Kasım 2012 ● 1. sayı
Bitkilerle tedavide farklılaşan kavramlar
Güncel Fitoterapi 31. sayfa
Yetenek yönetimi 5. sayfa
İyi Ar-Ge’ci gözünden belli olur! 9. sayfa
Ege’de kocaman bir dünya: Bozcaada 17. sayfa
Nasuh Mahruki: Hayat... dergisinin ücretsiz ekidir.
21. sayfa
Türk hukukunda ilaç patent hakları 29. sayfa
Evrenin gizemli dili 35. sayfa
İstanbul Eczacı Odası Sanayi Eczacıları Komisyonu
Kasım 2012 ● 1. sayı
Merhaba Bizler, İstanbul Eczacı Odası Sanayi Eczacıları Komisyonu olarak, sizlere yeni bir dergi olan S.E.S.’i sunmanın mutluluğu ve gururu içerisindeyiz. S.E.S. dergisi, aslında eczacıların neler yapabileceğinin bir kanıtı. Nasıl mı? Çağımız insanının en büyük sorunu olan “zamansızlık”, itiraf edelim ilaç sektöründe çalışan bizlerin de tüm hayatını kaplıyor. Ama bizler elbirliğiyle üzerimize çöken zamansızlık perdesini kaldırdık ve size dolu dolu bir dergi sunmak için kolları sıvamaya karar verdik. Eminim S.E.S’i okuduğunuzda, içinde çok sayıda renk barındırdığını siz de fark edecek ve kendinizden bir şeyler bulacaksınız. Bizimle görüşlerinizi paylaşabilir, dergimiz içinde bir renk de siz olabilirsiniz. Bunun için tek yapmanız gereken sesinizi duyurmak, yani aşağıdaki iletişim adresinden bizlere ulaşmak. Biliyorum, dergilerde genelde ön yazılar okunmadan geçilir. Ama ben okunduğunu farz ederek, Oscar kazanmış bir aktristin heyecanıyla, dergiyi hazırlayan Sanayi Eczacı Komisyonu’ndaki arkadaşlarım adına teşekkür etmek istiyorum. Öncelikle bize bu derginin hazırlanmasında desteğini esirgemeyen İstanbul Eczacı Odası çalışanlarına, özellikle Burcu Günüşen’e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bizi kırmayıp zaman ayıran, makaleleri ile katkıda bulunan değerli yazarlarımıza ve röportaj yapma imkanı bulduğumuz Sayın Nasuh Mahruki ve Sayın Ferhat Farşi’ye çok teşekkür ediyoruz. Ve son olarak bir teşekkür de, bizimle birlikte yolculuğa çıkmayı kabul ettiğiniz için sizlere, siz sevgili okuyuculara… Evet, üç ay sonra biz elimizde bavulumuz, yeni bir yolculuğa çıkmak için hazır bekliyor olacağız. Nerede mi buluşuyoruz? Sanayi Eczacılarının Sesi’nde… Sevgi ve Saygılarımla, Dr. Ecz. Merve Memişoğlu 2
Sahibi İstanbul Eczacı Odası adına Ecz. Semih Güngör Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ecz. Cem Erdal Ünal Genel Yayın Yönetmeni Dr. Ecz. Merve Memişoğlu Editör Burcu Günüşen Yayın Kurulu Dr. Ecz. Feyza Ademoğlu Özcan Ecz. Varlık Sezgin Ecz. Gaye Ramazanoğlu Ecz. Sıla Aykut Yazgılı Ecz. Tuba Ulus Görsel Yönetmen Erkan Beyaz Reklam Sorumlusu Ecz. Cem Erdal Ünal reklam-ses@ieo.org.tr ses@ieo.org.tr Yönetim Yeri ve Yazışma Adresi Yeniyol Cad. Gökfiliz İş Merkezi No: 11 Kat: 2 Mecidiyeköy - İstanbul Tel: 0212 217 61 91 (pbx) Faks: 0212 217 61 21 istanbuleczaciodasi.org.tr havan@ieo.org.tr Baskı - Cilt Has Matbaacılık 100. Yıl Mah. Mat-Sit 3. Cad. 199/A Bağcılar İstanbul T: 0212 629 02 49 Yasal Uyarı: S.E.S. dergisinde yayınlanan yazı ve fotoğrafları yayma hakkı İstanbul Eczacı Odası Sanayi Eczacıları Komisyonu’na aittir. Kaynak gösterilse dahi, hak sahiplerinin yazılı izni olmaksızın ticari amaçlarla kullanılamaz.
dergisinin ücretsiz ekidir.
N
e haber
Hazırlayanlar Ecz. Sıla Aykut Yazgılı Ecz. Burçin Yazıcı Eczacıbaşı Monrol Nükleer Ürünler 5 Avrupa ülkesinde ruhsat aldı Eczacıbaşı Monrol Nükleer Ürünler Tic. ve San. A.Ş., Avrupa’ya radyofarmasötik ilaç ihraç etmek amacı ile 2008 yılında başlattığı proje kapsamında, 2010 yılında tamamladığı GMP belgelendirmesi aşamasının ardından, ürün ruhsatlandırma aşamasını da başarıyla tamamlayarak 4 ürünü için, aralarında Almanya ve Danimarka’nın da bulunduğu, 5 Avrupa ülkesinde ruhsat aldı.
Nobel İlaç Çin'e adım atmaya hazırlanıyor Nobel, Çin'in en büyük ikinci ilaç üreticisi Guangzhou Pharmaceutical Holdings Limited (GPHL) ile 'ortak niyet bildirgesi' anlaşması imzaladı. Buna göre Nobel'in geliştirdiği ilaçları Çin pazarında GPHL piyasaya sunacak. Türkiye'de ve aktif olduğu 20 ülkede de Nobel, Çinli firmanın ilaçlarını satacak. Ayrıca iki firma, araştırma-geliştirme (Ar-Ge), hammadde ve bitmiş ürün tedariki konularında da işbirliği yapacak.
Abdi İbrahim’e prestij Ödülü Abdi İbrahim, 18 sene önce Fransa’da kurulan ve dünyada yaklaşık 70 ülke ve 7000’e yakın şirketle bağlantısı olan Otherways Management Association Club "OMAC" tarafından Golden Europe Award for Quality And Commercial Prestige ödülüne (Kalite ve Ticari Prestij Avrupa Altın Ödülü) layık görüldü. 1
Pfizer’in sponsorluğunda “Romatizmaya İnat Durmasın Hayat’’ Romatoidartritveankilozanspondilithastalarınıngündelikhayatta karşılaştıkları zorluk ve engellere dikkat çekmek için 2010’dan beri Romatoloji Araştırma ve Eğitim Derneği tarafından hareket temalı bir fotoğraf yarışması düzenleniyor. Pfizer’in sponsorluğunda düzenlenen yarışmanın 2012 yılı teması “Romatizmaya İnat Durmasın Hayat’’ olarak belirlendi. Yarışma, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da romatoid artrit ve ankilozan spondilit hastalarının mücadelesinin en yakın tanığı olan romatoloji, ortopedi ve travmatoloji ile fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı doktorların, hemşirelerin ve Pfizer çalışanlarının katılımıyla gerçekleşecek. Yarışmaya katılan ve dereceye giren ilk 3 kişiye fotoğraf ekipmanı hediye edilecek.
Eczacıbaşı, Rekabet'ten izin bekliyor Eczacıbaşı Grubu şirketlerinden Eczacıbaşı Girişim Pazarlama Tüketim AŞ, Ataman Ecza ve Itriyat Deposu ile Ataman İlaç Kozmetik Kimya AŞ hisselerini almak için Rekabet Kurumu'na müracaat etti. Rekabet Kurulu'nun web sitesinde yer alan bilgiye göre, satın almaya ilişkin mutabakat kuruma sunuldu.
Lilly, aile hekimlerini 'Diyabet Kampı'yla bilgilendiriyor Lilly, Türkiye’de milyonlarca kişinin yaşamını etkileyen diyabet ve tedavisi konusunda aile hekimleri ve iç hastalıkları ana bilim dalı asistanlarına yönelik ‘Diyabet Kampları’ projesini hayata geçirdi. Proje kapsamında 300’e yakın hekim ve asistana yeni tedavi yöntemleri hakkında bilgi aktarılırken, hekimlerin hasta koltuğuna oturarak diyabetli hastanın karşılaştığı komplikasyonları anlamaları sağlanıyor.
Cenovapharma, Generica ile göz sağlığı alanında da etkili olacak Türkiye ilaç pazarına yeni ürünler kazandıran, eşdeğer ürünleri ile yaşam kalitesini yükseltmesinin yanı sıra yer aldığı tedavi alanlarında da söz sahibi olan Generica ile oftalmoloji ürünlerinin satış ve pazarlamasını yapmak üzere anlaşan Cenovapharma, oftalmoloji grubunda pazara ilk jenerik ürünleri sunarak; bir ilke daha imza atıyor. 2
Kamu ile özel sektör arasında yenilikçi bir antibiyotik araştırma ortaklığı başlıyor AstraZeneca ve GlaxoSmithKline Avrupa'daki antibiyotik araştırma faaliyetleri alanında öncü bir yaklaşım başlattı. Bu girişim sayesinde antibiyotik direncinin oluşturduğu artan tehditle mücadele etmek için ilaç ve biyoteknoloji şirketleri kamu sektöründen ortaklarla işbirliği yapacak. Zararlı Mikroplar İçin Yeni İlaçlar (New Drugs 4 Bad Bugs) adı verilen bu yenilikçi araştırma programı, son yıllarda yavaşlayan yeni antibiyotik keşif ve geliştirme çalışmalarını artırmayı amaçlıyor.
Avea ve Sanovel işbirliği: Türk ilaç sektöründe mobil pazarlamada devrimi Toksöz Holding bünyesindeki Sanovel, Avea ile işbirliği yaparak Türkiye’de ilaç sektöründe bir operatörle birlikte uygulanan ilk büyük çaplı tablet projesini hayata geçirdi. Avea ile mobiliteyi seçen Sanovel; büyüklüğü ve niteliği uluslararası şirketlerde dahi bulunmayan SanPAD Projesi ile 1.200 satış temsilcisini mobil hale getirdi. Avea’nın Sanovel’e özel olarak geliştirdiği uygulama ile tıbbi satış temsilcileri, tüm işlerini iPad kanalıyla yanlarında taşıyacak. Proje kapsamında doktorlara yönelik sunumlar iPad’lerle yapılırken, Sanovel’in aktif pazarlama yaptığı 60’a yakın ilaç için, her ay düzenli olarak gerçekleştirilen baskılı malzeme üretimine de son verildi. Zamandan ve mekandan bağımız çalışmayı sağlayan projenin, Sanovel’e sağlayacağı tasarruf, bir yıl içerisinde basılı malzemelere harcanan miktarın %75’i olacak. Elde edilen tasarruf ise, Sanovel’in Ar-Ge ve yeni yatırımlarında değerlendirilecek.
Kozmetik Ürünlerin Tanıtım Faaliyetlerine İlişkin Kılavuz Kozmetik Ürünlerin tanıtım faaliyetlerini düzenlemek, kozmetik ürünlerin reklam ve tanıtımının usul ve esaslarını belirlemek amacıyla hazırlanan "Kozmetik Ürünlerin Tanıtım Faaliyetlerine İlişkin Kılavuz" 24/08/2012 tarih ve 81420 sayılı makam oluru ile yürürlüğe girdi. Kılavuza http://goo.gl/kSq0U adresinden erişilebilir.
British Pharmaceutical Industry (ABPI) Faz I klinik çalışmalar ile ilgili kılavuzu yeniledi Son olarak 2007 yılında yayınlanan kılavuzun, düzenleyici arenadaki değişiklikleri yansıtacak şekilde güncelleştirilen versiyonu 14 Ağustos 2012’de yayınlandı. 3
İlaçta Türkiye dominosu! Türkiye’nin ilaçta uyguladığı düşük fiyat politikası domino etkisiyle 19 ülkeyi birden etkisi altına aldı. Rusya, Güney Kore, Suudi Arabistan, Mısır, Makedonya ve Fas da Türkiye’yi “referans ülke” olarak almaya başladı. Bu da referans fiyata göre, Türkiye’de fiyatların yüzde 15 düşük olması anlamına geliyor. Söz konusu ilaç, eşdeğeri bulunmayan orijinal bir ürünse ve referansı da AB dışı ise Türkiye’deki fiyatla, referans fiyat arasındaki fark yüzde 32’ye çıkıyor.
SEKTÖRDEKİ ATAMALAR Sandoz İlaç Türkiye’de OTC İş Birimi (Reçetesiz Ürünler) Direktörlüğü görevine 1 Ağustos 2012 tarihi itibariyle Seda Yücecan atandı. İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden mezun olan Yücecan İstanbul Üniversitesi Radyobiyoloji Bölümü’nde Yüksek Lisans’ını tamamlamıştır. Seda Yücecan, Sandoz’a katılmadan once Roche Müstahzarları Sanayi Anonim Şirketi’nde Satış Temsilciliği, Jr. Ürün Müdürü ve Ürün Müdürü olarak görev almış ve kariyerine Bayer’de Kıdemli Ürün Müdürü, Grup Ürün Müdürü ve Ticari Pazarlama Satış Geliştirme Müdürü olarak devam etmiştir. AstraZeneca Türkiye Medikal ve Ruhsatlandırma Direktörü olarak görev yapan Dr. Müjgan Ateş 1 Eylül 2012 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere AstraZeneca Japonya’ya Medikal İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak transfer oldu. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Dr. Müjgan Ateş, İstanbul Üniversitesi Farmakoloji Bölümünde 3 yıl, yerli ve uluslararası ilaç firmalarında pazarlama, ruhsatlandırma ve medikal departmanlarında farklı yöneticilik pozisyonlarında da 20 yılı aşkın bir süredir de çalışmıştır. Ferrosan firmasını satın alma sürecini geçtiğimiz yılsonu tamamlayan Pfizer’in Türkiye’deki Tüketici Sağlığı Ülke Müdürü 1 Temmuz 2012 itibariyle Yeşim Zavaroğlu oldu. Geçtiğimiz yıl gerçekleşen satın almayla Pfizer, Ferrosan bünyesindeki Multi-tabs, Bifiform, Imedeen ve Nutri-zinc markalarını Pfizer Tüketici Sağlığı işbirimi altında toplamıştı. İş hayatına Deva İlaç firmasında Ürün Müdürü olarak başlayan Yeşim Zavaroğlu aynı firmada satış ve pazarlama kademelerinde çeşitli yöneticilik pozisyonlarını başarıyla yürüttü. Yeşim Zavaroğlu Ekim 2008’den bu yana Ferrosan Türkiye Ülke Müdürü görevini başarıyla sürdürmekteydi. Merck Serono Türkiye'den globale atama gerçekleşti.1998 yılından bu yana Merck Serono’da lojistik departmanında farklı görevlerde çalışan Yaşar Yücel; 1 Ağustos 2012 tarihinden itibaren Merck Serono Türkiye, Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu, Kafkasya, Ortadoğu ve Afrika’yı kapsayan Kıtalararası Bölgesi’nin Tedarik Zinciri Direktörlüğü’ne atandı.
4
G
ünün etirdikleri
İnsan kaynakları uygulamaları içinde yetenek yönetimi
Tuba Kale Onay
Y
etenek, çok özel bir kavram. Tanımlaması zor. Ölçülmesi daha da zor. En zor
kısmı da elimizdeki yeteneğin hakkını verebilmek. Yeteneği uygun bir yerde, uygun bir şekilde kullanarak değerlendirebilmek… Yeteneğin sahibinin de bir insan olduğunu unutmadan, yeteneğinin veya yeteneklerinin ne kadar değerli olduğunun ve iş sonuçlarına olumlu etkisinin kendisi tarafından da görülmesini sağlamak. İnsan kaynakları uzmanları yetenekleri keşfetmek konusunda hiç olmadığı kadar yoğun bir çaba içindeler. Değişen dünya, uzmanlık gerektiren işler ve “y kuşağı” bu yolculuğu gerçek bir macera haline getirdi. Peki, bütün bu tanımların içinde eczacılar, eczanesinde çalışan eczacılar kendilerine nasıl bir yol bulabilir? Bütün bu kavramların, içinde kaybolmadan nasıl faydalanabilirler? Öncelikle ekiplerinde çalışan veya çalışacak 5
“y jenerasyonu” ile başlayabiliriz. Aynı zamanda müşteri kitlesi olarak da “y jenerasyonu”na bir bakalım.
koşullarını nasıl bulabiliriz? Çünkü alışık olduğumuz çalışma saatleri ve alışık olduğumuz iş sadakati onlarda yoktur. Ancak yaratıcı fikirleri vardır. Geleceğe dönük yatırımlar için müthiş öngörüleri de... Değerlendirmek, işinizi gerçekten geliştirecektir. Dünya üzerindeki dijital gelişmeleri sizin adınıza takip edip, iş ve kâra dönüştürmek konusunda kesinlikle önemli bir kaynak olacaklardır.
y jenerasyonu; 1980-1990 yılları arasında doğanlar için bu ifadeyi kullanabiliriz. Kendilerinden önceki jenerasyonlara göre konsantrasyon süreleri daha kısadır. İlgilerini çekmeyen konuları sadece bireysel gelişimlerine katkısı olsun diye takip etmezler. Temel ilgi alanları elektronik dünya, dijital gelişmeler, Peki ya eski topraklar? Yani uzun zamandır kuantum ve yeni iletişim kanallarıdır. Kendi beraber çalıştığımız, yaşı y jenerasyonunun sınırlarını aşanlar. Güçevrelerindeki bir gelişnümüzde eski çalışanlar me veya yenilik onları Eski topraklara yeni ciddi bir rekabet hissi ile hiç alakadar etmezken, topraklar gözü ile yaşıyorlar. Y jenerasyoKenya’daki hayvanların bakmalıyız. Çalışanlarımızın nunun varlığı onlar için yaşam koşullarını olumözelliklerini, işe kattıkları başlı başına bir rekabet suz şekilde etkileyen bir kaynağı. Aynı zamanda gelişme bir anda odak değeri, becerilerini, yeni bir değişen ekonomik kokonuları haline gelebilir. göz ile değerlendirip işe şullar, gelişen teknoloji, Bu ne bir şımarıklıktır, katabilecekleri artı değeri eski toprakları zorlune de bir özenme... Y ortaya çıkartmalıyız. Böyle bir yor. Üzerlerinde, gelişen jenerasyonu gerçekten değişiklik eski çalışanlarımızın dünyaya yetişmek koişte böyle yaşamaktadır. da kendilerini yenilenmiş nusunda ciddi bir baskı Dünyadaki su kaynakhissetmelerini sağlayacaktır. hissediyorlar. Yetişemelarının azalması onları yeceklerini düşünenler, ciddi kişisel önlemler almaya yönlendirebilir. Oysa başka bir jene- arayı kapatmaya çalışmıyor bile. Onlar kenrasyona mensup kişiler, bunu çok abartılı bir dilerini tamamen kapatıp, “eski günler” konuşmalarını yapmaya devam ediyor. Yine de davranış olarak görecektir. eski çalışanlara yeni bir gözle bakmakta fayBütün bu ilginç, farklı, uç noktadaki özellikda var. Eski topraklara yeni topraklar gözü ile leri ile “y jenerasyonu” var ve değişmeyecek. bakmalıyız. Çalışanlarımızın özelliklerini, işe Bir eczacı olarak siz böyle potansiyel bir çakattıkları değeri, becerilerini, yeni bir göz ile lışan veya tüketicinin içindeki cevheri nasıl değerlendirip işe katabilecekleri artı değeri keşfedeceksiniz? Zor bir hazine avı değil mi? ortaya çıkartmalıyız. Böyle bir değişiklik eski Kesinlikle! Sabırlı olmayı gerektiriyor. Dinleçalışanlarımızın da kendilerini yenilenmiş meyi. Gerçekten ne istediklerini anlamayı. hissetmelerini sağlayacaktır. Onları nerede kullanabiliriz? Ortak çalışma 6
Eczane/firma sahibi ya da yöneticisi açısından durumu bir değerlendirirsek, ilginç sonuçlarla karşılaşabiliriz.
liba. Koçluk aslında eski bir tarz. Rehberlik etmek, düşündürmek hatta beraber düşünce jimnastiği yapmak… Karşımızdakine farklı bakış açıları getirebilmek... Onun hayat penceresini geliştirmek de diyebiliriz.
Alıştığımız işe alma teknikleri, bildiğimiz mülakat yöntemleri artık değişti. Geleneksel tanımlama, iş görüşmesine gelen kişinin klasik Bir de eğitim konusu var. Çalışanların ve yöanlamda ciddi ve özenli giyinmesini öngörür. neticinin kendilerini geliştirmek için beraber Ancak günümüzde bir potansiyel çalışanla eğitime katılmaları çok önemli. Üzerinde çalıgörüşme yaparken, onun iş potansiyeline, şılacak ortak bir konu olması adına ve herkemüşteriyi ikna etme gücüne, kendisini ne ka- sin (pozisyonundan bağımsız) gelişeceğinin dar iyi ve akıcı ifade ettiğine bakmak gereki- bir örneği olması için ortak katılım gerçekten çok etkilidir. Sadece eğiyor. Her bir çalışanın ne timi almak değil, alınan kadar “satış/kâr” odaklı Yetenekleri ortaya çıkartmak eğitimi kendi içimizde olduğuna bakmak artık kadar, elimizdeki potansiyeli de gözden geçirmeliyiz. önemli. Bu durumda iş yönetmek de önemli. Eğitim almak birinci geligörüşmelerinde odakÇalışanlarımız farklı özellikler şim basamağı ise, eğitim landığımız noktalar vermek öğrenme badeğişmeye başladı. İşe gösteriyor olabilir. Farklı samaklarında en üstte başvuran kişinin eski müşterileri etkiliyor olabilirler. olanıdır. Birbirimize de deneyimleri kadar, geleHangi çalışanımızın hangi öğretebilmeli, sunumlar ceğe yönelik potansiyeyönünü kullanabiliriz? yapabilmeliyiz. lini de değerlendirmek hatta hesaplamak gerekiyor. Yetenekleri ortaya çıkartmak kadar, elimizdeki potansiyeli yönetmek de önemli. Çalışanlarımız farklı özellikler gösteriyor olabilir. Farklı müşterileri etkiliyor olabilirler. Hangi çalışanımızın hangi yönünü kullanabiliriz? Bazı özellikleri, eğitim ve koçluk ile geliştirmek de mümkün. Hazır koçluktan bahsediyorken, nedir bu “koçluk” müessesesi? Koçluğu, her yöneticinin biliyor ve yapıyor olması beklenir. Ancak gerçekte ne olduğu, yeteneklerin koçlukla nasıl yönlendirileceği biraz karıştırılıyor ga-
Son olarak gözlem… Ekibimizi tanımak ve yetenekleri ortaya çıkartmak için elimizdeki en önemli araç, gözlemdir. Yorum yapmadan, öneride bulunmadan, eski değerlerimizin ağına düşmeden saf ve (mümkün olduğunca) tarafsız gözlem yapmalıyız. Yetenek yönetimi eski veya yeni çalışanlarımızın özelliklerini ortaya çıkarmak ve onları önemli kanallara kanalize etmekle ilgilidir. Gerçekten bir hazine avı. Size bu hazine avında bol şans ve başarılar dilerim.
7
20 8
12
B
üyüteç
Abdi İbrahim İlaç Ar-Ge ve İş Geliştirme Direktörü Ferhat Farşi:
İyi Ar-Ge’ci gözünden belli olur!
Dr. Ecz. Merve Memişoğlu
İ
laç sanayisinin başarılı isimlerini daha yakından tanıdığımız ‘Büyüteç’ bölümümü-
deki mavi ışık oldu. Mavi ışık çalışanların mo-
zün ilk konuğu, başarılı bir eczacı olan Abdi
anlamı mı vardı, işte kafamda bu sorularla
İbrahim İlaç Sanayi Ar-Ge ve İş Geliştirme
girdim odaya… Haliyle Ferhat Bey’e ilk sorum
Direktörü Ferhat Farşi.
da mavi ışığın nedeni oldu. Abdi İbrahim'in
Aslında Ferhat Farşi bizim konuğumuz olması gerekirken, biz onun konuğu olduk ve Abdi İbrahim’in Maslak’taki genel merkezine gittik. Genel merkezin son derece modern
tivasyonunu mu artırıyordu, yoksa başka bir
rengi mavi olduğu için asansörlerde bu renk ışık kullanılıyormuş. Eminim bu uygulamanın çalışanlar üzerinde bütünleştirici ve olumlu bir etkisi vardır.
dizaynının etkileyici olduğunu söylemeliyim.
Gelelim sohbetimize… Kahvelerimizi yudum-
Ancak benim en çok ilgimi çeken, asansör-
larken, kendiliğinden sohbetimiz başladı. Ne 9
de olsa Ferhat Bey’le aynı okuldan mezun
bir anda dalgalar içinde buldum. Hepimizin
olmanın ve aynı sektörde birlikte çalışmanın
yaşamı altüst oldu. Devrimi hazmetmeye
getirdiği bir tanışıklığımız söz konusu. Baka-
çalışırken İran-Irak savaşı çıktı. Hiç unut-
lım, eczacı dostum Ferhat Farşi ile neler ko-
mam, okula gitmeye hazırlanırken okulları-
nuşmuşuz?
mız bombalanmıştı! O zamanlar Rüzgar Gibi
Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Mesela Ferhat Farşi’nin çocukken hayalleri nelerdi? Birlikte geçmişe doğru bir yolculuğa çıkalım.
Geçti (Gone With The Wind) kitabını okuyordum. Tıpkı o kitaptaki gibi bir tarafta rüya gibi bir hayat varken, bir anda her şey yerle bir olmuştu. Bütün bu yaşadıklarım beni biraz zor heyecanlanan, oldukça sakin bir bire-
Çocukluğumun geniş ve sevgi dolu bir ai-
ye dönüştürdü diyebilirim.
lede, büyük bahçe ve açık alanlarda geçtiğini söyleyebilirim. bilgisayar
Şimdiki
odaklı
ço-
cuklardan ve şehir yaşamından çok uzaktı. Çocukken ‘Neden’ diye çok soru sorardım. Küçükken
bahçemizdeki
Kendimi bir anda dalgalar içinde buldum. Hepimizin yaşamı altüst oldu. Devrimi hazmetmeye çalışırken İranIrak savaşı çıktı. Hiç unutmam, okula gitmeye hazırlanırken okullarımız bombalanmıştı!
değişik bitkilerden karışım yaptığımı ve bunları etrafta bulduğum karıncalar üzerinde denediğimi bilirim. Karıncalar ne oldu peki? (Güldü) Karıncaların bazıları gitti ne yazık ki ama bir kısmını kurtarabildim. Demek o zamandan araştırmacı olacağınız belliymiş. Gençlik döneminiz nasıldı peki?
Sakinlik, yaşamınızda size neler kattı? İnsanların
çok
şeylerden,
küçük
materyalist
şeylerden, çok büyük üzüntüler anlamıyorum.
duymasını Çünkü
yaşamın anlamı bu değil! Sakinliğim sayesin-
de ben iyi bir hakem oldum, olayları doğru değerlendirip, kritik edebiliyorum. Bunda çocukluğumda yaşadığım büyük değişimlerin çok etkisi oldu. Sakinlik, bana objektif bir bakış açısı sağladı. İlaç sektörüne girişiniz nasıl oldu? Sizi İstanbul’a getiren rüzgâr neydi? Eğitim için Türkiye’ye geldim. Burada araya girip sormak istiyorum. Ai-
Ben İran doğumlu, Azeri Türk’üyüm. Masal
leniz İran’da mı kaldı? Sizin için zor bir sü-
gibi geçen çocukluğum, devrimle ve savaşla
reç olmalı.
tanıştığım ergenlik ve gençlik yıllarımda tamamen son buldu. İran devrimi dünyanın en büyük kitle hareketlerinden biridir. Kendimi
10
Evet, ailem İran’da kaldı. Özlem oldu, sıkıntılar yaşadık ama şükürler olsun şimdi her şey yolunda.
(Gülümsüyor) Ama biliyorsun Ortadoğu’da ne zaman ne olacağı belli olmaz. Belki bunu kaleme aldığında, o zaman her şey yolundaydı ama şimdi işler karıştı diyebilirsin. (Nitekim dedim!)
Önce küçük bir Ar-Ge grubunu büyüttüm.
Peki, dış politikadan uzaklaşıp ilaç sektörüne girişinize tekrar geri dönelim.
Abdi İbrahim’deki görevinizi ve başarını-
Kısa sürede çok iyi ürünler çıkarttık. Bu başarı başka firmaların dikkatini çekmeye başladı ve adım adım yükselerek, sonunda Abdi İbrahim’e kadar geldik.
zın sırrını bizimle paylaşır mısınız?
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakülte- 5 yıldır Abdi İbrahim’de Ar-Ge Direktörü si’nden diplomamı alır almaz hem yüksek olarak çalışıyordum. 8 aydır İş Geliştirme Dilisansa hem de ilaç sektöründe parttime rektörlüğü de bana bağlandı. Biliyorsunuz, çalışmaya başladım. Henüz Türk vatandaşı gelecekle ilgili strateolmadığım için kadrom jilerin belirlenmesinde ...bizim çalışma saatlerimiz yoktu. Hayatımı idame Ar-Ge ve İş Geliştirme ettirmek için çalışmak 24 saatti. İş hayatımda hep çok önemli. Bu iki büzorundaydım. Başarısız uyguladığım “Her zaman en yük bölümün biraraya olma gibi bir lüksüm hiç kolay yol, en iyi yol değildir” gelmesinde, iyi bir siolmadı. Hacettepe’de ilkesi o günlerden kalmıştır. nerjizma yarattığımı düProf. Dr. Atilla Hıncal şünüyorum. Projelerin Çalıştığım firmalara bu hocamızın fakültede böylece bütünlüğü sağoluşturduğu disiplin, disiplini ve bakış açısını adapte lanmış oldu. Artık karar bizleri iş hayatına hazırettim. Zoru seçtim, faydasını verme mekanizması ladı. O yıllardan itibaren gördüm, görmeye de devam daha hızlı çalışıyor. Yıllar ben özel sektöre girmiş
ediyorum.
gibiydim. Çünkü bizim çalışma saatlerimiz 24 saatti. İş hayatımda hep uyguladığım “Her zaman en kolay yol, en iyi yol değildir” ilkesi o günlerden kalmıştır. Çalıştığım firmalara bu disiplini ve bakış açısını adapte ettim. Zoru seçtim, faydasını gördüm, görmeye de devam ediyorum. İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu?
Ankara’da bir yere kadar ilerleyebiliyorsun. İlaç sanayisinde etkin şekilde rol alabilmek ve endüstrinin gelişimine yön verenler arasında olmak adına sektörün kalbine, İstanbul’a, gelmem gerekiyordu, ben de öyle yaptım.
boyunca gelen projelerin uygulayıcısı şeklin-
deydik. Şimdi ise stratejiye katkı sağlayabiliyoruz. Zaten Abdi İbrahim’de iyi fikirler her zaman desteklenir. Bu durumun meyvelerini aldık ve almaya devam ediyoruz. Böyle büyük bir sorumluluğun zor tarafları var mı peki? Zor tarafı, zaman açısından fedakarlık yapmam gerekiyor. Ama artık zamanı iyi kullanmayı öğrendim. Aynı anda 3 farklı yerde toplantı yapabiliyorum. En önemli şey yetkin ve güvendiğim insanlarla çalışıyor olmam. Hiyerarşiye çok fazla önem vermiyorum. 11
Çünkü en iyi fikirler o projede çalışan kişilerden çıkıyor. Onları dinlediğinde daha iyi sonuç alabiliyorsun. Ekibinizin başarısını neye bağlıyorsunuz? Başarı, tesadüf değil. Arkasında mükemmel bir ekip var. Zamanımın büyük bir kısmını insan kaynakları direktörü gibi Ar-Ge ekibini oluşturmak için sarf ettim. Ekip çalışmasını çok seviyorum, tek başına çalışmak hiç bana göre değil. Ekipte karşılıklı güvenin olması mutlaka şart. Peki, karşınıza biri geldi, genç bir eczacı... İyi bir Ar-Ge’ci olabileceğini nasıl anlarsınız? İyi bir Ar-Ge’ci gözünden belli olur. (Gülüyor) Çoğu insan iş bulmak için geliyor ama ArGe’de çalışmak isteyenin durumu farklı. Çünkü daha zor bir yolu seçmiş oluyor. Bazı insanlar laboratuvarda çalışmaktan yorulur, haklı da olabilirler. Rutin iş yapmak isteyen, Ar-Ge’de başarılı olamaz. Çünkü Ar-Ge’de her gün farklıdır, cazip olan tarafı da budur. Ekipte karşılıklı güven demiştiniz, bu durum çalışanların projeyi sahiplenmesini sağlıyor. Öyle değil mi? Güvenin oluşabilmesi için yetkin kişilerle çalışmalısınız. Biz sağlıklı tansiyon oluşturabiliyoruz. Böylece fikirlerin tartışılmasına meydan veriyoruz. Tartışmalarda çok acımasızız ama birbirimize karşı saygımız da sonsuz. Eğer çok otorite uygularsanız, insanlar fikirlerini söylemekten vazgeçerler. Kendi işleri gibi hissetmeleri ve özgürce fikirlerini söylemeleri çalışanların motivasyonu için çok önemli. Bir projede tablet baskı yapan bir 12
teknisyenin fikri, benimkinden çok daha değerli olabilir. Çünkü nasıl bir problemle karşılaşıldığını ve çözümün nasıl olabileceğini teknisyen benden daha iyi bilecektir. İlaç endüstrisinde eczacıların durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl daha iyi olabilir? Ben ilk başladığımda eczacılar sektörde ve Ar-Ge’de yoktu. Olanlar da kısa sürede ayrılıp eczane açıyorlardı ya da kamuya yöneliyorlardı. Günümüzde de hâlâ bir boşluk var. Eczacılar olarak çok iyi eğitim alıyoruz. Başka mesleklerde tek boyutlu bir eğitim varken, bize çok boyutlu, multi-disipliner bir eğitim veriliyor. Böyle bir eğitim aldıkları için
eczacılar çok şanslılar. Ama endüstride neler yapabileceklerinin, yetkinliklerinin tam olarak farkında değiller ne yazık ki. İş geliştirme, patent ve fikri haklar, ruhsatlandırma, formülasyon, analitik geliştirme, pazarlama, kalite kontrol, üretim vb. çok geniş bir alanda çalışabilirler. Benim de oğlum seneye sınava girecek, onun da eczacı olmasını istiyorum. Sektörün şu andaki durumunu nasıl bu-
Avrupa’da 6. büyük market. Türkiye’nin demografik yapısına bakarsak; artan ve yaşlanan bir nüfus var, bu da haliyle kronik hastalıkları artıracaktır. Bir taraftan da iyileşen ekonomik göstergeler ve ilaca olan erişimin artması Türkiye’nin daha büyük bir pazar olacağının işareti. Avrupa’da eşine benzerine rastlayamayacağınız üretim tesislerimiz, en son teknoloji ekipmanlarımız, altyapımız var.
luyorsunuz?
Bir Ar-Ge’ci olarak söylemek istediğim şey,
Geri ödeme ve fiyatlandırmaya herkes kilit-
Bu konuda bir sıkıntı yaşamıyoruz. Bir süper
lenmiş durumda. Devletimizin bütçe açığını
jenerik oluşturabilmek için ortalama 4 yıl
azaltmak adına gerçekleştirdiği fiyat indi-
çalışılıyor ve oldukça fazla emek ve kaynak
rimleri tüm endüstrimizi zorluyor. Ama ben
sarf ediliyor. Bu anlamda ortaya çıkarmış ol-
bu konuda iyimser düşünüyorum. Türkiye,
duğunuz inovatif ürünün benzer ya da daha
devlet inovatif Ar-Ge projelerini destekliyor.
13
düşük fiyatlandırılması bu alandaki Ar-Ge
Yaşam felsefeniz nedir? Ferhat Farşi’nin
çalışmalarımız için olumsuz bir hava yarata-
hayata bakış açısı nasıl?
biliyor. Ar-Ge faaliyetlerimiz için oluşturulan bu inovasyon ikliminin, ürün geliştirmenin
Adaletli olmak, kimsenin hakkını yememek…
ruhsatlandırma ve fiyatlandırma gibi diğer
Ve dürüstlük benim için çok önemli. İş yapar-
alanlarda da desteklenmesi ise en önemli
ken tartışmalar olabiliyor. Otoritemi genelde
beklentimiz devletimizden.
daha yumuşak bir şekilde kurmayı tercih edi-
Ar-Ge konusunda Türkiye nerede? Bundan sonrası için beklentileriniz neler? Ar-Ge eskiden firmaların kalite kontrol bölümleri içinde, kenarda köşede, bazen tabelası bile olmayan bölümlerdi. Türkiye Ar-Ge’nin önemini geç fark etti. Ama buna rağmen son 10 yılda ciddi yatırımlar yapıldı. İlk olarak geliştirme çalışmaları başladı. Eşdeğerler yapılıp para kazanıldıktan son-
yorum. Abdi İbrahim’de insanlar beni kızarken hiç görmedi. Eczacı olmasaydınız ne olmak isterdiniz?
Çocuklarımla mümkün olduğu kadar sohbet etmeye çalışıyorum. Biri 8, diğeri 18 yaşında... Aralarında 10 yaş fark var. Onlarla aynı dili konuşmak için bir bakıyorsun 8 yaşında bir çocuğum, sonra bir bakmışsın 18 yaşında genç bir delikanlı olmuşum.
ra araştırmaya geçildi. Bundan sonrası içinse beklentilerim çok iyi yönde. Ar-Ge faaliyetlerinin büyük bir ivme
Eczacı olmasam doktor olabilirdim. Sağlık alanı bana her zaman ilginç geliyor. Doktor olsaydınız hangi alanı seçerdiniz? (Gülüyor) Doktor olsam ben gene eczacı, doktor eczacı olurdum. Bir baba olarak yoğun
iş temposunda çocuklarınıza ve ailenize
kazanacağını düşünüyorum.
vakit ayırabiliyor musunuz?
Boş zamanlarında Ferhat Farşi neler ya-
Yoğun iş temposu, birlikte geçireceğimiz ge-
par? İlgi alanları nelerdir?
niş zamanlara müsaade etmiyor. Ama kısa
Aslında yoğun seyahatlerden eve bile uğrayamıyorum. Bir gün 8 yaşındaki kızım kapıyı açıp beni gördüğünde annesine seslenip “Baba bugün bize gelmiş!” dedi. Yine de zaman buldukça spor yapmaya çalışıyorum. Yüzme ve yürüyüş beni dinlendiriyor. Suyun
da olsa kaliteli zaman geçirmek daha önemli. Çocuklarımla mümkün olduğu kadar sohbet etmeye çalışıyorum. Biri 8, diğeri 18 yaşında... Aralarında 10 yaş fark var. Onlarla aynı dili konuşmak için bir bakıyorsun 8 yaşında bir çocuğum, sonra bir bakmışsın 18 yaşında
müthiş rahatlatıcı etkisi var, yenilendiğimi
genç bir delikanlı olmuşum. İtiraf edeyim, 8
hissediyorum, hatta işle ilgili güzel fikirler de
yaşında gibi davranmak, 18 yaştan çok daha
gelmiyor değil. (Gülüyor)
kolay.
14
En son izlediğiniz film, okuduğunuz ki-
Bir eczacı olarak sağlıklı yaşam konusun-
tap, dinlediğiniz müzik… Bize tavsiyele-
da nelere dikkat ediyorsunuz?
riniz olacak mı? En son filmleri uçakta takip ediyorum. Zamana Karşı (In Time) isimli film beni çok etkiledi. Filmde zengin bir kesim zamanı satın
Sağlıklı yaşam, sağlıklı zihinden gelir. Zihinsel sağlıklı olmayı nasıl yapacağız peki? Olumlu mu düşünelim?
alıp genç kalırken, diğerleri sadece dakikalar
O da çok optimistik bence. Ben daha ger-
için mücadele ediyor.
çekçiyim. Ama biraz materyalizmden uzak-
Kitaba gelince, mesleki kitaplar dışında 30 yıl
nayım, arabamın modelini değiştireyim” vb.
önce okuduğum kitapları tekrar okuyorum. Özellikle Will Durant’ın Felsefenin Öyküsü kitabı benim hayatımı çok etkilemiştir.
laşmak insan için gerekli... “Çok para kazabunun sonu yok, insanı sadece mutsuz ediyor. Eşyalardan zaman zaman uzak olmak beni gerçekten rahatlatıyor. Son olarak birlikte bir
Belki şaşıracaksınız ama
oyun oynayalım mı? Bir
40 sene önceki Reşid
kelime söyleyeceğim
Behbudov
ve siz de tek keli-
şarkılarını
dinliyorum. Ayrılık şar-
meyle size ne ifade
kısını bilirsin, onundur.
ettiğini söyleyeceksi-
Tavsiye ederim, muaz-
niz. Hazır mıyız?
zam bir sesi var. Geçmişe özlem duyuyor gibisiniz. Yeni şeyler bana çok ticari geliyor. Mesela
Başarı: Steve Jobs Mutluluk: Huzur İlaç: Derman
alışveriş merkezlerindeki restoranlara kesin-
Hacettepe: Zoru başarmak
likle gitmem. Otantik, ambiyansı farklı olan
Aşk: Aşkta fanatizme inanıyorum. Her şeye
yerler bana göre… Modern hayat pek ilgimi çekmiyor. Mesela Avrupa mı Amerika mı dersen, eski olduğu için Avrupa derim. Bü-
rağmen sevmek… Dayanamayıp bir soru soracağım gene.
tün şehirler birbirine benziyor. Ülkeler ara-
Aşk uzun sürer mi?
sında pek bir fark kalmadı.
Bazıları kimyasal olduğunu söylüyor. Nörot-
Fark nerede peki?
ransmitterlerden dolayı 3 yıl, maksimum 5 yıl ömür biçenler var. Ama ben uzun süre-
Fark kültürde. Gittiğim yerlerde o ülkenin
bileceğine inanıyorum. Aşksız yaşamanın bir
kültürü ile ilgili şeyleri bulmaya çalışıyorum.
anlamı yok. Düşünsene, hayat çok sıkıcı olur. 15
Aşkı da açmamız lazım galiba? Sevgiliye, çocuklara, işe vb...
bakmak, ayakta kalmamız için çok önemli. Umutla birlikte, şans da gerekiyor tabii.
Patronum “Bu kadar yükü nasıl kaldırabiliyorsun?” diye sordu. “İşimi çok seviyorum” diye cevap verdim. Ona “işime aşığım” demedim ama aslında aşığım… Çünkü işe olan aşk olmadan başarı söz konusu olamaz. Aslında her şirkette, her ailede sıkıntılar var ama olumlu bir nokta bulup ona sarılmalıyız.
Şansı nasıl yaratacağız peki?
Aşk olmadan sarılınamıyor demek ki… Söylediklerinizden biraz sarsılmış olsak da, biz gelin oyuna kaldığımız yerden devam edelim, ne dersiniz? İstanbul: Muhteşem! Ben hemen hemen her hafta başka bir ülkeye gidiyorum. İstanbul’a dönüşümdeyse bu şehrin ne kadar muhteşem olduğunu bir kez daha anlıyorum. O kalabalığa, o trafiğine rağmen gerçekten çok güzel bir şehir İstanbul. Korku: Bazıları için ölüm olabilir. Ama benim için hazırlıksız olmak en büyük korku. Mesela bir sunum yaparken hazırlıksız olmaktan çok büyük rahatsızlık duyarım. İnovasyon: Bilimsel fikrin paraya dönüşmesi, hayata geçirilmesi. Yoksa fikir bazında kaldıysa, bana göre bu gerçek inovasyon değildir. Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak bizlere söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Ben teşekkür ederim. Sayenizde bende kendi hayatımı şöyle bir gözden geçirmiş oldum. Son olarak söylemek istediğim, insanların umutlu olması gerektiği. Geleceğe umutla 16
Bugün yanınızda kimler varsa o insanlara iyi bakın… Önümüzdeki 10 yıl içinde şansınızı başkaları değil, işte bu insanlar yaratacak. Ferhat Farşi’nin bu güzel ve güzel olduğu kadar da düşündürücü sözü ile sohbetimize noktayı koymuş olduk. Asansörde inerken üstümde mavi ışık, içimde ise çok farklı duygular vardı. “Dilin söylediği iyi söz ise akarsu gibidir.” derler. Nereye akarsa, orada çiçek açarmış… Abdi İbrahim’in kapısından çıktığımda, dışarıda hiç durmaksızın koşuşturan bir kalabalık beni bekliyordu. Her gün yaptığım gibi tereddütsüz aralarına karıştım. Ama bu defa bir farkla… Elimde yeni çiçekler vardı.
G
ezgin
Ege’de kocaman bir dünya:
Bozcaada
Ecz. Varlık Sezgin Yolculuk, bir yerlere doğru yol almak… Hiçbir şey düşünmeden yolculuğa çıkmak… Kimine göre yolculuk çanta hazırlamayla başlar, kimine göreyse yer değiştirdiğinde… Sırt çantanı hazırla, haydi yola çıkıyoruz. Rota, Ege’de kocaman bir dünya: “Bozcaada...”
İ
stanbul’a 330 km kadar yakın bir yerdir Bozcaada. Hemen Ege’nin kuzeyinde, Ça-
nakkale Boğazı’nın güneyinde bulunan iki adadan biridir. İstanbul’dan yola çıkacaklar için, birden fazla rota alternatifi var. Karadan Tekirdağ üzerinden gidebileceğiniz gibi, Kocaeli üzerinden gidişi de tercih edebilirsiniz. Ancak yolculuğu 17
kısa tutmak isteyenlere en uygun alternatif, hiç kuşkusuz Yenikapı’dan deniz yolu ile Bandırma’dır. Benimse önerim, Trakya’yı da görmek adına, Tekirdağ güzergâhını tercih etmeniz. Ne de olsa uğranacak çok yer, yenecek çok lezzet ve zengin coğrafyası ile sohbete dalabileceğiniz sayısız konu kendinize bulabilirsiniz.
Bozcaada İlk adı Leukopyrys olan, eski adıyla da Tenedos olarak bilinen, Ege’nin kuzeyindeki en şirin adalardan biridir. Tarihinde çoğu deniz savaşlarında, sığınılacak liman görevi üstlenmiş olsa da tarihi dokusu, zenginlikleri ve yerel halkın misafirperverliği ile, gidilmesi gereken cennettir
Gelibolu Yarımadası’na vardığınızda Ana-
Bozcaada.
dolu’ya geçmeniz gerekecek. Bunun için de
Öyle ki, Heredot’un “Tanrı, insanlar uzun
Gelibolu veya Eceabat’ta bulunan feribot iskelelerini kullanabilirsiniz. Saatleri önceden kontrol edin ki, zaman kaybetmeden geçebilin. Bozcaada’ya birçok yerden feribot seferi yapılıyor olsa da, yine de en kısa süreni
ömürlü olsunlar diye Bozcaada’yı yaratmış” demesi boşuna olmasa gerek. Hemen limandan giriş yaptığınızda fark edeceksiniz, farkındalığı…
Geyikli’den olanı. Ana yoldan tam 26 km’lik
Sağında yıllara meydan okurcasına sapasağ-
bir yolculuk sonrasında, Geyikli’de bulursu-
lam duran Bozcaada Kalesi önce size “Hoş-
nuz kendinizi. Sezonluk olmak kaydı ile sefer
geldin” diyecek. Sonrasında limanın hemen
saatlerinin güncellendiğini bilmenizde fayda
etrafındaki restoranları.
var. Kış mevsiminde, Ada yalnız kaldığından, çokça rağbet olmaması sefer sayısında kısıtlama getirilmesine yol açıyor. Bahar ve yaz dönemlerinde ise sefer saatleri sıklaşsa da, kaçınılmaz olarak araba sırasına girmeniz gerekebilir.
18
Özellikle, bahar aylarında giderseniz, bizzat yaşarsınız doğal güzelliğini. Ne çok sıcak ne de soğuk... Bozcaada’nın bahar kokusu kaplar etrafınızı… İçeriye doğru 200 metre ilerlediğinizde yıl-
larını vermiş bir çınar göze çarpar. Hemen
Gün ağarmadan, balıkçıların teknelerini alıp
altında da Çınaraltı Kahvesi.
doğruca engin maviliğe doğru açılması, öğ-
Bu kahvenin sağ tarafı Türk, sol tarafı Rum mahallesidir. Ama kardeştirler, yıllardır birlikte iç içe yaşamayı bilmiş, özdeştirler. Yolculuk sonrası bu kahvede, köpüklü bir türk kahvesi içmeyi ihmal etmeyin. Gerçekten yeni bir dünyaya geldiğinizi göreceksiniz. Ada’nın en güzel özelliklerinden biri de şüphesiz lezzetleridir. Ada böreği, gelincik şerbeti, karpuz kabuğu reçeli, domates reçeli, deniz ürünleri ve tabii ki bağcılık ve lezzetli şarapları...
lene doğru ise yanlarında kilolarca balık ile adaya dönüşüne şahitlik etmek gibisi yok. Taze taze gelen balıkları, özellikle akşam gün batımında kaleye karşı yemenizi tavsiye ederim. Düşünsenize; fonda hafif bir müzik eşliğinde, tabaklarda nar gibi kızarmış çeşit çeşit balıklar, yanında karides ve kalamar da olunca, gerçekten hem kulağa hoş geliyor, hem de göze. Ada’nın güney kesimi bozkırdır. Anadolu’dan güney kısmı görünmesi sebebi ile ismi za-
Misafirleri için kurulan kermeslerde, ada hal-
manla Bozcaada’ya dönmüş olsa de, tam
kının bizzat yapıp sattığı ürünlerdir, reçeller
aksine adanın kuzeyi verimli arazileri içinde
şerbetler... Evlerde, özellikle tam mevsiminde
barındırır.
hazırlanıp, adaya gelen konuklara sunulması işin en güzel tarafı bence.
Kaz Dağları’ndan esen rüzgarların, denizden gelen hafif tuzlu su ile bütünleşmesi ile olu-
Ege’nin hafif tuzlu oluşu, balık popülasyon-
şan iklim, Ada’nın kuzeyini bağcılık konusun-
larının çeşidini kısmen artırmış durumda. Ne
da dünyaya ün salar hale getirmiştir. Çokça
de olsa, ada ekonomisinin büyük bir kısmı
farklı üzüm çeşidine ev sahipliği yapması da
balıkçılık. Lüfer, çinekop, çipura en çok tercih
bundandır. Çavuş, kuntra, vasilaki, karalahna
edilenler.
bunların en önde gelenleri.
19
ğu gibi, sizin de güzel fotoğraf kareleri yakalamanızı sağlayacaktır.
Bozcaada’ya ulaşım seçenekleri.
Ekonomisine can veren şarapçılık da Bozcaada’nın dünyaca tanınmasını sağlamıştır. Yörede, dünya markaları sıralamasında önemli yere sahip şarap firmaları bulunmakta. Bağbozumu zamanında giderseniz, bu şenliğe katılıp şarap üretimini görebilirsiniz. Evliya Çelebi de ünlü seyahatnamesinde Bozcaada’yı “Dünya’nın en güzel çavuş üzümlerinin yetiştiği yer” olarak tanımlamıştır. Akşam güneşinin en güzel battığı yerlerden biridir Bozcaada. Ada’nın hemen kuzeybatısındaki rüzgar gülleri, ziyaretçiler ile güneşin buluşma noktasıdır. Denizden gelen dalga sesleri ile güneşin kayboluşu, tıpkı şairlere ilham kaynağı oldu-
20
Ada’nın dört bir yanında denize girmeniz mümkün. Hemen batısında bulunan Ayazma plajı, öğle saatlerinden sonra dalgalansa da, buz gibi suyu ile yaz aylarında serinlemeniz için birebir. Güney sahilinde bulunan Akvaryum koyu da durgun denizi ile sizleri bekliyor olacak. Ada’da ara sokaklarında kaybolmadan dönmeyin sakın. Sarmaşıklarla dolu balkonlar, maviye boyanmış pervazlar, bembeyaz duvarlar, Arnavut kaldırımları... Bambaşka, renkli bir dünyanın kapısını açıyor size. Kısaca, Bozcaada, kocaman bir dünya… Bu keşfe sizler de ortak olun. Yolunuz açık olsun. Hep birlikte, keşfe devam... www.varliksezgin.wordpress.com www.sonradangurmeler.org T: @varliksezgin F: www.facebook.com/varliksezgin
K
ahve bahane
Nasuh Mahruki:
Hayat paha biçilmez bir hediye
Dr. Ecz. Merve Memişoğlu Zor kazanılmış olan birçok ” değer yitiriliyor ne yazık ki. Gene
kazanılabilir ama yıllar önce kazanılmış şeyleri elden çıkarıp tekrar kazanmaya çalışmak, her şeyden önce tarihe saygısızlıktır, tarihi bilmemek demektir.
”
21
K
ahve Bahane bölümümüzün ilk konuğu, çok büyük başarılara imza atmış
ama buna rağmen mütevazı ve duyarlı kişiliğini hiç kaybetmemiş, örnek bir insan… Nasuh Mahruki… Onun yaşamından ilham almamız gereken çok şey var. Kısa süreli sohbetimizde bu entelektüel birikimin ancak belli bir kısmını sizinle paylaşabildik. Ama eğer siz Nasuh Mahruki’yi ve yaptıklarını daha iyi anlamak istiyorsanız, mutlaka kitaplarından edinin ve seminerlerine katılın.
motor sporları, yelken ve bisiklet sporları yapan bir işletme mezunu… Bu kadar sıfatı üstünüzde taşımak zor değil mi? İçlerinden birini seçmiş olsaydınız, bu ne olurdu? Bunları birbirinden ayırmam çok zor. Her biri hayatıma değer katmış, kendimi çok iyi bulduğum, çok iyi ifade edebildiğim süreçler. Ama tabii Türkiye çapında ve uluslararası anlamda başarı yakaladığım bir disiplin olarak dağcılığı biraz daha öne çıkarabiliriz. Sonrasındaki süreçte de AKUT’un başkanı ol-
Evet, belki hayatımız boyunca Everest’e hiç
mak, benim için çok çok önemli oldu. Çünkü
tırmanamayacağız! Ama bu bizim kendi
AKUT giderek çok daha fazla değer kazanan,
Everest’imizi bulmamızı ve kendi zirvemize
çok daha etkili bir sivil toplum kuruluşuna
doğru emin adımlarla ilerlememizi engel-
dönüştü. Aslında AKUT’un kuruluşundan
lememeli. Öyleyse alalım elimize köpüklü
bugüne felsefesi hep aynıydı ama artık ulaş-
kahvemizi, açalım önümüze yol haritasını ve
tığı kitle, ulusal ve uluslararası bilinilirliğini
hedefe nasıl ulaşacağımıza gelin hep birlikte
düşünürsek, AKUT başkanlığı için çok daha
karar verelim.
değerli bir unvan diyebiliriz.
Ali Nasuh Mahruki ile ilgili o kadar çok
AKUT olarak birçok insanın hayatını kurtar-
şey söyleniyor ki, AKUT başkanı, sporcu,
dınız, onlara umut oldunuz. Bu süreçte iyi
yazar, kişisel gelişimci, eğitmen, fotoğ-
kötü birçok olay yaşamışsınızdır. Sizi en çok
rafçı, gezgin, lider, kar leoparı… Dağcılık,
etkileyen, unutamadığınız bir deneyiminiz
mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış,
oldu mu?
22
Çok var. Ama ben kendi adıma o süreçleri
alta üst üste, giderek artan bir stresle yaşa-
hafızama çağırıp, tekrar tekrar yaşamak iste-
maya çalışıyor. Kırsaldan gelen insanların ba-
miyorum. Çünkü insanların en çaresiz oldu-
şını sokacak yere ihtiyaçları var, bu da kaçak
ğu, en zor durumda kaldığı, hakikaten ölüm
ve çarpık yapılaşmaya yol açıyor. Ne yazık ki,
korkusuyla veya sevdikleri birini kaybetme
İstanbul’daki bu kalabalık yönetilebilir bir ka-
korkusuyla yaşadıkları zamanlar bunlar. Biz
labalık değil. İnsanlar trafikte saatlerini harcı-
elimizden geleni bu insanlara yapıp, onların
yor, bu son derece sağlıksız bir fotoğraf. Asıl
hayatında bir fayda yaratıp, sonra tekrar ha-
yapılması gereken, bu problemin köküne
yatlarından çıkmak istiyoruz. Ne kendimizi
inip asıl kök sorunu bulup onu gidermekle
bir daha hatırlatmak istiyoruz, ne de kendi
çözülebilir. Nedir sorun? Anadolu’daki insan-
adıma ben bu acı olayları tekrar hatırlamak
ları buraya taşıyıp yığmamız! Bunun çözümü
istiyorum. Ama bir taraftan da deprem Tür-
yeni imar izinleri, yeni yerleşim yerleri açmak
kiye’nin bir gerçeği… Ve bizler buna hazırlıklı
değil, Anadolu’ya yatırım yapmak, eğitim,
olmak için ne gerekiyorsa yapmalıyız.
sağlık vb. olanakları sağlamak ve insanların
Deprem demişken, ülkemiz için artık kronikleşmiş bir sorun olan çarpık yapı-
doğduğu yerde kaliteli bir şekilde yaşamlarını sürdürmelerini sağlamaktır.
laşma, bilgisizlik ve çözüm yolunda her
Bir insanın yükselebileceği en yüksek
an oluşabilecek bürokratik engellerle ile
noktaya ulaştınız. Everest’te olmak insa-
ilgili ne düşünüyorsunuz? Daha iyi olmak
nı nasıl hissettiriyor? Orada nasıl bir man-
adına ne yapılabilir?
zara var? Yaşayan canlı bir organizma var
Binalar depreme dayanıklı değil, çünkü eski
mı?
teknoloji ile inşa edilmiş, o da yetmemiş
O yükseklikte canlı yok. İnsanoğlu da ora-
ciddi bir hırsızlıkla çalarak çırparak yapılmış.
ya ancak geçici ziyaret yapabiliyor. Kısa sü-
İstanbul’a bakarsanız, küçük bir coğrafyada
reliğine gidip, belki 30 dk, bilemedin 1 saat
çok büyük bir nüfusun bir arada yaşamak
kalıp tekrar geri dönebiliyor. Everest bir ta-
zorunda olduğunu görürsünüz. İnsanlar, alt
raftan da çok büyük bir hedef… Aylar yıllar
23
süren hazırlığın sonunda, çok ciddi disiplinin,
Dağcılığın insana kattığı çok şey var. Kritik
emeğin, fiziksel ve psikolojik hazırlıkla böl-
süreçlerde karar verme becerilerini gelişti-
geye ulaşıp, yine aylar süren çalışmalarla bir
riyor, iyi bir takım oyuncusu olmayı, çevreyi
sürü tehlikelerle risklerle boğuşup hedefe
iyi gözlemlemeyi, tehlikeli olabilecek değiş-
ulaşmak anlamına geliyor. Dolayısıyla kişide
kenlerin birbiriyle etkileşimini ön görebil-
oluşturduğu başarma ve tatmin duygusu da
meyi gerektiriyor. Türkiye’nin ve Cumhuriyet
o kadar yüksek.
tarihinin ilk gönüllü arama kurtarma organi-
2003 yılında kaybettiğimiz Eczacı Kürşat
dağcıların fiziksel, zihinsel ve teknik beceri-
Avcı benim arkadaşımdı, beraber Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisansa başlamıştık. Onu kaybetmek hepimizi çok üzdü. Ah evet. Kürşat AKUT gönüllüsüdür. Gördüyseniz burada fotoğrafı var. Çok sevdiğim, çok
zasyonu dağcılar tarafından kuruldu. Çünkü leri buna uygun. AKUT’tan sonra birçok kurum, organizasyon ortaya çıktı. Ama bunu ilk yapanlar, dağcılardır. Filmlerde görürüz. Bir dağcının zorunlu kalması durumunda kendini ve diğer arkadaşlarını kurtarmak için bir diğerinin
güvendiğim bir arkadaşımdı. Birinci sınıf bir
ipini keserek ölüme göndermesi… Bunun
dağcıydı.
fikri bile insanı irrite edebiliyor. Yaşamda
O zamanlarda anlamazdım, şimdi de pek anladığım söylenemez, bütün tehlikelere
kalmak için yapılan içgüdüsel bir şey mi? Yoksa dağcılıkta böyle bir kural var mı?
rağmen bir dağcıyı zirveye doğru çeken
Böyle bir şey kesinlikle yok! Dünyada sadece
şey nedir?
tek bir örneği var. Joe Simpson ve Simon
24
Yates adında iki genç dağcının başından
nan ilk Müslüman dağcıyım. Buna rağmen
böyle bir olay geçmiş sadece.
beni Ermeni olmakla, Yahudi olmakla suçla-
Nasıl olmuş? Anlatır mısınız?
dılar. Sanki gayrimüslim olmak suçmuş gibi… Başkalarının başarılarını çaldığımı söylediler,
İkisi de iyi dağcılar ama tecrübesizler. Joe
AKUT’un şov yaptığını söylediler. Bunun gibi
Simpson tırmanış sırasında bir şekilde baca-
sayabileceğim çok şey var.
ğını kırıyor. Simon Yates dağdan değil kendi üzerinden emniyeti alıp onu yavaş yavaş indirmeye çalışıyor. Ama sonra kontrolünü kaybedip, çok uzun bir mesafe Simpson’ı
Peki Everest’ten buraya, bizlere, Türkiye’ye, doğru baktığınızda ne görüyorsunuz?
düşürüyor. Simpson arkadaşının üzerinde
Pek iyi görmüyorum. Ekonomik olarak bak-
asılı kalıyor. Simon Yates bu nedenle hareket
tığımızda dünyanın 17. ülkesiyiz, ama insanı
edemiyor, saatlerce mücadele ettikten son-
gelişmişlikte 92. sıradayız. Kız çocukların eği-
ra çaresizlik içinde aşağıda göremediği ve
tilmesinden tutun da kitap okuma oranına,
yaşayıp yaşamadığını bilmediği arkadaşının
anayasa mahkemelerinde ceza almadan,
ipini kesiyor. Onu öldü sanıp kampa ulaşıyor.
en pahalı benzini kullanmaya kadar birçok
4 gün sonra Simpson sürüne sürüne kam-
alanda gerideyiz. Ve bu durum giderek daha
pa geliyor, mucizevi bir şekilde ölmemiş! Ve
kötüye gidiyor. Zor kazanılmış olan birçok
‘Boşluğa Dokunmak’ (Touching the Void)
değer yitiriliyor ne yazık ki. Gene kazanılabi-
adlı kitabı yazıyor.
lir ama yıllar önce kazanılmış şeyleri elden çı-
Çok etkileyici bir hikaye… Nietzsche “Yükseldikçe uçma bilmeyenlere daha küçük görünürüz.” der. Belki bizler Everest’e kadar çıkamıyoruz ama kendi dünyamızda yükseldikçe birileri tarafından aşağıya çekilmeye çalıştığımız
karıp tekrar kazanmaya çalışmak, her şeyden önce tarihe saygısızlıktır, tarihi bilmemek demektir. Çocukluğunuzda dağlara bakıp hayal kurduğunuz, oralara gitmek istediğiniz olur muydu?
çok oluyor. Siz böyle sorunlar yaşadınız
Ben çocukken hayvanlara ve doğaya çok
mı?
düşkündüm. Büyükbabamın yaptırdığı bah-
Çok oldu! 99 depreminde, bütün kurumların hazırlıksız yakalandığı bir süreçte, AKUT Türkiye’nin en güvenilir kurumu seçildi. Halkın çok büyük sempatisini, sevgisini ve güvenini kazandı. Bu da bir takım odakları rahatsız
çeli büyük bir evde oturuyorduk. Orada çok sayıda hayvan beslemişimdir. Üniversitede doğaya olan bu düşkünlüğüm, doğada spor oldu. Üniversite bitince de yüksek irtifa dağcılığında kariyere dönüştü.
etti. AKUT’a güveni kırmak adına, hem benim
‘Kendi Everest’inize Tırmanın’ kitabınız-
için hem de AKUT için türlü türlü karalama
dan biraz bahsedelim mi? Herkes Eve-
kampanyası başlattılar. Ben Everest’e tırma-
rest'e tırmanamayabilir ama herkesin 25
tırmanabileceği bir Everest'i vardır diyor-
liriz. Yarını değiştirmek için şu ana, şimdiye
sunuz kitabınızda… İnsanların en büyük
odaklanmamız gerekir. Ve tembellik etmeyip
problemi nereye tırmanacaklarını bilme-
biraz gayret edersek, gerçekleşmemesi için
meleri... Hedeflerin büyük bir çoğunluğu
bir neden yok.
gözümüze çok yüksek geliyor, diğerleri de önemsenmeyecek kadar küçük tüm-
Şans faktörü ne kadar etkili?
sekler gibi… Nereye tırmanacağını, doğ-
Şans tabii ki var. Ben arkadaşlarımdan hep
ru hedefi belirleme konusunda siz neler
bana şans dilemelerini isterim. Çünkü başarı
düşünüyorsunuz?
dileğine ihtiyacım yok, hak edersem başarı-
Kişinin kendini tanıması ile çözülebilecek bir şey bu. Ancak kendi farkındalığına ulaşırsa, kendi yeteneklerini, avantaj ve dezavantajlarını ne kadar iyi bilirse, o kadar hedeflerini doğru çizer. Kendini tanıdıktan sonra hedeflerini güncelleyerek ilerlediği takdirde başarılı ve mutlu bir yaşam kaçınılmazdır. Eğer kişi yeteneklerini
rım diye düşünürüm. “Kolay gelsin”e de gerek yok, çünkü kolay olsun zor olsun ben her zaman hazırım derim. “Kendine dikkat et”e
Eğer kişi yeteneklerini bilmiyorsa, atıl kalan kapasitesini hiçbir zaman kullanamayacak demektir. Bu nedenle seçenekleri deneyimlemeliyiz. Bu da ancak hayatın içinde olmakla yapılabilir.
bilmiyorsa, atıl kalan kapasitesini hiçbir zaman kullanamayacak demektir. Bu nedenle seçenekleri deneyimlemeliyiz. Bu da ancak hayatın içinde olmakla yapılabilir. Ya sen hayatı yaşarsın, ya da hayat seni yaşar… Yaşamın bizi tüketmemesi adına sizce neler yapabiliriz? Seçimler hayatı-
de gerek yok, ben zaten kendime dikkat etmek zorundayım. Şansa ise her zaman ihtiyacım var. Tabii şans için “akıl ve cesareti birleştirenlerin yanındadır” derler. Yani şans orada olduğunda, biz de orada hazır olmalıyız. 64 madde ile başarı ve
mutluluğun yol haritasını anlattınız kitabınızda… 64’ün bir anlamı var mı? 68 olsaydı, doğum tarihinizle eşleştirdiniz diye düşünecektim. 64 güzel bir rakam. Satranç tahtasının karelerin sayısı… Sonuçta yaşam, bir çeşit strateji
mızı ne kadar şekillendiriyor?
oyunu…
Her şey seçimle alakalı… Bir seçim yapmadı-
Kitabınızdaki öğütler içinde size göre ku-
ğımızda da bir seçim yapıyoruz aslında. Tem-
lağımıza küpe olması gereken en önem-
bel tembel otururken de bir seçim yapıyoruz.
lisi hangisi?
Yaşadığımız dünya sebep ve sonuç dünyası.
Aslında hepsi, çünkü bunlar birbirinin ta-
Sebepleri bilirsek sonuçları öngörebiliriz, sebepleri değiştirirsek sonuçları da değiştirebi26
mamlayıcısı. Örneğin cesaretli olun diyoruz
ama tedbirli de olmamız gerekir. Ama içlerin-
Türkiye’de başarı ölçüsü garip denklemle-
den bir tanesini ayıralım dersen, sağduyulu
re dayalı… Kim, neye göre başarılı pek belli
olmak derim. Doğruyla yanlışı ayırt edebilme
değil. Ama herhalde okuyucusuna bir katma
kabiliyeti olduğu için sağduyuyu gerçekten
değer yaratabilen, farklılık katan yazarlara
çok önemsiyorum.
başarılı diyebiliriz diye düşünüyorum.
Vicdan da diyebilir miyiz buna?
Web sayfanızda dikkatimi çekti, aileniz-
Sadece vicdan değil. Akıl, mantık ve vicdan,
den bahsediyorsunuz. Çok köklü bir ai-
hepsi bir arada olmalı.
leniz var… Ve tarihiniz bir kahramanlık
Şimdiye kadar 7 tane kitabınız yayımlan-
ya da otobiyografi yazma düşünceniz var
dı. Birçok alanda başarınız var ama bir yazar olarak benim merak ettiğim kitabınızın yakaladığı başarı. Sizce iyi bir yazar nasıl olmalı? Ben tabii edebiyat, roman türü bir şey yazmıyorum, daha ziyade kendi yaşam deneyimlerimi, yaşadıklarımı aktarıyorum. Yazdıklarım
hikâyesi gibi… Bununla ilgili bir roman mı? Eminim çok etkileyici olacaktır. Onu bir araştırmacının yapması daha uygun olur. 200 yıllık bir tarihten bahsediyoruz, o tarihin içine girip kaynakları bulup araştırıp yazması gerekecektir. Benim yapabileceğim bir şey değil bu.
kurgu değil, hayal ürünü değil, doğrudan
Kırklı yaşlara gelmiş biri olarak sağlık-
yaşadığım, deneyimlediğim şeyler.
lı, genç ve dinamik kalmanın yolları size
Murat Tellioğlu
27
göre neler? Bedensel, zihinsel ve ruhsal sağlık ve denge için bize tavsiyeleriniz var mı? Hareketli bir hayat bence çok önemli… Kalp atışını yükseltecek hafif egzersizler yapmaya çalışıyorum. Kilo almamaya özen gösteriyorum çünkü bütün yaşam kalitesini bozuyor, sizi ağırlaştırıyor! Dağcılıkta da kilo istenilmez, çünkü o ağırlığı yanında taşıyorsun. Bunun dışında entelektüel anlamda, duygusal anlamda da, hareketli bir yaşam önerebilirim. Kültürel faaliyetleri takip etmek, zihni beslemek, zihni de hareketli tutmak gerekir. Yaşam felsefenizi bir cümleyle özetlesiniz, bu ne olurdu? Hayatı paha biçilmez bir hediye olarak düşünüyorum. Bu hediyeyi en güzel şekilde değerlendirmek, hem kendime hem de çevreme faydalı, verimli olmak, kaliteli ve mutlu yaşamak benim felsefem. Hayat bizimle var oluyor çünkü. Yaptıklarımızdan sorumlu olduğumuz gibi yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. Hayatta olmazsa olmazlarınız var mı? Değer sıralamasında en tepede neler var? En tepede bütün olan bitenin ana kaynağı olan insan var. Ondan sonra da vatan gibi, millet gibi değerler gelir. Kötülüğü yaratan da aynı insan değil mi peki? Bireyler arasında iyiler ve kötüler olabilir. Ama insana tür olarak baktığımızda, dünyada milyarlarca yıldır bir yaşam formu var, tek hücrelilerden başlayıp insana kadar gelen bir 28
süreç. Bu süreçte üretilmiş olan en değerli varlık, insanoğlu. Medenileştikçe evrimimizi tamamlıyor olabilir miyiz? İnsanın kendi içinde gelişiminden bahsedilebilir mi? Evrim, sürekli ve sonsuza dek devam eden bir şey... Bu nedenle tamamlamadan söz edemeyiz, evrimleşmeye devam ediyoruz. Bundan sonrası için yeni projeler neler? Beş yıl sonra Nasuh Mahruki kendini nerede, nasıl ve kimlerle görmek istiyor? Yaptığım birçok şeye tekrar devam etmek istiyorum. Bir kere AKUT çok iyi bir yere geldi, onu daha iyi yerlere getirmek hepimizin hayali. AKUT’u daha iyi yerlere getirmek çok isterim. Bunun dışında yeni kitaplar yazmak istiyorum. Kafamda yeni motosiklet seyahatleri, yeni rotalar var. Son olarak biz eczacılara söyleyeceğiniz bir şeyler var mı? Hayat çok değerli, geçen anın telafisi yok. Her anın kıymetini bilerek yaşamak lazım. Hem kendimiz için hem de çevremiz için. Eczacılar zaten bunlara duyarlı insanlar, çünkü yaptıkları iş insan sağlığıyla ilgili. Hayatı hep birlikte güzelleştireceğiz. Daha önce de söylediğim gibi yaşam bizim yaptıklarımız ya da yapmadıklarımıza göre şekilleniyor. Onun için bu yolculukta hepimizin aktif oyuncu olması gerekir. Hem kendimiz için hem de insanlık için…
Türk hukukunda ilaç patent haklarının gelişimi
Ecz. Gaye Ramazanoğlu*
İ
lk patent koruması Osmanlı İmparatorluğu’nda 13 Mart 1879 tarihindeki, 1844 Fransız Kanunundan esinlenen ‘İhtira Berati Kanunu’ ile başlamıştır. Bu Kanuna göre, insan ve hayvan sağlığı için kullanılan ilaç ürünleri için 3. Madde herhangi bir koruma hakkı vermiyordu. Aynı zamanda bu patent kanununa göre ürünlerin prosesleri için herhangi bir koruma da yoktu.
Bu doğrultuda, Patent Haklarının Korunması hakkında 551 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (bundan böyle “KHK 551” olarak anılacaktır) olan yeni patent kanunu 27 Haziran 1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türkiye’de 1 Ocak 1995 tarihinde yürürlüğe giren TRIPs anlaşmasının (Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması) 27. Maddesi gereğince, tüm teknik alanlardaki ürünler ve prosesler ile ilgili buluşların hepsi için patent koruma haklarının verilmesi belirtilmektedir. Ayrıca, TRIPs anlaşmasının 70/b.8 Maddesi gereğince, ilaçlar için herhangi bir patent koruma hakkı bulunmayan ülkeler, ilaçlar için patent koruma hakkı veren bir yöntem geliştirme hakkına sahiptir. Böylece, Türkiye 1 Ocak 1995 tarihinden sonra ilaçlar için patent başvurularını kabul etmeye başlamıştır. 29
Ayrıca, Türkiye yeni gelişmekte olan bir ülke Buna göre, patent başvuruları 1 Ocak 1995 olarak geçici hükümlere göre ilaç ürünü ve tarihinden itibaren kabul edilmiş ve incelenprosesi patent korumasını 4 yıl (TRIPs Mad- meden 1 Ocak 1999 tarihine kadar bekletilde 65(2)) ve bir 5 yıl daha (TRIPs Madde 65(4)) miştir, böylece 1 Ocak 1994 rüçhan (öncelik) erteleme hakkına sahip olmuştur. Bunun bir tarihine sahip tüm patent başvuruları Türkisonucu olarak, KHK 551 yürürlüğe girdiğin- ye’de 1999 sonrasında patent koruma hakkıde, ilaç ürünleri ve prosesleri için patent kona sahip olmuştur. ruması 9 yıl boyunca patent koruması dışına çıkarılmıştır. Bu doğrultuda, TRIPs anlaşma- Bu sürede, Türkiye Fikri Mülkiyet (Intellectual sının kabul edilmesinden sonra (kabul tarihi Proeperty) sistemi ile ilgili pek çok uluslara26 Ocak 1995’tir) kuralların 1 sene süresince rası anlaşma onaylamıştır. Fikri Mülkiyet sisyürürlükte olmamaları ilaçta patent koruma- temi ile ilgili uluslararası anlaşmalar, 1 Ocak sının ertelenmesini 10 yıl yapmıştır. Bu, ilaç 1996 tarihinde yürürlüğe giren Patent İşbirürünleri prosesleri için patent korumasının 1 liği Anlaşması (PCT), ve 1 Kasım 2000 tariOcak 2000 tarihine kahinde yürürlüğe giren dar ertelenmesi ve ilaç Türkiye, ilaç ürünlerinin Avrupa Patent Sözleşürünleri için patent koprosesleri için olan patent mesi’dir (EPC). Bu derumasının 1 Ocak 2005 ğişikliklerin bir sonucu korumasında 1 senelik tarihine kadar ertelenolarak, Türkiye yukarıda erteleme hakkını ve mesi anlamına gelmekbelirtildiği üzere, diğer teydi. ilaç ürünlerinin patent gelişmekte olan ülkelekorumasında ise 6 senelik Burada, Türkiye’nin Avrin kendi Fikri Mülkiyet erteleme hakkını kaybetmiştir. rupa Birliği’ne üyeliği sistemlerine geçiş döiçin müzakerelerin deBu, önemli bir Türk Sınai neminde karşılaştığı gibi vam etmesi esnasında 1 Mülkiyet Devrimi anlamına bazı sorunlar yaşamıştır. Ocak 1996 tarihinde Avgelmektedir. rupa Gümrük Birliği’ne Başlangıçta, şirketler girmesi öngörülmüştür. yeni bir ürünü pazarlaBuna göre, Türkiye Kanun Hükmünde Ka- mak için maksimum 20 yıla kadar beklemek rarname ve düzenlemeleri uyumlu hale ge- zorunda olacakları için bu, eşdeğer pazarıntirmek zorunda kalmıştır. Sonuç olarak, ilaç da kaotik bir durumla sonuçlanmıştır. Sonuç ürünleri ve prosesleri için patent koruması olarak, 2000’li yıllardan sonra Türkiye’de, 1 Ocak 1999 tarihinde başlamak zorunda Türk ilaç şirketleri arasında yenilikçi bir yaklaolmuştur ki bu durum üzerine Türkiye, ilaç şım ortaya çıkmak zorunda kalmıştır. ürünlerinin prosesleri için olan patent korumasında 1 senelik erteleme hakkını ve ilaç * Fikri Haklar Uzmanı - Patent ve Marka Vekili ürünlerinin patent korumasında ise 6 senelik Sanovel, Türkiye erteleme hakkını kaybetmiştir. Bu, önemli bir Türk Sınai Mülkiyet Devrimi anlamına gelmektedir. 30
Bitkilerle tedavide farklılaşan kavramlar; Güncel Fitoterapi
Prof. Dr. Erdem Yeşilada*
B
itkiler âleminde fotosentez sonucu meydana gelen yüzbinlerce bileşik, insan ya da hayvan, yeryüzün-
deki tüm canlılar için sadece bir besin, lezzet öğesi olmasının ötesinde yüzyıllar boyu hastalıklarının tedavisi için gerekli araçları da sunmuştur. Binlerce yıl içerisinde deneyimler sonucu biriken bilgiler sistemleşerek geleneksel tıp ve fitoterapi uygulamalarının oluşumu ve gelişimi sağlanmıştır. Ondokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren ise, kimyasal tekniklerde sağlanan gelişmelere paralel olarak bitkilerin içerisindeki etkili bileşenler ayrıştırılarak veya model alınarak sentezlenen moleküller, günümüz modern ilaç kavramının temelini oluşturmuştur. Diğer taraftan, günümüzde doğal ve özellikle bitkisel kaynaklı tedavi uygulamalarına giderek artan ilginin basit bir şekilde “doğaya dönüş” fenomeni olarak algılanması, şüphesiz, yanlış bir
değerlendirme olacaktır. Olayın görünen ta-
tadır. Aynı tedavi sıralaması günümüzün bir
rafında hastaların deva umutlarını sömüren
başka yükselen tedavi uygulamasının da
aktarlar, baharatçılar, akademik unvanlı ya da
temelini oluşturmaktadır: BÜTÜNLEŞİK TIP
unvansız kişilerin yer almasına karşılık, daha
(İntegratif Tıp).
arkadan sağlam bilimsel temellere dayanan bir bitkisel tedavi sistemi gelmektedir. Bu yeni tedavi sisteminin adı “GÜNCEL FİTOTERAPİ”dir.
sipleri de, güncel ilaç kavramının zorunlu kuralları olan, “kalite”, “standardizasyon” ve “etkinlik”tir. İster en basit ilaç şekli olan bitkisel çay, isterse gelişmiş ilaç formları olsun (bitkisel drog) belirli ve standart özelliklere sahip olması istenir. Bilinen miktarda etkili madde bileşimine sahip; tarım ilaçları, mikrobiyolojik ve çevresel toksinler bakımından güvenilir; raf ömrü boyunca etkinliğini koruyabilen ve üretiminin her kademesinde hijyenik koşullarda hazırlanmış ürünlerin kullanılması esastır. Güncel Fitoterapide bitkisel
uygulamalarında yararlanılabilir mi? Aslında yediğimiz besinler, meyveler, seb-
Güncel Fitoterapi kavramının temel pren-
kullanılan etkili bitki kısmının
Besin-ilaç etkileşmelerinden etkin tedavi
zeler ve bitkisel ilaçlar ile farmakoterapi uygulamalarında görülebilecek etkileşmeler en çok çekinilen hususların ilk sırasında gelmektedir. Bu tip ürünlerin farmakoterapinin etkisini yok etmesi ya da kuvvetlendirerek
Güncel Fitoterapide bitkisel ürün, modern tıp yöntemlerine bir alternatif değil, tamamlayıcı bir tedavi uygulaması olarak kabul edilmektedir. 3000 yıl önce Sağlık Tanrısı olarak kabul edilen Eskülapyos tedavi sıralamasını “Önce söz, sonra bitki ve en son bıçak” şeklinde ifade etmişti.
ürün, modern tıp yöntemlerine bir alternatif değil, tamamlayıcı bir tedavi uygulaması olarak kabul edilmektedir. 3000 yıl önce Sağlık Tanrısı olarak kabul edilen Eskülapyos tedavi sıralamasını “Önce söz, sonra bitki ve en son bıçak” şeklinde ifade etmişti. Bu sıralamayı 1960’larda Alman hekim Prof.
toksisite riskini artırması olasılığı her zaman söz konusu olabilmektedir. Bu konuda
giderek
artan bilgi birikimi
bulunmasına
rağmen
henüz
“Bitkisel Farmakovijilans” sistemlerinin tüm dünyada gelişmemiş olması nedeniyle düzenli bir şekilde güve-
nilir bilgi akışı sağlanamamaktadır. Mevcut bazı kaynaklarda yer alan ve bitkilerin içeriklerine bakarak olası risklerinin teorik olarak değerlendirilmesine dayanan bilgiler, kafaları karıştırmakta, gerçek gibi kabul edilmektedir.
Dr. Weiss şu şekilde güncellemişti: “Önce söz,
Farmakoterapi ile bitkisel ürünlerin etkileş-
sonra bitki, daha sonra farmakoterapi ve en
mesine ilişkin sanırım en çok bilinen örnek
son bıçak”. İşte bu sıralama Güncel Fitoterapi
greyfurt suyudur. Vücutta ilaç metaboliz-
kavramının temel prensiplerini oluşturmak-
masında rol oynayan sitokrom p450 3A4
32
Prof. Dr. Erdem Yeşilada
enzimini inhibe etmesi nedeniyle, bu enzim
nüyordum. Çalışmada Şikago Üniversitesi
vasıtasıyla metabolize olan ilaçların vücutta
Tıp Fakültesi’nde yürütülen bir klinik araştır-
metabolize olamadan yüksek miktarlarda
manın sonuçları veriliyordu. Günde bir bar-
emilmesine yol açtığı ve sonuçta farmako-
dak greyfurt suyunun kanser hastalarında
terapinin toksik etkilerinin görüldüğü bildi-
kemoterapötik ilacın daha düşük dozlarda
riliyor. Bu şekilde metabolize olan statinlerin
uygulanmasını sağladığı, dolayısıyla kanser
greyfurt suyu ile birlikte kullanılmaması öneriliyor. Hatta bazı uzmanlar statin kullanan ki-
kemoterapisinde ilaca bağlı toksisiteler nedeniyle kesilen tedavilerin daha uzun süre
şilerin hiçbir şekilde greyfurt suyu içmemesi
sürdürülebileceği bildiriliyordu.
gerektiğini, çünkü enzimin inhibisyonunun
Araştırmada organ nakli hastalarının yanı
uzun süreli olduğunu iddia ediyor. Aslında bu öneri doğru değil; enzim inhibisyonu bağırsak lümeninde gerçekleştiği için alınan ilaçlarla greyfurt suyu arasında 2 saatlik bir ara bırakmak yeterli olacaktır. Clinical Cancer Research dergisinin Ağustos 2012 sayısında yayımlanan bir çalışma ilgi-
sıra bazı kanser vakalarında da uygulanan “sirolimus” ilacı kullanan hastalarda günde bir büyük bardak greyfurt suyunun (300 mililitre) serum sirolimus seviyesini yüzde 350 artırdığını gözlemlemişler. Aynı çalışmada ketokonazol uygulamasının da sirolimus seviyesini yüzde 500 artırdığı tespit edilmiş.
mi çekti. “İşte benim beklediğim çalışma!”
Çalışmada tedavi edilemeyen kanser hasta-
dedim. Uzun zamandır “Neden greyfurt
lığı bulunan 138 gönüllü üç gruba ayrılarak
suyunun bu etkisinden korkulacak yere far-
bir gruba sadece sirolimus, diğer gruba si-
makoterapide yararlanılmaz?” diye düşü-
rolimus+ketokonazol ve üçüncü gruba ise 33
sirolimus+greyfurt suyu verilmiş. Birinci gruba sirolimus ufak dozlarla başlanıp giderek artırılmış. Bu suretle minimum yan etki ile ilacın gerekli kan seviyesini sağlayabilecek dozu belirlenmiş. Bu doz haftalık 90 miligram (haftada 2 defa 45 miligram) olarak hesaplanmış. 45 miligramın üzerindeki dozlarda hastalarda ciddi gastrointestinal sorunlar, bulantı, diyare gözlenmiş.
etkileri nedeniyle greyfurt suyu uygulamasının tercih edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Greyfurt suyu+sirolimus uygulanan hastalarda haftada sadece 25 miligram sirolimus ile istenen kan seviyesi sağlanabilmiş. Araştırmada ketokonazol+sirolimus uygulamasında haftada 16 miligram sirolimus dozunun yeterli olmasına karşılık ketokonazolün yan
* Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, İstanbul
34
Bu faz I araştırmasının bu konuda ilk olduğu vurgulanıyor çalışmada, ama ben “bu tip çalışmalar neden yapılmıyor” diye yıllardır bekleyip duruyordum. Yenilerini merakla bekliyorum.
BT
ilim eknoloji
Evrenin gizemli dili Doç. Dr. V. Erkcan Özcan
“Ç
ikolatamın bugün sadece yarısını yesem, yarına diğer yarısı kalmış olur. Ya-
rın da onun yarısını yesem, öbür güne de kalır. Yeterince ince ve keskin bir bıçak bulabildiğim sürece çikolatamı bölmeye ve her gün yemeye devam edebilirim. İşte böyle düşünüyordum çocukken...” diye başladı konuşmacı sözleri-
ne. CERN’deki ALICE deneyindeki son gelişmelerle sözlerine devam ederken, bense ilgilendiği kuark-gluon plazmasını incelemek ve gereken “küçüklük” seviyesine inmek için çikolatasını 50 küsur kere daha yarıya bölmesi gerektiğini düşünmekten kendimi alamadım doğrusu. Hoş daha 27’inci kesikte karbon atomunun boyuna inilmiş ve ortada çikolata namına bir şey kalmamış olacaktı tabii. Bir de sıcaklığı 5 trilyon derece civarına çıkartmak da lazımdı, yani güneşimizin merkezindeki sıcaklığın yaklaşık 300 bin katına. 35
Bu şekilde düşünmek, yani “Böyle böyle son-
uzayı dolduran unsurdur; adeta Lucas’ın Star
suza kadar gidilebilir mi” sorusunu sormak
Wars filmlerindeki emektar Jedi şövalyele-
ise, parçacık fizikçisi olacağı çocukluktan
rinin anlattığı Güç gibi, görünmez ama her
belli olan bu meslektaşımdan çok öncele-
şeyi saran bir nanedir. Akaşa adını alır Hint
re dayanıyor. En az 2500 yıllık bir hikaye bu;
kültüründe, sora’dır Japon Budizmi’nde, ama
Hint ve Yunan felsefecilerinin bölünemez bir yapıtaşına er geç ulaşılacağı fikrini MÖ 5-6. yüzyılda tartışmakta olduklarını biliyoruz örneğin. Hatta şu an maddeleri kimyasal olarak parçalayabildiğimiz en küçük yapıtaşlarına verdiğimiz ad olan atom sözcüğü -lise yıllarından da çoğumuzun hatırlayacağı gibi- Yunanca Atomos’tan geliyor, kesemediğim demek. İyonyalı (günümüzün Ege Bölgesi) Lökippus ve öğrencisi Trakyalı Demokritos tarafından MÖ 450 civarında kullanılmış. Eski Yunan’dan bahis açılınca klasik dört elementten söz etmemek olmaz. İster Yunan, ister Babil, ister Japon, ister Mısır olsun,
hemen
hemen
eski Batı felsefesinde (ve ondan esinlenen İslam felsefesinde) çoğunlukla esir (aether) diye bilinir. Aether, Yunan mitolojisine göre evrenin başlangıcındaki ilk tanrılardan biridir ve bu ismi göklerin ve mükemmel sıfatıyla nitelendirilen oradaki ci-
Hint ve Yunan felsefecilerinin bölünemez bir yapıtaşına er geç ulaşılacağı fikrini MÖ 5-6. yüzyılda tartışmakta olduklarını biliyoruz örneğin. Hatta şu an maddeleri kimyasal olarak parçalayabildiğimiz en küçük yapıtaşlarına verdiğimiz ad olan atom sözcüğü -lise yıllarından da çoğumuzun hatırlayacağı gibi- Yunanca Atomos’tan geliyor, kesemediğim demek.
bütün klasik kültürlerde (ve aynı zamanda gazetelerde okuduğumuz yıldız falında) ortaktır maddenin saflaştırılmış dört unsuru olan hava, su, toprak ve ateş.
simlerin yapıtaşı olacak beşinci unsura iliştiren Aristoteles olmuştur. Tabii maddenin bu beş unsurdan meydana geldiğini
bilmenin
Aris-
to’dan sonraki 20 asır boyunca bize pek bir fayda sağladığı
söylenemez;
zira kimse iki tutam ateş, üç ölçek hava ile karıştırıldığında pek bir şey üretemez. Henüz modern bilim ortada yoktur ve
insanoğlu kısıtlı gözlemlerini temel alıp akıl yürüterek kesin bilgiye ulaşacağını düşünmektedir. Ancak herhangi bir şey –ne olur-
Ancak bu liste gene sıklıkla beşinci bir un-
sa– üretmekteki bu başarısızlık Muallim-i Ev-
sur ile pekiştirilir. Bu beşinci unsur boşluğun
vel Aristo’yu takip eden İslam simyagerlerini,
maddesel hali gibi bir şeydir. Kültürden kül-
ve daha sonra da onları takip eden Ortaçağ
türe tam anlamında nüanslar olmakla birlikte
Avrupa simyagerlerini rahatsız etmiş olmalı
genel hatlarıyla evrendeki her yeri saran ve
ki, unsur listesine cıva, tuz ve kükürt de katılır.
36
Ancak felsefe taşını keşfedip kurşunu altına
detaylı veri toplanır, sonra veriyi açıklayacak
çeviremeseler de, İslam ve Ortaçağ Avrupa
matematiksel bir formül türetilir. Formülü
simyacılarının bizlere Harry Potter filmlerine
kullanarak yapılan hesaplar tekrar deneme-
konu olmak dışında da güzel bir mirası olur.
ye tabii tutulur. İnsan sonunda doğaya nasıl
Çünkü başarısız olunsa da sistematik olarak
soru sorulacağını (deney) ve aldığı cevapla-
denemeler yapmak ve bunları belgelendir-
rı kendi hayalindeki değil de, oldukları gibi
mek, deneysel bilimlerin ortaya çıkı-
dinlemeyi keşfetmiştir. Bu cevaplar bi-
şında rol oynayacaktır. Nitekim, tarihin
zim tam aradığımız şekilde değillerdir;
son büyük simyacıları arasında 1661’de
daha çok nasıl sorusuna cevaptırlar, en
Kuşkucu Kimyager adlı kitabı yazarak
merak ettiğimiz neden sorusuna değil.
modern kimya bilimini başlatan Ro-
Üstüne üstlük kimi zaman bizi rahat-
bert Boyle ve 1999’da tarihin gelmiş
sız da ederler. Örneğin şimdi duydu-
geçmiş en büyük fizikçisi seçilen Isaac Newton da vardır. 17. ve 18. yüzyıllardaki Aydınlanma ile insanlar felsefecinin kafasına en çok
ğumuzda bizi hiç de şaşırtmayan uzay boşluğu gibi bir tabir, Ortaçağ Avrupası’nda düşünülemez bir fikirdir. Zira doğanın boşluktan tabiri caizse tiksin-
yatanın doğru bilgi olması yaklaşımını
diği, her farazi boşluğu elementlerin
bırakacak ve doğayı olduğu gibi gör-
(hava, esir, vs.) dolduracağı şeklinde bir
meye, ölçmeye ve modellemeye çalı-
görüş (Latince horror vacui) hakimdir.
şacaktır. Bu yeni yöntemde öncelikle
Pekiyi o halde cıva dolu bir cam tüpü 37
rak da inanılmaz faydalar sağlarlar. Çağdaş anlamda bilimkurgu türünün doğması ve Verne’in, Wells’in, Doyle’un evrenin dört bir köşesine insanları bu dönemde taşıması da tabii şaşırtıcı değildir. Kimya da simyanın yerini almıştır. Hava çoğunlukla azot; su hidrojen ve oksijen; ateş zincirleme reaksiyonla oksitlenme; toprak ise silisyum, karbon, kalsiyum vs. karışımıdır artık. Mendelyev’in 1869’daki periyodik tablosunda 60’ın üzerinde element vardır. Eski kültürlerdeki beş unsurdan bir tek esir sağ kalmıştır; ama sağ kalmasını boşluğa karşı olan felsefi bir tiksinmeye değil, ışığa ve insaters çevirip cıva dolu bir kaba daldırınca Tori-
noğlunun yeni öğrendiği dile hâlâ yeterince
celli’nin gördüğü (daha doğrusu göremedi-
hakim olamamasına borçludur. Az önce sö-
ği) nedir o zaman? Öyle ciddidir ki bu sonuç,
zünü ettiğimiz en baba fizikçi Newton, ışığın
Türk Dil Kurumu o devirde olsaydı sözlükler-
küçücük taneciklerden oluştuğu hipotezini
de şöyle bir tanım az bile kalırdı: “Ezberleri
ortaya atar, ama hipotezi kırılma ve kırılmay-
bozmak (deyim): Toricelli’nin yaptığı ilk baro-
la birlikte yayılma (difraksiyon) gibi etkileri
metrede cam tüpte cıvanın tepesinde gör-
tam açıklayamadığından ışığın davranışını
düğü boşluk”.
değiştirecek sebep olarak esiri önerir. Kırıl-
Doğaya onun anladığı dilden konuşmanın faydası hemen görülür. Termodinamik verimli buhar makinelerinin ve dolayısıyla sanayi devriminin kapılarını açar. Akışkanlar dinamiği metallerin hidrolik baskıyla şekillendirilebilmesinde, rüzgar tünelleriyle uçakların anlaşılmasında rol oynar. Elektromanyetik teori ile birlikte telgraf, telefon, radyo
ma ve difraksiyonu kolaylıkla açıklayabilen Huygens’in alternatif ışık hipotezine göre ise, ışık tanecikler yığını değil, bir dalgadır. Ancak dalgalar için onları taşıyan bir ortama ihtiyaç vardır; denizdeki dalgalar için su, ses için hava, deprem dalgası için toprak (Dünya’nın kabuğu) lazımsa, o halde ışık için de bir ortam gerekir ve bu da olsa olsa esirdir.
gelir. Mikroskop, hücre, bakteri derken has-
Dolayısıyla ışığın ister tanecik, ister dalga
talıkların patojenik kuramı, pastörizasyon ve
olduğunu düşünelim, esire esir düşmüşüz-
aşılar insanlara sadece doğrudan değil, tarım
dür. Ancak eskilerden farklı bir durum söz
ve hayvancılığa etkileri sebebiyle dolaylı ola-
konusudur, yeni dilimizin dilbilgisindeki en
38
kuvvetli kalıp, yani deneyi kullanarak esiri test etmek mümkündür. Yalnız ışık tartışıladursun, o sırada başka enteresan bir gelişme olur; başlangıçta birbirinden ayrı olduğunu düşündüğümüz iki ayrı olgunun bir tek paranın iki yüzü olduğu ortaya çıkar. Bunlar elektrik (yıldırımlar, piller, devreler, saçımıza sürdükten sonra kağıt parçalarını çeken taraklar, vs.) ve manyetizmadır (mıknatıslar, pusulalar, vs.). Bu iki farklı olguyu açıklayan kuramların tek bir kuram altında birleştirilebilmesi ise yeni öğrendiğimiz dilimizdeki kelime dağarcığımıza önemli bir katkı yapmamız sayesinde olur: Alan (İngilizcesi ile field). Alan matematiksel olarak uzayın her bir nok-
düğümüzde ise çok renkli bir şarkıyla kar-
tasında tanımlı bir büyüklük demektir. Örne-
şılaşırız. Hani Melih Kibar’ın Hababam Sınıfı
ğin televizyonda hava durumunu izlediğinizi
ezgisindeki türden bir renklilik: hani hızlı ça-
ve ekranda bir Türkiye haritası gördüğünüzü
lınca mutlu, hani yavaş çalınca da hüzünlü bir
hayal edin. Bu harita rengarenk boyanmış olsun, kırmızılar bunaltıcı, sarılar sıcak, ye-
duygu çöker içimize. İşte öyle bir şey.
şiller serin, maviler de soğuk için kullanılıyor
Örneğin elinize bir mıknatıs alıp onu sağa
olsunlar. Bu gördüğümüz bir sıcaklık alanı-
sola durmadan sallarsanız, elinizin geçtiği
nın izdüşümüdür. Yani parmağınızı haritada
yerlerdeki manyetik alan değişiyordur, bu
hangi noktaya koyarsanız, o noktadaki ren-
da civardaki elektrik alanın değişmesine se-
ge bakıp yarın sıcaklığın o noktada ne olaca-
bep olur, o da biraz daha ilerideki manyetik
ğını söyleyebilirsiniz.
alanı değiştirir ve bu böyle sonsuza kadar
Benzeri şekilde, sadece dünyanın yüzeyinde değil, uzayın her noktasında elektrik ve manyetik alanlar tanımlanır. Deneyler bu
gider. İşte Maxwell denklemlerinin bu dinamik çözümleri, elektromanyetik dalga diye adlandırdığımız durmadan ilerleyen bu salı-
alanlardan birinin değerlerinin zaman ile de-
nımlardır. Salınımların hızına bağlı olarak da
ğişmesinin diğer alanın değerlerinin de de-
renkleri değişir: Radyo dalgaları, mikrodal-
ğişmesine sebep olduğunu gösterir. Bu ise
galar (fırınlardaki gibi), röntgen cihazındaki
matematiksel dilimize döküldüğünde bugün
x-ışınları, dizüstü bilgisayarınızdaki Wi-Fi, vs.
adını Maxwell denklemleri koyduğumuz
ve tabii ki gökkuşağındaki tüm renkleriyle
ahenkli bir güfte verir. Bu denklemleri çöz-
ışık! 39
Peki bu beklenmedik buluş bize ne söyle-
Peki ya nerededir bu esir? Deney üstüne
yecektir? 1900’lerin başına ulaştığımızda
deney yapılır ve sonuç negatiftir. Çok şükür
anlaşılacak her şeyin zaten anlaşıldığını,
boşluk artık hakikaten boştur, esir diye bir
geride kalan bir iki şeyin ise er geç açıklığa
şey yoktur. Hata nerededir? Hata doğanın
kavuşacak ufak detaylar olduğunu düşünen-
dilini hâlâ tam konuşamıyor olmamızdadır.
ler vardı. Madde, her bir elementin yapıtaşı
Tamamen matematiksel bulduğumuz için
olan atomlardan oluşmaktadır. Işık ise bir
burun kıvırdığımız alan kavramı yerine, ille
çeşit elektromanyetik dalgadır. Ancak dalga
elle tutulur olsun diye esiri tercih etmişizdir.
denklemleri sadece matematiksel ifadeler
Yabancı bir dil öğrenmeye niyetlendiyseniz
olan alanlardan türetilmiştir. Öyleyse dalga-
şayet, şöyle bir dersi kesin duymuş olmalısı-
ları taşıyan ve elle tutulur bir gerçekliği olan
nız: Türkçe cümle kurup sonradan onu çevir-
bir ortam hâlâ gereklidir, bu da olsa olsa bizim eski dostumuz esirdir. Hatta ve hatta bizi iyice
heyecanlandıracak
bir gelişme daha olur: Atomların artı (çekirdek) ve eksi (elektronlar) elektrik yükü olan altyapıları olduğu ortaya çıkar. Bu ise bazılarına göre süper bir haberdir,
Temel bilimlerde kanunlar doğanın dilinin kalıpları gibidir. Öğrenirsiniz, sürekli kullanırsınız, başka bir ülkeye gittiğinizde çayınızı, kahvenizi, yatacak yerinizi, tren biletinizi bu kalıplarla alırsınız. Kuram ise dilin grameri gibidir, belli bir söz öbeği varsa onun nasıl biraraya getirildiğinin açıklamasıdır.
çünkü Maxwell denk-
meye çalışma, doğrudan falanca dilde düşün. İşte biz de esiri tercih ederek doğanın dilinde değil, alışkın olduğumuz şekilde düşünmüşüzdür. Ancak bu sorunun çözülmesi çok gecikmeyecektir. Eğer şanslıysanız, yabancı dil öğrenirken bir
zamandan
sonra
öyle bir noktaya gelirsiniz ki, adeta kafanızda
lemleri alınıp, yüklü parçacıkların esir içinde
bir ışık yanmıştır. Artık tamamını anlamasa-
nasıl hareket edecekleri hesaplandığında
nız da kitapları sözlükten tek tek sözcük ara-
esirin onlara bir eylemsizlik kattığı görülür.
madan okursunuz. Eskiden dinleyip Fransız
Eh tüm atomlar da yüklü altyapılara sahip-
kaldığınız bir şarkının sözlerini sanki tane
se, belki de maddenin kütlesi dediğimiz şey
tane okunuyormuş gibi algılayıverirsiniz. O
de sadece esirle etkileşmesinin doğal bir yan
dili konuşurken artık kendinizi içten içten
ürünüdür. Yani cisimlerin ağırlığının yegane
sürekli dinliyormuş hissi biter, ağzınızdan
sebebi tüm evreni saran esirdir. Esirin içe-
dökülebilir sözcükler doğallıkla. Şimdi çark-
risinde rahat hareket edebilene hafif, esire
larınız yerli yerine oturmuştur. Arada sırada
fazlaca yapışıp dolayısıyla zor hareket edene
gene de yerlerinden hafif oynarlar ama ge-
ağır diyoruzdur.
nel olarak dile hakimsinizdir artık. İşte 20.
40
yüzyılda bu olur, yani insanoğlunun ittire kaktıra da olsa sonunda dile hakim olması. Işığın anlaşılması sorusu bize ihtiyacımız olan son ışığı tutmuştur. 1905’te Albert Einstein’ın dört makalesi yayınlanır. Bunların her biri son derece önemli sonuçlardır, birisi kuantum mekaniğinin kilometre taşlarındandır, ikisi de özel görelilik kuramının. 1915’te ise genel görelilik kuramı gelir. Bu noktada kuram (teori) sözcüğünün temel bilimlerdeki anlamının gündelik kullanımdakinden çok farklı olduğunu hatırlamakta fayda var. Temel bilimlerde kanunlar doğanın dilinin kalıpları gibidir. Öğrenirsiniz, sürekli kullanırsınız, başka bir ülkeye gittiğinizde çayınızı, kahvenizi, yatacak yerinizi, tren biletinizi bu kalıplarla alırsınız. Kuram ise
Veli veya Nazım Hikmet şiirleri gibidir. Nasıl
dilin grameri gibidir, belli bir söz öbeği varsa
da bu kadar sade sözcüklerle böylesi büyük
onun nasıl biraraya getirildiğinin açıklama-
bir anlam verilebilir diye şaşırırsınız. Einste-
sıdır. Örneğin Newton’un yerçekimi kanunu
in’ın genel göreliliği kısacık bir denklemdir,
kütlelerin birbirini ne kadar çektiğinin bir
uzay-zamanın bükülmesini, baskı-enerjinin
özetidir; Einstein’ın genel göreliliği ise kütle-
(dolayısıyla kütlenin) yoğunluğuna bağlayı-
lerin neden birbirini çektiğinin açıklamasıdır,
verir. Ve evrenin matematiği güzeldir; Vati-
dolayısıyla Newton’un kanunundan daha
kan’daki Sistine Şapel’in, veya Süleymani-
geniştir ve o kanunun neden öyle olduğunu
ye’nin tavanı gibi kafanızı kaldırıp bakmanız
da söyler bize.
gerekir ama bakınca sizi büyüleyebilir. “Bunu
Tabii bir kere konuşmaya başladınız mı, artık susmak bilmezsiniz. Kısa bir süre içerisinde kuantum mekaniği ve sonrasında onun doğanın diline daha uygun hali olan kuantum
nasıl yapmışlar?” diye kendinize sormadan edemezsiniz, ama keyfini çıkartmak için Michelangelo veya Mimar Sinan olmanız gerekmez.
alan kuramları ortaya çıkar. Doğanın dili
Ve işte bu da bizi bu yazının yazılmasına ve-
öylesine güzeldir ki, öğrenene kadar kafa
sile olan olaya getirir. Bazen öylesine sade
patlatırsınız ama en sonunda inanılmaz bir
ve öylesine güzel bir kuram yazarsınız ki, ve
sadelikle karşılaşırsınız. Can Yücel, Orhan
elinizdeki veriler öylesine uyumlu gelmekte41
ATLAS Experiment © 2012 CERN
Peter Higgs
dir ki bu kurama, hissedersiniz doğruyu tut-
kendi titreşimleri sebebiyle oluşan bir Higgs
turduğunuzu. Doğanın o kurama uymaması
parçacığı (diğer ismiyle Higgs bozonu).
ayıp kaçacaktır adeta. İşte kısaca Higgs mekanizması denilen (ve aslında en az 6 fizikçinin ortaya koymuş olduğu) matematiksel mekanizma böyledir. Bu mekanizma Higgs alanı adını verdiğimiz bir alanın evrenin her yerinde olduğunu, bu alanın normalde sahip olduğu simetrisinin kendi kendine kırılmasını ve bu şekilde normalde kütlesi olmayan diğer bozonlara kütle kazandırmasını sağlar. Bu alanın diğer tüm bildiğimiz atom-altı taneciklerle etkileşmesi sonucunda bu tanecikler de kütle kazanırlar. Higgs ile çok bağdaşanlar ağır, fazla etkileşmeyenler hafif olurlar. Tıpkı bir dağı kaplayan karlarda kızağı olan insanların kolayca, sadece botları olanların ise bata çıka ve yavaş yavaş hareket edebilmesi gibi. 1960’larda ortaya atılmış bu fikrin bir de önemli öngörüsü vardır: alanın 42
İşin en ilginç tarafı da fikrin aslında eskilerde ürettiğimiz bazı başka fikirlere dil olarak değil de, bakış olarak benzerliğidir. Şimdi biliyoruz ki boşluk aslında bir nevi boş değildir, çünkü bir an oluşup sonra inanılmaz derecede kısacık süreler sonra geri yok olan parçacıklar mevcuttur. Alan fikrinin doğanın kelime dağarcığında önemli bir rol oynadığını söylemiştik ya, şimdi biliyoruz ki tüm tanecikler (buna tabii Higgs de dahil) evrendeki her noktada bulunan alanların titreşimleridir. (Dolayısıyla ışığın dalga-tanecik ikilemi diye bilinen, Newton ve Huygens’den beri tartıştığımız konu da kuantum alanları ile tamamen çözülmüş durumda.1) Uzayın her ye1 Maalesef hâlâ bundan bihaber olan hocalarımız var lise ve hatta üniversitelerde.
ATLAS Experiment © 2012 CERN
rindeki bu Higgs alanı, 19. yüzyılın sonunda
miz bir kütle aralığında, ve Higgs bozonuna
heyecanlanan fizikçilerin esire atadıklarına
uygun bozunma kanallarında yeni bir bozon
bir açıdan benzer şekilde kütlenin sebebini
keşfettik. Bu yeni parçacığın bizim aradığı-
sunmuştur.
mız Higgs bozonu olup olmadığını kontrol
Dolayısıyla Higgs bozonunu aramak sadece maddenin nasıl kütle kazandığını anlamak veya kuantum boşluğun kararlılığını araştırmak veya Standart Model adını verdiğimiz kuantum alan teorisinin son eksik parçasını yerine yerleştirmek değildir. 1960’lardan beri adım adım ilerlediğimiz bir yolun sonuna ulaşmak için gösterdiğimiz bir çabadır. En az 2500 yıllık büyük bir tiyatro oyununun farklı farklı ama birbiriyle sıkı sıkıya örtüşen perdelerinden birinin son sahnesidir. İnsanın doğanın diline hakim olup olmadığının son testidir. Bugün 18 Ekim 2012. Birkaç ay önce CERN’de Higgs bozonunu kuramsal olarak beklediği-
etmek için bir süre daha veri toplayıp analiz yapmamız gerekiyor. Bu parçacık kesinlikle Higgs bozonu olsa da, olmasa da, çok ama çok büyük bir keşifle karşı karşıyayız. Sadece biz parçacık fizikçilerinin değil bu başarı. İşlemesi için CERN’e yılda kişi başına bir fincan kahve parası kadar katkıda bulunan Avrupa ülkelerinin de değil.2 İnsan olarak hepimizin başarısı bu, Aristo, Demokritos ve felsefecilerin, onları resmeden Rafael, hayalleri dile getiren bilimkurgucuların ve tüm sanatçıların, Câbir bin Hayyan ve simyacıların, Newton, Huygens ve tüm bilim insanlarının, aletleri 2
Yabancı dil öğrenebilmek için harcadığımız paraları düşünün. Evrenin dilini öğrenip konuşmak için yılda bir kahve parası vermek nedir ki?
43
geliştiren mühendislerin, onlara iş verip destekleyen girişimcilerin, vizyon sahibi devlet adamlarının ve doğanın güzelliği karşısında heyecanlanan biz tüm insanların başarısı… Nasıl olabiliyor da evrenimizin görünüşe göre hiçbir özel yanı olmayan vasat bir köşesindeki ufak bir gezegenin üzerinde dolaşan ve evrenin boyutları yanında mikrop gibi kalan biz insanlar, bu evrenin dilini öğrenip de konuşabiliyoruz? En iyisi, bu dili aramızda en iyi konuşmuş bir kişiye sözü bırakarak koyayım en son noktamı: “Evrenin en anlaşılmaz yanı anlaşılabilir olması-
ATLAS Experiment © 2012 CERN
dır.” - Albert Einstein.
44
SK
anatçının aleminden
Yaşam öyküsü
Meliha Akay
B
ursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesi… İl-
www.m elihaak ay.com
çenin yüzdört köyünden birinde, Tepe-
cik’te 1960 yılında doğdum. Köyde açılan ilk
Lise yılları aynı ilçede geçti. On kilometrelik
ortaokulun ilk öğrencilerindenim. Doğanın
yolu külüstür minibüsle gidip gelirken, okula,
kucağında yaşanmış bir çocukluk, beş yaşın-
derse yetişme çabasına karşın; pek çok öğ-
da ilkokula başlamış olmanın getirdiği, oku-
rencinin, hatta bazı öğretmenlerin küçümse-
ma yazma öğrenmeden önce “Canlı Alfabe”-
yen, dışlayan edayla bakışları ve davranışları
nin resimlerini yorumlayarak başlayan hayal
sadece beni değil, aynı okulu birincilikle bi-
kurma becerisi… Harflerden önce doğada
tiren sonra doktor olan arkadaşım gibi pek
gördüklerimle alfabe arasında gidip gelerek
çoğumuzun belleğine kazınmakla kalmadı,
resimlerle okumaya başlamak… Her resme
yaşam boyu itici güç oldu! Lâkin; üç öykü ki-
minik hikâyeler uydurmak!
tabımı oluşturan öykülerin hiçbirinde bu ya-
Yıllar sonra gördüm ki; bütün bunlar benim öykücülüğümde belirleyici etkenler olmuş.
raya dokunamadığımı da görüyorum! Belki kendiliğinden yazılacaktır!
Kasabaları, doğallığını hâlâ yitirmemiş kasa-
Lise yıllarımda edebiyat öğretmenim Mualla
ba hayatlarını, zamana meydan okuyan, tala-
Ekemen, okuma merakımı fark etmiş, beni
na karşı direnen mekânları, saflığını koruyan
Rus Edebiyatının klasikleriyle tanıştırmıştı.
kasaba insanlarını; koşullar hayatın kıyısına
Sonrasında ilk önerdiği kitap Abdulbaki Göl-
itmeye çalışsa da çığlık atmadan yaşama
pınarlı antolojisiydi. Üniversite için artık he-
tutunmaya çabalayan insanlarını taşımışım
defim belliydi. Lâkin yetmişli yılların sonları-
öykülerime.
na doğru artan, sokakları kan gölüne çeviren 45
sağ sol çatışması,
başlayan bir karardan doğru bir eylem çıkmı-
anarşik olaylar, pek
yordu, boşanma kaçınılmazdı. Ben bir zaman
çok ailede olduğu
tüneline girmiş, uzak bir coğrafyada, farklı
gibi benim ailem-
bir kültürde yaşamış, değişip dönüşmüş ve
de de korku ya-
aynı tünelden başka bir Meliha olarak bı-
ratmıştı.
Ailem
raktığım yere; hayallerimi yitirdiğim yere
için o sıralarda
geri dönmüştüm. Oysa hiçbir şey bıraktığım
ortaya
çıkan
yerde değildi. Kararlıydım. Oğlum koleje
“kısmet”
başladığında ben de üniversite sınavlarına
ailemin kurtarıcısı, be-
hazırlanmaya başlamıştım. Ailemin yanında
bir nimse hayallerimin sonu oldu.
Liseyi bitirir bitirmez apar topar evlendiril-
kalmamış, İstanbul’u seçmiştik. Elimdeki öyküleri henüz kimselere gösteremiyordum.
dim. Yaşım bile tutmuyordu! Arkadaşlarım-
Sonunda üniversiteyi kazanmıştım. İki yıllık-
dan bazısı üniversiteye, bazısı işe başlamıştı.
tı, ben öyle seçmiştim, bir an önce çalışmam
Bense Trakya’nın bir kasabasında kopkoyu
gerekiyordu. İki kişilik bir ailem vardı. Hayatı-
bir yalnızlığın içinde önce hayatı, ailemi sonra da Tanrı’yı sorgulamaya başlamıştım. Bir oğlum oldu. Onunla birlikte büyüdüm. Sorgulama yılları aynı zamanda benim değişim ve dönüşüm yıllarımdı. Oğlum ders çalışırken ben de okuyor, yaşadığım değişimin adını koymaya çalışıyordum. Roman ve öyküden öte felsefe kitaplarına yönelmiştim. Kendimi tanımak ya da yeni kimliğimi kendime anlatmak istiyordum.
mın dümenini sadece kendim tutmalı, rotayı kendim belirlemeliydim. Ekonomik sıkıntılar, İstanbul’da bir evimin olma zorunluluğu, oğlumun okulunun bu kentte olması, kazanmış olsam da Bolu’daki okula gidip gelmemi engelliyordu. Kayıt olmak için gittiğimde konuştuğum idareciler bana yol gösterdiler. Kitaplarımı alıp evde çalışmaktan başka çıkarım yoktu. Öyle de oldu. Aynı zamanda çalışıp para kazanmaya zamanım oluyordu. Direksiyon öğretmenliği, restoranlarda yö-
Bir yanda yaşanmışlık, bir yanda felsefe ki-
neticilik derken, uzun yıllar bir otelde işletme
tapları… Terazinin iki kefesi de doluydu.
sorumlusu olarak görev yaptım. Hayatın için-
Tartmak çok da güç değildi. Bu arada şiirler
de, orta yerinde, yalınkılıç durabiliyor olmak
yazıyor, edebiyatta yetkin olduğuna inan-
insanı, kendisini bile şaşırtacak kadar kudretli
dığım kişilere okutuyor, olumlu eleştiriler
kılıyordu. Özellikle de otelcilik, yazarlık yanı-
alınca umutlanıyordum. Uzun öykü denebi-
mı besliyordu öte taraftan. İnsanlık hallerini
lecek bir roman denemem oldu. Fakat artık
en yakından görebilme şansım vardı. Pek
kararlar almam ve uygulamam gerekiyordu.
çok öykümde de konu olarak da, mekân ola-
Sonunda ayrılık saati çalmaya başladı. Yanlış
rak da yer aldı.
46
2000’li yıllara gelene değin şiirlerim ve öykü-
İkinci kitaptaki ilk iki öykü yine Özdemir İn-
lerim Varlık, İnsancıl, Mum, Yaşasın Edebiyat
ce’nin ödev öyküleriydi. Bir evi ve bir masayı
gibi dergilerde yayımlandı. Kitap için dosya
öyküye dönüştürmemi söylemişti. Çalışkan
gönderdiğimde arayıp görüşme için çağırı-
bir öğrenciydim, ödevimi yaptım, dosyanın
yorlar, iyi bir kumaşa sahip olduğumu fakat
başına yerleştirdim! Bu süreçte hem öykü
olgunlaşması için biraz daha beklemem ge-
yazıyor hem de yıllar önce yazdığım, Fran-
rektiğini söylüyorlardı. Ortak kanı buydu. O
sızcaya çevrilmesi için Paris’te okuyan bir öğ-
“biraz”ın bir açıklaması yoktu! Sabır ve sebat
renci yakınıma gönderdiğim, hocasının “bu
karakteristik özelliğimdi. Zaman zaman ken-
bir roman özeti, mutlaka romana dönüştür-
di içimde küsüp kırılsam da yazma tutkumda
meli” dediği öyküyü romana dönüştürmeye
en ufak bir körelme yok-
koyuldum. Epey zaman
tu. Kitap yayımlanmadan
aldı. Aldı çünkü “ilk roman
önce Özdemir İnce ile tanışmıştım. Dosyamı aldı, okudu, aradı, yüz yüze
kısa olmalı” ile “roman en az üç yüz sayfa olmalı” diyen yayınevi önerilerinin
konuşmanın daha doğru
arasında kalmıştım.
olacağını düşündüm ve
Roman bir yanda bek-
gittim. Tek tek okumuştu,
lerken, bir yanda öyküler
notlar almış, dosya üze-
kendini yazdırıyordu ve
rinde gösteriyordu. Yapıcı
üçüncü öykü kitabım Ya
eleştirilerdi. Ev ödevi verir
Kaybolursan (2006) aynı
gibi önerilerde bulundu.
yayınevinden çıktı, okur-
Okumam gereken kitap-
la buluştu. Öykünün yeri
ları saydı, yol gösterdi.
bambaşkaydı. İlk göz ağ-
Hayatım boyunca unut-
rımdı demek daha doğ-
mayacağım, sitayişle hatırlayacağım bir andı,
ru olacak. Kısacık bir yazıda düş ile gerçeği
kişiydi. “Beş yıl içinde mutlaka yayımlanır”
harmanlamak, aralarındaki sınırı eritmek, bir
demişti. Onun kehaneti miydi, öngörüsü
söyleşimde de dediğim gibi mandala halka-
müydü bilmiyorum; beş yıl sonra ilk öykü
ları gibi genişletebilmek öykünün en büyük
kitabım Epsilon Yayıncılık tarafından yayım-
gizi. Yaşamın içinde saklı sürprizler, rastlan-
landı. Yağmura Tutulanlar (2002). İkinci öykü
tılar, düşlere taş çıkartacak cinsten gerçekler
kitabım olan Gülüşün Gelincik Tarlası (2004)
gündelik hayatın içinde beni bekliyor sanki!
aynı yayınevinden çıktı. İki kitapta da kasaba
Bana düşense deklanşöre basmak gibi o an-
hayatları ve kasaba insanları ağır basıyordu.
ları kayıt etmek! Öykü yazmamın nedenle-
Bir de kadınlık halleri.
rinden biri de o anları çoğaltma isteği belki 47
Romandan sonra yazılmış iki öykü dosyamın elimde olması da bunun teyidi olsa gerek. Yayınevine vermememin nedeni ise özel bir durumu olan Badem Şekeri adındaki ikinci romanımın yayımlanmasına öncelik tanımış olmam! Bu satırları yazdığım günlerde elime de. Gerçek yaşamda yakalayamadığımız
aldığım Badem Şekeri bir İstanbul romanı.
hazları toplama isteği… Yine bir söyleşide
Mekân olarak oteli kullandım. Üç kuşağın
dediğim gibi; etek dolusu erik çalmak gibi,
birarada olduğu iki aylık bir süreci anlatıyor.
sapın samanı arasında gizlenmiş çiçekleri se-
Kahramanları arasında yer alan Prens adın-
petime toplamak gibi…
daki minik köpeğimi dosyayı tamamladıktan
Üç öykü kitabından sonra çalıştığım yayınevinin yaşadığı ekonomik sorunlardan ötürü ilişki ne yazık ki bitti. Yeni kurulan bir yayınevi olan Pupa Yayınları ilk romanım olan
üç ay sonra trafik kazasında yitirince onun anısına ve adını yaşatmak adına öykü dosyalarımı öteleyip öncelik tanıdım. Nedeni buydu.
Ateşin Külü Suyun Mili’nin adresi oldu. Yine
Şimdilerde yeni bir roman projesi üzerinde
kasabada başlayan, büyük şehirler ve kasaba
çalışmaktayım. Özdemir İnce’nin “Arı gibi
arasında gidip gelen anlatı Portekiz’de biti-
yazacaksın, durmak, ara vermek yok, kırılıp
yordu. Benim kuşağımın üstünden buldozer
kenara çekilmek yok!” sözünü ilke edine-
gibi geçip giden 12 Eylül darbesinin insan-
rek gündelik yaşam ne denli eteklerimden
ların darmadağın ettiği yaşamlarından öte
çekiştirirse çekiştirsin, yazmak artık yaşam
iç dünyalarındaki sarsıntıları, parçalanmaları
biçimim, diyebilirim. Ne yazık ki çalışmak zo-
anlatmaya çalıştım. Zorlu koşullara karşın
runda olmadan yazabilen ve yaşayabilen ya-
bitmeyen bir aşkın gölgesinde bireyler ara-
zarlardan değilim! Yaşamımı idame ettirmek
sı kimlik çatışması da romanın bel kemiğini
için dışarıdaki dünyaya kulak vermek zorun-
oluşturuyordu. Şimdi İtalyan bir çevirme-
dayım. Şu anda yazmakta olduğum roman,
nin elinde, yayınlanması için yayınevleri ile
Osmanlı döneminin sonlarında İstanbul’da
görüşme halinde. Öyküden sonra romanın
başlıyor, günümüze kadar gelecek fakat ne-
yazma edimi anlamında yazara nasıl bir öz-
rede biteceğini şu an ben de bilmiyorum!
gürlük sağladığını da deneyimlemiş oldum.
Gerçek bir hikâyeden yola çıkarak ve uzun
Dar alandaki dolaşımlarda sınırlı zamanda
bir araştırma döneminin ardından kaleme
kilidin anahtarını döndürmek zorunda oldu-
almaya karar verdim.
ğum öyküden sonra roman elbette özgür kılıyordu yazarı. Lâkin yine de ben kendimi bu anlamda öykücü olarak tanımlamak isterim. 48
İçinde hiç isim geçmeyen bir kitaptır İsimsiz... Ne kişi, ne de mekân adı... Sadece tarihler bize ipuçlarını veriyor. Hayal mi gerçek mi bilinmeyen bir hayatın ipuçlarını... Şarkı söyleyen bir kitaptır İsimsiz... Konuşan, tartışan, ağlayan, gülen, düşünen, nefes alıp veren bir kitap... Bizden bir parça gibi... Hatta biz gibi... Anlatan bir kitaptır İsimsiz... Küçük bir kızın hikâyesini anlatır bizlere... Bu hikâyede; filozoflar, yazarlar, şairler, müzisyenler ve daha nice kahraman, küçük kıza eşlik eder... Sayfaları çevirirken, kelimelerin onun şerefine dans ettiğini göreceksiniz ve zaman zaman ağladığını hatta ağıt yaktığını... Kelimeler size küçük kızın yolunu açacak... Yıldızlara giden yolu... Ve onu göreceksiniz karşınızda, belki de kendinizi...
Merve Memişoğlu’nun romanı
.
.
IsimSIZ GOA Yayınları’ndan çıktı. 49
Sting
26 Kasım 2012 21:00
Çağdaş Çin S anatına Bir Bakış
21 Eylül-25 Kasım 2012
İstanbul Mod ern
İstanbul Resitalleri
4 Ekim 2012 - 8 Haziran 2013
Sakıp Sabancı Müzesi
İs Borusan kestrası i Or Filarmon 3 Mayıs
12 Aralık 2 1:30
Ataköy Atletizm Arena
Dönüşüm
zıl Say BIFO&Fa tanbul
Asaf Avida n
Back To Bass
Jolly Joker
-2 05 Kasım
İstanbul
İstanbul Tasarım Bienali
Monet ’in Bahçesi
Kusurluluk
lık 2012 13 Ekim-12 Ara
9 Ekim 2012 - 6 Oc
Çağdaş S anat Fuarı
Contem porary İs tanbul 22-25 K asım 201 2 11:00 Lütfi Kır dar UKS S
ak 2013
Sakıp Sabancı Müzesi
İKSV
31. İstanbul Kitap Fuarı Tiyatro
17-25 Kasım 2012
Tüyap Fuar ve KM
Kongreler Düzenleyen
Konu
Tarih
Yer
Bilgi
DBU, GDCh, APV
3rd International Conference on Sustainable Pharmacy
19-20 Kasım 2012
Osnabrück
goo.gl/Gic3P
Informa Life Sciences
Pharmaceutical Law in Turkey & MENA
20-21 Kasım 2012
İstanbul
goo.gl/3Osc5
ISPE
ISPE Türkiye 2012 Sonbahar Semineri
22-23 Kasım 2012
İstanbul
goo.gl/HMzaH
Sağlık Ekonomisi ve Politikası Derneği
1. Sağlık Ekonomisi Kongresi
22-24 Kasım 2012
Ankara
goo.gl/cm8ii
IBC
Standards & Patents 2012
27-28 Kasım 2012
Londra
goo.gl/QTr3j
IGPA
15th Annual IGPA Conference
4-6 Aralık 2012
Kyoto
goo.gl/XtyXh
SMi
The implications and strategic relevance of pricing and market access reform in the US and Europe
13 Aralık 2012
Londra
goo.gl/b43IT