefore created by the sectional settlement throughout the land and the minimal construction approach.
KÜNYE Mimar: Boran Ekinci Mimari Tasarım: Boran Ekinci Mimarlık Ltd. Şti. Ekip: Cansu Yanık, Handenur Yazıcı Engin Yüklenici Firma: TAŞEM İnşaat AŞ Yer: Gümüşlük - Bodrum Proje tipi: Konut Proje tasarım tarihi: 2016 İnşaat alanı: 4.500 m2 3D Görseller: Artı Eksi Sıfır Mimarlık Mekanik proje: FNP Mühendislik Elektrik proje: RAM Mühendislik Statik proje: Ural Mühendislik
Credıts Architect: Boran Ekinci Architectural Design: Boran Ekinci Architects Co. Ltd. Project Team: Cansu Yanık, Handenur Yazıcı Engin Contractor Company: TAŞEM Construction Inc. Location: Gümüşlük – Bodrum Project Type: Housing Project Design Year: 2016 Construction Site: 4,500 sqm 3D Visuals: Artı Eksi Sıfır Architects Mechanical Project: FNP Engineering Electricity Project: RAM Engineering Static Project: Ural Engineering
natura | 50
natura | 51
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
BODRUM GÜMBET EVLERİ / HOUSES BORAN EKİNCİ MİMARLIK / ARCHITECTS
Proje a lanı, Bodrum Gümbet ’de yer a lmak t adır. Proje a lanının bulunduğu coğraf ya, iklim ve ya z aylar ındaki kullanım durumu, tüm t a sar ım sürecini yönlendir miş t ir. Tüm bloklar için ak t if kullanılabilecek bir açık a lan kurgusu üzer inden, kapa lı a lan kurgusu oluş turulmuş tur. Bu nedenle, 45 konut bloğu içeren projede, manzaraya yönelim ve kot ilişkiler i t a sar ımın ana ögeler i olarak ele a lınmış t ır. Kot ilişkiler inin düzenlenmesi ile bloklar ın iki kat lı yapısının ara zide tek kat lı olarak a lgılanması ve kapa lı mekânlar ın kullandıklar ı açık a lanlar ın mak simize edilmesi hedeflenmiş t ir. A lt kot t a dinlenme mekânlar ı yer a lırken, mekânlar ın kendi bahçeler i oluş turulmuş tur. Üs t kot a ya ş ama mekânı yer leş t ir ilmiş, bloğun küt le ilişkiler i ile ya ş ama mekânının açık gölgelikli a lanı t a sar lamış t ır. Böylece aç ık a lan ya ş am kurgusu ön plana çıkar t ılarak, kapa lı a lan ya ş am kurgusu ile bir lik te oluş turulmuş tur.
natura | 52
The project site is located in Gümbet, Bodrum. The geography and climate of the project site and the usage opportunities it offers during the summer, shaped the entire design process. The indoor space design is created through an open space planning which can be used actively for all the blocks. For this reason, the positioning towards the scenery and the elevation connections are considered as the main elements of design for the project including 45 residential blocks. Along with the organization of elevation relations, it is aimed that the two-story structure of the blocks will be perceived as a single story structure throughout the land and the open spaces used by the indoor areas will be maximized. While the recreational areas are located on the bottom elevation, each space is provided with its own garden. Living space is positioned at the top elevation and the open shade area of the living space is designed through the mass relations of the block. Therefore the open living space design is created as a preliminary plan, together with the indoor living space layout.
natura | 53
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
KÜNYE Mimar: Boran Ekinci Mimari Tasarım: Boran Ekinci Mimarlık Ltd. Şti. Ekip: Beril Baysal Yer : Gümbet - Bodrum Proje tipi : Konut Proje tasarım tarihi : 2017 3D Görseller: Artı Eksi Sıfır Mimarlık
natura | 54
Credıts Architect: Boran Ekinci Architectural Design: Boran Ekinci Architects Co. Ltd. Project Team: Beril Baysal Location: Gümbet – Bodrum Project Type: Housing Project Design Year: 2017 3D Visuals: Artı Eksi Sıfır Architects
natura | 55
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
PInar Evleri / HOUSES BORAN EKİNCİ MİMARLIK / ARCHITECTS
Ana sirkülasyonu sağlayan iç yolla birlikte ikiye bölünen yapı kompleksi, tepe ve deniz tarafı olmak üzere iki farklı konsept türetmiştir. Tepe tarafındaki evler topoğraf yaya saklanmış olarak konumlanırken, yapıları kuşatan kabuğun eğim içinde kaybolmuş hissiyatı vermesi amaçlanmıştır. Bu kaybolmuşluğa rağmen evin her biriminin deniz yönünde geniş vistalar alacak şekilde organize edilmesi tasarımın ana girdilerinden biridir. Bu sebeple farklı açılarla konumlanan tekil yapılar, alt kotta bulunan evin çatı kotunu kullanmakta ve bu sayede hem mahremiyet hem de görüş açıklığı sağlanmaktadır. Denize komşu yapılarda kendi içinde daha lineer kurgu ile işleyen bir düzen yaratılırken, tekil iskele çatkılarıyla birlikte denize ula şımı sağlanmıştır. Bu lineer kurgu, açık alanlarla birlikte 4 farklı kotta avlular ve çatılar manzumesi ile maksimum oranda yeşil alan sağlanmasını hedeflemektedir. Sağlanan çatılar ve avlular manzumesi, her birimin kendi özel açık alanını sunmakta ve kesitte dolu-boş ilişkilerini kurgulamaktadır.
natura | 56
Divided into two parts with the inner path that provides the main circulation, the building complex has developed two different concepts as the hill and the sea side. While the houses on the hill are positioned as topographically hidden, it was aimed for the shell that surrounds the structures to give a lost feeling throughout the inclination. Despite this feeling of lostness, organizing every unit of the house in order to receive large vistas in the direction of the sea, is one of the essential inputs of the design process. For this reason, the monolithic structures positioned at different angles use the roof level of the house situated at the bottom elevation and therefore provide both privacy and viewshed. While creating a layout that functions with more linear planning within the structures neighboring the sea, access to the sea was ensured with individual pier framings. This linear layout aims to provide maximum green space along with courtyards and roof complex on 4 different levels including the open spaces. Acquired roofs and courtyards provide each unit with its own private open space and present full-empty relations through the edges.
natura | 57
kapak konusu | cover story
kapak konusu | cover story
KÜNYE Mimar: Boran Ekinci Mimari Tasarım: Boran Ekinci Mimarlık Ltd. Şti. Ekip: Derya Marangoz Yer : Bodrum Proje tipi : Konut Proje tasarım tarihi : 2016 3D Görseller: Artı Eksi Sıfır Mimarlık
natura | 58
Credıts Architect: Boran Ekinci Architectural Design: Boran Ekinci Architects Co. Ltd. Project Team: Derya Marangoz Location: Bodrum Project Type: Housing Project Design Year: 2016 3D Visuals: Artı Eksi Sıfır Architects
natura | 59
proje | project
proje | project
EMİNE ÖĞÜN & MEHMET ÖĞÜN MİMARLIK İLE AMANRUYA OTEL PROJESİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ
INTERVIEW WITH EMİNE ÖĞÜN & MEHMET ÖĞÜN ARCHITECTS ON AMANRUYA RESORT PROJECT Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect
natura | 60
natura | 61
proje | project
proje | project
“Amanruya’nın karşı yamacındaki ‘DEMİR EVLERİ’ 1992 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü esas itibarıyla doğa ile uyumda sağladığı başarı nedeniyle almıştı. Bu durum arazide yeni bir tasarıma başlarken standardımızı belirliyordu. Amanruya’da benzer öncelikleri gözeterek, bu kez farklı bir fonksiyonla aynı hedefe ulaşmayı amaçladık. Yarışmadan, incitmeden tabiatın içine entegre olmaya vesile olacak, bu beraberlikten yeni bir güzelliğin doğmasına aracılık edebilecek tasarım kararlarını araştırdık. Doğal malzeme ile teknolojik katkıyla üretilmiş malzemenin, kemer, tonoz, kubbe gibi arkaik strüktürel unsurlar ile kübik kitlelerin dengeli karşıtlığı sayesinde romantik bir geçmiş hikayesini canlandırmak yerine bugüne ait bir oluşumu var etmeyi amaçladık. Tasarımın kendini kabul ettirmek gibi bir iddia taşıması yerine, adeta orada uzun zamandan beri var olan, zaman içerisinde eklenerek, yavaş yavaş büyümüş bir bütünlük karakterini taşıması için çalıştık.” “The ‘Demir Holiday Village’ situated at the opposite hill of Amanruya was awarded by the Aga Khan Architecture Awards in 1992, mainly for the success it has achieved regarding the harmony with nature. This defined us standard when we first started a new design in the area. By pursuing similar priorities with Amanruya, we aimed to achieve the same goal through a different function this time. We searched for design decisions that could mediate the emergence of a new beauty from this association, which would lead to an opportunity to become integrated with nature, without competing or harming. We aimed to create a present formation instead of reviving the romantic stories of the past, owing to the balanced contrasts between natural materials and technology-induced materials and cubic materials with the archaic structural elements such as cinctures, vaults and domes. Rather than attributing a claim of establishing itself to the project, we have worked to make sure that it has a complete character like it has been standing there for a long time and it has grown slowly by receiving annexes in the course of time.” Öncelikle okuyucularımızın da sizi tanıması için bize biraz ürettiğiniz mimarlıklar hakkında bilgi verir misiniz? Mimari tasarım söz konusu olduğunda bizi, yapının hizmet edeceği fonksiyondan daha ziyade ait olduğu çevrenin özellikleri ve müstakbel yapı sahibinin projeye bakışı ilgilendiriyor. Kendisine ait samimi bir söz söyleme iddiası taşıyan her proje, büyük veya küçük fark etmeden ilgi alanımıza girebilir. Yeter ki, işveren ile yollarımız, gösteriş, büyüklük veya teknolojik üstünlük yerine doğa ile uyum, görece küçük ölçü, yere ait olmanın önemsendiği bir kavşakta k e sişmiş olsun. Bu çerçeveye uyan rastlaşmalar nadiren gerçekleştiğinden, az sayıdaki işle mimar olarak varlığımızı korumaya çalışıyoruz. Mimarinin fiziksel çevreye müdahale gücü karşısında mimarın sorumluluk duygusunun en yüksek seviyeye çıkması gerekirken, günümüzde mimarlar kendinden emin bir tavır içerisinde yorulmadan en değişik, en şaşırtıcı olanın peşinden koşuyor. Biz bu karmaşa ortamının parçası olmamaya çabalıyoruz; dolayısıyla, size ürettiğimiz işler üzerine çok şey söyleme şansımızın bulunmadığını itiraf
natura | 62
First of all, for our readers to know you better, could you please inform us about the architectural projects you have produced? When it comes to architectural design, we are more concerned about the features of the surroundings where the structure is situated and the prospect of the future owner, rather than functions the structure will be serving for. Any project that claims to present a sincere narrative of its own can be of interest to us, whether big or small. As long as our paths with the client cross at a point where harmony with nature, relatively small scales and the feeling of belonging to a place are considered important rather than pretension, magnitude or technological superiority. Because coincidences within this framework rarely occur, we try to maintain our existence as architects with few projects. While architects need to have the highest level of responsibility in the face of the intervention power of architecture aiming at the physical environment, today architects are pursuing the most divergent and most astounding one, through a self-confident manner without getting exhausted. We are trying not to be a part of this chaotic atmosphere; therefore we have to admit that
natura | 63
proje | project
proje | project etmeliyiz. Sorunuz, “En çok ne tasarlamış olmayı isterdiniz?” şeklinde olsaydı, düşük gelirliler için yaşanılır bahçeli evler, mahalleler ve yeni yerleşmeler derdik. Son projelerinizden de bahsetmek istiyoruz ancak öncelikle bu sayımızda detaylıca incelediğimiz Amanruya Otel’i ile başlayalım istiyoruz. Öncelikle elinize sağlık. Bize projenizin hikayesini anlatır mısınız? Amanruya, dünyaca tanınan butik otel markası Amanresor ts’un Türkiye’deki ilk ve tek otelidir. Amanresor t bulunduğu ülkeye ve yere saygılı otel yapıları ve yüksek standar ttaki özgün işletme yakla şımı ile ünlenmiş bir zincir. Harcama düzeyi yanında entelektüel ilgi alanları da olan bir müşteri kitlesine hitap ediyor. Otelin inşa edildiği çevredeki tarihi ve doğal varlıklara gösterdiği ilgi, her otelinde ciddi bir kitaplık bulunması, bunun kanıtı. Zincirin Türkiye ayağı için yer arıyorlarmış, tanıştık. Amanresor ts’un beklentileri ile bizim hassasiyetlerimizin uyuşması iki taraf için de şans oldu ve tasarım süreci sorun ya şanmadan tamamlandı. Amanresor ts’un bir numarası tarafından bize aktarılan yegâne uyarı “a şırı tasarlanmış” [over designed] bir proje istemedikleriydi. Bu istek de bizim tasarım yakla şımımız ile ör tüşüyordu. Projenin dili ve malzeme tercihleri bakımından hiçbir tar tışma ya şanmadan proje süreci tamamlandı. Bodrum’un genel mimarisinden farklı gibi görünüyor ilk bakışta. Oysa doğa ile bütünleşmiş bir proje. Ayrıca zanaatkârlığın da ön planda olduğunu görüyoruz detaylarda. Projeyi ilk ele almaya başladığınızda nasıl bir yer olmasını arzulamıştınız? Ve bu düşüncelerinizi mimari fikirlere nasıl entegre edebildiniz? Amanruya’nın karşı yamacındaki ‘Demir Evleri’ 1992 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü esas itibarıyla doğa ile uyumda sağladığı başarı nedeniyle almıştı. Bu durum arazide yeni bir tasarıma başlarken standardımızı belirliyordu. Amanruya’da benzer öncelikleri gözeterek, bu kez farklı bir fonksiyonla aynı hedefe ulaşmayı amaçladık. Yarışmadan, incitmeden tabiatın içine entegre olmaya vesile olacak, bu beraberlikten yeni bir güzelliğin doğmasına aracılık edebilecek tasarım kararlarını araştırdık. Doğal malzeme ile teknolojik katkıyla üretilmiş malzemenin, kemer, tonoz, kubbe gibi arkaik strüktürel unsurlar ile kübik kitlelerin dengeli karşıtlığı sayesinde romantik bir geçmiş hikayesini canlandırmak yerine bugüne ait bir oluşumu var etmeyi amaçladık. Tasarımın kendini kabul ettirmek gibi bir iddia taşıması yerine, adeta orada uzun zamandan beri var olan, zaman içerisinde eklenerek, yavaş yavaş büyümüş bir bütünlük karakterini taşıması için çalıştık. Arazinin topografisi, doğal oluşumları ve florasını dikkate alarak, insancıl ölçülerin hakim olduğu, yerin aşina olduğu yapı malzemesi ile inşa edilecek yapılar tasarladığınızda bu yönde en büyük mesafeyi almış oluyorsunuz. Yapıların planimetrisi, cephe düzeni ve kitlelerin birbirleriyle kurdukları ilişkilerde de geleneksel, yerel çözümlemelerin analizi ile elde edeceğiniz aktüel çözümlemeler, sonuçta düzgün bir iş çıkarmanıza yardımcı oluyor. Yapının eski zamanlara ait bir filmin çekileceği sinema platosu karakterinde olmasını istemiyorsanız, gerçek ve samimi tasarım kararları almak zorundasınız. Yığma yapının uymak zorunda olduğu fiziki kurallar asırlardır değişmeden kaldığı için sınırlarınız bellidir. Aynı sınırlar içerisinde kalarak güzeli araştırmak ve bulmaktaki yeteneğiniz sonuca yansıyacaktır. Amanruya’da
natura | 64
we don’t have the chance to say a lot about the things we produce. If your question would be, “what would you like to have designed the most?”, then our answer would be livable houses with gardens, neighborhoods and new settlements for low-income people. We like to talk about your latest projects but we would much rather begin with the Amanruya Resort which we have examined in detail as part of this issue. First of all, thank you. Could you please tell us about the story of your project? Amanruya is the first and only hotel in Turkey as part of the Amanresorts, a world-renowned boutique hotel brand. Amanresort is a hotel chain which is renowned for its hotel structures respecting the country and location they are located in and its high-standard and unique business approach. Along with spending levels, it also appeals to a customer profile that holds intellectual interests. The interest shown by the hotel towards the historical and natural assets in the area where it is built in and holding an extensive library in each structure, serve as a proof for this. They were looking for a place for the Turkey branch of the chain, so we met. It was fortunate for Amanresorts’ anticipations and our sensitivities to get along for both sides; thus the design process was completed without any problems. The only warning given to us by the number one of the Amanresorts, was that they did not want an “over designed” project. This request also coincided with our design approach. The project process has been completed without any debates in terms of the language and material selections of the project. At first glance, it seems different than the overall architecture of Bodrum. However, it is a nature-integrated project. We also realize the prominent craftsmanship through the details. When you have first tackled the project, what kind of place did you envision for? And how could you integrate these ideas into architectural ideas? The ‘Demir Holiday Village’ situated at the opposite hill of Amanruya was awarded by the Aga Khan Architecture Awards in 1992, mainly for the success it has achieved regarding the harmony with nature. This defined us standard when we first started a new design in the area. By pursuing similar priorities with Amanruya, we aimed to achieve the same goal through a different function this time. We searched for design decisions that could mediate the emergence of a new beauty from this association, which would lead to an opportunity to become integrated with nature, without competing or harming. We aimed to create a present formation instead of reviving the romantic stories of the past, owing to the balanced contrasts between natural materials and technology-induced materials and cubic materials with the archaic structural elements such as cinctures, vaults and domes. Rather than attributing a claim of establishing itself to the project, we have worked to make sure that it has a complete character like it has been standing there for a long time and it has grown slowly by receiving annexes in the course of time. When you design buildings to be built with materials having humane sizes and pertaining to the location by taking into consideration the topography, natural formations and flora of the land, then you make the greatest progress in this direction. Actual solutions that you will acquire through the analysis of traditional and local solutions within the scope of the planimetry of the structures, the layout of the facades and the relations established between the masses, will eventually help you create a decent output. If you do not want the structure to be in the form of a film set where you can shoot vintage movies, then you have to make real and sincere design decisions. For the physical rules which the masonry constructions should obey remain unchanged for centuries, your limitations are already determined. Your ability to search and find the natura | 65
proje | project
proje | project
“Amanruya Oteli’nde iç mekânlarda beyaz mermeri tercih ettik. Zemin kaplamalarında ve banyolardaki masif elemanlar, duvar kaplamaları ve lavabo tezgahlar ‘Muğla Beyazı’ ile imal edildi. Taşın homojen beyazlık yanında, barındırdığı ölçülü damar dokusunun oluşturduğu doğallık etkisi banyolarda elde etmeye çalıştığımız huzurlu ortama katkı sağladı. Odaların yatak ve oturma bölümünde ise duvarların, zemindeki taş ile birleştiren beyaz ortam, egzotik ahşap ile imal edilen doğramalar, mobilyalar, tavan tahtası ve kirişlemesinin koyu kestane rengi ile dengelendi. Beyaz ve kestane rengi birbirlerinin varlığına katkı yapar hale geldiler.” “In Amanruya Resort, we preferred white marble for the interiors. The solid elements on floor coverings and bathrooms, wall coverings and washbasin countertops were manufactured by 'Muğla White'. The homogenous whiteness created by the stone and the natural effect obtained by the calibrated vein textures that it contains, highly contributed to the peaceful atmosphere we tried to achieve in the bathrooms. In the bed and sitting areas of the rooms, the white environment which connects the walls with the stones on the floors, is balanced with the woodwork created by the exotic woods, furnitures, ceiling boards and the dark chestnut color of the joinery. Therefore white and chestnut colors have contributed to each other's existence.” tonoz, kubbe, kemer gibi yapısal unsurların tümü gerçek yığma strüktürler olarak inşa edilmiştir; taş duvarlar 50 santimetre kalınlığında masif imalatlardır. Mermer veya ahşap ayakların tümü gerçektir; içi kutu profil dışı kaplama değil. Bu samimi tercihler neticede kullanıcı ile yapı arasında olumlu bir ilişkinin doğmasına vesile oluyor. Cephede doğal malzemelerin tercih edildiğini görüyoruz. Ayrıca iç mekânda beyaz mermer kullanılmış. Hangi taşı kullandınız ve yöresi neresi idi? Diğer malzemeleri nasıl seçtiniz biraz bilgi verebilir misiniz? Amanruya Oteli’nde iç mekânlarda beyaz mermeri tercih ettik. Zemin kaplamalarında ve banyolardaki masif elemanlar, duvar kaplamaları ve lavabo tezgahlar “Muğla Beyazı” ile imal edildi. Taşın homojen beyazlık yanında, barındırdığı ölçülü damar dokusunun oluşturduğu doğallık etkisi banyolarda elde etmeye çalıştığımız huzurlu ortama katkı sağladı. Odaların yatak ve oturma bölümünde ise duvarların, zemindeki taş ile birleştiren beyaz ortam, egzotik ahşap ile imal edilen doğramalar, mobilyalar, tavan tahtası ve kirişlemesinin koyu kestane rengi ile dengelendi. Beyaz ve kestane rengi birbirlerinin varlığına katkı yapar hale geldiler. Doğal taşı kullandığımız bir diğer alan ise havuzlar oldu. Otelin 50 m x 8 m boyutlarındaki ortak yüzme havuzunda ve 36 adet odanın her birinde bulunan özel yüzme havuzlarında “Diyabaz” taşını kullandık. Havuzlara gizemli bir derinlik ifadesi kazandıran koyu yeşil renkli bu taş Antalya ve Gemlik yöresinden çıkarılıyor. Dergimiz doğal taş ağırlıklı olduğu için genelde sorduğum bir soru var: Ülkemiz mermer kaynakları açısından çok zengin. Bu değerli malzemenin yeterince kullanıldığını ve yerel olana kıymet verildiğini düşünüyor musunuz? Siz doğal taş kullanıyor musunuz? En çok tercih ettiğiniz doğal taş hangisi acaba? Ülkemizdeki doğal taş kaynakları açısından zengin, ancak sınırsız değil. Doğal taşlarımızı başka ülkelerin re-export ürünü olarak kullanmalarının önüne geçmeliyiz. Batı Avrupa ülkeleri bizden ucuza aldıkları mermeri birkaç misline üçüncü ülkelere pa-
natura | 66
beauty by staying within the same boundaries, will eventually reflect to the result. In Amanruya, all of the structural elements such as vaults, domes, and cinctures are built as actual stack structures; stone walls are solid productions with a 50 centimeters of thickness. All of the marble or wooden stands are real. Meaning that their interiors are not steel tubes and their exteriors are not coated. These sincere selections eventually lead to a positive relationship between the user and the structure. We see natural materials are opted for the facades. Additionally, white marbles are used in the interiors. Which stone did you use and what was its region? How did you choose other materials? Could you please expand on these? In Amanruya Resort, we preferred white marble for the interiors. The solid elements on floor coverings and bathrooms, wall coverings and washbasin countertops were manufactured by ‘Muğla White’. The homogenous whiteness created by the stone and the natural effect obtained by the calibrated vein textures that it contains, highly contributed to the peaceful atmosphere we tried to achieve in the bathrooms. In the bed and sitting areas of the rooms, the white environment which connects the walls with the stones on the floors, is balanced with the woodwork created by the exotic woods, furnitures, ceiling boards and the dark chestnut color of the joinery. Therefore white and chestnut colors have contributed to each other’s existence. Another area where we used natural stones was the pools. We used ‘Diabase’ stones in the public swimming pool of 50m x 8m size and in the private swimming pools of each one of the 36 rooms. This dark green stone which gives the pools a mysterious depth expression, is quarried from Antalya and Gemlik region. For our magazine is focusing on natural stones, I have a question that I ask frequently: Our country is significantly rich in terms of marble resources. Do you think that this precious material is being used often and does the local get appreciated enough? Do you personally use natural stones? Which natural stone do you prefer the most? Our country is indeed rich in terms of natural stone resources but they are not unlimited. We must prevent our natural stones from being used as re-export products by
zarlayarak hem para kazanıyor hem de ülke doğal taş rezervlerini koruyorlar. Gerçek ederine satılacak şekilde işlenmiş doğal taşı dünya piyasasına sunarak, uluslararası ortamda rekabet edebilmemiz gerekir. Mermer gibi değerli bir malzemenin, hak ettiği itina verilmeksizin kullanılarak çoğu zaman ziyan edildiğini düşünüyoruz. Bir diğer üzüntü verici konu da yerel taşlar yerine çok daha fazla para ödeyerek ithal ürünlerin kullanılıyor olması. Çok güzel taşlarımız var, fakat gerçek kıymetini bulmasını sağlamamız gerekir. Yapıda doğal taşı iki amaçla kullanıyoruz; strüktürel amaçla ve kaplama malzemesi olarak. Strüktürel kullanım için binanın bulunduğu yörenin kadim taşları ne ise onu tercih ediyoruz. Mermer ise projeye göre farklılaşıyor, ama önceliğimiz kendi taşımızı kullanmak oluyor. Son dönemde hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz? Biraz bilgi verebilirseniz çok sevinirim. Şu anda bir i şehir, diğer i dinlence evi olmak üzere iki ayr ı projemiz var. Anadolu’da bir genel müdür lük bina sının t a sar ımını t amamladık. Tar ihi çevrede t a sar ımını sürdürdüğümüz çok fonk siyonlu bir şehir sel c anlandır ma projemiz var. Bu arada meslek hayat ımızda ilk defa bir mağa zanın iç mekân t a sar ımı yapt ık ve uygulandı; görenler beğeniler ini ifade et t ikçe keyif ver iyor doğrusu. Söyleşi yaptığımız her mimara yerel veya global olarak izlediği ve önemsediği tasarımcı ve/veya mimarları soruyorum. Eğer sizin de varsa paylaşırsanız memnun olurum… Bizi mimarsız mimarlık ürünlerinin daha çok etkilediğini söyleyebiliriz. Seçki yaparken mimarın isminden ziyade üretilen iş daha belirleyici oluyor. Aynı mimarın ürettiği tasarımlar arasında çekici gelen de gelmeyen de olabiliyor. Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. Biz teşekkür ederiz.
other countries. Western European countries both earn money by selling the cheap marble they buy from us and sell them to other countries for costs that are three times more and preserve their countries’ natural stone reserves. We need to be able to compete in the global arena by presenting natural stones to the world market which are processed to be sold to their actual values. We think that a valuable material such as marble is wasted most of the time by being used without the care it deserves. Another upsetting issue is that imported products are preferred rather than local stones, by paying much more money. We have beautiful stones but we need to ensure that they find their real values. We use natural stones in buildings for two main purposes; structurally and as coating materials. For structural use, we prefer archaic stones specific to the region where the building is located in. As for marble, it varies according to the project, but our main priority is to use our own stones. Which projects have you been working on lately? I would be appreciated if you could inform us a little bit. Currently, we have two separate projects: one being a townhouse and the other a leisure home. We have completed the design of a head office structure in Anatolia. We have a multifunctional urban revitalization project which we continue the design process within the historical surroundings. In the meantime, for the first time in our professional lives, we have designed and implemented the interior space of a store. It makes us really happy to hear positive feedbacks from people who have seen it. I ask every architect we interview about the designers and/or architects they follow and care about in the local and global scale. If you have any, I would be appreciated if you share them... We can say that architectural products without any architectures are more influential for us. When making a selection, the work alone is more decisive than the name of the architect. Among the designs created by the same architect, some of them can be either attractive or non-attractive. Thank you for all the information you have shared with us. Thank you, too.
“Doğal taşı kullandığımız bir diğer alan ise havuzlar oldu. Otelin 50 m x 8 m boyutlarındaki ortak yüzme havuzunda ve 36 adet odanın her birinde bulunan özel yüzme havuzlarında ‘Diyabaz’ taşını kullandık. Havuzlara gizemli bir derinlik ifadesi kazandıran koyu yeşil renkli bu taş Antalya ve Gemlik yöresinden çıkarılıyor.” “Another area where we used natural stones was the pools. We used 'Diabase' stones in the public swimming pool of 50m x 8m size and in the private swimming pools of each one of the 36 rooms. This dark green stone which gives the pools a mysterious depth expression, is quarried from Antalya and Gemlik region.”
natura | 67
proje | project
proje | project
KÜNYE Proje Yeri: Bodrum/Muğla Proje Ofisi: Emine Öğün-Mehmet Öğün Mimarlık Ltd.Şti. Konsept Tasarımı: Emine Öğün-Mehmet Öğün Mimarlık Ltd.Şti. İç Mekan Projesi: Emine Öğün-Mehmet Öğün Mimarlık Ltd.Şti. Mobilya Tasarımı: Emine Öğün-Mehmet Öğün Peyzaj Tasarım: Emine Öğün-Mehmet Öğün Statik Proje: Parlar Mühendislik Müşavirlik Ltd.Şti. Mekanik Proje: Tanrıöver Mühendislik Elektrik Projesi: HB Elektrik Proje ve Müşavirlik Ltd.Şti. Proje Başlangıç Tarihi: 2006 İnşaat Bitiş Tarihi: 2012 İşveren: Bodrum Demirbükü Otelcilik A.Ş. Projenin Adresi: Bülent Ecevit Cad, Demir Mevkii, Göltürkbükü, Bodrum, Muğla Arsa Alanı: 47.961 m2 Toplam İnşaat Alanı: 9.000 m2 Peyzaj Alanı: 30.000 m2 Peyzaj Yeşil Alanı: 28.000 m2 Peyzaj Sert Zemin Alanı: 12.000 m2 Yapım Türü: Betonarme takviyeli yığma taş duvar Proje Tipi: Avan Proje, Kesin Proje, Uygulama Projesi Engelli Erişimine Uygunluğu: Zayıf Ana Yüklenici: Bodrum Demirbükü Otelcilik A.Ş Fotoğraf ve Tarihi: Emine Öğün-Mehmet Öğün, 2012-2013
natura | 68
Credıts Project Location: Bodrum/Muğla Project Office: Emine Öğün & Mehmet Öğün Architects Co. Ltd. Concept Design: Emine Öğün & Mehmet Öğün Architects Co. Ltd. Interior Design: Emine Öğün & Mehmet Öğün Architects Co. Ltd. Furniture Design: Emine Öğün & Mehmet Öğün Landscape Design: Emine Öğün & Mehmet Öğün Static Project: Parlar Engineering & Consultancy Co. Ltd. Mechanical Project: Tanrıöver Engineering Electricity Project: HB Electricity Project and Consultancy Co. Ltd. Project Start Date: 2006 Construction End Date: 2012 Client: Bodrum Demirbükü Hotel Management Inc. Project Address: Bülent Ecevit Ave. Demir Area, Göltürkbükü, Bodrum, Muğla Land Area: 47,961 sqm Total Construction Area: 9,000 sqm Landscape Area: 30,000 sqm Green Landscape Area: 28,000 sqm Landscape Firm Ground Area: 12,000 sqm Building Type: Concrete Reinforced Stone Wall Masonry Project Type: Concept Project, Final Project, Implementation Project Disabled Access Compatibility: Low Prime Contractor: Bodrum Demirbükü Hotel Management Inc. Images and Date: Emine Öğün & Mehmet Öğün, 2012-2013
natura | 69
proje | project
proje | project
“Yapıda doğal taşı iki amaçla kullanıyoruz; strüktürel amaçla ve kaplama malzemesi olarak. Strüktürel kullanım için binanın bulunduğu yörenin kadim taşları ne ise onu tercih ediyoruz. Mermer ise projeye göre farklılaşıyor, ama önceliğimiz kendi taşımızı kullanmak oluyor.” “We use natural stones in buildings for two main purposes; structurally and as coating materials. For structural use, we prefer archaic stones specific to the region where the building is located in. As for marble, it varies according to the project, but our main priority is to use our own stones.”
“Ülkemizdeki doğal taş kaynakları açısından zengin, ancak sınırsız değil. Doğal taşlarımızı başka ülkelerin re-export ürünü olarak kullanmalarının önüne geçmeliyiz. Batı Avrupa ülkeleri bizden ucuza aldıkları mermeri birkaç misline üçüncü ülkelere pazarlayarak hem para kazanıyor hem de ülke doğal taş rezervlerini koruyorlar. Gerçek ederine satılacak şekilde işlenmiş doğal taşı dünya piyasasına sunarak, uluslararası ortamda rekabet edebilmemiz gerekir. Mermer gibi değerli bir malzemenin, hak ettiği itina verilmeksizin kullanılarak çoğu zaman ziyan edildiğini düşünüyoruz. Bir diğer üzüntü verici konu da yerel taşlar yerine çok daha fazla para ödeyerek ithal ürünlerin kullanılıyor olması. Çok güzel taşlarımız var, fakat gerçek kıymetini bulmasını sağlamamız gerekir.” “Our country is indeed rich in terms of natural stone resources but they are not unlimited. We must prevent our natural stones from being used as re-export products by other countries. Western European countries both earn money by selling the cheap marble they buy from us and sell them to other countries for costs that are three times more and preserve their countries’ natural stone reserves. We need to be able to compete in the global arena by presenting natural stones to the world market which are processed to be sold to their actual values. We think that a valuable material such as marble is wasted most of the time by being used without the care it deserves. Another upsetting issue is that imported products are preferred rather than local stones, by paying much more money. We have beautiful stones but we need to ensure that they find their real values.” natura | 70
natura | 71
proje | project
GÜVERCİNLİK AZO. SEQUEIRA MİMARLIK ORTAKLIĞI THE DOVECOTE
proje | project
AZO. SEQUEIRA ARQUITECTOS ASSOCIADOS Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
natura | 72
natura | 73
proje | project
proje | project
AZO. Sequeira Mimarlık Ortaklığı, Portekiz, Braga’daki işverenin evinin arka
In Braga, Portugal, AZO. Sequeira Arquitectos Associados renovated a
bahçesinde bulunan güvercin evini yenileyerek, onu çocuklar için bir oyun evi
dovecote in the backyard of the client’s house, repurposing as a com-
görevi görecek ortak bir aile alanına ve zemin katta yer alan havuz için bir
munal family space that would host a play house for the children and a
banyo işlevine dönüştürdü.
balneary to serve the pool on the ground floor.
Ekip proje ile ilgili şu sözlere yer verdi:
The team said about the project:
“Bu duygusal bir tasarım!
“This is an emotional design!
İşverenimiz bizden evinin arka bahçesinde yer alan eski bir güvercin evini ye-
Our client asked us to reform an old dovecote in the backyard of his
nilememizi istedi. Çocuklar için bir oyun evi ve zemin katta yer alan havuz için
home. We decided to propose a play house for the children and a balne-
bir banyo fonksiyonu teklif etmeye karar verdik. Bütün aile bu fikri çok sevdi.
ary to serve the pool on the ground floor. The whole family loved the
Sihir, hayal gücü ve aynı zamanda çocukluk hayalleri ve anılarından ilham
idea. We wanted a play room inspired by magic, fantasy and also by the
alan bir oyun odası yaratmak istedik... Bu anıları ve hayalleri en saf ve huzurlu
childhood dreams and memories... We decided to transform the old do-
biçimde ortaya koyabilmek adına eski güvercinliği minimal ve betondan ya-
vecote in a minimal concrete «tree house» that represent these memories
pılmış bir ‘ağaç evi’ne dönüştürme kararı aldık. Ana hacmin bir ağaç evi üze-
and fantasies of pure and peaceful way. We look for a way that seemed
rinden havalanıyor gibi görünmesini sağlayacak bir yol ararken aynı zamanda
the main volume is levitating as a tree house but simultaneously it had to
yapının dengeli ve sade olmasını da istiyorduk. Ana fikir, iç mekanın gereksiz
be balanced and pure. The idea was that the interior was absent of su-
unsurlardan arındırılması ve tanık olduğumuz tüketici toplumunun bir yansı-
perfluous elements and were gradually decorated by the works and toys
ması olarak çocukların eserleri ve oyuncakları tarafından kademeli olarak de-
of these children as a reflection of consumer society we are experiencing.
kore edilmesiydi. Güvercinlerin yapının içine girmesine olanak tanıyan üçgen
Some elements remained of the original building as the triangular win-
pencereler gibi eski yapıdan kalan bazı unsurlar olduğu gibi bırakıldı.”
dow through which entered doves.”
natura | 74
natura | 75
proje | project
proje | project
KÜNYE Proje Yeri: Soutelo, Braga, Portekiz Proje Tarihi: 2015 Proje Mimarları: Mário Sequeira Colaboradore Proje Ekibi: Pedro Soares, Fátima Barroso, Jorge Vilela, João Alves Estruturas Yapı Mühendisi: BO Associados Proje Alanı: 54 m2 Fotoğraflar: Nelson Garrido
Credıts Location: Soutelo, Braga, Portugal Project year: 2015 Project architects: Mário Sequeira Colaboradore Project team: Pedro Soares, Fátima Barroso, Jorge Vilela, João Alves Estruturas Structural engineer: BO Associados Project area: 54 sqm Photographs: Nelson Garrido
natura | 76
natura | 77
proje | project
Matrera Kalesi’nin Restorasyonu Tartışmalara Yol Açtı The RESTORATION of Matrera Castle Sparked Debate
proje | project
Carquero ARQUITECTURA’nın projesi mimarlığın nasıl kutuplaşabileceğinin iyi bir örneği haline geldi. The GUARDIAN’DA YAYIMLANAN ve oldukça tepki çeken bir makaleye de konu olan bu yenileme yaklaşımı kimi çevreler tarafından şaşkınlıkla karşılandı… Carquero Arquitectura's project has become a good example of how architecture can become polarized. This restoration approach, which was published in The Guardian and provoked a great deal of reaction, was greeted with astonishment...
Selin Biçer Mimar / Architect
Ortaçağa ait bu kule stratejik konumu nedeniyle tarihi bir kent simgesiyken 2013 yılında, gösterişli kütlesinin bir kısmını yitirdi. Hem yapısal kararlılığını hem de yerel kültüre bağlı olarak kentsel bellek açısından rolünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan kulenin sağlamlaştırılması için Carquero Arquitectura bir proje geliştirdi. Mimarlık ofisine göre, ekonomik krizler yüzünden bu tip kültürel modeller ve kent simgeleri ile yeterince ilgilenilmiyor. Uyumluluk ve özgünlük ölçütleriyle yolan çıkan mimarlar risk altındaki yapısal elemanları strüktürel olarak sağlamlaştırmak için müdahale ederken, yönetmelikler çerçevesinde yasaklanmış olan taklitçi rekonstrüksiyon eğilimlerini kullanmak yerine, yapının özgün halinden farklılaşmasını sağlayan bir tutumla projeye yaklaştı. Bu doğrultuda, kütlenin iyileştirilmesi ve kulenin bir peyzaj simgesi olarak sahip olduğu özgün renk tonlarının korunması amaçlandı. Bu projenin esası, kendi geçmişinin bir yansıması olmaktan çok geleceğin bir imgesini yaratmaya dayanmakta. Proje zamanın izlerini silmeden veya
natura | 78
This medieval tower was a symbol of the historic city due to its strategic location, but in 2013, it has lost some of its majestic mass. Carquero Arquitectura has developed a project to consolidate the tower which was on the verge of both losing its structural stability and its role, in terms of the urban memory depending on local culture. According to the architecture office, these kinds of cultural models and city symbols are not adequately dealt with, due to economic crises. Started off with the criteria of compatibility and originality, the architects have intervened in to structurally consolidate the elements at risk and embraced the project with an attitude that allowed the structure to differentiate from the original, instead of using copycat reconstruction tendencies which are prohibited within the framework of regulations. In this direction, it was aimed to recover the mass and preserve the unique color tones of the tower which serves as a landscape symbol. This project is based on creating an image of the future rather than presenting a reflection of its past. The project aims to achieve a restoration process that holds a connective potential, without deleting the traces of
natura | 79
proje | project
proje | project
sahte bir tarihsel anıt oluşturma görevini üstlenmeden, birleştirici potansiyele sahip bir yenilemeye imza atmayı amaçlıyor. Aynı zamanda bu proje belleğe hem fiziksel tutarlılığının hem de tarihsel ve estetik açıdan çift yönlü kutupsallığının takdiriyle yaklaşmaya çalışıyor. Böylece bu iki kavramı geleceğe aktarmayı hedefliyor. Daha önce yapılan tarihi, yapısal, işlevsel, konstrüktif ve patolojik çalışmalar ile arkeolojik denetimler projenin detaylarını tanımlarken önemli bir rol oynadı. Bu anıtın ilginç tarihinin iyileşmesi için hizmet eden çalışmalar sırasında yeni keşifler ortaya çıktı. Destek işleviyle yeniden kullanılan ve daha önce ana gövdeden ayrılmış olan orijinal kireçtaşının rijitliği ve dışındaki taş işi kaybolan iç parçaların güçlendirilmesi/korunması garanti altına alındı. Ciddi bir devrilme tehlikesi atlatan yapıda çökmenin ardından ayakta kalan zayıf duvarı sağlamlaştırmak için üst gövde eklendi. Dış yüzeyinde etli kısım kaldırıldı ve özgün beyaz kaplama, iç yüzde muhafaza edildi. Özgün hacmin vurgulanması amacıyla mevcut geometrik elemanların geometri detayları göz önüne alınarak bütün kenarlar yeniden düşünüldü. Taşınabilir mirasın pratik müdahalesine paralel olarak tarihsel değeri de pekiştirilen anıt aralıkları dolduran ve mimari açıdan gömülmüş birimin okunmasına izin veren sürekli bir kaplama (kireç harcı) ile çevrildi. Benzer biçimde üst gövde, stratigrafik bindirmenin arkasında saklı kalan özgün mazgalları vurgulayan yapım aşamalarını da tanımlıyor. Projenin açıklama metni ve kalenin şaşırtıcı derecede değişmiş estetiği birçok kişinin itirazına neden oldu; The Guardinan’daki tepkisel makalede bu proje İspanyol mirasının katliamı olarak tanımlandı. Öte yandan aynı yayının mimarlık eleştirmeni Oliver Wainwright’ın belirttiği üzere proje,
eski ve yeni arasındaki farkı simgelemek için tek renkli yüzeylerin ve düz hacimlerin yerleştirilmesi gibi pek çok yenileme kavrayışında kullanılan izleri takip ediyor. Tıpkı David Chipperfield ve Witherford Watson Mann’ın 2013 yılında Sterling Ödülü kazanan projesi Astley Kalesi’nin dikkat çekici adaptasyonunda olduğu gibi, güçlü ve çağdaş öneriler değerli geçmişine karşı saygılı tutum sergileyen tarihi bir yapıya yeni bir hayat getirebiliyor. ArchDaily’nin yorumcularından Stancu David ise, mimarlığa karşı oluşan öfke eğiliminin aslında alışılan yapılı çevrenin dramatik değişimine karşı olduğunu söylerken Baron Haussmann’ın Paris’i yeniden inşasının kentin eski yapısını yok ettiğini ve Eiffel Kulesi’nin ilk yapıldığı yıllarda ucube olarak anıldığını hatırlatıyor. Peki, siz ne düşünüyorsunuz?
out that the project follows traces used in many renovation approaches, such as the installation of monochrome surfaces and flat volumes which symbolize the difference between old and new. Just as in David Chipperfield and Witherford Watson Mann’s striking adaptation of the Astley Castle which has received the 2013 Sterling Prize, the powerful and contemporary proposals can bring a new life to a historic structure that exhibits a respective attitude towards its meritorious history. One of the commenters of ArchDaily, Stancu David remarks that the anger tendency towards architecture is actually against the dramatic changes in the accustomed built environment and he reminds us that Baron Haussmann’s reconstruction of Paris has destroyed the old fabric of the city and the Eiffel Tower was called a monstrosity during the first years of its construction. Well, what do you think?
time or undertaking the task of creating a fake historical monument. At the same time, this project tries to approach the memory through the admiration of both its physical coherence and its two-way polarity, within the scope of historical and aesthetical aspects. Therefore, it aims to convey these two concepts to the future. Previous historical, structural, functional, constructive and pathological studies and archaeological inspections played an important role in defining the details of the project. New discoveries have emerged during the studies that served to ameliorate the interesting history of this monument. The rigidity of the original limestone which has been reused with a support functionality and which had previously been seperated from the main body and the strengthening/preservation of the interior stonework pieces encircling the stone were therefore guaranteed. For the structure that survived a serious tumbling hazard, an upper body was added to strengthen the weak wall that remained standing after the collapse. The pulpy section was removed from the outer surface and the original white coating was preserved in the internal surface. In order to emphasize the original volume, all the edges were reconsidered by evaluating the geometry details of the existing geometric elements. Parallel to the practical intervention of the transportable heritage, the monumental gaps which were reinforced in historical value, were surrounded by a continuous coating (lime mortar), which has filled the structure and allowed the reading of the architecturally buried unit. Similarly, the upper body also describes the stages of construction which emphasize the original embrasure, hidden behind the stratigraphic overlap. The description text of the project and the aesthetics of the castle which have changed at an unprecedented way caused many people to raise objections. The reactive article published in The Guardian, described the project as a massacre of the Spanish heritage. On the other hand, the architecture critique of the same publication, Oliver Wainwright points
natura | 80
natura | 81
proje | project
KÜNYE Kaynak: Architizer Projenin Yeri: Villamartín, İspanya Mimarlık Ofisi: Carquero Arquitectura Proje Tarihi: 2011 – 2015
natura | 82
Credıts Source: Architizer Project Location: Villamartín, Spain Architecture Office: Carquero Arquitectura Project Date: 2011 – 2015
proje | project
TAŞTAN YAPILMIŞ İLK İHTİŞAMLI VE YEKPARE PARABOLOİT: HYPARGATE THE FIRST DISCRETE HYPERBOLIC PARABOLOID MADE OF STONE: HYPARGATE NEW FUNDAMENTALS RESEARCH GROUP Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
natura | 84
proje | project
proje | project
proje | project
KÜNYE
New Fundamentals Research Group (Bari Politeknik Üniversitesi) bünyesinde faaliyet gösteren İtalyan mimarlar ve Roma Tre Üniversitesi mühendisleri, taştan yapılmış ilk ihtişamlı ve yekpare paraboloit olan Hypargate’i tasarladı. Yerleştirme, kadim bir sanat dalı olan ve taş bloklarını keserek karmaşık yapılara dönüştürmek için geometrik bilgileri ve teknikleri kullanan taş oymacılığını yeniden canlandırıyor. Yapı, ışığın alttaki gölgeli alana düşmesini sağlayan küçük modüler eklentiler içeren geniş bir eyer şeklindeki çatıyla birlikte hassas bir denge içeriyor. Birkaç metre uzakta yer alan destekleyici bir heykel, kişinin bakış açısına bağlı olarak tasarımla doğal bağlantı kuran bir merdiven sistemini kullanıyor. Fransa’da yer alan yerleştirme, Fransız şirketi SNBR Bureaux’nun genel merkezinin ana giriş kapısını temsil ediyor. Yapının toplam boyutu, kabuğun konsol morfolojisine bağlı olarak 22 metrekarelik serbest bir alanı kaplıyor. Yapının şekli, betonarme formlarla ilgili pek çok yapısal uygulama için onlarca yıldır kullanılmakta olan “hypar” (meşhur regle yüzeyi) terimine atıfta bulunuyor. Projenin esas amacı, regle kabukların özelliklerini kodlayarak ve entegre parametrik analizler üzerinden kendini ta şıyan kubbeli seriler oluşturarak; şekil, yapı ve üretim arasında yenilikçi bir bağlantı kurmaktı. Bu bağlamda New Fundamentals Research Group, gelişmiş modelleme, analiz ya zılımı ve robotik ürünler kullanarak, sürdürülebilir ve estetik değerleri koruyabilen yenilikçi ve yapısal mor folojilerin geliştirilmesinin mümkün olduğunu kanıtlamış oldu.
natura | 86
Italian architects of the New Fundamentals Research Group (Polytechnic University of Bari) and engineers from Roma Tre University, have designed the “Hypargate” –the first discrete hyperbolic paraboloid made of stone. The installation revives the ancient art of stereotomy –a process that draws upon geometrical knowledge and techniques of cutting blocks of stone into complex frameworks. The structure contains a precise equation, using a sweeping saddle shaped roof with small modular inserts that allow light to fall through to the shaded area beneath. A supporting sculpture a few feet away, uses a staircase system that links intrinsically with the design depending on the position of one’s viewpoint. The installation is located in France, representing the headquarters entrance portal of the French company SNBR Bureaux in France. The full scale construction covers a free area of 22 square meters due to the cantilever morphology of the shell. Its form refers to the term “hypar” –a well known ruled surface, that has been used in the last few decades for many structural applications related to reinforced concrete forms. The main intent was to establish an innovative connection between shape, structure and fabrication, coding the characteristics of hypar shells and generating a series of self supported vaulted divisions through integrated parametric analyses. Using advanced modeling, analysis software and robotic fabrication, new fundamentals research group demonstrated that it is possible to develop innovative structural morphologies which can hold both sustainable and aesthetic values.
Proje Yeri: Fransa, Saint Savine Proje Yılı: 2015 Tasarım: Giuseppe Fallacara Proje Yapıları: Giuseppe Fallacara, Anatech, Frédéric Fajot (bina); Nicola Rizzi, Valerio Varano, Daniele Malomo (Hypargate) Koordinasyon: Giuseppe Fallacara Asistanlar: Marco Stigliano Proje Ortakları: Maurizio Barberio, Micaela Colella Sürdürülebilirlik: Giuseppe Fallacara, Marco Stigliano İşveren: Société Nouvelle Batiment Regional (S.n.b.r.) Saint Savine/troyes (Fr) Ana Müteahhitler: Société Nouvelle Batiment Regional (S.n.b.r.) Fotoğraflar: Gaz Blanco
Credıts Location: France, Saint Savine Project year: 2015 Design: Giuseppe Fallacara Structures: Giuseppe Fallacara, Anatech, Frédéric Fajot (the building); Nicola Rizzi, Valerio Varano, Daniele Malomo (Hypargate) Coordination: Giuseppe Fallacara Assistants: Marco Stigliano Collaborators: Maurizio Barberio, Micaela Colella Sustainability: Giuseppe Fallacara, Marco Stigliano Client: Societé Nouvelle Batimant Regional (S.n.b.r.) Saint Savine/troyes (Fr) General contractors: Societé Nouvelle Batimant Regional (S.n.b.r.)location Photos by: Gaz Blanco
natura | 87
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior proje | project design
TRİO KONUTLARI - TEAM PROJE MİMARLIK TRIO RESIDENCES – TEAM PROJE ARCHITECTS Selin Biçer Mimar / Architect
natura | 88
natura | 89
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
TEAM Proje Mimarlık Hakkında Tamer Ekinci ve Aykut Mete mesleki tecrübelerini 2012 yılında birleştirip TEAM Proje Mimarlık ofisini kurdu. Bugüne dek konut, ofis, otel, alışveriş merkezi gibi özel ve ticari işlevlere mimarlık, iç mekan tasarımı ve proje yönetimi konularında öncelikle hizmeti sunan ofis her geçen gün büyüyen ekibiyle yeni ve nitelikli projelerde yer almaya devam ediyor… About TEAM Proje Architects Tamer Ekinci and Aykut Mete established the TEAM Proje Architectural Office in 2012 by combining their professional experiences. Having primarily provided architecture, interior design and project management services for private and commercial functions such as housings, offices, hotels and shopping malls; the office continues to take part in new and qualified projects along with their ever-growing staff...
İç Mima r Aykut Mete pr ojeyi şu şe kilde aç ıklıyor : “Tr io Konut la r ında yer a la n da irenin t a s a r ımı iç in ç ıkı ş nok t amız, günümüz otel konfor unu ve ş ıklığ ını günlük ya ş a nt ı iç ine t a ş ıma k t ı. TE A M Proje’nin t a s a r ım a nlayı ş ına uygun, sof is t ike bir et ki iç in b elirgin ve kont ra s t geç iş ler doğa l ma lzeme kulla nımla r ıyla bir lik te ya ns ıt ılmaya ç a lı ş ıldı. D oğa l ma lzeme kulla nımı, geç ic i gör ünümden uza k za ma ns ız t a s a r ım a nlayış ımızın seb ebi. A nt re, s a lon ve mut fa k gibi or t a k a la nla r ı aç ık ve ş ef faf ge ç iş ler le bir bütün ola ra k ele a ldık. Bu gör sel bütünlük uyumlu fa kat net ma lzeme geç iş ler i ile bir bir inden ayr ıldı. Ayr ı c a net ma lzemelerden oluş a n mekâ nla r fa r klı renk ve dokuda ki a k se sua r la r ve ya rdımc ı t a s a r ım elema nla r ı ile fa r klıla ş t ır ıldı. Tüm yüzeylerde fa r klı ma lzemeler kulla nılma s ına ra ğ men moder n bit iş det ayla r ı ve mekâ na kat t ığ ı der inlik ile is tenilen et ki yaka la ndı. Evin genelinde kulla nıla n doğa l t a ş, yat a k oda s ında yat a k ba ş ına t a ş ındı ve der i ka pla ma yat a k ve dola p ka pa kla r ı ile t a s a r ım zenginle ş t ir ildi. Isla k hac imlerde de kulla nıla n doğa l ma lzemeler in gös ter iş i, moder n mobilya t a s a r ımla r ı ile dengeli bir at mos fer ya rat ma mıza ya rdımc ı oldu. Çocuk oda la r ında ise genel t a s a r ım ç izgisi kor unmuş fa kat yumuş a k geç iş ve renkler le evin genelinde ha kım ola n c iddiyet da ha heyec a nlı mekâ nla ra dönüş tür üldü.”
natura | 90
Interior Designer Aykut Mete explains the project as follows: Our starting point for designing the flat in the Trio Residences was to bring the comfort and elegancy of today’s hotels into our daily lives. Distinctive and contrasting transitions were tried to be reflected along with the use of natural materials, in order to create a sophisticated effect in accordance with the design approach of TEAM Proje. The use of natural materials is the output of our timeless design understanding, away from the temporary outlooks. We have tackled common areas such as the foyer, living room and kitchen, as a whole through open and smooth transitions. This visual wholeness was diverged from each other owing to matching yet distinctive material transitions. Additionally, spaces that emerged from these distinctive materials, were diversified with accessories of different colors and textures and auxiliary design elements. Despite the use of different materials on all surfaces, modern finishing details and the depth they have added into the space paved the way for the desired affect. Natural stones that have been used throughout the house were enriched in terms of design, along with skin plate beds and cabinet doors which were moved near the bed head in the bedroom. The outlook of natural materials which were also used on wet surfaces and modern furnishing designs helped us create a balanced atmosphere. As for the kids’ rooms, overall design approach was preserved yet the demureness dominating the entire house was transformed into exciting spaces along with smooth transitions and colors.”
natura | 91
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
KÜNYE Projenin Yeri: Trio Konutları, Ataşehir, İstanbul Proje Ekibi: Aykut Mete, Tamer Ekinci ve Şeyma Merve Cencik Proje Alanı: 280 m2 Doğal Taş Malzemeler ve Kullanılan Mekânlar: Cora Black (Giriş holü ve koridor - zemin / mutfak - zemin / misafir tuvaleti – zemin / ortak banyo – zemin ve duş içi / salon -yemek masası) Calacatta Oro (Mutfak tezgâhı-alın ve kahvaltı masası / misafir tuvaleti duvar ve lavabo ünitesi / salon – bordür / ebeveyn yatak odası - yatak başı / ortak banyo – duvar) Bluette (Ebeveyn Banyo – Duvar ve Zeminler)
natura | 92
Credıts Project Location: Trio Residences, Ataşehir, Istanbul Project Team: Aykut Mete, Tamer Ekinci and Şeyma Merve Cencik Project Size: 280 sqm Natural Stone Materials and Spaces They Have Been Used: Cora Black (Entrance hall and aisle – floor / kitchen – floor / guest bathroom – floor / shared bathroom – floor and shower bath interiors / living room – dining table) Calacatta Oro (Kitchen counter – front and breakfast table / guest bathroom wall and washbasin unit / living room – curb / master bedroom – bed head / shared bathroom – wall) Bluette (Master bathroom – Walls and Floors)
“TEAM Proje olarak projelerimizde özellikle doğal malzemeler kullanmayı tercih ediyoruz. Doğal malzemeler için de en belirleyici tasarım elemanı ise doğal taşlar. Çünkü kendi karakterlerini ortaya koyabilen ve farklılık yaratan ürünler. Birçok alternatifi, renk ve doku çeşitliliği ile her türlü tasarıma uyum sağlayabilen, birlikte kullanılacak ürünler ile her bakış açısına hitap edebilecek esnekliğe sahip. Ayrıca doğal olması sebebiyle, doğada tekrar etmesi mümkün olmayan, her ocakta hatta her plakada farklılık gösteriyor olmasıyla benzersiz seçeneklere ve tasarımlara imkân veriyor…” “As TEAM Proje, we especially opt for natural materials in our projects. Natural stones are the most distinctive design elements for natural materials. Because they can reveal their own characteristics and create difference. They can harmonize with any kind of design thanks to their alternatives, colors and texture variations and they also have the flexibility to address all the different perspectives along with the products they will be used with. Besides, owing to their naturality, they also pave the way for unique alternatives and designs because they are unable to be regenerated from nature and each quarry and plate differ from each other...”
natura | 93
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
ADANA DIVAN OTEL- DIVAN PATISSERIE - DIVAN PUB DIVAN OTEL GELENEKSEL KALİTESİ İLE ÇAĞDAŞ ve ELEGAN DOKUNUŞLAR DIVAN ADANA HOTEL – DIVAN PATISSERIE – DIVAN PUB MODERN AND ELEGANT DETAILS WITH THE TRADITIONAL QUALITY OF DIVAN HOTEL Yıldız Ağan Aydınlatma Tasarımcısı / Lighting Designer
natura | 94
natura | 95
iç mimarlık | interior design
Modern Türk turizminin başlangıcını simgeleyen Divan otellerinden Adana Divan oteli, en eski caddelerinden Turhan Cemal Beriker’de yer almaktadır. Mimarisi; şehrin yöresel güzelliğini bozmayacak şekilde Adana Tren İstasyonu ve tarihi Tepebağ Mahallesi’ndeki yapıların mimarisinden esinlenilerek taş ve ahşap malzemelerin kullanımı ön planda tutarak tasarlanmıştır. Dış cephesi; Adana’nın yöresel bej rengi taşları belirlerken, giriş ve teras saçaklarının ahşap malzemesi otelin ana karakterine hâkim olacak şekilde tasarlanmıştır. Günümüz popüler yaklaşımındaki, çok katlı gökdelen otellerden farklı olarak, 9 kat üzerine kurulan yatay dağılım ile birleşen yapı, çevreye duyarlı ve uyumlu mimarisi ile dikkat çekmektedir. İç mimarisi; işlevselliğin modern ve şeffaf dokunuşları ile mekânları farklılaştırırken, tasarımlarında kullanılan renkler ve doğal yapı malzemeleri ile de bütünündeki ortak dilini korumakta. Aydınlatma tasarım konsepti; DIVAN Otel kurumsal kimliği ve kalitesini; mimarinin, dekorasyonun ve misafirlerinin ihtiyaçlarının analizleri sonucu netleştirilmiştir. Giriş katında; yer alan resepsiyon ve oturma bölgesinden oluşan lobinin aydınlatma tasarımı, 2 farklı görevi üstlenmiştir. Dış ve iç hacimleri birbirine bağlayan yüksek cam cephe, lobi bölgesine transparan bir geçiş sağlamakta, yüksek tavan lobi mekanı ve dış hacım birbiri ile ilişkilendirilirken, ışık kirliliği yaratmadan, yansıma kontrollü ve doğru optik değerli armatürlerin kompozisyonu ile sağlanmıştır. Dış ve İç hacim arası gör-
natura | 96
iç mimarlık | interior design
Divan Adana Hotel, one of the Divan hotels which symbolizes the beginning of modern Turkish tourism, is located on Turhan Cemal Beriker Street, one of the oldest streets of the city. The architecture; is inspired by the structures in the Adana Train Station and the historic Tepebağ Quarter and designed by giving particular importance on the use of stone and wooden materials in a way that does not disfigure the traditional texture of the city. The facade; is designed in a way that the wooden materials in the canopies of both the entrance and the roof dominate the main character of the hotel while traditional beige stones of Adana define the exteriors. Unlike the multi-story skyscraper buildings that can be seen as today’s popular approach, the structure which was connected with the horizontal distribution on 9 floors, draws attention with its environmentally sensitive and harmonious architecture. The Interior Design; protects the overall framework of the structure along with colors and natural building materials used in their designs, while differentiating spaces with modern and transparent touches aiming at functionality. The Concept of Lighting Design; is specified following the analysis of corporate identity and quality of DIVAN Hotels, architecture, decoration and the needs of the guests. In the entrance floor; the lighting design of the lobby, which consists of the reception and the recreational area, has undertaken 2 different tasks. The high glass facade which connects the exterior and interior volumes, provides a transparent transition to the lobby area, while the high ceiling lobby area and the exterior volume are connected with each other with reflection controlled and correct optic rated armatures, without causing any light
natura | 97
iç mimarlık | interior design sel konforu, hacimler arası aydınlatma seviyelerinin, gereken düzeyde kontrast değerleri ile korunmuştur. Yapılan aydınlatma tasarımda, fonksiyonel aydınlatma için tavan desenleri bütünlüğünde, gömme kullanılan armatürlerin doğru seçimi ile beraber, mimarinin estetik ihtiyacına yönelik yerleşim planlaması ürün çap ve renk detaylarının analizleri sonrası belirlenmiştir. Dolayısıyla girişin bütününe hakim olan lobi cam cephesi ile iç ve dış hacim arası transparan geçişkenlik ve görsellik sağlanmıştır. Tavanın bütünsel yapısı, fonksiyonel aydınlatma hüzmelerini sağlar iken, mekâna hacimsel görkemini, otel konseptinde yer alan renkler ile camın birleşmesinden oluşan avize formunda kendini hissettiren artwok oluşturmuştur. Tavandan yönlendirilen ışıkların cam objede kırınımları ile mekânın pırıltısı sağlanmıştır. Lobi bünyesinde yer alan mekanların aydınlatma bütünlüğü , nötr aydınlatma tasarım ürünleri ile mekânsal geçişlerde akışkanlık sağlarken, farklılıklar sarkıt tasarım armatürlerinin ve masa, ayaklı lambaderlerinin tasarımları ile bölgeselleştirilmiştir. Aynı kalitede tasarlanan, farklı konseptteki yatak odalarının banyolara cam cephe ile bağlanmasının cesur tasarımı ve tek mekan algısı, aydınlatmanın boyutlarını katmanlaştırmıştır. Işık efektlerinin doğal yapı elementleri ile yarattığı derinlikler yansımalar ve perspektifler aydınlatmanın sınırsız etkisini kavramsal boyutu ile sunmuştur. Banyolar ile bütünleşen oda tasarımlarında; aydınlatmanın biçimsel yeterliliği fonksiyonel bölümlerde objeleşirken, insan psikolojisi ve algısına duyarlı yaklaşımlar ile görsel derinlikleri kurgulanmıştır. Kapalı yüzme havuzu; aydınlatma konsepti, gün ışığının sabah saatlerinden akşam saatleri arasında gösterdiği renk sıcaklık farklarını mekâna yansıtmak üzere, Dinamik beyaz LED kaynakları ile tasarlanmıştır. Kaynakların önünde yer alan doğa görsel baskılı gergi tavan sistemi, led kaynaklara diffuser görevi yaparak gün ışığı etkisini değişen saatlerin renk sıcaklığı ile mekanda sahnelemek üzere kurgulandı. Mekanın çevresinde yer alan, dinlenme bölgeleri ise led spotların bölgesel ve ışınsal etkisini, gün ışığı etkisinden kopartarak, genel ambiyansına bölgesel sıcaklıklar kazandırmak üzere tasarlandı. Doğal yapı elemanları ve renkleri ile tasarlanan iç mimarisine, ayaklı bambu lambaderler dekorasyonun parçası olarak dâhil edildi.
natura | 98
iç mimarlık | interior design pollution. The visual comfort between exterior and interior volumes is preserved by the required level of contrast values of the lighting levels in between the volumes. In the implemented lighting design, the layout planning towards the aesthetic needs of architecture is determined after the analysis of details, regarding product sizes and colors, along with the correct choices of built-in armatures within the body of the ceiling patterns of functional lighting. Therefore, the transparent transition and visuality between the interior and exterior volume is ensured by the glass ceiling of the lobby which thoroughly dominates the entrance. While the holistic structure of the ceiling creates functional lighting beams, the volumetric grandeur of the space is provided by the artwork which is composed of the juxtaposition of glass and colors used for the hotel concept. The splendour of the space is ensured by the refractions of lights that are directed from the ceiling towards glass objects. While the lighting integrity of the spaces within the lobby provides fluidity in spatial transitions owing to neutral lighting design products, the differences are regionalized by the hanging designs of armatures and floor lamps. The bold design concept and single space sensation provided by connecting the bedrooms, which are designed in same quality and different concepts, with the bathrooms through a glass facade, stratified the dimensions of lighting. Depths, reflections and perspectives that are created by the light effects with natural building elements, presented the unlimited effect of lighting design. In the room designs which are integrated with bathrooms; the stylistic sufficiency of the lighting is objectified in functional areas and their visual depths are created through approaches that are sensitive to human psychology and perception. Indoor Pool; holds a lighting concept which is designed with dynamic white LED sources so as to reflect the temperature differences of daylight which vary from morning to evening hours, into the space. The natureprint stretch ceiling system situated in front of the sources, is designed to bring the daylight effect into the space along with the color temperatures, by acting as a diffuser to the led sources. The recreational areas located around the space are designed to remove the areal and radial effects of the led spots from the daylight effect and bring in areal coziness to the overall atmosphere. As part of the decoration planning, bamboo floor lamps are included in the interior architecture concept, which was designed with natural building elements and colors.
natura | 99
iç mimarlık | interior design
iç mimarlık | interior design
Masaj odaları; farklı ambiansları içeren aydınlatma senaryoları ile tasarlandı. Geneneksel ve modern olmak üzere farklı tasarımları içeren masaj odaları aydınlatma aurası aydınlatmanın renk sıcaklıkları ve ışık optik dereceleri ile ayrıştırıldı. Türk hamamı; aydınlatma konsepti, gündüz saatlerini ve bölgesel güneş ışığı etkilerini hissettirmek üzere tasarlandı. İç dekorasyonda kullanılan doğal taş, seramik ve mermerlerin serinletici renklerinin genel aydınlatmadaki ışık geri verimi, mekanı dış dünya ile ilişkilendirirken, kurnalar ve seramikler üzerine yönlendirilen bölgesel ışık efekleri mekânsal gölge ışık kontrastını sağladı. Tavan yüzeyinden led kaynakların Swarovski taşları içinden kırılan ışık eğrileri ise su yüzeylerine pırıltılarını kattı. Fitness bölümünde; genel aydınlatma düzeyi, verimi yüksek gömme spotların kompozisyonu ile sağlanırken, mekanın bütününe yönelik, insana duyarlı enerji bütünlüğü farklı renklerdeki lineer tavan cove detaylarının uzantıları ile sağlandı. En üst kata yer alan 450 kişilik balo salonu aydınlatma konsepti, fonksiyonel aydınlatma yerleşimini, mekanın bütününe hakim olan iddialı ahşap panellerden oluşan, organik tasarım tavan panelleri aralarından, aynı ritm ile sarkıtılarak formunu belirlemiştir. Yüksek tavanın bütünündeki farklı katmanlardan dağılan ışık hüzmeleri mekana işlev konforu sağlar iken, tavandan avize niteliği ile sarkıtılan cam tasarım organizasyon içeriğine yönelik ışık renk farklılıkları ve parıltılarının gücü ile mekanın bütününü taçlandırılmıştır. Mekanın düşey boyutları ise, döşemeden gelen dar açılı ışık hüzmelerinin romantik etkisi ile tanımlanmıştır. Eğimli ve ahşap tavan bütününe hakim olan çatı katındaki, Teras Bar’ın aydınlatma tasarımı, tek tip ürün ile tavandan farklı yükseklikte sarkıtılarak grafiksel yerleşimindeki bütünlük algısını sağlar iken, saydam ve yarı saydam cam kütlerinden yayılan ışık etkisi ile de ahşap malzemenin tavan sınırlarına akışkanlık kazandırmıştır. Çatı katında yer alan 5 toplantı odası ve 300 m2 büyüklüğündeki çok amaçlı salonun aydınlatma konsepti, tek mekan kullanımına veya organizasyon içeriğine göre çoklu kullanıma yönelik, modüler aydınlatma uzantıları ve bileşkeleri ile tasarlanmıştır. Genel aydınlatmayı sağlayan, lineer profillerin maskülen etkisi, led spotların bölgesel hüzmeleri ile dengelenmiştir. Otel cephesi; aydınlatma konsepti, çevreye olan duyarlı mimari üslubu ile aynı yaklaşımda, dikkatleri üzerine çekmeden, sadece mimarinin bütününün üç boyutlu algısını sağlayacak düzeyde planlanmıştır. Yapının en üst seviyesinde yer alan, balo salonunun devamı olan teras hizaları boyunca 4 metre öne çıkan ahşap saçaklar, sıcak ışık renkleri ile bütünleştirilerek, otel cephe aydınlatma tasarım kriteri olarak, yapının üst seviyelerini taçlandırarak tanımladı. Lobi üst seviyesinden itibaren öne çıkan giriş saçakları misafirlerini karşılayan bölgeye çatı görevi yaparken, aynı düzlemden gelen aydınlatma armatürlerinin ışık hüzmeleri, giriş bölgesinin işlevsel ihtiyacını yönlendirme ve güvenilirlik etkisi ile sağladı. Böylelikle saçak bölgesi boyunca odaklanan aydınlatma, insan algısı boyutunda ve yol kotundan cephenin görünürlüğü sağladı. Böylelikle otelin girişine vurgu yaparken alt cephe mimarisini de tanımlamış oldu. Or ta bölümlerinin cephe yüzeyleri, gerek çatı saçağından dağılan ışık yansımaları ile gerekse cephe boyunca odaların pencere cam açıklıklarından perde önlerinde oluşturulan gizli aydınlatmanın dışardan hissettirilen dif füz etkisi ile çevreye rahatsızlık vermeden dokusunu ve varlığını bütünsel hissettirdi. A d a n a D i v a n o t e l a y d ı n l a t m a k o n s e p t i , m a r k a n ı n g e l e n e ksel nitelikler inin korunarak, elegan ve sade bir dil bir liği i l e s u n u m u d u r.
natura | 100
Massage Rooms; are designed with lighting scenarios that involve different ambiences. Including different designs in traditional and modern options, the overall lighting aura of the massage rooms are modularized with color temperatures and optical values of light. Turkish Bath; holds a lighting concept that is designed to evoke the effects of morning hours and areal daylight. The natural stone used in the interior decoration and light feedbacks of the refreshing colors presented by ceramics and marbles, associated the space with the external world and the areal light effects that are directed to basins and ceramics ensured the spatial contrast of light and shade. Light curves that are refracted from the led sources of ceiling surfaces through Swarovski stones, added sparkles on water surfaces. Fitness Area; presents an overall lighting level of which the efficiency is ensured by the composition of high built-in spotlights. Human-oriented energy integrity aiming at the whole space, is provided by the extensions of cove details of the linear ceiling in different colors. The lighting concept and functional lighting layout of the Ballroom of 450 people capacity which is located at the top floor, are stylistically defined by the organic design ceiling panels which consist of wooden panels, through hanging down the elements with the same rhythm. While the light beams scattered from different layers all over the high ceiling, provide the functional comfort for the space, the whole space is crowned with the color differences of lights and the power of the sparkles which aim at the context of the glass design organization, hanging with the characteristics of a chandelier. The vertical dimensions of the space are defined by the romantic effect of narrow-angle light beams coming from the surface. The lighting design of the Terrace Bar on the rooftop, which dominates the curved and wooden ceiling, provides a sense of completeness in the visual layout by hanging down the elements from the ceiling at different heights with a single product. It also provides fluidity to the ceiling verges of the wood material with the light effects scattered from transparent and semi-transparent masses. The lighting design for the 5 Meeting Rooms on the loft and the multipurpose hall of 300sqm in size, is designed with modular lighting extensions and components that are fit for single space or multi-use, according to the usage of the organization. The masculine effect of linear profiles which provide general illumination, is balanced by the areal beams of the led spots. Hotel Facade; holds a lighting concept which is planned in a similar manner with the sensitive architectural approach aiming at the surroundings, through a level that merely provides the three-dimensional perception of the architecture without drawing attention. At the top level of the building, the wooden canopies which stand out 4 mt along the terrace lines and serve as the continuation of the ballroom, are integrated with warm light colors and crowned the upper levels of the structure as a design criteria of hotel’s facade lighting. From the top of the lobby, the canopies in the entrance served as a roof to welcome the guests, while the light beams of the lighting armatures coming from the same area, provided an orientation and safety effect in terms of the functional needs of the entrance spot. Therefore, the lighting that focused along the canopies, provided the visibility of the facade in the size of human perception and the road level. Thus, while emphasizing on the entrance of the hotel, it also defined the lower front architecture of the hotel. The facade surfaces of the middle sections, evoked the texture and wholeness of the space without causing disturbance to the surroundings, both with the light reflections scattered from the roof canopies and the diffused effects of the hidden illumination which is situated at the window openings along the facade. The lighting concept of Divan Adana Hotel, stands for a presentation of an elegant and simple approach by preserving the traditional qualities of the brand.
natura | 101
sanat | art
sanat | art
SANATÇI FİLİNTA ÖNAL İLE SÖYLEŞİ INTERVIEW WITH THE ARTIST FİLİNTA ÖNAL Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect
“Tüm malzemeleri kullansam da taş benim için, hikâyemin başından beri büyüleyici bir malzeme olmuştu.” “Even though I tend to use all the materials, the stone has been a fascinating material for me since the beginning of my story.”
Yeni tanıyanlar için öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Hikâyenizi dinleyebilir miyiz? Hikâyem, 1972 Aralık ayının, soğuk ve gri bir Ankara sabahında başlamış, 12 Eylül’ün karanlık ve puslu günlerinde şekillenmiş,1990’ların başında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’ne girmekle dönüm noktalarından ilkine ulaşmıştı. Aslında üniversite sınavlarında matematik ve fizik kafasına sahip olduğum için rahatlıkla, mimarlık ya da fizik gibi bir bölüme girebilecekken, daha özgür olabileceğimi düşündüğüm için, bu seçenekten vazgeçerek, sanat bölümüne girmeyi tercih ettim. Her ne kadar, mesleğimi çok sevsem de, hayal kırıklıkları okula girmemle birlikte başladı. Sanatın, yaratıcılığın en özgür aktivite alanı olduğu şüphe götürmez. Ancak, okullardaki hocaların çoğu 12 Eylül’den nasibini almış
Could you please introduce yourself for those who are getting to know you? Could we listen to your story? My story began in December 1972, on a cold and gray Ankara morning; formed in the dark and misty days of September 12 and reached its first milestone at the beginning of the 1990s when I started to study at Hacettepe University Faculty of Fine Arts, Sculpture Department. In fact, since I have a receptive attitude towards math and physics, I could easily enroll in architecture or physics departments. Instead, I preferred to enroll in the art department by giving up this option because I thought I would be more independent there. Although I love my profession deeply, disappointments have occured when I first started the school. There is no doubt that art is the most independent field of activitiy regarding creativity. However, the personalities and attitudes of those who have succeeded in working under the structure of CHE (Council of Higher
“Taş, milyonlarca yılın hafızasını bünyesinde toplamıştır. Benim var olmamdan, çok uzun süre önce var olmuş ve benim yok oluşumdan sonra da, çok uzun süreler boyunca var olmaya devam edecek olan bir malzemedir. Bir nefes alışı kadar kısa olan ömrümde, böylesi bir malzemeyi şekillendirmek, ona kişilik ve anlam yüklemek, sonra da bu dünyadan çekip gitmek, kısacık varlığıma da anlam katabilmek, müthiş.” “Stones hold millions of years of memory. It’s a material that has existed long time ago, far before my existence and it will continue to exist for a long time after my disappearance. In such lifetime as short as a moment of breath, being able to shape such a material, to attribute a personality and meaning to it and then to depart from this world; in short, to give a meaning to my existence, is just extraordinary.”
natura | 102
natura | 103
sanat | art
sanat | art
“Mermer, serpantin, limra, andezit, granit, bazalt, tüf, vb. hepsiyle çalıştım, ama en keyiflisi mermer. Özellikle bir numara Afyon beyazı. Sonra Marmara, Kastamonu pembe, Elazığ vişne ve yeşil, belki biraz Muğla, Ankara Andezit.” “I worked with marble, antigorite, limra, andesite, granite, basalt, tuff etc. But the most entertaining one among them is marble. My number one is Afyon white. It’s then followed by Marmara, Kastamonu pink, Elazığ cherry and green and maybe a bit of Muğla, Ankara Andesite.”
olduğundan, YÖK yapısı altında tutunmayı başaranların kişilik ve tutumları, düşündürücüydü. Pek çoğu, sanatı değil de, memurluğu tercih etmiş olan, vizyonları sınırlı ve kırsal cenderelerini kıramamış insanların bilgileri ve öğretebilecekleri sınırlıdır. Neyse, bildiğimi okuyarak geçen sıkıntılı lisans, yüksek lisans, doktora vb. süreçlerinden sonra, iki yıl kadar Mersin Üniversitesi’nde taş atölyesinde öğretim görevlisi olarak çalıştım. İsmi lazım değil, pek çok çocuğun okulu bitirip, büyük şehirlere giderek iş bulmasına ve bu meslekten karnını doyurmasına yardımcı oldum. Ancak, akademik hayat çok sıkıcıydı, asıl yapmam gereken heykel işini tam anlamıyla yapamıyordum, çok zamanımı alıyordu ve buna değmiyordu. İlkel bir akademik hiyerarşi ve liyakate dayalı olmayan bu durağan sistem içerisinde olup olmamak gerektiğini sorguluyordum. Rektörlük seçimlerini çapsız bir grubun ele geçirmesi
natura | 104
Education) were thought-provoking, as most of the teachers in the schools had their shares from September 12. Those who have chosen civil service instead of art, who couldn’t draw a line under their rural backgrounds and who are narrow-minded; are mostly limited in their knowledge and their ability to teach people. Anyway, following the distressful undergraduate, graduate and doctorate periods in which I followed my own path, I worked as a teaching assistant for two years in a stonework studio at the Mersin University. I helped many children (no need to give out names) finish their education, go to big cities to find jobs and make a living from this profession. However, the academic life was very boring. I wasn’t really able to make sculptures like I needed to, it was taking a lot of time and it was not really worth it. I was questioning whether or not to be involved in this stationary system that was not based on a primitive academic hierarchy and qualification. As a result of an unqualified group taking over
sonucunda, zaten sevmediğim, akademisyenlikten istifa ettim. Bu da benim için ikinci dönüm noktasıdır. Okullarda akademilerde okudum, hocalığı da denedim, sonunda diplomaları yırttım attım. Ben heykeltıraşım ve özgür olmak için bu işi seçtim. Artık ne kadar özgür olabilirsek, o kadar. Akademisyenlik, günümüzde, çoğunlukla taşra ve kırsal kökenli gençlerin, sınıf atlama mecrası konumundadır. Öğrenciliğimin başlarından beri, yaklaşık olarak 1993 yılından itibaren, sadece heykel ve heykele benzer işlerle hayatımı kazandım. Özgün heykel ç a lışma lar ımın yanı sıra, resmi projeler olarak adlandırdığ ım çeşit li kurumlar ın iht iyacı olan anıt , büs t , anıt mezar vb. ç alışma lar da yapıyorum. Zaman zaman yar ışma lar ödüller filan da ka zandım, ama a slında yar ışma, ölçme, değer lendir me işler ine de fikir olarak sıc ak bakmıyorum. Çünkü eninde sonunda bir akademik grubun eline düşüyor, sonuçlar da o şekilde, liyakat ten uzak olabiliyor. Kişisel macera ve hikâyeler in ölçülüp, değer lendir ilemeyeceğini düşünüyorum. Yaklaşık 10-12 yıl kadar önce, eşimle tanışıp evlenmemiz de, hayatımdaki bir diğer dönüm noktasıdır. Her ne kadar, babamdan dolayı fişlenmiş olsam da, resmi projeler uzun yıllar boyunca (neredeyse 38-40 yaşına kadar) bana hiç verilmemiş olsa da, bu işi bırakmadan, özgün sanat kulvarında, vazgeçmeden sürdürmemin en büyük destekçisidir. Sn. Ertuğrul Günay’ın bakanlığı döneminde, “Ahmed Arif’ten Türkiye Cumhuriyeti adına özür diliyorum” demesi de, bir başka dönüm noktasıdır. Sn. Ertuğrul Günay’ın bakanlık, ve Prof. Onur Bilge Kula’nın genel müdürlük döneminde, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü tarafından hayat geçirilen edebiyat müze kütüphaneleri projeleri kapsamında, Diyarbakır’da eski bir taş ev alınarak restore edilerek, babamın anısına, “Ahmed Arif Edebiyat Müze Kütüphanesi” oluşturularak, faaliyete geçirilmiştir. Ne kadar minnet duysam azdır. Geçenlerde, değerli ağabeyim, sanatçıların dostu, Sn. Ertuğrul Günay, Diyarbakır’daki müzeyi ziyareti sırasında beni arayarak, babamın gerçek ölçülerde bir büstünü yapmamı, bunun oradaki edebiyatçı ağabeylerimin de bir arzusu olduğunu dile getirdi. Memnuniyetle, onur duyarak yapacağımı söyledim. İşlerimin arasında benim için güzel bir rehabilitasyon olacak bu çalışmaya yakında başlarım. Bitince de kütüphaneye hediye ederim.
the rectorial elections, I resigned from my academic job, which I didn’t like anyway. This stands for the second milestone of my life. I studied in schools, academies and I tried being an instructor but eventually, I ripped all my diplomas up to shreads. I am a sculptor and I chose this job to be free. I don’t know how free we can get but this was it. Today, being an academician mostly stands for a field of climbing up the social ladder for young people from provinces or rural areas. From the beginning of my pupilage, since about 1993, I have earned my living only with sculptures and similar works. In addition to my unique sculpture works, I also perform studies on monuments, busts, mausoleums and so on which I call them as official projects and which are requested by various institutions. From time to time, I ended up winning prizes and competitions but in fact, I do not lean towards activities that involve contests, assessments and evaluations regarding their concepts. Because, ultimately, an academic group takes them in hand and therefore the results can steer away from qualification. I think that personal adventures and stories can not be assessed or evaluated. It was another milestone of my life when I met and married my wife about 10-12 years ago. Although I was blacklisted by my father and official projects have not been given to me for many years (until nearly to the age of 38-40); she has been my greatest supporter for helping me continue this job in the field of original art without giving up. During the ministerial period of Dear Ertuğrul Günay, his statement, “I apologize to Ahmed Arif on behalf of the Republic of Turkey” was yet another milestone. During the ministerial duty of Dear Ertuğrul Günay and the general directorate period of Prof. Onur Bilge Kula, an old stone house in Diyarbakir was bought, renovated and launched by the name “Ahmed Arif Literature Museum Library” in memory of my father, within the scope of the ‘literary museum libraries projects’ which were realized by the Ministry of Culture and Tourism, General Directorate of Libraries. I cannot be more grateful. Recently, my dear brother, the friend of all artists, Dear Ertuğrul Günay called me during his visit to the museum in Diyarbakır and asked me to make a life-size bust of my father, telling me that all my fellow litterateurs were also having the same desire. I told him that I will gladly and proudly make it. I will soon begin this work which will be a good rehabilitation for me among my busy schedule. I’ll donate it to the library when it’s completed.
“Türkiye’nin her yerindeki taş ocaklarından, projede kullanılacak malzeme ve renge göre sipariş ediyorum. Kaba işlerini taş ocakları ya da fabrikalarda tel kesim ile yaptıktan sonra atölyeme naklederek işliyorum.” “I make orders from quarries all over Turkey, depending on the material and color to be used in the project. I complete their rough works after performing wire-cutting in quarries or plants and dress them by transferring them into my studio.”
natura | 105
sanat | art
sanat | art
“Hayat zor yahu bu ülkede, taşın zorluğu nedir ki? Öncelikle taş, çabuk ilerlemez, yeri gelir direnir, zorlar. Bunlar, sabır ve teknoloji ile aşılabilecek durumlardır, ancak ben o durumları zorlamam, dururum, beklerim. Eğer taşı dinlerseniz, size sırlarını açar, fısıldayarak konuşuruz, ben taşı dinlerim, taş beni dinler, sonuçta başladığımız yerden farklı bir sonuca ulaşırız. Bu sonuç, hemen hemen her zaman, başta tasarladığımızdan, hayal ettiğimizden başka bir noktaya ulaşmış güzel bir sonuçtur. Ha, bunu gel de işverene anlat, o da başka bir iş tabii.” “Life itself is difficult in this country, what can a stone do to us? First of all, the stone process does not advance quickly. At times, it resists and challenges you. These are the situations that can be overcome with the help of patience and technology, but I do not enforce them, I take a break and I wait. If you listen to the stone, it reveals its secrets to you and then we talk by whispering. I listen to the stone, and it listens to me back. In the end, we reach a different outcome when compared to the state we have started in. This is almost always a good result. A different point compared to what we have originally dreamed of. Of course, telling these to your client is a totally different matter.” Hikâyem kısaca böyle gelişti, hayat ne getirir hep birlikte göreceğiz. En güzel tarafı da, hikâyenin benimle birlikte sona ereceği gerçeğidir. Sonucu bilemem ama aslında bir “HİÇ” olabilmeyi arzu ederdim.
My story is briefly like this and we will see what life brings to us. The best part is the fact that my story will end with me. I cannot make a comment about the ending but I would pretty much like to be “NOBODY”.
İşlerinizin hikâyeleri de var mıdır? Nasıl oluşuyor fikirleriniz? Aslında fazla bir şey söylemeye gerek yok. Yaptıklarım, yaşadıklarımın ifadesidir. Sanatçı çağının tanığı ve yorumlayıcısıdır. Tanıklıklarımı dünya görüşüm paralelinde heykele dönüştürürüm. Bazen kısa bir an, bazen uzunca bir süreç işlerimi doğurmamı sağlar. Ama değişmeyen şey şudur: Yaşam ve sanat bütündür. Ne yaşarsam, ya da neyi gözlemlersem, neyi özlersem, neye karşıysam ya da neyin yanındaysam, kısaca yaşam bize ne getirirse onu sanata dönüştürürüm.
Are there also stories of your works? How do your ideas come into existence? Actually, there isn’t much to say. What I do is the expression of what I experience. The artist is the witness and interpreter of the period in which he lives. I transform my witnessing into sculptures in parallel to my worldview. Sometimes a brief moment, sometimes a long period of time, allows me to create my works. But the thing that does not change is this: life and art are one. Whatever I experience or observe, what I miss, what I am against or what I stand by; in short, whatever life brings to us, I turn them into art.
Babanız Ahmed Arif çok değerli bir şair. Kendisi ve dizeleri, size meslek yaşamınızı boyunca ve özellikle heykellerinizde ilham oldu mu?
Your father, Ahmed Arif, was an esteemed poet. Did he and his lines inspire you throughout your professional life, especially in your sculptures?
natura | 106
Genel olarak, kişiliğimin ana hatlarının oluşmasında etkisi çoktur. Zaman zaman çeşitli dizelerin heykelleştirilebileceğini düşünüyorum. Ancak bunu bağımsız bir sergi teması olarak ele almam gerekebilir. Ancak, ara sıra tek tek parçalar çıkıyor. Henüz sergilenecek olgunlukta değiller. Kişisel yolculuğum içerisinde ba şka duyarlılıklar var. Bu konuyu daha sonra hakkını vererek işleyebilirim. Aslında babamın şiiri, özgün ve anıtsal heykeller ile yorumlanabilir. Bunların uygulanabilmesi ise resmi bir irade ve finans işidir. O yürekliliği gösterebilecek, vizyon sahibi yerel yönetimlerin yardımı gerekmektedir.
In general, they have been very influential regarding the formation of the outline of my personality. From time to time, I think that various lines can be sculpted. However, I may need to consider this as an independent exhibition theme. Although, individual pieces occasionally come out. They are not yet mature enough to be exhibited. There are other sensibilities within my personal journey. I can treat this subject later by giving the credit it deserves. In fact, my father’s poems can be interpreted through original and monumental sculptures. Their application on the other hand is an official work of self control and finance. They require the help of visionary local authorities which can show the courage.
Genellikle hangi malzemeler ile çalışıyorsunuz? Kilden çeliğe, bronzdan taşa kadar tüm malzemeleri kullanıyorum. Her malzemenin kendi dili var ve her malzemeyle anlatılabileceklerin sınırları var.
Which materials do you generally work with? I use all materials from clay to steel, from bronze to stone. Each material has its unique language and there is a limit to what you could express through them.
Son dönemde doğal taş ile yaptığınız işlerden biraz bahsedebilir misiniz? Tüm malzemeleri kullansam da taş benim için, hikâyemin başından beri büyüleyici bir malzeme olmuştu. Taş, milyonlarca yılın hafızasını bünyesinde toplamıştır. Benim var olmamdan, çok uzun süre önce var olmuş ve benim yok oluşumdan sonra da, çok uzun süreler boyunca var olmaya devam edecek olan bir malzemedir. Bir nefes alışı kadar kısa olan ömrümde, böylesi bir malzemeyi şekillendirmek, ona kişilik ve anlam yüklemek, sonra da bu dünyadan çekip gitmek, kısacık varlığıma da anlam katabilmek, müthiş.
Could you please tell us about your recent works in which you have used natural stones? Even though I tend to use all the materials, the stone has been a fascinating material for me since the beginning of my story. Stones hold millions of years of memory. It’s a material that has existed long time ago, far before my existence and it will continue to exist for a long time after my disappearance. In such lifetime as short as a moment of breath, being able to shape such a material, to attribute a personality and meaning to it and then to depart from this world; in short, to give a meaning to my existence, is just extraordinary.
Özellikle hangi doğal taşı kullanmayı tercih ediyorsunuz? Nereden temin ediyorsunuz? M e r m e r, s e r p a n t i n , l i m r a , a n d e z i t , g r a n i t , b a z a l t , t ü f , v b . h e p s i y l e ç a l ı ş t ı m , a m a e n k e y i f l i s i m e r m e r. Ö z e l l i k l e bir numara Af yon beya zı. Sonra Marmara, Ka stamonu pembe, Ela zığ vişne ve yeşil, belki bira z Muğla, Ankara Andezit. Türkiye’nin her yerindeki taş ocaklarından, projede kullanılacak malzeme ve renge göre sipariş ediyorum. Kaba işlerini taş ocakları
Which stone do you especially prefer to use? From where do you procure them? I worked with marble, antigorite, limra, andesite, granite, basalt, tuff etc. But the most entertaining one among them is marble. My number one is Afyon white. It’s then followed by Marmara, Kastamonu pink, Elazığ cherry and green and maybe a bit of Muğla, Ankara Andesite. I make orders from quarries all over Turkey, depending on the material and color to be used in the project. I complete their rough works after
“Taş asla ihanet etmez. İnsan yeri gelir satar, ihanet eder, ama taş, asla ihanet etmez. Ne verirsen onu alırsın. Ne kadar emek, o kadar sonuç.” “Stone never betrays you. People sell you out if necessary, they can betray you but stone never does. You get what you give. You get what you pay for.” natura | 107
sanat | art
sanat | art
ya da fabrikalarda tel kesim ile yaptıktan sonra atölyeme naklederek işliyorum.
performing wire-cutting in quarries or plants and dress them by transferring them into my studio.
Taş ile çalışmanın zorlukları var mı? Varsa nasıl başa çıktınız zorluklar ile? Hayat zor yahu bu ülkede, t a şın zor luğu nedir ki? Öncel i k l e t a ş , ç a b u k i l e r l e m e z , y e r i g e l i r d i r e n i r, z o r l a r. B u n l a r, s a b ı r v e t e k n o l o j i i l e a ş ı l a b i l e c e k d u r u m l a r d ı r, a n c a k ben o durumlar ı zorlamam, dururum, beklerim. Eğer ta şı d i n l e r s e n i z , s i z e s ı r l a r ı n ı a ç a r, f ı s ı l d a y a r a k k o n u ş u r u z , b e n t a ş ı d i n l e r i m , t a ş b e n i d i n l e r, s o n u ç t a b a ş l a d ı ğ ı m ı z y e rden farklı bir sonuca ula şır ız. Bu sonuç, hemen hemen her zaman, ba ş t a t a sar ladığ ımızdan, hayal et tiğimizden ba şka b i r n o k t a y a u l a ş m ı ş g ü z e l b i r s o n u ç t u r. H a , b u n u g e l d e iş verene anlat, o da ba şka bir iş tabii. Taş asla ihanet etmez. İnsan yeri gelir satar, ihanet eder, ama taş, asla ihanet etmez. Ne verirsen onu alırsın. Ne kadar emek, o kadar sonuç.
Are there any difficulties in working with stones? If so, how do you cope with them? Life itself is difficult in this country, what can a stone do to us? First of all, the stone process does not advance quickly. At times, it resists and challenges you. These are the situations that can be overcome with the help of patience and technology, but I do not enforce them, I take a break and I wait. If you listen to the stone, it reveals its secrets to you and then we talk by whispering. I listen to the stone, and it listens to me back. In the end, we reach a different outcome when compared to the state we have started in. This is almost always a good result. A different point compared to what we have originally dreamed of. Of course, telling these to your client is a totally different matter. Stone never betrays you. People sell you out if necessary, they can betray you but stone never does. You get what you give. You get what you pay for.
Eserleriniz genelde nerelerde sergileniyor şu anda? Özgün işlerim yurtiçi ve yurtdışında çeşitli koleksiyoncuların ev ve iş yerlerinde. Bunlar önce Ankara, İstanbul, vb. çeşitli galerilerde sergileniyor, daha sonra satın alınıp, ev ve iş yerlerinde kullanılıyor. Mimarlar ve iç mimarlar projelerinde değerlendiriyorlar. Resmi projeler ise, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere, Erzurum’dan Adana’ya, Rize’den Samsun’a, İzmit’ten Çorum’a kadar meydanlar, parklar, üniversiteler, elçilikler vb. pek çok yerde yer almaktadır.
Where do your works mainly get exhibited at the moment? My original works are at houses and offices of various collectors at home and abroad. They primarily get exhibited in various galleries of Ankara, Istanbul and so on. Then they are bought and used at houses and workplaces. Architects and interior architects use them in their projects. As for the official projects, they are featured in many places such as parks, universities, embassies etc, in various cities especially in Ankara and İstanbul, from Erzurum to Adana, from Rize to Samsun, from İzmit to Çorum.
Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim. A sıl ben, gös terdiğiniz ilgiye teşekkür eder im. Zaman ayır ıp okuyan herkese de ayr ıc a teşekkür eder im. Sevgi ve saygılar ımla.
Thank you for all the information you have shared with us. I personally thank you for your interest. I also express my sincere thanks for those who spare time and read this interview. With all my love and respect...
natura | 108
FİLİNTA ÖNAL
FİLİNTA ÖNAL
1972’de Ankara’da doğan sanatçı lisans ve lisansüstü eğitimini Hacettepe Üniversitesi G.S.F. Heykel Bölümü’nde tamamlamıştır. Mersin Üniversitesi G.S.F. Heykel Bölümü’nde ve Bilkent Üniversitesi B.U.P.S.’ta öğretim görevlisi olarak çalışmış olan sanatçının yurtiçi ve yurtdışında çeşitli diplomatik anıtsal projeleri bulunmaktadır. Yurtiçi ve yurtdışında çeşitli bienal, sempozyum, fuar ve karma sergilere katılan sanatçının dokuz kişisel sergisi bulunmaktadır. ODTÜ Heykel Yarışması’nda Birincilik Ödülü ve 57. Devlet Resim Heykel Yarışması’nda Başarı Ödülü bulunan sanatçı halen serbest heykeltıraş olarak çalışmakta; çeşitli resmi ve özel kurumlar için sanat danışmanlıkları, bilirkişilikler, jüri üyelikleri yapmaktadır. Sanatı hakkında yurtiçi ve yurtdışında, yazılı ve görsel basında çeşitli yazılar, röportajlar, programlar yapılmış olup kataloglar yayınlanmıştır. Sanatçının referanslar ı ara sında T.C . Cumhurba şkanlığ ı, T.C . Kültür ve Tur izm Bakanlığ ı, T.C . D ışişler i Bakanlığ ı, Jandar ma Genel Komut anlığ ı, çeşit li belediyeler, pek çok ülkenin büyükelçilikler i, üniver siteler, yur t içi ve yur tdışında çeşit li müzeler ile özel şirket ler ve kolek siyoncular yer a lmak t adır.
Born in Ankara in 1972, the artist has completed his undergraduate and graduate education at Hacettepe University F.F.A Sculpture Department. He worked as an academician in Mersin University F.F.A Sculpture Department and Bilkent University B.U.P.S. He also has several diplomatic monumental projects at home and abroad. Having participated in various biennials, symposiums, fairs and group exhibitions both at home and abroad, the artist has a total of nine solo exhibitions. He has been awarded the First Prize in the M.E.T.U. Sculpture Contest and the Achievement Award in the 57th State Competition of Painting and Sculpture. He currently works as a freelance sculptor and performs as an art consultant, peer-review and jury for various public and private institutions. Various articles, interviews, programs and catalogues have been made and published about his art, in written and visual media organs at home and abroad. The references of the artist include: the Presidency of the Republic of Turkey, the Ministry of Culture and Tourism, the Ministry of Foreign Affairs, General Commandership of Gendarmerie, various municipalities, embassies of many countries, universities, numerous museums at home and abroad, private companies and collectors.
natura | 109
sanat | art
sanat | art
LİMAN: İSTANBUL’A BİR VEDA VE BİR SELAM
HARBOR: A FAREWELL AND GREETING TO ISTANBUL Yağmur Yıldırım Mimar / Architect
Eski liman gümrüğü yapısından, İstanbul’un modern ve çağdaş sanat merkezine evrilen, kent belleğinde önemli yere sahip antrepo binası, yıkımından önceki son misafirlerini ağırlıyor. Henüz açılan “LİMAN” sergisi, antrepo binasında 13 yıl önce seyrine başlayan İstanbul Modern için hem bir veda hem de başladığı yere bir geri dönüş niteliğinde. Liman kenti İstanbul’un farklı zamanlar ve yerlerden liman hikâyelerini bir araya getiren sergi, böylece hem geniş bir açıdan Türkiye sanat tarihine bakmayı amaçlıyor hem de içinde bulunduğu liman sahasına selam gönderiyor. Liman sahalarının, bugün Kabataş’tan Haliç’e uzanan dönüşüm projelerinin göbeğinde, tüm toplumsal ve politik dinamikleri ile limanların, dolayısıyla da şehrin dününü, bugününü, geleceğini düşündürüyor. Sergiyi takiben, bu yılın ikinci yarısında geçici olarak Karaköy’deki Paket Postanesi’ne taşınacak olan İstanbul Modern’in küratörü Çelenk Bafra ile sergiyi, tanık olduğu dönüşümlerle İstanbul Modern’i ve İstanbul’u konuştuk. The warehouse structure which has an important place in the urban memory and evolved from the former customs port structure to a modern and contemporary art center of Istanbul, welcomes its last guests before the demolition. The exhibition "HARBOR" serves both as a farewell and a return for Istanbul Modern, which has started its journey 13 years ago in the warehouse structure. Bringing together the harbor stories from different times and places of Istanbul which stands for a coastal city, the exhibition therefore aims to both scrutinize the art history of Turkey from a broad perspective and greets the harbor reach where it is located in. In the heart of the port areas and the transformation projects that currently extend from Kabataş to the Golden Horn, the exhibition makes you think about the harbors with all their social and political dynamics and therefore the present, the past and the future of the city. Following the exhibition, we talked with Çelenk Bafra, the curator of Istanbul Modern which will be temporarily moved to Karaköy Package Sorting Structure in the second half of the year; about the exhibition, Istanbul Modern and the transformation it has witnessed and İstanbul.
Nedim Günsür, Balıkçı Köyü / Fishermen’s Bay natura | 110
Meriç Algün Ringborg, Denize Kıyısı Olmayanlar İçin Hatıralıklar / Souvenirs for the Landlocked
“LİMAN” sergisinin hikâyesi ile başlayalım. LİMAN, İstanbul Modern için Türkiye modern ve çağdaş sanatında belli bir konuyu araştırdığımız grup sergilerinden biri. Genel olarak, 19. yüzyıl sonundan günümüze kadar limanlar ve liman kavramı etrafındaki diğer konular örneğin; rıhtım, tersane, sahil, sayfiye, liman bölgelerinde çalışanlar ve toplumsal yaşam, deniz vasıtaları, deniz yolculukları, deniz ticareti pek çok başlık üzerinden, Türkiye sanat tarihini tarayarak yola çıktık. Sergide farklı dönemlere ve ekollere özellikle eğildik, modern ya da çağdaş sanat pratiklerinin önde gelen yapıtlarına bakarak Türkiye’de sanat üretiminin farklı dinamiklerini gözlemlemek mümkün; gördük ki “liman” demek, Türkiye’de büyük ölçüde “İstanbul” demek. Dolayısıyla, limanı bir tema olarak işleyen yapıtları seçerken, yer olarak İstanbul’a odaklandık; İstanbul kentinin limanla olan ilişkisini anlamaya çalıştık, Türkiye sanatından konuya dair farklı bakış açıları içeren 34 sanatçı ve kolektiften oluşan bir seçki yapmış olduk.
Let’s start with the story of the “HARBOR” exhibition. HARBOR is one of the group exhibitions of Istanbul Modern where we investigate a specific subject in the modern and contemporary art of Turkey. In general sense, we have started off by scanning the art history of Turkey on various subjects related to harbors and similar concepts such as docks, shipyards, beaches, summer resorts, those who work in harbor areas and their social lives, vessels, sea travels and maritime trade. Within the scope of the exhibition, we especially meditated on different periods and theories. It is possible to observe the different dynamics of art production in Turkey by merely looking at the leading works of modern or contemporary art practices. As we have seen, “harbor” generally means “İstanbul” in Turkey. Therefore, when choosing works that treat harbors as the main theme, we focused on İstanbul; we tried to understand the connection of İstanbul with the harbor and made a selection consisting of 34 artists and collectives with different perspectives on the subject of Turkish art.
LİMAN, ismini ve esinini kendilerine “liman ressamları” diyen bir grubun, 1941 yılındaki aynı isimli sergisinden alıyor. 2. Dünya Savaşı’nın zor koşullarında, akademi çıkışlı bir grup sanatçı, akademinin o dönemki tavırlarından başka bir yönelime gitmeyi tercih ederek, sanatçıyı toplumla birleştirecek bir bakış açısıyla İstanbul’un liman bölgelerini, orada çalışan işçileri, hamalları, mavnaları, vinçleri gözlemleyerek, birebir katılımcı gözlem yaparak iş üretiyorlar. “Liman ressamları” olarak anılan bu gruba bir saygı duruşu niteliğinde, bu sanatçıların hem o dönemde, hem de sonrasında aynı bakış açısıyla ve aynı toplumsal gerçekçi tavırla limanla ilişkili meseleleri irdeledikleri işlerden bir seçki gösteriyoruz; Nuri İyem, Turgut Atalay, Mümtaz Yener, Avni Arbaş, Abidin Dino, Selim Turan gibi.
HARBOR takes its name and inspiration from the exhibition having the same title, which was organized in 1941 by a group called “harbor painters”. In the difficult conditions of World War II, a group of artists from several academies chose to go beyond the attitude of the academy in that period and produced works by making participant observations through a perspective that would connect the artist with the society and they further observed the harbor areas of Istanbul, laborers who work there, carriers, barges and cranes. With respect to this group known as “harbor painters”, we present a selection of works in which they have examined issues related to harbors both during that period and after, through the same perspective and same social and realistic attitude, such as Nuri İyem, Turgut Atalay, Mümtaz Yener, Avni Arbaş, Abidin Dino and Selim Turan. natura | 111
sanat | art
sanat | art
Mıgırdiç Melkon, Tophane’den Galata’ya Uzanan Sahil / The Coastline From Tophane To Galata
Liman ressamları, limanı toplumsal bir mesele olarak, içindeki tüm yaşantılarla birlikte toplumsal gerçekçi, belgeci bir duruşla işiyordu. Siz, bir yandan içinde bulunduğumuz liman alanında bir dönüşümün ortasında durarak, nasıl selamlaşıyorsunuz kendileriyle? Bu toplumsal gerçekçi bakışı, arşiv, belge ve gözleme dayanan yaklaşımı sergideki başka işlerde de takip etmek mümkün. Genel olarak sergi, limana iki açıdan bakıyor diyebilirim; birincisi, tıpkı “liman ressamları” grubunun yaptığı gibi, limanı sadece coğrafi bir yapı, bir manzara olarak değil, toplumsal, iktisadi ve politik dinamikleriyle irdeleyen, sorgulayan çalışmalar; özetle toplumsal gerçekçi bakış açısına sahip olduklarını söylemek mümkün. Ya da limanı, İstanbul’un kıyılarını, sahilini, buradaki yaşamları, seyahat fikrini, gemide, denizde veya limanda olma fikrini bir sembol, bir metafor, bir esin kaynağı olarak kullanan, son derece kişisel ve sembolik çıkış noktaları olan işler. Bunları serginin iki damarı olarak birlikte görmek mümkün olacak. Kronolojik bir akış yok sergide; bir liman sahasında bulunduğunuzu size hissettirecek, her yerden bir sesin, bir görüntünün geldiği, farklı farklı rotalara sapılabilecek bir tasarım içinde, işler arasında çeşitli ilişkiselliklerin, diyalogların, birbirini tamamlama veya birbirine geçiş hallerinin olduğu bir kurgu var. Ama elbette işler arasında ruhdaşlıklar ve farklı dönemler arasında birbirine yakınlıklar söz konusu.
The harbor painters used to depict harbor through a socio-realistic and documentarian approach embodying all the experiences the harbor holds within. How do you greet them while standing in the center of the transformation of the harbor area we are in? It is possible to trace this socio-realistic approach based on archives, documents and observations in other works of the exhibition. I can say that the exhibition broadly treats the harbor theme through two perspectives; the first one of them represents works that examine and question harbors not merely with their geographical structures or sceneries but also with their social, economic and political dynamics, just as the “harbor painters” group have performed. In short, it is possible to say that they have a socio-realistic perspective. The other one represents works as symbols, metaphors and inspirations that have quite personal and symbolic starting points which use the concepts of harbor, İstanbul’s coasts, beaches, the experiences there, the idea of traveling, being on a ship, beside the sea or the harbor. It will be possible to see them altogether as two core elements of the exhibition. There isn’t any chronological flow in the exhibition but instead, there is a layout where a variety of connections and dialogues complete each other or transition in between, within the scope of a design that will make you feel that you are in a harbor area full of sounds and visuals that can lead you towards different routes. But of course, there are similar essences among works and also juxtaposition between different periods.
Serginin 34 katılımcısı var; 19. yüzyılın Mıgırdiç Melkon yağlıboyalarından Meriç Algün Ringborg’un bir önceki Venedik Bienali’nde gördüğümüz yerleştirmesine, bu “kalabalık” sergide işleri nasıl bir araya getirdiniz? Sergiye özel yapılmış işler var; zaten uzun yıllardır limanlar, deniz yolculukları, gemiler üzerine üreten ve düşünen sanatçıları davet ederek, eski işlerinden bir seçki yaptığımız, ya da yeni bir iş üretmelerini istediklerimiz oldu. Ya da sanat tarihine geçmiş, sadece kataloglardan gördüğümüz bazı işleri bu sergi için geri çağırdığımız, mekâna özel olarak tekrar kurguladıklarımız oldu. İstanbul Modern’in kendi koleksiyon ve sergi programlarının kapsadığı döneme paralel olarak, yine 19. yüzyılın sonundan günümüze kadar bir kesit sunmayı amaçladık. Birkaç işbirliği bizim için özellikle değerliydi; içinde bulunduğumuz zor koşullarda kurumsal ilişkilerin ve bürokrasinin daha da ağırlaştığı bir dönem yaşamamıza rağmen, Deniz Müzesi destek ve işbirliği örneği gösterdi, nitekim Mıgırdiç Melkon’un dört resmi de onların koleksiyonundan. Onun dışında, Gülsün Karamustafa’nın, 1995 İstanbul Bienali’ndeki ve tam da içinde bulunduğumuz bu bölge için, Galata’daki liman sahası için yapmış
The exhibition has 34 participants. How did you manage to collect works ranging from the 19th-century oil paintings of Mıgırdiç Melkon to the installment of Meriç Algün Ringborg which we have seen in the previous Venice Biennale, in such a “crowded” exhibition? There are works that were specially made for the exhibition. Besides, for many years we have invited artists who think and produce works about harbors, cruises and ships to create a selection among their old works or produce a new one. For the exhibition, we have also recalled several works that made their marks in art history and that we have only seen in catalogues and we repurposed them specific to the space. In parallel to the period of Istanbul Modern’s own collection and exhibition programs, we aimed to present a fragment from the end of the 19th century to the present day. Some of the collaborations were especially of great value for us. Although we have been experiencing difficult times in which corporate affairs and bureaucracy have become tighter, the Naval Museum showed great support and cooperation for us. The paintings of Mıgırdiç Melkon are also from their collection. Apart from that, we have reassembled Gülsün Karamustafa’s “NEW ORIENTATION” installation of the Istanbul Bien-
natura | 112
nial in 1995, which she has produced for this olduğu “NEW ORIENTATION” yerleştirmeexact location we are in, the harbor area of Gasini yeniden kurduk. Gülsün’ün işi bölgede, lata. Gülsün’s work was a tribute for women liman bölgesinde kaybolan kadınlar üzerine who disappeared in the harbor area and it was bir saygı duruşu niteliğindeydi ve bienalde, şu specifically designed for the warehouse space anda yıkılmış olan antrepoda mekânına özgü that is now demolished. For the first time since olarak kurgulanmıştı. Onu o zamandan beri that period, we reinstalled it into a warehouilk kez, yine bir antrepoya yerleştirdik. Yeni se. Another artist whom we have invited for bir iş yapması için davet ettiğimiz bir sanatpresenting a new work is Antonio Cosentino. çı ise Antonio Cosentino. Antonio, hayatını Antonio is a an artist who have made drawings Yeşilköy sahilinde, sonrasında tam da içinde in his books just like keeping a journal, through bulunduğumuz Galata limanını gözlemleyeobserving the coast of Yeşilköy and later the rek, adeta günlük tutar gibi defterlere çiziler port of Galata in which we stand right now. yapan bir isim. 90’lı yıllardan beri derlediği We worked with these books and made collabu defterleri birlikte çalıştık ve hiç görülmeges from drawings that never came to light. For miş olan çizimlerden kolajlar yaptık. Ayrıca, Borga Kantürk, Blowing in the Wind the exhibition, we also built a white ship from sergi için tıpkı içinde bulunduğumuz İstanbul tinplates, just like the cruisers often docked in Modern binasının önüne sıklıkla yanaşan front of the Istanbul Modern building. It’s entitled “Syrian Star” and there is also kruvaziyerler gibi tenekeden beyaz bir gemi yaptı. Adı “Suriye Yıldızı”; bir de a story written by the artist himself. You need to come to the exhibition to find öyküsü var sanatçının kendisinin kaleme aldığı. Öğrenmek için sergiye gelout so that it will come as a surprise for all. mek gerekiyor, diyerek bir sürpriz payı bırakmış olayım. Dönüşmekte olan bir liman bölgesinin ortasında duran serginin, şehrin kendisini de bünyesine dâhil ettiğini söyleyebilir miyiz? Sergi, İstanbul Modern’in alt katındaki salonlarda başlamıyor, sergi bizim için, müzeye ulaşmaya çalıştığınız anda başlıyor bir deneyim olarak. Burada, daha önce defalarca dönüşmüş, terkedilmiş ve şu anda da dönüşmekte olan bir liman bölgesi var. Şu andaki inşaat sahası durumuyla, çamuruyla, gürültüsüyle, dönüşüm ve belirsizlik içinde bir yere geliyor ziyaretçi. Deniz kenarında olduğunu göremese bile, yakın olduğunu hissettiği ve duyumsadığı bir yer. İstanbul Modern’in kendisi, 1950’li yıllarda yapılmış ve burada artık ayakta kalan son gümrük deposu. Müzeye geldiğiniz zaman, bugün beyaz küpe dönüştürülmüş olsa da binanın geçmişini hatırlatmak istedik. Dolayısıyla, binanın ana duvarlarına hiç müdahale etmedik ve tam ortasında bir yapı tasarladık. Bu yapı hem metaforik olarak, hem de formu itibarı ile bir gemiyi andırıyor. İçinde ise, liman ve gemilerin çağrıştırdığı eşik, kamaralar, güverteler, geçiş alanları bulunuyor. Bir gemide, ya da bir liman bölgesinde görebileceğiniz, birbiri ile ilişkili farklı mekân anlayışları ve limanın kendisinin temsil ettiği farklı mekânlar arasındaki geçişlilik fikrini uygulamaya çalıştık. Aynı zamanda, bir limanın hissettirebileceği farklı yönlere gitme, belki denize ulaşma, arkada bırakılan karayı hissetme, nereye gideceğini tam olarak bilememe ve bir yere gidiyor olma hissini yaratmaya çalıştık. Didaktik olmayan bir sergileme anlayışı yakalamaya çalıştığımızı söyleyebilirim. Burada, denize bu kadar yakınken, denize aslında çok uzağız, binadan denizi neredeyse göremiyoruz. İlk defa bu sergide, duvarlarımızdan birini adeta şeffaflaştırıyoruz; Serkan Özkaya, binanın deniz cephesinde 8 metrelik bir duvarın arkasındaki gümrüklü bölgede, deniz kenarında olan biteni canlı olarak içerideki izleyiciye gösteriyor olacak.
Can we say that the exhibition, which stands in the middle of a transforming harbor area, also embodies the city itself? The exhibition does not start at the lounges on the lower floors of Istanbul Modern. For us, the exhibition begins as you try to reach the museum. There you can see a harbor area that has been abandoned and transformed many times before, and is now being transformed. Along with the condition of the current construction site, the visitors find themselves encountering mud, noisiness, transformation and uncertainty. Even though they cannot see that they are near the seaside, it is an area where they feel and sense that they are indeed close to the sea. Built in the 1950’s, Istanbul Modern itself is now the last remaining customs warehouse here. When you come to the museum, we wanted to remind you of the building’s history even though it has been transformed into a white cube today. Therefore, we did not touch any of the main walls of the building and designed a structure right in the middle of it. This structure evokes a ship both metaphorically and formally. Inside, there are verges, cabins, decks and transit areas, as evoked by the harbors and the ships. We tried to implement the transition concept between different and interrelated venues and spaces that are represented by the harbor itself, which you can see on a ship or in a harbor area. At the same time, we tried to create a sense of going towards different directions that a port could give you the impression of, maybe a sense of reaching to the sea, a feeling that land is left behind, not knowing exactly where to go or the feeling of going away. I can say that we have endeavored for a non-didactic exhibition understanding. From where we stand, close to the sea; we are actually far away from the sea and we hardly see it because of the high-rise buildings. For the first time with this exhibition, we made one of our walls almost transparent. At the customs area behind an 8 meter wall on the sea front of the building, Serkan Özkaya will be broadcasting live what happens at the seaside for the audience inside.
Sergi için kaleme aldığınız yazınızda da bahsettiğiniz üzere, liman, aynı zamanda bir sığınma, sakinlik ihtiyacı ve müzeler de sanat için bir “liman” niteliğinde görülebilir. Bu sergi de, İstanbul Modern’in antrepo binasındaki son ana sergisi. Liman üzerine bir sergi yapmamız tesadüf değil. İçinde bulunduğumuz liman sahasına ve antrepoya hem bir veda hem de başladığımız ve içinde uzun yıllardır çalıştığımız müstesna bölgeye adadığımız bir sergi bu. 2004 yılında müze açıldığında, yine bir liman kenti olarak İstanbul’a bakan ve İstanbul Modern’in kuruluş sürecini aktaran Fulya Erdemci küratörlüğünde bir sergi ile başlamıştı program, yani müze içinde bulunduğu alanı ve bağlamı düşünen bir sergi ile antrepoya “Merhaba” demişti. Bizse şimdi taşınmadan önceki son sergimizle antrepoya ve limana bir nevi “Hoşçakal” diyoruz. Buraya döndüğümüzde bambaşka bir liman, bambaşka bir bina ve belki bambaşka bir Türkiye olacak. Bakalım, gelecek bize neler gösterecek.
As you mentioned in the article which you have written specifically for the exhibition, the harbor can also be seen as a shelter and the need for calmness and on the other hand, museums can be treated as “harbors” for art. This exhibition is also the last main exhibition of Istanbul Modern in the warehouse structure. It is no coincidence that we organize an exhibition about harbor. This is an exhibition we have dedicated to the harbor and the warehouse that we are in and also to this exceptional area in which we have started off and worked for many years. When the museum has been launched in 2004, the program was started with an exhibition that was curated by Fulya Erdemci, who once again tackled İstanbul as a coastal city and transferred the foundation process of Istanbul Modern’s establishment period. Meaning that the museum said “hello” to the warehouse through an exhibition that scrutinized the area and context it is located in. Today, we say some kind of “goodbye” to the warehouse and the harbor, with our last exhibition before moving out. When we return here, perhaps there will be a completely different harbor, a completely different building or maybe a completely different Turkey. Let’s see what the future brings.
“Bu söyleşi Milliyet Sanat Şubat 2017 sayısında yayımlanmıştır”
“This interview is published in Milliyet Sanat magazine February 2017 issue” natura | 113
sektör | sector
ART MADEN’DEN FİLİZ HÖKELEK İLE SÖYLEŞİ INTERVIEW WITH FİLİZ HÖKELEK FROM ART MADEN Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect
natura | 114
sektör | sector
Öncelikle okuyucularımızı bilgilendirmek için bize biraz ART MADEN’den, geçmişinden ve işlerinden bahseder misiniz? Art Maden olarak taş dünyasında 25 yılı aşkın deneyim ve uzmanlığa sahibiz. Kendi sektörümüzde uyumlu, işverenlerimizin istek ve ihtiyaçlarını anlayan ve yaptığı her projeden büyük bir keyif alan mutlulukla çalışan bir firmayız. İşimizi severek yaptığımız için detaylar üzerinde harcadığımız zaman, ihtimam ve heyecan ölçüsü projeye özel değişkenlik göstermez. Tüm mimarlarımızın hayalleri bizim için en önce ve en önemlidir. Bu hayaller yerin kaç kat derinliğinde veya dünyanın hangi köşesinde olursa olsun gerçekle buluşması için temin edilir, üretilir ve bütününe kavuşur. Neticede bir proje, mimarlarımızın hayal kurarak o hayali gerçekleştirmek için fikir üretmeye sevk eder ki bunun diğer adı da yaratıcılıktır. Sonunda da yaratıcılık fikir ve hayal kavramı doğru bir zemine kavuştuğunda herkes tarafından anlaşılır, uygulanabilir ve kullanılabilir hale gelir. İşte bizler de Art Maden olarak doğal taşa uygun kıvrımlar kazandırır ve bütünün bir parçası haline geliriz.
To begin with, could you please tell us a little bit about ART MADEN, its history and current projects in order to inform our readers? As Art Maden, we have over 25 years of experience and expertise regarding the stone industry. We are a company that carries out studies in harmony with the industry, understands the needs and requirements of its clients and enjoys each project it realizes with great pleasure. Since we love our job deeply, the time we spend, the attention we show and the enthusiasm we express do not vary depending on the projects. The dreams of all our architects are pivotal and they are extremely important for us. No matter how deep they are or how distant they stand across the globe, these dreams are provided, produced, and integrated in order to become a reality. After all, a project leads our architects to imagine and produce ideas to realize these imaginations. This is also referred as creativity. In the end, creativity becomes understandable, applicable and usable by everyone when idea and imagination concepts converge on a straight line. As Art Maden, we bring in suitable curves to natural stones and become a part of the whole.
Peki, bunca yıllık tecrübenize istinaden, Türkiye’deki projelerde doğal taş kullanımı ve korumasına dair durum değerlendirmesini yapabilir misiniz? Son yıllarda tasarımcılar, doğal taşın şık, ihtişamlı ve dayanıklı duran güçlü cazibesine oldukça ilgi gösteriyorlar. Bu sadece tasarımsal anlamda değil, Türk doğal taş sanayisinin iç ve dış piyasada canlı tutulması, destek olunması ve ülkemiz ekonomisine gösterdikleri duyarlılık ve sorumluluk hissinden de kaynaklanıyor düşüncesindeyim. Bu anlamda da tüm mimarlarımıza sektörün lokomotiflerinden biri olan bu eşsiz malzemeye gösterdikleri destek nedeni ile teşekkürü borç biliyoruz. Üstelik sadece doğal taşa dair değil, tetikledikleri onlarca malzeme de üretimi ve piyasayı canlı tutuyorlar. Son dönemlerde yapılmakta olan ve özellikle İstanbul ve diğer büyük şehirlerimizdeki göz kamaştıran ve sembol halini almaya devam eden projelerde doğal taşın birbiri ile rakip olurcasına güzellikte taşları görüyoruz. Üstelik banyo ve mutfaklarla sınırlı kalmak yerine evlerin, ofislerin iş mer-
With regards to your many years of experience, could you please make a situation assessment regarding the natural stone usage and preservation of the projects in Turkey? In recent years, the designers have shown lots of interest towards the strong appeal of the natural stone, which is elegant, glorious and durable. I think this is not only in terms of design. Turkish natural stone industry is supported and kept alive regarding the domestic and foreign market and they show great awareness and responsibility for our national economy. In this sense, we owe all of our architects a debt of gratitude for the support they show to this unique material, which is one of the driving powers of the industry. Moreover, along with numerous materials they have triggered, they are currently keeping the productions and the industry alive. Recently, we have been seeing beautiful natural stones that compete with each other in the mesmerizing and symbolic projects of İstanbul and many other large cities. Moreover, instead of being limited to bathrooms and kitchens, marble designs are often featured in different
natura | 115
sektör | sector
sektör | sector
kezlerinin, hastanelerin farklı bölümlerinde mermer döşemeli tasarımlara sıklıkla yer verilmektedir. Modern tasarımlara uyarlanan mermerler geçmişin güzel anılarını canlandırmakla kalmadı, kullanıldığı mekânlara da ilave bir değer katmayı başardı.
parts of houses, offices, business centers and hospitals. Marbles which have been adapted to modern designs, did not only revitalize the beautiful memories of the past, but they also added a value to the spaces they are used in.
bilir. Bu bakımdan projedeki uygulama süreçlerindeki inisiyatif, aynı zamanda taşın üreticisi olan bir doğal taş firmasına bırakılmamalıdır.
Projelerde en çok tercih edilen doğal taşlar nelerdir? Uzun yıllar projelerde bej mermer türlerini gördük. Afyon, Burdur, Bilecik ve Bursa, Diyarbakır, Fethiye ve Anadolumuz’un her bir köşesinden çıkan niceleri... Ancak son yıllarda bej mermer en büyük gücü elinde bulunduruyor olsa da, o kadar güzel ve her biri farklı naif kişilikte olan Başaranlar’ın Siyahı, Alimoğlu’nun Narsis Bitter’i, Hürok’nun Fümeleri, Çekiçler’in Sarıları, Batu’nun Grileri, Faber’in Kahveleri, Efendioğlu’nun Yeşilleri, Canel’in muhteşem Antrasit tonları var ki, oldukça yaygın olarak tercih edilmeye başlandı. Güvenli, sıcak ve dingin tonlar... Kreatif fikirler, yaratıcı düşünceler, hayal gücü ve tasarımın yeni nesnelerin, süreçlerin ya da kavramların ortaya çıkmasını sağladıkça, değişik mermer doku ve renklerini, tiplerini keşfetmeye yönelmiş olacağız şüphesiz.
Which natural stones are preferred the most in projects? We have seen different types of beige marbles in many projects for several years. Countless marbles quarried from Afyon, Burdur, Bilecik and Bursa, Diyarbakır, Fethiye and each corner of our beautiful Anatolia... Even though beige marble holds the biggest power of late, the beautiful and unique Black series of Başaranlar, Narsis Bitter of Alimoğlu, Smokecolored series of Hürok, Yellow series of Çekiçler, Grey series of Batu, Brown series of Faber, Green series of Efendioğlu and excellent Anthracite tones of Canel are now commonly preferred. They have delicate, warm and calm tones...As long as creative ideas, inspiring thoughts and designs make way for new objects, processes or concepts, we will most certainly discover unique textures, colors and types of marbles.
Mimarların doğal taş ile ilgili sorunları hakkındaki tecrübelerinizi paylaşabilir misiniz? Sadece doğal ta ş ile ilgili değil, yapıların şehircilikteki yerleşimleri, uzun yıllar sürdürülebilirliğin sağlanması, yapıların maliyetleri, ekonomikliği konularında öngörülü olmak gerekmektedir. Oysa ki bu kadar kapsamlı konularda ana işverenler projelerin konseptleri oluşurken ba zen sadece görsel veya ekonomik açıdan uygun buldukları, kullanım alanı ve işlevsellikten uzak ürünler konusunda zorlayıcı olabiliyorlar. Sektörün son yıllardaki göz kama ştıran büyümesinde, dışarıdan gelebilen bu istekler proje sonuçlarında sıkıntılara yol açmaktadır.
Could you please tell us about your experiences about the problems of architects regarding natural stones? It is not only limited to natural stones, it is necessary to adopt a visionary manner concerning the settlements of buildings in the urban texture, providing sustainability for many years, the costs of constructions and their economic aspects. Such decisions should not be assigned to architects. Whereas in such a comprehensive case, the principal clients can be insistent about the products that are not suitable in terms of usage and functionality only because they find them visually and economically acceptable while creating their concepts. Within the scope of the dazzling growth of the industry in recent years, these external requests cause troubles for the project results.
Son dönemlerde doğal taş kullanımını mobilyalarda da görmeye başladık. Bu konuda çalışmalarınız var mı? Elbette sıklık ile kullanıyoruz. Bu yaklaşım ahşaba yeni bir kimlik sunar gibi geliyor bana. Ahşap ve mermer ya da deri ve mermer ve metal elemanlar ile kaynaşmış mermer... Doğal taş kadar soylu, ağır başlı bu birleşik malzemeler, yeni bir birleşme ve organik anlayışın her alanımızda olması gibi aslında; eskinin doğallığına duyulan hasret... Farklı ölçekleri, malzemeleri ve yaklaşımları kaybetmemeliyiz ve hatta daha çok harmanlayarak kullanmalıyız. Küçük atölyelere, dericilere, metalcilere, marangozlara da zincirde imkân ve fırsat tanımalıyız.
Peki, yenilikçi başka çözüm önerileriniz de var mı mimarın yaşadığı zorluklar karşısında? Bu bağlamda proje uygulamacılarının sorunlarını paylaşabilir misiniz? Özellikle vurgulamak isteriz ki, doğal taş üreticilerinin uygulama aşamasında yer almamaları gerekir. Çünkü mimarların konseptlerindeki doğal taşları, konusunda uzman elemanların bir arada bulunduğu, başarılı çizgiler dizayn eden inhouse tasarımcılara sahip uzman ekiplerin olduğu taşeron firmalara bırakmaları uygundur. Üretici, uygulamada kendi taşına ilişkin eleştirel davranamaz. Ancak sektörde kullanılan doğal taşların kalitesine yani ürün ya da hizmetin belirlenen ihtiyaçları karşılama kabiliyetinin toplamına sahip olup olmadığına hakim bir doğal taş taşeronu eleştirel davranabilir. Önerilerde buluna-
natura | 116
So do you have any other innovative solutions regarding the problems of architects? In this context, could you please share with us the problems of project implementers? Above all, we need to emphasize that natural stone manufacturers should not be involved in the implementation phase. It is best for architects to leave the natural stones in their concepts to subcontractor companies that have specialists and expert teams with in-house designers who design successful lines. The manufacturer can not criticize their own stones during the implementation process. However, a natural stone subcontractor can critically judge the quality of the natural stones that are used in the industry, whether the product or service has the overall
Bize biraz son dönemdeki uygulamalarınızdan / projelerinizden bahseder misiniz? Dışarı yöneliyoruz ki, ülkemizin zengin doğal taş yataklarını en uzak noktaya kadar götürelim. Zenginliğimiz artı değer ile bize geri dönsün. Bu bağlamda, Rusya, BAE, Afrika da yakın takibimizde. Elbette ülkemizin ufağından büyüğüne kadar olan ve coşkulu şekilde devam eden projeleri merceğimizin altında. Sizin eklemek istedikleriniz var mıdır? M ima r ide s evg i çok önemli; m er m er s evg is i is e çok çok önemli... Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. Bizler de sizlere çok teşekkür ederiz.
ability to meet the specified needs. Additionally, they can also make suggestions. In this respect, the initiative in the implementation process of the project should not be assigned to a natural stone company which is also the manufacturer of the stone. Recently, we have started to see natural stone usage in furnitures. Do you have any studies regarding this field? Of course, we use them frequently. It seems to me that this approach will create a new identity to wood. Marble merged with wood, marble with leather or marble with metal elements ... These combined materials which are as noble and calm as natural stones are in fact like a new juxtaposition and organic approach which are found in every area of our lives; the longing for the ancient naturality... We must not lose different scales, materials, and approaches and we must use them through blending them even more. We must provide chances and opportunities for small workshops, leather dealers, metal workers and carpenters within the scope of the market. C o u l d yo u t e l l u s a b o u t yo u r r e c e n t i m p l e m e n t a t i o n s / p r o j e c t s? We are facing overseas in order to carry the rich natural stone reserves of our country to the uttermost spot in the world. So that our richness will come back to us with added value. In this context, we closely follow Russia, UAE and Africa. Of course, we also scrutinize our country’s projects in different scales which continue with great enthusiasm. Is there anything else you would like to add? Love is very important in architecture; as for the love towards marble, it’s much more important... Thank you for all the information you have shared with us. Thank you, too.
natura | 117
sektör | sector
sektör | sector
Mermerin Başkenti Afyon’a Dünya Standartlarında bir FABRİK ADA Yepyeni bir Showroom ve bir Plak a Galeri daha! ANOTHER BR AND NEW SHOWROOM AND A NEW PLATE GALLERY IN A WORLD CLASS FACTORY IN AFYON, THE CAPITAL OF MARBLE
Zenginliğin sembolü mermer, Temmer’in showroom ve plaka galerilerinden Türkiye’deki yeni projelere ve dünyanın 40 ülkesine doğru yol alıyor!
verecek. 60 0 m 2 Showroom ve 2.0 0 0 m 2 plaka galerisinde 150
to the world. Within the frame of the 600 sqm of Showroom and 2000
çeşit dünyanın dör t bir yanından ve Türkiye’den doğal ta ş çe-
sqm of plate gallery, there are 150 natural stone types from Turkey and
şidi bulunuyor. Müşterilere projelerine göre; tek bir noktadan
all around the world. Providing their customers the opportunity to purc-
çok farklı ta ş alımları yapmalarını sağlayan Temmer’in mimar-
hase different kinds of stones from a single point depending on their
ları, projelerin her aşamasına destek veriyor.
projects, Temmer architects give support in every phase of the project.
Özellikle İstanbul Showroom’da ve İstanbul Haliç plaka ga-
Stating that they have attracted attention far beyond their expectations, es-
lerisinde beklentilerinin üzerinde ilgi gördüklerini söyleyen
pecially in the Istanbul Showroom and Istanbul Haliç plate gallery, Çetinkaya
Çetinkaya “Bilhassa mimar, iç mimar, müteahhit ve proje sa-
said: “We started working through close contact especially with architects,
hipleri ile yakın temasta çalışmaya ba şladık. Amacımız hem
interior architects, contractors and project owners. Our objective was to pro-
Türkye’ye hem de dünyaya, büyük, küçük tüm projelere hiz-
vide services both to Turkey and to the world, to all large and small scale
met vermekti. Şu anda bu doğrultuda ilerliyoruz,” dedi.
projects. Currently, we are going forward in this direction.”
SHINING OUT AS A SYMBOL FOR RICHNESS, MARBLE HEADS TOWARDS NEW PROJECTS IN TURKEY AND 40 COUNTRIES OF THE WORLD FROM THE SHOWROOM AND PLATE GALLERIES OF TEMMER Bülent Tatlıcan
Temmer, Türkiye’de ve dünyada inşaat sektörünün geliş-
Temmer has launched 2 showrooms with one of them opened in İstan-
mesi ve büyümesi gibi sebeplerden ar tan mermer talebi-
bul Etiler three years ago and the other has recently set up in Afyon
ne daha hızlı cevap verebilmek için; üç yıl önce İstanbul
Fabrika; as well as 2 plate galleries launched in İstanbul Haliç last year
Etiler’de şimdi de Afyon fabrikada olmak üzere 2 Showro-
and recently again in Afyon Fabrika; in order to rapidly meet the marble
om, yine geçen yıl İstanbul Haliç’de ve yine şimdi Afyon
demands which have increased owing to the development and growth
fabrikada 2 plaka galerisi açtı.
of the construction industry both in Turkey and in the world.
Afyon fabrikada açılan bu yeni Showroom ve Plaka galeri
This new Showroom and Plate gallery which have been opened in Afyon Fab-
ağırlıklı yabancı müşterileri karşılayacak ve dünyaya hizmet
rika, will mainly respond the needs of foreign customers and provide services
natura | 118
natura | 119