kaybolan defterler BİR KISIM EDEBİ ŞEYLER
EDEBİYAT-KÜLTÜR-SANAT DERGİSİ YIL: 2 SAYI: 3
BAHAR
DEĞİLDİR. BEYAZ PEK TERCİH EDİLEN BİR RENK DEĞİLDİR.
Delik deşik edilmiş coğrafyaların ortasında uzanan, virajlı yollardan geçtim. Bir dilim gülümseyişe tamah eden mülteci bakışmalar vardı, bütün pencere ötelerinde. Bütün karınlarda aynı açlık var. Bir gürültüye dönüşür zamanla, bütün aykırı hezeyanlar. Uçurum kenarlarında evrenin sonsuz boşluğuna armağanlar biriktiren adamları bağırırken gördüm… Cemiyette pişmeyi öğrenebileceğim yeni bir çocukluk ricasında bulundum tanrıya. İnsanlar nasıl mutlu? Ya da nasıl böyle mutlu olur bir yaradılan, bütün eğreti düşlere rağmen. Azla yetinmek böyle bir şey mi? Ve neden hiçbir seans yoktur ki bana, bir terk edişi öğretebilsin? İlk duayı öğrendiğimde on dokuz yaşındaydım. Nenem ölmüştü, ve ellerimi açmam, mırıldanmam gerekiyordu. Çünkü biliyorsun, biz aynı zamanda ağzımızı oynatmayı sevip, sesli düşünen bir toplumuz. Ellerin genellikle birbirine paralel durması gerektiğini düşünürdüm o zamanlar. El ele tutuşmalar mitolojik bir hikayeden başka bir şey değildi. Ve evren olgusu, bütün sevişsel döngülerin yalnızca zahiri bir bütünlüğünden ibaretti. Bizim gibi insanlar, yaralarından çelenk yaptırmayı severler bütün eski seviler için. Bir muallak, öncelikle şizofreni belirtisidir ve bizde kaybetmek eski bir aile geleneğidir… Masaların üzerinde duran bütün çiçekleri kurutabilir, önümden geçen bütün baharları bütün zamanlardan daha uzun, öylece izleyebilirim. Böylesi zamanlarda hep kendi kendime sayıklarım. Bir ölüm döşeği sancısını hepiniz bilirsiniz. Yatak dediğin azraille buluşulan önemli bir mekandır sadece… Bunu en iyi Eros bilir. Arayıp ona da sorabilirsiniz… Hep yollara gidip, hep mola yeri rüzgarlarına astım kendimi. Burnumda biraz sonra kalkacak bütün otobüslerin egzoz kokularından miras tuhaf bir tat kalması gayet normaldir. Ve bütün tuvalet kapılarına gizli gizli yazma isteğimin doruğa ulaştığı uğuldamalarımdır aslolan. Yaşamamayı dileyeceğin kentleri bıraktım oracıkta… Görmemeyi dileyeceğin kırıklardan geçtim… Kalbimde Çernobil artığı okulların bahçelerinde sallanan, gıcırtılı bir salıncaklardan başka bir şey yok. Daha kötüsünü de gördüm, sen şimdi korkma… Şimdi sen beni dinle, çığlığımı duy, yanımda kal, parmaklarıma dokun, ellerimi tut, gözlerime bak… Her şeyi silip süpürecek bir tufan bekliyor insanlık yüzyıllardır. Herkes “bitse de gitsek” diye bakıyor öylece uzun… Bak, bence hiç gerek yok bütün bunlara. Ben buraya sadece sende kalan bütün yanımı almaya geldim, hepsi bu. Mucizelere inanmayı bıraktığımda tam bir yaşımdaydım, iyisi mi sadece sen; Önce sev, sonra öldür. ____________
HIDIR MURAT DOĞAN Görsel: Eutah Mizushima
Genel Yayın Yönetmeni
Zine hakkında GENEL YAYIN YÖNETMENİ DİZGİ-TASARIM ÇEVİRİ HIDIR MURAT DOĞAN KAPAK GÖRSELİ FLORENTINA AMON YAYIN KURULU HIDIR MURAT DOĞAN FATİH AKÇA HATİCE TOSUN MELTEM DOĞAN DOĞAN ATEŞ EMRE YILDIRIM Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz.
© Şubat 2016
Ben iyiyim, sen memleketten haber ver. Hala öldürüyorlar mı esmer yüzlü çocukları eşkıya diye? Mehmed Uzun
MUHSİN GÜNEY
SARMAL ŞİNANAY
hem çarmıhta hem mengenedeyiz bozkırdan üzülüyoruz beton şehirlerin dramına ve elif gibi duramıyoruz kamburumuz var çünkü bu çarpık yapılanmalardan zil zurna çiftetelliye aşikar gündemin yoğunluğu mesafeler kulaçlar hep riyakar böyle dönmekte sarmal şinanay ama hâlâ dünyanın en sessiz yüzüdür sabah sonra bak fransızca sanılır “le kınê qunıt nêm” ve çok sevilen çift sarılı faiz reklamları ya da soğuk sesim çöl için turuncu sanılır
Görsel: Krzysztof Puszczyński
kaybolandefterler
1
Deniz anlatıyor mu beni sana? MELTEM DOĞAN
Görsel: MELTEM DOĞAN
2
3.SAYI bahar
Dünyanın bir ucundaki herhangi bir şehrin, herhangi bir parkına düşmüş o yapraktan haberdar olmamak ne garip bir durum. Gidemediğimiz yerleri daha çok özlüyor olmamız ne tuhaf. Hiç tırmanamadığımız o dağın sisini düşlemek ne büyük yalnızlık. Elini kaldırdığında insana çarptığın bir şehrin penceresinde, kilometrelerce uzakta duran o ufuk çizgisini tutmak ne büyük olay. O yıl bir ülkeyi ortadan ikiye böldüler. Ama öyle ekmeği böler gibi değil. Zira paylaşmak dediğin insanı rahatlatır. Yani en olmadı gülümsetir. Bu kez öyle olmadı. Bahar bu sefer bazı yerlere hiç gelmedi. Hiç kuş ötmedi, güneş hiç doğmadı. İkiye bölünenden kanarken öteki acımadı. Kangren olmuşuz meğer. Unutmak insan kârı, filler unutmaz, ben unutmam! İzlediği çizgi filmlerin kahramanlarına, televizyonun içine girerek ulaşacağını sanırlar çocuklar. Büyüdüklerinde daha büyük bir yalnızlığın içine düşüyorlar. Tabii ki kahraman yok. Gölgeler savaşı… Arkadaşını saatlerce dinliyormuş gibi yapmak… Mutluluktan değil de, yapılan esprinin güzelliğinden ağzını iki yana ayırmak… İnsan çok sahte, filler öyle değil! Hangi şarkı acıtırsa en çok ondan koy meyhaneci. Bu denemede sövüyoruz zira ağrıyan yanlarımıza değil, ağrıtana da değil, hiçbir şey olmamış gibi davrananlara… Sahillerde balon vuranlar iyi misiniz? Peki ya başka seçeneği olmadığı için renkli balonları öldürtüp para alan abi sen nasılsın? Hangi renk düşün? En çok o vurulsun istiyorsun değil mi? Martılara simit atmayı öğrenmiş olmalı bir çocuk daha, ama bu mutlaka öğrenilmeli… Sonra düş kurmayı öğrenmeli, bir şiir mutlaka ezberlenmeli. Can Yücel’i düşünerek bir şişe şarabı daha devirmeli. Eğer varsa vücutta bir iz parmak gezdirilmeli. Saçlarınızdaki parmak izlerine dokunun. Bir kere daha koklayın, kalmış mı koku eskiden? Otobüs durakları veda büstü olmasın diye abartılı makarna reklamlarını kim yapıştırdı? O büyük led tabelaların içindeki kol saati, bir çocuğun düşünden daha mı pahalı? Aşk neden tek taş? Filler tek taş takmaz! Ortadan ikiye bölünenler listesine neden acıyı dâhil edemiyoruz? Ben başım ağrırken, duvarları yumruklardım, acı vücudumda dağılsın diye… Acı dağılır mı? Dağılır. Kalbim acıdığında ise sustum. Sustuklarımı duymanız sizi yorar. İnsan yorulur, filler yorulmaz, ben çürüdüm! Küçücük bir damla kaç hadisede anlatılır? Çiğ, gözyaşı, yağmur, atasözlerinde göl oluşturan o damlalar… Karadeniz taştı, yolu yıktı. Bu ilk defa oldu. İnsan denize karıştı. Oysa öyle mi olur? Deniz insana karışır. Ayak parmaklarından başlarsın hissetmeye saçındaki en kısa teli. Zaman ayarlı bir vedada yaşanır tüm bunlar. Bilirsin, gidecek. İzlersin öylece. Dalgalar dizine çarpar. Bir tel daha derken saçların büsbütün tuz olmuştur. Dilin acılanmış, gözünün yaşında bir damla da benden olsun demişsin bu yağmur. Bir şemsiyenin üzerine düşüvermişsin. Altında, yanında eskiden kalma başka biri. Başka ya bilmez, sanır ki beni seviyor. Bilmez, kalp diye gördüğünün o hale gelmesi için hiç tanımadığı bir insan ölmüştür. Artık diptesin. Eski bir ayakkabı, batık bir gemi, Bizans’tan kalma bir gömü, tepende ışık kırılıyor… Deniz sana karışmış, üzerinden vapurlar, insanlar geçiyor. Bir çocuk martılara simit atıyor. Bir kız düş kuruyor. Bir adam şarap şişesi fırlatıyor. Filler koşuyor. Yavru fil annesine sarılıyor. Anne yürüyor. Biliyor ki ölmek olmaz. Anneler ölmez çünkü!
kaybolandefterler
3
MELTEM DOĞAN
kaybolandefterler
/ zine
MELTEM DOĞAN
4
3.SAYI bahar
Görsel: Chris Myers
sığınak ASLAN KOCAMAN
kötü bi çağ bu bizimki ölümü yerin dibine gömer gibi bu içimizdeki sancı acısından kanayan bi rahim ne anne ne çocuk ne de baba ağlatmadık düş bırakmadı imgesel bi ölüyüz vicdanın sunak olduğu bi resimde ve giderek tekinsiz bi göç olmakta yaşam bahar mevsimi olmasa ne yapardık bilmiyorum bir ona sığınıyor insan yağmurun bereketiyle baharın amansız rüzgârına kapılıp gitmek gibi içimizde yaşadığımız işte çocuk umudumdan kanattığım dirençle büyütüyorum sen gibi bir çocuğu halimiz biraz yaslı işte ama bunu sana sadece bi tebessüm içinde söylüyorum
kaybolandefterler
5
Ağu ya da Cate Blanchett NECMETTİN TOPÇU şimdi kırık bir mavidir bir incirle bağdaş yollar, sağ tuşla durmadan yenilenen o ismi anılmayan çiçek anılmayan kırmızı kasımdı hani ansızın hatırlamıştınız bir sabah. biriken bir kadının sesi azıcık bir çocuğun elleriyle bir kusura vardım ki ah! elledim göğü değiştiren şeyleri, bu baktıkça büyüyen pencereler bunca aşırı yüz, tenha terk edilmiş bir ülkeye milli marş yalnızlığa bayrak ve işte meyve kuşları kendi ovasında kuru kendi ovasında ılımlı unut sen ki denizi sarsan söyleyince de büyüyor pencereler Görsel: Peter Lindbergh
beni her evde sabah beni her evde bir başıma bırakan yüz oysa karanlık… oysa koştum kusursuz çirkinliğimle bir özre vardım ki ah!
6
3.SAYI bahar
Selam saygı hepinize Gelmez yola gidiyorum Ne şehire ne de köye Gelmez yola gidiyorum Gemi bekliyor limanda Gideceğim bir ummanda Gözüm kalmadı cihanda Gelmez yola gidiyorum Eşim dostum yavrularım İşte benim sonbaharım Veysel karanlık yollarım Gelmez yola gidiyorum
Aşık Veysel Son Şiiri
kaybolandefterler
7
meltem doÄ&#x;an
meltem doÄ&#x;an
8
3.SAYI bahar
ağardı göğüm, kendi yıldızlarım altında araladım dünyamı. rüyalara bakmaktan geliyorum, dedim / diye seslendim çağrılmadığım her gün bir rüya daha uzaklaştığım sokağa. dönüp bakmadı kimse. ben kulak verdim sesime, sessiz sessiz yankılandı karlar içinde.
Son Gölge
KÜBRA SIRMALI
çıktım dört duvar bir kapıdan, fır döndüm insanların, evlerin, herkeslerin ve her şeylerin etrafında. O’nu aradım, O’na döneyim istedim, ki “O Çiçeği” olsundu adım. koşaradımlarımla kaldım.. tükettim nefesime yerleşik kelimeleri, varamadan kimselere. bir ağaç soluğunu bağışladı bana. dinledim, dinlendim. yarın ve öbür gün yine çıkar, ararım güneşimi dedim. yürüdüm. yürüdüm. sokak kedilerine dâhi duyarlı sokak lambaları arasından, geldiğim gibi, döneceğim derken yine dört duvarın gölgesine; bir kuru yaprak oldum, kaldım Onların gölgesinde. iki kol, iki taş arasında, ufal ufal ve kapkara bir leke. artık aynalarla örtebilirsiniz üzerimi, üstüme düştü son gölge de.
Görsel: DUSTIN LEE
kaybolandefterler
9
sayha EMİ R YAK AMOZ
Şiirin duası: Yüreğimin bağına bereket dolu bir gök ol ki ardımda güven dolu bir karargâh olsun.
Yine bir gün, can sıkıntısı böğrümde tepiniyor; o zamana kadar harcadığım düşler usulca yanıma sokulup benden hesap soruyor. Başımı göğe çeviriyorum; susar gibi yapıyorum, iyi kalpli imgelerim şakaklarımı ovuyor. O esnada şehrimin yanan ruhuna düş serçeleri gelip konuyor, hüznün kesik fısıltısı kalbimin ince sızısıyla köşe yapmaca oynuyor. Hadi, ne duruyorsun? Ahmak ıslatan ne varsa üzerime yollasana hey mavisine kurban olduğum gök! Önceden sözü vardı hem, pişmanlıkları da alıp uğrayacaktı yanıma. Ağzında karanlık bir uçurumla gelecekti. Geldiği gibi, acil servise mi kaldırsaydım göğü? Önce ona sonra kendime mi baksaydım yoksa? Aklım rüzgârlanıyor… İçim doğuştan başka dünyalıymış. Bir nebze daha başımı kaldırayım en iyisi helallik alayım gökten, sonra küçük küçük gülümseyeyim toprağa. Tahmin edebileceğin gibi devrilmiş devletler gibi ortada kaldım. Bir an önce yola çıkmalıyım, Azrail’e nanik yapıp zamanı yakalamalıyım. Ama önce yetimhaneden çocukluğumu çıkarmalıyım. En sonunda da yazdıkça değiştirebileceğim bir dünyayı anlatmalıyım, çıktığı yoldan korkan bir seyyah misali.
10
3.SAYI bahar
meltem doÄ&#x;an
meltem doÄ&#x;an
kaybolandefterler
11
meltem doÄ&#x;an
meltem doÄ&#x;an
12
3.SAYI bahar
Görsel: leeroy
I Kül boğumu yağmur kapında, Ama sen kapıları sakın açma, korkaktır yüreğin. Bilirim, toprak kokusunu azad edemez ellerin. Oysa kana doymuştur toprak dediğin. II Belki de ruhunu yıkatman gerekir. Ama ruh dediğin nasıl temizlenir? Yahut kirletene sormak lâzım gelir.
KÜL BOĞUMU
G Ü NSELİ DAMLA U ĞUR
III Bir zat-ı şahane söylenebilir. Pek muhterem ellerini taşın altından çekebilir. Ve makbul maktule düşebilir. IV Sevgili us sen aradan çekilme, bu lâzım gelir. Anlayabilene pek şahane satırlar yağma da edilebilir. Gel gör ki şair dediğin acının eşiği olmayı 20.yüzyıldan bu yana bıraktı da denebilir.
kaybolandefterler
13
G E CE İ Ş A R ETİ
YEDİ ACI – I.
Görsel: Andrew E Weber
14
3.SAYI bahar
1.bap ÇAĞRILMADIĞIMDIR Önce kimseler çağırmadı beni Yokluğumu anlamamı beklediler Beklerken de düşünmeme izin verdiler: Rimbaud gerçekten haberi olmadan mı söyledi Arabi’den: “ben bir başkasıdır.” binlerce yıl çınladı. Önce kimseler çağırmadı Su yataklarından inerken, dağların dumanında, yaprakların hışırtısında bir soluk duydum sadece soluk da denemez, doğa ananın nefesi belki Belki de sadece bir aynayla baş başa kaldım da aynımla konuştum o yüzden kimseler çağırmadı beni Çok sıkıcı bir deneyim diye geçirdim içimden sıkıcı sıkıcı sıkıcı, kendimiz sıkıcı Gözlerimi ne yana çevirsem sıkıntı Düşüncemi ne yana çevirsem hayal gibi bir hülasa Kendimi tanımalıyım, asla! Maslahatları geride bırakın Çağırmayın da beni, bırakın Acı, her daim bileklerinizde tetik vaziyette Sote bir yerde Kendimi duyumsadığım, dalga öncesi kıyı şeridine yazık! Tenhalığımda uğuldadıkça çağrılmadıklarım Esrimelerimde gittikçe sefihleşiyorum Bir deveye, bin hendek atlatıp, çölde görülmeyeni görmek için sudan uzak düşüyorum. Düşüyorum da bir düşüncenin içine İçinde yankılandığımı hissediyorum Yedi acı belirliyorum, yedisinde de ayakta bekliyorlar beni avuç içlerini bana doğrultarak ve kitabı yarılayarak Sudan uzaklaştıkça göğe hava atıyorum Bir sarıasmanın ıslığında çağrılmayı beklerken Kulaklarımda binbir kör pencere Aynaları bir bir kırıyorum. Hiç seslenilmediğimi bile bile bir masalda Tiryakiyi oynuyorum. Gözüme batan dikenden biliyorum Bu alemde kimi gördüysem ya çaylak ya akbaba.
kaybolandefterler
15
ZAMAN GEÇİP GİDECEK DOĞAN ATEŞ
Görsel: Dmitry Ratushny
16
3.SAYI bahar
Kusura bakma Ali amca, uzun zaman oldu sana yazmayalı. Kızgınsındır, biliyorum. Ancak mevzu senin sandığın kadar basit değil. ‘’Yazmıyorsak vardır işte bir nedeni ve sen bunu anlarsın,’’ diye bağırmak istiyorum, beni daha iyi duy diye. Ancak biliyorum. Duyamayacaksın beni. Sen doğduğun günden beri sadece okursun ve yazarsın. Okudukların rafta yazdıkların ise sandıkta. İkisinin de üstü tozlu. Yıllar. ‘’Duymak nedir?’’ diye bir soru sormak istiyorum sana. ‘’Ah be Ali amca, ne olurdu şöyle karşılıklı otursak, iki tek atsak, duymak ve duymamak üzerine tartışsak ne güzel olurdu,’’ diye dert yanıyorum sonra kendi kendime. Ben, on sekiz yaşında, karşımdaki hiç kimseyi görmeyen sadece duyan bir insanım. Sizlere göre belki de yarım yamalak bir insanım. Ne güzel! ‘’Bırakın beni ben yarım kalayım,’’ diye yazıyorum bir gece vakti, Kızılay’ın dar bir sokağında, sokak lambasının hemen altında. Hava soğuk. Ayaz içime işliyor. Titriyorum. İki tek atmaya vaktimiz olmadığı için aradaki mesafelere küfrediyorum bu gece. Diğer geceler de küfrediyorum. Ben aslında hiç küfür etmeyen bir insanım. Sizlere göre yarım bir insan. Kusura bakma Ali amca, bu yazıları sana yazan kişinin yazıları ne kadar okunaklı hiç bilemedim. Kime sorsam inci gibi yazı yazdığından bahsediyor ancak herkese göre iyi, güzel olan bir şeyde ben ister istemez bir şeyler arıyorum. Aradıkça arıyorum. Neredesin be Ali amca? Seni arıyorum. ‘’Ulan diyorum,’’ karşımda olduğunu defalarca hatırlatan Rıza’ya. Rıza neden buraya gelmişti ki? Yoldan geçerken tesadüfen denk gelmiştik. ‘’Ne oldu Oktay?,’’ dedikten sonra kendi cebinden çıkardığı, belki de elinde tutuyordur, bilemiyorum. Sigara yaktı bir tane. Onu elime tutuşturdu. Elimize tutuşturulan her şey, bir gün bitmedi mi Ali amca? Kalbimize tutuşturduğumuz her şey de bir gün bitmedi mi? Bak, o ilk kıvılcım da kibrit çöpünü bitirdi. Bir şehri yakacakken yoldan geçen bir kadın üstüne bastı, söndü, dumanı tüttü. Rüzgâr onu da götürdü. ‘’Oktay, haddini bil,’’ der gibi olduğunu duyuyorum. Nereden gelmiştik biz buraya? Duymak nedir? Duymak, bana göre sadece gürültü kirliliğine ortak olmaktı. Gecenin bir yarısı ya da öğle vakti, memurların ara verdikleri, güneşin en tepeden bize selam gönderdiği vakitlerde de ortak olmaktı. Bundan kaçış yok. Olmayacak. Kendini o çok sevmediğin ancak içerisinde olmak zorunda bıraktığın odanın içine bıraksan bile en kötüsünden bir tahtakurusunun sesini duyacaksın. Ya şu sürekli elimize, kalbimize veya cebimize sıkıştırılan şeyler ne olacak? Bitecek. Gidecek. Yok olacak. Okunacak. Yazılacak. ‘’Ne saçmalıyorsun?,’’ diyorsun, diyeceksin. Ben şunu diyorum: ‘’Her şey gürültüden ibaret. Elimize tutuşturulan davul, kalbimize tutuşturduğumuz bir aşk, cebimize sıkıştırılan üç kuruş para. Her şey, ama her şey gürültü.’’ Bu gece sessizliği dinleyelim mi? Sen şimdi uyuyorsun Ali amca. Ben ise sabah ezanını dinliyorum. Kaçıncı sigaram bitti, bilmem. Sadece içerim. Elime tutuşturulan davulu çalarım, kalbime tutuşturduğum aşkı sonuna dek yaşatırım. Ben gürültüyü çok seviyorum. Ancak gürültü beni hiç sevemedi. Sürekli bir kaçış. Ardı arkası gelmeyen kaçışlar. Ağlamak bana göre değil. Bilmiyor musun? ‘’Duymak, kaçmak mıdır?,’’ diyorum. ‘’Yat, zıbar lan,’’ diye bir ses duyuyorum. Kapıdan çıkıp yürüyorum. Yürüdükçe o gürültünün başlama sesini dinliyorum. Sonrası malum. Ölüm. Hayır, hayır. Panik yapmayın. Ben duyduğum her şeyden kaçarım. Sadece okurum veya yazarım. Sandıktan çıkardım bu kelimeleri. Üzeri tozlu. Oysa seni çok seviyorum Nilgün! Anlamadın bir şey değil mi? Ben seni sevdiğimi anlamak için yirmi yılımı vermiştim zaten. Duydun şimdi. Ne oldu? Ne olacak? Gidip bir bankta kaçıncı şarabımı içtiğimi hatırlamayacağım. Bir de bir sigara fazla yakacağız o kadar. Başka bir şey olmayacak! Gün doğacak. Gün batacak. Zaman böyle geçip gidecek işte. Anlıyor musun Nilgün? Anlamadığını biliyorum. Çünkü sen beni hiç duymadın. Şehir çok gürültülüydü. Bahanemiz bu olsun, Nilgün. Olsun mu? Cevap vermedi, yanan kibrit çöpünün üzerine bastı. Gitti. Öyle diyorlar, görmedim ben.
kaybolandefterler
17
18
3.SAYI bahar
KUMPANYA İÇERLEMESİ TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
19
kar gündemi RAS İM DEMİ R T A Ş
kar merdiveni bir kurtarma hareketidir insanlığı yukarıdan sarkıtılır aşağıya yangın merdiveni kar defteri açılan birer yapraktır beyaz sayfa an an yaşansın tutulsun diye aşkla kar köprüsü kurulur; sınırlar, kıtalar arası bayram günlerine barışın geçilsin diye kardeşçe
Görsel: Jeremy Ricketts
20
3.SAYI bahar
meltem doÄ&#x;an
meltem doÄ&#x;an
kaybolandefterler
21
SUYA TUTUNMAK RIDVAN GÖKSU
ben o zamanlar şiirlere isim arıyordum henüz bilmiyordum o vakitler hiçbir atın yanlışlıkla koşmadığını ve insanın öyle kolay kolay kopamadığını anne karnından bilmiyordum dönülen ve varılanın aynı olmadığını yürünecekse yürünmeli derdim yollar için ve gümrah kabul ederdim bütün bekleyenleri beklemeyi ben bana râm bilirdim yaramdan içeri bakmak bile hatırıma düşmemişken hiç alay ederdim olmağının sızlamasına insanların sigara söndürdüğüm avuçlarımı övünçle sunarken ilk sevgilime nadan ve cüretkâr yabansı ve sertti sesim sesimi ben bana ait bilirdim korkmadan, şah damarımda bir sonsuzluk rahatlığıyla uyur uyanırdım saçlarımda tarazlanan kavruk ikindileri o vakitler rüyalarımı ben bana dair bilirdim dilimde koçak ve müselles balatlar ve yumruklarımla kendimi müsellah sayarak nasılsa hep bütün kalacağımı sanarak umurdan ve tereddütten bihaber koşardım benim olan olmayan bütün kavgalara kendimi ben bana müzâhir bilirdim nasılsa gidilir ve nasılsa dönülür sanırdım bütün seferleri nasılsa hep bir korunak olurdu beni bekleyen nasılsa attığım her ok tuza bulanmak zorunda nasılsa bijen de ben değildim çah da suyu ben bana hep ikram düşmeyi ben bana hep karar bilirdim
22
3.SAYI bahar
ve fakat bazense bilemedim ilkin kendi ensesine yabancılaşırmış mesela insan karşıya geçemeyen tek antilop gibi hissedermiş kendini bir sokak ortasında suya düşen bizatihi yılan kesilirmiş suyun boğması nefessizlikten değil tutunulacak bir yanı olmamasındanmış çoğu şey zaten yaşanmış da bizimkisi bir nevi tekrarmış falan bilemedim nerelere gidilse de birileri hep iç cepte taşınırmış ağırca yol alınırmış bundan yeriyse durup beklenirmiş insan bir akşamüstü ansızın yoruluverirmiş insan bir yaşta ansızın eve dönmek istermiş ve bir yaştan sonra bütün eve dönüşler aslında yenilmekmiş bunu da bilemedim beklemenin insanı seçtiğini ve tuttuğunu boyunduruğunda sesimin benden çok uzakta kaldığını rüyalarımın beni delirtmekten yana olduğunu oğulların ilk düşmanının babalar babaların ilk katilinin oğullar olduğunu tabiidir ki bilemedim sonra şöyle oldu rüzgâr erişti göğsüme çizdiğim kutlu harp alnımdan vurdu beni birer birer döküldüm adımın harflerinden kimin ve neyin aslında ne olduğunu bilmiyorum artık her şeyin ve herkesin en çok ne olmadığı kaldı defterimde
kaybolandefterler
Görsel: GREG RAKOZY
suya tutunmak böyle diyorum mânâmı soranlara
23
İLLUSTRASYON: HIDIR MURAT DOĞAN
[
Bahara bir dilim mavi var, Son çeyrek biraz hüzünlü olur, Olsun.
24
]
3.SAYI bahar
meltem doÄ&#x;an
meltem doÄ&#x;an
kaybolandefterler
25
AYPERİ AYNUR KIZ
Görsel: Anders Jildén
26
3.SAYI bahar
Keşke her gece uyumak için annemizin karnına geri dönebilseydik, o ilk halimizde kıvrılıp... N’olursa olsun, tepetaklak da olsa başımızla ayaklarımız...unutmamacasına hatırlayabilseydik o ilk masumiyeti. Dünya kurulu bir şantiye gibi. Sahi kaç adımda yok olur insan. Bu kanlı canlı dediğiniz etten insan, kaç adımda tükenir, varacağı yere kadar? Tutmayın beni. Zaten gitmiyorum ben. Bunca dönme dolabı düzlüğe çıkarmadan gitmiyorum. Renklere boyamadan saçlarımı, gitmiyorum. İçine işledikten sonra, içime işleyen... damla damla dökülüyor gözlerim. Söylesene, kaç adımda geldiler sana ve kaç adımda öldüler o’nlar? Sahi, Farsça bilir miydin... yoksaİtalyanca mı, İspanyolca mı söyleyeyim, öyle mi anlarsın ‘Ayperi’yi... Ölü ayperi koklayalım biraz. Ekvatorun dışında, hiç kimse olan bir kimse. Perisi emanet, Ay’ı hayaletten büzme bir dil işte. Yerle yeksan olmuş parmaklarının arasına layık olmayan, bir hiçlik kadar gerçek, kemiğe bürünmüş et kadar sahte ayperi. Anlayamazsın gıcırtıyı. O ölenlerden olmayan bir tohum var cebimde, henüz toprağını bulamadığım bir tohum... Sahi toprak olabilir misin? Yağmuru göğüsleyebilir misin? Hiç sanmıyorum... Bir fotoğraf karesini, kahve köpüğü gibi yudumlarken gözlerin, dünyanın hiçbir özünü göğüsleyemez yüreğin. Sözlere aldanma. Bağışıklık sisteminden öperim. Öperim o sımsıcak yokluğundan ve bağlanmayı bilmeyen düğüm düğüm olmuş ruhundan öperim. Cinnet geçiren gerçekliğinden öperim. Çıldırmış halinin resminden dökülen kırıntılarla beslerim ben küfürleri. Yeter ki yeşermesin siyah. Sor bakalım içindeki koruma güdüne; çok mu fazla film izlemiş...tutunduğu dal çok muymuş ki yarınları heba etmiş...? Sor, susmasın. Şah Mat yallah mı hayatın toplamı? Aç pencereni, oksijeni keşfe çık yaşamak! Yaşamamak kaldı elde. İnsan icadı cumanın içine aşka düşerken, çok çetindi gerçekler. Hayaller ayperi, yönetmen aydanadam. Pilin bitik olduğunu anlamamak gibi yitirmek... Yitip gitmek...
kaybolandefterler
27
Görsel: Padurariu Alexandru
BİSİKLET B A T U R A L P İ L K A Y G ÜL T EN
Büyük düşler parçalandı karanlığın avucunda Büyük gülüşlerin hemen ardından sönmüş bir sokak lambasının altında Kainatın en derin yerinde için bulunur Ve üç görünmez arkadaşınla beraber Fotoğraflardan gülümseyen bir adam ve sen El ele vermiş, bir ceketin altında uyuyan bisikleti uyandırıyorsunuz Sonra ben tam göğsümün ortasına bir bıçak saplıyorum Savaşlardan daha fazla yakıyor canımı bisikletin uyanması Bir el bombası gibi kainatın en derin yerinde içinin patlaması Melodiler birer mızrak gibi giriyor kulaklarımdan içeri Ve sesin mermilerin arasında kalmış bir kız çocuğu gibi Tanrıya ulaşıyor en sonunda Dönüp göz ucuyla şöyle bir yoklasa da Ne sen umurundasın yaşlı adamın ne de senin kalbe batan bir kıymık gibi can acıtan çığlıkların Bir tek ben duyabilirim senin sesini Bir tek ben çığlıklarını alıp yerine kahkahalar koyabilirim Ve yine bir tek ben senin için yaşlı tanrının evinin orta yerinde sönmez bir ateş yakabilirim titreyen parmaklarımla Uğruna kavga edilecek çok fazla şey var Bu dünya böyle İnsanın gökyüzüyle arasına giren Güneşle, şiirle ve ellerinle arasına giren her neyse öyle Söylenir ve yarım kalır, bütün aşklar yer yüzünde*
28
3.SAYI bahar
TUÄžBA TURAN kaybolandefterler
29
ŞİRİN DÖĞÜŞ
Hissediyorum, baharın öpücüğü sol yanımda filizleniyor.
30
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
31
BANA BİR BİRA, MAHMUT ABİ’YE BEYAZ LEBLEBİ ÜM İT KUL A K S IZ Hani bazı insanlar vardır ya küçük şeyleri yapmakta epey başarılıdırlar fakat işlerin boyutu biraz irileştiğinde eli ayağına dolaşır onların.İşte tam da böyle bir insandı Mahmut Abi.İyi bira içerdi,at yarışındaki hisleri özenilecek kadar iyiydi fakat eşiyle olan sorunlarını halledemezdi mesela.Saatlerce otururduk Mahmut Abi’yle.Özellikle birahanede çok vakit geçirirdik. Sarhoş olarak kaçıyordu Mahmut Abi sorunlarından,bense sarhoşken sorunlarımın üstüne gidiyordum.Az konuşurdu Mahmut Abi sorunlarından pek bahsetmezdi ama onu tanıyanlar bilirdi,o gece meyhanedeyse bir sorunu vardır Mahmut Abi’nin.Aylar geçti, gözüm Mahmut Abi’yi aradı meyhanede.Artık yoktu aramızda. Sonradan öğrendimki,bir gece alkollüyken trafik kazasında ölmüştü,belki de daha fazla dayanamayıp arabayı sorunlarının üzerine sürmüştü.Sorunu yaşamaktı bana kalırsa… Gittiğinden beri pek bir şey değişmedi dünyada.Kalanların koşuşturması aynen devam ediyor.Meyhanedeki sandalyesi dolmuştu bile.İnsanların gidenlere saygısı yoktu.Olsaydı;onun sandalyesi boş kalırdı,oturan onun bardağından yudumlamazdı birasını,onun kültablasında söndürmezdi sigarasını.Bu gece mahmut abinin yerine de içiyorum.Kelimeleri karıştırsam da garsona seslenebiliyorum hala. ’Bana bir bira Mahmut Abi’ye de beyaz leblebi’
GÖRSEL: Karolina Grabowska
32
3.SAYI bahar
dinle karanlığın esintisini duyuyor musun? bakıyorum elgince ben bu mutluluğa bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun
kaybolandefterler
33
34
3.SAYI bahar
gölgesiz duvarın baharı. TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
35
güz’e teşne TUĞBA TURAN
36
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
37
yol rengi OĞULCAN KÜTÜK
kış ağzı bu, kar sesi içinde ilk solunda sokağın, sustuğun kalmış aklında birileri kalmış, gidememiş, yazmışsın: al, damlat kaynattığın yaprağı işte avcum acıyacaktır kabul öyle topraktan konuşmayacaktık silahın olmuş gariptir, inanmışsın, al demişsin, ellerim sende, yazık olmuş yazmışsın: bana tuttuğun kurşunu emanet diye diye ben vermedim mi sana? inandığım her şey menzilden içeri şimdi oysa hiç yaramda döndürmedim dünyayı. parçalarıma çatladı sonra bir taş, sıcağını elledim sabrımdan başladı, koyuldu yola, sürüldü:
GÖRSEL: Olivier Guillard
bir orman bildi boynundan topuğa sürüyle insan geçti, onca yüz unuttu su buldu, suyu geçti, kanda durdu ölmedi yolu vardı, yolu unutmadı, yol biterdi nefes tuttu, adı yumru oldu, allah ona oyuk hazırlamıştı, oraya oturdu tütünle vurdular. yol bitti de ancak konuştum: hatırlı bir taş göğsümden kopmuş da sanki geçip onca yolu şimdi başlamış ağzımda dönmeye ah ağzımda dönmeye.
38
3.SAYI bahar
MELTEM DOĞAN
MELTEM DOĞAN kaybolandefterler
39
HIDIR MURAT DOĞAN
HIDIR MURAT DOĞAN
40
3.SAYI bahar
GÖRSEL: Annie Spratt
BAHAR ÇOCUKLARI ULVİ KOÇU
şiir dizelerinde yaşlanmaksa hayat tutsak geçen bir ömürdür gençliğimiz ne kış uslandırır yüreğimizi, ne zemherinin soğuğu... yaşımız ilerlese de, küçük dağın heybetidir umutlarımız hala tertemiz çünkü hala çocuksu hangi yaş yenebildi ki bizi hangi acı döndürebildi ki yolumuzdan. soğuk ve ürkütücü gecelerde, bıkmadan yazdığımız hikayeler ve kahramanlarımız ve vazgeçemediklerimiz bize güneşi getirirdi yıldızları, umudu, baharı... en alıngan günlere bile söylenecek sözlerimiz en kimsesiz çocuklara bile anlatacak hayalimiz vardı düşerken de, ölürken de aynı şarkıydı sevdiğimiz ve mevsimler inatla kaçışırken yarım yamalak bir ömürdür gençliğimiz.
kaybolandefterler
41
TUĞBA TURAN
42
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
43
ZEKİ BERK GÜNDÜZ
Kötü anıların ardından gülmeye başlamak,delirmenin değil,ölümün göstergesi.Bir şeyler gittiğinde,gözyaşları boş kalan yerlere karşı açılan savaşın ilk savaşçısı.Ve göz yaşları kuruduğunda,tebessümler ardına saklanır artık gözlerin kızarıklığı.İşe yaramamanın acısıyla daha çok grileştirir havayı.Ve gün gelir bu yağmurlar senin içinde şiddetli şimşeklerle boşanır. Zaman durmaz,hiçbir koşulda ve hiçbir yerde.Bir süre sonra acılarına,hala taze olan ve her gün kanatılan acılarına dişlerini sıkıp,kaşlarını çatarak kıvranmaz,anıra anıra gülmeye başlarsın.Ne ara gelmiş olduğunu bilmediğin,sapsarı bozkırın ortasında çırılçıplak kalmışsındır ve bu haline ağlayacak yerin kalmamıştır.Yaşam bir köşeye sıkışır gitgide.Çocukken yaşadığın coşkuların günden güne tükenir.Gülüşlerin azalır.Ve biz en büyük yanlışı,çocukken bizde olmayanlara gözyaşı dökerek yaptığımızı anlarız.Bu yüzden artık sahip olduklarımızı kaybettiğimizde dizler üzerine kapanıp ağlamaktansa,gülmeyi yeğliyoruz.Acı olan şu ki,biz artık gülerken de ağzımızı kapatıp,başımızı çeviriyoruz ya da ellerimizle yüzümüzü kapatıyoruz.Öyle bir hal aldı ki yaşantımız,tabir-i zıtlarıyla aynı anlama gelir oldu tepkiler.Ağlayamamanın yerini gülmek aldı.Sevmenin yerini nefret ve sevilmenin yerini hasret.Artık keyifle içilen çaylar yok,artık herkese benden çay yok.Bundan böyle bir çay koy da içimiz ısınsın var.Bundan böyle ayazlar bir sarılışla değil,belki de normalden koyu bir çayla savaş verecek.Belki bir simit yiyip,bir çay içerken deniz kenarında seni düşünüp tasalanacağım. Belki de eski günleri yad edeceğim.Belki de artık olmayışın ürkütecek beni.Sen gittin,mevsim değişti.Yapraklar gitti,mavilikler gitti.Ya ben de gidersem? Ben de gidersem,kim yaşar bu hayatı? Yerlere dağılıp paramparça olursam,daha anlamlı olurum belki.Acılar ayrışınca azalır mı? Sanmıyorum.Acılar,zamandan da hızlı deviniyor.Bir çığ gibi büyüyor her gün.Acı dendiğinde çoğu kişinin aklına sıcak şeyler gelir.Oysa ki ben acı dendikçe üşüyorum.Herkes üşüyor da o yüzden sıcağı düşünüyorlar galiba.Yabancılığımdan sıkıldım.İnsan bildiği sokakları özlüyor.Mesela şu köşedeki kıraathanenin çayı çok güzel diyebilmeliydim.Nedenini de şöyle açıklayabilirim ki,bir şeyleri bilerek severken onun kötü yanları batmıyor gözüne.Mesela aynı kıraathane pislik içerisinde.Ama çayı güzel.Üstüne üstlük oraleti de güzel.Bir kıraathaneden beklenenin en iyisi.Mesela seni iyi bilirdim,saçını sabah kalktığında hangi tarafa atacağını,gülerken bir gözünün kapanışını ya da oje sürerken mırıldandığın şarkıyı.Senin de müdavimlerin olabilirdi pek ala.Seni bir kıraathaneye benzettiğim için özür dilerim ancak oralet kadar yara kapatıcı,çay kadar sarmalayıcıydın,o yüzden hiçbir zaman böyle kâr getiren bir müesseseyi kapatacağını düşünmedim.Taşındın.Belki uzaklara. Ama söylemeliyim ki sokakları bize tanıtan asfaltlar değil,esnaflar.Ve ben artık burayı tanımıyorum ve ben başka hiçbir yeri tanımıyorum.Ve bir şeyleri bilmemek insanı ensesinden askıya asılmış hissettiriyor.Çırpınmıyor,öylece duruyorum,yorgun bir emekli paltosu gibi.Bundan fazlasını umut etmem,düpedüz kendini kandırmak olurdu.Şimdi,içerinin sıcaklığından buharlaşmış cama bakarken,şu tahta sandalyeyi öylece bırakıp gitmek bile içimi acıtıyordu.Ancak tanışmalıydım,önce kendimle.Ve bir insanı en iyi yolculukta veya içki masasında değil,deniz kenarında tanırdınız.Çünkü böyle bir sonsuzluğa şahit olurken sizi farketmek,sizin sonsuzluğunuzu kabul etmekti.Deniz kenarına gittim,kendimin aklına bile gelmedim,sustum,öylece denizi seyrettim.Eğer ki aynı şans bir daha bana verilseydi,yine susar denizi seyrederdim.Buna değerdi.Yine kendimi tek kalemde harcamıştım ve bu oyunda kaç canım kaldığını göremiyordum.
44
3.SAYI bahar
GÖRSEL: Jonathan Pendleton
UZUN SUSKUNLUKLARDAN SONRA HERKES FISILDAR
hıdır murat doğan
hıdır murat doğan kaybolandefterler
45
Bizler kitaplar için yaşıyoruz. Kargaşa ve yozlaşmanın egemen olduğu dünyada hoş bir görev bu.
46
3.SAYI bahar
HIDIR MURAT DOĞAN
HIDIR MURAT DOĞAN kaybolandefterler
47
HATİCE TOSUN
Masalların Kadınından Kadınların Masalı:
Cadı
48
3.SAYI bahar
Kıyıya yuvarlanmış bir kaya parçasının üzerinden ayak bileklerini suya daldırmış bir kız çocuğu. Az ileride pullarını gün ışığında parlatan balıklara babaannesinden duyduğu masalları anlatıyor. Omuzlarına düşmüş saçlarını hayatı bir masal gibi yaşayan anneannesinin elleri taramış. Annesinin ütülediği etek pilelerinden hayatının bir masal olduğunu kavramış, yamacına dizdiği çam kozalaklarını sırayla Ada’dan ışıklı karşı yakaya yolculuyor. Masalların kadını, kadınların masalını anlatıyor. *** Cadı, Oylum Yılmaz’ın etrafında dolandığı edebiyatın kapısını aralayış hikâyesi; hayatı güzel hikâyeler okumak olan bir çift gözün minnetini bundan sonra hikâyeler yazarak gösterme biçimidir. Kitabın başkahramanı Büyükada(Prinkipo); Ada’nın başkahramanı ise Ümran’dır. Anlatıcının etrafına bakarken bakakaldığı yerde gördüğü kahramandır Ümran. Kadınlık dediğin şeyin en gösterişlisi, en saldırganı, bir tuhaf temsilidir Ümran. Anlatıcısına; “Güç, ne erkeksi ayak oyunlarıyla kazanılır hayatta ne de kadınsı sözde uyanıklıklarla, aldanma bunlara. Bayramlarda pembeler, nişanlarda allar, düğünlerde beyazlar giydirilir de başköşelerde oturturlar seni, önden bayanlar misali yani. Daha büyük aldatmaca var mı şu hayatta, güzel güzel otur da kal bakayım sen bir kenarda.” diye nasihat edebilen, kendi kadınlığını yine kendi biçip dikendir Ümran. Çocukluğundan bu yana diğer kızlara, kadınlara benzeyememiş, onların olağanlığına ayak uyduramamıştır. Ada’nın meltemine, kozalağına, ağaç diplerine karışmış; Eskiler’den el almıştır. Eskiler ise; Ümran’ı daha genç kızlığında fark eden, Adalılardan daha Adalı olan cinler, tarihi ağaçların dipleri, binlerce yıl önce yaşamış Bizans İmparatoriçesi İren ve pagan Kocakarı’dır. Daha romanın başında okuru dehlizine çeken bir kadın eli vardır. Tırnakları kırmızı ojeli, saçları kabarık, ayakkabıları topuklu, Ada sakinleri tarafından cadı sayılan ama özünde cadının güzellik emaresini taşıyan bir kadının eli. Karadan ayrılıp dört tarafına su çevreleyecek cesareti gösteren bir kara parçasında; toplumun değirmeninden geçmeyip kendi doğasını sakınmadan etrafa saçan bir kadının eli. “Oylum Yılmaz, usta kalemiyle bir romandan ötesini yaratmış, Ümran’ı merkezine koyduğu romanında kadınlığın arkeolojisini yapmıştır. Yazar, toplumsal normlara uymayan arkaik davranışları ile ötekileştirilen Ümran’ın, binlerce yıllık ayak izlerini bulabilmek için Prinkipo’nun bütün ağaçlarının altına, taşlarının dibine bakmıştır. Tarihin derinliklerinden gelen kitonyen sesi takip etmek ve zamanı geri alabilmek için herkesten farklı hatta gerisin geri yürüyen kadın kahramanının izini süren Oylum Yılmaz, kadın ve doğa arasındaki ilişkiye vurgu yapmış, tarih öncesi kadın karakterini günümüze kadar takip etmeyi başarmıştır.” (İsmail Gezgin, Cadı’nın Tarihsel Yolculuğu, Edebiyat Haber) Anlatıcısını elinden tutup iskeleye getiren Ümran ona genç kızlık yıllarından başlayıp sırra kadem bastığı güne kadar her şeyi anlatır; kulağına fısıldananları, bu fısıltılar dinsin diye gidilen hocaları, ilk aşkı Kenan’ı yüreğinden fırlatıp attığı o köşkün bahçesini, kokusuna kanan İbrahim’i istetmeye getirişini, başka hikâyelerin eksik kısımlarını gördüğü fincan diplerini, düştüğü yerden saç teline bulanan Ferman’ı, Ada’dan kaçışını ve yine Ada’ya dönüp kökleri ile dalları arasında çıkan savaşta teslimiyetini köklerine vermesini. Ada’nın en güzel kızıdır. Aşkı Kenan’ı bir nefeste geride bırakıp İbrahim’i kendine koca kılmıştır. Onu ihya etmiş, kalfalıktan eczane sahipliğine yüceltmiş, köşkü yuva etmiş, kucağına bir erkek evlat vermiştir. Ancak İbrahim mutsuzdur. Her sabah yastığının, yol üstündeki esnafların, kahve içtiği kaymakamın arkasından acıyacağı kadar mutsuzdur. Ümran’ın gözlerine baktığı ilk andan itibaren beliren siyah lekeler, tansiyonu düştüğü için gördüğünü sandığı siyah lekeler, gitmemiştir. Onlarla beraber evliliklerinin içine yerleşmiştir. Uykularına, uyanmalarına, Ümran’ın kaybolmalarına, İbrahim’in karıştığı fısıltılara karışmıştır. Delirmenin işten olmadığı her günün gecesinde bir ilmek daha kopmuştur İbrahim’in umuda, aşka sıkı sıkıya bağlandığı urganından. Ümran, İbrahim’i elinden tutup kuyusuna atmıştır. Verdikleri karşısında bir karanlık kuyuya... Kimi gün pürüzlü gövdesine sarılmıştır ağaçların kimi gün ise aynı gövdeleri yumruklamıştır Ümran. Başlarda ürperdiği köklerde sonraları İren’i bulmuştur. Ona önden gitmeyi öğreten, Bizans’ın büyücü kraliçesidir İren, düşmüş imparatoriçesi. Ardından Kocakarı gelmiştir; İren’in annesi. İren; ağaçların diplerini kazımıştır, köklerini bilmiştir; Kocakarı ise köklerden de diplerden de öncesini. Böylece Metamorfoz Kilisesi’nin ve Manastırı’nın bahçesindeki çamların arasında üç kadın belirmiştir. Adanın diğer kadınlarını kendine çeken üç kadın: Ümran, İren ve Kocakarı. kaybolandefterler
49
İren karakterinin Atinalı İrini’ye gönderme olduğu var sayılabilir. İrini, tam yetkili imparatorluk gücü ile 797-803 döneminde hüküm süren Bizans İmparatorluğu’nun imparatoriçesidir. Kocası Leo imparatorluk yapmakta iken karısı olarak imparatoriçe unvanı taşımış ve genç oğlu VI. Konstantin imparator olarak hüküm sürerken taht naipliği yapmıştır. Tahtan indirildikten sonra Büyükada’da bulunan manastıra başrahibe olarak kapatılmıştır. Bundan sonra Midilli adasındaki manastıra sürgüne gönderilmiştir. Orada hayata gözlerini yummuştur. Cesedi İstanbul’a getirilerek Büyükada’da bulunan manastırına gömülmüştür. Geniş düzlemde bakıldığı zaman İren ile Ümran’ın birden çok ortak özelliği vardır. Kocalarının iktidarsızlığı, oğulları ile bir yere ulaşma çabaları, eril düzenin içinde kadınlığı ile gaipten güç elde eden yönleri ve Ada’dan sürülen köklerinin yine son nefeslerinde Ada’ya geri dönmesi bu ortaklıklar içinde en dikkat çekenleridir. “Eril kültürün baskılamaya çalıştığı kadın ruhunun kendince kimi underground yöntemlerle bedenden bedene yaşamayı nasıl başardığının hikâyesi, Cadı başlığı ile bu kitapta edebiyata intikal etmiştir. Oylum Yılmaz’ın Ümran’ı, Asya steplerinin derinliklerinden gelen bir şamandır ve kutsal şaman ruhunu geçici, kendisinden öncekilerin yaptığı gibi, bir süre taşıyacak ve başkasına aktaracak bir bedenden teşekküldür. Asya kültürü ile özdeşleşmiş şamanların iki ruhları bulunmaktadır: Birincisi ölümsüz kutsal şaman ruhu, ikincisi ise fani ruhtur. Şamanlık ruhun isteği üzerine kuşaktan kuşağa aktarılır. Kendisini taşıyan ihtiyar bedenin öteki dünyaya göçmesi üzerine arayışa giren ölümsüz şaman ruhu, kendisine uygun genç bir beden bulduğunda ona askıntı olur, bedenin sahibi olan gençten, kendisini içeri almasını ve şaman olmasını ister. Genç ne kadar dirense de sonunda pes eder ve şaman ruhunu bedeninden içeri kabul etmek zorunda kalır. Bu andan itibaren ölümsüz şaman ruhunun hizmetine giren genç tecrübeli bir şamanın yanında derslere başlar. Ölümsüz şaman ruhunun en belirgin özelliği istediği zaman bedenden ayrılıp dünyalar arasında yolculuk yapabilmesidir. Zaman, mekân ve ölüm onun sınırlarını belirleyemez. Onun bedenden bedene yaptığı yolculuk onu hakikate ulaştıracaktır. Tüm bu özellikler Cadı’nın kadın kahramanlarında mevcuttur. Pagan, her türlü işkenceye direnen Kocakarı, ondan yüzlerce yıl sonra yaşamış Bizans tahtına oturma başarısı göstererek eril iktidarla varoluşsal bir mücadele sonucunda yolu Büyükada’ya düşmüş İren ve kitonyen kadın ruhunun son taşıyıcısı Ümran…” (İsmail Gezgin, Cadı’nın Tarihsel Yolculuğu, Edebiyat Haber)
D O Ğ AÜmran, N A Tİren E Şve Kocakarı ile girdiği efsunlu yolda bir yerden sonra yol kenarına atılacağını anlamış-
tır. Kaçmak ister; başkalarının fincan diplerinde gördüğü geçmiş ve geleceklerinden. Kocası İbrahim’i ve o zamana kadar sayısı üçe ulaşmış çocuklarını alıp şehre yerleşir. Kiliseyi, manastırı, İren’i, Kocakarı’yı, ağaçları, falları unutur bir süre. Kocasına yardım eder, çocukları ile ilgilenir, ailesi ile ilişkilerini güçlendirir. Bu aniden gelen aile saadeti aynı anilik ile terk eden Ümran’ın benliğini. Yine çığlıklarla uyanılan uykular, uzaklardan gelen zil sesleri sarar evlerinin içini. Bir sabah kocasını işe, çocuklarını okula yolculayan Ümran terk eder şehirde kurduğu iyi aile hayalini. Kendini şehrin kalabalığına bırakır ve kaybettirir izini. Sonra lüks bir apartman dairesinde bir adamla sarmaş dolaş görünür bir ara, bir meyhanede rakı masasında, ardından da bir mahallede muhtar adayı olarak. Ama nereye bakarsa baksın anlatıcı bir daha bulamaz o gördüğü anların izlerini. Ümran silmiştir şehirdeki ayak izlerini, adaya dönmek için geri. “Gözlerimin önünden silindikçe silinen izler. Kasvetime Ümran’ın derinden gelen kıkırdamaları eşlik ediyor, üzerinde durmuyorum artık, omuz silkip yüreğim gibi bakışlarımı da adaya çeviriyorum. Metamorfoz Manastırı’nda dört kadın ilk defa bir araya geliyoruz şimdi. Ümran, ben, o Kocakarı ve büyücü İren. Ümran’ın adaya dönüşüne hep beraber yeniden bakıyoruz.” (Oylum Yılmaz, Cadı) Ümran, sessizce döner adaya. Sessizce terk ettiğini sandığı şehirden tüm olan biteni ondan önce adaya taşımıştır, haberdar etmiştir Ada halkını dalgalar. Kimse bilmez Ümran’ın o gün son vapurdan iskeleye atlayacağını İren’den başka. İren içten kıkırdaması ile alır Ümran’ı iskeleden ve çamlıklara götürür. “Döndün dedi, döndüm dedim. Sezgilerin, sanrıların ve tüm o sözde tanrıların işe yaradığı tek
50
3.SAYI bahar
yere, dedi, susup iç çektim ve devam etti: Ağaçlara ihanetin affedilmeyecek, bir daha hiç yatamayacaksın ne kovuklarında ne diplerinde, yaprakların sözleri kapandı sana, ağaçları kaybettin, şimdi bir tek geceler verilecek ellerine, gecelerde insanların o ipsiz, soysuz geleceklerini göreceksin hep, göreceksin ve artık bir bunu söyleyebileceksin.” (Oylum Yılmaz, Cadı) Böylece terzi Ümran Hanım, falcı Ümran olmuştur artık, kimilerine göreyse deli Ümran. İren’in bıraktığı yerden onu bir erkek eli kaldırmıştır. Ağaçların diplerinde, yaprakların içlerinde bilmediği tanrılara affedilmek için yakarırken bir el dokunmuştur omzuna; Ferman. Ada kadınlarınca korkulan, evini, kocasını, çocuğunu boşlayan kadınlara musallat olan, her kadına ayrı bir yakıcılıkla yaklaşan, Ada’nın yeşilini bedeninde karaya çalan Ferman. Önceden beri var olan Ferman, Ümran için hep kaçtığı, kendini sakındığı, direndiği esas adamdır. Ama tanrıçalıktan çam diplerine çakıldığı zaman bu mesafeyi iyiden iyiye aradan kaldırmıştır Ferman ve düştüğü yerden el vermiştir Ümran’a. Gizlendiği kovuklardan alıp adanın meydanına atmıştır Ümran’ı. İren ile Kocakarı’nın yarım bıraktığı işi Ferman tamama erdirmiştir. Ümran’a başka hayatların hatırlanmak istenmeyen parçalarını anlatmıştır geceleri. Yüreğe ağır gelen parçaları… Kaçmak istediği zaman ise saçlarından sürüyüp yeniden insanların içine, meydana atmıştır Ümran’ı. Okur ilk cümleden itibaren Ümran’ın ayak izlerine göz diktiğini sanırken romanın ortalarına doğru, Ümran’ın Ada’ya dönmesiyle anlatıcının ayak izleri ile de karşılaşır. Bu izler kimi yerde sahibini açık ederken kimi yerde de kime ait olduğu noktasında zihni karıştırır. “Kaç gecesini anlattı böyle Ferman’la geçen bana, sayısını unuttum. Niye anlattığını düşünüp düşünüp çok sonraları buldum. Ümran, şimdi benim bulduğum kayıp ruhum. Buyruk gibi yazılı geçmişime ve geleceğime ferman edilmiş olan. Ben, daha dönmeden önce bile bile yürüyen miydim ta içime içime, yazılmış bu fermanla derinlere, hem şehrin hem adanın hep birden denizlerine.” (Oylum Yılmaz, Cadı) Anlatıcı bu itirafı yaptıktan sonra bir vapurun camında almıştır soluğunu, adaya varmıştır. İskeleye ayak basar basmaz Ferman’ın ivedi adımları ile karşılaşır. Gecenin siyahıyla dolan sokaklarda onu takip eder ve Ümran’a ulaşır. Adaya ayak basar basmaz ulaştığı Ümran’ı aynı hızla da kaybeder. Düş ile gerçek arasında sıkışır. Arşınlamaya başlar Ada’nın sokaklarını. Artık ne anlatıcı sesi vardır kulaklarında ne de Ümran ile Ferman’ın sesleri. Yalnız kendi sesi… Durgun sayılabilecek bir öğle vaktinde karşılaşır İren ve Kocakarı ile. Saklanayım derken düşer ellerine. Başka bir günün bir vaktinde ensesinde hisseder Ferman’ın nefesini. Ensesinden bel kemiğine saplanan ve tüm bedenine buz kestiren nefesini… Vazgeçmez Ümran’ı aramaktan. Kızına vardırır yollarını, geçtiği yollardan geçer, adımı attığı her mekânın bekçisi olur; bulamaz. Beklemeye başlar Ada’ya yazın gelişini, mimozaların açmasını. Evvelden Ümran’ın yerleştiği eve yerleşir. Onun gibi sofra kurmayı öğrenir. Kocakarı ile tohumlar diker bahçesine, İren’den kadınlığı öğrenir. Ferman’la tek vücut olur. Bekler ama yine gelmez Ümran. Ümran’ı aramaktan yorulduğu bir sabah kendini manastırın bahçesinde İren ile beraber bulur. Gözlerinde biriken yılgınlığı yaşlarıyla akıtırken İren’in onun içindeki ağlayan kadın olduğunu anlar. İki kadın tek göz olup ağlarlar. Ada’yı sel alır. Kendini, yaşının seline bırakan anlatıcı gözyaşları kuruduğu vakit yanı başında üç tohum bulur: bir çam kozalağı, bir zeytin çekirdeği ve bir meşe palamudu. Bahar geçer, yaz biter, sonbahar gelir, Ada boşalır ve anlatıcı elinde kalakalan tohumları bahçesinde Ferman’a kazdırdığı çukurlara gömer. Aramanın da başka yollarının olduğunu ve yola çıkmanın bulmanın tek şartı olduğunu öğreten Kocakarı’yı yâd edip evden çıkar bir sabah. Kendi sonunun başlangıcı için bir kuaföre atar kendini. Kuaförden çıktığında saçları kabartılmış, tırnaklarına kırmızı ojeler sürülmüş, bedenine beli iyice oturan lacivert bir elbise geçirilmiş, burnunun üzerine geniş çerçeveli bir gözlük iliştirilmiş, elinde bir buket çiçek, ayakkabıları topuklu, bir faytondan inerken bulur kendini. Bir mezarlığın girişinde bir faytondan inerken... Birazdan elindeki buketi Ümran’ın mezarına dizmiş faytona geri dönerken. Faytoncuya aceleyle iskeleye sürmesini söylerken... Ve ilk vapura atlamış Ada’yı ardında bırakırken. Adayı sırtına alıp şehre gözünü diktiği vakit artık bu yeni yolda laneti bozulmuş bir büyücü olarak yürüyeceğini anlar anlatıcı. Büyücü bir öykü anlatıcısı olarak, büyülü öyküler anlatarak, kelimeleri sürdüreceğini. kaybolandefterler
51
Oylum Yılmaz, Cadı ile Prinkipo’da büyülü bir arayışın peşine düşerken aslında kendi kaleminden sızan ilk edebi eserinin yaratılış telaşına davet etmiştir okuru. Kendi adasını anlatmıştır. Kendi adasındaki kadınları, erkekleri, şiirini, masalını, dilini... Kadını ehlileştirmek isteyen kültüre inat içgüdüsel doğasını bastırmak yerine eteklerinden döken kadınları anlatmıştır. Baştan sona okunan romanı, sonuna gelindiği zaman sondan başa da okumak istenecek bir dille yazmıştır. Bu dil yer yer büyülü bir hal alırken yer yer de dizine yatılan annenin gündelik sıcaklığına bulanmıştır. Hikâyenin kadın tarafından konuşmuştur. Masallarla büyüyen bizlerin artık unutmaya yüz tuttuğu masallara bir vefa borcudur Cadı. “Kutsal şaman ruhunun, Asya steplerinde içine girip yaşam yolculuğunu sürdüreceği bir beden arayışında olması gibi; fikirlerin, düşüncelerin ve dilin de söze gelmek için bir yazar aradıklarını ileri sürmek mümkündür; tıpkı Cadı romanında kendi taşıdığı kimliğin köklerini arayan anlatıcı gibi. Prinkipo’lu “deli kadın ruhu” unutulmaya yüz tutmuş kendi öyküsünü anlatmak için, kendisine en uygun Cadı’yı, kendi topraklarına yüz sürmüş, nemli ve tuzlu deniz rüzgârlarında saçlarını savurmuş Oylum Yılmaz’ı seçmiştir. Anlaşılan odur ki, bundan öncekiler gibi isabetli bir seçim yapmıştır.” (İsmail Gezgin, Cadı’nın Tarihsel Yolculuğu, Edebiyat Haber)
Yararlanılan Kaynaklar: Oylum Yılmaz; Cadı, Sel Yayıncılık; 2012 Oylum Yılmaz; Kadınlar için masallardan kurtulmanın yolu: Masal yazmak; K24 Dosya; 2015 İsmail Gezgin; Cadı’nın Tarihsel Yolculuğu; Edebiyat Haber; 2012 Ceren Ünlü Ulutunçel; Zekâsı, Güzelliği, Tekinsizliği, Falları, Cinleri, Perileriyle Şahane Bir Cadı; Egoist Okur; 2012 Melisa Kesmez; Yetişkinlere Cadı Masalı; Radikal Kitap; 2012 Hülya Ulupınar; Edebiyat sahnesinde yürekli bir kalem: Oylum Yılmaz; Sabitfikir Söyleşisi; 2012 Gülengül Altıntaş; Bembeyaz Bir Kahkaha; Bianet; 2012
görsel: noah hutson
52
3.SAYI bahar
TUÄžBA TURAN
kaybolandefterler
53
TUĞBA TURAN
54
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
55
TUĞBA TURAN
56
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
57
TUĞBA TURAN
58
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
59
TUĞBA TURAN
60
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
61
62
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
63
64
3.SAYI bahar
kaybolandefterler
65
Rüyaları asla resmetmedim.
Canlandırdıklarım benim gerçeklerimdi.
66
3.SAYI bahar
Frida Kahlo
kaybolandefterler
67
TUĞBA TURAN
TUĞBA TURAN
68
3.SAYI bahar
TUÄžBA TURAN
kaybolandefterler
69
ÇİZGİ EMRAH ATEŞ
70
3.SAYI bahar
Sebze, meyve almış başını gitmiş ama adam “Hani Rusya almıyordu, demek ki hepsi yalan.” diyor. Ona göre devleti hala anlaşmalı Rusya’yla. Bundan öyle memnun ki… Çok seviyor devletini, partisini… Onun için pahalılık da önemli değil zaten, “Asgari ücreti 1300 tl yaptı bizimkiler.” diye seviniyor. Onunkiler, hep doğru olanı yapar ona göre. Bağlılık ve bağımlılık arasındaki o ince çizgide durmuş, ne yana adım atsa hep aynı sonuca varıyor. Oysa yaşamak bir ip cambazının görevidir; bilmiyor! Soruyorum, “Senin çocuk ne yaptı üniversiteyi” diye. Sinirleniyor, “Bir bitiremedi okulu batırdı bizi” diyor. Çocuğuna sinirlendiği kadar devletine sinirlense belki bir şeyler değişecek ama sinirlenemiyor. Bakkala, manava, esnafa, ailesine, herkese sinirleniyor ama bir tek devletine sinirlenemiyor. Çünkü ne zaman devlet desen, parti desen tüp kuyruğu ve işsizlik geliyor aklına adamın. “Biz neler gördük be siz bilmezsiniz!” diyor. O sırada Silopi’de bir çocuk elinde beyaz bayrak varken ölüyor; daha savaşın anlamını bile bilmeden. Gözü saate gidiyor, “ikindiyi kılmayı unuttum” diye yalnızca kendinin duyacağı bir şekilde söylenip abdest almaya gidiyor. O arada telefonu çalıyor, ekranda beliren bankanın numarasını görmezden gelip sessizse alıyor telefonu. Üç aydır ödeyemediği kredi borcunu düşünüp fısıldayarak açıyor çeşmeyi; Bismillah!
kaybolandefterler
71
72
3.SAYI bahar
NE DİNLEMELİ? Anadolu müziğinin ve bağlamanın günümüzdeki en önemli temsilcilerinden olan Erdal Erzincan’ın ‘Karasu’ adını verdiği enstrümantal albümü, Temkeş Müzik etiketiyle müzik marketlerdeki yerini aldı. Yalnızca icracı kimliğiyle değil, yetiştirdiği binlerce öğrenciyle de Anadolu kültürüne çok büyük katkılar sunan Erdal Erzincan, ünü bu toprakları çoktan aşmış önemli bir sanatçı. Dünyanın en önemli konser salonlarında konserler verdi ve bu konserlerde farklı milletlere mensup müzik dinleyicilerine Anadolu müziğini ve bağlamayı sevdirdi. İran’lı kemençe sanatçısı Kayhan Kalhor ile hazırladıkları iki albüm ECM etiketiyle yayınlandı.
eRDAL ERZİNCAN KARASU TEMKEŞ MÜZİK
TÜRK HALK MÜZİĞİ
Albümde yer alan eserlerin büyük bir bölümü Erdal Erzincan tarafından derlendi ve büyük bir titizlikle bağlamaya uyarlandı. Bu yönüyle albüm, bağlamanın enstrümantal repertuvarına katkı sağlamayı da hedeflemektedir. Ayrıca albüme adını veren Karasu; dört bölümlü uzun bir eser olup, sanatçının kendi sınırlarını zorladığı bir çalışma olarak dikkat çekmektedir.
Merhaba! Hem kendi özümüze, hem de birbirimizin içindeki o nazende kelama doğru yaptığımız yolculukta bir sürü kuşla tanıştık. Baykuşun halen virane beklediğini, ebabilin konmadan göğün tüm setarelerini tekrar ve tekrar arşınladığını, güvercinlerin tüm meydanları tuttuğunu, kumruların aşıkların koyunlarında yattığını öğrendik.. Fırsattan istifade, biz de bir kış vakti yuvamıza kapanıp, çıktığımız bu yolculuğu sizinle paylaşalım dedik. Velhasıl-ı kelam, An’dan İçeru’nun kendi adını taşıyan ilk albümü Rast Akademi katkılarıyla basıldı, dağıtılmaya başlandı.. Kuşların, dalgaların bize eşlik ettiği ilk albümümüzle balkonunuza yuva yapma niyetimiz var. Güzellikle!
AN’DAN İÇERU RAST AKADEMİ
Not: Istanbul’da olanlar albumu Mephisto muzik magazalarindaki dostlarimizdan temin edebilirler.. Internet uzerinden de album siparis edilebiliyor. En kotusu itunes, spotify falan filan.. Sevgiyle... An’dan İçeru
La Blogotheque
A STORY TOLD WELL
https://vimeo.com/blogotheque
https://vimeo.com/astorytoldwell
kaybolandefterler
73
{
Bülbüller bizi eğlendirmek için şarkı söylemek dışında bir şey yapmaz. İnsanların bahçelerindeki bitkileri yemezler, mısır ambarlarına yuvalanmazlar, tek yaptıkları iş bize içlerini dökmektir. İşte bu yüzden bülbülleri öldürmek günahtır.
74
3.SAYI bahar
TAZELENİYORUZ...
Eğer siz de Kaybolan Defterler ekibinde yer almak istiyorsanız, lütfen birden fazla eserinizi ve kısa bir öz geçmişinizi iletişim bilgileriniz ile birlikte mail@kaybolandefterler.com adresine değerlendirilmek üzere yollayınız. İyi günler dileriz.
kaybolandefterler
BİR KISIM EDEBİ ŞEYLER!
kaybolandefterler
75
b a z x r
fb.com/kaybolandefterler twitter.com/kaybolandefter kaybolandefterler.tumblr.com instagram.com/kaybolandefterler youtube.com/KaybolanDefterler
kaybolan defterler BİR KISIM EDEBİ ŞEYLER
KAYBOLANDEFTERLER kaybolandefterler.com