NEVA www.nevadergi.com
NÝSAN 2009 SAYI 6
ORWELL NEYE KARÞIYDI? YAKUP KADRÝ KARAOSMANOÐLU “yaþamak kirlenmektir, daima kirlenmektir”
YABAN “bir entelektüelin günlüðü”
CEM KARACA “herkes filtreli cigara içsin”
BARIÞ MANÇO “uzun saçlý adam”
LARS VON TRIER “karanlýkta dans”
FRANÇOIS TRUFFAUT “400 darbe”
GEORGE ORWELL;
“BÜYÜK BÝRADER BÝZÝ ÝZLÝYOR”
NEVA NÝSAN 2009 Sayý: 6 www.nevadergi.com nevadergi@yahoo.com Yönetim: ‘Neva dergisi’ adýna Ýmtiyaz sahibi : Fatma Genel Koordinatör: Yakup NEVA dergisi: Yayýn Yönetmeni : Yakup Redaksiyon : Özlem
Aydýn Aydýn Aydýn Atay
Yazarlar:
aslýhan yarar aslihanacikbas@mynet.com cumhur yoruk cyoruk@gmail.com derya yýlmaz derya.yilmaz78@hotmail.com enes hancýoðlu eneshancioglu@hotmail.com gizem altýnordu gizelmutrib@gmail.com hasan kasapoðlu seyyahasan@gmail.com hüseyin çýrpan hsyncrpn@hotmail.com ilker salman ilkersalm@hotmail.com kenan kaya dayikenan@hotmail.com nazlý karabýyýkoðlu nazlikarabiyikoglu@gmail.com nusret yaðmur nusrety@gmail.com orhan okur orhan_okr@hotmail.com ömer kurtuluþ redengede@yahoo.com.tr özer öztürk ozturkozer@yahoo.com özlem atay teferruat@gmail.com salih yarar msalihyarar@yahoo.com senay algül cafelatte_karamel@hotmail.com þule oyman schule87@yahoo.com türev sarýkurt turevv@hotmail.com yakup aydýn jakopaydin@yahoo.com yavuz yavuzer yavuzyavuzer@yavuzyavuzer.com yýlmaz gözcü yilmaz_gozcu@hotmail.com zihni toprak toprakzihin@gmail.com Adres : Akatlar Zeytinoðlu Cad. Güven Sok. No:48 Beþiktaþ / ÝSTANBUL Tel : 05054890304 Neva dergisinde yayýnlanan yazýlarýn hiçbir hakký saklý deðildir. Yazý sahibinden izin alýndýðý sürece hiçbir sorun teþkil etmez. Neva Dergisi hiçbir ticari amaç gütmemektedir. Bu dergi basýn meslek ilkelerine uymaya çalýþýyor... Neva dergisinde yayýnlanan yazý ve fotoðraflar yazarýn kendi fikir ve görüþlerini belirtmektedir.
BASKI: BRC MATBAACILIK, ULUS/ANKARA OSMAN BOLAT'A KATKILARINDAN DOLAYI TEÞEKKÜR EDERÝZ.
NEY NEVA EYLEDÝ...
H
iç kimse ikinci bir hayatý yaþayamaz. Hele ki baþkalarý üzerinden. Fakat yaþantýmýza sýðdýramadýðýmýz hayallerimizi, söylemeye her cesaret ediþimizde boðazýmýza düðümlenen o kelimeleri tek bir þekilde gün yüzüne çýkarabilir, olmasý imkânsýz þeylerin dahi hülyasýna kapýlabiliriz. Yazmak! Sadece yazý yazmak! Kalemi olan her birey, beyninin en ücra köþelerinde saklanan o dipsiz kuyudan harikulade hikâyeleri gün yüzüne çýkarýr ve okuyucusunun beðenisine sunar. Bu kimi zaman o dönem okunan yazarýn etkisiyle de olabilir. Bu konuda Tahir-ül Mevlevi der ki; “Yazý yazmak, mutlaka yazýlmýþ yazýlarý taklit etmekle baþlar. Bu tabii bir haldir. Çocuklar da baþkalarýný taklit ile söze baþlamazlar mý?” Kimi zaman yazar, farkýnda olmasa da yazýlarýnda okuduklarýný taklit eder fakat okuyucu bu durumdan þikayetçi olmayabilir Çünkü taklit, amatör ruhu doðurur düþüncesi oluþtursa da, insana heyecan verir, deneme arzusu aþýlar, “ben de yapabilirim” cesaretini kazandýrýr. Olmasý gereken þey intihale kaçmamak. Her insan kendi hikâyesinde tebdil-i kýyafet ile gezer ve bu hikâyelerinde kendi sesini duyar, kendi düþüncelerini bulur ve de benliðinin kaybolmuþ o karanlýk dehlizinde tozlanmýþ mutluluklarýný gün yüzüne çýkarýr. Okumak kadar edebiyatta önemli olan bir diðer unsur da yazmaktýr muhakkak. Yazmak! Sadece yazý yazmak. Yaratýcý “oku” der, onun dostu Rumi “dinle” der. Bize de okuyup dinlediklerimizi “yazmak” düþer.
yakup aydýn
sayý
06
[bu sayýda]
4
16
GÝZEM ALTINORDU herkes filtreli cigara içsin
CUMHUR YORUK «Big brother is watching us»
GEORGE ORWELL
7 ÝLKER SALMAN 1984
HAYVAN ÇÝTLÝÐÝ
Orwell neye karþýydý?
11
ÞULE OYMAN uzun saçlý adam
17
ÝLKER SALMAN 400 darbe
19
ZÝHNÝ TOPRAK dancer in the dark
22
HASAN KASAPOÐLU ýssýz adamdan fotoðraf
24
SENAY ALGÜL kadýn olmak
25 26
HÜSEYÝN ÇÝRPAN anne bak ben de yazýyorum! ORHAN OKUR
doðuþtan görmeyen birisine bir rengi anlatabilmek DERYA YILMAZ pi TÜREV SARIKURT sýfýr bölü sonsuz belirsizliði NAZLI KARABIYIKOÐLU terlik TÜREV SARIKURT sen kokusu GÝZEM ALTINORDU tayyare
ENES HANCIOÐLU
DERYA YILMAZ harflerin dansý
«Yaþamak kirlenmektir, daima kirlenmektir.»
ÖMER KURTULUÞ bir nevrotiðin günlüðü
YAKUP KADRÝ KARAOSMANOÐLU
14
yakup aydýn
«Bir entelektüelin günlüðü»
yaban
ENES HANCIOÐLU kent(d)ine dair özlem M.SALÝH YARAR kökler ve kangurular YAVUZ YAVUZER adým özgürlük ÖZER ÖZTÜRK çay simit ÖZLEM ATAY yolluk ÖMER KURTULUÞ atýþ serbest
NEVA
27 28 30 31 33 34 35 38 40 41 42 44 46 47 3
cumhur yoruk
“Big Brother Is Watching Us” ki dünya savaþý arasýnda yaþamýþ tüm insanlar kadar talihsiz bir yazar. 47 yýllýk kýsa ömrüne dünya edebiyatýný derinden etkilemiþ anti-ütopya kitaplarýný sýðdýrmýþ, kimilerine göre Ýngiliz gizli servisinin bir ajaný, kimilerine göre de otorite karþýtý bir solcu.
Ý
1984'ün yazarý George Orwell, gerçek adý Eric Arthur Blair, 1903'te babasýnýn görevi nedeniyle bulunduðu Hindistan Bengal eyaletinde dünyaya geldi. Doðumunun ardýndan annesi Ýngiltere'ye geri döndü. Hindistan'da görevli babasýndan ayrý bir çocukluk geçirdi. Sekiz yaþýnda St Cyprian yatýlý okulunda, 14'ünde kraliyet bursuyla Eton koleji'nde okumaya baþladý. Kendisini iyi bir üniversite eðitimi ve parlak bir gelecek beklerken üniversiteye gitmeme kararý aldý. Bunun yerine, babasýnýn izinden giderek Asya'ya yol aldý ve Burma'da askeri polis olarak çalýþmaya baþladý.
çalýþmaya baþladý, arta kalan zamanlarda ise daktilosuna oturup yazmaya çalýþýyordu. 1929'da Paris'e taþýndý. Bir çok makale, kýsa öykü ve hiçbiri yayýnlanmayan birkaç da roman yazdý. Yoksul bir hayat sürüyor ve lokantalarda bulaþýkçýlýk yapýyordu. Paris günleri bronþit teþhisiyle hastaneye kaldýrýlmasýyla sona erdi.
Ýklim koþullarýnýn saðlýðýný bozmasý, dinmeyen yazarlýk düþleri ve en çok da sömürgeciliðe daha fazla hizmet vermeyi reddetmek istemesi nedeniyle, 1927 yýlýnda görevini býraktý. Ýngiltere'ye döndüðünde, Birinci Dünya Savaþý'nda ülkeleri için savaþmýþ iþçileri bu kez ciddi ücret kesintileriyle, salgýn gibi yayýlan iþsizlikle ve yoksullukla boðuþur buldu. 1929 krizi yaklaþýyordu, zenginle yoksul arasýnda gün geçtikçe açýlan vahþi uçurumun gölgesinde Orwell, yazarlýk düþlerine uzanan yolu bulmaya çalýþýyordu. Geçici olarak bir kitapçýda
Gerek “Animal Farm” ve bu eserinde yakaladýðý alegori üzerinden Sovyet liderlerin teþhiri, gerekse “1984” ve Big Brother alegorisi ile yarattýðý otoriter polis devleti ile Sovyetler eleþtirisi; her ikisi de bu iç savaþ sonrasý yazarýn Sovyet rejimine karþý duyduðu öfke ile þekillenmiþ eserlerdir.
4
GEORGE ORWELL
1933 yýlýnda, sol görüþlü yayýncý Victor Gollancz, alt tabaka yaþamýný konu alan “Down and Out in Paris and London” (Paris ve Londra'da Beþ Parasýz, Ýthaki Yayýnlarý, 2004) adlý kitabi basmayý kabul etti. 40 poundluk avans karþýlýðý yayýnlanan kitabin kapaðýnda George Orwell ismi yer alýyordu. Orwell, Ýngiltere'deki bir nehrin adýydý. George ise tepeden týrnaða Ýngiliz bir isimdi. Bu isimle, alt tabaka arasýnda sürdürdüðü sefaletin ailesini utandýrmasýný önlemeyi umut ediyordu. Üç yýl boyunca, doðru dürüst para kazanmadan yazmayý sürdürdü. 1934'de ilk baskýsý ABD'de yapýlan -Orwell'in Burma'daki görevi sýrasýnda þahit olduklarýný anlattýðý ve tepki çektiði- 'Burmese Days'i (Birmanya Günleri), 1935'te yayýnlanan 'A Clergyman's Daughter' (Papaz'ýn Kýzý, Ýthaki Yayýnlarý) takip etti. Bu kitaplar yayýnlanýrken genç Orwell Londra'daki kitapçýda çalýþmaya ve alt tabaka arasýndaki aylak hayatýný yaþamaya devam etti. 1936 yýlýnda, 'Keep the Aspidistra Flying' isimli romaný yayýnlandý. Ayný zamanda bu yýl içerisinde Londra Üniversitesi'nde psikoloji öðrenimi gören ve yazma hýrsýna destek çýkan yoldaþý Eileen O'shaughnessy ile evlendi. Evliliðinin ardýndan
NEVA
Ýkinci Dünya Savaþý'nýn bir çeþit provasý olarak görülen ve Hitler uçaklarýnýn binlerce sivili öldürdüðü Guernica katliamý ile sembolize edilmiþ olan Ýspanya Ýç Savaþý George Orwell'ýn hayatýndan önemli bir yer tutar. Cumhuriyetçiler, Liberaller, Sosyalistler ve Komünistlerden oluþan halk cephesi hükümetine karþý ayaklanan Franco ordularý ile Cumhuriyet'i savunmak isteyen güçlerin bu mücadelesi, gerek dünya siyasetindeki geleneksel ayrýmlarýn billurlaþmasý, gerekse solun otoriter ve totaliter yorumlarý ile özgürlükçü yorumlarýnýn ayrýþmasý açýsýndan önemli bir yer tutar. Bu savaþa dünyanýn bir çok ülkesinden Cumhuriyet'i savunmak için giden binlerce iþçi, sosyalist, savaþ karþýtý insan, karþýlarýnda Franco, Mussolini ve Hitler'in
yaný sýra Stalin ve destekçilerini de gördüler. Ýþte Orwell, savaþ muhabiri olarak gittiði Ýspanya'da POUM (Partido Obrero de Unificacion Marxista, Birleþik Marksist Ýþçi Partisi) saflarýna katýlýp hem Franco ordularý ile hem de Stalin yandaþlarý ile çarpýþtý. O günlerde Orwell Ýngiltere'deki yabancý, köksüz, garip, yersiz yurtsuz, yapayalnýz halini geride býrakýp kalabalýðýn içine karýþmýþ, ait olduðu yeri bulmuþ gibiydi.
cumhur yoruk
yayýncýsý Victor Gollancz'ýn isteði doðrultusunda, 1929 krizinin iþçi sýnýfý üzerindeki etkilerini öykülemek üzere krizin en aðýr þekilde hissedildiði Kuzey Ýngiltere'ye gitti. Ýþsizliði ve inanýlmaz boyutlardaki yoksulluðu ayrýntýlarýyla gözlemledi, bu notlardan yararlanarak da 'Out the Road Wigan Pier' isimli kitabý yayýnlandý. 1936 Aralýk ayýnda ise muhabir hayatýnýn önemli anlarýný yaþayacaðý ve “1984” ve “Hayvanlar Çiftliði” ve “Katalonya'ya Selam” romanlarýna ilham kaynaðý olacak olaylarý yaþayacaðý, Ýspanya'ya, iç savaþýn patlak vermiþ olduðu Ýspanya'ya gitti.
Ýç Savaþýn en kýzgýn günlerinden birinde, 20 Mayýs 1937'de kendisini hedef alan keskin niþancýnýn kurþunu gýrtlaðýný parçaladý. Kaldýrýldýðý hastanede yaþamasýna mucize gözüyle bakýlýyordu ama basardý, yalnýz ses tellerindeki hasar kalýcýydý. Hastaneden çýkar çýkmaz, Stalinistlerin av listesinde olduðunu öðrenerek Ýspanya'yý ve savaþý terk etmek zorunda kaldý. Yoðun çabalar sonucunda eþiyle birlikte Fransa'ya geçmeyi baþardý. Ancak gerek Ýngiltere'den birlikte geldiði dostlarýný, gerekse de birlikte omuz omuza mücadele ettiði çeþitli uluslardan dostlarýný Ýspanya Ýç Savaþý'nda ya da cezaevinde kaybetti. Birlikte mücadele ettiði insanlarýn elinden gelen bunca zulüm, baský ve pisi pisine yitirdiði dostlarý ve Ýspanya Ýç Savaþý'ndaki trajedi Orwell üzerinde oldukça yýkýcý bir etki yarattý. Yoldaþlarýný katleden faþizmle, sosyalistlerin kanlarýný dökmekten sakýnmayan Stalinizm arasýnda pek bir fark göremiyordu artýk. Ýngiltere'ye döndükten sonra Ýspanya Ýç Savaþý'ný anlattýðý 'Homage To Catalonia' (Katalonya'ya Selam, Alan Yayýncýlýk) 1938'de yayýnlandý. Ayný yýl, uzunca yýllar yaþadýðý kötü yaþamýn sonucu olarak vereme yakalanmýþ olduðunu öðrendi. Epeyce bir zamanýný sanatoryumda geçirdi. Ýyileþme döneminde ise Fas'a geçip 'Coming up for Air' romaný için çalýþtý. Ýngiltere'de, Nazi Almanya'sýnda ve Sovyetler Birliði'nde halklarýn gözlerini boyayan yalan dolan dolu gazeteler, yayýnlar, yapay sislerle puslarla perdelenmiþ gerçeklikler canýný sýkýyor, öfkesini biliyordu. Gerçekleri anlatmanýn; basit, sade, düzgün bir dille herkese ulaþtýrmanýn bir yolunu arýyordu. 1940 yýlýnda yeniden, savaþýn soðuk nefesini ensesinde hisseden Londra'ya taþýndý. Nazilere karþý savaþmak istediyse de saðlýk sorunlarý nedeniyle orduya kabul edilmedi. Sivil savunma kuvvetlerine katýldý, Londra sivil savunmasýný
NEVA
5
cumhur yoruk
örgütlemeye baþladý. Ayný yýl Mart ayýnda denemelerinden oluþan 'Inside the Whale' yayýnlandý. 1941'de BBC Hintçe servisinde çalýþmaya baþladý, ayný yýl 'The Lion and the Unicorn' yayýnlandý. 1943'te BBC'deki görevinden ayrýldý. Sol eðilimli 'Tribune' dergisinin editörlüðünü üstlendi. Ayný dönemde “Animal Farm, (Hayvan Çiftliði)” üzerinde çalýþmaya baþladý. 1943 yýlý yazýnda 'Animal Farm'ýn ilk hali tamamlandý. Ancak kitabýn yayýnlanmasý önünde bir takým engeller vardý. Yayýncýsý Jonathan Cape'in akýl danýþtýðý yüksek makamlar, Sovyetler Birliði ile müttefiklik sürerken böylesine eleþtirel bir kitabýn yayýnlanmasýnýn ulusal çýkarlara uygun olmayacaðý uyarýsýnda bulunup dikkat çekmiþlerdi. Bu yüzden 'Animal Farm'ýn dünya edebiyatý ile tanýþmasý ancak savaþýn sona erip, Sovyet müttefikliðinin sona ermesi ile oldu. 1945'te Ýngiltere'de, 1946'da ise ABD'de yayýnlanan kitap, Orwell'a hak ettiði dünya çapýnda ün ve övgüyü getirdi. Ancak Orwell bu baþarýnýn keyfini süremedi. Hayat arkadaþý Eileen 29 Mart 1946'da öldü ve Orwell, Ýskoçya'daki Jura
adasýnda inzivaya çekildi. Bütün vaktini geleceðe dair kurguladýðý son öyküsü üzerine çalýþarak geçiriyordu. Yine halk efsaneleriyle, kara bir dille ve sosyalizm idealini yaþatmak için kokuþmuþ Sovyetler efsanesini yýkmanýn þart olduðuna yönelik inancýyla yola çýkýyordu. Yevgeni Ývanoviç Zamyetin'in Sovyet rejiminin çürümesine yönelik ilk dikkatleri çektiði 'Mýy (Biz, Metis Yayýnlarý)' adlý romanýndan esinlenerek bir anti-ütopya yazmaya baþladý. 1947'de '1984'ü tamamlamasýndan kýsa bir süre sonra aðýrlaþan hastalýðýnýn sol akciðerini tamamen tüketmesi nedeniyle hastaneye yatýrýldý. “1984” 1949'da yayýnlandý. Ayný yýlýn sonunda hasta yataðýnda Sonia Brownell ile evlendi. Bu evliliðin kýsa bir süre ardýndan, 13 Ocak 1950'de, George Orwell hayata gözlerini yumdu. Orwell'ýn yazarlýk serüvenini kabaca iki aþamaya ayýrmak mümkündür. Ýspanya Ýç Savaþý öncesi ve sonrasý. Bizzat katýlýp yaralandýðý bu savaþta þahit olduklarý, dünya üzerindeki “sosyalist” deneyimlerin çürümüþ niteliklerini öylesine göstermiþti ki, bu tarihten sonra Orwell bütün yazarlýk becerilerini Sovyet rejimini teþhir etmek üzere kullanmýþtýr. Gerek “Animal Farm” ve bu eserinde yakaladýðý alegori üzerinden Sovyet liderlerin teþhiri, gerekse “1984” ve Big Brother alegorisi ile yarattýðý otoriter polis devleti ile Sovyetler eleþtirisi; her ikisi de bu iç savaþ sonrasý yazarýn Sovyet rejimine karþý duyduðu öfke ile þekillenmiþ eserlerdir. Eserlerindeki bu anti-Sovyetik tutum, daha sonraki yýllarda, özellikle Soðuk Savaþ döneminde anti-komünist kamp ve onun propaganda araçlarý tarafýndan gayet ustaca kullanýlmýþ, zihnen ve bedenen solda duran Orwell'ýn bir çeþit saldýrý silahý olarak kullanýlmasýna neden olmuþtur. Bu yüzdendir ki, Orwell, Sovyetler Birliði parçalanana kadar, sol cenahtan beklediði ilgiyi ve saygýnlýðý pek görememiþtir. Yine de iki savaþ arasý dönemi, Nazizmi ve Guernica katliamýný, Ýspanya Ýç Savaþý ve Sovyet rejiminin ihaneti yaþamýþ bir yazarýn samimi düþünceleridir, sorunu Stalincilik ve her türden otoriter rejimdir; her ne kadar kendisine Ýngiliz gizli servisi ajaný denmiþ olsa bile.
Baþlangýç: Paris ve Londra'da Beþ Parasýz Ara Sýcak: Katalonya'ya Selam Ana Yemek: Hayvan Çiftliði ve 1984 Ýçecek: Papaz'ýn Kýzý Arzu edenler için tatlý: Biz, Yevgeni Ývanoviç Zamyetin
6
Kaynakça: http://orwell.ru/ http://orwelldiaries.wordpress.com/ NEVA Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
cyoruk@gmail.com
Þef'in tavsiyesi Büyük Seçim Orwell Menu:
ORWELL NEYE KARÞIYDI?
ilker salman
1984 ve Hayvan Çiftliði romanlarý dolayýsýyla George Orwell'e anti-komünist, CIA ajaný gibi yakýþtýrmalar her zaman yapýlagelmiþtir. Ýki romanda da kitleleri kapitalizmden kurtarma þiarýyla yönetimi ele geçirenlerin sonradan nasýl zalimleþebildiklerini anlatan, kendisi de zaten Ýspanya Ýç Savaþý'nda Franco güçlerine karþý savaþmýþ bir sosyalist olan yazara böyle diyebilmek için ya bu kitaplarý okumamýþ olmak ya da ideolojik körlük yaþamak gerekiyor. HAYVAN ÇÝFTLÝÐÝ…”BAZI HAYVANLAR ÖBÜRLERÝNDEN DAHA EÞÝTTÝR” spanya Ýç Savaþý'nda P.O.U.M. (Birleþik Marksist Ýþçi Partisi) milis güçlerine katýlarak darbeci Franco ordusuna karþý savaþan Orwell, burada Stalinistlerin çýkardýðý fraksiyon savaþýna þahit olur ve ülkeyi terk etmek zorunda kalýr. Hayvan Çiftliði'ni de bu umutsuzluk içinde kaleme alýr. Belki de romanýn kendisinin bile önüne geçmiþ olan ''Bütün hayvanlar eþittir. Ama bazý hayvanlar öbürlerinden daha eþittir'' cümlesiyle belleklerde derin izler býrakan Hayvan Çiftliði'nde bildiðimiz gibi bir çiftlik konu edilir. Bu çiftlikte insanlarýn tahakkümü altýnda yaþayan hayvanlar bir devrim hareketiyle yönetimi ele geçirirler. Caným cicim aylarýnýn geçmesinden sonra içlerinde en akýllý ve güçlü durumda bulunan domuzlar önce kendilerine muhalif olanlarý tasfiye ederler, ardýndan da eskisinden daha þiddetli, daha aðýr þartlarla dolu bir diktatörlük kurarlar. Evet, konusu en özet haliyle bu. Sýrf bu özeti okuyunca bile verilmek istenen mesaj sarih bir þekilde anlaþýlabiliyor. Ýnsanlarýn (ya da kapitalistlerin) üstü daha en baþta çiziliyor. Peki ya devrimin ardýndan iþ baþýna gelenler?
Ý
Devrimin önderi olan domuz Napoleon'un Stalin'i temsil ettiði açýktýr. Ama bu romanýn komünizmin yanlýþlýklarý üzerine yazýlmadýðý gibi yalnýzca Stalinizm üzerine kaleme alýnmadýðýný da kabul etmeliyiz. 1984 romanýnda daha belirgin bir þekilde göreceðimiz üzere esas mesele yönetimi elinde bulunduranlarýn iktidarlarýný devam ettirebilmek için yaptýklarýdýr. Napoleon'un bu uðurda gerçekleþtirdiði ilk hareket de çiftliðin eski sahibi olan Jones'un bir gün geri dönebileceði korkusunu diðer hayvanlara yaymak olmuþtur. Böylece her türlü þikâyete karþý bu bahanenin arkasýna saklanmak etkili bir çözüm haline geliyordu. Örneðin elmalarýn ve sütlerin tamamýnýn domuzlara ayrýlmasý bu yolla saðlanabiliyordu. Öyle ya, ya domuzlar gereði gibi beslenemeyip görevlerini yapamaz hale gelirse? Ya düþman (Jones) geri gelirse? Napoleon'un bu cihetteki ikinci icraatý da her Pazar yaptýklarý toplantýlara son
NEVA
vermiþ olmasýydý. Tek partilerin yayýn organlarýna benzeyen Squealer'ýn buna yorumu tanýdýk gelebilir: ''Ama yoldaþlar, bazen yanlýþ kararlar alabilirsiniz, o zaman halimiz nice olur? Örneðin þu yel deðirmeni saçmalýðýný savunan Snowball'un izinden gitmeye karar verseydiniz, ne yapardýk? Hainin teki olduðu artýk açýkça ortaya çýkmadý mý Snowball'un?'' Snowball devrimin en etkili isimlerinden biridir. Hayvanlarýn kurtuluþ savaþý olan Aðýl Savaþý'nda en ön saflarda kahramanca çarpýþmýþ ve yaralanmýþtýr. Napoleon'la ters düþüp onun tarafýndan tasfiye edilmesinin ardýndan, önce savaþtaki rolünün abartýldýðý, sonra korkakça davrandýðý, yýllar geçtikçe de insanlarýn safýnda savaþa katýldýðýný öðreniriz. Buna inanýr hayvanlar. Kitlelerin hafýzasý yoktur. Hayvanlar Jones'un dönemine kýyasla çok daha fazla çalýþmasýna raðmen daha iyi beslenememektedir. Çoðu zaman aç yatýyor, pis su içiyorlardýr. Ayaklanmadan önceki günlerin mi yoksa þimdinin mi daha iyi veya daha kötü olduðunu kestiremiyorlardýr. Zaten çoðu zaman bunu düþünemeyecek kadar yorgun ve bitap düþmüþ haldedirler.
7
ilker salman
Ýçlerinde en yaþlýlardan biri olan eþek Benjamin ise durumun hiçbir zaman daha iyi veya daha kötü olmadýðýný söyler. Ona göre açlýk, zorluk ve hayal kýrýklýðý hayatýn deðiþmez yasalarýdýr. Squealar'ýn bitmek bilmeyen propagandalarý ise durmadan eskiden köle olmalarýna karþýlýk þimdi özgür olduklarý yönündedir. Hayvanlar eskisine göre daha onurlu yaþadýklarýný düþünüyorlardýr. Ýnsanlarýn yönettiði zamanlardan bile daha sefil bir haldedirler ama daha çok marþ söylenerek, konuþmalar dinlenerek, törenler düzenlenerek, resmi geçitler yapýlarak kendilerini avutuyorlar, kendi kendilerinin efendisi olduklarý tesellisiyle bir süre de olsa açlýklarýný unutuyorlardýr. Durmadan çiftlikten insanlarýn nasýl kovulduðu anlatýlýyor, kahramanlýk hikayelerinin ardý arkasý kesilmiyordur. Ýnsanlarýn yönetimi altýndaki çiftliklerde yaþayan hayvanlardan daha fazla çalýþýr, daha az yiyecekle iktifa ederler ama sýrf hayvanlarýn kendi kendilerini yönettiði bir çiftlikte yaþadýklarý için durumlarýnýn daha iyi olduðunu düþünürler. Napoleon Stalin'dir, Snowball Troçki'dir; bunlar aslýnda (gerçeklik payý taþýmasýna raðmen) tali meseleler. Hayvanlar Çiftliði'nde olup bitenler totaliter rejimlerde ekseriyetle yaþanan gerçeklerdir. Zulmedenin dininin, milliyetinin, ideolojisinin önemi yoktur. Zulmeden zulmedendir. Devrim giderek yolundan saptýrýlmýþ, o çarpýcý finalde hayvanlar domuzlarla insanlarý birbirinden ayýramaz hale gelmiþlerdir. Amaç iktidardýr. Mutlakiyettir. Nitekim devrimi izleyen yýllarda Napoleon'dan yalnýzca ismiyle söz etmek imkânsýz hale gelmiþ, Önderimiz Napoleon Yoldaþ demek iktiza etmiþtir. Daha sonra Tüm Hayvanlarýn Babasý, Ýnsanlarýn Korkulu Rüyasý, Koyunlarýn Koruyucu Meleði, Yavru Ördeklerin Can Dostu gibi unvanlar almýþ, kazanýlan her baþarý ona isnat edilmiþtir. ''Önderimiz Napoleon Yoldaþ olmasaydý gölün suyu bu kadar tatlý olur muydu?'' kabilinden yorumlar hayvanlarýn diline yerleþmiþtir. Ýmparatorluklarýn yýkýlýp çaðdaþ rejimlerin kurulduðu yirminci yüzyýlda halklarýn kaderi bu açýdan pek deðiþmemiþtir. Görkemli saltanatlarýn yerini anlý þanlý diktatörler almýþtýr. Liderler ya kendini tanrýlaþtýrmýþ ya da bilinçli olarak tanrýlaþtýrýlmýþlardýr. Komünizme hayatýnýn sonuna kadar inanan büyük þair Pablo Neruda da Çin'de gördüðü manzarayý kendi anýlarýnda þöyle anlatmýþtýr. ''Mao'nun kiþiliðini deðil, sürdürülen Maoizm'i pek anlamýyordum. Bir insan tanrýlaþtýrýlýyordu. Yolculuðumuz sýrasýnda
8
NEVA
tarlasýndan evine dönen yoksul köylülerin, ellerindeki çapa ve sabanlarý bir kenara býrakýp, þimdi tanrýlaþmýþ eski savaþçýnýn resmi önünde diz çöktüðünü sýk sýk gördüm. Yüzlerce insanýn ellerindeki küçük kýrmýzý kitaplarý salladýðýný da gördüm. Her þeyin çaresi bunun içinde yazýlýydý. Masa tenisini kazanmaktan politik sorunlarý çözmeye kadar. Sevgi dolu sözler; her Çinlinin aðzýnda, her gazetede, her dergide, her defterde, her kitapta, her tiyatroda ve her tabloda. Burada, güpegündüz, yeni Çin'in koskocoman ve sonsuz topraklarýnda gözlerimin önünde bir insanýn, bir efsane kahramanýna nasýl dönüþtüðünü yaþýyordum. Yýllar önce Hitler ordularýný ezmiþ olan Stalin'e de ayný þeyler yapýlmýþtý. Ýnsanlarýn devrimci ve reformcu görüþleri bir kiþinin tekelinde toplanamazdý. Bu acý ilacý yine yutmam mümkün deðildi.'' Neruda deðil ama toplumlar bu acý ilacý defalarca yutmuþlar, tarih de bu yüzden tekerrür edip durmuþtur. Baþka bir þair, Mehmet Akif Ersoy'un Kýssadan Hisse þiiri de bu durumu özetler niteliktedir. ''Geçmiþten adam hisse kaparmýþ… Ne masal þey! Beþ bin senelik kýssa yarým hisse mi verdi? 'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alýnsaydý tekerrür mü ederdi?'' Konu daðýldý sanýrým. Evet, Orwell Hayvan Çiftliði'ni 1945 yýlýnda, savaþýn dumaný hala tüterken bitirmiþtir. Romanýn sonundaki derin umutsuzluk gerçekten endiþe verici. Peki, dört yýl sonra yazdýðý 1984'teki distopya için ne buyurursunuz?
1984…”SEVÝÞMEK SÝYASAL BÝR EYLEMDÝ” ''Kimse bir devrime bekçilik etmek için diktatörlük kurmaz; devrim, diktatörlüðü kurmak için yapýlýr. Baský kurmanýn amacý baský kurmaktýr. Ýþkencenin amacý iþkencedir. Ýktidarýn amacý iktidardýr.'' (1984, sayfa 230) Bir ülke düþünün ki her þey ama her þey devletin denetimi altýnda. Ýnsanlarýn yirmi dört saati kameralarla takip edilmekte. Nüfusun yüzde yirmisi ajan vasfýyla çalýþmakta. Herkesin herkesi fiþlediði, çocuklarýn bile babalarýný ihbar ettiði bir düzen 1984'ün dünyasý. George Orwell muhayyel bir gelecekte geçen son romanýnda çok karanlýk bir öngörüde bulunuyor. 1984 romanýn geçtiði yýl. Dünya üç totaliter devletin kontrolü altýnda; Okyanusya, Avrasya ve Doðu Asya. Üç ülkede de egemen olan görüþ neredeyse tümüyle ayný.
Roman bu birbirinden farký olmayan ülkelerden Okyanusya'da geçer. Ýktidardaki Tek Parti her þeyin hâkimidir. Apartmanlardan bulvarlara kadar her yerde ''Büyük Birader seni gözlüyor'' yazmaktadýr. Büyük Birader ülkenin kimselere görünmeyen lideridir. Belki de düþsel bir yarý-tanrý lider. Ve gerçekten de gözlemektedir insanlarýn her gününü, her saatini, her anýný. Evlerde bile bu kameralardan kurtuluþ yoktur. Partinin dikte ettirdikleri hariç yazý yazmak yasaktýr. Düþünmek dahi yasaktýr. Düþünce Polisi'nin görevi budur ve yüz ifadelerine bakarak suçüstü yapmaya çalýþmaktadýr. Ancak Düþünce Polisi'nden daha tehlikeli olan, düþünmeden, sorgulamadan her þeyi kabullenmiþ ve kendini Parti'ye ve devlete adamýþ
insanlardýr. Doðumlarýndan bu yana maruz býrakýldýklarý propagandalarla, sinemalarda gösterilen nefret seanslarýyla insanlar bu düzenin kölesi haline gelmiþlerdir. Çocuklar casusluk örgütlerinin elinde en tehlikeli kolluk güçlerine dönüþmüþlerdir. Geçit törenleriyle, nümayiþlerle, sloganlarla, askeri müziklerle insanlarýn tüm doðal duygularý söküp atýlmaktadýr. Cinsellik bile kontrol altýndadýr. Evlenmek serbesttir ama cinsel münasebet devletin buyurduðu þekilden milim sapmadan yapýlacaktýr. Bunun dýþýnda cinsel eylem bilinçli olarak yasaklanmýþtýr. Bu politikayý Orwell ne kadar güzel anlatmýþtýr:
ilker salman
Yalnýz, Okyanusya'da Ýngiliz Sosyalizmi, Avrasya'da Yeni Bolþevizm, Doðu Asya'da da Ölüme Tapýnma adýyla teþekkül ediyor. Ayný hiyerarþik yapýlar, ayný önder kültü, ayný ekonomi. Ekonomiler savaþ üzerine kurulu. Yalnýz burada savaþ, eskisi gibi zafer ya da yenilgiyle son bulan bir olay deðil. Amaç sadece insanlarý öldürmek de deðil. Ayný zamanda üretim yapmadan emeði yönlendirmenin mükemmel bir yöntemi. Savaþ bir endüstridir artýk. Ýnsanlarýn yarýsýnýn yalýn ayak dolaþtýðý bir düzenin ekonomisi. Bu düzende zenginin fakirden farký, bir parça etinin olmasý ya da olmamasýdýr.
''Cinsel içgüdüler, yalnýzca partinin denetimi dýþýnda bir dünya yarattýklarý için deðil, bastýrýldýklarýnda bir tür isteriye neden olduklarý için yok edilmek isteniyorlardý. Bu psikolojik sapma, savaþ tutkusuna ya da baþtakilere tapýnmaya yöneltilebileceði için isteniyordu.'' Devlete karþý en ufak bir muhalefetin cezasý ortadan kaldýrýlmaktýr. Bir gün birisi kaybolur ve ondan bir daha haber alýnamaz. Ýsmi bütün kayýtlardan silinir ve zamanla unutulur. Gerçeklik kontrol edilebilmektedir. Tarih, sürekli yeniden yazýlýp bozularak denetim altýnda tutulabilmektedir. Ýsyan etmek için bütün yollar kapanmýþtýr. Ýnsanlar ezilmektedir ama bunun farkýnda deðillerdir. Çünkü karþýlaþtýrma yapabilecekleri herhangi bir ölçü yoktur. Eskiden konuþulan dil deðiþtirilmiþ, kelime sayýsý azaltýlarak düþünme iþtiyaký da azaltýlmýþtýr. Mecazi anlamlar kaldýrýlmýþtýr. Barýþ Bakanlýðý savaþla, Doðruluk Bakanlýðý yalanla, Sevgi Bakanlýðý iþkence ve zulümle, Bolluk Bakanlýðý da herkesi aç býrakmakla uðraþýr. Ve partinin her yerde yazýlý olan üç sloganý þudur: ''Savaþ Barýþtýr. Özgürlük köleliktir. Bilgisizlik Kuvvettir.'' Ýþte böyle bir ülkede yaþayan Winston bir gün her þeyi sorgulamaya baþlar. Bütün dünyanýn delirdiðinin farkýna varmýþtýr. Eski günlerini, eski piþmanlýklarýný hatýrlar. Daha iyi bir dünyanýn var olabileceði umudunu taþýmaya baþlar. Evde gizlenmeye çalýþarak günlük tutacak kadar ileri gitmiþtir. O da bir Parti çalýþanýdýr. Kendisiyle ayný yerde çalýþan Julia'nýn gizli bir þekilde eline tutuþturduðu ''Seni
NEVA
9
ilker salman
seviyorum'' notuyla beraber baþka bir hayata adým atar. Takip edilmediklerinden emin olduklarý zamanlarda buluþup ýssýz yerlerde beraber olurlar. Winston belki de ilk kez insanca duygular hissetmektedir. Tek amaçlarý kimseye zarar vermeden mutlu olmaktýr. Ama mutlu olmak tehlikelidir devlete göre. Julia bundan þöyle bahseder: ''Aþk yaparken enerji harcýyorsun, sonra kendini huzurlu hissediyorsun ve her þey sana výz geliyor. Ýþte kendini böyle hissetmene dayanamýyorlar. Tüm geçit törenleri, tüm baðýrýp çaðýrmalar, bayrak sallamalar hep kokuþmuþ cinsellik. Mutlu olsan, Büyük Birader, Üç Yýllýk Kalkýnma Planlarý, Ýki Dakikalýk Nefret ve öteki saçmalýklar için coþkulanmana gerek kalýr mý?'' Taþlar nasýl da yerine oturuyor. Devlet, iktidarýnýn devamý için zorunlu gördüðü uygulamalarýn yetersiz kalacaðýndan endiþelenerek insanlardan kayýtsýz, sorgusuz sualsiz tam bir itaat istiyor. Yalnýzca itaatlerini deðil kendilerine içten inanmalarýný da istiyor. Bunun için de o bitmek bilmeyen propaganda araçlarýyla yetinmiyor ve insanlardan doðal olan bütün tepkilerini de istiyor. Ýnsanlardan insanlýðýný istiyor. Winston ve Julia ise kurtarýlmýþ bölge olarak gördükleri her yerde beraber oluyorlardýr. Zavallý Winston o direktiflere uygun iðrenç evliliðinde bile bulamadýðý mutluluðu ilk kez tadýyordur þimdi. Yaþadýklarýný Orwell çok etkileyici bir þekilde anlatýr:
En önemli þeyi baþarmýþlardý aslýnda. Winston ve Julia devletin artýk kimsenin hatýrlayamadýðý bir zamandan beri zihinlerine zerk ettiði ''denetlenmiþ deliliði'' kýrmýþlardý. Bir gün, bir yerlerde bu yaþadýklarýndan daha iyi bir hayat bulacaklarýna inanmýþlardý. Winston çok geçmeden Parti'de yüksek bir
10
Orwell'in 1984'te irdelediði diðer bir konu da iþkencelerdir. 1984'te devlet kimseyi doðrudan öldürmez. Kaçýrýr, sorgular, iþkence yapar, itiraf ettirir ve öldürür. Yalnýz itirafla ölümün arasýna bir þey daha koyar. Ýkna. Suçunu itiraf eden kiþinin gerçekten kötü bir þey yaptýðýný içtenlikle kabul etmesini saðlar. Devlet kendisine muhalif olaný öldürmez. Önce onun bu düzenin doðru olduðuna inanmasýný saðlar, ondan sonra öldürür. Sadece inandýðýný söylemesiyle yetinmez; inandýðýna emin olana kadar bekler. Yukarýda alýntýladýðýmýz, devrimin amacýnýn diktatörlük olduðuna iþaret eden bir cümle vardý. O cümle sadece dile getirilen bir hakikat deðildir. O sözü söyleyen roman karakteri bu hakikati olumlayarak, doðru ve olmasý gereken bir yöntem olduðuna inanarak söylemiþtir. Dünya artýk bu kadar kötü bir yerdir. Orwell'in Hayvan Çiftliði'ni yazmasýnýn üzerinden 64, 1984'ten sonra ise 60 yýl geçti. Hayvan Çiftliði'nde yaþananlar birçok ülkenin baþýna geldi ne yazýk ki. 1984'te anlatýlanlar ise dünyanýn çekilmekte olduðu faþizm bataklýðýna karþý çok etkili bir uyarý idi. Þu an dünya o kadar kötü bir yer deðil belki ama romaný dikkatle incelediðimizde bugün süren düzen ile romanda tasavvur edilen dünya arasýnda rahatsýz edici benzerlikler bulabiliriz. Kazanma ya da kaybetme amacýnýn güdülmediði, sadece sürmesinin istendiði ve koþullarýndan çýkar elde edildiði savaþlar mesela. Bunu romanda bir çeþit neo-komünistler yapýyordu, þimdi kapitalistler yapýyor. Zamanýnda komünizm deneyini yaþamýþ ülkeler de yapýyordu bunu ve yarýn bir gün dünyaya hâkim olan ideoloji deðiþtiðinde savaþlarýn son bulacaðýný, dünyada ezilen insan kalmayacaðýný kimse öngöremiyor. Belki de Hayvan Çiftliði'ndeki Benjamin'in dediði gibi ezilmek hayatýn deðiþmez yasasýdýr, ne yapsak deðiþtiremeyiz. Yine de 1984'teki distopik dünyanýn gerçekleþmediðine dua edebilir ya da Marx'ýn söylediði gibi ''tarihte ne olmuþsa öyle olmasý gerektiði, baþka türlü olmasý mümkün olmadýðý için yaþanmýþtýr'' diyebiliriz. Ama isteyen ''efendim Orwell anti-komünisttir, bu romanlarý ona CIA yazdýrmýþtýr, zaten falanca kiþileri de ihbar etmiþ'' türünden mülahazalarla uðraþabilir, ona da karýþmayýz elbette.
NEVA
ilkersalm@hotmail.com
''Yalnýzca birine duyulan aþk deðil, bu hayvansal içgüdü, bu dokunulmamýþ, sýnýrlandýrýlamamýþ tutku; Parti'yi parçalayabilecek güç buydu… Bir zamanlar, erkekler bir kadýnýn bedenine bakar ve çekici bulurlardý, iþte o kadar. Artýk saf aþk ya da tutku söz konusu deðildi. Hiçbir duygu saf olamýyordu, çünkü her þeye korku ve nefret sinmiþti. Kucaklaþmalarý bir savaþ, orgazmlarýysa bir zafer olmuþtu. Bu, Parti'ye indirilmiþ bir darbeydi. Seviþmek siyasal bir eylemdi.''
mevki edinmiþ olan O'Brien adlý bir tanýdýðýnýn Parti'ye muarýz olarak çalýþan Kardeþlik adlý yeraltý örgütünün üyesi olduðunu öðrenir ve Julia ile beraber bu örgüte katýlýrlar. Ancak unuttuklarý bir gerçek vardýr. Ülkede her þey ama her þey, devlete karþý savaþan gizli örgüt bile yine devletin kontrolündedir.
“YAÞAMAK KÝRLENMEKTÝR, DAÝMA KÝRLENMEKTÝR”
Y.K.KARAOSMANOÐLU
enes hancýoðlu
“Hayatla, gerçek hayatla karþý karþýya gelindiði zaman…hayat bütün boþluklarýyla, hiçlikleriyle sizin önünüzde ve siz bu boþluðun karþýsýnda yalnýz, yapayalnýz kaldýðýnýz zaman etrafýnýzda tutunacak bir þey ararsýnýz…bir þey…ben onu ispirtoda bulurum. Yaþamak bu bir alçaklýktýr; bu bir korkaklýktýr; bu bir hainliktir; Yaþamak esir olmak, yaþamak daima, daima tenezzül etmek. Yaþamak kirlenmek, daima kirlenmektir…”
1889'da Kahire'de dünyaya gelen Yakup Kadri, 17. asýr sonlarýnda tarihimizde beliren Karaosmanoðullarý'nýn erkek kuþaktan gelen torunlarýndandýr. Yakup Kadri, istibdat dönemi olarak da bilinen II. Abdülhamit devrinin çocuðudur. “donuk ve sessiz Gediz'in getirdiði mille beslenmiþ gündüz üzüm kütükleri arasýnda geçen çocukluk demlerini” hatýrlayarak “küre-i arzýn hiçbir suyu bana bunun kadar munis ve aþina deðildir; çocukluðumun en ferah günleri Gediz çayýnýn kenarýnda geçti.” diyerek tanýmlar çocukluðunu. Ýlk tahsilini Manisa'da yapar. Rüþdiye'yi ikinci sýnýfa kadar okur. Aydýn ilinin bir köyünde yaþar. Köy havasý ile þehir havasýnýn birbirinden farklý olmadýðýný söylese de köydeki bu çocukluk yaþamý onun köy hayatýný daha iyi tanýmasýna ve tabiat duygusunu bulmasýna etki eder. Yakup Kadri, varlýklý, evine kitap girmiþ, devrin hiç deðilse edebi kültürüne aþina bir ailenin kucaðýnda yetiþmiþtir. Okuma bilmediði yýllarda Monte Cristo'yu annesinden dinler. Annesinden dinlediði bu kitap okumayý öðrendikten sonra okuyacaðý ilk roman olacaktýr. Bu kitap çocuk yüreðinde büyük tesirler yaratýr. Daha sonra bu kitap için “benim ruhumu bu eser yaptý” diyecektir. Yakup Kadri, Manisa'daki çocukluðunda aile içinde edebi eserlerden fikren beslenip arkadaþlarla amatörce piyesler yazýp oynasa da onun edebiyata ilgisinin bununla baþladýðýný söylemek zordur çünkü onu asýl edebiyata alýþtýran ve sevdiren Ýzmir Ýdadisi'nde tanýþtýðý Akhisar'lý Abdullah Rahmi Bey olacaktýr. Onu Edebiyatý Cedide Külliyatýyla tanýþtýrmýþ ve bu eserlerin ilk örneklerinin Fransýz edebiyatýnda olduðunu söyleyerek onu Fransýzca öðrenmeye teþvik etmiþtir. Ýzmir Ýdadi yýllarýnda Ömer Seyfettin, Þahabettin Süleyman ve Baha Tevfik ile Askeri Kýraathane'deki toplantýlarda tanýþýr. Yakup Kadri imparatorluðun uzak fakat oldukça hür diyarýnda Mýsýr'da doðmak, ilk gençliðini Ýstanbul'da uzaklarda geçirmek bahtiyarlýðýna erer, lakin yine de istibdat devrinin ýstýrabýný þahsýnda hissetmekten kurtulamaz.
NEVA
Gençliðini iþte böylesi bir havada geçiren Yakup Kadri hürriyetsizliðin acýsýný ilk kez, 1905 yýlýnda Ýzmir Ýdadisindeyken tadar. “Bir gün sýnýfta, alným sýraya dayalý, dizlerimin üzerinde tuttuðum “Cezmi”' yi okurken, bir el bir demir pençe beni ensemden yakalamýþ sokaða atmýþtý. Nereye gitmeli? Nereye kaçmalý? On altý yaþýmda ya var, ya yoktum; fakat biliyordum ki bazý memleketlerde hürriyet denilen bir saadet vardýr ve oralarda herkes istediði kitabý okuyabilir; ve o diyarlardan birine gittim” der bir eserinde ve gider… Doðduðu topraklar yani Mýsýr'dýr adresi. Burada tanýdýklarýnýn olmasý da bu kararýnda etkilidir. Annesi de beraberinde gelir. Burada kaldýklarý iki sene içerisinde Frerésler mektebine kýsmen de bir Ýsviçre lisesine devam eder. Henri Lamon adlý Neuchatel'li bir zattan Fransýzca dersleri alýr. Yakup Kadri bu devri “Nisyan ve Kadim” adlý eserinde þöyle dile getirecektir. “Hayatýmýn bir devresi geldi ki Alexandre Dumas'ý adi, sönük ve dar bulmaya baþladým. Edebiyat-ý Cedide'nin açtýðý realizm hareketleri beni de Daudet'lerin, Zola'larýn, Goncourt'larýn kucaðýna attý.”
11
enes hancýoðlu
1908 yýllarýnda “Halit Ziya'nýn romanlarýndan öðrendim” dediði Ýstanbul'a ilk kez gider. Burada Refik Halit ve Faik Ali ile tanýþýr. Müfit Ratib'in akrabasýndan bir kiþinin matbaasýndaki küçük odada toplantýlara baþlarlar. Aralarýna Edebiyat-ý Cedide grubundan kimseyi almazlar. Refik Halit, Faik Ali, Þahabettin Süleyman, Celal Sahir ve Yakup Kadri'nin de aralarýnda bulunduðu bu gruba sloganlarý “Sanat þahsi ve muhteremdir” olan Fecr-i Ati topluluðu denecekti. Hayatý seyahatlerle baþlayan Yakup Kadri edebi mesleðinin ilk yýllarýnda çeþitli yazarlarýn eserlerinde dolaþan, onlarýn özleriyle beslenen oralardan aldýðý ani ve süreksiz etkilerle dönen bir fikir seyyahýna benzetilebilir. Yakup Kadri, o yýllarda Fransýzca bilen ve kendisini edebiyata baðlayan herhangi bir gencin hayatýný sürer: Fransýzca eserleri okur, yazý yazmayý dener, zaten bundan baþka bir þey de yapamazdý; çünkü kültürümüzün macerasý bizi Fransa'ya ve Fransýz kütüphanesine baðlamýþtý. Bu dönemleri Yakup Kadri þöyle anlatacaktý ; “Yirmi yaþýmýza girdiðimiz zaman, artýk hiçbir þeye, hiçbir kimseye inanmýyorduk. Kendi hayatýmýzda olduðu kadar millet ve memleket meselelerinde de tamamýyla þüpheciydik ve bu iman ve ruh iflasýný bir çeþit bilimsel sistem haline sokmaya çalýþýyorduk” Bu yýllar 1908 meþrutiyet yýllarýdýr. Fecr-i Aticilerin asýl çýkýþlarý Meþrutiyetten sonra olacaktýr. Bir kýsmý Türkçülüðün ilmi araþtýrmalarýna, bir kýsmý Turancýlýða, bir kýsmý da ayrý edebi amaçlar peþinde koþmuþlardý. Fecr-i Ati ile birlikte Batý karþýsýndaki durumumuzu tayin eden bir düþünce sistemi oluþmuþ, Batý'ya karþý hayranlýðýmýz devam etse bile, kendi öz kaynaklarýmýza giden yol açýlmýþtý. Dil ve edebiyatýmýz için halk dili ve edebiyatý gibi yeni kaynaklar keþfedilir. Yazarlýðýnýn ilk yýllarýnda etkilere karþý hem fazlaca açýk, hem de malzemesi zevki ve yöntemleri açýsýndan savunmasýzdý. Bu sebeple yazar, hisleri, fikirleri ve dünya görüþü yönünden yerli ve yabancý kaynaklara baðlýdýr. Okuduðu eserlerin, beðendiði yazarlarýn ardýndan baktýðý dünya sislidir. Hayat denen “pisliklerle dolu” kaypak sahada his ve fikir yordamýyla, ilerlerken ayaðýný basacak saðlam topraðý arar. Hayatý kapkara gören, onunla uzlaþamayan bir insanýn ölümü özleyerek aramasý doðal bir þey.. Yakup Kadri'nin yazýlarýnda bu arayýþý açýklayan satýrlarý bulmak güç deðil. “Büyük, ulvi, yüksek, derin…basit olmayan þey ölüm, ölüm!”, “Ölüler dirilere ne
12
NEVA
kadar hakim oluyor. Ölülerin baþka yetenekleri var ki kendilerini dirilerin hayretine takdir ve hürmetine mazhar kýlar ve onlara iki kat kahramanlýk verir. Bu nedir bilir misiniz?...arzu etmemek, aþýrý isteklerde bulunmamak, artýk servetin ve gücün önünde baþ eðmemek…” Ýçinde yaþadýðý gerçekliði maddi ve manevi bütün varlýðý ile reddediþin yazar etrafýnda büyük bir boþluk yaratacaðý doðaldýr; nitekim her þeyi inkârdan sonra kendini tamamen yalnýz hissetmeye baþlar. Yazar, bir süre daha kendini boþlukta hayal ettikten sonra yavaþ yavaþ þu gerçeði keþfeder ; “Benliðimiz bütün tapýnaklar içinde yegane yýkýlmayan, yegane aldanmayan mabettir…zira kendi benliðimizden hariç olan her þey, her mevcut yalandýr, yalancýdýr.” Barrés'in etkisiyle kabullendiði benlik düþüncesini, yine Barrés'in etkisiyle terk etmeye baþlar. Benliði toprak, toprakta yatan ölüler, örf ve adetler gibi bireyin dýþýndaki þartlarýn yarattýðýna inanmaya baþlar. 1909-1913 arasýnda, Þapka, Baskýn, Bir Tercüme-i Hal, Bir Huysuzun Defterinden, Kadýnlýk ve Kadýnlarýmýz, Miss Chalfrin'in Albumundan'da tutuculuk, cehalet, medeniyet, geliþim, aile gibi birey ötesi konulara temas etmesine raðmen karamsar bir ferdiyetin kabuðu içinden çýkamaz. Yazar iç sýkýntýlarý ve þüpheleriyle sarsýlýr durumdadýr. Bu yýllarýn Yakup Kadri'si genellikle yalnýzlýk arayan, toplumdan, kitlelerden, durumdan, asýrdan, zamandan kaçma arzusu gösteren bir yazardýr. Bundan baþka duygularýnýn gizliliðine de kimseyi sokmak istemez. 1914'te yazdýðý bir hikâyede þöyle der; “…çünkü ben ýstýrabýmý, ruhumun sýzýlarýný, benliðimin yaralarýný her ne olursa olsun özel tutarým, istemem ki onlara dokunulsun, onlarla eðlenilsin! Ýstemem ki onlar bir alay konusu olsun.” 1917 yýlý itibariyle ise Yakup Kadri'de artýk deðiþim baþlar. Bunun ilk sinyallerini “Rahmet” adlý eserinde görürüz. Rahmet'in erkek kahramaný Emin “…yýllarca dar bir karýnda mahpus kaldýydý…þimdi engin denizlere benzeyen umumi ve geniþ bir varlýkta hür bir zerre gibi dolaþýyor ve onda edebi ve hudutsuz bir þeye karýþmýþ olmanýn sarhoþluðu var. Artýk Emin için ruha musallat küçük ve þahsi gamlarýn hiç hükmü yok.” Yakup Kadri bu yazýyý Balkan Savaþlarý sýrasýnda Ýstanbul sokaklarýnda gördüðü sefalet sahnelerini hatýrlayarak yazmýþtý.
Bu devrede, Yunus Emre'nin ve tekkenin mistik þiiri, platoncu düþünce, insan kaderinin önceden tayin edilmiþ olmasý, insanýn doðuþtan suçlu oluþu, bir cenneti kaybediþi gibi insaný gerçeklikten uzaklaþtýran fikirler Yakup Kadri'yi meþgul eder. Hayatýn geçiciliði, âdemin despot gücü, medeniyetin saflýðý, temizliði yok ediþi, yalnýzlýk, mesafe ve zamaný yalnýz aþka gelen bir ruhun yenebileceði, platonik aþk, sevdanýn bir kader oyunu oluþu, mutluluk ve ölüm Yakup Kadri'nin 1918–1922 arasýnda yazmýþ olduðu eserlerinde duygu ve düþünce yükünü teþkil eder. 1919'da Ýsviçre'den döndükten sonra ateþkes yýllarý boyunca yazdýðý 385 makale okunursa Ýmparatorluðun yýkýlmak üzere olduðu sýrada ve Ýstiklal Savaþý devamýnca azýnlýklarýn takýndýðý hareket tarzýnýn yazarý her gün biraz daha Türk unsurunu arayýþa, Türk ruhunu bulmaya götürdüðü perde perde
hissedilir. Yazar böylece, bütün Türk milletini içine alan sosyal görüþlere, iþgalci milletlerle iþgal edilen milletlerin iliþkilerine atlayarak insanlýðý ilgilendiren ýrk ve din gibi geniþ meselelere uzanýr. Yakup Kadri'nin milliyetçiliðe gidiþini bir yandan Ziya Gökalp'ýn düþünceleri, diðer taraftan Barrés'in milli duygularý uyandýran eserleri kolaylaþtýrýr. Ýlk yýllardaki sanatkâr aristokratlýðý yavaþ yavaþ silinir. Hissi ve fikri inziva yerini topluluk derdine ve halk yararýna terk eder. 1920'de yazdýðý Kiralýk Konak'ta da topluma dönüþler vardýr; zaten eserlerindeki erkek tiplerin çoðu deðiþimlere uðrayarak bireysellikten, toplumla ilgili konumlara geçerler. Yakup Kadri'nin hayatý, biri 1922'ye kadar, diðeri 1922'den sonra olarak ikiye ayrýlabilir. Birincisinde tamamen pasif ve geçiþ devresinin özelliklerini taþýr. Ýkinci safhada ise ayaðýný basacak saðlam topraðý bulmuþ, bulanýk görüþü durulmuþ, kendini topluluðun yararýna bazý deðerlere baðlamýþtýr. Lakin bireyci oluþunu ve ilk bedbin duygularýný býrakamaz... Eserlerinin bütününde bulunan umutsuzluk ve karamsarlýk hali buradan gelir.
3 Aralýk 1974 tarihinde “kirlenmek ve korkaklýk olarak baktýðý” hayata Ankara'da veda eder.
eneshancioglu@hotmail.com
Yazar, 1942 yýlýnda CHP Roman Armaðaný'nda ikinciliði kazanmýþ olan Yaban adlý eseriyle adýndan daha fazla söz ettirir. Yaban'da Anadolu köylüsü gerici, tutucu ve yozlaþmýþ bir sýnýf olarak gösterilir bu nedenle bu eser bazý eleþtirmenler tarafýndan köylüyü aþaðýlamak ve onu hor görmek olarak nitelendirilir. Yaban Anadolu'dan ve köylüden bahseden ilk önemli roman olarak bilinir ve büyük kesimler tarafýndan okunur. 1957 yýlýnda yayýnlamýþ olduðu Anamýn Kitabý ile aný türünde Türk edebiyatýna ilk örneðini de armaðan eder. Bu tarihten sonraki bütün eserleri hatýralarýndan oluþur.
NEVA
enes hancýoðlu
Ýsviçre'ye gitmeden Bektaþi çevresine girer. Bu temas yazara “Nur Baba” nýn yazýlmasý için gerekli malzemeyi toplamak, hem de tekke yoluyla halk þiirimizin mistik tarafýna, Yunus Emre'ye gitmek fýrsatýný verir.
13
yakup aydýn
BÝR ENTELEKTÜELÝN GÜNLÜÐÜ
D
oksanlý yýllarda, ortaokul seviyesindeki eðitim k u r u m l a r ý n ý n d e r s müfredatýnda kitap özetleri olurdu. Hala var mýdýr bilmiyorum. Bu kitap özetleri bizlerin o roman hakkýnda ya da yazar hakkýnda ufak da olsa bir bilgi sahibi olmamýz için sunulurdu. Bu özetlerin birçoðunu þimdi deðil hatýrlamayý o zaman bile okumaz, okusam da kendi payýma bir ders çýkarmazdým. Þimdi düþünüyorum da acaba o yýllarda bize sunulan “Yaban” romanýnýn özetinden nasýl bir ders çýkarmýþtým, hiç hatýrlamýyorum.
filan yere tayin et, falan filan yerden kaldýr, diye akýl öðretiyor. Dinlemezse, kamçýsýný sallayarak Mabeyin kapýsýna dayanýyor.s26”
Ýþte bütün hikâye bu yolculuktan sonra cereyan etmektedir. Zaman içinde köyde birçok insan ile muhabbet giriþimde bulunsa da köylü tarafýndan bir “Yaban” olarak görülmektedir Ahmet Celal. Bu durum karþýsýnda hüzünlense de köylülere olan bakýþ açýsý hep küçümseyici bir tavýr içinde olmuþtur. Köylülerin ona karþý soðuk tavrýndan ziyade onu üzen, yaþadýklarý topraklarýn düþmanlarýn elinde olmasýna raðmen bu duruma karþý duyarsýz kalmalarýdýr aslýnda. Köylülerin tek sýkýntýsý toprak kaygýsýdýr, geçim sýkýntýsýdýr. Yabancý uyruklarýn himayesi altýnda dahi olsalar onlarý düþündüren yegâne þey budur. Savaþ durumunda dahi her birinin gönüllü olarak deðil askere, cepheye gitmeyi, ellerindeki mallarý korumak için düþmanla bile iþbirliði yapacaklarýndan korkmaktadýr. Bu durumu ifade edebilecek ve onu derinden etkileyecek olan þey ise, yaveri Mehmet Ali'nin söylediði cümlelerdir.
Romanlar, hele ki tarihin belli bir dönemine yazarýn gözüyle ýþýk tutan romanlar, okuyan kiþinin hangi yaþlarda okuduðu da düþünülürse çok farklý anlamlara gebe olabiliyor. Eðer küçük yaþta okunmuþsa, okunulan kitap muhakkak, “okuma alýþkanlýðý kazanýlmasý” gayesi güder. Konusu ilgi çekici, akýcýysa bu iyice pekiþtirilir. Yaþ büyümüþ, yakýn tarihe olan ilgi artmýþ ve politik bir zihin yapýsýnda okunur ise, o zamana ait düþünce yapýsýnýn nasýl olduðuna dair, yine yazarýn gözüyle ufak bir yolculuk yapýlýr.
“Beyim Allah vere de, bizi tekrar askere almasalar, dedi. Bu, benim köydeki en hüzünlü günüm oldu.s27”
Yakup Kadri Karaosmanoðlu'na ait “Yaban” isimli roman da iþte benim yýllar önce özetini okuduðum ama üzerinde hiç durmadýðým, o zamanlar için sýradan fakat þimdi ise o döneme ait (yazarýn bakýþý açýsýyla deðerlendirdiðim zaman) güzel bir kaynak. Yazar bugüne kadar bildiðimiz (ya da bize öðretilen bazý þeylerin) tersini söylüyor aslýnda.
Köylülerin bu umursamaz tavýrlarýndan olsa gerek, onlara karþý hep küçümseyici bir tavýr, hatta çoðu zaman aþaðýlayýcý bir tavýr sergilemiþ, köyde yaþadýðý süre boyunca yazmaktan kendisini alýkoyamadýðý günlüðüne de bunlarý ifade eden cümleler yazmýþtýr. “Kuþlar nasýl seviþir? Kediler nasýl seviþir? Biliyorum. Lakin bu köy halkýnýn nasýl seviþtiklerini tahmin edemiyorum. Bizim gibi, göz göze bakýþýrlar mý? El ele tutuþurlar mý? Dudak dudaða gelirler mi? Okþayýþlarý nasýldýr? Kalbin bir süt çanaðý gibi kabarýp taþtýðý dakikada, aðýzlarýndan çýkan sesin anlamý ve ahengi nedir? (…) Anadolu'da, köylü kadýný þuhluktan, naz ve iþveden o kadar yoksundur ki, onlarýn hangi biriyle, böðür böðüre, koyun koyuna yatsam, vücudumun hiçbir þey duymayacaðýný tahmin ediyorum. Ýhtimal ki, çok da fena kokarlar.s35”
“BÝR ENTELEKTÜELÝN GÜNLÜÐÜ” Kitabýn kahramaný Ahmet Celal, Birinci Dünya Savaþýnda bir kolunu kaybetmiþ subaydýr. Zaten bir paþa çocuðu olan Ahmet Celal, iyi öðrenim görmüþ, hayatýnýn emekliye ayrýldýðý ana kadar olan kýsmýný vataný müdafaaya adamýþ, bu uðurda canýný bile vermekten geri kalmamýþ, entelektüel alt yapýsý olan bir Ýstanbulludur. Ýstanbul'un esaret altýnda kaldýðý Kurtuluþ Savaþý yýllarýnda bu durumu kendisine yedirememiþ ve emir eri Mehmet Ali'nin de isteðiyle birlikte askerinin Eskiþehir'deki köyüne yerleþmiþtir.
“Bunlar, henüz bir sosyal yaratýk haline bile girmemiþtir. Ta yontulmamýþ taþ devrindeki insanlar gibi yaþýyorlar. O vakitler de, kabilenin en güçlüsü, elinde bir aðaç baltayla sizin üstünüze yürür, aðzýndan lokmanýzý, ininizden karýnýzý alýp götürürdü ve bu herkese tabii olaylar gibi sakýnýlmaz, önlenmez görünürdü. (…) Köylüde mülkiyet duygusu her þeyin üstündedir, derler. Uzun yüzyýllardýr devam eden bu dýþ istilalar, iç eþkýyalýklar Türk köylüsünde bu duyguyu da köreltmiþtir. Hepsini içinde, semavi bir afet esnasýnda
“Dedim ki “iþte Mehmet Ali bilir; Ýstanbul'da ne padiþahýn, ne devletin, ne hükümetin beþ paralýk itibarý kaldý. Yüzbaþý rütbesinde yabancý subaylar, sadrazamlara emir veriyor. Padiþaha, filan adamý
14
NEVA
Tüm bunlarýn yaný sýra Ahmet Celal yazdýklarýnýn da yaþadýklarýnýn da manasýz olduðunu düþünmekte, hem köylülere hem de kendisi gibi entelektüel kesime kýzmaktadýr. Yazdýklarýný manasýz bulduðunu ima eden þu cümleleri karalar defterine; “o vakit, benim bu köydeki uzun gurbetimin hiçbir deðeri kalmayacaktýr. Bu uzun gurbet edebiyat konusu olacaktýr. Edebiyatý, sanatý baþaklarý yaparken hoþ bulurum. Fakat kendim bundan çekinirim. Edebiyat ve sanat dünyasýnda yalnýz dahiler vardýr. Ondan ötesi, bir alay zavallý taklitçi, bir alay zavallý maskaradýr. s98”
Ahmet Celal ana hatlarý ile günlüðüne, köylülerin kurtuluþ savaþý yýllarýnda hiçbir varlýk göstermek istemediklerini yazar. Bu durumun nedenini kendi dünyasýnda arar ve cahil olarak nitelendirdiði bu insan yýðýnlarýnýn aydýn kesim ile olan farkýný düþünür. “Her memleketin köylüsüyle okumuþ yazmýþ zümresi arasýnda, ayný derin uçurum var mýdýr? Bilmiyorum! Fakat okumuþ bir Ýstanbul çocuðu ile bir Anadolu köylüsü arasýndaki fark bir Londralý Ýngiliz'le bir Pencap'lý Hintli arasýndaki farktan daha büyüktür.s36”
ve bulanýk bir þehir halkýnýn huyunu bütün millete mal ediyor. Asýl vatan, asýl milleti, Anadolu'yu hesaba katmýyor. Orasý, buradaki nifaklardan ve pisliklerden arýdýr. Orasý benim gözümde, ýstýrabýn en özlü alevlerinde kaynayýp piþmiþ bir hayat mayasýyla yuðrula yuðrula kutsallaþmýþtýr.(…) þimdi ne görüyorum? Anadolu… Düþmana akýl öðreten müftülerin, düþmana yol gösteren köy aðalarýnýn, her gelen gasýpla bir olup komþusunun malýný talan eden kasaba eþrafýnýn, asker kaçaðýný koynunda saklayan zinacý kadýnlarýn, frengiden burnu çökmüþ sahte sofularýn, cami avlusunda oðlan kovalayan softalarýn türediði yer burasýdýr. (…) bunun nedeni, Türk aydýný yine sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptýn? Yýllarca, yüzyýllarca onun kanýný emdikten ve onu bir posta halinde katý toprak üstüne attýktan sonra, þimdi de gelip ondan tiksinmek hakkýný kendin de buluyorsun. Anadolu'da bir halkýn bir ruhu vardý, nüfus edemedin. Bir kafasý vardý; aydýnlatamadýn. Bir vücudu vardý; besleyemedin. Üstünde yaþadýðý bir toprak vardý! Ýþletemedin. Onu, hayvani duygularýn, cehaletin, yoksulluðun ve kýtlýðýn elinde býraktýn. O, katý toprakla kuru göðün arasýnda bir yabani ot gibi bitti. Þimdi elinde orak, buraya hasada gelmiþsin. Ne ektin ki ne biçeceksin? Bu ýsýrganlarý, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarýna batacak. Ýþte, her yanýn yarýlmýþ bir halde kanýyor ve sen, acýdan yüzünü buruþturuyorsun. Öfkeden yumruklarýný sýkýyorsun. Sana ýstýrap veren bu þey, senin kendi eserindir. s110,111”
Ahmet Celal, hayatýnýn sonuna kadar inançlarý uðruna, sevdikleri uðruna yaþar ve onlar için canýný bile vermekten geri kalmaz.
“Yalnýzlýk dinmeyen bir sýzýdýr. s109”
***
Ahmet Celal, kurtuluþ savaþý yýllarýna ait anýlarýný yazdýðý deftere, köylülerin savaþa karþý kaygýsýz olmalarýna ve Mustafa Kemal'e karþý yeterli hayranlýðý duymamalarýna kýzar. Yabancý devletlerin uçaklar ile daðýttýðý kâðýtlarda yazýlanlara inanmalarýna ise iyice sinirlenir. Köylünün bu derece cahil kalmasýný, kayýtsýz kalmasýný, her söylenene inanmasýný yine kendi ifadeleriyle biz okuyuculara tuttuðu günlüðü ile iletir.
Y.Kadri, Yaban romanýnda bir entelektüel gözünden Anadolu insanýna olan bakýþ açýsýný o yýllarýn da durumunu göz önünde bulundurarak deðerlendirir.
“Mütarekenin ilk yýllarýnda, bana bir tanýdýk diyordu ki: “ne bu zýrhlýlar, ne bu ordudan, ne sokak baþlarýndaki bu makineli tüfeklerden korkuyorum. Beni, korkutan þey, kendi aramýzdaki anlaþmazlýklar, kendi aramýzdaki nifaklardýr. Bizi asýl bu mahvedecek.” Ben, içimden diyordum ki, bu adam, hu hükmü hep Ýstanbul'a göre veriyor, karýþýk
NEVA
Ortaokul yýllarýnda bizlere özet olarak okutulan Yaban romaný, galiba sadece okuma alýþkanlýðý kazandýran kitaplar hanesinde yerini almýþtý. Güzel ülkemizde “bazý kitaplarýn okunma yaþý vardýr” þeklinde baský hissettiðimizden olsa gerek okumak istediðimiz romanlar için bile “bu kitap bu yaþta okunmaz” baskýsý ile okuyamaz, “sen bu kitabý daha yeni mi okuyorsun” sorularýnýn yöneltilmesi endiþesi ile elimize dahi almaktan çekiniriz.
jakopaydin@yahoo.com
Yaþadýðý köyde, kadýnlarý aþaðýlamasýna raðmen, gönlünü bir köylü kýzýna da kaptýrmadan edemez. Onu derinden sever. Yalnýzlýðý hakkýnda aforizmalar yazar defterine.
yakup aydýn
bir koyun sürüsünün ürkekliðinden bir þey var. Neden ürküyorlar?s72”
15
gizem altýnordu
“HERKES FÝLTRELÝ CÝGARA ÝÇSÝN”
H
ayýr, hayýr. Bir þeylere baþtan baþlamak lazým. Ben Fairuz Derin Bulut sayesinde arabesk'i, Replikas sayesinde Orhan Gencebay'ý ve altmýþlarýn yabancý çocuklarý sayesinde Cem Karaca'yý keþfetmek istemezdim. Bir þeylere baþtan baþlamamýz lazým. Ve kabullenmeli bütün yanlýþ anlamalarý. Açýn þimdi “Let the Good Times Roll” diyen güzel müziklere raðmen baðlamalarla þenlendirilen saykodelik müzikleri. Bir þeylere baþtan baþlamamýz lazým. Kulaðýmýzdan binlerce müzik geçiyor. Ah bu ne güzel yaþamdýr ki, biz hepsini yakalýyoruz doðadan. Bazýlarý hayalimize hayal, bazýlarý gecemize hüzün, bazýlarý aþkýmýza kelam, yalnýzlýðýmýza dost oluyorlar. Arada bazýlarý var; o bazýlarý ki devir dönse, kuþak üstüne kuþak deðiþse de bir þekilde tutuyorlar zamanýn kementinden ve vaktin müziðini kamçýlýyorlar. Yýllar evvel Joplin'leri, Hendrix'leri keþfettiðimde, bizimkilerin altmýþlarda sürekli polislerle çatýþan güzel yüzlü çocuklar olduðunu düþünürdüm. Yavaþ yavaþ açýlýyor müziðin algýlarý. Ýnsan ancak keþfediyor senelerdir dinlenilen türkülerin saykodelik altyapýlarla nasýl da güzel süslendiðini. Bizde de Wyatt'in deyiþiyle “savaþta öfkeli þarkýlar yazan” güzel yüzlü çocuklar varmýþ. Onlar da þile bezi gömlek giyer, âþýk olurlarmýþ. Cem Karaca. Kocaman gözlükleriyle bizimkilerin çiçek çocuk sahnesinde boy gösterirken, kaç kiþi tahmin edebilirdi bu adamýn þarkýlarýnýn sahneleri, yollarý, mahpuslarý dolaþacaðýný; güzel çocuklarýn sahil ateþine konuk olacaðýný ve sonra yurdun ötesinde dilleneceðini.
Her devirde yuhalanan bir adamdan söz ediyorum size. Gözümüzün önüne Gülhane'deki ceviz aðacýný, Beyazýt Meydaný'ndaki eylemleri, önce gurbeti, sonra dini sermiþ bir adamdan söz ediyorum. Bu kadar acýtýlmaya raðmen müziðiyle mil çektiren karþýsýndakilerin dudaklarýna ve belki o koca gözlüklerin ardýnda gizleyen yaþlarýný. Size bu topraða gelen en sahici hippilerin birinden; solcularýn, saðcýlarýn ve orta yolcularýn neredeyse tek ortak
16
NEVA
Heybesinde Karac'oðlan'dan, Yunus'tan kelamlarla dünyadan öte yürüyen bir ahir zaman derviþi, velhasýl kulaðýmýzda çýnlayan, gözlerimizle gördüðümüz en hakiki ozan. Cem Karaca öleli baya oldu, diyorlar, kim inanýr. “solcular dýþladý beni, herkes “Birinci” içsin diyorlar. Neden herkes Birinci içsin ki. Kimsenin aklýna “herkes filtreli cigara içsin” demek gelmiyor. Ben deyince kafalarý karýþtýrdý.” Þimdi, yine “taþ yok, köpek var” Cem Usta. Ama kalbimizde hakikat, cebimizde sapan ve dilimizde müzik var. Bizim sigaramýzýn külü düþmez Cem Usta. Senin için bu adam öleli baya oldu, diyorlar. Kim inanýr…
gizelmutrib@gmail.com
Cem Karaca. Sesi Aðrý Daðý'ný yere indirecek bir adam. Üstelik Ermeni, üstelik müzisyen, üstelik parkalý. Çýkmýþ, söylüyor Anadolu'nun türkülerini. O vakit kimse ona demiyor “Ermeni”. Ne vakit dillendirse o, bunu, evvel yuhalamalar bizden, sonra yavaþça alýþmalar öteki'lere, yine bizden.
noktasýndan, sesiyle Aðrý Daðý'ný yer indirecek bir adamdan söz ediyorum. Öleli baya oldu, diyorlar ona, güzel dostlarý geride kalmýþ diyorlar. Sokakta kulaða çalýnan tek bir avazýyla bile bütün günü deðiþtiren, þimdi Moðollar'la çalýþan oðluna baktýkça özlenen, özlenen ve özlenen. Þimdi bu adam öleli baya oldu, diyorlar, kim inanýr.
UZUN SAÇLI ADAM
B
ir insan düþünelim. Öyle bir insan olsun ki bu; 'insan' ön sýfatýnýn ardýna 'sanatçý' tanýmý müthiþ þekilde yakýþsýn, kalbinin, yeteneðinin, kýtalarý aþmýþ içinden taþmýþ sevgisinin güzelliðine. Deðil yediden yetmiþe, yedi düvele duyursun sesini, sevgisini... Ýçinde bulunduðu çaðý neredeyse filozofik denilebilecek bir düþünce sistemi ile sanatýna katsýn, tüketim çýlgýnlýðýnýn en þaþaalý olduðu zamanlara damgasýný vursun ve hiç eskimesin... Popüler kültür dediðimiz; pembe renkli, kocaman, görsel olarak þahane ve buna raðmen içerik olarak uzun vadede tatmin edici özelliði bulunmayan bir dönemin büyüttüðü bir çocuk olarak, söyleyebilirim ki; 'güzel insan' ve 'sanatkâr' kelimelerini bir araya getirdiðimde karþýmda bulabileceðim tek varlýðýn 'Barýþ' isminde bir kahraman olacaðýný tahmin etmezdim... Diðer yandan, esasen, sanatçýlýk, sanatkârlýk ve þarkýcýlýk arasýndaki o kalýn (kimine göre çizgidir bu) duvarý yýllar sonra biraz daha büyümüþ olmanýn verdiði fark edebilme yeteneðiyle birlikte aþtým, Barýþ'ý televizyonda ilk gördüðüm gün.
Barýþ Manço'nun ne denli büyük bir sanatçý olduðunu iddia etmemin tek nedenini sadece çocukluðumuzun o güzel anýlarýnda sapasaðlam bir yeri olmasý deðil elbette. Bu sadece, o dönemlerde Barýþ'ý yaþamýþ çocuklarýn aklýna gelen ilk nedendir. Oysa Barýþ bir dünya sanatçýsýdýr, bir dünya adamýdýr, bir barýþ adamýdýr ismiyle müsemma…
Bizler, Adam Olacak Çocuk ile büyümüþ, 'Arkadaþým eþek' þarkýsý ile neþemize neþe katmýþ, 'Nane limon kabuðu' ile ilk reçetemizi yazmýþ ve 'Domates, biber, patlýcan' ile aþka dair ilk kez eðlenceli bulgular elde etmiþ bir nesli oluþturuyoruz. Çocukluðumuzu yaþadýðýmýz döneme ait televizyon dünyasýndaki en net, en berrak ve en eðlenceli anýlarýmýzýn içinde uzun saçlarý, ilginç yüzükleri ve küpeleriyle Barýþ Manço var.
þule oyman
Soðuk bir kýþ sabahý uyanýyorum… çocuðum daha… küçüðüm… evde televizyon açýk… salona giriyorum, babam aðlýyor… çocukluk kahramaným aðlýyor… “neden” diye soruyorum… sonradan anlýyorum ki; birinci kahramaným ikinci kahramaným için göz yaþý döküyor… çünkü babam “uzun saçlý adam öldü” diyor…
Barýþ Manço'nun ne denli büyük bir sanatçý olduðunu iddia etmemin tek nedenini sadece çocukluðumuzun o güzel anýlarýnda sapasaðlam bir yeri olmasý deðil elbette. Bu sadece, o dönemlerde Barýþ'ý yaþamýþ çocuklarýn aklýna gelen ilk nedendir. Oysa Barýþ bir dünya sanatçýsýdýr, bir dünya adamýdýr, bir barýþ adamýdýr ismiyle müsemma…
Þöyle bir sahne hatýrlýyorum yýllar öncesinden; alabildiðine geniþ bir konser alaný, alanda binlerce çekik gözlü ve sahnede kelimelerinin arasýna biraz Japonca serpiþtiren ve Türkçe þarkýlar söyleyen, uzun saçlý, güler yüzlü, enerji dolu bir adam… Adam þarkýlarýný söylerken çekik gözlü kalabalýk eþlik ediyor þarkýlara. Þarkýlar bittiðinde binlerce insanla yapýlan minik bir sohbet baþlýyor. Adam, Türkçe ve Japonca bir þeyler söylemeye devam ediyor ve sohbetle birlikte konser de büyük bir coþkuyla sona eriyor. Bu durumda çocuk aklýmla, “Bizim ülkemizde de çekik gözlüler varmýþ, anne” diyorum. Annem gülüyor. Oranýn bizim ülkemiz deðil, Japonya olduðunu ekliyor bir de gülümsemesine. Bu kez de baþka bir þeyi sorguluyorum; “anne orada da 'adam olacak çocuk' programý yapýlýyor mu?” Bu sýrada araya baþka bir þey girmiþ olacak ki cevap alamýyorum, ya da aldýðým cevabý hatýrlamýyorum. Sonradan öðreniyorum ki bu uzun saçlý adam dünyanýn dört bir yanýnda seviliyormuþ. Avrupa'da Danimarka'dan, Uzakdoðu'da Japonya'ya, Endonezya'ya, Malezya'ya kadar geniþ bir dünyasý varmýþ bu adamýn. Herkes hayran fakat sadece Japonlar bizim gibi seviyor kendisini, bizim gibi baðlýlar… Bunun hiç de küçümsenmeyecek bir baþarý olduðunu çocuk
NEVA
17
þule oyman
aklýmla çok çok iyi anlýyorum o sýralar. Hayýr, “ülkemizi baþarýyla temsil ediyor, bizi tanýtýyor” meselesi deðil bu. Bir insanýn, sanatýyla baþka insanlarý büyülemesi fikri cezbediyor beni. Evet, dünyada bir sürü insan var bunu baþarabilmiþ öyle deðil mi? Fakat hangisi insanlarla bu denli iç içe olup baþarabilmiþ bunu ya da içlerinden hangisi bebek yaþtaki bir çocuktan, hayatýnýn sonbaharýnda olan bir insana kadar eþit derecede etkileyebilmiþ, sevdirebilmiþ? Barýþ Manço'nun þarkýlarýnda ki filozofik temalarý görüyorum her dinlediðimde. Þarký sözlerine biraz dikkatli bakýnca eminim ki bu durum çok net bir þekilde ortaya çýkýyordur. Sadece þarký söyleyen birisi olarak görülen bu adam adamakýllý bir düþünür, çaðýnýn da bir ozanýydý ayný zamanda… Þarkýlarýnda lirik, epik, didaktik, pastoral ve hatta satirik anlatýmlara rastlamak bile mümkündü. 'Sarý çizmeli Mehmet aða' vardýr hepimiz bildiði. Baþlý baþýna bir dünya duruþu, bir felsefi yorum deðil midir? “uzun saçlý adam öldü” diyor babam ve ben sessizce salonu terk ediyorum… kendimi yataða býrakýyorum… çocukluk kahramanýma ait televizyon karelerini bir film þeridi gibi
Popüler kültür dediðimiz; pembe renkli, kocaman, görsel olarak þahane ve buna raðmen içerik olarak uzun vadede tatmin edici özelliði bulunmayan bir dönemin büyüttüðü bir çocuk olarak, söyleyebilirim ki; 'güzel insan' ve 'sanatkâr' kelimelerini bir araya getirdiðimde karþýmda bulabileceðim tek varlýðýn 'Barýþ' isminde bir kahraman olacaðýný tahmin etmezdim... gözümün önünden geçiyorum… Soðuk bir kýþ sabahý uyanýyorum. Çocuk deðilim artýk. Evde televizyon açýk. Salona giriyorum, babam hüzünlü bir þekilde televizyon izliyor. Çünkü babam “uzun saçlý adamý kaybediþimizin onuncu yýlý” diyor. ***
Kendi adýma söylemeliyim ki; onun son zamanlarýna olsa da yetiþmiþ olduðum için þanslý sayýyorum kendimi. Bugün küçük kardeþimi Barýþ Manço þarkýlarý dinlerken görmek bile beni mutlu etmeye yetiyor. Pek çok þeyin deðerini ýskalayan bir gençlik olduðumuzun farkýndayým fakat Barýþ Manço konusunda gereken deðeri verdiðimizi, saygýyla, sevgiyle ve özlemle andýðýmýzý hissediyor olmam bile sevindirici. Uzun saçlý bir adam gelip geçti bu dünyadan. Biz onu çok sevdik, ve çok benimsedik.
18
NEVA
schule87@yahoo.com
Esasýnda bu bir anma yazýsýndan çok, bir özlem yazýsýydý. Þarkýlarýný dinledikçe ve hatýrladýkça daha çok artan bir özlem. Çok sevdiðim bir arkadaþýmýn, keyifli bir sohbet sýrasýnda söylediði “bakýn size söylüyorum; þimdiki neslin yoldan çýkmasýnýn tek sebebi Barýþ Manço'ya yetiþememiþ olmasýdýr” cümlesiyle þakaya karýþan bir özlem…
400 DARBE
Evet, Yeni Dalga (Nouvelle Vogue) akýmý gerçekten de etkili olduðu ellilerin sonu ve altmýþlý yýllarýn baþýnda epey heyecan yaratmýþtý. Kliþe tabirlerle desteklersek, ''bomba gibi düþmüþ, fýrtýnalar estirmiþti''. Bu sinema akýmýn ortaya çýkmasýnda Ýkinci Dünya Savaþý sonrasýnda dünya sinemasýnda ortaya çýkan deðiþim hareketlerinin etkisi kadar Fransýz sinemasýnýn son yýllarda dünya sinemasýnda sahip olduðu pazarý kaybetmesinin ve Amerikan sinemasý karþýsýnda gerilemeye baþlamasýnýn da rolü olmuþtu. Evvela Holywood tarzý, büyük bütçeli, oyuncaklý bir takým filmlere yönelerek risk alan yapýmcýlar, bu filmler gereken ilgi görmeyip, para kaybetmeye baþlayýnca, biraz da mecburiyetten genç yönetmenlere ve düþük bütçeli filmlere temayül etmeye baþlamýþlardý. Diðer yandan 1958 yýlýnda Beþinci Cumhuriyet'i kuran Charles De Gaulle'ün Kültür Bakaný olan Andre Malraux'nýn çýkardýðý Film Yardýmý Yasasý sinema heveslisi müptedi
y ö n e t m e n l e r e b ü y ü k m a d d i ko l ay l ý k saðlamýþtý. Dünya sinemasýnýn en büyük kuramcýlarýndan Andre Bazin'in yayýmladýðý Cahiers Du Cinema dergisinde yazarlýk yapan sinema tutkunu gençler de birer birer filmlerini çekmeye koyulmuþlardý. Daha yazarlýk yaptýklarý dönemde Amerikan sinemasý, kalem kamera (camera-stylo) yöntemi, savaþ öncesi ve sonrasýnda sinemada toplumcu hareketler, yerleþmiþ janrlarýn Fransýz sinemasýna verdiði zararlar ve buna muarýz olarak savunduklarý auteur politikasý gibi konularda kafa patlatan Jean-Luc Godard, Francois Truffaut, Eric Rohmer, Claude Chabrol, Jacques Rivette, Pierre Kast, Charles Bitssch gibi sonradan Fransýz sinemasýnýn en saygýn isimleri olarak anýlacak gençler daha ilk filmlerinde Fransýz sinemasýný kurtaracak formüller aramýþlardý ve bu çalýþmalarý sinema dünyasýnda yoðun bir ilgiye mazhar olmuþtu. Elbette bu baþarýlarýnda Fransa'da o yýllarda sadece sanat filmleri gösteren sinema salonu sayýsýnýn 437 olmasý* gibi Fransa'nýn sanat geleneði ile açýklayabileceðimiz faktörler de mevcuttur. Ancak en büyük þanslarý Andre Bazin gibi bir ismin talebeleri olmalarýydý. Sinemanýn gerçeðe yaklaþtýðý oranda bir sanat eseri olarak deðer kazanabileceði görüþünü savunan Bazin'den ilham alan bu isimler kameralarýný kaptýklarý gibi sokaklara indiler ve týpký Yeni Gerçekçi Ýtalyan yönetmenler gibi tanýnmamýþ yüzlere fýrsat vererek, eþ dost akrabayla çalýþýp masraflarý kýsarak istediklerini elde edebildiler. Tüm bunlara dünyada yükseliþe geçen siyasi akýmlarýn, özgürlükçü hareketlerin sinemalarýna etkilerini de ekleyebiliriz.
ilker salman
F
ransýz Þiirsel Gerçeklik akýmýnýn en önemli isimlerinden biri olan Marcel Carne, ellili yýllarýn sonunda tamamladýðý Aylaklar (Les Tricheurs) ve Boþ Arsa (Terrain Vaque) filmlerinde, baþýndan beri sürdürdüðü þiirselliði korumaya çalýþtýðýný söyler. Ancak bu filmlerin öyle aman aman bir ilgi görmemesine sonradan þu yorumu yapacaktýr: ''Yeni Dalga ortaya çýktýðýnda herkesin gözü öyle bir kamaþmýþtý ki, kimse bu filmlerin üzerinde durmadý''
Ýþte bu filmlerden biri de Francois Truffaut'nun ilk uzun metrajlý çalýþmasý olan 400 Darbe (Les 400 Coups) idi. Film Paris'te annesi ve üvey babasý ile yaþayan küçük Antoine'ýn hikâyesiydi. Ya da büyüklerin hayhuylu dünyasýnda yitip giden nice çocukluða dair onunla vücut bulmuþ bir alegoriydi. Antoine Doinel 13-14 yaþlarýnda bir çocuktur. Kendisine hemen hiç vakit ayýrmayan ailesiyle Paris'in arka sokaklarýnda, küçük bir evde yaþamaktadýr. Tek çocuktur. Üvey babasý o bebekken annesiyle evlenmiþ, ona soyadýný vermiþtir. Monsieur Doniel söyler bunu bize. Onun için daha ne yapayým der ardýndan. Bir de karnýný doyuruyor iþte, daha ne olsun ki… Annesi de bazen yoðun iþlerinden, bazen de gizli sevgilisinden ötürü bir türlü ilgilenemez Antoine'la. Zaten ona karþý öyle mesafeli, öyle katýdýr ki, ilgilenmese de olur diyecek hale gelir insan. Okulda da öðretmenleriyle arasý pek iyi deðildir. Sýnýfý zart zurtla hizaya sokmaya
NEVA
19
ilker salman
çalýþan, teneffüsü hak deðil de ödül olarak gören bir öðretmenle sýradan bir çocuðun iliþkisi nasýl olabiliyorsa öyledir iþte. Evet, herkes gibi bir çocuktur aslýnda Antoine. Okulu ve dersleri sevmeyen, fýrsat buldukça kaçýp sinemaya giden, derste haylazlýk yapan herhangi bir çocuk gibi. Dersler sýkýcýdýr ama ona önemini beylik laflar dýþýnda anlatan da yoktur. Annebabasý da zaten öðrenimlerini tamamlayamamýþlardýr. Okuyan öðretmenleri de pek örnek alýnacak tipler deðillerdir. Antoine'ýn geleceði için hiçbir þey yapmayan aile ve eðitim kurumlarý, çocukcaðýz kurallarý ihlal ettiðinde cezalandýrmak için iþbirliði yapmaktan çekinmeyeceklerdir. Okuldan uzaklaþtýrýlarak okulu sevmesi istenecektir. Evlatlarýnýn yüzüne bakmayacaklar ama ondan kendilerini sevmesini bekleyeceklerdir. Aslýnda birazcýk ihtimamlý olsalar, ondaki farklý özellikleri keþfetmeleri hiç zor olmayacaktý. Balzac okuduktan sonra ilk ödevinde onunla yolunu bulmaya çalýþan, duvara astýðý resminin etrafýný mumlarla donatarak sevgi gösterisinde bulunan bir çocuktan bahsediyoruz. Ama yetiþkinlerin dünyasýnda bunlarýn bir önemi yoktur elbette. Önemli olan uslu durmak, söz dinlemek, ne iþe yaradýðýný bilmediðin derslere çalýþmaktýr. Bize de pek yabancý gelmeyen bu hayat aslýnda Antoine için biraz daha sýkýntýlýdýr. Gece yataðýnda anne ile babasýnýn onu habire yatýlý okullara, ýslah evlerine göndermek istediklerini iþitiyordur mesela. Bazense yüzüne karþý söylenmektedir bu istek. Antoine'ýn hayalleri hakkýnda hiçbir fikri yoktur ama ikisinin de. Denizci olmayý istemektedir küçük çocuk. Bir kez bile görmediði denizlerde olmayý arzu etmektedir. Okulu býrakýp iþ hayatýna atýlmayý tasavvur edecek kadar küçüktür Antoine. Daha önce bir kere daha denediði firarýný, yüzüne gözüne bulaþtýrdýðý masum bir hýrsýzlýk macerasý izler. Üstelik çaldýðý þeyi yerine k o y m a y a ç a l ý þ ý r k e n y a k a l a n ý r. A r t ý k nezarethanelerde, ýslah evlerinde konaklayacaðý yeni bir yola girmiþtir. Anne ve babasýnýn isteðiyle hem de. Les 400 Coups, okul argosunda ''okuldan kaçmak'' manasýna gelmektedir. Antoine'ýn dünyasýnda önemli bir mefhumdur ''kaçmak''. Ýçine düþtüðü sýkýntýlý durumlarda baþka bir þey aklýna gelmemektedir. Bu hayat ona baþka bir alternatif sunmamaktadýr. Hatta örtük bir þekilde desteklemektedir bu kararýný. Dersten kaçýnca okuldan uzaklaþtýrýlma cezasý
20
Daha yazarlýk yaptýklarý dönemde Amerikan sinemasý, kalem kamera (camera-stylo) yöntemi, savaþ öncesi ve sonrasýnda sinemada toplumcu hareketler, yerleþmiþ janrlarýn Fransýz sinemasýna verdiði zararlar ve buna muarýz olarak savunduklarý auteur politikasý gibi konularda kafa patlatan Jean-Luc Godard, Francois Truffaut, Eric Rohmer, Claude Chabrol, Jacques Rivette, Pierre Kast, Charles Bitssch gibi sonradan Fransýz sinemasýnýn en saygýn isimleri olarak anýlacak gençler daha ilk filmlerinde Fransýz sinemasýný kurtaracak formüller aramýþlardý ve bu çalýþmalarý sinema dünyasýnda yoðun bir ilgiye mazhar olmuþtu. alýr. Evden kaçar, ailesi onu bulduktan sonra evden uzaklaþtýrma planlarý yapar. Ona adeta ''kaçmayacaksýn, ben seni kovacaðým'' derler. Kimse ona ''ne istiyorsun'' diye sormaz. Sadece ''daha ne yapalým'' derler. Konuþmaya çalýþýr, dinlemezler. Anlamaya çalýþmaz, nasihat ederler. Bunun çok iyi farkýndadýr küçük Antoine. Ýþte bu yüzden hep uzaklarda olmayý düþler. Hiç görmediði denizlerde olmayý ister. Görmediklerine karþý kuvvetli bir tecessüs duyar. Çünkü gördüðü hiçbir þey tatmin etmemiþtir onu. Tipik bir mutsuz çocuk deðildir aslýnda. Belki de en üzücü olaný budur. Antoine öyle büyük felaketler yaþamamýþtýr. Annebabasý hiç de zalim diyebileceðimiz insanlar deðillerdir. Onunla þakalaþtýklarýna, beraber sinemaya gidip, gülüp eðleþtiklerine bile þahit oluruz. Ama çocuðun dilinden anlamaz her ikisi de. 400 Darbe'nin en çarpýcý yaný da budur iþte. Madame ve Monsieur Doinel kentli orta sýnýf her anne-baba gibidir. Benzer bir paralelliði öðretmenleri için de kurabiliriz. O Fransýzca
NEVA
okullarýnda
yýllarca
Bir de Antoine'ýn yukarýda masum diye sýfatlandýrdýðým hýrsýzlýk macerasýný ele alalým. Babasýnýn çalýþtýðý iþ yerindeki daktiloyu, satýp para kazanma maksadýyla çalmýþtýr. Baþaramayýp tekrar yerine koymaya çalýþýrken de enselenmiþtir. Evet, masum gibi görünse de suç suçtur ve arkasýnýn gelmeyeceðini de kimse garanti edemez. Ama ýsrarla masum diyorum çünkü Antoine'ýn yaþýndaki bir çocuðun dünyasýný masumiyetten asla soyutlayamayýz. ''Kötü''ye meyletmiþtir ama ''iyi''yi tanýmamýþtýr. Ýkisini tartacak bir teraziyi bu toplum eline vermemiþtir. Aþaðýlanmýþ ve yalnýz býrakýlmýþtýr. Aslýnda sadece özgür olmak istiyordur. Yaþadýðý hiçbir yerde göremediði özgürlüðü, görmediði yerlerde arýyordur. Yaþadýðý hayattan kaçarken daha iyi bir hayatý kovalýyordur. Kaçarken de önünde engel olarak gördüklerine çarpýyordur. Týpký filmin kendisi gibi yerleþik olan her þeye çatýyordur. Bu noktada duralým ve filmin çekildiði 1959 tarihinden sonraki on yýlý düþünelim. ABD'nin Vietnam iþgaline karþý gittikçe büyüyen tepkiler, cinsel devrim, Woodstock, hippiler ve nihayetinde 68 olaylarý. Dünyayý deðiþtirmek isteyen bir kuþaðýn yýllarý. Antoine'ýn da içinde bulunduðu bu jenerasyonun neden dünyaya karþý tepkili olduklarýný, daha doðrusu bu tepkilerin dýþavurumlarýný belirleyen psikolojik etmenleri bu filmle tahlil edebilmek kuþkusuz 400 Darbe'nin tarihsel önemini de epey sarih bir biçimde ortaya koyuyor. Yani Antoine Doinel karakterinin tabiri caizse bir proto-68'li hali de mevcuttur. 68 olaylarýnýn ilk olarak Fransa'da patlak verdiðini de unutmayalým.
Filmde Antoine Doinel rolüyle izlediðimiz JeanPierre Leaud o tarihte 14 yaþýnda olmasýna raðmen þaþýrtýcý derecede gerçekçi bir performans çýkarýyor. Tüm sýnýfýn önünde üvey babasýndan tokat yediði sahnede sergilediði ders misali oyunculuða, hele hele, artýk sinema tarihinin en meþhur sekanslarýndan biri haline gelmiþ o heyecan verici finaldeki her hareketine bakýp etkilenmemek olanaksýz. Sonradan Fransýz sinemasýnýn en usta yönetmenlerinden bazýlarýyla
Yeni Dalga akýmý altmýþlý yýllarýn rüzgârýyla epey hýzlý ilerlemiþ, sinemaya birçok baþyapýt kazandýrmýþ, yetmiþli yýllarda da etkisini yitirmiþtir. Kendilerinden sonraki birçok yönetmeni de etkiledikleri gerçektir. Ancak sinemayý tamamen deðiþtirmek amacýyla yola çýkan bir akýmdan söz ediyorsak, herhalde bunun gerçekleþtiðini iddia eden çýkmayacaktýr. Yine de ilk olarak Truffaut'nun Cahiers du Cinema'daki makaleleriyle ön hazýrlýðýný yaptýðý auteur y ö n e t m e n f i k r i s i n e m a ya ç o k þ e y kazandýrmýþ, bugün bile, bu yolda ilerleyen isimlerle, Türk sinemasýný son yýllarýn en ilgi çekici ülke sinemalarýndan biri haline getirmiþtir. 400 Darbe, gösterime giriþinin 50.yýlýnda sinema tarihinin en iyi filmlerinden birisi olarak anýlýyor artýk. Ayný zamanda çocukluk çaðýna en iyi þekilde eðilen filmi olarak da. Truffaut filmde açýk þekilde Antoine'dan yanaydý. Çocuklardan yanaydý. Kýrmýzý Baþlýklý Kýz kuklasýný izleyen çocuklarý uzunca resmetmiþtir bir sahnede. Tümüyle gerçek görüntülerden oluþan bu sahnede Tr u f f a u t a d e t a ' ' n e i s t e d i n i z b u yavrucaklardan'' der gibidir. Sinemanýn þahit olduðu en güzel sonlardan birinde Antoine Doinel seyirciye bakar. Beni siz bu hale getirdiniz ama size raðmen baþaracaðým demek ister sanki. Belki de her þeye raðmen bizden yardým isteyerek, kaçamayacaðýmýz bir sorumluluðu hatýrlatýr. Ne olursa olsun artýk özgürdür o. Ama çocuktur da hala. Kim elinden tutacaktýr onun? Dünya bu tamamlanmamýþ çocuða bu yolda Balzac ile beraber yürümesine imkân tanýyacak mýdýr? *Esin Coþkun, Dünya Sinemasýnda Akýmlar, sayfa 168
NEVA
ilkersalm@hotmail.com
Cinsel devrime deðinmiþken Antoine'ýn, ilk kocasýndan boþanan, ikinci kocasýný da baþka bir adamla aldatan annesinden de söz etmeden geçmek olmaz. Yeni Dalga filmlerinde hep karþýmýza çýkan, kendine güveni tam, evde sözü geçen, cesur kadýn tipi hani. Bu zaviyeden yaklaþtýðýmýzda Atilla Dorsay'ýn Yeni Dalga'yý baþlatan esas film olarak Roger Vadim'in herkesin ismini bildiði ama pek fazla kimsenin izlemediði 1956 tarihli Ve Tanrý Kadýný Yarattý (Et Dieu Crea La Femme) adlý yapýtýný göstermesine de hak vermemek mümkün olmuyor.
çalýþma þansý yakalamýþ aktör ayný zamanda Truffaut'un da gözde oyuncusu olmuþtu. Canlandýrdýðý Antoine Doinel karakteri de kendisiyle beraber büyümüþ, Truffaut'nun Antoine et Collette, Baisers Voles, Domicile Conjugal ve L'amour en Fuite filmlerinin de baþkahramaný olmuþtu. Her ne kadar bu filmlerde Antoine'ýn yaralý çocukluk dönemlerine vurgu yapýlsa ve bunu hissettirse bile, Truffaut'nun Yeni Dalga'dan uzaklaþarak klasik bir anlatýma yönelmesi ve 400 Darbe'de epey hýrpaladýðý aile, toplum, eðitim sistemi gibi konularýn bu filmlerde üstüne gitmemesi ister istemez insaný biraz hayal kýrýklýðýna uðratýyor.
ilker salman
öðretmeni bizim Türkiye'nin hepimize ders vermedi mi?
21
zihni toprak
KARANLIKTA DANS
K
aranlýktaki dansçý dipsiz bir çýðlýk atýyor içerimize ciddiye almayarak bu hayatý; tren gýcýrtýsý gibi sesi yalnýzlýðýmýzý çoðaltmaya yetmiyormuþ gibi… Arkasýna saklandýðý kocaman gözlüðünü sadece görmemek için deðil kirlenmemek için de kullanýyordu bes belli. Görmek sorunsalýný gözümüzün içine öyle sokuþturuveriyordu ki, “en yakýn arkadaþýmý öldüreni gördüm, söðüt yapraklarýný, suyu gördüm yetmez mi ?” fýsýltýlarý tarifsiz boþluklar yaratýyordu ruhumuzun tenha köþelerinde. Filmdeki replikler o kadar iyi kurgulanmýþ ki, bir müzikal beklentisiyle izlemeðe koyulduðumuz film, didaktik bir belgesel havasý taþýyordu desek mübalaða etmiþ olmayýz. “Yaþamak görmek demekse, ben nefesimi tutuyorum þimdi” daha hangi þekilde açýklanabilirdi ki. “Açýn gözlerinizi” nidasý film boyunca gözlük metaforuna yaslandýðý eleþtirel yanýný; bütün zorluklarý tadýp engelleri aþtýktan sonra o küçücük gözleriyle büyük büyük gülümsemeleri periþan ettikten sonra bizleri, gözlüðünü atarak olumlamayý da unutmadý. Ýsyan deðildi bu; manevi kutsanma belki, ruh arýndýrmasý daha doðrusu sanýrým. Tanrýlaþma süreci baþlamýþtý artýk… Amerikan'ca yaþamýn telaþlý koþuþturmasý, acýmasýzlýðý, kendinden olmayaný kolayca küçümsemesi filmde yer bulmuþ fotoðraflardandý ve sadece filmi besleyen yan unsurlardý. Yani elleri havada olanlara destek çabasý ya da medet umma gayesi taþýmýyordu, daha çok tercihlerini yaþama isteðini gösteriyordu kahramanýn. Bunun yaný sýra üzerine hikâyesi yazýlan kahramanýnýn biricik çocuðunun derslerinde bulduðu anlamsýzlýðý Almanca'ya yüklemsi de milli benliðin þuurundan ileri gelmekteydi kuþkusuz. Yiten bütün deðerlere karþýlýk Çek Cumhuriyeti deðil de “Çekoslovakya” tanýmlamasý; ihtiyacý olandan fazlasýný arzulamama hali, kahramanýmýzýn duruþundaki samimiyeti hakikatli destekleyen güzel unsurlardandý. Üstelik tiyatro hocasýnýn onu gözden çýkardýðý vakit yerine dublör ile tamamlama isteði ile bizlere “show must go on” anýþtýrmasý da popüler bir cezaya sýradan bir gülücükle anlýyorum edasý soylu bir davranýþtý. O bu kadar iyi oldukça, biz de onun acýsýndan daha bir pay çýkartabiliyorduk kendimize düþene. Kaybolmaya hazýrken oysa þarkýlarýnda, her þeye raðmen gülümseyen ve de “dans edebilen bir rahibe de olabilmeli” ideasý; bizlere hissettirmeden hayal
22
NEVA
zihni toprak
isteyiþindendi. Ormandaki doktorun fatura ister misiniz sorusu da ayrý bir ironiydi. Zira kaderdaþý dahi kapitalist sistem kurallarýna alýþmýþtý. Fakat Selma (Björk) bunu da reddedip ihtiyacým yok derken yine ayný þeyi söylemeye çalýþýyordu. Bu dünyaya ait olana ihtiyacým yok der gibiydi. Ýþte tam da bu yüzden tren sahnesinde “görmediðin þeyler var: Eiffel Kulesi, Özgürlük Anýtý hatta Çin Seddi” sorusuna gözlerine kýsarak görecek bir þey yok artýk duymak istiyorum, hissedip duyumsayarak yaþamak kâfi bakýþý bu yüzdendir. Bu yüzdendir avuçlarýna en yakýn arkadaþýnýn (C. Denevue) dans figürleri yapýp görmediði sahneleri hissettirmesi ona. “Görmek için göz gerekmez ” ancak bu kadar abartýsýz söylenebilirdi.
kurmayý öðütlemesinden daha bir manalýydý. “Sadece kollarýma bir bebek almayý istedim” tümcesi bir o kadar masumken, salt bu bencilliðiyle suçlamaya hazýrken hepimiz, bunun zorluklarýna da onurlu þekilde göðüs germesi tepkisiz kalmaya yettiriyordu bizleri.
“Dancer in the Dark” için baþyapýt demek abartýlý olmaz sanýrým. Zira “Europa” ve “Breaking The Waves” gibi baþyapýtlarýndan da tanýnan yönetmen Lars von Trier bu iþi þoke edici bir finalle ne kadar iyi kotardýðýný gösteriyor. Kapanýþtaki aðlama sahnesi için bir iç yýkamaydý deyip yüceltmek istesem de, gereksinim duymadan izleyiciye meydan okuyup þarký söylemesi ve durdurmasý pat diye kopartarak zamaný; þahika noktasýndaki Björk için gereksizdi. Apotheosis anýydý artýk…
.. 107 adýma az kalmýþtý artýk belki ama bize bakýp tüm samimiyetsizliðimize dil çýkartmayý da ihmal etmiyordu. Amacýna giderken paklanmasý, arýnmasý orman içinde; iki nehir arasýndaki farký bize göstermek
NEVA
toprakzihin@gmail.com
Nitekim bütün finallerden kaçan filmin kahramaný Björk kadýný, kendi finalinden kaçamýyordu da kaçmak da istemiyordu. Son þarkýdan önceki þarkýda, Amerikan bayraðýna güvensiz bakýþý haklýlýðýný gösteriyordu: sýðýnmak için doðru liman orasý deðildi; amacýna götürebilirse bile gülümsemedi içimize bize bakarak, eksiltti yine bir yanýmýzý. Ýþte bu sahneden sonra olay örgüsü kahramanýn sonunu hazýrlamaya baþlamýþtý. Zira farkýnda olmak, sistemin dýþýna çýkmak, sona adým atmak demekti ölümlü dünyada. Köprü altýndan akan nehir kana bulanmýþtý, geçti, geç kalýnmýþtý. Her þeyden kaçmak için insanoðlunun ilk geldiði yere yani ormana gidecekti, yaban olmaya Truman Show'daki Jim Carrey'nin yaptýðý gibi…
23
hasan kasapoðlu
ISSIZ ADAM'DAN BÝR FOTOÐRAF
F
otoðraf benim hayatýmýn, deðiþimin vazgeçilmez parçasýdýr. Bir þeyleri deðiþtirmek için fotoðraf çekiyorum, tanýklýk ediyorum zamana. Bu süreç beni de derinden etkiliyor muhakkak. Fotoðraflarýmýn gösterdiði dünyayý yaþamaya çalýþýyorum. Yani deðiþtirdiðim, yeniden yorumladýðým bir dünyada vücut bulmaya çalýþýyorum. Türkiye'de fotoðraf tarihsel süreçte diðer sanat dallarýna göre çok daha yeni, taze olmasýna raðmen son dönemde pek çok kiþinin dünyasýnda yerini almayý baþardý. Bu durumda dijital teknolojinin de oldukça etkili olduðu söylemek gerekir. Fotoðraf çekme eylemini, dünyanýn bir yorumu bir yeniden yaratým olarak deðerlendirirsek fotoðraf çeken insan sayýsýnýn artýþýný bir memnuniyetsizlik dünyasýný yaþanabilir kýlmak için bir arayýþ olarak deðerlendirmekte mümkün. Öyle veya böyle fotoðrafa yabancý bir toplum deðiliz artýk. Daha önce de bahsettiðim gibi fotoðraf bir yýkým aracýdýr. Zamanýn bütünselliðinin yýkýmýný yaþarýz fotoðrafta. Fotoðraf çekildiði andan itibaren akýp giden zaman kavramýnýn çarkýndan çýkarak kendi kaderini yaþamaya baþlar. Her fotoðraf aslýnda kendinden önceki ve sonraki zamana da baðlýdýr. Zamanýn bir kilidi gibi gelecek zaman içerisinden sizi geçmiþ zamanýn her hangi bir mekânýnýn, her hangi bir durumunun, her hangi bir eyleminin yaþandýðý a n a t a þ ý y ý ve r i r. B a þ k a l a r ý n ý n h aya t ý n ý dikizlemenizi saðlar.
Son zamanlarda toplumumuz da görsel birikimin hayat bulduðunu görmek benim için umut verici. Ýstiklal caddesinin günlük insan sirkülasyonu 2-2,5 milyon olarak belirlenmesine raðmen caddede yer alan onlarca sergi salonu ve galerinin aylýk ziyaretçisi birkaç bin olsa da yinede umutluyum. Ama beni asýl umutlandýran sinema. Ýnanýyorum ki Türk Sinemasý'nýn kazandýðý her baþarý bizlere taptaze bir bakýþ açýsý olarak geri dönüyor. Her ne kadar sinema ve fotoðraf ayrý kavramlar olsa da özde iki sanat dalý
24
NEVA
Bahsettiðim gibi her fotoðraf nitelik olarak içeriðinde sadece o aný deðil kendinden önceki ve gelecek zamana ait verileri de taþýr. Son dönem de izlediðim en etkileyici film olarak nitelendirebileceðim “ Issýz Adam” filminin içinden bir fotoðraf çýkartýp sizlere sunmak istiyorum. Zamanýn içinden bir parça olan fotoðrafý, öncesini ve sonrasýný bilebileceðimiz sinema sahnesinden zihnimizin perdesine taþýyalým. Açýkçasý internet ortamýnda þimdi size bahsedeceðim karenin görünür hali var mýdýr diye araþtýrdým fakat bulamadým. Þimdi filmin tümünü aklýnýza getirin. Baþýný ve sonunu bildiðimiz bir süreci zihinlerimizde taþýyoruz. Yönetmen gözlerimizi alýp oradan oraya taþýyor. Yani yönetmenin gör dediðini görüyoruz. Þimdi sizlerden bir ricada bulunsam, bu filmin içinden bir fotoðraf çýkarmak icap etse, sadece bir fotoðrafta bu filmi anlatmak gerekse hangi sahneyi fotoðraflardýnýz? (Bu soruya cevaplarýnýzý info@hasankasapoglu.com adresime bekliyorum) Çaðan Irmak fotoðraf tadýnda bir film ile bizlere ulaþmayý baþardý. Film sahnelerinin çoðu adeta fotoðraf karesi gibiydi. Ama bir tanesi var ki benim için filmin tüm hissiyatýný içinde barýndýrýyor. Ada ve Alper ayrýldýktan yýllar sonra tekrar karþýlaþtýklarýnda iç konuþmalar geçer. Ada, ayrýldýklarý zaman Alper'in memleketine giderek onu daha yakýndan tanýmak ister, büyüdüðü odayý gezer eþyalarýna dokunur, yastýðýný koklar. Hemen sonra kamera odanýn dýþýna çýkarak Alper'in odasýnýn, iki parçadan oluþan birisi sürekli açýlýp kapanan diðer kýsmý sabit kapýsýnýn dýþýndan bir sahne ile Ada'nýn Alper'in yataðýna yattýðý, yastýðýný kokladýðý sahneyi verirken, kadrajýn sað tarafýnda kapýnýn açýlmamýþ kýsmýnda sýrtýný kapýya dayamýþ gözleri yaþlar içinde Alper'in annesini görürüz. Benim için bu sahne filmin zirvesidir. Bana bu filmi tek karede göstermem istense bu bahsettiðim kare ile ifade ederdim. Dediðim gibi filmin içinden bir kare aldýk. Bu kare zamaný altüst eden önceyi ve sonrayý tek bir anda taþýyan bir fotoðraf karesidir. Zaman akmaya bizler fotoðraf çekmeye devam edeceðiz. Dünyayý yeniden yorumlamaya devam edeceðiz. Hayatýmýzdan kim bilir kaç kez böylesine kuvvetli fotoðraf kareleri geçti ve geçmeye de devam edecek.
info@hasankasapoglu.com
2004 yýlýydý sanýrým, arkadaþýmýn evinde film izliyorduk. Bir farklýlýk vardý o filmde. Ezberimi bozan bir þey vardý. Sonradan fark ettim ki kamera çok fazla hareket etmiyor. Duraðan bir kadraj var ve oyuncular bu kadraj içinde hareket ediyor, konuþuyor, bazen sadece sesler geliyor. Bana fotoðrafý hatýrlatmýþtý yönetmenin kadrajlarý. Oldukça fotografik karelerdi. Yönetmen Nuri Bilge Ceylan'dý. Ýþte Nuri Bilge ile tanýþmam bu film ile “Uzak” ile olmuþtu.
da görsel dünyanýn çocuklarý. Sinema temelinde süreçsel olarak konularý ele alýrken, fotoðraf yüzeysel bir durum sergilemektedir. Benim konuyu buraya taþýmamda ki amaçta fotoðraf ve zaman iliþkisini irdelemek.
ZORDUR KADIN OLMAK
Kadýnlarý mahveden erkekler deðil ayrýntýlardýr… erkekler, erkekliklerinin tadýný alabildiðine çýkartýrken, kadýnlar bu konuda da umutsuzdurlar. çünkü kadýnlýk bekler. ummak ve beklemek kadýnlýða verilmiþ iki cezadýr.” Ne de güzel demiþ Murathan Mungan bu dizeleri, kadýnlarý anlatýrken… Zordur gerçekten çok zordur kadýn olmak..ayný anda onlarca ayrýntýyý bilincinin orta yerinde ve her birini birbirine deðdirmeden yaþamayý becerebilmek. Zordur ve kadýna hastýr kalabalýk düþüncelerle yaþamalar.. Bir türlü beceremez kadýn içinde bulunduðu kareye sýðmayý. Sadece o anýn tadýný çýkarabilmeyi..aklýyla bedenini ayný zaman ve mekanda buluþturabilmeyi. Ya çok geç kalmýþtýr vardýðý noktaya ya da çok erken gitmiþtir kendini daðýta daðýta… Erkekten çok baþka iþler düþünceleri..bir türlü bilemez hesapsýz kitapsýz balýklama hayata dalmayý..öðretmemiþlerdir ki bir kadýna utanmadan sýkýlmadan yaþamayý. Bilseydi kim bilir nasýl dalardý hayata. Oysa hep aklýnda sorulmaya hazýr sorular vardýr ve ömrü o sorulara yüklem aramakla geçer..o arsýz cevabý olmayan sorularla..
Her yerden dönüþ vardýr bir kadýn için, her þey bittiði yerden istenirse yeniden baþlar… Bitiþler ona göre deðildir asla. Gidenin dönmeyeceðini bundandýr kabul etmek istemeyiþleri. Kapanan bir
Rekabet halindedir her kadýn diðer baþka bir kadýnla. ”Yok, ben baþka kadýnlara benzemem” dese de koca bir yalandýr… Ve süslenirse bir kadýn yine baþka bir kadýný bertaraf etmek içindir bu, erkekler süslenmelere bahane. Bundandýr kendi cinsiyle çok yakýn dost olamayýþý. Güvenemeyiþi korkusuzca içini dökemeyiþi… Bundandýr o koyu dolmak bilmez yalnýzlýklarý ve iþte yine bundandýr bir erkekten erkeði bunaltmak pahasýna her þeyi bekleyiþleri… Sevdikleri adamlardan aldýklarýyla ne yapsalar bir türlü yetinemeyiþleri… Her kadýn göründüðünden çok daha yalnýzdýr aslýnda… Gülebildiðinden çok daha kaygýlý…ýssýz, umutsuz...güçlü durabilmeleri korktuklarý içindir aslýnda. Âþýk olmasý bile öyle kolay iþ deðildir bir kadýnýn. Erkek gibi gördüðüne deðil görmek istediðine âþýk olur kadýn. Gördüðünden bir kahraman yaratabileceðine açabilir kapýlarýný ve ah ne zordur kahramanlaþtýrabilmek bir erkeði ve onu kahraman tutabilmek. Onu hayal gücüyle yeniden oluþturmak, korumak, kollamak, beslemek ruhunla yeni yeni anlamlar, özellikler yüklemek… Bitti demekle bitiremeyendir kadýn. Gidiyorum dediðinden, diyebildiðinden çok sonra gidebilendir. Sevdiðini affetmeyi kendine küsmek pahasýna göze alabilen. Sevebildi mi bir kere sevgisiyle boðabilendir kadýn, sevdikçe kendini yaralayan. Yeri geldiðinde ölmeden hayatýný feda edebilendir. Deðmeyeceðini adý kadar bildiði bir adama bile. Anadýr, evlattýr, yardýr, yarendir... Korkulacak bir düþmandýr bazen ve bazen aklýnýn almadýðý þeyleri bile sevebilen… Ve bir kadýn bunlarýn toplamýndan hep bir fazladýr…
NEVA
cafelatte_karamel@hotmail.com
Hep olmadýðý yerde ya da zamandadýr mutluluk onun için..zamanla, aþklarýyla kendiyle hesaplaþmalarý hiç bitmez. Hep bir þey eksiktir yaþamlarýnda ve usta þairin (Oruç Aruoba) dediði gibi “dokunamadýðýn noktalardan gelir hayatýnýn anlamý”. Dokunamadýðý yerden gelir kadýnýn hayatýnýn anlamý. ýsrarla, yana yakýla, baðýra çaðýra…ve o yerde ziyan olur bazen en ýþýldayabilecek yaþamlar..o yaþanmayanlara yazýk olur.
kapýnýn arkasýndan uzun uzadýya bakýþlarý yine bundandýr hep…
senay algül
“zaman, aþk. her þey! ayrýlýklarý ayrýntýlar acýtýr.
25
hüseyin çýrpan
“ANNE BAK BEN DE YAZIYORUM”
o
turuyordum. yalnýzlýðýn verdiði sorgulama isteðini loþ ýþýða katýk ettim, yatýrdým masaya. böyle baþlar düþünebildiðini, hayata kafa yorduðunu, kestirme yollar, son çýkýþlar aradýðýný anlatabilmeye istekli beynin cümleleri. yazý yazmaya baþladýðýnda farklý bir ruh hali olmalý, hafiften melankolinin dibine vurmalýsýn. loþ ýþýk mý dersin, sonbahar yaðmurlarý mý, puslu bir havada istanbul hayalini canlandýran cümleler mi. yok bunlar da seni kesmedi mi, o zaman düþen yaprakla özdeþleþtir kendini. bak hayat da bu kadar kýsa vs.vs.vs. yazar denen zatýn tek gayesi; kendi aziz benliðinin, okur denen bedbahtlara birþeyler anlatabilmek uðruna ne sýkýntýlara katlandýðýný onlarýn beynine nakþetmektir. okur iþte… bilse okur mu hiç. bu öyle bir kanýdýr ki ortaçaðda burjuva iþçi sýnýfýnýn arasýndaki uçurum bu mesafe karþýsýnda iki kardeþ sýcaklýðý gibi görünür. “yazan benim, ve bunu yazýnýn her satýrýnda iliklerinde hissettirecek ne numaralar var bende” yaklaþýmýný seziyorum çoðu yazarda. “lütfettim al oku” der gibi bakar çoðu zaman sayfalar bana. zaten; “okuyun lan iþte, burda okumasan üzerinde zerre kafa yormayacaðýn fikirleri, bilgileri, o üretmekten aciz beynine sokmaya çalýþýyorum” üslubu yerine “baba kesin senin de baþýndan geçmiþtir” yaklaþýmýný sevdim oldum olasý.
26
NEVA
ukalalýk yazarýn bünyesinde olduðu sürece sorun yoktur benim için yeter ki yazýya sirayet etmesin. düþünsenize yazýnýn baþlangýcý; ailecek oturuyoruz, tv'de var mýsýn yok musun, acun halkýn arasýnda, bir o kadar da onlardan uzak tavýrlarýyla baðýrýyor, “yokum diyooooor”. o an dedim “lan bu hayat da benim için yok artýk” ve baþladým yazýlarýma… onlar ne kadar uzaklaþtýysa ben bir o kadar girdim içlerine, onlarýn soðukluðu beni yýlýþýk yaptý, ne de olsa ölçü onlardý. top sakalým da yoktu, elimde pipom da, gerçi merak sardým bir ara ama eðreti durdu üzerinde nargileyle mes'ud olan parmaklarýmda. sonrasý mý, yanlýþýn bende deðil onlarda olduðuna kanaat getirdim. ben deðil onlar deðiþmeliydi. Velhasýl-ý kelam yazý eðlendirici olmalý öðretebildiði oranýnda ki bilgiye zehirli yýlan yaklaþýmýyla bakan insaným da onu baðrýna bassýn, tad alsýn, keyiflensin. okumayý zorunluluk deðil, bir zevk, samimi bir dünya, ondan bir parça olarak kabullensin… “oha o da ne dizi baþlamýþ. tamam anne o özet zaten yeni bölüm daha baþlamadý, çayý da koy geliyorum”. yemin ediyorum annem biraz daha rahat býraksa kesin yazar olurdum…
hsyncrpn@hotmail.com
ukalalýk yazarýn bünyesinde olduðu sürece sorun yoktur benim için yeter ki yazýya sirayet etmesin. düþünsenize yazýnýn baþlangýcý; ailecek oturuyoruz, tv'de var mýsýn yok musun, acun halkýn arasýnda, bir o kadar da onlardan uzak tavýrlarýyla baðýrýyor, “yokum diyooooor”. o an dedim “lan bu hayat da benim için yok artýk” ve baþladým yazýlarýma…
bu seçim de daha çok neden okuduðuma getirdi beni. tamam öðrenmek de gerek ama neden eðlenceli bir þekilde olmasýn ki diye düþündüm sýklýkla. insan okudukça bilgilerin beyine gitmesi gereken yolu ters istikamette giderek göt kýsmýnda yoðunlaþtýðýný görmek þu kavramý sabitleþtirdi nazarýmda: entelektüel=bir yerleri yer çekimine aykýrý hareket eden zat. sanki vücudun bir ruhsal aðýrlýðý var da bilgi oraný arttýkça, çaðýmýzda yokluðu oranýnda konum yükselten tevazu ayný derecede azalýr. zat-ý muhterem, yazabilmek için sayfalar yolu ile bile olsa tenezzül edemediði o kitleye ihtiyaç duyar da bu temasta dahi eldiveni eksik olmaz hassas ellerinden. bu ihtiyaç olmasa nasýl görecek zaten o zavallý insanlarý, hem zaten ne iþe yararlar ki malzeme olmaktan baþka…
DOÐUÞTAN GÖRMEYEN BÝRÝSÝNE BÝR RENGÝ ANLATABÝLMEK
1992 Kasým. Miloþeviç ordusu kan kokan aðýzlarýyla bir ülkeyi bir milleti insanlýk tarihinden silmeye ant içmiþlerdi. Yaþayan çocuk, kadýn, erkek, genç, ihtiyar, hasta fark etmeksizin her Bosnalý öldürülmeye mahkûmdur. Askerleri girdikleri her Bosnalýnýn evinden alýkoyduklarý kadýnlara kocalarýnýn, çocuklarýnýn gözü önünde tecavüz ediyorlar, öldürüyorlar. Kýyým devam ederken Avrupa Birliði temsilcileri, üye ülkeler ve halklarý burunlarýnýn dibinde sefilce gerçekleþen soykýrýma susuyorlar. Karanlýk çaðlarý aydýnlanmayla aþan, bilim ve modernizmin beþiði batý medeniyetinin manidar sessizliðinde tarih trajediyi bir kez daha içselleþtiriyor. 400.000 e yakýn insan aklýný yitirmiþ bir çýlgýnýn çakal sürüleri tarafýndan parçalanýyor. Zaman Bosnalýlar için kýyamet, Bosna kanýyor, Bosna baþtan ayaða kýrmýzý. Onlarca yüzlerce insan ölü veya diri toplu mezarlara gömülüyorlar. Çaresiz camilere sýðýnan sivil halka tarihin en büyük zulmü reva görülüyor.
Sýrp askerlerinin en çok yaptýklarý iþkencelerden birisinde bir dere kenarýna götürülüp elleri ve ayaklarý arkadan baðlanan Bosnalýnýn boðazýna usturayla derin bir kesik atýlýr. Kýmýldayamazken kanayan boðazýndan damla damla akan kanla uzun süre can çekiþerek ölür ve kanlarý burunlarýnýn dibindeki ýrmaðýn sularýna karýþýr. Kahramanýmýz doðuþtan
Elimde olsa o çocuða kýrmýzý rengini anlatmak isterdim. Ölüme yaklaþmanýn acýsýndayken boðazýndan damla damla akan kanýn renginin kýrmýzý olduðunu. Kýrmýzýnýn bundan ibaret olduðunu. Sesini duyduðu ýrmaðýn sularýnýn da kýrmýzý aktýðýný. Kendi gibi çaresiz öldürülmek zorunda kalan soydaþlarýnýn kanlarýyla kýrmýzýya dönmüþ bir ýrmaðý. Sadece o ýrmaðýn deðil bir þehrin bir ülkenin baþtan aþaðý kýrmýzýya kestiðini fýsýldamak. Anne ve kýz kardeþine kavuþurken geride býraktýðý dünyanýn daha yaþanmaz ve daha onursuz kalacaðýný. 20. yüzyýlýn büyük düþünürlerinden Bertrand Russell 1922 Moncure Conway konferansýndaki konuþmasýndan derlenen “ Özgür Düþünce ve Resmi Propaganda ” adlý yazýsýnýn giriþinde düþünce ve bireyin özgürlüðünü tehdit edenlere karþý bir kamuoyu oluþturulmazsa bundan yüz yýl kadar sonra her iki özgürlükten de çok azýnýn kalacaðýný dile getirmiþti. Öngörüsü yüksek dehalarýn söylemlerinin bir bir gerçekleþtiði ve salt bireysel ya da düþünsel deðil milletlerin özgürlüðünü de iþgal eden güçlerin tahakküm görselliðiyle müzeyyen savaþlarla bizi karþýlayan bir yüzyýl yaþýyoruz. Doðuþtan göremeyenlere bir rengi anlatmaya çalýþýrken görebilmesine raðmen renklerin cümbüþünü, ýþýðýn mahiyetini algýlayamayanlarýn ikbal olduðu bir dünyada mücadelemizi devam ettireceðiz.
NEVA
orhan_okr@hotmail.com
Doðuþtan görmeyen birisine bir rengi anlatmak, anlatabilmek mümkün mü? Bu kanayan topraklarýn ortasýnda doðuþtan görmeyen Bosnalý çocuða kýrmýzý rengini anlatmak bir insanýn yapabileceði en zor iþtir.
gözleri görmeyen Bosnalý bir çocuk. Hayatý ses ve kokuyla algýlayabilen genç, anne ve kýz kardeþine tecavüz edilirken çýðlýklarýný ve sonrasýnda yakýlmalarýný dinlemiþ. O bu yaþadýklarýnýn acýsýyla ölümü tek çare olarak düþünürken meþum dere kenarýna getiriliyor. Lirik bir dille betimlersek bir kez olsun çiçek açmýþ bir hanýmelinin beyazlýðýný, sýrt üstü uzandýðý yeþillikte gökyüzünün ferah ve engin maviliðini, utangaç bir kadýnýn yanaðýndaki pembeliði seyredememiþ genç adamýn elleri ve ayaklarý baðlanýr. Sadece hemen yaný baþýndaki dingin ýrmaðýn sesini duyuyor. Kýrçýl, turuncu sakallý, bakýþlarýnda bir sýrtlanýn kayýtsýzlýðý görülen asker tarafýndan boðazýna derin bir kesik atýlýr. Genç adam beyhude çýrpýnýr fakat baðýrmaz, bunu ölüp giden kardeþlerine saygýsýzlýk addeder. Dakikalar geçtikçe vücudundan çekilip ýrmaðýn sularýna karýþan kanýyla daha da büyür.
orhan okur
S
avaþ bizlere filmlerin naif kahramanlýk sahneleriyle öðretilmiþ. Askerler çarpýþmanýn ortasýnda duygularýný muhafaza edebiliyor. Üniformalý hiçbir tip merhametten mücerret deðil. Cinayetleri vahþet oyunlarýndan uzak ve yalýn. Cephede yaþanmýþlýklarla kalan ve sonrasýnda resmedilse bile onur, ahlak, erdem gibi duygularla bütünleþtirilip dikte edilen tiyatral bir þölen. Ýþgalcilerin bastýðý evde gardýroba saklanýp ailesinin katlediliþini izleyen çocuk yýllar sonra ailesinin intikamýný alýrken mut a kavuþuyoruz. Kurgusal kahramanlýklarýn aksine on yedi yýl önce bütün insani deðerlerin yerle yeksan edildiði bir savaþla baþlayalým hikayemize.
27
derya yýlmaz
KARA GÖZLÜ CADININ GÖZÜNDEN herkes beni 3,14 mü alacak? hatýrlar mýsýn;
PÝ
"güle güle sevgilim, ben artýk dans edebiliyorum..."
sadece bunu düþünüyor olmam saçma idi ama sadece bunu düþünüyordum. duþa girdiðimde ilk baþta su baþýmdan aþaðý dökülüyor bense öylece duruyordum. sonra birden kýmýldamaya baþladým. kýpýrdanmaya, sallanmaya, hoplamaya, zýplamaya. hayatýmda ilk defa dans ediyordum hem de sadece duþun sesi ve banyonun akustiði ile. yokluðunun bile güzel bir hediyesi vardý. incir çekirdeðini doldurmayacak bir konu olmalýydý ayrýlýðýmýz belki de ya da þiddetli bir kavga. bir daha tamir olmamak üzere kaplerimizi kýrmalý, hatta hakaret etmeliydik. gözlerimizin parýltýsýný görmeye çalýþmalýydýk bir yandan da onu söndürmeye çalýþtýðýmýzý anlamadan. yapmadýk. oysa sonsuza kadar tutmalýydýn elimi ve dans edemeyiþime hayran hayran bakmalýydýn. gittin mi sen þimdi? artýk
doðum günlerinin, insan hayatýnda ziyan ettiði bir yýlýn ve ölüme bir adým daha yaklaþmasýnýn verdiði ruh haline baðlý olarak bir matem havasýnda geçmesi gerekmez mi? ben hariç herkes eðleniyor. ta ki bir kýrmýzý gül üzerindeki doðum günümü kutlayan notunu görene kadar. bugün benim en hüzünlü günüm, bunu bu þekilde b o z m a y a , b e n i heyecanlandýrmaya ne hakkýn var? üstelik hala dans edemiyorum! 28
NEVA
- evet beni 3 alabilirsin, küsüratlarýmla çok þiþman görünüyorum. dediðimde gülmüþtün, - seni en son rakamýna kadar ezberleyeceðim sonsuza giderken, boþuna uðraþma. sonsuzluk neden bu kadar kýsaymýþ ki? kýrmýzý güllerim olmayacak mý artýk? bunca zaman, bu kadar güzel þeyi bitirmek için tek bir kelime yeterli mi? "bitti!" -
konuþmak istiyorum. gelemem bugün çalýþmam lazým. son kez soruyorum, geliyor musun? hayýr! sen bilirsin, benden bu kadar, bitti!
incir çekirdeðini doldurmayacak bir konu için saatlerce saçmalýyorduk biz; - bence yanlýþ düþünüyorsun! - asýl sen yanlýþsýn, bu noktadan bakýnca bunun böyle görünmesi doðal ama önemli olan bakýþ açýsý! neyse ki her saçmalamamýz sonrasý küsmüyorduk birbirimize. birbirimize baktýðýmýzda gözlerimizde bir parýltý oluþuyordu, biliyordum. nedense bunu söndürmek için anlamsýz bir çaba veriyorduk. bu saçmalýklar olmasa hayat daha mý güzel olurdu bizim için, daha mý sýkýcý? bilmiyorum. tek bildiðim seni ve dans konusundaki yeteneðini deli gibi sevdiðim idi bir de benim dans edemeyiþim karþýsýndaki halinden memnun gülümseyiþini. ilk buluþmamýz bugün gibi aklýmda. üzerinde lacivert bir tiþört vardý, bej rengi paltonu giymiþtin. salaþ bir kot pantolon. aslýnda göbekli olduðunu da o an keþfetmiþtim ve bana her buluþmamýzda bir kýrmýzý gül getireceðini. elimi tutmuþtun kafeden çýkarken, sonsuza kadar býrakmayacaksýn sanmýþtým. - ne ortak tanýdýðý allah aþkýna? gittiðin yerlerdeki kimseyi tanýmýyordum ki ben. senin peþinden gidiyordum ben her yere. - beni takip mi ediyordun? - ilk gördüðüm andan beri, dans ederken yüzündeki o mahçup ifade hiç gitmedi gözümün önünden. - yaaa çok rezildim deðil mi? - o kadar güzeldin ki. her gittiðim yerde seni görüþümün nedenini anlatýrken yüzünde beliren o mahçup ama bir o kadar hýnzýr ifadeni hatýrlýyorum. sanýrým her þeyin sebebi en mutsuz günlerimden olan o gün idi aslýnda;
KARA GÖZLÜ CADININ GÖZÜNDEN
- hatýrlýyor musun, seninle dans etmiþtik? hatýrlamaya çalýþma ile bir an önce cevap verip baþýmdan savmaya çalýþmayý birarada yaptýðým zamanlardaki gibi bakmýþtým yüzüne. - ah evet, dans denmez pek ama. sanýyordum ki, bu kýsa cevabým ile kendisinden sonsuza kadar kurtulacaðým ve yalnýzlýðým ile yapmakta olduðum derin muhabbete kaldýðým yerden devam edeceðim. yanýlmýþým. neden arkadaþlarýmýn tüm toplantýlarýna o da geliyor ki? ortak bir tanýdýðýmýz mý var acaba? ikinci kez denk gelmemiz tesadüf olmamalý. tüm bu sorularýn cevabýnýn hayatýmýn en güzel ama en acý sonuna ait hikayesinde olduðunu nereden bilebilirdim ki? - nasýl eðleniyor musun? - çok! ne iyi ettim de geldim nejla valla. ölüyorum sanýyordum sýkýntýdan. ardý arkasýna yaktýðým sigaralarýn cesetleri birikiyordu kül tablasýnda ve bu mekanda ölülere hiç saygý yoktu. bir süre sonra külleri savurmaya baþladým ortalýða, cesetleri ise masanýn altýnda biriktirmeye baþladým, en azýndan biraz rahat edebilirlerdi belki.
oldum olasý beceremediðim hareketli parçalar ile dans etmeyi bir süre bu ilk defa gördüðüm adama tatbik ettim. bu basiretsiz denemenin hayatýmýn en önemli bölümünü kaplayacak bir þeye dönüþebileceðini bilmeden. elimden tutup çeviriyor, bu esnada da halinden memnun bir gülümseyiþ ile bana bakýyordu. bu kadar beceriksiz dans eden bir insandan nasýl memnun olunabilirdi ki? - teþekkür ederim, ben yoruldum. - asýl ben teþekkür ederim.
- bu güzel gece için çok saðol nejla'cýðým, çok iyi geldi valla. eve gelince tam kararýnda sürdüðüm allýðýmý ve diðer ayrýntýyý siliverdim suratýmdan, yataða yattýðým gibi uyumuþum. dans etmek oldum olasý yoruyordu beni, becerememek yüzünden olsa gerek. üstüne üstlük hiç eðlenmemiþtim zaten. nejla'nýn "gel bak toplanýyoruz, çok kalabalýk olacak senin için de deðiþiklik olur" telkinini içeren kýsa süreli telefon görüþmesi ardýndan aldýðým bu ani kararý düþünerek oturuyordum dolmuþun cam kenarýnda. hayat cam kenarýndan çok hýzlý geçiyordu, ben yine çevremde geçip giden her þeye göre sabittim. hayatýmýn anlamý 3,14 olmalýydý. tek bir soruydu bir anda evde oturduðum yerden yýldýrým hýzýyla kalkýp, ömrümde hiç olmadýðým kadar hýzlý bir hazýrlýkla evden çýkmama neden olan. yüz metreyi, on saniyenin altýnda koþmakla eþdeðer sayýlabilecek bir baþarýya imza atmýþtým süre olarak, hem de allýðýmý tam kararýnda sürmüþtüm. "evde oturup da ne yapacaðým ki?"
geldiði gibi sessizce kayboldu. bu çýlgýn eðlence içinde iyiden iyiye sýkýlmamak ve arkamda daha fazla ceset býrakmamak adýna ben de çýktým mekandan.
NEVA
derya.yilmaz78@gmail.com
- dans edelim mi?
oldum olasý beceremediðim hareketli parçalar ile dans etmeyi bir süre bu ilk defa gördüðüm adama tatbik ettim. bu basiretsiz denemenin hayatýmýn en önemli bölümünü kaplayacak bir þeye dönüþebileceðini bilmeden.
derya yýlmaz
"lanet olsun! yine yaþlanýyorum!" doðum günlerinin, insan hayatýnda ziyan ettiði bir yýlýn ve ölüme bir adým daha yaklaþmasýnýn verdiði ruh haline baðlý olarak bir matem havasýnda geçmesi gerekmez mi? ben hariç herkes eðleniyor. ta ki bir kýrmýzý gül üzerindeki doðum günümü kutlayan notunu görene kadar. bugün benim en hüzünlü günüm, bunu bu þekilde bozmaya, beni heyecanlandýrmaya ne hakkýn var? üstelik hala dans edemiyorum!
29
türev sarýkurt
SIFIR BÖLÜ SONSUZ BELÝRSÝZLÝÐÝ uyandým. “why does it always rain on me” çalýyor. baþtan belli günün bok gibi geçeceði sanki. o deðil, hava da karanlýk gibi biraz. saat dokuz halbuki. saat dokuzda havanýn hafiften karanlýk olmasýnýn iki anlamý var. bir: hava bozuk. haliyle gece boyunca çarpan kapý sesleri benim pencerelerimden gelmiþ. iki: iþe geç kalýyorum.
30
NEVA
l'hospital bu durumu “sýfýr bölü sonsuz belirsizliði” diyerek özetlemiþ... can yücel ise “hem her an avuçlarýndan kayýp gidecekmiþ gibi, hem de hep senin kalacakmýþ gibi hayat. iliþik yaþayacaksýn. ucundan tutarak... “ diye...
turevv@hotmail.com
okul var bir de. çok katmanlý inverterlere dönmem lazým boþ zamanlarýmda. saçma simülasyon programlarýnda simülasyonlar yapýp okula gidip deneyler tamamlamam lazým. ben çok katmanlý olarak sadece boyozu severim halbuki... bir þeyin ne kadar katmaný varsa, onun allah o kadar belasýný versin. sakinleþmem lazým. o deðil de semineri vereli iki hafta oldu... iki hafta içinde bir þeylerle gitmem lazýmdý hocaya. seminer desen apayrý bir þey... beleþ solaryum-sauna karýþýmý bir þey. kürsüde 25 kiþinin karþýsýnda –ki içlerinde anlatmaya çalýþtýðýn konuyu yalamýþ yutmuþ olaný var- , dev spotlarýn altýnda bir þeyler anlatmaya çalýþýyorsunuz... sonuç ne olursa olsun girdiðinizden daha esmer ve 5 kilo hafif çýkýyorsunuz. o kadar su kaybetmiþsiniz ki yanaklarýnýz buruþmuþ... ne bilirseniz bilin o hocalarýn önünde artýk siz bir hiçsiniz... ben zaten bir hiçim... askere mi gitsem acaba. þehit olsam ansýzýnýndan. direkt cennet. gerçi “cennet cennet dedikleri, bir kaç köþkle bir kaç huri”. cennetten tek beklentim tembellik sanýrým. ekmek elden su “allah deyu deyu” akan ýrmaklardan. gerçi bu cennet mevzusunu bu kadar uzatarak ve sulandýrarak o kapýlarý da kapatýyorum galiba. sevdicekle de aramýz bozuk. o kadar bozuk ki hala sevdicek mi bilmiyorum. belki onun için artýk “bitti”cek de haberim yok. bitti bitecek. hem de anlamadýðým bir sorun yüzünden. zaten sorunun sebebini de bilmiyorum. aileyle de durum garip. tatilimi köyde geçirmemi istiyorlar. anneanne düþmüþ, hastaymýþ, yatýyormuþ. "nasýlsýn iyi misin?" diye aradým. "iyi olan adamýn yatakta iþi ne" dedi. þöyle rahat rahat uyuyabilmek için neleri
feda edebileceðimden bahsetmek istedim ama telefonda tartýþmayayým dedim. þimdi onun yanýna gitmem lazým. çok da severim aslýnda onlarý. ama oralarda tatili geçirmek de çok tuhaf. Çünkü genelde oralarda tatil size geçiriyor. sakin, sessiz, pýrýl pýrýl gökyüzü, ilk dublede sizi sarhoþ eden bir dolu oksijen ve ilk günden baþlayan “hergece fasýllarý”. dede ve arkadaþlarýyla domino oynamak, hiç duymadýðýn küfürlere gülmek... all inclusive beleþ bir tatil yani... buraya kadar sorun yok. sorun milattan önce bilmem kaç yýlýnda, artýk yeterince evcilleþmiþ ineklerin sokaklara sýçmasýyla baþlýyor. metandan, tezek kokusundan oturulmuyor bile avluda, hayatta ve bunlar gibi isimlerine pek hakim olmadýðým diðer köy evi bölümlerinde... gitsem mi gitmesem mi onu da bilmiyorum þu durumda. aile demiþken... artýk bu þehirden geri mi dönsem acaba. Okulu bitirmek gerek önce ama… 3-4 ay daha oyalanmak gerek buralarda. toparlarsak þu hayatta bir hiç olarak milyonlarca parçaya bölünmüþ durumdayým. tezimi ne yapacaðýmý bilmiyorum, tatilimi de. onunla aramýzda olanlar birer nelerdir onlarý da bilmiyorum. iþimi sevmiyorum. þu aralar doðduðum yere dönmek istemiyorum da bahane arýyorum sanki... en temiz seçenek gibi görünen askerlik hakkýnda bildiklerim “call of duty” ile sýnýrlý, oturmuþ arsýzca þehitlikten, cennetten bahsediyorum. ben bir hiçim, ve ayrý ayrý düþünmem gereken milyonlarca þey var. lazlo bane benim için söylüyor þu anda: ""but i can't do this all on my own no, i know, i'm no superman""
TERLÝK Suna terlikleri eline aldý, burnuna götürdü. Plastik kokusunu içine çekti. Bir an gülümsedi. Sonra gülümseyiþini, yediði çikolatanýn paketini çöpe atar gibi býrakýverdi terlik kutusunun içine.
nazlý karabýyýkoðlu
Ýki çeyrek saattir altýnda yürüdükleri þemsiyeyi baþlarýnýn üzerinden çekerek kapatan adam: “Yaðmur dinmiþ,” deyip, kapattýðý þemsiyeyi baston gibi kullanarak yürümeye devam etti. Sonra yanýndaki kadýnýn adýmlarýna eþlik etmediðini fark ederek durdu, arkasýný döndü. Kadýn birkaç adým gerisinde, ellerini kýrmýzý paltosunun cebine sokmuþ, bir maðazanýn vitrinine boþ gözlerle bakýyordu. Adam gerisin geri yürüyerek kadýnýn yanýnda durdu ve gözlerini izleyerek vitrinde neye baktýðýný anlamaya çalýþtý. “Suna.” Kadýn adýný duymamýþ gibi vitrinde sabit bir noktaya bakmaya devam etti. Adam kadýnýn adýný yineledi. Kadýn gözlerini vitrinden ayýrmadan: “Terliklerim,” diye mýrýldandý. Kadýnýn mýrýltýsýný duyamayan adam, kadýna dönerek kolunu tuttu hafifçe. “Caným, bir þey mi oldu?” diye sorarak yüzünü kadýna döndü. Suna'nýn suratý deðiþmiþti. Yýllardýr ezberlediði bu ince ve yumuþak yüz, þimdi yarý katýlaþmýþ, yarý buza kesmiþ gibi sertleþmiþ, hüzünlendiði anlarda dahi parýldayan gözlerindeki ýþýk, aniden patlayan ampul misali sönmüþtü. Ucu kýzarmýþ burnunu durmadan çekiyordu Suna. Adam sabýrla Suna'dan bir cevap bekledi. Kadýnýn tek kelime etmeyeceðine kanaat getirince, sesine sabýrsýz bir ton yükleyerek yeniden konuþtu: “Daha ne kadar duracaksýn burada böyle?” Suna, sanki adamý ilk kez görüyormuþçasýna aniden yüzünü vitrinden dönerek karþýsýndakine baktý, ellerini ceplerinden çýkardý ve burnunu bir kez daha çekti. Sen burada mýydýn dercesine fýrlattýðý bakýþlarýnda bir baþkalýk vardý, fakat aðzýný açýp tek sözcük etmiyordu. Adam Suna'nýn bakýþlarýndaki yabancýlýktan ürkerek derin bir nefes koyverdi, bir adým geri giderek þemsiyesini bacaðýna vurdu ve: “Geç kalýyoruz Suna,” diyerek kadýna biraz daha burada oyalanýrlarsa yetiþemeyecekleri operayý hatýrlatmak istedi. Suna, umarsýzca omuzlarýný silkerek: “Sen git,” dedi ve yüzünü tekrardan vitrine döndü. Adam þaþkýnlýðýný gizleyemeyerek, soluk almadan cümlelerini ardý ardýna sýralamaya baþladý. Operaya gitmek isteyen ve aylar öncesinden ona zar zor bu biletleri aratýp bulduran kendisi deðil miydi? Programýn baþlamasýna on beþ dakika kala bir vitrinin önünde dikilip kalmak da neyin nesiydi þimdi? Üstelik neye baktýðýný bile anlayamamýþtý. Madem neye baktýðýný söyleseydi de içeri girip lanet olasýca her neyse, satýn alýp yollarýna devam etselerdi. Ne anlamý vardý böyle sokak çocuklarý gibi camdan içeri bakýp durmanýn? Adam susunca Suna üþüyen ellerini yeniden ceplerine soktu ve hissiz bir ses tonuyla: “Sen git,” diye yineledi. “Ben gelmiyorum.” Adam þemsiyesini bu sefer kaldýrýma vurdu. Sinirlenmiþti. Az önce söylediklerine benzer cümlelerle hayýflanmasýný sürdürüyordu ki Suna adamýn sözünü keserek: “Yalnýzca kendi kafana o þemsiyeni de al ve git Adem,” dedi. Adam hayretler içinde bir an bakakaldý kadýna. Yaðmurdan ýslanmýþ saçlarý þakaklarýna yapýþmýþ, gözlerine giren su damlalarýyla rimeli hafifçe akmýþtý. Kadýnýn kararlýlýðý karþýsýnda bocaladý bir an Adem, fakat sonra giderek büyüyen öfkesini sýrtlanarak sert bir edayla arkasýný döndü ve yürüyüp gitti. Adem'in gidiþiyle rahatlayan Suna, ellerini ikinci defa
ceplerinden çýkararak cama dokundu. Ani bir kararla maðazaya girdi. Dosdoðru, tezgâhýn arkasýnda oturan, elindeki dergiye gömülmüþ, liseyi henüz bitirmiþ gibi görünen çocuða yürüdü. Suna'nýn giriþini sonradan fark eden çocuk telaþla dergiyi kapatarak ayaða kalktý. Suna'nýn derginin kapaðýndaki çýplak kadýna takýlan gözlerini fark eden çocuk, dergiyi tezgâhýn altýnda bir yerlerde yok ederek, ellerini ben kötü bir þey yapmýyorum dercesine iki yana açtý ve boðazýný temizleyerek: “Buyurun, ne bakmýþtýnýz?” diye sordu. Suna dudaklarýnýn kenarýna takýlýp kalmýþ gülümsemeyi, çocuðu daha fazla utandýrmamak için yok ederek, yüzündeki muzýr ifadeye son verdi. “Vitrindeki terlikler,” dedi. “Onlardan alacaðým.” Vitrindeki bir sürü terlik olduðunu, hangisini istediðini soran çocuða Suna, ayak parmaklarýnýn ucunda yükselerek ve göðsünü þiþirerek: “Mor olanlar,” dedi. Az önceki utancýndan sýyrýlan çocuk gülümseyip: “Kýzýnýz için mi?” diye sordu. “Hayýr, kendim için.” “Ama burasý çocuk maðazasý, gördüðünüz üzere. 35'e kadar numaramýz var hanýmefendi. En büyük 35.” “Biliyorum.” Çocuk aval aval baktý Suna'nýn yüzüne. Ne saçmalýyordu bu kadýn þimdi? “Ayaklarýnýz 35 numara deðil gördüðüm kadarýyla,” diyen çocuk gözlerini Suna'nýn 39 numaralýk ayaklarýna çevirmiþti. Çocuðun gözlerinden ayaklarýný saklamak isteyen Suna, maðazanýn öte köþesine yürüyerek: “Bana 35 numara mor terlikleri getirin lütfen!” buyurdu. Çocuk derinden bir iç çekerek maðazanýn arkasýnda kayboldu. Birkaç dakika sonra elinde bir kutuyla göründü. Kutuyu tezgâhýn üzerine býrakarak, kapaðýný açtý. Kâðýtlarýn içinden çýkardýðý terlikleri Suna'ya göstererek: “Buyurun,” dedi.
NEVA
31
nazlý karabýyýkoðlu
Suna durdu. Huzursuzca oynattý ayaklarýný. Devam etti sonra: “Çok sýcaktý çok. Terliklerimin asfalta yapýþtýðýný duyumsuyordum. Yolun öte tarafýndaki deniz kaynýyordu adeta. Suyu öyle ýlýktý ki, sabah saatlerinde deniz seansýmýzý tamamlýyor, bir daha da girmiyorduk tuz oraný almýþ baþýný gitmiþ denize. Yolun kenarýndan yürümeliyiz dedi babam. Terk ettik asfaltý. Otlarýn içinden yürümeye baþladýk. Karþýdan karþýya geçerken önce saðýmýza, sonra solumuza,
32
sonra tekrar saðýmýza bakmalýyýz ve hep kaldýrýmdan, kaldýrým yoksa yolun en kenarýndan yürümeliyiz. Anlýyorsun, deðil mi? Bunlarý yapmana raðmen bir araba gelip de, seni altýna alýyorsa ne olacak peki? Hiç düþündün mü bunu? Sen babanýn her dediðini yapýyorsan, ama bir araba gelip tekerini sýrtýna yapýþtýrýyorsa o zaman ne yapacaksýn? Bir an babanýn elini tutarken, sonraki anda baban havaya uçuyorsa ve sen gidemiyorsan futbol izlemek için sahaya... O durmuþ anda düþündüðün tek þey sahaya gidememekse... Ýnanamazsýn! Öyle büyülü bir andý ki! Arabanýn altýna girmek ve tavana çarpan babanýn aðýrlýðýyla biraz daha ezilmek... Sayfalarýný oburca çevirip bir an önce sonunda ne olacaðýný öðrenmek istediðim masal kitaplarýný okur gibi akmýþtý zaman. Asfaltýn sýcaðýný yanaðýmda hissederken, zift kokusunu çekinceyle içime çekiyordum. Sesler duyuyordum. Baðýrýp çaðýran, telaþlý sesler... Çevreden yardým isteyen, çýðlýk atan sesler... Ayaklar görüyordum. Plajdan yardýma koþup gelmiþ, kuma bulanmýþ ayaklar... Sýrtýmdaki tekerleðin aðýrlýðýyla daha fazla nefes alamayacaðýmý hissettim. O an öyle içten dilemiþtim ki beyaz tavþanýn gelip beni arabanýn altýndan çýkarmasýný... Beyaz tavþan diye mýrýldandým. Evet, gayet net hatýrlýyorum. Ve o an kalktý sýrtýmdan bütün yük. Bir el tutup çekti beni. Slip mayolu, göðsü kýllarla kaplý bir adamdý bu. Doðrusu pek de benzer tarafý yoktu beyaz tavþana. Kalmak istemedim kucaðýnda. Ýndir beni yere dedim. Ýndirdi. Asfalt yaktý ayaðýmý. O an anladým. Terliklerim yoktu ayaðýmda. Savrulup gitmiþlerdi ayaðýmdan. Aðlamaya baþladým. Canhýraþ bir aðlama... Bir yerim incindi sanýyorlardý, ama hayýr, ben terliklerim için aðlýyordum. 'Terliklerim' diye baðýrabildim sonunda. Arabayý kullanan acemi kadýn þoför, tepesinde topladýðý sarýya boyalý saçlarýný sallayarak elime terliðimin bir tekinin tutuþturdu. “Al güzelim, bak burada terliðin. Geçti, geçti bak,” dedi. Aptal kadýn! Diðer teki yoktu ki terliðimin. Eline vurdum kadýnýn. “Tek terliði ne yapayým? Ýstemem,” dedim. Suna sustu. Oturduðu yerden kalktý. Çantasýndan cüzdanýný çýkardý. “Ne kadardý?” diye sordu. Çocuk kapýldýðý hikâyenin kesilmesinden mutsuz, terliklerin 30 lira olduðunu söyledi. Dergi falan çýkmýþtý aklýndan, kadýnýn hikâyesine devam etmesini diliyordu içinden. Suna, cüzdanýndan 30 lira çýkararak tezgâhýn üzerine býraktý, terliklerin boþ kutusunu koltuðunun altýna sýkýþtýrdý, kapýya yöneldi. Çocuk, heyecanla: “Hanýmefendi, çizmelerinizi giymediniz. O terlikler küçük ayaðýnýza, yürüyemezsiniz,” diye baðýrdý. Suna, elini kapýnýn tokmaðýna attý, kapýyý açtý, çocuða sýrtý dönük bir þeyler mýrýldandý. Çocuk, tezgâhýn arkasýndan çýkarak, Suna'yý yakalamaya çalýþtý, fakat Suna mor terlikleriyle kapýdan fýrlayýp kalabalýðýn arasýna karýþmýþtý bile. Çocuk kendi kendine peki ya babasýna ne oldu diye mýrýldanýrken, yeniden yaðmaya baþlayan yaðmur, kýrmýzý paltolu bir kadýnýn ayaðýna küçük gelen plastik terliklerden taþan çýplak tenini ýslatýyordu. Suna, ayaklarýný cebine sokabilmeyi dileyerek, opera binasýnýn önünde durdu. Burnunu çekti. Elini cebine soktu. Biletlere dokundu. Kahkahalar atarak uzaklaþtý. Plastik kahkahalar...
NEVA
nazlikarabiyikoglu@gmail.com
Suna terlikleri eline aldý, burnuna götürdü. Plastik kokusunu içine çekti. Bir an gülümsedi. Sonra gülümseyiþini, yediði çikolatanýn paketini çöpe atar gibi býrakýverdi terlik kutusunun içine. “Benim terliklerimden bunlar, “ dedi. “Hâlâ üretildiklerini bilmiyordum.” Çocuk kadýna ne cevap vereceðini bilemeyerek, sýkýntýyla kýpýrdandý tezgâhýn arkasýnda. Kadýnýn bir an evvel çýkýp gitmesini ve dergisine dönebilmeyi diledi. Suna ise kendini en yakýndaki tabureye býrakarak çizmelerini çýkarmaya baþladý. Çocuk Suna'nýn çoraplarýný sýyýrýþýný izledi. Çýplak ayaklarý kemikli, ama biçimliydi. Týrnaklarý maviye boyanmýþtý. Suna, terliklerin içine kaydýrdý ayaklarýný. Yarýsý dýþarýda kalan ayaklarýný seyretti bir süre. Çocuk, kýrmýzý paltolu, çýplak ayaklarýný minik terliklere sokamamýþ kadýna bakýnca, içinde bir þeylerin koptuðunu duyumsadý. “Üþüyecek ayaklarýnýz,” diye mýrýldandý. Suna aldýrýþ etmedi. Dalgýn gözlerle konuþmaya baþladý: “85 yazý ne sýcak geçmiþti, hatýrlýyor musun? Ah, nasýl hatýrlayacaksýn? O zamanlar sen doðmamýþtýn bile, deðil mi? Bendeki de akýl iþte. Ama þunu bil, 85 yazý çok sýcak geçmiþti. Oturduðu yerde sular içinde kalýveriyordu insan. Anneannemden hatýrlýyorum. Damla damla terliyordu vantilatörün karþýsýnda. Bir elinde yelpaze... Yetmiyordu. Yapýþ yapýþ bir yazdý. Tutturmuþtum yine, o sýcakta, hadi gidip top oynayan aðabeylere bakalým diye. O kadar küçüktüm ki giremiyordum oyunlarýna. Ben de uzaktan izliyordum onlarý iþte. Baðýra çaðýra oynadýklarý top oyunlarýnýn bir parçasý olmak istiyordum, fakat annem rica etmesine raðmen, avutmak için bile almamýþlardý beni oyunlarýna. Küçük olmak deðildi asýl mesele. Öyle ya, kýzdým ben! Ne iþi olurdu kýzlarýn futbolla? Halbuki ben de baðýrarak topa tekmeler savurmak, iki direðin arasýna topu sokabilmeyi baþararak 'gol' diye baðýrýp, sevinmek istiyordum. Beni oyuna almayacaklarýný bile bile, yanýmda beni gözeten biriyle, sahanýn kenarýnda oturup çocuklarýnýn koþuþmalarýný izlemek beni bir nebze olsun mutlu ediyordu. Aklýma düþmüþtü yine, tutturuvermiþtim, bebeklerimle oynayacaðým yere! Anneannem de annem de baþlarýndan savmýþlardý beni. Bana eþlik edecek birini bulmalýydým. Yalnýz gidemezdim. Ben de bulmacasýna gömülmüþ babamý hedef seçmiþ, kucaðýna zýplayýp, burnunun ucundaki g ö z l ü k l e r i n i a l a ra k , ya n a k l a r ý n a ö p ü þ l e r kondurmuþtum. Buna dayanamazdý, bilirdim. Yine dayanamadý bana. Git giy terliklerini dedi. Az sonra sahaya giden yolda yürüyorduk. El ele...”
SEN KOKUSU bir derdin vardýr... uykun gelmez... uykun gelsin diye kitap okursun saatlerce... tam göz kapaklarýn kapanýr, kitabý býrakýrsýn... yatarsýn yataða... yine uyuyamazsýn... öyle bir geceydi iþte... öyle bir uykusuzluk...
türev sarýkurt
saçma geceler olur ya...
sonra yataðýn, genelde kullanmadýðým, cep telefonu, tv kumandasý koyduðum, bir gece önce senin yattýðýn kýsmýna baktým... yorganý kaldýrýp içine girdim... senin klostrofobin yüzünden giremediðin gibi... nergis kokusu geldi sanki önce... ona benzeyen bir þey. aylardýr koklayamadýðým gibi... çocukluðuma ait gibi, izmir gibi karþýyaka çarþýsý gibi... daha derin nefes aldým, incir gibi sanki bu defa... ya da çilek... kavun þarabý mý desem... ama daha uysal bir koku... bahar gibi sanki... güneþ gibi... var gibi ama yok gibi... ne kokusu bu... kesin soyut bir koku... varlýk gibi, cennet gibi... tarif edemediðim, isimlendiremediðim, daha önceden belirlenmiþ hiç bir tanýma sokamadýðým duygularým var benim... onlar gibi... þey gibi iþte... çocuklukta sevdiðim her koku gibi, ama sadece feminen olanlarý gibi... uhu, benzin, oje gibi deðil de pudra gibi mesela. þey gibi iþte, þey gibi? ne bileyim ? aþk gibi belki... aþk olmalý bu kokan... sen gibi sonuçta... sen gibi kokuyordu yataðýn yarýsý... ki alarm çaldý... uyandým... yüzümü yýkamaya gittim... geri döndüm...
çünkü, sanki sen orada olacakmýþsýn gibi hissettim... sanki hiç gitmemiþsin gibi...
NEVA
turevv@hotmail.com
bakmaya korktum yataða tekrar...
33
gizem altýnordu
TAYYARE
B
asit bir uyduyu, kayan bir yýldýz sanmýþýzdýr hepimiz. Sýrf bu yüzden, o koca gökyüzüne dakikalarca bakakaldýk ve sýraladýk dileklerimizi; umutla. Ta ki biri gelip saniyeler içinde parçalanan yýldýzý bize gösterene dek.
Size bir öykü anlatmayacaðým bugün. Size bir öykü anlatmayacaðým bugün. Herkes kalem tutar ve herkes ayný çizgileri –evet, 1. sýnýfýn ilk dersinde bize gösterilenler- çizer kaðýtlarýna. Kimisi çizgilerden kelimelere giderek bulur anlamýn yolunu, kimisi çizgilere renkler ekleyerek. Herkes üþür ve herkes hüzünlenir. Ama çok az kiþi sahiptir, omuzlarýna mavi bir hýrka býrakacak ve kelimelerini baðýþlayacak birine. Ve bazýlarýnýzýn düþündüðü gibi, çok az kiþi tanýr, kelimelerine muhtaç doðru kiþiyi. Hepimizin hediye edecek kelamlarý vardýr ve yeþil defterlerini okutacak güzel yüzlü çocuklarý. Size bir öykü anlatmayacaðým bugün. Yeni bir þehirde uyanmak isterdim sadece. –O, kendinize dahi anlatmaktan korktuðunuz yâr kokulu þehir, iþte- Þarkýlar söyledim bu yüzden. O vakit bir bulut düþtü üstüme, aldý pürtelaþ bir halde lügâtlerimi benden ve býraktý sermest mi sermest, esrik mi esrik bir týnýya beni. Emanet edildiðim yerde yýldýzlar vardý. Baktým hepsine, saydým hepsini. Saydýðým kadar ömür eklendi ömrüme ve siðiller çýktý ellerimde. Delirmedim. Yýldýzlara baktým ve güldüm.
Size bir öykü anlatmayacaðým bugün. Yolunu kaybetmiþ, daðlarýn ve yüksek betonlarýn arasýnda bir martý gördüm bugün ve baðýrdým: “Yolunu bul, denizini bul, denizini bul !” Kadere inanýr mýsýnýz, bilmem. Ama ben inanýrým. Yarýn o martý ya da bugün tanýþtýðým çok konuþan küçük kýz beni hatýrlayacak mý, merak ediyorum. “O, en çok papatyalarý severdi” denmesini istiyorum bir gün. “Notalar koyardý cümlelerinin sonuna, nokta yerine. Sinirlenince bemol, mutlu olunca diyez.”
NEVA
Suya bir kez daha bakmanýzý istiyorum. Ben baktým. Suya baktým ve suyu gördüm. Bu rüyayý suya anlattým. Ya tertemiz oldun, dedi bana, ya da artýk su dahi umursamýyor seni. Ama ben, suyun bende kendini gördüðüne yordum düþümü. Sonra mâi oldu kalbim, aktý haki bir cama. Aþýk oldum. Aþk ki haki camý geçirdi parmaklarýma. Kanlarým aktý, parmaklarýmdan; saçlarýmý karýþtýrdým ve kýzýla boyadým onlarý; kan kýzýlý. Kanlarým aktý, bacaklarýmdan. Tanýdýðým kan kýzýlý kadýnlarýn aksine çocuk oldum ve haykýrdým sevdiceðe: “Ah güzel çocuðum. Saçlarý karýþýk, büyük gözlü çocuðum. Gel beri, bul beni, piþir beni..” Sesim düþtü elimden ve parçalandý sûretim. Sesim bin parçaya bölündü ve gönderildi bin düvele, ibret diye. Sesim çarptý daðlara, bin yankýyla döndü / gerisingeri / bana. Size bir öykü anlatmayacaðým bugün. Hep bir papatyadan tacým ve bir uçurtmam olsun istedim. Yýldýzlardan Anka Kuþu'nu buldum ve doðurdum onu küllerinden. Avuç çizgilerimi saydým, eksik çýktý; kelamlarým, fazla; notalarým, yanlýþ; aþklarým, yalan. Tren sesleri duydum ve döktüm arkalarýndan su yerine gözyaþýmý. Yaz günleri kapandým evime. Baharlarý mesken ettim kendime. Yazdým ve aþýk oldum. Çaldým ve aþýk oldum. Söyledim ve aþýk oldum. Müzik oldum / masal oldum / yanlýþ oldum. Koca bir düþ oldum. Bir misketin içine doldum. Misketin içinde koca bir kuþtum. Yüzlüktüm / uçtum. Bir çocuk geçirdi beni parmaklarýnda.. Müzik oldum / masal oldum / affola.
gizelmutrib@gmail.com
Hepimiz bulutlara bakýp þekiller yaparýz. Ýþte kelamlarýn raksýnýn sona erip muhayyil anlarýn baþlamasýdýr bu. Herkes düþ kurar. Ama çok az kiþi fark eder yýldýzlardan þekiller yapmanýn daha kolay olduðunu. Biz yine bizizdir. Yýldýzlara bakýp þekiller yapan siðilli çocuklar. Henüz delirmedik biz.
34
Kaçýmýzýn babamýzýn en sevdiði renkten ya da annemizin en büyük fobisinden haberi var. “Ah, hiç annemle uçaða binmedim. Nereden bilebilirim uçak korkusunu.” demeyin bana. Ben, babamýn en sevdiði rengi bilmiyorum..
HARFLERÝN DANSI
b
elkilerim beni bekleyen bilmezlerim. biraz buruk biraz boþvermiþ. bilinmezler buluþurken baþucumda, bezginliklerim beni beklemiþ. Boþluklarým basiretsiz biçimlenmiþ barikatlar belki de. Borçlanmýþým bilindik bencilliklere. Beynim baðýmsýzlýðýný bildirmiþ, bilincim biçare. bir buseyi beklerken bahtiyarlýðý bilmeye, bin beddua beni biçimlendirmiþ.
derya yýlmaz
e
a
limde eskimiþ emekler. erdemlerim eþkiya! elbet eklenecek elde ettiklerim, emellerimin evraklarýna. ebedi edepsizlerin eðlencesi egolar. ehemmiyetsiz efendilik esrarengiz eylemlerde. eksiltiyor eklenmemiþ eleþtiriler edimleri, el emeði eþyalarýn eskimesindeki emektarlýk, engelliyor erginliði. etkileniyor en ehemmiyetsiz evhamla esenlikler, erteleniyor esaretin etkileri.
nlamalýydým azaltmayacaðýný acýlarýmý ayrýlýklarýn. aksine arttýyordu aðrýlarýmý ardýmdaki apansýz aþklar. akýl almaz adanmýþlýklar aktýkça anýlarýmdan, aðlamýyordum ancak anlýyordum. ay'ýn aksi aktýkça arasýndan aðaçlarýn, algýlarýmdý ayýran anlamlarýmdan. ayazlarda açan akasyalarýn aynasýydý avurtlarým, alnýmda artýk anlamsýzlaþmýþ anlarýn atlasýydý ayrýntýlar.
f
akat farazi farkýndalýklardýr, fiili feryatlarým. fukara fenalýklardýr. fark edilmemiþ falsolarýmýn fahiþ fiyatlarýyým. faturasý faili facia falsolarýn faydasýz faziletler. farkýndalýklar fakirleþtiriyordu fallarý, fedakarlýklar felçli felaketlerdi. fenasý, fesatlarýn feryatlarý ferahlatýrken fýrsatçýlarý, fikirleri fýsýldamak formaliteydi.
c
evaplarým canýmdan candý. cümlelerim cansýz cehennem. cennettim cehalet. canan canken cigaramda, cemali cinnet! ceketimin cebinde cefalarýmla, cansýz cahillerin cürümleriyle cezalandýrýlan cadýyým. canayakýnlýðýmýn caný cehenneme! candanlýk caydýrýcý cümlelerde, celladýmla cebelleþirken cesaretin celselerinde, cenazemle cüretkarým..
ç
aðýrýyor çanlarý çaresizliðin. çýrpýnýþlar çamura çalmak. çaktýrmadan çalabilsem çorak çöllerin çeliþkisini, çekindiðim çetrefilli çevrelere çakmak çakmak çatamadan, çýkarcý çýyanlarý çýrýlçýplak çizebilsem. çiçeklerim çürümüþ çorak çayýrlarda, çirkeflik çökmüþ çabalarýma. çabucak çekip çýkarýlmamýþým çakallarýn çukurundan. çaðrýlmamýþým çaðlayanlarýn çaðýltýsýna, çakýllarla çarpýþmamýþým.
d
erinde duran dargýnlýklarým, dünyaya düþmanlýðýmdan. düþününce doðru dürüst dertlerimi, devalar duyulmayan dualarým. deva daðlarým daðýlmýþ, derman dallarým derbeder, dalgalandýkça duygularým dalgýnlaþmýþým. damarlarýmda damla damla delilik dolaþýyor, daraltýyor durmadan deðiþen dengeler. davetliydim darmadaðýn delillere dayandýrýlan davalara, dinlenmeden deðerlendirildiðimden derbederdim.
g
erçekler gerideyken, gülmeyen gözlerimdi. güneþin gördüðü gülün goncasýydý garipliklerim. gölgeler gönlümde gizliydi. gaddarlarýn gafletinde gördüm gariplikleri, gamlandým gazaplarýn galibiyetine. gayelerim gayriciddi, gayretlerim gayrimümkün. gece gündüz geciktikçe geleceðim, geçmiþim gerçekdýþý geliyor. gereksiz gerginlikler getiriyordu gizemli gardiyanlar, gülüþüm gizlice göçüyor.
h
ayallerimle hakikatlarým harmanlanýrken, herkesin hiçliðine hayýflandým. hep hülyalarýmken hazanlar, hüzünlerimin haritasinda haylazdým. hayatým hatalarýmý haczediyordu, hafýzam haddini halletmiþ. hayinler hakaretlerini haykýrdýkça halime, hikayem haksýzlýkla helallenmiþ. halbuki hançerlemedim hislerimi hayasýzca, hapsetmedim haysiyetimi harap hatýralara. hasretim her halükarda heyecanlanmamdý hem. hýrçýn hiddetlerimle herkesi hýrpaladým.
NEVA
35
derya yýlmaz
ý
þýklar ýsýtýrken ýssýzlarýmý, ýlýmlý ýzdýraplarda ýslandým. ýrmaklardaki ýhlamur, ýsýrgan, ýrgatlarýn ýsrarlý ýslýðýydým. ýlýman ýstýraplarýmdý ýraklaþan ýrzýmdan, ýskaladýðým ýsrarlarla ýssýzlaþtým.
i
yiden iyiye isterken iyileþmeyi, ihtiyarlýðýmýn imkansýzlýðýyla iddialaþtým. iðne iplik inceliðine indirgenirken imgeler, insanlýðýma içten içe isyaným. iadesiz ibatlerim icabsýz icazetlerim. içgüdülerime içerledim içten içe. içimde içeriði isimsiz ispatlara, için için içerlemiþ içtenliðim. içkiler içtim, irkildim idealize idalarla, iþte ikilemlerimdi idamlarým, inandým. ifadelerde iftiralar, ihmallerde iftiharlar, intiharlar izbelerin izdüþümü, ispatlandým. iðreniyorum ihanetlerin ikiyüzlülüðünden, ilginç iliþkilerin iletiþiminde iltihaplandým.
k
orkularým kaplarken kalbimi, kusursuz kelimelere kanmýþým. karanlýðý kan kokan kaçmalarýnda, kapýlarýn karþýmda kapanmasýna kýrýlmýþým. kaba kuvvetin kafamdaki karalamalarýnda kesinleþmemiþ kanýtlarýna kanmýþým. kabahat kabiliyetsizliðimdi kabullenmiþim. kabuslarýmdan kaçabilmek kaderimden kaçmakmýþ. kahpe kader kahýrlandýrýyordu korlanmýþ kalbimi. kalabalýklarýn kalleþliði kýrýyordu, keyfim kaçýyordu. küsüyordum kifayetsizce kendime, kan kusuyordum. keyfin kaybedildiðini keþfediyordum kýsacýk kýzgýnlýklarýmda, kötülüklere kinleniyordum.
l
akinlerimdi lafazanlarin laflarý. lalettayin lüksümdü lokmalarým. lokallerdeki leylaklar, laðamdaki lavantalardým. laçkalaþmýþ lahzalarýn lalettayin lakýrtýlarýydým. lakin lanetliydi laubali latiflerim. lekeliydi lisaným, liriklerim lime lime. lambalar loþlaþmýþ, limanlar lodosluydu. lütfenler lütufken, lügatlar lüzumsuzdu.
36
m
aaleseflerim manasizdi mutlak maðlubiyetlerimde. mýsralarým muðlak. mazaretlerim mahkumken masallara, meskun mahallelerde mýhlandým. maceralarým mabetlerimdi manen maddeleþtiðim. maðlubiyetlerim maðaralarýmdý mahçupluklarýmý maharetlendirdiðim. mahzun mahrumiyeletim mahkumlaþtýrýlýyordu manidar mantýklarda. maskelerin maskaralaþtýðý meclislerde masumiyetin mahvoluþuna meraklandým. mucizeydi muðlak muhabbetlerin mutlulukla mukayesi, mutsuzlukta muvaffaklaþtým.
n
edensiz nefretlerim nüksetmiþti. nüanslar nazarýmda nafile. noktalarken netameli nesirlerimi, nezaketim nefssiz nihayetlerimdi. nadaslarýmdý nadiren nükseden nedenli nedensiz nevrozlar. nefretim nihayetlendiriyordu neþeli nesirlerimi. nezaketen neticelenmiþ nazireler nakþediyor nankörlüðü nasitleriyle. nefesim nabzým noksanlaþýyordu nevrotik nöbetlerimde.
o
ynadýðým oyundu olmamýþ olaylar. okuduðum ozanlardý okulum. olmak olmamak olunca orantým, oysalarýmdým, o'ydum. objeler odada odaklanýnca olaðandýþý olaylara, olumsuzluklarla olanaksýzlaþtým. onursuz otoritelerin ortaklaþa onayladýðý oylamalardý olgunluðum. okudum, oynadým, oyalandým. oysa ortadaydý omuzlandýðým olasýlýklarým, olduramadým.
ö
zlemlerimdi özlediðim özümde. öykülerim öncesiz, ömrüm özensizdi. öfkelerim örterken öcümü, öylesine özürlerimdim. Öbek öbek ödemleþmiþ öçlerimin ödemeleri. Ödlekliðimdi ödünç ödevlerimin ödeþmemiþ öyküleri. Öfkelerin öðreticiliðinde özürlerin öðrencisiydim. Öncesiz önerilerin ölçüsüz önceliklerinde ölümlerin önderliðinde önsezilerimi örgütleyendim.
NEVA
u
zlaþmak uslarýn uykusu. ufak uçurumlarýn ucundayým. ufka uçarken uzaklýklar, umutsuz uðraþlarýn uðraðýyým. Uçurtmalarýn uçtuðunu ummak uðraþým, unutulanlarýn ufaldýðý ukalalýklarda ulaþýlmazým. Usanmýþým utandýðým uyanýklýklardan, uzun uzadýya uyuyakalmýþým.
r
esimlerin raksý rüyalarýmda. riyalarim rollerim. ruhumu rahatlatmak rezillikken, rekabetin refakatçisiyim. Rahatsýz raðbetsizliklerin randevusunda, rakýnýn refakatine razýyým. Renkli resimlerin rehberliðinde, romanlardaki rollerin riyaklarlýðýyým.
s
ü
züntülerin üstelediði ürkeklik, üstünkörü üþengeçliklerin üzüntüsüyüm. üstünde üþürken ümitler, ünlemlerdeki ürpertiyim. Üstelik ücretliydi ürkek ünlemler. Ünlü, ünsüz, ümitli, ümitsiz ürkütüyordu. Üstüne üstlük üsluplarýn üþüþtüðü ütopyalarda üþengeçliklerimle üveydim.
usmak sadece sabýrdý sanki. sessizlik saygýydý sevgilere. sinsi silüetlerin saklandýðý sabahlarda, sevinmiþtim satýlmamýþ sadakatlara. savrulmuþtu sevdalar saða sola. sonlarý suçlamak safça saldýrganlýktý. sardýkça sisli seçimler sezgilerimi, seyrediyordu seyirciler sahneyi. sahnede sessizce sebepler süregelirken, sonuçlar susturuyordu seyredenleri. saçmalamaktý sinemi sevgi sözcüklerinden savuran. sonsuza sürüklenirken sahte sarhoþluklarým, sevinçler saklanmýþ sanrýlarýmdý!
t
evazular takatsiz takdirlerde. tekliðim tuhaflýklarýmýn tutarsýzlýðý. tarifsiz tesellilerimin teessürlerinde, tanýmsýz tuzaklardým. Tabiatýn taahhütleri tafsilatsýz tabulardý tablolaþmýþ tekdüzeliklerde. Takýntýlarýmdý tasavvurlarýmýn tamamlanmamýþ tanýmlarý. Tasvirlerimin taþlaþtýðý tutkulu tahlillerde, tedavim tereddütlerimdi. Teselliler tüketiyor teslimiyetimin tiyatral týnýlarýný. Tamamlanmamýþ toplumlarýn topraklarýnda týrnaklarým, tutsaklýðým tuzaklarýmý tetikliyordu.
v
edalar vasat vukuatlarda. virane varlýklar vakitsiz. vaatler varken vahametlerde, varsayýmsýz vuslatlarým. Vakitsiz vakalarýn varlýðýyla vasýflanmýþ vahþetler. Vasýfsýz vazgeçmelerin vazifesi vurgunlar. Vaziyet vahim, vebali vicdan. Vedalarda vefalar vekaleten varken, vesveselerin virajlarýndayým, vurdumduymazlýklar vuslatým.
y
azgýlar yüzleþiyor yalnýzlýklarda. yokluklar yabancý yarenlere. yaðmurlar yaðarken yorgunluklara, yalnýzca yakarýþtým. Yabancýlaþmýþ yadýrgamalar yaftalamalarýn yaðcýlýðýnda. Yaðmurlar yaðmalamýþ yersiz yurtsuz yalanlarý. Yakýnlaþmalarýn yalýnlýðýnda yangýnlar, yanýltýcý yapaylýklar yozlaþmýþ yarenlerde, yargýsýz yasaklanmýþ yaþamak, yanýlmýþým. Yenilgileri yeðliyorum yýpranmýþ yeniliklere, yorgunluðum yobazlarýn yumruðu, yýkýlmýþým.
z
ihinler zorla zehirlenmiþ. zindanlar zaferlerin ziyaný. zamansýz zulümlerin zaruretlerinde, zekanin zaafýyým. Zahmetsiz zalimlikler zaptediyor zamaný. Zayýflýklar zedeliyor zihinleri zalimce. Zevklerin zerkedildiði zenginlikler zikrediliyor ziyaretlerde, zorbalýkla zincirlenmiþim.
NEVA
derya.yilmaz78@gmail.com
þ
ekilcilik þeytanlaþýyordu þiarlarda. þevkim þaþkýnlýðýmýn þahidi. þarkýlar þifayken þairlere, þuursuz þýmarýklýktým. Þafaðýn þahitliðinde þahlanýyordu þahsiyetlerin þaklabanlýklarý. Þen þakrak þamatalarýn þatafatýnda þampanyalarla þaraplarla þenlendim. Þeffaf þehirlerin þekilsiz þenliklerinde, þiddetli þirretliklerin þimþeklerinde þüphelendim. Þükretmek, þüphelenmekmiþ þaþýrdým.
derya yýlmaz
p
aranýn parladýðý piyeslerde, pekalalarým paslýydý. parçalanýyordu piyonlarým pazarlýklarda. patlarken palavralar pervasýzca, paçavraydým. Pahalý parçalar paketleniyordu, paspal pazarlýklarýn patronluðunda. Pasif paydoslarda patlayan perdesiz pencerelerin paþasýydým. Pisi pisine parlayan pýhtýlaþmýþ piþmanlýklarýmýn plansýz programlarýydým.
37
ömer kurtuluþ
BÝR NEVROTÝÐÝN GÜNLÜÐÜ OCAK 2009
Y
ine bir þehirdeyim… Sokaklar, yüzler, kaldýrýmlar her þey yabancý. Elimde ufak valizim. Bugün o kadar çok yürüdüm ki… Her attýðým adýmla, elimdeki valizim daha da aðýrlaþtý. Gün guruba dönerken ulu bir çýnarýn dallarý altýna, çimenlerim üzerine býrakýverdim kendimi. Tam düþlere dalacakken düþmemek için direnen birkaç inatçý yapraða takýldý gözlerim. Hazanýn gelmesiyle arkadaþlarý birer birer terk etmiþ, topraðýn kara baðrýna, ait olduklarý yere geri dönmüþlerdi. “Demir almak vakti gelince bu limandan”, hiçbir kuvvet mukadderatýn önüne geçemiyordu. Kendilerinden baþka yükleri olmamasýna raðmen, tutunduklarý dallarýn da iltimasý kalmýyordu vadesi dolana. Usulca býrakýyorlardý ellerini, þefkatle yeþerttiði çocuklarýnýn… Yaþam nehrinde tüm canlýlar kulaç atýp ilerlerken, neden yalnýzca insanlarýn zaman zaman nefessiz kaldýðýný, yorulduðunu, suyun dibine çöktüðünü düþündüm. Nedeni çok basitti. Taþýdýðýmýz yükler… Valizimin içindeki eþyalarý gözden geçirdim. 2 günlük bir seyahat için 2 pantolon, 3 tshirt, 1 çift yedek ayakkabý, bol iç çamaþýrý, hiç okunmayacak tuðla gibi bir kitap. Muhtemelen 1 tshirtü ve 1 takým iç çamaþýrý kullanacaktým. Bunlarýn dýþýnda kalanlarsa, alnýmda oluþan ter boncuklarýnýn gizli müsebbibleriydi. Bir anda gereksiz dolu ve giderek aðýrlaþan valizimle hayatýmýn ne kadar benzeþtiðini farkettim. Hiç oturamayacaðýmýz evler yapýyor, harcayamayacaðýmýz paralarý biriktiriyor, kafamýzda oluþturduðumuz mükemmel sevgililere aþýk oluyor, hiç gidemeyeceðimiz yerlere tatil planlarý yapýyorduk. Yüksek beklentilerimiz, baþkalarýnýn hayatlarýna öykünmelerimiz, tatminsizliðimiz bizi yorgun ve mutsuz insanlar yapmýþtý. 2 günlük dünya yolculuðuna çýkmýþtýk ve fakat valizimiz çok aðýrdý. Gelecek kaygýsý bizi hamsterlaþtýrmýþtý. Çýlgýnlar gibi elimize geçen her þeyi biriktiriyorduk. Evimizde o kadar çok eþyamýz vardý ki, Misafir aðýrlamaya yer kalmamýþtý. Hatta nefes alamýyorduk. Feng þuiyle çözmeye çalýþýyorduk mekan problemlerimizi. Ýnsanýn
38
yaþadýðý
acýlardan
çýkardýðý
dersler daha kalýcý oluyor. Ama her þeyi yaþayarak öðrenmek yerine, bizim yürümekte olduðumuz yollardan daha önce geçmiþ olan bilge insanlarýn tavsiyelerine kulak vererek, -devam zorunluluðuolan hayatý, her dersine iþtirak etmeden –açýktanbitirebiliriz pekâlâ... Ýçinde bulunduðum durumun özetini Yunus Emre þöyle yapmýþ; -bunca varlýk varken, gitmez gönül darlýðý... Teþhis ve taný yüzyýllar önce konmuþ, tedavi benim özgür irademe býrakýlmýþtý...
MART 2009
“Okþan” isminin anlamýný ve çaðrýþtýrdýklarýný düþünerek uyandým uykumdan. Ýnsanýn taþýdýðý ismin karakterini ve kader çizgisini ne ölçüde etkilediðini kabaca bir yüzdeye vurdum. “%92” deyip fýrladým yataktan. %2'yi kanaat notu olarak mý verdiðimi %6'yý neren kýrdýðýmý ise hiç sorgulamadým.
S
ararmýþ bir gazete parçasý üstünde tertiplediðim sigara altý seremonim (kahvaltým, kahve altým) oldukça sönük geçti geçen hafta sonundan kalan buruþuk zeytinlerle. Çayýmý da zehir gibi demlemiþtim. Elimde sigaram, 1+1 bekar evimin soðuk mutfaðýnda titrerken duvardaki Amelie Pullan resmi, hipotermi geçirmekte olan ruhumu ekose desenli polar bir battaniye gibi sarýp sarmaladý. Ýkinci bir buhran nöbetine tutulmadan üstüme en sevdiðim pis kazaðý, estetikten uzak ama müthiþ rahat pantalonumu geçirip attým kendimi sokaða. Hava yaðmurlu ve soðuktu. Broadway coupe-cabrio'ma binip otobanda biraz þerit yutmak, ardýndan sahil yoluna inip düþük vitesle seyrederken, yoldan daha çok yoldan geçen insanlara bakmak istiyordum. Ama bu basit planýmý sileceklerin yaðmurun hýzýna yetiþememesi, kaloriferin camdaki buðuyu açmaktaki kifayetsizliði yüzünden uygulayamadým. Reno firmasýna bir güzel küfür edip, arabayý en yakýn park yerine çektim. Teknik nedenlerden ötürü görüþüm bu kadar kýsýtlý iken diðer dört duyuma trafikte güvenemedim. Beni s o l l a m a k t a o l a n b i r a ra b a y ý k o k l a ya ra k hissedemezdim ya! E yalamamda söz konusu olamazdý. Altýncý his desek ne kadýndým ne de balýk. Ben boðaydým ve saðlamcýydým. Islak kaldýrýmlarda yürümeye baþladým. Hýzlý yaðan yaðmurun insaný sersemleþtirici etkisiyle zaar gibi olmuþtum. Adýmlarým hýzlanmýþ ve birbirine karýþmýþ, topuklarýmdan sýçrayan çamur kýçýma
NEVA
Kendimi zar zor bir cafeye attým. Sýcak çikolata sipariþimi beklerken benden önceki müþterinin býraktýðý çengel bulmacayý çözdüm. Tibet öküzünün yak, boru sesinin ti olduðu bilgisini beynimde yeniden tazeledim. Cep telefonumda amaçsýzca *123# yazýp kontörümü öðrendim. Ardýndan gönderilmiþ mesajlarýma ve bana gelenlerden sakladýklarýma baktým. Melodilerimi de gözden geçirdikten sonra sýra gelmiþti rehberdeki isimlere bakmaya. D harfinde ilk karþýlaþtýðým isim Danyal abiydi. Danyal abiyle 3 yýl önce Lalelideki bir pavyonda tanýþmýþtým. Üstüne baþýna özenli, her zaman mütebessim, hali vakti yerinde biriydi. Bir ailesi yoktu. Fakat parmaðýndaki kalýn alyansý hiç çýkarmazdý. Birbirimiz hakkýnda çok az þey bilirdik. Çok da önemli deðildi zaten hayatlarýmýzýn bütünü. Biz ayda bir kez buluþup pavyona gider eðlenir, sabaha karþý da birbirimizin hayatýndan bir sonraki ayine ( O böyle derdi) kadar çýkardýk. Bazen düþünüyorum da, annem beni bir pavyondan çýkarken görse ne kadar utanýrdým. Üzerime sinmiþ rutubet ve ucuz parfüm kokusu, yakasý ruj lekesi olmuþ gömleðim, c yerine j diyen
NEVA
Peki düzenlediði altýn günleri sýrasýnda, mutfaða sinsice sýzýp, ýlýk ve þekerli bardak diplerini bir su bardaðýna toplayýp içtiðimi görse , ne tür bir manyak olduðumu anlar mýydý? Ve istikbalimle ilgili o büyük hayallerinden vazgeçer miydi? Aylýk gelirimin 5'te 1'ini 3-4 saate pavyona býrakan ben, bir gün anneme enselenirsem þu açýklamayý yapacaðým; Pavyonlar, o kadar acýyla, hayal kýrýklýðýyla, þiddetle, tacizle ve bütün bunlarýn tam zýttý olan, kahkahalarla, tatlý sarhoþluklarla, güzel sözlerle, eðlenceyle doluydu ki, hayatýn bütün çeliþkilerini içinde barýndýrýyor ve para karþýlýðýnda seyredilen bir gösteri olarak sunuyordu. Konuþulan konular tahmin edileceði gibi fazlasýyla komik ve sadeydi... Amaan. Bütün bunlarýn ne önemi vardý ki. Alt tarafý pavyona gidiyordum. Mülteci kaçakçýlýðý ya da uyuþturucu satýcýlýðý yapmýyordum ya! Ya da dünyanýn sonunu getirecek çatlakça bir deneyle uðraþmýyordum. Danyal abiyi aradým. Ve bu gece için ayný yerde sözleþtik. Masayý bir güzel donatacak, Nadya'ya bir þampanya (çok mu canýn çekti þampanya) söyleyecek, Onu yeryüzünde yaþayan en güzel kadýn olduðu yalanýna inandýracak -fazlasýyla komik ve sade- konularda konuþacaktýk. Ýçimi bir mutluluk dalgasý kaplamýþtý. Ayaklarým ýslak, pantolonum çamur içinde, hava gri, ben ise açýklanamaz bir þekilde çok mutluydum. Hükümetin alevi açýlýmý, CHP'nin çarþaf atýlýmý, Kamu-Sen'in memur zamlarý için bastýrmasý, küresel ýsýnma zerrrrre umrumda deðildi. Bugün, o plansýz, hiçbir þeyin umursanmadýðý çengel bulmacanýn çözüldüðü, seçilmiþ mp3'ler yerine, ne çaldýðý önemsenmeden yerel bir radyo frekansýnýn dinlenildiði, güzel ya da yakýþýklý görünmeye çalýþýlmayan günlerden biriydi... Beynin belli aralýklarla fiþinin çekilmesi gerekiyordu. Aksi takdirde devreler ýsýnýp zarar görebilirdi...
redengede@yahoo.com.tr
Bazen düþünüyorum da, annem beni bir pavyondan çýkarken görse ne kadar utanýrdým. Üzerime sinmiþ rutubet ve ucuz parfüm kokusu, yakasý ruj lekesi olmuþ gömleðim, c yerine j diyen dilim, kýzarmýþ sümüklü burnumla, karþýsýna dikilsem... Hiç acaba kolalý yakalýðýmýn düðmelerini iliklerken, ya da yalnýzca çalýþkan çocuklardaki önlüðün sol üst cebinde duran üçgen beyaz mendili cebime yerleþtirirken böyle bir evladý olacaðýný hayal eder miyd?
dilim, kýzarmýþ sümüklü burnumla, karþýsýna dikilsem.. Hiç acaba kolalý yakalýðýmýn düðmelerini iliklerken, ya da yalnýzca çalýþkan çocuklardaki önlüðün sol üst cebinde duran üçgen beyaz mendili cebime yerleþtirirken böyle bir evladý olacaðýný hayal eder miydi..? Etmezdi tabi ki. Onun oðlu paþa olacaktý, baþbakan olacaktý…
ömer kurtuluþ
kadar ulaþmýþtý. Bastýðým kaldýrým taþlarýndan birinin altýnda topraktan çok su vardý. Üstüne basmamla birlikte taþýn altýndaki bütün su ayaklarýma hücum edince Reno'ya ettiðim küfürün iki katýný belediyeden kaldýrým ihalesini alan taþeron firmaya ettim.
39
enes hancýoðlu
KEND(T)ÝNE DAÝR ÖZLEM
G
üneþin turuncumsu renginin perdeye vurduðu sabahlarý bilir hepimiz. Hani ýþýk giremez. Perde tutsak eder onu. Perde elin hýzlý bir hareketiyle açýlacak ve yeryüzünü aydýnlatan ýþýklar hücum edecektir odana. Gözün o ýþýklara direnecek, kýsýk kalacaktýr bir müddet. Göðün maviliði, yepyeni bir günün habercisi de olsa güneþ, senin kentinin güneþidir. Yaþanýlacak olan yepyeni gün senin yaþadýðýn kentin günüdür. Her zaman yaptýðýn kahvaltý…hep ayný. Bak yine peynir orada, zeytin eksik deðil, reçelin ve tereyaðýnla birlikte mükellef bir kahvaltý. Kahvaltý da senin deðil aslýnda. Kentin kahvaltýsý…
Ne hayallerini gömmüþsündür þu yol üzerinde gökyüzüne isyan gibi duran sokak lambalarýna. Kaç evin penceresi tanýktýr gözyaþlarýna. Babanla kavga edip hýzla kapýyý çarpýp çýkýþlarýn gelir aklýna…. Artýk bedenen baðýmsýz olduðun yollarda þimdi ruhen de baðýmsýzsýndýr. Arabalarýn egzoz sesleri, kadýnlarýn yaptýklarý dedikodular, gençlerin bozulmuþ Türkçeleriyle kendi aralarýnda þakalaþmalarý hiçbiri týrmalamaz kulaðýný. Modern dünyanýn kaotik ortamýnda sen geçmiþine duyduðun özlem ile dýþa kapanýrsýn bir an. Babanýn gözleri aklýna gelir. Soðuk bir kýþ gecesi yanýna usulca sokulup sessizliði bile utandýracak bir ses tonuyla “özür dilerim” deyiþi. Tabi uyur zanneder
40
NEVA
Aþaðý mahallede kurulan pazar hala kuruluyor mu acaba? Deðil mi ki, çocukluðun safiyane hýrsýzlýk deneyimlerinin ilk tadýldýðý yerlerdir. Aslýnda pratiði o zaman evlerin bahçelerinde bulunan meyve aðaçlarýna týrmanýp aþýrýlan meyvelerle yapýlýrdý. Bin bir cambazlýkla çýkýlan aðaçlardan hem kendin hem arkadaþlar için toplanan meyveler birer gurur niþanesiydi. Bahçe sahibine yakalandýðýnda ise gözlerden dökülen yaþlar, amcanýn çektiði kulaðýn kýrmýzýsýndan mütevellitti. Aðaç tepelerinde piþilip, pazar köþelerinde hiçbir kötü niyet taþýmadan elmanýn kýrmýzýsýna vurulmuþ bir çocukluðun ufak suçlarýydý bunlar. H e y b e t l i ç ý n a r h a l a o ra d a . E t ra f ý n ý çevrelemiþler. “Korunmasý gerekli tabiat varlýðý” yazýyor. Orada az mý uzuneþek oynanmýþtýr. Sýrtýný aðaca dayayan kiþinin yastýk oluþu, “tek mi ?” “çift mi” derken sýrtýný incitenler, yýkýlanlar ve hatta aðlayanlar. Þimdi yeni yaþ günlerinde doðum günü pastalarýna dikilen mumlar “tek mi ?”, “çift mi ?”'yi tekrar hatýrlatýyor. Devirdikçe yaþlarý, özlemi katlýyorsun. “Ne çabuk geçiyor zaman” ile çocukluðun “yatsam, kalksam, yatsam, kalksam. Hemen büyüsem” ikilemi arasýnda sýkýþýp kalýyormuþsun. Yattýk, kalktýk, yattýk, kalktýk geçiverdi iþte zaman. Yollarý arþýnlarken akþam ezaný okunuyor. Anne'nin sesi hala kulaklarýnda. Hatta bütün annelerin. “Hadi çocuklar eve” sesleniþi daha dün gibi. Bugünün anneleri bugünün çocuklarýna böyle seslenmiyor galiba. Duyulmuyor ezan sesine karýþan anne sesleri… Þimdi bir de güzel yaðmur baþladý. Kentinin yaðmuru. Biraz da senin aslýnda. Onunla büyümedin mi sen? Az mý seyrettin camýn kenarýna oturup damlalarýný. Buðulanan cam'a yapýlan sanat harikalarý. Bazen bir araba, bazen bir ev. Eh biraz büyüyünce kalp ve içinden geçen ok. Biri senin baþ harfin, biri onun. Baþýný kaldýrýp çocukluðunun geçtiði evine baktýðýnda orada sanki hala annen yolunu gözlüyor, baban eski tip reno'nun kapýlarýný kilitliyor ve sen de koltuk altýna aldýðýn top ile evine dönüyorsun. Ya özlemler… Onlar koltuk altýna alýnýr mý?
eneshancioglu@hotmail.com
Güneþ öyle güzel görünüyor ki mavilikler içinde. Bir an evvel dýþarý çýkmak gerek. Ancak o hava solunursa o gün yaþanmýþ demektir. Dýþarýdan “simitçi” nin sesleri. “Gevrek” diye baðýrýyor o “gevrek” sesiyle. Çocukluðunda annenin aldýðý ve sabah uyandýrýrken “sürpriz” diyerek uyandýrdýðý simitlerden bu simitler…can çeker. Burun direði bile sýzlar anneye özlemden mütevellit. Halbuki yeni kahvaltý yapýldý. Mahallende yankýlanýrken ses aþaðýya doðru inilmeye baþlandý bile. Apartmanýn dýþ kapýsý açýlacak, çocukluðunun geçtiði mahallenin o daracýk sokaklarý seni kucaðýna çaðýracak. ”Kaldýrýmlar içimde yaþamýþ bir insandýr.” diyerek iç dünyandaki yerini tekrar hatýrlatacak. Ve sen adýmlayacaksýn yollarý… Bakkal amcan çocukluðuna tanýk, manav lise aþkýna, berber ilk flörtüne. Hepsine baþ eðerek bir selam. Belki o günleri anýmsayaraktan ve bolca utanaraktan tabi. Daracýk yollarýn açýlýrken ana yollara o keþmekeþ, o beton yýðýnlarý bu sefer selam duracak sana. Þöyle bir geriye bakýp mahallenin o daracýk yolunu, sanki bir nehri andýrýr bir biçimde kývrýlýþýný o an hemen özleyeceksin. “Cumbalarýnda inleyen katibim” karýþacak arabalarýn klakson seslerine. Alabildiðine hengame. Biraz da yaþam kavgasýnýn gürültüsü. Telaþ…Biraz þaþkýnlýkla ama yine de Kentinin havasýna duyduðun özlemden dolayý umursamadan devam edersin. O nehir gibi kývrýlan daracýk sokaðýnda oynadýðýn mahalle maçlarýnda kaçan topu almaya gittiðin yerlerde maðazalar fink atmaktadýr. Ama o maðazalarýn arasýndan küçücükte olsa çýkar görülür ilk sevdaný götürdüðün pastane. Bir ekler pasta ve kaçamak bakýþlar…
seni. Ya komþu teyzenin camýný kýrdýðýn gün. Bütün afacanlýðýn bir baba sertliðinde erirken, ayný gecenin þefkat ikliminde yerini bir iki damla gözyaþýna býrakýr. Þimdi ne senden usulca özür dileyen bir baba, ne de tarhana kokulu annen kalmýþtýr. Camýný kýrdýðýn komþu teyze ise çoktan taþýnmýþtýr bile.
KÖKLER VE KANGURULAR seni her unutuþum; büyüdükçe cehaletçe olduðunu fark ettiðim çocukluðumdaki bilgeliðimi anýmsatýyordu. çeteleþmiþ isyancýlarým þahlanýyor, kondisyonsuz baðlýlýðýmý tahtýndan ediyorlardý. saçlarý kýnalý, pembe yanaklý piyonlarým sol þeridi kapatmýþ, üzerine bastýklarý sancaklarýna aldýrmadan eli kanlý vezirler olmaya koþuyorlardý kare kare en huzurlu köyümdün; ama her kar yaðdýðýnda sadece köy yollarým kapanýyordu. zaaflarým zihnimdeki biletsiz yolculardý. ve her merhamet gýrtlaðýma dayanan bir býçaða dönüþebiliyordu.
m. salih yarar
GÜNAH OTOPSÝSÝ
kaçarcasýna destursuz, bir tren yolculuðu kadar da düsturluydu bu mahsus peþkeþlerim. en erken bir sonraki duraktý kurtuluþumun adresi. atlamak kadar zordu vazgeçebilmek. davullarla, zýlgýtlarla çýktýðým yolculuðu mezarlarýný vücuduma kazýdýðým bir bavul dolusu matemle tek baþýna bitiriyorum. mesafeler ise; seni deðil beni küçük gösteriyordu. benden kalan doðum lekesiyle teþhis edebildiðim günahýmla birlikte senin karakolunda gözaltýndayýz þimdi. ama her göz göze geliþimiz; kýrdýðým camýn parçalarýný vücudumdan ayýtlamak kadar merasimli geçiyor. ve iflas etmiþ tüccarýn indirdiði kepenkler kadar da zamansýzca kapanýyor. beddualar þarký tadýnda; baþýndan elektrik verilen mahkumun ýslatýlmayan süngerle uzayan iþkenceli ölümü kadar acý veren sessizliðinin yanýnda. bendeki büyükelçini en görücü usulüyle çekiþindi bu suskunluðun. benim göz yaþlarým ölüm meleði, senin sessizliðin köklerine yaðan bahar yaðmurlarýydý acýlarýmýn. kurþunu bitmiþ eþkýya zavallýlýðýn tanrý misafiridir artýk. þimdi ülser olmuþ kalbim neyi alsa içine aðrý yapýyor. sen en kolay adrestin, ben her randevuya geç kaldým.
msalihyarar@hotmail.com
NÝSPÝ NASÝHATLER benden kafamý kesmemi iste ama kafama takmamamý isteme. bil ki kafamý kesmem dahi kafama takmamdandýr. sana kafana takma derim kafaný kes diyemeyeceðimden. kafanda gezen repliklerin kafaný kesen kýlýçtan daha ölümcül olduðunu bildiðim halde.
NEVA
41
yavuz yavuzer
ÞÝÝR/SANAT ADIM ÖZGÜRLÜK
GÝDENLERÝN ARDINDAN
Varsýn ayýplasýnlar bizi taþa tutsunlar ne çýkar, haksýzlýða, zorbalýða alýþkýnýz ne de olsa.
Düþleri yaðmalanmýþ bir çocuktan sor hüznümü anla ki; gazete kaplý kitaplara yazýlmýþtýr geçmiþim ve sonra yargýla beni, býrakýp, çayýr çimen yeþilini memleketimin ne diye mesken tutmuþum bu toz toprak, viran yeri...
Sen yine doður beni üzerimize yaðan yýðýnlara raðmen, alnýnda tane tane belirsin yaþam yarýlsýn toprak, madem ki; dönemiyoruz çocukluðumuza madem ki; süremiyoruz birliðe, yarýlsýn. Bir iþçinin, alýn teriyle kazandýðý taze bir ekmeðin - ama; sadece taze bir ekmeðin buðusu gibi çatlasýn avuçlarýn. Cinayet kokulu yollarda, tozlu raflarda sancýlan bana bizim ayaklarýmýzda kir olan çamurla doyanlarýn aðrýsý gibi, karanlýk bir ülkede yataðýndaki yabancýya mecbur olanlarýn çaðrýsý gibi sancýlan.
Boynumdan akýp gidince el örgüsü hayat, aðlayan bir kadýný susturabilmek arzusu daha aðýr basmýþ kendi sevincimizden. Ýki kiþiydik; biri ben, diðeri ben... yalnýzdýk fakat; kuþatýlmýþ deðildi her yanýmýz. Dün gece, birilerini astýlar insanlar, baba ocaðýnda yitirdiler yaþamý aylardan marttý, eylüldü bilmem ki bu mevsimlerin, onlara ne kastý var. Dün gece, biraz daha eksildim kendimden gidenlerin ardýndan aðladým yüzgörümlülüðü, bir avuç ihanet olan gelinler gibi defalarca bozulmuþ yeminler gibi aðladým, iki kiþiydik, bir ben kaldým ve dün geceden sonra karlý daðýn eteklerinde açan güneþ gibi çatlamýþ yüreðim, 68'de nasýlsa anne olmak, iþte öyleyim.
Dedim ya, ayýplasýnlar bizi izin ver, taþa tutsunlar sen, o kýyamette doður beni adýmý, inadýna özgürlük koyun adýmý barýþ, adýmý kardeþlik... Ki; Gazze'de çocuklar, henüz yeþili görmemiþ çocuklar konmasýn yeþil örtülü tabutlara, alevli sabahlara uyanmasýn Baðdatlý çocuklar kadýnlar, kýrýk kapýlar ardýnda beklemesin çaresiz, karanlýk ayaz ortasýnda insanlar beklemesin, düþman eliyle uzatýlan bir lokma ekmeði adýmý özgürlük koyun, adýmý kardeþlik...
42
NEVA
ÞÝÝR/SANAT SEN GÝDERSÝN
Zaman sýzarken içimden sessiz bir akþamüstü, sen diye baþlayýp susuyorum sokaklar suskun; bu cansýz fermansýz sokaklar...
Sen gidersin içimde tüm þehirler sana yürür sen gidersin savrulur saçlarýn; zil çalar, oyunumun en güzel anýnda gökkuþaðýnda asýlý kalýr þeytan uçurtmalarým.
Ýsyan kaçýnýlmaz olur her gidiþinde yürür gibi karanlýða aydýnlýk bir gelecek için, sürgün olurum peþinde.
Ben, alabildiðine kuþatýlmýþ zifiri karanlýk bir yolculuðun seyrindeyim yarý çýplak özlemlerim var, kapýsý çalýnmamýþ ümitlerim... Kimi kimsem de yok deðil neylersin, sana koþullanmýþ piþmanlýðýmý avutuyorum unutuyorum da dünya halini az da olsa yalandan, kötüden kopuyorum. Duruyum senle, kundaktaki yarýnlar kadar.
Belki ben, yýllar sonra belki yeniden bulutlarýn istemesi gibi yaðmuru, tutulmuþum sana geçmiþ ve geleceðe dair her þeyi unutarak. Kurulmuþsun düþlerime, dalgalanan nazlý bayraða benziyorsun ve gözlerin devrimdir içimde yakar, yýkar aðlatýr, güldürür gözlerin. Aslýna bakýlýrsa sen, dört duvara hapsolmuþ bir mahkûmun gökyüzüne olan hasreti gibi mavi, bir damla suydun aslýnda sen, yýllardýr süren özgürlük uykusuydun. Ayný gerçeðe uyanýncaya dek sürecek sefere çýkarcasýna baþka bir kentten, sana göçüm.
yavuz yavuzer
GÖÇ
Sen gidersin bir yerlerde, bir masumun canýna kýyarlar deniz köpürür, kararýr gökyüzü sen gidersin beþ parasýz kalýr insanlarým solar, saksýmdaki sarý akasya yitirir anlamýný güzel bir güne uyanmak düþün; sen gidersin bayram sabahlarý, esmerce bir yas olurum...
NEVA
yavuzyavuzer@yavuzyavuzer.com
þimdi, gitmek varsa aklýnda döne döne, yana yana git bu güneþli günde ben, bir ayrýlýk eyleminde haince vurulurum.
39 43
Ä ?? ? ? Ë ?? ? ù à ?? ?? ?? Á ?? ?? ú À ?? ¥? ?? Ä ?? ¥? ? Ô ? Æ ?? Ÿš ?? à ?? Ÿš ô Å ?? œ? ?? À ?? œ? õ ? ? Á ? Æ ? ó ? À Å ? ë ? Æ Á ? ç ? Ç À " saklambaç" 9 þubat 2008 - 12??nisan 2008 istanbul bilgi üniversiÄtesi santralistanbul’ daÆNadir Faruk Özgören yönetmenli Å ðinde çekil?en filmeÇtemel alýnan benim yazdýðým ödevdir. Lakin bu? film ne tam olarak çekilebilmiþ, ne de aþaðýdaki senaryoyaÄ baðlý kalýnabilmiþtir.. Sonsuz boþlukta beniÅm için hoþ bir ? seda olarak tarihe geçmiþtir. ? SAKLAMBAÇ
SAHNE 1
DIÞ / BAHÇE / GÜN
? ? ? ? ?
? ? ? ? ? ? ? ? ? ? SAHNE 3
é Ó à ä â
Ë Á Ä Ã À Æ Å Á À Æ Ç Ä Å
Ë Á Ä Ã À Æ Å Á À Æ Ç Ä Å
ù ú Ô ô õ
Ë Á Ä Ã À Æ Å Á À Æ Ç Ä Å
?? ? ? ? ? ? ozturkozer@yahoo.com ? ? ? ? ?
Ë é Á Ó Ä à Ã ä À â Æ æ Å ã Á À Æ Ç Ýlk ikisi sýký bir þekilde korunurken, diðerleri Yaðmaya terk edildi hatta kundaklandý.. Ä Hedef alýnan sadece ülkenin altyapýsý deðil, Å Tarihsel ve kültürel mirasýydý.. geleceðine yön
Ë Á Ä Ã À Æ Å Á À Æ Ç Ä Å
tÝmÝs yaç
DIÞ / BAHÇE / GÜN
Ömer heyecanla bahçenin genel görünümü ve uzun yoldan diðer binalara ve kafeteryaya doðru garip seslere kulak vererek arayýþýna baþlamaktadýr. Ancak göremediði arkada býraktýðý kýsýmda aðaçlarýn arasýnda dolaþan sýnýf arkadaþlarý vardýr. [Kiþiler aðacýn bir tarafýndan girip diðer tarafýndan çýkmaz yada bir tarafýndan geçmediði halde diðer tarafýndan çýkarlar]. Tam bu sýrada kafeteryanýn içindeki insanlarý görerek kafeteryaya doðru gitmeye baþlar.
SAHNE 4
ÝÇ / KAFETERYA / GÜN
ó çë
Ömer içeri girdiðinde kimsenin olmadýðý bir manzara ile karþý karþýya kalýr. Boþ masa, sandalyeler ve görevlilerin olmadýðý bir tezgah. Hemen üst kata çýkarak az once dýþarýdan gördüðü kiþileri kontrol
Bahçenin genel görünümü ve uzun yoldan ana binaya
etmek ister ama ayný manzara ile karþýlaþýr. Bir
doðru koþmakta olan çantalý öðrenci (ÖMER) görülür.
þeylerin yolunda gitmediðinin farkýndadýr. Erkek ve
Uzun yoldan koþarken etraftan gelen garip seslere
bayan tuvaletini kontrol ettiði sýrada etrafýndaki
kulak kabartarak ilerler [Müzik: Gerilim, SESLER :
garip sesleri tekrar duymaya baþlar ve oradan da çýkar.
Reverse efektli (geriye doðru/içine kapanan sesler
Dýþarý çýktýðýnda camdan az once geçmiþ olduðu
ve fýsýltýlý komutlar: KOÞ!.. GEÇ KALMA!.. )
bahçenin ortasýnda aðaca yüzünü yummuþ birini görür. Koþarak O' na gitmeye baþlar.
SAHNE 2
ÝÇ / BÝNA / GÜN
Heyecanla içeri girmeye çalýþan Ömer, kapýdaki
SAHNE 5
DIÞ / BAHÇE / GÜN
güvenlikle karþýlaþýr.
Ömer kimsenin olmadýðý okulun tam ortasýndaki yüzü
ÖMER
- Günaydýn !
aðaca dönük kimseye korku içinde yaklaþýr ve omzuna
GÜVENLÝK
- Günaydýn..
dokunur. Kiþi garip sesler eþliðinde Ömer' e gülerek döner ve Ömer kendi yüzüyle karþýlaþýr!
Ömer, asansöre binerek 2.kata çýkar. Garip ses ve
44
? ? ?? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ¥ ? ? ? ? ? ? ? ? Ÿ ? ? š ? ? ? œ ? ? ? ? ? ? … ? ? ? Ýþgal sýrasýnda Irak' ta ? binalar ikiye ayrýldý, ? Korunacaklar ve ? Korunmayacaklar.. ? Bir yanda Petrol ve ? Ýç iþleri Bakanlýklarý, ? Öbür yanda müzeler, kütüphaneler, arþivler, Kýþlalar, bakanlýklar, evler ve hatta elçilikler..
? ? ? ¥ ? Ÿ š œ ?
> Serart – Facing The Plastic > Serart – Narina > Plain White T's - Hate > Plain White T's – Hey There Delilah > Dolores Oriordan – Ordinary Day > Dolores Oriordan – When We Were You > Dolores Oriordan – In The Garden > Rob Dougan – Clubbed to Death > Rob Dougan – Furious Angel > Rob Dougan – Chateau
hayaller asansörde de peþini býrakmaz. Sýnýfa girer,
SAHNE 6
ÝÇ / BÝNA - SINIF / GÜN
bomboþ olan sýnýfý þaþkýnlýkla izler. Balkona çýkar.
Ömer ayný anda yüzü üzerine dayamýþ olduðu elinden
Etrafý izler. Bomboþ olan okulu ve uzun yolu seyreder
irkilerek düþer ve uyanýr.. Kendisini ders iþleyen,
'diðerleri' ni bulmak için dýþarý çýkmaya karar verir.
vaktinde geldiði sýnýfýnda ve aradýðý arkadaþlarý
Alt kata indiðinde güvenlik görevlisi de ortada yoktur.
arasýnda bulur..
NEVA
Ë Á Ä Ã À Æ Å Á À Æ Ç Ä Å
Verecek belleðiydi.. Belleðimizdi.. Selçuklu' dan bu yana paylaþtýðýmýz ortak Dünyanýn belleði.. Amerikalýlarýn 'özgürleþtirmek' adýna yaktýðý Baðdat, Moðol istilasýndaki kýyým günlerini bir Kez daha yaþadý. Yakýlan Milli Kütüphanedeki Eþsiz eserler küllere dönüþtü.. Dizildikleri Raflarda küllere dönüþen kitaplar, el yazmalarý Ortak belleðimizdi.. Tapu senedimizdi.. Irak' taki 113 kütüphanede 1494' ü Türkçe olmak Üzere toplam 82 bin 258 el yazmasý bulunuyordu.. Yüzlerce yýllýk bu el yazmalarýnýn en kýymetli Olanlarýndan 4 bin 412 adedi Baðdat' taki Milli Kütüphane' de, 5 bin 144 adedi ve Evkaf Kütüphanesi' nde saklanmaktaydý. Ortak Benliðimizin mimarlarý bunlar arasýndaydý.. Ýbn Kudame, Ýbn Sina, Cüneyd Baðdadi, Ýbn Rüþt, Ýbn Arabi, Celalettin El Suyuti, Fahrettin Razi, El Buhari, Ýmam Ebu Hanife, Ýmam Malik, Ýmam Hanbel, Gazali, ibnü' l Esir, Ýbn'ül Cevzi, Ýbni Hacer, Askelani, El Esfahani, Beyzavi, Tirmizi, Zemahþari, Muhammed Koþani, Dede Efendi, Þirazi..
… ? ????????????????? ??? ?????? ? ??? ? œžûøúôïéæäÞÔË 39
> Dream Theater – Pull Me Under > Dream Theater – Home > Dream Theater – Lie > Jeff Martin – World Is Calling > Azam Ali – Beni Beni > Azam Ali – Tamana > Azam Ali – Dilruba > Azam Ali – Arezou > Azam Ali – Nahan
System Of A Down – Prison Song > System Of A Down – Deer Dance > System Of A Down – Innervision > System Of A Down – Lonely Day > System Of A Down – Soldier Side > System Of A Down – Spiders > System Of A Down – Holy > Serj Tankian – Empty Walls > Serj Tankian – Sky Is Over > Serj Tankian – Baby
Ë Á Ä Ã À Æ Å Á À Æ Ç Ä Å
> Serj Tankian – Lie Lie Lie > Serj Tankian – The Unthinking Majority > Scars On Broadway – World Long Gone > Scars On Broadway – Babylon > Scars On Broadway – Whoring Streets > Scars On Broadway – They Say
ÅÄÇÆÀÁÅÆÀÃÄÁãËæâäàÓéçëóõôÔúù ? ?? ?¥?Ÿšœ? TRAFO ?????? ?
? ???? ?? ??? ??
çay sÝmÝt krützö rezö
www.myspace.com/saltuk (TR, alternatif-funk-soul) www.myspace.com/dolunayobruk (TR, jazz) www.myspace.com/gevende (TR, akustik-folk-deneysel) www.myspace.com/mcemtuncer (TR, jazz-ambient-diðer) www.myspace.com/dianakrall (USA, jazz-pop) www.myspace.com/secretchiefs3 (USA, surf-grindcore-psychedelic) www.myspace.com/niyaz1 (USA, elektronic-akustik-folk)
www.myspace.com/azamali (USA, elektronic-akustik-diðer) www.myspace.com/jeffmartinsolo (Ýrlanda, akustik-alternatif-folkrock) www.myspace.com/serjtankian (USA, elektronic-rock-diðer) www.myspace.com/alashensemble (Rusya F. diðer-folk-country) www.myspace.com/huuhhuur2 (Rusya F. folk) www.myspace.com/claraoleg (Fransa, jazz-nujazz-pop)
www.oyun-arsivi.net
www.forumneuro.com
www.vuze.com & www.isohunt.com
Ë Á Ä Ã À Æ Å
www.dailymotion.com
www.jango.com
Á À Æ Ç Ä Å
www.istek-muzik.com
www.myp2p.eu
-Türkiye : 64 -Meksika : 63 -Yunanistan: 61 -Brezilya : 60 -Malezya : 60 -Rusya : 59 -Polonya : 57 -Ýtalya : 51 -Ýspanya : 46 -Fransa : 45 -Portekiz : 43 -Macaristan: 42 Tayvan : 41 -Ýrlanda : 36 -Hollanda : 29 -Almanya : 28 -Ýngiltere : 27 -Finlandiya: 27 -Belçika : 27 -Avusturya : 26 -Danimarka : 25 -Japonya : 25
www.lostforum.gen.tr
www.pcmuzik.net
www.istekmp3.net
IDC'nin ve BSA'nýn ortak araþtýrmasýna göre, 2006 yýlýnda bazý ülkelerdeki korsan yazýlým kullaným oranlarý yüzde olarak þu þekilde sýralanýyor:
www.gencakademi.com
YAÞASIN KORSAN
?
www.google.com
Ë Á Ä Ã À Æ Å Á À Æ Ç Ä Å
Mahalle elektrik trafosunun etrafýnda her akþamki gibi toplanmýþtýk; Burada kýzlý erkekli genç bir potansiyel vardý, herkes herkesin sözünü kesiyor ama ben bir türlü lafa giremiyordum. Bir tek Serkan dinleniyor, muhabbeti coþturdukça coþturuyordu. Her konuda bilgi sahibi gibi verip veriþtiriyordu. Ben ise lafýn bi ucundan tutup çekmeye çalýþýyordum. Sözümün dinlenmesi için sesimi yükseltiyor, þiddetli vurgularla ortaya çýkýyor hatta kollardan çeke çeke araya bir sürtük gibi dalmaya çalýþýyordum. Lakin kimse beni dinlemiyor, ben yokmuþum gibi davranýyor ve devamlý Serkan'ýn araya girmesine izin veriyordu. Adam tüm dünyaya meydan okuyordu, ne kadar sevmesem de kiþiliðine ayar olsam da; ara sýra ben bile umursamaz tavýrlarýna özeniyor, bunu nasýl yapýyor acaba diye gaza geliyordum.. Kendimi onun araya girmesi gibi araya itiyordum.. Olmuyordu.. Bir türlü olmuyordu.. Mesela Serkan'ýn gözünde bütün artisler toptu, yavþaktý pespayeydi.. Bütün filmlerde bir sürü saçmalýk vardý.. Bir þey beðendirmek imkansýzdý.. GORA'yý izledim berbattý.. aha þimdi AROG'a da gittim; bir kere bile gülemedim, Cem Yýlmaz bitmiþ.. gibi laflarla gizem yaratýyor, ilgi topluyordu.. Konu sinemaya gelince ben de yýllardýr izlediðim; hakkýnda altýný çizerek kitaplar okuduðum Matrix konusuyla prestij yapmak istedim.. Etraftaki bütün kýzlar bakarken bir kez olsun Matrix'deki, felsefe ve ara sahnelerdeki gizli temalardan, baðlantýlardan, Platon'a göndermelerden dem vurabilsem; alttan gizemi versem yeterdi.. Sadece yapmam gereken araya bir girebilmemdi. Ne zaman yeltensem Serkan birinin lafýný “-Yok lan Ronaldinho da adam mý? Bitti olm bitti o..” diyerek, “-Yok ulan laptop bi iþe yaramaz saten her sene yenisi çýkýyo apgreyt etmek lazým her sene, o iþ zor iþ..” diyerek, “Bu sene Galatasaray'dan hiçbiþey olmaz..” diyerek muhabbeti milletin azýna týkayýp mecliste söz sahibi oluyordu. Ben de Serkan'ýn bilmediði yerlerden konuya girerek onun zayýf karnýna vurup omuzlarýna basarak yükselecektim. Yorum yaptýkça yüzüne felsefemle þamarý yapýþtýracaktým. Avýný bekleyen sýrtlan gibiydim. Serkan konuþurken düþeceði bu enayi durum aklýma geliyor, pýskýrýyor, gülüyordum. “-Sen ne gülüyorsun lan salak?!” diyerek arada bana da ayarý veriyordu. Coþtukça da coþuyordu. Durdurmanýn imkaný yoktu. Etrafýnda kahkaha ritüeli dönüyor, mahalleli çocuðunu tutup Serkan'ýn divanýna getiriyordu.. Mahallenin abisi gibiydi. Yavþak!.. Uyuz oluyordum ona. Yine böyle kaptýrýrken kendini konu Amerikan filmlerine geldi. “-Yok olm adamlar bitti artýk konu monu bulamýyolar, ben bi senaryo yazsam varya anasýný aðlatýrým ortalýðýn!” gibi þeyler zýrvalarken aralara kafamý uzatýp “-Matrix!” diyebildim.. Sözümü dahi bitirmeden üzerime bir çýð gibi düþtü.. Kendini geriye doðru esnetip sað kolunu Allah belaný versin tarzýnda sallayarak “-Sktir lan! Saçma sapan bi film lan o!” dedi ve benim mahalledeki olmayan prestijimi de bitirdi. Daha meramýmý anlatamadan zeytinyaðý gibi üste çýkmýþtý, tepkileriyle kafama kafama vurarak beni sindirmiþti. Mahallemizde öksüz piç gibi yalnýz kalan ama film sektörünün önünde saygýyla eðildiði, hakkýnda kitaplar yazýlan bir fenomenin Türkiye temsilcisi gibi hissetmeye baþladým o an kendimi.. Ayrýca laf aðýzdan çýkmýþtý bir kere; kendi kendimi týpký bir Hasan Þaþ gibi gaza getirerek ortalýða daldým.. Derdimi anlatmak için paramparça edip yýrtýyordum kendimi.. Ama ne mümkün! Ben Matrix, Platon, Maðara Alegorisi, Andy Wachowsky, Lary Wachowsky dedikçe Serkan da saçma sapan diyerek, hadi lan diyerek sktiri çekiyordu.. Ben üzerine gittikçe bana da sktiri çekmeye baþladý.. Ne salak olduðum kaldý ne mal gibi olduðum.. En çokta entel dantel ayaklarýna yatma ulan mahallede zibidi! demesi sinirlerimi bozmuþtu.. 1 saatte ite kaka týrnaklarýmý kazýyarak geldiðim ön sýralardan Serkan' ýn þakþakçý müritleri tarafýndan 1 saniyede geriye atýlarak çýkarýldým. Savaþta kazandýðýmý masada kaybetmiþtim. Muhabbet bensiz harlandýkça harlanmaya devam etti. Arada film konusu açýlýnca benimde adým geçiyor “-Özer gibi mallarda böyle filmleri beðeniyor AHAHAHA” þeklinde hiçte etik olmayan bir kahkaha ayininin konu salaðý oluyordum. Adam velisi olmadan 15F Beykoz-Kadýköy otobüsüne bilet atamayan itin önde gideniydi..Yozgatlýydý ve de Matrix' i beðenmiyordu. Bu nasýl olurdu? Kendi kendimi yerken Cyper ýn “Cehalet mutluluktur.” Dediði aklýma geldi. Hemen daldým ortaya “- Ne bilirsin oðlum Cehalet mutluluktur!” diyiverdim.. Demez olaydým.. Serkan ýn bütün bunlarý anlamadýðýný anlayamamýþtým.. Gözleri fal taþý gibi açýlmýþtý.. Psikopata dönüþtü bir anda.. “-Ne dedin sen? Ne dedin ne dediiin?!!” diyerek atladý üzerime.. Tekme tokat, yer yer de sille tokat yaðýyordu.. “-Sen benimle nasýl konuþuyorsun ulan yavþak?” diyerek evire çevire dövdü.. Vurdukça düþtüm, düþtükçe kaldýrdý, kaldýrdýkça indirdi.. Düþürdü yerde tekmeledi..
Aradan 2 hafta geçti.. Acýlar unutuluyor, kalp yumuþuyor zamanla.. Ben de artýk trafoda herkes gibi dinlemeyi, sýram gelince de hayvanlar gibi yalancý kahkahalar atan Serkan'ýn senfonisine katýlmýþtým.. Hakikaten yaa.. Cehalet mutlulukmuþ..
NEVA
45 39
> Metallica – That Was Just You Life > Metallica – The Day That Never Comes > Metallica – Cyanide > Metallica – The Unforgiven III > Hayko Cepkin – Son Kez > Hayko Cepkin – Fýrtýnam > Hayko Cepkin – Yalnýz Kalsam > Hayko Cepkin – Bertaraf Et > Hayko Cepkin – Sonra Görüþelim > Hayko Cepkin – Ölüyorum
> Hayko Cepkin – Melekler > Replikas - Bozuk Düzen > Replikas - Gülmediðin Günler > Replikas - Bozuk Düzen > Replikas - Ruh-Feza > Kýrýka - Dokumacý Örümcek > Kýrýka - Ýspirtocu Saim > Kýrýka - Dört Mevsimli Gözler
> Altan Urag - Iljii Mongol > Altan Urag - Khukh Tolboton > Huun Huur Tu - Dyngyldai > Huun Huur Tu - Ýnterlude > Huun Huur Tu - Ezertep-Le Bereyin Be > Huun Huur Tu - Aa shuu de kei-oo > Huun Huur Tu - Aa shuu de kei-oo > Huun Huur Tu - Prayer > Huun Huur Tu - Eki attar > Trans-Siberian Orchestra - Mozart/Figaro >
Joe Satriani – Asik Vaysel > Soulfly - Tribe > Soulfly – Prophecy > Hans Zimmer & James Newton Howard – Why So Serious? > Hans Zimmer & James Newton Howard – I m Not A Hero > Hans Zimmer & James Newton Howard – Agent Of Chaos
özlem atay
YOLLUK .. Bir zamandýr þunu çok merak ediyorum; bundan yirmi yýl kadar önce, hatta daha da uzun bir zaman öncesi ilk çocukluk dönemimiz civarý bugünkü kadar etkileþimli hayatlarýmýz yoktu.. Býrak interneti evimizdeki televizyonlarýn renkleri bile yoktu.. Kovboy filmlerindeki yerlilere neden Kýzýlderili dendiðini daha sonra anladýk.. Konu o deðil ama.. Þimdi maþallah dünyanýn en ücra köþesinde ne var ne yok bilgimiz dahilinde, kültürler tamamen iç içe geçti.. Ýyi güzel.. De.. Ulan ben Ankara'da doðdum büyüdüm, ta Ýstanbul'da, Antalya'da, Adana'da büyüyen çocukla nasýl olur da ayný jargonu kullanmýþ olabilirim, nasýl olur da hepimiz maç yaparken "Japon kale, üç korner bi penaltý, ne golü olm, taþ üstü" demiþ oluruz.. "ütmek" ne demektir Allah aþkýna? Bir çocuðun aklýna nasýl gelir? Havale geçiriyorken geldi diyelim, eyvallah, tüm yurt sathýnda ayný acayip kelamlar nasýl edilir? Yoksa bilmediðimiz bazý gizli iþler mi dönüyor idi? Her þehirden gelen mahalle abisi delegeleri bir yerde toplanýp o yýlki oyunlarý, tekerlemeleri, diðerleriyle dalga geçme yollarýný belirliyordu da þehrine dönen abi, ilçe konseyinde, buradaki temsilciler de mahalle bazýnda aramýza sýzarak mý yayýyorlardý bunlarý? Acayip iþler, ya da çok mantýklý bir izahý var da kafam basmýyor.. Bilmiyorum. .. Çok param olsaydý bir konsept albüm yaptýrýrdým. Tek bir þarký sözü yazýp on farklý besteciye ve aranjöre verip on farklý yorumcunun okumasý ile oluþmuþ bir albüm. Kimse dinlemezse ben dinlerdim. Ve eðer daha çok param olsaydý bir öykü yazýp üç farklý yapýmcýya verir, üç farklý yönetmen ve senaristle bu öyküyü uyarlamalarýný isterdim. Kimse izlemezse ben izlerdim. .. Diyorum ki; þu dakikadan itibaren hiçbir besteci yeni bir beste yapmasa, hiçbir yorumcu eski bir parçayý yeniden yorumlamasa bile ölene dek her Allah'ýn günü yeni bir parça keþfedip ona aþýk olabilirim.
.. Herkesin þikayetçi olduðudur: birbirimizi dinlemiyoruz. Ne o bizi dinliyor, ne de biz onu.. Evet Durden'ýn dediði gibi sadece konuþma sýramýzý bekliyoruz. Bunu þu þekilde defaatle tecrübe ettim.. Birisi "nasýlsýn?" diye sorduðunda "sað ol. senden?" diyorum, aldýðým yanýt hiç sekmeden daima "sað ol, ben de iyiyim" oluyor fakat ben iyiyim dememiþtim ki.. Hatýrýmý sorduðun için sað ol dedim sadece..
.. Ýnsanlarýn konuþmalarýnda seçtikleri sözcükler, vurgularý kullanma biçemleri, mimikleri o kiþiler hakkýnda ciddi bilgiler verir. Bunun gibi insanlarýn ses tonlarý da bilgi vericidir. Sanki insanlarýn geçmiþ deneyimleri, ses tonlarýna siniyor. Öyle týnýlara denk geliyorum ki bazen kiþinin eðitim geçmiþini, sayýsalcý mý, sözelci mi ne bileyim bohem mi yoksa memur zihniyetli bir insan mý olduðu yazýlý metinler gibi seriliyor karþýma. Burada bahsedilen durum asla telefondaki sesin yanýltýcýlýðý deðildir, güzel sesli insanýn çekici olmasý beklentisi ile alakasýzdýr. Ses renginin verdiði kiþilik ipuçlarýndan bahsediyorum. .. Ortam gereði konuþmak durumunda kaldýðým birisi atýp tutuyorken üstelemek istiyorum. Þöyle örnek vereyim: kadimimin devamlý alýþveriþ yaptýðý bir korsan dvd dükkaný var, gitmiþken ben de oradan zulalýyým istedim biraz film. Filmleri seçtim aldým falan, bir filmin gelmesini beklerken çay ikramý, sigara muhabbet derken konu mesleðime ve çalýþtýðým yere geldi. Adam öyle bir dertliymiþ ki buradan yana.. Benden daha hýrsla saydýrmaya baþladý. Hýzýný alamadý bana da saydýrmaya baþladý, "senin ne iþin var orda, istifa et gel burada dershanede çalýþ, özel ders ver. Deli misin orda ölürsün sen. Gel buraya bak sana yemin ediyorum ilk üç dört ay ben para yardýmý yapýcam sana, düzenini kurana kadar. Kalma orda, yapma....." Ama nasýl içimde bastýramadýðým bir "tamam ulan, verin oradan bi a4, yazýyorum dilekçeyi. Ev falan ayarlayýn burada, eþyalarý toplar bir haftaya gelirim." deme isteði peyda oldu.. Böyle bir çýkýþ yapsam nasýl kývýracaktý, kararlý olduðuma ikna etseydim hele o yüz nasýl bir hal alacaktý kim bilir.. Bilmeyi çok isterdim ama yalan da olsa istifa etmeyi gözüm yemiyor ya.. Ýþte beni kahreden bu. .. Ýnsanlarýn þunu anlamasý lazým: iyi insan eþittir iyi anne, iyi baba, iyi eþ, iyi sevgili deðildir. Muhteþem bir arkadaþ, sýrdaþ, dünyanýn en yardýmsever kiþisi olmasý o kiþinin koruyan kollayan bir baba yahut cefakâr bir anne olacaðý anlamýna gelmez. Sizin anneniz, babanýz fantastik kahramanlar olabilirler.. Ne güzel.. Ama annenin ve babanýn sevilemeyecek olmasý gibi bir gerçeðin olduðunu kabullenin. Babamý sevmiyorum lafzýný duyduðunuzda o kiþiyi aforoz etmeye kalkmak çok anlamsýz.. Pekiþtireç vereyim: bir vakit bir iþ arkadaþým vardý. Ýþ yerinin en sevilen adamýydý bu.. Nerde bir sorun hooop bilmem kim bey gelir elinden geleni yapar sorunu halleder.. Herkes bayýlýr kendisine.. Ayný iþ yerindeki 25 yýllýk eþi hariç.. Zira bu muhteþem adam sürekli içmekte ve karýsýna þiddet uygulamaktadýr.. Kadýncaðýz dayanamaz sonunda ve evi terk edip üniversite öðrencisi oðlunun yanýna gider.. Geri getirmek için tüm iþ yeri personeli seferber olur.. 25 yýllýk eþi hariç..
.. Herkesi kendim gibi sanýyorum, hep bundan kaybediyorum.. Ýnsanlar kötü diyor herkes.. Herkes.. Hep biz iyiyiz de baþkalarý kötü.. Yok ya! Kim
46
NEVA
teferruat@gmail.com
.. Hayatýmýzda gizemin önemi büyük, malum. Sanki seçilmiþlik istiyoruz. Hep umut dahilinde bu. Bir gün anlaþýlacak diye, bir gün ortaya çýkacak diye bekliyoruz belki. Rüyalarda gördüðümüz manasýz sayýlara anlam yüklemek bunun gibi. Uyandýðýnda düþünüp durursun ne acaba o sayý-lar/ rakam-larýn manasý.. Yoktan yere nöron iþgali.. Bunun gibi bazen sözcükler takýlýyor insanýn kafasýna. Diline çocuk þarkýsý takýlmasý gibi. Ýki üç gündür "Pacta Sunt Servanda" takýldý aðzýma. Rüyamda mý gördüm bilmiyorum. Ne iþim olur uluslararasý hukukla? Ahde vefa'nýn ne alakasý var þimdi?
arkadaþým bu baþkalarý? Sen de baþkasýsýn.. Ayný þikayet senin için de edildi bilmez misin? Mesele sadece deðer yargýlarýmýzýn birbirimizden farklý olmasý o kadar.. Senin için önemsiz olan baþkasý için önemli, baþkasýnýn hiç umursamadan ettiði bir laf, tutunduðu tavýr senin için hayati.. Uzlaþamadýðýn insan kötü oluyor gözünde.. Yok öyle bir þey.. Herkes iyi olduðu kadar kötü, ne kadar kötü ise aslýnda o kadar iyi. Yin yang, her þeyin temeli, hepimizin.
ATIÞ SERBEST Bir arkadaþým anlattý;iki kiþi Marmaris'de otostop çekiyorlarmýþ. Lüks bir araba yavaþlayýp önlerinde durmuþ. Arka cam açýlmýþ. 7-8 yaþlarýnda bir velet su tabancasýyla bunlarý bir güzel ýslatmýþ. Ardýndan cam kapanmýþ, araba usulca hareket edip gözden kaybolmuþ. Yaþanan durumun absürtlüðündenmidir, arabadakilerin aþýrý derecedeki pervasýzlýklarýndanmýdýr nedir, bizim çocuklar bir akýl tutulmasý yaþamýþlar. Uzun süre öylece kalakalmýþlar. Bu olayý ilk duyduðumda karným acýyana kadar güldüm. Sonra o manyak aileyi düþündüm. Çocuða kýzamadým. Çocuk bu, makul olmayan istekleri olabilir. Ama ebeveyn nedir? Bir emniyet mekanizmasý, bir öðretici… Sen çocuðun her istediðini verirsen hayvan baba ve hayvan anne, Sezercik eþeðini korumaya çalýþýrken, “vurucam kýrbacý, vurucam kýrbacý” diyen yavþak bir çocuk olur senin yetiþtirdiðin. Allah'ým, çok korkuyorum ya. Umarým o aileyle hiçbir yerde karþýlaþmam…
Martin Scorsese bizim mahallenin bakkalýna benziyor. Ulan arkadaþ çýkart at þu kemik gözlükleri, o kadar para kazanýyorsun. Martin den çok Numan tipi var sende.
“Röpdeþambýrýný çýkardý, redingotunu giydi (Rusya).” “Aþortmanýný çýkardý, gocuðunu giydi (Türkiye)…”
Leman, Penguen okurken, karikatüristler çizgilerine mutlaka editör sýkýþtýrmasýný taþýrlardý. Aman yetiþsin, hadi bitiriyoruz. O zamanlar tam idrak edemez büyüttüklerini düþünürdüm. Þimdi bir dergide yazýyorum ve bizzat editör sýkýþtýrmasýna maruz kalýyorum. “Aman yetiþsin, sen bir sayfa daha yaz, sayfa tam dolmadý, birkaç satýr daha ekle.” Yahu güzel editörüm, ben düþüncemi bu kadar satýrla ifade ettim. Orasý da boþluk kalýversin. Yok, katiyen olmaz. Al yazý o zaman sana. Günün ismi Erkek: Hakký Kýz: Hidayet Günün yemeði: Düðün çorbasý, orman kebabý, pilav, revani. Günü sözü: Hiçbir kere hayat bayram olmadý, ya da her nefes alýþýmýz bayramdý…
Ailece evde otururken “katil doðanlar” izlenmez. Hele ki kumanda sendeyse aboooov!
90'larýn baþýnda Ayþen Gruda'nýn oynadýðý bir dizi vardý. Ýsmi Ana'ydý. Var mý hatýrlayan?
Gripin'in “üç” parçasý çok güzel dediðim arkadaþým, hangileri onlar dedi. Teoman'dan “on yedi” de güzel dedim, mevzuya uyandý.
Ayþen Gruda çok eski filmleri de dâhil, bana hiç çekici gelmedi. Oynadýðý rollerden kaynaklanýyor sanýrým. Asla esas kadýný oynatmadýlar garibime. Hep Pembe Mutlu kaptý o rolleri. O gitti Gülþen Bubikoðlu geldi. Ayný durumu kadýnlar cephesinden ele alýyorum ve soruyorum. Hiç Þemsi Ýnkaya'yý beyaz atlý prensi olarak hayal eden var mý? (Yeþilçam'da çok büyük bir fýrsat eþitsizliði söz konusu!)
Ýhlas þofben ikilemi; ya çok ve soðuk su, ya az ve sýcak su..hayat sizce de ihlas þofben gibi deðil mi a dostlar? Özenerek donanmak bir çeþit maymunluktur. Ve taklit ettiðin kiþiyle aranda hep o tanýmsýz fark baki kalýr. Sulugöz diye bir sakýz vardý bir zamanlar. Ben onu çiðnerken hiç aðlamadým. Biraz yüzüm buruþtu o kadar. “Aþk iktidarý sever. Bu sebeptendir ki baþkalarýna ölümüne âþýk olabiliriz ama bize âþýk olanlarý içten içe küçümser, öteleriz…” (E. Þafak) Serra Yýlmazý çok uzun süre Ferzan Özpetek zannettim. Ama bu iþte benim hiç günahým yok. Televizyon Ferzan diyor kafamý kaldýrýyorum hep onu, o alaburus traþlý kadýný görüyorum. Haber veriliyor, fragman gösteriliyor, dýþ ses Ferzan diyor, fonda ise hep Serra Yýlmaz... Ben napiiiim. Hem Ferzan ne demek. Kýz ismi mi, erkek ismi mi? Bilindik bir isim olsa belki oradan bir þeyler çakardým, olayýn üstüne giderdim, ama ama iþte…
“Kimilerinin hayatý öylesine monotondur ki, dünyaya ilk kez geldiðine inanamaz...” (M. Menteþ)
insan
Sizi seviyorum dostlarým dedim. Birkaç saniye susup yüzüme baktýlar. Ardýndan böðürerek, hönkürerek, anýrarak güldüler. Kimisi ayýlamasýna omzuma vurdu, kimi enseme þaklattý tokadýný, diðeri kolumu büktü. En hýnzýrýysa gel seni bir emzireyim deyip bir makas aldý. Dostluðumuzu farklý bir boyuta taþýmak istiyorum artýk. Sizi uzaktan görüp 15 metre kala kollarýmý açacaðým ve daha 1 gün önce görüþmüþ olmamýza raðmen, samimiyetsiz kýzlar gibi abartýlý bir þekilde sarýlýp öpeceðim. Siz kusarken saçlarýnýzý arkadan tutacaðým ve Serkan'ýn gerçek yüzünü gördüm, “benim en yakýn
Metin Arolat'ýn “dert deðil” klibinde oynayan Merve Ýldeniz'i þu sýralar 20'lerini 30'larýný süren hangi Türk erkeði bilmez ki. Klipte göðüslerinin arasýna yoðurt damlýyordu Merve Ýldeniz'in. Her þey yeniydi o zamanlar. Hiç yapýlmamýþlarla doluydu memleket. Kadýn vücudunun sofra gibi kullanýlmasý, üstünden nimet yenilmesi hadisesini Metin'in ardýndan Serdar Ortaç'ta da gördük. (Bkz: Karabiberim klibi, manken Ýlknur bilmem ne ve hakiki Ýznik sele zeytini, az tuzlu ve ilknur'un göbeði. Karný mý yoksa? Göbek sanki daha þiþkin bir þeyi çaðrýþtýrýyor. Kasýk nerde baþlýyor, karýn nerede bitiyor? Aman izleyin siz karar verin) Uzun parantezler konuyu daðýtmakta çok yetenekliler. Ne diyorduk, iþte o Merve Ýldeniz'i, o tropik ada prensesini, ergen fantezilerimizin çukulata tenli deniz kýzýný geçenlerde televizyonda gördüm. Bildiðin teyze olmuþtu. Ya, tam olmamýþtý da çok az kalmýþtý. Hayatýn ne kadar yalan olduðunu o an bir kez daha anladým. Ýyi de her þey bulundu ki. Bir insan niye fizik okur. Elma düþtü, maþrapa yüzdü..nedir yani! “bob marley” diye bir tabela gördüm. “býrakýn döþeyelim”di sloganlarý da. Bu dükkan “tolstoy oyuncak”ýn hemen yanýnda. Onun sloganý yok. Tabelada Lev Tolstoy ve mahdumlarý yazýyor. Arkadaþýnýzý alýn bara götürün. Ýki bira bir karýþýk çerez söyleyin. Eðer yangýndan mal kaçýrýr gibi bademe ve fýndýða abanýyorsa karþýnýzdaki, hele hele eline stokluyorsa terlete terlete, derhal kaçýn oradan. Bir daha görüþmeyin. Ben öyle yapýyorum. Beni beyaz leblebiyle baþ baþa býrakan adamla iþim olmaz. Dostlar aþk midede hissedilmiyor mu? Kalp falan deðil, kesinlikle mide, biraz da baðýrsaklarda.
NEVA
redengede@yahoo.com.tr
Dipte kalan bozanýn süzülmesini beklemek dýþýnda bir beklentin yoksa hayattan, iþin bitmiþtir demeyeceðim. Sen iþte mutlu olmanýn sýrrýný çözmüþ bir insansýndýr. Ne kadar umut, o kadar hayal kýrýklýðý deðil mi üstad…
ömer kurtuluþ
arkadaþým sensin” dediðinizde ben de buna mukabil size baþka bir arkadaþýmýn dedikodusunu yapacaðým. Kendimi deðiþtirmeyeceðim dostlar, dünyayý deðiþtireceðim. Evet yapacaðým..beni görünce kaçmayýn bak kýrýlýrým.
47
www.nevadergi.com
NEVA
YAKUP KADRÝ KARAOSMANOÐLU
Doðum Tarihi 27 Mart 1889 Doðum Yeri Kahire-Mýsýr Ölüm Tarihi 3 Aralýk 1974 Ölüm yeri Ankara Mesleði Türk romancý, þair, diplomat
Yayýmlanmýþ eserleri ·Bir Serencam (1913) ·Kiralýk Konak (1921) ·Nur Baba (1922) ·Rahmet (1923) ·Hüküm Gecesi (1927) ·Sodom ve Gomore (1928) ·Yaban (1932) ·Ankara (1934) ·Ahmet Haþim (1934) ·Bir Sürgün (1937) ·Atatürk (1946) ·Millî Savaþ Hikâyeleri (1947) ·Panorama 1 (1950) ·Panorama 2 (1954) ·Zoraki Diplomat (1954)(aný türünde) ·Hep O Þarký (1956) ·Anamýn Kitabý (1957) ·Vatan Yolunda (1958) ·Politikada 45 Yýl (1968) ·Gençlik ve Edebiyat Hatýralarý (1969) ·Erenlerin Baðýndan (1922)(mensur þiir) ·Okun Ucundan (1940)(mensur þiir)
DERGÝ
GEORGE ORWELL Kitaplarý ·Paris ve Londra'da Beþ Parasýz ·Burma Günleri ·Papazýn Kýzý ·Zambak Solmasýn ·Wigan Ýskelesi Yolu ·Katalonya'ya Selam ·Aspidistra ·Daralma ·Hayvan Çiftliði ·Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
Doðum tarihi 16 Haziran 1903 Doðum yeri Motihari, Bihar, Hindistan Ölüm tarihi 21 Ocak 1950 Ölüm yeri Londra, Ýngiltere Mesleði Ýngiliz yazar
www.NEVAdergi.com