GAZETECİLER İÇİN BİR DERGİ
EKİM 2018
ALMANAK #1 journo.com.tr
2
İÇİNDEKİLER 3
Muhalif medyanın tık avcılığı: Güven harcayarak para kazanılmaz
4
İnternet editörleri: Gazeteciliğin işlevli günah keçileri
8
Medyada staj: Mesleğe merhaba ideallere elveda
12
Alternatif medyanın kurtuluş reçetesi: Topluluk yaratmak
14
İki yıllık mücadele: The Guardian nasıl düze çıktı?
18
Dokuz adımda medya nasıl kurtulur
20
Daniel Lanyon: Blockchain gazetecilik sektörünü dönüştürecek
23
Facebook’un patent başvuruları: Her şeyimizi izlemeye and içmişler
24
O’Reilly’den Silikon Vadisi’ne tekno-iyimser bir bakış: WTF
26
Yavaş gazetecilik: Geri kalmamak için değil, anlamak için oku
28
Gazeteciler alarm veriyor: Yüzde 70 tehlikeli seviyede stresli
30
Haberciliğin finansmanını işletmecilere bırakma lüksümüz kalmadı
EKİM 2018 TÜRKİYE GAZETECİLER SENDİKASI ADINA SAHİBİ VE SORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ: GÖKHAN DURMUŞ YAYIN YÖNETMENİ: MUSTAFA KULELİ SAYFA TASARIMI: TURGAY OĞUZ YAYIN DANIŞMANLARI: ESRA ARSAN, TUĞRUL ERYILMAZ ADRES: BASIN SARAYI KAT:2 CAĞALOĞLU / İSTANBUL TEL: +90 212 514 06 94 BASKI: EZGİ MATBAACILIK SANAYİ CAD. ALTAY SOK. NO:14 YENİBOSNA / İSTANBUL BASIN GAZETESİNİN ÜCRETSİZ EKİDİR. FRIEDRICH EBERT STIFTUNG DERNEĞİ TÜRKİYE TEMSİLCİLİĞİ TARAFINDAN DESTEKLENMİŞTİR. İÇERİĞE İLİŞKİN SORUMLULUK TÜRKİYE GAZETECİLER SENDİKASI’NA AİTTİR.
3
GÖRÜŞ
Muhalif medyanın tık avcılığı: Güven harcayarak para kazanılmaz Okurunu aptal yerine koyan, kullanıcısını tık olarak gören medyanın heyecanı meyacanı yok. Geleceği de olmayacak. Sakil, saygısız ve çağdışı bu anlayış kaybetmeye mahkûm.
L MUSTAFA KULELİ
“Lieber Geld verlieren als Vertrauen” yani “Güven kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim.” Robert Bosch’un bu sözü 1996’da Türkiye’nin reklam kuşaklarına bir güneş gibi doğmuş, herkesin pek bir hoşuna gitmişti. Nasıl gitmesin? Neticede hiçbirimiz kandırılmak, kazıklanmak, enayi yerine konmak istemeyiz. Peki beyaz eşya alırken bu böyle de haber okurken farklı mı? Yanıltıcı başlıklara tıklayıp bomboş bir içeriğe gittiğinizde güveniniz suistimal edilmiş hissetmiyor musunuz? Tık tuzaklarına ‘büyük’ medyadan alışkınız. Onlara öykünerek büyüyeceğini sanan irili ufaklı haber siteleri de aynı yolda maalesef. Ya alternatif olma iddiasındakiler? İşte benim derdim onlarla. Anaakımın perişan hâlinden dolayı aslında güçlenmesi gereken muhalif medyada da azımsanmayacak sayıda site, başlık ve tweet atarken esas haberi gizlemeye çalışıyor, konuyu çarpıtıyor, kendince tık avcılığı yapıyor.
İNTERNET SİTELERİ TAŞ MI YESİN? Tık şart. Tık istemek ayıp değil. Bir kere, okunmak gibi bir derdimiz olmasa İnternet sitesine değil günlüğümüze yazardık. Üstelik dijital haberciliğin mevcut gelir
modeli sayfa gösterimi (siz tık okuyun) sayesinde reklam alma üzerine kurulu. Gelgelelim tıklanan ve içi boş çıkan her içerik okurun markanızdan bir tık daha uzaklaşmasına ve muhtemelen bir sonraki çakallığınıza kanmamasına neden oluyor. Tabii ‘bu işin formülünü bilen’ yayın yönetmenleri tıklar düşmesin diye dahiyâne(!) çözümler buluveriyor: İki bin lira karşılığı haber kopyalayan makinistlere dönüştürülmüş İnternet editörlerine derhâl kırbaç vuruluyor, klavye üzerinde dürüm yemeye mahkûm meslektaşlarımız tuvalete bile gidemeden tamamladıkları mesai sonrasında dahi tıklanma skorlarını düşünüyor. ‘Tıkladım, çöp çıktı, kapattım’ düzeni işte böyle işliyor. Ancak nasıl şişirilmiş tirajlar gerçek reklamvereni kandırmaya yetmiyorsa, bu boş tıklar da ucuz otomatik reklamlar dışında bir şey getirmiyor. Basılı yayına her gün para ödeyenlerse -Internet’teki bu pespayeliğe prim vermediklerindenaboneliğe ikna olmuyor. Hasılı, insanların güveni kaybedilerek para kazanılmıyor. Hâlbuki tık almanın ‘helal’ yolları da var: Hız, zekice atılmış başlıklar, yaratıcı tweet’ler, özgün ve kaliteli içerikler gibi… Haberi finanse etmek istiyorsak okuru sayfada
daha uzun süre tutmamız lazım, bu da iyi gazetecilikle oluyor. Kopyala/yapıştır içeriğe ‘öyle bir şey dedi ki’ başlıklarını artık kimse yemiyor. Gazeteciliği tık için değil güven için optimize etmek gerekiyor.
SERMAYEN GÜVENDİR SERVETİN HALKIN
Peki haberi saklamayınca, yanıltıcı başlıklar, tweet’ler atmayınca hemencecik düze mi çıkacağız? Hayır, hatta başlangıçta belki gelirler daha da düşecek. Ama okurlardan bir topluluk yaratma şansımız doğacak. Sadece bir tık olarak görmediğimiz, ne düşündüğünü umursadığımız, düzenli iletişim kurduğumuz, içeriğe katkı sunan, sitenin etkinliklerine katılan bu insanlar abonelik, bağış veya kitlesel fonlama söz konusu olduğunda emin olun şu ankinden çok daha cömert davranacak. Mesela Guardian daha çok okura ulaşmaya çalışmaktan vazgeçerek, adanmış bağışçılarıyla düze çıktı. Yani önce okura saygı duyacak, onları gerçekten önemseyeceğiz. Yeni gelir modelimizi ancak bunun üzerine bina edebiliriz. Patronumuz Basın İlân Kurumu, partiler, belediyeler, işadamları mı olsun, okurumuz-kullanıcımız mı? Tercih sizin.
4
DOSYA
İnternet editörleri: Gazeteciliğin işlevli günah keçileri Türkiye’de ve dünyada gazetecilik krizinde top sürekli aynı kesimin kucağına atılıyor: Internet editörleri bir yandan sektörün günah keçisi hâlindeyken, öte yandan da geleneksel mecralarda çalışan diğer gazetecilere göre daha az ücret karşılığında daha uzun saatler boyunca çalışıyorlar.
F
SARPHAN UZUNOĞLU
Farklı mecralarda dijital yayın editörlüğü yapmış Mustafa Kuleli, Tunca Öğreten ve Mithat Fabian Sözmen’le Türkiye’de Internet editörlüğü deneyimini ve bu alanda çalışan kişilerin çalışma şartlarını, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ceren Sözeri ile de Internet editörlerinin gazeteciliğin toplumsal değerine ve demokratik tartışmaya etkilerini konuştuk. KULELİ: INTERNET, GAZETECİLİĞİN MERDİVEN ALTI DURUMUNDA Geçmişte Duvar, Diken, NTVMSNBC gibi mecralarda görev yapan, şu anda da Journo.com.tr’nin yayın yönetmenliğini yürüten Mustafa Kuleli Internet editörü kavramını ve Internet editörünün görevlerini şöyle tanımlıyor: “Türkiye’de İnternet editörünün birinci görevi tık almaktır çünkü mevcut gelir modeli böyle kurgulanmış durumda. Bu tıkları almanın hız, zekice ya da sahtekârca başlık atma, çok haber yayınlama, az ama özgün içerik üretme gibi farklı yolları olabilir. Internet editörü olarak çalıştığım kimi işyerlerinde en iyi başlıkları ve tweet’leri atmam birinci öncelikken ki-
milerinde günde minimum 15 içerik basmam hayatiydi.” Bugüne dek çalıştığı iş yerlerinde performansının hep trafiğe göre değerlendirildiğini ancak çalışma süresinin hiçbir zaman 8 saati geçmediğini belirten Kuleli, 12 saate kadar çalışan meslektaşları olduğunu da not düşüyor. Internet haber platformlarının özgün içerik problemini anımsattığımda Kuleli özgün içerik isteyen medya şirketlerinin ya da okurun bunun için bütçe ayırması gerektiğini belirtiyor. Kuleli’ye göre yegâne gelir tıka dayalı reklamlardan sağlanınca ‘kopyala/yapıştır içerik de olsa basalım, yeter ki trafik alalım’ anlayışının hâkim olmaması mümkün değil. ‘ARTIK GELENEKSEL GAZETECİLER İÇİN KARANLIK DÖNEM BAŞLIYOR’ Journo’da yayınlanan, Internet Haberciliği Nereye Gidiyor başlıklı dosyayı hatırlatan Kuleli, Internet gazeteciliğinin geleneksel gazeteciliğin merdiven altı olduğu görüşünde. Bu alanın daha düşük maaşlarla, daha güvencesiz ve daha kuralsız işlediğini, insanların daha çok çalıştığını kaydeden
Kuleli; kâğıda basılı gazetelerin kan kaybına ve dijitalin gelir artışına dikkat çekiyor: “Avrupa ve Kuzey Amerika’daki büyük medya markalarının bir çoğunda dijital gelirler basılının gelirlerini geçmiş durumda. Dolayısıyla şimdi geleneksel gazeteciler için karanlık bir dönem başlıyor.” ÖĞRETEN: KOPYALA YAPIŞTIRIN DA BİR RACONU VARDIR Diken.com.tr editörlerinden Tunca Öğreten‘e Türkiye’de gazetecilikte yaşanan dekadansın sorumlularının başında Internet editörlerinin gösterildiğini, bunun ne kadar doğru olduğunu sorduğumda cevabının hem hayır hem evet olduğunu belirtiyor: “Bu biraz da editörün hangi kurumda çalıştığı ve editoryal olarak hangi rutin dayatmalara maruz kaldığı ile de alakalı,” diyen Öğreten’e göre kurumun yöneticisi/haber karar vericisi, okuru ‘haberlemek’ yerine sansasyonel tık avcılığını bir gazetecilik başarısı olarak görüyorsa; bu editörün suçu değil. Öğreten’e göre gazetecinin böyle bir ortamda çalışmaya devam etmesi etik açıdan sorgulanabilecek bir şey ancak
5
o zaman da devreye Türkiye’de medyanın içine tıkıldığı dar boğaz, işsizlik tehlikesi gibi etkenler giriyor. ‘Kopyala-yapıştır’ın da bir raconu vardır” diyen Öğreten, eğer ‘kopyala-yapıştır’ı daha arı bir dil, haberin asıl kaynağından daha farklı bir bakış açısıyla verme, araya iliştirilmek zorunda kalınmış daha önemli bir cümleyi öne çıkarma gibi saiklerle -tabii ki kaynak göstererek- yapıyorsanız bunda bir sorun olmadığını söylüyor. ‘ÖZGÜN İÇERİK OLMADAN GELİR OLMAZ’ Öğreten dijital yayınların gelir modelleri söz konusu olduğunda ise “İçerik olmadan elbette dijital gelir elde etmek mümkün değil” diye konuşuyor: “Bir havuz gibi başka yayınların içeriklerinin toplandığı mecra hâline gelmek, özel tek bir iş üretmemek ya da hâlihazırda yapılmış bir habere özgünlük katamamak sürdürülebilir değil. Bu, o dijital yayını -öyle ya da böyle- zamanla ölüme sürükleyecek bir durum. Ancak Türkiye bu konuda bir kısır döngünün içerisinde. Dijital yayınlar para kazanmıyor, özel içerik üretecek muhabirle-
re telif ödenemiyor, özel içerik olmadığı için de yine para kazanamıyor. Farklı içeriklerin okunma oranları arasında köşe yazıları ve muhabir haberleri arasında bir hiyerarşi olup olmadığını sorduğumda ise Öğreten, ‘Muhabirlerin haberleri okunmuyor demek haksızlık olur’ diyor. Öğreten’e göre sıkıntı farklı: “İnsan hakları ihlâlleri, çevre katliamı, kadın ve emekçilerin yaşadığı sorunlara dair haberler daha az okunuyor. Bu tür konular toplumca haddinden fazla kanıksandı. Okur, kendi içinde normalleştirdiği şeye dair haberi okumak istemiyor.” SÖZMEN: SORUMLU PATRONLAR VE EGEMEN SİYASİ ODAKLAR Evrensel.net’ten Mithat Fabian Sözmen ise Türkiye’de gazetecilik alanında yaşanan dekadansın sorumlusunun Internet editörleri olmadığını zira bu kişilerin genel anlamda gazetecilik pratiğini belirleyecek ve hayata geçirecek iktidara sahip olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Türkiye’de gazetecilik çok uzun süredir gazete sahibi patronlar ya da egemen siyasi odaklar tarafından haber mer-
kezlerine yerleştirilen yöneticiler tarafından yönetildiğine, kuralları ve genel işleyişi bunlar tarafından şekillendirildiğine göre olumlu ya da olumsuz gelişmelerin ana sorumluları da bunlardır.” Internet editörlerinin olsa olsa, refleksleri, dilleri, gazeteciliğe bakışları bu iklim tarafından şekillendirildiği için tali sorumluluklara sahip olduğunu belirten Sözmen, her emekçi gazeteci gibi Internet editörlerinin de bu ortamın mağduru olduğunu ifade ediyor. Tuzak başlıklar ve kopyala yapıştır haberlerin Evrensel’in dijitalde en hassas olduğu konuların başında geldiğini kaydeden Sözmen, bunlardan kesinlikle uzak durmanın Evrensel’e gelir kaybı yaşattığını düşünmediklerini söylüyor: “Hatta okuyucunun gözünde tuzak başlıklara hiç yer vermememiz, önemli bir prestij kaynağı oluyor. Uzun vadede bu ilkesel yaklaşımın Evrensel’in dijital yayınına önemli katkıları olacağını düşünüyoruz.” “Kopyala-yapıştır” habercilik yapan bir yayın konumuna düşmemeye ve her meseleye/ habere Evrensel’in temel aldığı ilkeler ışığında yaklaşmaya
6
çalıştıklarını belirten Sözmen’e göre DHA ve AA’nın sınıfsal, cinsiyetçi, milliyetçi habercilik dilinden Evrensel okurlarını uzak tutabilmek en önemli görevlerden biri. Sözmen, özgün haber içerikleri söz konusu olduğunda da Evrensel’in her gün çok sayıda imzalı haber giren bir yayın olarak, her daim iyi muhabiri okurla buluşturmaya çalıştığını söylüyor. SÖZERİ: MEDYA TIKLANMA VERİLERİNE ÖYLESİNE KAPILDI Kİ NE SATTIĞINI UNUTTU Galatasaray Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ceren Sözeri ise Internet’te ilgi çekmek, okuyucu toplamak için başvurulan tık tuzaklarının okuyucuyu aptal yerine koyduğunu ve gazeteciliğin değerini düşürdüğünü söylüyor: “Editörlerin bu tercihlerinin elbette ki bir nedeni var, seçmiş oldukları ya da seçmeye mecbur kaldıkları reklama dayalı iş modeli okuyucu/kullanıcı avcısı olmalarını zorunlu kılıyor. Başka iş/gelir modelleri maalesef Türkiye’de henüz başarılı olamadı, rekabet çok alt bir seviyeden kuruldu. İnternet mecrasından gelir elde etmek isteyen anaakım medya, sitelerin başına tabloid basının trick’lerini iyi bilen gazetecileri getirmeyi seçti.” Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesinden Doç. Dr. Ceren Sözeri. /Foto Altı Bu trickleri iyi bilen gazetecilerin, yeni keşfettikleri bu alanda eski pratiklerle okur avcılığını iyi yaptıklarına inanıldığını belirten Sözeri, trafik artışının tek başına başarı olarak görüldüğünü ifade ediyor: “Çalışan sayısının azlığı, düşük ücretler, hız baskısı (örneğin
editörlere her gün belirlenen sayıda haber girmeyi zorunlu tutma) özel habere bütçe ayrılmaması bu durumu besleyen sebepler. Medya, internetin/ mobilin sunduğu olanaklara (etkileşim, kullanıcıyı takip etme, veri toplama…vs) öylesine kapıldı ki ne ‘sattığını’ unuttu.” Editörlerin sistemin mahkûmları olduklarını ve ne yaptıklarını durup düşünecek vakitleri bile olmadığını söyleyen Sözeri, bu grubun itirazlarının da sonuç vermediğini söylüyor. Kullanıcıyı sorumlu tutmanın da doğru olmayacağını belirten Sözeri, okurun ‘acaba neymiş’ diye tıkladığı bir içerik nedeniyle sistemin bu hâle geldiğinin farkında olmadığını ifade ediyor: “Okurun bunun farkında olması da gerekmiyor zaten. İçeriğe para vermeye de gönüllü değil gerçi bu da ayrıca tartışılabilir, özel ve doyurucu bir içerik için belki de para verir. Çok denenmiş ve başarısızlığı kanıtlanmış bir yöntem değil. Bugün yapılan okurdan ayakta kalmak için bağış toplama hâli, o da bir iş modeli sayılmaz bence.” Sözeri, en büyük sorumluluğun ise yayın politikaları üzerindeki yetkileri gereği yöneticiler ve medya sahiplerinde olduğunu söylüyor. ‘TIKLANMA GAZETECİLİK AÇISINDAN BAŞARI DEĞİL’ Internet haberciliğinin, tık odaklı pratiklerinin cinsiyetçi, linççi bir dile katkı sunup sunmadığını sorduğumda ise Sözeri şu yanıtı veriyor: “Tık odaklı başlıklar ve Twitter içerikleri yalnızca ‘acaba ne olmuş’ merakıyla
değil ‘acaba yine nasıl kötü bir haber içeriği ile karşı karşıyayız’ öfkesiyle de tıklanıyor. Bu yüzden tıklanmanın gazetecilik açısından bir başarı olmadığını yıllardır dile getiriyorum. Medya, okuyucusunun habere ulaşmak için mi yoksa haberin içeriğine, yazarına küfretmek için mi tıkladığını bilmiyor, daha kötüsü bunu umursamıyor. Alternatif medyanın bir kısmının da bunu umursadığını sanmıyorum. Cinsel içerikli bir haber tık alır o zaman koyalım ya da ‘bu kadarına da pes’ başlıkları editörler için kurtarıcı gibi görünüyor. Dün alternatif sayılabilecek pek çok sitede ‘Hande Fırat 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ı aradığı telefonu ne yapacağını açıkladı’ başlığı vardı. Gazetecilikte nitelik arayanlar bu tür haberler ve başlıklardan rahatsız oluyorlar, zaman zaman yöneticilerine de bu rahatsızlığımızı dile getiriyoruz ancak karşılığında ‘ayakta kalmamız için tıklanmaya ihtiyacımız var’ cevabını alıyoruz.” ‘ÇÖZÜM MÜMKÜN’ Sözeri’ye göre, alternatif medyadaki örnekleri de kapsayan bu sistem iyi gazeteciliğe ihtiyaç duyan okuyucuyu dışlıyor. Okurla bağ kurmuyor, okurun ne istediğiyle ilgilenmiyor, ‘ayakta kalmam senin haber alman için elzem’ diyor ama diğer taraftan onu genel geçer eğilimlere mahkûm ediyor. Yine de Sözeri, tık avcılığına düşmeden, sıkıcı olmadan, başkalarının haberlerini çalıp çırpmadan, okuyucuyu tanıyarak, gerekirse daraltarak, iş modellerini (tamamen değiştirmek mümkün olmasa da) çeşitlendirerek çözüm bulunabileceğine inandığını belirtiyor.
7
“
2000 TL maaş karşılığında, hız baskısı, tık çarpıntısı ve tuvalete gitmeye bile imkân tanımayan bir yoğunlukla çalışan, Internet editörü bu hikâyede ancak kurban olarak görülebilir.
”
8
DOSYA
Medyada staj: Mesleğe merhaba ideallere elveda Staj döneminde çocuk bakıcılığı yapanlar, çay-kahve taşıyanlar, meslekten soğuyanlar ve her şeye rağmen umudunu koruyanlarla Türkiye medyasında stajyer olmak ya da olmamak…
G EMEL ALTAY
Gazetecilik aslında tüm dünyada bir dönüşüm geçiriyor ama bu süreç -malûm sebeplerle- ülkemizde daha bir sancılı yaşanıyor. Farklı görüştekilerin ‘vatan haini’ ilân edildiği, 143 gazetecinin cezaevinde olduğu, söz söyleme özgürlüğünün rafa kaldırıldığı bu günlerde her şeye rağmen gazetecilik, yeni medya ve benzeri bölümlerde okumayı tercih etmiş gençlerin meslekle ilk karşılaşma deneyimlerini yani staj hikâyelerini dinledik. Aralarında “benim hâlâ umudum var” diyen de mevcut, “bu ülkede
gazetecilik yapılmaz” diyerek çoktan gönül bağını koparmış olanlar da… ‘SEKTÖR GERİ PLANA DÜŞTÜ, GAZETECİLİK YAPMAYI HEDEFLEMİYORUM’ İrem B. Üsküdar Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri’nde okuyor. Stajını internet haberciliği alanında yapmış. Staj döneminde birçok şey öğrendiğini, beklentilerinin üzerinde bir staj geçirdiğini söylüyor: “Diğer çalışanlarla herhangi bir sorun
yaşamadım, üstlerimle arkadaş gibiydik. Beş haftalık süreç bana çok şey kattı.” İrem B. zorunlu staj ödemesini herhangi bir sorunla karşılaşmadan almış. Her ne kadar staj deneyiminden memnun olsa da mezun olduktan sonra gazetecilik yapma isteğinden tamamen uzaklaşmış durumda: “İleride gazeteci olmayı hedeflemiyorum. Sektörün -üstlerimin de dediği gibi- zamanla geri plana düştüğünü, hedeflenen yerlere gelmenin artık zor olduğunu düşünüyorum. Bu bölümü tercih ederken
9
gazeteci olmayı hayal ederdim fakat böyle adaletsiz ve özgür olmayan bir ülkede artık gazetecilik yapmayı hedeflemiyorum. Reklam veya psikoloji alanında çalışmayı planlıyorum.” ‘STAJ SAYESİNDE GELENEKSEL GAZETECİLİK İSTEMEDİĞİMİ ANLADIM’ G.P. Kadir Has Üniversitesi Yeni Medya Bölümü’nde okuyor. 2017’de Türkiye’nin en çok okunan ana akım gazetelerinden birinin haber araştırma servisinde gönüllü olarak staj yapmış. Staj günlerini şu sözlerle anlatıyor: “Yeni başlamış bir muhabir gibi muamele gördüm. Stajyer olduğum bana pek hissettirilmedi. Benden daha deneyimli muhabirlere yardımcı olarak habere yollandığım gibi bireysel olarak da haberlere gittim. Servisin haftalık toplantılarına ben de dâhil oldum ve üzerine çalışmak istediğim konularda çalışmama olanak tanındı.” Stajın kendisine mesleki anlamda fayda sağlayıp sağlamadığı sorusuna ise ilginç bir yanıt veriyor G.P.: “Evet, faydalı oldu ancak bu fayda geleneksel anlamda bir gazetecilik yapmak
istemediğimi daha net anlamamı sağlaması oldu. Son derece iyi gazetecilik işleri sergileyebilecek insanların ellerinin kollarının nasıl bağlandığını ve bazı değerli haberleri gazete sayfalarına nasıl dökemediklerini anladım.” Mesleğe yönelik hedefleri ve ideallerini sorduğumuzda ise gazeteciliğe odaklı bir gelecek planının olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Asla bu iş bu ülkede yapılmaz gibi bir noktaya gelmedim. Çünkü bana kalırsa alternatifi yaratmak her zaman bireylerin elinde. İleride Türkiye’den de Vice News kalitesinde işlerin çıkması en büyük arzum diyebilirim.” ‘GAZETECİLİĞİN FARKLI KOLLARDAN DEVAMI BULUNUR’ Yaren Derinkesici, yolun çok başında ve umudunu koruyanlardan… Aydın Doğan İletişim Meslek Lisesi’nden bu sene mezun olmuş ve okulun son sınıfındayken önce özel bir TV kanalında, ardından aylık bir dergide toplam 8 ay boyunca staj yapmış. Karşılığında yemek ücreti ve stajyer maaşını almış; “tek sorun bunların stajyerlere biraz geç yatmasıydı” diyor.
Derinkesici gelecekte gazeteciliğin tamamen internet üzerinden yürütüleceğini düşünüyor: “E-bültenler, e-gazete, Twitter, bloglar… Gazeteciliğin her koldan bir devamı vardır bence. Yeniliğe fazlaca açık bir meslek. İş bulmak ülkemiz standartlarında zor ama bu alanda devam etmek isterim. Üniversite tercihlerinde sadece iletişim bölümü yazdım.” ‘GAZETECİLİK KEYİFLİ AMA FAZLA MESAİLER DEZAVANTAJ’ Seda A. Beykent Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünden bu sene mezun olmuş. Yine bu sene Şubat ayında Emlakeki.com’da ekonomi stajı yapmış. “Metin yazımından haber oluşturabilmeye, gündemi takip etmekten siteye haber girmeye kadar bir çok şeyi öğrenme imkânım oldu. Bu öğrendiklerimin hepsi beklentilerimi fazlasıyla karşıladı” diyerek anlatıyor staj deneyimini. Ancak üniversite sonrası gazeteciliğe devam etmek istememiş: “Üniversite sonrası farklı bir sektör deneyimlemek istedim ve şu an bir bankanın genel müdürlüğünde çalışıyorum. Dijital
10
bankacılık birimindeyim. Finans sektörü ve yaptığım iş gayet keyifli. Gazetecilik sektörünün de sürekli gündemi takip etmeyi gerektirecek dinamik yapısının keyifli olduğunu bilsem de fazla çalışma ve mesailerin dezavantaj olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle öncelikli hedefim; banka sektöründe ilerleyerek kendimi geliştirmek ve bir banka müdürü olabilmek.” ‘MEDYANIN EN PROBLEMLİ YANI TORPİL’ Murat Kasap, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümü 3. Sınıf öğrencisi. İstanbul Üniversitesi’nin İletim Gazetesi’nde staj yapıyor. Murat ileride özellikle televizyon gazeteciliği yapmak istediğini ama bu alanda rekabetin çok yüksek olduğunu söylüyor: “Sektörde işsizlik de çok yüksek, bu beni korkutuyor. Elimden geldiğince kendimi geliştirip iyi yerlere gelmek istiyorum. Aslında tam gazeteci olmak istiyorum diyemem, önü açık bir sektör olduğu için yapabileceğim çok şey var. Kamera önünde daha çok bir şeyler yapabilmek ilk tercihim ilerleyen yıllarda. Tabii ki bunu yapmak kolay değil. Ayrıca bizim bölümümüzün en problemli yanı haksız rekabet yani torpil, bu yüzden birçok nitelikli öğrenci işsiz kalıp başka dallara yönelebiliyor. İş bulmanın ve başarılı olmanın oldukça zor olduğu bir bölüm ancak ürettiğiniz bir yazının, haberin, videonun veya bir şeyin insanlar tarafından izlenilmesi ve beğenilmesi de o kadar keyif verici bir durum.” ‘YANINDA STAJ YAPTIĞIM MUHABİRİN ÇOCUĞUNA BAKTIM’ Gülşah Yiğit, Kocaeli Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun. Okulun zorunlu staj programı olmadığı hâlde -bir ‘tanıdığın tanıdığı’ yardımıylaulusal bir televizyonda 15 günlük gayriresmî bir staj ayarlayabilmiş. Gülşah staj döneminin beklentilerini karşılamadığını, hatta
kurumdaki tecrübeli muhabirin çocuğuna bakıcılık yapmak zorunda kaldığını anlatıyor: “Stajyerlik bana beklediğim manada bir katkı sağlamadı. Açıkçası, benim gelecekte yapacağım mesleği icra edenlerin aşırı destekleyici, teşvik edici ya da gönüllü olmasını çok da beklemiyordum ama yanına bir şeyler öğrenmem için yerleştirildiğim kıdemli muhabirin çocuğuna bakıcılık yapmak zorunda kalmam bir şeyler öğrenmemi oldukça güçleştirdi. Benim staj yaptığım kurumda çalışanlar ‘bilgiye kendiniz ulaşmalısınız, kimse size bunu öğretmez’ diye sözde teşvik edici konuşmalar yaparken, kendi kendimizi geliştirmemizin yollarını da tıkıyorlardı.” Gülşah yaşadıklarının ‘stajyere yaklaşım sorunu’ndan kaynaklandığını belirtiyor: “Çalışanlar stajyerlere basit işlerini yaptırabilecekleri bedava iş gücü olarak yaklaşıyor. Çay-kahve servisi, fotokopi işleri için orada olduğunuzu düşünüyorlar. Stajın bir mesleki öğrenme stili olduğunu kavradıklarını düşünmüyorum. Benim deneyimim maalesef çay-kahve servisi, çocuk bakma, fotokopi işleriyle geçti. Bittiğinde çok sevinmiştim.”
‘MESLEĞE DAİR EN BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞIM TARAF TUTMAYA ZORLANMAK’ Staj döneminde yaşanan bu olumsuzlukların meslekten soğumasına neden olduğunu anlatan Gülşah Yiğit, bunda çalışma şartlarının kötülüğü yanında iş bulmanın zorluğunun da etkili olduğunu söylüyor: “Maalesef oldukça hevesli olduğum bu alanla yollarımı şimdilik ayırdım. Çalışma koşullarının kötülüğü zaten bir kenara iş bulmanın oldukça zor olduğu bir sektör. Medya kuruluşları resmen aşiret işleyişinde. Yakında birinci dereceden akraba olmayanlar da işe alınmayacak diye endişe ediyorum. Kurumda bir tanıdığınız yoksa özgeçmişinizi bile kabul etmiyorlar. Medya sektöründe iş bulma kriterleri bir tanıdığınızın olması veya belli oranda bir taraflılık göstermeniz. Bu sektörde meslek etiği diye bir şeyden söz etmek artık oldukça güç bence. Gazeteciliğin özü haber vermektir, halkı haberdar etmektir. Ama artık bu basit tanım dahi fazlasıyla idealist bulanabiliyor. Mesleğe dair en büyük hayal kırıklığım sanırım bir şekilde taraf tutmaya zorlanmak olabilir.”
ULUSLARARASI BASIN KARTI
Kapıları açar. Tüm dünyada. Gazeteciler haber kaynağına ulaşmak, farklı mekân ve bölgelere girebilmek için tanınmaya ihtiyaç duyuyor. Uluslararası Basın Kartı (IPC) 134 ülkede işte bu ihtiyacı karşılıyor.
R
Çalışan gazeteciler için en eski ve en saygıdeğer kimlik belgesi olan IPC 80 yıldır medya çalışanlarının hayatını kolaylaştırıyor.
Türkiye’de sadece Gazeteciler Sendikası’nın Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın vermeye yetkili Kartı’na vermeye yetkiliolduğu olduğuUluslararası UluslararasıBasın Basın Kartı’na tüm TGS TGS üyeleri üyeleri ve ve serbest serbest gazeteciler gazetecilerbaşvurabilir. başvurabilir. tgs.org.tr/presscard
TÜRKİYE GAZETECİLER SENDİKASI
www.tgs.org .tr
11
12
GÖRÜŞ
Alternatif medyanın kurtuluş reçetesi: Topluluk yaratmak Bir topluluk yaratmak ve onlarla buluşma çabası içinde olmak kitlesel fonlamaya ve bağışa dayanan bir iş modelinde meyvelerini mutlaka verecektir. Dijital haber mecralarının, geleneksel kitle medyasından miras aldığı tek yönlü iletişim alışkanlığını sürdürmesi ve kitlesinden maddi talepte bulunurken onları sadece bir tık olarak görmesi gazeteciliği kurtarmaya yetmeyecektir.
A
YAĞMUR ÇENBERLİ Basın özgürlüğünün medya sahipleri ve hükümet tarafından kıskaca alındığı Türkiye’de gazeteciliğin kurtuluşu olarak görülen İnternet kimseye gül bahçesi vaat etmiyor. Anaakım medyada kendi sesine yer bulamayanlar özgürce haber yapma imkânını İnternet ortamında bulsa da gönüllülüğe bağlı bir iş modeline dayanan dijital gazetecilik, bazen fonlarla bazen reklam gelirleriyle
bazen de okuyucunun veya izleyicinin ‘gönlünden kopan’ üç-beş kuruşla ayakta kalmaya çalışıyor. Reuters’in yayınladığı 2018 Dijital Haberler Raporu’nda bir alt başlık tam da bu konuya ayrıldı. Rapor, yeni medya için sürdürülebilir ekonomik model arayışında bağışın ve kitlesel fonlamanın yeni bir fırsat olabileceğine vurgu yapıyor.
‘BATIYORUZ’ DEYİNCE BAĞIŞ YAPIYORLAR ABD, İspanya ve Birleşik Krallık’taki kullanıcı davranışlarına odaklanan araştırma, haber kurumlarına yapılan bağışın çok düşük oranlarda kaldığını ortaya koydu. (ABD’de yüzde üç, İspanya’da yüzde iki, Birleşik Krallık’ta yüzde bir oranında) Ancak araştırmaya
13
sağlayan kurumlardan biri. 30 binden fazla üyesi bulunan eldiario. es’in yıllık üyelik ücreti 60 euro. Okuyucular dilerlerse daha fazla bağışta da bulunabiliyor. Eldiario. es üyeliği cazip kılmak adına okuyucularına siteyi reklamsız okuma ve okur etkinliklerine katılma fırsatı sunuyor. Bir İspanyol kullanıcı, üyelik için ücret ödemeyi veya bağışta bulunmayı topluma hizmet olarak gördüğünün altını çiziyor. katılanların yaklaşık yüzde 25’i özellikle kurumun varlıkyokluk savaşı verdiğine kanaat getirdiğinde bağışta bulunmayı düşünebileceklerini belirtti. Bağışlar en çok milenyum kuşağından geliyor ve bu kuşak herhangi bir haberi kaçırmamak adına birden fazla kuruma bağışta bulunabiliyor. Yüzde 19 oran ile 25-34 yaş arası okuyucular ücretli haber içeriğini en fazla tüketen grubu oluşturuyor. Bağıştaki en büyük motivasyon ise politik amaçlar. Sermaye medyasına tepki olarak doğan, sendika ve kooperatif destekli medya geleneği nedeniyle sol görüşlü yayınların bağış kabul etme oranı diğer medya organizasyonlarına göre daha yüksek. Ancak Amerika gibi neo-liberal politikaların öteden beri hâkim olduğu ülkelerde ise bu politik motivasyon daha çok siyasi çatışma dönemlerinde artıyor. Örneğin, ABD’deki yüzde üçlük bağış oranının temel nedeni Trump karşıtlığı. Ana-akım medyanın devlerinden olan The Guardian ise son dönemde attığı cesur adımlarla yeni medyaya en iyi adapte olan gazetelerin başında geliyor. Reklam gelirlerinin giderek düştüğünün altını çizen The Guardian haberlere ücretsiz erişimi açık tutarken, okurlarından kaliteli haberciliğe devam edebilmek için bağış istiyor. ‘TOPLUMA HİZMET’ İÇİN ABONELİK Gazeteciliğin İspanya’daki itici gücü ise okurun bağımsız ve özgür medyanın korunması isteğinden geliyor. Eldiario.es haber sitesi gönüllü üyelik ve abonelik sistemine İspanya’da en iyi şekilde uyum
TYT’NİN SIRRI: TOPLULUK RUHU Reuters 2018 Dijital Haberler Raporu’nun verilerinden hareketle genel bir değerlendirme yaparsak bugüne kadar hem yeni medya yayıncılığı açısından hem de sürdürülebilir bir ekonomik model açısından en başarılı medya organizasyonlarından biri California merkezli The Young Turks (TYT) diyebiliriz. Gelir modeli olarak dijital pazarlama taktiklerini kullanan TYT, aynı zamanda “Shop TYT” aracılığıyla kendi logosu veya politik mesajları bulunan aksesuar ve kıyafet gibi ürünler de satarak gelirlerini çeşitlendiriyor. Cenk Uygur ve Ana Kasparian’ın liderliğinde içerik üreten kurumu benzerlerinden ayıran en önemli özelliği kendi ağını kurarak izleyicilerinden, üyelerinden ve TYT ekibinden oluşan topluluk ruhunu yaşatabiliyor olması. Güç odaklarından ve ekonomik çıkarlardan kendini uzak tutan organizasyon, sık sık izleyenlerle birebir iletişime geçebildiği buluşmalar düzenliyor, açtığı yeni bir iş pozisyonunu e-posta yoluyla duyurarak bunun ancak üyelerinden gelecek bağışlarla mümkün olduğunu bildiriyor. Yani, izleyiciyi sadece videoların altına yorum yapan kullanıcıdan TYT’nin aktif anlamda söz sahibi olan bir ortağı konumuna yükseltiyor. Siyaseti yolsuzluktan ve çıkar ilişkilerinden arındırma amacı güden bir sivil toplum kuruluşu olan ve kurucuları arasında Cenk Uygur’un da yer aldığı Wolf-Pac National ile geliştirilen sıkı bağlar, TYT topluluğuna çatısı altında toplandığı başka bir ortak amaç daha veriyor.
ÜNSAL ÜNLÜ: KENDİ TOPLULUĞUNU YARATTI Türkiye’de ise kitlesiyle bu kadar yakın temasta olan bir yeni medya kuruluşu henüz olmasa da kitlesel fonlamanın ve topluluk ruhu yaratmanın en başarılı isimlerinden birisi Ünsal Ünlü. Patreon aracılığıyla kitlesel fonlama gelir modelini uygulayan Ünlü, YouTube reklam gelirlerinden de faydalanıyor. Gelen yorumlara, sorulara ve önerilere kulak vererek interaktif bir anlayışı benimseyen gazeteci, yayın yaptığı platformlarda yaklaşık 45 bin dinleyiciye ulaşıyor. Ünlü, izleyicinin YouTube reklamlarını atlamamasının yayına devam edebilmesi için ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor. Bu ricanın karşılık bulduğunu da kullanıcı yorumlarında görebiliyoruz. Yeni medya haberciliğini bugüne kadarki geleneksel kitle medyası anlayışından ayıran en önemli özellik haber üreticisi ile tüketicisi arasında çift yönlü iletişimi hiç olmadığı kadar mümkün kılması. Sürdürülebilir ekonomik model arayışında da bu interaktif yapının kritik bir rol oynadığını göz ardı etmek yeni medya organizasyonlarının içinden çıkmakta zorlandığı açmazı derinleştirecektir. Karar alma süreçlerine okuru/izleyiciyi dâhil etmek, onlarla buluşma çabası içinde olmak, yorumlarına ve sorularına kulak vermek kitlesel fonlamaya ve bağışa dayanan bir iş modelinde mutlaka meyvelerini verecektir. Dijital haber mecralarının, geleneksel kitle medyasından miras aldığı tek yönlü iletişim alışkanlığını sürdürmesi ve kitlesinden maddi talepte bulunurken onları sadece bir tık olarak görmesi gazeteciliği kurtarmaya yetmeyecektir.
14
GÖRÜŞ
İki yıllık mücadele: The Guardian nasıl düze çıktı? Yayıncılar için büyük bir sermayeyle pazara girip, sonra reklamla para kazanma dönemi artık bitti. Yeni medya düzeninde inovatif çözümler şart. Guardian tam da bunu yapıyor. İki yıllık mücadele nihayet sonuç veriyor.
A JESSICA DAVIES
İngiltere’nin saygın gazetelerinden The Guardian, yeni gelir modelini başarıya ulaştırmak için başlattığı ve iki yıldır devam eden kemer sıkma döneminde kritik eşiği aşmayı başardı. Ancak Guardian’ın bu aşamaya gelmesi kolay olmadı. Gazete küresel hedeflerinden taviz vermek zorunda kaldı ve pek çok kesimden eleştiri topladı. Hatta gazetenin okuyucudan bağış isteyerek gelir sağlama modeli birçok kişi tarafından yanlış bulundu. Gelgelelim, yenilenen Guardian iki yıl öncesine oranla mali kayıplarını yarı yarıya azalttı, gözünü 2019 hedeflerine dikti. Guardian’ın bu yeni modelindeki en kritik noktalardan biri gelirlerinde reklamın büyük bir paya sahip olmaması. Guardian Medya Grubu CEO’su David Pemsel, “Üç yıllık stratejimizde büyük ilerleme katetmeye devam ediyoruz, medya sektörü için reklam süreçleri gittikçe zorlaşıyor ve biz her zaman olduğundan daha büyük okuyucu sayılarına ulaşıyoruz. Şu anda her ay 150 milyondan fazla tarayıcıda görüntüleniyoruz ve 800.000’den fazla destekçimiz var.” diyor.
‘DAHA ÇOK OKURA ULAŞMAYA ÇALIŞMAKTAN VAZGEÇTİK’ Pemsel ve editör yardımcısı Katherine Viner, 2016 yılında tasarruf planını yaptıklarında en önemli gördükleri şey hedeflerinden kopmadan yollarına devam edebilmekti. Comscore’a göre Guardian’ın açık gazetecilik stili büyük bir takipçi kitlesine sahip: Birleşik Krallık’ta aylık 23 milyon okur sayısına ulaşan gazete için ABD’de bu sayı 31 milyon. Ancak birçok yayıncının tecrübe ettiği gibi okuyucu sayısı ile gelir her zaman doğru orantılı olarak artmıyor. Guardian da bu teze uygun bir örnek sergilemekte. New York Times ve The New Yorker gibi yayın kuruluşlarının sürekli aylık abonelik modeli ile geride bıraktıkları Guardian, okuyucularından bir defalık veya düzenli bağışlar talep eden ‘bağışçı’ bir yol izledi. Bugün 300 bini düzenli toplam 800 bin bağışçısı olan gazetenin iki yıl önce ücretli üyelik modeline geçtiğinde 50 bin üyesi ancak vardı. Basılı ve dijital olarak üye olan 200 bin okuyucunun yanında 300 bin kişi de gazeteye bir defalık da olsa bağışta bulundu. Medya analizi yapan bir ku-
15
ruluş olan Enders Analysis uzmanlarından Alice Pickthall’a göre “Guardian kesinlikle beklentileri aştı.” Ayrıca Enders Analysis’e göre, “Guardian kurduğu hayırsever modelinin yanında yeni gelir elde etme yöntemleri üzerine çalışmalı.” Bağışçılar dışında dijital abonelikler de bunun için bir yol olabilir. Bu süreçte gazete, okuyucularının ilgi alanlarını tespit etmek için veri analizi yöntemlerini de kullandı ve bağış isterken bu ilgi alanlarına ve konulara hitap eden özelleştirilmiş içerikler sundu. Pemsel, ABD pazarında bağış kampanyasına katılma eğilimine göre okuyucu kitlesinin çok çeşitlilik gösterdiğini ve bundan dolayı artık reklam yapmayı denemediklerini söyledi. Ayrıca Pemsel, şu an sadece bağışlarla ve ücretli üyeliklerle ayakta kalabilecek durumda olduklarını ve okuyucularının ilgi alanlarına yönelik bağış toplama jeneriklerine devam edeceklerini söyledi. MALİYETLERİ KONTROL ETMEK ŞART Gazetecilik tüm dünyada maliyet sorunu ile karşı karşıya. Yayıncılar artık sadece reklamla hayatlarına devam edemez hâlde. Bu gelir düşüşü, Guardian’ın yeni bir malî model koyma çabasının itici gücünü oluşturdu. Guardian’ın yeni modelinde gelirlerinin üç yıl içinde %20 düşeceği öngörüsü, Londra’da Kings Cross’taki 30 bin metrekarelik eski tren garını etkinlik merkezine dönüştürme planlarını da suya düşürdü. Guardian Medya Grubu ayrıca Cannes Lions’taki %22,4 lük hissesini 239 milyon sterline sattı. Başka bir ‘maliyet düşürme yön-
“
temi’ olarak da 400 çalışanını işten çıkardı. Daha sonra yayıncı, başta ABD olmak üzere yurtdışında giderlerini nasıl düşürebileceğine dair yöntemler aramaya başladı ve geçen yıl ABD operasyonlarında ciddi bir revizyon uyguladı. Çalışan sayısı 60 kadar azaltılan ABD ofisinde şu an 80 kişi çalışıyor. Ayrıca Guardian, ofis masraflarından da kısarak çalışanlarını New York’taki WeWork merkezlerinden birine yerleştirdi. Bu yoğun değişikliklerin sebebinin temelinde ise ABD’de reklamcılığın baskı odaklı olması yatıyor. Geçen ocak ayında Evelyn Webster, Guardian ABD’nin geçici CEO’su olarak atandı. Kendisinden öncelikli olarak beklenen şey, gerçekleşen değişimi yönetmek ve gelir elde edilen okuyucu kitlesinin çeşitlendirilmesini sağlamaktı. Guardian’a tek seferlik bağışta bulunan 300 bin kişinin yarısı ABD’dendi. Yayıncı en çok destek aldıkları günün Donald Trump’ın başkan olduğu gün olduğunu söylüyor. Birçok yayıncı için büyük sermayelerle pazara girip, sonra da reklamla para kazanmanın dönemi artık muhtemelen bitti. Pemsel’e göre, Guardian’ın modelinde nispeten küçük, çevik ekipleri yeni pazarlara yerleştirmek ve okuyucuların kendilerine fon sağlayıp sağlayamayacaklarını görmek daha uygun bir yöntem. GUARDIAN MODELİ Medya ajansı Mindshare’nin ticaret müdürü Craig Smith “Büyük bir kitlesel değişim geçiren bir şirketin kaçınılmaz olarak bazı hizmetleri vermeyi bıraktığını görürsünüz” diyor ancak Guardian’da
Bu üç yıllık planın temel parçalarından birisi, okuyucularımızla daha derin ilişkiler kurmak ve görüntülenme sayısı konusunda o kadar takıntılı olmamaktı Guardian Medya Grubu CEO’su David Pemsel
16
“
Maddi kesintiler yapmak zorlayıcı olsa da, ABD, The Guardian’ın hem editoryal hem de ticarî açıdan inanılmaz derecede önemli bir parçası olarak kaldı Guardian Medya Grubu CEO’su David Pemsel
”
bu durum belirgin şekilde gözükmedi. Buna rağmen şirket içerisinde yaşanan fırtınalar muhakkak olmuştur. Guardian son iki yılda ticarî yapısını gözden geçirdi ve kendini reklamların tıklanma sayısı üzerinden şirketlere hizmet vermek yerine reklam veren için de anlamlı sonuçlar elde etmesini sağlayacak bir şekilde konumlandırdı. Yayıncı ayrıca, markalı içerik operasyonu olan Guardian Labs’ı geçtiğimiz yıl revize etti. Yayıncıya göre, bu değişimin sonucunda kazanç oranları iki katına çıktı. Guardian’ın operasyonları bugün iki yıl öncesine göre çok farklı. Tabii ki artık Guardian daha küçük bir yapıya sahip, çalışan sayısı 400 kişi azaltılarak 1500’e düşürüldü. Ancak bunun da ötesinde Guardian şirket içerisindeki iş birliğini güçlendirerek hiz-
metlerinin bu değişime daha kolay adapte olmasını sağladı. Her ay düzenlenen ekipler arası toplantılarda gruplar ticari, editoryal, ürün, pazarlama, mühendislik ve kullanıcı deneyimi gibi konularda karşılaşılan sorunlar üzerine çalışıyor. Her üç ayda bir de ilerleme durumu güncelleniyor. Mesela bir ödeme duvarına alternatif olarak bağış toplama fikri bu grup toplantılarından birinden gelmişti. Guardian’ın bunlara ek olarak, yapay zeka gibi teknolojilere ayak uydurmak üzere çalışan bir girişim sermayesi fonu olan GMG Ventures’a 42 milyon sterlin (59 milyon dolar) yatırım yapması da dikkat çekici.
Sendikalı olmak için 17
5 neden ����T
Sendikalı çalışanlar daha yüksek maaş alır. İzin ve ikramiyeler de cabası.
���S��T
Sendikalı işyerinde insanca çalışma düzeni vardır. �atron ya da yönetici çalışanı ezemez.
��ST�� Sendika hakkını korur. �ukuki destek sağlar. �er yıl yüzlerce gazeteci TGS’den hukuki danışmanlık almaktadır.
��İTİ� TGS üyesi aldığı eğitimler sayesinde hep sektörün gözdesi kalır.
��G����� Sendika kalemin üzerindeki patron ve hükümet baskılarına karşı mücadele eder.
R
BURCU KARAKAŞ / journo.com.tr
32
tgs.org.tr�sendikali�ol
18
GÖRÜŞ
Dokuz adımda medya nasıl kurtulur
D
‘Geleneksel medyanın krizi sadece teknolojik veya ekonomik değil yapısal. İşbirliği ve topluluk odaklı yeni bir medya düzeni şart.’ Danimarkalı gazeteciler Per Westergaard ve Søren Schultz Jørgensen 9 ülkeden 54 haber merkezini gezdi ve medyanın son durumunu inceledi. İkiliye göre gazeteciliğin yaşamaya devam edebilmesi için tarafsızlık, mesafe, gündem belirleme, haberi olduğu gibi aktarma gibi geleneksel kalıpların kırılması ve medyanın kitlesiyle iletişime açık hâle gelmesi gerekiyor. Sadece bu kalıpları yıkmaya cesaret edebilenler kitlesiyle bağ kurmayı
ve bu bağı koruyabilmeyi başaracak. Araştırma sonuçlarının paylaşıldığı “Gazetecilik Bağlantısı” (Den journalistiske Forbindelse) isimli kitabın yazarları “Gazeteciliğin ve geleneksel medyanın krizi sadece teknolojik zorluklar veya çökmüş iş modelleriyle ilgili değil yapısal” diyor. Araştırmacılara göre bugün haber medyasının temel meselesi gazeteciliğin nasıl yeniden önem kazanacağı, anlamını
yenileyeceği, güven tazeleyeceği ve yurttaşla yeniden ilişki kuracağı olmalı. Westergaard ve Jørgensen tüm bu sorular ışığında ABD, İspanya, Fransa, Hollanda, Polonya, Almanta, İngiltere, İsveç, Norveç ve Danimarka merkezli 50’nin üzerinde inovatif medya şirketiyle temasa geçti ve uluslararası haber medyasının dokuz farklı şekilde hedef kitlesiyle bağını güçlendirdiğini tespit etti:
19
1 Tarafsızlıktan kimliğe Birçok haber merkezi tarafsızlık dogmasına ve genele ulaşma hedefine meydan okuyarak kendi kimliğini geliştirme çabasında. İnternet üzerinde kaynağı belirsiz haberlerin hızla yayılması net bir kimlik yaratma ihtiyacını doğurdu. Ayrıca, hedef kitleye ulaşabilmek için de kim olduğunuzu anlatmak önemli.
4 Mürekkepten tere Birçok medya şirketi toplantılar, festivaller ve benzeri aktiviteler organize ediyor. Bu da gazeteciliği canlı ve ilgi çekici kılmanın anahtarı. Fransız Le Monde, ABD’li The Texas Tribune ve Danimarka merkezli Zetland “fiziksel gazetecilik” yoluyla yurttaşla iletişim kuran ve gelir elde eden kuruluşlar arasında.
7 Kendi platformundan diğer platformlara Her ne kadar haber medyası sosyal medyaya içerik koymanın iş modellerine zarar verdiğini düşünse de, sosyal ağlar diyalogu arttırıyor ve daha sağlam bir gazeteciliğe ortam hazırlıyor.
2 Totale oynamaktan niş haberciliğe Niş medyanın kullanıcıyı çekme becerisi kitle medyasından çok daha yüksek. Fakat kitlesi geniş birçok geleneksel medya niş hedef kitlesini belirleme konusunda tereddüt ediyor. Bunun da nedeni niş medyanın demokratik değeriyle ilgili soru işareti: Farklı grupları bir araya getirmek mi homojen bir kitle içinde güçlü bağlar yaratmak mı? Seattle merkezli teknoloji sitesi GeekWire, Berlin merkezli gençlik sitesi Ze.tt ve Kopenag merkezli günlük gazete Information hedef kitlesini belirleyerek niş gazetecilik yapıyor ve bunu yaparken kaliteli gazeteciliğin mümkün olduğunu gösteriyor.
5 Konuşmadan dinlemeye Geleneksel medyanın iş modeli genellikle bir kale gibi dışa kapalıdır, ama bu değişiyor. ABD ve Avrupa’da haber merkezleri hem fiziksel olarak hem de zihinsel olarak giderek daha dışa açık ve erişilebilir hâle geliyor. Hedef kitlesini dinleyen ve editoryal şeffaflığı arttıran haber merkezleri giderek yaygınlaşıyor. Bu yakınlaşma direkt kişisel temasla da olabiliyor, veri kullanımıyla da. Almanya’dan yerel gazete Braunschweiger Zeitung düzenlediği toplantılarda okuyucusunu dinlemekle kalmıyor, onlardan gelen sorulara her gün düzenli olarak cevap veriyor.
8 Sorundan çözüme Araştırmacı gazetecilerin hâlihazırda farkında olduğu, çözüm odaklı habercilik de ivme kazanıyor. Yapıcı gazetecilik, okuyucular, kullanıcılar ve izleyiciler arasında diyalogu arttırıyor. Çözüm odaklı gazetecilik daha çok paylaşım sağlıyor.
3 Sürüden kulüpçülüğe Hem ABD’de hem de Avrupa’da topluluğu (kulüpleri) net olarak belirlemek giderek yaygınlaşan bir strateji. Bu da önceden kullanıcı, abone ya da okuyucu olarak bildiğimiz tanımların üyeliğe doğru geçişine işaret. İspanyol El Diario ve Fransız Mediapart üyelik modellerini kimliklerinin ve gazetetecilik faaliyetlerinin merkezine koyan haber merkezleri arasında. The New York Times gibi bazı geleneksek medya şirketleri de bu yolu izliyor.
6 Mesafeden işbirliğine Modern gazeteciliğin bağımsızlık ve tarafsızlığını korumak için kendisiyle diğer aktörler arasına koyduğu mesafe artık çok daha kısa. Haber merkezleri yurttaşları gazetecilik süreçlerine artık doğrudan dâhil ediyor. Hollanda merkezli De Correspondent, Alman Correctiv ve New York merkezli ProPublica bu tip işbirliğini geliştiren modellere sahip. Bu medya şirketleri aynı zamanda STK ve kamu kuruluşları gibi diğer paydaşlarla da işbirliği yaparak gazeteciliği daha ilgi çekici kılmak için çalışıyor.
9 Gözlemciden aktiviste Hem eski hem yeni birçok haber merkezi hedef kitlesinin ilgisini çekebilmek için aktivist kampanyalar düzenliyor. Tabii gazeteciler için oldukça tartışmalı bir durum bu ve her medya kuruluşu için uygun olmayabilir. Ancak The Guardian başta olmak üzere, bu tip aktivizmin başarılı örnekleri var. NiemanLab’de yayınlanan bu içerik Journo okurları için Sergül Taşdemir tarafından haberleştirilmiştir.
20
SÖYLEŞİ
Daniel Lanyon: Blockchain gazetecilik sektörünü dönüştürecek Blockchain deyince, hemen yanına bir de “bitcoin” ekleniyor. Peki, bitcoin olmadan blockchain olur mu? Olursa nasıl olur? Blockchain günlük hayatımızı nasıl etkileyecek? Özellikle gazetecilik sektörünü nasıl dönüştürecek? Uzmanına sorduk. SERGÜL TAŞDEMİR
E
Ekonomi gazeteciliği alanında deneyim sahibi genç bir isim Daniel Lanyon. Kariyerine İstanbul’da Hürriyet Daily News’te başlayan Lanyon, şimdilerde Londra merkezli bir start up için editörlük yapıyor. Özellikle ilgilendiği alan ise ‘fin tech’ (finans teknolojileri). Kendisiyle son zamanlarda sık sık adını bitcoin ile yan yana duyduğumuz Blockchain -daha doğrusu Lanyon’un sık sık vurguladığı üzere- küçük “b” ile yazılan “blockchain teknolojisi” üzerine konuştuk. Blockchain endüstrisinin ardındaki fikir nedir, ilk olarak bununla başlayalım. Günlük hayatımız nasıl etkilenecek bundan? Blockchain’i ilk duyduğum zaman bir buçuk sene öncesiydi. Yani çok eski değil, oldukça yeni sayılabilir. Kimse daha önce blockchainden bahsetmiyordu ve bir anda hızla yayıldı, adeta patladı
ve herkes konuşmaya başladı. Basın bültenleri, organizasyonlar, blockchain adını taşıyan yeni şirketler ve daha nicesi. Tabii en önemlisi, blockchainin başta finans olmak üzere tüm endüstrileri değiştireceği vaadi. Kripto paralar konusunu bir yana bırakırsak, küçük “b” harfiyle blockchainin dönüştürücü bir teknoloji olması bekleniyor. Ancak aşırı bir ilgi var, şu anki potansiyelini aşan bir tartışma söz konusu. Bana göre, gereğinden fazla konuşuluyor. Ama tabii, bir yandan da çok ciddi kuruluşlar henüz karşılığını almadıkları yatırımlar yapıyorlar, blockchainin dönüştüreceği teknolojiye uyum sağlayabilmek için. Finans sektörü için önemi şu ki, şu an çok yüksek maliyetlere neden olan işlemler çok daha kolay yapılabilecek. Bir de tabii, güvenlik en üst seviyede olacak.
‘BLOCKCHAIN GÜVENİLİR BİR ORTAM SAĞLAYACAK’ Kimileri “ikinci İnternet” yakıştırması yapıyor blockchain için. Sence, İnternet’in yarattığı gibi dönüştürücü bir etkisi olacak mı? Bana kalırsa, değerinden fazla önem atfediliyor. Çok ilginç evet, ama önümüzü görmek için şu an çok erken. Değişim olacak ama bu çok çabuk olmayacak. Henüz emekleme aşamasında bir teknolojiden bahsediyoruz. Ama heyecanlanmamız için şu sebepler yeterli bence; ister finansal kurumlar arasında ister vatandaşlar arasında olsun bir şekilde güvenilir bir ortam sağlayacak. Bu da oldukça dönüştürücü bir etki olabilir, ama internet kadar etkili olur mu? Bunu söylemek için henüz erken. Blockchainin gazetecilik sektörüne etkisi ne olacak peki?
21
Hiç şüphesiz gazetecilik tehdit altında bir endüstri. Son beş-on yılda teknolojik gelişmelerle inanılmaz bir değişim geçirdi; herkesin bildiği gibi dijital medya, sosyal medya vb. alanlar gelişti. Gazetecilik ve medya dediğimizde, artık içeriğin paylaşıldığı birçok platform var ve artık çok daha fazla iletişim hâlindeyiz. Ama bir yandan da bu büyük bir sorun çünkü, insanlar yaptığınız işi çalabiliyor, yanlış amaçlar için kullanabiliyor, bundan maddi kazanç sağlayabiliyor. Yapay zeka gibi yeni teknolojiler gelişti artık, ve bugün artık videolar bile sahte olabiliyor. Örneğin şu an, oturduğumuz yerde aynı düzende sen değil de bir başkası senmiş gibi gösterilebilir. Geleneksel haber mecraları çok ciddi bir tehdit altında, ve bu sadece iş modelleri düzgün işlemediği için değil kapsamlı
bir sahte haber sistemiyle mücadele etmek zorunda oldukları için. Çözüm blockchainde mi? Eğer blockchain vaad ettiği üzere daha güvenilir bir bilgi ağı sunarsa, yakın gelecekte sahte haberin kaynağına ulaşmak, kimin bu haberleri yaydığını anlamak kolaylaşacak. Bunu yapmak aslında çok zor bir iş, düşünsene her yerden bilgi yağıyor. Bir kere yayıldı mı sosyal medyada, geri dönüşü de olmuyor. Ama blockchain sözünde durursa, doğru bilgiyi koruyabilir yanlıştan ayırd edebiliriz. Bu finans gazeteciliği için de çok önemli, haberini yaptığımız borsa hakkında doğru bilgiyi aktarmak zorundayız. Bana göre, blockhain teknolojisinin gazetecilik sektöründe potansiyeli çok yüksek. En önemlisi de gazeteciliğe olan güvenin yeniden tesis edilmesini
sağlayacak ve daha kaliteli bilginin yaygınlaşmasını sağlayacak. Gelelim ekonomi gazeteciliğinin püf noktalarına… İyi bir ekonomi gazetecisi olmak için ne gerekiyor? Çok şüpheci olmak gerekiyor. Bir de bence, yansız olmak oldukça yararlı. Belli bir görüşe tabii ki sahip olabilirsiniz ama dengeli habercilik yapmanız zorlaşabilir. Gazeteciliğin tüm diğer alanlarında olduğu gibi kaynaklarınızı tanımanız ve doğrulamanız şart. İnsanların sizi yanlış yönlendirmek için bir sürü sebebi olabilir, kendi çıkarlarını gözetmek isteyebilirler. O nedenle, insanları insan olarak değerlendirmek altın kural. Söz gelimi, iyi giyimli bir CEO var karşınızda ama neticede insan. O da yanlış bir bilgi verebilir size, hata yapabilir.
22
‘EKONOMİ GAZETECİLİĞİNİ FARKLI KILAN PARANIN DİLİ’ Bir de okuyucu/izleyici olarak genelde finansal okuryazar değiliz pek… Kesinlikle, tam da bu konuya gelecektim. Sanırım bu ekonomi gazeteciliğini ayıran en önemli nokta bu. Daha önce söylediklerim gazeteciliğin her branşında geçerli, ama ekonomi gazeteciliğini farklı kılan paranın dili. Oldukça karmaşık bir dil bu. İnsanlar aynı şey için beş altı farklı terim kullanıyor ve tüm bu finansal dünyanın dili baş döndürücü olabiliyor. Sanki bir şey saklamaya çalışır gibi bir dil, bir otoriteyi sanki temsil ediyor. Çoğunlukla yanlış yönlendirip kafa karıştırıyor . Bunun bence iki nedeni var; birincisi bu dili kullananlar kendilerine bir güç alanı oluşturuyor ve zeki görünmeye çalışıyorlar. İkincisi ise, bu karmaşık dili kullanıyorlar, çünkü aslında
kendileri de anlamıyor konuyu ve ne anlattıklarından haberleri bile yok. Çok deneyimli bankacılar bile anladıklarını iddia ettikleri şeyi anlamıyorlar. Bunu bilmek, ekonomi gazeteciliği için çok kıymetli. Bu durumda, konuşulanları anlamayanlar ne yapacak? Özellikle genç gazeteciler çekinmeden, anlamadıkları yerde sormalı. “Son enflasyon figürlerinden bahsettiniz, ama tam olarak şu kısmı anlamadım, anlatır mısınız?” diye sorsunlar, ben sordum zamanında. Çok da faydalandım, tabii artık yapamıyorum sektörde uzun zamandır olduğum için. Ama insanlar genelde anlayışla karşılıyor, açıklıyor. Bazen de gerçekten neden bahsettiklerini bilmiyorlar. Dil, her tür gazetecilikte önemli ama ekonomi gazeteciliğinde daha da önemli olduğunu düşünüyorum. O karmaşık dili deşifre etmek zorundasınız.
23
HABER
Facebook’un patent başvuruları: Her şeyimizi izlemeye and içmişler Cambridge Analytica skandalı, kullanıcı verilerinin kötüye kullanılması ve yaşanan diğer gelişmeler gözleri uygulamalarını her gün kullandığımız Facebook’a çevirdi. Şirketin patent başvuruları incelendiğinde geleceğimize ilişkin hiç de iç açıcı bir tablo ortaya çıkmıyor.
F
MEHMET ŞAFAK SARI Facebook’un kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Mark Zuckerberg, ABD Kongresi’nde temsilcilerle görüşmüş ve kullanıcı verilerinin kötüye kullanılması nedeniyle özür dilemişti. Zuckerberg, bu yazı yazılırken ABD Kongresi’nde kişisel verilerin kullanımı ve seçim manipülasyonları üzerine sorgulanıyor. Skandal ortaya çıktığında Facebook’un savunması ‘Ortada bir veri hırsızlığı yok ama kurallarımız ihlâl edildi, gereğini yapıyoruz’ şeklinde olmuştu. Bu bile Facebook’un durumun ciddiyetinden uzak davrandığını ve verilerimizin -Facebook’un kuralları ihlâl edildiğinde- zararlı amaçlar için kullanılabileceğini göstermişti.
TÜM BEDENSEL VE GÜNDELİK HAREKETLER Yine Facebook kullanıcı etkinliği izleme alanında da etkin olmak istiyor. Yürüyüş, koşu, bisiklet, kürek çekme, araba ile sürüş, otobüs, tren, merdiven yürüyüş, atlama, yüzme, futbol ve kayak oynama gibi her türlü aktiviteyi otomatik olarak algılamak, kaydetmek ve tanımlamak üzerine teknoloji geliştiriyor.
Peki gerçekten Facebook gereğini yapıyor mu? Kişisel verilerimize ve mahremiyetimize saygı gösterecek mi? Açıkçası şirketin patent başvurularının bazılarını incelediğimizde, ortaya hiç de iç açıcı bir tablo çıkmıyor.
PAYLAŞILAN DOSYALAR ÜZERİNDEN HAFİYELİK Facebook ayrıca “şüpheli, yetkisiz veya telif hakkıyla korunan içerik” yükleyip yüklemediğinizi belirlemek için “sosyal sinyallerin herhangi bir bileşimini analiz etmek” istiyor. Sosyal sinyaller, bir web sayfasının arama motorları tarafından algılanan kolektif paylaşımları, beğenileri ve genel sosyal medya görünürlüğünü ifade ediyor.
GÖZ HAREKETLERİNİ İZLEME TEKNOLOJİSİ Facebook göz bebeği ve korneaya, özel kızılötesi LED’ler yönelterek göz hareketlerinizi takip etmek istiyor. Şirket, göz hareketlerini izleme kontrolü sistemleri ve yöntemleri üzerine çalışıyor.
CAMBRIDGE ANALYTICA-FACEBOOK BENZERLİĞİ Belki de tüm bunlardan önemlisi Facebook, Cambridge Analytica skandalından önce, 2008’den beri kullanıcılarının tüm tartışmalarındaki özellikle politik ve ekonomik
terimleri izleyip demografik, psikometrik analizler yapmak için çalışıyormuş. Platformun, “politikacı isimleri” ve “politik veya ekonomik konular” tartışırken kullandığımız anahtar kelimeleri analiz etmek istediğini görüyoruz. Facebook,“Politik analistler” veya “pazarlama ajansları” için bir arayüz ortaya çıkarmak için patent başvurusunda bulunmuş. Şirket, kullanıcıların arasındaki tartışmalar ve yorumlar üzerinden, ortaya çıkan terimleri ve bu terimlerin kullanım sıklığını analiz ederek, bu terimlerden bahseden üyelerle ilişkili demografik bilgileri, yaş, cinsiyet bilgileri ile terimlerin kullanımı arasındaki ilişkiyi grafik biçiminde gösterecek bir teknoloji geliştirmiş ve bunun için patent başvurusuda bulunmuş. Size de kişisel verilerimizi zaten tam da Cambridge Analytica gibi kullanmanın önünü açacak bir teknoloji gibi gelmedi mi? Facebook’un tüm patent başvurularını Google Patentler üzerinden inceleyebilirsiniz.
24
KİTAP
O’Reilly’den Silikon Vadisi’ne tekno-iyimser bir bakış: WTF Silikon Vadisi’nin gayriresmî sözcüsü Tim O’Reilly’nin yeni kitabı WTF, iyimserliğinin yanında beklenmedik eleştirileriyle de dikkat çekiyor.
T ORHAN ŞENER
Tim O’Reilly, Silikon Vadisi’nin ideologu olarak görülebilir. 20 yıldan uzun süredir teknoloji ve dijital ekonomi üzerine kitaplar basan O’Reilly Press’in başında. Kendisi aynı zamanda Web 2.0 terimini de kullanıma sokan kişi olarak tanınıyor. O’Reilly, geçtiğimiz günlerde WTF? What’s the Future and Why It’s Up to Us isimli kitabını tanıttı. Kitapta, son birkaç yıldır yükselişte olan Silikon Vadisi ve teknoloji eleştirilerine ters istikamette görüşler mevcut. Teknoloji, özellikle de Silikon Vadisi kaynaklı dijital teknolojiler uzun yıllar neredeyse her kesim tarafından olumlanan; gelişmenin, iletlemenin ve daha da önemlisi insanların refah ve mutluluğunun sağayıcıları olarak görüldü. Oysa son birkaç yıldır, ekonomik ve politik arenadaki dramatik değişimler birçok farklı kesimin aynı anda teknolojiye eleştirel bir gözle bakmasına sebep oldu. Bu gelişmelerin başında sosyal medyanın iletişim alanındaki genel teamülleri hızla yıkıp, narsizm, aşırı enformasyon tüketimi, taciz, mahremiyetin ihlâli, kutuplaşma ve en kötüsü de yalan/ sahte haberlerin tetiklediği post gerçek siyaset düzeni geliyor. Ekonomik alanda ise otomasyon nedeniyle öncelikle mavi yakalıların (başta fabrika işçileri ve kamyon şöförleri
olmak üzere), ama sonrasında da enformasyon işçilerinin (çevirmenler, gazeteciler) prekerleşmesi ve işsiz kalması en önemli sorunlar olarak görülüyor. Bu olumsuz havaya tezat oluşturacak biçimde Tim O’Reilly, kendisinden beklenecek şekilde, yakın geleceğin bir distopya olmadığını, bu yaşadıklarımızın muhtemelen olumlu sonuçlar doğuracak hızlı bir dönüşümün yan etkileri olduklarını savunuyor. (Görsel: Diego Rivera’nın Detroit endüstrisi ve işçi sınıfını betimlediği duvar resminden detay) Kitapta değinilen konuların başında gelen otomasyonun yarattığı işsizlik ve prekerleşme hususunda O’Reilly, ‘bu kadar karamsarlığa’ gerek olmadığını savunuyor. Zira, yazara göre teknoloji mevcut işleri yok etse de yenilerini de yaratıyor. Gerçekten de düşünüldüğünde fotokopi makinalarının çıkması matbaacılık sektöründe çalışan birçok işçiyi bir anlığına işsiz bıraktıysa da, bu insanlar iş hayatlarına fotokopici makinası başında devam edebildi. Veya İnternet teknolojileri, medya ve iletişim alanında birçok işi yok etse de, sosyal medya uzmanlığı, veri analistliği, deneyim tasarımı uzmanlığı gibi bazı meslekleri de sıfırdan yarattı. Ancak, yeni yaratılan işlerle,
kaybedilen işler arasında bir dengesizlik olduğu, mevcut işsizlik trendlerine bakıldığında görülebiliyor. O’Reilly, şu anda bir dengesizlik olduğunu kabul etse de, durumun düzeleceğini, tek gerekenin firmaların doğru yaklaşımı olduğunu savunuyor. O’Reilly’e göre bu doğru yaklaşım, şu prensibe dayanmalı: Eskiden yapılan işi otomasyona devredip, insan işçileri çıkarmak değil; robotlara standart, tekdüze işleri devrederken, insanlara daha sofistike işler vermek. Yani, eski işi daha ucuza yapalım mentalitesi yerine, daha fazla ve daha güzel işleri eskisiyle aynı maliyete yapalım. Buna örnek olarak da O’Reilly, Jeff Bezos ve Amazon örneğini veriyor. Bakıldığında Amazon gerçekten de dijital dönüşümün başladığı ve doruk noktasına ulaştığı son 20 yılda yüzbinlerce işçi istihdam etmiş. Ki otomasyonu olabilecek en yoğun ve yenilikçi şekilde kullanan bir dijital endüstri devinden bahsediyoruz! Tam bu noktada O’Reilly, firmaların çalışanlarına meslek içi eğitimler vermelerinin önemine vurgu yapıyor. Yazarın argümanına göre bu eğitimler dijital öncesi endüstrilerde standart bir uygulama iken, özellikle 2000 sonrasında şirketler hazır eleman almaya yöneldiler ve bu da çalışanların değişen sektör
25
dinamiklerine ayak uyduramamasına sebep oldu. O’Reilly’e göre firmaların hayalindeki gibi, işi çok iyi bilen, tamamen hazır çalışanlar bulmak bir fantezi. Bu sebeple, çok hızlı gelişen dijitale dayalı sektörlerde, firmaların mutlaka çalışanlarına düzenli eğitimler vermesi gerekiyor. Tabii, bir okur olarak insan şunu sormadan edemiyor: Sürücüsüz araçların yaygınlaşmasıyla işsiz kalan uzun yol tır şöförüne nasıl bir eğitim vereceğiz de kendine bu yeni ekonomide iş bulabilecek? O’Reilly’nin değindiği son husus ise, Silikon Vadisi’nin hissedar fetişizmi. Yazara göre, mevcut finansal sistem firmaların gerçek aktivitelerini, gerçek kârlılıklarını değil, kâğıt üzerindeki spekülatif değerini ölçüyor ve ödüllendiriyor. Yani bir firma, müşterilerine, topluma sunduklarıyla değil, finansal piyasalarda speküle edilebilme vasfına göre değerleniyor. Bu da özellikle Silikon Vadisi’nin kendi potansiyelini yerine getirememesi anlamına geliyor. Bu yorumuyla, finans kapitalin Marksist eleştirisine oldukça yaklaşan O’Reilly okurlarını şaşırtıyor. Demek ki, mızrağın çuvala sığmadığı bir aşamaya geldik. WTF, Silikon Vadisi’nin ideologu olan bir isimden beklenecek kadar defansif; ancak yer yer hiç beklenmedik şekilde rasyonel bir kitap. Teknolojinin dünyayı nasıl değiştirdiğine dair güncel, optimist ama ayakları da yere basan bir yorum okumak isteyenler için biçilmiş kaftan.
WTF?: What’s the Future and Why It’s Up to Us Yazar: Tim O’Reilly Yayımlanma tarihi: 10 Ekim 2017 Sayfa sayısı: 448 Yayıncı: HarperBusiness
Dil: İngilizce ISBN-10: 0062565710 ISBN-13: 978-0062565716
26
GÖRÜŞ
Yavaş gazetecilik: Geri kalmamak için değil, anlamak için oku Yavaş kent, yavaş yemek tamam ama yavaş gazetecilik üzerine tartışma yok denecek kadar az Türkiye’de. Sürekli ekrana bakıp bir paragraflık ‘ayrıntılar geliyor’ metinlerini görmemiz bu yüzden. Hızla öğrenip geri kalmama telaşından unutmuş olsak da okumak keyifli bir faaliyet olmalı aslında.
A
CANBERK BEYGOVA Artık hepimiz hemen her alanda dijitale neredeyse îman ediyoruz. Köklü firmalar dijital dönüşümdeki başarılarıyla övünüyor, yeni iş fikirleri dijitali önceliyor, paranın bile dijitali fenomen olmuş durumda. Gazetecilikte de yapay zekâyla haber yazımından tutun, ana akım sosyal platformlarla içerik sağlayıcıların ilişkilerine, veri gazeteciliğinden vatandaş gazeteciliğine sürekli gelişen tartışma alanları var. Hâl ve gidişat, gazeteciliğin geleceği üzerine düşünürken de hep dijital minvalinde.
insanlar, monitöre bakıp sürekli bir paragraflık “Ayrıntılar geliyor” metinlerini tıklamaktan neden yılmasın? İlginçtir, yavaş gazetecilik üzerine konuşmalar yok denecek kadar az; yavaş kent, yavaş yemek kadar gündemleşememiş durumda Türkiye’de. Oysa bütün gün ofiste seri şekilde haber üretimi yaparken yıpranan gazeteci kadar okuyucunun da ihtiyacı var buna. Okuyucu olarak bu ihtiyacı, İngiltere’de yayımlanan Delayed Gratification’ın son dört sayısını haftasonları okurken fark ettim.
Peki, bu sürekli değişimden ve üretim-tüketimdeki düşmeyen hızdan yorulanlar için arada soluklanacakları küçük sığınaklar yok mu? “Birkaç sene sonra şuraya yerleşeceğim” diye kent hayatından kaçış arayan
TELAŞLA DEĞİL KEYİFLE OKUMAK Üç ayda bir çıkan “yavaş gazetecilik devrimi” ürünü Delayed Gratification, Ocak 2011’de Rob Orchard ve Marcus Webb tarafından kurulmuş,
belki almanak demenin de daha doğru olabileceği bir dergi. Adı üstünde acele etmiyorlar; OcakŞubat-Mart aylarındaki olayları kapsayan sayı, bu üç aydaki olaylar etraflıca çalışıldıktan sonra, ta Haziran ayında yayınlanıyor. Hızlı haber ve acele yorum yerine geriye dönüp bir sakin bakış, okuyucu için de konuyu oturup düşünebilecek bir rahatlık sağlıyor. Dahası, ne zamandır unuttuğumuz bir keyfi vadediyor. Olan bitenden geri kalmamak için değil, keyif için okumak diye bir şey varsa, Delayed Gratification tam olarak ona denk geliyor; isminin hakkını veriyor: Ertelenmiş Haz. YAVAŞ GAZETECİLİK DEVRİMİ Bağımsız her yayın gibi Delayed Gratification’ın da temel gelir kaynağı, okuyucusu.
27
Düzenli bir yayında, abonelik hayati önem taşıyor. Özgün ve detaylı araştırmalara dayanan, sahadaki muhabirlerin ürettiği içerikler sunan dergide reklam hiç yok; şık fotoğraflar ve ölçülü infografikler var. Hâliyle keyfiniz bölünmüyor, göz de hiç yorulmuyor. Bu tarz gazetecilik, zihninizin de dostu; çünkü yakın geçmişte yaşanan olaylara sakin kafayla bakmanın bir yararı da, olayların yalnızca başının değil, sonunun da olması. Alanının öncüsü olan Delayed Gratification, internet sitesinde yer alan “Yavaş gazetecilik devrimine katıl” davetini, dergide okuyucusunu “eğiterek” de destekliyor. Elimdeki sayıların her birinin editör yazısı, neden yavaş gazeteciliğe ihtiyaç olduğunu farklı cepheleriyle anlatırken; sonraki sayfada yeni okuyuculara derginin formatı infografiklerle tanıtılıyor. Zira gazetecilik dönüşecekse, okuyucusunu da dönüştürebilmeli. BEYAZ YAKALI NEDEN İNFOGRAFİK ÖĞRENMEK İSTEMESİN? Üçer aylık içeriklerin toplandığı sayılarda her ay, bir bölüme denk geliyor. Sayfa numaralarının yerini tarihler almış. Dijitalle paslaşırcasına bir
zaman tüneli şeklinde tasarlanan derginin en güçlü yanıysa, ödüller de kazanan infografikleri. Öyle ki bel bükebilen tasarım maliyetleri, Delayed Gratification için gelir kaynaklarını çeşitlendirmenin de bir yolu olmuş: Derginin editörleri ve sanat yönetmeni tarafından düzenli olarak infografik yapım kursları veriliyor ve aboneler de bu kurslara davet veya indirim alıyor. İlk anda garip gelse de -sahi, neden insanlar infografik öğrenmek istesin ki?- sunumlar ve raporlar üzerinden ilerleyen kurumsal şirketlerde öne çıkmak için, gazetecilik know-how’ının belli parçaları neden ayrıcalık yaratabilir olmasın? BÜYÜK DEĞİL DOKUNULABİLİR GAZETECİLER İnfografik yapımı gibi, derginin aboneleriyle buluştuğu diğer etkinlikse, Londra’da düzenlenen ve abonelerle gazetecilerin hazırladıkları haberleri direkt konuşabildikleri yavaş gazetecilik akşamları. Bu etkinlikler de dergi için yine hem bir gelir kaynağı, hem de okuyucularıyla gerçek bir etkileşim sağlamak için –kitlesini tanıyıp isteklerine uygun içerikleri yakalamak içinfırsat. Büyük insanlarla konuşan büyük gazetecilerin yerini bu zamanda derindekine bakan dokunulabilir gazeteciler alıyor gibi.
Yine de derginin abonelik için okuyucuya sunduğu en önemli havuç, okuyucunun verdiği paraya değecek, kopyala-yapıştır olmayan içerik. Okuyucuya internette olmayan şeyler sunma zorunluluğu, Kosova’yla Sırbistan arasında sorun olan madenden, Gabon’da Afrika Uluslar Kupası’nın ardındakilere kadar dünyanın pek çok yerinden çalışmalar üretilmesini sağlıyor. Gerçi küresel bir bakış açısının pek olmadığı Türkiye’de bu tarz haberleri üretmek, üretilse de okutmak ne kadar mümkün, belli değil ama yine de bu gibi yayınların niş bir kitleye hitap ettiklerini, ana akımdaki gibi büyük sayılardansa nitelikli, iyi tanımlanmış küçük grupları hedeflediğini düşününce çok da ümitsiz olmamak gerekiyor. Sloganı “Last to Breaking News” olan bir Delayed Gratification veya o modelde bir yayın, beş dakikada bir gündemi değişen Türkiye’de yaşayan insanlar için şifa gibi olmasının yanı sıra gerçek de bir ihtiyaç. İnternet üzerinden satılan ve dünyanın her yerine gönderilebilen derginin lisansını alıp Türkiye’de yayınlamak isteyenler de olsa keşke. Çünkü derinlemesine araştırmalara ihtiyaç var, evet; ama okumak da keyifli bir faaliyet aslında, acele okuyup öğrenip bir şeylere geç kalmama telaşından unutmuş olsak da.
28
HABER
Gazeteciler alarm veriyor: Yüzde 70 tehlikeli seviyede stresli Sürekli yorgunluk, sık unutkanlık, kas ağrıları, gevşemede ve dikkat toplamada güçlük… Bahsi geçen psikolojik ve fiziksel belirtiler ‘Çalışan Gazetecilerde Stres ve Mesleğe Başladıktan Sonra Karşılaşılan Rahatsızlıklar’ çalışmasından. Gazeteciler çok sayıda sorunla baş etmeye çalışıyor ve katılımcıların yüzde 70’inin tehlikeli seviyede stres altında olması dikkat çekiyor. TAMER ARDA ERŞİN
Y
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü İş Sağlığı ve Güvenliği Bölümü proje ödevi kapsamında Ankara’nın Çankaya ilçesinde, kurumlarda çalışan ve freelance muhabirlik yapan 24-50 yaş arasındaki 50 gazeteciyle (%66 erkek, %34 kadın), stres düzeylerini ölçmek için ‘Çalışan Gazetecilerde Stres ve Mesleğe Başladıktan Sonra Karşılaşılan Rahatsızlıklar’ isimli bir çalışma yürüttüm. Katılımcılara ‘İş Stresi Düzeyi Ölçeği Anketi’nde yer alan soruların yanı sıra mesleğe başladıktan sonra karşılaştıkları rahatsızlıklar ve mesleki durumlarıyla ilgili sorular sordum. Katılımcıların yüzde 70’inin stresi ‘tehlikeli seviyede’ çıkarken, geriye kalan yüzde 30’luk kısımda stresin psikolojik ve fiziksel belirtileri gözlendi. Katılımcıların verdiği yanıtları göre, 50 gazeteciden 28’inin stres düzeyi tehlikeli boyutlara varmış durumda. En
düşük stres düzeyi puanı 30, en yüksek stres düzeyi puanı ise 44. Katılımcıların 22’sinde ise, fiziksel ve psikolojik stres belirtileri tespit edildi. En düşük stres düzeyine sahip kişinin puan değeri 22, en yüksek puan değeri 29 oldu.
unutmakta güçlük çekiyor musunuz?” sorusu soruldu. Katılımcılardan 18’i “evet oluyor”, 13’ü “çoğu zaman oluyor”, 12’si “zaman zaman oluyor”, 3’ü “nadiren oluyor” ve 4’ü “hayır olmuyor” yanıtını verdi.
MEDYA ALDIĞI MAAŞTAN MEMNUN DEĞİL Ankete katılan gazetecilerden 36’sının sarı basın kartı var. Mesleği seçme nedenleri sorulduğunda, 41’i isteyerek, 8’i rastlantı sonucu, 1’i ise başka bir iş imkânı olmadığı için gazetecilik yapmaya başladığını söyledi.
Gazetecilere, meslektaşlarıyla olan rekabetin stres yaratıp, yaratmadığının tespiti için “Meslektaşlarınızın yaptığı haberlerle ilgili ‘bu haberi ben yapmalıydım’ dediğiniz oluyor mu?” sorusu soruldu. 18’i “evet oluyor”, 6’sı “çoğu zaman oluyor”, 16’sı “zaman zaman oluyor”, 7’si “nadiren oluyor” ve 3’ü “hayır olmuyor” yanıtını verdi.
“Gelir durumunuzdan memnun musunuz?” sorusuna ise, gazetecilerin 44’ü “hayır” cevabını verirken, 6’sı memnun olduğunu ifade etti. Ölüm vb. travmatik durumların katılımcıların üzerinde bıraktığı etkiyi ölçmek için “Olağanüstü olaylarla karşılaştığınızda
GAZETECİLER EVDE DE ÇALIŞIYOR Katılımcılara iş yükleriyle ilgili düşünceleri sorulduğunda, 8’i “Çok fazla bunaltıyor ve zorluyor”, 13’ü “Çok bunaltıyor”, 11’i “Zorluyor”, 12’si “Biraz zorluyor” ve 6’sı “Hiç
29
zorlamıyor” cevaplarını işaretledi.
3’ü “Kesinlikle doğru değil” yanıtlarını verdi.
Gazetecilere iş yükleri de soruldu. Katılımcıların iş yükünün dinlenme bölgelerine taşıp, taşmadığını anlamak için “İşim evde de devam eder, işimi bitirmeden hayatta uyuyamam” ifadesi hakkındaki düşünceleri soruldu. 13’ü “Tamamıyla doğru”, 13’ü “Çoğu zaman doğru”, 12’si “Zaman zaman doğru”, 5’i “Nadiren doğru” ve 7’si “Hiç doğru değil” yanıtlarını verdi.
Katılımcıların işlerini yaparken birileri tarafında engellenip engellenmediklerini anlamak için “İşimin gereklerinin yerine getirmemi engelleyen birçok müdahalenin sıkıntısını yaşıyorum” ifadesi hakkında düşünceleri soruldu. Katılımcılardan 9’u “Tamamıyla doğru”, 13’ü “Çoğu zaman doğru”, 11’i “Zaman zaman doğru”, 12’si “Nadiren doğru” ve 5’i “Hiç doğru değil” cevaplarını verdi.
MESLEĞİNİ YAPARKEN ENGELLENMEK Katılımcılara baskı altında çalışırken kendilerini ne derece kontrol edebildiklerini öğrenmek için “İşimde baskı altında kaldığımda kontrolümü kaybetme eğilimindeyim” ifadesi hakkında düşünceleri soruldu. 3’ü “Tamamıyla doğru”, 8’i “Çoğu zaman doğru”, 13’ü “Zaman zaman doğru”, 23’ü “Nadiren doğru” ve
GAZETECİLER SÜREKLİ YORGUN Katılımcıların mesleğe başladıktan sonra karşılaştıkları rahatsızlıkları işaretlemeleri istendiğinde, 19’u “Dikkat toplamada güçlük çekiyorum”, 27’si “Sık unutkanlık yaşıyorum”, 17’si “Öğrendiğim konuları unutma endişesi taşıyorum”, 3’ü “İştahsızlık çekiyorum”, 10’u “Acıkmadan yemeye
başladım”, 7’si “Konuşmakta güçlük çekiyorum”, 3’ü “Sürekli sakarlık yapıyorum”, 23’ü “Gevşemede güçlük çekiyorum”, 13’ü “Migrenim var”, 3’ü “Sürekli baş dönmesi var”, 5’i “Nefes darlığı var”, 4’ü “Boğazımda yutkunma güçlüğü var”, 2’si “Sebepsiz titreme var”, 12’si “Sürekli baş ağrısı var”, 23’ü “Kas ağrıları var”, 32’si “Sürekli yorgunluk hali var”, 4’ü “Göğüs ağrısı var”, 2’si “Hipertansiyon var”, 18’i “Saç ve kıl dökülmesi var”, 9’u “Hazımsızlık var” ve 9’u “Yemeklerden sonra midede dolgunluk ve basınç hissi var” seçeneklerini işaretledi.
30
GÖRÜŞ
Haberciliğin finansmanını işletmecilere bırakma lüksümüz kalmadı İnsanların habere para ödüyor olmasının esas nedeni gazeteciler. Ürün biziz. Ancak sorun şu ki 19. yüzyıla ait bir şey üretip bunu 21. yüzyıl insanına satmaya çalışıyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor ve değişim gazetecilerin elinden çıkmalı. Gazeteciliği gazeteciler kurtarmalı.
A
ARON PILHOFER Bu belki bir öngörüden ziyade beklenti ama bence 2018 gazetecilerin kurtarıcı beklemeyi bırakıp kolları sıvadığı yıl olacak. The Washington Post ve The New York Times’ın yakın zamandaki başarılarına rağmen, haber ekonomisi finansal olarak hâlâ serbest düşüşte. Özellikle de yerel ve bölgesel habercilik söz konusu olduğunda durum pek iç açıcı değil. Üstelik ekonominin görece iyi olduğu bir dönemdeyiz… Bu satırları okuyan kimseye, yerel haberciliğin ölümünün demokrasi için ne anlama geleceği hakkında söylev çekmeme gerek yok. Ancak vurgulanması gereken bir şey var: Bu kriz, gazeteciler için varoluşsal bir anlam taşıyor. Pazarlama ve satış yönetici-
leri her zaman pazarlayacak, satacak bir şeyler bulabilirler; ancak gazeteciler için durum bu kadar rahat değil. Tek gazetesi olan bir kasabanın yerel gazetesi kapandığında ve yerini başka bir gazete almadığında… Açıkçası, böyle bir geleceğin var olmasına izin veremeyiz. Tek bir gazeteci bile bilmiyorum ki reklam modelleri, ‘paywall’lar, ‘funnel’lar ve benzerleriyle ilgili bir eğitim aldıktan sonra gazeteciliğe başlamış olsun. Oysa, ihtiyacımız olan tam olarak bu, hem de acilen. Son tahlilde, insanların habere para ödüyor olmasının esas nedeni gazeteciler. Ürün biziz. Ancak sorun şu ki hâlâ 19. yüzyıla ait bir şey üretip bunu 21. yüzyıl insanına sat-
maya çalışıyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor ve değişim gazetecilerin elinden çıkmalı. Bu yönde olumlu, ufak ama önemli bazı gelişmeler gözlemliyorum: Natalie Hanman ve Amanda Michel isimli iki gazeteci The Guardian’ın birkaç bin kişiden ibaret ücretli abonelerini bir yıl içinde 800 bine çıkarmayı başardı. The New York Times, çok yakında A.G. Sulzberger tarafından yönetilecek ki kendisi 2014 yılındaki İnovasyon Raporu’ndan bu yana haber odasına ciddi bir işletme perspektifi getirmişti. The Washington Post, yakın zamanda, haber odası ile meselenin ticari boyutunu yakınlaştıracak bir ürün müdürü çalıştırmaya başladı. Ürün yönetimi, artık gazetecilik bölümlerinde okutulan ve son 12 ayda katıldığım neredeyse her konferansta tartışılan bir konu hâline geldi. Tüm bunlar çok güzel, ancak hâlâ yeterli değil. Çünkü haberciliğin işletme tarafını işletmecilere bırakmak, artık habercilerin sahip olmadığı bir lüks. NiemanLab’in Gazetecilikte 2018 Öngörüleri bölümünde yayımlanmış bu içerik Orhan Şener tarafından Journo için Türkçeleştirildi.
GAZETECİLİĞİN GELECEĞİ BURADA.
Gazetecilerin bağõmsõz platformu Journo dijital yayõncõlõğõna odaklanõyor, medya için çšzŸmler šneriyor. @JournoComTr