neva

Page 1

Sayý : 5

ARALIK 2008

KEMAL TAHÝR «AHLAKINI KORUYAMAYAN TOPLUMLAR EÞKIYALARA SARILIRLAR»

YORGUN SAVAÞÇI «Sinema ve müzik tarihinde hakimiyet sahibi iki nesil» «Acý insanýn birlikte ölmesi gereken þeydir» «Yenildikçe büyümek ve tersi»

www.nevadergi.com

NEVA

«Bizim devrimiz bitiyor» «Bir nevrotiðin günlüðü» «Maðara alegorisi Kendini bil» FOTOÐRAF ve Platon'un Maðarasý EGOSANTRÝZM

KÖKLER VE KANGURULAR

JOHN STEINBECK;

ÝNSANLIÐIN YOK SAYDIÐI ÝNSANLIÐA


NEY NEVA EYLEDÝ...

Y

NEVA ARALIK 2008 Sayý: 5 www.nevadergi.com

Yönetim: ‘Neva dergisi’ adýna Ýmtiyaz sahibi : Fatma Aydýn Genel Koordinatör: Yakup Aydýn NEVA dergisi: Yayýn Yönetmeni Redaksiyon

: Yakup Aydýn : Özlem Atay

Yazarlar: cumhur yoruk (cyoruk@gmail.com) hasan kasapoðlu (seyyahasan@gmail.com) ilker salman (ilkersalm@hotmail.com) m.salih yarar (msalihyarar@yahoo.com) nusret yaðmur (nusrety@gmail.com) ömer kurtuluþ (redengede@yahoo.com.tr) özer öztürk (ozturkozer@yahoo.com) özlem atay (teferruat@gmail.com) þule oyman (schulee87@yahoo.com) türev sarýkurt (turevv@hotmail.com) yakup aydýn (jakopaydin@yahoo.com) aslýhan yarar (aslýhanacikbas@mynet.com) Katkýda bulunanlar: [ali gök, bilal arkan,can büyükmehmet, erman tufan, hakan aydýn,hüseyin çirpan, pýnar cingöz, uður onur, yýlmaz gözcü] Adres : Akatlar Zeytinoðlu Cad. Güven Sok. No:48 Beþiktaþ / ÝSTANBUL Tel : 05054890304 www.nevadergi.com nevadergi@yahoo.com

Neva dergisinde yayýnlanan yazýlarýn hiçbir hakký saklý deðildir. Yazý sahibinden izin alýndýðý sürece hiçbir sorun teþkil etmez. Para ile satýlmaz. Bu dergi basýn meslek ilkelerine uymaya çalýþýyor... BASKI: BRC MATBAACILIK/ANKARA OSMAN BOLAT'A KATKILARINDAN DOLAYI TEÞEKKÜRLER

aptýðýmýz ya da yapamadýðýmýz þeyler hayatýmýz boyunca bizim peþimizden gelmeye d e v a m e d e c e k t i r. H a y a l i n i k u r u p yapamadýðýmýz ve içimizde bir ukde olarak kalanlar ise hep bir sitem içinde ve “neden?” þeklinde hesap sorarcasýna, yaþadýklarýmýz ise çoðu zaman memnuniyetsiz bir þekilde gölge misali bizi takip etmektedir. “Hatanýn hata olduðunu anlamak için onu yapmak ve hata olduðunu görmek lazým” diyor þimdi ismini tam olarak hatýrlayamadýðým bir yazar. Geriye d ö n ü p ya p t ý k l a r ý m ý z a , ya zd ý ð ý m ý z þ e y l e r e baktýðýmýzda genelde hep memnuniyetsizlik söz konusudur. Bu bireyin kendisinde keþfettiði geliþim sürecidir aslýnda. Büyük yazarlar ölmeden önce kaleme aldýklarý en son romanlarý için genelde hep “en olgun eserimdi” derler. “Neva” dergisi aslýnda burada yazanlarýn kendisini bir adým daha ileriye götürecekleri yahut “geçmiþte ben de bir þeyler karalamýþtým” diyebilecekleri ilk basamak belki de. Hiç yazmamaktansa ve bunun eðlencesini görememektense olabildiðince yazmalýdýr kiþi. Dergi, içinde birikenlerin dýþa vurumun bir sesi olmasý hasebiyle var olma nedeniydi aslýnda. Bunun getirdiði bu çok seslilik týpký ismindeki anlam gibi bir “ahenk” içinde gerçekleþti. Ne çok akademik, ne de çok sokak aðzý ile kaleme alýndý yazýlar. Birlikte bir þeyler yapabilmenin sýkýntýlarý olduðu gibi eðlenceli yanlarýný da görmek var. Sakat doðma ihtimali olan bir bebeðin doðmasýný istememek, onu hayata baðlayan zorluklarla mücadele edip sýkýntýlara göðüs germekten çok daha kolaydýr. Hiç olmamasýndansa bu derginin devamlýlýðý daha çekici geldi bizlere. Kurallarýn dýþýna çýkýyorsan kurallarý biliyor olman gerekir. Eðer kurallarý sen koyduysan o zaman iþin çok daha kolaydýr. Kurallarýný bizim koyduðumuz bir evrende yaradýlýþ sebebini aramadan yazmaya devam ediyoruz. Ýnsanoðlu þu kýsa hayatýna sýðdýrabildiði mutluluklar kadar huzurlu olabiliyor nedense. Yaptýklarý ile mutlu olan ve yapamadýklarý için de huzursuz olan belki de evrendeki tek canlýlarýz. O halde daha sonradan “keþke” dememek için kaldýðýmýz yerden dergi çalýþmalarýna devam etmeyi en büyük eðlencemiz olarak gördük. Bu kadar yazarýn bir araya gelerek bir þeyler karalamasý ve bunun bir ahenk içinde olmasý içimizdeki yazma aþkýnýn dýþa vurumu olarak nitelendirilebilir. Üç maymunu oynayan bir toplumda yaþayan insanlar arasýnda, okumayý seven ve okudukça yazma isteði duyan, müzik dinlemeyi seven ve dinledikçe müzik ile ilgili bir þeyler yapmak isteyen, sinema izlemeyi seven ve izledikçe “kesin ben de kýsa bir film çekmeliyim” diyen bireyler olarak, þu hayatýmýzda bize çizilen yörüngenin biraz da olsa dýþýna çýkma arzusu ile yeniden “NEVA” diyor ve kaldýðýmýz yerden “devam” ediyoruz.

yakup aydýn


sayý

14.

özlem atay

15.

þule oyman

16.

egosantrizm

KEMAL TAHÝR

7

ÝLKER SALMAN

'Her insan çok deðil, þöyle bir avuç topraðý olsun ister. Kendine ait bir yer… Kafasýný sokabileceði, kimsenin onu kovamayacaðý bir yer…

acý insanýn birlikte ölmesi gereken þeydir

yakup aydýn özer öztürk

20.

ilker salman

22.

m.salih yarar

24.

çay/simit

özgürlük ve guguk kuþlarý tavan arasýnda tozlanmamýþ ukte

yakup aydýn valans

þule oyman

hasan kasapoðlu

Iþýðýn maddeye kattýðý mana zihinlerde ayný þekilde canlanýr mý acaba?

m.salih yarar

30.

kafamda balýk tutan adamýn oltasýna takýlanlar

ömer kurtuluþ

nusret yaðmur

31. 33.

bizim devrimiz bitiyor

m.salih yarar

35.

yakup aydýn

37.

ömer kurtuluþ

38.

kökler ve kangurular

yaðmur suyundan baraj yapmak atýþ serbest

NEVA

26. 28.

bir nevrotiðin günlüðü

27 Platonun maðarasý

25.

türev sarýkurt

yenildikçe büyümek ve tersi

YORGUN SAVAÞÇI

17.

türk sinema ve müzik tarihine dair

aidiyetini kaybeden adam

CUMHUR YORUK Baþka türlü bir kahramanlýk

m.salih yarar

elçiye zeval veren deðnekçiye haraç öder

Kimine göre aþýrý bir solcu, samimi bir Marksist, kimine göre ise tarih anlayýþýnýn materyalist deðil de idealist olmasýndan dolayý saðcý.

13

11.

ukde

YAKUP AYDIN

john steýnbeck

özlem atay

içindekiler

4

05

3


yakup aydýn

“AHLAKINI KORUYAMAYAN TOPLUMLAR EÞKIYALARA SARILIRLAR” KEMAL TAHÝR 4

NEVA


Ýþte Tahir'dir.

bu

yazarlarýmýzdan birisi

de

Kemal

Kemal Tahir, Nazým Hikmet ile birlikte Ordu Personeline, komünizm düþüncesini yaymak suçundan yargýlanýyor ve bu durum onun 12 yýl hapis yatmasýna neden oluyor. Oysa kendisinin bu konu hakkýnda “kütüphanem incelenseydi kitaplarýmýn çoðunun Turancýlýkla ilgili olduðunu görürlerdi” dediði rivayet ediliyor. Biraz araþtýrma yapýnca kendisi hakkýnda çok detaylý bilgilere ulaþýlabiliyor. Ama insanýn kafasýný karýþtýran, hakkýnda yazýlan çeliþki dolu ifadelerin olmasý. Kimine göre aþýrý bir solcu, samimi bir Marksist, kimine göre ise tarih anlayýþýnýn materyalist deðil de idealist olmasýndan dolayý saðcý. Ama ortak bir kaný var ki o da onun, tarihini çok iyi bilen, iyi bir gözlemci ve yazar olmasý. Kemal Tahir hayatý boyunca çeþitli iþler ile uðraþmýþ, dergi çýkarmýþtýr. Avukat kâtipliði, ambar memurluðu, musahhih, çevirmen, gazetecilik gibi birçok iþte çalýþmýþ olmasýna raðmen bugün hakkýnda en çok konuþulan þey, çoðunu hapis yýllarýnda yazdýðý ve taslaklarýný hazýrladýðý hikâye ve romanlarý olmuþtur. Romanlarýnda çoðu zaman çevre ve duygu tasvirlerinden çok, akýcý diyaloglarýn yer aldýðý uzun metinler hâkimdir. Bu diyaloglar ile okuyucuya, roman kahramanýnýn yaþadýðý duygularý en iyi þekilde ifade etmektedir. Yaþanan bütün olaylar kafamýzda adeta bir tiyatro eseriymiþ gibi canlanýverir. Bu uzun diyaloglarýn hâkimi olan roman kahramanlarý ise ya bir Anadolu köylüsü, ya da Anadolu'daki bir eþkýya veyahut kurtuluþ mücadelesi veren bir halkýn arasýndan seçilmiþ kahramanlardýr. Ýþlediði konular hep bu coðrafyanýn sorunlarý ve geçmiþte yaþanan tarihi olaylardýr. Anadolu köylüsünün sýkýntýsýný, doðubatý arasýndaki iliþkiyi, bürokrasiyi, köy enstitülerini, kurtuluþ savaþýný ve Anadolu'daki eþkýyalýðý konu edinmiþtir çoðu zaman. Yaþadýðý dönemde yazdýklarý ile aðýr eleþtiriler almýþ, bu eleþtiriler kimi zaman romancý ve düþünür

NEVA

Kimine göre aþýrý bir solcu, samimi bir Marksist, kimine göre ise tarih anlayýþýnýn mater yalist deðil de idealist olmasýndan dolayý saðcý. Ama ortak bir kaný var ki o da onun, tarihini çok iyi bilen, iyi bir gözlemci ve yazar olmasý.

yakup aydýn

T

ürk edebiyat tarihinde çok az isim vardýr ki düþüncelerinden dolayý hapis yatmamýþ olsun. Tabi bizler bunun sebeplerini yaþýmýz ilerleyip eðitim adý altýnda oturduðumuz sýralardan ayrýldýðýmýz zaman çok daha iyi anlayabiliyoruz. Bizlere öðretilmeyen o kadar çok þey var ki yakýn tarihimize ya da edebiyat dünyamýza dair, bunlarý eðitim müfredatýna koysak dirsek çürüttüðümüz o sýralar belki de daha bir çekici gelecek.

kimliðinin önüne geçmiþ. Bir dönem arada kalan yazar izlenimi vermiþ, çoðu kiþi tarafýnda anlaþýlamamýþtýr. Milliyetçi deðildir ama milliyetçilerin kendisini sevdiði bilinir, solcudur ama solcularýn da aðýr eleþtirdikleri dönemler olmuþtur. Her yazar gibi geçim sýkýntýsýný giderebilmek için müstear isimler ile yazýlar kaleme almýþ. Hepimizin Kemal Tahir olarak bildiði isim de gerçek ismi deðildir aslýnda. Gerçek ismi Ýsmail Kemalettin Demir'dir. Klasik biyografi bilgilerini de es geçmez isek hemen 15 Nisan 1910da Ýstanbul'da doðduðunu ve yine ayný þehirde 1973 yýlýnda hayata gözlerini yumduðunu söyleyebiliriz. Romanlarýnda köy aðalarýný eleþtirmiþtir Tahir, onlarýn haksýz kazanç saðladýðýný ve eþkýyalarý kullandýðýný yazmýþtýr. “Rahmet Yollarý Kesti” eserinde de bu konuya deðinmiþtir. Bu romanýnda Yaþar Kemal'in romanýna ters olarak eþkýyalarýn devletten üstün olmadýklarýný yazmýþ ve demiþtir ki “ahlakýný koruyamayan toplumlar, eþkýyalara sarýlýrlar”. Kemal Tahir 1960 yýlýnda yýlýn en iyi romancýsý ödülünü kazanmýþtýr. Bu ödülün ardýndan 1965 yýlýnda kaleme aldýðý “Yorgun Savaþçý” isimli romanýyla da 1968 yýlýnda Yunus Nadi roman armaðaný ödülüne layýk görülmüþtür. Daha sonraki yýllarda bir

5


yakup aydýn

televizyon çalýþmasý haline de getirilen “Yorgun Savaþçý” romaný, TRT yönetiminin tutarsýz davranýþý sonucu çekilen dizi film yaktýrýlmýþ ve bu olay birçok kesimin Kemal Tahir'e bakýþ açýsýnýn deðiþmesine neden olmuþtur. 1967 yýlýnda yazmýþ olduðu “Devlet Ana” isimli romaný ile de herkesin hayranlýkla okuduðu bir öz Türkçe kullanarak 1968 yýlýnda Türk Dil Kurumu Roman Ödülünü kazanmýþtýr. “Devlet Ana” romaný ile toplumsal varlýðýn korunmasýnda ki en önemli etkenin devlet olduðunu, ülkemizde batýya benzer bir sýnýflanmanýn olmayacaðýný belirtmiþ ve sahip olunan bu düzenin korunmasýnda devletin önemli rol oynadýðýný belirtmiþtir. Ona göre Türkiye bir çýkmazýn içindedir aslýnda. Bir yandan Avrupa'nýn baskýcý tutumu söz konusudur devamlý olarak ve gerek Osmanlý gerekse de Türkiye bunu engellemeye çalýþmýþtýr. Osmanlý dönemindeki haçlý ordularýnýn yaný sýra günümüz Avrupa ülkelerinin kurtuluþ savaþý yýllarýnda yapmýþ olduðu dayatmalardýr bunlar. “Devlet Ana” romanýnda ise da baskýcý Hýristiyan devletlerinin yani, feodal bir yapýnýn hâkim olduðu 1200lü yýllarda bu gücün karþýsýna Osmanlý'nýn koruyuculuðunu koymuþ ve Hýristiyan köylü sýnýfýnýn da adaleti karþýsýnda tercihinin Osmanlý'dan yana kullanmasýný yazmýþtýr. Devlet anlayýþýný baþarýlý bir þekilde okuyucularýna aktarmýþtýr. Bu romanýndan sonra özellikle cemiyette Marksist olarak bilinmesine raðmen aydýn solcular tarafýndan aðýr eleþtirilere maruz kalmýþ ve hatta kötü bir yazar olduðu dile getirilmiþtir.

Kemal Tahir realist bir romancýdýr diyebiliriz aslýnda. Yakýn tarihimize ýþýk tutacak romanlarýný duygusallýðýn dýþýnda gerçeklerden yola çýkarak yazmýþtýr. Esir Þehir üçlemesinde de yakýn tarihimizde görmek istemediklerimizi ya da bize g ö s t e r i l m e k i s t e n m e ye n b i r ç o k ko n u ya deðinmiþtir. Ölümü bile bugün hala tartýþýlan Kemal Tahir hayatý boyunca yazdýklarý için tartýþýlmaya, saðcý mýydý, solcu muydu sorularý sorulmaya devam edilecek olan bir yazar görünümde. Önemli olan bizlerin, edebiyat tarihimizde zevkle okumamýz gereken bir yazarýn varlýðýndan haberdar olmamýz. Edebiyata þiir yazarak baþlayan ve dönemim “Ýçtihad” dergisinde yazdýðý þiirler yayýnlanan Kemal Tahir, daha sonralar da hayatý boyunca roman ve hikâye yazmaya devam etmiþtir. Yazdýðý þiirleri beðenmediði söylenir. Bunun aksini söylercesine bir þiiri ile yazýyý sonlandýralým;

“Bir cümledir ki hayat, Ne bir virgül ne de bir hat. Birden okuyacaðýz, Adýna mezar denen bir nokta koyacaðýz.”

* eserleri için arka kapaða bakýnýz.

6

NEVA


D

ünya deðiþiyor. Muhayyilemizin aðýrlýðýna zýt bir hýzla, kapitalizmin ve modernitenin öngördüðü veya göremediði tüm getirileri ve kusurlarýyla, küresel bir istihaleyi beraberinde getirerek deðiþiyor. Bu deðiþim, dönüþebilenlere yarýyor. Faturasýný da dönüþemeyenler ödüyor. Uðradýðý her toplumda bazen bir miktar, bazen de daha fazla insaný deyim yerindeyse çöpe atýyor. Ýþte bu çöpe atýlan insanlarýn romancýsýydý John Steinbeck. Kendisi daha çok iþçi sýnýfýnýn sorunlarýný anlatan bir yazar olarak bilinir. Evet, bunu yapmýþtýr. Hem de birçok romanýnda yapmýþtýr ama Steinbeck bu tanýma sýðacak bir yazar deðildir. 1902 yýlýnda ABD'nin Kaliforniya eyaleti Salinas kentinde, yoksul bir tarým iþçisi ailenin oðlu olarak dünyaya geldi Steinbeck. Yaþýtlarý gibi küçük yaþlarda ýrgatlýk yaptý. 1920 yýlýnda Stanford Üniversite'sine girdi. Öðrenimini sürdürebilmek için duvarcýlýk, boyacýlýk, kapýcýlýk, eczacýlýk gibi iþlerde çalýþtý. Romanlarýnda anlattýðý insanlarýn yaþamýna en yakýndan tanýklýk etti. 1925 yýlýnda kendini bir yazar olarak kabul ettirebilmek için okulu býraktý ve New York'a gitti. Orada gazetecilik ile iþtigal etti ama yazdýklarýný yayýmlatmayý baþaramadý. Bir yýl sonra bir sayfiye evinin bekçiliðini yapmak üzere Kaliforniya'ya döndü. Yýlýn sekiz ayý boþ olan bu evde geçirdiði günler bir yazar olarak kendini ispatlama olanaðý vermiþti Steinbeck'e. Ýlk romanlarý pek ses getirmedi ama 1935 yýlýnda yayýmlanan “Yukarý Mahalle” ile þeytanýn bacaðýný kýrdý. Yazarlýk kariyerinde büyük bir dönüm noktasý olan bu romaný tarým iþçilerinin dünyalarýna ýþýk tutan ve her biri birer baþyapýt olarak kabul edilen “Bitmeyen Kavga”, “Fareler ve Ýnsanlar” ve “Gazap Üzümleri” izledi. Gazap Üzümleri ile Pulitzer Ödülü kazandý ve bu roman 1940 yýlýnda baþka bir usta, John Ford tarafýndan sinemaya aktarýldý. Yukarý Mahalle ile beraber bir üçleme oluþturan Sardalye Sokaðý ve Tatlý Perþembe'yi çocukluðunun geçtiði Kaliforniya'ya adadý. Elia Kazan baþyapýtý Viva! Zapata'nýn senaryosunu yazdý. 1962'de Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi oldu. Altmýþlý yýllarda yaptýðý savaþ muhabirliðinden sonra 1968 yýlýnda New York'ta yaþamýný yitirdi.

zaten saðlýðýnda ''kýzýllardan'' yakýþtýrmasýyla suçlanmýþtýr. Týpký Bitmeyen Kavga'nýn kahramanlarý gibi. Kim bilir belki de öyledir ama bunu vurgulamamýþtýr Steinbeck. O, romanlarýndaki karakterleri ve onlarýn fikirlerini, itikatlarýný yargýlamaz. Onlarý içsel bir yolculuða çýkarýp baþka birilerine dönüþtürmez. Çözüm yolu da göstermez. Genellemelerden, aforizmalardan uzak durur. Yeni dünya düzeninin dýþladýðý tüm insanlara; iþçilere, fahiþelere, serserilere, sanatçýlara yalnýzca farklý bir zaviyeden bakar. Sardalye Sokaðý'ndan iktibas edelim:

ilker salman

ÝNSANLIÐIN YOK SAYDIÐI ÝNSANLARA: JOHN STEINBECK

''Bir þiirdir Kaliforniya'nýn Monterey kasabasýndaki Sardalye Sokaðý; pis bir koku, gýcýrtýlý bir ses, bir ýþýk, bir renk, bir alýþkanlýk, geçmiþe duyulan bir özlem, bir düþtür. Birikmiþ, daðýlmýþ ne varsa oradadýr; teneke, demir, pas ve talaþ, bozuk kaldýrýmlar, ot bürümüþ arsalar, hurda yýðýnlarý, sardalyenin iþlendiði oluklu demirden konserve fabrikalarý, batakhaneler, lokantalar, kerhaneler, küçük, týklým týkýþ dükkanlar, laboratuarlar ve salaþ oteller. Bu sokaðýn sakinleri ise, bir zamanlar birinin dediði gibi, 'fahiþeler,

Steinbeck romanlarý anýlýrken genellikle toplumsallýðý üzerinde durulur. Bu mecburidir. Çünkü Gazap Üzümleri ve Bitmeyen Kavgayý yazmýþ, mevsimlik tarým iþçilerin sorunlarýný çok gerçekçi bir þekilde ele almýþtýr. Özellikle Bitmeyen Kavga iki iþçinin baþlattýðý bir grevi konu aldýðý için tartýþmasýz marksisttir Steinbeck onlara göre (ya da sosyalist, komünist. Hepsi de rivayet edilmiþtir). Kendisi de

NEVA

7


ilker salman

pezevenkler, kumarbazlar ve hergeleler', yani herkestir. Ayný kiþi bu sokaða bir baþka pencereden bakmýþ olsaydý, sokak sakinleri için 'azizler, melekler, þehitler ve kutsanmýþ kimseler' de diyebilirdi pekala'' Sardalye Sokaðý'nda bir serseriler grubu vardýr. Hangi iþe el atarsa atsýnlar muvaffak olamazlar. Ýyilik yapmak istedikleri insanlara bile beceriksizlikleri yüzünden istemeden zarar verebilirler. Frankie adýnda küçük bir çocuk vardýr bir de. O da olanca saflýðýna, iyi niyetine karþýn çok basit iþleri bile yapmaktan acizdir. Steinbeck onlarý bize anlatýr ama onlardan kahraman yaratmaya çalýþmaz. Onlar için yapýlacak hiçbir þey yoktur. Bu dünyada yoktur. Fareler ve Ýnsanlar'ýn dev cüsseli, kocaman yürekli ama aklý biraz kýt Lennie'si de böyledir. En iyi arkadaþýnýn bile ona yapabileceði tek iyilik acýlarýný sonsuza dek dindirmek olacaktýr. Lennie'ye bu dünyada yer yoktur. Ýhtiyar Candy'nin ihtiyar köpeðine bile yoktur. Steinbeck'in kahramanlarý için bu hayat fazla hýzlý, fazla karmaþýk ve fazla acýmasýzdýr.

«Nerede polis birini dövüyorsa, Nerede yeni doðmuþ aç bir bebe aðlýyorsa, Nerede ortalýktaki nefrete ve kana karþý mücadele varsa, Beni ara anacým, orada olacaðým.»

Almanlara karþý mücadele eden Ýskandinavyalýlarýn öyküsünü anlattýðý savaþ karþýtý romaný Ay Battý haricindeki tüm romanlarý Amerika'da geçer Steinbeck'in. Onun romanlarý Amerika'nýn bir döneminin fotoðrafýdýr. Yaþadýðý çaða ve topluma tanýktýr. 1929 yýlýnda patlak veren dünya ekonomik krizinin ardýndan topraklarýna bankalar tarafýndan el konulan milyonlara varan Oklahoma'lý çiftçinin mevsimlik tarým iþçisi olabilmek için Kaliforniya'ya göçünü Gazap Üzümleri'nde anlatýr bize. Bütün dünyayý sarsan o Büyük Bunalým günlerinde göç etmekte olan ailelerden birinin, Joad ailesinin hikâyesinde aslýnda tüm Amerika'nýn nabzýný tutmaktadýr Steinbeck. Kötü yaþam koþullarýnda neredeyse aç ve susuz yol alan 2 milyon insan, iþ býrakýlmasý durumunda yeni iþçilerin geleceðini bildikleri için aþaðýlýk miktarlarda ücret ödeyen toprak zenginleri, çoðu kez insan muamelesi bile görmedikleri kamplarda umuttan, hayallerinden bahseden yoksul insanlar, zor durumlarýný fýrsat bilip kendi yollarýný bulmaya çalýþan polisler, yollarda son bulan hayatlar, her þeyden habersiz oyun oynamaya çalýþan çocuklar ve adam öldürmek suçundan yattýðý hapisten þartlý salývermeyle çýkan ancak karþýsýnda hapisten de beter bir Amerika bulan Tom Joad. Tom Joad ailenin en büyük çocuðudur.

8

NEVA

Dýþarýda gidebileceði yerler sýnýrlanmýþtýr ve aralarýnda Kaliforniya yoktur. Bir yandan polislerden beri yandan da suçluluk duygusundan hatta kendisinden bile kaçmaktadýr. Bu duygudan kaçabilmek, en önemlisi hayatta kalabilmek için Kaliforniya'ya gitmek yani yine suç iþlemesi iktiza etmektedir. Bu hayatýn Tom Joad'a sunduðu intihap bu ikisinden ibarettir. Ama yalnýz deðildir. Aslýnda Amerika'da kimse yalnýz deðildir. O koþullarda bile birbirine yardým eden aileler, kendi güçleriyle kurduklarý, insanca yaþam sunan kamplarda eðlenen, umutlarýný, hayatlarýný paylaþan insanlar vardýr. Nitekim Amerikan müziðinin en has ozanlarýndan biri olan Bruce Springsteen The Ghost of Tom Joad adlý þarkýsýnda o ruh haletini þöyle terennüm eder: "Nerede polis birini dövüyorsa, Nerede yeni doðmuþ aç bir bebe aðlýyorsa, Nerede ortalýktaki nefrete ve kana karþý mücadele varsa, Beni ara anacým, orada olacaðým. Nerede yaþayacak bir yer, Çalýþacak dürüst bir iþ ya da yardým eli arayan varsa, Nerede özgürlük için uðraþan birileri varsa, Onlarýn gözlerine bak anacým, Beni göreceksin..." Ancak zalimler de yalnýz deðildir ve bu yoksullarýn hayalleri de onlarýn karanlýk dünyalarýyla mahduttur. Romanlarýnýn þahikasý sayýlan bu eserde Steinbeck eþsiz doða tasvirleriyle tezhip ettiði yalýn üslubu, soluk


soluða takip edilen kurgusu ve sinema uyarlamasýnda göremediðimiz aðlatan, paramparça eden tarifsiz finaliyle her türlü övgüyü hak ediyor. Zaten Steinbeck'in romanlarýný en unutulmaz kýlan unsurlardan biri finalleriyse öteki de bir sinema filminde þahit olmuþuz gibi belleðimize kazýnan sahneleridir (Evet sahne diyorum). En sevilen eserlerinden biri olan Fareler ve Ýnsanlar'da yaþlý ve hasta köpeðinin vurulmasýna cevaz vermek zorunda kalan Candy'nin silah sesini duyduktan sonraki halini hiçbir tasvire yer vermeden, öyle bir þekilde bize anlatýr ki hatýrladýðýmýzda aklýmýza cümleler deðil, muhayyilemize Candy'nin o anki hali gelir. Ayný Candy'nin þu tiradý sanýrým zamanýnda insanlarýn kendilerini kapitalizmden kurtaracak her düþünceye nasýl da bir din gibi sarýldýklarýný ve böyle yapmaktan baþka hiçbir çýkar yolu olmadýðýný gayet iyi açýklýyor:

telakki etmekte, iþçilerin yaralanmasý ya da ölmesi durumunda bunu propaganda malzeme yapmakta bir beis görmemekte, göz korkutmak ve grev kýrýcý iþçileri önlemek için kundaklamadan, tedhiþten çekinmemektedirler. Ýþçilerin içinde bulunduklarý paradoksu anlatmak için Doktor Burton karakterini kullanýr Steinbeck. Doktor, iþçilerin yanýndadýr ama davalarýna biraz k u þ k u y l a y a k l a þ m a k t a d ý r. O , T ü r k edebiyatýnda, özellikle Peyami Safa ve Ahmet Hamdi Tanpýnar romanlarýnda görülen türden, yazarýn þahsi düþüncelerini anlatmakla mükellef bir karakterdir. Kitlelerin amaç deðil hareket ve kavga peþinde olduðunu, iþçilerin davalarýný pragmatik çözümlemelerle deðil manevi coþkularla savunduklarýný ve zamanla bunu bir dini ritüele çevirdiklerini söyler. Jim ile arasýnda geçen þu muhavere Steinbeck'in resmi ne kadar geniþ gördüðünün göstergesidir:

ilker salman

'Baþlangýç diye bir þey yok' dedi Burton. 'Sonu da yok. Bana öyle geliyor ki, insanoðlu ezelden baþlayýp, öngöremediði ya da anlayamadýðý bir geleceðe uzayan korkunç bir kör dövüþüne dalmýþ. Karþýlaþtýðý her engeli yenmiþ, biri hariç. Ýnsan sadece kendini yenemiyor. Ýnsanoðlu kendinden nasýl da nefret ediyor.'

'' 'Sen neden bahsediyorsun Doktor?' diye sordu Jim. 'Hiç. Biraz sinirlerim bozuk galiba. Savaþta ordudaydým. Okulu yeni bitirmiþtim daha. Bazen bizimkilerden birini göðsü parçalanmýþ halde getirirlerdi. Bazen bacaklarý kopmuþ koca gözlü bir Almaný yetiþtirirlerdi. Sanki tahtadan yapýlmýþlar gibi kesip biçerdim onlarý. Ama her þey bitip çalýþmam sona erdiðinde kendimi mutsuz hissederdim. Týpký þimdi olduðu gibi. Bir yalnýzlýk duygusu sarardý beni.' 'Daima iþin sonunu düþüneceksin Doktor. Bütün bu kavgalarýn ardýndan güzel þeyler doðacak. Kavgayý anlamlý kýlan da bu.' 'Keþke bunu bilebilseydim Jim. Ama benim kýsýtlý tecrübeme göre ulaþýlan sonuç, doðasý gereði bunu saðlamak için kullanýlan vasýtalardan pek farklý olmuyor. Ne yazýk ki, þiddet kullanarak ancak þiddet elde ediyorsun, Jim.' 'Ben buna inanmýyorum', dedi Jim. 'Her büyük baþarýnýn öncesinde þiddet dolu baþlangýçlar vardýr.' 'Baþlangýç diye bir þey yok' dedi Burton. 'Sonu da yok. Bana öyle geliyor ki, insanoðlu ezelden baþlayýp, öngöremediði ya da anlayamadýðý bir geleceðe uzayan korkunç bir kör dövüþüne dalmýþ. Karþýlaþtýðý her engeli yenmiþ, biri hariç. Ýnsan sadece kendini yenemiyor. Ýnsanoðlu kendinden nasýl da nefret ediyor.' 'Bizim kendimizden nefretimiz yok,' dedi Jim. 'Biz, iflahýmýzý kesen yatýrýlmýþ

''Her insan çok deðil, þöyle bir avuç topraðý olsun ister. Kendine ait bir yer… Kafasýný sokabileceði, kimsenin onu kovamayacaðý bir yer… Benim hiç öyle bir yerim olmadý. Ben bu eyalette herkesin topraðýný ektim, ama ektiðim benim deðildi. Hasada çýktým, biçtiðim benim deðildi. Ama bu defa yapacaðýz, bu konuda kimsenin þüphesi olmasýn. George parayý kasabaya götürmedi. Para bankada yatýyor. Ben, Lenny ve George. Hepimizin ayrý odasý olacak. Yemyeþil mýsýrlar, hatta belki bir inek, bir de keçi…'' Kötü çalýþma koþullarý ve aldýklarý düþük ücretlere isyan eden tarým iþçisi iki gencin büyük bir grev için diðer iþçileri örgütlemesini Bitmeyen Kavga romanýnda anlatýr Steinbeck. Bu eserinin diðerlerinden en farklý yaný karakterlerini en fazla sorguladýðý romaný olmasýdýr. Daha iyi bir hayat için acýmasýz toprak sahiplerine karþý isyan eden diðer iþçileri örgütleyerek grevi yöneten Jim ve Mac hedeflerine ulaþmak için her yolu mubah olarak

NEVA

9


ilker salman

sermayeden nefret ediyoruz.' 'Karþý taraf da insan, Jim. Senin gibi insan onlar da. Ýnsan kendine karþý nefret besliyor. Psikologlara göre insanýn kendine duyduðu sevgi, kendine duyduðu nefretle mükemmel bir þekil de dengeleniyor. Ýnsanlýk da böyle. Kendimizle savaþ halindeyiz ve bu savaþý ancak her bireyi tek tek öldürdüðümüz zaman kazanabiliriz. Kendimi yalnýz hissediyorum Jim. Nefret ettiðim hiçbir þey yok. Ya senin bu iþten ne kazancýn olacak? Jim þaþýrdý. 'Bana mý soruyorsun?' Ýþaret parmaðýný göðsüne doðru tutarak. 'Evet sana. Bütün bu kavgadan sana ne kalacak?' 'Bilmem. Umurumda da deðil.' '' Ýþçilerin savaþtýklarý toprak sahipleri de boþ durmayacaktý elbet. Çarpýtýlmýþ gazete haberleriyle isyancýlarýn halk nezdinde meþruiyetlerini sýfýrlamak (medya patronlarý komünistler hakkýnda ne düþünebilir ki…), iþçilere yardým eden küçük toprak sahiplerinin bahçelerini yakýp suçu grevcilere atmak, vatanseverlik çaðrýlarýyla topladýðý lümpenlerin ellerine silah vererek cinayetler iþletmek ve nispeten kibar, beyefendi adamlarýný tanýnýr kýlýp her þeye raðmen maðdur rolü oynamak. Güçlü olan her zaman bir þekilde haklý olur iþte.

Devletin göz yumduðu, anayasal düzeni korumak için cinayet iþleyen, vatansever þiarlý, toprak zengini harçlýklý Halkýn Bekçileri adlý bu örgüt size de çok tanýdýk gelmedi mi? 10

Yazýnýn baþýnda deðindiðimiz Sardalye Sokaðý romanýný olgunluk döneminde yazmýþtýr Steinbeck. Çocukluðunun geçtiði Kaliforniya'da bulunan Monterey kasabasýndaki küçük insanlarýn hayatlarýný tatlý bir dille anlattýðý bu romanýnda kendisinin kitap ve müzik zevki hakkýnda da bir þeyler öðreniriz. Bach'ýn Brandenburg Konçertosu, Maurice Ravel'den Daphnes ve Chloe, Beethoven'ýn Ay Iþýðý Sonatý (14. Piyano Sonatý), Monteverdi'den Ardo, Amor, blues ustasý Benny Goodman, Agnus Dei, Peter Noster kasabanýn âlimi Doc'un laboratuarýnda dinlediði müzik ve müzisyenlerdir. Bir de etrafýndakilere okuduðu çok güzel bir þiir vardýr. Kara Kadife Çiçekleri adlý Sanskrit dilinde yazýlmýþ bu þiirin E.Powys Mathers tarafýndan yapýlmýþ çevirisini okur Doc. Bu þiir Steinbeck'in tüm insanlýk için istediði bir güzel düþtür adeta. Evet, emeðin iktidarýný düþleyen devrimci hareketler kapitalizm karþýsýnda ciddi bir yenilgiye uðradý. Bir proletarya imparatorluðu kurma peþine düþen ülkeler de devlet kapitalizminden kurtulamadý. Ancak bu devrimci hareketlere yol açan sorunlarýn birçoðu olduðu gibi ortada duruyor. En kötüsü ise bu sistemin dayaðýný en çok yiyenler de yardým eli yerine istihfaf hatta istikrah dolu bakýþlar, yaklaþýmlar buluyor. Açlýk, bir ülkeyi anlatmamýz için en uygun ifade olabiliyor. Zekâ geriliðini sýnýflandýrmak için konulan klinik tanýmlar küfür olarak kullanýlabiliyor. Bu yýl Steinbeck'in ölümünün 40. yýldönümü ve ölümünden kýrk yýl sonra da bu yok sayýlan insanlarýn kaderi insanlýk kendini yok edinceye kadar deðiþecek gibi görünmüyor. Bugün Steinbeck'in memleketi Salinas'ta çoðu kaçak olan ýrgatlarýn hiçbiri haklarýný arayacak durumda deðil. Kaliforniya'nýn tarým çarklarý üç milyon kaçak göçmenle dönüyor. Türkiye mi? Hem faþizmi, hem kapitalizmi, hem de devlet kapitalizmini yaþamýþ ülkemizde bu kabil sorunlarýn fazlasýyla var olduðu zaten malumunuz. Bir de þu var… Sardalye Sokaðý romanýnda devletin yasadýþý saydýðý bir eðlence kulübü vardýr. Dora adýnda güngörmüþ bir kadýnýn iþlettiði bu mekân yasadýþýdýr ama vergiye tabidir. Evet, iþte bunu Türkiye'ye çok benzettim. Benzettiðim baþka bir unsur da Bitmeyen Kavga'da yer alan bir örgüt. Devletin göz yumduðu, anayasal düzeni korumak için cinayet iþleyen, vatansever þiarlý, toprak zengini harçlýklý Halkýn Bekçileri adlý bu örgüt size de çok tanýdýk gelmedi mi? Okuyun, daha da tanýdýk gelecektir. Eðer kendinizi bu dünyaya, bu düzene ait hissetmiyorsanýz Steinbeck size arkadaþ gibi gelecektir. Ben bu dünyanýn adamýyým diyorsanýz da okuyun. Kayýtsýz kalýnamayacak kadar büyük bir yazar o çünkü.

NEVA


ukde Sabahýn erken saatlerinde kum yiyerek, solucan denen garip hayvanýn kesilip biçildiði halde nasýl da hareket etmeye davam edebildiðini anlamaya çalýþarak, komþu bahçelerin horozlarýna diklenip ve hemen ardýndan çýðlýklarla kaçýþarak baþlardý gün

Daha eskilere gitmem gerekiyor ama önce. Hikaye, Ankara'nýn bir gecekondu mahallesinde baþlýyor. Þimdilerde neredeyse merkezî olup da o zamanlar þehrin epey kenarýnda kalan bir mahallede. En hali vakti yerinde olan evin bahçesinde Serçe'nin olduðu bir yerdi mahallem. Altý evin ortasýnda kalan bir meydaný vardý, toprak içinde. Sabahýn erken saatlerinde kum yiyerek, solucan denen garip hayvanýn kesilip biçildiði halde nasýl da hareket etmeye davam edebildiðini anlamaya çalýþarak, komþu bahçelerin horozlarýna diklenip ve hemen ardýndan çýðlýklarla kaçýþarak baþlardý gün. Cevval anneler kollarýmýzdan tutup yemek için, banyo için eve týkarlardý da yine ilk fýrsatta sokaða atýlýrdý oyunbaz canlar. Akþam, baba iþten dönene dek aðabeylerin ve ablalarýn karar verdiði oyunlar oynanýrdý, Japon kale maç da yapýlsa, sek sek de oynansa, mahalledeki yýkýk evin içine girip “en cesur benim” de denecekse hep beraber olurduk. Ama biz ufaklýklarýn söz hakký yoktu, bize ne denirse o… Zaten her oyunda fasulyeydik.. Akþam yemeðinden sonra mahallenin tüm çocuklarýyla saklambaç oynanýrdý, bazen öyle bir izleyici kitlemiz olurdu ki kendi çocuðu ebeden önce gidip “ebe”lerse o “önüm, arkam, saðým, solum. Saklanmayan ebe

NEVA

özlem atay

A

lýþveriþ yapmaktan hoþlanmayan biri için bir kýzla alýþveriþe çýkmaktan daha sabýr isteyen bir þey varsa o da bu kýzýn hiç de haz etmediðiniz buluþma yerine geç gelmesidir ki o gün ben bu katmerli sabýr testine alýndým. Göz zevki denen þeye zerre sahip olmayan biriyle kýyafet alýþveriþine çýkmak gibi bir hataya düþen sevgili kýz arkadaþým, buluþma yeri olarak belirlediði kocaman alýþveriþ merkezinde yarým saat daha beklemem gerektiðini bildiren o “gün aydýnlatýcý” mesaj böceðini telefonuma yolladýktan ve ben bu böcekle göz göze geldikten kýsa süre sonra sigaramý yakmýþ, birkaç boðumlu þeffaf bardaktan plastik kokulu çayýmý içmeye baþlamýþtým. Bir alýþveriþ merkezinin katlanýlýr tek yeri bu “food court” denen, envai çeþit yiyecek satan dükkanlarýn bulunduðu yerdir. Cinsine, tavrýna, moda ikonalýðýna(!) bereket bir sürü insan vardýr ve yemeðinizi yerken beri yandan da etraftakilerin hayat hikayelerini uydurmak, isimlerini tahmin etmeye çalýþmak gibi þeyler yaparak eðlenebilirsiniz.. hele ki tek baþýnýza oturmuþ birini bekliyorsanýz. Ne var ki o gün buna fýrsat bulamadým. Sigaramýn küllerini silkmek için ne bir boþ meþrubat kutum, ne ýslatabileceðim kaðýt mendil yahut peçetem, ne de boþ sigara paketim vardý.. O sýra, daha sonraki dönemlerde denk gelmediðim alüminyum küllükler kullanýlýyordu bu tip yerlerde. Bir küllük alabilmek için görevli birilerine bakýnýrken birkaç yýl evvel Güngör Amca'yý gördüðüm gün geldi aklýma.

sobe” yerini, anneler gurur ve heyecanla alkýþ koparýrlardý. Duvar üstü muhabbetleri ayrý bir keyifti her zaman için. Ayaklarý kullanmadan, sadece ellerinden ve kollarýndan aldýðýn kuvvetle duvara zýplayýp oturabiliyorsan saygý duyulurdu sana.. Ben hep yardým alarak çýkabildim duvara. Hasýlý, bir çocuðun, bir mahalle çocuðunun yaþayabileceði en keyifli mahallelerden birinde yaþadým. Ama aðabeyimin gideceði ortaokul, evimize çok uzaktaki bir semtteydi ve taþýnmalýydýk. Taþýndýk. Cadde üstünde bir apartman dairesine gidiyordu eþyalarýmýzý taþýyan kamyon. Günlerce aðladým. Saçaklý Havva için, Japon Memet için, ayýcý Mustafa için, sümüklü Deniz için, köpeðimiz Fýndýk için, aðabeyimin, bahçesindeki aðaçlara týrmanýp “Anne baaak! Ben astronot oldum. Ýðde gezegenindeyim, dünyaya dönünce size iðde getiriceeem” diye baðýrdýðý evimiz için aðladým.. Sustum sonra. Yeni evimize alýþmaya çalýþtým. Sokaða çýkýp arkadaþ edinmek istedim, yine yakar top oynayabilmek istedim, yine misket ütmek istedim, yine akþam saklambaçlarý istedim, yine toprak eþelemek, yine solucan kesmek ve yine yeniden mahalle çocuðu olmak

11


özlem atay

ukde istedim.. Olamadým. Burada Saçaklý, Ayýcý, Japon, Sümüklü yoktu çünkü, burada Burak, Taylan, Ece, Hande vardý.. Ayný dili bile konuþmuyorduk ama.. Buradakiler komodor diyorlardý, holivud diyorlardý, maykýl ceksýn'a bayýlýyorlardý.. Neden bahsettiklerini bile bilmeden sessizce oturuyordum yanlarýnda. Yaþýtým olan tek kýz Hande'ydi. Çok güzel bir kýz olduðu kalmýþ þimdi aklýmda. Babasý avukattý Hande'nin. Hemen yan apartmanda oturuyorlardý. Okullarýn açýldýðý hafta bir gün Hande'nin evindeydik, vaktimizin çoðunu evde, ilk kez orada gördüðüm lego denen acayip þeylerle oynayarak (kendi adýma ne olduklarýný anlamaya çalýþarak) geçirdik. Iþýklarýn yanma vakti ve haliyle benim de gitme vaktimin yaklaþtýðý bir sýra annesi kocaman poþetlerle girdi oturma odasýna. Paketlerden kýrtasiye malzemeleri çýkýyordu. Babasý, kýzý için bir þeyler almýþ; müsvedde olarak kullanýlsýn diye bir tomar A4, kutu kutu kýrmýzý kalem, kurþun kalem, rengarenk kapaklý spiralli defterler, içinde gümüþ ve altýn renginin de olduðu devasa pastel boya seti ve sair malzeme. O gün itibariyle hayattaki amacým bir bakkal sahibi olmaktan, bir kýrtasiye sahibi olmaya evirilmiþti, baþka türlü onca malzemeyi bir arada göremezdim zira. Gecekondu çocuðu iken apartman çocuðu olmuþtum hiç de istemeden. Yalnýzdým. Hande vardý ama yoktu. Sakýzdan çýkan kocaman güneþ gözlüklü adamýn fotoðrafýna bakýnca ben “Ge-orge” diyordum, o “corc” diyordu. Yoktu aslýnda, yoktum aslýnda. Ama Þemþunur vardý, diðer çocuklar yaz tatilleri için baþka yerlere gittiklerinde hele.. Benden birkaç yaþ küçüktü. Hande'lerin oturduðu apartmanýn apartman

Burada Saçaklý, Ayýcý, Japon, Sümüklü yoktu çünkü, burada Burak, Taylan, Ece, Hande vardý.. Ayný dili bile konuþmuyorduk ama.. Buradakiler komodor diyorlardý, holivud diyorlardý, maykýl ceksýn'a bayýlýyorlardý

12

NEVA

görevlisinin kýzý Þemþunur, Elmas Teyze ve Güngör Amca'nýn kýzý. Topraktan çanak çömlek yapýp güneþte kuruttuðumuz, apartmanýn arka bahçesinde ip atladýðýmýz, Güngör Amca, apartmanýn o çok nadide çiçeklerini sularken yanýnda oturup beþ taþ oynadýðýmýz, diðer çocuklar evlerinde kalmayý tercih etseler bile hep etrafta bir yerlerde olan oyun arkadaþým. Bana eski arkadaþlarýmý anýmsatan pýrasa saçlý, çelimsiz, kendi halinde kýz çocuðu. Bir iki yýl sonra Güngör Amca baþka bir iþ bulduðu için taþýndýklarýnda öyle yalnýz kaldým ki Nurten Haným Teyze “Nasýl çocuksun sen? Hiç dýþarý çýkýp oynamýyorsun.” deme gereði hissederdi ne zaman beni görse. Þemþunur'la oynadýðýmýz son “çinçan”ýn üzerinden on yýl kadar bir zaman geçti. Üniversitenin ikinci sýnýfýnda bir ödev için birkaç arkadaþ Bilkent'in kütüphanesinde araþtýrma yapmak durumunda kaldýk. Ýþimiz bittikten sonra hem yemek yiyelim hem de oradaki bir iþletmede çalýþan arkadaþýmýzý ziyaret edelim diye üniversitenin hemen yanýndaki alýþveriþ merkezine gittik. Ufak bir yemek bölümü vardý, oturduk. “Kim en az parayla karnýný doyurabilir?” konulu müsabakayý kazandým yine. Yemek esnasýnda saða sola bakýyor, bizim okuldakinden daha “marka” öðrencileri izliyordum. Tam o esnada turuncu tulumuyla Güngör Amca'yý gördüm. Boþ masalardaki tepsileri toparlýyordu ve yüzünde tanýdýk “düþünceler içindeki adam” ifadesi vardý. Hiç deðiþmemiþti. Þemþunur geldi aklýma. Yaþý itibariyle üniversiteye hazýrlanýyor olmalýydý.. Artýk býyýksýz bir adam olan Güngör Amca'ya bir kez daha baktým ve… Ve þimdi sevgili okuyucu, benden Güngör Amca'nýn yanýna gidip, kendimi hatýrlatýp da Þemþunur'u sordum dememi bekliyorsan eðer yanýlýyorsun. Güngör Amca'ya bir kez daha baktým ve kafamý çevirdim. Daha fazla bakamadým o ilk apartman günlerimi bana hatýrlatan adama. Mahalle arkadaþlarým hala o toprak meydanda tek kale maç yapýyorlar ve her akþam saklambaç oynuyorlar, apartman arkadaþlarým hala bana çok yabancý muhabbetler ediyorlar, Hande hala güzel yüzlü bir kýz çocuðu, Þemþunur hala sessiz oyun arkadaþým. Ve ben hepsinin olduklarý yerde kalmalarýný istiyorum. Çocukluk dönemim, kayda ve anlatmaya deðer tek kýsým hayatýmda. Birden bire o günlere ait birisiyle konuþup da anýlarýmýn bir bölümünü güncelleyemezdim. Ama en azýndan “kolay gelsin” demeliydim, en azýndan bunu yapabilirdim.


YORGUN SAVAÞÇI cumhur yoruk

BAÞKA TÜRLÜ BÝR KAHRAMANLIK

T

ürk edebiyatýnýn epey ilginç bir serüveni olan kitabý, Kemal Tahir'in ödüllü romaný, 1980 darbesi döneminde TRT için Halit Refið tarafýndan dizi olarak çekilmiþ ancak sonradan gösterilmesi yine cunta tarafýndan yasaklanmýþ bir kitap bu. Ödüllü bir klasik roman Kemal Tahir'in kendisine özgü anlatým tekniði ile bir dönem romaný iþte. Roman aslen iki bölümden oluþuyor. Birinci bölüm, kitabýmýzýn baþ kahramaný Cehennem Topçu Yüzbaþý Cemil'in Birinci Dünya Savaþý sonrasýnda Ýstanbul'a geliþi ve iþgal altýndaki Ýstanbul'da yenilmiþ bir ordunun subayý olarak yaþadýklarý, ikinci bölümde ise Cehennem Topçu Cemil'in 19.Kolordu'yu örgütlemek üzere ManisaAkhisar bölgesinde yaþadýklarýný anlatýyor. Cehennem Topçu Cemil Balkan Savaþý'ndan beri savaþan bir adam. Son yenilgi ile Ýstanbul'a gelip teyzesinin evine yerleþmiþ, bir daha savaþ, politika, Ýttihat ve Terakki Cemiyeti gibi iþlere karýþmak istememekte, teyzesinin kýzý Nermin ile evlenip sakin bir hayat sürmek istemektedir. Zira çöken imparatorluðun yaþadýðý bütün büyük çalkantýlar içinde yer almýþ, daha 35 yaþýnda uzun bir hayat yaþamýþçasýna yorgundur. Ne var ki, iþgal altýndaki Ýstanbul'da böyle sade bir hayatý yaþamak pek mümkün olmayacaktýr. Ýstanbul'a döndükten bir süre sonra savaþ suçlusu olarak arananlar listesine girecek ve kaçak hayatý yaþamaya baþlayacaktýr. Kemal Tahir, kendisine özgü tarih ve devlet anlayýþýný iþte bu kaçak hayatý sýrasýnda, Cehennem Topçu Cemil'in evinde saklandýðý Doktor Münir Bey aracýlýðý ile biz okurlara aktarmakta, karþýt tezlerini de yine ayný evde saklanmakta olan Enver Paþa'nýn dayýsý Halil Paþa aracýlýðý ile aktarmaktadýr. Ýstanbul'da barýnmanýn ve saklanmanýn mümkün olmadýðý noktada, 19.Kolordu örgütlenmesi için Albay Bekir Sami Bey ile Manisa-Akhisar bölgesinde yaþadýklarý ise, resmi tarihin Kurtuluþ Savaþý için anlattýklarý ile tamamen zýt þeyler. Bir kere yýllardýr savaþmaktan býkmýþ bir halk, üstelik de savaþa girip de yenilmiþ olan Ýttihatçý

subaylara hiç de sempati ile yaklaþmýyorlar. Ýzmir iþgal edilmiþ, Yunan ordusu ilerliyor, bir direniþ örgütlemek þöyle dursun, yöre halký dýþlardan direniþ örgütlemeye gelmiþ olan Ýttihatçý subaylarý kovuyor. Ayný direniþ örgütlenmesi çabalarý içerisinde, çok kahraman olarak eskiden okumuþ olduðumu Yörük Ali Efe ile Demirci Mehmet Efe'nin para karþýlýðý Kuvayi Milliye müfreze komutaný olduðunu öðreniyoruz. Zorla askere alýnan ve sonra kaçan insanlarýn birer birer asýldýðýný, özelikle Balýkesir-Bursa Bölgesi'nde Ýttihatçý subaylarýn yapamadýðý iþleri, daha sonra Yunan ordusuna katýlacak olan Çerkez Ethem'in nasýl da insan asa asa yaptýðýný görüyoruz. Kurtuluþ Savaþý'ný çok büyük kahramanlýk destaný olarak anlatan Þu Çýlgýn Türkler ve benzeri kitaplar ile oluþturulmuþ tüm kliþeleri 1960'larda yýkan bir klasik yapýt Yorgun Savaþçý. Bir kahramanlýðý, ama tek tek insanlarýn deðil, ulusun deðil, savaþýn ve direniþin kahramanlýðýný, aslýnda savaþtan korkanlarýn ve kaçmak isteyenlerin kahramanlýðýný anlatýyor.

NEVA

13


m.salih yarar

ELÇÝYE ZEVAL VEREN DEÐNEKÇÝYE HARAÇ ÖDER

pardon lafýnýzý kestik! kapý önünden ayakkabý çalan çocuðun en güzel ayakkabýyý gözüne kestirmesi sýrasýndaki süresinin darlýðýyla yaþadýðý tazyikli heyecan ve endiþeyi andýrýyor þu son hallerin. teslim olma düþüncesi; yanlýþý kabullenmenin beyinde parlayan atýk sigorta lambasý, teslim olmak; en az zararla dönmenin en hidrolik adabý, teslim olmamaksa ayarlanamayan radyo frekansýnýn çýldýrtan hýþýrtýsý rahatsýzlýðýndaydý dönüþ bileti sürekli pahalýlaþan kafandaki karaborsada. teslim olmayacaktýn belliydi ilk günkü insandan bugünkü insanýn tek farký zaten gördükleriydi. iki taþ bir plastik top yetiyordu boþ bir araziyi doldurmaya. eric adams ýn ses tellerinden çýkandan daha kutsal tek bir ses vardý o da -oðlum geç oldu gel artýk- sesleniþinin sahipleri yani hakemsiz maçlarýn maçlarý bitiren en sert fahri hakemleriydi. aristokrat zalimliðinin kutsal geçmiþine pompaladýðý uyuþturucunun etkisiyle midir bilinmez cebine gizlediðin bayraðýndan arta kalan sopasýyla kovalayarak boþalttýðýn düþtüðümüzde dizlerimize minder olan topraklara, duvarlar örüp üstüne keskin camlar diktin týrmanan ellere saplansýn diye! cepheden kaçanlarýn boyunlarýna madalya, ýrgat olanlarýna idam ipi geçiren anlayýþýmýzýn ikamesiydi sanýrým kaçýþýrken kendi çorabýmýzýn renginden ayaklarýn taktýðý çelmelerle yere yýðýlmalarýmýz. kaçýþýrken gol olmuþçasýna sevinen takým arkadaþlarýmýzýn çýkardýðý formalarýn altýndan “hoþ geldiniz” yazan tiþörtler çýktý Nazým'a bir türlü giydiremedikleri. ceplerine akan þehvet kalplerine yapýlan devalüasyonu unutturmuþtu. boþlanan zincirlerinin uzunluðunda dolanýp taþ üstünde taþ býrakmayanlara taþeron iþçiler oldular ve ihtisaslarýný eski mahallesinden gördüklerine saldýrarak yaptýlar. daha testislerinin hýçkýrýklarýný kontrol edemeyenler damarlarýndan akan kaný markalayýp meyvesi kurt dolu soy aðaçlarý diktiler yangýnýn tam orta yerine. tanrýyý bütün gün meþgul eden kaderciler, annesinden yediði tokatla aðlayýp yine annesine sarýlan veletler gibi neden biz diye feryat edip miskince tanrýya yalvarmaya devam ettiler. artýk filmler eskisi gibi hep mutlu sonla bitmiyor. artýk sahnedekiler üzerlerindeki elbiseyi çýkarýp fýrlattýðýnda biz seyirciler kapýþmýyor, ölümcül bir hastalýðýn iltihabý sýçramýþçasýna kaçýþýyoruz. ve artýk bizler film seyretmiyoruz. talihsizliðimizi deðil tarihsizliðimizi yendiðimiz bu rövanþýn skorunu ayýrdýðýnýz sýnýfýnýzýn karatahtasýna yazýlan beyaz tebeþir tozlu kelimelerinden okuyacaksýn. tatlý rüyalarýnýzý düþük yaptýðýnýz o gün görüþ gününe muhtaç çaresiz bir mahkumdan sadece bir farkýn olacak; ziyaretine gelecek hýsýmlarýn zaten içerde ve içinde seninle birlikte yaþýyor olacaklar. hasta ve yaþlý adam hala ölmedi. ufak bir dipnot; beden hastalandýðýnda ruh saðlýðýna kavuþur.

14

NEVA


EGOSANTRÝZM Z

ihinsel geliþim dönemlerinin en fantastik olaný “egosantrizm/ benmerkezcilik”tir. Bu dönemdeki çocuk, tüm dünyanýn onun için var olduðunu düþünür; ay ve güneþ hep onu izlemektedir ve annesi ona yemek yapsýn diye, babasý akþam gelince ona gofret getirsin diye, mahalle arkadaþlarý caný sýkýldýðýnda oyunlarýna eþlik etsinler diye, dünya keþfedebilsin diye vardýr.. Normal þartlar altýnda altý yaþýnda sonlanmasý gereken bu dönem kimisinde daha geç nihayete erer.. Hatta hiç bitmeyerek baþlý baþýna bir kiþilik özelliði olarak kalýr ki böylesinden korkarým ben. Bir kiþilik sapkýnlýðý olarak egosantrizmden dem vurmak deðil niyetim, çocuklarýn hayal dünyasýnýn ne noktalara varabileceðini hatýrlatmak istiyorum sadece. O yaþlarda hayat benim için “The Truman Show” gibi bir þeydi aslýna bakarsanýz. Tüm dünya ki o zaman dünya denen þey 70-80 kiþilik bir topluluktan ibaretti sadece, bana görmem gerekeni gösteriyordu sanki. Bakkalda saçýmý okþayan teyze dün akþam almýþtý emirleri; en sevdiðim kazaðým olan kardan adam desenli kazaðým, yaramazlýk ettim diye çalýnmýþtý kurusun diye asýlýyken, yoksa neden bir baþka kazak deðil de o gitsindi ki?; okulumuzun müdür muavini ben ne zaman balkona çýksam bizim eve doðru boþuna bakýyor olamazdý (ilkokulum hemen evimizin karþýsýnda idi, þanslý bir velettim o konuda, dersten yarým saat önce uyanmýþ olmak yeterliydi). Bu fikrimi en pekiþtiren þeyse Bizimkiler dizisiydi. Ali benden birkaç yaþ büyüktü sadece, her bölüm sonunda hiç sekmeden o hafta neler yaþadýmsa ona dair þeyler söylerdi dizi sonunda. Kesindi her þey, izleniyordum! Oturuþuma kalkýþýma dikkat etmeliydim zira komþu dairede apartman görevlimiz Ömer Aðabey, öðretmenim Atiye Duman, eczacý Bilge Teyze, eniþtem Feyzullah.. herkes ama herkes beni izliyordu ekranlardan. Korkunç! Kopya bile çekemezdim ki.. Böylesi paranoyalarla büyüyen bir çocuðun akýl ve ruh saðlýðýnýn yerinde olmasýný beklemesin lütfen kimse. Zaten '80 nesli olarak ciddi defolarýmýz var, birisi de bu oluversin. Hâsýlý, çocuk denen insan türünün kocaman bir hayal dünyasý var, tanýmasý gereken gerçek dünyadan daha da büyük belki de. Ýþte bu tanýma safhasýnda algýlayýþ biçemi de kendine göre oluyor.. Ýlk kez karþýlaþýlan durumlar, ilk kez duyulan tabirler, deyimler, sözler.. hepsini kendince kodluyor. Hangimiz sanmadýk ki bu süreçte?

NEVA

Birkaç örnek daha vermek isterim bitirmeden evvel, bakýnýz küçükken ne sanýrdým: Arþi v: Okumayý yeni yeni söktüðüm dönemlerdi. Bir akþam yine TRT haber bülteni izleniyor. O sýra kendi kendime oyun icat etmiþ takýlýyorum. Bir ara kafamý kaldýrýp televizyona baktým, sað üst köþede kýrmýzý þeritte beyaz harflerle “ARÞÝV” yazýyor. Bir deðil iki deðil.. Yüksek sesle “Bu arþiv neresi ki? Her þey orada oluyor..” dedim.. Babam vardý odada, sanýrým o gün benden hiçbir þey beklememesi gerektiðini anladý ve yaþadýðý hayal kýrýklýðý lâl etti dilini ki cevap bile veremedi adamcaðýz. Ama normal, o zamanlar, ki kasýt bundan en az yirmi yýl öncesi, en az diyorum bakýn.. o zamanlar þimdiki gibi “bilmem kim Haným günlerdir güneþleniyor, ekip gitsin..”, “bilmem nerede açýlýþ var, bir sürü manken orada olacak, bir ekip gitsin..”, “Bakan Bey'in küçük oðlu serçe parmaðýný incitmiþ, bir ekip gitsin.”, “Bürokrat Bey'in eþi müzayedeye katýlacak, bir ekip gitsin..” durumlarý yok. Çekmiþler saðdan soldan birer ikiþer görüntü, ölüm de olsa, doðum da olsa, deprem de yaþansa, þampiyonluk da ayný arþiv görüntüler.. O küçük saf velet ne yapsýn?

özlem atay

SANRILAR VE ÝNSANLAR

Ayný adlý eser: Babamla tek paylaþýmýmýz televizyon izlemekti galiba.. Yine o sümüklü günlerimde, ne zaman “yazarýn ayný adlý eserinden uyarlanan film”den bahsedilse “ayný” adýnda bir kitaptan bahsedilir sanýrdým. Mütemadiyen tek bir kitabýn uyarlanýyor olmasý ne zaman beynimde þimþeklerin çakmasýna neden oldu anýmsamýyorum. Fakat uzun süre bu sanrý sürmüþtü. Okul: Anne ev iþlerini yaparken ayakaltýnda dolaþmayalým diye gittiðimiz yer. Hatta okulun ilk gününde eve misafir geleceðini zannetmiþtim. Onca çocuðun annesinin ayný gün misafir kabul etmesi ne büyük tesadüftü öyle?! Korkunç gerçek kýsa sürede ortaya çýkmýþtý ama. Hijyenik ped: Bildiðin çocuk bezi gibi bir þey olmalýydý bu. Sývýyý sýzdýrmýyordu ne de olsa.. Kast edilen sývý da olsa olsa... Merak ederdim, bu kadýnlar neden tuvalete gitmezler? Erkekler gerektiði vakit tuvalete gitmeye utanmýyorlar da neden kadýnlar utanýyorlar ki? Hanya Konya arasý mesafeyi sonradan anladým. Para yemek, kaldýrým mühendisliði, gündüz feneri gibi kavramlara deðinmiyorum bile... Fakat ben ciddi ciddi Levent Kýrca'yý komik, Turgut Özal'ý ölümsüz, Cem Karaca'yý kör zannederdim.

15


þule oyman

ACI ÝNSANIN BÝRLÝKTE ÖLMESÝ GEREKEN ÞEYDÝR

V

asconcelos'in Þeker Portakalý romanýný on iki günde yazdýðý söylenir. Kendisine bunu nasýl yaptýðýný soranlara ise; "kýrk yýl + on iki gün" þeklinde cevap verir. iþte o zaman anlarýz ki; Zeze kýrk yýldýr yaþayan kocaman bir kalpmiþ Vasconcales'in içinde. biraz yaralý, biraz sevinçli, biraz hüzünlü ama fazla zeki. fazla olgun. fazla çocuk. Þeker Portakalý'nýn kahramaný Zeze, bir dönemin çocuklarýna arkadaþlýk etmiþ dramatik bir karakterdi. Oldukça yoksul bir ailenin çocuðu olarak dünyaya gelen, babasýndan þiddet gören, ablasý Gloria'dan anlamýný dahi bilmediði, sýrf söyleniþini güzel bulduðu için çirkin bir kelimeyi aðzýna doladýðý için ölümüne dayaklar yiyen küçük kalp Zeze. Neden bir çocuk: "Acý, insanýn birlikte ölmesi gereken þeydir" der, hiç düþündünüz mü? Bir roman karakterinde ruh bulmuþ gerçek bir insan neden çocukluðunda bunu söylemek zorunda kalýr? Acý insanýn birlikte ölmesi gereken bir þey ise neden hayatýmýzýn ortasýna pisliðini yaparcasýna -arsýz bir bela kadar da küstahlaþarak üstelik- huzurumuzu kaçýrýr? Hangi acý bir çocuðunun minik ellerinden, minik gözlerinden daha deðerlidir? Öyleyse küçük ruhumuzu zamanla gedikleyerek, hunharca þartlandýrarak, acýya programlanarak ve dahasý buna alýþarak yaþamayý kim ister? Neden ister? Esasýnda o an farkýna varamadýðýmýz irili ufaklý her türlü duygu silsilesi bugünlerimizin, bugünlerimizde içinde bulunduðumuz benliðimizin açýktan sebebidir. Bu bilimsel olarak bile kanýtlanabilir. Kanýtlanmýþtýr da. Ýsveçli bilim adamlarý mý akýl etmiþ yine bilemem ama bu en net gerçektir hayatýmýzda. Hissi anlamda tam bir insan olmaya anne karnýnda baþladýðýmýzý düþünürsek yolun ne kadar uzun ve yorucu olduðunu söylemeye bile gerek kalmaz. Minik ruh henüz anne karnýnda annesi ile üzülebiliyor ve sevinebiliyorsa; fonu gri renk ile kaplý bir yola, aramýza girdiðinde yaþayacaðý fýrtýnayý, üzüntüleri, sevinçleri, açtýrdýðý güneþleri, kýrdýðý camdan kalpleri, yaþama sebebi olduðu bir kýzýn gözlerini, varlýðýyla anlam bulduðunu düþündüðü bir delikanlýyý, inancý, bitmek tükenmek bilmeyen med-cezirleri varýn siz düþünün.

Acý insanýn birlikte ölmesi gereken bir þey ise neden hayatýmýzýn ortasýna pisliðini yaparcasýna -arsýz bir bela kadar da küstahlaþarak ü s t e l i k huzurumuzu kaçýrýr

"Hiçbir þey birden olmadý." Hiç kimse þöyle bir ara verip yaþamaya; "dur, yoruldum" demedi. Diyemedi. Zira yorulduðunun ayrýmýnda bile deðildi. Eskiden avaz avaz aðladýðýnda etrafýnda pervane olan küçük topluluktan yavaþ yavaþ sýyrýldý. Bu soyutlanma belki de en gerekli olandý insan için. Bir çikolata

16

NEVA

için aðlayan minik çocuk, büyüdükçe aðladýðý þeylerin ne denli deðiþtiðini görüp hayat üzerine derin düþüncelere daldý. Ýçinden çýkamadýðý da oldu, þaþýrdýðý da, öfkelendiði de, sevdiði de, nefret ettiði de ve çokça yorulduðu da oldu.. Tam da yükseklerden aþaðýlara düþerken, belki de acý ile ilk yüzleþmesinde bir acý eþiði oluþturdu kendince. Neye ne derece tahammül edeceðini, neye nasýl tepki vereceðini, kendisini neyin yýkýp neyin yeniden dünyaya getireceðini uzun uzun irdeledi. Yapmak istediði þey esasýnda sevgi denen þeyin nasýl olur da "acý" ile baðdaþabildiðiydi. Ýþte, aklýnýn almadýðý bir þey varsa buydu. Yüzyýllarca düþünse de yanýt alabileceðini sanmýyordu. Acý eþiði kendinden ayrý olarak geliþiyordu. Hayat "acý" demekti. Acý ise, insanýn birlikte ölmesi gereken þeydi. Minik ruh kapattý gözlerini, dört nala koþtu bu gerçeðe.. Vasconcelos'e de, ömürlere mýh kazýnacak olan bir karakteri sonsuza ölümsüzleþtirmek kaldý. Ýyi ki varsýn Zeze!

gibi dek


TÜRK SÝNEMA VE MÜZÝK TARÝHÝNDE HAKÝMÝYET SAHÝBÝ ÝKÝ NESÝL

yakup aydýn

T

ürk müzik ve sinema tarihine ismini yazdýrmýþ o kadar çok insan var ki saymaya kalksak çok zamanýmýzý alýr. Lakin deðinilmesi gerekilen iki nesil var ki bir tanesinin eserleri belki yýllarca dinlenilecek ve izlenilecek, diðer nesil ise o eserleri daha da ilerilere taþýyacak ve üstüne bir de kendi eserlerini katarak müziðe ve sinemaya büyük katký saðlayacaklardýr. Türk müzik ve sinema tarihinde isim yapmýþ bu iki nesilden bir tanesi 1940'lý yýllarda hayata gözlerini açmýþ sanatçýlardýr ki bir diðeri ise þu an bu dallardaki kýsmen de olsa mutlak hâkimiyetleri sürdüren, 1970'li yýllarýn sanatçýlarýdýr. Çok eskiden radyolarda dinlenen, sonraki yýllarda sinema salonlarýna taþýnan ve televizyonun hayatýmýza girmesiyle evlerimize de konuk olan 1940'larýn sanatçýlarýný, her daim izledik, dinledik ve hala bazýlarýný izlemeye ve dinlemeye devam ediyoruz. 40lý yýllarda doðan ve Ýlk akla gelen sanatçýlarýmýz arasýnda Barýþ Manço (1943), Cem Karaca (1945), Erkin Koray (1941), Fikret Kýzýlok (1946), Arif Sað (1945), Orhan Gencebay (1944), Türkan Þoray (1945), Kemal Sunal (1944), Þener Þen (1942), Kadir Ýnanir (1949), ve Cahit Berkay'ý (1946) saysak muhakkak ki birçok sanatçýmýzý es geçmiþ sayabiliriz. Genel itibariyle 40lý yýllarýn sanatçýlarýnýn, ülkemizin sinema ve müzik tarihine yadsýnýlmayacak derecede etkileri olmuþtur. 2000li yýllara geldiðimizde ise 1940 yýllarýnýn sanatçýlarýnýn yerini adeta 1970li yýllarýn sanatçýlarý almaya baþladý. Onlarýn izinden devam etmeye çalýþmak istediler. Kimisi kendilerince çok özgün çalýþmalara yelken açmýþken, kimileri de eskilerin sanatçýlarýna ait eserleri çoðu kez yeniden yorumladýlar. Onlarýn varisi olduklarý ilan edildi gazete ve televizyonlarda.

Þimdinin sinema ve konser alanlarýnýn yaný sýra televizyon ve radyolarda da rastladýðýmýz 70li yýllarda doðan sanatçýlarýmýz arasýnda Nejat iþler (1972), Çaðan Irmak (1970), Fantezi Müziðin vazgeçilmez isimleri arasýnda olan Alisan (1976), Mahsun Kýrmýzýgül (1970), Özcan Deniz (1972) yer alýrken, Müziðin rock tayfasýný temsil eden Kurban, Rashit, Athena, Replikas, Pentagram, Mor ve Ötesi elemanlarý da 1970 li yýllarda doðan sanatçýlar arasýndadýr. Nitekim Sanem Çelik (1975), Cem Köksal (1976), Demir Demirkan (1972), Cem Yýlmaz (1973), Emre Altuð (1970), Tarkan Tevetoðlu (1972), Janset Paçal (1971), Ata Demirer (1972), Gülse Birsel (1971), Þebnem Ferah (1972), Nurgül Yesilçay (1976), Cengiz Üstün (1972), Hüsnü Þenlendirici (1976) de bu neslin temsilcileri arasýnda tarihe ismini yazdýracak olan kiþiler arasýndadýr. Bir dönem Türk Müzik ve Sinema tarihinde sahne alan büyük insanlar adeta yaprak dökümü gibi veda ettiler bizlere. Ýçinde bulunduklarý, türlü zorluklara raðmen büyük bir mücadele örneði sergileyen 1940lý yýllarýn kuþaðý teker teker bizleri terk etmekte ve sahneyi yeni nesle devretmektedir. Kemal Sunal, Barýþ Manço, Fikret Kýzýlok' tan sonra Cem karaca'yý da uðurlamak içimizde büyük bir acý hissettirdi. Kemal Sunal ismi her aklýmýza geliþte “Ýnek Þaban” karakteri ile “Hababam Sýnýfý”ný yeniden yaþadýk, yeniden “Kibar Feyzo”nun mücadelesini hissettik, “Kapýcýlar Kralý”ný, “Davaro”yu “Süt “Kardeþleri, “Tosun Paþa”yý ve ismini þimdi yazmadýðýmýz Türk Sinemasýnda iz yapmýþ onlarca filmini gözlerimizin önünden yeniden geçirdik.

NEVA

17


yakup aydýn

Onunla yorgun, çilekeþ Türk insanýnýn saflýðýný ve mücadelesini kimi zaman gözyaþlarý ile kimi zaman ise kahkahalar ile izledik. Barýþ Manço'yu her anýþýmýzda “Adam Olacak Çocuk” programýnda verdiði adresi hatýrladýk hiç unutamamamýzdan dolayý; “Moda 81300 Ýstanbul” dedik hep. Ýlk bestesi olan “Kol Düðmeleri” ile baþladý serüvenine ve kültür elçiliði ile devam etti hayatýna. O da çok aðlattý bizi, “Baba Bizi Eversene” isimli filmi ile de güldürdü. Geriye býraktýðý yüzlerce eseri ile o da bize veda etti, kim bilir neler söyleyecekti daha. O bizim için bir halk ozanýydý.

Unutmamak üzere onu da üryan geldiðimiz topraða uðurladýk. Ve kahkahalarýn þen ismi Þener Þen'i tanýdýk. Hemen hemen Kemal Sunal'ýn olduðu her karede onu da yaþadýk doyasýya. “Þekerpare” ile doyasýya güldük, “Niyazi Day”ý rolleriyle çatlarcasýna kahkahalar attýk, “Badi Ekrem” ile kendimizden geçtik. Yeri geldi gaza gelen “Badi Ekrem” oldu, yeri geldi Türkan Þoray'a âþýk bakkalý oynadý. “Eþkýya” ile aðlatýrken “Züðürt Aða” ile güldürebilmeyi baþarabildi.

Bir dönem Fikret Kýzýlok vardý herkesin gönlünde. “Bu Kalp Seni Unutur mu”, “Haberin Var mý” gibi yýllarca unutulmayacak eserlere imza attý. O da bizi bir vurgun misali býrakýp kendi diyarýna göç etti.

Erkin Koray ile Türk Rock Müziði farklý bir soluk yaþadý. Þimdileri sadece bazý konserlerde boy gösterse de onu hep arar olduk biz ve hala bizimleyken daha çok yaþatmamýz gerektiðini anladýk. John Lennon ile görüþen ama ne konuþtuklarýný sýr gibi saklayan bir sanatçýmýz o. Kendisini magazin dünyasýna manþet yapmadýðý gibi müziðinden de taviz vermedi hiçbir zaman.

Ve yýllarýn susturamadýðý asi sanatçýsý çýka geldi bir gün. Cem karaca'dan baþkasý deðildi bu ve eserleriyle birçok kiþiyi de peþinden sürükledi. “Ben bir ceviz aðacýyým Gülhane parkýnda, ne sen bunun farkýndasýn ne de polis farkýnda” dizeleri ile coþturdu sevenlerini. Âþýk Emrah'ý onunla öðrendik, “Resimdeki Gözyaþlarý” ve “Tamirci Çýraðý ile hislendik, bir Karacaoðlan eseri olan “Üryan Geldim” ile düþüncelere daldýk. Ve birçok Nazýn Hikmet þiirlerini gelecek nesillerle aktarma açýsýndan baþarýlý bir iþe imza atarak onlarý besteledi.

Ve bir baðlama virtüözünü tanýdý ülke. “Hatasýz Kul Olmaz” dedi, “Sevenin Halinden Sevenler Anlar” dedi. Orhan Gencebay ile duygularý açýða vurduk. Yýllarca “ben arabesk müzik yapmýyorum söylemlerini” dinledik ve bunda derin anlamlar aradýk. Þarkýlarýndaki armoni zenginliðiyle keyif aldýk. Histerik þarkýlarýný film olarak televizyonda izledik. Küçük yaþta yaptýðý eserler ile geleceðe ait sinyaller verdiðini okuduk manþetlerden.

“Çok yorgunum Beni bekleme kaptan Çok yorgunum Beni bekleme kaptan Seyir defterini baþkasý yazsýn Seyir defterini baþkasý yazsýn Çýnarlý kubbeli mavi bir liman Beni o limana çýkaramazsýn Beni o limana çýkaramazsýn Çýnarlý kubbeli mavi bir liman Beni o limana çýkaramazsýn Beni o limana çýkaramazsýn Çok yorgunum beni bekleme kaptan”

Türkan Þoray ile aðladýk, Kadir Ýnanir ile mert kabadayýyý öðrendik. Harika bir roman uyarlamasý olan “Selvi Boylum Al Yazmalým” ile kahramanlarýn birbirine kavuþamadýðý ilk Türk filmini onlar ile ölümsüz kýldýk. “Dila Hatun”, “Kanlý Nigar” ve daha nice film ile Türkan Þoray geldi geçti sinemamýzdan. Kadir Ýnanir ile “Tatar Ramazan” kanunlarýný yazdýk yeniden. Arif Sað ile baðlamanýn konuþtuðunu gördük. En güzel türkülerimizi yorumladý kendi üslubu ile ve halktan birisi olmayý basardý. Yýllarýn eskitemedigi müzisyen olarak Cahit Berkay'ý tanýdýk. Efsanevi Moðollarýn grubunun kurucusu olarak bildik. Birçok filmin müziðini yaparak onlarý yýllarca akýllarda tutmayý baþardý. Yeþilçam'a ait nerde bir film izlesek biliriz ki fonda bir Cahit Berkay eseri vardýr. Hisleniriz, duygulanýrýz, deruni manalar taþýdýðýný biliriz. Saydýðýmýz ve saymayý unuttuðumuz 1940lara ait onca isim mutlaka bir gün ne acý gerçek ki bizlerden ayrýlacaklardýr ama bilinmesi gerekilen, sonsuzluða yelken açmýþ kiþiler olarak

18

NEVA


Bir gitar virtüözü olarak Demir Demirkan (1972)'ý tanýdýk. “Trail Blazer” albümündeki sololarý ile gaza geldik, kafa salladýk. Cem köksal (1976) ile Türkiye'nin Malmsteen ayaðýný tanýdýk. Kendine has sololarý ile “Set Me Free” yi dinledik.

daima bizimle birlikte eserleriyle anýlacaklardýr. 2000li yýllara gelindiðinde ise sahnede 1970li yýllarýn hâkimiyeti yadýrganamaz durumdadýr. Sinemanýn ve müziðin her dalýnda iddialý olan isimleri tanýdýk. Ben varoþlarýn müzisyeniyim diye sahneye çýkan Mahsun Kýrmýzýgül (1970) yýllarca kendisi izlettirdi, “Yýkýlmadým Ayaktayým” dedi, “Annem Annem” diyerek herkesin annesini aðlattý. Aliþan (1976)'ý izledik bir dönem, delikanlýnýn kitabýný yazdý. “Var ya Sevdamý Daðlara Yazarým” dedi ardýndan. Hemen peþi sýra “Özcan Deniz (1972) çýktý sahneye ve “Asmalý Konak” ile hafýzalardan uzun süre silinmeyecek bir yer edindi kendine. “Neredesin Firuze” gibi sinema filmlerinde rol aldýðý gibi “Aslan Gibiyim Aslan gibiyim” þarkýlarý ile de dillere düþtü. 2000li yýllar 70 yýllarda doðan bu üç fantezi müzisyenlerin sahnesi oldu. Çaðan Irmak (1970) ile farklý diziler ve sinema filmleri izledik. “Mustafa Hakkýnda Her Þey” ve “Babam ve Oðlum” ile herkesi sinema salonlarýna doldurdu. Nejat Ýþler'i (1972) daha çok görür olduk tiyatro sahnelerinde ve sinema salonlarýnda. Kendine has oyunculuðu ile sevdirmesini bildi kendini. Sanem Çelik (1975) ile kötü kadýný tanýdýk “Kara Melek”te ve “Aliye” dizi film ile yeniden izleyicinin hafýzalarýnda yer edinmeyi baþardý. Ülkenin yeni Türkan Þoray diye Nurgül Yeþilçay (1976)'ý takdim ettik kendimize. “Ýkinci bahar” dizisi ile akýllarda yer tuttu ve o hýzla tarihte yerini alanlar arasýnda oldu. Janset Paçal (1971) ile komedi dizilerinden olan “Ayrýlsak da Beraberiz”i izledik yýllarca ve farklý tarzý ile hep arar olduk televizyonda. Pop müzikte çýð gibi büyüdü 70lerin sanatçýlarý. Popun kralý olarak Tarkan Tevetoðlu (1972) ile yelken açtýk Avrupa'ya. “Oynama Þýkýdým” dedi, “Acayipsin” dedi, “yakalarsam” dedi ve hiç susmadý, gerek imajý ile gerekse de sesi ile büyük kitlelere seslendi. Emre Altuð (1970) ile farklý bir soluk yaþadý pop müzik. Buðulu ses tonunu duyduk. “Ýbreti Alem” ile radyolarýmýzýn sesini biraz daha

NEVA

Tarkan Gözübüyük (1970), “Can Kýrýklarý”, “Dünya Yalan Söylüyor” ve daha baþka bir sürü albümlerin aranjörlüðünü yapan sanatçý olarak tarihte yerini aldý. Çizimleri ile Cengiz Üstün (1972) ve kardeþini okuduk yýllarca, klarneti ile Hüsnü Þenlendirici (1976)'yi dinledik.

yakup aydýn

açtýk. Rap müzikte “Cartel” ve “Nefret” grubu da hep bu neslin çocuklarýndan oluþmaktadýr.

Son dönemlerin en komik isimlerini tanýdýk. Cem Yýlmaz'a (1973) “Bir Tat Bir Doku” ile doyumsuz kahkahalar attýk, her gösterisini defalarca izledik. Ata Demirer (1972) ile “Tek Kiþilik Dev Kadro” izledik. Komik kadýn Gülse Birsel'i (1971) çok sevdik. “Avrupa Yakasý” ve “Gag” yapýmlarýný tekrar tekrar izledik doyasýya. Rock müziðin önde gelen kadýn sanatçýlarý arasýnda yer alan Þebnem Ferah ( 1 9 7 2 ) v e Ö z l e m Te k i n ' i ( 1 9 7 1 ) vazgeçilmezler arasýna koyduk. Pentagram'dan Metin Türkcan (1971) ve Murat Ýlkan (1971), Kurban grubundan Deniz Yýlmaz (1974), Kerem Tüzün (1971), Burak Gürpýnar (1975), Özgür Kaynarkan (1975), birçok hayata yön veren Replikas, Ýzmir'in melodik death metal grubu In spite, farklý yorumlarý ile Rashit, son yýllara damgasýný vuran Mor ve Ötesi ve daha birçok heavy metal ve rock dünyasýnýn sayýsýz ismi hep bu neslin çocuklarý idi. Detaylarý ile anlatamadýðýmýz o kadar çok 70 nesli var ki þimdilik sadece isimleri ile yetiniyoruz. Popüler kültür sayesinde olsun ya da olmasýn, yaptýðý iþi beðenelim ya da beðenmeyelim hayatýmýza bir þekilde girmiþ bu iki neslin hâkimiyetini belki de bir ölçüde kabul etmemiz gerekiyor. Açýn televizyonlarýnýzý ve dikkatli bakýn. Muhakkak bir dizide baþrol oynayan ya da müzik kanalýnda klibi yayýnlanan üç þarkýdan ikisi bu iki neslin sanatçýlarýdýr.

19


özer öztürk

çay sÝmÝt Mrb. Slm! Neva' ya yeni yazmam sebebiyle öncelikle herkese merhaba demek istiyorum. Yakup bana yazý yazma teklifinde bulunduðunda “edebiyat dergisi” gibi bir iddialý söze karþý çekincelerim ve farklý duran bir tavrým vardý. Bu çizgi içinde sanýrým komik durumda olduðuma karar verdim. Ben biraz daha sokak yanlýsýyým. Edebiyatýn divan tarafýyla deðilde halk tarafýyla ilgiliydim. Daha sonra Yakup derginin genel anlamda farklý seslerin ahenk içinde bir arada durduðu bir proje olarak anlattý.. Bu bütünüyle benimde hayat görüþümdü ve hemen bu proje içinde yer almak istedim.. Bu kýsa giriþ paragrafýndan sonra benim köþemde olan biteni yaþamýmda olduðu gibi farklý sesleri bir araya getirme espirisinden yola çýktýðýný ve eski ile yeni, doðu ile batý, köylü ile kentli, akustik ile dijital gibi kavramlarýn bir arada bulunduðunu göreceksiniz. Bizi Ýstanbul gibi bir araya getiren, bizi biz yapan deðerlere selam olsun.. TÝPÝTÝP Tipitip, Kent Gýda Sanayi adlý þirketin 1974 yýlýndan itibaren ürettiði “karikatürlü” bazuka sakýz markasý ve bu sakýzýn paketlerinden çýkan karikatürlerin uzun burunlu, büyük gözlüklü, papyonlu, yuvarlak þapkalý çizgi-kahramaný. Karikatür kahramanýnýn yaratýcýsý karikatürist Bülent Arabacýoðlu'dur. Karikatürler çok sevilince çizgi filmi de yapýlmýþtýr. Ýlk Tipitip çizgi filmlerini Þener Þen seslendirmiþtir. Maceralarýnda Tipitip sevimli, neþeli fakat her iþi eline yüzüne bulaþtýran beceriksiz bir aile çocuðu olarak canlandýrýlýr. Tipitip karakterinin görünümü zamanla deðiþmiþ, papyon yerine kravat takmaya baþlamýþtýr. Tipitip maceralarýnýn yeni kahramanlarý karýsý Tipitoþ, kýzý Tipicik ve köpekleri Tipitop'tur. Sýra dýþý tasarýmý sayesinde eðilip bükülüp kolayca þekle giren bu cikleti farklý kýlan da bu ilginç tasarýmý olsa gerektir. Sanýrým, aslýnda ipana diþ macunu tadýndaydý.. Karikatürlerinin bulunduðu sayfanýn sað üst köþesindeki sayýlar nedeniyle çok güzel toto oynayabildiðimiz, uzun burunlu gözlüklü erkeklere tipitip, kýzlara ise tipitoþ dediðimiz ilgi çekici serüvenleri olan tipitip genlerimize iþledi, fotografik hafýzamýza kazýndý.. bizi biz yapan deðerler arasýnda olan bir sembol, ikon haline bile geldi, bir fenomen oldu.. gerekli mi gereksiz mi bilmiyorum ama hayatýmýza girmiþ olduðu tartýþma götürmez..

Laftan anlamayan taraftarla tartýþacaðýna git kendini köprüden at serisi-1 -Aaaa! ofsayt olm bu! yuh! yavþak hakeme bak! -Aabi ne alakasý var ofsaytla sizin salaklar çarpýþtý top nondanýn önünde kaldý.. -Yeeaak yaa?! olm topun vurulduðu ana bak! baak! en yakýn adam burda nonda diilmi? herrr sene böyle ne bu arkadaþ?! hakemlerle maç alýyosunz þerrefsizler.. -tööbe tööbe..

20

NEVA


Matrix ve Felsefe

çay sÝmÝt KENDÝNÝ BÝL

William Irwin Güncel Yayýncýlýk / Açýk Felsefe Dizisi

Platon'un maðara alegorisinde mahkûmu kimin kurtardýðý belli deðildir; ne var ki Matrix'te bu kiþi Morpheus'tur Morpheus Yunan mitolojisinde, rüyalar yoluyla þekillerde deðiþiklik yapan uyku tanrýsýnýn ismidir). Neo, yukarý doðru çekiþtirmek zorunda kalýnmýþ olmasý gereken Platon'un mahkûmu gibi, pembe bir maðara bulamacýnýn içinde kabloyla baðlanmýþ halde uyuyan diðer bihaber mahkûmlarýn görüntüsü karþýsýnda ilk önce korkuya kapýlýr. Neo þimdi gördüðü þeyin gerçek olduðunu ve eskiden bir düþ dünyasýnda yaþamýþ olduðunu kabul etmek istemez. Morpheus “Bu insanlarýn çoðu fiþlerinin çekilmesine hazýr deðiller.” Diyerek Neo'yu teskin eder. Týpký Platon'un mahkûmunun maðaranýn dýþýndaki gerçek dünyaya aðýr ve acýlý uyum saðlama dönemi gibi, Neo'nun iyileþmesi de acýlýdýr. “Gözlerim neden acýyor?” diye sorar Neo. “Çünkü onlarý daha önce hiç kullanmadýn.” Diye yanýt verir Morpheus.

MAÐARA ALEGORÝSÝ Morpheus Neo' ya “Zihnin için bir hapishanede” der. Köleler, savaþ mahkûmlarý toplama kampý kurbanlarý bile an gelir, zihinlerinde özgür olurlar. “Bedenime sahip olabilirler, ama ruhuma asla.” Köleliðe ve mahkûmiyete karþý bu direniþ çaðlar boyunca birçok kahramana þiar olmuþtur. Örneðin Epictetus, Fredrick Douglass, Viktor Frankl, James Bond Stockdale, Nelson Mandela, John Mc Cain, Malcolm X, Rubin Hurricane Cartert. Zihnin için bir hapishaneden daha kötü olan þey, bir zihin hapishanesidir; içinde olduðunu bilmez, bu yüzden de kaçma isteði duymazsýnýz. Böyle bir hapishanenin içinde olan bir insan, özgür býrakýldýðýný nasýl anlayabilir ki?

“Eðitimin kökü acý, meyvesi tatlýdýr.” Diye yazar Aristoteles. Biz de eðitim kelimesinin Ýngilizce' de etimolojik olarak “dýþarý çýkarmak” anlamýna geldiðini unutmamalýyýz. Mahkûm maðaradan, Neo Matrix'ten çýkarýlmýþtýr. Hipokrat yemini hekimlere týbbi bilginin sahipleri deðil, taþýyýcýsý ve yayýcýsý olduklarýný hatýrlatýr. Baþkalarýna yardým etmek için bilgiyi paylaþmak zorundadýrlar. Felsefe eðitimi alanlarý ise baðlayan ciddi bir yemin yoktur, fakat bu bilgiyi paylaþanlarýn sayýsý hiç de daha az deðildir. Platon'un firari mahkûmu güneþ ýþýðýndaki iyilik ve bilgi dünyasýnda kalabilirdi, fakat geriye döner ve ötekilere yardým eder. Bu mahkûm eski inanýþlarýna ve hayatýný eskiden olduðu gibi yaþamaya dönmektense, “Homeros'un Achilles'i gibi hissetmez mi, tek karýþ topraðý olmayan bir adamýn evinde karýn tokluðuna çalýþan bir köle olmayý yeðlemez mi?”(Cumhuriyet 515d) her þeye katlanmaz mý? Neo da, Cypher'ýn aksine, sahte bir hakikate dönmektense her þeye katlanmaya razý olacaktýr.

“Varsay ki onlardan biri serbest býrakýlýp ayaða kalkmaya zorlansýn, geriye dönsün ve gözlerini ýþýktan ayýrmadan yürüsün, bütün bu hareketler acý verecektir ve gözleri eskiden beri görüp durduðu gölgelerin ait olduðu nesneleri göremeyecek kadar kamaþmýþ olacaktýr. Biri ona eskiden gördüklerinin anlamsýz bir yanýlsama olduðunu, fakat þimdi bir þekilde hakikate daha yakýn olduðunu ve daha gerçek nesnelere baktýðýný, daha doðru bir bakýþa yaklaþtýðýný söylese, bu kiþi ne düþünür dersiniz? Þaþýrýp, kendine þimdi gösterilen nesnelerin eskiden gördüklerinden daha gerçek olmadýðýna inanmayacak mýdýr?” Bu satýrlar Platon' un MAÐARA ALEGORÝSÝ (ayrýca benzetmesi, miti, maðara meseli) diye bilinen bir hikâye anlattýðý Cumhuriyet (514c) kitabýndan alýnmýþtýr. Bununla birlikte anlatý, Neo' nun Matrix'ten kurtarýldýðýnda yaþadýðý güçlüðü çok iyi tarif etmektedir.

Biz-hepimiz-mahkûmlara benzeriz; çünkü sýk sýk içinde yaþadýðýmýz hakikatin var olan en yüksek hakikat olduðunu varsayma hatasýna düþeriz. Platon'a göre, beþ duyumuza hitap eden hakikat düzeyinde tecrübe ettiðimiz her þey, daha yüksek bir hakikat düzeyinin, Formlarýn yoksul taklitleridir. Güzel günbatýmlarý, adil eylemler ve gerçekten güzel bir Çin yemeði tecrübe edebiliriz; fakat bütün bunlar mükemmel formlarýn sadece taklitleri, kendinde Güzellik'in kendinde Adil'in, kendinde Ýyilik'in vs. kopyalarýndan ibarettir.

Maðaradaki mahkûmlar, boyunlarýndan, ellerinden ve ayaklarýndan zincirlenmiþlerdir. Doðuþtan itibaren bu haldedirler ve baþka hiçbir hayat mevhumlarý yoktur. Gardiyanlar, bir gölge oyununda olduðu gibi, ateþin önünde hayvan þekillerini geçirirken, gölgeler önlerindeki duvara düþer. Mahkûmlar duvardaki –gerçek hayvanlarýn deðil tahtadan oyma þekillere ait – gölgeleri seyreder. Bu gölgeleri mümkün kýlan ýþýk, en iyi ýþýk, yani güneþ ýþýðý deðil, bir ateþin ýþýðýdýr. Ne var ki mahkumlar tutsak olduklarýný bilmezler ve kendilerince tecrübe edilen dýþýnda herhangi bir gerçekliðin var olduðundan kuþkulanmazlar. Gelgelelim bir gün, mahkûmlardan biri serbest býrakýlýr, dýþ dünyaya çýkarýlýr ve orada, güneþ ýþýðýnda her þeyi bilfiil olduklarý gibi görür. Bencil bir þekilde dýþ dünyada kalmaktansa, esaret içinde yaþadýklarýný ötekilere anlatmak için geri döner, arkadaþlarý onun delirdiðine inanarak, alayla karþýlýk verir. Bu hikâye Platon'un hocasý Sokrates'in hayatýna benzer. Deli olduðu düþünülmüþ ve nihayet dikkatleri daha yüksek bir gerçeklik düzlemine çekmeye çalýþtýðý için ölümle cezalandýrýlmýþtýr. Elbette Matrix'ten kurtulan ve “hakikat çölünü” gören Neo'nun hikâyesine de benzemektedir. Neo, týpký Platon'un mahkûmu gibi, kendinin zincirlenmiþ veya daha keskin bir ifadeyle, Matrix' in yanýlsatýcý gölge oyununu zihninde canlandýran siyah kablolara baðlanmýþ olduðunu öðrenir.

özer öztürk

Orjinal isim: The Matrix And Philosophy

NEVA

Akýldaki hangi soru insanda formlar arayýþýný baþlatýr? Platon ve Sokrates duyular vasýtasýyla deðil, yalnýzca akýl vasýtasýyla anlamanýn önemini öðretir. Morpheus Neo'ya hiç kimseye Matrix'in ne olduðunun anlatýlamayacaðýný söyler. Bizzat “kendin görmelisin.” Formlarda olduðu gibi, Matrix'i kavramayý saðlayan þey, kelimenin gerçek anlamýnda “görme” deðil, doðrudan bilmedir. Örneðin, bir çocuk çiçeklerin güzel olduðunu öðretilmeye ihtiyaç duymaz, bunu Güzellik Formu'nun hatýrlama ve çiçekteki güzellik payý vasýtasýyla bilir. “KENDÝN BÝL.” Matrix'te kâhinin mutfak kapýsý üzerinde ve çok daha önce Apollon tapýnaðý giriþinde bu yazar “Temet Nosce/Kendini Bil.” Kendini bilmek anahtardýr. Fight Clup bir ergenlik sorusu sorar gibi görünür: “Hayatýnda hiç kavga etmemiþsen, kendini nereye kadar tanýyabilirsin?” Kurgu ve “kavga ilerledikçe, bunun salakça ve yalnýzca erkeklere özgü bir soru olmadýðýný görürüz. Kavga vasýtasýyla kendimizi tanýrýz.

21


ilker salman

ACI ÝLAÇ ÖZGÜRLÜK VE GUGUK KUÞLARI 10 yaþýmdayken bir öykü yazmýþtým. Öykü dediðime bakmayýn, öyküden baþka her þeye benziyordu. Küçük Kahraman'dý adý. Ýsmi olmayan bir Orta Asya Türk devletinde devlet baþkanlýðýyla iþtigal eden birinin yine ismi olmayan (o zamanlar hak edene verilirdi ya) tembel çocuðunun, babasý Çinliler tarafýndan savaþta öldürülüp, ülke Çinlilerin eline geçtikten sonra baþlattýðý baðýmsýzlýk mücadelesinin 37 yýla yayýlan tuhaf, grotesk, fantastik, destanýmsý, yedi sayfalýk hikâyesiydi haddizatýnda. Ara sýra açýp okurum; istemeden de olsa eðlenceli bir üslup tutturmuþum, iyi gelir, gülerim. *

* * Ülke Çinlilerin tutsaklýðýndayken 14 yaþýndaki kahraman çýkar ''bu böyle gitmeyecek, savaþalým, özgür olalým'' falan der, herkes hep bir aðýzdan bunu tekrarlar, nasýl olduðunu bilmediðim bir þekilde örgütlenip Çinlilere savaþ teklifinde bulunurlar, Çinliler ''biraz Türk öldürekte neþemizi bulak'' diyerek davete icap ederler, iki ordu Baldýr adýnda uydurduðum bir daðýn eteklerinde karþý karþýya gelirler, Çinliler sayýca Türklerin on mislidir ama savaþý Türkler kazanýr falan filan. Savaþýn adýný ''Hürriyet(Baldýr) Savaþý'' diye yazmýþým. Ayrýntýlarýna da girmiþim. O yýllarda futbolla da epey içli dýþlý olduðum için savaþ tasvirini maç spikeri aðzýyla yapmýþ, ''þimdi Türkler sað kanattan hücuma geçti'' gibi enteresan ifadeler kullanmýþým. Savaþýn sonunda ölü-esir istatistiklerine de yer vermiþ, iki milletin ölülerine de þehitlik payesi biçmiþim. Bu savaþýn ardýndan imzalanan anlaþmayla Türkler baðýmsýzlýðýna kavuþuyor, miskin kahramanýmýz isim kazanýp Yavuzhan oluyor, padiþahýn beþ oðlundan (evet padiþah demiþim) ikisi arasýnda iç savaþa yol açan bir taht kavgasý baþlýyor, kazanan Yavuzhan tahta çýkýyor, evleniyor, çocuðu oluyor, Çinlilerle tekrar savaþýyor, savaþý kaybetmek üzereyken çamaþýr yýkayan annesinin yanýndan kaçýp savaþ alanýna giren üç yaþýndaki oðlu yerde bir hançer bulup rasgele savuruyor, hançer gidip Çin kumandaný Honk-Çortus'un baþýna saplanýyor, savaþýn kaderi deðiþiyor, amcasý küçük yeðenini kucaklayarak savaþ alanýndan çýkarýp annesinin yanýna götürüyor, hülasa Türkler Çinlileri kez daha yenerek onlarýn elinden Çortuk gölünün kýyýsýný alýyor, bittabi bu velet de isim kazanýyor, ülke geniþleyip güzelleþiyor, bu güzellikten etkilenen Karluklar ülkeyi istila etmeye çalýþýyor, derhal bu istilacýlar yenilgiye uðratýlýyor, Yavuzhan'ýn en büyük aðabeyi suikast sonucu öldürülüyor, sonra diðer amcasý hastalanýyor, doktor çaðrýlýyor, böbrek kanseri teþhisi konuluyor ve iki gün sonra vefat ediyor, onun acýsýna dayanamayan yeðeni kalp krizinden

22

NEVA

gidiyor, nihayetinde bu ölümlere daha fazla dayanamayan Küçük Kahraman da 46 yaþýnda hayata gözlerini yumuyor. Vasiyetinde de daha önce hikâyede hiç bahsi geçmeyen Çaðrýhan adlý en yakýn arkadaþýný yeni hükümdar olarak ilan ediyor. * * * Ýþte 10 yaþýnda bir çocuðun kaleminden bir özgürlük hikâyesi. Keþke hikâyenin baþýnda tembel, miskin, iþe yaramaz olarak gösterdiðim çocuktan bir kahraman yaratmaya tevessül etmeseydim. Yine onu anlatsaydým ama olduðu gibi kabul ederek yapsaydým bunu. Çünkü o zaman da iyi biliyordum ki o iþe yaramaz çocuk benden baþkasý deðildi. Ama iþte bu ülkede aþaðýlýk ve büyüklenme duygularý birlikte yürüyor. ''Bizden adam olmaz'' ezikliðiyle ''Biz dünyanýn en üstün ýrkýyýz'' böbürlenmesi bambaþka bir eziklik terkibi oluþturuyor. Ve bu topluluðun küçük bir ferdi de bundan fazlasýyla nasibini alýyor. Bu, meselenin bir boyutu. Peki, neden küçük bir çocuk savaþa ve kana buladýðý bir özgürlükten söz ediyor? Özgürlük bize en baþýndan beri vakti zamanýnda savaþarak, kan dökerek elde ettiðimiz bir mefhum olarak öðretildi. Özgürlük yalnýzca bir milletin bölünmez bir bütünlükle tesis ettiði devlet fikriydi. Dolayýsýyla biz özgürdük. Bu þartlarda özgürlükten bahsetmek bu bölünmez bütünlüðü bozmaktan baþka bir þey deðildi. Bireysel özgürlük sadece bir cümleyle ''herkes eþit haklara sahiptir'' diye geçiþtirildi. Bu elbette eþitliði anlatýyordu ama eþit bile deðildik. Kimlerin daha eþit olduðunu da büyüdükçe öðrendik. Ahmet Hamdi Tanpýnar'ýn ''Hürriyeti politikaya mahsus bir þey addedenler korkarým ki hiçbir zaman manasýný anlayamayacaklardýr'' dediði yýllarda özgürlükten bahsetmek tehlikeli bir þeydi. Ama bizde istenmeyen kavramlarý, dinamikleri ortadan kaldýrmak için içini boþaltmak gibi etkili bir çözüm vardýr. Mesela iyi bir okuyucunun hayatýný deðiþtirebilecek dünya ve Türk edebiyatý klasiklerini yasaklamak çok isterlerdi, zamanýnda da denemiþlerdi ama ilköðretim-lise yýllarýnda özetlerini okumayý salýk vererek çözüm bulmuþlardý buna. Geçen sene Tanpýnar'ý okumaya karar verdiðimde lise yýllarýna mý döndün diye soranlar olmuþtu. O yýllarda Tanpýnar okusaydým ne anlardým merak ediyorum. Þimdi de politikacýsýndan bürokratýna kadar herkes özgürlükten bahsediyor. Herkes özgürlükçü ülkede. Ya da kendine özgürlükçü. Örneðin kadýn dernekleri kadýnlarýn bir kýsmýnýn okuma hakkýný elinden alan bir yasanýn devamý için nümayiþ tertipleyebiliyor. Bunu da özgürlük için yaptýklarýný söylüyorlar. Kendi özgürlüðünü korumak için baþkasýnýn özgürlüðünü kýsýtlamak… Evet, özgürlükler baþkasýnýn özgürlüðü ile mahduttur ama buna niyetlenildiðini var sayarak


ACI ÝLAÇ *

* * Kieslowski'nin Üç Renk Üçlemesi'ni en azýndan duymuþsunuzdur. Mavi, Beyaz ve Kýrmýzý. Ýsimlerini Fransa bayraðýnýn renkleri ve anlamlarýndan alan bu filmlerin ilki Mavi'de özgürlük kavramýný inceler Kieslowski. Daha önce Dekalog'da Musa'nýn teblið ettiði 10 Emir'in her birini aðýzlarý bir karýþ açýkta býrakan yaklaþýmlarla anlatan müteveffa yönetmen Mavi'de de kocasýný henüz kaybetmiþ bir kadýnýn h i k â ye s i n d e Ta n p ý n a r 'ý n S a a t l er i Aya r l a m a Enstitüsü'ndeki kahramaný Hayri Ýrdal'ýn karýsýný kaybettikten sonra sarf ettiði ''Olabilecek þeylerin en kötüsü olmuþtu. Artýk hürdüm'' ifadesine iktiran eden bir özgürlük sorgulamasýna giriþir. Bu yaklaþým WongKar Wai filmlerinde de ayaklarý olmayan, yani konamayan ve devamlý uçmak zorunda olan kuþ imgesiyle kendini gösterir. Tamamýyla özgür olmak, her þeyden baðýmsýz olmak iyi bir þey midir? Her ne kadar Tanpýnar'ýn bir romanýnda karþýmýza çýkmýþ olsa da bu sorgulamalar Türkiye'de özgürlük deyince en akla gelmeyecek þeylerdir. Gelmesi için söz gelimi bayraðýmýzýn çaðrýþtýrdýklarýný anlatacak bir filmde Kieslowski gibi yaklaþýmlarda bulunmamýz gerekiyor. Yanlýþ anlaþýlmasýn, o sanatsal seviyeye çýkmak gerekir demiyorum. Kieslowski sinemanýn gördüðü en iyi yönetmenlerden birisi. Bizim yönetmenler yeteneksiz, yapamaz da demiyorum. Sadece böyle bir projede bunu yapmaya cesaret edemezler diyorum. Korkak olduklarýndan deðil, özgür bir ülkede yaþamadýklarýndan. * * * Yatýlý okulda okuduðum yýllarda akþam çýkýp evine gidebilenlere çok özenirdim. O yýllarda özgürlük benim için buydu iþte. Eh, beþ altý yýlda milletin baðýmsýzlýðý telakkisinden birkaç adým da olsa ileri gidebilmiþtim. Ama okulu bitirince öðrendim ki akþamlarý eve gitmekle özgür olunamýyordu. Bedenim serbestti, istediði yere gidebilirdi ama ruhumu býrakmak þartýyla. Konmak zorunda olduðun hep ayný yerse kuþlar kadar özgür olmanýn ne ehemmiyeti vardý. *

* * Parçasý olduðun her þeyle hesaplaþabilmektir özgürlük. Ben yokum bu iþte diyebilmektir. Özgürlük, tarihini yargýlamak, onunla yaka paça kavga edebilmektir. Ben gidiyorum dediðinde göze aldýðýnýn kendi hayatýn olmamasý demektir. Biz hep özgürlük için büyük bedeller ödemek zorunda kaldýk. Gerçek özgürlük, ödenecek büyük bedeller göze alýnmadan özgürlük isteyebilmektir. Muarýzlarýn ihanet, hainlik gibi arkaik söylemlerle karþý çýkmamasý demektir. Baðýmsýzlýkla özgürlük kavramýnýn karýþtýrýlmadýðý bir ülkede yaþamak demektir. *

*

Milos Forman'ýn Ken Kesey'nin ayný adlý romanýndan uyarladýðý ve bir özgürlük destaný olarak nitelendirilebilecek baþyapýtý Guguk Kuþu'nda asi Mc Murphy, Hemþire Ratched'dan akýl hastanesinde beraber yaþadýðý hastalarýn kendi istekleriyle oraya geldiklerini öðrendiðinde bunu anlamlandýramaz, havsalasý almaz. Nasýl bir insan bile isteye kendi özgürlüðünü sýnýrlandýrabilirdi? Evet, Mc Murphy neticede özgür yaþayan biridir. Diðerleri, hele ailesinden ne denli korkmuþ olduðu malum olan Billy zaten özgür deðildir. Kendilerini o akýl hastanesine kapatmak sadece malumun ilamýdýr. Ýþte bizim ülkemizde de özgürlük adýna koparýlan tüm bu siyasi fýrtýnalar aslýnda özgür olmak isteyenlerle istemeyenlerin mücadelesidir. Özgürlük denince, demokrasi istenince kaþlarýný kaldýranlarýn ikisine de ihtiyacý yoktur. Ýmtiyazlý bir bastýrýlmýþlýk onlar için gerçekten özgürlükçü bir eþitlikten yeðdir. Türkiye aslýnda akýl hastanesine dönmüþ bu dünyada Hemþire Ratched'ýn kontrolündeki hastalarýn ülkesidir. Kimi Rathced'dan memnundur. Onunla iyileþebileceðini ümit eder. Ratched'a (yani otoriteye) isyan eden Mc Murphy onlar kadar tozutmamýþtýr belki ama, bir anlamda varlýðýn ve yokluðun mücadelesi olan bu kavga onu da iyice zývanadan çýkaracaktýr. Mc Murphy Ratched'a göre tehlikelidir. Çünkü hastaneye yerleþmiþ her þeyi sorgulayabilmektedir. ''Neden'' sorusunu sorabilmektedir. Onu ve temsil ettiði her þeyi yýkmak için elinden geleni ardýna koymayacaktýr otorite. Mc Murphy'ye benzeyenleri öldürmekten de çekinmeyecektir. Öldürülmemiþ ama tamamen etkisiz hale getirilmiþ Mc Murphy'nin elde edebileceði tek özgürlükse ölümden baþka bir þey deðildir. Ama biz Mc Murphy gibi olmak istemiyoruz. Ölümü deðil yaþamý, özgür bir yaþamý kucaklamak istiyoruz. Bizi bastýrmak için hapse de atsalar, tedhiþe de baþvursalar yine de þarkýmýzý söylemeye devam edeceðiz. Sesimiz tuhaf gelebilir. Çünkü bu sistemin kursaðýnda kalan ve nereye ait olduðu bile belli olmayan guguk kuþlarýyýz biz. Ýçinde bulunduðumuz toplumu, kurumu, ülkeyi ve dünyayý sorgulamaya devam edeceðiz. Otoriteye karþý ne kadar mesafeli olunursa o oranda özgür olunabileceðini biliyoruz. Otorite bizi þeklen kendine ne kadar benzetirse benzetsin yaptýklarý zevahiri kurtarmaktan öte deðildir. Daha da öteye gidemeyecektir. Oku demediklerini okuduk, yapma dediklerini yaptýk, önüne bak diyenlere inat her tarafa baktýk ve daha önemlisi gördük. Ama artýk daha fazla mýþ gibi yapmak istemiyoruz. Çocuklarýna yalan söylemeyen bir ülkede yaþamak istiyoruz. Kaný, ölümü deðil yaþamý kutsayan bir dünya istiyoruz. Bu bizim yaþamak kadar hakkýmýz. Yaþamak kadar.

ilker salman

yasak koymak çözümse… Gerçekten de eþsiz bir çözüm. O gösteride dikkatimi çeken bir pankart vardý. Özgürlük saçlarýný rüzgârda daðýtmaktýr diyordu. Böyle Bulutsuzluk Özlemi þarkýsý tadýndaki özgürlük imgeleri de bu içini boþaltma dediðim þeyin ikrarý deðil mi sizce?

*

NEVA

23


m.salih yarar

TAVANARASINDA TOZLANMAMIÞ UKTE cenaze töreninde modaya itaatle giydiðim kasvetli siyah elbise ve siyah kol düðmeleri, soframdaki renklerin gözümü karartan ahenkistanlýðý, yumuþacýk uykularýmýn kâbussuz rüyalarý, takýlarým, takýmlarým, takýntýlarým, aþk sandýklarým, gasilhane kapýsýna kadar koruduðum vücudumu ambalajlayan yorgun makyaj, kalabalýk kentlerin arkasý yarýnlarla ýslanmýþ çýkmaz sokaklarý, ve o çýkmaz sokaklarýn vitrinlerine veresiye sattýðým mundar günlerim, aldanýþlarým. ayna da ki bedenimin ganimetleri arasýnda ruhumdaki iç kanamaya yabancýlaþýþým, bir mazgalla üzerini kapatýþým ve geçen her ana þehit olmuþçasýna saygýyla bakýþým ve hala bir amatör savaþçýnýn cesaretiyle geriye çekilmeyiþim diðer teki olmayan bir ayakkabýnýn var olma çabasýndan farksýzdý. geçmiþe sýçradýðýmda karekökü alýnmýþçasýna küçük gözüken yaþantýmýn artýk temize çekme þansý bulamadýðým silik satýrlarýnda her þey o kadar zamansýz her þey o kadar zamanýndaydý ki sýkýþtýrabileceðim ya da sokuþturabileceðim her aralýkta zihnimi yaðmalayan vagonlar dolusu düðümler vardý yitiriþliðin yurduna seyahate çýkan, her durakta senin biletinin kabul görmediði yalanlarýný söyleyen ve her kelimede baðýþlanmayacaðý korkusuyla vücudu aðlarcasýna terleyen. baþýmdan aþkýn iþler baþýma gelen aþkýn katilleriydi. sözlerinin gösterdiði gözlere, gözlerinin sarf ettiði sözlere ve de çalýmladýðým her göstergeye fotoðraflarýn yýllar sonra anlamlanmasý gibi acýkýyorum þimdi. bir organ nakliyle geri dönebilirim artýk her kareye genç yaþta ölen birisinin gençliðini bana baðýþlamasýyla. bir çocuðun kuþlar gibi uçarkenki mutluluðuyla irkilmeyi beklerken, salýncakta sallanan güvercinin en zirveye kalkýþýndaki kayýtsýzlýðý hissettim her anda ve her hazýmsýzlýkta. gülünecek halime aðlýyorum aðlanacak halime kahroluyorum þimdi. içimde bir yere çömelmiþsin. yoruldun mu beklemekten? bir iskemleyi dahi çok görmüþüm, kör olmuþum sana bakarken. çalacak bir kapýn, söyleyecek tek bir kelimen yok muydu? suskundun. kekeleyen bakýþlarýmla ve aldanýþlarýmla belki de ben susturdum. ve çoðu “belki” her kabullenememenin sadece kafasýnýn sýðdýðý küçük bir sýðýnaktýr. ben bütün bedenimle sana sýðýnýyorum þimdi.

24

NEVA


VALANS

yakup aydýn

Transistor >>>> transfer+rezistör >>>emiter ve kolektör arasýndaki direncin base ucuna uygulanan akým deðeriyle azaltýlýp yükseltilmesi demektir. E= ½.MV2 E:kinetik enerji V2: hýzýn karesi M:kütle E:MC2 C2: ýþýðýn karesi Atomun dýþ yörüngesinde ne kadar az elektron bulunursa o kadar iyi iletkendir. Gümüþ, bakýr, alüminyum vs. Bir atomun dýþ yörüngesindeki serbest elektronlara “Valans” denir. Yýl 2008… 2000 yýlýna girerken artýk hangi duygular ile iþ hayatýma atýldýysam þimdi ismini tam olarak hatýrlayamadýðým ki eminim seviyesi temel olan (ve hiçbir zaman ileri düzey olamayacak olan) bir elektronik kitabýndan iþte yukarýdaki notlarý yazmýþým defterime, geliþi güzel bir þekilde. Geriye dönüp bakýyorum da “acaba” diyorum, beni bu terminolojik terimlerin arasýna iten þeyin ne olduðunu bir türlü göremiyorum. Hatýrlamak maksadýyla geriye dönmüþ baþýmý “her zaman ileriye bakmak” mottosunu anýmsayarak hýzlý bir þekilde ileriye doðru hizalýyorum. Yine de tam olarak kendime gelemiyorum. Notlarýma eklediðim “Valans” þu kýsa hayatýmda karþýma hiç çýkmadý açýkçasý. Yolda da bir “Valans” görsem ne yalan söyleyeyim hiç tanýmam, tanýyamam, ama þu var ki tanýsam da tanýyamazlýktan gelirim. Bir atomun yörüngesinde serbest bir þekilde, öyle kafasýna göre disiplinsiz bir þekilde dolaþan elektronla iþim olmaz benim. Elektron dediðin disiplinli olacak bir kere. Atom bu. Þakaya gelmez. Sana bir yol çizmiþ, buna yörünge demiþ. Bu yörüngede dolaþ ve bunun da dýþýna çýkma diye de tembihlemiþ. Sen ne yapmýþsýn, serbest bir þekilde kafana göre takýlmýþsýn, sistemin dýþýna çýkmaya çalýþmýþsýn. Sonra da adýna “Valans” koymuþsun. Bir kere olay en baþýnda beri yanlýþ gitmektedir aslýnda. Okuduðunu anlamayan ama öðretmenleri tarafýndan inatla “aslýnda çalýþkan çocuk ama çalýþmýyor, çalýþsa yapar” yaftasý ile velisine tanýtýlan bu çocuk, ta o zamanlardan bu zamana kadar her þeyi yanlýþ not etmiþtir. Valansýn anlamý da bu deðildir zaten. Ama beyin çeperleri olayý istediði gibi algýlamakta özgürdür. Valans “sisteme karþý gelen” manasýný çoktan almýþtýr bir kere. O artýk kendisine Valansý örnek almaktadýr. Bunun altýnda yatan gizli mesaj, sisteme karþý bir isyan, yaþanýlan hayata bir sitemdir aslýnda. Atom burada bizim etrafýmýzdaki iþ dünyasýdýr. Bizler ise o dünyanýn etrafýnda bize çizilen yörüngede hareket etmek zorunda kalan elektronlarýz. Ne zaman ki “Valans” misali bu yörüngenin dýþýnda serbest bir þekilde dolaþmaya baþlarýz, iþte o zaman uzayýn derinliklerinde kendimizi kaybolmuþ bir þekilde buluruz. Uzay farkýna geç vardýðýmýz gerçek dünyadýr. Boþluk ise bunca zaman içinde bize çizilen yörüngede geçen süre zarfýnda kaybolan yýllarýn eksiliðinin hissidir. Tabi her zaman bilinç bu þekilde kendine gelemiyor. Sanatçýlar hariç yaþadýðý diyarý seven belki de tek bir insan bile yoktur ki mutlu olsun yaptýðý þeylerden. Hep bir isyan içindeyizdir, yaþadýðýmýz þu hayatýn içinde ama onu

yaþamaya devam ederiz. Kâðýt üzerinde gerçekliðini kabul ettiðimiz olgularý pratiðe dökmenin cesaretini gösteremeyiz. Ýþin aslý þu ki, yýllar, sistemin bize dayatmýþ olduðu emiterler ile kolektörler ile bir þekilde ilerleyip gitti ve gitmeye de devam ediyor. Kendimizi hep bu düzenin içinde istemsizce dahi olsa bir þekilde sisteme bayaslamaya endeksledik. Bunu kabul etmek istemiyoruz aslýnda. Herkes bulunduðu ortamýn bir parçasý haline gelmeye baþlýyor zamanla. Ýki kere ikinin beþ ettiðini kabul ediyoruz gizliden gizliye. Bu elektronik terimler kimsenin aklýný karýþtýrmasýn. Çok da derinlere inmeden herkesin hayatýnýn aslýnda bir transistor misali baþka þeylere muhtaç bir þekilde yaþamak zorunda kaldýðýný izah etmek isterdim ama ilk baþta da belirttiðim gibi hiçbir zaman seviyesi temel olan kitaplarýn ötesine geçemedim. Bu þu demektir ki yaptýðý þeyleri sevemeyen insan, hiçbir zaman bir þeyde ustalaþamaz, profesyonel olamaz. Hayat elektronik elemanlar misali sistematik ve kurallar çerçevesinde bir þekilde devam ediyorsa ki biz buna disiplin diyoruz, herkese eþit mesafede olmanýn faydalý olacaðýný düþünüyorum. Yönetime ve çevremizdekilere yabancýlaþmanýn, azýnlýk olanlara haksýzlýk yapmanýn fazlasýyla yaþandýðý hayatýmýzda bir de iþ dünyamýzýn bizden götürdükleri göz önünde tutulursa hiç de azýmsanmayacak bir kaosun içindeyiz. Hiçbir etnik köken ayýrmadan bugün bizim için direnç neyse kondansatör de o olmalý diyebilmeliyiz. Eðer biz atomun yörüngesinde dolaþýyorsak bize çizilen koordinatlar çerçevesinde, nötron ve proton demeden güzel güzel oynamalýyýz. Bize sunulan hayatý deðiþtiremeyeceðimizi bile bile isyan etmemeli aksine þikâyetçi olduðumuz ortamda çevremizdekilerin de bize benzemesini için uðraþ vermeliyiz. Çünkü her þey en baþýnda da belirtildiði gibi yanlýþ not edilmiþtir. Valans isyan eden elektronlar deðil, atomun etrafýnda düzenli bir þekilde hareket eden elektronlardýr. Bu þu demektir ki doðru olduðunu varsaydýðýmýz nesnel kavramlarýn üzerinde bir kez daha kafa yormalýyýz. Yaþam aslýnda, çeliþkiler yumaðý olmuþ deðerlerimizin mücadelesini verdiðimiz ve fakat farkýnda bile olmadan paradoksa dönüþmüþ bir hal aldýðýný anlayamadýðýmýz kaosun içindeki geçici izafi bir kavramdýr.

NEVA

25


þule oyman

AÝDÝYETÝNÝ KAYBEDEN ADAM

g

üneyin sýcak, akýþkan, laçka ikliminden kaçmak istiyordu. belki normandiya, belki sibirya ve hatta belki daha da uzaklardaydý gözü. uzakdoðu deðildi ama bu uzaklar. ayný yapýþkan yapý orada da geçerliydi nasýlsa. uzakdoðu demiþken, japon bir oyuncunun söyledikleri geldi aklýna. uzun uzun güldü. hatta öyle ki, tüm gün boyunca da çýkmadý bu söz aklýndan. marketten ývýr zývýr alýrken de gülüyordu, fatura öderken de, taksiye binerken de, banyoda duþ alýrken de..

bir bebek, elinden alýnan basit bir oyuncak yüzünden aðlamalýydý en fazla

gülünç þeydi.. "tüm japon kadýnlarý geyþa zannediliyor. peki ya tüm türk kadýnlarý dansöz müdür?" demiþti çekik göz familyasýnýn sýradan üyesi. sinir bozucu bir komikliði vardý bu sözün ve neticede hayat buydu. kimse kendine toz kondurmazdý. herhangi bir olumsuzlukla itham edileceðini anladýðý anda olabilecek en üst seviyede gardýný alýrdý insanoðlu. sýfýr esneklik payý býrakarak yüklenirdi karþýsýndakine. kolay deðildi. kural basitti. misilleme yapabildiðin sürece vardýn hayatta. saldýrýya uðradýkça daha çok saldýrarak, öfke ile beslenerek, ego ile kamçýlanarak ve her defasýnda ne kadar da kusursuz olduðuna inanarak üstelik.

de buydu. sevgisini ya da sýcaklýðýný vermeye deðer bir yer ya da bir þey olduðunu düþünmüyordu bu dünyanýn. iklim sýcaklaþtýkça buna paralel olarak buz tutuyordu benliði. her fýrsatta rahatsýz olacak bir þey arýyor ve kýsa sürede bulabiliyordu.

hayatýnýn bu acýmasýz tarafýný öðrendiðinde yaþý tam tamýna yirmi dört idi. kaçma ya da kendi deyimiyle uzaklaþma fikri ise sanki genç ömrüne inat yüzyýllýk bir istek gibi giderek büyüyen bir iþtahla bitiriyordu ruhunu. bu istekle yatýp kalkýyor, baþka bir iklim hayaliyle nefes alýp veriyor ve esasýnda yorulduðunu hissediyordu. oysa onun istediði ruhsal bir yorgunluktan çok, yürümekten ayaklarýna aðrýlarýn girdiði bedensel bir yorgunluktu. ne çok þey istiyordu þu hayattan. bir ömür sonsuzluða doðru yürüyüp yürüyemeceðini sorguluyordu. kredi kartlarýndan, cep telefonundan, bilgisayarýndan, maskeler ardýnda gülümsediði zoraki iliþkilerden, sýcak iklimin soðuk ruhlarýndan, soðuk bedenlerin yapmacýk ve zorlama sýcaklýðýndan nereye kaçabilirdi? dahasý nasýl kaçabilirdi? dilini bilmediði, neler olup bittiðini anlamadýðý ve anlamak için direnmeyeceði ve bu sebepten sorgulanmayacaðý, dýþlanmayacaðý bir yer vardý düþlerinde. esasýnda yanlýþ bir çaðda dünyaya gönderildiðine inanýyordu. hýzla deðiþen dünyaya inat ilkel kalan insani duygularýný tatmin edecek tek bir zerre dahi bulamýyordu. "eski insanlardan olsaydým þüphesiz ya filozof olurdum ya da deli" diyordu kendi kendine her defasýnda. fakat deli olabilmek için eski dönemlere ihtiyacý yoktu. iþi deliliðe vurmuþtu belki binlerce defa. deli taklidi yapmaya bayýlýrdý. aþýk olduðu kadýnlara karþý kayýtsýz görünüp kendi kendini çileden çýkaran bir tutkuyla arzulardý onlarý. mazoþist tarafýný aþýk olduðu kadýnlar sayesinde keþfetmiþti. o kadýnlarý hem çýlgýnca arzuluyor hem de ölümüne kaçýyordu. bir anda nefret edebiliyor ve bir anda þefkatle dolup taþabiliyordu. bu gel-gitler ruhunu daraltýyordu. derinlere indiðinde kaçmak istediði þey iklimler deðildi. esas kaçmak istediði kendisiydi. çaðýn hastalýðý olduðu üzere kendinden kaçmak isteyenlere bir örnekti o. içinde bulunduðu dünyaya, sadece programlanmýþ bir robot kadar adapte olabiliyordu. insaný insan yapan duygularý, içinde bulunduðu hayat için deðil; bambaþka hayaller için saklýyordu. soðuk ve mesafeli yapýsýnýn tek nedeni

26

NEVA

dünyanýn bunca olan biten arasýnda bile hala dönmeye devam etmesi ona çok anlamsýz geliyordu. gazze'de bebeklerin öldüðünü duymak istemiyordu. bir bebek, elinden alýnan basit bir oyuncak yüzünden aðlamalýydý en fazla. ya da o bebek öylesine mutlu olmalýydý ki sevinçten histeri krizine tutulmalýydý. bebekler konusunda hassastý. gideceði yer kati suretle mutsuz bebeklerin olmadýðý bir yer olmalýydý. elinden gelse dünyanýn tüm bebeklerini cam fanuslar içinde saklardý. bu fanuslarýn gönüllü bekçisi bile olurdu mümkün olsaydý. "tüm japon kadýnlarý geyþa zannediliyor. peki ya her türk kadýný dansöz müdür?" diyen alýmlý kadýnýn da bir zamanlar bebek olduðunu düþündü. ve o bebek zamanla büyümüþ, farklý düþüncelerle serpilmiþ þimdi bambaþka bir topraðýn dünyasýný paylaþýyordu. bir zamanlar kendisi de bebekti. öyleyse bu kadýn gibi köklerinden ayrýlýp bambaþka diyarlara gidip, farklý yaþamlara ait olabilirdi. ya da aidiyetsizliðin dibine de vurabilirdi. bir afrika kabilesinin etkisiz bir elemaný olabilirdi. ya da azýlý bir kýzýlderili üyesi. hindistan'da inek ticareti yapýp linç edilebilirdi örneðin. ingiltere'de asil bir prens olabilirdi. dubai'de altýn ticareti yapardý belki de. ama bunlarýn hiçbirini istemiyordu. istediði tek þey kalplerdeki ve ülkelerdeki sýnýrlarýn bir gün kalkmýþ olmasýydý. kýtalarýn yeniden birleþmesi ve hatta tüm denizlerin tek bir okyanus olmasýyla ilgili hastalýklý düþünceleri vardý. ... tüm gün bütün bunlarý düþünmekten yorgun düþüyordu. kendisini acilen toplantýya çaðýran patronuyla konuþurken de aklýnda gazze'de ölen bebekler vardý. akþam yemek yerken belki bir yerlerde ya da belki bir insanýn yüreðindeki tüm sýnýrlarýn kalkmýþ olabileceðine inanýyordu. her gece mükemmel kaçýþ planý huzurla ve baþarýyla týkýr týkýr iþliyordu. uykusunda mutlu mutlu bebeklerle ahbaplýk ediyor, dilini bilmediði insanlarla sadece ve sadece gülümseyerek anlaþabiliyordu. bu insanlarla kalp kalbe karþý deðil, kalp kalbe tutsaktý. birbirlerini anlamasalar bile birbirlerine muhtaçtýlar. var olmak için var etmek gerekiyordu. saldýrýlardan, misillemelerden, kalp karasýndan, gürültüden, savaþtan, zoraki barýþtan kaçýyordu her gece. baþarýlý bir firarýn haklý gururunu yaþýyordu her sabah. uyandýðýnda hiç yere ölen bebekleri hatýrlamanýn burukluðuyla…


fotoðraf I

daha yaratma imkâný verdi. Fotoðraflar gerçektende büyük deneyim, fotoðraf makinesiyse aç gözlü halindeki bilincin en güçlü kolu olarak yerini aldý. Dünyaya sahip olabilmeniz için fotoðraflamanýz yeterli. Dünya minyatürler halinde sahip olabileceðiniz kadar küçük artýk.

þýk arkamýzdan gelerek gölgemizi duvara iliþtirir. Zannederler ki karþýlarýnda duran gölge hakikattir, gerçektir. Gerçek midir?

Iþýðýn maddeye kattýðý mana zihinlerde ayný þekilde canlanýr mý acaba? Ayný anda ayný yerden ayný objeye baksak ayný þeyleri görür müyüz? Mümkün deðil. Her þey ayný gibi görünse de görüntünün oluþtuðu yer farklý. Görüntünün asýl anlam kazandýðý yer beynimiz, yýllarýn görsel, iþitsel, dokunsal verisiyle dolu. En nihayetinde deðerlendirmeleri çok farklý noktalardan yapacaktýr.

Dediðim gibi herkes fotoðraf aracýlýðýyla kendi dünyasýný yeniden yarattýðý, görünür kýldýðý için herhangi bir seyahate fotoðraf makineniz yanýnýzda olmadan çýkmak þaþýrtýcý gelebilir i n s a n l a ra . Ý n s a n l a r d ü n ya n ý n s i z i n gözünüzden hallerini görmek isterler. Bununla birlikte belli bir yol kat ettikten sonra da yollarla birlikte gelen birikimi bir þekilde atmak istiyor insan ve bunun en kolay yöntemi de fotoðraf olsa gerek.

Þimdi fotoðraf için ne diyebiliriz? Deðiþken teknik yapýya sahip, görüntünün oluþumunu kontrol eden bir ortamda gördüklerimiz ne kadar gerçek olabilir? Ama görüneni gösterebilir diyebiliriz. Bu anlamda fotoðraf, keþfinden itibaren bilinen dünyayý görülen dünya olarak fotoðrafçýlarýn vizöründen tekrar þekillendirmeye baþladý. Anlatýlanlarla kafada oluþan ýþýðýn yarattýðý gölgelere inandý insanlar. Kendi gerçeklerini yarattýlar, onlardan korktular, gerçeklerine taptýlar. Ta ki fotoðraf makinesi kral çýplak diyene kadar. Evet, fotoðraf ile salt gerçekliðe ulaþmak mümkün deðil ama varolan formlarýn en yakýn benzer görüntülerine, yani gerçeðin yansýmasýnýn benzerine ulaþmak mümkün.

hasan kasapoðlu

PLATON'UN MAÐARASINDAN NOTLAR

Fotoðraf makinesini bir insana yönlendirmek, tüm anlaþýlmalarýn ötesinde farklý bir açýklamaya ihtiyaç duyar. Fotoðrafýn aç ve saldýrgan duruþuna hâkim olmak hiçte kolay deðildir. Tabi Anadolu coðrafyasýnda tarihsel süreçten gelen dini akýmlarýn etkilerinde görsel sanatlara yer olmamasý fotoðrafý çekilecek olan bireyi de saldýrgan hale getirebilir. Sizin yarattýðýnýz dünyanýn içerisinde yer almak istemez. Öte yandan baþka bir açýdan fotoðrafý çekilecek olan kiþinin bilinçaltýnda, fotoðrafýnýn onlarca yüzlerce kiþi tarafýndan izleneceðinin kaygýsý vardýr. O an sanki sahneye çýkmýþ herkes ona bakýyormuþ etkisi ile heyecana kapýlýr, sizin ya ra t t ý ð ý n ý z d ü n ya n ý n k a l ý p l a r ý n d a n sýyrýlýverir. Ýnsanlarý fotoðraflamak, onlarýn hiçbir zaman kendilerini göremeyecekleri biçimlerde görerek ve asla kendi haklarýnda edinemeyecekleri bilgileri edinerek onlara saygýsýzlýk etmek demektir; fotoðraflamak insanlarý simgesel olarak sahip olunabilen nesnelere dönüþtürür.

18.yy da baþlayan fotoðraf, merak ile beslenerek bu günlere ulaþtý. Bu merak yeri geldi baþka coðrafyalarý keþfetti, yeri geldi savaþlara tanýk oldu, yeri geldi daðlarý aþtý, sularýn derinliklerine daldý ve yýllar yýlý fotoðrafý sýrtladý. Çünkü derinlerden gelen ben içgüdüsü akýp giden zamana izlerini býrakmak istiyordu belki de, belki de kendi gerçeklerini paylaþmaktan ileri geliyordu. Ama þu bir gerçek ki fotoðraf hayalleri yýkan bir oluþum olarak tarihte yerini aldý. Fotoðraf biriktirmek, dünyayý biriktirmektir. Orada olmasan da, orada olanlarýn gözünden dünyayý algýlamaya çalýþýrsýn. Fotoðrafýn ilk anýndan itibaren kurgu olduðunu düþünürsek baktýðýmýz fotoðraflar, varolan dünyamýzý baþkasýnýn gözünden yorumlanmýþ hali ile gözler önüne sererler. Son yýllarda dijital teknolojinin geliþmesi ile fotoðraf makinelerinin satýþýnda inanýlmaz bir artýþ oldu. Önceki dönemde kendine özgü tekniklerle bir sýnýra sahip olan fotoðraf, dijital teknoloji ile modern zamanýn insanýn sabýrsýzlýðýna cevap verecek hýzda elde ettiði görüntülerle insanlara dünyayý, kendi dünyalarýný tekrar tekrar yaratma, olmadýðý, olduramadýðý zaman silip bir

Fotoðraf acýlarý da hafifletir. Savaþ fotoðraflarý ilk baþlarda her ne kadar bir tetikleme uyandýrsa da sürekli zihinlerde yer bulan dehþet görüntüleri acý normallerinizi daha yukarýlara çeker. Her þey daha alýþýlmýþ gelmeye baþlar. Porno filmlerde ilk izlenimde oluþan heyecan ile birkaç film sonra oluþan heyecan arasýnda ki fark, sürekli zihin sahnesinde yer alan görüntülerin normalleri deðiþtirdiði gibi.

NEVA

27


türev sarýkurt

YENÝLDÝKÇE BÜYÜMEK VE TERSÝ "aþk yenilen tarafýn iþidir" aziz nesin

dumaný üfledim... yükseldi... yokoldu.. bir daha çektim. dumaný bir daha üfledim... duman yokolmaya doðru emin adýmlarla yükselirken dalgalar ayaklarýmý ýslatýyordu... ve yanaklarýmý... ýslanýyordum... göz yaþlarý... yaþlanýyordu yanaklarým...yaþlanýyordum... büyüyordum... ve ansýzýn bir el sigaramý aldý elimden. sigaram baþýmýn üstünden denize doðru süzüldü. _ gece gece tütüyoruz yine beyefendi. _ ... _ efkar mý oldun? _ yok be... kafamý dinliyorum.en azýndan dinliyordum... sakin sakin... _ gece saat dörtte?... _ evet _ yalnýz... _ sonucta dinlediðim kendi kafam... _ sýkýlmýyor musun yalnýzken?.. _ ayýþýðýna dikkat et. efesli tanrýça artemis o. memleketinde, ege sahillerinde baþka güzeldir o. anlayacaðýn çok da yalnýz sayýlmam.

benim çýkardýðým garip iniltileri de sayarsak hepimiz güldük sayýlýr... ama en güzel o güldü. ona bir ödül vermeyi bile düþündüm o an

bir çoðu gibi yapay olarak aydýnlatýlmýþ bir ege sahilinin bulabildiðim en karanlýk köþesindeydim. sonra o geldi... bir kamptý burasý. ve o karþý odada kalýyordu. onu gördüðüm ilk aný hatýrlýyorum. kampýn ilk günüydü. ikiyüz metre açýktaki þatýn trambleninden suya atlamak üzereydim. oda arkadaþým vardý. sonra oda arkadaþýmýn kýz arkadaþý ve onun oda arkadaþý yani O göründü. o anda damarlarýmdaki ýsýnmayý anlatamam. düþtükten sonra göbeðimdekini de pek tabii. sadece yuttuðum onca suyun hiç bir yerimi serinletemediðini anlatabilirim. þata çýktýðýmda hala yanan ciðerlerimi öksürerek güneþ ýþýðýna býrakýyordum ki oda arkadaþým "güzel birþeyler görünce inanýlmazý baþarýyorsun" diyerek sýrtýmý yumrukladý. benim çýkardýðým garip iniltileri de sayarsak hepimiz güldük sayýlýr... ama en güzel o güldü. ona bir ödül vermeyi bile düþündüm o an. belki bir öpücük... ve nihayet oda arkadaþým bizleri tanýþtýrmayý akýl edebildi. el sýkýþýrken öksürmeme engel olabilsem çok daha etkileyici bir tanýþma olabilirdi belki. _ bu hoþuna mý gidiyor _ ne?

28

NEVA

_ gizemli görünmek... _ ne gizemi kýzým. kafamý dinliyordum... en azýndan sen gelene kadar. _ hadi caným. yukarýda dolunay, baþýnýn üstünde sigara dumaný... peh peh... kafa dinliyormuþ... _ haydaa.. _ yalan mý? _ betimleme doðru. ama yanlýþ yorumluyorsun. _ ya yanaðýndaki ýslaklýk, gözün de yaþlý... _ kum... _ senden büyüðüm. ve kýzým... izin ver de bazý þeyleri daha rahat anlayayým. benden büyüktü. yirmi ay falan. bir de kýzlar erken olgunlaþýr safsatasýyla birleþince abla havalarýna giriyordu halbuki ben... oda arkadaþlarýmýz sayesinde sayýsýz defa yalnýz kalmýþtýk. baþbaþa. ben ve o. bazen dizime yatýyordu. bazen ben onun kucaðýna yatýyordum. saçlarýmla oynuyordu. bense hiçbir zaman onun saçlarýyla oynayacak cesarete sahip olamamýþtým. dümdüz, simsiyah su gibi saçlar. arasýra gözünün önüne düþüyorlardý... problem þu ki: benim gözümün önünden hiç ayrýlmýyorlardý.


evet üzülmek için müthiþ bir sebebi vardý. kamptan bir süre önce sevgilisinden ayrýlmýþtý. oda arkadaþýmýn anlattýklarýna bakarsak sevgilisiyle aralarý çok iyiymiþ. ama çok fazla insanýn bilmediði bir nedenden dolayý ayrýlmýþlar. kaldý ki kampta da biriyle ilgileniyordu. daha doðrusu tavþan diþli bir gerizekalý onunla ilgileniyordu. ''ulan benim gibi bi komþusu varken sanane. git komþularýna asýl'' diyemiyordum herife bir türlü. ondan hoþlanýyordum sanýrým. ama emin deðildim. zaten o bir aþktan çok tipik yengeç-balýk yakýnlaþmasý olarak görüyordu olayý zannýmca ve kuvvetle muhtemel. o gerizekalý günde üç öðün onu yemeðe davet ediyordu. o da gözümün içine baka baka kabul ediyordu. aslýnda ona aþktan bahsetmeyi denemedim deðil. sanýrým denedim. ama konunun deðiþtiðini hatýrlýyorum. bunun da çok çok kibar bir reddedilme olarak düþündüðümü. kaldý ki o tavþan diþliyi bir kere bile reddetmemiþti. bu sahip olduðum iki parça umudunda içinin boþalmasýný

ve bizim sigaranýn söndüðü yerin, poseidonun mahrem bir yeri olmamasýný temenni etmekten b a þ k a yapabileceðimiz bir þey yoktu. NEVA

saðlýyordu. belki de bu yüzden ondan hoþlandýðýmý söyleyemedim ona. hatta kendime bile... _ iyi de kýzým yanlýþ öðretmene geldin. _ niye ki. _ kel-merhem ikilemi. daha bende iþe yaramadý... _ yapma yaa! _ yaa. hala yalnýz geliyorum sahile. _ bence öyle düþünme. yan bloktakiler seni konuþuyordu. çok soðukmuþsun, gecenin dördünde sahilde oluyormuþsun... hem de yapayalnýz.. bir de ne zaman uyuduðunu merak ediyorlar. _ ben genelde ayakta uyuyorum.. _ hýmm. öyleyse hoþlandýðýn kýz hiç bi zaman bunu farkedemeyecek ha? _ kýsmen _ yazýk _ en azýndan artemis var. ona da aþýk sayýlýrým. _ ben de ayaklarýmý suya sokup poseidona yanaþayým bari.

türev sarýkurt

_ aslýnda sanýrým benim de gizem yapmam gerekiyor. _ kýzým ben gizem yapmýyorum _ sana birþey demedim. _ ... _ belki bana da öðretirsin. _ fesuphanallah. _... _ nerede kullanacaksýn? _ neyi? _ gizemi... _ hani bu günlerde çok içine kapanýk olmam gerekiyor ya. ondan. kendimi yeteri kadar üzgün hissedemiyorum bir türlü.

cebimden bir sigara daha çýkardým ve yaktým. o yine aðzýmdan çekti ve suya attý. sigara yine ýþýldayarak söndü poseidonun cildinde. ve bizim sigaranýn söndüðü yerin, poseidonun mahrem bir yeri olmamasýný temenni etmekten baþka yapabileceðimiz bir þey yoktu. _ ayyy! gördünmü sevgilimi yaktým. _ hayýr. sigaramý söndürdün. _... _... _ sabahlayacaksýn herhalde. _ sanýrým _ kucaðýna yatsam...... artemis kýzmaz herhalde... _ belki de hoþuna gider... _ artemisin mi. _ kimbilir. peki bunu poseidona nasýl açýklayacaksýn. _ cevap vermek istemiyorum sana. _ bir aile faciasýna sebep olmak istemem... artemis, poseidon... abi kardeþin arasýna girmeseydik keþke. gülerek kucaðýma yattý. içimden yine gülücük þampiyonuna ödül vermek geldi. eðildim yüzüne doðru. o kadar... ve o kadar ulaþýlmazdý ki sadece saçlarýný okþayabildim. saçlarý su gibiydi. ve sanýrým o hala benden yirmi ay büyüktü.

29


m.salih yarar

KAFAMDA BALIK TUTAN ADAMIN OLTASINA TAKILANLAR * Ülkemizi ziyarete gelen yabancý dostlarýmýza dansözlü bir akþam yemeðinin ardýndan “yatak odasýndaki monotonluðu siler kardeþ” anlamýnda bir de dansöz kýyafeti verilip bunu da eþine hediye edersin koy çantana deniliyor. Birincisi adam benim gibi anlayýp bütün anlaþmalarý iptal edebilir. Ýkincisi daha vahim, benim kültürüm dansöz mü arkadaþ. Kadýnýmýzýn böyle tanýtýlmasý neden kadýn haklarý savurgancýlarýný rahatsýz etmiyor. Ondan sonra yabancý iletiþim firmasý senin ülkende reklâm filmi yapýyor. “—baba ben okulu býraktým dansöz olmaya karar verdim mantýklý kýzým ama dansözlükle zaman kaybetme istersen direk Aksaray'dan baþla” diyor. * Ölüm ilanlarý sanki bir yarýþ içerisinde gazetenin hýzla geçilen sayfalarýn en hüzünlü satýrlarýnda. Bizim ölümüz bile sükseli, “öldük ama hala paramýz konuþur” kokularý geliyor burun kýllarýmýza. —Patron tam sayfa mý verelim ilaný? —Yok, ilan iptal mahalle imamýna anons ettirin. Herhalde tam sayfa vereceðiz Yýlmaz! Kezzapoðullarýyýz biz kezzap. * Trafik cezalarýnýn her insana ayný deðerlerde olmasý adaletli mi? Trafik cezalarýnýn arabanýn deðeri ya da ödenen yýllýk vergisi üzerinden hesaplanmasý daha adaletli olmaz mý? Aylýk 2 milyar geliri olan bir insan da 20 milyar geliri olan bir insan da trafikte telefon ile konuþtuðunda ayný cezayý ödüyor. Haliyle geliri yüksek olan adam veririm 50 lirayý kýrmýzý ýþýkta beklemem þekerim diyor. —Kýrmýzý Lombarghini arabayý saða çek… —Acelemiz var memur bey nedir problem? —Daha ne olsun beyefendi, emniyet þeridini iþgal ediyorsunuz 108 lira para cezanýz var. —Al 1000 dolar üstüyle de arabanýn arkasýna rüzgârlýk taktýrýrsýn böyle polis arabasý hesabý… Gidelim Berk squash maçýna geç kalacaðýz. * “Kuzen 21.yy.dayýz þu olanlara inanmak gelmiyor içimden”, “ birader adamlar koyun kopyalýyor biz hala DVD film kopyalýyoruz” cümleleri belki de yüzyýllardýr her toplumun kullanmýþ olduðu kronik yakarýþlardýr. Çünkü sürekli geliþen ve deðiþen bir dünyada yaþýyoruz. Hangi buluþun ya da teknolojinin son nokta olduðunu kestirmek mümkün deðil (bu deðiþime ve geliþime meydan okuyan yegâne örfümüz; düðün arabalarýnýn plakalarýna yazýlan “mutluyuz” ve “evleniyoruz” ibareleri sanýrým). Önceki çaðlarda “arkadaþlar M.Ö. 3000 yýlýndayýz adamlar tekerleði bulmuþ biz hala hayvan pisliðinden yakacak yapmaya çalýþýyoruz” veya Avrupa, Katolik-Protestan ayrýlýðý yüzünden y ý l l a r c a s ava þ i ç i n d e y ke n “ b u k a d a r imkânsýzlýklara raðmen Piri Reis dünya haritasýný çizmiþ biz hala ayný dinin mensuplarý birbirimizi

30

NEVA

yiyoruz Michael” denmiþ olma ihtimali kimse tarafýndan inkâr edilebilecek bir asparagaslýkta deðil. Bu konuyla paralel kýyamet alametleri de insaný diken üstünde yaþamaya itiyor. M.Ö. 2500'lü yýllarda piramitler yapýldýðýnda “Aton baboþ, bu yüksek yapýtlar kýyamet alameti olmasýn lan” veya “ Kýz Hanife, Cumali'nin eniþtesi cilayý bulmuþ diyorlar” “deme kýz kýyamet alameti bu” gibi söylemler beklide kýyametin aslýnda çok yakýnda olmadýðýnýn bir göstergesi olabilir. Rahat olun kasmayýn gevþeyin ablalar abiler (aðabeyler). * Tiyatrocular duymamamýzdan korkuyla mýdýr nedir, hep baðýrarak konuþuyorlar. * Eski kelimeleri kullanmanýn vermiþ olduðu gizemlilikle; yabancý kelimeleri kullanmanýn yarattýðý artistlik anlaþýlamamayla gelen suni bir üstünlük ve baþarý tablosu oluþturuyor sanki. * Bebeklik döneminde komþunun aptal hareketlerine gülmeyince ebeveynlerimizden puan kapmak için koltuk altýmýzý delercesine gýdýklamasý… Ayýptýr günahtýr ya el kadar çocuk karþýndaki. * Siz siz olun taksi ile seyahat sýrasýnda merakýnýza maðlup olup taksimetreye bakarken taksi þoförüne yakalanmayýn. Bütün ipleri adamýn eline vermiþ olursunuz. En uzun yoldan götürür de gýk diyemezsiniz alimallah. * —Haným ne bu surat akþam akþam? —Ne olacak bey. Selma'nýn kocasý Sabetay çýkmýþ. Sen hala Çorum/Alacahöyük'lüyüm diye övünüp internetten resimlerini indir; devam et. * Hapþýrmak ne kadar beleþ bir mutluluktur. * —Sosyalleþmem geldi bu ara Rüstem ne dersin. —Klasik gitar al abi, 50 ytl köþedeki zücaciyede var. Bende Haluk Levent'in Ankara' da tablarý da var veririm baþlarsýn yavaþ yavaþ. * En sevimli en mülayim adamý bile itici kýlar bu emlakçýlýk mesleði. —Merhaba ne iþle meþgulsünüz. —Emlakçiyim ben… —Hadi ya. —Niye ne oldu ki? * Dostlarým; yaþadýðýmýz dönemi geçmiþ yýllarla kýyasladýðýmýzda televizyon, cep telefonu, internet, otomatik okey masasý, ebeveyn banyosu falan olmadan nasýl yaþandýðýný düþünüp vah vahlar çekiyoruz. Yalnýz çok önemli bir buluþ olan toplumlarý büyük bir sýkýntýdan kurtaran “tuvalet kâðýdýna” sanki gereken önem ve itibarý vermiyormuþuzcasýna soðuk bir yaklaþým, uzak bir duruþ var. —Yavuz abicim tuvalet müsait midir? —Tabi Selimcim buyur müsait. —Esra caným eski entariden bir parça bez kessene selim tuvalete girecekmiþ! —Yuh olum ya ne baðýrýyorsun ta oradan getiriversene kendin.


BÝR NEVROTÝÐÝN GÜNLÜÐÜ

B

azen kolay gibi duran kaleleri fethetmek, inanýlmaz zor oluyormuþ. Meðer bu en iyi savunma stratejilerinden biriymiþ. Güçlüysen, güçsüz gözük, ya da tam tersi. Tam anlamýyla çuvalladým, duvara tosladým, sýçtým. Adý her neyse. Aldýðým “hayýr” cevabý yüzüme tokat gibi indi. Nasýl olmazdý...? Yeni yaðan kara ilk biz basacak, yaðmurda ýslanacak, soðukta birbirimize daha da sokulacaktýk. Oysa þimdi... Tüm evren bana karþý yazýsýz bir anlaþma yapmýþ. Algým oyunlar oynayacak, þehirdeki herkes sana benzeyecek. Her müzik neþeli ya da hüzünlü seni anlatacak. Ferdi Tayfur'dan “sen de mi Leyla” çalýyor. Ne kadar damýtýlmýþ bir melankoli. Ardýndan Zakkum “bazen hiç baþlamamasý birgün bitmesinden iyidir” diyor. Siktir diyorum. Çalan parçalar arasýndaki tür alakasýzlýðýný seziyor, çalma modunu kontrol ediyorum, shuffle. Yoo, hiç de öyle deðil. Son derece bilinçli. Shuffle mod bile haline bakmadan o yazýsýz anlaþmanýn altýna imzasýný atmýþ. Ýþini iyi yapýyor. Pes edip müziði kapatýyorum. Bakalým elimizde ne var? Yalnýzlýk, gece, dolunay. Müthiþ trio. Mahþerin üç atlýsý. Atos, Partos, Aramis. Tamam deþin yüreðimi. Mukabele etmeyeceðim (edemeyeceðim). Çok güçlüsünüz. Daha dün karýn boþluðumda uçuþan kelebekler, artýk orada deðiller. Yaþam süreleri ile alakalý bir durum sanýrým. Ne de çabuk öldünüz.Cesetleriniz çürümeye baþladý. Bu içimdeki kusma isteðini açýklar mý? Böðürerek, inleyerek, hýçkýrarak aðlamak istiyorum. Kasýklarým aðrýyýncaya, içim tamamen temiz ve kuru kalana kadar...

Tüm evren bana karþý yazýsýz bir anlaþma yapmýþ. Algým oyunlar oynayacak, þehirdeki herkes sana benzeyecek. Her müzik neþeli ya da hüzünlü seni anlatacak. NEVA

Bu dünyaya ait deðilim dedim bir gün, kararýmý verdim. Ýþte, yeniden hayatýn içindeyim. Ve onu, kaybettiðim sevgimi yeniden kazanýyorum. Boþ zamaným, saðlýðým, kendime saygým, bir ailem, özgürlüðüm var.

ömer kurtuluþ

Þubat 2008

Yaklaþýk bir hafta sürecek bu durum. Öncekinden biliyorum. Teselliler ninni gibi gelicek, “kendi kaybeder abi”lere “hýhý,hehe” denecek, mideye yemek girmeyecek, tükürük dahi yutulamayacak,buzun içindeki kiraz gibi hareketsiz kalýnacak, nefes alýp verme dýþýnda yegane yapýlacak þey, aðlanacak, aðlanacak, aðlanacak… Ya sonra? Bana nasýl kýyarsýn? Hadi bunu yaptýn. Peki aþkýma, aþkýma nasýl kýyarsýn? Ben onu, senin ölüm gibi hayýrýnla tarumar olsun diye mi yeþerttim içimde!? Bana tutturmadýðýn elleri baþka biri mi tutacak? Ve ben “dost kalalým” diyeceðim öyle mi?

Ýki tür cadý vardýr; kötülük etmek için þeytanla iþbirliði yapan çirkin kadýn, kötülükte þeytandan da ileri güzel ve cazibeli kadýn. Hangi sýnýfta olduðunu biliyorsun deðil mi? Peki intikamýn yanýnda, aþkýn belagatýnýn zerre hükmü olmadýðýný? “Kendine iyi bak” demiþtim, o hezimet anýndan, beni hücrelerime ayýrdýðýn, o dakikalar boyunca süren 5 saniyenin ardýndan. Yüzüme yapýþtýrmaya çalýþtýðým ebleh gülümsemenin eskortluðunda söylediðim “kendine iyi bak”ýn tefsirini yapayým sana. Bu, sevgilinin aynaya yazýlmýþ lanetidir. Aynada herþey ters okunur...

Mart 2008 “Sevgimi kaybettim” dedi Fýrat. Kendini sevmeyince hiçbir þeyi sevemiyorsun. Denklem basit; Baþkasýna aitse vücudun, zamanýn, kiþiliðin, onlarýn

31


ömer kurtuluþ

BÝR NEVROTÝÐÝN GÜNLÜÐÜ

malýysan her zerrenle, sahip ol(a)madýðýn o þeylere de sevgin, baðlýlýðýn kalmýyor. Bayramlar anlamýný yitiriyor, çünkü ona anlam katan hiçbir þey olmuyor. El öpemiyorsun mesela, anne baba yok. Þeker toplamaya gelen çocuklara kapý açamýyorsun, kapý yok… Hasta olsan bir kaþýk çorba, þefkatle dokunan bir sevgili yok. Uzaklara bakýp dalýp gitsen saatlerce, nedir seni hüzünlere savuran diye soran yok. Zira orada hepimiz öyleyiz. Uzaklara bakýp uzaktakileri düþünürüz. Herkes kendi gri gemisinin kaptanýdýr. Üstü köpüklenmiþ tasa dalgalarý bordandan vururken, dümeni tutabilecek dirayetin olmalý. Daima güçlü olmalýsýn. Oysa ben ara sýra gardýmý indirmek istiyorum. Ringi terk etmek, bir kýz çocuðu gibi aðlamak istiyorum. Bu dünyaya ait deðilim dedim bir gün, kararýmý verdim. Ýþte, yeniden hayatýn içindeyim. Ve onu, kaybettiðim sevgimi yeniden kazanýyorum. Boþ zamaným, saðlýðým, kendime saygým, bir ailem, özgürlüðüm var. Hayýrlarým, evetlerim ve yorumlarým da. Ayný zamanda plansýzlýklarým, hesapsýzlýklarým, hayal kýrýklýklarým... Her þeye raðmen hayat böyle daha elle tutulur bir þey. Yaþanýlasý... Fýrat bir denizciydi. Gül gibi iþini býrakmýþ, ürettiði edebi tesellilerle kendini avutmaya çalýþýyordu. Bugünkü ücretsiz rehabilitasyon aracý bendim. Gün elimden akýp gidiyordu. Bir þeyler yapmalý, dinleyen, onaylayan adam konumundan “eðlenen adam”a terfi etmeliydim. Bahardan çalýnmýþ güneþli bir gündü. Harem sahilindeydik. Gün boyunca anlattýklarýný dikkatle dinlemiþ, abartýlý mimikler yapmýþ, ”çüþ”lerle,” hadi caným”larla,” yok artýk”larla ilgi seviyemi göstermiþtim. Fýrat sazý eline almýþtý bir kere. Býrakmaya hiç niyeti yoktu. Sabýrla dinledim, dinledim. En son “hým hým” diye onayladým, elimi omzuna attým. Yutkunmak için sustuðu bir aný fýrsat bilip günün sorusunu patlattým: “Balonlara ateþ edelim mi lan?”

32

NEVA


BÝZÝM DEVRÝMÝZ BÝTÝYOR

Y

üzüklerin efendisinin son sahnelerinin birinde, ''artýk Elfl'lerin devri bitti, devir insanlarýn devri'' diyerek, bilinmeyen ölümsüzlük ülkesine giden gemilere binenler gibi yitirdiklerimiz… Devir baþka bir þeyin devri... Adýný biz koyamadýk...

Kýsýk bir gaz lambasý ýþýðýnda geçti çocukluðumuz. Hava karardý mý, dýþarýya çýkmak yürek isterdi ama çýkmak zorundaydýk. Bakkala gitmek evin en küçüðü olarak, asýl sorumluluklarýmýzdandý. Bakkalla, evimizin arasýnda, hiçbir ise yaramayan, terk edilmiþ bir kulübe vardý. Rüzgârdan sürekli bir þeyler hareket ederdi üstünde. Gündüz içinde oynadýðýmýz halde, geceleri orada, farklý bir þeylerin olduðuna inanýrdýk. Ölümüne bir korku kaplardý yüreðimizi. Ben, gözlerim kapalý ve koþarak geçerdim yanýndan. Günde bin kez geçtiðim yol, canavarlardan, cinlere, perilerden, keçilere kadar bir sürü þeye ev sahipliði yapýyormuþ gibi gelirdi. Dünyalarýmýza korkular hakim olmuþtu... Hiçbir hayvan bizi korkutamazdý. Yýlanlarý þaka olsun diye birbirimizin cebine atar, sýra görmediðimiz karanlýða gelince, hiçbir gerçekçi fikir, bizi ikna edemezdi.. Karanlýðýn ortasýnda, bizim anlamadýðýmýz bir þeyler olduðuna emindik. Uyumadan, karanlýk ve soðuk odalarýmýza yatmaya korkardýk. Ay ýþýðýnda aðaçlarýn cama yansýyan görüntüleri, bizi korkudan þok eder, sessiz gecenin kendine has týkýrtýlarý, dünyanýn en korkunç sesleri gibi gelirdi.

En büyük cesaretimiz, bazý akþamlar karanlýkta saklambaç oynamaktý. Köyün tamamý, saklambaç alanýydý. Ebe olmak daha mantýklý gelirdi bana. Sürekli hareket, aklýmdaki büyük korkularý unuttururdu. Onlarý dikkatle ararken, karsýmdaki aðaç, kaç sefer canavar oldu bana saldýrdý, bir bahçe kapýsý kaç kere, ''git buradan git buradan'' diye rüzgarda çarptý, kaç kere karanlýðýn içinde bir sürü insan gördüm, ben bile hatýrlamýyorum ama yine de arar bulurdum onlarý. Saklandýðýmda ise, ebeyi yanýltmak deðil kurt olmak isterdim (Kurt olmak bulunamamak demekti. Ebe teslim olur. Bulamadýklarýný kurt ilan ederdi). Bir gece, yine kurt olabilmek için, terkedilmiþ ve herkesin girmekten korktuðu kulübeye saklandým. Bir süre sonra, gölgelerden ve karanlýktan o kadar çok þey çýkarmaya baþlamýþtým ki, korkudan kýmýldayamýyordum. Uzaktan, kurt olduðuma dair sesler duysam da, ben orada kalakalmýþtým. Hayal gücüm, korkumla kol kola girmiþ, hiçbir korku filminin bana sunamayacaðý resital sunuyorlardý..

Ya l n ý z l ý ð ý n n i y e paylaþýlmaz olduðunu, Özdemir Asaf'ýn fiziksel y a l n ý z l ý k t a n bahsetmediðini hemen anladýk.

nusret yaðmur

YERÝN ALTINDAN

Uzun zaman sonra, oradan cýktým ve tek kelime etmeden eve gidip yattým. Tam bir hafta, yataktan kalkamadým. Ara sýra uyandýðýmda, baþucumda dua eden insanlar görüyor, sonra yine dalýyordum. Ne kendime geldiðimde, ne de daha sonra, hiç kimseye bahsetmedim neler olup bittiðinden. Büyürken, elektriklerimiz gelmiþ, kulübe yýkýlmýþ, saklambaç oynamaz olmuþtuk.. Ve kadýnlar vardý artýk hayatýmýzda. Daha iyi giyinmeye çalýþýyor, saclarýmýzý her sabah yýkýyor, sivilcelerimiz çýkmasýn diye yatmadan önce dualar ediyorduk. Karanlýk korkularýmýzýn yerini, okul üniformalý kýzlar almýþtý. Onlarla da yalnýz kalmaya korkuyor, gözlerimizi kapatýp hýzlý hýzlý geçiyorduk önlerinden. Ve onlarý da, ay ýþýðý sayesinde odamýza süzülen aðaç siluetleri gibi istediðimiz þekle sokuyorduk hayal gücümüzün karanlýk odasýnda. Ve onlara da, bizi boðan karanlýk kabuslarýmýzda olduðu gibi, ses çýkarmak, baðýrmak dur demek istiyor, yanlarýna yaklaþýnca sesimiz çýkmaz oluyordu.

Korku ve karanlýk hayatýmýzýn hep bir parçasý oldu ve bu parça ayný bizim gibi, korkmuþ insanlarý ilk bakýþta tanýmamýzý saðladý.

Yalnýzlýðýn niye paylaþýlmaz olduðunu, Özdemir Asaf 'ýn fiziksel yalnýzlýktan bahsetmediðini hemen anladýk. Karanlýk odasýndaki yataðýn içinde büzülmüþ, gözleri sallanan aðaç dallarýnda, yarý uyur, toplanmýþ kelimeleri, sonra sakladýðý yerden çýkarmýþ, daðýtmýþ karanlýðý bir ak sayfanýn üstüne. Dostoyevski okuyunca korkunun, bir insaný nasýl deha yapabileceðini gördük. Karakterlerinde ve kendisindeki içe dönüklüðün, karanlýðýn ve korkularýnýn eseri olduðunu, satýr aralarýnda okuduk.

NEVA

33


nusret yaðan

YERÝN ALTINDAN Yaþar Kemal okurken, korkunun kelimelere dökülmüþ halini, karanlýðýn bir kaç ayrý tonunu ve kelimelerle ne kadar yazarsa yazsýn, korkusunu bastýramadýðýný, yazarak tekrar, tekrar, bastýrmayý denediðini gördük. Korkunun, herkesin gördüðü þeyleri, ne kadar farklý hale getirebileceðini, derinliðini, 'sarý sýcak' bir yaðmur gibi yüzümüze çarptý. Kafka, kâbuslarýmýzý, kulübede kalýp kimseye anlatamadýðýmýz korkularý anlattý bize. Elektriksiz, karanlýk ve soðuk bir odanýn camýndan görünen þekilleri, kelimeleri ile anlattý, tüylerimizi diken diken etti. Ve bunlarý eðdi, büktü deðiþime uðrattý. Yüzünün yarýsý, kelimelerinin çoðu karanlýkta kaldý. Nazým ile volta attýk, çýkýþsýz zindanlarýn 3 metreye iki metre koridorlarýnda. 'Kalbimin kýzýl saçlý bacýsý' na seslenip, ölüm acýsýna bile çýkýþ bulduk. Ve yaþamak isterken ülkenin karanlýk gecelerini bir kez daha, çýnar aðacýnýn gölgesi bile çok görüldü. Demir parmaklýklarýn ardýnda gördüðü aydan dünyanýn yansýmasýna türkü okuduk.

Mozart gibi olamayacak hiç kimse, bir notasýnýn karanlýðý delip gittiðine þahit olmayacaksýnýz, ya da, Tolstoy'un anlattýðý gibi ne savaþ ne de barýþ olacak. Ýçimizin kara sesi Barr y White, karanlýktan dans ederek çýkan James Brown gibi, k endimizi iyi hissedemeyeceðiz ya da, John Lee Hooker gibi öttürmeyecek gitarýný karanlýðýn içinden… 34

BB King dinlerken, çocukluðunda, pamuk tarlalarýnýn hemen dibinde, teni gibi kara karanlýktan nasýl korktuðunu, hayali gitarýný nasýl çaldýðýný hissettik. Korkunun karanlýðýn sesinin var olduðunu duyduk. Bir aþka, bir insana, bir beyazlýða deðil, griliðe bile özlem duyduk. Binlerce örnek sayýlabilir. Bir devrin, korkularýnýn hayatlarýný nasýl etkilediði ve ölene kadar o korkunun, o vücutta yaþadýðý üstüne. Bazýlarý korkuyu kelime kelime yazar, kimileri korkuyu tuvallerine, boyalarýna, heykellerine taþýr, bazen nota olur, bambaþka bir dünyada, sizi yakalar, elinizi kolunuzu baðlar. Klasik diye adlandýrýlan þeyler, o devrin, iletiþimsizlik, ýþýksýzlýk, þimdiki en karanlýktan, kat be kat koyu bir karanlýðýn, sakatladýðý ruhlarýn kelimelere, notalara, tuvallere, heykellere yansýmýþ halidir... Emin olun, o insanlardan bir daha gelmeyecek… Mozart gibi olamayacak hiç kimse, bir notasýnýn karanlýðý delip gittiðine þahit olmayacaksýnýz, ya da, Tolstoy'un anlattýðý gibi ne savaþ ne de barýþ olacak. Ýçimizin kara sesi Barry White, karanlýktan dans ederek çýkan James Brown gibi, kendimizi iyi hissedemeyeceðiz ya da, John Lee Hooker gibi öttürmeyecek gitarýný karanlýðýn içinden… Karanlýk ve iletiþimsizlik bitti. Þimdi herkes her þeyi anlatýyor. Hem de hayal gücümüze hiç yer býrakmadan. Ayný þeyi yüzlerce defa, farklý farklý tarif ediyorlar. Ne olduðunu anlamak için, elini ateþe tutup yanma devri bitti. Ama ateþte yanmayýnca, ateþi anlayamýyorsun, ateþi anlatmýyorsun… Karanlýðýn çocuklarýnýn, bu aydýnlýktan gözleri kararýyor. Bir notadan, bir cümleden, bir insanin acýsýný anladýklarý dönemleri özlüyorlar. Eserleri sadece tavsiye edebiliyoruz. Ruhumuza dokunduðu yerleri, ''sende bizdensin'' diye aðladýðýmýz yerleri, gözyaþlarýyla iþaretliyoruz. Bizden sonra da okunacak, dinlenilecek ve seyredilecek her þey... Ama bizim gibi anlamayacaklar, bizim gibi dinlemeyecekler, bizim gibi seyretmeyecekler… Korkunun ve karanlýðýn kulübesinde neler olduðunu asla bilemeyecekler...

NEVA


kökler ve kangurular DORUKLAR VE ÇUKURLAR karþýlýksýz aþk;

kapýdan her giren yeryüzüne düþen

kurþuna dizilen bir esirin

bir yaðmur damlasý saflýðýndaydý.

ayakta iade ettiði canýnýn son nefesinde,

ta ki toprakla buluþup çamurlaþýncaya,

her hücresine çiviyle çaktýðý davasýný

aldanmýþ emanetçilerin pençesinde

avaz avaz haykýrýrken

dünyasýný eyyamcýlara ipotek ettirene dek.

geçmiþinde budadýðý tüm mutluluklarýn

kollarýna ve omuzlarýna muhtaç temsilsizlikte!

evin duvarlarýný dolanan

ahkâmlarýn serpildiði o verimli tarlalarda

m.salih yarar

EREMEDEN EMREDENLER

asma yapraklarý gibi

savaþlar kazanmýþ bir ordu edasýnda

bütün bedenini sarmasýdýr.

efendiler yetiþti efendilerine sadýk.

karþýlýksýz aþk;

aþaðýya bakýnca baþý dönen,

ansýzýn yediðin bir kurþunun

yukarýnýn fýrsatçýlýðýna baþ döndüren, en haklý galibiyetinde dahi

ilk anýndaki þokla hissetmediðin o ilk acýsýnýn

suçüstü yakalanmýþçasýna baþýný öne eðen

her attýðýn kurþunun tüm sonrasýnda

uyuþturulmuþ ve alýþtýrýlmýþ üveylikte.

siyah beyaz bir resimden sýzan gizem gibi

olduðun dünyanýn yaþantýsýyla bir yabancý

onun hiçbir zaman hissettirmediði

dolduðun kabýn þeklini almanla güzeldin.

tek yönlü geçirgenlikte olmasýdýr.

sinsi mayýnlarla sýnýrlanmýþ sýnýflar

ne kadar zorsa bir anneyi anlatmak

camdan duvarlarla merdivensiz býrakýlmýþtý.

adam gibi kelimelerle

çarklar dönerken ritminin ahengiyle

bir o kadarda imkansýzdýr

gýcýrdayan her ses ibret oluyordu geriye.

karþýlýksýz aþka karþýlýk verebilmek.

yüzlerin önüne çekilen buðulu perdeler tanrýlarýn, tanrýcýklarýn ve tanrýlýkçýlarýn onayladýðý seçilmiþ kelimeler vardý. zihninde dalga dalga parlayan o isyan kýlýcý lehimlenmemiþ bir telin iletimsizliði gibi yüzündeki sahte lezzete ne kadar da yabancýydý. avuntularýn ruhunda açtýðý tezgahla sindirilirken. benzemek ya da bezdirilmek ikileminde adaletin sana sunduðu bahþiþler

KISIK

enstrümantal þarkýlardaki sözler ebadýndaydý. korolar ise, çalýnan her notaya itaatle

Ben, sen ve diðerleri

hep ayný nakaratý tekrarlýyordu.

Ne kadar az diðerleri

kollarýnýn ve omuzlarýnýn esaretinde!

O kadar sen ve ben…

NEVA

35


m.salih yarar

kökler ve kangurular

36

RUHDEÞEN

EVLAT ACISI

Geceler simsiyah renkler soluk Geceler saplantý günahlar yorgun. Gözler kýrmýzý bakýþlar bulanýk Gözler okyanus sesin boðulduðu. Bedenim bensiz, ruhum yanýyor Sular seller içinde geceler kovuyor. Nerdeyim ne haldeyim bilemiyorum Hakkým olmadan belki de, aðlýyorum. Amansýz halime bir tek kelam duymaya Yönünü bilmez seyyah oldum bu zifiri þafakta. Zamanýn en aksesuarsýz bu kývrýmýnda Nefsim her heyecana ne kadar da uzak. Kuyulardan bulutlara uzanacak kadar arzulu Baþýmý kaldýramayacak kadar güçsüzüm. Her yaným tutulmuþçasýna yorgun Deðeceðine inancýmla umursamazým. Ne kadar hýzlansam da bu tünelde Kusurlarým tümsek oluyor düþlerime. Uzanan ellerim yetiþmez dal misali Çaresiz yere iner verilmiþ hükmün gibi. Tutkumun bulanýklýðýyla zorlasam geceyi Zorla olmuyor bu da her þey gibi. Aczim vücuduma sýzan zehir olup Etimden beni yere çiviliyor sanki. Ýçimdeki ümidin son tortularýný sýyýrýp Dönüyorum her adýmda arkama bakarak. Çabam çelimsiz, umudum eriyor Ruhum bedenime yeniden sýðýnýyor. Gülmez suretim, sýklaþan nefesim faydasýz kalýyor Gecelerin fedaisi yalnýzlýk her yana mevzileniyor. Kana boyandý çaldýðým kapý bir an aralanmadý Ýþkenceme avans misali kimdir diyen olmadý. Yürüdüm çaresizce yolumu kesen meçhule Teslim oldum kendime esir düþtüm yine. Nerdeyim ne haldeyim bilemiyorum Hakkým olmadan belki de aðlýyorum. Ruhum çatýsýz her damlasý sýzýyor Doldukça her yana günahlarýmý boðuyor. Bulmak ya da aldanmak hengâmesinde Ýçimdeki baykuþ maðlubiyetimi kutluyor. Bir anmýþ o an o her þeye deðen Her andýr o aný sarýp hücrelerime iþleyen. Gece olmadan ruhun manzarasý, Deli olmadan dünyanýn manasý Ne kadar yalýn, ne kadar yarým Ve ne kadar yalanmýþ.

düþüncelerindeki ahenkli sürükletiþlik, damlattýðý her damlada mükemmel zaman aralýklarýný koruyan bir musluðun aslýnda bozuk olmasý gibi görüntünün gerçeði paketleyen haliyle sunumuydu sanýrým. cümlelerindeki seni dinleten o zengin göbeði ise beyninin rahmine düþmüþ saplantýlarýn aldýrdýðý geçici kilolar olmasýn? bir bakmýþsýn kendi el yazýnla hazýrlanmýþ vasiyetini imzalatan evlatlarýn doðmuþ boy boy. ismin ve önüne geçmiþ kýsaltmalar kalabalýk meydanlarda acizce ve arsýzca sayýklayan pvc makinelerine dönmeden kürtaj yaptýr çok geç kalmadan. bakarsýn bu sefer günah olmaz.

NEVA

ÝMARSIZ TARÝH

Ülkenin istikbali iki satýr dört mýsraya gebeyse; Sandalyeden parantez açmak taþýn altýna uzanmaktan daha reytingliyse; Pamuk'un aldýðý Nobel Çiçek Abbas'ýn alamadýðý Oskardan daha gerçekse; Hakký abi Türkçeyi ayak parmaklarýndan daha fazla önemsiyorsa; Serçe'nin soðanlarý Tyler Durden'ýn sabunlarýndan daha temizse; Tarih sayfalarýnda fýrtýna koparanlar arazisini mafyaya satmamakta direnen yaþlý amcadan daha onurluysa; Ethem'in de gazetesi olsa kendini manþet yapardý…


yaðmur suyundan baraj yapmak

O gün aslýnda ayakkabýlarýmýzýn simsiyah olmasýna sebep olan kömür tozlarýna bakýp, kolasýna taþýdýðýmýz kömürün ardýndan Fevzi Amcanýn bize ikram ettiði ev yapýmý peynirli böreklerin tadýydý beni bir an duraksatan. Akþam ezanýyla eve dönüp kapýda beni karþýlayan annemin siyaha boyanmýþ ayakkabýlarýma ve çamurdan rengi bile belli olmayan pantolonuma atmýþ olduðu bakýþýn, Erol Taþ'ýn dilendirmek için kaçýrdýðý çocuklara yapacaðý iþkenceye eþ deðerdi. Belki de beni bir an için düþünmeye sevk eden peynirli böreklerin tadý deðil bu manzaranýn gerçekçiliðiydi. Bendeki bu korku ifadesi belki de hiçbir zaman bilinçaltýmdan silinmeyeceði için oynadýðým oyunlardan ve gelecekteki oyunlarýmdan aldýðým tat hep yarým kalacaktý. Günümüz reklâmlarýnýn eskiye ait bir þey ifade etmemesi ve “býrak çocuklar kirlensin, OMO ile her þey temizlenir” temalý reklâmlarýn doksanlarýn baþýnda olmamasý o zamanki çocukluk yýllarýmýn belki de çok net ifadesiydi. Zaten tek kanallý yýllarýn eksikliðini yaþayan coðrafyamýzýn, bizim evi gösteren koordinatlarýnda merdaneli bir çamaþýr makinesi yoktu ve hemen yaný baþýmýzda da dünyanýn eþsiz kahramaný olan ve kirli beyazlarýn korkulu rüyasý “Ayþe Teyze” oturmuyordu. Anne elinde yýkanan çamaþýrlarýmýz “daha beyaz” ya da “beyaz ötesi” olmama korkusunu taþýyordu. Çözüm; akþam ezaný ile eve gelen pasaklý çocuðun, mümkün mertebede sadece akþamlarý evin salonunda ortaya çýkan baba faktörü ile korkutulmasý ve Erol Taþ bakýþýyla daha az kirlenmesini saðlamaktý. Bu gizli örgütün

Ne olurdu sanki bizim k omþumuzda gerçekten, reklâmlardaki “Ayþe Teyze” gibi bir insan olsaydý da her Erol Taþ bakýþýna maruz kaldýðým anlarda ortaya çýkýverseydi…

yakup aydýn

Y

aðmur sularýnýn kaldýrým boyunu geçtiði bir sonbahar mevsimi, dünden kalma kömür tozlarýnýn etrafý siyaha boyadýðý bir gündü. Kaldýrým kenarýna, çamurlaþan topraktan yaðmur suyunu engellemek maksadýyla baraj yapma oyununa oturmuþ çocuklar arasýnda ben de yerimi çoktan almýþtým. Yaðmur dinmiþ, yerini serin bir havaya býrakmýþ toprak kokusu etrafa yayýlmýþ, salyangozlar yerküreye çýkmýþ, çatlaklar arasýnda gezinen solucanlar bahçede özgürce dolaþan tavuklarýn hunharca saldýrýsýna uðramayý beklerken ben de yokuþ aþaðý olan yolda akan yaðmur suyunun karþýlaþtýðý engeldeki çatlaklarý, sýzmalarý onarýyordum. Devasa bir barajdý yaptýðýmýz.

amacý, çocuðu, korku faktörü ile sýnýrlý bir oyun dünyasýnýn olmasýný saðlamaktý. Ama çocuk engel tanýmaz. Sýnýrlarý yoktur. Beyin tam olgunluða eriþmediði için yapmayý planladýðý þeylerin sonucunu hesaplamaz. Bir sanatçý edasýyla eserini ortaya koyar, tiyatrosunu sergiler ve toplumdan gelen hesaplamadýðý tepkilere katlanýr. Toplum anne ve babadýr. Bu minvalde ortaya koyulan eser ise acemi bir ressamýn fýrçasýndan tuvale dökülmüþ resim edasýyla kirli kýyafetler ve çamurlu bir yüzdür. Pencerenin kenarýnda yediðim dayaðýn acýsýyla oturmuþ, sonbaharýn müjdeleyicisi olan yaðmurun yaðýþýný izliyordum. Ýçimde kýpýr kýpýr eden bir heyecan vardý. Birazdan yaðmur dinecek ve yer çekimine yenik düþen damlalar dünyanýn yuvarlanmasý sebebiyle yokuþtan aþaðýya hýzlýca akacaktý. Benim görevim ise su sýkýntýsý çeken mahallemin bu derdine son vermek için devasa bir baraj yapmaktý. Ben mahallenin gizli bir kahramanýydým. Sýnýrlarý olmayan, engel tanýmayan… Bir þekilde evden kaçýp sanatýmý ortaya koymalýydým… Ne olurdu sanki bizim komþumuzda gerçekten, reklâmlardaki “Ayþe Teyze” gibi bir insan olsaydý da her Erol Taþ bakýþýna maruz kaldýðým anlarda ortaya çýkýverseydi… …Yaðmur sularýnýn kaldýrým boylarýný geçtiði bir günde ne zaman sokakta oynayan üstü pis bir çocuk görsem kenara çekilir, yaðmurun beni ýslatmasýna müsaade eder ve uzaktan sessizce onu izlerim.

NEVA

37


ömer kurtuluþ

atýþ þerbest *

*

*

*

38

Shakespeare okuduðu dönemlerde, çok etkilenip günlük konuþmasýný devrik ve uzun cümleler kullanarak yaptýðýný itiraf eden bir insandan zarar gelmez. Hatta kendisini çok sever, baþ tacý ederiz. Çünkü 1.si dürüst ve açýk sözlüdür hiçbir içten pazarlýkçýðý, tilkiliði yoktur. 2.si bir Shakespeare okuyucusudur. Yalnýz ikinci madde bile yeter, ya da yetmez. Önemli bir kriterdir ama. Bence öyle.

Oduncu gömlek ve loft paça kot pantolon döneminin geçmesi tüm Türk gençliðine derin bir oh çektirmiþtir kanýmca kararýmca.

Ölmeyen þarký nasýl yapýlýyor anlamýyorum. Bir Nodoubt'tan “don't speak” çýksa oracýkta iþi gücü býrakýr kulak kesilirim ama ayný þeyi Sibel Can'dan “padiþah” için söyleyemem.

Flash Tv daima basit prodüksiyonlarýn iddiasýz kanalý olarak kalacak. Yarýn bir gün hayatýmýzdan çekip gitse “nereye gitti lan bu kanal” bile demez, televizyonda boþ kalan 38 numaraya reklâmlarýn hiç bitmediði ve fonlarýnda iðrenç müziklerin kullanýldýðý bir yerel kanalý kaydederiz umarsýzca.

*

Bir iþ yerinde gazete alýnacaðý zaman sabah, hürriyet, milliyet üçlüsü dýþýnda bir gazete fikir olarak ortaya atýlýp kabul edilirse o müessesede her þey yolunda, verim çok yüksek, çalýþanlarý hayatý seven ve deðiþime açýk insanlardýr.

*

“Bir ülkede küçük insanlarýn büyük gölgeleri oluþmaya baþlamýþsa, orada güneþ batýyor demektir”. (Çin atasözü)

NEVA

*

“Requiem For A Dream” izledikten sonra moralim öylesine bozuldu ki, içimden geçen hislerin tam bir adý yok. Gece geç saatti. “Amelie” filminin çekim hatalarýný izleyerek kurtardým kendimi o manevi buhrandan. “Amelie” baþtan sona pozitif bir film. Kendisine hala aþýðým. Herkesin bir Amelie'ye ihtiyacý var.

*

Teoman o çizik kaþlý daðýnýk saçlý imajýný, “yaralý yüz”deki Al Pacino'dan çalmadýysa adam deðilim.

*

“Yazýklar Olsun” insaný ölesiye çaresiz, savunmasýz býrakýr. Bu cümlenin bir karþýlýðý yoktur. Susup, kafaný öne eðersin. O anýn bitmesi için Tanrý'ya yalvarmaktýr yapabileceðin en iyi þey.

*

Oya-Bora ikilisi zamanlarýnýn çok ilerisinde yaþayan insanlardý. Þuan neredeler acaba? Oya'nýn soyadý “Küçümen”. Kendisi hala birçok seslendirmeyle karþýmýza çýkýyor. Genelde çocuk karakter seslendirir. “Süper Baba” dizisinde o yumuþacýk parçayý onun kadife sesinden dinlemiþtik. Bora hakkýnda her hangi bir malumata sahip deðilim.

*

“Süper Baba” kadar içimizi ýsýtan bir dizi de 40 yýlýn baþýnda gelir. Elinize eski kayýtlarý geçirip izlemeye çalýþmayýn ama. Soðursunuz. Býrakýn o lekesiz bir þekilde mazimizde kalsýn. Bazý þeylerin kurcalanmamasý daha hayýrlýdýr. “yok, ben illa kurcalayacaðým” diyorsanýz, kasko yaptýranlara, trafik sigortasý neden mecbur tutuluyor bunu bir kurcalayýn. Bizi de aydýnlatýn cevabý bulursanýz. Kendimizi kek gibi hissediyoruz.


*

Turkcell acilen reklam þirketini deðiþtirmeli. Yýllardýr ürettiði her reklam gerek karakterleriyle, gerek senaryosuyla olabildiðine antipatikti. Selocanlar serisiyle çocuk denen varlýktan tiksindim. Çocuk üstünden ancak bu kadar ajýtasyon bu kadar duygu istismarý yapýlabilir. Biri gidip “evet, her þey mükemmel, halkýn üzerinde süper bir etki yaptý” mý dedi, acaba da seriyi uzattýkça uzattýlar. Bana göre yaptýklarý resmen çocuk pornoculuðu. Reklam politikasý iðrenç olan turkcellin kendisine de iki çift lafým var. “fazla aboneye sahip olmanýn verdiði tok esnaflýk hissiyle öyle aðýrdan sattýlar ki kendilerini, öðrenciysen 15 ile 16:30 arasý tok karnýna aradýðýn turkcelliyle görüþmen (o da öðrenci olacak) 25 dakikadan sonra yüzde üç indirimli, ama þunu da belirtelim ki kampanyamýz yalnýzca ayýn ilk haftasýna denk gelen Pazar günleri için geçerli” þeklinde aboneyle resmen dalga geçen kampanyalar yapmaktan hicap duymadýlar. Ölesiye kötü bir þirketsin turkcell. Senden nefret ediyorum.

bakýyor” 4) “umarým bu süre zarfýnda öðretmen önemli bir þey anlatmamýþtýr. Kalemimi açýp hemen sýrama geri dönmeliyim” 5) “dur öðretmen bu tarafa bakmýyorken bir hareket yapayým da sýnýf gülsün. Zaten bir þey anlamýyorum dersten. Beni bu þekilde kabullenmelerini saðlamalýyým.” 6) “ohh, en uzun teneffüs 2. teneffüs. Tam yirmi dakika. Önce kantinden bir simit alýr parçalayýp önlüðün ön cebine koyar sonra da Samet'le zil çakana kadar bahçede koþarýz. Tren oynarsak eðer en öne geçmem, kuþaðým kopuyor hep” 7) “þunlara bir bak; bedenleri burada ama zihinleri kim bilir nerede? Hey sen sarýþýn, dün gece rüyanda ne gördüðünü mü düþünüyorsun? Peki ya sen gözlüklü, bir nisan yaðmurunda þemsiyesiz dolaþýp ýslandýn mý? Ve hiç hatýrlattý mý buðulu camlar ayrýlýðýn hüznünü!”

ömer kurtuluþ

atýþ þerbest

Ýþte size sýrasýyla; *

Ýlkokuldayken derste kalkýp kalem açma bahanesiyle çöp sepetinin yanýna gitmenin psikolojisini, bilgi ve deneyimine güvenen bir psikolog açýklasýn. Ýlk akla gelen yorum, dersten çok sýkýlýp farklý bir eylem icra etme isteði olsa da durumun içsel yönünü irdelediðimizde karþýmýza çýkan sonuçlar þaþýrtýcý olabilir; 1) “seni dinlemek zorunda deðilim ama tepkimi kelimelerle ortaya koyacak yaþta ve konumda olmadýðým için bu þekilde bir direniþ sergiliyorum. Ayrýca, bu anlattýklarýnýn gerçek hayatta yüzde kaçýna ihtiyaç duyacaðýz? Sürünün bir parçasý olamam. Ýþte buradayým, evet!” 2) “bu açýdan sýnýfa bakmak çok keyifli, günün bu saatinde ýþýk ne kadar da farklý kýrýlýyor. Tahtadan uçan tebeþir tozunun, öðretmenle aramýzda yaptýðý bulutumsu perde harikulade!” 3) “yine dikkatleri üzerime çekmeyi baþardým. Aman Allah'ým herkes bana

NEVA

Bir muhalif veya anarþist (okuduðu kitaplara, takýldýðý arkadaþ grubuna göre farklýlýk gösterebilir) Reklâm ya da fotoðraf sanatçýsý Pop Star veya manken Devlet memuru Kronik iþsiz ya da (ya da deðil ayný zamanda) kýraathanelerde kadrolu hükümet, devlet kurtaran, okeye dördüncü, balkon, yancý… Bu da iþsiz. Babadan biraz para varsa muhabbeti iyi küçük esnaf. Bir yazar ya da þair portesi… Neydi programýmýzýn adý? Hah, “adam olacak çocuk”…

39


KEMAL TAHÝR 15 Nisan 1910’da Ýstanbul’da doðdu. 21 Nisan 1973'te Ýstanbul’da yaþamýný yitirdi. ESERLERÝ

ÖYKÜ: Göl Ýnsanlarý (1955) NOTLAR: Kemal Tahir’in Notlarý MEKTUP: Kemal Tahir'den Fatma Ýrfan'a Mektuplar (1979)

ROMAN: Saðýrdere (1955) Esir Þehrin Ýnsanlarý (1956) Körduman (1957) Rahmet Yollarý Kesti (1957) Yedi Çýnar Yaylasý (1958) Köyün Kamburu (1959) Esir Þehrin Mahpusu (1961) Bozkýrdaki Çekirdek (1962) Kelleci Memet (1962) Yorgun Savaþçý (1965) Devlet Ana (1967) Kurt Kanunu (1969) Büyük Mal (1970) Yol Ayrýmý (1971) Namusçular (1974) Karýlar Koðuþu (1974) Hür Þehrin Ýnsanlarý (1976) Damaðacý (1977) Bir Mülkiyet Kalesi (1977)

ÖDÜLLERÝ 1960 Dost dergisi anketi: Yýlýn en iyi romancýsý 1967-1968 Yunus Nadi Roman Armaðaný Yorgun Savaþçý ile 1968 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü Devlet Ana ile

www.NEVAdergi.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.