KöklüDeğişim
takdim
köklüdeğişim
0
Serdar
aralık 2009
bilgi@kokludegisim.net
takdim
KöklüDeğişim
2 0 0 4
5. s e n e
KÖKLÜDEĞİŞİM İslâmî Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsî Dergi
Zilhicce 1430 • Aralık 2009 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı 31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abone&Reklam Tel: 0.312.229.77.91 Faks: 0.312.229.77.92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net Temsilcilikler Bursa Mesut ŞAHİN 0.532.627.35.89 kdbursa@hotmail.com ŞanlıUrfa Mustafa KÜÇÜK 0.542.274.19.43 kdurfa@hotmail.com İstanbul kdistanbul@hotmail.com Bülent Kurşun 0.536.638.67.68 0212 445 80 80 Abonelik ve Hesap Numaraları Yurtiçi Yurtdışı 6 Aylık 6 Aylık 24 YTL 24 Euro Yıllık (12 ay) Yıllık (12 ay) 48 YTL 48 Euro PTT Posta Euro Hesabı Çeki Hes. Ziraat Bankası Başkent Şb. 191 18 03 TR93000100 YTL Hesabı 1683-47475782Ziraat Bankası 5001 Başkent Şb. TCZBTR2A 47475782-5002 Baskı: 01.11.2009 Yaprak Ofset Matbaacılık-Ankara Yerel – Süreli ISSN: 1304-8274
bilgi@kokludegisim.net
بسم اهلل الرحمن الرحيم Aralık Ayı Takdim‟i Bir Kurban Bayramı arefesindeyiz tekrar. Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde, bir İslami Ümmet olarak bayramlarını idrak edemedikleri bu kaçıncı bayram hiç düşündünüz mü? Kaç Ramazan Bayramını ve Kurban bayramını parçalanmışlık şemsiyesi altında kutladık? Kurban‟dan açılmışken mesele, gündemimiz kurban iken bir soru daha geldi aklıma ve sormadan edemeyeceğim bu soruyu! Peki, İslam‟ın kalkanının kırıldığı günden, asasının elinden alındığı günden bu güne kaç kurban verdik küfre ve zulme hiç düşündünüz mü? Kurban denilince akla sadece katledilenler gelmesin! Kaç bacımızın ırzı kurban edilmiştir küfrün kucağında, kaç çocuk yetimliğe ve öksüzlüğe kurban edilmiştir, kaç erkek çaresizliğe kurban edilmiştir, kaç ihtiyarın, gencin, yiğidin, kadının canı kurban edilmiştir küfre ve zulme? İçkiye, kumara, zinaya, faize kaç hayat kurban edilmiştir? Açlık ve sefalete verilen kurbanların sayısını biliyor musunuz? Bar-pavyon köşelerinde heder edilen gençlik, çağdaşlık adına açılıp saçılan iffetler, körpe beyinlere enjekte edilen zehirli fikirler, sabah-akşam medyanın her çeşidinden akıtılan fuhşiyata özendirilen insanlar ve daha niceleri bu sisteme verilen kurbanlar değil midir? Ben yarım asır dahi olmayan yaşımla, milyonlarca Müslüman‟ın kurban edildiğine şahit oldum. Peki ya yaşı bir asra yaklaşanların bu soruya verecekleri cevap ne olabilir? Belki yarım milyar belki daha fazla Müslüman kurban edildi küfre ve zulme! Daha ne kadar kurban vereceğiz, birileri kurban olurken izlemeye devam mı edeceğiz? Değişimin bir parçası olmaya yanaşmayanlar, öyle ise oturduğunuz koltuklarınıza daha bir güzelce kurulun ve alın elinize kalemi kâğıdı! Bu günden tezi yok tutun kurban edilenlerin çetelesini! Biz yine bildiğimizden dönmeyeceğiz. Bizlere beyhude çalışmanın içerisindesiniz diyenlerin inadına bu yoldan dönmeyeceğiz. Biz bu yolda kurban olsak da, biçareler gibi koltuklarımızda çakılı kalmayacağız. İsmail Aleyhi‟s Selam gibi keskin bıçağın altına uzatacağız boynumuzu. Uzatacağız ki, malın ve evladın fayda vermeyeceği o günde, hem sizin hem bizim çetelemizi tutanın huzuruna yüzümüz ak gidebilelim İnşAllah. Kurban denilince aklıma bunlar geldi benim, bu nedenle bir bayrama daha hüzünle giriyoruz. Bir sonraki bayramımıza İslam‟ın rayesi altında girme duası ile siz mümtaz okuyucularımızın mübarek İyd‟ul Edha‟sını tebrik ediyoruz. Bu ayki dergimizi de, İrtica hep bir numara, Ortak düşman irtica makaleleri ile “irtica” meselesi aydınlanırken, Kurban, Anlayış, Muhasebe, “İsrail” ilişkilerinde AKP‟nin samimiyeti, GDO açılımı, ABD-Rusya arasındaki Füze kalkanı çekişmesi, Küresel mali krizde son durum, İslam ve Sanayi kalkınması, Kürt meselesi için ortaya konulan çözümler, Erdoğan‟ın İran ziyareti, 86. Yılında cumhuriyet, Kapitalistlerin Komünizmin yıkılışının 20. Yılı kutlamaları, Orta Asya devletlerinin siyasetine yönelik bir değerlendirme, ve Mandacı zihniyetin kurban‟a savaş açarken derisine el koyuyor, makalelerimizle gündeme ışık tutmaya gayret ettik. Haber Merkezimiz Batı‟daki Müslümanlardan iki gelişmeyi sizlere aktarıyor. Endonezya‟daki Âlimler konferansına iştirak eden Serkan Kaya oradaki izlenimlerini sizler için medreseden değerlendirdi. Zamanın en güzel şekilde değerlendirilmesine ilişkin bir makaleyi ve Kapitalizm, Özgürlük ve İslam başlıklı diğer makaleyi okuyucularımız sizler için kaleme aldılar. Yazı dizilerimiz olan mefhumlar ve aile kaledir bölümlerini de bu ayki sayımızda devam ettiriyoruz. Tefsir bölümünde ise Bakara suresinin 236-239. Ayetleri ile yolumuza ışık tutuyoruz. Suskunluğun haykırışa dönüştüğü dönemde her geçen gün değişime biraz daha yaklaştığımızı hissediyoruz. Değişimiz görmek ve yaşamak duası ile… Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke‟den yatırdığınızı görevliye yazdırın… Önemli Not: Dergimiz KöklüDeğişim, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.
köklüdeğişim
1
Serdar
aralık 2009
KöklüDeğişim
gündem
bilgi@kokludegisim.net
KöklüDeğişim‟de Aralık 2009 Takdim 1 ....... Aralık Ayı Takdimi ...................................................... ...KöklüDeğişim İçindekiler 2 ....... KöklüDeğişim‟de Aralık 2009 ......................................... KöklüDeğişim Gündem 3 ....... İrtica hep bir numara ................................................ Süleyman Uğurlu 6 ....... Ortak Düşman İrtica...................................................... Mahmut Oğuz 10 ..... Kurban, Adayış, Muhasebe ......................................... Bahaeddin Carda 13 ..... “İsrail” ilişkilerinde AKP‟nin Samimiyeti................. Yiğit Serdengeçti 17 ..... Şimdi de GDO Açılımı............................................... Oğuzhan Akbolat 20 ..... ABD ve Rusya Arasındaki Füze Kalkanı ............... Abdulhamid Yazıcı 24 ..... Küresel Mali Krizde Son Durum .................................. Hüseyin Sivren 30 ..... İslam ve Sanayi Kalkınması .................... Mak. Müh. Nureddin Aydın 35 ..... Kürt Meselesinde Ortaya Konulan Çözümler .....................İbrahim Er 39 ..... Erdoğan‟ın İran Ziyareti ................................ Kimyager Selçuk Güden 41 ..... 86. Yılında Cumhuriyet .................................................. Halime Aydın 45 ..... Kapitalistlerin “Komünizmin Yıkılışının .... Mak. Müh. Bülent Karaca 46 ..... Orta Asya Devletlerinin Siyasetine Dair ...................... Hamza Arslan 52 ..... Mandacı Zihniyet ........................................................... Ahmet Sivren Haber Merkezi 56 ..... Batı‟daki Müslümanlardan Haberler .............................. KöklüDeğişim Medrese-i Yusufiye‟den 58 ..... Dünya Âlimler Konferansını ve Atılan Dev Adım ............ Serkan Kaya Okuyucudan Gelen 61 ..... Zamanın Önemi ....................................................................İbrahim Er 64 ..... Kapitalizm, Özgürlük ve İslam ....................................... Musab Kalkan Mefhumlar 68 ..... Siyasi Mefhumlar (3) ..................................... Takiyyuddîn en-Nebhânî Aile Kaledir 72 ..... Çocuk Terbiyesinin Esasları (13) ................................ Necahu‟s Sabatin Tefsir 77 ..... Bakara Suresi 236-239. ayetler ......................................... Esad Mansur
köklüdeğişim
2
Serdar
aralık 2009
Süleyman Uğurlu
gündem
bilgi@kokludegisim.net
İrtica Hep Bir Numara Uzun bir mecburi aradan sonra siz kıymetli okuyucularımızla buluşmayı bizlere nasip eden Allah Subhanehu ve Teâlâ‟ya hamd olsun.
ve Teâlâ‟ya havale ettik, hesabı O‟na bıraktık. Muhakkak ki Allah‟ın hesabı çetin, azabı ise şiddetlidir. Yalnızca temiz akıl sahiplerinin öğüt alacağını umduğumuz bu kısa mukaddimeden sonra, bu ayki makalemizin konusuna geçebiliriz.
Her nerede olursak olalım, hangi şartlar altında bulunursak bulunalım İslam‟a emin bir bekçi olmak ve onu hayata hâkim kılma gayretimizin asla tükenmeyeceğini, bu uğurda feda edebileceğimiz her ne varsa feda edeceğimizi, baskıların, tehditlerin, zindanların ve ölümlerin bizi mukaddes gayemizden alı koyamayacağını ve dost ve kardeşlerimizin kalbini ferahlatmak, ümitlerini tazelemek, azmini bilemek adına bir kez daha haykırıyor ve sizleri Allahu Teâla‟nın biz kullarına öğrettiği selamların en güzeli ile selamlıyorum.
Gündemin ilk sırasına yükselmesi, içinde bizlere kurulmak istenen komplonun ipuçlarını barındırması açısından, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” olarak belirledik. Ancak meselenin kimin eli ile kimin cebinde, kim kiminle birlikte kısmını oluşturan derin siyasi analizleri başka kardeşlerimize terk edip onun yerine kâğıt parçasından belgeye dönüşen bu eylem planında da teyit edildiği üzere, tehdit algılamasında hâlâ birinci sırada yer alan “irtica”nın seyrini kaleme alalım istedik.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullah Kıymetli KöklüDeğişim okuyucuları; Malumunuz üzere bir kez daha Allah‟ın imtihanı ile karşı karşıya kaldık. Bir kez daha yalan ve iftira kampanyasına maruz bırakıldık. Bir kez daha sistemin riyakâr ve çirkin yüzüne şahitlik ettik. Zulme seyirci kalmamanın, zalime boyun eğip yaltaklık yapmamanın, hakka ve haklıya tabi olmanın bedeli olarak hapsedildik. Olsun! Yusuf Aleyhi‟s Selam‟ın buyurduğu gibi; “zindan, onların bizden istediği şeyden daha hayırlıdır.”
Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanlığı tarafından hazırlandığı iddia edilen “eylem planında” dikkat çeken iki nokta var: İrtica hâlâ düşman ve hâlâ irtica ile mücadele klasik üsluplarla devam etmekte. Klasik üslup eylem planında yer alan bir maddede şöyle vücut bulmuş; “İrticacı gurupların evlerine, iş yerlerine silah, mühimmat ve planlar yerleştirilecek, sonra buralara baskınlar düzenlenerek, konulan malzemeler ortaya çıkarılacak, böylece bu irticacı guruplar silahlı terör örgütü olarak yargılanması sağlanacak, hem de aleyhlerinde kamuoyu oluşturulacak.”
Korku ve tecrit siyasetine binaen basında hakkımızda çıkan tüm yalanlara, iftiralara rağmen İslam kardeşliğinin, İslami duruşun güzel örnekliğini göstererek yanımızda duran, iftiraları iftiracıların başına çalan, duaları ile bizleri yalnız bırakmayan tüm Müslüman kardeşlerimize şükranlarımızı sunuyorum.
Ne ilginçtir ki 24.07.2009 tarihinde tamda bu eylem planında yazıldığı şekilde iğrenç bir komplo tarafımıza uygulanmaya çalışıldı. Ya bu raporu hazırlayanlar, ya bu rapordan ilham alanlar ya da bu raporun teoride kalmayıp pratiğe dönüştüğünü göstermek isteyenler tarafından kurulan çirkin tuzaklar elbette kendi başlarına geçecek ve elbette haki-
Kardeşlikten ve İslami duruştan bihaber olup, buna rağmen meydanlarda caka satan, zulme seyirci kalmayı aşıp, zalimin gözü, kulağı, dili olmayı tercih edenlere gelince; Onların bu kahredici durumlarını âlemlerin Rabbi, her şeyi bilen ve gören Allah Subhanehu köklüdeğişim
3
Serdar
aralık 2009
irtica hep bir numara … kat ortaya çıkacaktır. Zira onlar tuzak kurdukça Allah‟ta tuzak kurmaktadır ve Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
gibi. Bu devletlerin toprakları ABD tarafından işgal edilmiş, malları talan, halkı esir duruma düşmüştür. Sonra işgal altında olmasına rağmen bir göz boyama ile işgalciler tarafından yeni bir otorite kurulmuştur. Hal böyleyken, seçimle geldiği iddia edilse dahi bu otoritelerin bağımsız olduğunu kendi ülkeleriyle alakalı kararları kendilerinin aldığını, dost ve düşman tanımlamalarını kendilerinin yaptığını hangi akıl sahibi söyleyebilir? Kuşkusuz bu otorite sahiplerine, kimin dost kimin düşman, neyin yapılması, neyin yapılmaması gerektiğini söyleyen güç onlara otoriteyi bahşeden güçtür ki, bu ABD‟dir.
Yazımızın esasını teşkil edecek konuya dönecek olursak; Hiç kuşkusuz “İrtica ile mücadele” bu ülke halkının en çok işittiği tabirlerin başında gelmektedir. Hâl böyle olmasına rağmen, meşhur irticanın tarifi yapılmamış, eşkali belirtilmemiş, hep esnek ve soyut halde bırakılmıştır. Böylece akıllar bulanıklaşmış, hedefler puslanmıştır. Tabiidir ki bu durum cahillikten kaynaklanmamaktadır. Bundaki amaç irticanın kapsamam alanını olabildiğince geniş tutmaktır.
Biraz daha geriye gidelim. I. Dünya Savaşı‟nda İngiltere yanına aldığı birkaç müttefikiyle birlikte neredeyse tüm Osmanlı topraklarını işgal etmiş, Osmanlı Devleti‟nin yıkılışının ardından sırayla bu beldelerdeki satılmış aşiret reislerine, bir takım çapulculara devletler ikram ederek küresel sömürge siyasetine uygun rollerini taksim etmiştir. Bu siyasetin temelinde bir daha bir araya gelemeyecek şekilde kin ve düşmanlıklar oluşturmak yatmaktadır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti daha kurulur kurulmaz iç ve dış bir çok düşmanı karşısında buluvermiştir. İç tehdidi önce irtica sonra Şeyh Said ayaklanmasıyla birlikte Kürtler oluşturmaktadır. Dış tehdit ise tüm sınır komşularıdır. “Türk‟ün Türk‟ten başka dostu yoktur” ifadesi o zamanın ruh halini ve düşman algılamasını gayet açık bir şekilde göstermektedir.
Peki, bu tanımlaması dahi yapılmayan irtica düşmanı nasıl doğmuştur? Hakikat odur ki; sahih bir ideolojisi olmayan dolayısıyla sahih bir hedefi bulunmayan devletler, varlıklarını korumak adına kendilerine yapay düşmanlar icat ederler. Bu siyaset yeni bir şey değildir. Misal olarak; Romalılar küçük bir site devleti olan Kartaca‟ya karşı hiç beklemedikleri ağır bir yenilgi aldıklarında düşmanını bulmuş oldu. Kartaca‟yı ebedi düşman olarak ilan etti. Romalı senatörler düşmanın varlığını unutturmamak için konuşmalarını “ve Kartaca‟yı unutmayalım” diyerek bitirirdi. Kartaca‟nın varlığı Roma‟yı, Roma İmparatorluğu haline dönüştürmüştür. Bugünde böyledir. ABD‟yi, ABD yapan SSCB değildir ama bugünlere taşıyan ve dünyanın jandarması olmasını sağlayan SSCB‟dir. Komünist tehdit bahanesiyle hem kendi halkına hem de savunmasız dünya devletlerine istediğini yaptırabilmiştir. Komünizm tehlike olmaktan çıkınca da, kendisine onların tabiriyle “Radikal İslam”ı düşman olarak seçmiştir. İleride de geleceği üzere ABD ve avaneleri için artık tek gaye olmuştur.
Bilindiği ve resmi tarihte yazıldığı üzere yeni Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluşunda Birinci Meclis önemli bir rol üstlenmiştir. Birinci Meclis‟in vekilleri arasında ise çok sayıda Şeyh-İmam mevcuttur. Birlikte çıkılan yolda çok geçmeden kutuplaşmalar yaşanmaya başlanmış ve kısa bir süre sonra Birinci Meclisi oluşturan zihniyet irticacı olarak görülmüştür. Buda göstermektedir ki komşularımıza düşman tespitini yapan güç ile bize düşman tespiti yapan güç aynı malum güçtür. Seksen altı yıldır en azılı düşman olarak kalmayı başaran “irtica” öylesine sihirli bir
Bu anlattıklarımız, sahih ideolojisi ve sahih hedefi olmayanlar içindir. Bir de bazı devletler vardır ki, onlarda ne bir ideoloji ne de bir hedef mevcut değildir. Böyle olunca bu devletler, kendi düşmanlarını belirlemekten dahi aciz kalmışlardır. Afganistan ve Irak köklüdeğişim
4
Serdar
aralık 2009
irtica hep bir numara … kelimedir ki; her türlü yağmanın, talanın, yolsuzluğun, ahlaksızlığın, hukuksuzluğun, riyakârlığın, sefaletin ve ihanetin üstünü örtmekte, görünmez kılmaktadır. Bu sihirli kelime ile gayri meşru ne varsa, meşru kılınmaktadır. İktidara ipotek koymuş, kendi varlığı ile devletin varlığını, kendi yokluğu ile devletin yokluğunu eş değer gören malum zümre irticayı bazen ölümcül bir silah, bazen de koruyucu bir kalkan olarak her daim kullana gelmiştir. Muhalifler ya da muhalif olma ihtimali olanlar bu sihirli kelime ile bertaraf edilmiştir.
sını zorunlu kılmıştır. İrticayı kontrol edecek, kendi bekalarını tehlikeye sokmayacak, dar bir alanda hareket etmesini sağlayacak bir üslup değişikliğine gidildi ki, bu değişikliğin adı MSP‟dir. Bu kontrollü değişiklik uzun bir süre aksamandan ve tehlike oluşturmadan sürüp gitti. Sistem partilerinin yolsuzluk ve becerisizlik neticesinde yıpranmasının ardından RP‟nin hükümet ortağı olması ciddi bir kırılma yaşanmasına sebep oldu. İrticanın kontrollü de olsa iktidara gelmesini hazmedemeyenler 28 Şubat darbesini gerçekleştirirken, istemeden de olsa AKP‟nin doğmasını sağlamıştır.
Kendi halkından olan insanlara öylesine amansız ve topyekûn bir savaş ilan edilmiştir ki, paranoyak bir nesil meydana gelmiştir. Bir tarafta irtica gelecek diye zihinsel bunalım geçirenler, diğer tarafta fişlenme, işinden gücünden olma korkusuyla kimseye güvenmeyen hep diken üstünde yaşayanlar. Nereden bakarsanız bakın, hangi tarafa bakarsanız bakın ruh sağlığı bozuk bir toplum oluşturulmuştur. Ne için? İktidarlarını korumak için. Kendileri adına ulvi olan bu gaye uğruna toplumda tam bir sürek avı başlatılmış ve bu av bugünlere kadar devam etmiştir. Tıpkı akrabaları Cengiz Han gibi…
AKP kurulup iktidara gelmesiyle birlikte irtica tanımında iki başlılık oluşmuştur. LaikKemalist-Ulusalcı zümre İslami emareleri üzerinde barındıran ve kendisine itaat etmeyen herkesi irticacı olarak tanımlamaya devam ederken, AKP Amerika‟nın düşman ilan ettiği “Radikal İslam”ı irtica olarak tanımladı ve onunla mücadeleye azmetti. Amerika‟nın radikal İslam dediği şeyin, İslam‟ı merasim dini olmaktan çıkartıp bir ideoloji, bir hayat nizamı olarak kabul eden Müslümanlar olduğu aşikârdır. AKP ve onun avaneleri ABD ile kol kola yürüdükleri müddetçe, bu mücadelenin de devam edeceği görülmektedir. Bu nedenle bizleri ve diğer ihlâslı Müslümanların uydurma suç isnatlarıyla cezaevlerine gönderilme projesinin mimarı ABD uygulayıcısı AKP‟dir dersek hakikati beyan etmiş oluruz.
Moğol İmparatoru Cengiz Han‟ın, Müslümanlara karşı olan kini o kadar şiddetlidir ki, bir kişinin ölüm emri için Müslüman olduğundan şüphelenilmesi kâfiydi. Dahası Cengiz Han, Müslümanları ihbar edenlere ciddi ödüller dağıtıyordu. Buradan geçimini sağlayanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Müslümanları jurnalleme iyi gelir getiren bir sektör halini almıştır. Tıpkı yakın geçmişte ve hatta bugün sektör halini aldığı gibi…
Hülasa, Demokratik Açılım, Ermeni Protokolü, Suriye, Irak, İran ile ilişkilerin güçlendirilmesi, Yunanistan ile yakınlaşmak ve benzeri adımlar ile kadim düşmanlar birer birer müttefik haline getirilmeye başlanmıştır. İngilizlerin I. Dünya Savaşı‟ndan sonra icat ettiği düşmanlar ABD tarafından dosta dönüştürülmektedir. Değişmeyen tek düşman dünde bugünde “irtica”.
Onların irtica dediklerin şeyin kaynağı bu topraklarda yaşayan insanların dini yani İslam olduğu için, irticanın kökünü kazımak imkânsızdır. Bu hakikatin yanında yahudi varlığının kurulmasıyla birlikte silkelenen ve kıpırdanmaya başlayan Müslümanların İslam‟a sarılmaları bir takım adımların atılmaköklüdeğişim
İkamet adresim; Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi, Sincan / Ankara
5
Serdar
aralık 2009
Mahmut Oğuz
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Ortak Düşman İrtica “İrtica Eylem Planı, Uygulanmakta” "İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ilk olarak Taraf Gazetesi'nin 12 Haziran 2009 tarihinde manşetten verdiği esrarengiz bir kaynağa dayanan haber ile yayınlandı. Haber, gündeme olağanca ağırlığıyla taşındı ve çok büyük iddialar ile daha da büyütüldü. Zira ilk defa ciddi ve somut bir iddia olarak Genelkurmay yani Ordu, hükümet aleyhine darbe planları ile itham edildi ve üstelik bir kara delik olan Ergenekon ile ilişkilendirildi. Adından da anlaşılacağı gibi taraf olan güruh ile karşı tarafa saldırma hamlelerinin en ciddi hali olan ve kaynağını Genelkurmay içerisinde halen muvazzaf bir subaya dayandırılan haber, belli ellerde büyük bir koz olarak ortaya çıkarıldı.
ihtimalden öteye geçemez. Bununla birlikte askerin darbe yapma imkânı ve ihtimalide, hem kamuoyu olarak, hem de iç ve dış dengeler olarak mümkün görünmüyor, ayrıca Ergenekon operasyonlarıyla ifşa edilen bu yöndeki unsurlar kullanılamaz hâle getirildi. Dolayısıyla bu belge, AKP‟nin uygulamalarını durdurmak, planlarını icra edemez hale getirmek, onun gücünü ve kadrolarını tasfiye edebilmek, himayesindeki Gülen cemaatini devlet kadrolarından uzak kılmak ve Amerikancı siyaseti yok edemese de belini kırmak için hazırlanmış bir plan olarak değerlendirilebilir. Zaten Ordu‟nun öteden beridir irtica kapsamında benzer dosyaları hazırladığı, Müslümanlarla ve İslami unsurlar ile mücadelesi mevcuttur, fakat bu meseleden farklı olarak AKP‟ye ve Gülen cemaatine de bir bölüm ayırmıştır. Çünkü Amerikancı siyasetin gereği ılımlı -demokratik- İslam‟ı kullanarak yeni bir güç elde etmişlerdir. O yüzden bu belge, bu hâl üzere gündeme getirilmiştir.
Gazetenin manşetten verdiği haberde, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Dairesi tarafından hazırlandığı öne sürülen Albay Dursun Çiçek imzalı bir andıç vardı. Habere göre andıçta, AKP ve Fethullah Gülen cemaatini bitirmeye yönelik planlar vardı. Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde “irtica ile mücadele birimi” oluşturulduğu iddiası da haberde yer alıyordu. Gündemi sarsan bu haber ile alakalı, devamında daha da çarpıcı haberler bir bir haber bültenlerinin gündemine sunuldu ve gazeteler tarafından “darbe girişimi” olarak nitelendirildi. Ordu‟nun veya onun içindeki cuntacı kadronun deşifre edilmesi ve yargıya hesap vermesi söylemleri yüksek sesle dillendirilir oldu.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, belge için “kâğıt parçası” dedi ve belgeyi hazırlayanların bulunmasını istedi. Başbakan Recep Erdoğan ise konuya ilişkin yaptığı açıklamada, ''Bu metin, içerisinde bulunan başlıklar ile değerlendirildiğinde özellikle demokrasiye yönelmiş ve demokrasiyi adeta yok etmeye yönelik bir girişimin ipuçlarıdır. Bunun doğruluğu, yanlışlığı, sahte midir, gerçek midir? Bu süreç onun takibi sürecidir. Ondan sonra da bunun faillerini bulma süreci de yine bunun içerisindedir'' dedi. Bu belgenin basında yer almasının ardından Askeri Savcılık tarafından olayla ilgili soruşturma başlatıldı. Aynı gün Askeri Savcılık, ''Şu ana kadar elde edilen deliller değerlendirildiğinde, ele geçirildiği iddia edilen belgenin, Genelkurmay Başkanlığı‟nın herhangi bir biriminde hazırlanmadığına ilişkin bir kanaate varılmıştır'' açıklamasında bulundu. Askeri
Aylardır gündemi meşgul bu belge, ya darbe planı ve hazırlığı idi, gündeme taşınmasıyla bitirildi, ya da olağan bir irtica ile mücadele çalışması idi, ifşa edildi ve hükümet onu kendi lehine kullanabileceği bir şekilde kamuoyuna sunmaya yöneldi. Belgenin sahte ve kurmaca olduğu ihtimali ise, yapılan açıklamalar ve gerek hükümetin gerekse ordunun tavırları gözlemlendiğinde zayıf bir köklüdeğişim
6
Serdar
aralık 2009
ortak düşman irtica … savcılığın açıklaması muğlâk ifadeler içerdiği için eleştiri alınca Genelkurmay, internet sitesine 10 maddelik bir duyuru koydu. Duyuruda, "Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan davranış ve düşüncelere sahip bulunan personelini bünyesinde barındıramaz" ifadeleri dikkat çekti. AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ise Genelkurmay‟ın açıklamasıyla alakalı olarak, "Şüpheleri gidermekten ziyade şüphe edenleri haklı çıkaran bir açıklama gibi" açıklamasında bulunarak konunun, belgenin altında imzası bulunan Albay Dursun Çiçek'e sorulması ve Genelkurmay'ın arşiv kayıtlarına bakılması durumunda açıklığa kavuşacağını ifade etti. Genelkurmay ise soruşturma sürecinin beklenmesi uyarısında bulundu.
değerlerine dayandırmayan her sistem, bu ve benzeri tezgâhlara muhtaçtır. Aylardır gündemde en üst sıralarda yer alan bu haberleri ve iddiaları saatlerce izlemişizdir. Fakat bunların geri planlarının sorgulanmasında; Müslüman halk nezdinde maalesef, İslami ve aydın bir düşünce ile ele alınmadığı için zafiyetler görülmüştür. Haberler, iki tarafın kapışması olarak taraftar edasıyla kabullenilmiştir. Fakat bizler İslam‟ın tarafı olarak meseleyi sahih bir şekilde algılayıp, yıllardır aynı tezgâhlarla süren bu gidişata son vermeli ve onların düşünmemizi istedikleri gibi değil, İslam‟ın düşünmemizi istediği gibi meseleleri düşünmeliyiz. İlk “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” gündemi, yapılan gizli görüşmeler ve uzlaşılarla, anlaşmaya varılarak gündemdeki etkileri azaltılmaya başlanmıştır. Ordu ile hükümet pazarlığı sağlamıştır veya taraflardan biri geri adım atarak diğerine yol vermiştir. Fakat AKP, belge ile alakalı suç duyurusunda bulunup olayı sivil yargıya taşıyarak, elinde önemli bir kart bulundurur hale gelmiştir. Albay Dursun Çiçek'in ifadesi Ergenekon savcıları tarafından alınıp "örgüt üyeliği" suçlaması ile tutuklanmış ve Hasdal Askeri Cezaevi'ne konulmuştur. Dursun Çiçek tutuklanmasının ardından 24 saat geçmeden jet bir karar ile serbest bırakılmıştır. Netice itibariyle belge, bu kadar ses getirmişken hükümet ile Ordu arasındaki anlaşmalar, uzlaşmalar sonucunda gündem soğutulmaya ve belge iddialarını yönlendiren ellerin geri çekilmesi sağlandı, tabi daha sonra aleyhte tekrar kullanılmak üzere.
Askerin bu sıcak gündemle alakalı konulardaki sessiz tavrı veya eski dönemlere nispetle ılımlı tavrı dikkat çekicidir. Bununla birlikte AKP‟nin sert tavırlar takınması ve ardından bu tavrı yumuşatıcı üsluplara yönelmesi de, iki farklı güç arasında kapışmaların, anlaşmaların ve belli konularda uzlaşıp ortak hareket ettiklerini göstermektedir. AKP iktidar olduğu günden beri hamlelerini çok dikkatli atmakta, hatta bu hamlelerini akıl aldığı gruplar ve şahıslar ile kontrollü olarak icra etmektedir. Çoğu zaman eline geçen veya ona istihbarat edilen kozları, dikkatli ve zamanında kullanmaktadır. Zira o hem kendi planlarını, hem de Amerikancı siyasetin belirlediği planları uygulamak için, bekasını sağlama almayı amaçlamaktadır. Bu planları uygulama noktasında önüne çıkan askeri veya Kemalist engelleri bertaraf etmek için bu belgeleri, istihbaratları ve kozları gündeme anında sunmaktadır. Aynı kendisini sıkıştırdığı askeri kesimin bir zamanlar irtica gibi kozlarla gündemi lehine çevirmesi gibi, aynı silahı sahibine karşı kullanmaktadır. Çünkü bu çürümüş düzen, ancak bu yöntemler ile uygulanıyor, iktidara gelen her güç diğer karşı gücü benzeri üsluplar ile pasifize etmeye çalışıyor. Gücünü halkına, onun inanç ve köklüdeğişim
Artık AKP‟nin istediği daha derin planların icrası için mücadele edilecek zemin, taşlardan arındırılmış oldu. Demokratik açılım, BOP‟a yönelik planlar ve değişim süreci adım adım işlemeye konuldu. Ta ki PKK‟lı grubun dağdan inip teslim olması sonucunda çıkan krize ve büyüyen tepkilere kadar. O günlerdeki yapılan MGK sonrası açılımın durdurulması veya ertelenmesi baskıları ve
7
Serdar
aralık 2009
ortak düşman irtica … perde arkasındaki Ordu‟nun memnuniyetsizliği sonucu süreç durma noktasına geldi. Ardından “İrtica Eylem Planı” gündemi tekrar devreye sokuldu. “Albay Dursun Çiçek'in imzasının bulunduğu öne sürülen İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın orijinalinin, ıslak imzalı haliyle Ergenekon savcılarına yollandığı öne sürüldü. Belgeyi bir subayın yolladığı iddia ediliyor.”(Yeni Şafak) “AK Parti hükümetini yıkmak için hazırlandığı belirtilen „İrticayla Mücadele Eylem Planı‟nın orijinal belgesiyle birlikte Ergenekon savcılarına gönderilen eklerde yer alan „Bilgi Destek Planı‟ da ortaya çıktı.” (Radikal) Islak imzalı belge ve onunla birlikte savcılığa gönderilen ihbar mektubu, tekrar gündemi AKP lehine allak bullak etti. Üstelik bu ihbar mektubunda belgenin orijinal imzalı metniyle beraber birde Eylül 2007 tarihli “Bilgi Destek Planı” belgesi gönderildi. Bu belge de ilk ki kadar öneme sahip ve karanlık planların ifşasını göstermekteydi. Üstelik bu belge Harekât Dairesi Başkanlığı‟nın hazırladığı ve yalanlanmayan bir belge idi. Hazırlanma amacı da “irtica” ile mücadele yani İslam ile mücadele…
man Kardeşler ve Hizb-ut Tahrir‟in terörist olmadıkları, eskisi kadar şiddet uygulamadıkları yolunda yazılar yayımlanmakta, bu şekilde, terör örgütleri dahi ılımlı İslam saflarına çekilmeye çalışılmaktadır. (Yani bu ve benzeri grupları silahlı göstermek ve basında da öyle yer ettirmek) TSK‟nin bu gelişmeleri etkilemeye ne derece muktedir olduğu ayrıca düşünülmelidir. Aynı kapsamda ele alınması gereken bir diğer konu da din ve türbandır. TSK‟nın dine karşı olmadığı çeşitli vesilelerle ve şekillerde gündeme getirilmeli, başörtüsü ile türban farklılığı vurgulanarak bu konudaki yanlış anlamaların ve TSK aleyhinde oluşmaya başlayan kanaatin önü kesilmelidir. Türkiye‟deki güvenlik, siyaset, ekonomi ve sosyal hayatla ilgili gelişmelerde AB ve ABD‟nin önemli rol oynadığı şüphesizdir. Her ikisi ile de duygusallıktan uzak, gerçekçi ve birebir bir diyalog kurulmasına ihtiyaç bulunmaktadır.”(Radikal) Ordu‟nun hazırladığı iddia edilen bu eylem planlarından Fethullah Gülen‟in daha önceden haberi olduğu iddia edilmekte: 6 Nisan 2009 tarihinde Fethullah Gülen, herkül.org sitesinde bir açıklama yaptı: “Dün olduğu gibi bundan sonra da, dışarıdan da beslenen bazı şer odakları en samimi müminleri ve hakiki Müslümanları terörist gibi göstererek irtica yaygarası koparabilirler…”
Askerin irtica ile mücadeleden anladığı “Müslümanlarla ve İslami unsurlar ile mücadele”, AKP‟nin anladığı ve vizyonu ise “Radikal İslam ile mücadele” olduğu açıktır. Dolayısıyla bu planı, askerin mi hükümetin mi hazırladığı, askerin mi hükümetin mi uyguladığı önemli değil. Asıl önemli olan şuan bu planın uygulanmakta olduğudur. Tabi ki bu plan, mevcut hükümete ve onun himayesindeki cemaatlere zarar vermeden, onların tekerine çomak sokacak İslami gruplara uygulanmaktadır. Belge, askerin planlarını ifşa etmek için sunulmuş olsa da, dikkatle bakıldığında haince plan ve komplolarını ister istemez bizlerinde görmesine fırsat vermiştir. Basında yer aldığı haliyle bu plan şöyledir:
Fethullah Gülen cemaati bu eylem planı çerçevesinde gösterdikleri tepkileri kendi menfaatleri gereği ve samimiyetten uzak bir şekilde göstermiştir. Zira onlar hükümet himayesiyle bu eylem planlarından muaf tutulunca, diğer Müslümanlara bu planların uygulanmasına tepki göstermek yerine, kendi haber kaynaklarında iftiralarla destek olmuşlardır. Onlar bu planın Müslümanlara uygulanmasını değil kendilerine uygulanmasına tepki göstermiş ve himaye edilip plan kapsamından çıkınca da planlanın uygulayıcılarından olmuşlardır. Kardeşlik bağlarımızdan dolayı, onların düzelip İslam üzere değişme-
İslami Gelişmeler: Batı tarafından radikal İslam ile mücadele vasıtası ılımlı İslam olarak seçilmiştir. Bu amaçla, özellikle ABD basın yayın organlarında Müslüköklüdeğişim
8
Serdar
aralık 2009
ortak düşman irtica … leri için dua etmekte ve tekrar aynı saflar da İslam davası için mücadele etmeyi temenni etmekteyiz, zira işlenen cürümlere ortaklık etmelerinden dolayı onları cehennem ile korkutmaktan başka çaremiz yoktur.
tır. İrtica kelimesi ile, Rabbimiz Allah‟tır diyen, ona ortak koşmayan, bu ümmet üzerinde oynanan çirkin planları ifşa eden samimi Müslümanları kastettiklerini bilinen bir gerçektir ki bu son tutuklamalar ile daha net ortaya çıkmıştır.
İşte basında yaygara koparan “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” resmen icra edildi ve yapılan operasyonlarda, baskınlarda yukarıda yönlendirilen planlar neticesinde, Müslümanlara ve İslam‟ı kendine dava edinmiş İslami gruplara karşı uygulanmaya başlandı. “İrtica Eylem Planı”, malum cemaate uygulanmaktan vazgeçilip (ki basına sızan son haberlerde bu eylem planı belgesinin bu cemaat tarafından ortaya konulduğu haberleri dahi sızmaktadır), Hizb-ut Tahrir gibi İslami gruplara uygulanmaya başlandı:
T.C. devleti kurulduğu günden bugüne kadar, onu kuran ve bekasını sağlayan güçler tarafından birçok planlar, senaryolar ve derin komplolar yapılmıştır. Artık bu vakıayı gören her göz, görür hale gelmiş ve akıllar bu durumu idrak için zorlanmaya başlamıştır. Çünkü Osmanlı Hilafet Devleti, batılı kâfirlerinde yardımıyla yıkıldığında, ona canı pahasına bağlı olan Müslüman halka, kendileri ve inançları ile çelişen yeni bir düzen olarak Cumhuriyet sunuldu. Seçme hakkı olmaksızın göstermelik seçimlerle dayatıldı. Müslümanların ve İslam âlimlerinin isyanları, direnişleri ve karşı koymalarına rağmen, “ulucanlar” katledilerek, planlar, komplolar ve fitne hareketleriyle batıdan ithal ettikleri – gayri İslami- sistemlerini hâkim eylediler. Ogün olduğu gibi bugünde, dini İslam olan halk ile gayri İslami sistemlerini bir arada tutabilmek için planlar yapmaya hiç ara vermemişlerdir. Tarihe tanıklık edenler, bu ülkenin tarihinin Hilafet‟in ilgasından sonra ne kadar karanlık olduğunu ve sinsice eylem planlarının hiç bitmediğini görecektir.
“Atatürk aleyhinde yaptığı gösterilerle gündeme gelen, Fatih Camii‟nde 2005‟te Hilafet isteyen ve silahlı bir yapılanma içinde olmadığı gerekçesiyle terör örgütü kapsamına sokulmayan Hizb-ut Tahrir örgütünde ilk kez silah ele geçirildi. Ele geçirilen silahların yanı sıra Esenlerde yapılacak toplantı öncesi hazırlanmış 540 "Tek Ümmet, Tek Devlet, Hilafet" yazılı t-shirt, 1634 Hilafet bayrağı ve 29 Hilafet Devleti haritası da bulundu. Hizb-ut Tahrir, 1953‟de Kudüs İstinaf Mahkemesi Kadısı Takiyyuddin en-Nebhani önderliğinde faaliyete geçti. Müslüman Kardeşlerden koptu. Hizb-ut Tahrir, internetteki sitesinde kendisini, "İdeolojisi İslam olan siyasi bir parti" olarak tanımlıyor. (Hürriyet)
Nihayetinde bu belgeyi hazırladığı iddia edilen güruh ile bu belgeyi ifşa edip yargıya hesap vermesini isteyen güruh, aynı bataklığın sakinleridir. Onlar benzer söylemleri ile laiklik, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, batılılaşma, çağdaşlık gibi çağrılarda bulunarak aynı çamurda debelenmektedir. Zira bu halden tek kurtuluş, İslam‟ın aydınlığı ve adaletidir.
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi ve MİT‟in ortak yürüttüğü takip çalışmaları sonucu “eylem” safhasına geçtiği tespit edilen radikal dinci Hizb-ut Tahrir örgütünün hedefinin Anıtkabir olduğu belirtildi. Polis, yasadışı örgüte ait bilgisayar ve diğer bilişim aparatlarında yaptığı inceleme sonuçlarını savcılığa gönderdi.” (Milliyet)
Görüldüğü üzere bu meşum planın kimler üzerinde uygulamaya sokulduğu gayet açıkköklüdeğişim
9
Serdar
aralık 2009
Bahaeddin Carda
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Kurban, Adayış, Muhasebe Bir bayramı daha kutlu misafire yaraşır bir şekilde karşılayamamanın burukluğuyla, içerisinde mutluluk, sevinç olmayan bir şekilde...
şeklinde borç ödemektir. Hayır ise bayramda da yapılabilir, bayramdan önce de, sonra da. Bu yüzden kurban ne tek başına hayır yapmaktır ve ne de kebap-kavurma ya da et bayramı…
Henüz bir öncekinin acısı dinmeden yaşanan zulüm ve katliamlarla anaların dinmek bilmeyen gözyaşlarına, babaların karşılığını bulamadan kaybolan feryatlarına ve yetimlerin boşlukta asılı kalan avuçlarına hüzünle şahitlik ederek...
Esasen bu yaklaşımlar hayatımızda İslam‟ın ve hükümlerinin ne kadar içinin boşaltıldığının, hakiki mana ve mefhumundan uzaklaştırıldığının apaçık bir göstergesidir. Çünkü konuyu “yardımlaşma”ya indirgemek, “şer‟i olan” bir hükmü, uygulamayı vicdani boyuta çekmek; yani dini hakiki zaviyesinden çıkartmak demektir. Başka bir örnekle ifadelendirecek olursak namaz kılmayı sağlıklı yaşam için spor yapmaya benzetmektir.
Çeçenistan, Keşmir, Guantanamo, Filipin, Somali, Özbekistan, Irak, Afganistan, Türkiye‟ye kadar uzanan bizim coğrafyamızda „kurban‟ edilen, işkence edilen, zindanlara atılan, hor ve hakir görülen mustazaflar gerçeğiyle, karşılıyoruz.
“Ben yaptım oldu” şeklindeki bir yaklaşım ise kişiyi sınırlandıran ve düşünceleriyle davranışlarını bir amaca; Allah'ı razı etmeye hasreden İslam zaviyesinden uzaklaştırmaktadır. Derin düşünüldüğünde; kurban kesmeye kurban kesenin fıtri açıdan ihtiyacı, kurban eti bekleyen yoksulun ihtiyacından çok daha büyük ve acildir. Çünkü adına yardımlaşma dediğimiz paylaşma hassasiyeti bu öncül koşul yerine getirildikten sonra anlam kazanmaktadır.
Yine bu kurban bayramında da kurban uygulamasını "çağdışı" bulan ve bunun yerine akla dayalı varsayımlarla meseleye yaklaşarak yorumlar getirenler muhakkak olacaktır. Hatta bunlar devlet zevatından da olup: “Artık bu çağda kurban kesip dağıtmak çok acil bir ihtiyaç olmaktan çıktı. Ben, onu karşılayan başka türlü yardımlar yapılabilir inancındayım” şeklinde ifadeler dahi kullanılacaktır. Esasen bu eleştirileri dile getirenlerin tümünün vejetaryen olduğu, et yemedikleri de söylenemez. Ancak bu kişilerin ucundan tuttuğu poşetteki etin de macerası daha farklı değildir. Üstüne üstelik Amerikan patentli etleri McDonalds‟larda tüketirken sınıf atlamışçasına etrafa gülücükler saçan bu zihniyet konu bir ibadet olarak kurban kesmeye geldiğinde yüzünü ekşitebilmektedir. Aslında bu ve benzeri yaklaşımlar Batılı yaşam tarzının hayatımızdaki yansımalarından başkası değildir.
Kurban yakınlaşmaktır… İnsanların meslekleri, unvanları, sınıfsal konumları, etnik konumları, kendi tercih ettikleri veya etmedikleri bazı farklı özellikleri dolayısıyla aralarına soktukları mesafeleri, ayrılıkları giderme vesilesidir. Özelliklede zengine fakirin halinden anlamayı ve fakire de yalnız olmadığını hatırlatan bir kardeşlik çağrısıdır. Fakat unutulmamalıdır ki bir yere yaklaşmak bir tercihte bulunmak demektir. Bir yere yaklaşmayı tercih etmek başka birçok yere uzaklaşmayı tercih etmeyi de beraberin-
Hâlbuki “kurban” farklı, “hayır yapmak” farklı şeylerdir. Örneğin “zekat” tek başına bir hayır yapmak değil, dini bir zorunluluk köklüdeğişim
10 Serdar
aralık 2009
kurban, adayış, muhasebe … de getirir. Çünkü insan aynı anda aksi istikamette iki noktaya yaklaşamaz. O yüzden Allah'a sunulan kurban insanı Allah'a yaklaştırmalıdır. Buna mukabil hayatın ölçüsünün ancak O‟nun koyduğu kurallardan ibaret olduğu bir düşünme şekline, İslam‟ın hakim olduğu hayata, insanın ancak tatbikiyle mutmain olacağı bir nizama yaklaştırmalı ve hayatı siyah ve beyaz kadar net bir düzleme taşıyabilmelidir.
dillendiren dilimiz, hak sözden, mazlumun ahından başka her şeyi duyan kulaklarımız, menfaati icabı her yola ram olmaya hazır boyunlarımızla hakiki manada bir adayışı gerçekleştirebilir miyiz? “Hakkı batıl ile karıştırmayın ve bildiğiniz halde Hakkı gizlemeyin” ilahi hitabı yalanların altında ezilmiş çenemizi ve doğru postuna bürünmüş yalanlarımızı ürkütmüyorsa, bütün dünya Müslümanlarını sorumluluk dairemize alan “Müslüman Müslüman‟ın kardeşidir. Onu yardımsız bırakmaz, düşman eline teslim etmez” uyarısı kapı komşumuzdan dahi bir haber yaşantımızın tik taklarını fazlasıyla rahatsız etmiyorsa, 'empati' kuralım diyerek Filistin'de, Irak'ta, Afganistan'daki acımızı dahi batılı kavramlarla açıklıyorsak gerçekten adanabilir miyiz?
Kurban adayıştır… Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i adayışının ardındaki hikmeti anlamaktır. O‟nun gibi vazgeçebilmektir bizi dünyaya bağlayan en sevdiklerimizden, Hz. İsmail gibi tereddütsüz yatmaktır bıçaklar altına gözü kapalı… Haktan gelene teslim olarak adanmaktır.
Adlarımızın başına“Elhamdulillah Müslüman‟ız” kelamını iliştirenler olarak Peygamberin karnına bağladığı iki taşa ve birkaç hurmadan fazlası olmayan çöldeki sahabe sofralarına inat mükellef sofralarımızda takvayı arıyorsak; “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” hadisini hatırlayıp, komşumuza yardım etmek için elimizin altındakileri yardım derneklerine verme tembelliğinde yaşıyorsak adamak ve adanmak bizden çok uzakta kalmıyor mu?
Ve sormaktır elbet kendine: Hz. İbrahim olabiliyor muyum? ve Benim İsmail'im ne? Ardından muhatap olmaktır vahyin sorgulamasıyla;
ْإج ُكْْم ْ َو َع ِش َيرتُ ُك ْْم َْ ل ْإِن ْ َك ْْ ُق ُ آؤ ُكْْم ْ َوِإ ْخ َو ُإن ُكْْم ْ َوأ َْزَو ُ اؤُْكْْم ْ َوأ َْبَن ُ ان ْ َآب ِ اد َىا ْومس ْض ْوَنيَا ُْ اك َْ وىا ْ َوتِ َج َارْةٌ ْتَ ْخ َش ْو ٌْ َوأ َْم َوإ َ ل ْإ ْقتََرْفتُ ُم َ ن ْتَْر َ َ َ َ ن ْ َك َس ِِ ِ ٍْ ن ْإلمّ ِْو ْورسولِ ِْو ْو ِجي ْصوْْإ ْ َحتى َْ َحبْ ْإِلَْي ُكم ْ ِّم َأ ُ اد ْفي ْ َسبِيم ْو ْفَتََرب َ َ ُ ََ ِ َلَْيي ِديْإ ْلقَوْمْإ ْلف َْ اسِق ين َْ َِيأْت ْ َ ْ ُْيْإلمّ ْوُْبِأ َْم ِرِْهْ َوإلمّ ْو َْ
Mazlumlar, mazlumların yanında duranlar, haksız yere cezalandırılanlar, kovulmuşlar, unutulmuşlar, bedeli ne olursa olsun hakkı ifade etmekten çekinmeyenler, hakikate yaraşır bir üslupla hak sözü taşıyanlar, garipler, yetimler, yolda kalmışlar, kimsesizler, şerefi dışında hiçbir sermayesi olmayanlar, kulakları sağır eden o sesi duymadan kulaklarını o sese hazırlayanlar, gözleri yerinden fırlatacak o gün görünmeden gözlerini ufuklara takanlar, çarpılmışlar gibi uyanmadan uykulardan tüm azalarını uyandıranlar ve yalnızlar, hakikatin çileli dergahı haricinde sığınacak kapı bulamayanlar, her zemin ve şartta hakkı yüceltmeleri sebebiyle saf dışı kalmayı göze alanlar yol arkadaşımız olmu-
"De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Rasûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez." (Tevbe 24) Senin İsmail'in karın, kocan, mesleğin, şöhretin, servetin, gücün, makamındır belki... Şimdi muhasebe zamanı Eğer insan tercihlerinden ibaret ise; Doğrudan başka her şeyi en estetik şekilde köklüdeğişim
11 Serdar
aralık 2009
kurban, adayış, muhasebe … yorsa hangi saflarda neye(!) adanıyoruz kim bilir...
kunluklarında münzevi ve adımlarında muttaki olmanın kararlılığını lütfet bilincimize…
Evet, bir Kurban Bayramı'nı daha idrak ediyoruz „idrak‟ kelimesinin hayatımızdaki karşılığını sorgulamaksızın.
Allah‟ım bizlere bir vücudun azaları gibi olma bilincini bahşet… Allah‟ım kapıldığımız dünyanın faniliğini, ölümün aniliğini, hesabın şedidliğini bizlere hatırlamayı nasip et…
Gelin bu bayramı Kuran‟ı doğru anlamanın, yaşamanın bilinciyle karşılayalım ve hayata hâkim kılmanın, hidayetine tâbi olmanın kararlılığıyla uğurlayalım…
Allah‟ım bu ümmete zalimlerin, kâfirlerin ve işbirlikçilerinin tasallutundan kurtulup tek bir devlet tek bir halife etrafında daha önce başardığı gibi dünya sahnesinde izzet ve şeref dolu senin rızana lâyık bir tarih yazmayı lütfet.
Ve hep birlikte dua edelim… Allah‟ım Bayramlarımızı rahmetine lâyık günler kıl… Allah‟ım Bayramlarımızı bizi günahlardan ve kirlerimizden arındıran bir vesile kıl, bizi günah ve hatalarımızdan beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi temizle…
Ey Mülkün sahibi! Ey nuru yerleri ve gökleri kuşatan Allah‟ım!
Allah‟ım sabır kalelerimizi sağlamlaştır, faniliğini algılamakta zorlandığımız dünyada bizleri her zaman tevekkül zırhıyla zırhlandır.
Senin vaadini gerçekleştirmek için ayaklarımızı sabit kıl. Allah‟ım biz mustazaflara yardımını ulaştır, rahmetini ve merhametini eksik etme üzerimizden…
Allah‟ım söz ve fiillerinde samimi, sus-
köklüdeğişim
Amin.
12 Serdar
aralık 2009
Yiğit Serdengeçti
gündem
bilgi@kokludegisim.net
“İsrail” İlişkilerinde AKP‟nin Samimiyeti Şu bir gerçek ki, yahudileri yeryüzünde yine yahudilerden başka seven yoktur. Kendilerinin sahip olduğu seçkin ırk inanışı, şımarık ve küstah tavırları, egoizmleri, gayri insani ve ahlaki uygulamaları bunun en önemli sebepleridir. Onları Ortadoğu‟da olduğundan fazla güçlü gösteren ve abartılı olarak yenilmez addeden de, yapılan sanal haberler ve etrafındaki Müslüman ülkelerin yöneticilerinin güçsüzlüğü, basiretsizliği ile cesaretsizliğidir. Ayrıca yahudilerin güçlü zannedilmesinin arkasında kâfir batılı ülkeler de vardır. Zira onların, Müslümanların kutsal mekânlarından birinin etrafına yerleştirilmeleri, İslam coğrafyasının göbeğine sürmeleri maksatlıdır. Bu sebeple kâfir batı, yahudiler ile Müslümanları karşı karşıya getirecek bir adım atmış ve kendisini kenara atmıştır. Çünkü yahudiler gittikleri her yerde fitne çıkarmışlar, Avrupa da birçok yerden sürülmüşlerdir. Kur‟an-ı Kerim‟in tabiri ile “zelil maymunlar” olan yahudiler kendilerine ıslah için gönderilen Rasul‟leri ve Nebileri bile dinlememiş ve isyan edenlerin başında olmuşlardır. Onların bu fitneci özelliğini bilen kâfir batı, hem bu planı sayesinde yahudilerden kurtulacak, hem de Müslümanların başına böyle büyük bir sorunu sararak bir daha kendileri için sorun olmalarını engellemiş olacaklardı. Yahudileri bölgeye yerleştiren İngiltere ve devam eden süreçte kollayan Amerika, bunu böyle uygun görmüşler ve maalesef istediklerine de ulaşmışlardır.
lümanları, meseleye objektif bakan her insanın bu gayri insani uygulamalardan dolayı nefret duygularına sahip olması kaçınılmazdır. İşte tüm bu cürümlerden ve kavimsel özelliklerinden dolayı yahudilerin dostu olmadığı gibi, sadece ortak menfaatleri paylaştığı sömürgeci ve İslam düşmanı müttefikleri olmuştur. Ama belirli zaman aralıkları ve konjonktüre göre değişen menfaatler yani siyasi hatların belirlenmesine ve zamana göre farklı menfaatlerin oluşmasına neden olmuştur. Özellikle Irak ve Afganistan da “evdeki hesabı çarşıya uymayan ve yanlış hesabı Bağdat‟tan dönen” Amerika, belli bir dönem Filistin-Yahudi ilişkilerine uzak durmuş ve Ortadoğu‟ya yönelik elinde tuttuğu bu kartını oynamamış veya oynayamamıştır. Öteden beri “İsrail” için Amerika‟nın Ortadoğu‟daki “yaramaz çocuğu” tabirine bakarak bu yaramaz çocuğun bu saatten sonra yapacağı yaramazlıkları görmezden gelmeyeceği ve son Lübnan savaşı ile Gazze saldırıları neticesinde eskiden gördüğü desteği görmediği görülmüştür. Amerika‟nın yeni dünya düzeni ve B.O.P.‟un da savaş değil barış ön planda tutulmakta ve Obama ile Amerika yeni bir ılımlı maske kullanmak istemektedir. Savaş yanlısı ve saldırgan tutumu ile bilinen aşırı sağcı Netenyahu hükümeti ile Obama‟lı Washington‟un düşünce ve eylem farklılıkları bu sebepten olsa gerek birçok kez kendini göstermiştir. Yani yeniden düzenlenmesi gereken Ortadoğu‟da, Amerika artık düşman “İsrail” kartını değil de dost Türkiye kartını kullanmaya karar vermiştir. Yani bölgedeki yeni müttefik lider Türkiye olmalı kanaatine ulaşmıştır. Bu değişikliğin hissedilmesi ise, yeni liderin eski lidere diklenmesi, ona karşı tavır alabilmesi ve bu davranışlarından ötürü
İslam ümmeti 1948‟den bu yana bu gasıp yahudi varlığının kendisine yaşattırdığı acıları çok tatmış ve Filistinli Müslüman kardeşlerimize yapılanları her gördüğünde bu acıları daha artmış ve sahip oldukları kinleri her geçen gün büyümüştür. Ayrıca bırakın Müsköklüdeğişim
13 Serdar
aralık 2009
“israil” ilişkilerinde akp‟nin … bölge halklarının yeni lidere sempati duyması ile gösterilmiştir.
lendiği gibi diğer Müslümanların müspet desteğini ortaya çıkarmış ve Ortadoğu yeni liderini bu sayede tanımıştır.
Milli görüş kimliğinden gelen ve bu coğrafyada yaşayan her Müslüman gibi yahudiden nefret eden Başbakan Erdoğan bu yeni misyonu ve senaryoyu çok beğenmiş, uygulama sahasında gösterdiği üstün performans ile Müslüman aleminin sempatisini kazanmıştır. Gerek Davos‟daki „one minute‟ çıkışıyla, gerek BM Genel kurulundaki Gazze hatırlatmasıyla ve gerekse İran ile alakalı nükleer tepkilere karşılık “İsrail‟in de var, neden onu görmezden geliyorsunuz” sözleriyle ve daha birçok platformda bunu göstermiştir. Bu sözler ve çıkışlar, Türkiye‟nin “İsrail”e bugüne kadar yapmadığı ve yapamadığı söylemler olduğu için “İsrail” tarafı bunu fark etmiş olsa da ciddi bir tepki vermemiştir. Fakat daha sonra geçtiğimiz günlerde Anadolu Kartalı Askeri Tatbikatı‟nın yabancı devletlere yani kendilerine kapatılması, ardından TRT‟de yayınlanan Ayrılık dizisinin konusu “İsrail‟in” ciddi bir tepki vermesine neden olmuştur. Fakat AKP hükümeti sırtını dayadığı güce dayanarak bu tepkileri göğüsleyebilmiştir.
Amerika yeni yüzü Obama ve BOP kapsamında Ortadoğu‟ya barış getireceğini, var olan husumetleri çözeceğini ve ılımlı bir siyaset izleyeceğini öngörmüştür. Tabi bunları yaparken Ortadoğu‟nun çıbanbaşı gasıp yahudi varlığının da kontrol altına alınması gerekmiştir. Yoksa süreç istenildiği verimi veremeyebilir ve muhtemel sorunlarla karşılaşılabilinecektir. Hele ki Filistin meselesi dünyadaki tüm Müslümanlar için bu kadar önemli ve hassas iken Amerika‟nın bu yönde adımlar atması gerekmekteydi. Amerika‟da ise “İsrail” yerine bölgede Türkiye eksenleri bir siyaset izleyeceğini göstererek, Türkiye‟nin “İsrail”e karşı çıkışlarını gizlice yönlendirerek ve “İsrail” ile belli konularda anlaşmazlığa düşerek gösterdi. Ayrıca bölgedeki Arap liderlere de Türkiye‟nin yeni abileri olduğunu her konuya Türkiye‟yi müdahil ederek gösterdi. Amerika‟yı bu tür siyasi yörüngeye iten nedenlerden bir tanesi de, Irak ve Afganistan da şiddete dayalı, Filistin meselesinde ise yahudiden yana diplomatik mücadele de kazanamamış olmasıdır. Son ekonomik kriz ile birlikte Amerika savaşın faturasını ağır ödemek zorunda kalmıştır. İşte bu başarısızlığı giderecek ve oyunun seyrini değiştirecek usta bir aktöre ihtiyaç duyulmuş ve Erdoğan oyuna dâhil edilmiştir. Türkiye‟nin tarihi misyonu, jeopolitik önemi ve iç parazitlerinden kurtulması onu uygun oyuncu kategorisine sokmuştur. Son zamanlarda Suriye ile sınırların kaldırılması, Irak ile birçok konuda anlaşmalar yapılması, K.Irak sorununun çözümü, enerji hatlarının geçiş koridorunun sağlamlaştırılması için Ermenistan protokolü, İran ile arabuluculuk gibi birçok konuda ilerleme sağlanması bu meyanda değerlendirilmesi ve BOP ile ilişkilendirilmelidir.
İşte tüm bu gelişmeler özellikle “İsrail” zulümleri karşısında sessiz kalan Arap yöneticilerinin de tavırları göz önünde bulundurulduğunda, tüm Ortadoğu halkları tarafından takdir-e şayan bulunmuş ve Recep Erdoğan gittiği Müslüman ülkeler de “İslam dünyasının lideri”, “örnek Başbakan” gibi sıfatlarla karşılanır olmuştur. Şu bir gerçektir ki; bugüne kadar Müslüman Filistinli kardeşlerine yapılan zulümlere karşılık, yöneticilerinin hep suskun kaldığı ve hiçbir tepki veremediği “İsrail‟e” yönelik bu çıkışlar, duygusal olarak Müslümanların hoşuna gitmiş ve sevinmelerine vesile olmuştur. Osmanlı Hilafet devletinden bu yana beklide ilk defa bir Türk, yahudilere karşı durmuştur. Bu da bekköklüdeğişim
14 Serdar
aralık 2009
“israil” ilişkilerinde akp‟nin … Bu arada Amerika‟nın “İsrail‟i” frenlemesi ve Türkiye ile yer değiştirilmesi, Amerika “İsrail‟i” sildi gibi anlaşılmamalı. Amerika sadece yeni siyasetine göre lider oyuncusunu değiştirdi diyebiliriz. Amerika ile İsrail arasındaki ilişkilerin soğumasına şunları örnek verebiliriz:
4- Hastane ve ambulanslara saldırılar dâhil savaş suçu teşkil eden çok sayıda olay mevcuttur. 5- Gıda depoları, su arıtma tesisleri ve konutların yıkılmasıyla sivillerin günlük yaşamı daha da zorlaşmıştır. Bu arada bu sürecin yansımaları Yahudi basınında geniş yer bulmuş ve farklı yorumlar yapılmıştır. Kendi hükümetlerine yönelik eleştirisel yaklaşımlarda bile bulunmuşlardır. Örneğin; “İsrail şiddet yüklü Filistin direnişine Dökme Kurşun Operasyonları ile değil de Gandivari bir pasiflikle karşılık verseydi, Gazze‟de kadınlar ve çocuklar olduğu sürece ordunun karşı ateş açmayacağını ilan etseydi, şimdi “İsrail” ve Türkiye jetleri ortak tatbikat yapabiliyor olacaktı.”(The Jerussalem Post)
* Amerika yeni kurulan Yahudi lobisi J. Street‟in 2008 yılında düzenlediği bir ankete göre Amerika‟da yaşayan yahudilerin %60‟ı yahudi yerleşim yerlerinin genişletilmesine karşı, %88‟i ise barış için “İsrail”e baskı yapılmasını istemektedir. * Bugünlerde Amerika‟da yapılması planlanan ve yine J. Street‟in düzenlediği konferansa Amerikalı vekiller ve Obama‟nın Ulusal Güvenlik Danışmanı General James Jones‟un katılacağı açıklanırken, Netenyahu hükümetinin Washington Büyükelçisi Michael Oren‟in katılmayacağı açıklandı.
İşte tüm bunlar yaşanan sürece ilişkin görüşlerimizdi. Fakat AKP hükümetinin üstlendiği bu roldeki faaliyetlerinin samimiyetine inanmış olsa idik, belki de bizlerde bu yapılanlara sevinebilirdik. Ancak duygusal reaksiyonlar ve ekmeğimize sürülmeye çalışılan bir kaşık bal ile Müslümanlar perde arkasındaki acı gerekçelere kanmamalıdır. Unutulmamalıdır ki İngilizlerin çizdiği Ortadoğu bugüne kadar birçok acıyı bize yaşatmıştır. Şimdi ise Amerika bir Ortadoğu çizmek istemek de ve bunun ilk adımı olan Irak da milyonlarca kardeşlerimiz katletmektedir. Şimdi bu gerçeklere bakarak Amerikan patentli bu planlara ve bu planları uygulamaya çalışan yöneticilere nasıl destek verelim. Onların samimiyetlerine nasıl inanalım. Bakın bir taraftan bunlar yapılırken diğer taraftan “İsrail”e halen kur yapılmaya devam ediliyor. İşte Bülent Arınç‟ın söyledikleri: “Bu ilişkileri bozmak niyetinde değiliz. Yahudi karşıtı olmamız asla düşünülemez.
* BM İnsan Hakları Konseyi‟nin Gazze saldırısı sonucunda dörtte biri çocuk olan toplam 1417 kişinin ölümü neticesinde hazırladığı Goldstone raporunun BM güvenlik konseyine oy çokluğu ile “İsrail”in hiç beklemediği şekilde havale edilmesidir. Filistinli yöneticiler tarafından olumlu karşılanan bu netice, Netenyahu hükümeti tarafından nahoş karşılanmıştır. Raporda dikkat çeken önemli hususlar ise şöyledir; 1- “İsrail”in Gazze‟de devletlerarası insan hukuku ve insani hukukunu ciddi şekilde ihlal ettiğine dair delil olduğu, “İsrail”in eylemlerinin savaş suçu dolayısıyla insanlığa karşı suç teşkil ettiği sonucuna varmıştır. 2- “İsrail” ambargo ile toplu cezalandırma ve sistematik tecrit siyaseti gütmüştür. 3- “İsrail” operasyon sırasında evleri, fabrikaları, su kaynaklarını, okulları, hastaneleri ve diğer kamu kuruluşlarını yıkmıştır. Operasyonda 1400‟ü aşkın insan ölmüştür. köklüdeğişim
Yine Cumhurbaşkanı Gül “Türkiye‟nin Ortadoğu‟da “İsrail” ve diğer ülkelerle iyi
15 Serdar
aralık 2009
“israil” ilişkilerinde akp‟nin … ilişkiler içinde olduğunu ve bunun süreceğini söyledi.” (Radikal) Eğer AKP bu konuda yani Müslümanların kanı konusunda ciddi ise Gazze meselesinde “İsrail”e verilen göstermelik tepki neden Irak da Amerika‟ya verilmedi, neden Afganistan da bugün NATO askeri tarafından öldürülen Afgan halkına karşı NATO ve Amerika‟ya verilmedi. Neden Doğu Türkistan da katledilen Uygurlular için Çin‟e verilmedi. Eğer bir konuda samimi iseniz, o samimiyetinizi sadece size menfaat sağlayacak olanlarla ve başkalarının istediği ile sağlarsınız, buna samimiyet değil riyakârlık denir. Bu iki yüzlülükten başka bir şey değildir.
Biz özü ile sözü ile fikri ile ameli ile eğrisi ile doğrusuyla yalnızca Allah‟ın koyduğu hükümler çerçevesinde Müslümanların haklarını hiçbir çıkar gözetmeden, kardeşleri olması hasebiyle arayan, kâfirlerle işbirliği yapmayan, onlardan siyasi yardım almayı bir intihar olarak algılayan samimi liderler istiyoruz. Ve o liderlerin ümmet içerisinde olduğunu ve iktidara bir gün geleceklerini de biliyoruz. İşte biz böylesi liderlerin ordusunda bir asker ve şahadete ulaşmak için savaşanlardan olmak istiyoruz. ْص ْبِ ُكْْم ْأَن ُْ ن َْنتََرب ُْ ن ْ َوَن ْح ِْ ون ْبَِنا ْإِلْ ْإِ ْح َدى ْإْل ُح ْسَنَي ْي َْ ص ْْ ل ْ َى ْْ ُق ُ ل ْتََرب ِ ْ نْ ِع ِندِْهْأ ِ ي َْ ِّص ون ْْ إبْ ِّم ٍْ ص َيب ُكُْمْإلمّ ْوُْبِ َع َذ ُ ُ صوْْإْإِناْ َم َع ُكمْ ُّمتََرب ُ َوْبِأ َْيد َيناْفَتََرب ْ
“De ki: “Bizim için siz, (şehitlik veya zafer olmak üzere) ancak iki güzellikten birini bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah‟ın kendi katından veya bizim ellerimizle size ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedurun. Şüphesiz biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.” (et-Tevbe 52)
O yüzden şuan ki Amerikan çıkarları doğrultusunda Türkiye böyle hareket etmektedir. Eğer o çıkarlar değişir ve başka bir siyaset izlenecek olursa, bu sefer AKP belki istemeyerek de olsa ona uyacak ve yeni rolünü oynayacaktır. Ayrıca dikkat edilirse Erdoğan Gazze konuşmalarını Müslümanlık için değil insanlık için yapmaktadır.
köklüdeğişim
16 Serdar
aralık 2009
Oğuzhan Akbolat
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Şimdi de GDO Açılımı Seri açılımlar yaşıyoruz… Kürt açılımı, Suriye, İran, Irak açılımı, Ermenistan, Yunanistan açılımı derken birde GDO açılımı da gerçekleşti. PKK‟lıların teslim olmadan (!) Türkiye‟ye gelişi, darbe planları, domuz gribi derken birden bire bir gece yarısında kaşla göz arasında, hem de sadece komisyon kararıyla TBMM‟yi saf dışı bırakarak, şak diye yönetmelik çıkardılar... Birkaç yazarın birkaç makalesinde, birkaç televizyonun birkaç saniyelik üstü kapalı haberlerinde öğrendik bizde yasayı. Madem kimse üzerinde ciddiyetle durmadı biz duralım ve meselenin ayrıntılarını aktaralım istedik.
dir. 1996 yılında raflardaki yerini alan domatesten sonra sırayla gen aktarılmış mısır, pamuk, kolza ve patates raflardaki yerini aldı. Genetiğin değiştirilmesi ile elde edilen bitkiler, ilaçlara ya da zararlılara karşı daha dirençli oldu. Bu da kimyasal böcek ilaçlarının kullanılmasını azalttı. Günümüzde mısır ve pamuğun zararlılara, soyanın böcek ilaçlarına, kabağın da virüslere karşı dirençli olmasında GDO teknolojisinin önemli bir rolü vardır. Genlere müdahale ederek bitkilerin lezzet, besleyicilik ya da dayanıklılık gibi özellikleri geliştirilmiş; çekirdek, kalın kabuk gibi istenmeyen özelliklerden arındırılmış böylece istenmeyen durum ve olaylara daha kolay müdahale edilmeye başlanmıştır. Ayrıca genetik müdahale ile daha bol ürün elde edilmeye başlanmıştır. Bu özelliklerinden dolayı, GDO‟yu savunanlar, bunun dünyada artan gıda ihtiyacın karşılanması konusunda cevap olabileceğini, açlık tehlikesine çözüm olacağını savunmaktalar.
GDO, uluslararası literatürde kısaltılmış şekliyle "gm" veya "gmo" olarak geçen "genetically modified organism"in Türkçe karşılığıdır. Transgenetik terimi de aynı anlamda kullanılmaktadır. Bilim adamları 25 yıl önce, genleri DNA‟dan ayırarak başka bir canlıya yerleştirebileceklerini keşfettiler. Böylece bir canlıdaki genetik özelliklerin kopyalanarak, bu özellikleri taşımayan bir canlıya aktarılması işlemi başlatıldı. Bunun sonucunda da yeni bir canlı türü ortaya çıkmış oldu. Sonuçta üretilen bu yeni canlıya Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) adı verildi.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların özellikle aşı ve ilaç yapımında kullanılması önem kazanıyor. Susuzluğa dayanıklı bitki geliştirme çalışmaları ise halen devam ediyor. İnsülin geninin domuzlardan alınıp bir bakteriye aktarılmasıyla diyabet hastalarına insülin sağlanabiliyor. Tiroid ve büyüme hormonları genleri, hayvanlardan kesilerek bakterilere aktarılıyor ve hormon eksikliği olan insanlar faydalanabiliyor. Şekersiz yiyecekler kullanılan Aspartame maddesi de GDO‟lardan üretiliyor. En önemlisi ise hepatit B aşısı başta olmak üzere birçok aşının GDO‟lardan elde ediliyor.
Bu canlılar kullanım amacı ve yerine göre tohum, gıda, yem, maya, hammadde, ilaç, aşı gibi ürünler olarak kullanıma sunulmaktadır. Aynı ürünlerin geleneksel karşılıkları da bulunduğundan, "GDO" terimi ürünün başına eklenerek gen aktarılmış olanlar diğerlerinden ayrılır. GDO mısır, GDO patates vb gibi. Özellikle 1980‟lerden sonra bitki biyoteknolojisi alanında önemli gelişmeler sağlandı. İlk genetiği değiştirilmiş ürün olan, uzun raf ömrüne sahip Flavr Savr domatesiköklüdeğişim
Tabi ki bu işin şirin yönüdür. Buraya kadar da bir sorun görünmemektedir. Ama va-
17 Serdar
aralık 2009
şimdide gdo açılımı … kıa tam olarak böyle değildir. Konuyu tabiat yapısı, ekonomi ve sağlık açısından ele almalıyız. Zira GDO‟da amaç ekonomi iken hem tabiatın hem de insan sağlığı ile bire bir bağlantısı vardır.
ziyade GDO tohumlar alarak GDO ile tanışmıştır. Yoksa Türkiye‟de GDO çalışmaları yoktur. Türkiye ve benzeri ülkeler bu çok uluslu ülkelerden GDO tohumlar alarak onların servetlerine servet katmaktadır. Böylece de satın alan ülkeler kendi tohumlarını tükettikleri içende bu şirketlere bağımlı hale gelirler. Aynı zamanda GDO tarımda farklı zararları da beraberinde getirmektedir. Yabani ot ilacına dayanıklı genler aktarılmış bir ürünün yetiştiği tarlaya ertesi yıl farklı bir ürün ekildiğinde, tarlada kalan geçen yılın GDO‟lu ürünü yeni ürünü yabancı ot olarak algılar. Ancak eski GDO‟lu yabani otlara dayanıklı olduğundan çiftçi için büyük sorun yaratıyor ve yeni ürüne şans tanımıyor, onunla mücadele etmek imkânsızlaşıyor. Böylece sadece tohumda değil üründe de bu şirketlere muhtaç bir hale gelinmiş olacaktır.
GDO‟nun ekonomiye etkisi: Meseleye Türkiye açısından bakarak başlayalım. GDO da verimi maksimuma çıkarmak hedeflenmiştir. Bu manada da GDO‟lu tohumların ve ilaçların ithalatı kanunla düzenlenmiştir. Hadi bu yasayı çıkaran komisyon üyelerini "GDO dünyadaki açlığa çare olacak, ülkemizde üretim maksimum verimle çoğalacak" diyerek ikna edilmiş olabilir de, bu memlekettin çiftçisini, üreticisini nasıl ikna edecekler. Türkiye‟nin sorunu üretim azlığı ve toprağın verimsizliği değildir? Bu memlekette üretici kar edemediği için domatesini tarlada çürütür, karpuzunu tarlada bırakır. Yani üretim var ama tarlada kalmakta. Ayrıca yapılan anlaşmalarla Türkiye‟de tarım ürünlerinin ihracatı minimuma inmiştir. Yani ihracatta yapılamayacak. Dolayısıyla GDO ya gerek duyulmamaktadır. Yine aynı şekilde dünyada ki açlık ve kıtlığın sebebi üretimin olmaması dünya tarım alanlarının verimsiz olması değil sömürgecilerin bu arazilerin ekimini engellemesi veya ürüne el koymasından geçmektedir. Dünyanın en verimli topraklarında, açlık ve kıtlık sorunu vardır. Somali ve Sudan örneğinde olduğu gibi. Yani denildiği gibi açlığa çare değil üretimi tekelleştirmeye yönelik bir çalışmadır. GDO‟ların ekonomik olarak getirdiği en büyük sakıncalardan biri bu ürünlerin patent hakkının tüm dünyada birkaç çok uluslu şirketin elinde olması. Bu çalışmaları yapan şirketler en büyük kazançlarını patent bedeli tahsil ederek sağlıyorlar. Çiftçi terminatör genlerle kısırlaştırılan tohumları her yıl yeniden almak zorunda kalıyor. Bu da çiftçiyi çok uluslu tohum üreticisi şirketlere bağımlı kılıyor. Amaçlanan hedefte budur zaten. Türkiye için baktığımızda daha köklüdeğişim
Tabiat açısında bakınca: GDO daha dayanıklı ürünler elde etmeyi sağlamaktadır. Velâkin daha dayanıklı olan bu ürün örneğin bir domates görüntü itibari olarak domates olsa da hakikatte başka bir varlıktır. Yani içi başka dışı başkadır. “Ben domatesim” diye bağırsa bile siz inanmayın. Verimi çok olsun diye içerisinde domuz geni, soğuğa dayanıklı olsun diye kutup ayısı geni taşıyan garip bir varlıktır o. Bazen de görüntüde bir değişiklik oluşur. Şekil itibari ile bir havucu bu patatestir diye satmaya çalışanlar olacaktır. Bir kez gen aktarımı başlatılınca genetiği değişmiş ürünün, genetiği değişmemiş ürünlere bulaşması -ileriki nesillere de aktarılacağından- önlenemez hale gelmektedir. Böylece yerel türler tehdit altına girmiş oluyor. Yaşam bir bütündür ve gen halkalarındaki en küçük bir değişiklik beslenme zinciri yoluyla bütündeki diğer parçaları da etkiler. Modern tarım yüzünden zaten çeşitliler çok azalmış durumdadır. Modern tarımın hormonlu ürünleri kabak tadandaki karpuzlarıyla alıcı-
18 Serdar
aralık 2009
şimdide gdo açılımı … sını zor durumda bırakırken GDO‟lar tarımında bitmesine sebep olacaktır. Asya'da mevcut 140 bin çeşitten sadece 6‟sı ekili toprakların %70 ini kaplıyor. Azalan çeşitler ise tamamen GDO tehdidi altındadır. Çünkü GDO‟ların aktarılmış genleri çevresinde geleneksel yöntemle üretilmiş ürünlere geçebilmektedir. Arılar, kuşlar, böcekler ve rüzgâr gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler GDO‟lu polenleri komşu tarlaya taşıyor ve oradaki üründe de genetik değişikliğe yol açıyor. "GEN KAÇIŞI" adı verilen bu bulaşma sonucu yaşamın sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşıyan bitkiler tek tipleşmekte ve doğal çeşitlilik azalmaktadır. Milyonlarca yılda çoğalan türler 5-10 senede yok olmaktadır. Sonuçta insan, hayvan, bitki, mikroorganizmalarda yapılan her bir değişiklik bütünün bir diğer parçası olan tarımsal biyoçeşitliliği, yani sağlıklı beslenmenin temeli olan gıda çeşitliliğini bozmaktadır. Hastalık ve diğer zararlılara karşı dayanıklı olması için genleriyle oynanmış bir buğday türünün belki verimi yüksektir, ama bir hastalık ya da zararlı sayesinde o türün yok olması ve dünyada artık başka bir buğday yetiştirilmediği için buğday ırkının tamamen ortadan kalkması gibi bir felaketi beraberinde getirebilir. Yararlı böcekler yok oluyor. Zararlı böceklere karşı dayanıklı olmalarını sağlamak için bazı bitkilere aktarılan toksin (zehir) karakterli genler o böcekleri yiyen yararlı böcek türlerinin de yok olmasına neden oluyor.
duğunu düşündükleri için tüketmekte sakınca görmedikleri besinlere de aktarılabiliyor. Bu durumda birey alerjeni taşıdığını bilmediği besini tüketerek kendini riske atabiliyor. Yine GDO‟lu patateslerin fareler için toksik etki yaptığını, bağışıklık sisteminde bozukluklar, viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğunu ortaya çıkmıştır. Örneğin süt verimini arttırmak için ineklere GDO‟lu ürünler veriliyor. Bu hayvanların sağlıkları bozuluyor. Meme enfeksiyonları, rahim, sindirim sistemi bozuklukları, yumurtalık kistleri görülüyor. Gebelik oranı düşüyor. Antibiyotik kullanma sıklığı artıyor. Bilim adamları ayrıca iki tür potansiyel tehlikeye dikkati çekiyor; durgun virüsleri yeniden harekete geçmesi ve virüsler arasında yeni bulaşıcı diziler oluşturabilecek kombinasyonlar! Bu da hiç bilinmeyen yeni hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Ben GDO‟lu ürün almam diyerek kurtulamazsınız bu meseleden. Zira çıkan yasayla "bu üründe GDO yoktur" yazması yasaklanmıştır. Burada bir art niyet aramak sakıncalı olmasa gerek. "Vatandaş fark ederde GDO‟dan kaçar, o nedenle bunun da önüne geçmek lazım" diye bir uyanıklıkla planlanmış kanun.
َْْلْ َوإلمّ ْوُْل َْ ثْ َوإلن ْس َْ كْإْل َح ْر َْ ِضْلِ ُي ْف ِسَْدْ ِفيِيَاْ َوُي ْيم ِْ َوِإ َذإْتََولْىْ َس َعىْ ِفيْإأل َْر َْ يُ ِحبُّْْإلفَ َس اد
“Ve o, yanından ayrılınca yeryüzünde fesad çıkarmaya, harsı ve nesli kökünden kurutmaya çalışır. Allah fesadı sevmez.” (elBakara 205)
Sağlık açısından GDO: GDO‟lu bitkiler yüksek alerji riski taşır. Alerjenler, genetik mühendisliği yoluyla bireylerin güvenli olköklüdeğişim
19 Serdar
aralık 2009
Abdulhamid Yazıcı
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Amerika ve Rusya Arasındaki Füze Kalkanı Çekişmesi Obama, Bush'un belirlediği füze savunma sisteminin şeklinden vazgeçmiş olsa da onun yerine bazı yönleri Bush'un siteminden daha güçlü olan başka bir şekildeki füze savunma sistemi ortaya koymuştur. Ancak Obama, genel olarak bunu Bush'un ortaya koyduğundan daha az kışkırtıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Görüntünün netleşmesi ve mezkûr sorunun dallarına cevap verilmesi için aşağıdaki noktaların göz önüne alınması kaçınılmazdır:
amacıyla konuşlandırılmalarına izin verilen füze sayısıyla sınırlandırmıştır. Örneğin Sovyetler Birliği, sadece Moskova'yı korumak için Galoş Füze Sistemi [A-35] adında bir füze sistemi konuşlandırırken Amerika da Sovyet Balistik Füze Sistemi'ne [ICBM] bağlı herhangi bir üsten fırlatılacak her türlü füzeye karşı Birleşik Devletleri savunmak ve korumak için etrafına bir füze savunma sistemi konuşlandırmıştır. 2. 23.03.1983'te Ronald Reagan tarafından başlatılan Stratejik Savunma Girişimi, Amerika'nın Sovyetler Birliği ile imzaladığı Anti Balistik Füze Antlaşmasının [ABM] bir ihlali sayılacağı gibi Sovyetler Birliği'ni de Amerika ile yarışma kulvarına sokmuştur. Bu da Sovyetler Birliği üzerinde bir ekonomik baskıya yol açmasının yanı sıra diğer faktörlerle birlikte çökmesine yol açmıştır. Stratejik Savunma Girişimi [SDA] yada Yıldız Savaşları olarak ta bilinen bu program, füze kalkanı sistemi inşa etmek için Amerikalıların geçmişte en çok yapmak istedikleri projelerden biridir. Zira yıldız savaşları programı, hava, deniz ve uzay olmak üzere yeryüzüne füzeler, radarlar ve kalkanlar konuşlandırmayı içermekte olup bunlar arasında Uzay Tabanlı Lazer Savaş İstasyonları, Nükleer Pompalı XIşını Lazer Uyduları, İleri Düzeyde Gelişmiş Komut Sistemleri ve Tahakküm Sistemleri gibi birçok sistemler de bulunmaktadır. Ayrıca Yıldız Savaşları Programı [SDA], önceki diğer programlardan da farklıdır. Zira bu, sadece Birleşik Devletleri korumaya dönük [NMD] Ulusal Füze Savunma Sistemi gibi değildir. Bilakis bu, Amerika'nın Avrupa'daki müttefiklerini Sovyet Balistik Füze tehlikesine karışı korumak amacıyla hazırlanmıştır. Sovyetler Birliği'nin 1991 yılında çökmesinden sonra yıldız savaşları programı gerilemiş
1. Amerikalı politikacıların yanı sıra Amerikalı uzmanlar, 1950'den bu yana çeşitli yollar ve yöntemlerle Amerika'yı, Sovyet Balistik Füze Sistemi [ICBMS] tehlikesine karşı korumak için çalışmaktadırlar. Ancak bu çabalar, daha sonraları olası Sovyet nükleer saldırı tehditlerine karşı füze kalkanı sistemiyle sonuçlanan Ulusal Füze Savunma Sistemiyle [NMD] sınırlı kalmıştır. Nitekim 1961 yılında bir takım teknik hususlardan dolayı bu programın çalışması durdurulmuş ve onun yerini bir takım savunma projeleri almıştır. Ancak Sovyet balistik füzelerine karşı koyma ve bunlardan caydırma gücünün ortaya koyulamamasından dolayı bu projeler üzerindeki çalışmalar uzun sürmemiştir. Ayrıca bu projeler, oldukça maliyetli olmalarının yanı sıra büyük teknolojik sorunlardan kaynaklanan sıkıntılar da çekmekteydiler. Ancak füze ve füzelerden korunma rekabeti açsından bu programlar ve füze kalkanı programları, Amerika ve Sovyetler Birliği olmak üzere her iki ülkeyi de 1972 yılında Anti Balistik Füze Antlaşmasını [ABM] imzalamaya sevk etmede etkili olmuşlardır. Bu anlaşma uyarınca her iki devlet de balistik füze tehlikesine karşı füze savunma sistemi inşa etmeyi başarmış olsalar da her iki ülkeyi de coğrafi sınırlarla ve kendilerini savunma köklüdeğişim
20 Serdar
aralık 2009
abd ve rusya arasındaki … ve doğal olarak buna ilişkin çalışma durmuş olsa da Ulusal Füze Savunma Sistemi [NMD], aktif olarak kalmış ve Bil Clinton döneminde bu sistem geliştirilerek dönem dönem üzerinde çalışılmıştır. Böylece bu, oğul Bush döneminde hem Amerikan yönetiminin ilgi odağı hem de Amerikan-Rus ilişkilerinin gerilmesinde odak noktası haline gelmiştir. Nitekim Bush, 13.12.2001'de Anti Balistik Füze Antlaşması'ndan çekildiğini açıklamıştır ki bu olay, silaha yönelik devletlerarası büyük bir anlaşmadan çekilen Amerika'nın modern tarihinde bir ilk sayılır. Bu olayın sonucunda ise görevlerinden biri Ulusal Füze Savunma Sistemi'nin yenilenmesine yönelik iddialı bir plan belirlemek olan Amerikan Füze Savunma Ajansı'nın oluşturulması ortaya çıkmıştır.
Sistemi'ni kendi güvenliği için öldürücü bir tehdit olarak gördü. Nitekim Rusya NATO Büyükelçisi Dmitri Rogozin, Kasım 2008'de "Polonya'daki Amerikan füzelerinin dört dakika içerisinde Moskova'yı vurabileceğini" ifade etmiştir. Amerika'yı zor durumda bırakmak ve bunun İran için olduğuna dair iddiasının yalan olduğunu ortaya çıkarmak için de Rusya, Amerika'ya radarlarını Azerbaycan‟ın "Kabala" üssündeki kendi radarlarının yanına konuşlandırması teklifinde bulunmuştur. Zira eğer hedef İran'sa burası Çek Cumhuriyeti ile Polonya'ya oranla İran'a daha yakındır! Amerika ise bunu kabul etmedi. Çünkü hedef, Rusya'yı tehdit etmek için Doğu Avrupa'ya üsler kurmaktı… Ve hedef bizzat Rusya olduğu sürece Amerika'nın gözetimi altında kalması için Rusya'nın kendi üssüne ortak olmasını isteyemezdi!
3. Bush, 16.12.2002'de her an fırlatılmaya hazır balistik füzelere karşı savunma sistemlerinin başlatılmasına ilişkin özet bir plandan ibaret olan "23 nolu Ulusal Güvenlik Yönergesini" çıkarttı. Ertesi gün de Amerika, resmen hem İngiltere'nin hem de Danimarka'nın imkânlarını Ulusal Füze Savunma Sistemi'nin restorasyonu sürecinin bir parçası olarak kullanma talebinde bulundu. Bush, Ulusal Füze Savunma Sistemi'ne Küresel Füze Savunma Sistemi adında başka bir isim verdi. Fiilen Ulusal Füze Savunma Sistemi, uzay üssü ve diğer deniz ve hava projelerini içermektedir. Amerika, Küresel Füze Savunma Sistemi [GMD] çalışmasını kolaylaştırmak amacıyla Şubat 2007'de resmen Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile füze kalkanı üsleri inşasına başlama konusunu ele almaya başladı. Amerika, Küresel Füze Savunma Sistemi'nin başlatılmasına gerekçe olarak da özellikle İran olmak üzere Kuzey Kore gibi Avrupa ile İsrail'deki Amerikan çıkarlarını tehdit eden nükleer başlıklar taşıyabilen uzak menzilli füzeleri geliştirmeye çalışan şer devletleri olduğunu gösterdi! Oysa gerçek Rusya'yı kuşatmak ve onu Amerikan füze kalkanı tehdidi dairesi içerisinde bırakmaktı. Rusya da bu gerçeği fark etti ve Küresel Füze Savunma köklüdeğişim
Böylece Rusya, füze kalkanının bu şer devletlerine karşı değil kendisine karşı yöneltilmiş olduğunu fark etti! Bu nedenle Putin, Nisan 2007'de Amerika'nın Orta Avrupa'ya füze kalkanı konuşlandırmada ısrar etmesi halinde yeni bir soğuk savaş tehdidinde bulundu. Bunun yanı sıra Amerikan tehditlerine bir tepki olarak Putin, önce 1978 yılında Amerika ile imzaladığı Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan çıkmakla, ardından da Polonya yakınındaki Baltık Denizi boyundaki Klingrard bölgesine füzeler konuşlandırmakla tehdit etti. Hatta bir Rus generali daha da ileri giderek Amerikan füze kalkanının bir parçası olmakta ısrar etmesi halinde Polonya'yı bombalamakla tehdit etti. Zira Rus Generali Anatoliy Nogovitsyen, Ağustos 2008'de şöyle diyordu: "Polonya'nın füze kalkanına ev sahipliği yapması kendisini yüzde yüz hedef haline getirecektir ve bu hedefin imhası ilk sırada gelir." 4. Obama, Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ndeki Amerikan füze kalkanı planından vazgeçtiğine dair resmi açıklama yapmadan önce 2009 Eylül aynın başlarında bir Amerikan savaş gemisi üzerine monte edilmiş füze
21 Serdar
aralık 2009
abd ve rusya arasındaki … savunma kalkanı sistemi karşılığında Doğu Avrupa'daki füze savunma planından vazgeçeceğini açıkladı. Bu nedenle Obama'nın 17.09.2009'da Amerikan füze kalkanından vazgeçtiğini açıklaması beklenmekteydi ve bu açıklama Bush'un Küresel Füze Savunma Sistemi [GMD] programının değerlendirmeye alınmasının talep edilmesinden sonra yapılmıştır.
programdan daha iyi füze savunma kapasitesi temin edeceğini" teyit ederek şöyle ekledi: "Artık -yakın gelecekte- İran ve başka yerlerden gelecek füzelere karşı koyma imkânı verecek Avrupa'nın Kuzeyi ile Güneyine füze sensörleri ve önleyicileri konuşlandırma fırsatına sahibiz." c- Obama ve savunma bakanının konuşmalarından Küresel Füze Savunma Sistemi'nden vazgeçtiklerine değinmedikleri görünmektedir. Bunun aksine onlar, daha karmaşık bir programdan bahsetmektedirler. Nitekim Gates, yeni nesle ait olan Ulusal Füze Savunma Sistemi planını şöyle diyerek ifşa etmiştir: “İkinci aşama ise 2015 yılında SM-3 karasal füze üslerinin konuşlandırılmasını içerecektir.” Aynı şekilde “Euronet” web sitesi Genelkurmay Başkan Yardımcısı James Cartwright'in füzelerin konuşlandırılması önerisine ilişkin yorumunda şu sözlerine yer vermiştir: “Erken uyarı noktalarına daha yakın olacağından dolayı radarlar genel olarak Kafkas bölgesine konuşlandırılacaktır.”
5. Obama'nın, Bush'un Küresel Füze Savunma Sistemi projesinden vazgeçmesinin gerçek mi yoksa güvenlik açısından geçici olarak Rusya'yı tatmin ve teskin etmeye yönelik bir aldatmaca mı olduğuna gelince; bu, aşağıdaki hususların incelenmesiyle anlaşılır: a. Obama, proje hakkındaki yeni konuşmasında şöyle demiştir: "Savunma bakanı ile genelkurmay başkanının olası herhangi bir balistik füze saldırısına karşı Amerikan korumasını güçlendirmeye yönelik birçok önerilerini onayladım. Bu yaklaşım, füze tehditlerine karşı 2007 Avrupa füze savunma programından daha hızlı bir kapasite oluşturacak, daha verimli bir sistem inşa edecek ve daha büyük bir savunma şekli temin edecektir." Ve şöyle ekledi: "Özellikle kara ve deniz füze bataryaları ile bunların destek donanımları olmak üzere kendi füzelerimizi geliştirme alanında önemli ilerlemeler kaydettik… Yeni yaklaşımımız modern ve gelişmiş tekniği önceki sistemden daha hızlı bir şekilde yaymamıza fırsat verecektir… Avrupa'daki yeni sistem, Amerikan gücünü ve müttefiklerini korumada önceki sistemden daha güçlü, daha akıllı ve daha hızlı olacaktır. Bu sistem, daha verimli ve etkin kapasitede yayılacak, Amerika'yı balistik füze tehditlerine karşı koruma sözümüze güven oluşturacak ve NATO'daki müttefiklerimizi korumayı güvenli ve güçlü hale getirecektir."
6. Binaenaleyh Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ndeki Küresel Füze Savunma Sistemi'nden [GMD] vazgeçilmesinin Rusya'yı hoşnut etmek amacıyla geçici olacağı görünmektedir. Zira Gates, kurnazlık yaparak Pentagon'un Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile SM-3 sistemine ait karasal model ile sistemin diğer donanımlarına ev sahipliği yapmaları hususunda görüşmelere başladığına değinmemiştir. Aynı şekilde Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan'ın da Amerikan füzelerinin konuşlandırılması sistemine dahil olabileceği hakkında görüşmelerin yapıldığına dair haberler de sızmıştır. Dışarı sızan bu haberlerin sonucunda Rusya aşırı kaygı duymuştur. Çünkü bu demektir ki karasal füze üslerinin konuşlandırılması Rusya'nın arka bahçesine kadar uzanabilir. Ayrıca Obama ile savunma bakanının konuşmaları da aşırı bir kaygıya neden olmuştur. Bu nedenle Rusya, Obama'nın 17.09.2009'daki vazgeçme kararını memnuniyetle karşılamış ve Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev 25.09.2009'da Klingrard
b- Savunma Bakanı Robert Gates, Obama'nın kararına yöneltilen bir çok eleştirileri şu sözleriyle çürüttü: "Avrupa'daki füze savunma sistemini kaldırıp attık diyenler ya haberi doğu şekilde dinlemediler yada konumun hakikatini anlamamışlardır." Ayrıca Gates yeni sistemin, "Yaklaşık üç sene önce başlatılan eski köklüdeğişim
22 Serdar
aralık 2009
abd ve rusya arasındaki … bölgesine füzelerin konuşlandırılmasına ilişkin kararını geri çekeceğini açıklamış olsa da vermiş olduğu son tepkisi Obama'nın kararından tatmin olmadığını göstermektedir. Bundan dolayı Rus Bilgi Ajansı Resmi Sözcüsü, Obama ve savunma bakanının yukarıda geçen konuşmalarına bir tepki olarak şu yorumda bulunmuştur: “Tahmin ettiğimiz gibi Barack Obama 24.09.2009'daki konuşmasında vazgeçme veya herhangi bir şeyin ertelendiği konusuna değinmemiştir. Aksine mevcut füze tehditlerine daha iyi bir şekilde karşı koyabilen gelişmiş ileri teknoloji esasına dayalı yeni bir füze savunma programı benimsemiştir. Zira Obama, Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ni içine alan programın eski programdan daha verimli olduğunu ifade etmiştir.”
Amerika, hala hem askeri alanda büyük bir üstünlüğe hem de devletlerarası konjonktürde büyük bir hegemonyaya sahiptir. Dolayısıyla Amerika, hala hem dünyanın çalışma takvimini belirlemeye hem de devletlerarası konjonktüre tahakküm etmeye muktedirdir. Ancak Amerika, diğer büyük güçlerin birçok meydan okumaları ve rekabetleriyle karşı karşıyadır ve yukarıda bahsedilen krizlerin ortaya çıkmasıyla da hasımlarının meydan okumaları büyük oranda artmıştır. Rusya'ya gelince; ekonomik servetin bir kısmını askeri kaynaklara ve siyasi güce dönüştürmek üzere Amerika'nın krizlerini istismar etmeyi ve petrol fiyatlarının yükselmesinden faydalanmayı başarmıştır. Keza belli ölçüde Orta Amerika, Kafkaslar, Avrupa ve Orta Asya'da da Rus rolünün olduğu gözlemlenmiştir. Hatta artık mevcut Rus konumunu tanımlamak için “gelişen Rus ayısı” tabiri dolaşmaya başlamıştır… Ancak her şeye rağmen Rusya'nın geçmişteki altın günlerine dönmesi oldukça uzaktır. Zira Rusya, hala siyasi ve iktisadi yönlerdeki yapısal zayıflık krizlerinin sıkıntısını çekmekte olup bu da onun yakın gelecekte devletlerarası konjonktürde bir güç olarak yükselmesini engellemektedir.
7. Amerika'nın askeri üstünlüğünün sarsıldığına, dolayısıyla devletlerarası konjonktüre tahakkümünün zayıfladığına ve Rusya'nın askeri gücünün büyümesine karşı hesaplar yapıp yapmadığı sorusuna gelince; açıktır ki Amerika, şu anda Irak saldırısından önce sahip olduğu gibi dünya üzerinde bir hegemonyaya sahip değildir. Zira Irak ile Afganistan, hem gücünü hem de kaynaklarını tüketmelerinin yanı sıra küresel ekonomik kriz de Amerika'nın dünyadaki konumunu daha da zayıflatmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen
köklüdeğişim
23 Serdar
aralık 2009
Hüseyin Sivren
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Küresel Mali Krizde Son Durum Türkiye gündemi uzunca bir süredir siyasi çalkantılar, skandallar ile sarsılsa da esaslı bir gündem olan Ekonomik Sorun bu aralar gözlerden uzaklaştı veya uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Binaenaleyh Türkiye‟de AKP hükümetinin yönlendiremediği tek sorun Ekonomi. Çünkü ekonomi sel suyuna benziyor, akıp sonunda mecrasını buluyor. Çünkü ekonominin tıkırında gitmesinin en önemli sacayağı toplumun alış-verişi yapmasından geçiyor ki, buda üretim ve tüketim arasındaki dengenin ana unsurudur. Üretim ve tüketim arasındaki dengenin korunması hatta bu konuda çıtanın yükseltilmesi ise ekonominin omurgasıdır. Bu nedenle toplumu harcama noktasında yönlendiremeyen hükümet için sorunu gözlerden ıraklaştırmak tek çare gibi görünüyor. Veyahut bozuk olan ekonomiyi cafcaflı sözlerle işler yolundaymış gibi göstermek çabasını zaman zamanda olsa uyguluyorlar.
halen hükümet desteğine ihtiyaç bulunduğunu söyledi.” Ekonominin kötü gidişi ile alakalı gelişmelere değinmeden önce Türkiye‟de ekonomik gidişatın realitesi olmayan sözlerle toplumun nasıl uyutulmaya çalışıldığına bir bakalım. İşte cafcaflı sözlerden bir tanesi: Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye'nin krizden çıkış takvimini açıkladı, "Toparlanma üç aşamada gerçekleşecek" dedi. Şimşek'e göre, bu aşamalardan ilki 2009 sonlarından itibaren stoklardaki iyileşmeyle birlikte başladı. Şimşek, Türkiye ekonomisinde üç aşamada güçlü bir toparlanma öngördüklerini söyledi. Stoklardaki iyileşmeyle birlikte başlayan ilk aşamanın ardından ikinci aşamada krizden ciddi şekilde etkilenen özel sektör toparlanacak. Maliye Bakanı, özel sektörün 2010 yılının başından itibaren yaralarını sarmaya başlayacağı görüşünde. Üçüncü aşamada yani yatırımlardaki artışla birlikte de Türkiye kriz konusunda rahat bir nefes alabilecek. Bakan Şimşek, yatırımların kalıcı bir şekilde artmasında bankaların rolünün önemine dikkat çekti ve "Bankalarımızın bu yatırımları finanse edebilecek konumda ve istekte olması çok önemli" dedi. Her fırsatta maliye bakanı Şimşek tozpembe bir tablo çizmeye çalışsa da yaşantının çizdiği gerçek çizgiler bakan Şimşek‟i yalanlıyor, her denemesinde onun foyasını ortaya çıkartıyor. Bakan Şimşek üç aşamada Türkiye ekonomisinin düzeleceğini ifade ederken aşağıda sizlere aktaracağım ekonomi ile alakalı veriler ve haberler küresel mali krizin gelmiş olduğu son noktayı açıklayacaktır.
Önemli olan şuan insanların para harcamamaları. Zorunlu ihtiyaçlar haricinde harcamalar genel manada kısıldı. ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner : “Hükümetler arasında, daha dengeli, sürdürülebilir büyüme ve küresel resesyona katkıda bulunacak tehlikeli dengesizliklerden kaçınmaya yol açacak politikalar yaratma konusunda yaygın bir uzlaşma olduğunu gördüğünü” söyleyen Geithner, küresel ekonomi istikrarlı bir yönde büyüyecekse, bunun Amerikalı tüketiciler tarafından daha az destekleneceğini büyümenin kaynaklarında bir değişikliğin olması gerektiğini bildirdi. Küresel ekonominin büyümesine rağmen hükümetlerin büyümeyi destekleyecek önlemleri çekmesi için çok erken olduğunu kaydeden Geithner, özel tüketimin toparlanmasına yardımcı olmak için köklüdeğişim
Türkiye açısından ekonominin yolunda gitmediğine dair gelişmeler; Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye ve İsviçre arasında çifte vergilendirmenin ön-
24 Serdar
aralık 2009
küresel mali krizde … lenmesi anlaşmasının, İsviçre'nin özellikle bankacılık sırları ile ilgili bilgi değişimi politikasındaki değişiklik nedeniyle yeniden parafe edildiğini belirterek, "İsviçre ile de gizli hesap dönemi kapandı" dedi. Yani İsviçre bankalarında vergilendirilmemiş ve ekonomiye dâhil edilemeyen sıcak paranın peşine düşüldü. Bu sayede likidite sorunu açılmaya çalışılacak. 2008 yılının başında yurt dışında parası olanların bu paralarını TC bankalarına yatırmaları çağrısında bulunulmuştu ve bu işlem için herhangi bir vergi alınmayacaktı. Demek ki bu taktik tutmamış, yeni bir taktik geliştirmişler. “siz yatırmazsanız biz zorlada almasını biliriz mi demek istiyorlar? Bu kadar mı çaresiz kaldılar? “
yardımlaşma, birbirine zor zamanında yardım etme duygusu köreldiğinden insanlar çareyi kapitalizmin azgın çarkı olan bankalarda arar olmuş, derdine derman olması için başvurduğu bu çare kendisini biçare durumuna getirmiştir. Bu çaresizlikten çıkan sonuç ise bankaların servetlerine servet katmasıdır. “Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar, eylül ayı itibarıyla bankanın net karının 2 milyar 670 milyon lira olarak gerçekleştiğini açıkladı. Toplam kredilerinin geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 19 artarak 33 milyar liraya ulaştığına, 31 milyar lirayı aşan toplam TL kredi bakiyesi ile sektörde en çok TL kredi kullandıran iki bankadan biri olduğuna dikkati çekti.” Yani devlet ve bankası insanları haram olan faiz bataklığına çekip, orada kanının son damlasına kadar emmektedir.
Sanayi üretimi, 2008 Eylül ayında yüzde 4,3 gerilemişti. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2009 Eylül ayı Sanayi Üretim Endeksi sonuçlarını, “sanayinin alt sektörleri incelendiğinde, 2009 Eylül ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi yüzde 6,4, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 9,3, elektrik, gaz ve su sektörü endeksi ise yüzde 4,1 geriledi” şeklinde açıkladı. Bu açıklama üretimin günden güne eridiğini, dolayısı ile işsizlik oranının da çoğaldığına işarettir. Çünkü her geçen gün irili ufaklı birçok işyeri kapısına kilit vurmaktadır. Dünyadaki diğer gelişmeleri okuduğunuzda işsizlik sorununun hangi boyutlara ulaştığını daha iyi anlamış olacağız.
Yine kasım ayı içerisinde İstanbul‟da yapılan İslam Konferansı Teşkilatı‟nın (İKT) Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) toplantısının sonuç bildirgesinde "Bizler ileriye dönük olarak ticaretin serbestleştirilmesi ve ülkelerin sermaye piyasası kurumları arasında finansal işbirliğinin sağlanması, özel sektör arasında doğrudan yatırım ve ortaklığın artırılması ve yoksulluğun azaltılmasına yönelik olarak çabaların yoğunlaştırılması sayesinde İKT içi ticaretin artırılması hedefi doğrultusunda ekonomik ve ticari işbirliğinin geliştirilmesi yönündeki taahhüdü tekrarlıyoruz. İKT üye ülkelerindeki verimli enerji kaynaklarını biliyor ve üye devletlerarasında daha iyi bir etkileşim kurarak yeni teknolojilerin geliştirilmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvik edilmesi, enerjinin verimli olarak kullanılması ve bu enerji kaynaklarının keşfi ve üretimine geçilmesi konusunda yatırımların artırılmasını öngörüyoruz, Üye devletlerin merkez bankaları ve borsaları da dâhil olmak üzere sermaye piyasaları kuruluşları arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi konusundaki İSEDAK girişimine desteklerin vurgulandı.” Kısacası aralarındaki ticaret hacminin genişletilmesine bir
Ayrıca Türk Eğitim-Sen'in öğretmenlerle ilgili anket sonuçlarına göre, "Öğretmenlerin yüzde 75.1'i aylık gelirinin harcamalarını karşılamaya yetmediğini belirtirken, yüzde 67.8'i ise son bir yıl içinde banka kredisi çektiğini ifade etti. Gerçekten de toplumda her türlü ilişkinin dumura uğraması ile (komşuluk, akrabalık v.s.) şahıslar arasında yardımlaşma bitme noktasına geldi. “babama dahi kefil olmam” sözü çok meşhurdur. İnsanlar arasında köklüdeğişim
25 Serdar
aralık 2009
küresel mali krizde … çağrı var. Hem Türkiye açısından hem diğer beldeler açısından durumun ne kadar vahim olduğu ise Abdullah Gül‟ün şu açıklaması her şeyi ortaya koymaktadır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “dünyada en az gelişmiş 49 ülkeden 22'sinin İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) üyesi olduğunu belirterek, öncelikli hedeflerimizden biri, bu sayının mutlaka aşağı çekilmesi ve üye ülkelerimizdeki yoksul sayısının azaltılması olmalıdır.'' Peki bu toplumları bu hale buralarda yeteri miktarda yer altı ve yerüstü zenginliklerinin olmaması mı, yada iş gücünün bulunmaması mı getirdi? Bu sorunun cevabını ise Afganistan cumhurbaşkanı Karzai ve Tarık El Haşimi versin; Karzai; “dünyanın geri kalanı ile çok iyi bir etkileşim içine girmeleri gerektiğini ifade ederek, "Önümüzde gerçekten parlak bir gelecek var. İslam dünyasının gerekli kaynaklara sahip olduğunu görüyoruz. Gerçekten gelişmiş bir medeniyetiz. Biz 550 milyon işçimizle birlikte önemli bir işgücü piyasasına sahibiz ve 1,4 milyar insanız. Stratejik olarak gerçekten çok muazzam maden ve fosil yakıt kaynaklarımız, enerji kaynaklarımız var" dedi. Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi, “İslam ümmetinin, coğrafi olarak büyük bir alanı kaplamasına, ekonomik kaynaklarının zengin olmasına rağmen, dünyanın ekonomik haritasında çok önemli rol oynayamadığını belirterek, Dünyanın diğer bölgelerindeki bloklar, gruplar bizim kapasitemizin yarısına bile sahip değiller ama oldukça başarılı olduklarını görüyoruz.” dedi.
beldeleri, en fakir toplumlar ise yine Müslüman toplumlar olarak addedilir olmuştur. Tüm bunlara sebebiyet veren ise Müslümanlar üzerindeki yönetimin değişmesidir. Öyle ise toplumların ahvali ile yönetim arasında doğrudan etkileyici bir bağlantı vardır. Bir asır önceki ve öncesi yönetim toplumunu en zengin ve gelişmiş medeniyet haline getirirken, ömrü bir asrı dahi doldurmamış bu yönetim ise tam aksine toplumu her yönü ile büyük bir çöküntünün içerisine sürüklemiş ve bu çöküntü içerisinde tutarak da bekasını devam ettirme gayreti içerisindedir. Yine, 2010 bütçesinin açıklanmasından itibaren bir zam fırtınası bizleri bekliyor. . 2010 bütçesinden çıkan yeni yıl zamlarıyla ekonominin yüzde 3,5 büyümesi hedeflenirken vergi gelirlerinin yüzde 18,2 oranında artacak olması, "Vergi oranları yükselecek" yorumlarını da beraberinde getirmişti. Atılan adımlar da tahminleri doğruladı. Benzine son gelen zamla birlikte kurşunsuz benzinin litre fiyatı 3 lira 36 kuruş ile rekor kırdı. Zam furyasından, motorin fiyatları da nasibini aldı. Motorinin litre fiyatı yüzde2,46 artışla 2,7 liradan 2,76 liraya çıkarken kırsal motorinin fiyatları yüzde 2,91'lik artışla 2,66 liraya yükseldi. Yeni düzenlemelerle birlikte benzinin pompa fiyatının yüzde 68'ini kırsal motorinin ise yüzde 59'unu dolaylı vergiler oluşturuyor. Yani benzinde, 3,3 liranın 2,2 lirası vergi... Türkiye yüksek vergiler nedeniyle benzini dünyada en pahalı kullanan ülke unvanını koruyor. Vergi Gelirlerindeki Artış Tahminleri (2010 Bütçesi) Vergi Değişim (2009/2010) Gelir Vergisi % 10.2, Kurumlar Vergisi % 8.3, KDV % 19, İthalden Alınan KDV % 23.7, ÖTV % 31.6, bu zam ise şu manaya geliyor. Sadece KDV üzerinden gidecek olursak yaşantımızda kullandığımız her türlü eşyadan KDV alınıyor. Bu da otomatik olarak birçok tüketim maddesine zam anlamına geliyor. Diğerlerini siz hesap edin artık. Topluma harcamalarını
Esasında sorun belli, sorun kalkınmak için gereken kaynakların yoksunluğu değil, her türlü kaynak bu ümmete Rabbimiz tarafından bahşedilmiş. Öyle ise sorunu kaynaklarda değil, bu kaynakların doğru bir şekilde, Müslümanların istifadesine yönelik kullanılıp kullanılmadığında aramak gerekir. Binaenaleyh bu ümmet bundan bir asır öncesi yeryüzünün en zengin ve gelişmiş medeniyetiydi. Fakat gelinen bu son noktada 3. Dünya ülkesi olarak nitelendirilen beldeler İslam köklüdeğişim
26 Serdar
aralık 2009
küresel mali krizde … yükselttiremeyen hükümet çareyi, hem emtialara hem de alınan vergilere zam yapmakta bulmuştur. Yani öyle ya da böyle toplumun cebindeki paraya gözünü dikmiş ve zorla da olsa onu alacaktır. Bir haber programında izlemiştim. Spiker sokaktaki vatandaşa soruyor. “Yeni zamlar ile ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye. Vatandaşta “eğer devlet isterse cebimizdeki parayı bir şekilde alır” cevabını veriyor.
duruyor olacak ve yine değişen bir şey olmayacaktır. Diğer dünya devletleri açısından ekonomik durum ise şöyle; Krizin ilk patlak verdiği süreçte birçok devletin ekonomisi ciddi manada resesyona girip gerileme süreci başlarken, bunun tam aksine Çin ekonomisi beklentilerin altında olsa da büyümeye devam etmişti. Fakat gelinen son noktada Çin ekonomisinin de gerileme sürecine girdiği görülmüştür. “Çin'in dış ticareti ekim ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10,7 daraldı. Bu arada, ülkenin merkez bankası olan Çin Halk Bankası ekim ayında verilen yeni kredilerin eylül ayına göre yüzde 51 azalarak, 253 milyar yuan (37,06 milyar ABD doları) indiğini açıkladı. Eylül ayında verilen kredi miktarı 516,7 milyar yuan (75,68 milyar ABD doları) idi.” Bununla birlikte, Çin, kendisiyle diplomatik ilişki kuran borçlu ve en az gelişmiş Afrika ülkelerinin, bu yılın sonuna kadar süresi dolacak faizsiz kredi borçlarını sileceğini ve aynı ülkelerin ürettiği malların yüzde 95'ine, gümrük vergisinin aşamalı olarak kaldırılacağını duyurdu. Uzmanlar tarafından Afrika'da klasik sömürü politikası uygulamakla suçlanan Çin, fakir ülkelerle yaptığı büyük ticaret anlaşmalarını, fakir bölge halklarına yaptığı yardımlarla birleştiriyor. Afrika-Çin ticari ilişkileri uluslararası "kazan-kazan" stratejisine göre belirleniyor. Çin, kıtanın doğal kaynaklarını kendi ekonomisini güçlendirmek için kullanırken, Afrika ise doğal kaynaklarına karşılık yabancı sermaye ile hızla gelişiyor ve ekonomik ve sosyal yatırım kıtaya gelmiş oluyor. Görüldüğü üzere Çin‟de artık pastadan daha fazla pay kapma derdindedir. Buna karşın pastadan pay kaptırmak istemeyen kaşarlanmış sömürgeciler ise “Uzmanlar tarafından Afrika'da klasik sömürü politikası uygulamakla suçlanan Çin” açıkla-
Yine devletin enerji tedariki konusunda samimiyetsizliğini ve basiretsizliğini gösteren bir açıklama da şöyle; Doğalgaza yüzde 70 zam yapılabileceği yönünde basında çıkan haberin sorulması üzerine Bakan Yıldız, "Bir gazeteci arkadaşımız, 'Acaba şu hesaplar olsa doğal gaza yüzde 70 zam gelir mi?' diye bir haber yaptı. Bunun izahını yapmaya çalışıyoruz. Doğal gazın otomatik fiyat ayarlaması, 2008 Şubat ayında başladı. Şu ana kadar herhangi bir kesintiye uğramaksızın bu devam ediyor. Otomatik fiyat, döviz, petrol, doğal gaz fiyatlarının toplandığı bir sepete göre belirleniyor. Bu konuda siyasi iradenin herhangi bir müdahalesi söz konusu değil. Fiyatları Enerji Bakanlığı ayarlamıyor.” açıklamasını yaptı. Oysa İSEDAK toplantısında yapılan açıklamalara baktığımızda bunun zıttı bir görüntü vermeye çalışıyorlar, fakat işin gerçek yüzü bu. Şuan itibari ile Türkiye doğalgaz tedarikinin büyük kısmını Rusya‟dan yapmaktadır. Oysa Rusya 100 dolara Türkmenistan‟dan aldığı doğalgazı 250 dolara pazarlamaktadır, hatta kış aylarında bu rakam 300 doları da geçmektedir. Direkt olarak neden gazı kendisi alamamaktadır? Bu sorunun cevabı çok basittir. Hem Türkmen başı hem de Türkiye‟deki siyasi irade, kendi iradesi ile hareket edememektedir. Yani ABD ve Rusya‟nın at koşturduğu bu bölgeden Türkiye‟nin doğalgazı direk alması elbette mümkün olamayacaktır. Nabucco kuruluyor diye de çok sevinmeyin, zira bu durumda vananın başında Rusya değil, ABD köklüdeğişim
27 Serdar
aralık 2009
küresel mali krizde … masını yapıyorlar. Devlerin mücadelesi ortada, fakat bizler açısından dikkat edilmesi gereken husus sömürülmeye çalışılanın kim olduğudur. Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu Afrika. Her türlü açlığın ve sefaletin hat safhada olduğu fakat her türlü zenginliğe sahip olan bir kıta. Çin‟de artık ekonomisini düzeltmek için Müslüman pastasından pay kapmanın peşine düşmüş durumda artık.
6- ABD‟de küçük ve orta ölçekli işletmelere kredi veren başlıca bankalardan CIT Group Inc, global kriz nedeniyle faaliyetlerini karşılayacak fon bulamaması ve resesyon nedeniyle verdiği kredilerdeki daralma nedeniyle iflas koruma talebinde bulundu. Aylardır beklenen ve ABD şirket tarihinde yaşanan iflasları arasında en büyüklerden olan CIT, iflas koruması altında bulunduğu sürede borçlarını 10 milyar dolar civarında azaltmayı hedefliyor. CIT‟ın borcu 64.9 milyar dolar.
1- G-20 Maliye Bakanları zirvesi İskoçya'da yapıldı. G-20 Bakanları, ekonomiye destek programlarını geri çekmek için erken olduğu konusunda uzlaşmaya vardı. G-20 toplantısının sonuç bildirgesinde, küresel ekonomide iyileşmenin başladığına ancak düzelmenin destek programlarıyla sağlandığına dikkat çekildi. "Küresel iyileşme sağlam temellere oturana kadar destek programlarına devam" kararı alındı.
7- Dünyanın en büyük inşaat ve madencilik sektörü ekipmanları üreticisi Caterpillar, ABD'de 2 bin 500 çalışanın işine daimi olarak son vereceğini ve bu kişilere kıdem tazminatlarının ödeneceğini açıkladı. 8- İngiliz petrol grubu Royal Dutch Shell yılın başında uygulamaya koydukları daralma planı çerçevesinde 5 bin işçinin işten çıkarıldığını açıkladı.
2- Amerikalı gençler arasında işsizlik oranının ekim ayında yüzde 27,6'lık rekor seviyeye ulaştığı, genç işçiler için meslek edinme imkânlarının da gittikçe azaldığı bildirildi.
9- Japonya'nın 3. büyük otomobil üreticisi Nissan, şirketin işgücünün yüzde 8,5'unu temsil eden 20 bin kişiyi işten çıkaracağını duyurdu. Küresel krizle baş edebilmek için yapılacak işten çıkarmaların 2010 yılı Mart ayına kadar gerçekleşeceği bildirildi.
3- Küresel ekonomideki toparlanma sinyallerine karşılık hala dünyanın en büyük ekonomilerinde işsizlik oranları çok yüksek seviyelerde seyrediyor. Son günlerde ABD, Fransa ve Almanya'da istihdamda yaşanan iyileşmeler, stoklamanın yanı sıra milyarlarca dolarlık teşvik programları gibi geçici nedenlere dayanıyor.
10- ABD'de, finans sektöründe reform çabaları kapsamında, tüketicileri korumak, bankaları kontrol altına almak ve zor durumdaki kuruluşların faaliyetlerini sonlandırmak için üç yeni federal kurum kurulacak. Dodd, yasa tasarısıyla, bankaların düzenlenmesiyle ilgili mevcut iki kuruluşu kapatarak ve ABD Merkez Bankası (FED) dâhil iki kuruluşun banka denetleme görevlerine son vererek, bankacılığın düzenlenmesi konusunda tek bir kuruluş kurulmasına çalışıyor.
4- ABD'li General Motors (GM), Avrupalı otomobil birimi Opel'den 10 bin kişiyi çıkarmayı planladığını açıkladı. İşten çıkarmalar, şirketin İngiltere birimi Vauxhall'ı da içerecek. 5- Uluslararası Motorlu Taşıt Üreticileri Derneği (OICA) verilerine göre, dünyada toplam motorlu taşıt üretimi, ilk 6 ayda yüzde 30,4 gerileyerek 26,4 milyon adet oldu. köklüdeğişim
11- Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, yüksek işsizlik oranının resesyonda
28 Serdar
aralık 2009
küresel mali krizde … toparlanan ABD ekonomisini tehdit ettiğini söyledi.
tanesi gerçekleri gizliyor. Fakat makalemizde aktardığımız diğer veriler bize Roubini‟nin doğru söylediğini gösteriyor. Ben bir ekonomist değilim, fakat ben bile krizin hız kesmesinin nedeninin hükümetler tarafından uygulamaya konulan ek teşvik paketlerinin olduğunu görebiliyorum. Bu ek teşvik paketleri bittiğinde ne olacak peki? “Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” konumuna gelmiş durumda şuan ekonomi. İlk teşvik paketlerini bin bir zorluklarla çıkartılabildiler. Yenileri için kaynak yok, bitti. Para bassalar devalüasyon kendilerini bekliyor. Yani şuan tamamen bir çıkmazın içerisinde ekonomi ve tüm çabalar ekonominin düzelmesine yönelik. Fakat getirilecek çözümler asla kalıcı olmayacak. Çünkü 1930‟lu yıllarda patlak veren “büyük buhran” diye isimlendirilen ekonomik krizden çıkış yolu olarak ileri sürdükleri çözümler, bugün ekonominin bu hale gelmesine neden oldu. Bu kriz içinde ortaya koyacakları çözümler daha öncesinden farklı bir sonuç doğurmayacaktır.
Bu bilgilerin haricinde bir açıklama daha var ki, o da çok önemli; “ABD'deki krizi tahmin eden ve bu nedenle "kriz kahini" olarak nitelenen ekonomist Nouriel Roubini, yeni bir krizin kapıda olduğu uyarısında bulundu. Roubini, Bir gün bu köpük patlayacak” dedi. Roubini, İngiliz Financial Times gazetesindeki makalesinde, her türlü riskli varlığın fiyatlarının fırladığına dikkat çekti. "Bir gün bu köpük patlayacak ve şimdiye kadarki en büyük varlık krizi yaşanacak" uyarısı yapan Roubini, "Köpük ne kadar büyükse, izleyecek varlık çöküşü o kadar büyük olacak" ifadesini kullandı. Roubini, "FED ve diğer siyasetçiler yaratmakta oldukları dev köpükten habersiz görünüyor. Onların körlüğü ne kadar sürerse düşüş o kadar büyük olacak" diye yazdı. Birçok ekonomist Türkiye‟den olsun veya olmasın ekonominin düzelmeye başladığını ifade ederlerken Roubini böyle bir açıklama yapıyor. Bir zıtlık söz konusu. İki taraftan bir
köklüdeğişim
29 Serdar
aralık 2009
gündem
Mak.Müh. N. Aydın
bilgi@kokludegisim.net
İslam ve Sanayi Kalkınması Batı dünyası sanayi devriminden bu yana üstün gelişmeler gösterirken, diğer tarafta İslam âlemi bu durumun gerisinde kalmıştır. İslam âlemi altyapı eksikliği, yoksulluk, işsizlik ve teknolojide gelişme gösterememe gibi konularla “geri kalmış” olarak isimlendirilmiştir. Oysaki İslam âlemi dünyanın önemli maden kaynaklarında en büyük rezervleri elinde bulundurmaktadır. İslam âlemi tek başına dünyanın toplam petrol rezervlerinin %74 ünü elinde tutmaktadır ki bilindiği üzere şu an petrol dünyada en önemli hammaddedir.
büyük fabrika komplekslerinin oluşumunu sağladı. Su, iklim koşullarından dolayı en önemli meta haline geldi ve bundan dolayı Ortadoğu‟da uzanan nehirlerin, akarsuların en iyi kullanım yolları araştırılıp, geliştirildi. Müslüman mühendisler suyla dönen değirmenleri geliştirdiler, yatay çarklı ve dikey çarklı değirmenleri icat ettiler. Bu endüstriyel girişimler un değirmeni çarkı, döven taşı, kâğıt fabrikası, kereste fabrikası, tersane, maden değirmeni, çelik fabrikası, şeker fabrikası, rüzgâr değirmeni gibi alanlara önderlik etti. 11.yy`da, İslam dünyası üzerindeki her vilayet, Endülüs ve Kuzey Afrika‟dan Ortadoğu ve Asya‟nın merkezine kadar bu gelişmeleri faal olarak kullandılar.
İslam âleminin ekonomisi ihracattan ziyade ithalata dayanır, temel ürünlerde, örneğin tarım ürünlerinde Pakistan yıllık 30 milyar doların üzerinde üretim yapmasına rağmen dışarıdan gıda maddesi ithal etmektedir. Ortadoğu petrolde zengin olduğu halde, petrol rafinerisi yokluğundan büyük miktarlarda rafine edilmiş petrol ürünlerini dışarıdan ithal etmektedir.
Müslüman mühendislerin geliştirdiği su türbinleri 12.yy dünyasını yerinden sarstı. ElCezeri çalışmaları sonucunda krank milini icat etmeyi başardı, piston ve silindirler aracılığıyla döner hareketi meydana getirdi. Bir makinenin içinde bunu cisimleştiren, tecrübe eden El-Cezeri‟dir. Britanya İmparatorluğu bu anlayıştan yararlanarak, pistonları hareket ettirmek için buhar ve kömür kullandılar ve sonunda dönme hareketini makineleri tahrik etmek için kullanabildiler. Bu, yakıtın yanmasıyla ortaya çıkan enerjinin pistonlar vasıtasıyla yürüyen aksamlara aktarılması prensibiyle çalışan içten yanmalı motorların kullanıldığı otomobil dünyasına açılan bir pencere oldu.
Birçok Müslüman beldenin ekonomisi çeşitlilikten yoksun tutulup tek bir ürünle sınırlandırılmaktadır. Tek çeşit ürün üzerinde ihracat yoğunluğu nüfusun büyük kesimi için işsizlik ve yoksulluk getirmiştir. Petrol zengini Ortadoğu ve maden zengini Afrika milletleri gibi ekonomiler buna örnektirler. İslam âlemi korkunç sonuçlar doğuran ihracat yoğunluklu büyüme stratejilerine kalkıştı. Tek çeşit ürün üzerinde ihracat yoğunluğu nüfusun büyük kısmı için işsizlik ve yoksulluk getirdi.
Müslüman toplumların ayak bastığı topraklarda kentleşmeler bir takım gelişmelere meydan sağlıyordu. Arap çöllerindeki su yetersizliğinin bölgede yaşamayı zorlaştırması Müslüman mühendisleri Fırat nehrinden ve Dicle nehrinden su çekmek için kanallar inşa etmeye itti. Bağdat civarındaki bataklıklar kurutuldu, şehir sıtmadan kurtarıldı. Müslüman mühendisler su çarklarını geliştirdi ve
İslam tarihi ve sanayi kalkınması Çöl ortamı ve su kaynaklarının yetersizliği Ortadoğu‟da birçok zirai gelişmelerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Denizlerdeki medcezirlerden, rüzgârdan ve petrolden elde edilen enerjinin endüstriyel anlamda kullanımı köklüdeğişim
30 Serdar
aralık 2009
islam ve sanayi kalkınması … yeraltına özenle su kanalları inşa ettiler. Bu, suyun borularla şehir içinde dağılımını, hamamların açılmasını, hayratların yapımını, özel ve genel helâ ve hamam ihtiyaçlarının giderilmesine öncülük etti.
ِ ْْون ْبِ ِْو ْ َع ْدو َْ ل ْتُْرِى ُب ِْ اط ْإْل َخْي ِْ إستَطَ ْعتُم ْ ِّمن ْقُوٍْة ْ َو ِمن ْ ِّرَب ْ ْ َوأَع ُّدوْْإ ْلَيُم ْما ْونيُُْم ْإلمّ ْوُ َْي ْعمَ ُميُْْم ْ َو َما ْتُ ِنفقُْوْْإ ْ ِمن َْ آخ ِر َ إلمّ ِْو ْ َو َع ُدو ُكْْم ْ َو َ ين ْ ِمن ْ ُدونِ ِيْْم ْلَْ ْتَ ْعمَ ُم ظمَ ُمون ْ ْيلْإلمّ ِْوْ ُي َوفْْإِلَْي ُك ْْمْ َوأَنتُْْم ِْ َِش ْي ٍْءْ ِفيْ َسب ْ ُلَْت
“Onlara karşı gücünüz yettiğince savaş için beslenen atlardan hazırlayın! Onunla Allah‟ın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka diğerlerini korkutun. Siz onları bilmezsiniz, Allah onları bilir. Allah‟ın yolunda her ne infak ederseniz, size ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal, 60)
Bu gelişmeler, İslam âleminde önceleri insan gücüyle yürütülen birçok işin makineler yardımıyla yapılmasını mümkün kıldı. Tüm bunlar bazılarının dediğinin tersine İslam‟ın bilim ve teknolojinin ne kadar içinde olduğunu göstermektedir. Tarih, İslam‟ın Müslümanlar üzerinde bilime yönelik katalizör etkisi yaptığını gözler önüne sermektedir.
Tüm bunlar, Hilâfet için gelişmiş orduların ve güçlü üretim sahalarının kurulmasının gerekliliğini gösterirken, ekonomik hareketlenmeyi doğuracak yola da ışık tutmaktadır.
İslam ve endüstriyel kalkınma için itici güç Allah(Subhânehu ve Teâlâ) Hilâfet devletinin amaçlarını açıkça belirtmiştir. Allah içeride şer‟i hükümlerin uygulanmasını zorunlu kılmış, dışarıda davanın taşınması ve İslam‟ın yayılmasını amaç göstermiştir. İslam, sorumlu olduğu ümmetin işleriyle ilgilenmesi için başlarına bir emir tayin etmiştir.
Sanayileşme ve Ekonomik Büyüme Avrupa‟nın hemen hemen her kesimini etkileyen Endüstri devrimi tarihçiler tarafından tarihin en önemli olayı olarak itibar edilir. Bu devirde endüstri ekonominin temeli haline gelir. 1700‟lü yılların ortasına kadar endüstri insan gücüyle sınırlı iken, İngiltere İmparatorluğu buhar gücünü keşfeder ve bunu makineleri çalıştırmada kullanmaya başlar. Bu ilk buharlı makinenin icadı endüstrileşmeyi tetikler, eski tarz üretimin yerini buhar makineli üretim alır, üretim 20 katına çıkar.
Allah‟ın Rasulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: ْإلْكمكمْرإعْوكمكمْمسؤول “ عن ْرعيتوSizin her biriniz birer yöneticisiniz
ve her biriniz kendi yönetiminden mesuldür.” (Buhari)
Kur‟an-i Kerim‟in birçok ayetinde Allah (Subhânehu ve Teâlâ) ümmete İslam‟ı tüm dünyaya yaymalarını, insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarmalarını emretmektedir ve bu ümmeti diğer ümmetler arasından “en hayırlı ümmet” olarak niteleyerek ayırmaktadır.
Endüstriyelleşme ile isçi merkezli çalışma şekli makinelerle değişme imkânı buldu ve bu sayede seri üretime geçildi. Bununla beraber enerjiye (yakıta) olan ihtiyaç arttı. Bu ihtiyaç demir sektörünü geliştirdi. Yeni geliştirilen demir yapım teknikleri kömüre olan ihtiyacı artırdı, bu ihtiyaç da kömürün taşınmasını kolaylaştıran demiryolu ulaşımını geliştirdi. Buna bağlı olarak demiryolu ulaşımının artması yanmalı motorların geliştirilmesinde etkili oldu. Tüm bunlar sayesinde Avrupa tarıma dayalı ekonomiden çıkıp endüstriye dayalı bir ekonomiye dönüştü, aristokratlar güçlerini kaybettiler ve yerlerini tüccarlar ve işadamları aldı.
ْن ِْ ُّور ْبِِإ ْذ ِْ ات ْإِلَى ْإلن ِْ ن ْإلظُّمُ َم َْ اس ْ ِم ْ َ ج ْإلن َْك ْلِتُ ْخ ِر َْ اهُ ِْإْلَْي ْ َنزْلَن ٌْ َإلَر ْ ِكت َ اب ْأ ِ ْرِّب ِيْمْإِلَى ِْ يزْإْل َح ِم يد ِْ إطْإْل َع ِز ِْ ص َر ْ َ
“Elif lâm râ. Rab‟lerinin izni ile insanları karanlıklardan nura; Azîz, Hamîd olanın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır.” (İbrahim 1) Ve Allah (Subhanehu ve Teâlâ) şöyle buyurmaktadır:
köklüdeğişim
31 Serdar
aralık 2009
islam ve sanayi kalkınması … İlk başlarda Avrupa‟nın kalkınmasını endüstriyel devrim sürdürüyordu. Şimdi ise endüstrinin yerini tüketim almış durumda. Tüketime dayalı ekonomi duruma hâkim oldu fakat bu modelin sürdürülebilir olmadığı ispatlandı. Tüketime dayalı ekonomiye sahip batı ülkelerinde işler borçla yürür duruma geldi. İnsanlar sahip olduklarından fazlasını harcamaya başladılar, bu sebeple de ekonomik çöküş çok normal bir hal almaya başladı. İlk çöküş 1870‟lerde meydana geldi ve batı dünyası sıradan bir çöküş, kriz, resesyon ve felaketi yaşadı. Batı dünyası endüstriye dayalı kalkınmayı neredeyse bıraktı ve hizmet sektörü gibi paraya dayalı bir sektöre el attı ancak yaşanan krizler bu yeni kapitalist düzenin bu şekilde devam edemeyeceğinin birer ispatını oluşturdular.
sürecin başlatılabilmesi için büyük fedakârlıklar gerekebilir. Britanya imparatorluğunun sanayileşmesini sömürgecilik ve üstünlük anlayışı, ABD‟nin sanayileşmesini iç savaş ve bağımsızlık mücadelesi kazandırırken, komünizmin hedefleri Sovyetler Birliğinin süper güç olmasına yol açtı. Güney Doğu Asya‟nın ihracat stratejileri, Endonezya, Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve birçok Afrika ülkesini büyük borçlar altına sokarak uzun zaman sefalet ve yoksulluk çekmelerine sebep oldu. Bugün Müslüman ülkelerin ekonomileri büyük ölçüde bir sanayi olmadan sadece mal ve hizmete dayanmaktadır. Batı Kapitalist dünyasına baktığımız zaman ise sanayi tabanının kurulmasından sonra hizmet tabanlı bir ekonomiye geçildiği görülmektedir.
İslam Âlemi İçin Sanayi Vizyonu
İslâm âlemi bugün sanayileşmede gerekli olan madenlerden yoksun değildir, aslında İslâm toprakları dünyanın en önemli madenlerine sahiptir. Bugün, İslâm dünyası, dünya petrol rezervlerinin %74‟ünü elinde bulundurmaktadır ve dünya petrol talebinin %42‟si bu rezervlerden karşılanmaktadır. Yine İslam âlemi doğalgaz rezervlerinin %54‟une sahiptir ve dünya talebinin %30‟u bu topraklardan karşılanmaktadır.
Sanayi kalkınmasının 3 temel karakteristiğinin yanı sıra özel coğrafî karakteristikleri de vardır. 1. Sanayileşmede ham maddeler ve madenler gereklidir. Madenler öncelikle ağır sanayide yararlı maddelere dönüştürülür. Ham petrol, kömür ve demirin saflaştırılma, dönüştürülme ve doğru yapıda madenlerin elde edilme ihtiyacı rafinerilerin ve ağır sanayinin gelişmesini sağlamıştır.
İslâm topraklarında hiç bir zaman sanayileşmek için gerekli olan hammadde eksikliğiyle karşılaşılmadı. İslâm dünyası üzerinde bazı sanayi gelişmeleri yaşandı, ancak Müslüman ekonomilerindeki kapsamlı bir istikametin olmaması sonucu hammaddeler verimli olarak kullanılamadı.
2. Sonra tesisler, fabrikalar ve rafineriler ham maddeleri çelik ve çimentoya çevirmenin yanı sıra bitmiş ürünlere çevirme ihtiyacı duydular. 3. Bunun ardından, bazı süreçleri gerçekleştirmek için teknik bilgiye ihtiyaç duyuldu. Bunun için, Batı dünyası araştırma ve geliştirmeye milyarlar harcayarak, teknolojik gelişimin uç noktasında durmayı sağladılar.
Günümüzde sanayileşme sadece batının tekelinde değildir. Son 100 yıl içinde birçok ülke çok hızlı bir şekilde birbirini örnek alarak sanayileşmeyi başarmıştır. İngiltere‟de sanayileşme neredeyse 100 yılı, Almanya ve ABD‟de ise neredeyse 60 yılı aldı. Japonya‟daysa bu süre 50 yıl sürerken Çin sanayileşmeyi 30 yılın altında başarmıştır. Hindis-
Bunun dışında yukarıda bahsedilenlere ek olarak dördüncü ve muhtemelen de en önemli bir konu var ki yukarıdakileri de tetikleyen bir şey, o da dürtüdür. Sanayileşme, kitlelerin yoğun olarak sürece katkıda bulunmalarını gerektirir. Finanse edilmelidir, köklüdeğişim
32 Serdar
aralık 2009
islam ve sanayi kalkınması … tan ise hala sanayileşmesine devam etmektedir.
ekonomiyi canlandırır. Endüstriye dayalı bir ekonomiye sahip olmak içine kapanık bir ekonomiye sahip olmak değildir, aksine sanayi kalkınması bağımsız bir iç kalkınmayı oluşturur.
İslam dünyası, Müslüman topraklarındaki kaynakları daha yararlı kullanabilmek için dünya tarafından geliştirilmiş teknolojik gelişmeleri çok kolayca yakalayabilir. Teknik bilgideki eksiklik, teknik uzmanlığı kazanmak için yıllarca beklemektense dışarıdan teknoloji satın alınarak üstesinden gelinebilir.
Endüstriyel kalkınma zenginliğin oluşması açısından büyük bir kaynak sağlar ve diğer ekonomi modellerinde eksik olan birçok etkiyi de içinde barındırır. Endüstriyel kalkınma;
İslâmî ekonomik kalkınma mal ve hizmetlerin üretilmesine dayalı olan reel ekonomisi sayesinde kararlı bir ekonomi ve ekonomik büyüme meydana getirir. Ekonominin üzerinden şüpheli finansal mülkiyet yolları kaldırıldığı zaman meydan ticarete, yatırımlara, maaş ve servetlere kalır ve döngü sağlanır. Ayrıca, spekülasyonun etkin bir şekilde yok edilmesiyle serbest piyasa ekonomilerinde eksik olan ve çok ihtiyaç duyulan “istikrar” meydana getirir.
- Ülkenin altyapısının oluşması açısından önemlidir, ulaşıma ve yollara olan ihtiyaç ve barajlar gibi büyük projeler istihdam sağlar ve diğer iş alanlarını harekete geçirir. Örnek olarak ev ve iş yerlerinin inşa edilmesi, demiryolu, karayolu ve kanalların inşa edilmesi verilebilir. - Zenginliğin oluşmasını teşvik eder. Endüstrinin her alanı, madencilik, rafineriler, üretim ve satış ekonomi için katma değer ve zenginlik sağlar.
Endüstriyel kalkınmanın önemi Sömürüye dayalı olan, ihracat öncelikli büyümeyi, tüketime dayalı ekonomileri destekleyen kapitalist endüstriyel kalkınma modelleri artık kendilerine destek olunamayacağı ortaya çıktı, güvenlerini yitirdiler ve düşüşe geçtiler.
- Ayrı bir tüketici endüstrisinin oluşmasında etkilidir. Ağır sanayideki teknoloji nispeten daha hafif sanayi olan tekstil, plastik ve yiyecek sektörüne aktarılır. Bu sektörlerin oluşması daha fazla insanin iş sahibi olması demektir.
Endüstriyel kalkınma birkaç önemli sebepten dolayı çok kritiktir. Üretim endüstrisi, dışarıdan gelecek olan bir saldırıyı yıldırması açısından bir ülke için çok kritiktir. Bu sebeple dünyanın güçlü ülkelerinde askeri sanayi had safhadadır. Bir ülkenin savunma kapasitesi de o ülkenin dünyada sesini duyurabilmesi için önemlidir. Aynı zamanda askeri sanayi teknoloji üretiminin kalbidir, bugün kullandığımız gerek internet olsun gerekse teflon tavalar, plazma televizyonlar, radyo, bilgisayar ve uçaklar bu sektörden gelişmişlerdir.
- Teknolojinin en uç noktası olan askeri sanayinin gelişmesinde etkilidir. Endüstriye sahip olmak çok sayıda silahın, füzenin, gemilerin ve kitle imha silahının üretilmesini sağlar. Aynı zamanda askeri sanayi çok büyük iş gücü gerektirir. - Bir ülkenin kendi kendine yetebilmesini sağlar. Zenginlik, para ülke içinde kalır ve dışarıya bağımlılığı en aza indirir veya yok eder. Aynı zamanda emek, emek olarak kaybolup gitmez, yerine üretilmiş bir ürün olarak ülke içinde kalır. - İhracatı artırır, dolayısıyla ekonominin gelişmesine katkı sağlar.
Bu sebepten endüstriyel bir üsse sahip olmak bir ülkenin bağımsız ekonomisi için gereklidir, bu sayede ülke kendisi için önemli olan kritik ürünleri üretebilir. Aynı zamanda köklüdeğişim
- Temelde bilim ve teknolojik gelişmelere öncülük eder, mühendisler, bilim adamları
33 Serdar
aralık 2009
islam ve sanayi kalkınması … amaçla yapılması gereken esasi iş, tüm iş kollarının ve sanayinin temelini oluşturan ağır sanayi hamlesinin mutlaka yapılması ve üretimin savaş sanayisi üzerine bina edilmesidir. Bu toplumsal tüm ihtiyaçların karşılanmasını ve ümmetin bu dünyada da hak ettiği yaşam biçiminin önünü açılmasını sağlayacaktır. Ve elbette İslam‟ın tüm dünyaya yayılmasının fikirle birlikte itici gücünü oluşturacaktır. Böylece Amerikan rüyası sona ererken, 21. Yüzyıl dünyası Allah‟ın izniyle İslam‟ın hayata geri dönüşüyle kendine gelecektir.
üretimin ve rafine etme yöntemlerinin daha iyi ve daha verimli yollarını ararlar. Sonuç İslam, İslam âleminin atması gereken adımlarını dosdoğru bir yol üzere açıkça ortaya koymuştur. Davanın ve Risâletin yayılmasını İslâm‟ın dış siyasetinin temeline koymuştur. İslam âlemi, Batı tarafından kalkınma modeli olarak savunulan ve kendilerini hiçbir zaman kalkınmaya götürmemiş modelleri terk etmelidir. İslam âlemi bütün gerekli kaynaklara sahiptir ve hedeflerine ulaşmak için bu yükü sırtlanacak büyük bir nüfusu vardır. Bu
köklüdeğişim
34 Serdar
aralık 2009
İbrahim Er
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Kürt Meselesi İçin Ortaya Konulan Çözümler Aslında Problemin Kendisidir Gün geçmiyor ki insanların başına yeni musibetler gelmesin, maruz kaldıkları problemler yüzünden büyük sıkıntılar yaşamasınlar. Genelde tüm insanlık, derinden hissettiği ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere, ruhi ve insani/ahlaki değerlerde yaşadığı çöküntülerle kapitalizmin pençesinde çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Özelde Müslümanlar ise; devletlerini kaybedip de küfrün eline düştüklerinden bu yana, kendilerinde var olan servetleri yağmalama peşine düşen kâfirlerin tasallutu altında akıl almaz muamelelere maruz kalıp, çok ağır şartlarda ve zillet içerisinde yaşar hale gelmişlerdir. Yaklaşık bir asırdır, kâfirler tarafından Müslüman kanının akıtılmadığı tek bir gün dahi yoktur. Bir taraftan yağmalanan mallar, kirletilen ırzlar, çocuk, yaşlı ve kadın demeden katledilen masum insanlar, diğer taraftan da sırf Allah‟a (Subhanehu ve Teâlâ) iman edip, O‟nun dinini yüceltmek için mücadele veren ve ümmeti tekrar eski izzetli ve şerefli günlerine döndürerek, yaşadığı bu zilletten kurtarmak için İslami hayatı yeniden başlatmayı ölüm kalım meselesi haline getirmiş olan Müslümanların başlarına gelenler…
Birinci Dünya Savaşı tamamlandığında, Osmanlı İslam Devleti müttefikleriyle birlikte mağlup ilan edildikten ve toprakları parçalandıktan sonra, ümmetin bağrında ortaya çıkan binlerce problemden bir tanesi de ulusal devletlerin oluşturulmasıdır. İdeolojik yapıyı parçalayan sömürgeciler, oluşturdukları yeni devletçiklere ulusal kimlikler vererek, milliyetçilik ve vatancılık söylemleriyle kardeşlerin arasına çektikleri sınırları sağlamlaştırıp, onların birbirleriyle olan bağlarını tamamen yok etmenin zeminini oluşturdular. Nitekim bunda da başarılı oldular. Artık her ulus kendisini dünyanın en üstün ulusu olarak görmeye başlamış, vatanının kutsallığı ve bir karış toprağının dahi feda edilemeyeceği ve bunun için canların bile verebileceği nidaları İslam beldelerinde yankılanır olmuştur. Ancak bu ulus devletlerinden her biri, bu cahiliye naralarıyla meşgul olurlarken, geride bıraktıkları ve kendi yüzölçümlerinden en az yirmi kat daha fazla olan İslam topraklarının ne anlam ifade ettiğini fark edecek durumda değildiler. Arap, Kürt, Türk ve daha niceleri asırlar boyu İslam kardeşliğiyle birbirlerine bağlanmışlar, izzet ve şerefin doruklarına ulaşmışlar ve üzerlerine İslam‟ı tatbik eden ve âleme de bu risaleti bir hidayet ve nur kaynağı olarak taşıyan bir devletin tebaası olarak beraberce yaşamışlardır. Ancak bugün geldikleri nokta onları; sömürgecilerin çıkarları doğrultusunda birbirlerini düşman olarak görmeye ve onların empoze ettiği fikirler uğrunda birbirlerinin kanlarını dökmeyi mubah saymaya kadar götürmüştür.
Kapitalizmin bitip tükenmeyen problemlerinin dünyayı kaosa sürüklediği ve insanlara zelil bir hayat yaşattığı inkâr edilemez bir gerçektir. İnsanları açlığa ve sefalete sürükleyen ekonomik krizleri, dünyanın neredeyse tamamında var olan siyasi krizler, mal ve servetlerine göz dikildiği için savaş ve isyanların hiç bitmediği üçüncü dünya ülkeleri, ümmetin uyanmasını engellemek ve servetlerini yağmalamak için işgal edilmiş İslam beldeleri, işbirlikçi ajan yöneticiler, yurtlarından sürülen insanlar, patlayan bombalar, katledilen milyonlarca masum insan v.b. kapitalist nizamın tatbikinin sonucudur. köklüdeğişim
Bu ulus devletlerinden birisi olan Türkiye; coğrafik konumu ve Hilafetin son kalesi olması sebebiyle, sömürgeciler açısından diğer beldelere nazaran daha fazla önem arz etmiş-
35 Serdar
aralık 2009
kürt meselesi için ortaya … tir. Aynı zamanda bu bölge; gerek Birinci Dünya Savaşı sırasında ve gerekse daha sonraki dönemlerde, kurtuluş umudunu yitirmeyen ve İslami hayatın yeniden başlayacağı günü özlemle bekleyen, ümmetin uyanık evlatlarının bakışlarını en fazla yönelttikleri bir bölgedir. İşte bu sebeplerden dolayı sömürgeciler bu bölgede açıktan gayri İslami bir devlet kurdurmuşlar, vatancılık ve milliyetçilik gibi gayri İslami fikirleri yerleştirmede ve zihinleri tamamen dumura uğratma hususunda ziyadesiyle gayret göstermişlerdir. Daha sonraki dönemde de laiklik kavramını yerleştirmeye ve İslami olan bütün hususları silmeye aşırı önem vermişlerdir. Onların taarruzu o kadar şiddetli olmuştur ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu andan itibaren, bu topraklarda İslam‟dan olan ne varsa hepsi çok şiddetli bir şekilde ortadan kaldırmak için tüm cehtlerini sarf etmişlerdir.
daha eskidir. Ancak dönemin süper gücü olan İngilizler, dört devletin topraklarında yer alacak şekilde ve kendisinin bölge üzerindeki çıkarları tehlikeye düştüğünde sigorta görevi oluşturmak kastıyla Kürtleri azınlık olarak bıraktı. Böylece bölgede kendi egemenliği tehdide maruz kaldığında, tahrik ederek harekete geçirebileceği, karışıklık çıkarıp müdahale ortamı oluşturabileceği bir yapı oluşturmuş oldu. Nitekim bugün olduğu gibi birçok dönemde, değişen güç dengelerine göre, bölge halkı milliyetçi tahriklerle harekete geçirilerek, sömürgeci kâfirlerin Ortadoğu‟daki çıkarlarına yönelik olarak kullanılmak istenmişlerdir. Halkın bir kısmı bu oyunlara gelmese de sistemin başarısız olduğu söylenemez. Bugün; “Demokratik Açılım”, “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” veya “Kürt Sorunu” diye adlandırılan bu meselenin ortaya çıkış nedeni, bizzat kapitalizmin kendisidir. Milliyetçilik ve vatancılık kavramlarının vakıasında da asla birleştiricilik unsuru yoktur. Bu kavramlar yalnızca bölünmeyi ifade eder. Mesela bugün Türk dünyası diye bilinen ve dünyanın yer altı ve yerüstü zenginlikleri açısından büyük önem arz eden bu bölgesinin, Türk Milliyetçiliği fikriyle birleşmesi gerekmez miydi? Hatta yalnızca Kıbrıslı Türklerle bile birleşemeyen, aynı düşünemeyen (Annan Planı‟nı hatırlayalım), kısacası ortak fikir, duygu ve nizamlar oluşturup da tek bir toplum haline gelemeyen bir Türk milliyetçiliği, önümüzde somut bir vakıa olarak durmaktadır. Mesela Türkiye –Suriye sınırını düşünelim; Bir Türk için tel örgünün bu tarafını kutsal yapıp diğer tarafını kutsal olmaktan çıkaran nedir? Biz şunu çok iyi biliyoruz ki o sınırlar, dönemin sömürgeci gücü İngilizler tarafından masa başında çizilmiştir. Hatta sınır, bazı köylerin tam ortasından geçmektedir. O zaman kutsallığın kriteri nedir? Irak sınırının öbür tarafında katledilen Müslümanlara kayıtsız kalmamızın sebebi aradaki o sınır değil midir? Asırlar boyu bir arada ya-
İşte Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte İslam‟a yapılan bu taarruzları fark eden, Hilafetin farziyetini ve ümmet için önemini çok iyi idrak etmiş bazı ihlâslı Müslümanların kıyamlarına tanık olundu. Bunlardan en önemlisi 1925 yılındaki “Kürt Said‟in” kıyamıdır. Bu kıyam, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı ve milliyetçi Kürtlerin bir isyanı, yani “Şeyh Sait İsyanı” olarak tarih kitaplarındaki yerini aldı. Ulusalcılığa dayalı olarak kurulan ve sınırları içerisindeki diğer milletlere yaşama hakkı tanımaya pek niyeti olmayan Türkiye Devleti için bu durumu kullanmak hiç zor olmadı. Ayrıca bu tarih, aylardır gündemi meşgul eden Kürt sorununun fiilen başlatıldığı tarihtir. Bu olaydan sonra o bölgede Kürtlere karşı sistematik bir sindirme politikası başlatıldı. 1937 yılındaki Dersim olaylarının bastırılması, bu sürecin en kanlı olaylarına sahne olmuştur. Bölge itibarıyla baktığımızda, Osmanlı Devletinin “Diyar-ı Kürt” olarak adlandırdığı bu bölge bir Kürt toprağıdır. Onların oradaki varlığı, Türklerin Anadolu‟daki varlığından köklüdeğişim
36 Serdar
aralık 2009
kürt meselesi için ortaya … şamış bu ümmetin parçalanmışlığını görmek için daha ne gerekiyor?
tik Açılım Projesi” söylemidir. Kapitalist sistemde ortaya çıkan bütün problemlerin çözüm adresi, bu meselede de olduğu gibi demokrasidir. Aklıselim sahibi herkes; bu problemin ortaya çıkış sebebinin kapitalist ideoloji olduğunu, bu ideolojinin hayat sahasına indiğinden beri, insanlığa bozgunculuktan başka bir şey vermediğini açık bir şekilde görebilir. Sömürgeci kâfirler tarafından Osmanlı İslam Devletinin yıkılıp, yerine ulus devletlerinin kurulması ve Müslümanların hayatlarında gayri İslami bir yaşantının egemen olması bu sorunun sebebidir. Kısacası bu sorunun sebebi; kapitalist ideoloji ve onun akidesi olan laiklikten kaynaklanan menfaatçi bakış açısı ile yine aynı akideden fışkıran ve hayat nizamlarının kaynağını yani insan aklı ürünü hükümleri ifade eden demokrasidir. Şimdi aynı ideolojinin başka temsilcileri, bu problemin çözümü olarak problemin ortaya çıkış sebebini gösteriyorlar. Onlar; özgürlükler, demokrasi ve insan hakları gibi vakıası olmayan sahte söylemlerle gerçek yüzlerini gizleyerek ve problemleri güya bu kutsal kriterlerle çözdükleri ve ıslah edici oldukları görüntüsünü vererek insanları kandırmaktadırlar.
Ulusal Devletlerin en bariz özelliklerinden biri, ulusal bağımsızlığı kutsallaştırmalarıdır. Peki, burada kutsal olan hangi ulusun bağımsızlığıdır? Kürtlerin o bölgedeki varlıkları, Türklerin Anadolu‟daki varlıklarından daha eski olmasına rağmen ve oraların Kürt toprağı olduğu tarihsel bir gerçek iken, bu mantık ile Kürtlerin kendileri üzerine kurulan bir Türk Devletini tanımalarını nasıl bekleyebilirsiniz? Mevcut durum, kendi ulusal egemenliğini tesis etmek için, bir başkasının ulusal egemenliğini engellemek değil midir? Onların Kürt olduğu bariz iken ve Türk olmaları da mümkün değil iken, onların Türk ulusunun bir parçası olmaları nasıl beklenebilir? Ya da neden Türk olmaktan mutlu olsunlar? Bu durumun çelişkileriyle ilgili sorular daha da artırılabilir. Ancak buradaki kastımız ne Türkler, ne de Kürtlerdir. Kastımız yalnızca, ümmete sirayet eden milliyetçilik hastalığının, ümmetin evlatlarını düşürdüğü duruma dikkat çekmek ve “Milli Birlik ve Kardeşlik “ projesinin bir aldatmacadan öte olmadığını göstermektir. Bu meselenin aylardır gündemi meşgul etmesinin sebebi kesinlikle, yıllardır ezilen ve yok sayılan Kürt halkının haklarını gözetip, onların sıkıntılarını gidermek değildir. Yapılan bu hamleler yalnızca ABD‟nin, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin” hayata geçirilmesiyle ilgili adımların atılmaya başlanmasıyla ilgilidir. Bu süreçle birlikte Türkiye‟nin, “içeride ve dışarıda sıfır problem” sloganıyla hareket ettiğini görmekteyiz. Bu ise ABD‟nin Ortadoğu‟daki bekasıyla ilgilidir. O‟nun bu bölgedeki varlığı ise bölge üzerinde oluşturacağı istikrara bağlıdır. Böylece bölge üzerinde çıkar gözeten başka güçlerin, istikrarı bozacak ortamları bulma imkânları ortadan kalkmış olur. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bu husustaki gayretleri bu yüzdendir.
ْن ُْ ض ْقَالُوْْإ ْإِن َما َْن ْح ِْ لَ ْتُ ْف ِس ُدوْْإ ْ ِفي ْإأل َْر ْ ْ ل ْلَيُْْم َْ َوِإ َذإ ْ ِقي َْ ونْ َولَ ِكنْلَْْي ْش ُع ُر ون َْ ون أَلْإِنيُْْمْ ُىُْمْإ ْل ُم ْف ِس ُد َْ صِم ُح ْ ُم “Kendilerine: "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" dendiği zaman, „Bizler sadece ıslah edicileriz‟ derler. Bilesin ki onlar fesatçıların ta kendileridir de, bunun farkında değiller.” (el-Bakara 11-12) İşte kapitalizmin problem çözme yöntemi budur. Şu an dünyadaki var olan bütün problemlerin sebebi kendileri olmasına rağmen, sadece söylemleri değiştirerek ve suni gündemler oluşturarak, insanların bakışlarını başka yönlere çekmek suretiyle problemin üstünü örterler. Ancak problem hala ortadadır. Onların uyguladıkları kriz politikaları da yine aynı şekildedir. Sistem çıkmaza girdiğinde kasıtlı krizler oluşturarak insanları sı-
Kürt meselesinin çözümüyle ilgili olarak kullanılan söylemlerden birisi de, “Demokraköklüdeğişim
37 Serdar
aralık 2009
kürt meselesi için ortaya … kıntıya sokarlar ve sonra da insanlara biraz nefes aldırarak, insanların kendilerine ve ideolojilerine olan güven duygularını tazelerler. Bu şekilde yine problemin üzerini örtmüş olurlar.
basit menfaatler için bile insanları birbirleriyle mücadele eder ve birbirlerinin kuyularını kazar hale getiren, insanları tamahkâr yapıp, ekmek kavgası ve hayat mücadelesi gibi kavramları bu hayatın içerisine sokan, milliyetçilik fikri gibi sürekli çekişme ve hasımlaşmaların kaynağı olan bir fikri hayat sahasına pompalayan bir ideolojinin, kardeşlik tesis etmesini beklemek cahillikten ve saflıktan başka bir şey değildir.
Yine Kürt meselesiyle birlikte zikredilen kardeşlik kavramına gelince; insanlık tarihi boyunca, İslam‟dan başka hiçbir fikir sistemi insanlar arasında kardeşlik bağı oluşturmayı başaramamıştır. Bundan sonra da asla başaramayacaktır. Çünkü kardeşlik kavramı İslam‟a has bir kavramdır. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
Sonuç olarak sömürgeci kâfirler, Müslümanlar üzerindeki projelerini bütün hızıyla uygulamaya devam etmektedirler. Müslümanlar üzerinde görülen bütün sıkıntıların tek bir çözümü vardır. O da; İslami hayatı yeniden başlatmak için, Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)‟in metodunu karışı karışına takip ederek II. Raşidi Hilafet Devletini kurmaktır. Bu çalışma bizi, Allah (Celle Celâlûhu)‟ın rızasına ulaştıracak tek çalışmadır. Ki o çalışma ancak Rasul(sav)‟in Mekke de takip etmiş olduğu yoldur. Müslümanları kâfirlerin tasallutundan kurtaracak ve eski izzetli ve şerefli günlerine döndürecek yegâne çözüm budur.
َصمِ ُحوا َب ْي َن أَ َخ َوْي ُك ْم ۚ َواتَّقُوا المَّ َو َ ُإَِّن َما ا ْل ُم ْؤ ِمن ْ ون إِ ْخ َوةٌ فَأ ون َ “ لَ َعمَّ ُك ْم تُْر َح ُمMüminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah‟a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (el-Hucurat 10) Türk ve Kürt kardeşliğini bu zamana kadar yalnızca İslam tesis edebilmiştir. Aynen diğer milletleri de tek bir ümmet yapıp, tebaası içinde kardeşlik tesis ettiği gibi. Bugünkü “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” diye anılan husus ise buram buram sahtelik kokmaktadır. Çünkü Kapitalizm gibi vahşi bir ideolojinin kardeşlik tesis etmesi söz konusu bile olamaz. Ruhi yönü olmayan akidesi, ferdiyetçi ve menfaate dayalı bakış açısıyla dünyayı bir mücadele sahası haline getiren, en
köklüdeğişim
ِ “ لِ ِمثْ ِل ََٰى َذا َف ْميعم ِل ا ْلعÇalışanlar, böylesi ون َ ُامم َ ََْ bir kurtuluş için çalışsınlar.” (Saffat 61)
38 Serdar
aralık 2009
Kimyager S. Güden
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Erdoğan‟ın İran Ziyareti Başbakan Recep Tayip Erdoğan 26-28 Ekim tarihlerinde İran‟a resmi bir ziyarette bulundu. Erdoğan‟a bu ziyaret esnasında Dışişleri ve Enerji Bakanları ile Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı, milletvekilleri, çok sayıda gazeteci ve işadamının bulunduğu bir heyet eşlik etti. Bu heyet İran Devrimi‟nden bu yana Türkiye‟yi temsilen İran‟a giden en kalabalık heyet olma özelliğini taşımaktadır. Heyet içerisinde bulunan enerji ve ekonomiden sorumlu devlet bakanları ziyaretin asıl amacı için bizlere açık bir delil olmaktadır. Bundan da anlaşılmaktadır ki bu ziyaretin en büyük amacı ekonomi, özellikle de enerjidir.
sınız bu çıkış sonrasında Halife ve Erdoğan isimleri bazı ülkelerde pankartlarda yan yana gelmiş ve bu durum bizi şaşırtmıştı. Hatta bu tepki bizim için yakında kurulacak olan Raşidi Hilafet Devleti‟nin sonrası için bir müjde niteliğindeydi, çünkü bu tepki ümmetin Hilafet‟e olan özlem ve birleşme arzusunu gözler önüne sermekteydi. Son zamanlarda da Erdoğan‟ın “İsrail‟e” karşı yaptığı (yaptırılan) çıkışlar artmış ve ümmet içerisinde bu tepkiler puan olarak Erdoğan‟ın hanesine yazılmıştır. İşte dönen bu dolapların hepsi sömürgeci kapitalistlerin saadet(!) anlayışlarının birer tezahürüdürler. Çünkü onların mutlu olması yani bu hayattan zevk almalarının yolu kendi tarifleriyle sonsuz sayıda olan uzvi ihtiyaç ve içgüdülerinin doyurulmasından geçmektedir. Bu anlayışlarıyla hayvandan farkı kalmayan kapitalist kâfirler bu hedefe ulaşmak için toplumları katletmekten, aç ve susuz bırakmaktan ve servetlerini yağmalamaktan hiçbir zaman çekinmemektedirler. Güçlü olanın güçsüzü yediği orman kanunlarıyla dünyayı vahşi bir ormana çevirdiler. İşte bu ormanda ümmet ise aç hayvanların başına üşüştüğü bir yem oldu. Aynı Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)‟in şu hadisinde buyurduğu gibi:
Son zamanlarda Türkiye, ABD‟nin kendisine biçtiği „Neo Osmanlı görünümlü Amerikan maşası‟ rolüne iyice soyunmuş, artık tüm dış politikasını bu minvalde sürdürür olmuştur. İşte bu ziyaret de ABD açısından bu role göre en önemli ziyaretlerden biriydi. Çünkü ABD‟nin Türkiye‟ye verdiği bu rolün en büyük amaçlarından birisi de ABD‟nin açık açık yapamadıklarını Türkiye eliyle yapmak, giremedikleri yerlere de Türkiye‟nin ayağıyla girmektir. Peki, şu an dünya devleti konumundaki ABD buna neden ihtiyaç duymaktadır? ABD‟nin böyle bir maşaya ihtiyacı vardır çünkü tutmak istediği kor ümmettir. İslam ümmetinde iki dönem üst üste başkan olan Bush‟un etkisiyle oluşan nefreti, ateşi ancak Türkiye gibi bir maşayla kontrol edebilirler. İşte bu yüzden ABD‟nin bu bölgede bir maşaya ihtiyacı vardır ki servetlerimizi daha kolay sömürebilsin.
يوشك أن تداعى عميكم األمم من كل أفق كما تداعى األكمة عمى ٍ ٍ يومئذ أنتم:يومئذ؟ قال قمنا يا رسول اهلل أمن قمة بنا: قال،قصعتيا ، ينتزع الميابة من قموب عدوكم،كثير ولكن تكونون كغثاء السيل حب الدنيا وكراىية: قمنا وما الوىن ؟ قال،ويجعل في قموبكم الوىن الموت
Bu oyunda Müslümanları rahatça kandırabilmek için yumuşak karnımız olan Filistin öncelikle kullanılmaktadır. Çünkü İslam ümmetinin en hassas olduğu nokta “İsrail”Filistin meselesidir. Geçtiğimiz aylarda Erdoğan‟ın „one minute‟ çıkışı ümmetin liderliğini üstlenmek için Türkiye‟nin yaptığı bir çıkış olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatırlarköklüdeğişim
“Yiyicilerin (oburların) tabakları üzerine üşüşmeleri gibi Ümmetlerin (diğer milletlerin) her taraftan sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır.” Dedik ki: “Yâ Rasul Allah! Bu, bizim o zaman (sayıca) çok az olmamızdan dolayı mıdır?” Dedi ki: “Siz o zaman çok olursunuz, velâkin selin köpüğü gibi köpükler olursunuz ki
39 Serdar
aralık 2009
erdoğan‟ın iran ziyareti … düşmanlarınızın kalplerinden sizin heybetiniz çıkar ve sizin kalplerinize de Vehn girer.” Dedik ki: “Vehn de nedir?” Dedi ki: “Hayatı sevmek ve ölümü kerih görmektir.” (Ahmed İbnu
“Onlar tuzak kuruyorlar ve Allah‟ta tuzak kuruyor. Hâlbuki tuzak kuranların en hayırlısı Allah‟tır.‟‟ (el-Enfal 30) Sömürgeci kâfirler ümmet üzerinde tuzak kurarken Allah da onlara biz mümin gençlerin eliyle bir tuzak kuruyor. İşte bu en hayırlı tuzak ise Rasulü‟ne vaad edip verdiği İslam Devleti‟dir. İşte bugün de bu vaad bizim için geçerlidir. Çünkü Rabbim Nur Suresi 55. Ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır.
Hanbel rivâyet etti.)
İşte bu hadisi şerifte de belirtildiği üzere bizler bugün sömürgeci kapitalistlerin kendi zevkleri için sömürdüğü bir ümmet haline geldik. ABD bu amacına ulaşsın diye başımızdaki kukla yöneticiler adeta yarışmaktadırlar. İşte bu son İran ziyareti de bu yarıştan bir örnekti. Özellikle son yıl içerisinde hayata geçirilmesi hızlandırılan Nabucco projesi ABD‟nin İslam ümmetini sömürmek için hazırladığı en büyük projelerden birisidir. Bu projeyle ümmetin doğalgazı sömürülecek ve kâfirlere peşkeş çekilecektir. Bu projenin hayata geçebilmesi için özellikle dünyanın en büyük ikinci doğalgaz rezervine sahip olan İran‟ın bu projeye katılması ABD için elzemdir. İşte bunun içindir ki ABD İran‟la sözde küs konumunu bozmamak için bu konuyu da bölgedeki maşasına yani Türkiye‟ye devretmiştir. Yazımın başında da belirttiğim üzere bu ziyaretin asıl amacının enerji olduğu gayet açıktır. Erdoğan bu ziyarette İran‟la sömürü planı Nabucco için anlaşmış ve gerekli imzalar atılmıştır. Allah Subhânehu ve Teâlâ Yüce Kuran‟ında söyle buyurmaktadır:
ْض ِْ اتْلََي ْستَ ْخمِفَنْيُمْ ِفي ْ ْإأل َْر ِْ آم ُنوإْ ِمن ُك ْْمْ َو َع ِممُوإ ْإلص ِال َح َْ َو َعَْدْإلم ْوُْإل ِذ َ ْين ِ ِ ِ ِ ِّ ْضى ْلَيُْْم َْ ف ْإل ِذ َْ َإستَ ْخم َ َين ْمن ْقَْبم ِيْْم ْ َولَُي َمكَننْ ْلَيُْْم ْد َينيُُْم ْإلذي ْ ْإرت ْ ْ َك َما ِ ِ ِ ْون ْبِي ْ َش ْيًئا ْ َو َمن ْ َكفَ َْر َْ ل ْ ُي ْش ِرُك َْ ْ وننِي د ب ع ي ْ ا ن َم أ ْ ْ م ي ف و خ ْ ْ د ع ب ْ ن م ْ م ي ِّ َ ُ ُْ َ ً ْ ْ ْ َ ْ َ ُ َولَُيَب ِّدَلن ِ ِ َْ ُكْ ُْىُْمْإْلفَاسق ون َْ كْفَأ ُْولَئ َْ َِب ْعَْدْ َذل
„‟Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için rıza gösterdiği dinlerini (İslam‟ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaad etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana şirk koşmazlar. Artık her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir.‟‟ İşte bugün bizler bu vaade kulak vermeli, bütün dünyanın kurtuluşu için yakında kurulacak olan Raşid-i Hilafet Devleti için çaِ ل ْإْلع lışmalıyız.ون َْ ُامم ِْ “ ْلِ ِم ْثÇalışanlar işte َ ْْ ل ْ َى َذإ ْ َفْمَي ْع َم böylesi bir iş için çalışsınlar” (es-Saffat 61)
ِ ونْويم ُك ْرْإلمّ ْوْوإلمّ ْوْ َخ ْي ْرْإْلم اك ِرين َ ُ ُ َ ُ ُ ْ َ َ َْ َوَي ْم ُك ُر
köklüdeğişim
40 Serdar
aralık 2009
Halime Aydın
gündem
bilgi@kokludegisim.net
86. Yılında Cumhuriyet “Cumhuriyet fazilettir, cumhurun egemenliğidir, hürriyettir, karanlığa gömülmüş bir halkın kurtuluşudur” denir yıllardır. 86 yıldır öve öve bitirilemeyen cumhuriyet, inkılâplarıyla, ilkeleriyle, ölçüleriyle, kırmızıçizgileriyle beraber anlatılmaktadır. Baştan sona cumhuriyet tarihi ezberlenmekte ve ezberletilmektedir. Bu tarihin hangi üsluplarla yazıldığı, arka planında kalanlar, oynanan oyunlar ört bas edilerek… Halkın özüyle çelişen inkılâpların nasıl dayatıldığından, kanla uygulanan kanunlardan, zihinlere vurulan kelepçelerden, sırtlara yüklenen yüklerden bahsedilmeden. Oysaki aynadan yansıyanlar ihanet ve zulümden başkası değildir.
Tüm bunların gölgesinde cumhuriyetin 86. yılı geçtiğimiz ay kutlanmıştı(!). Aslında bu milletin haline bakıldığında, insanlık dışı vahşet olayları irdelendiğinde, geçim sıkıntısı çeken, vergilerle, faizlerle, zamlarla bunalan toplumun psikolojisi göz önüne alındığında, dumura uğramış maneviyatlar hissedildiğinde, kaybedilenler, yitip gidenler hesap edildiğinde, kutlanacak değil de yası tutulacak çok şeyin olduğu anlaşılacaktır. Buna rağmen bu yıl ki kutlamalar, azımsanmayacak derece de maddi imkânlar kullanılarak kutlanmıştır. Kutlamaları daha ihtişamlı hale getirmek için çalışılmıştır. Halkın bu kutlamalara olan ilgisinin arttırılması adına. Bu ülkede “Atatürk‟ü çok seviyoruz çok şükür” şeklinde ki alt yazılarla haberler yayınlanıyorsa, muhakkak ki bu cumhuriyete dair bir soğukluğun oluşmasından duyulan daimi bir korku olduğu içindir. Bu yıl ki organizasyonlar içinde en dikkat çeken iki vakıayı paylaşmak istiyorum inşAllah. Bunlardan birincisi; İstanbul valisi Hilmi Güler‟in, Dolmabahçe de verdiği cumhuriyet resepsiyonunda pastadan çıkan Atatürk heykeli idi. Taklit hastalığına tutulmuş insanların, taklit etmek adına düştükleri durumun bir yansıması olmuştur bu olay. İkincisi de; dini ibareler görmeye alıştığımız cami mahyalarında “cumhuriyet fazilettir” ibaresinin yerleştirilmesi idi. Bu vakıa da dini geri plana atmayı temel edinmiş bir rejimin, ihtiyaç duyduğunda dini istismar etmesinin bir ürünüdür şüphesiz. İşte bu karelerle beraber cumhuriyetin 86. yılı Türkiye‟de ve Müslümanlar tarafından kutlanmıştır.
Cumhuriyetin, cumhurun egemenliği olup olmadığı, cumhuriyet tarihinin ilk dönemlerindeki baskıcı sistemlere nazaran, yine de sınırları çizilen bazı fikirlerin, daha açık tartışıldığı bugünün Türkiye‟sinde de zaman zaman tartışılan bir konudur. Tabi ki cumhuriyetin cumhurun egemenliği olduğu, bazen halk için halka rağmen bazı yaptırımların geçmişte uygulandığı ifade edilir. Bugün tarihi bilgilere ulaşmak, geçmişe nazaran daha kolay hale gelmiştir. Bu durum bazı gerçeklerin saklanamamasına yol açmaktadır. Buna karşın cumhuriyetçilerin her daim kendilerini savunabilecekleri bahaneleri olabilmektedir. Ancak sığ bir bakış açısından sıyrılan biri için, cumhuriyetin cumhurun egemenliği olmadığını anlamak zor olmamaktadır. Bunu kanıtlayabilecek somut vakıalar her geçen gün yinelenmektedir. Egemen olan birileri vardır elbette. Ancak tarihin hiçbir sayfasında bu egemen güç cumhur olmamıştır. Cumhurun yerine egemen olanlar kapital sahipleri olmuştur her daim. Eğer egemen olan güç söylenildiği gibi cumhur olsaydı, ne düşünceleri mahkûm edilenler olurdu bu ülkede, ne de sömürülen halkın tarih ilerledikçe şiddetlenen isyanları… köklüdeğişim
Ortada kutlanması gereken bir vakıa olup olmadığını idrak etmek açısından bugünün Türkiye‟sini siyasi ve ekonomik açıdan irdelemekte fayda olacağı muhakkaktır. Türkiye‟nin bugününü bu açılardan ele alalım inşAllah;
41 Serdar
aralık 2009
86. yılında cumhuriyet … Türkiye siyasi arenada büyük depremler yaşamış, devletin halk ile bütünleşmekten, uyuşmaktan aciz kaldığı bir ülkedir. Yönetenlerin, iktidar olanların arkasında, gözetleyiciler olarak uzun yıllar sözde iktidara egemen olmuş, gizli yapılanmaların olduğu bir ülkedir. Diğer İslam beldelerinde olduğu gibi… Bu nedenle zaman zaman iktidar oldukları halde muktedir olamadıklarını, bazı iktidarlar dile getirmişlerdir. Halk istediği kadar egemen olduğunu söz sahibi olduğu zannetsin, halkın egemenliği teoride bile mutlak olmamıştır. Seçimlerin ardından kazanan partiden geriye, farklı fikirlere sahip bir yığının olması teorik manada da çoğunluğun kazanamadığını ispatlar niteliktedir. Bunlardan daha önemlisi de Türkiye, dünyayı sömüren lider devletlerin iştahlarını kabarttığı bir ülke olmuştur her zaman. Yıllarca milliyetçiliği, laikliği, merkeziyetçiliği, üniter devlet olgusunu ön plana çıkaran ve bu çizgiler etrafında siyaseti yönlendiren İngilizlerin güdümü altında kalmış Türkiye; şimdilerde daha liberal, daha ılımlı tavırları ile kemalistleri korkutan Amerika‟ya hizmet etme aşkı ile yanıp tutuşan liderlere sahip bir ülkedir. Bu devletlerin sömürmek adına giriştikleri savaşın Türkiye gibi halkı Müslüman olan ülkeler de ki yansımaları çok feci olmuştur.
hibe edilmesidir. Hem de Müslüman yöneticiler tarafından… Kâfirlerin kullandığı, zayıf karakterli bu yöneticiler olmasa idi, maneviyattan yoksun, şeytanın dostları olan bu devletlerin, Müslümanların bütün zenginliklerine hâkim oldukları halde, hala Müslümanlardan korkan, İslam korkusunun kendilerinde kâbus haline geldiği bu korkak devletlerin, dünya üzerinde bu kadar hâkimiyet kuramayacakları muhakkaktır. Bu bağlamda son zamanlarda Türkiye ve Ortadoğu‟da sıkça tartışılan “Yeni Osmanlıcılık” kavramı ve bu noktada Türkiye‟den beklentileri değerlendirelim inşAllah. Son yıllarda daha çok gündeme getirilen bu akıma göre Türkiye‟nin, iktisadi, kültürel, siyasal olarak eski Osmanlı coğrafyasının parçaları olan yeni ülkelerle tarihsel bir birliktelik söz konusu olduğu için ayrılmaması olarak ifade edilir. Bu konuda “Osmanlı ruhu içimizde yaşamaya devam ediyor” gibi sözlerin ortalıkta dolandığını, hatta bu amaçla eserlerin kaleme alındığını görüyoruz. Örneğin; Mustafa Armağan “Geri Gel Ey Osmanlı” isimli kitabında şu ifadelere yer vermiştir; “Osmanlı‟ya düz anlamda bir geri dönüş mümkün değil tabii ki. Ancak ben burada Osmanlı‟nın geri dönüşünden bahsediyorum, bizim ona dönüşümüzden değil. Faulkner'ın kehaneti çıkıyor galiba; geçmiş dalga dalga bizim üzerimize geliyor. Osmanlı ruhunun, vizyonunun, emperyalizme karşı şanlı direniş macerasının, Cebelitarık'tan Hind yarı kıtasına, Ukrayna içlerinden Ümit Burnu'na, İzlanda'dan Hazar Denizi kıyılarına kadar uzanan otuz tane Türkiye çapında şaşılası büyüklükte ki bir coğrafyada, 6 yüzyıl boyunca gerçekleştirilen o muhteşem organizasyon ve medeniyet birikiminin bizi yeniden kucaklamasından söz ediyorum. 'geri gel ey Osmanlı', zaten gelmekte olan bir dalgayı haber veriyor sadece. ”
Tarihin akışı ile beraber Türkiye, bugün pek çok değişikliğe şahit olmuştur. ABD‟nin geliştirdiği “Yeni Dünya Düzeni” ve “Büyük Ortadoğu Projesi“ gibi planlar ekseninde Türkiye‟ye önemli roller biçildiği artık gizli bir husus değildir. Türkiye‟nin, kâfirin egemenliğini pekiştirmesi noktasında vazgeçilmez olduğu muhakkaktır. Bu ilişkinin kullanan-kullanılan ilişkisi olduğunu anlamak da zor değildir. Konjoktürel anlamda değişen bu süreçte değişmeyen bir şey vardır ki o da şudur; Allah Subhanehu‟nun bereketi ile birçok zenginliğe sahip bir ülkenin, ister siyasi sahada olsun, ister ekonomik anlamda olsun, ister zihniyet bakımından olsun, başka bir devlete köklüdeğişim
Yeni Osmanlıcılık kavramının, Türkiye'ye bu proje ekseninde bölgenin lideri, İslam ülkelerinin başı olmak gibi misyonları yükledi-
42 Serdar
aralık 2009
86. yılında cumhuriyet … ğini idrak etmek gerekmektedir. Erdoğan‟ın Davos çıkışı da, bu planın bölümlerinden biri idi. Öyle ki Ortadoğu‟da Erdoğan‟a karşı müthiş bir ilgiye vesile olmuştu. Örneğin; Lübnan‟da yayınlanan Dar-ül Hayat gazetesinde çıkan bir yazıda "Osmanlı geri gelsin, Erdoğan‟ı da halife olarak seçelim" tarzında ki isteklere yer verilmiştir. Gazetede çalışan bir gazeteci ise görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir; “Olayın ardından görüşümü soran Türk televizyonuna söylediğimi tekrar etmek istiyorum; bir Arap olarak Erdoğan‟ı selamlıyorum. Osmanlı Devleti‟nin geri gelmesini ve Erdoğan‟ı halife seçmeyi çok isterdim Teşekkürler Erdoğan. ”
çilmiştir. Davos çıkışı, Kürt açılımı, PKK‟nın tasfiyesi, Ermeni açılımı, irtica belgesi gibi tanık olduğumuz tüm bu hususlar, ileriye dönük planların uygulanabileceği bir ortam hazırlama çabasının ürünleridir. 86 yıllık bir tarihte gelinen süreç, bu İslam düşmanı devletlere uşaklık yapmaktan başkası olmamıştır. Türkiye bu süreçte ne dik duruşlu, Müslümanların maslahatlarını gözeten, haksızlık etmeyen bir lider yüzü görmüştür, ne de bu liderlerden bir hayır görmüştür. Türkiye‟nin siyasi durumu budur. O halde ekonomik anlamda 86 yıllık cumhuriyet tarihinde ne gibi ilerlemeler olmuştur? Daha doğrusu ilerleme olmuş mudur? Buna değinelim inşAllah…
1992 yılında Refah Partisi milletvekili olarak yaptığı bir konuşmada Abdullah Gül‟de bu akıma yönelik isteklerini şöyle dile getirmiştir; “Bu açıdan bu ikinci Cumhuriyet, Yeni Osmanlıcılık kavramlarını ve bu tartışmaların ortaya gelmesini çok sağlıklı olarak görüyorum ve geleceğe çok ümitle bakıyorum.”
TEPAV (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı), UNICEF ve Dünya Bankası tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen ve 2100 aileye uygulanan Türkiye Refah İzleme Anketi‟ne göre kentlerde yaşayan yoksul ailelerin krizden oldukça olumsuz etkilendiği açıklanmıştır. Zaten bu krizden etkilenenler de yine gariban Müslümanlar olmuştur. Ailelerin yaklaşık dörtte üçünün Ekim 2008 ile Haziran 2009 arasında gelirlerinin düştüğü bildirilmiştir. Ailelerin gelirlerinde ki düşüşe uyum sağlamak için öncelikle, daha ucuz gıdalara yöneldikleri, aynı zamanda gıda tüketiminin miktarında da tasarrufa gittikleri açıklanmıştır. Bu insanlar bu kadar zengin kaynaklara sahiplerken, daha ucuz gıdaları tüketmek zorunda bırakılmışlardır. Anketin gerçekleştirildiği dönemde, katılımcıların üçte birinin elektrik-gaz-su faturalarını ödeyemez duruma düştükleri, %9‟unun en azında geçici süreyle de olsa faturalarını ödeyemediklerinden dolayı bu kaynaklarının kesildiği belirlenmiştir. Ekonomik durumu kanıtlayan örneklerdir bunlar. Hükümet ekonominin büyüdüğünü dile getirmeye devam etse de, varsa eğer bu büyümenin toplum üzerine yansımaması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Ümmetin geçim kaygısına derman olmayacaktır. Gelir elde edebileceği kaynakları kâfir-
İbranice bir dergi olan ve “yönler” anlamına gelen bir dergide de, dış güçlerin, bu planın temellerini seksenli yıllarda oluşturdukları anlaşılmaktadır. 1982 yılına ait bu Siyonist belge de bir “israilli” yazar tarafından “israil” için bir strateji yazısı yazılmıştır. Yazıda, Irak‟ın üçe bölünmesi, her bir parçanın vilayet şeklinde ifade edilmesinden söz edilmiştir. Basra, Bağdat ve Musul‟un ayrılmasından söz edilip, bunun içinde tıpkı “Osmanlı döneminde olduğu gibi” deyimi kullanılmıştır. Küçük etnik ve dini cemaatlerden oluşan bir Osmanlı şeklinde tarifler yapılmıştır. Bu Siyonist belge daha sonraları “ottomanization”, yani “Osmanlılaşma” olarak ve Osmanlı‟ya dönüş olarak isimlendirilmiştir. ABD‟li bir düşünür, ABD, İsrail ve Filistin başlıklı kitabında şöyle diyor; “Bu yeni Osmanlı‟nın güçlü bir merkezi olacak. Eskiden İsrail‟di, şimdi de Türkiye merkez olacak” İşte Türkiye‟ye ABD gibi, İsrail gibi İslam düşmanı devletler tarafından bu tür roller biköklüdeğişim
43 Serdar
aralık 2009
86. yılında cumhuriyet … lere satıp, halkın sırtına yüklediği zamlarla, vergilerle gelir elde etmeye çalışan bir anlayış, asla ekonomik rahatlamayı yaşatamayacaktır bu ümmete. 86 yıldır yaşanan ekonomik krizlerin, bu anlayış hâkim olduğu sürece önümüzdeki yıllarda da devam etmesi, yeni krizlerin yaşanması muhtemeldir.
arıyorlar? Gerçekten izzet tümüyle Allah‟ındır.” (Nisa 139) İşte bu uyarılara kulak asmayan yöneticilerin, Müslümanlara yönelik hiçbir hayırları dokunmayacaktır. Bu güne kadar da dokunmamıştır. Ne Yeni Dünya Düzeni, ne de Yeni Osmanlıcılık projesinin, kâfir devletlerin hâkimiyetlerinin pekiştirilmesinden başkasına faydası olmayacaktır. Erdoğan bu projeler için iyi bir oyuncudur. Ancak her oyunun başlangıcı olduğu gibi sonu da vardır. Bu oyunun sonu da, Osmanlı‟dan dersler çıkararak, Osmanlı‟nın tecrübelerinden yararlanarak, İslam‟ı hâkim kılmak için var olacak bir devletin doğuşu ile gelecektir inşAllah. Eğer Osmanlı‟ya geri dönülmek isteniyorsa, bu dönüş sadece şekli anlamda değil, teşrii anlamda da, Osmanlı‟nın İslamı uygulamada ki hassasiyetleri göz önüne alınarak olmalıdır. Tabidir ki esasi dönüş Osmanlıdan da öte Rasul(sav)‟in müjdesini verdiği, sahabe efendilerimizin ameli olarak bizlere gösterdikleri Raşidi Hilafet devletidir. Bu şekilde bir dönüş ise, kullanılmaya müsait liderler eliyle değil, kâfire hizmet etmek için gözlerinin altına torbalar inen yöneticiler eliyle değil, Raşid bir Halife eliyle gerçekleşebilir.
Günümüz Türkiye‟sinin 86 yılını göz önünde bulundurarak, hangi açıdan irdelersek irdeleyelim sonuç aynı olacaktır; zihniyeti ile kültürü ile toprağı ile ekonomisi ile siyaseti ile esir olmuş bir Türkiye… Dolayısı ile bayram ilan edilecek, kutlanacak zerre kadar bir gelişmenin olmadığı açığa çıkmaktadır. İşte bu yüzden, halkın bu donukluğu idrak etmemesi, cumhuriyete olan bağlılıklarının sağlamlaştırılması adına olsa gerek, bu yıl ki cumhuriyet kutlamaları daha ilgi çekici kılınmıştır. Bu konuda ne kadar imkân seferber edilirse edilsin, bu husus insanına zulmeden bir rejimin uzun bir ömre sahip olamayacağı gerçeğini değiştirmeyecektir. Allahu Teâlâ‟nın uyarılarına sırt çevirerek, hadlerini aşan insanların sistemleri yeryüzüne çakılıp, kalamayacaktır. İşte Allahu Teâlâ‟nın kullarına yönelik müthiş uyarısı; ْإخ َش ْوإ َْْي ْو ًما ْلْ َْي ْج ِزي ْ َوإلٌِْد ْ َعن ْ َولَِدِْه ُْ َيا ْأَيُّيَا ْإلن ْ اس ْإتقُوإ ْ َرب ُكْْم ْ َو ْل ْتَ ُغرن ُكُْم َْ َاز ْ َعن ْ َوإلِ ِدِْه ْ َش ْيًئا ْإِنْ ْ َو ْعَْد ْإلم ِْو ْ َحقْ ْف ٍْ ود ْ ُى َْو ْ َج ٌْ ُل ْ َم ْول ََْو ُّ ُْاة ُْ لَْي ُغرن ُكمْبِالم ِْوْإ ْل َغ ُر ور َْإلد ْنَياْ َو ْ إ ْل َحَي “Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve babanın oğluna, oğulun babasına hiçbir fayda sağlamayacağı o günden de korkun. Muhakkak ki Allah‟ın vaadi haktır. O halde dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da sakın sizi Allah ile (Allah‟ın affına güvendirerek) aldatmasın.” (Lokman 33)
ْون َْ ين ْأََي ْبتَ ُغ َْ ِون ْإ ْل ُم ْؤ ِمن ِْ ين ْأ َْولَِياء ْ ِمن ْ ُد َْ ون ْإ ْل َك ِاف ِر َْ ين َْيتْ ِخ ُذ َْ إل ِذ ِ ِِ ِ ِ يعا َ ِع ً ند ُىُْمْإ ْلعزْةَْفَِإنْْإلعزْةَْلمّ ْوْ َجم “Onlar müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenlerdir. İzzeti onların yanında mı
köklüdeğişim
44 Serdar
aralık 2009
Mak.Müh. B. Karaca
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Kapitalistlerin “Komünizmin Yıkılışının 20. Yılı Kutlamalarına” Tebrik! Berlin duvarının bundan 20 yıl önce 9 Kasım 1989‟da yıkılmasının anısına batılı liderler muzafferane bir şekilde kutlamalar yapıyorlar. Hâlbuki bu aşırı yanıltıcı propaganda kokan kutlamaları hatalı bir başarı hissine ihanet etmektedir.
nü gösterdi. Afganistan‟ın 2002‟de batı tarafından askeri istilasını Irak‟ın 2003‟te işgali takip etti. 8 yıldır Afganistan‟da çatışmalar şiddetlenerek devam ederken batılıların cephesi Pakistan sınırlarına kadar uzandı. Çatışmacı ve savaşçı doğal kapitalizm sergilenmiş oldu. Silah fıçısıyla demokrasi ve özgürlük yayan veya hayati enerji kaynaklarına ulaşabilmek için umursamaz bir şekilde savaş suçları işleyen yönünü de sergilemiş oldu.
1989‟da Berlin Duvarı‟nın yıkılması sembolik olarak komünizmin sonunun başlangıcına işaret etmekteydi. Komünizm bir ideoloji ve sistem olarak iflas etti ve halk tarafından da kesin bir şekilde hayattan uzaklaştırıldı. Bu durum ise kapitalizm, özgürlükler ve demokrasi için bir zafer olarak anılmıştı. Günümüz batı liderleri eski kanlısı olan komünizm gibi çöküşte bir ideoloji olan kapitalizmin son kullanma tarihini uzatmak için son 20 yılın gelişmelerini istismar ediyorlar.
Siyasi yönden kapitalizmin tüm parlamentolarının anası olan İngiltere‟nin Avam Kamarası daha önce hiç olmadığı kadar güven kaybına uğradı. Parlamento üyeleri vatandaşlara halkçılık teraneleri okurken, gelirlerini arttırmak ve ailelerinin yaşam standartlarını yükseltebilmek için kendilerini o makama götüren seçmenleri haksız bir şekilde ihmal ederek ödenekleri sömürürken bulundular.
Ekonomi yönünden kapitalizmin çatlakları son birkaç yılda öyle sergilendi ki, batının finans sisteminin yıkılmaya yüz tutmasına hep beraber şahit olduk. Bu felaket o kadar büyüktü ki batı devletleri domino taşları gibi iflas eden bankaları kurtarabilmek için ve batılı ülkelerin başkentlerinin sokaklarında kaçınılmaz olan ayaklanmaların önüne geçebilmek için her çareye başvurdular.
Son olarak kapitalizmin ferdiyetçilik ve maddeciliğe dayalı olan sosyal yapısı vahşi ve doyumsuz bir toplum üretti. Suç yaşı gittikçe düşerken suçlar gittikçe saldırganlaşıyor. Dağılan ailelerin çıplak gerçekliği, genç anneler, kayıp babalar, cinsel yolla bulaşan hastalıklar artık istisnai durumlar olmaktan çıkıp gitgide standart bir durum haline geldi. Elbette tüm bunlar yanlış işleyen bir toplumsal modelin açık birer işaretleridir.
İşsizlik onlarca milyona tırmanırken, borç istilasının her yeri sarması serbest piyasaya olan güvenin kaybolmasına hatta perişan olmasına kadar vardı. Yakın zamanda BBC tarafından yapılan bir ankete göre cevaplayanların %25‟i kapitalizmin kökten çatladığını düşündüğünü belirtti, Fransa‟da ise bu oran %40‟ın üzerinde.
Gerçeği söylemek gerekirse işte bu sebeplerden dolayı komünizmin yıkılmasının üzerinden 20 yıl geçmesini kutlamak için Kapitalizmin çok az gerekçesi var.
Askeri yönden kapitalizm, yabancı ülkelerle savaşan ve topraklarını işgal eden batı milletleri sayesinde arzularının gerçek yüzü-
köklüdeğişim
45 Serdar
aralık 2009
Hamza Arslan
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Orta Asya Devletlerinin Siyasetine Dair Bir Değerlendirme Orta Asya'daki siyasi durumun detaylarına ve değişkenliklerine girmeden önce şu hususların idrak edilmesi gerekir:
d. Doğalgaz ve petrol hatları gibi bu devletlerle olan bazı ekonomik bağlantıları. 2. Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin dağılması Komünist Partisinde bir nevi çöküntü oluşturmuş ve onu yönetimden uzaklaştırmış olsa da Komünist Partisinin eski liderleri Orta Asya cumhuriyetlerinde yöneticiler olarak kalmaya devam etmişlerdir. Yani bu cumhuriyetlerdeki otoritelerin, Sovyetler Birliği'nin yok olmasından sonra bile İslam ve onun için çalışanlarla savaşa gelmesi için habis bir planlama sayesinde Sovyetler Birliği dönemindeki yöneticiler yönetimde kalmaya devam ettiler. Bu da İslam'ın bu cumhuriyetlerde etkin bir şekle yayılmasından, İslam esası üzerine birleşmelerinden, İslam'la hükmetmelerinden ve onun yolunda cihat etmelerinden duyulan korku nedeniyledir...
1. 1991 yılında eski Sovyetler Birliği dağılıp cumhuriyetlere parçalanınca Rusya, kendi böğründe olmalarından dolayı bu cumhuriyetler ile sağlam bir bağlantının devam ettirilmesinin kaçınılmaz olduğunun farkında idi… Böylece ilk etapta bunları "Bağımsız Devletler Topluluğu" (BDT) denilen örgüt altında toplamaya yöneldi. Ancak bu devletlerin çoğu bu topluluktan ayrıldı ve üç Baltık ülkesi gibi bazıları da ilk etapta ona dâhil olmadı… Ardından "Şanghay", ardından Ortak Güvenlik, ardından Kolektif Güvenlik ardından da Acil Müdahale Gücü örgütüne yöneldi… Aynı şekilde Rusya, Sovyetler Birliği döneminde bu cumhuriyetlerde oluşturduğu sütunlarından da yardım aldı ki bunların en belirgin olanları şunlardır:
Hakeza Orta Asya, Rusya ve Amerika açsından hayati bir çıkar ve stratejik bir bölge olmasından dolayı aralarındaki çatışma sakinleşir sakinleşmez yeniden hareketlenmektedir. Bu nedenle taraflardan her birinin kullandığı etkin güçlere göre nüfuzun ve bölge yöneticilerinin ajanlık yönlerinin zaman zaman değişmesi şaşırtıcı değildir:
a. Sovyetler Birliği'nin, Rus sakinlerinden Orta Asya cumhuriyetlerine taşıdığı kişilerin bu cumhuriyetlerde "birer Rus kolu" olarak kalmasıyla özellikle buralarda ortaya çıkarttığı nüfus değişimi…
-Burada eski sütunları olan Rusya'ya gelince: Bu cumhuriyetlerde Rus nesli olarak isimlendirdiğimiz geçmişte oluşturduğu nüfus değişiminin yanı sıra eski üsleri ve ekonomik ilişkileri vardır…
b. Bu cumhuriyetlerde konuşlanmış olan ve hepsini çekmeyip bazısının Orta Asya cumhuriyetlerinde kalmaya devam ettiği Rusya'nın nüfuz merkezleri ve ileri karakolları olan Rus üsleri.
-Amerika ise bu ülkelere sunduğu cömert havucun, yani mali yardımların yanı sıra bu devletlere Rusya'nın kendilerini korkutacak büyük bir devlet olmadığını telkin etmekte ve onları koruyacağını vaat etmektedir…
c. Bu cumhuriyetlerde özellikle de geniş alana sahip olması nedeniyle Kazakistan'da gerçekleştirilen nükleer ve füze deneme sahaları.
köklüdeğişim
46 Serdar
aralık 2009
orta asya devletlerinin … -Bu, bölgedeki Rusya ile Amerika arasındaki sıcak çatışma açısındandır.
Çolpon-Ata şehrinde Kırgız topraklarında Rus teşkilatlarının bulunmasını ve bir Rus ek birliğinin bu ülkeye konuşlandırılmasını düzenleyen ikili yasal sözleşme ilişkileri temelinin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi çerçevesinde bir belge imzaladığını, ayrıca bu belgenin Rus ve Kırgız askerlerine ait ortak bir eğitim merkezinin inşa edilmesini de belirttiği" geçmiştir. Yine söz konusu sitede şöyle geçmiştir: "İki devlet başkanı, Güney Kırgızistan'da 49 yıllığına 25 yıl uzatılabilir Acil Müdahale Güçlerine bağlı askeri bir üssün inşa edilmesine ilişkin bir anlaşmanın hazırlanması ve imzalanması üzerinde anlaştılar." Ve şöyle geçmiştir: "Bakiyev, gelecek kasım aynın öncesinde imzalanması gereken bu anlaşmanın ülkedeki Rus askeri varlığını tamamıyla belirleyeceğine dikkat çekmiştir."
-Diğer yöne gelince; yöneticilerin İslam'a ve İslam için çalışanlara karşı adavetleridir ve bu da çatışma taraflarının üzerinde ittifak ettikleri bir husustur. Artık bu cumhuriyetlerin siyasi vakıasını arz edebiliriz: 1. Kırgızistan: Bakiyev'in 2005 yılında Rusya'nın desteğiyle yönetime nasıl geldiğini, ardından 23.07.2009'da yapılan son seçimlerde yönetimini nasıl yenilediğini, Amerika'nın rızası olmadığı halde Rusya'nın ona açık bir şekilde nasıl destek verdiğini biliyoruz. Zira Bişkek'teki Amerikan Büyükelçisi şöyle bir beyanatta bulunmuştur: "Birleşik Devletler, devlet başkanlığı seçimleri ve sonuçları hususunda birçok gözlemcinin dile getirdiği endişeleri paylaşmaktadır. Oylama sürecinde bazı olumlu yönler görülürken Birleşik Devletler, bağımsız gözlemci gurupların ilk gözlemleriyle birlikte Kırgızistan Cumhuriyeti'nin seçimlerde uluslararası yükümlülüklerin büyük bir kısmını yerine getirmediğini görmektedir." Açıklamasında, "Kırgızistan Cumhuriyeti'ne, seçim kanunlarını seçim sürecinin tamamında uluslararası yükümlülüklere göre kesin olarak uygulaması" çağrısında bulundu. (AFP / 02,082009) Oysa bu sırada Rusya, Bakiyev'in seçilmesini tebrik etmiş ve Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, 31.07.2009'da Kırgızistan'a bir ziyarette bulunarak 02.08.2009'da yeni devlet başkanlığı görevini resmen üstlenmeden önce kendisini kutlamak ve desteklediğini ilan etmek üzere bir araya gelmiştir. Rus Devlet Başkanının Kırgızistan'a yönelik bu ziyaretinin, Kolektif Güvenlik Örgütü'nün Kırgızistan'ın "Çolpon-Ata" şehrindeki konferansı çerçevesinde gerçekleştiği ilan edilmiştir. Nitekim "Rusya Bugün" internet sayfasında, 01.08.2009'da, "Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in, 01.08.2009 Cumartesi günü köklüdeğişim
Bakiyev'in, kapatmakla tehdit etmesinin ardından Amerikan hava üssü Manas'ın kiralama sözleşmesini uzatmayı yenilemesine gelince; onun Rusya'dan uzaklaşıp Amerika'ya yöneldiğini göstermez. Bilakis bu, Kırgızistan'daki yandaşlarını bir bütün olarak yönetime karşı harekete geçirmemesi için Amerika'yı hoşnut etme adına Rusya'nın izniyle gerçekleşmiştir. Zira onlar, yönetimin "huzurunu" kaçırmaya, dolayısıyla Kırgızistan'da bulunan bizzat Rusya'nın üslerini etkilemeye muktedirdiler. Bunun açıklığa kavuşması için üssün hikayesini baştan zikredeceğiz: Bakiyev, Amerikan hava üssü Manası kapatmaya kalkışmıştır. Zira bu yılın geçen şubat ayında Kırgızistan Devlet Başkanı Kurbanbek Bakiyev, Moskova'da Manas üssünü kapatacağını açıklamıştır. (Routers / 12.02.2009) Nitekim bunu şu sözüyle daha açık bir şekilde ifade etmiştir: "Geçen üç yıl boyunca üssün kirasının arttırılması konusunu ileri gelen Amerikalı yetkililerle birlikte şahsen ben gündeme getirdim. Onlara, fiyatların değiştiğini, Kırgızistan'ın mali durumunun zorda olduğunu ve anlaşma maddelerini yeniden gözden geçirmemiz
47 Serdar
aralık 2009
orta asya devletlerinin … gerektiğini ifade ettim." Ve şöyle ekledi: "Sürekli olarak bize tamam güzel deyip senelerce bunu tekrarlayıp duruyorlar. Ancak ne zamana kadar bekleyebiliriz. Biz, saygı duyulması gereken egemen bir devletiz." (Routers / 12.02.2009)
susları şöyle ifade etmiştir: "Kırgızistan ve Birleşik Devletler hükümetlerinin geçenlerde Amerikan hava üssü Manas'ın kullanılmasının uzatılmasına dair imzaladıkları anlaşma, üssün kapatılmasına ilişkin önceki kararından cayan Kırgız hükümetinin yüzsuyunu korumanın bir aracı olmaktan öte bir şey değildir." Bunun arkasında Rusya vardır. Zira yeni anlaşmanın ilan edilmesi, Amerika Başkanı Obama ile Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in 06-08.07.2009'da görüşüp Rusya'nın, Amerikan ve NATO ikmallerinin Rusya ve müttefiklerinin topraklarından geçişine izin verilmesine muvafakat etmesinden sonra olmuştur. Rusya, Kırgızistan'daki "Kant" üssünden dolayı kaygı duymaktadır. Zira Rusya, Amerika'nın oradaki üssüne muvafakat etmemesi halinde Amerika'nın, Kırgızistan'daki çıkarlarını güvence altına alan Bakiyev rejimini devirme uğraşısı içerisine girerek karışıklık çıkarmasından ve renkli devrimler gerçekleştirmesinden kaygı duymaktadır.
Bundan da hem Kırgızistan'daki rejim sorununun para koparmak olduğu hem de Amerikalılara tevessül ettiği halde üç sene boyunca Bakiyev'e hiç değer vermedikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Bakiyev'in partisinin hâkimiyeti altındaki Kırgız parlamentosu, bu üssün Amerikalıların yüzüne kapatılması kararı almış ve bu karar doğrultusunda çekip gitmeleri için Amerikalılara 180 gün süre vermiştir. Bu süre dolmadan önce geçen temmuz ayının ortalarında ise taraflar arasında bir anlaşmaya varıldığı ilan edilmiştir. Zira Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'teki Amerikan Büyükelçiliğinin, bu anlaşmaya ilişkin olarak yayınladığı beyanatta şöyle geçmiştir: "Birleşik Devletler hükümeti ve Kırgızistan Cumhuriyeti, hava üssü Manas'ın kullanılması sonucuna varılması hakkındaki müzakerelerinin başarıyla sonuçlandığını ilan ederler." (el-Cezira / 15.07.2009) Ayrıca üssün kirasının 17 milyon dolardan 150 milyon dolara yükseltildiği ifade edilmiştir! Gerçekte ise üssün daha önceki asli kirası "17 milyon dolar olup 133 milyon dolarlık yardımlarla birlikte yıllık toplam 150 milyon doları bulmaktaydı." Böylece yeni anlaşmaya göre "asli kira 60 milyon dolar olup 90 milyon dolarlık yardımlarla birlikte yıllık toplam 150 milyon dolar olmuştur." Yani kira meselesinde hiçbir şey değişmemiş sadece Kırgızistan'a verilen mali ve mali olmayan yardımlar kelimesi kira olarak belirtilmiştir. Bu da Kurmanbek'in güya kendisine saygı duyulmasını ve devletinin saygın bir egemenliği olduğunu göstermek isteyen bir devlet başkanı olması itibarıyla yüzsuyunu kurtarması içindir!! Nitekim New York Times gazetesi, 24.07.2009'da Bakiyev'in davranışlarına ilişkin olarak yukarıda belirttiğimiz huköklüdeğişim
İşte tüm bunlar, Bakiyev'in Rusya yanlısı olduğunu ve Amerikalıların Manas hava üssünü Afganistan'daki Müslümanlara yönelik operasyonlarında kullanmalarını sürdürmelerine izin vermesinin nedeninin geçmişte selefi Asker Akayev'e yaptıkları gibi kendisini devirmek üzere harekete geçmemeleri için Amerikalıları hoşnut etmekten öte bir şey olmadığını göstermektedir. Bu da Amerika'nın Bakiyev‟i önce huzursuz edip ardından da devirmeye çalışmasından duyduğu kaygıdan dolayı Kırgızistan'daki varlığını ve nüfuzunu korumak amacıyla Rusya'nın muvafakatiyle olmuştur. Rusya ile Amerika arasındaki bu çatışmanın nedenine gelince; Kırgızistan'ın Orta Asya'daki önemli stratejik konumundan dolayıdır. Zira Kırgızistan'ın 858 km uzunluğunda Çin'le sınırı vardır. Dolayısıyla Amerika, Kırgızistan'ı eline geçirdiğinde Çin sınırına
48 Serdar
aralık 2009
orta asya devletlerinin … konuşlanmış olacaktır. Dolayısıyla da Çin'e ve bölgenin tamamına karşı çalışması bakımından Amerika açısından Kırgızistan son derece büyük öneme sahiptir. Nitekim kalıcı olarak 1000'den fazla Amerikan askerinin bulunduğu Manas'taki üssü, 2001 yılından bugüne kadar Afganistan'daki Müslümanlara karşı savaşında bir ana merkezdir ve Manas üssünde ne olup bittiği hususunda Kırgız hükümeti hiçbir şey bilmemektedir. Çünkü anlaşma, Kırgız denetçilerinin veya gözlemcilerinin veya bunların dışında başka bir kimsenin üsse girmemesini ve üsse girip çıkan Amerikan kargolarından hiç birini denetlenmemesini belirtmektedir. Manas üssü, Kırgız gözetimden tamamen uzak olup dolayısıyla Rus gözetiminden de uzaktır. Nitekim "Rusya Bugün" internet sayfası, Medvedev'in Kırgızistan ziyaretini ve Bakiyev ile imzaladığı askeri anlaşmalar konusunu aktarırken 31.07.2009'da şunları ifade etmiştir: "Kırgızistan, Orta Asya bölgesinde önemli ve ayrıcalıklı bir stratejik konuma sahiptir ve uzun yıllar Batı devletleri ile Rusya'nın çıkarlarının kesişme noktası ile karakterize olmuştur." Yani orada başta Amerika olmak üzere Rusya ile Batılı devletler arasında bu stratejik nokta üzerinde bir çatışma vardır. Nitekim geçenlerde Amerikan Merkezi Kuvvetler Komutanı General David Petraus, biri Kırgızistan ve diğer ikisi Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere üç Orta Asya devletini ziyaret etmiştir. Rus "Novasti" haber ajansı, 20.08.2009'da bazı gözlemcilerin, "Bu ziyareti, yani General Petraus'un ziyaretini başarılı bir ziyaret şeklinde tanımladıklarını ifade etmiştir. Zira bu üç başkentin yetkilileri, Birleşik Devletler temsilcilerine Washington ile işbirliğini geliştirmek istediklerini teyit etmişlerdir." Dolayısıyla bu ziyaret, kendilerini kazanmak ve buralarda Amerikan varlığını güçlendirmek girişimi çerçevesinde Kırgızistan da dahil bu ülkelerdeki ciddi Amerikan etkinliğinin bir parçasıdır. Her ne köklüdeğişim
kadar Kırgızistan Devlet Başkanı Bakiyev, Amerikan Generali ile görüşmemiş olsa da nihayetinde Kırgızistan Dışişleri Bakanı ile görüşmüştür. Bakiyev, hala Amerika'nın kendisinden hoşnut olmadığının ve seçilmesi hususunda şüphe duyduğunun farkında olsa da içerde ve dışarıdaki yandaşlarının gücü nedeniyle Amerika'dan kaygı duymakta olup dolayısıyla onu hoşnut etmeyi istemektedir. Bu nedenle Manas üssü konusunda Amerika ile anlaştı ve güya kendi saygınlığı ile ülkesinin egemenliğini koruyacak olan para hususuna ilişkin düzenlemesindeki üçkağıtçılığı dışında şartlar değişmeksizin onu kullanmasına izin verdi! 2- Özbekistan: "Dönek" tabirinin en fazla yakıştığı kişi, Özbekistan Devlet Başkanı "Kerimov'dur." Zira Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından "Kerimov'un" yavaş yavaş Rusya'dan uzaklaştığı açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Zira Rusya, eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinin veya bazısının bağlılığını korumak için 1992 senesinde Ortak Güvenlik Örgütü'nü oluşturmuş ve ardından 2002 yılında bunun ismini Kuzey Atlantik Antlaşması modelinde Kolektif Güvenlik Antlaşmasına çevirmiştir… Bu örgütler karşısında dönek bir karaktere sahip olan Kerimov, Kolektif Güvenlik Antlaşmasından çıkar çıkmaz çökmüş olan Sovyetler Birliği Bloğundan Gürcistan, Ukrayna ve Moldova gibi Rusya karşıtı ülkelerden oluşan "GUAM" örgütüne katılmıştır. Ancak Amerika ile Batılı devletlerin, Andican ve başka yerlerdeki vahşi katliamlarında yanında yer alan Rusya ve müttefiklerinin desteğiyle 2005 Mayıs ayında işlediği Andican katliamları için bir soruşturma ekibinin gönderilmesini talep etmesiyle Kerimov apar topar terk ettiği Kolektif Güvenlik Antlaşmasına dönmüştür… Şimdilerde ise Amerika'nın, kendi çıkarıyla ilişkili olan bu katliam ile insan hakları ko-
49 Serdar
aralık 2009
orta asya devletlerinin … nusunu kapatması, onunla bağlantı kurmaya başlaması ve onu kendi yanına çekmeye çalışmasıyla birden bire dönerek Rusya ile olan faaliyetlerini dondurduğunu, Amerikalılarla sıkı fıkı olmaya ve onlarla birlikte çalışmaya hazır olduğunu açığa vurdu. Bunun da ötesinde Rusya, Kolektif Güvenlik Antlaşmasının kendi güvenlik ihtiyaçlarını, egemenlik ile nüfuza yönelik açgözlülüğünü gidermediğini görür görmez, Acil Müdahale Gücü, yani bölgede Rusya'nın nüfuzuna yönelik herhangi bir tehdide karşı Acil Müdahale Gücü denilen örgüte yönelmiştir. Bunun üzerine Özbekistan, bunun karşısında durarak "Acil Müdahale Güçlerinin" kurulması ve bunun Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Ermenistan ve Özbekistan gibi ülkelerden her birini içine alan Kolektif Güvenlik Örgütünün bölgesine konuşlandırılması anlaşmasını imzalamamıştır. Bu devletlerin liderleri ise 04.02.2009 tarihinde, Acil Müdahale Gücünün diğer bir tabirle Acil Yayılım Gücünün kurulmasına karar vermişler ve Özbekistan imzalamayı reddettiği halde bu anlaşmayı 14.06.2009 tarihinde Moskova'da imzalamışlardır. Kerimov bu reddedişini şu sözleriyle gerekçelendirmiştir: "Bu antlaşma, ortak güçler için ortaya koyulan misyonu belirlememektedir." Oysa antlaşmanın şunu ifade etmesini önerirdim: "Ortak güçler, sadece dış düşmanları püskürtmek için ortaya çıkmıştır ve ortak güçlerden olan her bir devletin birimi bu devletin kendi topraklarında konuşlanacaktır." (Novasti / 26.08.2009) Bu da Kerimov'un, bu gücün Rusya'nın elinde olacağını, Rus güçlerinin Özbekistan'ın da dahil olduğu mezkur Kolektif Güvenlik Devletleri içerisinde konuşlanacağını ve bu örgüte üye olan ülkelere herhangi bir durumda müdahale imkanı vereceğini fark ettiğini göstermektedir. Çünkü bu gücün görevleri belirlenmemiştir. Dolayısıyla Kerimov, bu devletlere karşı bir dış saldırı olduğunda onun görevlerinin sadece bu devköklüdeğişim
letlerle sınırlandırılmasını ve ortak olan devletin güçleri dışındaki güçlerin tek bir devletin topraklarına konuşlandırılmamasını talep etmiştir. Yani Özbekistan topraklarına Rus kuvvetlerinin girmesini ve Özbekistan ile bölge içerisindeki Rusya'nın nüfuzuna yönelik bir tehdide karşı herhangi bir karşılık vermesini reddetmektedir. Görüldüğü üzere Özbekistan, şu anda bu anlaşmaya muvafakat etmesinin ötesinde topraklarında Rusların ikinci bir üs inşa etmesine izin veren Kırgızistan'ın tersi bir konumdadır. Özbekistan, geçen 26 ağustos ayından beri Kolektif Güvenlik Örgütü bölgesinde yapılmakta olup önümüzdeki ekim ayının 15'ine kadar devam edecek olan şu andaki tatbikatlara da katılmamıştır. Dolayısıyla Özbekistan'ın bu hareketi, bu örgüte olan üyeliğini bir nevi yarı dondurmuş olsa bunu resmen ilan etmemiştir. Bunun da ötesinde Özbekistan, varlığını tehdit etmesinden dolayı Rusya'nın Kırgızistan'da ikinci bir üs inşa etmesine de karşı çıkmıştır. Zira bu üs, Özbek sınırları yakınında olan Fergana Vadisi bölgesine inşa edilecektir. Nitekim Novasti Haber Ajansı, 05.08.2009'da Özbekistan Dışişleri Bakanlığına bağlı "Jahon" haber ajansının 03.08.2009'da yayınladığı açıklamada geçtiği üzere Özbekistan'ın, Güney Kırgızistan Kant'taki Rus üssüne ek olarak başka bir Rus askeri üssünün konuşlandırılmasına ilişkin planın uygulanmasının zaruri veya faydalı olmadığını düşündüğünü ve yeni bir üssün konuşlandırılmasının bölgede istikrarsızlığa yol açacağını belirttiğini aktarmıştır. Ayrıca Özbekistan Dışişleri Bakanlığının bu açıklamasında şöyle geçmiştir: "Üç Orta Asya ülkesinin sınırlarının iç içe girdiği kompleksli bir bölgede bu tür planların uygulanması bölgenin askerileşmesinin hızlanmasına sevk edebilir, farklı milliyetçi çatışma şekillerini tutuşturabilir ve aşırı radikal güçleri tahrik edebilir." (Novasti / 03.09.2009) Dolayısıyla tüm bunlar, Özbekis-
50 Serdar
aralık 2009
orta asya devletlerinin … tan'daki Kerimov rejiminin son zamanlarda Rusya'dan uzaklaşmaya ve açık bir şekilde Amerika'ya yakınlaşmaya başladığını göstermektedir. Buna dair göstergelerin bazıları şunlardır:
ka'ya dönmüştür. Nitekim Amerika, son olarak Özbekistan'daki Kerimov rejimine karşı uyguladığı yaptırımları kaldırmıştır. -Özbekistan ile Rusya arasındaki gerilim halini gören Amerika Birleşik Devletleri, fırsatı kaçırmayıp Özbekistan ile ilişkilerini geliştirmek üzere harekete geçti ve NATO'nun yüklerini Özbekistan üzerinden Afganistan'a taşımak için Özbekistan ile bir anlaşma imzaladı. (Ulusal Stratejik Araştırma Kurumu/04.04.2009) Ancak Özbek-Amerikan yönetimleri arasındaki ilişkiler bunun ötesine geçerek Amerikan yönetimi, 18. bağımsızlık yılı münasebetiyle bir kutlama mesajı gönderdi ve ardından da Kerimov, Özbekistan'daki Amerikan Büyükelçisi "Richard Norrland'ın" ziyaretini kabul etti. Bundan önce de Cumhurbaşkanı Kerimov, 18 ağustosta ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Howell Petraus'u kabul etmiş, iki ülke arasında askeri eğitim programları ve staj eğitimi değişimini içeren bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır.
-Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov, 18.08.2009'da başkent Taşkent'te General David Petraus ile yaptığı görüşmede şöyle demiştir: "Özbekistan, karşılıklı saygı ve eşit ortaklık ilkeleri esasına binaen Birleşik Devletler ile olan mevcut işbirliğini genişletmeye hazırdır." (Rus Novasti haber ajansı/18.08.2009) General Petraus ise buna karşılık olarak şöyle demiştir: "Özbekistan'ın Afganistan'daki istikrarı ve bölge güvenliğini desteklemeye yönelik gösterdiği çabaları takdir ediyorum." (Aynı kaynak) Bu da Kerimov'un Amerikalıları yeniden dost edinmeye ve onlarla ilişki kurmaya istekli olduğunu göstermektir. Nitekim Amerika, Andican katliamını araştırmaları için Batılı denetçilerin devreye girmesini talep etmiş bunun üzerine Kerimov ile Amerika arasındaki geçmiş ilişkilerin arasına kara kedi girmiş, ardından Amerika ona karşı yaptırımlar uygulamış, ardından da doğal dayanağı olan Rusya'ya dönerek Amerika'ya sırt çevirmişti. Bunun üzerine Amerika'nın Andican olaylarını görmezlikten gelmesiyle tekrar Ameri-
köklüdeğişim
Kerimov, bu yönüyle dönek bir karaktere sahip olup mevcut vakıası Rusya'dan uzaklaşarak Amerika'ya yakınlaşmaktadır. Devam edecek…
51 Serdar
aralık 2009
Ahmet Sivren
gündem
bilgi@kokludegisim.net
Mandacı Zihniyet; „Kurban‟a Savaş Açarken, „Deri‟sine El Koyuyor! Yeni bir Kurban Bayramı‟nın arefesinde bu ümmet… Yine yeni çilelerin koşuşturmaların, saklanışların, heyecanlı bir yarışın arefesindeyiz… “Çile” diyorum çünkü her türlü servetimize, birikimimize, kültürümüze kısacası bizim olan/İslâmî olan her şeyimize olduğu gibi ibadetlerimize de musallat olan sömürgeci zihniyet ile karşı karşıyayız. Onların, bizim temiz ibadetlerimizden bertaraf edilmesi mücadelesiyle başbaşayız.
Sistemi sorgulama sorumluluğunu yitirmiş, her olayda olduğu gibi bu meselede de doğru noktaya vuramamış bir Müslümanlar topluluğu olarak yaptığımız/yapabildiğimiz sadece yakınmak ve kendi aramızda şikayetçi olmak mıdır? Ya da İslâm‟ı sürekli sanık sandalyesinde oturtan bu laik zevat karşısında daima savunma yapmak mıdır, bir kaçış/çıkış yolu aramak mıdır? Eminim ki, bu bayramda da o bildik manzara bizleri karşılayacaktır: Ufak birkaç meta karşılığında Müslümanların şaşkın evlatları ya da malum kuruluşun elemanları tarafından, arabalara asılan THK amblemli afişler, dövizlerle sokak sokak kurban derisi avına çıkmış bu güruhtan; köşe bucak kurban derilerini saklayan, -deri paralarını asla ve kat‟a şampanyalı masalarda meze etmeyeceklerini bildikleri- kendi anlayışlarına yakın gördükleri şahıs, cemaat ve vakıflara verme çabası içindeki Müslümanların, haklı endişelerinin sergilendiği bir manzara…
Dediğim gibi Kurban Bayramı geliyor ama bu bayram beraberinde önceki bayramlarda yaşandığı gibi bir kovalamacayı da beraberinde getiriyor: Kurbanlarımızın derilerini ceberut sistemin kolluk kuvvetlerinden kaçırma kovalamacası… ِ ْدماؤ َى ِ ْك َ ِنْيَنالُوُ ْإلت ْق َوى ْ ِمن ُك ْم ْ َك َذل َ اْولَك َ َل ُ نْيَنا َل ْإلموَ ْلُ ُح َ ُ َ اْوَل َ َومي ِ َْ ِْوَب ِّش ِرْإ ْل ُم ْح ِسن ين َ ىْم َ ََسخ َرَىاْلَ ُك ْمْلتُ َكب ُِّروإْإلمو َ َْعم َ اْى َدإ ُك ْم “Onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmaz. Fakat sizin takvânız O'na ulaşır. Allâh onları size böyle boyun eğdirdi ki, sizi doğru yola ilettiği için O'nun büyüklüğünü anasınız. (Ey Muhammed), güzel davrananları müjdele.” (Hac 37)
Bu yaşananlar, bayramımızı fesada bulamak isteyen laik zevatın borazancılığını yapan -gözde(!)- âlimlerin, -sözde- fetvalarıyla da desteklenerek iç edilen bu deriler ve hatta etler, samimi niyetle kurbanlarını kesen Müslümanlarından alınmış bir ödün, onlardan sömürülmüş bir kerte olarak İslâm aleyhinde mücadele verenlerin hanelerine bir artı olacaktır. Müslümanlar ise yine kendi iç dünyalarında ellerini ovuşturarak bir çıkmazı yavaş yavaş, lokma lokma yudumlayacaklardır. Skorboardına, küfür lehine bir sayı daha eklenecektir, hak-batıl mücadelesinin…
Ne kanı ne eti ve ne de derisinin Rabbimize ulaşmayacağını bilerek kestiğimiz… Sırf O Subhanehû Ve Teâla emrettiği için kestiğimiz… Rabbimizin rızasını kazanmak amacıyla ittika ile kestiğimiz… Evet, yalnız bu niyetlerle kestiğimiz, bir ibadet gereği Allah‟ın adını anarak kurban ettiğimiz kurbanlarımızın derilerini, laik devletin, laik bir kurumunun elimizden zorla almaya çalışması çok gariptir aslında… Bu her ne kadar garipse, bizlerin birçok meselede olduğu gibi bu meselede de sessiz kalışımız o kadar gariptir, aslında. köklüdeğişim
52 Serdar
aralık 2009
mandacı zihniyet … Sayın Hayreddin Karaman da bu meseleye anlam verememiş olacak ki aşağıdaki açıklamayı yapma gereği hissetmiş;
manların vicdanlarına bırakılmasıdır. Eğer bu yapılmayacaksa toplama hakkının Diyanet‟e verilmesi, Diyanet‟in de mahalli teşkilat aracılığı ile toplanan sadakayı ilgili yerlere adalet dairesinde tevzi eylemesidir. Her halükârda dileyenin eti ve deriyi istediği kimseye ve yere vermesinin serbest olması hukuk devletinin, din ve vicdan hürriyetinin vazgeçilmez bir gereğidir.”
“Gariplikler ve çelişkilerle doldurulmuş güzel ülkemizde her kurban bayramı arefesinde bir çekişme ve tartışma yaşanır: Tartışmanın konusu, kurban derilerini ve etlerini toplayacak şahıs ve kurumlardır. Laik olduğu anayasasında yazılı bulunan bu ülkenin devleti bir kanun çıkarmıştır. Kanun, kurban et ve derilerini toplama hakkını ve imkânını, kısmen veya tamamen kamu hizmeti gören kurum ve kuruluşlara vermiştir. Arkadan bir de yönetmelik çıkarılmış, burada toplama hakkı yalnızca Türk Hava Kurumu‟na verilmiştir. Laik devletin zekât, fitre ve kurban eti ve derisinin toplanması ile ilgili kanun çıkarması -kanaatimize göre- anayasaya aykırıdır. Anayasaya aykırı bulunan bir kanuna aykırı yönetmelik çıkarması ise aykırıdan daha aykırıdır. Ama gelin görün ki, anayasaların üzerinde hakim babayasalar bulunduğu için her yıl bu kaos yaşanır, Müslümanlar eza ve cefa görür, sıkıntılara düşer, baskılara maruz kalırlar. Bütün büyük başlar, kanunşinaslar bu düzenlemenin haksız olduğunu beyan ettikleri halde kaldırmaya ve düzeltmeye teşebbüs etmezler.”
http://www.gazeten.com/thkya-zekat-fitre-vermenin-caizolmayisi.html
Sayın Karaman‟ın -kendi kanaatinceAnayasa‟ya aykırılık olarak değerlendirdiği bu olay hakkında unuttuğu bir şey var ki, Kapitalist ideoloji menfaati üzere düşünür. Menfaat gördüğü her şeyi kitabına uydurmada üstüne yoktur. Bu nedenle bu mesele bizim tarafımızca gayet vazıh bir meseledir ve sistem(rejim) müthiş bir rant gördüğü için buraya elini atmıştır. Bu tespitimiz tabi şuna göre daha insaflı bir tespit: ibadetlerimize pis ellerini bulaştırmak, Müslümanların huşu içinde ibadet etmelerinin önüne geçmek ve her vesileyle onların İslâmlıklarını burunlarından fitil fitil getirmek… Gazeteci Nazlı Ilıcak ise her zaman olduğu gibi olaya ferdin hürriyetleri bağlamından yaklaşmış ve kurban meselesini de bu pencereden incelemiş, sorgulamış. İşte Ilıcak‟ın, 25.01.2005 tarihli Tercüman Gazetesi‟nde yayımlanan Dindara Baskı ve Kurban Derisi Tartışması başlıklı yazısındaki çıkarımı:
“Kurban eti ve derisine gelince, bunların, kesen tarafından yenmeyeni ve kullanılmayanı tasadduk edilecektir. Sadaka da bir ibadettir, Allah rızası için uygun yere verilen nesnedir. T.H.K. sadaka verilecek bir yer de değildir. Etin de, derinin de tasadduk edileceği yerler, yoksullar ile din hizmeti verenler, bu hizmete katkıda bulunanlardır.
“Türkiye'de laiklik, barış ve özgürlük şemsiyesi olmaktan ziyade, farklı anlayışlar yüzünden, sürekli bir tartışma zemini yaratmıştır.
İlgililer mevcut uygulamayı savunurken kurumun toplama hakkına sahip bulunduğunu, ancak topladıklarını tek başına sarf etmediğini, diğer bazı kurum ve kuruluşlarla paylaştığını ileri sürmektedirler. Bize göre adı geçen kurumun sadaka vermeye uygun bulunmadığı için- et ve deri toplaması da uygun değildir. En doğru olanı verme ve toplamanın tamamen serbest, Müslüköklüdeğişim
Son olarak kurban bayramında, kurban derisi çekişmesi ile aynı şeyi yaşadık. Türk Hava Kurumu yetkilileri halkın Kur'an kursuna bağışladığı derilere el koydu. Hâlbuki bu davranış mülkiyet hakkının zedelenmesinden başka bir şey değil. Üstelik mevzuata da aykırı…
53 Serdar
aralık 2009
mandacı zihniyet … 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu'nun 21, 22, 23 ve 29'uncu maddeleri, 29/5/1986 tarihinde yürürlükten kaldırıldı.
almakta. 38'inci madde ise, "İdarenin, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamayacağını" belirtmekte.
Yürürlükten kaldırılan maddelere bakıldığında, Meclis iradesinin, kurban derilerinin Türk Hava Kurumu'na verilmemesi, şeklinde tecelli ettiği görülüyor.
İçişleri Bakanlığı'nın yönetmeliğiyle fertlerin kurban derileri üzerindeki mülkiyet hakları nasıl sınırlanabilir? Bir de başörtülü kızların hâlâ üniversitelere alınmadığını hatırlatalım.
İşte, 29/5/1986'da yürürlükten kaldırılan hükümler:
Bu durumda, Türkiye'de, dindarlar üzerinde baskı yok diyebilir miyiz?” http://liberal-dt.org.tr
Madde 21: "Kurban derisi, bağırsak, fitre ve zekât dağıtmak suretiyle yardım toplama yetkisi, Türk Hava Kurumu'na aittir." Madde 22: "Türk Hava Kurumu'nca toplanan kurban derisi, bağırsak ile fitre ve zekât zarflarından sağlanan gelirin % 55'i Türk Hava Kurumu'na, % 20'si Kızılay Derneği'ne, % 20'si Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na ve % 5'i Diyanet Vakfı'na dağıtılır." Madde 23: "Kurban derisi toplama işinde çalışanlara yapılacak ödeme ve giderlerle gelirlerin paylaşımı yönetmelikle gösterilir." Madde 29: "Türk Hava Kurumu dışında kurban derisi ve bağırsak toplayanlar, üç aydan altı aya kadar cezaya çarptırılır."
Hem Karaman‟ın hem Ilıcak‟ın ve diğer bazı şahıs ve sivil toplum kuruluşlarının genelde üzerinde durdukları konu, bu tip meselelerin özgürlükler bağlamında değerlendirilmesi olmuştur. Hak/İslâmî olan bir amel, bir fikir, bir hal genellikle batıl olan özgürlükler fikri etrafında savunula gelmiştir. Oysaki mesele bir özgürlük meselesi değildir; mesele, Müslüman‟ın ibadetlerini yalnız Allah için yapma meselesidir; İslâmî fikirlerini sahiplenme, taşıma ve savunma meselesidir. Müslüman bu ve benzeri olaylara özgürlükler çerçevesinden bakamaz, ricacı olamaz.
Yukarıdaki maddeler 29/5/1986 tarih ilga” edildi. Böylece kurban derisi toplama imtiyazı Türk Hava Kurumu'ndan alındı.
Olayın bir diğer boyutu da, Müslümanların ibadetleri üzerinden bir takım anlayışların prim yapmaya çalışması meselesidir. Laik sistemin bazı kurumlarının İngilizci anlayışın işgali altında olmasına tahammül edemeyen Amerikancı zihniyet temsilcilerinin, hiç üzerlerine vazife olmadığı halde Müslümanların ibadetlerini rahatlıkla yapabilme mücadelelerini sahiplenmeleri, onların arasında en ön saflarda yer almaya çalışmaları sanılmasın ki, onların insanî erdem adına (temiz niyet mensuplarını istisna ederim) bunu yaptıklarıdır. Onların gayeleri zihin dünyalarının efendisi olan Amerika‟yı memnun etmek ve onun siyasetini kurumlarda inşa etmektir.
Peki, şu anda neden sadece Türk Hava Kurumu'nun yetkili olduğu belirtiliyor? İçişleri Bakanlığı, 27.12.1999 tarihli Resmi Gazete'de yayınladığı yönetmelik değişikliği ile, 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu'nun kurban ile ilgili yürürlükten kaldırılan hükümlerini, yeniden geçerli kıldı.” “… Kanunun 21, 22, 23ve 29'uncu maddeleri, kurban derisini toplama imtiyazının Türk Hava Kurumu'ndan alınmasını sağlamak için kaldırılmıştı. Anayasa'nın 13'üncü maddesi, "temel hak ve hürriyetler, özüne, dokunulmaksızın sadece kanunla sınırlanabilir" demekte. 35'inci madde mülkiyet hakkını teminat altına köklüdeğişim
Bugün Müslümanların üzerine düşen görev, kendi inançlarına, ibadetlerine, giyimkuşamlarına, Rableri uğruna boğazladıkları
54 Serdar
aralık 2009
mandacı zihniyet … kurbanlarının etlerine, derilerine uzanan sömürücü zihniyet karşısında durmaktır. Bu meseleyi, ne özgürlükler fikri çerçevesinde değerlendirmelidirler ne de yapılan zulme boyun eğip, rıza göstermelidirler. Tüm İslâmî fikir ve amelleri Allah‟ın bir emri olarak telakki edip bu minval üzere yaşamlarını inşa etmelidirler…
Aslında sözün özü şudur: Laik sistemin kurumları ve Amerikancı özgürlükçü fikirler arasında adeta pinpon topu misali bir o yana bir bu yana savrulan bu mazlum ümmet, artık özlemle beklediği devletine kavuşturacak yolda emin adımlarla yürümelidir; önce kendini, akidesini, ibadetlerini sonra ailesini, Müslümanları ve hatta tüm insanlığı kurtaracak o aziz devletine koşmalıdır.
Bu karşı duruşu dillendirirken, inşa ederken batılın bir yüzünden öbür yüzüne koşmamalı; İngilizci despotizmden, Amerikancı liberalizmin ağına düşmemelidirler. İşte bu yolda takip edeceği metodu yalnız ve yalnız Allah‟tan ve Rasulü‟nden almalıdır ey Müslümanlar. Kur‟an ve Sünnetin aydınlığında benimsediği değişmez bir metot ile çözülemeyecek bir sorunun, aşılamayacak bir engelin olmadığı idrak edilebilmeli bu ümmet tarafından. Yeter ki gevşemeden, ye‟se düşmeden, bile-isteye bu metot üzerinde yürünsün…
köklüdeğişim
Artık bir son vermelidir, her yıl yaşanan bu kovalamacaya, bir o yana bir bu yana çekiştirilen kurban derilerinin sahibi olduğunu haykırmalı ve ruhî yönünü umursamadan sadece maddî getirisini hesaplayan, rant peşinde koşan akbabaları ait oldukları yere sahiplerinin memleketine, Batı‟ya sürmelidir. İşte o zaman hep aleyhimize işleyen saat lehimize dönmeye başlayacaktır, işte o zaman hak-batıl mücadelesinde sayılar bizim hanemize yazılacaktır.
55 Serdar
aralık 2009
KöklüDeğişim
haber merkezi
bilgi@kokludegisim.net
Batıdaki Müslümanlardan Haberler lup dışında “Balkenende” ile “Wilders” arasında hiçbir fark yoktur.
Hollanda Hükümeti, Akrabalar Arası Evliliği Yasaklamaya Hazırlanıyor Okay Pala Hizb-ut Tahrir Medya Temsilcisi Hollanda;
Hilafet Devletinde Ekonomik İstikrar
Başbakan “Balkenende” parlamento önünde hükümetinin akrabalar arası evliliği yasaklayacak bir kanun çıkarma niyetinde olduğunu ifade etti. Bilindiği üzere akrabalar arası evliliği yasaklayacak olan bu kanun daha önce yürürlükteydi. Daha sonra toplumun liberal değerleriyle çelişiyor iddiasıyla 1970 yılında ilga edildi. İşte hükümet bugün bu kanunu yeniden getirmek istemektedir.
Şâdî Ferîca Hizb-ut Tahrir Medya Temsilcisi Danimarka: Hizb-ut Tahrir / Danimarka, 27.09.2009 Pazar günü beşinci yıllık konferansını bu başlık altında düzenlemektedir. Bu konferans, Allah'ın izniyle yakında gelecek olan Hilafet Devleti'nin infaz edeceği ve mali krizlerin patlak vermesini engelleyecek olan hükümlerin açıklanmasını hedeflemektedir. Nitekim kapitalist ekonomik sistemin, ekonomik istikrarı oluşturma hususundaki acziyetinin ayan beyan ortaya çıkmasının ardından bizler Hizb-ut Tahrir olarak, kapitalist sistemin sonucunda tekrarlanan ekonomik ve mali krizlerin nedenlerini ortadan kaldıracak olan İslam'daki ekonomik nizamın hükümlerine ışık tutmak isteriz. Topluma yönelik şamil bir nizam olması bakımından İslam Nizamı, İslami Hilafet'in yıkılmasından beri hayat içerisinde bulunmamasından dolayı genel olarak nizamları özel olarak ekonomik nizamı, neredeyse tüm insanlar ve Müslüman toplulukları tarafından bilinmemektedir. Bunun yanı sıra aydınlar ve medya organları da hala bilinçli olarak insanlar için bir hayat nizamı olan İslam'ın hakikatini gizlemektedirler. Bu sebepledir ki dünya halklarının, dünyayı mali ve ekonomik krizlerin ateşiyle dağlayan Sosyalizm ve onun güdümlü ekonomisi ile kapitalizm ve onun pazar ekonomisi arasında sıkışıp kalmaları doğaldır. Bunun içindir ki bizler herkesi, aşağıdaki hususları ele alacak olan bu konferans yoluyla İslami ekonomik nizama muttali olmaya davet ediyoruz:
Aslında bu kanunun Müslümanları hedef aldığı bir sır değildir. Zira bu kanuna binaen bu ülkedeki Müslümanların amca veya dayıkızlarıyla evlenmeleri yasak hale gelecektir. O halde hükümet, bu kanunla İslami beldelerden Hollanda'ya gelen yeni göçmen akışının oranını etkilemeyi düşünmektedir. Madem olay bu boyuta ulaşmıştır o halde Hollanda hükümetinin çok yakında Müslümanların nüfus büyümesini durdur-maya katkıda bulunacak birden fazla çocuk yapmanın yasaklanması veya kesin şekilde yasaklamaya zemin hazırlamak için Müslümanların evlenme yaşını 40 olarak sınırlandırılması gibi diğer kanunlar çıkarmasını olasılık dışı görmüyoruz. -Alexander Pechtold- tanımladığı üzereırkçı Wilders, Müslümanların bu ülkeden kovulması çağrısında gayet açıkken “Balkenende” ve onun etrafında dolananlar kalplerinde gizlediklerini açığa vurmamaktadırlar. Zira bu ülkedeki Müslümanları sıkboğaz etmeye çalışıyorlar ama bunu provokatif olmayan yumuşak siyasi bir üslupla yapmaktadırlar. Dolayısıyla bu ülkedeki politikacıların üslupları farklı olsa da hedefleri aynıdır. Diğer bir ifadeyle gerçekte üsköklüdeğişim
a. Mülkiyet Çeşitleri: Kapitalizm ve sosyalizm sistemi mülkiyeti, ferdi ve devlet
56 Serdar
aralık 2009
batı‟daki müslümanlardan … mülkiyeti olmak üzere yanlış bir şekilde iki alanla sınırlandırmışlardır. Kapitalizm, hayati kaynakları, kamu mallarını ve ağır sanayileri özel sektör yatırımcılarına terk etmiştir. Dolayısıyla bu da onların siyasi ve ekonomik isteklerini bütün topluma dayatmalarını sağlamıştır. Buna mukabil İslam, mülkiyetlere başka bir şekilde bakmaktadır: 1- Kamu mülkiyeti: İslam fertlerin, cemaatin kendisinden vazgeçemeyeceği kamu mallarını ve hayati kaynakları mülk edinmelerini yasaklamıştır. Bu mülkiyetlerin, tüm toplumun maslahatı için olan genel bir mülkiyet olması gerekmektedir. Devlet de bu mülkiyetin idaresini ve insanlara ayni ve hizmet olarak dağıtılmasını üstlenir. Bu da servetin zenginler arasında bir güç olmasını engeller. 2- Devlet mülkiyeti: Ağır sanayi, savaş sanayiyi ve benzerleri gibi yapısından dolayı devletin üstleneceği mülkiyetlerdir. Bu mülkiyetin ürünleri, devlet mekanizmalarına veya Halife'nin harcanmasını uygun gördüğü yerlere sarf edilir. Bu da sermaye sahiplerinin, iç ve dış siyaset hakkındaki önemli kararlara etki etmesini engeller 3. Ferdi mülkiyet: Genel mülkiyet ve devlet mülkiyeti dışındaki mülklerdir. Bu ferdi mülkiyet korunmuş olup buna saldırmak caiz değildir ve kamulaştırılması da şeran haramdır.
ada olduğu gibi ekonomik istikrarı tehdit eden banka kredi piyasalarının ortaya çıkmasını engeller. Hilafet Devleti'nde, iş adamlarına, çiftçilere ve bunların dışında mali desteğe ihtiyacı olan kimselere, Beytul-Mal'daki özel bir daire yoluyla faizsiz krediler verilecektir. Dolayısıyla devlet, iş adamlarını teşvik edecek ve ekonomik çarkını büyüme yönünde döndürecektir. c. Mali Piyasalar: İslam hükümleri, mal sahiplerini reel ekonomiye yatırım yapmaya yönlendirecektir. Bu da kalıcı istikrarlı bir ekonomik büyümeyi oluşturacaktır. İslam, faturalar, borç senetleri ve hisse senetleri gibi gerçek bir değeri temsil etmeyen mali evrakların tedavülünü haram kılmıştır. Dolayısıyla patladığında ekonomik ve insani düzeyde vahim sonuçlara yol açan ekonomik baloncukları ortaya çıkaran mali piyasaların oluşması engellenmiş olur. d. Nakit Karşılığı: İslam hükümleri, İslam'da paranın altın, gümüş ve bunların yerini tutan kağıt paralar olması bakımından istikrarlı bir para sistemi içermektedir. Kağıt paraların sabit gerçek bir değeri olacaktır. Bu da enflasyon ve para krizlerini önleyecektir. Bu para sistemi ise doların dünya ekonomisindeki yıkıcı egemenliğini ortadan kaldıracaktır.
b. Faizli Muameleler: İslam, faizi kesin olarak haram kılmıştır. Bu da mevcut vakı-
köklüdeğişim
57 Serdar
aralık 2009
Serkan Kaya
medrese-i yusufiye’den
bilgi@kokludegisim.net
Dünya Âlimler Konferansı ve Atılan Dev Adım Değerli KöklüDeğişim‟in güzide okuyucuları…
zulümden nasıl kurtulacağına dair Allah Subhanehu‟nun razı olacağı bir kurtuluş reçetesine ulaşmaktı. İşte bu organizasyon, ümmetin hasretle beklediği vahdetin yeniden inşasının olacağını gösteren dev bir adımdır. Vahdeti hasretle bekleyen bir Müslüman olarak bu adım beni ve benim gibilerini heyecanlandırmıştı. Hele birde bu organizasyona Türkiye‟den de bazı seçkin şahsiyetlerden oluşan bir heyetinde katılacağını öğrendiğimde heyecanım daha da artmıştı…
Daha erkenden yazılması gereken bu makaleyi maalesef sizlere ulaştıramadım. Bunun tek sebebi ise, dünya âlimler konferansı dönüşü İstanbul hava limanından İstanbul terörle mücadele ekipleri tarafından hiçbir açıklama ve gerekçe göstermeksizin gözaltına alınıp saatlerce aç bekletilip, kelepçeli bir şekilde 6 saat bir yolculuktan sonra Ankara terörle mücadele ekiplerine teslim edilmemizdir ve sonrada Sincan iki nolu f tipi cezaevine gönderilmemdir. Nasipte böylesine hayırlı bir haberi medreseyi Yusufiye‟den paylaşmakta varmış…
Sabırsızlıkla geçen günlerin ardından artık böylesine hayırlı bir organizasyona katılmak için hareket vakti gelmişti… İstanbul uluslar arası hava alanında Türkiye‟den de katılacak olan değerli şahsiyetlerle de tanıştıktan sonra bende dâhil olmak üzere 8 kişilik bir heyetle Endonezya‟nın başkenti Cakarta‟ya 18.07.2009 tarihinde hareket ettik. Katar, Singapur molalarının ardından yaklaşık 18 saatlik bir yolculuğun ardından Cakarta‟ya varmıştık.
Öncelikle bu gecikmeden dolayı sizlerden hakkınızı helal etmenizi istiyorum ve sizlere üzerimde olan dünya âlimleri ve kanat önderlerinin selamını iletmek isterim. Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu… Değerli okuyucularımız…
Organizasyon sahiplerinin muhlis gençleri tarafından sıcak bir karşılamadan sonra kalacağımız otele doğru harekete geçtik. Kısa bir yolculuğun ardından kalacağımız otele gelmiştik.
Köklü Değişim idaresi tarafından, Köklü Değişim Haber Dairesi Sorumlusu olmam hasebi ile dünyada bir ilki gerçekleştirecek olan Hizb-ut Tahrir Endonezya tarafından düzenlenmiş dünya âlimler konferansı adında dev bir organizeye katılmam istenmişti…
Otelin lobisi bayağı kalabalıktı otele girdiğimizde, çünkü bizden önce birkaç heyet daha katılmıştı otele. Resepsiyondan aldığım bilgiye göre otel tamamen dünyanın dört bir tarafından katılacak olan âlimler için ayrılmış. Otele kayıtlarımızın ardından heyetçe odalarımıza yerleştik. Kısa bir istihbaratın ardından hep beraber otelin lobisine geçtik. Otelde kalanların tamamının âlim ve kanaat önderlerinden olması beni heyecanlandırmıştı. Böylesi bir atmosferde olup da heyecanlanmayacak bir Müslüman düşünemiyordum. Otelin lobisinde kendimizi tanıtarak Türkiye‟den geldiğimizi söyleyerek selamla-
Endonezya‟nın başkenti Cakarta‟da düzenlenecek olan bu konferansa dünyanın birçok ülkesinden seçkin âlimler ve kanaat önderlerinin yanı sıra Endonezya‟nın bünyesinde bulunan 3000‟e yakın âlim ve kanaat önderlerinden oluşan meclisi ulemada destekledi… Daha dev organizasyon gerçekleşmeden önce dünyanın birçok ülkesinde geniş bir yankı uyandırmıştı şüphesiz. Bu seçkin şahsiyetlerin tek amacı İslam ümmetinin içinde bulunduğu korkunç karanlıktan, zilletten ve köklüdeğişim
58 Serdar
aralık 2009
dünya âlimler konferansı ve … şıp, sarılıp, hasbi hal yaparak yavaş yavaş ilerliyorduk oturacağımız masaya doğru… Bu şahsiyetlerin mütevazı ve mülayim halleri beni çok etkilemişti…
Evet, hayırlara vesile olacak olan günün sabahındaydık artık. Kendimi bir an bayram sabahındaymış gibi hissetmiştim aslında. Aslında gerçektende bayram sabahındaydık bence. Otobüsler yavaş yavaş oteldeki misafirleri ve âlimleri kafile kafile alıp konferansın yapılacağı stadyuma doğru götürüyordu. Sıra bize gelmişti bizlerde otobüsteki yerlerimizi alıp Cakarta şehrini gözetleyerek stadyuma doğru yaklaşıyorduk. Kısa bir zaman sonra stada gelmiştik.
Duygulanmıştım ve duygularım taşacak yer arar hale gelmişti. İçimden Rabbime hamd‟i senada bulunuyordum. Böylesine duygu ve enerji dolu fırsatı bulduğum için. Bizlerin Türkiye‟den geldiğimizi öğrenen bazı kardeşler daha başka sevinmişlerdi, sıkı sıkı sarılıyorduk birbirimize ve bizlere, sizler Hilafet Sancağının en son dalgalandığı yerden geliyorsunuz dediklerinde bizleri daha başka bir sevinç almıştı, yüreğimiz titremişti adeta. Duyguların depreştiği bu atmosferde birde kitaplarını okuduğumuz, istifade ettiğimiz şeyh Ahmet el Kasas‟la tanışıp hasbi hal yapmam beni çok sevindirmişti. Bu muazzam geçen saatler yerini sessizliğe bırakarak istenmeyen bir istirahata götürmüştü. Ertesi günün sabahı otele gelen son delegelerle otel tamamen dolmuştu. Onlarla da tanışıp selamlaştık. Otel cıvıl cıvıldı her köşesinde hayırlı sohbetler oluyordu. Bu hayırlı sohbetler yerini yapılacak olan konferansın arife gününe terk etmişti. Evet, yapılacak olan konferansın arife gününe gelmiştik…
Stada yaklaştığımızda gözümüze ilk çarpan şey stat ve etrafının tamamen Tevhid Bayrakları ile süslenip donatılmış olmaları idi. Muazzam bir görüntü ve dışarıda kalabalık insan kitleleri vardı, hareket halindeki otobüslere el sallayarak selam veriyorlardı. Bizde selamlarına karşılık veriyorduk. Duyguların yoğun olduğu bir atmosfer koridorundan daha büyük bir atmosfere doğru yavaş yavaş ilerliyorduk, kısa bir süre sonra stadın içine girerek diğer delegelerle bizler için ayrılmış bölümde yerimizi aldık. Stadın içi de dışarıdan farksızdı: her taraf Tevhit Sancakları ile cıvıl cıvıl idi. Yavaş yavaş stat dolmaya başlamıştı. Zamanla stadı yaklaşık 3000‟i aşkın âlim ve 7000‟e yakın muhlis genç doldurdu. İçerinin düzeni, yerleşimi ve misafirlere olan alaka organizasyonun ne kadar kaliteli olduğunu gösteriyordu. (Elhamdülillah)
Otel her zamankinden biraz daha hareketliydi. Konuşmacı âlimlerin programları, gözlemcilerin programları, röportajları ve diyalogları ile daha da hareketli hale gelmişti. Bende bu günde bazı şahsiyetlerle hakkında ön bilgi toplayarak geçirdim. Ve sonrada Türkiye‟den gelen heyetle de şehir merkezine gidip turlamıştık. Turun ardından heyetçe programın bir parçası olan Hizb-ut Tahrir Endonezya resmi binasını ziyaret ederek yapılacak olan konferansın hazırlıklarına da şahit olmuştuk. Böylesine muazzam organizasyon ve bunu düzenleyen kişilerin misafirlerle olan alakası Türkiye‟den gelen heyeti de baya etkilemişti ve memnun etmişti. Heyetçe otelimize dönüp sabırsızlıkla yarın yapılacak olan konferansı beklemeye başladık.
köklüdeğişim
Böylesine pozitif enerji saçan bir atmosferde beklenen konferans başladı. Konferans Hizb-ut Tahrir‟in Emiri Şeyh Ata ibn-u Halil Ebu Raşta‟nın banttan yayınlanan konuşmasıyla başladı.-konuşma metninin tamamı KöklüDeğişim 59. sayısında mevcut- bu anlamlı ve etkili konuşmanın ardından, Filistin, Mısır, Sudan, Yemen, Türkiye, Pakistan, Hindistan, İngiltere ve daha birçok ülkeden gelen âlimler konuşmalarını yapmak üzere teker teker kürsüye çıkıyorlardı. Yapılan bu konuşmaların ortak noktası, hem içerisinde yaşadıkları beldenin hem de İslam ümmetinin içerisinde bulunduğu içler acısı, hazin
59 Serdar
aralık 2009
dünya âlimler konferansı ve … vakanın tespiti idi. Yine âlimlerin ortak değindiği bir ortak mesajda, İslam âleminin içinde bulunduğu durumdan kurtuluşun, yalnız ve yalnız İslami bir devletle yani Raşidi Hilafet Devletiyle mümkün olmasının vurgulanmasıydı. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve akşama kadar süren bu konferansın sonunda yayınlanan sonuç bildirisine konferansa katılan bütün âlimler imzalarını atarak bu hayırlı amele desteklerini vermiş oldular. Bu atılan dev adım, İslam ümmetini zilletten, sefillikten, zulümden kurtaracak yola atılmıştı.
Türkiye‟den de duyulmuş ve bazılarının uykularını kaçırmış olsa gerek ki: bana bu makaleyi zulüm zindanlarında yazmak zorunda bırakmıştır! Korkularından ne yapacağını şaşıran zalimler, Türkiye genelinde 200‟e yakın adrese operasyon yaparak zindanlarını muhlis dava erleriyle doldurmuştur. Bununla yetinmeyen sistem Türkiye‟den davetli olan seçkin şahsiyetlere de Endonezya‟da bomba eğitimi almaya gitti şeklinde çirkin iftiralarını güdümlü medyasıyla topluma duyurmaya çalışmıştır. Yazılarını iftiralara dayandıran zavallı basın organları! Şunu iyi bilin!
Hayırlara vesile olması için dualarda bulunduğum böylesi bir amele beni şahit kılan Allah‟a hamdolsun.
Bomba eğitimine gitmediğimiz muhakkak, fakat bomba gibi bir haberle geldiğimiz kesindir. İşte bomba -artık ok yaydan çıkmıştır- bu mesele ümmetin meselesidir ve Hilafet Devletinin kurulması da an meselesidir. Haberiniz olsun!
Buradan zalimlere, kâfirlere, beşeri sistemlere boyun eğmişlere ve onların hain kukla yöneticilerine sesleniyorum! dinleyin ey zavallılar! Artık İslam Hilafet Devletini ikame etmek için 50 küsür ülkede yıllardır çalışan ve hiçbir zalimin zulmünden korkmayan bir kitlenin işi olmaktan öteye geçmiş, ümmetin meselesi haline gelmiştir. Artık ikinci Raşid-i Hilafet Devletinin temelleri sapa sağlam, sökülemeyecek şekilde atılmıştır. Dünya İslam âlimleri ve kanaat önderleri bu meseleye bu şekilde son noktayı koymuşlardır.
ِ ْص ُروإْ ِمنَْب ْع ِْد ِْ آم ُنوإْ َو َع ِممُوإْإلصْالِ َح َْ إِلْْإل ِذ َ َاتْ َوَذ َك ُروإْإلم ْوَْ َكثي ْإًرْ َوإنت َ ْين َْ ُبَْي َنقِمب ون ٍْ َينْظَمَ ُموإْأَيْْ ُم َنقم َْ َماْظُمِ ُموإْ َو َسَي ْعمَُْمْإل ِذ
“Ancak iman etmiş, salih amel işlemiş, Allah'ı çokça zikretmiş ve zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar müstesnadır. Zulmedenler göreceklerdir nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını.” Şuara 227 Vesselamu Aleykum ve Rahmetullahi…
Atılmış olan bu dev adıma şahit olan ümmetin Salih evlatlarının tekbir nidaları
köklüdeğişim
60 Serdar
aralık 2009
İbrahim Er
okuyucudan gelen
bilgi@kokludegisim.net
Zamanın Önemi “İki nimet vardır ki, insanların büyük çoğunluğu onların kadrini bilmez. Bunlar sağlık ve zamandır.” (Buhari, Tirmizi, İbn i Mace)
karttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve onları kavanoza koyarak öğrencilere sordu: „Kavanoz doldu mu?‟ Öğrenciler hep bir ağızdan „evet doldu‟ dediler. Prof. „Öyle mi?‟ dedi, kürsünün altına eğildi ve çakıl taşlarını çıkarttı. Çakıl taşlarının kavanozdaki taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha „kavanoz doldu mu?‟ diye sordu. Öğrenciler de „dolmadı herhalde‟ diye cevap verdiler. „Doğru‟ dedi prof. ve yine kürsünün altına eğildi ve bir kova kum aldı, kumu yavaş yavaş taşların arasına nüfuz edene kadar döktü. Tekrar sınıfa döndü ve sordu, „kavanoz doldu mu?‟ Öğrenciler hep bir ağızdan „hayır‟ dediler. Prof. tekrar masanın altına eğildi ve bir sürahi su çıkarttı sonra da kavanoz tamamen doluncaya kadar suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek „bu deneyin amacı neydi?‟ diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen; „Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz bir zamanın mutlaka olduğudur.‟ dedi. Prof. „hayır‟ dedi, bu deneyin asıl amacı: „Eğer büyük taşları baştan yerleştirmezsen, küçükler girdikten sonra büyüklere asla yer bulunamayacağın gerçeğidir.”
Teknolojinin çok hızlı geliştiği ve dünyanın küçük bir köy haline geldiği günümüz vakıasında, bu teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması ve bizlere zaman kazandırması gerekirken; hala zamanımızın yetersiz geldiğinden, günlerin ve saatlerin yetmediğinden yakınır dururuz. Acaba bu durum gerçekten zamanımızın yetmemesinden mi kaynaklanıyor, yoksa bizler mi zamanımızı yeterince iyi değerlendiremiyoruz? Acaba bu konu hakkında gerçekten yeterince tefekkür ediyor muyuz? Elbette ki kapitalizmin hâkim olduğu günümüzde Müslümanların meşgaleleri arttırılarak derin düşünmeleri engellenmiştir. Müslümanlar, hayatlarını rızık endişesi içinde ve dünyadan lezzet alma mücadelesiyle sürdürür hale geldiler. Rablerini ise cumalarda, bayramlarda veya cenazelerde anlık olarak hatırlar oldular. Rablerini unuttular ve Rabbimizin şu ayeti kerimesinin muhatabı oldular: َّ َو ََل تَ ُكىنُىا َكبلَّ ِذينَ نَسُىا ك هُ ُم َ َِّللاَ فَأَنْ َسبهُ ْم أَ ْنفُ َسهُ ْم ۚ أُو َٰلَئ ْ ُ َ“ الفَب ِسقىنAllah‟ı unutan ve Allah‟ında onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” (el-Haşr 19)
İşte değerli kardeşlerim bizler, öncelikle hayatımızdaki büyük taşları belirlemeliyiz. Bu konuyu ele almamızın en önemli sebebi Müslümanların zaman darlığını bahane ederek, Allah için yapmaları gereken amellerden geri durmalarıdır. Ancak görünen o ki, burada zamanın yetmemesi gibi bir sorun yok. Bütün sorun, zamanın planlı ve programlı bir şekilde değerlendirilmeyip boş yere harcanması sorunudur. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:
Bu kısa girişten sonra, bir Müslüman için zamanının ne kadar değerli olduğundan ve onu nasıl değerlendirebileceğinden bahsedeceğiz. Konuyu bir örnekle izah etmek istiyorum. “Dünyanın en iyi seçilmiş sınıfına profesör girdiğinde, öğrencilerine bakarak „bugün zamanın en iyi yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız‟ dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıköklüdeğişim
“Beş şeyin kıymetini beş şey gelmeden önce bilin; ihtiyarlıktan önce gençliğin, hastalanmadan önce sıhhatin, fakirlikten önce
61 Serdar
aralık 2009
zamanın önemi… zenginliğin, meşguliyetten önce boş vaktin ve ölmeden önce hayatın.” (Fethu‟l Bari.)
runda kalıyoruz. Toplumun büyük bir kısmı bu şekildedir.
İmam Şafi; “Zaman kılıç gibidir, sen onu kesmezsen o seni keser.” demiştir.
İşte burada bizler hayatımızı çok iyi bir şekilde disipline edip, en büyük taşımız olan Allah Subhanehu‟ya kulluğu, O‟nun dini için mücadeleyi hayat kavanozumuzun içine baştan koyup yaşamımızı onun etrafında şekillendirmeliyiz. Yoksa hem bu dünyamız hem de ahretimiz zayi olacaktır. Günümüz şartlarını ele aldığımızda; 10-12 saatlik zamanı çalışmaya ve yola ayırdığımızı düşünürsek, bunun dışında da yemeğe, temizliğe, uykuya vs. ayırdığımız zamanları çıktığımızda bize kalan vaktin 4-5 saatlik bir zaman dilimi olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla zamanımız fazlasıyla işgal edilmiş durumdadır. Hayatımızı çok iyi programlamazsak, hangi işi yapacağımızı düşünüp karar verene kadar, Onu mu yapayım? Bunu mu yapayım? derken, zamanın tükendiğini ve işlerin hiç birisinin yapılmadığını görürüz. Şu örneğe bir göz atalım:
Ahmet b.Hanbel ise; “Mazi artık geçti. O ancak ibret almak için düşünülebilir. Geleceğe bel bağlanmaz, çünkü bundan sonra yaşayacağımız belli değildir. O halde kendisine itibar e dilecek zaman, içinde bulunulan “an” yani şimdiki zamandır. Biz ancak ona sahibiz ve ne yapabilirsek şimdi yaparız.” diyerek zamanımızın ne kadar değerli olduğunu bize göstermişlerdir. Hayatımızı gözden geçirdiğimizde yaptığımız birçok işin boş ya da zamanı öldürmekten başka bir şey olmadığını görürüz. Hâlbuki zaman çok iyi değerlendirilmiş olsa, yapılması gereken bütün işler yapıldıktan sonra bile, hala kendimize ve ailemize ayırabilecek bir zamanın kaldığını görürüz. Buda, hayatımızın her alanını kuşatacak olan ve asli işimiz olan Allah Subhanehu‟ya kulluk etrafında şekillenmesi gereken ve plan program dâhilinde yapılan bir düzenleme olmalıdır. Buradan şu anlaşılmasın; hayatımızı programlamak demek, makineleşmek ya da monotonlaşmak demek değildir. Bilakis, bu plan ve programla işlerin zamanında yapılması demek olduğu gibi, boş yere zamanın harcanmasının da önüne geçilmesi demektir.
“Sabah tarlasına gitmek için evinden çıkan çiftçi traktörünün mazotunun olmadığını fark edince mazot almaya gider. Yolda ilerlerken hayvanlara yem atılmadığını görür ve yem almak için ambara yönelir, bu arada yerdeki dağınık çuvalları görür ve bu çuvallara patateslerin dolması gerektiğini hatırlar, onları toplamak isterken yerde gördüğü odunları eve götürmesi gerektiği için odunları kucaklar, tam o sırada otların arasına hayvanların girdiğini görür ve bir çit yapacağını hatırlar vs. bu arada en başta yapacağı işi unutmuştur. Her önüne çıkan vakıa da onu bir önceki işten alıkoymuştur.” İşte hayatımızı programlamak demek, yapacağımız işleri öncelik sırasına göre belirleyerek yeri ve zamanı geldiğinde yapmaktır.
Zamanı olumlu kullanmaya bir örnek de İbn-ul Kayyum el Cevzi‟den verebiliriz. İbnul Kayyum el Cevzi hayatı boyunca 20 cildi bulanan 340‟dan fazla eser vermiştir. Bu da günde 4 defter, yılda 50-60 cilt tutmaktadır. Tabi burada biz de hayatımızın tamamını ilme adayalım demiyoruz. Burada vaktin ne kadar iyi değerlendirildiğini göstermek istiyoruz. Günümüz hayatının gerçeklerini bir kenara atamayız. Kapitalist nizam hayatımızı fazlasıyla ele geçirmiş durumdadır ve her aya borçlu olarak başlıyoruz. Kira, elektrik, su, telefon, vergi gibi birçok şeyi ödemek için 10-12 saat çalıştırılıyoruz veya çalışmak zo-
köklüdeğişim
Bizler ise hayatın yükü yanında bir de Rabbimizi razı etmek gibi bir yükümlülük taşımaktayız. Bu yükümlülüğün ağırlaşıp, bizi altında bırakmaması için hayatımızı çok iyi planlamak zorundayız. Plan; “bir sonuca/hedefe nasıl ulaşılacağı hakkındaki bilgi,
62 Serdar
aralık 2009
zamanın önemi… teknik, strateji ve taktiklerin bir bütünlük içerisinde düzenlenmesidir. Plan yapmak, belirsizliklerin oluşturduğu stres, ümitsizlik, gevşeklik, bir şeyleri yapamama duygusunu zamanla azaltır ve yerine başarabilme heyecanımızın canlı kalmasını sağlar ve özgüvenimizi arttırarak ve bize daima itici bir güç olur.
kalırsa ve bu da alışkanlık haline gelmeye başlarsa, yük her geçen gün daha da artacak ve hiç bir işi yapamamak gibi bir durum ortaya çıkacak ve sonunda da işin terkine kadar götürecektir. Bu çok zor fark edilen ve önemsiz gibi görülen bir hastalıktır. Bu sorunu aşmak için, mesela boş bir kâğıt alıp yapılaması gereken işi yazıp, niçin yapılmadığını ve yapılmamasının asıl sebebini yazarak gerçek sorunu ortaya koyabiliriz. Sorunu çözme noktasında sorundan kaçmak yerine sorunun üzerine gidelim ki bu sorun aşılabilsin.
Planlama yaparken öncelikle uzun dönemli, orta dönemli ve kısa dönemli olmak üzere hedeflerimizi belirlemeliyiz. Yalnız; hedeflerimizin belirgin olmasına, ölçülebilir olmasına, amele dönük olmasına, hayallerden uzak/gerçekçi olmasına ve zamanında gerçekleşecek olmasına özen göstermeliyiz. Yapacağımız tüm işler, yaşamımızı ve amellerimizi daha da kolaylaştırmak ve zamanımızı daha verimli kullanmak içindir. Bu yüzden de kendimize zaman kazandıracak pratik çözümler üretmeliyiz.
Uyku sorunu da zamanımızı çalan hırsızlardandır. Kişide tembellik oluşturan ve günün büyük bir bölümünü bitiren hususlardandır. Uykumuzu düzenlemeliyiz, işimiz uygun olsa bile gerekiyorsa erken kalkıp spor yapmalı veya kitap okumalıyız, ama uykumuzun 6 saati geçmemesine özen göstermeliyiz.
Plan yaparken dikkat edeceğimiz en önemli hususlardan biri de yaptığımız planlamaları mutlaka yazıya dökmemiz yani yapacağımız işleri bir yere not etmemizdir. Bunun için de uygun bir ajandamızın olması ve yapacağımız işleri senelik, aylık, haftalık ve günlük olarak belirleyip yazmamız kâfidir. Zeki olabiliriz ancak her insan unutabilir. Yazmak bizlere, işlerimizi yapma noktasında ciddi kolaylıklar sağlayacaktır. Böylelikle hem yapacağımız işleri unutmamış oluruz, hem de bu şekilde kendimizi muhasebe etme imkânı oluşturmuş oluruz.
Bizler Müslümanlar olarak şunu unutmayalım ki; hayatımızın her anından hesaba çekileceğiz. Ümmetin evlatlarının zillet içerisinde yaşadığı, canlarına ve mallarına kastedildiği ve başlarındaki ajan yöneticilerin ihanetleriyle de bu durumdan kurtuluş umutlarının kaybolduğu bir anda Allah Celle Celâluhu ve O‟nun dini için çalışmak varken, boş işlerle uğraşmak ve yapılması gereken işleri ihmal etmek Rabbimizin katında büyük bir mesuliyet anlamına gelmektedir. Çünkü ümmetin ve insanlığın yegane kurtuluşu İslam‟ın hayata hâkim kılınmasındadır.
Planlarımızı hayatımıza geçirirken karşımıza çıkabilecek çeşitli engeller de vardır. Bunlar kişilere göre fark ediyor olsa da, bunların içinde yapılacak işleri erteleme hastalığı var ki, bu sorunların en önemlilerindendir. Bugün yapılması gereken işler bir başka güne
Allah (c.c.) bizleri, O‟nun dinini ihmal etmekten ve boş işlerle uğraşmaktan muhafaza etsin. Rabbimiz müminleri şöyle vasfediyor:
köklüdeğişim
ِ ْون ُ ين ُ ْم ْع ِر َ ْى ْم َ ض َ “ َوإلذOnlar ki, faydasız ُ ْع ِن ْإلم ْغ ِو işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (Müminun 3)
63 Serdar
aralık 2009
Musab Kalkan
okuyucudan gelen
bilgi@kokludegisim.net
Kapitalizm, Özgürlük ve İslam 19. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı Hilafet Devleti‟nin son demlerinde Müslümanlara arız olan fikri ve siyasi çöküntü toplumun hemen her katmanında barizleşmişti. Bir yandan Batı‟nın hızla gerçekleştirdiği ilmi, iktisadi gelişim ve bunun İslam ümmeti üzerinde oluşturduğu şaşkınlık, diğer yandan İslam beldelerinde Batının ajanlarının giriştiği misyonerlik çalışmaları neticesinde İslam ümmetinde Batı hayranlığı kendisini yok edecek bir hastalık olarak baş göstermişti. Bilhassa aydınlar arasında batının bu denli gelişmesinin ve kalkınmasının arkasında onun hayata bakış açısı ve bu bakış açısına bina ettiği değerler olduğu düşüncesi yaygınlık kazanmıştı. Batı hızla kalkınıp güçlenirken Osmanlı devleti gerilemiş, donuklaşmış ve kan kaybetmeye başlamıştı. Bu nedenle batının sistemlerine, değerlerine ilgi artmış ve bunların İslam dünyasını maruz kaldığı geri kalmışlıktan kurtaracak fikirler olduğu düşüncesi vücut bulmuştu. 1. dünya savaşının akabinde Osmanlı Hilafet Devleti ortadan kaldırılınca Batılı fikirlerin İslam beldelerine ve Müslümanların zihinlerine yerleştirilmesinin önünde artık hiçbir engel kalmamıştı. Bu tarihten sonra sömürgeciler İslam beldelerinde eğitim sistemlerini la-dini hale getirdiler. Okullarda onların belirlediği müfredatlar tedris edilmeye başlandı. Bu sebeple Müslümanları zihinleri bilhassa aydınların zihinleri İslami akidesiyle çelişen Batılı değerlerle doldu. Zaten geçirdiği fikri inhitat sebebiyle tefekkürü zayıflamış olan İslam ümmeti bununla beraber Batının kesif fikri propagandasına maruz kalmış oldu. Bütün bunların amacı sömürgeci kâfirlerin İslam beldelerine yerleştirdiği fikirlerini, nizamlarını, kurumlarını belki kendisinden daha şiddetli müdafaa edecek Müslüman bireyler yetiştirmekti. Ta ki Batının İslam dünyası üzeköklüdeğişim
rindeki egemenliği, sömürüsü devam edebilsin. Batının planlayıp icra ettiği bu proje bugün daha da hissedilir hale gelmiştir. Öyle ki medyada demokrasi, özgürlük tartışılmaz doğrular olarak itibar görmektedir. Aydınların ve siyasilerin ağzında demokrasi, özgürlükler, laiklik vb. batılı değerler her gün yüksek perdeden tekrarlanmaktadır. Kısacası Batı kendi pisliklerini ümmetin içerisinden zihinleri sömürgeleştirdiği kişiler eliyle ümmetin üzerine boca etmektedir. Bunun son örneğini geçtiğimiz ay Zaman Gazetesi‟nde Ali Bulaç ve Prof. Dr. Atilla Yayla arasında İslam, liberalizm ve özgürlük tartışmasında müşahede ettik. Tartışmanın tamamı oldukça hacimli olduğundan biz burada, Müslümanların tabi olması gereken ölçünün ne olduğunu belirttikten sonra, bu ölçü muvazenesinde tartışmadan yapacağımız alıntıları değerlendireceğiz. Son olarak da bu kavramların hakikatini ve İslam‟ın bunlara bakışını ortaya koyacağız. Umulur ki tefekkür ederler. Müslüman‟ın sahip olması gereken şahsiyet İslam şahsiyetidir. Bu ise ancak zihniyet (düşünüş) ve nefsiyet (davranış) için İslam akidesinin tek geçerli esas kabul edilmesiyle oluşur. İslami zihniyete sahip kişi yalnızca İslam‟a göre düşünen zihniyettir. İslami nefsiyet de davranışlarını bu akideden çıkan şeri hükümlere göre belirleyen nefsiyetdir. Yani Müslüman‟ın hayat vakıasında karşılaştığı herhangi bir problemi çözmede dönmesi gereken kaynak edile-i şeriyye denilen Kuran, sünnet, sahabe icması ve şer‟i kıyastır. Bunun dışında akıl, maslahat, vakıa, umumi cereyan vb. kesinlikle gayri İslami ölçülerdir. Yüce Allah Kuran-ı Kerim‟de şöyle buyurmuştur. ِ َْ ىْيح ِّكم ْلََْي ِج ُدوْْإْ ِفي ْ ْ ْيماْ َش َج َْرَْب ْيَنيُْْمْثُم َْ لْ ُي ْؤ ِم ُن َْ ِّْك َْ لَْ َوَرب ْ َف َ وكْف ُ َ ُ َْ ونْ َحت ِ ِ ِّ يما َْ ض ْي َ َأَنفُس ِيْْمْ َح َر ًجاْ ِّمماْق ً تْ َوُي َسم ُموْْإْتَ ْسم
64 Serdar
aralık 2009
kapitalizm, özgürlük ve… “Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” (en- Nisa 65)
Bu yönüyle İslam bir ideolojidir. 13 asır boyunca insanların her türlü ilişkilerini kendisine göre düzenlediği nizamdır. Dolayısıyla İslam dini yazarın belirttiğinin aksine Hıristiyanlık, Musevilik gibi muharref inançlarla kıyas edilemeyeceği gibi sosyalizm ve kapitalizm gibi batıl ideolojilerle de kıyas kabul etmez üstünlüktedir.
Bu ayet-i kerimede Rabbimiz bizlere karşılaştığımız her meselede vahyin hükmüne başvurmamızı ve ondan gelen hükme şüphe etmeksizin uymamızı açık ve net bir şekilde emretmiştir.
Keza yine yazar; “Müslümanlık siyasî ve ideolojik bir pozisyona işaret etmez. Onu böyle takdim edenler Müslümanlığa büyük kötülük etmektedir.” demektedir.
Ölçü vuzuha kavuştuktan sonra tartışmanın içeriğine şöyle bir göz atacak olursak; genel itibariyle kavramların vakıasından uzak tanımlamalar ve bu tanımlamalara yapılan eleştiriler göze çarpıyor. Haliyle kavram yanlış tarif edildiğinden ona getirilen eleştiri de vakıayla çelişki arz ediyor. Misal olarak;
Hâlbuki siyaset ümmetin dâhili ve harici işlerinin güdülmesidir. İslam akidesinden çıkan toplumsal nizamlarla asırlar boyu ümmetin maslahatlarının düzenlemiş, siyase etmiştir. İslam devleti 13 asır boyunca sahip olduğu ideolojiyle tarihe yön vermişken Müslümanlık siyasi ve ideolojik bir pozisyona işaret etmez demek tarihe kör bakmak, İslam‟ın cahili olmak anlamına gelmektedir.
“En başta belirtmek gerekir ki, tam bir liberalizm-İslam karşılaştırması yapmak hem gereksiz hem imkânsızdır; zira liberalizm gevşek, açık uçlu bir ideoloji İslam ise bir dindir. Tam karşılaştırma her türün kendi içinde yapılmak zorundadır. Liberalizm bir ideoloji olarak sosyalizm, konservatizm, faşizm gibi ideolojilerle ve İslam bir din olarak Hıristiyanlık, Musevilik gibi dinlerle karşılaştırılabilir.” (Atilla Yayla)
Tartışmanın fikri düzeyini yansıtması açısından bu iki alıntıyı yaptıktan sonra geçelim yazarların liberalizm dedikleri kapitalizm ve onun fikirlerinde olan özgürlük fikrine. Kapitalizm; dini hayattan ayrılması yani laiklik esasına dayanır. Bu esas kapitalist ideolojinin temel düşüncesidir. Dinin, vahyin hayata müdahalesi engellenince hayatta toplumsal nizamları var eden, kanun koyan aciz, eksik aklıyla insandır. Demokrasi kapitalist ideolojide benimsenen fikirlerden bir fikir olmasının yanında sadece bu ideolojiye mahsus değil, sosyalist ideolojide de benimsenmiş bir fikirdir. Kapitalist ideolojide insana bir takım özgürlüklerin verilmesi söz konusudur. Bunlar din ve vicdan hürriyeti, ifade hürriyeti, mülk edinme hürriyeti ve şahsi hürriyettir. Kalkınma da anca ferde sınırsız hürriyet verilmesiyle mümkündür. Kapitalist ideologlara göre fert sadece sınırsız hürriyet sahibi olduğunda düşünebilir, üretebilir kısaca kalkınma gerçekleşebilir. Dolayısıyla in-
Batı düşüncesi ve onun dayandığı temel esasa göre din kişiyle Allah arasında olmalıdır. Onun hayata müdahil olması düşünülemez. Tamamıyla hayattan kopuk bir alana hapsedilmiş bir takım ibadetler ve ritüellerden ibarettir. İşte Batının kendi dini Hıristiyanlık üzerinden dine çizdiği bu sınırlar, Batı kültürünün zihinlerini iğdiş ettiği Müslüman tahsillilere de sirayet etmiş ve onlar Allahın gönderdiği ekmel din olan İslam‟ı bu sınırlar içerisinde tasavvur eder hale gelmişlerdir. Hâlbuki İslam üzerinde aydın bir düşünüşle düşünselerdi göreceklerdi ki; İslam dini, kişinin kendisiyle (ahlak, yiyecek, giyecek) , kişinin yaratıcısıyla (akide ve ibadetler) ve kişinin diğer insanlarla (muamelat ve ceza) ilişkilerini düzenleyen evrensel bir risalettir. köklüdeğişim
65 Serdar
aralık 2009
kapitalizm, özgürlük ve… sanı sınırlandıran her şeyden din, siyasal otorite vs. hürriyetini elde etmelidir.
mektedir. Yani vakıada çok rey alanın yönetimidir. Bu ise her zaman çoğunluk demek değildir. Ayrıca demokrasilerde halkın egemen olduğu yönünde ki teoride pratikte yalanlanmaktadır. İngiltere ve Amerika gibi demokratik ülkelerde bile yönetim halktan ziyade sermayedarların, kapitalistlerin ellerindedir. Parlamento üyeleri halkın değil dev şirketlerin, silah tüccarlarının, petrol devlerinin temsilcileridirler. Halkın iradesi bir söylemden, kandırma-cadan öte bir anlam ifade etmemektedir.
Kapitalist nizamın doğuşunda Avrupa‟da; toplumları din adına sömüren krallarla buna bir çözüm olması kabilinden dinin hayattan ayrılması prensibine çağıran filozoflar arasındaki kanlı mücadelenin filozoflar lehine sonuçlanması müessir olmuştur. Bu tarihten sonra laiklik prensibi kapitalist ideolojinin üzerinde yükseldiği temel olarak var olmuştur. Bütün bu yaptığımız tanımlamalardan sonra meselenin tahlilini iki cihetten yapabiliriz. Birincisi akli olarak bu fikirlerin vakıasın inceleyebiliriz. İkincisi ve biz iman edenler için esas olan cihet ise Kuran ve sünnet ölçüsünde bu fikirlerin değerlendirilmesidir.
Özgürlükler fikrine gelince; ifade hürriyeti kişiye yanlış veya doğru her türlü fikri dile getirme hakkı vermektedir. Mülk edinme hürriyeti, kişinin dilediği her şeyden mülk edinebilmesi demektir. İnanç hürriyeti kişinin hiçbir kayıt olmaksızın dilediğine inanması veya inanmamasıdır. Ferdi hürriyet kişinin her türlü fiili serbestçe ifa etmesi manasına gelmektedir. Aslında bu kavramların hayatta vakıası yoktur. Özgürlükler fikrinin aklen batıllığın anlamak içine çıkış yeri Batıda toplumları ferdi hürriyetlerin sürüklediği noktayı tefekkür etmek yeterlidir. Batıda kanunların gölgesinde hemcinsler arası evlilik bir hürriyet olarak mubah görülmektedir. Caddelerde sokaklarda genç kız ve erkeklerin ulu orta uygunsuz hareketleri normal karşılanır hale gelmiştir. Suç oranları yükselmiş, uyuşturucu madde kullanım yaşı çok küçük yaşlara kadar inmiştir. İstatistiklere göre Amerika‟da 20 milyondan fazla eşcinsel bulunmaktadır. Yine her yıl 1 milyon kişi annesiyle, kız kardeşiyle ilişki kurmaktadırlar. Yazarken dahi midemizi bulandıran bu hakikatler ferdi hürriyetler adı altıyla bugün bizim beldelerimize taşınmaktadır. Toplumda ortaya çıkardığı bu ifsat özgürlükler düşüncesinin insan fıtratına zıt bir fikir olduğunu göstermektedir.
Kapitalist ideolojinin temel düşüncesi laiklik yaratıcının hayata müdahalesini reddetmesi itibariyle bir yaratıcı olduğunu kabul etmektedir. Eğer bu hayatı kâinatı yaratan bir yaratıcı varsa yaratıklarına bir nizam koyması, yönlendirmesi, müdahale etmesi kaçınılmazdır. Ki elan bu hakikat tecelli etmektedir. Bu yönüyle kapitalizmin temel düşüncesi aklı ikna etmekten ziyade Avrupa‟da mezkûr çatışma sonrasında krallar ve filozoflar arasında bir orta çözüm yoludur. Demokrasi fikrine gelince, o halkın kendi kendisini yönetmesidir. Halkın tüm fertleri kendisini yönetecek olan yasaları, kanunları var ederler. Egemenliğin kaynağı bizzat halkın kendisidir. Bunu fiziksel manada imkânsız olması neticesinde halk temsilciler seçer ve bu temsilciler halk adına kanunlar, nizamlar koyarak halkı yönetirler. Halkın kendini bizzat yönetmesi fikri batıl olduğundan hükümet, parlamento oluşturulmuştur. Demokrasi çoğunluğun yönetimi olmasına rağmen yönetim her zaman için azınlığındır. Çünkü bir makam için birden çok aday vardır. Ve bu adaylar arasından en çok oy alan o makamı elde etmektedir. Bu da o makama talip olan diğerlerinin temsil edilmeyişi anlamına gelköklüdeğişim
Şeri olarak meseleyi incelersek: Demokraside insana verilen egemenlik İslam‟da şeriata aittir. Kanun koyucu yalnız-ca, tek ilah olan Allah‟tır. Yeryüzündeki bütün
66 Serdar
aralık 2009
kapitalizm, özgürlük ve… beşeriyet içtima etse onun tek bir hükmünü dahi değiştiremez. Yüce Allah kuran-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır.
mek mubah kılınmıştır. Bir fert içki satışından, kadın ticaretinden, faizde mülk edinebilir. İslam ise mülk edinme ve mülkü sarf etme yollarını sınırlandırmıştır. Faiz, içki satışı vb. haram yollardan mülk edinmeyi haram kılmıştır.
ِ َْ ىْيح ِّكم ْلَْ َي ِج ُدوْْإْ ِفي ْ ْ ْيماْ َش َج َْرَْب ْيَنيُْْمْثُم َْ ِّكْلَْْ ُي ْؤ ِم ُن َْ لَْ َوَرب ْ َف َ وكْف ُ َ ُ َْ ونْ َحت ِتْويسمِّ ْموْْإْتَسم ِ يما ْ ي ض ق ْ ا م م ْ ا ج ر ح ِّ ً َ َ ْأَنفُس ِيْْم ً ْ ُ َ َُ َ َْ َ
“Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” (en- Nisa 65)
İslam‟da ifade hürriyeti yoktur. Zira İslam da fertlerin her türlü düşüncesi, fikri İslami naslarla kayıt altına alınmıştır. Demokrasi, kapitalizm, sosyalizm vb. İslam dışı yollara çağrı yapmak, bunların propagandasını yapmak haram kılınmıştır. Müslüman‟ın benimseyeceği, taşıyacağı her türlü düşünce İslami naslara uygun olmalıdır.
ْح ْك ُمْ ْإِلْ ْلِمّ ِو ُْ ن ْإْل ِْ ِ…“ …إHüküm ancak Al-
lah‟ındır” (Yusuf 40)
ِ ك ْ َو َما ْأ ِ آم ُنوْْإ ْبِ َما ْأ ْل ْ ِمن َْ ُنز َْ ل ِْإلَْي َُْنز َْ ين ْ َي ْز ُع ُم َْ أَلَْْم ْتََْر ْإِلَى ْإل ِذ َ ْ ون ْأَنيُْْم ِ ِ ِ ْيد ُْ وت ْ َوقَْْد ْأُم ُروْْإ ْأَن َْي ْكفُ ُروْْإ ْبِ ْو ْ َوُْي ِر ْ اغ َْ يد َْ ِقَْبم ُ ك ْ ُي ِر ُ ون ْأَن َْيتَ َحا َك ُموْْإ ْإِلَى ْإلط ِ يدإ ْ َضل ُْ ط َ إلش ْي ً لًْ َب ِع َ ْانْأَنْ ُيضميُْْم
İslam ferdi hürriyeti de haram kılmıştır. Zira ferdi hürriyet ferdin davranışları üzerinde hiçbir yetki ve otorite kabul etmez. Hâlbuki İslam‟da fert haramlar ve helallerle kayıt altına alınmıştır. Mesela İslam içki içmeyi, eşcinselliği, fuhşiyatı haram kılmıştır ve bunlara cezai müeyyideler koymuştur.
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere; inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? İnkar etmeleri emrolunmuş iken Tâğût'un önünde muhakeme edilmelerini isterler. Hâlbuki şeytan, onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor.” (en-Nisa 59)
Bu izahatlarımızdan anlaşılmaktadır ki kapitalizm ve onun hürriyetler düşüncesi İslam‟la taban tabana zıttır. İslam ferde her davranışında haram ve helaller çizmişken kapitalizm ferdi her alanda başıboş bırakmıştır. Bunun neticesinde kapitalizm insanın fıtratından sapmasını sağlamış, onun hayvandan aşağı derecelere indirmişken, İslam insanı yüce değerlerle donatmış yaratılmışların en üstünü kılmıştır.
Hürriyetler fikri de İslam‟la taban tabana zıttır. İslam‟da din ve vicdan hürriyeti yoktur. Zira İslam bir Müslüman‟ın dinin terk edip başka bir dini seçmesini haram kılmıştır. İslam‟dan dönen kişinin tövbe etmesi istenir. Eğere tövbe edip geri dönmezse öldürülür ve malları müsadere edilir. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur; " من بدل دينو فاقتموهDinini değiştireni öldürünüz" Ebu Bekir RadiyAllahu Anha Hilafeti döneminde bu hükmü tatbik etmiş ve mürtetlerle savaşmıştır.
Bu hakikatler karşısında biz aydın akıllara düşen beldelerimizi işgal eden batılı fikirlerin şerrinden bizleri koruyacak, İslamı bir bütünlükte tatbik edip bugünkü fesadın kökünü kazıyacak küresel hilafet projesine destek olmak, ona omuz verenlerle beraber olmaktır.
İslam‟da mülk edinme hürriyeti yoktur. Zira kapitalist ideolojide mülk edinme hürriyeti adı altında her türlü yoldan mülk edin-
köklüdeğişim
67 Serdar
aralık 2009
Takiyyuddin en Nebhani
mefhumlar
bilgi@kokludegisim.net
Siyâsi Mefhumlar (3) Devletlerarası Durum
anın vasıflandırılması şeklinde olacaktır. Ancak buna rağmen sabit bir iş sayılmaz. Bunun içindir ki olayların kendisinde netlik kazanması, olaylar hakkında hüküm verebilmesi, görüş ve düşünceleriyle arasında bağlantı kurabilmesi için siyasetçinin devletlerarası durum ve bir devletin siyaseti hakkında bilgi sahibi olması mutlaka gereklidir.
Devletlerarası durumu anlamak her bir devletin siyasetini anlamaktan farklı bir şeydir. Zira etkili olan devletlerin siyasetini anlamak daha önce de açıklandığı üzere bu devletlerin siyasetlerinin üzerine kurulu olduğu düşüncenin ve metodun anlaşılmasıyla alakalıdır. Devletlerarası durum ise devletlerarası etkili ilişkilerin yapısı demektir. Yani birinci devletin ve onunla rekabet halinde olan devletlerin üzerinde bulunduğu hal demektir. Bu durum düşünce metotla alakalı değildir. Devletlerarası ilişkilerle alakalıdır. Devletlerin birinci devletin sahip olduğu merkez üzerinde ve devletlerarası siyaset üzerinde yürüttükleri yarışla alakalıdır. Bunun içindir ki devletlerarası durumu anlamak mutlaka gereklidir.
Devletlerarası durumu anlamak Müslümanların dünyadaki birinci devletin durumunu, bu devlete ve dünya siyasetine göre diğer devletlerin durumunu anlamalarını gerektirir. Aynı zamanda tabi devletlerin durumunu, yörüngedeki devletlerin durumunu ve bağımsız devletlerin durumunu bilmeyi de gerektirir. Başkasına tabi olan devlet, harici siyasetinde ve dâhili işlerinin bir kısmında bir başka devlete bağlı olan devlet demektir. Mısır ile Amerika arasındaki ilişkide olduğu gibi. Şu andaki Kazakistan ile Rusya arasındaki durumda olduğu gibi.
Devletlerarası durumun tek hal üzere durmadığı da bilinmelidir. Dünyanın içerisinde bulunduğu durumlara, hallere ve olaylara göre değişiklik gösterir. Ancak bununla birlikte devletlerarası durum hakkında açık bir tablo ortaya koymak, genel hatlar çizmek mümkün olduğu gibi birtakım tafsilatlar vermek de mümkündür. Fakat bunların tümü vakıanın insanlara açıklandığı andaki duruma, zamana ve vasfına delalet eder. Dolayısıyla yapılan nitelendirme mevcut durum için doğrudur. Devletlerarası durum değiştiğinde ise aynı şekilde nitelendirmede bulunmak doğru olmaz. Daha önceden mevcut olup sonradan yok olan ve tarihi bir vakıa niteliğine bürünmüş bir şeyin vasıflandırılması sayılır. Artık ortaya çıkan vakıanın yani devletlerarası yeni durumun ne olduğu ortaya konulmalıdır. Buna göre vasıflandıracağımız, şeklini çizeceğimiz devletlerarası durum veya hakkında genel hatlar ortaya koyacağımız husus ya da tafsilatlarına gireceğimiz konu, daha önceden olmayan veya şu anda gözlemlenen ya da ortaya çıkması beklenen bir vakıköklüdeğişim
Yörünge devletler tabi olarak değil maslahatının gereği olarak dış siyasetinde bir başka devletle bağlantısı olan devletlerdir. Japonya‟nın Amerika ile Avustralya‟nın Amerika ve İngiltere ile Kanada‟nın Amerika, İngiltere ve Fransa ile ve şu andaki Türkiye‟nin İngiltere ve Amerika ile olan ilişkilerinde olduğu gibi. Bağımsız devlet ise harici ve dâhili siyasetinde maslahatına göre dilediği gibi hareket eden devlet demektir. Fransa, Çin ve Rusya örneklerinde olduğu gibi. Devletlerarası siyaset kapsamında yer almayıp daha ziyade sömürgeci devletlerin işgalleri altındaki bir ülkeden çıkmasından kaynaklanan birtakım durumlar vardır. Bu durumlar ve benzerleri devletlerarası siyasette incelenmez ve bunlar hakkında genel hatlar verilmez. Her durum mevcut vakıasıyla incelenir ve o vakıaya göre bir hüküm verilir.
68 Serdar
aralık 2009
siyâsi mefhumlar… İngiliz'lerin Irak'tan çıkmasının ardından 14 Temmuz 1958'de darbe yapılması ve tüm anlaşmaları ve bağlantıları ilga etmesiyle Irak; Fransa, İngiltere ve bağımsız herhangi bir devlet gibi devletlerarası durumda müstakil bir devlet haline geldi. Ancak bir yönüyle her ne kadar Irak müstakil bir devlet gibi olsa da o andaki yöneticisi Amerika'nın ajanı olduğundan vakıa olarak Amerika'ya tabi bir devlet oldu. 17 Temmuz 1968 darbesiyle İngiliz ajanları yönetimi ele geçirdiklerinde ise Irak İngiliz'lere tabi bir devlet oldu.
devlet üzerinde ve buna bağlı olarak da devletlerarası yönden dünya siyaseti üzerine etkisi olur. Hem birinci devlet üzerinde etkili olma çabası bakımından hem de dünya siyasetinde etkili olması bakımından 2004 yılı itibariyle günümüzde bu konu için en açık örnek İngiltere‟dir. Amerika üzerinde kurabildiği bazı etkiler devletlerarası bakımdan sahip olduğu birtakım hususlardan gelmektedir: Bir zamanlar dünyada birinci devlet olmasından kaynaklandığı gibi eski sömürgeleri üzerinde devam eden nüfuzundan da kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde Amerika İngiltere ikilisinin Irak‟a karşı başlattıkları savaştan sonra Fransa, Rusya ve Almanya birlikte hareket ederek birinci devlet üzerinde etki oluşturmaya ve buna bağlı olarak da devletlerarası bakımdan dünya siyasetini etkilemeye çalışmışlardır.
Böylece müstakil olan devletlerin yöneticileri ajan olur ise veya ajan olan bir kimse yönetime gelirse bu devlet, idarecisinin ajanı bulunduğu devlete tabi bir devlet haline gelir. Böylelikle sömürülen bütün devletler bu gibi durumlarla karşılaşabilirler ve idarecilerinin değişmesi neticesinde bir elden diğer ele geçerler. Devletlerarası yönden bu gibi devletler müstakil devlet gibi görünseler de gerçekte bağımsız değil tabidirler. Ancak bunlar bireysel türden durumlar olup sömürgelerden birisinden kurtulmaktan ve sömürgeci devletlerin sömürgelerine dönme çabalarından veya daha başka devletlerin önceki sömürgeci devletin yerini almak için çabalamalarından kaynaklanan bir durumdur.
Birinci devlet üzerinde etkili olmayan ve buna bağlı olarak da dünya siyasetinde müstakil bir etkisi olmayan devletlere örnek vermeye gelince: Tabi devlet bunlardan birisidir. Kendisine tabi olunan devletin kullanma gücü dışında bu devletin birinci devlet üzerinde herhangi bir etkisi olmaz. Aynı durum yörünge devletler için de geçerlidir. Bu devlet yörüngesinde dönüp durduğu büyük devletin etkisi altındadır.
Dünya siyasetini ve devletlerarası durumu anlamanın önemli olması nedeniyle dünyada birinci devlet mertebesinde bulunan devleti bilmek mutlaka gereklidir. Barış halinde iken devletlerarasında birinci olan devlet, devletlerarasında da söz sahibi olur. Söz sahibi olarak bundan sonra ikinci devlet ve siyasi olarak dünyayı etkileyebilme bakımından herhangi bir diğer devlet yer alır.
Tabi ve yörüngede olmayan devletler ise İsviçre, İspanya, Hollanda, İtalya, İsveç gibi müstakil devletler grubunda yer alırlar. Birinci devletin çıkarlarını destekledikleri veya tehdit ettikleri zaman devletlerarası bakımdan bunların dünya siyaseti üzerinde etkileri vardır. 2003 yılında Irak‟ı işgal ettiğinde destek vermeleri suretiyle Amerika‟nın önemli çıkarlarını güven altına alan İtalya‟yı ve İspanya‟yı buna örnek verebiliriz.
Diğer devletlerin birinci devlet üzerinde tesiri ancak dünya üzerinde etkileme ağırlığı bulunan devletlerce olur. Kişisel ve evrensel gücündeki farklılığa göre bu etki de farklı olur. Devletin gücündeki büyüklüğe ve evrensel olarak ağırlık boyutuna göre birinci köklüdeğişim
Bu nedenledir ki dünya siyaseti üzerinde etkili olmak veya çıkarları doğrultusunda sürükleyebilmek isteyen herhangi bir devletin iki yoldan birisini takip etmesi gerekir:
69 Serdar
aralık 2009
siyâsi mefhumlar… 1- Devletlerarası durumdaki birinci devletin gerçek çıkarlarını fiilen tehdit etmek.
davet ettiği bir ideolojisi bulunmalıdır. Bu işe çevresinden, komşusundan başlamalıdır ki kendisini bir iç savaşa girmekten koruyabilsin. Sadece sınırlarını korumakla yetinmesin. Bilakis hem ideolojisi hem de nüfuzu ile genişlesin ve böylece devletlerarası durumda birinci devletle rekabet edebilsin.
2- Büyük devlete çıkar temin edeceği şartıyla kendi çıkarı hakkında birinci devletle pazarlık yapmak. Etkili aktif tehdit metodu kesin olarak sonuç getiren bir metottur. Etkisini garantileyen ve devletlerarası durumda sesini duyuran gerçek bir devlete yakışan metot da budur. Büyük devlete çıkar temin etme yoluna girmeyi hedefleyen ikinci metot ise karanlık bir yol olup tökezlemesinden emin olunmayan bir yoldur. Bazen gayeye ulaştırırken bazen de tehlikeye götürür. Bu yol ümmetin varlığı ile kumar oynamak ve devletin geleceğini ahmakça tehlikeye atmaktır. Çünkü büyük devletin çıkarının herhangi bir devlet tarafından ipotek altına alınması merkezi konum veya imkânlar bakımından kendisinden daha aşağı seviyede bulunan hangi devlet olursa olsun bu çıkarlar üzerinde onunla pazarlığa girişmesini engellemez.
Herhangi bir devletin dünyadaki birinci devleti üzerinde bulunduğu merkezi konumundan kaydırabilmesi için siyasi atmosferi kendi tarafına dönüştürmeli ve diğer devletleri hem siyasi hem de fikri olarak kendine çekmelidir. Tıpkı ikinci dünya savaşı öncesinde Almanya‟nın yaptığı gibi. Eğer herhangi bir devlet bunu yapabilirse devletlerden birisi birinci devlet merkezini teslim alıncaya kadar devletlerarası durum sallantıda kalır. Çoğunlukla da devletlerarası durum ister dünya savaşı şeklinde olsun isterse sınırlı bir savaş şeklinde olsun ancak bir savaşın çıkmasıyla değişir. Veya birinci devlete karşı bir savaş tehlikesi söz konusu ise ve bu savaşta da onunla kendi bloğunda onunla rekabet halinde olan bir devlete ihtiyaç duyulduğu zaman.
Nitekim Amerika “eski Avrupa” nitelendirmesinin ardından 2003 yılında batı Avrupa devletlerinden olan klasik müttefikleri ile pazarlık yapmış ve Irak meselesinde eski müttefiklerinin yerini dolduracak doğu Avrupa devletleri hakkında araştırma yapmaya başlamıştır. Aynı şekilde savaş konusuna devletlerarası meşruiyet kazandırmak için Birleşmiş Milletlerden herhangi bir karar çıkartmaksızın Irak‟a saldırma hususunda İngiltere kıvırmaya başladığında Amerika İngiltere‟ye karşı tavrını hemen koymuş ve Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld: “İngiltere olmadan da Amerika Irak‟a gidebilir” şeklinde açıklama yapmıştır.
Dünyada birinci devlet konumu yeni değildir, çok eski dönemlerden beri vardır. Eski tarihte Mısır birinci devlet idi. Irak‟ta bulunan Asurlular o dönemde birinci devlet konumu hususunda Mısır‟la rekabet halindeydi. Bir zamanlar Bizans‟ta birinci devletti ve Fars‟lılar bu konuda onun rakibiydiler. Raşidi halifeler döneminden haçlı savaşlarına kadar geçen süre içerisinde İslam devleti birinci devlet konumundaydı. Bu konumunda onunla rekabet edecek kimse yoktu. Fransa birinci devlet iken bu hususta İngiltere onunla rekabet halindeydi. İslam Hilafet Devleti niteliğiyle Osmanlı Devleti yaklaşık üç asır boyunca birinci devlet olarak kaldı. On sekizinci asrın ortalarına kadar bu konuda hiç kimse onunla rekabet edemedi. Birinci dünya savaşı öncesinde ise Almanya birinci devlet idi. İngiltere ve Fransa ise bu hususta onunla yarışmaktaydılar. Birinci dünya savaşından
Çıkarları tehdit etmek ve etkili olabilmek için bu devletin kendini savunma imkânlarına ve kendi dâhili durumuna eksiksiz bir şekilde hâkim olma sebeplerine sahip olması mutlaka gereklidir. Bunun için tek doğru yol bu devletin artan bir şekilde ilerleme yolunda yürümesidir. Yani evrensel olarak taşıdığı, köklüdeğişim
70 Serdar
aralık 2009
siyâsi mefhumlar… sonra ise İngiltere birinci devlet oldu ve Fransa bu konuda İngiltere ile rekabet etmekteydi. Sonra ikinci dünya savaşı öncesinde İngiltere birinci devlet iken Almanya bu hususta onunla rekabet halindeydi ve neredeyse birinci devlet olacaktı. Bu durum ikinci dünya savaşına kadar devam etti. Amerika da savaşa katıldı ve savaş hem devletlerarası siyasetin çizilmesinde hem de devletlerarası durum bakımından Amerika‟nın birinci devlet olmasıyla sona erdi. Öyle ki en güçlü devlet olarak devletlerarası siyaseti kendi tarafına çekti ve devletlerarası duruma hükmeder oldu, istemediği siyasi olaylar uygulanmaz hale geldi. Bununla birlikte Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa onunla rekabet etme girişimlerini sürdürdüler. Bu devletlerin her birisi güçleri oranında yapabildikleri kadar dünya siyasetinde etkili olmaya çalışıyorlardı. Özellikle Sovyetler Birliği güçlü bir şekilde bunu yaparken İngiltere ise daha zayıftı.
vaşının arkasındaki gerçek aktör olan Çin‟e Amerika‟ya ait savaş haberlerini ulaştırdı. Böylece iğrenç ve gizli araçlarıyla İngiltere birinci devlet konumunda olan Amerika‟yı Kore savaşında etkilemeyi başardı, şiddetli bir şekilde sarstı. Yine doğu bloğu yanında Hindiçini için yapılan Cenevre konferansında doğu bloğunun yanında yer aldı ve takındığı tavırla doğu bloğu çıkarına karar çıkmasına neden oldu. Ve yine casusluk ve askeri haberleri Rusya‟ya naklediyordu. Bunlardan birisi de Rusya‟ya haber vermesi sonucunda Rusların düşürdüğü Amerikan U2 casus uçağı olayıdır. Daha sonra Paris konferansında Mc. Millan, Eisenhower‟a karşı Khruschef‟in yanında yer almış ve Birleşik Devletler Başkanı sıfatına sahip olan Eisenhower‟ın ayaklarını kaydırmaya çalışmış, böylelikle konferans başarısız olmuş ve Amerika‟nın konumu zayıflamıştır. Böylece birinci devlet konumunu etkilemek amacıyla birçok işe kalkıştı. Ancak Amerika bunların tümünün farkına vardı. Daha sonra Viyana‟da Kruschef Kennedy görüşmesi yapıldı. İşte bu tarihten itibaren İngiltere Amerika‟ya karşı saldırmaktan dönüş yaparak kendisini koruma pozisyonunu takınma mecburiyetinde kaldı. Zira Rusya (Sovyetler Birliği) ve Amerika, İngiltere‟yi dünyada tasfiye etmek için birlikte hareket etmeye başladılar.
Sovyetler Birliği adeta ortağı veya müttefiki gibi Amerika‟nın yanında yer alırken İngiltere arka planda kaldı, günden güne daha da geriledi ve şu anda bulunduğu hale geldi. Bunun nedeni şudur: İngiltere ikinci dünya savaşının darbesinden yeni yeni uyanmaya başlamıştı. Birinci devlet konumunda olan Amerika‟yı sarsmaya, yerinden oynatmaya çalıştı. Amerika üzerinde etkili olabilmek için siyasi operasyonlara kalkıştı, sadece göstermelik olarak Kore savaşına katıldı. Kore sa-
köklüdeğişim
(Devam Edecek)
71 Serdar
aralık 2009
aile kaledir
Necahu‟s Sabatin
bilgi@kokludegisim.net
Çocuk Terbiyesinin Esasları (62. Sayıdan Devam) Dördüncü Bölüm
lenmesi durumunda çocuğun davranışlarını kuvvetlendiren etkidir. Örneğin oğlundan hoşuna gitmeyen bir söz duyduğun her sefer gülümsemeni ondan gizlemendir. Bundan daha destekleyici ve evla olanı (öğrenilmeyen ve kazanılmayan) ve ikincil olanı (öğrenilen ve kazanılanı) vardır. Destekleme, onurlandırma davranışların düzenlenmesindeki en önemli ilkelerdendir. Bu durum bazılarını “davranışları destekleyerek, onurlandırarak” düzenleme üslubu diye isimlendirmeye götürmüştür. Bunun nedeni desteklemenin, onurlandırmanın sadece davranışları kuvvetlendirmekle kalmadığı fakat bunun birçok göreve sahip olduğudur:
Davranışlarda Değişiklik Yapma, Düzenleme Davranışların değiştirilmesi, düzenlenmesi, yirminci yüzyılın başından itibaren araştırmacıların gerçekleştirdikleri sayısız bilimsel tecrübelerden elde edilen bazı üsluplara dayanmaktadır. Bunlar şunlardır: 1- Takdir etme ve ödüllendirme üslubu. 2- Maksadı görmemezlikten gelme üslubu. 3- Cezalandırma üslubu. Takdir etme ve ödüllendirme üslubu Davranışların değiştirilmesi, düzenlenmesi alanında köşe taşını oluşturan ilke ödüllendirme, takdir etme veya destekleme ilkesidir. Destekleme, genel bir ıstılah olup isteğe olumlu cevap alındıktan sonra muayyen etkinin izale edilmesini veya sunulmasını kapsayan öğrenme işlemine işaret etmektedir. Alınan bu cevabı kuvvetlendirmeye götüren bir iştir. Örneğin çocuğun yüzüne karşı güldüğünde ve her girişinde ona bundan daha güzel bir selam verdiğinde; verilen bu selam “davranışlar” olarak isimlendirilir. Çocuğun yüzüne gülmek ve ona selamla cevap vermek ise “etki” dir. Bu olayda çocuk “etki” sebebiyle selam vermeyi öğrenmiştir.
- Aktif Görev: Destekleme zatın mefhumunda olumlu değişiklikler doğurur. - Teşvik edici Görev: Destekleme, iticiliğin anahtarıdır. - Bilgiye Dayalı Görev: Destekleme, edanın tabiatı etrafında hemen dönüş yapan bir gıda sunar. Davranışların değişiminde, düzenlenmesinde geçmiş dönem tecrübelere desteklemenin, güçlendirmenin tarihi diye isimlendirilir. Yani bir ferdin herhangi bir anda yapmış olduğu bir husus, geçmiş destekleme tecrübelerinin neticesidir. O kimse, geçmişte dönmüş olduğu tarz, hal üzere davranışlarına meyleder, yönelir. Yani elde etmiş olduğu lezzet veya cezadan sakınma veya cezadan kaçma tutumuna göre davranır. (İnsan Davranışlarının Düzenlenmesi, Değişimi)
“Etki” davranışları destekleyen, yücelten davranışların ortaya çıkma ihtimalini artıran iş olarak isimlendirilir. Bu etki iki türlü olur. Olumlu destek ve olumsuz destek. Olumlu destek, ortaya çıkması davranışların desteklenmesine yol açan, götüren etkidir. Sınavlardan tam not alan çocuğa çeyrek dinar ödül vermen gibi. Olumsuz destekleme ise; gizköklüdeğişim
Süratle ve Süreklilikle İyi Davranışlarla Yetinmek
72 Serdar
aralık 2009
çocuk terbiyesinin esasları… Çocuğun öğrenmesinde en üstün üslup, arzu edilen davranışlardan dolayı ödüllendirmek, arzu edilmeyen davranışlardan dolayı da ödülden men etmektir. Zira çocuklar konuşmayı, elbise ve ayakkabı giymeyi, ev işlerine katılmayı öğrenirler. Çünkü onlar teşvik edilmekle, önemsenmekle, gülümsemelerle, kucağa alınmakla ve güzel kelimelerle karşılaştılar. Şüphesiz ki ödüller arzu edilen davranışların takviye edilmesinde büyük küçük herkes için çok ciddi etkileri vardır. Kur‟an-ı Kerim, Müslümanları yerine getirmeye teşvik etmek için salih ameller için sevabı çok geniş bir şekilde kullanmıştır.
kavramıyorlar demektir. Ki bu kimseler kalplerinde merhamet bulunmayan kimselerdir. Buharî ve Müslim‟in Aişe (RadiyAllahu Anha)‟dan rivayet ediyorlar. Dedi ki: “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Ali RadiyAllahu Anh‟ın çocukları Hasan ve Hüseyin‟i (RadiyAllahu. Anhum) öptü.” Bu esnada yanında Akra‟ ibni Habis et-Temimi vardı ve şöyle dedi: “Benim on tane çocuğum var ve onlardan birini bile öpmedim.” Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ona baktı ve dedi ki: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” Yine Buharî ve Müslim‟in Aişe (RadiyAllahu Anha)‟dan rivayet ettiği bir başka hadis şöyledir. Dedi ki: “Bedevinin birisi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem‟e geldi ve dede ki; Siz çocukları öpüyorsunuz fakat biz öpmüyoruz. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: “Allah (Subhanehu ve Teâlâ) kalbinizden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim ki.”
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ْ فَ ْيُ َْو ْ ِفي ِ ت ْمو ِإز ُين ْو ِعي َش ٍْة ْر إضَي ٍْة ُ َ َ ْْ َ“ فَأَما ْ َمن ْثَُقمArtık kimin de tartıları ağır basarsa. O memnun kalacağı bir hayattadır.” (Karia 6-7) َْ َل ْ ِمثْق ْْ “ فَ َمن َْي ْع َمKim de zerre ağırlıُال ْ َذ ٍرْة ْ َخ ْي ًإر َْي َرْه
ğınca hayır yaparsa onu bulur.” (Zilzal 7)
ْات ْتَ ْج ِري ْ ِمن ْتَ ْحتِيَا ٌْ ات ْلَيُْْم ْ َجن ِْ آمنُوإ ْ َو َع ِممُوإ ْإلصالِ َح َْ إِنْ ْإل ِذ َ ْ ين ُْ ِك ْإْلفَ ْوُْز ْإْل َكب ير َْ ِار ْ َذل ُْ َ“ ْإأل َْنيİman edip Salih amel işle-
Güzel Davranışları Öv
yenlere içinden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Buruc 11)
Çocuk yatağını düzelttiği zaman annesinin ona şöyle demesi gerekir: Yatağını düzeltmen gerçekten çok güzel bir davranış. Allah seni sevecektir. Çünkü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Sizden herkim işini sağlam yaparsa Allah da onu sever.” Derslerinde kız kardeşine yardım ettiği zaman ona şöyle de: Kız kardeşine yardımcı olman çok harika bir iş. Şüphesiz ki Allah, yardıma ihtiyaç duyduğun anlarda sana yardımcı gönderecektir. Çünkü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Kul kardeşine yardımcı oldukça Allah da kulun yardımındadır.”
Ağlamasını gerektirecek bir sebep olmadığı halde çocuk ağladığı zaman, bunun bedenindeki herhangi bir sıkıntıdan kaynaklanmadığından emin olmak gerekir. Ağlamasını kestiğinde ise anne, hemen ona güzel ve tatlı sözler söylemek veya kucaklamak suretiyle onu önemsemelidir, ödüllendirmelidir. Tekrar ağlamaya başladığında ise ona dikkat etmeden önce kısa bir müddet beklemeli, öncekinden daha farklı bir ses tonuyla ona seslenmelidir. Bu süre içerisinde ise onu kucaklamak gibi daha fazla özen göstermelidir. Çocuklarına karşı gülümsemeyen, öpmeyen veya onları teşvik edici bir kelime kullanmayan babalar çocuklarda görülen güzel davranışları ödüllendirmenin etki boyutunu köklüdeğişim
Çocuğun yapmış olduğu güzel bir davranışı övmek çocuğun kendisini övmekten daha etkilidir. Çocuk annesinin çağırmasına
73 Serdar
aralık 2009
çocuk terbiyesinin esasları… olumlu cevap verdiğinde ona: Annene itaat etmen salih bir iş olup bundan dolayı Allah sana sevap verir, şeklinde bir ifade kullanman, sen iyisin, sen harikasın demenden daha güzeldir, üstündür. Bu nedenledir ki kendimizi, yaptığı işten dolayı çocuğun kendisini övmek yerine yaptığı işi övmeye alıştırmalıyız.
hemen cevap vermeyip yapılması istenen güzel davranışlarını ihmal ederler. Çocukları güzel bir işi gerçekleştirdikleri zaman onları dikkate almazlar, önemsemezler. Oysa babaların çocukların yapmış oldukları fiillere karşı tepki göstermekte dikkatli olmalı ve uyumlu bir konuşma yapmalıdırlar ki güzel davranışları köreltmesinler, tam tersine kuvvetlendirsinler veya kat kat destek versinler.
Mükâfat Türleri
Kasıtlı Olmayarak Güzel Bir Davranışı Cezalandırmaktan Sakın
Başlangıçta çocuğu para, top, kitap, balon, tatlı, cd, bilgisayar veya oyuncak gibi maddi hediyelerle ödüllendir. Daha sonra maddi ödülleri hafifletip övgü, önemseme, dokunma, gülümseme, öpme veya kucaklama gibi manevi ödüller ver. Çocukla satranç ve futbol oynamak veya güreşmek veya ev oyunlarına iştirak etmek veya beraberce hikâye okumak ve fotoğraflı bir kitaba bakmak veya televizyonda bir film seyretmek, seyahat etmek, atari veya bilgisayar oynamak, lokantaya gidip tatlı yemek ya da hoşlandığı bir yemek yemek gibi belirli hareketlilikleri içeren ödül türleri de kullanılabilir.
Ahmet annesine şöyle diyor: “Öğle namazını ilk vaktinde kıldım.” Anne: “Sabah namazını ne yaptın, her zaman yaptığın gibi uyudun.” Bu olayda anne öğle namazını vakit girer girmez kıldığı için Ahmed‟i övmemiş, ödüllendirmemiş tam tersine sabah namazını kılmakta kusurlu davrandığı için azarlamıştır. Annenin bu davranışı çocuğun yapmış olduğu iyi davranışların –ki bu olayda öğle namazının vakit girer girmez kılınmasıdıryapılmasını zayıflatacak ve kötü, yanlış davranışların yapılmasını ise –ki yine bu olayda sabah namazı vaktinde tembellik ederek namazın kılınmaması, uyunmasıdır- takviye edecektir.
Güzel Bir Davranışın Ardından Hemen Ödüllendir Ödüllendirmenin etkileyici olabilmesi için istenilen bir işi yapmasının ardından çocuğa ödülün hemen verilmesi gerekir. Bahçeyi suladığında bir gün veya bir saat sonra değil hemen ödüllendir. Namaz kıldığı zaman hemen ödüllendir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “İşçinin ücretini alnının teri kurumadan veriniz.”
Oysa yapılması gereken, sabah namazını vakti içerisinde veya uyandıktan sonra kılmadığı için zamanında uyarıda bulunması, azarlamasıydı. Beklenerek, güzel bir işi yapıp bitirdikten sonra önceden yapmış olduğu bir işten dolayı çocuğun cezalandırılması, ihmal edilmesi doğru bir hareket değildir. İşte bu türden bir davranışla anne, cezalandırma maksadı olmadığı halde yapmış olduğu güzel bir davranışa rağmen oğlunu cezalandırmış olmaktadır.
Güzel Davranışlarının Ödüllendirilmesinde Başarısızlıktan Sakın Said babasına şöyle diyerek eve girdi: “Bugün Kur‟an-ı Kerim okuma yarışmasını kazandım,” dediğinde baba; “mutfağa git ve annene sor, yemek ne zaman hazırlanıyor,” şeklinde bir karşılık vermesi çok yanlıştır. Birçok baba çocuklarının yapmış oldukları fiillere köklüdeğişim
Ödüllendirme Kastı Olmaksızın Kötü Bir Davranışın Ödüllendirilmesi
74 Serdar
aralık 2009
çocuk terbiyesinin esasları… Babalar yapmış oldukları kötü bir davranışa rağmen farkında olmadan onları ödüllendirmiş olmamaları için çocuklarının davranışlarına dikkat etmeleri gerekir. Çünkü böyle yapmak gelecekte de aynı davranışı yapmasını sürdürmesine yardımcı olur. Örneğin çocuk uyandığında ağlıyor ve okula gitmemek için hasta numarası yapıyorsa ve anne çocuğunun bu durumundan korktuğunu ve ona önem verdiğini belli ederse, gerçekten hasta olup olmadığını araştırmazsa veya gerçekten hasta olduğu gerekçesiyle onu okula göndermezse, evde oturtursa işte bu davranış çocuğa güç verir. Benzeri durumlarda çocuğunu okula göndermekte zorlanır.
1- Örneğin Tevbe suresinin ezberlenmesi gibi gerçekleştirmesi istenilen davranışlar belirle. 2- Tevbe suresinin ezberlenmesi gibi yapılması istenen davranışların isminin yazılmadığı bir notlandırma cetveli hazırla. Davranışların yapılması gereken süreyi belirle. Daha sonra da bu davranışlardan dolayı çocuğun kazandığı notların hepsini kaydet. İstenilen Davranışlar Listesi
Veya çocuk dondurma almak için annesinden para istediğinde harçlığını tükettiği için annenin ona para vermeyi reddetmesi üzerine çocuk ağlamaya, bağırmaya başlayıp, yanında bulunan herhangi bir çocuğa vurması üzerine onun ağlamasına, bağırmasına teslim olarak susturmak için annesi ona para verecek olursa, bu davranışıyla kötü hareketine rağmen çocuğu ödüllendirmiş, yaptığı yanlışa rağmen onu desteklemiş sayılır. Böylece çocuk nasıl inatlaşacağını, isyan edeceğini, benzer bir durumun tekrarlandığı her seferde bu niteliklerini nasıl takviye edeceğini öğrenmiş olur.
3- Verilecek ödüllere ait bir cetvel düzenle: Ödül cetvelini not cetvelinin yanına koy, yapıştır. Ödül cetveli, ayni ödülleri, bu programın tamamlanmasından sonra tören yapılması veya ailece seyahate çıkılması gibi çocuğun elde etmek istediği birtakım aktiviteleri içermelidir. 4- Her bir maddi ödülün elde edilmesi için kazanılması gereken puan miktarını kararlaştırın.
Not Verme Yöntemini Kullanmak Yukarıda anlatılan üsluplar fayda vermediği zaman çocukları istenilen fiilleri yapmaya sevk edebilmek için defter tutma, not verme üslubunu kullanmak faydalı olur. Çocuğundan bazı işlerde sana yardımcı olmasını istediğinde veya Kur‟an ezberlemeye teşvik ettiğinde ya da bazı kitapları okumasını istediğinde bu talepleri reddediyorsa not verme üslubunu kullan. Bu üslup şu şekilde olur:
köklüdeğişim
ÖDÜLÜN ADI
PUANI
Gazlı içecekler
10
İslâmi Hikâyeler
20
Cd
40
Tören Yapılması
50
Geziye Çıkılması
100
5- Çocuğun kazandığı veya kaybettiği puanları kaydet. Çocuk puan kazandığı zaman coşkuyla bunu listeye yaz, davranışından ve
75 Serdar
aralık 2009
çocuk terbiyesinin esasları… kazandığı puandan dolayı onu öv. Her puan kazandığında önceki işaretin yerine yanına yeni bir işaret koy ve puanını düzelt.
değiştir. Sahip olmadığı, kazanmadığı bir sembolle oynamasına izin verme. 9- Ahirette sevap ve ceza karşılığı elde edeceği puanlama ve ödül cetvelleriyle karşılaştırma yap. Zira emrettiği hususlarda Allah‟a itaat eden, yasakladıklarından da kaçınan Salih bir mümine Allah (Celle Celâluhu) güzellikler verir. Kötü bir iş yaptığı zaman ise yaptığı iş ve bu nedenle kazandığı günah yazılır. İyilikleri daha çok ise cennete girer. Kötülükleri daha çok ise Cehenneme girer.
6- Maksadını en iyi şekilde ifa edebilmesi için program adil olmalıdır. Cetvel dolduğu zaman onu sakla ve yeni cetvel yapıştır. Davranışların ne ölçüde değiştiğini, ilerleme kaydettiğini görebilmek için eski ve yeni cetvelleri yan yana getirmek suretiyle mukayese yap. Çocuk elde edeceği ödüle ait puana sahip olmadıkça ödülü almadığından emin ol. Çünkü ödüllendirme cetvelindeki puanları doldurmadığı halde ödül aldığı zaman yapması gereken işi yavaşlatır.
10- Programı durdurmak: Çocuğun davranışlarında düzelme, gelişme varsa ve yaşı da ilerlemişse artık ahirette elde edeceği sevabı dünya da elde edeceği ödüllere tercih edecek hale gelmiştir. İşleri Allah‟ın rızasını elde etmeye, sevap kazanmaya yöneliktir. Bu durumda anne-baba programı durdurduğunu ilan eder ve çocuğa iyiliklerinin Allah katında yazılmaya devam ettiğini, âlemlerin Rabbi katında sevaba ve ecre nail olacağını anlatır.
7- Makbul olmayan bir işi yaptığı zaman çocuktan kazandıklarını geri alma. Bunun yerine uzaklaştırma, azarlama ya da daha sonra anlatılacağı üzere daha farklı bir şekilde onu cezalandır. 8- Dört beş yaşlarındaki çocuklar puanlamadan daha ziyade bir mermer parçası, kübik bir eşya veya düğme gibi herhangi bir küçük maddeyi tercih ederler. Kazandığı puanlar belli bir büyüklüğe ulaştığı zaman bunu hikâye veya tatlı gibi maddi bir ödülle
11- Programın sona ermesinden sonra bir tören yapmayı veya ailece bir seyahate çıkmayı düşün. (Devam Edecek)
köklüdeğişim
76 Serdar
aralık 2009
Esad Mansur
tefsir
bilgi@kokludegisim.net
Bakara Suresi (236-239. Ayetler) Kadınlara mehir göstermeden ve onlarla birleşmeden önce onları boşamak:
nun ettirmek ve gönlünü kazanmak için bu hakkı erkekler üzerine yüklemiştir. Zira erkekler kadınlar gibi böyle hassas ve duygusal değillerdir. Ayrıca, erkeler bu şekilde üstünlük göstermiş olurlar. Aynı anda bu durum onların kadınlardan sorumluluğu üstlendikleri ve hissettiklerini ortay çıkartır.
ْْضوْْإ ْلَيُن ْْ ُّوىنُّْ ْأ َْ لْ ْ ُجَن َ ْ اح ْ َعمَْي ُكْْم ْإِن ُ ِّساء ْ َما َْلْْم ْتَ َمس ُ َو ْتَ ْف ِر َ طمْ ْقتُُْم ْإلن ِ ِ ِ ْوف ْ اعا ْبِاْل َم ْع ُر ُ يضةًْ ْ َو َمتِّ ُع ً َوىنْ ْ َعمَى ْإْل ُموس ِْع ْقَ َد ُرْهُ ْ َو َعمَى ْإْل ُم ْقت ِْر ْقَ ْد ُرْهُ ْ َمت َ فَ ِر َْ َِحقًّاْ َعمَىْإْل ُم ْح ِسن ين
“Nikâhtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız bunda size mehir zorunluluğu yoktur. Bu durumda onlara müt'a (hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir müt'a vermek ihsan sahipleri için bir borçtur.” (el-Bakara 236) Ayette evlilik sözleşmesi yapılıp birleşmeden önce boşanmanın caiz olduğunu gösteriyor. Yine de mehir göstermemek caizdir. Ancak mehir kadının hakkıdır, onu isteyebilir ve bu durumda erkek bu hakkı kadına vermelidir. Fakat bu durumda boşanma olursa erkek belli bir miktar kadına mal vermelidir. Zira bu kalbini memnun ettirmek için olur. Nitekim erkek kadınla evlilik sözleşmesi yapıp, gerdek gecesine girmeden veya onunla birleşmeden boşarsa kalbini kırmış olur ve kadını üzer. Buna mukabil belli bir miktar mal vermelidir. Bu çevreye göre, herkesin gücüne göre olur. Eğer erkek zenginse çevrelerinde boşayan zengin erkeklerin verdikleri miktara kadar verir. Fakirse çevrelerinde boşayan fakir erkeklerin verdikleri kadar bir miktar verir. Bu ise, ihsan sahipleri üzerine bir haktır.
Kadınlara mehir göstermiş olup onlarla birleşmeden önce onları boşamak: ِ ْف ُْ ص ُّْ ل ْأَن ْتَ َم ِْ وىنْْ ِمنْقَْب َ َْوِإن ْ وىنْ ْ َوقَْْدْفَ َر ُ س ُ طم ْقتُ ُم َ ضتُْْمْلَيُنْْفَ ِر ْ يض ًْةْ َفن ِ ِ ِ ِّ َُْو َْي ْعفُ َْو ْإلذي ْبَِيدْه ْ ُع ْق َدْة ْب ُْ ح ْ َوأَن ْتَ ْعفُوْْإ ْأَ ْق َر ِْ إلن َكا ْْ ون ْأ َْ ُضتُْْم ْإَلْ ْأَن َْي ْعف ْ َما ْفَ َر ِ ونْب ِ ِ ِ ٌْ ص ير ْ م م ع ت ْ ا م ب ْ ْ و م إل ْ ن ْ إ ْ ْ م ك ن ي ب ْ ْ ل ض ف ل إ ْ ْ إ و نس ت ْ ْ ل و َ َ َُ ْ َ َ َ ّ ْ ُ َ ْ َ َ ْ َ ْ ْ ُ َ َ َ َ ْلمت ْق َوى
“Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.” (el-Bakara 237) Bu ayet; eğer erkek mehir takdir eder ve kadınla birleşmeden onu boşarsa mehrin yarısını kadına vermesi gerektiğini gösteriyor. Bundan önceki ayette mehir gösterilmemiştir. Bu nedenle, çevrelerine ve güçlerine göre erkek bir miktar mal verecektir. Bu ayette mehir gösterilip de kadınla birleşmeden onu boşadığı takdirde mehrin yarısının verilmesi gösterilmiştir. Ancak, kadın hiç bir şey istemese bu da geçerli olur. Çünkü bu onun hakkıdır, hakkından vazgeçebilir. Bu durumda kadın takvalılığına bir derece eklemiş olur. Zira Allahu Teâlâ mehrin yarısından vazgeçip istememeyi takvalılıktan olduğunu göstermiştir. Yine de erkek mehrin tamamını verebilir. Kadın onu hiç istemez ise onun
Ayet, İslam‟ın kadına ne kadar değer verdiğini gösteriyor. Oysa evlilik gerçekleşmedi, sadece, sözleşme yapıldı. Kadın da erkek gibi de evlenmeyi ister. Ama neden bu durumda erkek üzerine böyle bir hak ilzam ediliyor ve kılınıyor denilirse; İslam kadının bu duruma pek kırılacağından dolayı onu memköklüdeğişim
77 Serdar
aralık 2009
bakara suresi 236-239… takvalılığından bir parçadır. Erkekte mehrin tamamını verirse takvalılığının bir parçası olur. Çünkü kadının hakkının iki katını yani mehrin tamamını veriyor.
termenin münafıkların sıfatlarından biri olduğunu Tevbe suresi 54. ayette beyan etmiştir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem birkaç hadiste namazı vaktinde kılmaya çağırmıştır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem‟e şöyle sorulmuştur:
Allahu Teala; “…Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.” buyurarak birbirimize yaptıklarımız iyiliği unutmayalım, herkesin diğeri üzerinde bir hakkı olduğunu, iyilik yaptığı hatırlatmasında bulunuyor. Bu nedenle bu ifade birbirinize iyilik yapmayı terk etmeyin manasında geçer. Herkes başkasına iyilik yapsın ki sevgi ve yardımlaşma ruhu aranızda yerleşsin ve herkes diğer kişinin benim üzerimde hakkı var diye düşünsün. Çünkü iyilikte bulunmuştu. Bu durumda, düşmanlık azalıp hafifleşir ve müsamahakârlık yayılır. Şüphesiz ki, Allah her yaptığımızı görüyor, bunu düşünerek bu harekette bulunalım. Nitekim bize buna karşı büyük mükâfat verecektir.
“Amellerin en efdali (üstünü) hangisidir? Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem; „Namazı vaktinde kılmaktır‟ demiştir. „Ondan sonra hangisidir?‟ diye sorulmuştur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem; „Allah‟ın uğrunda cihat etmektir‟ cevabını vermiştir. „Bundan sonra hangisidir?‟ diye sorulmuştur. „Ebeveyne (anne ve babaya) iyilik yapmaktır‟ buyurmuştur.” Bu hadisi rivayet eden İbni Mesut; “Rasulullah‟ Sallallahu Aleyhi Ve Sellem‟e daha fazla sorsaydım bana daha fazla cevaplar verirdi.” demiştir. (Buhari ve Müslim), İbni Hanbel, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem‟e biat edenlerden sahabe hanımı Ümmü Fevv (Fevve‟nin annesi)‟den şunu dediğini rivayet etmiştir; “Amellerin en iyisi namazın vaktinin başlangıcında hemen kılınmasıdır.”
Namaz kılmayı muhafaza etmek: ْإن ْْ َين ف َْ وموْْإ ِْلْمّ ِْو ْ َقانِ ِت ِْ َح ِافظُوْْإ ْ َعمَى ْإلصمَ َو َ لِْة ْإْل ُو ْس َ إت ْوإلص ُ ُطى ْ َوق ِ ْونوْْإ ْْ لً ْأ ْ ِخ ْفتُْْم ْفَ ِر َجا ُ َو ْ ُرْكَب ًانا ْفَِإ َذإ ْأَمنتُْْم ْفَا ْذ ُك ُروْْإ ْإلمّ ْوَ ْ َك َما ْ َعم َم ُكم ْما ْلَْْم ْتَ ُك َْ تَ ْعمَ ُم ون
“Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın).” (el-Bakara 238-239)
Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem namazın dinin direğinin olduğunu belirterek iman ile küfür ayırımı yapan hükmün farz olduğunu ve Müslüman‟ın kâfirden ayırt edilmesi için de ayrıca açık işaret olduğunu belirtmiştir. Burada önemli bir nokta vardır oda; namazın vakitleri ve rekâtları Kuran‟da belirtilmemiştir. Bunları Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem belirtmiştir. Hem de mütevatir hadislerde namazın vakitleri ve rekâtları beyan edilmiştir. Bunu inkâr etmek küfürdür. Kuran‟da Hud suresi 114. Ayette;
Allahu Teâlâ namazları vakitlerinde kılmak için titizlik göstermemizi talep etmektedir. Başka sürelerde birkaç ayet namazı devamlı olarak ve vakitlerinde kılmamız için emir gelmiştir. Bunlar En‟am suresi 92. ayet, Mü‟minun suresi 9. ayet, Me‟ariç suresi 23. ve 34. ayettir. Ayrıca, Allahu Teâlâ namazı ihmal etmeyi veya vaktinde kılmama konusunda uyardı. Ma‟un suresi 4. ve 5. ayette namazları vakitlerinde kılmayan veya ihmal edenleri cehennemle tehdit etmiştir. Namazı ihmal eden veya bu hususta tembellik gösköklüdeğişim
ْن ْإلمْي ِل َْ ار ْ َوُزلَفًاْ ِّم ِْ َ“ َوأ َِقِْمْإلصلَْةَْطَ َرفَيِْ ْإلنيGündüzün iki
ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl…” buyurmuştur. (Hud 114)
Bu ayette; “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl…” buyrulmuş
78 Serdar
aralık 2009
bakara suresi 236-239… fakat vakit tam net bir şekilde gösterilmiş değildir.
da çoğul üç şeyden başlar. Bunlar arasında orta namazın var olduğunu da gösteriyor. O zaman vakitlerin sayısı üçten fazladır. Nitekim hadisler farz namazların sayısının beş olduğunu göstererek bunu doğrulamıştır.
Nur suresi 58. Ayette; ْين ْلَْْم ْ َيْبمُ ُغوإ َْ ت ْأ َْي َم ُان ُكْْم ْ َوإل ِذ ْْ ين ْ َمَم َك َْ آمُْنوإ ْلَِي ْستَأ ِْذن ُك ُْم ْإل ِذ َْ َيا ْأَيُّيَا ْإل ِذ َ ْ ين ِ ِ ِ ِ ٍ ِ ْن َْ ون ْثَي َاب ُكم ْ ِّم َْ ض ُع َْ ص َلْة ْإْلفَ ْج ِْر ْ َوح ْ إت ْمن ْقَْب ْ ث ْ َمر َْ إْل ُحمَُْم ْ ِمن ُك ْْم ْثَ َل َ َين ْت َ ْل ِ ِ َ إلظ ِي ْل ْ َعمَْي ِي ْْم َْس ْ َعَم ْي ُكْْم ْ َو ْ َ إت ْل ُك ْْم ْلَْْي ٍْ ث ْ َع ْوَر ُْ ص َلِْة ْإْل ِع َشاء ْثَ َل َ ْ يرْة ْ َو ِمن َْب ْع ْد ِ ِّْن ْإلم ْوُ ْلَ ُكُْم ُْ ك ْ ُيَبي َْ ض ْ َك َذل ٍْ ض ُك ْْم ْ َعمَى َْب ْع َْ ُاح َْب ْع َد ُىنْ ْطَوإف ٌْ ُجَن ُ ون ْ َعمَْي ُكم َْب ْع ٌْ يمْ َح ِك يم ٌْ اتْ َوإلم ْوُْ َعِم ِْ ْإْلَي
Ayrıca bu ayette bütün namazları muhafaza etmemizi emrediyor ve özel olarak orta namazın kılınmasını da korumaya çağrıldık. Fakat bu orta namaz hangisidir ayette gösterilmedi. Bir takım hadisler bunun öğlen namazının olduğunu göstermiştir. Başka hadisler de ikindi namazının olduğunu göstermiştir. Bazı hadisler de Fecir (sabah) namazının olduğunu belirtmiştir.
“Ey müminler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, fecir (sabah) namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem (kapanmamış) halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. İşte Allah ayetleri size böyle açıklar. Allah, (her şeyi) bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur 58)
Âlimlerin çoğu ikindi namazının olduğunu tercih etmişler. Ama ayet bütün namazların vakitlerinde kılınmasını korumayı emretmiştir. Bu halde orta namazın hangisinin olduğu önemli değildir. Hadislerle beraber âlimler “ikindi namazının muhafaza edilmesinin nedenini” bu vakitte insanların çok zaman alışverişle meşgul olmalarına bağlamıştır. Böyle olunca, insanlar özellikle bu asırda değişik vakitlerde meşgul olabilirler.
Bu ayette Allahu Teâlâ kölelerin efendilerinin odalarına ve çocukların baba ve annelerinin odalarına izinsiz girmemelerinin üç vakitte mahzur kılındığını gösterirken iki namaz vakti göstermiştir. Fecir (sabah) namazından önce, öğlende elbisenizi çıkarttığınız zaman ve yatsı namazından sonra…
Ayette, orta vaktin belirlenmemesi her namazın orta namazın olması ihtimalini doğurur. Öyleyse, Müslüman her farz namazının vaktinde kılınmasına tam titizlikle riayet etmelidir.
Burada, fecir ve yatsı namazının var olduğuna dair bir işaret vardır. Fakat bu vakitlerde ve diğer vakitlerde namaz kılmanın farziyeti, bu vakitlerin başlangıcı ve sonu ve keyfiyetlerini gösteren deliller sünnette geçmiştir. Orada beş vaktin var olduğunu her vaktin başlangıcı ve sonu, rekâtların sayıları ve namazla ilgili diğer hususların açıklanması hadis-i şeriflerde geçmektedir. Ayrıca, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, Cebrail Aleyhi‟s Selam‟ın kendisine gelip kendi önünde her vaktin başlangıcı ve sonunu belirttiği ve kıldığını açıklamıştır.
Kadir gecesi de buna benzer. Kuran‟da gösterilmedi ama hadisler ramazan ayının son günlerinde (daha ziyade 27. gecesinde) belirtmiştir. Fakat Müslüman özellikle ramazanın son on gününde Kadir gecesini yakalamaya çalışır. Ayetin sonunda, Allah‟a boyun eğerek ve zillet göstererek namazı kılmamız talep ediliyor. İslam‟ın ilk senelerinde ve özellikle Habeşistan‟a hicret edilmeden önce Müslümanlar namazda birbirleriyle konuşuyorlardı.
Tefsirini yaptığımız Bakara 238. ayette namazların korunması bahsinde birkaç farzın var olduğuna dair delil olur. Çünkü Arapça köklüdeğişim
İbni Mesut RadıyAllahu Anha şöyle dedi: “Habeşistan‟a hicret etmeden önce Rasulullah
79 Serdar
aralık 2009
bakara suresi 236-239… Sallallahu Aleyhi Ve Sellem namaz kılarken ona selam verince bizim selamımızı alıyordu. Habeşistan‟dan dönünce selam verdik cevap vermedi. Namaz bittikten sonra bana şöyle dedi: „Senin selamını almadım, çünkü namaz kılıyordum. Allahu Teâlâ istediğini meydana çıkartır ve meydana çıkarttığı hususlarda namazda konuşmamanızdır.” (Buhari)
tayken veya binerken işaret göstererek namaz kıl.” (Müslim) Özellikle savaşta düşman Müslümanlara saldırmak için her an fırsat beklerken Müslüman‟ın korkusu da artabilir. Bu durumda ayakta veya bineği üzerinde başıyla işaret göstererek, başını rükû için hafifçe eğilir, sücutta da daha fazla eğilir. Bu bir ruhsattır. Eğer, emniyet olursa Müslümanların Allah‟ın kendilerine bilmediklerini öğrettiği gibi Allah‟ı zikredecekler, yani namaz kılacaklardır.
Muaviye bin El-Hekem adlı Müslüman namazdayken başka bir Müslüman hapşırınca “yerhamukellah” deyince namaz bittikten sonra ona şöyle dedi; „Namazdayken insanların sözlerinden hiç bir şey geçerli değildir. Ancak, tespih, tekbir ve Allah‟ı zikretmek onda geçerli olur.” (Müslim)
Burada, Allah‟ı zikretmek namazı kılmak manasındadır. Nitekim Kuran‟da birçok yerde “Allah‟ı zikretmek” “namaz kılma” manasında geçmektedir.
Buna göre, namazdayken Müslüman dünya işlerinden kesilip, Allah‟a yönelip boyun eğer, O‟na zillet göstererek bağlanmaya çalışır, ayaktayken Kuran okur, rükû ve secde ederken tespih çeker, her harekette tekbir getirir ve her ayet arkasında ve secde ederken dua eder. Teşehhüt ve selat-ı ibrahimiyeyi bitirdikten sonra da dua eder.
Bu ayette; Allahu Teâlâ Müslümanların bilmediklerini kendilerine öğrettiği gibi “Allah‟ı zikredin” ifadesi Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem‟in Sünnetinin Allah‟ın vahyettiği şey olduğunu gösterir. Çünkü namaz kılma metodu Kuran‟da detaylıca gösterilmedi ancak Sünnette gösterildi. Bu nedenle, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu: “Nasıl namaz kılıyorsam sizde aynen kılın” (Buhari)
239. ayet her halükarda ve ne durumda olursa olsun korku esnasında bile namazı kılmayı muhafaza etmeyi pekiştirmektedir. Eğer düşmandan korku varsa ayakta veya binek üzerindeyken namaz kılmamızı Allahu Teâlâ emretmektedir. Bunun manası: Hiçbir zaman namaz terk edilemez veya ihmal edilemez. Korku olsa dahi savaşta iken de kılınması gerekir.
Hatta bu ayette ayaktayken ve binek üzerindeyken nasıl namaz kılacağımıza dair bir açıklama yoktur. Ancak, hadislerde beyan edildi. İşaret gösterilerek rükû da baş az indirilir, sücutta ise daha fazla indirilir. Bu sebeple kesin bir şekilde doğru olan Sünnet Kuran‟dan hiçbir şekilde uzak tutulmaz. Sünnet ihmal edilirse özellikle Kuran‟daki ahkâmla ilgili ayetler hiç anlaşılmaz ve uygulanamaz.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu: “Korku pek şiddetli ise ayak-
köklüdeğişim
80 Serdar
aralık 2009
bakara suresi 236-239…
köklüdeğişim
81 Serdar
aralık 2009