SES Dergisi'nin 6. Sayısı

Page 1

Sanayi Eczacılarının Sesi Mart 2015 ● 6. sayı

Ülkemizin Cittaslow’u Seferihisar Eğlenerek çalışmak mümkün mü? Röportaj: Prof. Dr. Talat Kırış Kıbrıs, bir bakıp çıkacağım... Röportaj: Kerem Görsev Nefes farkındalığı

dergisinin ücretsiz ekidir

Karanlıkta diyalog

İstanbul Eczacı Odası1 Sanayi Eczacıları Komisyonu


Sanayi Eczacılarının Sesi Mart 2015 ● 6. sayı

Merhaba; Bu sayı içeriğiyle dopdolu, çok renkli, çok farklı bir SES hazırladık sizlere… Amacımız, SES’in sizler için keyifle okunabilen bir başucu dergisi haline gelmesi. Umarım siz de aynı tadı, dergimizin içinde bulursunuz. Bizimle röportaj yapmayı kabul eden değerli sanatçımız Kerem Görsev’e, doğayla ilgili farkındalığımızı arttıran Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’e, kutuplara kadar uzanan hikayesi ile bizlere ilham veren değerli hocamız Prof. Dr. Talat Kırış’a ve katkıda bulunan tüm yazarlarımıza gönülden teşekkür ederiz. 2015, yepyeni bir yıl, yeni başlangıçlar demek. Geçmişte olduğu gibi bu yılbaşı akşamı da yine binlerce dilek dilendi. Çoğu da bir önceki yıl dilenen dileklerle aynıydı. Kimi para istedi, kimi güç, kimi aşk, kimi mutluluk, kimi ise sağlık… Epiktetos “Beni zengin yapan, toplumda edindiğim yer değil, kendi yargılarımdır, kendi yanımda taşıdıklarımdır. Yalnızca bunlar tam anlamıyla bana aittir ve elimden alınamazlar.” demiş. Leonardo Da Vinci ise “Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir.” diyerek, yaşam sanatının aslında sadelik üstüne kurulması gerektiğini bizlere gösteriyor. Bu sayı yer verdiğimiz CittaSlow-Sakin Şehirler projesinin başlatılma nedeni de yine daha sade, doğayla daha uyumlu bir yaşam arayışı… O yüzden ben kendi adıma bu defa daha fazlasını istemek yerine, bir değişiklik yaptım. 2015’e sahip olduğum değerlerin farkında, hiçbir şey beklemeden, hiçbir şey dilemeden, yaşamın rutininden uzak ama hayatın tam içinde girmeyi seçtim. Umarım sizler de sahip olduklarınızı düşünüp, onlarla mutlu olursunuz. Çünkü önemli olan yaşamın ötesinde ya da berisinde bir şey aramak değil, şimdi, şu an, elimizde olanın değerini fark edebilmektir. Ve bizi mutlu eden bir duyuru ile noktayı koyalım. 22-24 Mayıs 2015’te İstanbul Eczacı Odası 2. İstanbul Eczacılık Kongresini gerçekleştirecek. “İLAÇ VE ECZACILIKTA 3N! Ne oldu?, Ne oluyor?, Ne olmalı?” teması kapsamında işlenecek olan tüm konular, ilaç ve eczacılığın Türkiye’deki geleceğini belirlemede bizlere yol haritası oluşturacak nitelikte. Bu nedenle sizleri çok farklı ve güncel konuların işleneceği 2. İstanbul Eczacılık Kongresi’ne bekliyoruz. Sevgi ve saygılarımla,

2Dr. Ecz. Merve Memişoğlu Genel Yayın Yönetmeni

Sahibi İstanbul Eczacı Odası adına Ecz. Semih Güngör Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ecz. Cem Erdal Ünal Genel Yayın Yönetmeni Dr. Ecz. Merve Memişoğlu Editör Burcu Günüşen Yayın Kurulu Dr. Ecz. Feyza Ademoğlu Özcan Ecz. Sezen Uzun Kandemirer Ecz. Ürün Kandemirer Ecz. Varlık Sezgin Ecz. Gaye Ramazanoğlu Ecz. Sıla Aykut Yazgılı Ecz. Tuba Ulus Grafik İzzet Necati Henden Reklam Sorumlusu Ecz. Murat Durmaz reklam-ses@ieo.org.tr ses@ieo.org.tr Yönetim Yeri ve Yazışma Adresi: Mecidiyeköy Yolu Cad. Gökfiliz İş Merkezi No: 8 Kat:2 Mecidiyeköy - İstanbul Tel: 0 212 217 61 91 (pbx) Faks: 0 212 217 61 21 www.istanbuleczaciodası.org.tr havan@ieo.org.tr Baskı - Cilt

Yasal Uyarı: SES dergisinde yayınlanan yazı ve fotoğrafları yayma hakkı İstanbul Eczacı Odası Sanayi Eczacıları Komisyonuna aittir. Kaynak gösterilse dahi, hak sahiplerinin yazılı izni olmaksızın ticari amaçlarla kullanılamaz.

dergisinin ücretsiz ekidir


B

Hazırlayan Ecz. Sıla Aykut Yazgılı

izden haberler

Uluslararası İlaç ve Eczacılık Kongresi gerçekleştirildi

İlaç sektörü temsilcilerinin ortak imzasıyla yazılan mektup TEB, İEİS, AİFD, TİSD, EDD ve TEKB başkanlarının ortak imzasıyla Başbakan Ahmet Davutoğlu’na, 2009 yılından itibaren uygulamaya konulan global bütçe konusunda yapılan toplantılarda gündeme gelen konular hatırlatılıp ilaç sektörünün sağlıklı gelişebilmesi için 2015 yılı için beklentileri içeren bir mektup yazılmıştır. Bu mektupta; ilaç sektörünün bileşenlerinin global bütçe uygulamasından kaynaklanan aşırı kemer sıkmanın sektörü olumsuz etkilediği konusundaki görüş birliği içerisinde olunduğu belirtilmiştir.

İVEK çatısı altında 28-30 Kasım 2014 tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi-İstanbul’da “İlaç ve Eczacılıkta Küresel Bilgi Paylaşımı” konu başlığı ile düzenlenen Uluslararası İlaç ve Eczacılık Kongresi ve Öğrenci Çalıştayı gerçekleştirildi. Kongre, üç gün boyunca dört ayrı salonda aynı anda yürütülen yoğun bir programla 216 konuşmacının katıldığı, 100’e yakın bilimsel posterin sunulduğu, 87 stand alanının açıldığı, başta bölgemiz ülkelerinden olmak üzere onlarca ülkenin sağlık otoriteleri, eczacıları, ilaç sektörü temsilcileri dahil 5 binden fazla mesleğine gönül vermiş katılımcı ile gerçekleştirilmiştir.

Aynı zamanda ilaç bütçesinin şeffaf olmamasının (bütçe kalemlerinin neler olduğunun paylaşılmamasının ve farklı otoriteler tarafından farklı istatistikler yayınlanması durumunun) öngörü geliştirme konusunda hem hükümeti hem de sektörü zor durumda bıraktığı konusunun ortak olarak altını çizmişlerdir. Yıl içinde bütçe/harcama dengesine ilişkin olarak yapılan projeksiyonlara dayanan fiyat düşüşlerinin eczacıları, dağıtım kanallarını ve ilaç üreticileri/ ithalatçılarını olumsuz etkilediği, buna rağmen global bütçenin uygulandığı üç yılın toplamında bütçenin gerisinde kalındığı, bunun da sektörü ekonomik darboğaza sokan diğer bir neden olduğu

33


konusunda ortak görüşlerini paylaşmışlardır.

sinin en büyük biyoteknoloji araştırma merkezi olarak tanımlanıyor.

Özellikle Euro kurunun Nisan 2009’dan bu yana 1.9595 TL’de sabitlenmesi ile belirlenen fiyatlar nedeniyle gerek yurtiçi gerekse ithalatı yapılan ürünlerin maliyetlerinin karşılanamaz duruma geldiği ortaya konmuştur.

Henüz ilk etabı hizmete açılan İBG-İzmir’de bir bölümü Türkiye’de ilk kez kullanılan gelişmiş cihazların bulunduğu laboratuvarlar, ilaç üretim alanları, biyobanka ve deney hayvanı yetiştirme bölümleri bulunacak.

Eczacılar açısından bakıldığında ise sürdürülebilir bir ilaç tedarik hizmetinin devam ettirilmesinde büyük zorlukların olduğu ortaya çıkmıştır. Eczacı kar oranlarının eczane işletim masrafları nedeniyle yetersiz kalması fiyat düşüşlerinden kaynaklı stok zararları eczacıların son beş yıl içinde büyük bir basınç altına girmesine neden olduğu belirtilmiştir. Bu durum hastaların yeni ve mevcut ilaçlara erişimi konusunda büyük bir sorun oluşturduğu, 2005-11 arasında 49 olan ilaca erişim endeksinin TİTCK verilerine göre 4’e düştüğü tespiti yapılmıştır.

Yerli biyoteknolojik ilaç için önemli adım

Kanser, diyabet, romatizma ve kan hastalıkları başta olmak üzere çok sayıda rahatsızlığın tedavisinde kullanımı hızla artan biyoteknolojik ilaçların Türkiye’de de üretilmesi için Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) bünyesinde kurulan İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG-İzmir) çalışmalara başladı. Öncelikli olarak kanser hastalıkları için ilaç geliştirmeye başlayan merkezde kök hücre konusunda da dünyada ses getirecek tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi hedefleniyor. Prof. Dr. Mehmet Öztürk’ün başına geçtiği İBG-İzmir, Doğu Avrupa ve Ortadoğu bölge44

Merkezde hizmete giren ilk laboratuvarda AA muhabirine açıklamalarda bulunan Merkez Müdürü Prof. Dr. Öztürk, Türkiye’nin ithal ilaç faturasına dikkati çekerek araştırmaların yakın dönemde bu faturanın azaltılmasında etkili rol oynayacağını ifade etti. Türkiye’de devletin yıllık yaklaşık 8 bin ilaç için 15 milyar lira ödediğini, bu ilaçlardan 200’e yakınının biyoteknolojik ilaç olduğunu belirten Öztürk, miktar olarak çok az bir pay tutsa da toplam faturanın yüzde 20’sini bu ilaçların oluşturduğunu vurguladı.

Türkiye’nin en beğenilen şirketleri

“Türkiye’nin En Beğenilen Şirketleri” araştırmasının 2014 sonuçları açıklandı. Araştırmada Novartis bu yıl da ilaç sektörünün en beğenilen şirketi seçildi. Türkiye’nin önemli ekonomi yayınlarından Capital Dergisi’nin GFK Türkiye ile 15 yıldır gerçekleştirdiği ve alanında lider firmaların değerlendirildiği “Türkiye’nin En Beğenilen Şirketleri” araştırmasının 2014 sonuçları açıklandı. Türk iş dünyasının gündemini belirleyen araştırmanın bu yılki sonuçlarına göre Novartis, son iki yılda olduğu gibi bu yıl da ilaç sektörünün en beğenilen şirketi seçildi. Şirketlerin bilgi ve teknoloji yatırımları, finansal sağlamlığı, iletişim, pazarlama yönetimi, uluslarası pazarlara entegrasyonu ve pazarlama-satış stratejileri gibi kriterleri göz önüne alınarak değerlendirildiği araştırma, iş dünyasını temsilen 650 şirketten 1620 orta ve üst düzey yöneticinin online olarak yanıtladığı anket sonuçlarına göre belirlendi. Araştırma sonucunda Türkiye’nin en beğenilen ilk 25 firması ile ilaç, kimya, finans, dayanıklı tüketim, gıda, bilişim, teknoloji gibi 38 sektörün en beğenilen ilk 3 firması belirlendi.


Pfizer Türkiye, daha sağlıklı bir yaşam için Sen Çok Yaşa Günü’nü Ortaköy Meydanı’nda kutladı

Pfizer Türkiye, Sen Çok Yaşa Günü’nü 30 Eylül’de İstanbul, Ortaköy Meydanı’nda çok sayıda ziyaretçinin katılımıyla kutladı. Katılımcılar gün boyunca sağlıkları hakkında merak ettikleri birçok soruya yanıt alırken, uzman diyetisyenler, spor eğitmenleri ve doktorların danışmanlığında daha sağlıklı bir yaşama adım attı. 30 Eylül 2014, İstanbul Pfizer Türkiye’nin Beşiktaş Belediyesi’nin desteğiyle gerçekleştirdiği Sen Çok Yaşa Günü’nde halka açık etkinliklerde katılımcılar, sağlıklı yaşam ve düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme gibi konularda bilgilendi. Pfizer’in, her yaşta daha sağlıklı bir yaşam için gerekli olan tarama, beslenme, egzersiz ve hastalıklardan korunma olmak üzere 4 tema üzerine odaklandığı etkinlik büyük ilgi gördü. Ortaköy Meydanı’nda ziyaretçiler farklı konularda bilgilenirken, düzenlenen yarışmalarla eğlendiler ve etkinlik sonundaki mini konserle keyifli bir gün geçirdiler. Alanda 10 farklı hastalık hakkında bilgilendirici stantlar, sağlıklı atıştırmalıklar, egzersiz alanı, çocuk parkı, vücut kitle indeksi ve tansiyon ölçümü bölümleri yer aldı. Hekimlerden öneri ve yorumlar, profesyonel spor eğitmenleri eşliğinde pilates dersleri, uzman diyetisyenlerin beslenme tavsiyeleri ile belirlenen bölümlerin tamamını ziyaret edenler, sağlıklı yaşama bir adım atmış oldu.

MERCK’e yeni genel müdür

Merck İlaç Ecza ve Kimya Tic. A.Ş. Genel Müdürlüğüne, uzun yıllardır Merck’de CFO olarak görev yapan Şehram Zayer atandı.

2006 yılından bu yana Merck Group Türkiye ’da CFO olarak görev yapan Şehram Zayer, Merck İlaç Ecza ve Kimya Tic. A.Ş Genel Müdürü olarak atandı. Profesyonel iş yaşamına 1995 yılında BDO

Denet firmasında denetim ve danışmanlık alanında başlayan Zayer, uzun yıllar sağlık sektöründe yöneticilik yaptı. 1998-2003 arasında Johnson&Johnson Türkiye, Ortadoğu ve Afrika Bölgeleri ve daha sonra 2003-2006 yılları arasında Siemens Health Care (Dade Behring) firmalarında finans alanında çoğu CFO olmak üzere çeşitli yöneticilik görevlerinde çalıştı. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu olan Zayer, merkezi ABD’de bulunan Institute Management Accountant (Yönetim Muhasebesi Enstitüsü) CMA ve CFM (Finans Yönetimi ve Yönetim Muhasebesi) Sertifikalarına sahip. Ayrıca Institute Management Accountant (Yönetim Muhasebesi Enstitüsü) İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olan Zayer, yeni görevinde Kıtalararası Bölge Başkanı Yiannis Vlontzos’e direkt bağlı olarak çalışacak.

Abdi İbrahim’in Cezayirli ilaç firması Remede Pharma ile ortaklık anlaşması

Abdi İbrahim’den yapılan açıklamaya göre, şirket, büyümesini sürdürülebilir kılmak amacıyla gerçekleştirdiği uluslararası ortaklıklar kapsamında, Remede Pharma ile Cezayir’de yeni bir ortaklık anlaşmasına imza attı. Şirket, bu ortaklık gereğince İyi İmalat Uygulamaları’na (GMP) uygun olarak kurulacak üretim tesislerini 2016 başına kadar faaliyete geçirme sorumluluğunu üstlenmiş oldu. “Abdi İbrahim Remede Pharma” adıyla faaliyet gösterecek yeni ortaklık ile iki şirket geniş bir tedavi alanını kapsayan ürünlerin üretim ve pazarlamasını yapacak.

Hubert Braun, Bayer Türk’e CEO Olarak Atandı

Hubert Braun, 1 Eylül 2014 itibariyle Bayer Türk’e CEO olarak atandı. Braun, Türkiye’de 60. yılını kutlayan Bayer’in ülkedeki tüm iş faaliyetlerinden sorumlu olacak. Türkiye’ye atanmadan

55


önce Bayer Meksika’nın CFO’su olarak görev yapan Braun, Bayer Türk bünyesinde CEO’luğun yanı sıra CFO sorumluluklarını da üstlenecek. Üniversitede işletme eğitimi gören ve kariyerine finans sektöründe başlayan Hubert Braun, 1990 yılında katıldığı Schering şirketinde farklı birimlerde görev aldı. Şirketin Rusya ve Meksika ofislerinde CFO olarak yöneticilik yapan Braun, Schering’in 2007 yılında Bayer tarafından satın alınmasından itibaren Bayer Meksika’da CFO olarak görevini sürdürdü. Hubert Braun’a görevi devreden Axel Hamann, Bayer’in Almanya’daki genel merkezine ‘‘Head of Corporate Strategy‘‘ olarak atandı. Hamann 2011 yılının Ocak ayından bu yana Bayer Türk CEO’su olarak görev yapıyordu.

Lilly Japonya’ya Türk Yönetici

Kadir Tepebaşı, Japonya’ya Kıdemli Direktör olarak atandı. 2010 yılından bu yana Lilly

Türkiye Genel Müdürü olarak görev yapan Kadir Tepebaşı, Lilly Japonya Diyabet ve Büyüme Hormonu Kıdemli Direktörü olarak atandı. Tepebaşı yeni görevinde dünyanın en büyük ilaç pazarlarından Japonya’da Lilly Diyabet İş Birimi’ne bağlı olarak çalışacak. Kadir Tepebaşı, Lilly Türkiye’ye 1996 yılında ürün müdürü olarak katıldı. 2006 yılına kadar Pazarlama ve Satış Direktörlüğü de dahil olmak üzere çeşitli kademelerde görev alan Tepebaşı, 2006 - 2008 yılları arasında Lilly Orta ve Doğu Avrupa, Afrika, Ortadoğu, Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu Pazarlama Direktörü, 2008 - 2009 yıllarında ise Lilly Polonya Genel Müdürü olarak çalıştı. Tepebaşı, Ocak 2010’dan bu yana Lilly Türkiye’nin ilk Türk Genel Müdür olarak organizasyona liderlik ediyordu. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, aynı üniversitede işletme yüksek lisansını tamamlayan Kadir Tepebaşı, evli ve iki çocuk babasıdır.

Onaylı BY/BE Ve Faz1 Merkezleri

İlgili mevzuat gereğince denetlenerek belgelendirilen BY/BE ve Faz 1 çalışma merkezlerini gösterir liste Sağlık Bakanlığı tarafından duyuruldu.

Onaylı BY/BE Merkezleri Merkez Adı

Kapsam

Adres

Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme ve Farmakokinetik Araştırma-Uygulama Merkezi (ARGEFAR)

Klinik ve Biyoanalitik

Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme ve Farmakokinetik Araştırma-Uygulama Merkezi Klinik I 35100 Bornova/İZMİR

Erciyes Üniversitesi Hakan Çetinsaya İyi Klinik Uygulama ve Araştırma Merkezi

Klinik

Erciyes Üniversitesi Hakan Çetinsaya İKU Merkezi 38039 Melikgazi/KAYSERİ

FARMAGEN İyi Klinik Uygulamaları Merkezi

Klinik

Gaziantep Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi (Teknopark) Burç Yolu 27000 Şahinbey/ GAZİANTEP

NOVAGENİX Biyoanalitik İlaç AR-GE Merkezi

Biyoanalitik

Novagenix Biyoanalitik İlaç Ar-Ge A.Ş. Esenboğa Yolu 25. km 06970 Akyurt / ANKARA

Onaylı Faz 1 Klinik Araştırma Merkezleri Merkez Adı

Adres

Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme ve Farmakokinetik Araştırma-Uygulama Merkezi (ARGEFAR) Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Kliniği

Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme ve Farmakokinetik Araştırma-Uygulama Merkezi Klinik II 35100 Bornova/İZMİR Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi 35100 Bornova/ İZMİR

Erciyes Üniversitesi Hakan Çetinsaya İyi Klinik Uygulama ve Araştırma Merkezi

Erciyes Üniversitesi Hakan Çetinsaya İyi Klinik Uygulama ve Araştırma Merkezi

66


İstanbul Eczacı Odası’ndan

Eğitim Haberleri

GÖZ SAĞLIĞI VE MARKA YÖNETİMİ EĞİTİMİ: İSTANBUL ECZACI OKULU (İEOKUL):

Bausch Lomb firmasının desteğiyle 20 Eylül ve 1 Kasım 2014 tarihlerinde Göz Sağlığı ve Marka Yönetimi Eğitimi yapılmıştır. Eğitmen Damla Çimen tarafından eczacılarımıza satış teknikleri, markayı konumlandırma, müşteri ilişkileri gibi çok değerli bilgiler verilmiştir.

AROMATERAPİ EĞİTİMİ:

Odamız, M.Ü. Eczacılık Fakültesi, M.Ü. Sürekli Eğitim Merkezi işbirliği ve Sanovel’in desteğiyle klinik eczacılık konuları ağırlıklı meslek içi eğitimler dizisinin ikincisi yürütülmektedir. Eğitimler 30’ar saatlik 2 kur halinde toplam 60 saatten oluşmaktadır. 1. Kur eğitimler 18 Ekim 2014 tarihinde yoğun bir eczacı katılımı ile başlamış, Başkanımız Ecz. Semih Güngör açılış konuşmasını yapmıştır. 14 Şubat 2015’te 1. Kur eğitimler tamamlanmış olup, 2. Kur eğitimleri 4 Nisan-6 Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecektir.

DİYABET VE DİYABETLE YAŞAMDA ECZACININ ROLÜ: İstanbul Eczacı Odası ve Florame işbirliği ile düzenlenen Aromaterapi Sertifika Programı İSTANBUL ECZACI ODASI Konferans Salonunda 24 Eylül, 25 Ekim ve 22 Kasım 2014 tarihlerinde gerçekleştirildi. Değerli eğitmenlerimiz Prof. Dr. Ulvi Zeybek’e, Prof. Dr. Ekrem Sezik’e, Prof. Dr. Erdem Yeşilada’ya ve eğitimimize yoğun ilgi gösteren katılımıyla bizleri şereflendiren tüm eczacılarımıza çok teşekkür ediyoruz.

İstanbul Eczacı Odası ve Lilly İlaç’ın işbirliği ile 15 Kasım 2014’te Dünya Diyabet Günü etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen seminerde eczacılarımız, diyabetli hasta ile iletişim ve empati konularında eğitim aldı. Diyabet ile ilgili farkındalığının arttırılması açısından önemli bir yeri olan bu eğitim, eczacının hasta ve hasta yakınıyla doğru ve etkin bir iletişim kurmasına yardımcı oldu. İEO imzalı yeni bir eğitimde, yine birlikte olmak dileğiyle…

77


G

ünün etirdikleri

Tuba Kale Onay

Eğlenerek çalışmak mümkün mü?

S

amimiyetle soruyorum. Pazartesi günleri “of”lamadan işe gelmek? Pazar akşamlarını ertesi günü düşünmeden rahatça geçirmek, sizce mümkün mü? Ertesi günün Pazartesi olduğunu bile bile Pazar gecesi tatlı bir uyku uyunabilir mi? Tatil dönüşlerinde, tatile giderkenki o hafifliği sizce yakalayabilir miyiz? Başka sorularım da var: Bir iş toplantısında (seviyeli ve ölçülü) bir espri yapmak zor mudur? Peki böyle bir espriye gülmeyi göze almak kolay mı? Yerinde ve zamanında yapılmış harika bir espriye başka bir espri ile karşılık versek ne olur? Espri olmasa bile sadece gülümsemek bizi ne kadar zor bir durumda bırakır? X Jenerasyonuna mensup bir çalışan olarak okulda ve iş yerlerinde ciddiyeti her zaman önemseyen yapıların içinde bulundum. Dolayısı ile benim eğlenmek ve çalışmayı aynı cümlede kullanmam pek mümkün olmadı. İlk çalıştığım iş yeri uluslararası bir reklam ajansıydı. Ve Cuma akşamları açık olan bir barı vardı. Bu pek çok kişi için çok eğlenceli bir çalışma ortamı olabilir. Ancak ben barda arkadaşlarımı görüp,

8

selamlaşıp sonra ilanların kontrolü için ofise giderdim. Orada kısa zaman geçirsem bile insana coşku ve enerji verdiğini belirtmeliyim. Sorularım sürüyor: Sosyal sorumluluk projeleri eğlenceli olur mu? Bir kişiye veya bir grup insana yardım ettiğinizi, karşılık beklemeden onlara zamanınızı ve enerjinizi verdiğinizi düşünün. Böyle bir çalışma sizi mutlu eder mi? İş yerine daha mutlu, daha coşku dolu gitmenizi sağlar mı? Fiziksel olarak çok yorulsanız dahi akşam mutlulukla uyumanızı sağlar mı? Çocuklarla çalışabilirsiniz, gençlere meslekleri anlatabilirsiniz, işi olmayan insanlara bir iş veya bir beceri kazandırabilirsiniz… Bazen sosyal aktiviteler işi eğlenceli hale getirebiliyor. Bazı şirketlerin çalışanlarının tiyatro oyunları yazıp sonra da sahnelediklerini okuyorum. Veya kurum içinde bir orkestra oluşturanlar var. Koro çalışmalarını da unutmamak gerekiyor. İş yerinde spor yapanlarla ilgili çok eğlenceli makaleler okuyorum. Aynı iş yerinde çalışanların sürekli antreman yaparak geliştirdikleri spor takımları hakkında bloglarda heyecan verici yazılar var. Acaba hafta sonu iş yerinden arkadaşlarımızla basketbol oynamak hafta içi toplantılarda yaşanan tartışmaları


daha tahammül edilir hatta komik hale getirir mi? Efsaneleri de unutmamak lazım. İş yerlerini, çalışma mekanlarını tam bir eğlence alanı haline getiren şirketlerle ilgili yazılar, kitaplar okuyoruz. Ben şahsen okumakla kalmayıp internet sitelerine bakıyorum. Çalışanların yazdıkları blog ve makaleleri okuyorum. Gerçekten böyle şirketler, böyle çalışma alanları var. Çalışanların bazıları bu eğlenceli alanların onların daha fazla ve yoğun tempoda çalışması için iyi bir tuzak olduğunu söylese de, dışarıdan bakan birisi için son derece ilham verici olduğunu belirtmeliyim. Kurum kültürünün eğlenceli hale getirmek için bazı firmaların özel uygulamaları var. Mesela herkesin birbirine ilk adı ile seslenmesi gibi. Hiyerarşiyi çalışanın çok ağır yaşamaması için üst düzey yöneticilerin, her düzeyden çalışan ile yakın temasta olması, sık sık bir araya gelmesi, kişisel ve ailesi ile ilgili sohbetler yapması gibi. Yöneticilerin kendisine bağlı çalışanlarla iş saatleri ve iş yeri dışında da görüşmesini bir performans kriteri haline getirmesi de bir kurum kültürü oluşturabiliyor. Bütün bunlar çalışan ve yöneticinin birbirini daha iyi anlamasını, beraber daha kolay eğlenmesini sağlayabilir mi? Neden olmasın? Çalışanların çocukları ile daha yakın olmalarını destekleyen şirket sistemleri çalışmayı çok daha eğlenceli hale getirebilir, hatta çocuğun kendi iş hayatı ile ilgili olumlu bir fikir edinmesini sağlar mı? Annesini veya babasını mutlu görmek, çalışan ebeveynlerin çocuklarını mutlu eder mi? İş hayatının işe giriş mülakatları ile başladığını düşünürsek, eğlenceye buradan başlamak mümkün olur mu? Mesela adayı rahatlatmak için görüşmenin başında birkaç espri yapsak ne olur? Ben denedim, gerçekten olumsuz bir şey olmadı. Hatta insanlar gülüp rahatladıkları için daha rahat, daha samimi davranıyorlar ve savunma kalkanlarını kullanmadan ne istediklerini açıkça belirtiyorlar. İyi bir mülakat aynı zamanda eğlenceli olabilir mi? Mülakatın bütün kurallarına uyup ama adayın da eğlenmesine müsaade etsek ne olur? Çalışanlar eğitimde eğlenirse ne olur? Eğitime katılanlara bilgi, beceri, davranış değişikliğinin yanında bir de eğlence vaat etsek eğitimin verimi değişir mi? İnsanların eğlenerek öğren-

mesi, öğrenmek konusundaki motivasyonlarını arttırıyor. Bilimsel olarak kanıtlanan bir gerçek bu… Keşke okul yıllarında hepimiz okulda daha çok eğlenseydik, değil mi? Eminim eğitim sistemine eklenecek %1 oranındaki eğlence, %10’dan çok daha fazla öğrenme sağlayacaktır. Eğitimin geri dönüşünü (ROI)* hesaplarken aklımızda bulunsun. Peki yemeklerimiz eğlenceli olsa… Yemekhanelerimiz daha eğlenceli, iç açıcı renklerde, daha canlı olsa. Yemek yerken iş konuşmaktan kaçınamıyoruz. Doğru. Acaba yemek yerken daha çok kahkaha atabilir miyiz? Yemek yerken gülenlere eleştirel bakmayarak işe başlayabilir miyiz? Kabul ediyorum, gürültü ile birbirimizi rahatsız etmeyelim ama eğlenerek yemek yemek sağlığımız için bile faydalı olabilir. İş yerinde birbirimize olumlu geribildirim verirken, ödül alan birisini alkışlarken hatta ödül verirken eğlenebilir miyiz? Çok uygun ortamlar değil mi? Ödül törenlerini, herkesin kendisini ödül almış gibi hissettiği, ortamlara çevirebilir miyiz? Kesinlikle yapabiliriz. Emekli olarak giden bir çalışan için “hoş bir sada” olarak kalacak şey, gülerek iş yerine veda etmek olur herhalde… İşe yeni başlayan bir çalışanın ilk gününü, ilk haftasını eğlenceli bir gün hatta hafta yapabilir miyiz? Yeni çalışmaya başlayan kişiye samimiyetle “hoş geldin” deyip ona kendi ilk günümüzü tatlı tatlı anlatabilir miyiz? Yeni başlayanı ilk çalışma gününde güldürebilir miyiz sizce? En azından hafif bir tebessümle elini sıkmak, denenebilir mi? X veya Y hangi jenerasyona ait olursanız olun, düşünmeye başlayalım. Hangi konuda işimize eğlence katabiliriz? Öncelikle kendi algılarımızla, önyargılarımızla eğlenerek başlayabiliriz. Ciddi olmak eğlenceden uzak olmak değildir. Veya eğlenceli olmak sorumluluk almaktan kaçmak anlamına gelmez. Einstein deyince, aklımıza ne geliyor? Dilini çıkartmış, gülen bir bilim adamı, öyle değil mi? Öyleyse hadi gelin eğlenme ve çalışmayı birbirine öyle bir bağlayalım ki, çalışırken mutlu olan yapışık ikizlere dönüşsünler… *ROI: Return on investment (yatırımın geri dönüşü). 9


10


Geçmişten Günümüze Rp Kaynak: Eczacılık Tarihi Ders Kitabı Marmara Eczacılık Fakültesi Prof. Dr Emre Dölen

Ecz. Gaye Ramazanoğlu

Reçetelerde kullanılan Rp sembolünü belki de birçoğumuz nereden geldiğini bilmeden kullanıyoruz. Tarihe bakıldığında bu konuyla ilgili birçok teori ve mitolojik öyküler bulabiliriz. En basit teoriye göre; Rx latin kökenli “bu şekilde alınız / yapınız” anlamına gelen “recipe” (bazı kaynaklarda recipere olarak da geçmektedir) kelimesinin bir kısaltmasıdır. 19. yüzyılın ortalarına kadar eczacılar birçok etken maddeyi karıştırarak ilaç ve tedaviler hazırlarlar ve bunlar için formüller yazarlardı. Reçetelerde formüle edildiği şekilde ilacın kullanılacağını ifade etmek üzere de Rx kısaltması kullanılırdı ve zamanla Rp halini almıştır. Daha heyecanlı ve gizemli olan mitolojik bir teoriye göre ise Rx Nekhen tanrısı Horus’un gözünün ana hatlarından oluşmaktadır. Güneş tanrısı Osiris’i öldüren karanlıklar tanrısı Seth’ten intikam almak isteyen Osiris’in oğlu, Şahin-tanrı Horus’un gözü, kavga sırasında amcası olan Seth tarafından parçalanır. Bilimlerin ve tıbbın kurucusu olan Toth, Horus’un gözünün parçalarını toplar fakat parçalardan birini bulamaz. Bu eksik parçayı da kendi sihir gücü ile tamamlayarak gözü görür duruma getirir. Eski Mısır matematiğinde Horus’un gözünün kaş, göz bebeği, (1) (2) (3)

göz merceği gibi bölümleri bayağı kesirlerle ifade edilir ve bunların toplamı 1/2 + 1/4+ 1/8 +1/16 + 1/32 + 1/64 =63/64 dür. Bütünün eksik olan 1/64’lük bölümü de Thot tarafından sihir gücüyle tamamlanmıştır. Bu gözü simgeleyen hiyeroglif uzak görüşlülüğün, beden dokunulmazlığının ve sonsuz doğurganlığın simgesi olarak korunması istenilen gemi, araba, mumya gibi tehlikeye uğrayabilecek şeylerin üzerine konulur veya çizilirdi. Bu simge, tıp öğrenimini Mısır’da tamamlayan Galenos tarafından hastalara etkili olabilmek için kullanılmaya başlanmış ve zamanla basitleştirilerek R harfi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Tıp dilinin Latince olduğu Ortaçağ Avrupa’sında reçetelerin başına konulan bu R harfine başka anlamlar yüklenmeye başlanmıştır. Bunun Latince “yapınız” anlamına gelen “recipe” sözcüğünün ilk harfi olduğu ileri sürülmüş, daha sonra reçete dilinde Fransızca geçerli olmaya başlayınca gene aynı anlama gelen “recipez” sözcüğünün ilk harfleri olan Rp kullanılmaya başlanmıştır.

Horus’un gözünün zaman içinde R biçimini alması Bir mezar resminde Horus’un gözü ve bir adak vazosunu tutan kollar Bir kayıkta koruyucu olarak Horus’un gözünün kullanılması (okla belirtilen yer)

11


Büyüteç Dr. Ecz. Merve Memişoğlu

Beyin cerrahı Prof. Dr. Talat Kırış ile ilham verici bir sohbet İlk kez TEDx’de sunumunu dinlediğimde konuşmasından çok etkilendiğim Beyin Cerrahı Prof. Dr. Talat Kırış’ı sizlerle tanıştırmak istedim. Ama sadece hekimliği ile değil, sıradışı kişiliği, macera ve keşif tutkusu, yaşama bakış açısı ile de bu değerli hocamızı tanımalısınız. Ölümle yaşam arasındaki ince çizgide çalışan bir hekimin, hayatın anlamını sorgulaması… Yaşamdaki kırılımlar ve o kırılımlarda keşfedilen yeni yeni hayatlar… Prof. Dr. Talat Kırış’ın anlattıkları, hepimizin hayatlarına ışık tutup, yol gösterici nitelikte…

T

EDx momentum sunumlarının kapanışı sizinle oldu. Belli bir saatten sonra insanın dikkati dağılır, hatta uyuklamaya başlarsınız. Sizin konuşmanızla birden gözlerimin açıldığını hatırlıyorum. Özgür ruhlu başarılı bir hekimin anlattıkları ben dahil bütün dinleyicilerin ilgisini çekti. Bunun sebebi size göre nedir? İyi bir hatip olmanız mı, yoksa anlattığınız hikayedeki samimiyet mi? Öncelikle böyle düşündüğünüz için teşekkür ederim. Ben çok konuşma yapan bir insanım, ama bu konuşmalar beyin cerrahisi üzerine oluyor. Aslında önce biraz tedirgin oldum, TEDx’de başka bir konu, başka bir dinleyici vardı. Beyin cerrahları beni tanır, ama bu izleyici beni hiç tanımıyordu. TEDx’in ne olduğunu bilmiyordum. O dönem hiçbir TED konuşmasını, etkilenmek istemediğim için, dinlemedim. Sorunuzun cevabı bence samimi olması... Hayatımda da öyle bir insanım, asistanlarıma, öğrencilerime, çev-

12

remdeki insanlara da samimi olmayı telkin ediyorum. İnsan ilişkilerinde samimiyet çok önemli... Bazen bundan zarar görürsünüz, bazen bir şey söylemek çok zor gelir ama her zaman samimiyetle söylemelisiniz. Biriyle bir probleminiz mi oldu, başkasının üzerinden yürütmeyin, gidin açık açık konuşun. Sunumda hem kendi hayatımdan hem hastalarımdan örnekler verdim. Yaşamda değişiklik yapılması üzerinde durdum. İnsanlara hayal kurmalarını ve hayallerini gerçekleştirmelerini öğütledim. Bize biraz kariyer yolculuğunuzdan bahseder misiniz? Çocukluğumdan beri astronot ya da beyin cerrahı olmak istedim. Türkiye’de astronot olamayacağımı anladığımda, beyin cerrahı olmaya karar verdim. İstanbul Tıp Fakültesi’nde hayatım geçti. Amerika’da üst ihtisas yaptım, İngiltere gibi birçok ülkede çalıştım. Son birkaç yıldır, Florence Nightingale beyin


cerrahisi bölümünün başındayım. Çok iyi bildiğiniz, yıllarınızı geçirdiğiniz bir yerden ayrılmak zordu ama burada ameliyatlarımda ileri teknoloji kullanabiliyorum. Hekimliğin dışında Yacht dergisinde de yazıyorsunuz. Yazar ve gezgin kimlikleriniz olduğunu da biliyoruz. Gezmek ve gezdiğiniz yerleri insanlarla paylaşmak fikri nasıl ortaya çıktı?

baların dışında hastanın durumunu konuşmamaya çalışırım. Hastanın mahremiyeti çok önemlidir. Hastalarınızın yaşama tutunma gayretleri sizi etkilemiş olmalı. Bize bunlarla ilgili örnek verebilir misiniz? Bazı hastalıklar var ki, henüz çözüm bulu-

Ben eskiden beri yazarım, öykülerim vardır. Zaman zaman gazetede yazarım. Yelken hayatıma girince, Yacht dergisinde bir yazım çıktı, çok beğendiler ve devam etmemi istediler. Tabii her sayı yazamıyorum. Niye yazıyorum? Bizim ülkemizin insanları denize daha yaklaşırlarsa, birçok problemin azalacağını düşünüyorum. Yelkenin çok zor olmadığını, çok korkutucu bir şey olmadığını insanlara aktarmaya çalışıyorum. Oldukça deneyimsiz zamanlarımızda eşimle birlikte Hırvatistan’a, İtalya’ya gidip yelkenli kiralayıp gezebildik, biz bunu yaparsak herkes yapabiliri anlatmak istedim. Tabii belli bir ekonomik yanı var ama bir sürü insan çok daha basit teknelerle bir şeyler yapabiliyor. Yani adım atarsanız, isterseniz, alternatifler çıkıyor. Her gün yaptığınız ameliyatlarda, ölümle yaşam arasındaki ince çizgide mucizeler yaratmaya çalışıyorsunuz. Saniyeler içinde her şey bitebiliyor ya da yaşama yeniden dönüşe aracı oluyorsunuz… Bu konuda neler söylemek istersiniz? Bunun ameliyathanedeki yönü ve insanlarla karşılaştığınızdaki yönü var. Ameliyathanede üst düzeyde teknik bir iş yapıyoruz. İyi yetiştiriyoruz kendimizi, çünkü hatalarımız insanın hayatına mal olabilir. Vicdanlı olmalısınız, vicdanlı olacaksanız iyi olmanız gerekir. Yani çok çalışmanız gerekiyor. Yaşamınızdan fedakarlık yapmanız lazım. Ameliyathanede rahatım aslında, kendimi biliyorum. Yıllarımı bu işe verdim, büyük bir deneyimim var. Ama insanlara hastalığını anlatmak bana daha zor geliyor. Amerika’da mesela hastanın 1 yıl ömrü varsa hastaya bu durum söylenir, ben insanlara istatistiki bir yaşam süresi söylemek istemiyorum. Çünkü düşünsenize böyle bir durumda hasta yıkılır, yok olur. Tabii insanın bilmeye hakkı var ama doğrudan söylendiğinde vücudunun direnci düşer, hastalıkla savaşamaz. Farklı şekilde dile getirmeye çalışıyorum. 1. derece akra-

namamış. Bunlar için çok fazla yapılacak bir şey de yok. Ölümü görüp de bunun karşısında sağlam durabilen çok az insan gördüm. Bazı doktor arkadaşlarımda bunu yaşadım, ne olacağını, hastalığın seyrini biliyorlardı. Az sayıda insan bununla yaşayabildi, bununla var olabildi. Kimse son olmasını istemez. Ama ölümü çok abartmamak lazım… O da hayatın bir parçası. Ölüm olacak diye çok dertlenmemek gerekir. Mesela gezilerim için çevremdekiler gitme, çok tehlikeli vb. dediler, ama İstanbul da en az onun kadar tehlikeli. İstiklal caddesinde bir kişinin kafasına vitrin camı düşüyor, arabanın lastiği çıkıp karşıdaki arabanın üstüne düşebiliyor. Yaşamanızda ne oldu da, ertelemekten vazgeçip seyahatlere başladınız? Son birkaç senedir çok değerli insanları kaybettim. Bir kısmı benim hastam da oldu, ameliyat etmek durumunda kaldım, bütün süreçlerini yaşadım. Onlar çok etkiledi beni… Bir de insanın güçlü olduğu bir zaman var. Gençken fiziksel olarak güçlüsünüz ama gençken istediğiniz her şeyi yapmaya ne ekonomik durumunuz el veriyor, ne de girmiş olduğunuz hayat mücadelesi el veriyor. Ben 18-20 saat çalıştığımı bilirim. 13


Öyle bir yaştayım ki, 50’li yaşların başındayım. Bu yaşta birdenbire hasta olabilirsiniz. Yaşlılık gelip çöker, o gücü kendinizde bulamayabilirsiniz. Bunu yapmam gerekiyor dedim. Şimdi cebimde en azından bir Antarktika, bir Grönland’ım var.

1) Bu gezi sırasında tekneye bağlanıyorsun, düşersen su çok soğuk ve ölebilirsin.

2) Her işi teknede yapman gerekiyor, bunun içine yemek yapmak da Yurtdışında bir kadın dahil… Teknenin pek konforlu olduğu söylenemez, böyle bir çıkıyor, iki sene gezide konfor aramak, doğaygorillerle yaşıyor. la baş başa kalma şansınızı Bizde olsa “bizim elinizden alabilir.

Ayrıca keşifler beni çok etkilemiştir. 1900’lerin başında insanlar Belçika’dan Norveç’ten İngiltere’den kalkıp haritası bilinmeyen, bugünün şartları kızı psikiyatriste ile asla kıyaslanmayacak şart3) Buzulların arasında sıkılarda oralara gidip hayatları götürelim” derler. şırsan yandın! Çünkü bunlar pahasına keşifler yapmışlar. hareketli ve sıkışırsan çıkman Bizden böyle insanlar az çıaylarca sürebilir. Hocamızın kıyor. Bir şekilde çocuklara ilham verebilir seyahati sırasında bir cruise gemisi buzullamiyim düşünüyorum. Bizde tam tersi, böyle ra sıkışmış ve mürettebat boşaltılmış, gemi acayiplikler yapma, oraya gitme buraya git- ise aylar sonra buzulların arasından çıkartıme denilir. Artık üniversitede okuyacak bir labilmiş. insan National Geographic’te bir fotoğrafçı olmayı hayal edebilmeli. Mesela yurtdışında 4) Kanoyla gezilebilir, inanılmaz bir sessizlik bir kadın çıkıyor, iki sene gorillerle yaşıyor. var. Dünyaya benzemeyen ayrı bir gezegen Bizde olsa “bizim kızı psikiyatriste götüre- gibi… lim” derler. 5) Özel bir kıyafetle yüzme şansın var. Ama Daha basiti de yapılabilir. En azından Likya tek başına dalmana izin verilmiyor. yolunda yürüyün mesela, doğayla biraz yakın oldukça gerçekten yaşamınız değişme- 6) Fotoğraf çekerken hayvanlara rahatsızlık ye başlıyor. vermemelisin. Özellikle fokları çekerken pozisyonunu iyi ayarlamalısın. Rüzgarla kokuKutuplar demişken, balinaları ve nun gitmemesi gerekir, çünkü insan kokusu penguenleri bize anlatır mısınız? fokları rahatsız eder. İnsanoğlu olarak onların yaşamlarını da tehlikeye sokuyoruz. Zamanla 7) Balinalara Antarktika’da çok yaklaşmışlar. kutuplardan selam getirmek güçleşecek Videoyu izleme şansına sahip oluyorum. Bir gibi… grup balina tekneye geliyor, çevrelerinde dönüyorlar, takla atan balinanın görüntüsü Hocamız bu sorudan sonra en iyisi size fo- ise inanılmaz. Sanki oyun oynuyor gibiler… toğrafları göstereyim diyor ve inanılmaz bir dünyanın kapısını bizim için sonuna kadar 8) Penguenler hemen hemen her yerde varaçıyor. lar. Çok sevimli canlılar, bebek gibi... Karada çok sarsak, devamlı düşüp kalkıyorlar, deİzlediğim sunumda dikkatimi çeken konuları nizde ise müthiş hızlılar. özetlemem gerekirse, “Görüntüleri izlerken bir penguen evlat edin-

14


meye karar veriyorum.” 9) Antarktika’da farklı bir kural var, gitmeden önce canlılara 5 metreden daha fazla yaklaşmamayı taahhüt ediyorsunuz. Oradan bir çöp almamalısınız, oraya da bir çöp bırakmamalısınız. Doğanın dengesini bozmamak için herkes gereken özeni gösteriyor. Yaşam felsefenizi neler oluşturuyor? Hayatta olmazsa olmaz dediğiniz neler var? Dünyayı iyiye güzele doğru değiştirmek, insanlar için fırsat eşitliği sağlanması, gezegene sahip çıkıp korumak benim yaşam felsefem. Beraberce, insan ve hayvan kardeşlerimizle ve hatta bitki kardeşlerimizle birlikte herkesin mutlu olabileceği bir dünyayı elde etmek çok önemli… Daha mutlu ya da daha başarılı bir yaşam için bizlere tavsiyeleriniz var mı? Hayatımızda değişiklik yapmaya çalışmalıyız. İlla büyük değişiklikler olmasına da gerek yok. İnsan ilişkilerinde bile küçük değişiklikler yapmak çok önemli. Hafta sonu saçma sapan şeyler yapmak bile olabilir. Saçma sapan şeylerin ne olacağı ise, insanın hayal gücüne bağlı. Kitap okumayan bir insansan, değişim için, küçük de olsa bir kitap okumaya çalış. Mesela yıllar evvel bir kongre için Doğu Almanya’ya gitmiştim. 1 hafta sonra da Berlin Duvarı yıkılmıştı. İlgimi çeken Doğu Almanya’da kitaplar çok ucuzdu. 15 tane kitabı o zaman 1 mark gibi bir fiyata almıştım. Ve daha il-

ginç olan, insanlar kocaman alışveriş sepetlerini aldıkları kitaplarla doldurmuştu ve bu sahne beni çok etkilemişti. Bundan sonra kafanızda gerçekleştirmek istediğiniz hangi projeler var? 2017’de Dünya Beyin Cerrahisi Kongresi’ni İstanbul’da yapacağız, onun hazırlıklarını yapıyoruz. Benim parça parça yazdığım öyküler var, Yacht yazılarım da epeyce birikti, kitaplaştırabilirim. Tabii en büyük hayalim Northwest Passage’ı, yani kuzeybatı geçidini geçmek. Diğer bir deyişle, Atlas Okyanusu’nun en kuzeyinden Pasifik’e geçmek. Küresel ısınma nedeniyle bu geçit senede bir ay açık oluyor ve her sene dört-beş tekne geçebiliyor, sonra geçit yeniden buzla kapanıyor. En büyük hayalim bu. Büyük bir macera olacak... Bunun için 1-2 yıl Türkiye’den ayrı kalmam gerekiyor. Son olarak bizlere söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? İnsanla uğraşmak başka bir şey… Eczacıların önemli bir özelliği var, insanla doğrudan iletişim kuruyorlar. Eczacı konuşarak hastaya destek olmalı, yol göstermeli. Sadece ilacı satmak değil, insanlarla kurduğu iletişimle onların hayatına bir şey kattığı, ufuk açtığı için eczacılık mesleğini önemsiyorum. Bir kişiye bile ışık tutmak çok önemli. Tedx sunumunda da söylediğim gibi “Bir kişi değişirse, herkes değişir.” 15


Antimikrobiyal Yönetim Programlarında Klinik Eczacı Etkisi Yrd. Doç. Dr. Betul OKUYAN*, Doç. Dr. Mesut SANCAR*

A

ntimikrobiyal yönetimi, optimum antimikrobiyal ilaç rejiminin, dozunun, tedavi süresinin ve uygulama yolunun seçimi ile antimikrobiyallerin uygun kullanımının sağlanmasını içeren müdahaleleri kapsamaktadır. Antibiyotik yönetim programları, antimikrobiyal kullanımı ile ilişkili en iyi klinik sonuçlara ulaşırken; uygun olmayan antimikrobiyal kullanımına bağlı dirençli mikroorganizmaların ortaya çıkmasını, psödomembranöz kolit nedeni olarak bilinen Clostridium difficile enfeksiyonlarını ve diğer advers olayları önlemeyi ve dolayısıyla artan maliyetleri azaltmayı amaçlamaktadır (1). Antimikrobiyal yönetim programları geliştirilirken öncelikle doktor, klinik eczacı ve klinik mikrobiyologlardan oluşan bir multidisipliner ekibin oluşturulması gerekmektedir (2). Antimikrobiyal yönetim programları oluşturulurken; eğitim gibi pasif araçlar yerine ileriye dönük antimikrobiyal kullanımının incelenip, aktif müdahalelerle elde edilen sonuçların ve geri bildirimlerin daha faydalı olacağı düşünülmektedir (2). Böyle yapıldığı takdirde reçetelenme tutumlarının değiştirilmesinin mümkün olabileceği, antimikrobiyal kullanımında azalma, tedavi sürelerinde kısalma, hastaneye yatış sürelerinde azalma ve maliyette tasarruf elde edilebileceği gösterilmiştir (2). Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (The Centers for Disease Control and Prevention [CDC]) hastanelerde 16

uygunsuz antimikrobiyal kullanımının önemli bir halk sağlığı problemi olduğuna ve ilaç uzmanı olarak eczacıların bu sorunu çözebileceğine dikkat çekmiştir (2). Amerikan Sağlık Sistemi Eczacılarının (ASHP) ‘2013 yılı Ulusal Hastanelerde Eczacılık Servisleri’ ile ilgili raporuna göre antimikrobiyal yönetim programı olan hastanelerin %60.3’ünde eczacının liderlik ve sorumluluk görevi aldığı, %23’ünde klinik destek görevi ve %13.7’sinde ise veri analiz görevi yaptığı belirlenmiştir (3). Yine bu rapora göre antimikrobiyal yönetim programlarında eczacıların günlük olarak kullanılan antibiyotiklerin uygunluğunu değerlendirdikleri ve gerekirse klinisyene alternatif tedavi önerilerini sundukları (%78.9), ulusal veya lokal kılavuzlara uyumu sağlamaya çalıştıkları, grup ve bireysel eğitimler verdikleri (%74.3) ve onaylı endikasyonlar için belirlenen antimikrobiyalin verilmesini sınırlandıkları (%71.1) gözlenmiştir (3). İngiltere’deki eczacıların antimikrobiyal yönetim aktivitelerinin değerlendirilmesi amacıyla eczacılara uygulanan anketin sonuçlarına göre akut bakım sırasında antimikrobiyal yönetiminde eczacıların artan görevleri ile birlikte hastanelerde antimikrobiyal yönetim programlarının uygulandığı belirlenmiştir (4). Brezilya’da eczacının yer aldığı antimikrobiyal yönetim programının etkilerinin incelendiği bir çalışmanın sonucuna göre, bu


programın antimikrobiyallerin daha akılcı reçetelenmesine, maliyet tasarrufuna ve bakteriyal direnç değişimlerine katkı sağladığı görülmüştür (5). Diğer bir çalışmada ise; levofloksasin reçetelenen 75 yaş ve üzeri hastalarda eczacının müdahalede bulunduğu grup ile kontrol grubu karşılaştırıldığında; eczacının önerilerde bulunduğu grupta levoflaksasin ile ilgili advers reaksiyon gelişimi istatistiksel olarak daha düşük bulunmuştur. Bu çalışmada eczacı reçete hazırlama sürecinde önce hastalarının böbrek fonksiyonlarını değerlendirmiş ve sonra uygun doz ayarlamalarını yapıp hastalara ilaçlarını vermiştir (6). Tayvan’da klinik eczacı müdahalelerinin de yer aldığı antimikrobiyal yönetim programının üç yıllık etkisinin incelendiği bir çalışmada bu program sayesinde antibiyotik maliyetinin ve tüketiminin düştüğü saptanmıştır (7). Güney Afrika’daki bir eğitim hastanesinde, içinde ilgili servis eczacısının da yer aldığı multidisipliner sağlık ekibinin yürüttüğü antimikrobiyal programının etkileri incelenmiş ve bu programın antibiyotik kullanımında azalma sağladığı gözlenmiştir (8). Klinik eczacıların yer aldığı antimikrobiyal yönetim programının değerlendirildiği bir diğer çalışmanın sonucunda prospektif antimikrobiyal kullanımının izlenmesinin antimikrobiyal kullanımını ve maliyetini azalttığı ve bakım kalite belirteçlerini iyileştirdiği bildirilmiştir (9). Enfeksiyon hastalıkları uzmanı, klinik mikrobiyolog ve klinik eczacıların yer aldığı bir multidisipliner enfeksiyon hastalıkları ekibi tarafından yürütülen antimikrobiyal yönetim programıyla daha fazla klinik değerlendirme, antimikrobiyal ilaç dozunun ayarlanması, antimikrobiyal ilacın kesilmesi, parenteral kullanımdan oral kullanıma geçiş veya antimikrobiyal ilaca başlanması yönündeki önerilerin yüksek oranda kabul gördüğü gözlenmiştir (10). Enfeksiyon hastalıkları eczacıların yer aldığı antimikrobiyal yönetim programlarının etkilerinin incelendiği bir çalışmada antibiyotik kullanımlarının ve anitmikrobiyal maliyetlerinin azaldığı tespit edilmiştir (11). Diğer bir çalışmada enfeksiyon hastalıkları eczacıların klinisyenle birlikte oluşturduğu ekibin uyguladığı antimikrobiyal yönetim programı ile uygunsuz antibiyotik kullanımının azaldığı, hastaların bakımının ve tedavi sonuçlarının iyileştiği gösterilmiştir (12). Enfeksiyon

hastalıklarında uzman bir klinik eczacının ve enfeksiyon hastalıkları uzmanının yer aldığı bir antimikrobiyal yönetim programının, uygulandığı yedi yıl boyunca son derece maliyet etkili bir program olduğu ortaya konmuştur (13). İntravenöz antimikrobiyal ilaç kullanan hastalarda uygun zamanda oral antimikrobiyallere geçiş olarak tanımlanan ‘ardışık antimikrobiyal tedavi’ antimikrobiyal yönetiminin önemli bir parçasıdır. Eczacı tarafından yürütülen ardışık antimikrobiyal tedavi stratejilerinin incelendiği bir çalışmada, kontrol grubuna göre intravenöz antimikrobiyal tedavi süresinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde azaldığı ve oral tedaviye geçiş zamanının düzeldiği saptanmıştır (14). Antimikrobiyal yönetim programında geçici olarak eczacının yer almadığı bir dönemin eczacının yer aldığı dönemle retrospektif olarak karşılaştırıldığı bir çalışmada, antimikrobiyal yönetim programında geçici olarak eczacının yer almamasının bazı antimikrobiyallerin uygun olmayan kullanımlarında ve ortalama tedavi sürelerinde artışa neden olduğu görülmüştür (15). Sonuç olarak, literatürde de görüldüğü gibi, antimikrobiyal yönetimi multidisipliner bir yaklaşımla başarıya ulaşmaktadır. Yine bu yazıda geçen çalışmalarda olduğu gibi klinik donanıma sahip bir eczacı bu ekibin önemli bir parçasıdır ve uygun antimikrobiyal 17


kullanımına katkı sunmaktadır. Eczacının, bulunduğu kurumda akılcı antibiyotik kullanımının sağlanabilmesi için güncel farmakoterapi kılavuzları ışığında kendisini sürekli geliştirmesi ve ilgili komitelerde daha aktif rol alması gerekir. Konuya ilişkin meslek içi eğitim programları ve klinik eczacılık gibi lisansüstü programlar veya uzmanlık eğitimleri eczacının değerlendirebileceği seçeneklerdendir. Bunların yanı sıra ulusal akılcı antibiyotik kullanım kılavuzlarının geliştirilmesi ve sağlık ekibinin bu programlara uyumunun sağlanması da önemlidir. *Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı KAYNAKLAR 1. Cosgrove SE, Hermsen ED, Rybak MJ, File TM Jr, Parker SK, Barlam TF. Infect Control Hosp Epidemiol. 2014;35(12):1444-51. 2. Traynor K. Am J Health Syst Pharm. 2007;64(3):226-8. 3. Pedersen CA, Schneider PJ, Scheckelhoff DJ. Am J Health Syst Pharm. 2014;71(11):924-42. 4. Wickens HJ, Farrell S, Ashiru-Oredope DA, Jacklin A, Holmes A; Antimicrobial Stewardship Group of Department of Health Advisory Committee on Antimicrobial Resistance and Health Care Associated Infections (ASG-ARHAI). J Antimicrob Chemother. 2013 Nov;68(11):2675-81. 5. Magedanz L, Silliprandi EM, dos Santos RP. Int J Clin Pharm. 2012 Apr;34(2):290-4. 6. Tachi T, Teramachi H, Asano S, Tanaka K, Fukuta M, Osawa T, Aoyama S, Yasuda M, Mizui T, Goto C, Tsuchiya T. Pharmazie. 2013;68(12):977-82. 7. Lin YS1, Lin IF, Yen YF, Lin PC, Shiu YC, Hu HY, Yang YP. Am J Infect Control. 2013;41(11):1069-72. 8.Boyles TH, Whitelaw A, Bamford C, Moodley M, Bonorchis K, Morris V, Rawoot N, Naicker V, Lusakiewicz I, Black J, Stead D, Lesosky M, Raubenheimer P, Dlamini S, Mendelson M. PLoS One. 2013 Dec 9;8(12):e79747. 9. Michaels K, Mahdavi M, Krug A, Kuper K. Hosp Pharm. 2012;47(8):608–616. 10. Buyle FM, Wallaert M, Beck N, Boelens J, Callens S, Claeys G, Deryckere S, Haegeman E, Leroux-Roels I, Sermijn E, Steel E, Robays H, Vandekerckhove L, Vermis K, Vogelaers D. Acta Clin Belg. 2014;69(5):320-6. 11. Yu K, Rho J, Morcos M, Nomura J, Kaplan D, Sakamoto K, Bui D, Yoo S, Jones J. Am J Health Syst Pharm. 2014;71(12):1019-28. 12. Palmer HR, Weston J, Gentry L, Salazar M, Putney K, Frost C, Tipton JA, Cottreau J, Tam VH, Garey KW. Am J Health Syst Pharm. 2011;68(22):2170-4. 13. Standiford HC1, Chan S, Tripoli M, Weekes E, Forrest GN. Infect Control Hosp Epidemiol. 2012 Apr;33(4):33845. 14. Dunn K1, O’Reilly A, Silke B, Rogers T, Bergin C. Int J Clin Pharm. 2011;33(2):208-14. 15. Cappelletty D, Jacobs D. Am J Health Syst Pharm. 2013;70(12):1065-9.

18


Gezgin Ecz. Varlık Sezgin

Kıbrıs, bir bakıp çıkacağım…

B

ilinenlerin aksine bilinmeyenlerini keşfetmek için bu defa rota yavru vatan. Hazır mısınız? Kıbrıs’ın Türkiye’den görünümü sadece küçük bir adadan ibaret diye biliriz. İnanın bu yazıyı okuduktan sonra tüm düşünceleriniz değişecek. Sokaklarında dolaşmaya, halk ile kucaklaşmaya gidiyoruz. Kıbrıs, Akdeniz’in en stratejik konumuna sahip adalarından biridir. Yaklaşık 9.251 kilometrekarelik alanı ile Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya adalarında sonraki 3. en büyük adasıdır. Hatta bulunduğu konum gereği en önemlisidir. Nitekim, kuzeyde Türkiye’ye 65 km, güneyde Mısır’a 418 km, doğusunda Suriye’ye 112 km ve İsrail’e 267 km uzaktadır.

Adanın toplam nüfusunun %70’i Rum , %30’u da Türk’tür. Mevcut popülasyon adanın yerleşimini de etkilemiş olsa gerek, 1963 yılı itibariyle yaşanan olaylar 1974 yılına kadar sürmüş ve 20 Temmuz 1974 yılında Türkiye Cumhuriyeti Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekatı ile Kıbrıs’ın %30’luk kesimi olan kuzey tarafı Türklere, %70’lik güney kesimi de Rumlara ait olacak şekilde ayrılmıştır. Günümüzde de her kesim kendi devletine sahip şekilde devam etmektedir.

İşin en ilginci, Türkler biraz Rum, Rumlar da biraz Türk olarak yaşarken bu şiddete ve savaşa ne gerek varmış demedim değil açıkçası. Tabii işin dinamiğini bilemesek de, bizlere yansıyan etkisi bu şekilde. Kıbrıs’ın adı ile ilgili birçok rivayet vardır. Ancak en çok inanılan ve beni de o ölçüde etkileyen hikaye, adanın isminin burada yetişen Kına çiçeğinin (Lawsonia alba) İbranice karşılığı olan Kopher, yine adada bolca bulunan bakırın Latince karşılığı olan Cuprum kelimesinden geldiğidir. En çok kabul gören tez de Kıbrıs metali anlamına gelen Latince aes Cyprium ya da kısaltılmış haliyle Cuprum’dan geldiğidir. Bunların yanında Kıbrıs’ın, Yunan güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit bu adada doğduğu için Afrodit’in adası Afrodisia ve Amatosia olarak da adlandırıldığı bilinmektedir. Girne’nin Beşparmak dağları eteğine kurulmuş, eski manastırdan devşirme bir otel olan Bellapais Monastery Village’da kalabilirsiniz. İlk gün; Odaların eskiden dershane olduğunu öğrenmek de bir hayli ilginç gelse de, restorasyon 19


ile bungalov havası verilmiş otelin geçmişi de çok eski değil. İçeri girdiğinizde fark edeceğiniz ilk şey mekanın büyülü kokusu olacak. Neden mi? Yöre halkının Hindistan geceleri diye adlandırdığı ağacın çiçekleri, akşamları güneşin batması ile enfes bir koku etrafa yayıyor. Gündüzleri ise aksine koku yaymasa da, muhteşem ihtişamı ile gözleri büyülüyor. Kokunun, sizleri yumuşak bir duygu alemine götürdüğüne şahitlik edeceksiniz. Benden söylemesi.

Binlerce millete ev sahipliği yapmış, Akdeniz’de inci gibi parlayan Kıbrıs, mitolojik olaylar bir yana, en küçük yaprağının bile savaşlara konu olduğu, her taşının altında tarih kokan altın değerinde bir adadır.

Kıbrıs’ta kesinlikle erken kalkmanızı öneririm. Adanın her gün güneş ile buluşmasına tanıklık etmek gerçekten çok keyifli olacaktır. Denizden gelen güneşin ışıkları sahile konan bir martı gibi sıra sıra evleri aydınlatarak tüm Ada’yı uyandırışı mükemmel bir görsel şölen sergilemektedir. Her otelde olduğu gibi, bizim otelde de kahvaltıda yöresel lezzetler servis edilmekte. Reçel sevenler için şiddetle tavsiye ederim ki, turunç reçeli ve havuç reçeli inanılmaz güzel. Hele bir de yanında nar gibi kızarmış hellim peyniri oldu mu demeyin keyfe. Yanında sunulan köy ekmeği gabiradan da mutlaka yiyin. Bir de harnup veya üzüm pekmezini tatmanızı öneririm. Profesyonel bir rehber ile adayı turlamanız şart. Nitekim ada sadece bir toprak parçasından ibaret değil. Binbir türlü hikayeyi dinlemek için yola koyulmanız an meselesi... Görülecek o kadar çok yer, dinlenecek o kadar fazla hikaye var ki… Binlerce yıl binlerce millete ev sahipliği yapmış, Akdeniz’de inci gibi parlayan Kıbrıs, mitolojik olaylar bir yana, en küçük yaprağının bile savaşlara konu olduğu, her taşının altında tarih kokan altın değerinde bir adadır. Stratejik konumu gereği sahil şeridinde olan şehirlerin hepsinin kalesi mevcuttur. Girne, Kantara ve Bufavento kaleleri peri masalla20

rından etkilenerek düşlediğimiz kaleleri hiç andırmıyor. Ancak duvarlarında tarihi yaşayacak, geride bıraktığı yılları ve yaşananları hissedeyıl binlerce ceksiniz. St. Hilarion Kalesi, Beşparmak Dağları’nın kuzeye bakan eteklerine inşa edilmiş bir kaledir. Kale burçları arasından güzel tatil beldesi Girne ile doğanın mükemmel manzarasını kuşbakışı seyretmeniz mümkün.

Her adımında kanlı mücadele yaşanmış olan St. Hilarion Kalesi’nin ise, Walt Disney’in Pamuk Prenses romanındaki kaleye ilham verdiğine inanılmaktadır. Nitekim Walt Disney’in yıllar önce Kıbrıs’ta St. Hilarion’a gelip buralarda keşif turları yaptığı ve romanı için ilham kaynakları aradığı bilinmektedir. Kıbrıs acayip zengin bir mutfak kültürüne sahiptir. Esasında alabildiğince geniş verimli toprakları olmasına rağmen bunun sadece %20’lik kısmı sulak arazidir. Adada ciddi bir su sıkıntısı var. Ancak Kıbrıs-


lı çalışkan ve dirayetli olduğundan, dar alan da olsa yine de enfes lezzetler sunmayı biliyor. Kocaman bir ‘’helal olsun’’ demek gayet yerinde olur. Girne’de Kıbrıs evi diye bir yer var. Limanı tam tepeden gören kalenin yanında minik bir restoran… Size naçizane tavsiyem önce terasında bir oturun şöyle bir iki dakika etrafa bir bakın ki, nerede olduğunuzu fark edin. Adeta aynı anda farklı uygarlıkları tadacağınız muazzam bir manzara göreceksiniz karşınızda… Masamıza önce Kereviz turşusu geldi. Belki çoğunuzun Kereviz’in de turşusu mu olur dediğinizi duyar gibiyim. Emin olun bir harika. Bilindiği üzere turşu tuzlu olmasından dolayı insanın iştahını kabartır. Ama inanın yedikçe doyacağınız, doydukça da acıkacağınız bir lezzet. Hellim böreği ile bulgur köftesi önce gözü sonra damak tadını etkileyici lezzete sahip. Bulgur kültürü Güneydoğu’dan gelmiş herhalde. Zira Maraş mutfağının altın bebeğidir bulgur ve bulgurdan yapılan lezzetler. Ama hellim böreğinin lezzeti gerçekten bir harika… Üzerine hafif bal dökülerek yeniyor. Siz istediğiniz kadar dökün. Lezzeti asla değişmiyor. Bizzat denedim ve afiyetle yedim.

Ana yemek öncesi servis edilen lezzetler kısmen başınızı döndürebilir. Ama işin gizemi ana yemeklerin gelmesi ile başlıyor. Ada’nın çağlar boyu kültürel etkilerini mutfak kültüründe de göreceksiniz. Magarina bulli, Şeftali Kebabı, Küp Kebabı, Pirohu bu yemeklerden sadece birkaçı. Şeftaliyi çok sevmemden ötürü, tercihimi Şeftali Kebabı’ndan yana kullandım. Ancak, Şeftali Kebabı’nın adına kesinlikle aldanmayın. Şeftali ile hiçbir ilgisi yok. Şeftali kebabı, koyun veya keçinin “gömlek” de denilen iç zarının kıyma, soğan ve maydanoz ile doldurulup, dolma biçiminde sarılmak suretiyle, şişte veya ızgarada pişirilmesi ile hazırlanan bir kebap çeşididir. Yanında garnitür olarak verilen patates ve bol maydanoz da kebabın süsü edasındadır. Pirohu da Kıbrıs’ın köklü yemeklerindendir. Nor peyniri (lor peyniri de kullanılabilir), kuru nane, yufka ve hellim peyniri ile hazırlanan bu enfes yemek de masaların değişilmezleri arasındadır. Ada’nın bir diğer tarım değeri de şüphesiz zeytindir. Zeytin ağaçlarını her yerde görebilirsiniz. Suyun elverdiği oranda adaya serpilmişçesine yapraklarından sarkan zeytinleri görebilir, hatta toplayanları seyredebilirsiniz. Ada zeytininden hazırlanan ara soğuk Çakistas’ı, ekmek bana bana yiyeceksiniz.

21


Andolina İnciri de Kıbrıs’a gelenlerin yaşayacağı ilklerdendir. Boyutları normalden küçük ve yumuşak olması sebebi ile kolayca ezilebileceğinden aldığınız an yemenizi öneririz. Tadı hâlâ damaklarımda…

O sebeple artık turizmin odak noktasını sadece kumara değil kendi değerlerinin tanıtımına da kaydırmayı düşünüyorlar. Zengin tarihi ve doğası ile mükemmel Kıbrıs mutfağı bizleri bekliyor.

Yemek sonrası bir de keyif kahvesi içmeyi unutmayın. Manzara da kulağınıza bir Akdeniz türküsü fısıldayacaktır emin olun.

Ve Pazar günü;

Kıbrıs’ın bu kadar zenginliği varken insan neden koca ada sadece kumar ile tanınabilir acaba demeden edemiyor. Tabi bunun da mutlaka bir hikayesi vardır herhalde. Nitekim kumar bir tercihten ziyade bir hayat tarzı haline gelmiş birçok insan için. Özellikle de Türkiye’de 90’lı yıllarda yasaklanan kumar ile insanların büyük bir çoğunluğu Kıbrıs’a kaymış. Bu da Kıbrıs’ın ekonomisine can katmış. Ekonomisi canlandıkça yatırımlar olmuş, istihdam da artınca, Türkiye’den son 20 yılda yoğun göçler yaşanmış. Adanın büyük bir çoğunluğu Kıbrıs Türkü ve yabancılar olsa da nüfusun yaklaşık %10’u da Türkiye’den göç eden Türk vatandaşlarıdır. Adada Akdeniz kültürünün hakim olması, Kuzey Kıbrıslı vatandaşların sıcak, samimi ve içten olmalarına vesile olmuş. Kiminle konuşursanız konuşun, insanların en önemli ortak özelliği yüzlerinin gülüyor olmasıdır. Ama şunu da belirtmek isterim ki, adada ciddi sorunlar da yok değil. Su sıkıntısı baş göstermiş. Ve adanın enerji kaynakları sınırlı. E hal böyle olunca da, su faturaları elektrik, yakıt gibi giderler Türkiye’nin yaklaşık 3 katı kadar. Ancak Kıbrıs halkı ne sorunlar ile savaşıp özgürlüklerine kavuştuklarından, mücadele etmekten asla vazgeçmeyen bir halk. Taşı sıksa suyunu çıkaracak şekilde dirayetli ve iradeliler. 22

Yine güneşin ada ile buluşmasına tanıklık ettikten sonra düştük yollara. Ada’nın kuzeydoğu yakasına doğru direksiyonu kırdığımızda saat sabahın 08.30’uydu.Yoğun maratonun ikinci savaşı için her ne kadar vakit erken olsa da, adanın uykudan uyanışını hep birlikte görmüş olduk. Rota Dipkarpaz… Kuzey Kıbrıs’ın milli parkı olarak kayıtlara geçmiş Dipkarpaz, esasında eski bir Rum köyü edası ile hâlâ yaşamını tüm çıplaklığı ile idame ettirmekte. Dipkarpaz’a girerken bir tarafta kilise diğer tarafta da cami sizi karşılayacaktır. Cami ve kilisenin konumu gibi, caddenin bir tarafında Rum kahvesi diğer tarafta da Türk kahvesi misafirlerini ağırlamaya devam etmektedir. Dipkarpaz, Kıbrıs Adası’nda, Türk ve Rumların birlikte yaşadığı nadir kalan yerlerdendir. Rum Kahvesi’nde sıcak bol köpüklü bir kahve içmenizi öneririm. Kahvedeki Rumlarla iki lafın belini kıracağınıza adım gibi eminim. Siz istemeseniz bile onların samimiyeti, sizleri onlara sürükleyecektir. Benden söylemesi. Yorgo, Dimitri, Nikolas amcalar sizleri bekliyor. Emin olun siz Rumca bilmiyorsanız, onlar da ne İngilizce ne de Türkçe biliyorlar. Bakışarak anlaşmanız için mükemmel bir ambiyans, hem de ellerinizde kahve fincanlarınız ile bol köpüklü kahvelerinizi yudumlarken. Zafer Burnu’na doğru devam ettiğinizde Dipkarpaz Milli Parkı’na gelmiş olacaksınız.


Yaklaşık 27 km’lik alanın milli park olarak belirlenmesinin birçok nedeni vardır. Bunlardan birkaçı; 1. Kıbrıs’ta bulunan 47 adet endemik yani Kıbrıs’a özgü bitkinin 24’ü, milli park alanı içerisindedir. 2. Koruma altına alınmış 5 tür memeliden 2 türü, 16 tür sürüngenden 12 türü, ve 215 tür kuştan 147 türü yine milli park alanında barınmaktadır. 3. Bu bölge tüm Akdeniz’de 400 ya da 500 tane kaldığı tahmin edilen Akdeniz foklarının yaşam alanı arasındadır. 4. Benzer şekilde nesli tükenme tehlikesi altında olan Yeşil Kaplumbağa’ların (Green Turtle) Akdeniz’deki 3’üncü en önemli üreme alanı arasındadır. 5. Burnundaki Klidhes Adaları türü tükenmekte olan ada martısı ve karabatağın yegane üreme alanlarıdır. Dipkarpaz’ı biraz geçtikten sonra Zafer Burnu’nun hemen körfez kısmında sizi mükemmel bir kumsal karşılayacaktır. Altınkum, enfes kumsalı, kumu ve berrak denizi ile yaz aylarında Kıbrıslıların kalabalıktan kaçıp nefes aldıkları, istedikleri gibi güneşlendikleri, denizin ve kumun keyfini çıkardıkları gizli bir cennet gibidir. Ahşaptan yapılmış bungalovlar otel olarak hizmet ediyor olsa da, doğaya zararı en asgari seviyededir. Denizin tadını umarsızca çıkarmak isteyenler için bulunmaz bir zenginliktir Altınkum. Sadece insanların değil, ayrıca karetta karettaların da kısa bir mola verdikleri yerdir. Kumun ince tanelerinden hatıra olarak yanınıza alacağınıza eminim. Direksiyonu Gazimagusa’ya doğru kırdığımızda akşam yeni olmaya başlamıştı. Yaklaşık 1 saatlik yolculuktan sonra Kuzey Kıbrıs’ın en önemli liman şehirlerinden biri olan Gazimağusa’ya vardık. Gazimağusa’nın esas gelişimi adaya çok büyük katkıları olan Lüzinyanlar Dönemi’nde olmuştur. Yakındoğu’dan şehre yerleşenler, kültür ve değerleriyle kent sakinlerine yeni bir güç ve dinamizm katmışlar. Osmanlılar

Dönemi ile önemi daha da artan Gazimağusa’da Kıbrıs’ın ilk üniversitesi olan Doğu Akdeniz Üniversitesi hizmet vermektedir. Kalesi tüm ihtişamı ile hâlâ sapasağlam dimdik duran Gazimağusa’da, dondurma yemek isterseniz, hemen kale içerisinde Petek Pastanesi’nde Maraş Dövme Dondurma lezzet tutkunlarını sabırsızlıkla beklemektedir. El yapımı çikolata, pasta ve tatlıların da süslediği vitrini görmeden ve lezzetleri tatmadan dönmeyin. Kiliseden dönme Lala Mustafa Paşa Camii’nin önünde bir poz kare çekmeyi de unutmayın. Gazimağusa’ya gelmişken Namık Kemal’in 8 yıl yattığı koğuşunu da görün ki, memleket sevdası şiirlerin nasıl ve hangi ruhla yazıldığına tanıklık edebilesiniz. Zalim Olsa ne rütbe bi-perva Yine bünya-dı zulmü biz yıkarız Merkez-i hake atsalar da bizi Küre-i arzı patlatır da çıkarız. Gazimağusa’nın güney kısmında bulunan kapalı Maraş bölgesinden geçtiğimizde hepimizi bir hüzün kaplamadı değil. Nitekim koca koca binalar ile dönemin popüler tatil beldesi olarak inşa edilen Maraş bölgesi, Mısır’dan getirilen kum ile dünyada ün salmaya başladığı zamanda saldırılar başgöstermişti. Kentin boşaltılması ve ardından Birleşmiş Milletler’in isteği ile Türk ordusunun korumasına bırakılan ıssız bir kent halinde durmaktadır. Dönemin ilk 7 yıldızlı otelin inşaatı hali hazırda yıkık dökük virane şekilde ama dimdik durmaktadır. Emin olun bu yazıyı okuduktan sonra, macera ve keyif dolu, zengin tarihinden, inanılmaz doğasına, mükemmel mutfağından sıcak samimi ve misafirperver dostluğuna kadar Kuzey Kıbrıs’ın tüm bilinmeyenlerine doğru yol alacaksınız. Haydi Kıbrıs’a, hep birlikte yavru vatana… Keşfe devam…

23


EECP (Ritmik Masaj) Koroner Kalp Hastasına Sağlık ve Yaşam Desteğidir Prof. Dr. Günsel (Şurdum) Avcı* Çin’de 1980’li yılların başında geliştirilen ve 1995 yılında Amerika’da FDA onayı aldıktan sonra uygulanması dünyada yaygınlaşan EECP (Ritmik Masaj) Tedavisi, koroner kalp hastalığının, henüz yalnızca risklerinin olduğu gizli döneminden, kalp krizleri sonucu kalp yetersizliğinin geliştiği en ileri dönemine kadar her evresinde, korunma ve iyileşme sağlayan bir tedavidir.

D

ünyada ve Türkiye’de en sık görülen ve ölüm nedenlerinin başında yer alan koroner kalp hastalığı ve kalp yetersizliği olan hastalara, sıklıkla, balon-stent tedavisi, bypass ameliyatı, kalp pili tedavisi, kalbe destek aygıtları ve yapay kalp takılması, kalp nakli gibi, kanlı ve girişimsel olup, uygulama sırasında ve sonrasında ciddi riskleri ve yan etkileri olan, ileri teknoloji ürünü ve pahalı yöntemlerle tedavi hizmeti sunulmakta, ülkemizde henüz yaygınlaşmamış “EECP (Ritmik Masaj) Tedavisi”nden genellikle hiç söz edilmemektedir. EECP Tedavisi (Enhanced External Counter Pulsation), vücudun belden aşağısına kalp ritmi ile uyumlu olarak yapılan “Ritmik Masaj” niteliğinde bir uygulama olup, en öne çıkan etkisi kalbin damar ağını zenginleştirip, damar darlıkları nedeni ile yeterli kan alamayan kalp bölgelerinin kanlanmasını

24

sağlayan doğal bypasslar oluşturmaktır. Bu nedenle, “Doğal Bypass Tedavisi” (Naturel Bypass Therapy) diye de tanımlanmaktadır. EECP (Ritmik Masaj) Tedavisi, kansız, ameliyatsız ve doğal bir tedavidir. EECP tedavisi sırasında, vücuttan kan akmasına neden olacak herhangi bir işlem, ya da ilaç uygulaması yapılmaz. Tüm doku ve organlarda kanlanma artar, vücut kendi kendini onarır. Günde 1-2 saatten 35-50 saatlik kürler şekline uygulanan EECP tedavisi için çok ağır olmayan hastaların hastanede yatmak gerekmez. Fizik tedavi merkezi ya da spor salonuna gider gibi, günlük EECP tedavisini alır, aktif yaşantılarına devam ederler. Otuz yılı aşkın süredir EECP üzerinde araştırma yapmış ve yararlı etkilerine tanık olmuş bilim insanları, EECP Tedavisini, damar


sertliğine bağlı kalp ve damar hastalıkları için “devrim niteliğinde bir tedavi” kabul etmekteler. EECP (Ritmik Masaj) Tedavisinin Başlıca Etkileri şöyle özetlenebilir: EECP tedavisi sırasında, vücudun belden aşağısına sarılan sargıların her kalp atımının uygun zamanında, otomatik olarak, ardı sıra, basınçlı hava ile şişirilip boşaltılması şeklinde yapılan ritmik masaj, vücutta kan dolaşımını canlandırmakta, hızlanmış kan akımı damarların iç yüzeyine yararlı bir masaj (shear stress) etkisi yaparak damar sertliğinden korumaktadır. Yapılan deneysel çalışmalarda, çok yüksek kolesterol değerlerine rağmen, EECP’nin damar sertliği oluşumunu önlediği, hatta mevcut damar sertliği plaklarının küçülmesini sağladığı görülmüştür. EECP tedavisi, kalp başta olmak üzere tüm organların damarlarını genişletmekte, küçük çaplı damarların açılmasını sağlayarak ve yeni kılcal damar oluşumunu uyararak, damar ağını zenginleştirmektedir. Böylece damarları daralmış bölgelere kan taşıyan “Doğal Bypasslar” oluşmakta, kanlanması düzelen doku ve organlar daha iyi işlev görmekte, kanlanma azlığına bağlı yakınma ve hastalık belirtileri düzelmektedir. EECP tedavisinin diğer önemli bir etkisi de doğal kök hücre sayısını ve aktivitesini arttırarak, harap olmuş doku ve hücrelerin yenilenmesini uyarmaktır. Bu etkilerinin ışığında, EECP tedavisi kime ne zaman uygulanır, gözden geçirelim:

Koroner kalp hastalığının gizli döneminde EECP ile korunma sağlanabilir. Koroner kalp hastalığı, kalbi besleyen damarlar olan koroner damarların, damar sertliği ya da ateroskleroz diye bilinen hastalıkla yer yer daralması ve/veya tıkanması sonucu ortaya çıkan, kronik ve ilerleyici bir hastalıktır. Ergenlik çağında başlayan damar sertliği, risk faktörlerin varlığında daha hızlı ilerlemekte, damarların çapında %70’ten fazla darlıkların oluşması ile, hastalık, erken yaşlarda, yol yokuşta göğüs ağrısı yakınmaları ile ya da kalp krizi ile ortaya çıkmaktadır. Yakın akrabalarda erken yaşlarda koroner kalp hastalığı olması; şeker hastalığı, inatçı hipertansiyon ve kolesterol yüksekliği olması; stresli yaşantı, sigarayı bırakamama düzenli egzersiz yapmama gibi risk faktörleri damar sertliğine yatkınlık oluşturmaktadır. Bu risklerin birkaçının birlikte bulunduğu koroner kalp hastalığına aday olan kimselerde EECP tedavi kürleri ile korunma sağlanabilir. Balon stent tedavisi ve bypass ameliyatından sonra EECP ile korunma sağlanabilir. Balon-stent tedavisi, koroner damarlarda belirli bir noktada oluşmuş ciddi darlığın koroner anjiyografi çekimine benzer bir işlemle genişletilmesidir. Damar içinde balon şişirilerek darlık genişletilir ve tekrar daralmayı önlemek için de “stent” denen ince metal tellerden yapılmış silindir şeklinde bir kafes yerleştirilir. Bypass ameliyatı, ciddi bir ameliyat olup, 25


yeni damar parçaları ile darlıkları atlayan köprüler oluşturulur; böylece damardaki darlık noktasının ilerisine kan akımı sağlanır.

Damar çapı küçük olan koroner kalp hastalarında en ideal tedavi EECP tedavisidir. Bu hastalarda EECP tedavisi ile damarlar genişler, damar ağı zenginleşerek “Doğal Bypasslar” oluşur; yakınmalar kaybolur.

Bu her iki girişimsel tedavi de, damarlardaki ciddi darlıklara odaklı tedaviler olup, bu darlıkların yol açtığı kanlanma eksikliğini bir süre için gidermektedir. Bu süre, damarın yapısına ve kişide var olan damar sertliği risklerine göre değişmektedir. Şeker hastalarında ve kadın koroner kalp hastalarında olduğu gibi, küçük damar çaplı hastalarda, stent ya da bypass ameliyatından bazen 2-3 ay gibi kısa süre sonra, aynı damarlarda yeniden daralmalarla hastalık nüksetmektedir. Damar sertliği için yüksek derecede riskleri olanlarda ise, diğer damarlardaki hafif derecedeki darlıkların ciddi boyutlara ulaşması ile hastalık belirtileri tekrar ortaya çıkmaktadır.

Bu nüksleri önlemek, stent uygulaması ve bypass ameliyatından elde edilen iyiliğin daha uzun ömürlü olmasını sağlamak için, bu tedavilerin ardından EECP tedavisi uygulanmalıdır. EECP tedavisi, stent ve bypass uygulanmış noktalarda sürekli kan akımı sağlayarak yeniden daralma ve tıkanmaları önler. Damar genişletici ve damar sertliğini önleyici etkisi ile diğer damarlardaki önemsiz darlıkların ciddi boyutlara ulaşmasını geciktirir. Balon-stent ve bypass ameliyatı uygulanamayan hastalar EECP ile tedavi edilebilir. Koroner damar çapları küçük olan koroner kalp hastalarına stent ve bypass ameliyatı ya hiç uygulanamamakta, uygulansa da kısa süre içinde yeniden daralma ve tam tıkanmalarla hastalık tekrar ortaya çıkmaktadır. 26

Bu durum sıklıkla şeker hastalarında ve kadın koroner kalp hastalarında görülmektedir. Bu hastalarda, tekrar tekrar stent uygulanmasına rağmen göğüs ağrılarının devam ettiğine, bypass ameliyatından bazen 3 ay gibi kısa süre sonra damarların tıkandığına tanık olmaktayız.

Damar çapı küçük olan koroner kalp hastalarında en ideal tedavi EECP tedavisidir. Bu hastalarda EECP tedavisi ile damarlar genişler, damar ağı zenginleşerek “Doğal Bypasslar” oluşur; yakınmalar kaybolur. Damarları yeniden daralan veya tıkanan hastalar EECP ile tedavi edilebilir. Balon-stent veya bypass ameliyatından sonra, damarlarında yeniden ciddi darlıklar oluşmuş, kullandıkları çok sayıda ilaca rağmen göğüs ağrısı yakınmaları devam eden, sık olarak hastaneye başvuran ve koroner anjiyografisi tekrarlanan, fakat damarları yeniden stent ve bypass ameliyatına uygun olmayan hastalar, EECP tedavisinden büyük yarar gören hastalardır. Bu hastalarda 35-50 saatlik EECP tedavisinden sonra, %80 oranında yakınmalar kaybolmakta, sık hastane başvurusuna ve koroner anjiyografi tekrarına gerek kalmamakta, çoğunluğunda bu iyilik durumu 2 yıldan uzun süre devam etmektedir. Kalp yetersizliği olan hastalar EECP ile tedavi edilebilir. Koroner damarlardaki tam tıkanmalarla kalp krizi geçiren hastalarda, kalbin kan pompalama gücü azalır ve kalp yetersizliği başlar; nefes darlığı, vücutta sıvı birikmesi, halsizlik gibi yakınmalar ön plana çıkar. Çeşitli ilaçlara rağmen bu yakınmaları devam eden ağır


kalp yetersizliği hastaları günümüzde kalp pili, kalp destek aygıtları, yapay kalp ve kalp nakli gibi yöntemlerle tedavi edilmektedir. İleri teknoloji ürünü olup oldukça pahalı olan bu tedavilerle, hem uygulama sırasında ve hem de hastanın sonraki yaşamında ciddi komplikasyonlar ortaya çıkmakta, sürekli aygıtla ve/veya ciddi ilaçlara bağımlı yaşamak, sık hastane kontrolü, hastanın yaşam kalitesini önemli ölçüde bozduğu gibi, devletin sağlık harcamalarını da büyük ölçüde arttırmaktadır.

Özellikle, beyinde ani damar tıkanmasına bağlı inme de, beyin kanlanmasını arttırmak ve sakatlığı önlemek için; ani körlük ve ani sağırlıkta; ileri yaştaki erkeklerde görülen sertleşme kusuruna bağlı cinsel iktidarsızlıkta, huzursuz bacak ve kronik yorgunluk durumlarında, profesyonel sporcularda performansı arttırmak için, yaşlanmayı geciktirmek için anti-aging olarak kullanılmaktadır. *Prof. Dr. Günsel Şurdum Avcı Kimdir? İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1970’te mezun oldu. Aynı üniversitede 1976’da iç hastalıkları uzmanı, Haseki Kardiyoloji Enstitüsü’nde 1984 de Doçent ve Mar-

EECP tedavisi, yetersiz kalbe vücut dışından pompa desteği sağlamakta, vücutta biriken sıvının böbrekler yolu ile atılmasını arttırmakta, nefes darlığı, ödem ve diğer yakınmalar kaybolmaktadır. Birçok hasta 35-50 saatlik EECP tedavisinden sonra, 2 yıldan uzun süre, bir hastane başvurusuna gerek görmeden yaşama şansı kazanmaktadır. Çok seyrek olarak bazı hastalarda sürekli EECP tedavisine ihtiyaç olmakta, bu hastalar, böbrek yetersizliği olan hastaların haftada 2-3 saat hemodiyalize girmeleri gibi, haftada 2-3 saat EECP tedavisi alarak, risksiz ve rahat bir yaşam olanağı bulmaktalar.

mara Üniversitesi’nde 1990 da Profesör unvanı aldı. 1985 yılından başlayarak 17 yıl Amerikan Hastanesi Kardiyoloji Departmanı’nda çalıştı. 2002 yılından bu yana İstanbul Memorial Hastanesi’nde Konsultan Kardiyolog ve EECP (Doğal Bypass) Tedavi Ünitesi Sorumlusu olarak çalışmakta. Mesleki uygulamalarında her zaman kansız ve risksiz tanı ve tedavi yöntemlerine ilgi duymuş ve uygulamıştır. Londra’da aldığı 15 aylık eğitimden sonra 1980 yılında İstanbul’da ilk Ekokardiyografi uygulamalarını Haseki Kardiyoloji Enstitüsü’nde başlatmış ve sonraki yıllarda bulunduğu üniversite ve özel hastanelerde bu yöntemi uygulamıştır. 2001 yılında, kalp hastalarının tedavisinde kansız, ameliyatsız bir yöntem olan ve araştırıcılarının “Kalp Hastalığı

On iki yılı aşkın süredir uygulamakta olduğumuz EECP tedavisi ile çok ağır kalp yetersizliği olan hastalarımızda da çok yüz güldürücü sonuçlara tanık olduk. Odadan odaya gidecek gücü kalmamış hastalarımız, EECP tedavisinden sonra, aktif yaşama ve masa başı işlerine dönebildiler.

için Devrim Niteliğinde Tedavi” diye tanımladıkları EECP tedavisine ilgi duymuş, Amerika’da Pittsburgh Üniversitesi Hastanesine yaptığı inceleme ziyaretinde, yararlı ve etkili bir tedavi olduğunu gözlemledikten sonra, 2002 yılında İstanbul’da Memorial Hastanesi’nde uygulamaya başlamıştır. Sonraki yıllarda yaptığı yurtdışı ziyaretlerle, EECP tedavisinde dünyaca ünlü bilim adamlarıyla tanışarak bilgi alış-

Kalp dışı hastalıklarda da EECP ile tedavi ve korunma sağlanabilir.

verişinde bulunmuştur. Bu tedavi ile ilgili bilgi ve deneyimlerini, katıldığı yurt içi ve yurt dışı bilimsel kongrelerde meslektaşları ile paylaş-

EECP yöntemi, kalp damarları yanı sıra, tüm organların damarlarında da kan dolaşımını arttırmakta ve daha verimli çalışmasını sağlamaktadır. Bu etki ile birçok organın kanlanma azalmasına bağlı hastalığının tedavisinde yararlanılmaktadır.

makta, katıldığı canlı TV programları, gazete ve dergilere gönderdiği makaleler ve verdiği konferanslarla halkımızı bilgilendirmeye çalışmaktadır.

27


Büyüteç Kerem Görsev ile yeni albümü üzerine Dr. Ecz. Merve Memişoğlu / Fotoğraflar: Dilan Bozyel

Usta bir sanatçı, caz deyince akla gelen ilk isim: Kerem Görsev… Cazla bütünleşmiş olan hayatını, yeni albümü Emirgan’ı, müziğin ve sanatın evrenselliğini birlikte konuştuk. Hadi kahvelerinizi alıp, siz de sohbetimize katılın. Piyanoyla ve cazla nasıl tanıştınız?

destekleyen kişiler oldu mu?

1967 yılında ilk oyuncağım piyanoydu benim. Üsküdar’da bir Ermeni ailenin konağından babam almıştı, eski bir Alman malı duvar piyanosuydu. 1967’de belediye konservatuarına girdim, piyanoyla tanışmam böyle oldu. 1972’de İstanbul devlet konservatuarı açılınca oraya geçtim. 70’li yılların ortasında abimin akademideki arkadaşları ressam Argun Okumuşoğlu, ressam ve fotoğraf sanatçısı Ali Arif Ersen’in bana dinlettikleri müziklerle cazla tanıştım, dinleyici olarak… Şimdi bile hâlâ iyi bir caz dinleyicisi olduğumu söylüyorum.

Bizden önceki kuşaklarda, rahmetli Erol Pekcan Türkiye’de cazı tanıtmak için uğraştı, gruplar kurdu, konserler verdi. Tabii o zamanlar medya bugünkü gibi değildi, Erol abi tek kanalda TRT’de programlar yapıyordu.

Türkiye’de caz deyince akla gelen ilk isim sizsiniz. Bu ülkeye uzak olduğu düşünülen bilinmeyen bir müziği insanlara tanıtmak, sevdirmek için uğraştınız. Karşılaştığınız güçlükler nelerdi? Bu yolda ilerlemenizde sizi 28

Benim 1994’te 33 yaşında “Hands and Lips” adlı ilk albümüm çıktı. Sonra ufak ufak medyada yer almaya başladım, yaptığım işin arkasında durarak… Ben inandığım işi yapıyorum, inanmadığım hiçbir notanın üstüne basmadım ve inanmadığım bir projenin içinde madde/para karşılığı asla yer almadım. Benim bir duruşum var, o duruş zaman geçtikçe sağlamlaşmaya başladı. Hep ideallerimin peşinden koştum. O zamanlar Prima TV’de ilk programları yapmaya başladım, 6,5 sene “Kerem Görsev ile Caz”ı TV8’de yaptım, TRT müzikte program yaptım. Son 3-4 senedir


Joy FM’de cazı dinleyicilerle buluşturuyorum. Yaptığınız işe inanıyorsanız, arkasında duruyorsanız ve inançlarınızdan taviz vermiyorsanız, siz doğru yolda gidiyorsunuz demektir. Birkaç albüm sonra da insanlar ciddi ve doğru olduğunuzu görüp, sizi takip etmeye başlıyorlar. Türkiye’de cazın yayılmasında sadece ben değil, inançlı, duruşu sırf sanat ve müzik olan pek çok insan var. Cazda çocuksu bir taraf olduğunu düşünüyorum. Kalıpların dışına çıktıkça mutlu olan çocuk ruhlu büyüklerin yarattığı eserler gibi geliyor bana… Sahne de oyun alanı gibi… Peki siz bir sanatçı olarak cazı nasıl tanımlardınız? Cazı küçük çocuklara tanıtmak ve sevdirmek için neler yapabiliriz? Caz müzikal bir pandomimdir. Pandomim sessizdir biliyorsunuz. Caz, pandomimin sesli halidir. Görüyorsunuz, konserlerde insanlar müzikle tam iç içe geçiyor, grup arkadaşlarımız da gözleriyle mimikleriyle müziği nereye götüreceklerini anlatıyorlar. Caz aynı zamanda bir masal anlatma mekanizmasıdır. Sahne, bir masal anlatma platformudur. Masal da kendi bestenizden çaldığınız müziktir. Her bestenin bir varoluş hikayesi ve var olduğuna dair bir gizli kahramanı vardır. Mesela beste yaparken mevsimler beni çok etkiler, en çok sonbahar ve ilkbaharda müzik yaparım. Yazın sonunda pastelliğe geçiş, kıştan sonra tabiatın doğması, varoluş beni etkilemiştir. Çocuklar içinse; mesela kızım için 2002 yılında “Existence” adlı bir albüm yapmıştım, sürekli onunla vakit geçirmiştim, onun gözünden dünyayı seyrettim ve ona parçalar yazdım. Cazın kendi içinde türleri var, belki biraz bizi aydınlatırsınız bu konuda. Mesela ben bir Amy Winehouse hayranıyım. Ama aynı zamanda müzikallerde seslendirilen caz şarkılarını da çok seviyorum. Bu durumda sizce ben hangi tip caz dinleyicisiyim? Amy Winehouse bir pop sanatçısıdır. Tony Bennett ile düet yaptılar, genelde müzikte karışımlar popüler olur ve çok fazla insana ulaşır. Genç kızlığında Amy Winehouse caz şarkısı söylemiştir. Ama cazcı gibi yaşamadı, o yüzden cazcı kategorisine koyamayız. Amerikan sinemasındaki tüm filmler bir caz 29


şarkısından doğmuştur. Sizin sevdiğiniz caz, vokal caz. Çünkü siz size mutluluk veren, sözlerden bir şeyler anımsayan, o filmlerin hikayesi ile hayallerinde yolculuk eden bir insansınız. Yeni albümünüzden konuşalım. Adı Emirgan… Söylendiğine göre her bestenizin bir hikayesi varmış; mesela “I remember your face”i babanız için, “Mastic pudding”i sakızlı muhallebi yapan bir arkadaşınız için, “To Bill Evans”ı Bill Evans için yazmışsınız. Emirgan’da denize girdiğiniz yolunda da duyumlar var. Peki Emirgan’ın gerçek hikayesi nedir? Albüm nasıl ortaya çıktı? Emirgan’da denize giriyorum tabii. 400 yıllık bir Osmanlı kentidir, İstanbul içindeki bir sahil kasabasıdır. Emirgan’da yaşadığım için son derece mutluyum, bakkal sabah ekmeğini gazeteni poşet içinde verir. Herkes birbirine selam verir, herkes birbirini tanır, Rıfat abinin çınarlı kahvesi buluşma noktamızdır. Gene bir gün kahvede otururken aklıma bir melodi geldi, koşarak eve gidip parçayı yazmaya başladım. İşte Emirgan projesi böyle ortaya çıktı. Dinleyici bu albümde diğer albümlerden farklı neler bulacak? 1994’ten bugüne kadar tüm albümlerde akustik piyano, kontrbas ve davul vardı. Bu albümde de akustik çaldık. Bütün albümlerimde trio ve arkasında orkestra vardı. “Therapy” albümünde Londra Filarmoni Orkestrası ile beraber çalıştığım ünlü saksa-

30

foncu Ernie Watts bu albümde var. Efsane bir yıldızdır. Kerem Görsev’in triosunda Kaan Yıldız kontrbas çalar, Ferit Odman davulda eşlik eder. Bu albümde de çalıyorlar. Bu albümü 5 saatte kaydettik ve çıktık. Öncesinde Ankara, Alanya, İtalya’da konserlerimiz oldu. Evde provaları yaparken şarkılarımız beynimize ruhumuza işlemişti, provalar sırasında tüm Emirgan ayağa kalktı. Konserler bitip İstanbul’a döndüğümüzde kayıt için hazırdık ve kısa sürede tamamladık. Ertesi gün de İstanbul’da son konserimizi verdik, doğum yapmış bir kadın gibi rahatladı herkes. Bir röportajınızda müziğin, popüler kültürün aksine, bir düşünce ve felsefesi olduğunu belirtmişsiniz. Kendi müziğinizin felsefesiyle ilgili neler söylemek istersiniz? Enstrümantal müzikte melodiyi takip edersiniz. Biz şarkı söylemediğimiz için, şarkılarımızı, beynimizden çıkan bestelerimizi parmaklarımızla sizlere ulaştırıyoruz. Bizim hayat görüşümüzü anlatıyor. Tabii şarkı sözü olmadığı için anlamak biraz daha süreç alıyor. Mutluluğu müziğimde anlatıyorum, karamsarlığı müziğimde anlatıyorum. Örneğin “Emirgan” albümündeki şarkılardan “Coltrane”i John Coltrane için yaptım. “Marathi Island” adlı bir şarkım var, Yunanistan’da geçtiğimiz yaz üç dört kere gittim. “Summer Breeze” adlı şarkım Ege’deki yaz esintisini anlatır. Amerikan arabalarına çocukluğumdan beri çok tutkunumdur. “V8”


Amerikan arabalarının sesini anlatıyor, “Mr. Barron” ise efsane piyanist Kenny Baron’a olan sevgimi anlatan bir parça. Twitter’da sizi takip ediyorum, muhteşem şarkıları bizimle paylaşıyorsunuz. Joy FM’deki programınız da keza öyle… Yeni iletişim kanallarını kullanma konusunda bir sanatçı olarak bakış açınızı öğrenebilir miyiz? Sadece twitter’ı kullanıyorum. Benim amacım cazı sevdirmek, caz şarkılarını paylaşmak. Ağırlıklı olarak vokal caz şarkıları paylaşıyorum. Caza ilk başlayan, caza alışmaya çalışan insanlar için vokal caz favorimdir. Radyo programımda da yine benzer şarkıları çalıyorum. Facebook ve Instagram’a gerçekten vaktim yok. Sizin iyi bir aile babası olduğunuzu da biliyoruz. İş ve özel yaşamınızı nasıl dengeliyorsunuz? İşim olmadığı zaman hep evdeyim. Evde vakit geçirmeyi seviyorum. Çocuğum artık liseye başladı, o yüzden pek göremiyorum. Kızınız cazı seviyor mu? Fena değil, nitelikli müzikler dinler. 3 sene konservatuarın piyano bölümüne gitti, sonra “Baba ben piyano çalmak istemiyorum” dedi, ayrıldı. Geçen gün tekrar piyano dersi almak istediğini söyledi, eski hocasını arayacakmış.

değil ki eğitmek. Ayrı bir disiplin gerektiriyor. Ben boş vakitlerimde yürüyüş yapıyorum, düşünüyorum, hayatımı sorguluyorum, müzik dinliyorum. Yeni eserleri üretmem için bunlar gerekli. Boş vakitlerinizde neleri dinler? Ne okursunuz? Klasik müzik dinlerim, en çok Rahmaninov’u severim. 1940-1960 arası Amerikan sineması hoşuma gider. Mesela Gene Tierney’in oynadığı “Laura”, Audrey Hepburn’ün oynadığı “Breakfast at Tiffany’s” en sevdiğim filmler arasında. Tarih okumayı çok severim. Yunan mitolojisi, Mısır, Aztekler, dünya tarihi ilgimi çeker. Seviyorum böyle şeyleri… İçinden tarih akan, içinde hikâye olan her şeyin beni etkilediğini söyleyebilirim. Bundan sonraki projeler neler olacak? Sizi nerelerde dinleyebileceğiz? Yeni albüme hazırlanıyorum. New York’a gideceğim albüm için… Benim bestelerimi Alan Broadbent aranje edecek ve orkestrayı yönetecek. Şu sıralar çeşitli yerlerde birçok konserimiz var ve devam edecek. 18 Mayıs-27 Mayıs arası Ernie Watts Türkiye’ye geliyor. Birlikte Emirgan albümümüzün turnesini yapacağız. Turne kapsamında 27 Mayıs’ta Cemal Reşit Rey’deyiz, bütün İstanbulluları konserimize bekliyoruz.

Sizden ders almıyor mu peki? Herkes kendi işini yapmalı, benim mesleğim

31


Hekim ve eczacılara ne gerek var? Prof. Dr. Erdem Yeşilada* Ara sıra televizyon programlarına davet edilirim. Doğal olarak, uzmanlık alanım olması sebebiyle bitkiler ile falanca hastalıktan nasıl korunurum, tedavisi için ne içmeliyim, sağlıklı olmak için ne yemeliyim şeklindeki sorular sorulur. Beklenti, şu bitkiyi 7 dakika kaynat (sakın 5 dakika değil), suyunu süz ve günde 3 defa aç karnına iç; ne kanser kalır, ne dert! Yani Hokus Pokus!

F

alanca hastalık için şu çay, zayıflamak için şu yemek, hamile kalmak için şu lapa... Çünkü bu tip bilgiler halkın ilgisini daha çok çekiyor. Malûm program başarısı için tek kriter “yüksek izlenme oranı”.

dizasyon. Bu nedenle bitkilerin de istenilen etkinliği gösterebilmesi için istenilen kalitede ürünlerin gerektiğinde çay, gerektiğinde ise ekstre vd. şekillerde uygulanması gerekiyor.

Bu eğilimi ilk olarak uygulayan Dr. Öz’ün kazandığı popülarite nedeniyle tüm dünyada olduğu gibi bizde de bu tip program formatları uygulanması isteniyor. Ancak yeni yapılan bir açıklamada, Dr. Öz’ün önerilerinin yarısından çoğunun bilimsel bulgulara dayanmadığı bilgisi yer alıyordu. Bazen rastlıyorum ekranlarda; avucunda sakladığı bitkinin kilo verdirdiğini söylüyor uzman; herkes merak ediyor. Avucunu açınca “kuş üzümü” olduğunu görüyoruz. Şimdi sanırım herkes kuşüzümü peşindedir: Hokus Pokus!

Bence bu yanlış düşünceden sorumlu olanların başında yetersiz bilgileri ile insanları yanlış yönlendiren akademisyen unvanlı kişiler geliyor. İnsanlar bu kişilerin akademik unvanlarına kanıyorlar. Ancak akademisyenler derken kendi meslektaşlarımı, yani eczacı akademisyenleri de sorumluların haricinde tutmak doğru olamaz. Çünkü bilimsel bulguları doğru yorumlayıp değerlendirerek bilgilerini maalesef halkı doğru yönlendirecek basitlikte aktaramıyorlar. Çuvaldızı batırmamız gereken bir diğer grup ise eczacılar olarak kendimiz. Bu konuda en güvenilir ve doğru bilgiye bizlerin sahip olduğunu gösteremiyoruz. Bu güveni veremediğimiz için de, halk bitkisel ürünlerin temin edileceği doğru adresin eczaneler olduğunu benimseyemiyor. Bu konuyu ne kadar vurgularsak vurgulayalım, söz konusu olabilecek riskleri göz önüne serersek serelim halk bitki almak için ısrarla aktara, baharatçıya gitmeyi tercih ediyor.

Falanca bitkinin ekstresini taşıyan kapsülleri eczaneden alıp şu kadar süre ile yutun dendiğinde sunucuların pek hoşuna gitmiyor. “Çayını yapsak olmaz mı?”, diye müdahale ediyorlar. Ya da “bağışıklık sistemini desteklemek için eczaneden beta-glukan kapsülleri alıp kullanılması gerekiyor”, dendiğinde, “hangi bitkilerde var, onu kullansak olmaz mı?” diye soruyorlar. Günümüzde bilimsel araştırmalar hangi bitkilerin çay olarak, hangilerinin standart ekstre (özüt) şeklinde ya da tek izole bileşik halinde daha etkili olabileceğini ortaya koyuyor. Hatta yemeklerin bile hazırlanmasına bilimsel boyut getiriliyor. Nasıl pişirilirse daha yararlı olur? Bitkisel ya da kimyasal olsun, güncel ilaç kavramının en önemli unsuru analitik ve farmako-toksikolojik standar32

Sanki 21. yüzyılda olduğumuzun farkında değil insanlar. Yoksa geçmişe bir özlem mi? Keşke sağlığı koruyabilmek, hastalıkları tedavi edebilmek çay içerek mümkün olabilseydi. O zaman ne hekime gerek kalırdı, ne eczacıya! * Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, İstanbul


Dr. Ecz. Merve Memişoğlu

Ülkemizin Cittaslow’u Seferihisar “Doğa ile denge ve uyum…” Bu çağın yeni söylemi işte bu olmalı. Başarılı bir politikacı Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer bize Seferihisar’ı nasıl bir Cittaslow (sakin şehir) haline getirdiğini, doğayla birlikte var olmanın ve aynı ritmi yakalamanın önemini anlattı. Bu keyifli sohbetimize, siz de katılın. Başarılı bir kariyer ve ardından Seferihisar belediye başkanı olarak adınızdan söz ettirdiniz. Bu yolculuktan bize biraz bahseder misiniz? Belediye Başkanlığı aslında bir sivil toplum kuruluşunda çalışmaktan çok farklı değil. Amacınız yurdunuza hizmet etmek, hayatı diğerleri için daha iyi bir yer yapmaksa bulunduğunuz makam çok da önemli değil. Ben Seferihisar Belediye Başkanlığını bu bakış açısıyla yapıyorum. 2009 yılından beri her sabah kalktığımda büyük bir şevkle ve mutlulukla insanlara hizmet etmek için belediyeye geliyorum. Bu sadece bir nöbet ve bittiğinde yeni nöbet yerlerinde göreve devam edeceğim. Cittaslow’u (Sakin Şehir) Seferihisar’da

oluştururken karşılaştığınız güçlükler nelerdi? Bu dönüşümde o yöre halkının etkisi nasıl oldu? Öncelikle tabii ki amblemi salyangoz olan, ismi Türkçe olmayan, hızlı bir kalkınma yerine daha yavaş ama sürdürülebilir bir kalkınma modelini tanıtırken zorlandık. Çünkü hakim olan ve herkesin peşinden koştuğu bir kalkınma algısı vardı ve biz bunun dışında bir model öneriyorduk. Zorluğun büyük kısmı kavramın bilinmemesinden kaynaklanıyordu. Bu nedenle çalışmalarımıza bilgilendirme toplantılarımızla başladık. Mahalleleri ve köyleri dolaştık, kahvelerde sunumlar yaptık. İnsanlar Cittaslow’un ne olduğunu tam olarak bilmediği için ilk başta biz zaten yavaşız daha da mı yavaşlayacağız, geri33


ye mi gideceğiz, kalkınamayacak mıyız gibi endişeler oldu. Zamanla biz projelerimizi gerçekleştirdikçe bu endişenin gereksiz olduğu görüldü. Cittaslow’un uluslararası zincir restoranlarını, AVM’leri, endüstriyel üreticileri değil küçük üreticileri, çiftçileri, tarihi, gelenekleri koruduğu anlaşıldı. Büyükşehirlere Cittaslow uygulanabilir olduğunu düşünüyor musunuz? En azından ilçe bazında gerçekleştirilebilir mi? Ya da metropolleri kapsayan yeni bir akım başlatılabilir mi? Cittaslow’un Slow Food hareketinden doğduğunu söyleyebiliriz. 1986 yılında İtalya’da doğan Slow Food hareketi iyi, temiz, adil gıdaya ulaşmak için kuruluyor. 1999 yılında ise bu çabaları kentsel boyuta taşımak için Cittaslow hareketi kuruluyor. İnsanların ihtiyaçlarına ve konjonktüre göre bu hareketlerde değişimler gerçekleşiyor. Örneğin son kriter

34

değişikliklerinde belediyelerle birlikte çalışacak derneklerin varlıklarına izin verildi. Sivil toplumun bütün dünyada güçlenmesi Cittaslow’a yansıdı. Metropollerde de böyle bir ihtiyacın ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu nedenle şu an Cittaslow Bilim Komitesi bu amaçla araştırmalar yapıyor, büyük kentlere de Cittaslow ruhuyla, felsefesiyle uyumlu kriterler oluşturmaya çalışıyorlar. Kültür sanat aktivitelerinin de Cittaslow’un bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda Seferihisar’da Uluslararası Yaratıcı Yazarlık Merkezi kurulması gündeme gelmişti. Proje ne durumda? Ne zaman hayata geçirilecek? Binanın inşaatı bitti. 19 Mayıs Üniversitesi’ne bağlı olarak açılacak merkezin Mayıs ayına yetişmesi için çaba harcıyoruz. Özellikle Afrika’da uygulanmaya başlanan, Türkiye’de ise sınırlı alanda yapılan permakültür konusuna nasıl bakıyorsunuz?


Seferihisar’da bununla çalışmalar olacak mı?

ilgili

Permakültür aslında Anadolu’da binlerce yıldır var olan tarım anlayışıyla örtüşüyor. Bizim kaybettiğimiz ama köklerimizde var olan bir değer. Seferihisar’da permakültürle bireysel olarak uğraşanlar var, biz belediye olarak bu çabaları desteklemek istiyoruz. Ayrıca, kent içindeki yeşil alanları, çevresinde yaşayan insanların tarımla uğraşacakları tarlalara dönüştürmek gibi bir hedefimiz var. Tedx momentum sunumunuzda doğanın ritmi ile uyumdan ve insanoğlunun nasıl bu uyumu bozduğundan bahsetmiştiniz. Bu uyumu yeniden yakalamak için neler yapabiliriz? Bu uyumu yakalamak için neler yapılabileceği insanların kendine bağlı. Burada önemli olan hayattan zevk alamayacak kadar hızlandığınızı fark etmek. Bunu fark ettikten sonra kendi yaşamınıza göre yapılabilecek çok şey var. Sabah uyandığınızda mutlu değilseniz, kahvaltıdan zevk almıyorsanız, işe gitmek için çok değerli saatleriniz yollarda geçiyorsa, sadece para kazanmak ve borç ödemek için çalışıyorsanız, sevdiklerinize zaman ayıramıyorsanız, ormanı, doğayı sadece televizyonda görüyorsanız yaşam tarzınızda bir yanlışlık var demektir. Tekrar üretmek için, tekrar doğaya yüzünüzü dönmek için, dünya üzerindeki sınırlı vaktinizi satın aldığınız cep telefonunun veya arabanın taksidini ödemek için harcıyorsanız bunu değiştirmek için bir şey yapmak da elinizde. Bu tür bireysel çabalar dışında vatandaşların belediyelerinden kentin doğasına, kadınlarına, gençlerine, yaşlılarına, çocuklarına, engellilerine sahip çıkmasını, vatandaşın yönetime katılmasının

önündeki engelleri kaldırmasını, kentin kültürüne, ekonomik dinamiklerine sahip çıkarak yaşam kalitesini yükseltmesini, herkese eşit yaklaşmasını, şeffaf bir yönetim anlayışı sergilemesini, doğayla uyumlu, insana saygılı bir yönetim ortaya koymasını talep etmelidir. Yani kentinden kendini sorumlu hissetmeli ve katılımcı olmaya gayret etmelidir. Hayatı hızla yaşıyoruz, hızla işe gidip hızla eve dönüyoruz, sürekli bir yarış halindeyiz… Bu koşuşturmaca içinde yaşamlarımız tükenip gidiyor. Biraz daha yavaşlamak, zamanın içinde var olabilmek için nelere ihtiyacımız var? Bence mutlu olabilmek için önemli 3 nokta var. Üretmek, doğanın içinde olmak ve içinde yaşadığımız topluma yararlı olmak. İster hobi amaçlı tarım olsun, ister bilgi olsun veya bir el sanatı olsun üretmek bizim varlığımızı anlamlı kılıyor. Doğada vakit geçirmenin depresyonu azalttığına ve insanları mutlu ettiğine dair çeşitli araştırmalar var. Gidip bir dağ evinde veya sahil kasabasında yaşayamasak da haftasonları veya tatillerde doğada vakit geçirmeye çalışabiliriz. İçinde yaşadığımız beton şehirlerde doğaya erişemiyorsak balkonlarımızda doğaya yer açabiliriz. Topluma yararlı olmanın da birçok yolu var. Toplumsal kurallara uyarak, yaya geçidinden geçen insanların üzerine korna 35


çalarak araba sürmek yerine yol vererek, yaptığımız işi iyi yaparak, sivil toplum kuruluşlarında yer alarak bunu yapabiliriz. Birlikte yaşadığımız insanların ortak menfaatlerine saygı göstererek, yani kişisel kurnazlıkla değil ortak akılla güçleneceğini bilerek, ortak aklı hakim kılacak mekanizmaları yaratmalıyız. Bunun için toplum hayatında verimli olabileceğimiz alanlarda gönüllü olmayı, gönüllü çalışmayı başarmalıyız. Unutmamalıyız ki bir arada yaşama kültürü, farklılıkların zenginlik olduğunu kavramak ve hepimizin o hayatı oluşturan mekanizmanın bir parçası olduğumuzu anlamamızla gelişecek ve hep birlikte daha mutlu, huzurlu bir toplumda yaşamamızı mümkün kılacaktır. Daha çok para, daha çok güç, daha çok sevgili, daha çok ne? Size göre başarı nedir? Başarı bence toplumsal bir olgu. Daha çok para, güç, hızlı arabalar hep bireysel kavramlar. Böyle bir başarı olgusu bize dayatılıyor, bunlara sahip olursanız başarılı olursunuz diye. Ama bireysel olarak ne kadar zengin, güçlü veya varlıklı olsanız da içinde yaşadığınız toplum mutsuzsa, insanlar aç yatıyorsa, çocuklar soğuktan ölüyorsa bunların hiçbirinin bir anlamı yok. Çünkü vicdanınız varsa, başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk ve başarı inşa etmenin mümkün olmadığını biliyorsunuz. Topluma ne kadar katkı koyuyorsanız ne kadar insanın hayatını iyileştirebiliyorsanız o kadar başarılısınızdır. Mahallenizde soğuktan donan çocuklar varken sizin 100 milyonluk servetinizin hiçbir anlamı yoktur. Başarı, temiz bir vicdan, hayatı anlamınıza yetecek bilgi, parçası olduğumuz toplumu daha iyiye dönüştürecek cesaret ve güce sahip olmakla geliyor. Kısacası ekmeğinizi kazanmayı becerdikten sonra, başarı, bu erdemleri koruyarak, kendinizi, ailenizi, mahallenizi, kentinizi, yurdunuzu, dünyayı, hayatı sevebilmektir. Tedx sunumunuzu Nazım Hikmet’in şiiri ile bitirmiştiniz “Yaşamak şakaya gelmez. Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın. Bir sincap gibi mesela 36

Yani, yaşamın dışında ve ötesinde bir şey beklemeden yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından…” Bunun üzerine söylenecek pek fazla söz yok. Zeytin ağaçları için ne söylemek istersiniz? Zeytin ağaçları veya genel olarak ağaçlar günümüzde çok farklı anlamlar kazandı. Öyle bir dünya içinde yaşıyoruz ki insanlar ağaçların yok edilmesini önlemek için canlarını feda ediyorlar. Ağaçlar doğanın talanına, gaddarlığa, acımasızlığa karşı insanlara umut veriyor, insanlar sahip oldukları en değerli şeyi, kendi yaşamlarını, ağaçları kurtarmak için harcıyor. Çünkü bu sistemin hiçbir şekilde doymayacağını, durmayacağını, son ağacı da keseceğini, son dereyi de kurutacağını fark ettik. Bir yerde yeter demek gerekiyor. Matrix filminde insanlar sanal bir dünya içerisinde yaşatılıyordu, çünkü yapay zekanın, hegemonyanın enerjiye ihtiyacı vardı ve bu ihtiyacı insanlardan karşılıyordu. Şu an insanlar Matrix’e bağlanmasa da her anlamda sistemin devam etmesi için sömürülüyorlar. Sabah güneş doğmadan kalkıyorlar, asgari ücretle akşama kadar çalışıyorlar, sosyal hakları yok, emekli olmadan ölme ihtimalleri yüksek, daha iyi bir iş bulma imkanları yok çünkü paraları olmadığı için üniversiteye hazırlanamamışlar. Tek amacı ucuz işçi üretmek ve kâr elde etmek olan bir sistemle karşı karşıyayız. Zeytin ağacı bu sisteme karşı doğanın sonsuzluğunu ve ne olursa olsun galip geleceğini simgeliyor. Bundan sonrası için projeleriniz neler olacak? Özellikle çevre için yapacağınız çalışmaları merakla bekliyoruz. Bundan sonra da bugüne kadar olduğu gibi doğa için, insanlar için, dünyamız için, daha bir dünya yaratmak için çalışmaya devam edeceğiz.


37


Murat Fikrettin Turan

İşimi seviyorum çünkü... Freud, ruh sağlığı yerinde insanın en önemli iki özelliğini, “çalışmak ve sevmek” olarak belirtmiştir.

M

utluluk ruh sağlığının pozitif yanını temsil etmektedir. Dolayısıyla bireylerin ruh sağlıklarının etkilendiği önemli alanlardan biri bireylerin iş yaşamlarıdır. İşinizi seviyor musunuz? Peki ne kadar? İşinizin hangi yönlerini seviyorsunuz? İşinizde neleri yapmak hoşunuza gidiyor? Bu veya benzer soruları zaman zaman duyarız ya da kendimize sorarız. Bu sorular esasında “işe cezbolma”, “işe gönülden adanma”, “işle bütünleşme”, “işe bağlanma”, “işe angaje olma”, “işe adanma”, ”işe kapılma” gibi ifadelerle ilgilidir. İşe cezbolma, kişinin işine sadece bir bağlılığın neticesi olarak kendisini ne kadar adadığı ya da kişinin işine ne kadar bağlı olduğunun ötesinde, işini yaparken kendisinin tüm özüyle ne kadar orada olduğu, kendisini ne kadar işe kattığını ifade etmektedir. Hiç şüphe yok ki, işimizi sevmemizdeki en önemli pay yaptığımız işin özellikleridir. Açıkça tanımlanmış, değişik, yaratıcı, özerk işler yapan çalışanlar, daha yüksek psikolojik anlamlılık seviyelerine ulaşabilmektedirler. Zengin ve karmaşık işler yapanların, çeşitli yeteneklerini daha çok ortaya koyabilecekleri, daha fazla yeni şeyler öğrenme ve gelişme fırsatına sahip olacakları, böylece daha fazla anlam duygusu yaşayacakları düşünülmektedir. Diğer taraftan iş yükü ve kontrolün çalışanlar üzerinde olumsuz etki-

38

leri olmaktadır. Yapılan işin anlamlı olması da yine işimizi sevmemizde önemli etkene sahiptir. İşimizi sevmemizde diğer önemli bir unsure da kişilik özelliklerimizdir. Yaptığımız işin kişilik özelliklerimizle uyumu çok önemlidir. Örneğin titiz ve detaycı bir kişiliğe sahip isek ve yaptığımız işin detay gerektiren bir iş olması durumunda bu işi yapmaktan son derece keyif alacağımız kesindir. İşini seven çalışanlar, iyimserlik, öz yeterlilik, öz saygı, dayanıklılık, zorluklarla başa çıkabilme yeteneğini de içeren kişisel kaynaklara sahiptirler, bu da onların dış çevrelerini kontrol etmelerini ve etkileyebilmelerini sağlayarak kariyerlerinde başarılı olmalarına yardımcı olmaktadır. İşimizi keyif alarak yapmamızda etkili olan diğer bir unsur da sosyal destektir. Kişi, iş arkadaşları ve yöneticileri arasındaki işle ilgili destekleyici sosyal etkileşim olarak tanımlanan sosyal destek, iş hedeflerine ulaşmak için önemli bir kaynaktır. Özellikle yöneticinin takdir ve desteği kişinin işini farklı bir perspektiften görmesini sağlayabilmektedir. Destekleyici, iyileştirici, esnek ve açıklayıcı liderlik tarzları psikolojik güvenlik hissini artırmaktadır. Destekleyici ve güven verici kişiler arası ilişkilerin varlığı da, bireylere sonuçlarından korkmadan deneme ve hatta yanılma esnekliği sunduğundan, psikolojik güvenlik duygusuna katkıda


bulunmaktadır.

nın yollarını keşfetmeniz gerekiyor.

İşimizi sevmemiz, mutlu olmamızı sağlar- İş yerinde mutluluğun 10 koşulunu şöyle ken, mutlu olmamız da verimli ve yüksek sıralayabiliriz. performansla çalışmamızı sağlamaktadır. 1. İşini sevmek, gönülden isteyerek çalışHarvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmak mada mutlu, bağlı çalışanların daha üretken ve kurumları için daha iyi sonuçlar ortaya 2. Kafa dengi, uyumlu çalışılabilen iş arkakoyduğunu gösteriyor. Mutlu daşları çalışanların, mutsuz çalışanMutlu çalışanların, 3. İnsana değer veren, adil lara kıyasla yüzde 70’e kamutsuz çalışanlara yönetim anlayışı dar daha verimli performans gösterdikleri ortaya çıkmıştır. kıyasla yüzde 4. Pozitif iletişim

70’e kadar daha İşimizi sevmemizde; işin özel5. Eğlenceli çalışma ortamı likleri, kişilik özelliklerimiz ve verimli performans 6. İş yerinde yeni şeyler yapasosyal çevre kadar önemli gösterdikleri ortaya bilmek, öğrenebilmek bir unsur daha vardır ki bu çıkmıştır. da iç motivasyonu sağlamak, 7. İş tatmini sağlamak işimizi daha eğlenceli hale 8. İnisiyatif alabilmek getirmek ve işimizi şekillendirerek işten zevk almaktır. Bu hususla ilgili 9. Emeğinin karşılığını alabilmek olarak aklıma Mark Twain’in ‘’Tom Sawyer’in Maceraları’’ adlı romanındaki Tom’a verilen 10. İşini bilmek, hakkıyla yapabilmek iş geliyor. Tom 30 metrelik çiti kireçle boİşini severek yapan, mesleğine saygı duyan yamak gibi son derece sıkıcı bir işi yapmak insanlar nerede olurlarsa olsun her zaman zorunda kalır. Verilen işin aslında ilk bakışta hiçbir cazibesi yoktur. Tom da söz konusu fark yaratırlar. İşimiz bizleri hayata bağladurumdan hiç memnun değildir. Bu iş kar- yan en önemli yaşam kaynaklarımızdan bişısında gözüne hayat son derece sığ ve bir ridir. İşimizle ilgili en önemli unsurlardan biri külfet gibi görünmektedir. Tom tam umut- de sahip olduğumuz işi nasıl yaptığımızdır. larını yitirmek üzereyken arkadaşı Ben çıka- Martin Luther King’in söylediği gibi: “Eğer gelip onunla dalga geçmeye başlar. İşte tam sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Mio anda aklına ışıltılı bir ilham gelir. Ben’e bir chelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’ın çiti boyamanın bir angarya olmadığını, bila- beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazkis benzeri olmayan bir ayrıcalık olduğunu dığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki söyler. Çit boyamanın cazibesini öyle bal- gökteki ve yerdeki herkes durup ‘burada işilandıra ballandıra anlatır ki, etkilenen Ben ni çok iyi yapan biri, dünyanın en iyi çöpçüsü birkaç fırça darbesi vurmak istediğinde Tom yaşıyormuş’ desin.” bu isteği geri çevirir. Ben bu işi yapabilmek için elindeki elması teklif edene kadar, onun *Son olarak sizlerle bir Çin atasözünü payboya yapmasına izin vermez. Onları gören laşmak istiyorum. diğer arkadaşları da oyunun bir parçası ol- *Bir saatliğine mutlu olacaksanız, şekerleme maktan kendilerini alıkoyamazlar. Çiti hep yapın... birlikte hatta bazen aynı yerden birden fazla kez geçerek boyarlar. Yaptığınız işi oyun *Bir günlüğüne mutlu olacaksanız, balık avhaline getirmeniz halinde yaratıcılığın içsel lamaya gidin... motivasyonu artar ya da bakış açısını değiş*Bir aylığına mutlu olacaksanız, evlenin... tirerek işi severek yapar hale gelebilirsiniz. *Bir yıllığına mutlu olacaksanız, bir servete Mutluluğun pek çok yolu var ama iş yaşakonun... mındaki başarı en kabul gören formül. Başarılı bir kariyer için ise, önce işinizi sevmeniz Tüm yaşam boyunca mutlu olacaksanız, işisonra da onu renklendirerek ileriye taşıma- nizi sevin... 39


Ecz. Mehmet Ali Akgün*

Nefes farkındalığı

Ş

öyle derin bir nefes alıp ‘Ohhhhhh’ diyerek boşaltmaya ne dersiniz? Zaman zaman ihtiyacımız olan bu durumu bazen de bilinçli yaşamak gerçek anlamda insana rahatlık ve huzur veriyor. Aslında çoğu zaman hiç dikkat etmeden, ne olup bittiğinin farkına varmadan yaşama devam etmeyi seçiyoruz. Ama farkındalığı yüksek olanlar veya bu durumu özellikle oluşturanlar, bilinçli olarak her şeyin farkındalığı ile anda kalmayı başararak yaşamı daha keyifli, daha yaşanılır bir hale getiriyorlar. İşte bunu yakaladığınızda şimdide ve burada olduğunuzda, ne geçmiş ve ne de gelecek, varsa yoksa şimdide, anda kalmak söz konusu oluyor. Bir anlamda geçmiş tarih, gelecek vaat edilen bir durumdur, ama biz anı yaşayamadıktan sonra ne geçmişin ne de geleceğin bir önemi yok bence. Anı yaşamayı seçtiğinizde şimdide ve burada olarak sadece onun tadına varıyorsunuz. Zihninizin bitmek bilmez ‘vıdı vıdı’larının önüne geçip her ne ile ilgili iseniz onu yaşıyorsunuz. Bütün bunların olmadığı bir yaşam tarzını düşünün! Aslında zihin devamlı

40

meşgul; alıp veriyor, anında zihninizden onlarca düşünce geçiyor ve kendinizi sürekli meşgul ve yorgun hissediyorsunuz. Üstelik pek bir şey de yaptığınız yok, yani ortada bir ürün de yok ama siz devamlı kendinizi yorgun ve bitkin hissediyorsunuz. Mesela bir dostla konuştuktan, bir toplantıdan veya bir metni okuduktan sonra hiçbir şey anlamadığınızı aklınızda hiçbir şey kalmadığını fark ediyorsunuz. İşte anı yaşamaktan ifade etmeye çalıştığım durum bu! Özünde yaşamı kaçırıyoruz, zamanı boşuna geçiriyoruz. Aslında çok önemsediğimiz, çok zor bulduğumuz zamanı böyle kolayca harcamak niye? Sorarım size? Onun yerine farkındalığımızı geliştirmiş bireyler olarak anı yakalayıp tadına vararak yaşıyor olsak yaşam çok daha renkli, keyifli ve mutlu olacak! Bunu hiç düşündünüz mü? Hiç aldığınız nefesi takip ederek onunla bir yolculuğa çıkmayı denediniz mi? “Bu nasıl olur?” diye sorduğunuzu görüyorum. Çok kolay; haydi kapatın gözlerinizi, öncelikle burundan alıp burundan vererek üç derin nefes alın ve verin ki; doğru nefes alıp ver-


me şekli budur. Sonra tekrar burundan de- uyarlamaya değer mi? rin bir nefes alarak onun izlediği yolu takip Kesinlikle! edin. Burunun içinde izlediği yolu gözlemleyin, mukozanın nemini, burundaki kılların Farkındalık düzeyi gelişmiş bir birey olmak nefesin içindekileri temizlemesini, sinüslere ve yaşamı farkında olarak yaşamak harikaulaşmasını, genizde oluşan serinliği ve yan- dır. Modern yaşamın stres dolu koşuşturmamayı, sonra yumuşak damağa temasını, ora- sı içerisinde nefes teknikleri çalışmaları ve da oluşan ferahlığı, nefes borusuna ulaşıp, benzeri uygulamalara yer ayırıp, kendimizi akciğerlere doluşunu, bütün alveollerin do- önemsemeli ve bir anlamda ödüllendirmelup, göğüs kafesinizin liyiz. Yaşama anlam yükselmesini, kaburkatmak, neyin nasıl ve Modern yaşamın stres dolu galarınızın arasındaki neden olduğunu kavkoşuşturması içerisinde nefes ramak için kendinize kasların genişlemesini, diyafram kasınızın teknikleri çalışmaları ve benzeri biraz zaman ayırın. aşağıya doğru esneFarkındalığı yaşamıuygulamalara yer ayırıp, yip akciğerlerin tamanıza yerleştirin yoksa kendimizi önemsemeli ve bir men dolmasını sağlazaman hay huy içinde yarak bütün karın içi geçip gidiyor sevgili anlamda ödüllendirmeliyiz. organlarınıza yaptığı Yaşama anlam katmak, neyin dostlar. masajı ve o ortamda *Nefes Koçu ve Yoga nasıl ve neden olduğunu oluşan iyileştirici etkiEğitmeni leri gözünüzün önüne kavramak için kendinize biraz Özgeçmiş getirin.

zaman ayırın.

Diğer taraftan, kılcal damarlar ve atar damarlar vasıtasıyla bütün bedene dağılıp en ücra noktalardaki hücrelerde oksijenin yakılarak enerji açığa çıkışını, oluşan karbondioksit ve diğer zararlı atıkların sisteme yüklenerek, dönüş yoluna çıkışını zihninizde resmedin. İşte bütün bunlar nefesi derin alıp, bir süre tuttuğunuz zamanı kapsıyor, aslında ne çok şey oluyor değil mi? Daha bitmedi; bir de verdiğiniz nefesle aynı yolu geriye dönerek burundan derin nefesle boşalttığınız havanın izlediği yolu gözünüzün önüne getirin. Sadece nefesi alıp, tutup, vermeye yoğunlaştığınızda ve oluşan bu trafiği takibe başladığınızda yaptığınız mükemmel bir nefes farkındalığıdır. İşte o zaman zihin berrak, sakin ve sağlıklı düşünüp size harika bir hizmet sunuyor. Yaşamınız daha kaliteli ve daha anlamlı bir hal alıyor. Farkındalık, anda kalınan yargısız izleme halidir. Yaşam sahnesinde hem oyuncu hem de izleyici olarak bulunursunuz. Nefesinize odaklanınca şimdide ve burada olursunuz. Geçmiş ve gelecek kaygınız kaybolur. Nefesi izlemek anda kalmanızı sağlar. Şimdiyi kaçırırsanız geleceğinizi de kaçırırsınız. Kutupsallıktan, bireysellikten birlik bilincine geçersiniz. Ne dersiniz? Denemeye ve yaşama

1952 yılında Bulancak’ta doğdu. Ordu Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Nişantaşı Eczacılık Yüksekokulu’ndan mezun oldu. 1974 -1982 yılları arasında kendi eczanesini açana kadar ilaç sektöründe çalıştı. 1982-2013 yılları arasında eczane eczacılığı ve 1994- 1999 yılları arasında Network Marketing konusunda liderlik yaptı. Tüm yaşamı boyunca kişisel ve ruhsal gelişim ile ilgili workshop, seminer, psikoterapi, psikodrama, grupterapi, Transandantal Meditasyon ve eğitim programlarına katıldı. 1982 yılında hobi olarak başladığı yoga çalışmalarına Hatha Yoga ve Yoga Terapi Eğitmenlik Sertifika programlarını tamamlayarak Yoga Eğitmeni olarak devam etti. Aynı zamanda nefesin sihirli gücünü fark ederek Nefes Koçluğu eğitimini tamamlayıp Nefes Koçu ve Theta Healing eğitimi de alarak Theta Healing Advanced Practitioner (Teta Tekniği ileri düzey uygulayıcısı) oldu. Sertifikalar: Cihangir Yoga 200 hour Teacher Training in Hatha Yoga Yoga Terapi ve Yoga Anatomisi Hocalık Eğitimi Breath Practitioner Diploma by International Breath Coaching Center Theta Healing Basic and Advanced Practitioner (Teta Tekniği uygulayıcısı)

41


Tasarımda Kalite (QBD) ve İlaç Ruhsatlandırmasında Güncel Durum

Dr. Ecz. Buket Aksu*

T

üm dünyada bir ilaç pazara sunulmadan önce, farmasötik endüstrisiyi düzenleyen farklı otorite ve kurumlardan onay almalıdır. En etkili ruhsatlandırma kurumlarından biri Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA)’dır. Dünyada etkinliği tartışılamayacak bir diğer kurum da Avrupa, ABD ve Japonya’daki ruhsatlandırma otoritelerinin ve konuyla ilgili ilaç uzmanlarının bir araya gelerek konunun bilimsel ve teknik yönlerinin tartışılması projesidir. Ülkemizde ilaçların ruhsatlandırma işlemleri, 19.01.2005 tarihinde yürürlüğe giren ve Avrupa Birliği mevzuatına uyum çalışmaları çerçevesinde hazırlanan Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliği hükümlerine göre yapılmaktadır. Yönetmelikte genel olarak; ruhsat başvurusunda bulunabilecek kişiler, sunulması gereken dokümanlar, ruhsat başvurularının değerlendirilme, kabul ve red kriterleri, ruhsatın geçerlilik süresi, ruhsat sahibinin sorumlulukları, ruhsatın iptali, ruhsat sahibi değişikliği gibi konular yer almaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmayan hiçbir farmasötik ürün

42

pazara sunulamamaktadır. Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ise, 22.04.2009 tarih ve 27208 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olup, yenilenmiş olan AB direktifine uyum amacıyla bazı güncellemeler yapılmış ve ruhsatlandırma süresinin kısaltılmasına ilişkin bazı istisnalar getirilmiştir. Yeni bir ilaç geliştirme süreci 10 yılı aşkın bir sürede tamamlanmakta ve maliyeti firmalar açısından oldukça maliyetli olmaktadır. Klinik öncesi geliştirme, klinik çalışmalar ve ruhsatlandırma süreci olarak bu süreci açıklayabiliriz. Tabiki üretim süreci ve pazarda takibi de unutulmaması gereken ilaç yaşam döngüsü süreçlerindendir. Günümüzdeki ilaç ruhsatlandırma sürecindeki talepler ve gereklilikler çok fazladır, sayıları da günden güne çoğalmaktadır. Dolayısıyla sarfedilen çaba ve maliyetler de devamlı artmaktadır. eni teknolojilerin uygulanma zorlukları, endüstrinin üretim inovasyonunda gönülsüzleşmektedir. Farmasötik bir ürünün kalitesi molekülün


güvenliği, etki mekanizması ve biyolojisinin anlaşılmasına bağlıdır. Günümüzde ilacın kalite testi; önceden belirlenen spesifikasyonlara uyum çerçevesinde yapılmaktadır. Tasarımla kalite uygulamasında, formülasyon ve üretim değişkenlerinin anlaşılması, kontrolü ile farmasötik kalite sağlanır. Ürün kalitesinin “test edilmesi” yerine, “tasarlanması” çerçevesinde üretim prosesi geliştirilir.

kritik proses ve formülasyon parametreleri belirlenir. Deneyle doğrulanması gereken proses ve parametrelerini öncelendirmek için risk değerlendirmesi kullanılır. *Tüm proses için, giriş materyal kontrollerini, proses kontrol ve takiplerini, tek tek veya çoklu ünite operasyonları çevresindeki tasarım alanlarını ve/veya bitmiş ürün testlerini içeren bir kontrol stratejisi oluşturulur,

*Kalitede tutarlılığı sağlamak için proses süQbD sistemi ile formülasyon, ürün kalitesirekli olarak izlenir ve güncellenir. ni; proses ise, ürünün kritik kalite özelliklerini Tasarım Hedefleri TPP’nin pek çok özelliği, sürekli olarak karşılaQbD’nin ilk adımı, ürün formülasyon ve proses mak için tasarlanmakiçin tasarım hedefleritadır. geliştirme araştırmacılarının nin belirlenmesidir. Temel Kavramlara Ge- çalışmalarını belirlemektedir. Hedef Ürün Profili nel Bakış Bunların arasında, uygulama (TPP) QbD Adımları yolu, dozaj formu ve Hedef Ürün Profili (TPP), Tasarım alanı oluşubüyüklüğü, maksimum ilaç geliştirme progmunda, ürünün önceki ramının genel amacını ve minimum dozlar, ilacın proses bilgileri, diğer açıklar ve gelişim çasunumu ve hedef hasta ürünlerden ve proseslışmaları hakkında bilgi lerden gelen bilgilerin popülasyonu sayılabilir. verir. Genellikle TPP, etkisinden çok daha ilacın etiketinde yer alfazla etkendir. Başka ması istenen belli kavbir üründen alınan formülasyon ve proses ramları kapsar (CDER, 2007). parametrelerinin benzerliğinin yardımcı TPP, hasta ve etiketleme merkezli bir kavolacağı da kesindir. QbD geliştirme prosesi ramdır, müstahzarın “kullanıcı ara yüzü” aşağıdakileri içerebilir (Cogdill, 2010): olarak düşünülebilir. Bu nedenle, bir jene*Ürünün kullanımı, güvenliği ve etkinliğini rik versiyonla, referans ürününün TPP’sinin tanımlayan bir hedef ürün profiliyle başlanır, aynı olması beklenir. Jenerik bir ürün, TPP’yi uygulamak için farklı bir formülasyon veya *Formülasyoncular ve proses mühendisleri tasarım kullanabilir. Bir müstahzarın karaktarafından, ürünün geliştirilmesi sırasında teristiği ve performans testleri, özel uygubir hedef ürün kalite profili tanımlanır, lamaya bağlıdır ve jenerik ürünle referans *Bir bilgi alanında, etkin ve yardımcı madde- ürün arasında farklılık gösterebilir. Yeni bir ler, proses işlemleri hakkında var olan bilgi- ilaç için, TPP’deki değişiklikler, yeni güvenler toplanır, bilgi boşluklarını önceliklendir- lik veya etkinlik verileri gerektirebilir ama mek için risk değerlendirmesi kullanılır, ürün karakteristiğinde veya performansında, yeniden formülasyondan kaynaklanan *Bir formülasyon tanımlanır ve hedef ürün değişiklikler yeni veri gerektirmez. TPP’nin kalite profilini karşılamak için kontrol edilpek çok özelliği, formülasyon ve proses gemesi gereken bitmiş ürünün kritik kalite liştirme araştırmacılarının çalışmalarını beözellikleri belirlenir, lirlemektedir. Bunların arasında, uygulama *Bu kritik kalite özelliklerine sahip bitmiş yolu, dozaj formu ve büyüklüğü, maksimum ürünü üretmek için üretim prosesi tasarla- ve minimum dozlar, ilacın sunumu ve hedef hasta popülasyonu sayılabilir (Lionberger, nır, et al., 2008). *Bitmiş ürünün bu kritik kalite özelliklerini sağlamak için kontrol edilmesi gereken Hedef Ürün Kalite Profili (QTPP) 43


Hedef ürün kalite profili veya başka bir deyişle, kalite hedef ürün profili (QTPP), bir formülasyonu veya üretim prosesini tasarlamak, optimize etmek için kullanılabilecek, klinik güvenlik ve etkinlik için kantitatif bir destekdir. ICH Q8’de, QTPP, farmasötik gelişimin ürünün kalitesinde kritik olan özelliklerin tanımını,ilacın kullanım amacı ve uygulama yolunu içerir (ICH, 2009). QTPP, ürünün kalite ile ilgili özellik ve karakteristiklerinin özetidir ve böylelikle ürünün etkinliğinin, güvenliliğinin garanti edilmesi amaçlanır. QTPP ilacın özellikleri (çözünürlük, potens, impürite, stabilite gibi) için kantitatif hedefleri tanımlar. Ayrıca, dozaj formu, uygulama yolu, ambalajı, görünüş ve teşhis gibi spesifikasyonları da içerir. QTPP’ ye, safsızlıklar ve stabilite için kantitatif hedefler, salım profilleri ve diğer ürüne özel performans gereklilikler dahildir. Ürüne özel örnekler arasında, bir oral süspansiyon için yeniden süspanse edilebilirlik, bir transdermal sistem için yapışma kuvveti ve topikal bir krem için viskozite sayılabilir. Jenerik ürünler için, QTPP’nin bir parçası olarak, biyoeşdeğerlik sayılabilir. Kritik Kalite Özellikleri (CQA) CQA, genellikle etkin madde ve yardımcı maddeler, ara ürünler ve bitmiş ürün ile ilgilidir. CQA, hem ürün performans özelliklerini

(çözünme gibi) hem de ürün performansını belirleyenleri (sertlik gibi) tanımlamada kullanılmaktadır. Bitmiş ürün kritik kalite özellikleri ürün performansını, istenilen kalite, etkinlik ve güvenlilik dahilinde etkileyen özelliklerdir. Bu özellikler, safsızlık, potens, stabilite, ilaç salımı, mikrobiyolojik özellikler gibi spesifikasyonları etkileyen özellikler olabilir. Aynı zamanda ürün performansı ya da üretilebilirliğini etkileyen etkin madde özellikleri de olabilir. Yaygın olarak, bunlara Kritik Materyal Özellikleri (CMA) de denilmektedir (Singh, et al., 2010). Alkolle doz salımında artış gösteren bir ilaç düşünürsek; TPP, ürünün alkolle alındığında ilacın alkolden etkilendiğine ilişkin bir etiket açıklaması olacaktır. QTPP’de bir performans testi, alkolde bir in vitro çözünme testi olacaktır. CMA ise, tablet kaplamasının kalınlığı olacaktır (Lionberger, et al., 2008). CQA Örnekleri: Yaş granülasyon yöntemi ile üretilen tablet için CQA’lerin ele alındığı bir çalışma örneği aşağıda verilmiştir (Aksu, 2010). Tablo 3. Yaş Granülasyon Yöntemi İle Üretilen Bir Tablet İçin CQA’ler

Tablo 3. Yaş Granülasyon Yöntemi İle Üretilen Bir Tablet İçin CQA’ler Etkin Madde Kalite Özellikleri

Hedef

Kritik mi?

Kritikliğin Doğrulanması

Görünüş

Belirlenen renk ve şekil

Hayır

Diğer parametreler kontrol altına alındığında kritik değildir

Tablet Ağırlığı (mg)

130 mg ± %3

Hayır

Diğer parametreler kontrol altına alındığında kritik değildir

Sertlik (N)

Min. 30 N

Evet

Bağlayıcı ve lubrikant konsantrasyonundan, kurutma sıcaklığından ve nemden etkilenir

Friabilite (%)

Maks. %1,0

Hayır

Sertlik kontrol edilirse friabilite de kontrol altına alınacağından kritik değildir

Dağılma Zamanı (dak.)

Maks. 15 dak./ suda

Evet

Lubrikant konsantrasyonu ve elek boyutundan etkilenir

Etkin Madde Miktarı (mg/tb)

5,0 mg/ tb ± %10

Evet

Kurutma sıcaklığından etkilenir

Çözünürlük (30 dak.)

Min. % 80

Evet

Karıştırma süresi ve elek boyutundan etkilenir

İmpürite (%)

Avr. Farm. limitleri- Evet ne göre

Kurutma sıcaklığı ve nemden etkilenir

44


KRİTİK PROSES PARAMETRELERİ (CPP) Proses parametresi

kanıtlanması veya belirlenmesidir. Şekil: “Tasarım Aralığı Belirleme” İşlem Akışı.

Proses parametresi, üretim sisteminin bir özelliğidir. Parametreler genellikle sıcaklık, karıştırma hızı gibi üretimle ilgili özellikler olarak, ekipman veya prosesin karakteristikleri; özellikler ise materyallerin karakteristikleri olarak düşünülür (erime sıcaklığı, viskozite, sterilite gibi). Ancak özellik ve parametreler arasında kesin sınırlar olmadığı da unutulmamalıdır. Kritik proses parametresi (CPP), istenen ürün kalitesini ve proses tutarlılığını sağlamak için kontrol edilmesi gereken bir proses adımının ölçülebilir herhangi bir girdisi (girdi materyali özelliği ve işlem parametresi) veya çıktısı (proses durumu değişkeni veya çıktı materyal özelliği) olarak tanımlanmıştır. Kritik proses parametresi, değişkenliğinin kritik kalite özelliği/özellikleri üzerine bir etkisi olan proses parametresidir, bu yüzden de istenilen kalitenin elde edilmesi için izlenilmeli ve kontrol altında tutulması gereklidir (ICH, 2009). Yeni bilgilerle ve prosesin daha iyi anlaşılmasıyla ürün yaşam döngüsü içinde kritik proses parametreleri değişebilir, yenileri ortaya çıkabilir; ya da bu parametrelerin kabul edilebilir aralıkları değişebilir. Tüm bu değişikliklein proses ve tasarım alanını etkileyebileceği unutulmamalıdır. Tasarım Alanı Tasarım alanı ilaç endüstrisinde önemli bir yer kaplamaya başlamıştır. Tasarım alanı; kritik formülasyon ve işlem parametreleri arasındaki bağ olarak düşünülebilir. Bu bağ kurulumunda eldeki verilerin çok fazla oluşu, DoE (deneylerin tasarımı) çalışmalarının desteğini gerektirmektedir. Kısaca Tasarım Alanı; Hedef ürün kalite profili ve gerek formülason, gerekse işlem parametrelerinin kritik olanlarının belirlenmesi sonrasında; istatistik çalışmaları desteğiyle belirlenen alandır. Bir tasarım alanının geliştirilmesinde, etkinlikte önemli nokta, DoE dışında bırakılan sınıflandırılmamış parametrelerin gerçekten kritik olmayan proses parametreleri olduğunun ve bu nedenle etkileşime girmediğinin

Tasarım alanını ve normal operasyon aralıklarını gösteren bir şekil yukarıda sayfada verilmiştir. Tasarım alanı sınırları hata sınırları demek değildir; tasarım alanı, çalışılan deneysel alana ait bölgeyi ifade eder. Hata sınırlarını saptamak için istatistiksel araçlara başvurulabilir. QbD Dosyalarının Değerlendirilme Süreci QbD dosyalarının yetkililer tarafından değerlendirilme süreci diğer tüm başvurularda olduğu gibi işlemektedir. AB ve ABD’de değerlendirme süresi, geliştirme yaklaşımından bağımsız olarak, yine normalde olduğu gibi maksimum 210 gündür. Ancak toplam zaman değerlendirmeye bağlı olarak da daha fazla olabilir; zira bu sürecin hala gelişmekte ve bir öğrenme süreci olduğu göz önüne alınmalıdır. QbD elemanlarını içeren bir başvurunun değerlendirilmesi bilimsel konuların ve regülasyonların çok iyi bilinmesini gerektirmektedir. Aynı zamanda farmasötik üretim ve ürün formülasyonuna aşina olunması önemlidir. QbD dosyalarının normal ruhsat başvuru dosyalarından oldukça farklı olduğu düşünüldüğünde, gözden geçirme/değerlendirme sürecinde odaklanılması gereken noktalara dikkat çekmek gerekebilir. Örneğin; *Tasarım alanını destekleyecek yeterli bilgi var mı? 45


*Bütün ölçekler için tasarım alanı validasyonu sağlanmış mı? *Kontrol stratejisi tasarım alanını destekliyor mu? *Kullanılan farklı modellerin geliştirilmesi, validasyonları ve yaşam döngüsü yönetimi nasıl? *Ürün yaşam döngüsü için bir model validasyonu yapılmış mıdır? *Hangi kriterlerin modelin güncellenmesini gerektireceği tanımlanmış mıdır? *Proses validasyonuna dair yeterli bilgiler var mıdır? Ek olarak, değerlendiricilerin başvuruda tasarım alanı, gerçek zamanlı serbet bırakma gibi esnek ruhsatlandırma yaklaşımlarını ele almaları gerekmektedir. Ayrıca ilgili risklere ait tanımlanmış terminolojininmde anlatımında fayda vardır. QbD Konusundaki Endişeler ve Soru(n)lar Maliyet: Endüstrinin hala maliyet konusunda ve ürünün pazardaki konumu üzerine ne gibi bir etkisi olacağına dair endişeleri vardır. Değişimin getireceği faydalara değmeyeceğine ilişkin algılama, endüstrinin değişiklikleri ruhsatlandırma kuruluşlarının önüne getirmekteki genel isteksizliği, işlemlerde değişiklikler yapma çekingenliği vardır. Harmonizasyon: Yeni paradigmanın tam olarak anlaşılıp hayata geçirilmesi gerekmektedir. Tüm ülkeler çapında bir harmonizasyonun olmaması da, ICH Q8-Q9-Q10 ve Q11 kılavuzlarının uygulanması açısından gelecekteki durumu üzerine negatif bir etkisi olacağını düşündürmektedir. Ürünlerde varyasyon yapılması durumunda farklı varyasyon başvuru prosedürleri de gündeme gelecektir. Uzmanlık/Yeni Teknikler: Daha kapsamlı yaklaşımların ve farklı tekniklerin uygulandığı, deneylerin tasarımı (DoE), istatistiksel araçların kullanıldığı QbD konusunda 46

Ruhsatlandırma otoriteleri, denetçiler ve endüstride çalışanların bu konuda eğitim alması gerekmektedir. QbD ruhsat başvuru dosyalarının, QbD uygulanan diğer onay sonrası başvuruların incelenmesi sunulan verilerin değerlendirilebilmesi için uzmanlık gerekmektedir. Endüstri ve Otorite Diyaloğu: Endüstri, değerlendiriciler ve denetçiler arasındaki diyaloğun sürekliliğinin sağlanması, bunun için de sürekli iletişim halinde olunması gerekmektedir. Başvuru sahipleri ürün ve prosesin karmaşıklığına göre uygulanacak yaklaşımları belirlemektedirler. Başvurularda bilimsel bilgilere dayanarak gerekçelendirmeler yapılmalıdır (örneğin uygulanan kontrol stratejisinin detaylı açıklaması). Uygulanan yaklaşımların açıklanması ve karşılıklı bilgi alış-verişi açısından değerlendiriciler tarafından istenecek spesifik bilgilerle alakalı gelecek sorular için başvuranların bu konuda değerlendiricilerle sürekli temas halide olup diyalog kurmaları büyük önem taşımaktadır. GMP: Unutulmamalıdır ki, QbD uygulaması ruhsatlandırma gerekliliklerini değiştirmemekte, sadece hem başvuru sahipleri hem de değerlendiriciler açısından daha esnek bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Ne olursa olsun, GMP gerekliliklerinin uygulanması şarttır. Yanlış Anlamalar ve Hatalar: QbD ruhsat başvuru dosyalarında bazı ortak yanlış anlaşılmalar da olduğu görülmüştür. Bunların bir kısmı da tanımlamalarla ilgilidir. QbD uygulamalarının daha detaylı inceleneceği, daha çok soru yüzünden ve onay öncesi yapılacak denetimler yüzünden onay sürecinde daha çok zaman alacağı düşünülmektedir. Tasarım alanı kavramının deneylerin tasarımı ile aynı olarak görüldüğü, tasarım alanına dayanılarak serbest bırakma yapıldığı, spesifikasyonlara gerek duyulmadığı görülmüştür. Çok yapılan hatalardan biri de, bir parametre kontrol edilmişse onun artık kri-


tik olmayacağı yanılgısına düşülmesidir.

ması, daha etkili proseslerin geliştirilmesi ve daha az ruhsatlandırma gereklilikleri mümkündür. Kaliteyi azaltmayacak şekilde ruhsatlandırma esnekliğinin sağlanması aynı zamanda düzenleyiciler için de önemlidir. Ve odak noktasında her zaman hasta olduğundan dolayı, ürün kalite güvencesinin artışının sağlanması da söz konusudur. Proses Analitik Teknoloji (PAT) Girişimi ilaç endüstrisinde kalite konusundaki en önemli adımlardan birisidir. PAT’ın yeni üretim prosedürlerinde veya mevcut imalat işlemlerinde uygulanması maliyet ve rekabet açısından avanaj sağlayarak; ilaç endüstirisinin içinde bulunduğu bu zor durumdan kurtulmasında anahtar rol üstlenecektir.

Proses Analitik Teknoloji (PAT) Girişimi ilaç endüstrisinde kalite konusundaki en önemli adımlardan birisidir.

Risk tabanlı uygulamalar değerlendiriciler açısından da önem taşımaktadır. Ancak bunların gereksiz kullanımından ziyade, başvuruların kabulünde nelere gereksinim duyulacağı unutulmadan risk tabanlı yaklaşımlar uygulanmalıdır. Risk değerlendirilmesinde bir parametrenin neden riskli olduğu, ne derecede riskli olduğuna dair açıklamalar verilmelidir, sadece sonuç da verilmemelidir. Az bilgi verilip, sadece grafiklerin sunulmasının yeterli olacağı düşünülmemelidir. Tasarım alanlarının sınırları çok iyi tanımlanmalıdır. Hangi parametrelerin ve hangi aralıkların tasarım alanında yer aldığı bilgisi verilmelidir. Laboratuvar ölçeğinde araştırılan aralıklar tasarım alanıyla örtüşmediğinde mutlaka bir açıklama yapılmalıdır. Deneylerin tasarımı ve istatistiksel metotlara dair kapsamlı bilgiler başvuruda yer almalıdır. Kullanılan çok değişkenli modellerin ve validasyonlarına dair; modellerin ürün yaşam döngüsü boyunca doğrulanması gerekmektedir. Modelin güncellenmesini gerektirecek bir varyasyona hangi değişikliklerin sebep olacağı bilinmelidir. QbD dosyalarının daha iyi yapılandırılması, yapılan çalışmaların amaçlarının açıkça belirtilmesi gerekmektedir. * QbD uygulamaları için gereken operasyonel ve istatistiksel araçlar oldukça yenidir ve beceri gerektirmektedir. * Halihazırdaki gereklilikler analitik teknolojinin geliştirilmesini engellememelidir. * Endüstrinin QbD standartlarını adapte etmesi gerekmektedir. * QbD standartlarının yerleşmesi için otorite açısından da biraz zamana ihtiyaç vardır. QbD’ nin Ortaya Koyduğu Çözümler, Yararlar QbD uygulanmaları, her şeyden önce bir kazan-kazan-kazan politikası ortaya koymaktadır. Üreticiler açısından bakıldığında; ürün/prosese dair daha iyi anlayış sağlan-

Endüstrinin bugünkü durumunda; Ar–Ge ile karşılaştırıldığında, üretim operasyonları üzerine yapılan yatırımın çok daha az olduğu görülmektedir. Üretim etkinliği iyileştirmelerinden elde edilecek olan dünya genelindeki tasarrufların 90 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir; bu da her yıl 80-90 yeni ilaç geliştirmenin mevcut maliyetine denk gelir. Yeni teknolojilerin (QbD, PAT) uygulamaya geçirilmesiyle birlikte bu “odaklanma” durumunun daha dengeli bir hale gelmesi beklenir. Bu durum artık öneriden ziyade; ilacın halk sağlığı misyonu göz önünde bulundurulduğunda (etkinlik, güvenilirlik ve kalite) bir gereklilik olmuştur. Bitmiş ürün onay sürecini etkileyen bütün parametrelerin anlaşıldığı bir üretim sistemi endüstriye; denetimler sırasında ve ruhsatlandırma süresi boyunca otoriter bir esneklik kazandıracaktır. Proses Analitik Teknolojinin uygulanması öncesindeki onay politikaları ile ilgili tereddütler yerini, belirsizliklerin ortadan kalktığı ve bizzat düzenleyiciler tarafından desteklenen bir “uyum” ortamına bırakmaktadır. Gereken harmonizasyonun sağlanabilmesi; ilaç endüstrisi ve düzenleyici otoritelerin işbirliğine bağlıdır. QbD’nin, ilaç endüstrisinde olan faydaları aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir. 47


Üretim verimliliğinin artırılması:

İşletme stratejisi:

QbD, aşağıda bazıları sıralandığı gibi, üretimde verimliliği arttırır:

İşletme stratejisi açısından QbD’nin sağladığı yararların bazıları aşağıda sıralanmıştır:

*Tasarım sırasında üretimi klinik ile ilişkilendirilmesi, *İmalatta daha az problemli ürünlerin daha iyi şekilde tasarlanması, *Etkin ve yardımcı maddelerin üretimi nasıl etkilediklerinin daha iyi anlaşılması, *Bir projenin içerdiği değişkenliğin azaltılması *Teknik problemlerin çözümlenmesi, *Verimin artırılması, *Ürünler ve üretim prosesinde sürekli iyileştirmelerin yapılması, *Genel üretim maliyetlerinin ve kalite maliyetinin azaltılması, daha az israf, *Analiz testlerinin sayısı ve karmaşıklığının azaltılması, *Stabilite programlarının sayısının azaltılması, *Gerçek zamanlı serbest bırakmanın hayata geçirilmesi. Ruhsatlandırma esnekliğinin önerilmesi: QbD prensiplerinin mevcut bir ürüne uygulanması suretiyle ruhsatlandırma esnekliği önerilebilecektir. İşlemlerin daha iyi anlaşılması yoluyla otoritenin onay süresi kısalmakta ve denetim sayısı azalmaktadır. Bu esneklik, ICH Q8 (Rl)’de açıklanan şekilde “tasarım alanı” önerilmesi suretiyle yapılan biyoteknolojik ürün çalışmalarında da geçerlidir. * Ruhsat sonrası değişiklikler için gerekli üretim takviyelerinin azaltılması, * Ruhsatlandırma onayı olmaksızın üretimi iyileştirmek amacıyla yeni teknolojilerin uygulanabilmesi, * İnceleme sırasında daha az zorluk ortaya çıkması, eksikliklerde azalma, daha hızlı onay alınması, * Otorite ve endüstri arasında proses düzeyi yerine bilimsel bir düzeyde anlaşma sağlanması. 48

*Üretimde “en son teknolojilerin” kullanılması, *Garanti edilen ve artan kalite düzeyi (birimden birime), *Belge sayısında azalma, *Riskin azaltılması, *Gerçek zamanlı veri toplama ve entegrasyonu, *Bilgi yönetimi, *Daha iyi ve genel iş modeli. QbD yaklaşımıyla ürünün kalitesi üretim prosesi sonunda test edilmez, ürün tasarlanma aşamasında kalite tasarlanır, kalite ürünün içine yerleştirilir. Kalitenin kontrol edilmesi yerine bundan daha üstün olan, kalitenin güvence altına alınması sağlanır. Prosese dair tam bir anlayış oluşturulmasıyla, sürekli sabit proseslerle üretim uygulaması sonlanmış, artık tamamen bilimsel verilere dayanan yaklaşımlar ve önceki bilgi ve tecrübelere dayanarak yapılan uygulamalarla, bunun yanında ürüne ve prosese dair kritik noktaların belirlenmesiyle hangi noktaların kritik olduğu, risk yönetimi uygulamalarıyla birlikte belirlenerek ve yönetilerek, prosesin canlı hale gelmesi sağlanır. Değişiklik yapılamayan prosesler ve sistemler sonucu geliştirme ve yenilikler kösteklenmektedir. Halbuki QbD yaklaşımının getirdiği tasarım alanı, gerçek zamanlı serbest bırakma gibi esnekliklerle değişim artık prosesin bir parçası olmuştur. Bu değişiklikler sonucunda da prosesin işlerliği kanıtlanarak, sisteme duyulan güven artmıştır. Eskiden elde edilen verilerle hareket edilirken, yeni yaklaşımla bunun dışında bilimsel ve risk tabanlı bilgilerle hareket edilip karar alınması sağlanmıştır. Tasarım alanı, proses anlayışının oluşturulduğunu göstermenin bir yoludur. Bir tasarım alanı oluşturmanın faydaları açıktır. Tasarım alanının etkin kullanılmasının zorluklarından


biri, onu oluşturmanın maliyetidir. Kaynakça

velopment, and Manufacturing (s. 313-352). içinde John Wiley & Sons, Inc.

1. Aksu, B. (2010). Ramipril Tablet Üretim Prosesinde Yenilikçi Farmasötik Üretim Uygulamaları. İzmir, Türkiye: Ege Üniversitesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı.

5. ICH. (2009). Pharmaceutical Development Q8(R2) (Step 4). International Conference on Harmonisation of Technical Requirements for Registration of Pharmaceuticals for Human Use (ICH).

2. Aksu, B. (2013). İlaçta Kalite Tasarımı (QbD) ve İlgili Yasal Düzenlemeler, İstanbul: Neta Reklam Tanıtım Matbaacılık San. Tic.Ltd. Şti.

6. Lionberger, R. A., Lee, S. L., Lee, L., Raw, A., & Yu, L. X. (2008). Quality by Design: Concepts for ANDAs. AAPS J., 10(2), 268-276.

3. CDER. (2007). Guidance for Industry and Review Staff Target Product Profile — A Strategic Development Process Tool. FDA. 4. Cogdill, R. P. (2010). Case for Process Analytical Technology: Regulatory and Industrial Perspectives. Pharmaceutical Sciences Encyclopedia: Drug Discovery, De-

7. Singh, S. K., Venkateshwaran, T. G., & Simmons, S. P. (2010). Oral Controlled Drug Delivery: Quality by Design (QbD) Approach to Drug Development. H. Wen, & K. Park (Ed) içinde, Oral Controlled Release Formulation Design and Drug Delivery: Theory to Practice. John Wiley & Sons, Inc.

49


BT

ilim eknoloji

Jogo Bonito

M

erhaba delikanlı, iyi yolculuklar. Size de. Yolumuz uzun, bir börek ister misin evladım? Sağ olun teyzecim, çok lezzetli. Demek üniversitedesin, torunum da öyle; ne okuyorsun? Fizik doktorası yapıyorum. Ah evladım, bende de bir türlü geçmeyen bel ağrıları var, ne yapayım? Yok teyzecim, fizik tedavi değil, fizikçiyim ben. Nasıl, nasıl? Yani fizik, matematik falan, ortaokulda, lisede vardı ya, o cins. Oy, üzülme evladım, o da bir meslek tabi, ..., ama neden mühendis ya da doktor olmadın? Çünkü, kem ve küm. Ortaokuldayım. Ders müzik, sözlü sınav blok flütten. Notaların inci gibi yazılı olduğu müzik defterimi açıyorum ve onlara bakar gibi yaparak istenilen şarkıyı çalıyorum. “Aferin oğlum, notun dokuz.” Kan ter içerisinde yerime oturuyor ve içimden bir oh çekiyorum. Çok şükür bunu da atlattık. Akşam eve gelince iyi not aldığımı söylüyorum, annem ve babam da haftasonu beraberce maruz kaldığımız işkencenin, sonunda bir halta yaradığını öğrenip rahatlıyorlar. Komşularımıza acıyorum. Parmakları delikleri doğru dürüst kapatamayan bir çocuğun kulak tırmalayarak gıcırdattığı bir parçayı saatlerce tekrar tekrar dinlemiş olmanın onlara zerre kadar faydası yok. Bıkkınlık ve sinirle kinlenip flüte deli deli üflemelerimden çektiklerini ise hiç saymıyorum. Nefret ediyorum müzik dersinden, nefret, nefret! Aylarca çalıştığım halde nota okuyamıyorum; o yüzden önce notaların isimlerini kurşun kalemle üstlerine not düşüyorum, sonra her bir notayı basmak için parmaklarım sıralarını ezberleyinceye kadar parçayı yüzlerce kez tekrarlıyorum, en son notaların isimlerini siliyorum ki nota okuyamadığım anlaşılmasın. Sonra da kalkıp sözlüde çalıyorum, yok yani şarkıyı de-

50

Doç. Dr. V. Erkcan Özcan ğil, bestekarın kemiklerini sızlatarak şarkının ruhunu (bir hırsız gibi) çalıyorum. “Bu müzik denilen sanat var ya, çok sıkıcı, çok iğrenç, sadece ezber, keyifsiz bir şey,” dermişim. Yo, yo, bir dakika, hiç de değil. Sadece dersiyle alıp veremediğim. Hatta müziği çok sevdiğim için dersinin böyle olmasına ayrı bir içerliyorum. Öyle böyle değil! Blok flütü dersten sonraki yirmi küsür yıl boyunca gerçek bir enstrüman olarak göremeyecek kadar derin bir yara açılmış içimde. Gene de, sistemin beni müziğin “ne olduğu” konusundaki tüm eğitme çabalarına inat, müzikten nefret etmiyorum, hatta müziği onsuz bir hayat düşünemeyecek kadar seviyorum. Detone sesimle (kimseler yokken) şarkılara kareoke yapacak kadar, radyoda duyduğum bir şarkıyla arabadan inip salsa yapacak kadar, düğün derneklerde millet ne der diye düşünmeden göbek atacak kadar seviyorum. İşte bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum. Müzik derslerinin öğrencilerin büyük çoğunluğunu ezberciliğe iten şekli, müziğin güzelliğini fark etmeme engel olamadığı için. Çevremdeki insanların büyük çoğunluğu benim kadar şanslı olamayabiliyorlar. Fizik veya matematik derslerinin aynı şekilde, içindeki güzelliği paylaşmadan ezberci şekilde uygulanması sebebiyle fizikten, matematikten korkar, nefret eder oluyorlar. Ders dışında da müzikle tanışmış olduğumuz için müzik dersine olan hıncımızı gerçek müzikle karıştırmıyoruz. Ancak gündelik hayatta fizikle, matematikle yeterince karşılaşmadığımız için bu konuların derslerini gerçek fizikle, gerçek matematikle karıştırıyoruz. Fizik nere, müzik nere, dediğinizi duyar gibi-


yim. Bir an için okul yıllarınızdaki fizik derslerinizdeki kızgınlığınızı, kininizi, huzursuzluğunuzu bir kenara koymaya çalışın. Ve uzunca yıllardır dinlemediğiniz ama çok sevdiğiniz bir şarkının radyoda sürpriz bir şekilde karşınıza çıktığını hayal edin. Veya uzunca bir parçanın ortasında aniden gelen ve adeta ruhunuzu yıkayan bir gitar solosunu1 ilk kez duyduğunuz anda tüylerinizin nasıl diken diken olduğunu hatırlayın. Öyle bir durumda hissettiğiniz saf güzellik hissi nasılsa, bir fizikçinin veya matematikçinin yeni bir şeyler öğrendiği zaman hissettikleri, inanın aynı. Modern tıp da buna yönelik veriler sunuyor bize. Örneğin 2014’te yapılan bir araştırmada2 15 matematikçinin beyni 60 farklı formüle bakarken fMRI ile görüntülendi. Matematikçiler gördükleri formülleri güzel-çirkin diye puanladılar. Sonuçlar gösterdi ki güzel formüller hakikaten mediyal orbito-frontal korteksin A1 alanında aktivite yaratıyorlar, yani beynin görsel sanatlardaki veya müzikteki güzellik ile uyarılan merkezinde. 1+eiπ=0, yani Euler eşitliği, o 60 formül arasındaki güzellik yarışmasının kraliçesi. Gerçekten öylesine muhteşem ki! Eksi sayıların karekökü, dairenin çevresinin çapına oranı, bileşik faizlerin sonsuz küçüklükteki sonsuz vadede toplam ne kadar kazanç sağlayacağı ve yok-var ile eşleştirebileceğimiz sıfır ve bir. Bu birbiriyle tamamen alakasız görünen beş temel matematiksel sabiti, üç temel matematiksel işlem ile ve hepsini sadece birer kere kullanarak birbirine bağlıyor. Sanki sadece suşinin yosununu, dönerin etini, acı halapenyo biberini, fındık ezmesini ve tatlı-ekşi sosu karıştırarak bir yemek yapmışlar ve mucizevi bir şekilde enfes bir tat ortaya çıkmış. Bunu yapan aşçıbaşı sanatkar değilse, nedir? Euler eşitliğindeki tüm güzelliği görebilmek için biraz yorulmak, hiç olmazsa terimlerin neler olduklarını anlayabilecek kadar çalışıp okumak gerekiyor. Bu da son derece doğal, değil mi? Dünyadaki insanların belki de yarısının ilgi duyduğu alanlarda dahi biraz çalışmadan, öğrenmeden keyif alınamıyor. Jogo Bonito, yani

Portekizce “güzel oyun”, tüm zamanların en büyük futbolcularından Pele’nin futbolu tanımlamak için kullandığı terim.3 Futbolu gençliğinde oynamış, topu kontrol etmenin ve hareket halindeyken nereden nasıl uçacağını takip edebilmenin veya karşındaki rakip oyuncuları ve kaleciyi alt edebilmenin, ne kadar da incelik isteyebileceğini, yani içindeki zanaati bilen birisi Pele’nin oyunundaki güzelliği görebilirken, bunları yapmamış bir çoğumuz için de futbol yirmi küsür kişinin boş boş koşuşturmacası diye görünebiliyor. Ama Euler eşitliği için şimdilik uğraşmayalım derseniz, yarışmada yüksek puan alan başka güzellere yönelebiliriz: örneğin çoğumuzun pek yakından tanıdığı Pisagor teoremi. Bir dik üçgenin kenar uzunlukları arasındaki bu basit ilişki, bize ortaokul yıllarından beri ezberletilir, ancak nasıl keşfedildiğinden hiç söz edilmez. Bir sayının karesini almanın, gerçekten bir kare çizip onun alanını ölçmek olarak yorumlanabileceği anlatılırsa, bir tangram oyunu oynarmışçasına yapılabilir bu teoremin kanıtlanması. Çoğu bilim insanı ve matematikçi için gerçek işleri zaten bulmaca çözmek, oyun oynamaktır. Yaratıcı kısmı olmayan fizik, matematik gerçek işin sahte ve ucube bir kopyasıdır. Pisagor teoremini siz de kanıtlamaya çalışabilirsiniz. 1940’da basılmış bir kitapta4 371 farklı ispat yöntemi listelenmiş; bunların bir kısmı cebirsel, bir kısmı geometrik, bir kısmı mühendisvari (yani mekanik aletler yardımıyla), bir kısmı vektör aritmetiği ile. Aralarında Amerika Birleşik Devletleri’nin 12. Başkanı James Garfield’ın 1876’da kongredeki senatörlerle tart ı ş ı r- ken bulduğu ispat da var, 16 yaşında bir kız çocuğunun 1938’de yaptığı ispat da. Pisagor teoreminin insanlık tarihinde oynadığı rolü anlatmaya kalksak öyle çok mühendislik uygulaması buluruz ki, bu yazı rahatlıkla bir kitaba dönüşebilir. Ama kanımca buradaki asıl hikaye teoremin güzelliğinin onu fark etme şansı tanımış insanları nasıl da değiştirebildiğidir. Thomas Hobbes, Öklid’in Öğeler serisinin birinci kitabının 47. maddesiyle şans eseri karşılaştığında 40 yaşında bir beşeri ilimler hocasıydı. İyi eğitim almıştı, ama hakikaten yaratıcı olduğu pek bir eseri yoktu. Bu 47. maddeye 51


öylesine hayran kaldı ki,5 ispatını anlayabilmek için sabırla kitabın tamamını okudu. Ve ispattaki sade ve tutarlı akıl yürütmenin beşeri ilimlere uygulanması gerektiğine karar verdi. Bunu yapmaya çalıştı ve şimdi kendisini siyaset bilimi ve felsefesinin gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden birisi olarak görüyoruz. Bilin bakalım bir insanın dünyaya bakışını ve tüm dünya siyasetini değiştiren bu 47. madde neydi? Bu örneklere rağmen, hâlâ ikna olmadıysanız fizikteki, matematikteki güzelliği biraz düzgün eğitimden sonra hepimizin görebileceğine, sizi bir de yapay zeka uzmanı Jürgen Schmidhuber’i dinlemeye davet edebilirim.6 Schmidhuber’ın “Eğlence ve Yaratıcılığın Örgün Kuramı” diye adlandırdığı ilginç bir kuramı var. Güzelliği bir sistemdeki toplam enformatik bilgi miktarının ne kadar sıkıştırılabileceğinin ölçüsü olarak tanımlıyor. Bizi heyecanlandıran ise beynimizin daha önceden fark etmediğimiz yeni bir sıkıştırma algoritması öğrenmesi ile veriyi daha az sayı ile ifade edebilmesi. Bu açıdan yaklaşınca güzel bir yüze baktığınızda beynimizin yaptığı iş ile, bir fizikçinin evrenin sırlarını açıklayan matematiksel kanunlar keşfetmesi veya bir müzisyenin yeni bir melodi yaratması aslında tek bir potada eriyen birbirine paralel faaliyetler. Yani biraz abartırsak diyebiliriz ki, eğer güzellik yarışması izleyebiliyorsak, veya Pele’nin futbolundaki güzelliği görebiliyorsak, veya Cem Yılmaz esprilerine gülebiliyorsak, doğru yaklaşımla pek âlâ matematik ve fizikteki eşsiz güzelliği de beynimiz yakalayabilir. Müzik dersine muhalefetim sebebiyle müziksiz bir hayata kendimi mahkum etmedim. Müzisyen değilim (çok isterdim), ama müzik hakikaten ruhumun gıdası. Siz de eğer fizik ve matematik derslerinde mutsuz olduysanız, bunun sizi fiziksiz ve matematiksiz bir hayata mahkum etmesine izin vermeyin. Fizikçi veya matematikçi olmak gerekmiyor, bu dalların insana kendisi ve evrenle ilgili söylediklerini duyabilmek için... Bu mesleklerde güzellik öylesine önemli bir kriter ki, tonlarca fizikçi7 için denklemlerdeki güzellik kuramsal fiziğin vazgeçilmez parçasıdır. Bunları öğrenmek bel ağrılarınıza deva olamayabilir ama görünmez güzellikleri sizin için görünür kılabilir, adeta kesilmemiş bir taşın işlendikten sonra güzellik sembolü bir elmasa dönüşmesi gibi.8

52

Resim: Schmidhuber’ın 1998’deki bir makalesi için hazırladığı ve matematiksel oranlar ile ortaya çıkartılan bilgisayarda oluşturulmuş bir insan yüzü. Da Vinci veya Dürer gibi sanatçılar da eserlerinde benzeri şekilde oranlar kullanıyorlardı. Dipnotlar 1- Queen’den Innuendo. 2- Semir Zeki ve diğerleri, The experience of mathematical beauty and its neural correlates, Frontiers in Human Neuroscience, 8 (2014) 1. doi: 10.3389/fnhum.2014.00068 3- Futbola “güzel oyun” diye isim takan kişi Pele değil, ancak bu terim özellikle onunla beraber anılıyor; otobiyografisinin başlığı Hayatım ve Güzel Oyun olduğu için sanırım. 4- Elisha Scott Loomis, The Pythagorean Proposition, 1940. 5- Öyle ki, Hobbes toplumsal sözleşme kuramının başlangıcı kabul edilen Leviathan kitabının dördüncü kısmında geometriyi Tanrı’nın insana armağan ettiği yegane gerçek bilim diye tanımlayacaktır. 6- Youtube’da çok keyifli ve espirili konuşmaları mevcut. 7- Örneğin 1933 Nobel Fizik Ödülü’nün sahibi Paul Dirac’a göre güzellik ve içgüdü doğru yolda olduğunuzun habercisidir. 8- Bu örneği vermeden güzellikle ilgili bir yazıyı bitirmeye gönlüm el vermedi. Eğer ham elmas gördüyseniz, hiç de öyle göz kamaştırıcı bir taş olmadığını bilirsiniz. Onu pırlanta haline getiren ise fiziktir. Günümüzde standart pırlanta kesim tekniği (özellikle A.B.D.’de) Tolkowsky kesimi diye bilinir. 1919’da Marcel Tolkowsky’nin ışığın kırılması ve yansımasıyla ilgili formülleri kullanarak elmasın kendi üzerine düşen ışığı geri yansıtabilmesi ve gök kuşağındaki tüm renkleri ortaya çıkarabilmesini sağlayan geometrik oranları hesaplaması sayesinde pırlantalar gül kesimli elmaslardan daha parlak olmuş ve yüzüklerdeki yerlerini almışlardır.


Karanlıkta Diyalog

Sizi ve ISE’yi biraz tanıyabilir miyiz? Adım Hakan Elbir. İstanbul Social Enterprise (ISE) kurucularındanım. ISE, daha katılımcı bir toplumsal düzen arzusuyla “ölçülebilir” sosyal etki yaratma ve bu çerçevede “farklı” ve “inovatif” iş alanları geliştirme hedeflerini iş modelinin merkezine yerleştirmiş olan bir sosyal şirkettir. ISE, hayata geçirmiş olduğu sürdürülebilir iş modelini, iş dünyasının gücü ile birleştirerek, toplumsal fayda hedefi ile çalışmalarını sürdürmektedir. Karanlıkta Diyalog projesini İstanbul’a taşıma fikri nasıl ortaya çıktı? ISE, görme engelli bireyler ile görme engelli olmayan bireyler arasında önyargısız bir şekilde ilişki kurulmasına hizmet etmek, karşılıklı empati temin etmek ve toplumda bu konudaki farkındalığın artmasına katkı sağlamak amacıyla Aralık 2013 yılından beri Gayrettepe metro istasyonunda Karanlıkta Diyalog Sergisi’ni hayata geçirmektedir. İlk olarak Almanya’da 1988 yılında bir sosyal girişim modeli olarak ortaya çıkan Karanlıkta Diyalog Sergisi, bugüne kadar 135 kentte 8 milyonu aşkın ziyaretçi ile buluşmuştur. Türkiye’de de bugüne kadar 50.000’in üzerinde bir ziyaretçi sayısına ulaşan sergi, istihdam sağladığı 25 görme engelli rehber ve ziyaretçilerinden aldığı olumlu ve dokunaklı yorumların da etkisiyle hızlı bir şekilde çalışmalarına devam etmektedir. 2015 yılının Ekim ayında Sessizlikte Diyalog ve 2016 yılının Ekim ayında Zamanda Diya-

log sergilerini de Türkiye’de ziyaretçiler ile buluşturmayı hedefleyen ISE, aynı zamanda tüm bu etkinlikleri aynı çatı altında bir araya getirerek bir sosyal laboratuvar kurmayı da amaçlamaktadır. Bu sayede, ISE, katılımcı ve inovatif yöntemler kullanılarak, bireyler arasındaki diyaloğun arttırılması ve topluma sosyal fayda sağlanması için çalışmaktadır. Sosyal Laboratuar konusunu biraz açar mısınız? Sosyal etkilerin merkezde olduğu bir ‘’Social Lab’’ kurmak bizim gelecekteki en önemli hedeflerimizden bir tanesidir. Öyle bir lab. olmalı ki köklü ve temel sosyal meydan okumalar/soru(n)lar bu merkezin ana konusu olsun. Azınlıklarla ilişkiler, değerlerin giderek azalması, farklı kültürlere sahip toplumlar, bireyselleşme, sosyolojik ve demografik değişiklikler, küreselleşme, korkular ve işsizlik gibi konular/problemlerden söz ediyorum. Bu konuların herbirinin üzerine eğer ışık tutulabilmiş olsaydı, görüntülerin uzun bir gölgesi olurdu. Her cevap yeni sorulara yöneltirdi bizleri. Bu merkez aslında soruların cevaplarının verildiği ya da açıklamaların yapıldığı bir merkez olmayacak. Bu merkezde sorular sorulacak, zıtlıkların altı çiziliyor olacak, insanlar bilinmeyen/göz ardı edilen konularla ilgilenilmeye açık olunmaya davet edilecek. Benzer örneklere baktığımızda sürekli değişimin kabul gördüğünü ve değişen bakış açılarının karşısında önyargıların terk edildi53


ğini fark edebiliriz. İş dünyasına yönelik gerçekleştirdiğiniz İş Atölyeleri hakkında bilgi alabilir miyiz? İnsan kaynakları yöneticileri bilirler ki, çalışanların henüz keşfedilmemiş potansiyel yönlerini keşfetmek ve onları bu yönde eğitmek, ancak alışılmış yöntemlerin dışına çıkmakla olur. Şirketlerse artık kendilerine yapılan “egsantrik deneyimler” türünde şirket etkinlikleri tekliflerine oldukça alıştılar. Ancak, her ne türde olursa olsun, bu etkinliklerin ortak bir yönü var: kısacık da olsa, hayatın daha önce deneyimlenmemiş yönlerini yaşatma fırsatını sunmak ve böylece kişilerin kendi sınırlarını sınamalarını sağlamaya çalışmak... Kendimizi ve diğerlerini ancak böylesi alışılmamış durumlar içinde tanıyabilir ve keşfedebiliriz. Karanlıkta Diyaloglar’ın, hiçbir şey görmeksizin deneyimlemeye dayanan bir çalışma olduğunu düşünürsek, biz bu proje sayesinde 25 yıldır ziyaretçilerin ne denli yeni ve farklı bir deneyim yaşadıklarını bizzat gözlemliyoruz. Görme kaybı; görememek, bir insan için inanılmaz önemli ve hayati bir durum. Belki de böyle hayati bir duyunun kaybı, içimizdeki bilinmez ve keşfedilmemiş kaynakları keşfedebilmemizi sağlayacak bir potansiyeli taşıdığımızı bizlere gösterebilir. Buna benzer sonuçları “Sessizlikte Diyalog” workshoplarında da görüyoruz. Çalışmaların zifiri karanlıkta süregelmesi, gerçekten de beklenmedik durumlara 54

yol açıyor. Yani, görme duyusu kullanılamadığından ötürü, kişi verilen görev ve hedeflere erişebilmek için hiç bilmediği kaynak ve potansiyellerini ortaya çıkartmak ve kullanmak durumunda kalıyor. Istanbul Social Enterprise, Aralık 2013’ten beri insan kaynakları gelişimi için “business workshop” alternatifleri sunmaktadır. Başlıklarımız; farklılıklar, iletişim, takım kurma ve liderliktir. Diyalog Business Workshopları; World Economic Forum/Dünya Ekonomi Forumu, the Hindustan Times Leadership gibi dünyanın en prestijli forumlarına uygulamacı olarak davet edilmiş ve hatta Young Presidents Organization (YPO)/ Genç Başkanlar Organizasyonu’nun eğitim programının güçlendirilmesine katkı sunmuştur. 2008 yılında YPO tarafından “Best Innovative-En iyi yenilikçi” ve “Out of the Comfort Zone-Konforlu Alanın Dışında” etkinlikleriyle dünya çapında verilen Global Award ödülüne layık görülmüştür. Liderler arasında hem yeni ve sürdürülebilir değerleri sürekli etkin ve canlı tutmak konusunda hem de belirsizlik, güvensizlik ve korkunun hâkim olduğu süreçlerde “güven ve biraradalık” duygusunu güçlendiren etki ve sonuçları uzun vadede yarar sağlayan özel metodu sayesinde, Diyalog Business Workshopları inanılmaz bir potansiyele sahiptir. Özetle workshoplarımız, insanlar arasındaki ilişkiyi, karşılıklı anlayış ve empatiyi güçlendirirken, kişisel gelişim için de önemli katkılar sunuyor. Filozof Martin Buber’in ünlü saptaması olan “Öğrenmenin tek yolu, karşılaşmaktır.” sözünün ne kadar doğru olduğuna workshoplarımıza katılarak bizzat şahit olabilirsiniz.


Kongreler Düzenleyen

Konu

Tarih

Yer

Bilgi

Kimyagerler Derneği

3. İlaç Kimyası Kongresi

20-22 Mart 2015

Antalya

www.ilac.kimyager.org

GPA Conferences

11th EGA Legal Affairs Forum

26-27 Mart 2015

Brüksel

www.gpaconferences.com/

Quality Academia

İlaç Endüstrisi’nde Sertifikalı Ambalaj Uzmanlığı

6-28 Mart 2015

İstanbul

www.qualityacademia.com

UBM

CPhI South East Asia

8-10 Nisan 2015

Jakarta

www.cphi.com/ asean/home

DIA

DIA 27th Annual EuroMeeting

13-15 Nisan 2015

Paris

www.diahome. org/en-GB.aspx

Oxford Global

3rd Annual Biosimilars&Biobetters Congress

20-21 Nisan 2015

Londra

www.biosimilars-congress. com

UBM

CPhI China

22-24 Nisan 2015

Tokyo

www.cphi.com/ japan/home

GPA Conferences

13th EGA-EBG International Biosimilars Conference

23-24 Nisan 2015

Londra

www.gpaconferences.com/

UBM

CPhI Russia

27-29 Nisan 2015

Moskova

www.cphi.com/ russia/home

Informa

Biosimilars

18-20 Mayıs 2015

Berlin

www.informa-ls. com/biosimilars

Messe Düsseldorf

22.Uluslararası Hastane, Laboratuar, Eczane, Sağlık Klinikleri ve Hizmet ve Teknoloji İhtisas Fuarı

19-22 Mayıs 2015

Sao Paulo

www.hospitalar. com/ingles/index. html

İstanbul Eczacı Odası

2. İstanbul Eczacılık Kongresi

22-24 Mayıs 2015

İstanbul

www.istanbuleczacilikkongresi. com

EGA

Generic and Biosimilar Medicines: 2020 Vision

9-11 Haziran 2015

Berlin

http://goo.gl/1MGUGb

Biotechnology Industry Organization

BIO 2015 International Convention

15-18 Haziran 2015

Philadelphia

convention.bio. org

UBM

CPhI China

24-26 Haziran 2015

Shangai

www.cphi.com/ china/home

55


56


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.