T U RK I SH SOC I AL D EM OC RA C T IC VIEW Republican People’s Party
C H P
www.chp.org.tr
CHP-BXL/22-10
22 October 2009
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, 28 Haziran-3 Temmuz 2009 tarihleri arasında Türkiye’ye ziyaret ederek Türkiye’ de azınlıkların hakları da dahil insan hakları konusunda ulusal ve yerel makamlar, uluslararası kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, azınlık grupları ve temsilcileriyle görüşmeler yaptı. Hammarberg‘in 1. Azınlık Dilleri ve İfade Özgürlüğü Hakkı , 2. Azınlıklar ve Örgütlenme Özgürlüğü Hakkı, 3. Azınlıklar, Din Özgürlüğü ve Mülkiyet Hakları, 4. Doğu/Güneydoğu Anadolu’da ve Doğu/Güneydoğu Anadolu’dan Yapılan Zorunlu İç Göçler, 5. Romanların İnsan Haklarıyla İlgili Özel Konular başlıkları altında yaptığı tespitler ve önerilerin geniş bir özeti aşağıda yer almaktadır. Tespitler Azınlık Dilleri ve İfade Özgürlüğü Hakkı 1.
İfade özgürlüğünden en iyi şekilde, kişinin ana dilini özel ve kamusal yaşamda
özgür biçimde kullandığı durumlarda faydalanılır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3 üncü maddesinin 1 inci paragrafında “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” denmektedir. 2.
Anayasa’nın 42 inci maddesi,
uluslararası anlaşma hükümleri saklı kalmak
koşuluyla Türkçeden başka hiçbir dilin , eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamayacağını ve öğretilemeyeceğini belirtmektedir. Müslüman olmayan azınlıkların (Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler) eğitim kurumları, 1923 tarihli Lozan Anlaşması’nın 40 ıncı ve 14 Şubat 2007 tarihli Özel Eğitim Kurumları Kanunu gereği bu uygulamanın dışında tutulmaktadır. 3.
Müslüman olmayan azınlık okulları mali sıkıntı içerisinde olup, bu okullara devlet
tarafından yeterince yardım yapılmamaktadır. Ayrıca Lozan’da tanımlanan azınlıklara ait okullar, diğer müslüman olmayan azınlıklardan öğrenci kabul edememektedir. 4.
Lozan azınlık okullarında ve diğer okullarda her gün ‘Türküm’ diyerek başlayan
ve “Ne mutlu Türküm diyene” ifadesiyle son bulan bir and okumak yükümlülüğü kaygı vericidir.
C H P EUROPEAN UNION REPRESENTATION Republican People's Party – Turkey
( Member of the Socialist International )
11, Rond Point Schuman 1040 Brussels T: +32 2 256 7537
F: +32 2 256 7570
brussels@chp.org.tr
www.chp.org.tr
5.
Milli Eğitim Bakanlığı, Türk yurttaşlarının günlük yaşamında kullandığı farklı dil ve
lehçelerin varlığını kabulden hareketle, azınlık dil eğitimi ile ilgili bir
Yönetmeliği
uygulamaya koymuştur. Bu çerçevede, çeşitli illerde 2004 yılından itibaren, Kürtçe gibi geleneksel olarak toplum yaşamında kullanılan dillerin öğretimine yönelik özel kurslar açılmıştır. Ücretli olan bu kurslar talep yetersizliği nedeniyle 2005 yılında kapanmıştır. Bu nedenle, azınlıklar, ana dillerini devlet okullarında öğrenmeyi talep etmektedirler. Türk Üniversiteleri’nde şu an itibariyle Kürtçe, Süryanice ve Roman dilini öğretecek nitelikli öğretmenler olmamakla birlikte, Fransızca, İngilizce, Almanca ve İtalyanca eğitim veren özel okul ve devlet okulu ile üniversiteler bulunmaktadır. 6.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 3 Mart 2009 tarihinde, “Temel ve Diğerleri”
adlı davada verdiği karar üzerine, Yüksek Öğretim Kurulu, Kürtçenin üniversitelerde öğretilen diller arasına eklenmesine ve bu uygulamanın 2009 yılının ilk yarısında Bilgi Üniversitesi’nde başlatılmasına karar vermiştir. 7.
TRT 6 kanalının açılması, ‘Türkiye’deki Kültürel ve Dilsel Çeşitliliğin Temini ve
Korunması’ açısından çok önemli bir adım olmuştur. 8.
Diyarbakır Sur Belediye Başkanı 2007 yılında, belediye hizmetlerini Kürtçe,
Ermenice, Arapça, Süryanice ve İngilizce olarak
sunma girişimi üzerine, İçişleri
Bakanı’nın üsteği üzerine Danıştay tarafından görevinden uzaklaştırılmış ve belediye meclisi feshedilmiştir.
Danıştay bu kararını Anayasa’nın 3 üncü maddesinin 1 inci
paragrafına dayandırmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemisi’nin önüne getirilen dava, baskıcı devlet uygulamalarının bir örneği olarak, Diyarbakır yöresinde yaşayan Kürt nüfusunun bir kısmında olduğu gibi okuma yazması olmayan nüfusu
kamu
hizmetlerinden faydalanmaktan alıkoyacaktır. 9.
Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Otoriteler Konseyi, 229 sayılı (2007)
“Türkiye’de Yerel Demokrasi” konulu kararında yerel düzeyde azınlık dillerinin kullanılması ile ilgili temel problemleri şu şekilde sıralamıştır: 1)Türk kimliğinin sınırlı bir yorumu, Türkçeden başka dilleri kullanan yurttaşların kültürel hak ve özgürlüklerini sınırlamaktadır.2) Kamu hizmetlerinin sunumunda Türkçeden başka dillerin kullanılması durumunda
alınan
tedbirler,
uygulanmamaktadır.3)Belediyeler
tutarlı Kanunu,
bir
biçimde
mahkemelerin
başka belediye
diller
için
başkanları
ve
belediyeleri kovuşturmasına olanak tanımakta ve “politik” kararlar aldıkları gerekçesiyle görevden uzaklaştırılmalarına neden olmaktadır.
|2|
10.
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunu’nun 58 inci
maddesi ve Siyasal Partiler Kanunu, seçimlerde azınlık dillerinin kullanılmasını yasaklamaktadır. Bu durum, Avrupa Konseyi standartları gereği azınlıkların siyasal yaşama katılımlarının teşvik edilmelerinin önünde engeller oluşturmaktadır. 11.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, ifade özgürlüğünün ihlali ile ilgili
olarak Türkiye aleyhinde verilen çok sayıda karar bulunmaktadır.
Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesi 1998 yılından beri Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerde, Terörle Mücadele Kanunu’nun
değişmesinin yanısıra, yerel mahkemelerin, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin içtihatları doğrultusunda ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların oransallık ilkesi açısından değerlendirmesini mümkün kılacak yasal ve anayasal değişikliklerin yapılmasını önermektedir. 12.
Ceza Kanunu ve Terörle Mücade Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilmekle
birlikte yeni maddelerin sadece lafzında değişiklik yapılmış eski maddelerin özü aynen korunmuştur. Bu tür değişiklikler AİHM’in kararlarına yansıyan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
gereklilikleriyle
uyumlu
değildir.
Bu
durumda,
değişen
yasaları
Sözleşme’ye uygun bir şekilde uygulamak sorumluluğu savcı ve yargıçlarındır. Adalet Bakanlığı’nın savcı ve yargıçların
bu doğrultuda eğitilmelerine yönelik girişimleri
memnuniyet vericidir. 13.
Ceza Kanunu’nun 301 inci maddesinin yazımında ve yargı makamlarınca
uygulanmasında sorunlar yaşanmaktadır. Bu çerçevede mahkeme, bir Türk yayımcısını, Ermeni yazar G. Jerjian’ın “Gerçek Bizi Özgür Kılacak: Türk ve Ermeni Barışması” adlı kitabını yayımlamaktan ötürü 5 ay hapis cezasına çarptırmıştır. Bu kararında mahkeme, Türkiye Cumhuriyeti’nin aşağılandığına hükmetmiştir. 14. şekilde
Ayrımclıkla mücadele konusunda TCK'nın 216. Maddesi amacına uygun bir kullanılmamakta,
özellikle
Kürt
sorununda
şiddet
içermeyen
görüşlerin
kovuşturulmasına yasal zemin oluşturmaktadır. Ayrıca bu madde , 2006'da İzmir'de "Kürt nüfus artışı durdurulsun" diye yapılan kampanyaya ait şikayetlerin ve basında yer alan anti
semitist
makalelerin
yayımının
durudurulmasına
soruşturulmasında yeterince etkili bir biçimde kullanılmamıştır. Azınlıklar ve Örgütlenme Özgürlüğü hakkı
|3|
yönelik
şikayetlerin
1.
Türkiye’de uygulanan %10 luk seçim barajı, Kürtler gibi azınlık gruplarının
parlamentoda temsilini engelleyecek denli yüksek bir barajdır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 2004 yılında bu barajın çok yüksek olduğunu tespit etmiştir. 2.
1992-1998 yılları arasında AİHM’in önüne getirilen sekiz adet
siyasal parti
kapatma davası vardır. Bu davalarda kapatmaya konu olan parti liderlerinin, özellikle Kürt halkının kendi kendini yönetmek hakkına gönderme yapmak yoluyla, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve ulusun birliğine zarar verecek söylemleri kullandığı ifade edilmektedir. Bu partilerin çoğu, henüz faaliyetlerine başlamadan kapatılmıştır. AİHM, bu davalarda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11 inci maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. 3.
AİHM’in parti kapatma davalarında verdiği kararların uygulamasını izlemekle
görevli Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 2001 yılında yapılan Anayasa değişikliği ve 2003 yılında Siyasal
Partiler Kanunu’nda yapılan
değişikliklerle
örgütlenme
özgürlüğüne devlet tarafından yapılan müdahalede oransallık ilkesinin güçlü bir şekilde gözetilmesinin mümkün kılındığını tespit etmiştir. Türk Hükümeti, Bakanlar Komitesi’ni, Anayasa mahkemesi dahil diğer yerel mahkemelerin, AİHM kararları ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni etkili bir şekilde uygulayacağı yönünde bilgilendirmiştir. 4.
Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Demokratik
Toplum Partisi hakkında açılan kapatma davaları büyük kaygılar uyandırmıştır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 26 Haziran 2008 tarihinde aldığı bir kararda, Türkiye’de siyasal parti kapatma geleneği bulunduğunu , 1980 askeri darbesinin ürünü olan anayasa ve yasalarda siyasal partilerin kapatılması ile ilgili hükümlerde değişikliğe gidilmesini ifade etmiştir. Hükümetin Anayasa’yı değiştirme yönündeki çabalarını da göz önünde bulundurarak, bu süreçte Venedik Komisyonu ile yakın işbirliği içinde hareket edilmesi yönünde Türk hükümetini teşvik etmiştir. 5.
2004 tarih ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 5 inci maddesinde, “ırk, din,
mezhep veya bölge esasına dayalı ayrımcılık yapmak ve azınlık yaratmak veya Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını bozmak" amacını taşıyan dernekler kurulamayacağı hükmünde yer alan “azınlık yaratmak...ve üniter yapıyı bozmak” ifadeleri belirsiz ve Türkiye’de azınlıkları korumak amacı güden derneklerin kurulmasını yasaklamak yönünde devlete geniş takdir hakkı verecek niteiktedir.
|4|
Azınlıklar, Din Özgürlüğü ve Mülkiyet Hakları
1. Müslüman Alevi azınlığın, dini inançları doğrultusunda eğitilme hakkını sağlayacak önlemler alınmamaktadır. Alevi toplumu, sunni müslümanların aksine, devletten mali yardım alamamakta ve ibadet yerlerinin Cemevi olduğu kabul edilmemektedir. 2. Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) 2005 yılında Türkiye hakkında yayımladığı raporda, dini azınlıkların haklarının korunması yönünde yapılan yasal değişiklikleri memnuniyetle kayda geçmiştir. 2003 yılında yapılan yasa değişikliği ile tanınmış
kayda geçirilmeleri şartıyla dini vakıflara mülkiyet edinme hakkı
ve yitirilmiş olan mülkiyetlerin iadesini düzenleyen bir prosedür
belirlenmiştir. Bu yasa değişiklikleri aynı zamanda, azınlıktaki dini grupların ibadet yerlerine camilerle aynı statüyü tanımıştır. Ayrıca, İmar Yasası’nda artık yalnızca camilerden değil, genel anlamda ibadet yerlerinden söz edilmektedir. 3. Bununla birlikte yasaların uygulanmasında bazı sorunlar yaşanmaktadır. Özellikle Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan kaynaklanan karşılaşılmaktadır.
engellerle
Diyanet İşleri Başkanlığı, söz konusu mevzuat değişikliklerini
fazlasıyla kısıtlayıcı bir yorumla uygulayıp fiilen geçersiz hale getirmektedir. 4. ECRI raporunda, yasal reformlar yoluyla henüz çözülememiş olan bir dizi soruna da değinmektedir: Rum Ortodoks Cemaati’nin sayısı son derece azalmıştır ve hayatta kalabilmeleri için ivedi bir çözüme ihtiyaç vardır. Rum Ortodoks Kilise’sindeki rahip sayısı da giderek azalmaktadır;çünkü, bir yandan kendi teoloji okulu (Heybeliada Ruhban Okulu) 1971 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kapatılmıştır, öte yandan rahiplerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları şart
koşulduğu için
dışarıdan rahip getirtmek mümkün değildir. 5. Türk makamları Ruhban Okulu’nun yeniden açılması için sürdürülebilir bir çözüm arayışı içindedir. 6. Dışişleri Bakanlığı temsilcileri, Rum Ortodoks Kilisesi’nin Ekümeniklik statüsü ile ilgili sorunu “ortodoks
kilisesinin sorunu” olarak görmektedir. Hammarbeg,
Ekümeniklik sıfatının tüm dünyadaki Ortodoks Hıristiyanlar için ruhani değeri olan tarihsel bir sıfat olduğunu kaydetmiştir. 7. Azınlık vakıflarının taşınmaz mal edinimi önündeki engellerin kaldırılması için 2002 ve 2003 yıllarında yapılan kanun değişiklikleri memnuniyet vericidir. 2008 yılında
|5|
kabul edilen 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici 7 inci maddesi gereği, azınlık vakıflarının 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan taşınmazlar ile
1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın
alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmeleri mümkün kılınmıştır. 8. Bu olumlu gelişmelere rağmen, 2003 yılında yapılan kanun değişikliği çerçevesinde azınlık vakıfları, edindikleri malları kendi adlarına tescil ettirirken bir dizi bürokratik sorunla karşılaşmaktadır. Ayrıca, taşınmaz mal edinimi, Lozan Barış Anlaşması’nın üçüncü bölümünde kullanılan ifadeler doğrultusunda ancak bu vakıfların “dini, kültürel, sosyal, eğitim, sağlık ve hayır amaçlı’ ihtiyaçlarını karşılamak durumunda mümkündür. 9. Türk makamlarının, 5737 sayılı yasanın geçici 7 inci maddesinin etkili bir uygulamasına kanıt teşkil edecek şekilde,
AİHM’in Aralık 2008 yılında, Ermeni
cemaatine ait bir vakfın 1955 yılında edindiği bir taşınmazın mülkiyetinin söz konusu vakfa iadesi ile ilgili olarak verdiği kararın gereğini yerine getirdiğine dair herhangi bir kanıt mevcut değildir. Doğu/Güneydoğu Anadol’da ve
Doğu/Güneydoğu Anadolu’dan yapılan
zorunlu iç göçler
1. AİHM, özellikle 1984-1999 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, devlet tarafından ya da devlet dışı silahlı güçler tarafından zorunlu iç göçe maruz kalan yurttaşlarla ilgili olarak Türkiye aleyhine açılan davalarda (Doğan ve Diğerleri ve Dulaş davaları) , Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiği sonucuna varmıştır. 2. Doğan ve Diğerleri davasına ilişkin AİHM kararının hemen ardından Türk hükümeti 2004 yılında, doğu ve güneydoğu bölgelerinde terörizmle mücadele amacıyla yapılan operasyonlardan ya da terörist eylemlerden zarar görenlerin bu zararlarını karşılamayı amaçlayan bir yasayı kabul etmiştir. AİHM 2006 yılında
|6|
verdiği bir kararda, Türkiye’nin , zorunlu iç göç yaşamış kişilerin zararlarını etkin bir şekilde çözmeye yönelik bir siteminin olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte son araştırmalar, zararların tazminine yönelik sistemde 2006 yılından bu yana ciddi aksaklıklar olduğunu göstermektedir. Bu nedenle Bakanlar Komitesi, AİHM’in 2006 yılında aldığı kararın uygulamasını izlemeyi sürdürecektir. 3. Eve
dönüş ve rehabilitasyon projesi çerçevesinde
yapılan çalışmalar yavaş
ilerlemektedir. 2006 yılında yapılan bir araştırma bu proje kapsamında eve dönüş yapanların sayısının 112 000-124 000 arasında olduğunu göstermektedir ( Zorunlu iç göç yaşamış nüfusun yaklaşık %10’u). Bu çerçevede harcanan para 47 milyon Avro’dur. Ayrıca, eve dönüş yapanların pek çoğunun, eve dönüşü teşvik eden projeden haberi yoktur. Zararlarının tazmini için başvuru yapanların bazıları çok az ya da hiç yardım alamamışlardır. Uluslararası uzman raporları, “Zarar Tespit ve Tazmin Komisyonları”nın belirlediği zarar miktarlarının eşit ve adil olmadığı bazı durumları belirlemiştir. 4. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ekonomik ve sosyal açıdan az gelişmiş bölgelerdir. Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği’nin 2008 yılı sonunda yayımladığı bir raporda, söz konusu bölgelerde yer alan 21 ilde kişi başına düşen milli gelir, AB ortalamasının %12’ sidir. Bu illerde yaşayan nüfusun %46’ sı yeşil kart kullanmaktadır. 5. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ’nde özellikle kadınlar ve çocuklar ciddi insan hakları sorunları ile karşı karşıyadır. Kadınlarda okuma yazma oranı bu bölgelerde sırasıyla %63,6 ve %60.3’ dür. ILO raporlarına göre Türkiye’de 6 -14 yaş arasındaki 950.000 çocuk mali güçlükler nedeniyle okula gidememektedir. Son yapılan araştırmalar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden gelen bu çocukların çoğunun Türkiye’nin kuzey ve güney bölgelerinde mevsimlik işçi olarak çalıştığını göstermektedir. Öte yandan, Türk makamlarının, bu çocukların okula gönderilemeleri yönündeki çabaları memnuniyet vericidir. 6. Zorunlu iç göç yaşayanların eve dönüşleri ile ilgili diğer bir engel 1985 yılında kurulan koruculuk sistemidir. Korucuların bazılarının çeşitli insan hakları ihlallerine karıştıkları bildirilmektedir. AİHM 2006 yılında, İhsan Bilgin davasında Türkiye’nin, Sözleşme’nin 2 inci maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir. Bu davada, davalı, ulusal makamların, 1994 yılında güneydoğu bölgesinde korucuların yönettiği bir
|7|
operasyon
sırasında
hayatını
kaybeden
babasının
yaşama
hakkını
koruyamadığını ileri sürmüştür. Bakanlar Komitesi, AİHM’in bu kararının yürütülmesini izlemektedir. 7. Yetkili ulusal ve uluslararası organizasyonlar tarafından yayımlanan raporlarda, eve dönüşün önündeki diğer önemli bir engel olarak, Güneydoğu’da güvenlik güçleri ve devlet dışı silahlı güçler tarafından döşenmiş olan anti-personel mayınlar gösterilmektedir. Türkiye, 1 Mart 2004 tarihinden bu yana "Anti-Personel Mayınların
Kullanımının,
Depolanmasının,
Üretiminin
ve
Devredilmesinin
Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme” ye (Ottowa Sözleşmesi) taraftır. Bu sözleşme 2014 yılı sonuna kadar mayınlı bölgelerin mayından arındırılmasını şart koşmaktadır. Karamayınları İzleme Komitesi’nin 2008 raporuna göre 2007 yılı sonu itibariyle Türkiye’de toplam 982 777 mayın imha edilmeyi beklemektedir. 8. İmha edilmeyen mayınların eve dönüş yapan yurttaşların hayatı açısından tehlike oluşturmasından kaygı duyulmaktadır. Karamayınları İzleme Komitesi’nin 2008 raporuna göre, 1993-2003 yılları arasında karamayınları, 588 insanın ölümüne ve 2317 kişinin yaralanmasına neden olmuştur. Mayın kurbanları ya da diğer engelli yurttaşların rehabilitasyonuna yönelik kaynakların azlığı ve mayından etkilenen bölgelere verilecek psikolojik desteğin yetersizliği endişe vericidir.
Türkiye 30
Mart 2007 tarihinde Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ni imzalamıştır. Türkiye, Sözleşme’nin Engelli Hakar Komitesi’ne, imzacı devletlerdeki bir ihmalin kurbanı olduğunu ileri süren kişi veya gruplarla iletişime geçme hakkı veren Protokol’ünü henüz imzalamamıştır. Romanların İnsan Haklarıyla İlgili Özel Konular
1. Türkiye’de yaşayan Romanlar barınma, istihdam, sağlık ve sosyal yardım konusunda ciddi güçlükler yaşamakta ve polis ve diğer devlet dışı güçler tarafından şiddete maruz kalmaktadırlar. 2. Yabancıların Türkiye’de İkamet Ve Seyahatleri İle İlgili 5683 sayılı Kanun’un 21 inci maddesi, herhangi bir uyruğu olmayan ve yabancı uyruklu Romanların İçişleri
|8|
Bakanlığı’nın yetkisi dahilinde sınırdışı edileceğini belirtmekte ve bu hüküm, mevcut yasalarda bulunan ayrımcılık içerikli hükümlere örnek oluşturmaktadır. 3. Kentsel
Dönüşüm
Kanunu’nun
(2005)
Romanlar’ın
yerleşme
hakkı ve
İstanbul’daki kültürel mirasları üzerindeki etkileri dikkatle izlenmektedir. 4. Romanlar üzerine uzman örgütlerin raporlarına göre Kentsel Dönüşüm Kanunu özellikle Romanlar’ın tarihi yerleşim yeri olan İstanbul’un Sulukule bölgesinde ciddi tahribatlara neden olmuş ve UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi bu durumdan duyduğu endişeyi dile getirmiştir. UNESCO 2008 yılında yayımladığı raporda, Kentsel Dönüşüm Yasası çerçevesinde boşaltılması istenen alanların koruma altında olduğunu ve bu nedenle imar planlarına dahil edilmediğini, bu alanların tarihi yarımada sınırları içinde kaldığını kaydetmiş ve dönüşüm projesinin
amacının
korumadan
ziyade
toprak
geliştirmek
olduğunu
vurgulamıştır. 5. Rapor bu bölgede yaşayan Romanlar’ın polis tarafından evlerinden zorla çıkarıldıklarını, bazı durumlarda ev sakinlerine haber bile verilmediğini ve evlerin yıkıldığını gösteren örnek olaylara yer vermiştir. Bu tür zorla evden çıkarılma olaylarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3 üncü maddesinde belirtilen insan onurunu rencide eden haysiyet kırıcı muamalelerle, Sözleşme’nin, her insanın aile ve özel yaşamına saygı gösterilmesini talep etme hakkını içeren 8 inci maddeleriyle uyumu konusu endişe uyandırmaktadır. 6. Romanlar’ın 11 inci yüzyıldan beri Avrupa’daki ilk yerleşim yerlerinden olan Sulukule’deki yıkımlar büyük kaygı yaratmaktadır.
Sulukule aynı zamanda
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Theodosius surlarının kenarında yer almaktadır. 7. Fatih
belediye başkanı
Sulukule’de
kentsel dönüşüm projesi kapsamında
yapılan yıkımların nedeni konusunda ayrıntılı bir bilgilendirme yapmıştır. Türk yetkililer kentsel dönüşüm projesinin en önemli amaçlarından birisinin kayıtlı olan ve nitelikli tarihi ve kültürel yapıları korumak olduğunu ifade etmektedir. 8. Sulukule gibi tarihi yerlerin Avrupa Kültürel Mirası açısından çok büyük önemi vardır. Bu mirasın korunması konusunda yetkililer, 1972 tarihli UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi ve 2005 tarihli Avrupa Konseyi
|9|
Toplum için Kültürel Mirasın Değeri Konulu Sözleşme’de belirtilen ilkeler çerçevesinde sürdürülebilir bir yönetimi hayata geçirmelidir. 9. Sulukule’de yaşayan 520 ev sahibi ve 320 kiracı ile Belediye arasında 2009 yılının başında anlaşmaya varılmıştır. Türk makamları yıkılan evlerin bedellerinin sahiplerine ödendiğini ve kiracıların Taşoluk’taki apartmanlara yerleştirilmeleri konusunda anlaşmaya varıldığını bildirmiştir. 10. Zorla evinden edilen Roman kiracılarının bazılarının zararları tazmin edilmemiştir. Bu insanların çok düşük olan aylık gelirleri göz önüne alındığında İstanbul’un başka bölgelerinde ev kiralamaları çok zordur. Yetkililer Taşoluk’a yerleştirilen Romanlar’ın aylık 138 ila 238 Avro arasında ödeme karşılığı oturdukları evleri satın alabileceklerini belirtmiştir. Romanlar’ın başka bölgelere yerleştirilmelerinin Romanlar’ın çocukları üzerindeki kısa ve uzun vadedeki etkilerinden endişe duyulmaktadır.
| 10 |
Öneriler (genel) 1. Türk makamaları, azınlıkların insan hakları ve temel özgürlükleriyle ilgili olarak AİHM kararlarının tam anlamıyla ve etkili bir biçimde yürütülmesi için gerekli düzenlemeleri yapmaktadır. Bu çerçevede Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalının açılması ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çocukların okullaşma oranını arttırmak yönündeki çabalar memnuniyet vericidir. 2. Bununla birlikte Türk otoritelerinin, 1923 tarihli Lozan Barış Anlaşması’nın çok dar bir yorumu olarak Türkiye de Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler dışında başka bir azınlık grubunun varlığını resmi olarak tanımaması endişe uyandırmaktadır. 3. Türkiye,
Avrupa Konseyi’nin bütün üyeleri gibi çoğulcu ve çeşitlilik arzeden bir
toplumdur. Ülkede dinsel, ulusal ya da dilsel temelde azınlıkların olması, Türk toplumunu ayrıştıran değil zenginleştiren temel bir faktördür. 4. Demokratik ve çoğulcu toplumlarda azınlık gruplarının kendini etnik olarak tanımlama özgürlüğü temel bir prensip olup tüm azınlık gruplarına uygulanması gerekir. 5. Türk makamları toplumun çoğulcu yapısına saygı göstermeli ve azınlıkların kimliklerini
herhangi bir baskı altında kalmadan ifade etmelerini
sağlayacak
tedbirleri almalıdır. Bu prensipler Anayasa’nın lafzı ve ruhunda, yasalarda ve tüm kurumların uygulamalarında yansıtılmalı ve bu çerçevede Venedik Komisyonu ile yakın işbirliği içinde çalışılmalıdır. 6. Farklı azınlık grupları arasında hoşgörü ve diyaloğu teşvik etmek amacıyla hükümetin oluşturduğu ulusal insan hakları eylem planı son derece memnuniyet vericidir. Bu noktada, yetkililerin dikkati 18 Şubat 2009 tarihli ulusal düzeyde insan haklarının uygulanmasına yönelik sistematik çalışma konulu rehbere çekilir. 7. Türk hükümeti yerel, ulusal ve bölgesel düzeyde azınlık gruplarının temsilcileriyle diyaloğu sağlayacak, yasal statüsü açıkça tanımlanmış, kapsayıcı ve azınlık gruplarını temsil edebilen bir danışma kurumu oluşturmalıdır. 8. Avrupa Komisyonu Bakanlar Komitesi’nin (97)14 sayılı insan haklarının korunması ve teşvik edilmesi amacıyla bağımsız ulusal kurumlar kurulmasına yönelik tavsiye kararı doğrultusunda, Türkiye’de insan hakları ve temel özgürlüklerin korunmasından sorumlu insan hakları komsiyonu ya da ombudsman benzeri etkili bir ulusal insan
| 11 |
hakları kurumunun oluşturulması gerekir. Bu tür bir kurum, kapsamlı bir ayrımcılık karşıtı yasanın yapılması ve uygulamasına da katkı yapabilir. Bu çerçevede Türkiye, ECRI’nin Irkçılık ve Irk Ayrımcılığıyla Mücadelede Ulusal Yasalara Yönelik Genel Tavsiye Kararı No 7’yi
etkin bir şekilde uygulamaya ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 12 No’lu Protokolünü imzalamaya davet edilir. 9. Türkiye, ülkedeki azınlıkların korunmasına çok önemli katkılarda bulunacak Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme ve
Avrupa Bölgesel ya da
Azınlık Dilleri Şartı’nı imzalamaya davet edilir. Azınlık Dilleri ve İfade Özgürlüğü Hakkı
1. Bölgesel ya da azınlık dillerinin kamu ve özel yaşamda kullanılması Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’ nda da belirtildiği gibi kişilerin vazgeçemeyeceği temel haklardandır. 2. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkının en iyi şeklide kullanılabilmesi için mevcut azınlık dillerinin öğrenimini güçlendirecek bütün yasal ve idari düzenlemeleri yapılmalıdır. 3. Azınlık dillerini öğretebilecek öğretmenlerin yetiştirilmesi için üniversitelerde bölümler açılmalı, Lozan azınlık okullarının mali sorunları giderilmeli ve bu okulların başka azınlık gruplarından öğrenci alabilmesini sağlayacak şekilde sistemin esnetilmesi gerekir. 4. Avrupa Konseyi insan hakları standartlarına uygun olarak azınlık dillerinin belediyelerde
veya
bölgelerde,
seçimler
zamanında
ya
da
diğer
siyasal
kampanyalarda kullanımını sağlayacak şekilde ceza kanunu ve diğer ilgili yasalarda gerekli değişiklikler yapılmalıdır. 5. Seçimler, siyasal partiler ve yayımcılıkla ilgii yasalar ve Ceza Kanunu’nun 301 ve 220 inci maddeleri gibi ifade özgürlüğünün kullanımını haksız bir biçimde engelleyen yasalar tekrar gözden geçirilmelidir. 6. Çocukların Haklarına Dair Sözleşme’nin (1990) 40 ıncı maddesi gereği yakalanan ya da hapsedilen çocuklara yönelik cezai işlemlerde, çocukların yaşı, topluma yeniden kazandırılma gereklilikleri ve çocukların toplumda oynadığı yapıcı rol göz
| 12 |
önünde bulundurulmalı ve 18 yaşın altındaki çocuklar için özel süreçler, makamlar ve kurumlar oluşturulmalıdır. 7. AİHM’nin yerleşik içtihatları ışığında, ifade özgürlüğünü kullanan kişilere karşı işlenen nefret suçlarının hızlı ve etkin bir şekilde cezalandırılması için
gerekli
tedbirler alınmalıdır. Ceza Kanunu’nun 216 ıncı maddesi daha etkin bir uygulamayı sağlamak açısından gözden geçirilmeli, bu madde savcılar ve mahkemelerce AİHM’in içtihatları doğrultusunda etkin bir şeklide uygulanmalıdır. Azınlıklar ve Örgütlenme Özgürlüğü hakkı
1. AİHM, siyasal partilerin kurulması ve işleyişi de dahil örgütlenme özgürlüğünün, ‘etnik
bir bilinci savunan ya da etnik bir kimlik arayan’ kişiler açısından
demokrasilerdeki büyük önemini vurgulamaktadır. 2. AİHM’in 11 inci maddesinin 2 inci paragrafına göre devletlerin örgütlenme özgürlüğünü kısıtlamaları her zaman mümkündür. Bu kısıtlama ancak geçerli ve ikna edici nedenlerin varlığı durumunda ve sıkı belirlenmiş kurallar çerçevesinde yapılmalıdır. 3. Siyasal partilerin işleyişi dahil örgütlenme özgürlüğü hakkı ile ilgili olarak mevcut yasalar ve uygulamalar kaygı vericidir. Bu çerçevede örgütlenme özgürlüğü ile ilgili mevcut yasalar ve uygulamaların Avrupa Konseyi Standartları ile tam bir uyumunu sağlamak için Venedik Komisyonu’nun görüşleri dahil (özellikle 13 Mart 2009 tarihli Türkiye’de Siyasal Partiler hakkındaki görüş) , Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi ve onun gözlemci Komitesi’nin, anayasal ve yasal değişikliklerle ilgili tavsiye kararları (özellikle 1622 (2008) sayılı Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi Kararı) ve yayımladıkları rehberlerdeki önerilerin uygulanması teşvik edilmektedir. 4. Türk otoritelerinin demokratik yurttaşlık ve insan hakları eğitimleri konusundaki kararlığından ve bu konuların ulusal müfredata dahil edilme çabaları memnuniyet vericidir. Hammarbeg, yargı birimleri arasında AİHM içtihatları ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulaması ile ilgili olarak deneyimlerin paylaşılmasının son derece önemli olduğunu belirterek Adalet Bakanlığı’nı, savcılar ve hakimlerin bu doğrultuda eğitilmeleri yönünde teşvik etmektedir.
| 13 |
Azınlıklar, Din Özgürlüğü ve Mülkiyet Hakları 1. Türkiye, müslüman olan ve olmayan dini gruplar arasında hoşgörüyü ve anlayışı sağlayacak ulusal bir eylem planı hazırlamalı ve ECRI’ nin 2005 yılında yaptığı tavsiyeleri yerine getirmelidir. Bu çerçevede kamuoyunda çok kültürlü bir toplumun sağlayacağı faydalar konusunda farkındalığı arttıracak eylemler geliştirilmeli ve ırksal ve dinsel ayrımcılığı önleyecek etkili özel bir kurumun oluşturulması yoluna gidilmelidir. 2. Türk makamları bütün dinsel azınlıkların temsilcileriyle, azınlıkların insan hakları ve günlük yaşamda karşılaştıkları sorunlarla ilgili olarak görüş alış verişinde bulunduğu periyodik, açık ve sağlam bir danışma süreci başlatmalıdır. 3. Türkiye’de kurulu dini cemaatlerin ve azınlık kurumlarının yasal statüsü tanınmalıdır. Bu durum dini azınlıkların özellikle mülkiyet haklarının etkili bir biçimde korunması ve Türkiye’nin çoğulcu toplum yapısı içinde gelişmesi açısından önem arzetmektedir. Heybeliada Ruhban okulu yeniden açılmalı ve Ermeni Ortodoks rahiplerin Türkiye’de eğitilmesine izin verilmelidir. 4. AİHM’in içtihatları doğrultusunda Türkiye’deki müslüman olan ve olmayan tüm dinsel azınlıkların din özgürlüğü ve mülkiyet haklarını güvence altına alacak yasal ve idari düzenlemeler yapılmalıdır. 5. Türkiye’nin 2008 yılında kabul ettiği Vakıflar Kanunu çerçevesinde azınlık vakıflarının mülkiyet haklarını garanti altına alma çabaları memnuniyet vericidir. Bununla birlikte bu raporda tespit edilen eksikliklerin Avrupa Konseyi insan hakları standartları yönünde giderilmesi yönünde çaba sarfedilmelidir. Özellikle kanunsuz bir şekilde malları elinden çıkmış olan azınlık üyelerinin zararları uluslararası hukuk kurallarına göre giderilmelidir. Doğu/Güneydoğu Anadolu’da ve zorunlu iç göçler
Doğu/Güneydoğu Anadolu’dan yapılan
1. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden zorunlu olarak göç etmiş olan ve çoğunluğu Kürt kökenli insanların durumunun iyileştirilmesi için eve dönüşü kolaylaştıracak önlemler dahil zararların tazminine dönük tüm tedbirler alınmalıdır. Bunun sağlanamadığı durumlarda 1998 tarihli Birleşmiş Milletler’in Yerinden Olmuş Kişilere Yönelik Rehber İlkelerine ve
| 14 |
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yerinden edilmiş kişilerle ilgili 2006 tarihli kararına uygun bir şekilde bu kişilerin yerel entegrasyonu ya da gönüllü olarak bir yerde yeniden yerleşimlerini kolaylaştıracak önlemler alınmalıdır. 2. Zorunlu olarak göç etmiş kişilerin göç ettiği bölgelerdeki ve ayrıldıkları bölgelerdeki karmaşık sorunları çözebilmek için İçişleri Bakanlığı’na bağlı uzmanlaşmış bir birimin kurulması güçlü bir biçimde tavsiye edilir. Ayrıca yerinden edilmiş kişilerin kendileri ile ilgili kararlara katılımı da sağlanmalıdır. 3. Hammarberg, Türk makamlarını,
koruculuk sisteminin kaldırılma olasılığını
araştırmaya ve yerinden edilmiş kişilerin geldikleri bölgelerin yakınlarındaki mayınlı alanları temizlemeye teşvik eder. Devletin insan hayatını koruma sorumluluğu sadece Ottowa Sözeşmesi’nden değil Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2 inci maddesinden kaynaklanmaktadır. 4. Tüm mayın kurbanlarının etkili bir şekilde tedavisini sağlayacak ulusal eylem planının eşgüdümü ilerletilmelidir. Bu çerçevede Türkiye, 30 Mart 2007 tarihinde imzaladığı Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin, Engelli Haklar Komitesi’ne, imzacı devletlerde bir ihmalin kurbanı olduğunu ileri süren kişi veya gruplarla iletişime geçme hakkı veren Protokol’ünü imzalamaya davet edilir. Romanların İnsan Haklarıyla İlgili Özel Konular
1. Türkiye dahil pek çok Avrupa Konseyi üyesi ülkede Romanlar’ın insan hakları , özellikle barınma ve eğitim gibi sosyal haklarının ulusal, bölgesel ve yerel otoritelerce korunmasına acilen ihtiyaç duyulmakatadır. 2. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 1557(2002) sayılı tavsiye kararına göre Romanlar, etnik bir topluluk ve dezavantajlı grup olmaları anlamında özel bir azınlık grubudur. Bu nedenle Ulusal Azınlıkların Korunmasına Dair Çerçeve Sözleşme, Bölgesel veya Azınlık Dillerine Dair Avrupa Şartı ve Avrupa Sosyal Şartı’nda yer alan prensipler etkili bir biçimde Romanlar’a da uygulanmalıdır. 3. Türkiye Romanlar’a karşı yasal ve sosyal ayrımcılığı önleyecek politikalar geliştirme ve uygulama konusunda uzun ve kısa dönemli hedeflerini belirleyen bir bölgesel ve ulusal eylem planını acilen uygulamaya koymalıdır. Mevcut yasalarda, Yabancıların
| 15 |
Türkiye’de İkamet Ve Seyahatleri İle İlgili Kanun’un 21 inci maddesinde yer alan hükümlere benzer ayrımcı hükümler kaldırılmalıdır. 4. Bu çerçevede, Avrupa Sosyal Haklar Komitesi’nin ilgili içtihatları, Avrupa Sosyal Uyum Komitesi’nin toplumsal olarak zayıf grupların barınma hakkı konusunda 2007 tarihli rehber, Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal, ve Kültürel Haklar Komitesi’nin 1997 tarihli ve Birleşmiş Milletler Yeterli Konut Özel Raportörü’nün
2007 tarihli
zorunlu tahliye konusundaki rehberlerine Türk yetkililerin dikkati çekilir. 5. Romanların uzun süreli yerleşimlerini etkileyecek kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili olarak, söz konusu grubun sosyal uyumu ve yaşam tarzları da dahil kültürel miraslarına saygı çerçevesinde tarihi
yerleşim alanlarının daha fazla tahribinin
önlenmesine yönelik acil tedbirler alınmalıdır. 6. Bu amaçla 5366 sayılı yasanın ve bu yasanın yerel yöneticiler tarafından uygulamasının acilen gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Türkiye, 2008 tarihli
UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin tavsiye kararlarına işlerlik kazandırmalı ve Avrupa Konseyi Toplum İçin Kültürel Mirasın Değeri Konulu Sözleşme’yi bir an önce onaylamalıdır.
http://brussels.chp.org.tr
| 16 |