SİZE, BİR TOMAR KÂĞIT VERDİM…
NOT FUN, boktan bir edebiyat anlayışı olan, içindeki resimleri İnternetten bulduktan sonra üzerinde oynama yaparak kendince düzenleyen ve sizlere sunan veya sunmayıp zorla elinize tutuşturan, boktan bir edebiyat anlayışı olan - demiş miydim? - öyle bir Fanzin işte… Sadece benim yazılarım varsa da içinde, muhakkak özenti işlerim de vardır. Erol’a ve bana göre en iyi yaptığım şey bu sanırım. Özenti ve çalmak…
BARDAN ADAM* 1 İçeri girdim. Yine her zamanki iskemleme geçtim ve oturdum. Oturmak dışında bir iskemlede ne yapılabilir ki başka? Her zaman ki gibi bir viski istedim. Jack, kendi karışımını hazırlamak için verdiğim parayı, tezgâhtan aldı. Aslında bu her zaman olacak bir şey de değildi. Biraz su, limon ve viski, işte hazır. Jack viskimi verdi ve rutin işlerine geri döndü. Bardakları kurulamak, diğer müşterilerle ilgilenmek ve kimse dinlemediği halde, karısının dır dırlarından yakınmak. Arada bir ona bakıyor ve, "Evet, haklısın eski dostum." diyordum. Neden bahsettiğinden haberim bile yoktu. Oda biliyordu sanırım, onu dinlemediğimi. Arada bir küfür ediyordu, kime veya neye ettiğini hiç bilemedim. Yine aynı ve hep aynı olacak bir günün sonunda, işten çıkmış ve yürüyordum. Çok boktan bir işte çalışıyor ve hiç keyif almıyordum. Biran önce bitse de bara gitsem tarzında bir boş vermişlik hali ile çalışıyordum. Çalıştığım yer; kalıplara, eritilmiş plastik sıvılarını boşaltıp onları plastik kasalara çeviriyordu. Şu, içlerine bira, Cola ve benzeri şişeleri koydukları plastik kasalar var ya, işte onlardan. Onlar sertleşiyor ve gidecekleri yerlere kamyonlarla götürülüyordu. Bu kasaları kamyonlara yükleyen salaklar da, bizlerdik. Her bir boku makinalar yapıyordu ama yükleme işini bizim gibi salaklar. Vardiyalı sisteme göre öğlen 2'de başlayan işim, gece 1'de bitiyordu. Koşar acele bara giriyor ve her zamanki iskemleme oturuyordum, barın sonundakine. Buradan herkesi görebiliyordum. Ayyaşlar Takımı, 19'luk çıtırları yatağa atmak için uğraşan Ken, Bayan Marry ve her seferinde değişen müşteriler. Nettiler ve beni eğlendiren tek şeydiler. Hepsini inceliyordum. Özellikle Ayyaşlar Takımı'nı. Onlara bu adı ben verim. Liderleri Mike hariç, her gün başka başka adamlar katılıyordu bu gruba ve eskileri çok nadir görüyor oluyordum, günler geçtikçe. Bu adamlar, ülkenin geleceği hakkında konuşmayı çok severlerdi. Gelecekte şöyle olacak, hayır böyle olacak tarzında konuşurlar ve konuşurken durmadan içerlerdi. Mike onlara yön verir ve konuşmanın gidişatını takip ederdi. Bazen kavga edecek kadar kızışırdı ortalık ve Mike hemen araya girerek, "Kavga mı edeceksiniz? Önce benimle dışarıda kapışmanız gerekecek beyler. Teke tek! Ve daha sonra ne bok yiyecekseniz yiyin ama beni dövemezseniz, sizi ben döverim..." derdi veya buna benzer bir şey işte. Kimsenin daha bu öneriyi kabul ettiğini görmedim. Mike eski boksördü ve çıplak el dövüşlere katılırdı. İki kez maçlarını izleme imkânım olmuştu. Bir keresinde rakibini iki yumrukla nakavt etmişti. İki yumruk... Düşünebiliyor musunuz? Ken, 25 ya da 30 yaşlarında bir herifti, pezevenkti. Gerçek anlamda bir pezevenkti. Kadın pazarlayarak geçinirdi ve en sevmediği özelliğinin 19 yaşındaki kızlara olan zaafı olduğunu hep dile getirirdi. Aslında dile getirmesine gerek yoktu, çünkü ne zaman onu barda görsem, yanında 19'luk bir piliçle bir şeyler içiyor olurdu. Genelde şarap veya bira takılıyorlardı. Kızlar eğer daha yeni yeni orospuluğa başlamışlarsa ki günümüzde orospuluk kavramı biraz değişti, bira içiyorlardı ama eğer rütbeli orospulardan yakalamışsa Mike, bunlara şarap söylüyordu. Mike'ın hayatını orospular oluşturuyordu kısaca. Bayan Marry, neden burada ve bunca işe yaramaz adamın arasında ne işi var bir türlü anlayamadım. Benim gibi viskiciydi ve bazen de votka içerdi. Bir sorunu varmış gibi görünüyordu ama ne olduğunu bir türlü anlayamadım. Bir keresinde masasına oturup, "Marry, bir şeye canın mı sıkıldı?" deme girişiminde bulundum ve verdiği cevap, suratıma atılmış bir bardak buzlu votka oldu. Buzsuz olsaydı belki sindirebilirdim ama buzlar canımı yaktı. Kübik,
sudan oluşan kristaller yüzüme hızla çarpınca ve soğuk, canım anlatılmaz derecede yandı veya o, bardağı geri çektiğinde anladığım sona o kadar kendimi hazırlamış ve buzlar yüzüme 1 saniyelik uzaklıktayken canımın yanacağına kendimi şartlamıştım ki, yandı. Sinirle ve küfrederek kalktım, masasından. Bir sigara yakıp yerime, iskemleme oturdum. Jack ise hep oradaydı. Gündüzleri kapalıydı ve gece, son müşteri gidene kadar açıktı. Birçok kez, beraber kapadık barı. Evliydi. Karısını çok severdi ama karısının dır dırını hiç sevmezdi. Karısı çocuk istiyordu ve Jack çocuklardan nefret ediyordu. Hatırladığım kadarıyla, 20 yaşındayken annesi ölen Jack'in babası genç bir kadınla evlenip ondan çocuk yapınca, Jack'in tüm dünyası alt üst olmuş. Bu nedenle de çocuklardan nefret etmeye başlamış. Karısı bunu biliyor olmasına rağmen her defasında bu adamı çıldırtmayı beceriyor. Belki de Jack'i çıldırtmayı seviyor. Çünkü ikisi de ayrılığı hiç düşünmüyor. Bir keresinde, "Jack, bunu çekmek zorunda değilsin. Biliyorsun değil mi?" dedim ve bana, "Biz birbirimizi seviyoruz. Sadece ikimizin de bazı konularda istekleri var." demişti. Konu aynıydı ama istekler farklıydı, anladığım kadarıyla. En son yürüyorum demiştim, değil mi? Evet evet! Yolda yürürken, barın önünde çok tanıdık ama bir o kadarda tanımadık birini seçiyordu gözlerim. Eski bir dostum vardı. Onu kandırmıştım. Benden tüm bağlarını kopardı, bu nedenle. Herkes, bu nedenle tüm bağlarını benden kopardı. Ailem, dostlarım, tüm tanıdıklarım... O zamanlar gençtim. Şimdi de öyleyim, 30 yaşındayım. O zamanlar hayat tarzım gereğince alkol ve sigara kullanıyordum. Bunlar, gün geçtikçe bana zarar veriyordu. Çünkü gerçekten aşırı miktarlarda içiyor ve soluyordum. Ailemle birçok kavga ettim, bu nedenle. Dostlarım beni anlayamadı, bana hep bu alışkanlıklarımdan kurtulabileceğimi söyleyip durdular ama hiç bana sormuyorlardı, kimse bana sormadı, ‘Kurtulmak istiyor musun?’ diye. Sonun da sıkıldım bunca insandan ve hepsine, herkese yalan söyledim. İlk başta azaltacağım diye kandırdım, sonra onların yanında fazla kötü alışkanlıklarımla görünmemeye çalıştım ve en sonunda onlardan kopmaya başladım. Ben kopmaya başlayınca, özellikle ailem şüphelenmeye başladı ve sonunda herkese, her şeyi açıklamak zorunda kaldım. “Ben hiçbir zaman alkolü ve sigarayı bırakmadım. Yazmam veya üretebilmem için bu maddeleri ve daha da ağırlarını almam lazım. Ben bu şekilde para kazanabiliyorum ama siz okulunuzda, keyfiniz rahat…” Bu konuşmadan sonra evi, ailemi, dostlarımı ve aşklarımı terk ettim. Kayboldum! Ortalıktan elimi eteğimi çektim. Kimsenin beni bulamaması için çok çaba sarf ettim ve şimdi o, gerçekten barın önünde durmuş, beni mi bekliyor? Yok artık! Yanından hızla geçtim o adamın. Eğer o ise bile, beni tanımayacaktı. Çünkü o zamana göre saçı sakalı uzatmış, iyice kendimi salmıştım. Şans! Tanıdı! Arkamdan, "John! John! Harry John!" diye bağırdı. Duyumsamazlıktan geldim, ta ki barın içine girdiğim ana kadar. Barın içine girdiğimde de arkamdan seslenince, Jack bana bir bakış attı ve Mike arkamdan, "Harry, arkadaş sana sesleniyor." diye seslenince. Benim duyumsamazlıktan gelme numaram yerin dibine girdi. Arkamı dönüp, "19'luk çıtırını sikeyim Mike!" dedim. Mike şaşkın şaşkın suratıma bakıyordu ki Jack, "John, bu adam seni 3 saattir bekliyor." dedi. "Ne istiyorsun?" dedim adamı yan tabureme oturtarak. Benim ki dışında hepsi tabureydi. "Seni uzun süredir arıyordum." dedi. "Buldun sonunda. Şimdi gidebilirsin." Bana baktı ve, "Seni bunca süre arayıp bulduktan sonra asla bırakmam." dedi. "Siktir git!" dedim. Öfkeyle kalktı, "Seni bu pisliğin içinden kurtarmak için geldim ama senin bana yaptığına bak! Suç bende, senin gibi lanet bir herifi bunca zaman aramakla ne kadar büyük bir hata yaptığımın farkına vardım..." derken, "Hala burada mısın?" dedim. Baktı ve gitti. *Bardan Adam hikayesi, hayatta kaybetmiş bir adamın hikayesi. Biraz değişiklik gerekiyordu ve değişik iyi oldu. Hikaye sağlamlaştı ve bu arada, ‘BARDAN ADAM’ başlığı altında, KADIKÖY’de bir bar gördüm ve Aklın Yolu BEER…
minik HİKAYE… “Kale-Lüferine de sokacağım, sana da sokacağım şimdi.” lafını, “Kale-Lüferler söndü. Öyle oturmayacaksın her halde, değil mi?” tarzındaki salakça sorusuna karşı söyledim. İstediğim gibi otururum lan! “Siktir git!” dedim, bağıra bağıra. “Küfretme lan burada!” diye bir ciyaklama duydum. Etrafıma bakındım ama kimse yoktu. Meğer kız altımdaymış, göremedim. Yapı Kredi’nin üst katından aşağıya inen merdiven boşluğunda, merdivenlerin mermer tablalarına oturmuştu ve ağlıyordu. Yanından yürüyüp geçtim. “Ebeni sikim, git başka yerde ağla lan, orospu!” diye bir ses duydum. Genel evin sahibi, çok mu terbiyeliyim, pezevengi, hayır bu kadın sesiydi, maması, hala çok terbiyeliyim, baş orospusu… Hay amına koyayım, ne diyeceğimi unuttum. Neyse, sonuçta kızı alıp eve götürdüm. Yoksa o mu beni eve götürdü? O gecenin dünü… “Ne istiyordun benden lan? Ne istiyordun, amına koyayım?” diye sordum karıya. “Biraz sevgi, biraz saygı ama en çok para lan!” dedi. “Al lan! Her şeyim senin olsun…” demekle beraber soyundum, çırılçıplak. Yatak odasına geçtik. Soyundu. Yatağa girdi. Onu izledim. Tuvalete gittim. Klozete oturdum. Sıçtım… İçeri girdi ve bağırmaya başladı. “Allah belanı versin! Hem de benim yatağımda. Kim lan bu orospu?” diye girdi lafa. “Hangi orospu? Ha, o mu? Karım olur kendileri.” dedim. Kapıyı vurdu çıktı gitti. Bağırdım. “Siktir git!” diye. “Burada küfretme, amına koyayım.” dedi. Kız altımdan çıktı ve merdivenlerde, çıplak ağlamaya başladı. Yanından geçtim, umurumda değildi. Çoraplarım ıslandı. Eve gidince, Kale-Lüferde kurutayım… Ben yazdım. Ben mi kimim?
Sana ne LAN!!!
Benim Gözümden
Neal Cassady, Jack Kerouac ve Allen Ginsberg ile tanıştığı gün, yeni bir kafanın içine girmişti veya en azından girmesi gerekiyordu. Her şeyin ötesinde, genç yaşında birçok şey yaşamıştı. Araba çalmaktan hapse girmişti, babasını yolda kaybetmişti, annesi onları terk etmişti... Neal Cassady, Jack Kerouac ile yola çıktığı zaman gerçekten mutluydu. En azından mutlu olduğu yansıtılmıştı, kitaplarda. Yol, değişik yerler ve değişik kızlar ve değişik oğlanlar demekti. Tüm jenerasyon yoldaydı. Allen Ginsberg, Neal Cassady, Jack Kerouac ve sanmıyorum ki Willia S. Burroughs - bu herif evinden dışarı çıktığında, benim bildiğim sadece bahis oynar ve malını alırdı.
Neal’in birçok kızı vardı. LuAnne vardı, Carolyn vardı, Natalie vardı ve birçok kızı daha vardı… Hepsinin ortak özelliği ise sadece Neal’e duydukları aşktı. Neal Cassady, tüm bu ve diğer kadınların hayatlarının, doğru bir biçime girmesi için ve özgürce, içlerinden geldikleri gibi yaşayabilmeleri için çok çalışmıştı. Bazen bu yaptıkları işleri yoluna koyuyordu ama bazen her şeyi alt üst ediyordu.
Carolyn’den çocukları vardı. Belki de bu evliliğin bu kadar uzun ve mutlu ve genelde korku içinde geçmesinin nedeni de buydu, bence. Üç küçük, savunmasız ve masum yaratık. Neal Cassady’nin genetik özelliğini taşıyan çocuklar. Belki de Neal, babasının kaybolmasından dolayı ve yaşadığı olumsuz aile ilişkileri nedeniyle, kendi çocuklarına aynı, kendi yaşadığı acıları yaşatmamak için bunca belanın içine girmişken bile, dönüp dolaşıp döndüğü yer Carolyn ve çocukları olmuştur.
Neal Cassady ve Jack Kerouac ve Allen Ginsberg ve William Burroughs, genelde uçuk bir kafa halindeydiler. Uçuk derken şunu kast ediyorum, bir maddenin etkisi altında. Jack Kerouac belki daha çok alkol kullanmışsa da bu diğerleri için basit bir şey olsa gerek. Neal Cassady ve William Burroughs, kendi otlarını kendileri yetiştiriyorlardı. Neal, bazen ot bulmak için ülkenin altını üstüne katlıyor ve yollara düşüyordu. Allen Ginsberg’i düşündüm de o kadar da aşırı uçan bir herif olduğunu sanmıyorum, bu iki adamdan - Neal ve William - sonra…
Allen; HOWL’u yazdı, Jack; ON THE ROAD’u yazdı, William bir Cut-Up üçlemesi yaptı ama Neal daha üzerinde çalıştığı kitabı, THE FIRST THIRD bitmeden bir demiryolu kenarında yatar bulundu. Hastahaneye giderken yolda öldü…
Neal Cassady, ONE FLEW OVER THE CUCKOO’S NEST adlı kitabın sahibi ve Psychedelic akımının öncülerinden Ken Kesey ile sıkı bir arkadaşlık kurdu, en son marihuana kullanmaktan ve satmaktan - ki satmıyordu - tutuklanıp, hapsedildikten sonraki serbest hayatında. Bu adam Neal Cassady ise asla uslanmaz ve karşındaki Ken Kesey ise LSD partileri kaçınılmazdır. Ken Kesey, BEAT GENERATION’ını en önemli adamlarından olan Neal Cassady’nin de rol aldığı bir film çekti. MAGIC TRIP, bir Amerikan yol belgeseli veya bir Amerikan yol gerçekliği…
Neal Cassady, Ken Kesey ile berbat denilebilecek zamanlar geçirdi. İyice LSD ve diğer maddelerin bağımlısı oldu, Caroly ve çocuklardan iyice koptu, artık hatırlamakta zorluk çekiyordu, iyice öfkeli biri olmuştu, cümlelerini toplayamıyordu, anlatacak çok şeyi vardı ama beceremiyor ve saçmalıyordu, beyni ölüyordu. Kitapları okursanız anlarsınız, Neal en başta aynı anda birçok işle meşgul olabiliyordu ama şimdi konuşamıyordu. Neal Cassady kaçıyordu. Polis ve federaller peşindeydi ve Neal Cassady Meksika’ya kaçmak zorumdaydı. Neal Cassady Meksika’da, bir miktar uyuşturucu madde aldıktan sonra bir düğünde alkol alarak - ki almaması gerektiğini biliyormuş - yola çıktı. Evine mi dönüyordu, Carolyn ve çocuklara geri mi dönüyordu, aklında ne vardı Neal?
Neal, Meksika’da yakıldı ve küllerinin bir bölümü Carolyn’e ve bir bölümü diğer karısı Diana’ya mecburi - verildi. Diana, Jack Kerouac öldükten sonra, Neal Cassady’nin küllerini, Jack’in mezarına gömmüş, diye yazıyor kitapta.
“Çok güzel, üçüncü ata oyna Di, Neal’in anısına…” (YOLDAKİLER - Carolyn CASSADY - 6LTI : KI4KBE5 > YAYIN - sf:611 - ISBN 605 - 5532 - 51 - 4)
Yoldakiler - Carolyn CASSADY / ALTIKIRKBEŞ YAYIN (ISBN 605 - 5532 - 51 - 4) Yakın zamanlarda bir gazetenin yaptığı ankete göre, bu insanlar reşit olmayan bir insana tecavüz edenleri değil, bu çocuklara, benim sonumu getiren marihuana da dâhil, uyuşturucu satanlara ölüm cezası verilmesini istiyorlar, bu yüzden ben bir junky ya da marihuana kullanıcısını kınadığım kadar, çocuklarına esrar içmelerine izin vermeden önce, onların tecavüze uğramalarına seyirci kalmayı tercih edecek kadar akıl sağlığını kaybetmiş bir toplumu da suçluyorum.
BÜYÜK DUYGU AKIMI ve GERÇEKLİKLİ HAYAL -Neal Cassady İçeride ve Ben Böyle Hissediyorum Demir parmaklıklardan güneşin doğuşunu izlemek Kuş cıvıltılarını duyup kuşları görememek Rüzgarı hissetmek için küçük cama yaklaşmak Yağmur damlalarının dolunay ile içeri girişini izlemek Güveler tarafından yenen bir yatağın üzerinde uyumak Kapağı ve suyu olmayan klozete oturup tüm gün sıçmak Yemekleri çelik bir kaptan elin ile yemek Sevdiğin kişilere dokunamamak ve onları demir tellerin arasından görmeye çalışmak Kısılıp kaldığını düşünebilecek kadar sonsuz zamanının olması Kışın üşümemek için üzerine çektiğin ortasında kocaman deliği ile bir bez parçası Sigara içemediğin kadın bulamadığın tek yer Dini inançlara sarıldığın göt kadar oda Zorla sevdiğin bir işte çalıştırıldığın tek mekan Geceleri bağrışları haykırışları yakarışları yalvarışları konuşmaları susuşları küfredişleri kahkahaları kıkırdamaları horultuları nefes alış verişlerini bir iki adım atıldığını duyabileceğin tek kale Eğer içerideysen dışarıyı merak edersin Eğer dışarıdaysan içerinin amına koyayım.
ŞİİR Mİ İSTEMİŞTİNİZ AMA BEN YAZAMAM Kİ… 1. Yağmur yağıyordu. Sigaramın dumanı, yağmur damlaları arasından kaçarak yok olmanın sonsuzluğuna ulaşıyordu. Zihnimden geçen kelimeler bunlardı belki ama kalbimden geçen, denizin dalgalarının arasında boğulup gidiyorlardı. Soğuk havanın içinde, elimi ısıtacak bir el aramanın anlamsızlığı sarmıştı bedenimi. Duman yüzümü yalıyordu ve ardında bir yağmur damlası bırakıyordu.
2. Düzenin içindeki umutsuzluk ve bunca bireysiz bireye karşı duyulan yalnızlık. Etrafımızda bir çocuk bile aç dolanırken bizim yediğimiz ekmek. Saçını okşaya bileceği bir bez bebeği bile olmayan insanlara karşılık, parklarda ve plajlarda sevişenler. 2 kuruş için götlerini kapitalizmin para babalarına siktirenler ve kapitalizmin orospularının çocuklarının bindiği Ferrari. Hardword Üniversitesi Tıp mezunu doktorun, "Sigara yararlı!" demesi bindokuzyüz bilmem kaç yılında, Hardword Üniversitesi Tıp mezunu doktorun, "Sigara zararlı!" demesi ikibin bilmem kaç yılında. Dinlerle savaşa sürüklenen babalar 18. veya 19. yüz yılda ve dinlerle ölen bebekler 20. veya 21. yüz yılda. Pornonun yasallığının ayıp, ama yasal olduğu dönem ki tecavüzler ve pornonun yasaklığının gerekliliği tartışılırken ve ayıplığını attığı dönem üzerinden, tecavüzler. Otun, marihuananın, LSD'nin yasal olduğu kafa ve otun, LSD'nin, marihuananın yasak olduğu kafa. Savaş dönemi ölen asker, barış dönemi ölen asker. Ayakta alkışlanan tiyatro oyunları ve oturularak, karşısında esnenen televizyon filmleri. Biletleri biriktirilen konser grupları, dağılması emin olunan gürültü grupları. Açıldığında içi, kafası karışan saatler ve açıldığında içi bir bokun sapı olamayan saatler. Tırnaklarına bakıldığında anlaşılan insanlık ve tırnakları boyalı olan, bu nedenle bir çoktan farklı olduğunu sanan insanlık. Doğudan doğan güneş ve batıdan batan güneş.
Suyun aktığı ama yerini bulduğu nehirler ve suyun akarken yerinin toprak mahsulü olduğuna karar veren beyin. 1954'deki dünya ve 2954'deki dünya. Değişim, değişen binalar olsaydı dünya değişirdi ve yerinde saymak beyinlerin değişmeden günümüze gelmesi olsaydı, şuan dünya böyle olurdu. Böyle oldu...
3. Gelecek! Geçmiş! Şimdi! Şu an! 5 dakika sonra! 10 dakika sonra! Yarım saat önce! Dün! Bugün! Koş! Koş! Koş! koş! Koş! Koş! Koş! Koş! koş! Koş! Koş! Koş! Koş! koş! Koş! Koş! Koş! Koş! koş! Koş! Koş! Koş! Sadece! Koş! Bakma! Durma! Eğlenme! Yaşama! Sevme! Görme! Duyma! Koş! Kaçıyor! Geçiyor! İstekler! Arzular! Günah! Şehvet! Seks! Ah! Oh! Ih! Durma! Koş! Yaz! Yap! Boz! Yap! Boz! Yap! Çalış! Durma! Koş! Telaş! Yaşama! Yaşa! Onlar! İstekler! Talepler! Beklentiler! Bekleyişler! Ertele! Kendin! Durma! Koş! Dünya! Dön! Durma! Bekleme! Olmaz! Koş! Acele! Hemen! Yaz! Çiz! Çık! Gir! Bakma! Oyalanma! Koş! Çabuk! Geç! Kurtul! Köle! Esir! Anlamsız koşuşturmalarla geçen yaşamından zevk mi alıyordun? Alma! Koş! Koş! koş! koş! koş! Koş! Durmadan koş! Beklemeden koş! Hayatının en güzel günlerinde, sadece Koş! Bekleme, durma, yaşama! Hakkın yok! Beklentiler, istekler, arzular, talepler... Günah! Yazık! Boşa geçirme! Koş! Yaşama! Koş! Gençlik! Yaşlılık! Ölüm! Ölene kadar! Koş! koş! Koş! Koş! koş!
BU NE BÖYLE…
Ben neyim ki, acaba?
Edebiyatın sadece yazmaktan olduğunu mu söylüyorsun bana veya da anlatmak istediğin, gerçekten bu mudur?
Moloz yığınlarının arasındayım ve yağmur yağıyor ama ıslanamıyorum her şey yavaş yavaş ufalanıyor benim gibi onlarda yok oluyor çürüyorum…
Yine mi ŞİİR? Sızıntıdan akan damlacıklar, borudan süzülerek toprağa karışıyordu. Sarı bir güneş ve buhardan bir duvar, her yer pembe kılınmış insan kafataslarıyla doluyken denizden çıkan sarışın çok seksiydi. Damlacıklara takılan yapraklar yürüyordu sanki ve yürürken çıtırtılar çıkarıyorlardı. Her bir çıtırtı da insan, beyninin içinden birkaç milyon hücresini kaybediyor gibi hissediyor kendini ve ölüyor her, kuru kafa tarlasında bir ölü kafaya basan çocuk. O sarışın, seksi çocuk.
Yürümekten sıkıldığım zamanlar oluyor, bazen. Etrafına bakmaktan yürüyemediği zamanlar oluyor, bazen. Demirden kapılar açılmayı bekliyordu, bazen. Açılamayan her perdenin arkasında gizemleriyle sevişen birçok insan var. Yükseklerden inen bir melek ve o meleğin yolunmuş kanatları, bu Dünyanın büyük acımasızlığını su yüzüne çıkarıyor, bazen. Petunyalardan sulanmış, vıcık çamurlu bir muhabbete girmişiz...
Yumurtalar Çatladıktan Sonra, Sinekler Uçamazken